Kurtuluş Gazete sayı 0

Page 1

Sabahat, Fatma, Aysel:

Sıra kimde?

S

ınır ötesi harekatla AKP ve ordu işbirliğiyle girdiği yeni yolda Kürt sorununda çözüm değil, imha politikasının bir parçası olarak Kürt kadın milletvekillerine de saldırı yolunu seçmiş, özel hayatlarını didikler olmuş, kişiliklerini aşağılamaya yönelmiştir. Çeteci ve yolsuzluğa bulaşmış milletvekilleri yerine DTP'li kadınları terörist ilan ederek dokunulmazlık ve hapis tehditlerini savurmaktadır. Sayfa 3

Narsisizm ve komünizm

Chavez ilk kez kaybetti

nsanlar kimi durumlarda kendilerinin hesaplamadıkları ölçüde küçülüyorlar. Hele hele sosyalizm gibi insani bir davanın peşinde koştuğu iddiasında olanların amaçlarını unutup minik ya da yüce iktidar hırslarıyla içine sürüklendikleri durumları izlemek yaşanan benzer tüm deneyimlere karşın yine de akıl almaz görünüyor insana. İnsan taşıyıcısı olduğu amacı yüceltirken kendisini de onunla birlikte yüceltmeye eğilimlidir. Sayfa 2

A

BD'nin dünyaya nizam verme operasyonları arasında 2002 yılında bir darbeye kurban gitmişken halkın ayaklanması ve askerlerin bir kesiminin ondan yana tavır almasıyla iktidarını geri alıp o günden bu güne gidilen her seçimde halk desteğini artıran Chavez ilk kez %49 gibi küçük bir farkla kaybetti. Ancak 16 milyon seçmenin olduğu ülkede kaybedilen oy miktarı üç milyonu bulmakta. Sayfa 4

İ

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Kuzey kutbu eriyor

SAYI

0

Kuzey buz denizindeki buzulların 2040 yılında tamamen eriyeceği öngörüsü, bilim insanlarının yaptığı araştırmalar ve incelemeler sonrası daha da kısaldı. Eğer buz denizindeki buzullar tamamen erirse, deniz seviyesinin 6 metre yükselebileceği ve deniz kıyısındaki bir çok yerleşim alanının sular altında kalacağı iddia ediliyor.

17 Aralık Fiyatı 10 Ykr

Kurtuluş proletarya sosyalizmidir Yaşadığımız deneylerde ortaya çıkan çatışmaların ardında gizlenen gerçeklik sınıf temeline sahip olamamak ve bu doğrultuda yoğunlaşmış bir çabanın içinde olmamaktır

Genç-sen kuruldu

Çıkarken…

Üniversite öğrencilerinin 1,5 yı llık çalışmalarının sonucunda Türkiye’nin ilk Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen'in kurul du . ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen kurultaya yaklaşık 700 öğrenci katı ldı . Genel kurul, sendikanın amaç ve ilkeleri ile ilgili önergelerle devam etti. Zaman darlığı nedeniyle önergeler Temsilciler Meclisi’ne bırakılırken yapılan seçimler ile MYK belirlendi. 453 öğrencinin oy kullandığı seçimlerin ardından 13 kişilik MYK’ya Ufuk Göllü, Deniz Kantar, Umut Kocagöz, Gözde Mutlucan, Zeliha Kabataş, Kıvanç Eliaçık, Emrah Arıkuşu, Dilek Şahan, Dilek Demirel, Ozan Ersan, Simin Gürdal, Ozan Kaya .

Dünyayı yeniden anlamak için Dünya değişiyor. Sınıflar değişiyor ama çelişkiler değişimin yaratıcısı olarak yerlerinde duruyorlar. Ekim devrimi gezegenimizin ufkunda kızıl bir güneş olarak yükselmiş ve köhnemiş dünyayı altüst etmişti. Her şey sanki birden geriye döndü. Dünya geriye doğru değişti; Değişen dünyada dünyayı yeniden değiştirmek için yeniden anlamak gerekiyor. Tam 31 yıl önce proletarya sosyalizminin sancağını yükseltmek üzere Kurtuluş proletarya sosyalistlerini göreve çağırmıştı. Kurtuluş, çürümeye devam eden dünyada köreltilmeye çalışılan bilinçlerimizi yenileyerek bir kez daha göreve çağırıyor proletarya sosyalistlerini.

Yaşasın ABD!

Kurtuluş ezilenlerden yana taraf olacaktır Kurtuluş, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların, gençlerin, kadınların Kurtuluş'u için mücadele edenlerin sesi olacaktır. Yani Kurtuluş, tarihinin emrettiği gibi ezilenler karşısında ikircimsiz taraflı bir gazete olacaktır. Kurtuluş işçi sınıfının sesi olacaktır Proletaryanın kurtuluşu kendi eseri olacaktır. Kurtuluş, komünistlerin, proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkara sahip olmadıkları gerçeğini bir an bile unutmaksızın yayın hayatına devam edecektir. Kurtuluş, bugün artık "küreselleşme" diye nitelenen emperyalizmin egemen güç olduğu verili koşullarda Marksizm ve Leninizm'in ışığı, sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma olan ihtiyacı ve inancı gereği işçi sınıfının Kurtuluş'u için mücadele edenlerin sesi olacaktır. Kurtuluş proletarya sosyalizminin temsilcisi olacaktır Kurtuluş unutulmaya yüz tutan proletarya sosyalizminin temsilcisi olmaya aday bir gazete olacaktır. Reel sosyalizmin çöküşünden bu yana uydurulan “sosyalizmin öldüğü” iddialarının karşısında bir sosyalizm anlayışı olarak sosyalist demokrasiyi esas alan bir gazete olacaktır. Kurtuluş proletarya enternasyonalizminin savunucusu olacaktır Komünizm hareketi ulusal ya da bölgesel bir olay değil dünya çapında proletaryanın ortak eylemidir. Uluslara, devletlere bölünmüş olsa da dünya proletaryası tek bir bütün oluşturur ve her bir ulusal müfrezesi kendisini dünya çapındaki mücadelenin bir parçası, ortağı olarak görür. Proletaryanın bu uluslar arası dayanışması ezilen halkların özgürlük mücadelesine verdiği destekle tamamlanır. TC somutunda Kürt halkının özgürlük mücadelesini desteklemek ve onunla mücadele biriliğini gerçekleştirmek proletarya enternasyonalizminin en temel kriterini oluşturur. Kurtuluş bu mücadele birliğinin savunucusu olacaktır. Kurtuluş ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını hiçbir şarta bağlamaksızın savunmaya ve bunun için mücadeleye devam edecektir Kurtuluş bütün ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının ayrı devlet kurma hakkı olarak anlaşılmasını demokrasinin en temel gereklerinden biri olarak kabul eder ve bu hakkın hiçbir baskı altında kalınmadan özgürce gerçekleşmesi için ezilen uluslarla en yakın dayanışmayı sürdürür. Kurtuluş işçi sınıfı hareketi ve sosyalist hareketin yeniden yapılandırılmasının ve birliğinin savunucusu olacaktır Kurtuluş, sosyalizmin ülke ve dünya çapında yediği darbeler sonucu savrulduğu geri mevzilerden çıkışının biricik çaresinin sosyalist demokrasi temelinde ve çoğulcu yapılanmalar çerçevesinde gerçekleşecek bir yeniden yapılanma ve işçi sınıfı hareketi ile buluşma sayesinde gerçekleşeceğine olan inançla, başka komünistlerle buluşmanın gerekli zeminlerinin yaratılması mücadelesini varoluş nedenlerinden biri olarak görecektir.

Bir fırsat daha kaçtı

Amaçlar ve hayaller

S

DP kurulurken ifade ettiği hiçbir amacın yanına yaklaşamadığı gibi, ÖDP içinde yaşananın aynısını daha çirkin biçimler içinde tekrarlamaya sürüklendi. Beş yıl boyunca ancak amaçlarının hayalini görmekle idare etmiş olan SDP'deki reel sosyalizme saplanmış egemen klik de, birkaç cinsel taciz vakasını örtbas etme girişimleri etrafında kendini saflaştırarak, züccaciye dükkanında dolaşan fil gibi partinin içini altüst etmiş ve başarının sırrının “yabancı unsurlardan” kurtulmak olduğu bilinciyle tacize karşı olanları kendi günahlarını örtbas edebilmek için, liberal, reformist ve sosyal şoven ilan edip, önce Kurtuluş’u bir kez daha böldükten sonra “partiyi ele geçirmenin” mutluluğunu yaşamaya başlamıştır. Sayfa 2

DP ÖDP'deki “hatalardan” kimi dersler çıkarıldığı savıyla kuruldu. Ne kadar ders çıkarıldığı bugün artık ciddi bir tartışma konusu haline gelmiş olsa da, ÖDP'nin sahip olamadığı bir şansa sahip oldu: Oluşturulan blok ile seçim vesilesiyle dogan bir hareketlilik üzerinde kuruldu ve blokun kendisini seçim sonrasında da devam ettirmek amacında olması dolaysıyla bu hareketliliği sürekli kılma imkanını yakalamıştı. Ne var ki, iki aylık seçim kampanyasını daha sonradan neredeyse bir parti çizgisi haline gelecek ve halen sürmekte olan “HADEP'in ne yapacağını ve ne diyeceğini bekleme” tavrı izledi. Ve böylece SDP bütün “iyiliklerine” karşın zaman içerisinde ÖDP'den beter bir konuma nesnel olarak sürüklenmiş oldu.

S

AB Türkiye'ye “katılım” yerine “müzakere” verdi

F

ransa başbakanı Sarkozy'nin teklifiyle AB zirvesi sonuç bildirisinde Türkiye Türkiye'yle görüşmelere devam edilmesinden söz edilirken katılımdan söz edilmedi. Daha önceki taslakta yer alan katılım ifadesi Sarkozy'nin teklifi ile bildirgeden çıkarıldı. Mahalle kavgasına tutuşanlar gibi duruma sinirlenen Erdoğan Sarkozy için “iki yüzlü” derken, geri kalmayan TÜSİAD'da Fransa'nın tavrını patolojik olarak niteledi. Erdoğan ve TÜSİAD Fransa'ya saldırırken unutmaktadırlar ki, bu tek başına Fransa'nın işi değildir. Alman başbakanının desteğinin de onun yanında olduğu bilinen gerçektir. Yani AB'nin ana ekseni bu tutumu almaktadır. Ayrıca Avusturya çok öncelerden beri TC'nin üyeliğine karşı olduğunu ortaya koymaktadır. Hollanda ve Danimarka'nın da TC için iyi rüyalar görmediği bilinen gerçektir. Yani sorun Sarkozy'nin patolojik ruh halinde değil AB'nin ağırlıklı kesiminin politikalarında yatmaktadır.

Kurtuluş kadın özgürlüğünün savunucusu olacaktır Kurtuluş, kadınların kurtuluşunun yalnızca erkeklerin kadınlar üstündeki egemenliğiyle değil, tüm iktidar biçimleriyle de mücadeleyi gerektirdiğine olan inançla kadınların cins olarak ezilmişliği ve örgütlenmelerinin devletten, sermayeden ve karma örgütlerden de bağımsızlığından yana olacak, erkeklerden ve erkek egemenliğinden bağımsız Kadın kurtuluş hareketinin taleplerini esas alacaktır. Kurtuluş doğa insan uyumunun varoluş koşulumuz olduğuna inanır Kurtuluş, insanın doğaya egemen olması, onu sadece bir tüketim nesnesi ya da istediği gibi

SAYFA 01

Dağlıca'da on iki askerin öldürülmesi sonrası bizzat MGK tarafından yükseltilen şovenizmin doğal hedefleri arasında sosyalistler de yer aldı. Ezenle ezilenin mücadelesinde tarihsel olarak ezilenlerin yanında saf tutan sosyalistlere yönelen böyle bir tepki, anlaşılabilir bir şey. Ancak anlaşılması gerçekten zor olan ise bir kısım “sosyalist” çevrenin yaşanan bu ve buna benzer olaylar karşısındaki tutumları. Sayfa 2

Sınır berisi operasyonlar

Kürt halkını yıldıramaz Aylar boyu sınır ötesi operasyon yapılacağı teranesi sürdürüldü. Kışa yaklaşırken de malum teskere çıktı. Genelkurmay talimatıyla yayın yapan medya öyle bir hava yarattı ki, sanki TC ordusu sınırın öbür tarafında duman attırıyordu. Ama gördük ki, operasyonların esası sınır berisinde sürdürüldü. Sayfa 3

TC böyle durumlar karşısında halkı oyalamak için esip savurmakta sonra da zafer kazanılmış ve mesele kalmamış gibi davranmakta pek maharetli davranmaktadır. Çuval olayında da öyle oldu. Öyle öfkeliydiler ki, ABD “özür dilemek zorunda kaldı!” Ne var ki, Özür dilediği söylenen ABD çuvalcı subaylarının hepsini terfi ettirirken, çuvallanan Türk subaylarının da hepsi birer birer emekli oldular. TC, AB'ye girmek istediğini unutmakta ve sanki AB TC'ye girecekmiş gibi orada geçerli olan kuralları kendi lehine esnetmeye kalkışmaktadır. Ekonomik gelir düşüklüğü, işsizlik, ermeni sorunu, Kürt sorunu vb kamburlar atılmadan ve işgal altında tutulan Kıbrıs topraklarından yani AB topraklarından çekilmeden AB'nin TC'ye kapıdan içeri adım attırmaya niyeti olmadığı çoktan ortaya çıkmıştır. Son alınan karar da bunun açık ifadesini oluşturmaktadır.

istismar edebileceği üretici güç olarak görme anlayışına karşı, doğanın dengesini bozmaya yönelik her girişimin insanın kendi varoluş koşullarını yok etmesi anlamına geldiğinden, doğaya egemenlik anlayışına karşı onunla uyum anlayışını savunur ve bunun için mücadele eder. Kurtuluş, emperyalizme, oligarşiye, faşizme, şovenizme, ırkçılığa, cinsel yönelimlerinden ve inançlarından dolayı insanların baskı görmelerine ve her türlü ayırımcılığa karşı mücadelenin başarısının, insanın insanı ezmediği bir dünyanın yaratılmasının bireysel ve toplumsal düzeyde bugünden başlayacak değişim ve dönüşümlerle kapitalizmin tümden inkarı ve onun her ilişkisine alternatif olabilecek

bir ilişkiler sistemi yaratma temelinde mümkün olduğuna inanır. Bunu yapmaya yetenekli tek sınıfın proletarya olduğunu bilir ve ilan eder. Kurtuluş, sosyalist demokrasiyi kendi hayatına uygulanacak sosyalizm anlayışı olarak benimser. Kurtuluş, çoğulcu, örgütlenme özgürlüğünü esas alan, koalisyon fikriyatına dayanan, pozitif ayırımcı, temsili demokrasi ile doğrudan demokrasinin birleştirilmesi ve giderek bir yönetim biçimi olarak demokrasinin tümden ortadan kaldırılmasına inanır ve bu ilişkilerin bugünden kurulmaya başlanmasını savunur. Yıkılan sosyalizmin, sosyalizm dışı, ezen ezilen ilişkilerine dayalı bir ilişkiler sistemi olduğu

bilinciyle buradan taşınacak hiçbir ilişkiyi tarihsel miras olarak kabul etmez. Komünistlerin, “zaruretlerin gereği”olarak “geçici”diye sosyalizme monte ettikleri ve zaruretlerin hiç bitmemesi nedeniyle sosyalizmin tamamlayıcı parçası haline getirdikleri toplum üzerinde yükselen devlet aygıtlarını ve işçi sınıfını sadece üretim göreviyle sınırlayarak kapitalizm altında yaşanan yabancılaşmanın tekrarına yol açacak hiçbir ilişki ve mantığı kabul etmez. Rekabeti reddeden ve dayanışma temeline dayalı ilişkileri bugünden kurmak için omuz omuza...


2 17 Aralık 2007

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Kurtuluş proletarya sosyalizmidir Latin Amerika'da sosyalist hareketteki gelişmenin temelini geleneksel sosyalizm anlayışına dayalı yapılanmaların kırılması ve öyle ya da böyle sosyalist demokrasiyi esas alan hareketlerin ortaya çıkması oluşturmuştur. Her ülkedeki gelişimin kendine özgü yanlarının olmasına karşın yeni oluşumların işçi sınıfı hareketinin yükselişiyle paralel gitmesi ve diğer toplumsal hareketlerle eklemlenebilmesidir

S

DP ÖDP'deki “hatalardan” kimi dersler çıkarıldığı savıyla kuruldu. Ne kadar ders çıkarıldığı bugün artık ciddi bir tartışma konusu haline gelmiş olsa da, ÖDP'nin sahip olamadığı bir şansa sahip oldu: Oluşturulan blok ile seçim vesilesiyle doğan bir hareketlilik üzerinde kuruldu ve blokun kendisini seçim sonrasında da devam ettirmek amacında olması dolayısıyla bu hareketliliği sürekli kılma imkanını yakalamıştı. Ne var ki, iki aylık seçim kampanyasını daha sonradan neredeyse bir parti çizgisi haline gelecek ve halen sürmekte olan “HADEP'in ne yapacağını ve ne diyeceğini bekleme” tavrı izledi. Ve böylece SDP bütün “iyiliklerine” karşın zaman içerisinde ÖDP'den beter bir konuma nesnel olarak sürüklenmiş oldu. Bu durumda SDP kurulurken ifade ettiği hiçbir amacın yanına yaklaşamadığı gibi, ÖDP içinde yaşananın aynısını daha çirkin biçimler içinde tekrarlamaya sürüklendi. Beş yıl boyunca ancak amaçlarının hayalini görmekle idare etmiş olan SDP'deki reel sosyalizme saplanmış egemen klik de, birkaç cinsel taciz vakasını örtbas etme girişimleri etrafında kendini saflaştırarak, züccaciye dükkânında dolaşan fil gibi partinin içini altüst etmiş ve başarının sırrının “yabancı unsurlardan” kurtulmak olduğu bilinciyle tacize karşı olanları kendi günahlarını örtbas edebilmek için, liberal, reformist ve sosyal şoven ilan edip, önce Kurtuluşu bir kez daha böldükten sonra “partiyi ele geçirmenin” mutluluğunu yaşamaya başlamıştır. Eski masallar tekrarlanıyor : “reformculardan, liberallerden ve sosyal şovenlerden kurtulduktan sonra “bakın biz nasıl gelişeceğiz!” Bu, ÖDP'de ve Kurtuluş'un daha önceki bölünmesi sırasında da izlediğimiz eski filmdir. Ya birleştiririz ya birleşiriz Sosyalist hareketin yapısında genetik bir bozukluk varmışçasına sürekli bir bölünmeye uğramaktadır. İyi niyetli görünen bir araya gelişler de kısa sürede yeni bir bölünmeyle taçlanmaktadır. Rekabet temelinde şekillenen hareketlerin birbirlerini itmesinin tuhaf bir yanı yoktur. Geçmişte belli merkezler etkisi altına aldıkları akımları birleştirebilmekteydi. Bu birleştirme hevesini hala taşıyanlar vardır. Ancak son yirmi yıllık dünya deneyinin ortaya koyduğu ders birleştirmekten ziyade doğru biçimlerde birleşmek doğrultusunu göstermektedir. Bizim son onbeş yıllık deneyimimizin de bu doğrultuda olmasına karşın başarısızlıkla sonuçlanmış olması ya Türkiye'nin dünyanın diğer ülkelerinden çok farklı bir yer olduğuna yorulabilir ya da bizim bir

şeyleri olması gerektiği gibi yapamadığımıza. Ekonominin nihai tahlilde belirleyici olduğu gerçeğine, benzer global siyasi, ideolojik, kültürel vb müdahalelere tabi olduğumuz gerçeğini de eklediğimizde, emperyalizmin hegemonyası altında olan ülkelerde birbirleriyle benzerlikler ve ayrılıklar konusunda kıyaslamalar yapmak yanlış olmaz. Böyle bir kıyaslama açısından da TC “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde Latin Amerika ülkeleriyle birlikte sayılmaktadır. Marks'ın bir genelleme olarak söylediği şu sözünü biz de kapsamını doğru belirleyerek kullanabiliriz: “Gelişmiş ülkeler geri ülkelerin geleceğinin aynasıdır.” Bu aynayı ABD ya da Almanya olarak kabul etmeye kalkıştığımızda epey bir uzak geleceğimizi göreceğimize kuşku yoktur. Gelişmişlik açısından birbirine daha yakın duran ülkeleri Marks'ın sözünü ettiği ayna olarak kullanmak kimi detayları görmekte de kolaylık sağlayacaktır. Dolaysıyla Latin Amerika ülkelerinin ekonomik düzeyde bizim için de geçerli olacağına işaret ettikleri gelişmeleri paralel sosyal ve siyasal gelişmelerin izlemesi gerektiğini söylemeyi, özgünlüklerin ihmal edilmeyeceğini varsayarak, doğru olarak kabul etmek gerekir. Latin Amerika'da sosyalist hareketteki gelişmenin temelini geleneksel sosyalizm anlayışına dayalı yapılanmaların kırılması ve öyle ya da böyle sosyalist demokrasiyi esas alan hareketlerin ortaya çıkması oluşturmuştur. Her ülkedeki gelişimin kendine özgü yanlarının olmasına karşın belirgin olarak izlenen yeni oluşumların işçi sınıfı hareketinin yükselişiyle paralel gitmesi ve diğer toplumsal hareketlerle eklemlenebilmesidir. Güney Amerika deneyleriyle kıyaslandığında, bizim yaşadığımız deneylerin hemen hiç birinde sınıf hareketinin yükselişinin söz konusu olmamasının yanında oluşturulan hareketlerde böyle bir kaygının da olmaması temel farklılığı ve büyük olasılıkla da temel aksaklığı oluşturmaktadır. Ne BSP ne de ÖDP daha kuruluşunda işçi sınıfı hareketinin nasıl yükseltileceğini sorun etmemiş, kolayca “sosyalist hareketi” sınıfın yerine geçirmiş, kitlesini “her yerden” toplamanın peşine düşüp buradan kaynaklı ikinci bir hatayı da işlemiştir. İşçi sınıfının partiyle ikame edilmesi sonucu hareketin varolan çerçeveye mahkum olması, geleneksel anlayışların aşılmasının ve 21. yüzyılın sosyalizminin şekillenmesinin olanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bunun sonucu da yaşanmış dönemlerin basıncı altında

çatlamak olmuştur. Bu o kadar şaşmaz bir doğru oluşturur ki, çatlayanlar kendi hallerine kaldıklarında yeniden çatlamakta ve “kaderin garip tecellisi” birbirlerini bir önceki dönemdeki suçlarla suçlamaktadırlar! İşçi sınıfı birleştirir Yaşadığımız deneylerde ortaya çıkan çatışmaların ardında gizlenen gerçeklik sınıf temeline sahip olamamak ve bu doğrultuda yoğunlaşmış bir çabanın içinde olmamaktır. Bu durum bir yandan mazinin yükünü sırtında taşıyan akımların kendilerini parti içinde konsolide etmelerine imkan verirken, bu konsolidasyonların yarattığı gerginliğin, dayanışma temeline dayalı yeni bir sosyalizm kavrayışının gelişmesi yerine en derin rekabetin partiye hakim olması sonucu parçalanmaya yol açması olmuştur. Rekabet temelini koruyan gurupların partiyi kendi örgütlenmelerinin bir aracı haline getirmeleri bir müddet sonra da ister istemez çatışmayı birlikte getirecekti. Bu gerilimin parçalanmaya ulaşmasını engelleyebilecek ve tümünün birden dönüşümüne katkılı olacak olan sınıf hareketinin yaratacağı basınç olabilirdi. Bir araya gelen örgütler aynı alanda birbirine rakip olarak örgütlenmiş yapılardır ve ne kadar anlaştıklarını ilan ederlerse etsinler aynı benzer mıknatıs kutupları gibi davranmaktan kendilerini alamazlar. Hatta rekabet temelinin aşılıp dayanışma temelinin oluşturulamamış olması aynı durumun homojen görünen örgütler içinde yaşanmasına da yol açtığı bilinen bir gerçektir. Yakınlaştıkça büyüyen rekabetin yarattığı iç basınç yeterince güçlendiğinde doğal olarak bu “birleşme niyetlerine” bağlı olarak yaratılmış olan çeperi çatlatacaktır. Bunu dengeleyebilecek, aynı atom çekirdeği içinde birbirini iten protonları tutan kuvvet gibi bir kuvvet olması gerekir. Bu kuvvet ancak partiyi sımsıkı sarmış bir işçi sınıfı olabilir. Ama birleşmelerin herhalde en önemsiz sorunu sınıf çalışması konusunda idi. Başka her konu bundan daha önemli ayırıcı bir rol oynadı. İşçi sınıfının yapısında, globalizm çağında eski hareketliğine ulaşmasını engelleyecek değişikliklerin olduğu doğrultusunda işin esasını değiştirmeyecek olan çok izahlar yapılmıştır. Ne var ki, bu değişimlerin en güçlü olarak ortaya çıktığı ülkenin de Türkiye olduğu söylenemez. Bu gelişmelerin Türkiye'den çok önce ortaya çıktığı Güney Amerika ülkelerinde işçi sınıfı engellerin aşılabileceğini ortaya koymuştur. Güney Amerika ülkelerinin deneylerine yakından bakılınca bizim yaşadığımız türden sorunlarla kurdukları partiler içerisinde yüz yüze geldiklerini görürüz.

Yaşasın ABD!

Güçlerimizin en ağırlıklı kısmıyla sınıf içerisinde yürüteceğimiz faaliyet, şekil kazandıkça diğer ezilen kesimlerin de kendilerini eklemleyebilecekleri ve mücadelede kazanma umudunu geliştirebilecekleri bir eksen bulmaları olanağını yaratacaktır Ama bu problemlerin yarattığı iç gerilimin partiyi kuşatan işçi hareketi tarafından dengelendiğini ve bu çelişkilerin parti çeperlerini çatlatmasının önüne geçildiğini, süreç içerisinde bu çelişkilere karşılıklı uyum içerisinde çözümler bulunduğunu görmekteyiz. Böyle bir durumun varlığı bize yaptığımız kurguların nasıl temelli bir yanlışa sahip olduğunu göstermektedir. Bizim ilişkilerimizin devamı “gurupların iyi niyetine”, “bu gurupları yönlendiren birkaç kişinin arasındaki iyi ya da kötü ilişkilerin üreteceği sonuca” bağlı kalırken, Latin Amerika'da bir araya gelen guruplar ise kendi iradelerini aşacak bir başka birleştirici faktörün oluşturulmasının planlarını yapmışlardır. Bu olmadan birbirleriyle zaten çatışmakta olan gurupları bir araya getirmek ve tutmak, ancak bizim yaşadığımız gibi geçici bir zaman için hayat hakkına sahip olabiliyor. Eğer başlangıçtaki kurgumuz kendi irademizden bağımsız olarak bizi dıştan kuşatacak bir sınıf hareketinin gelişmesi doğrultusuna yönelik olur ve bu “bölünmeden bir arada bulunma zamanını” bunun için kullanmayı baştan hesaplar ve faaliyetimizi de buna yönelik olarak yürütür

isek işlerin farklı şekillendiği yeni bir konuma ulaşma şansımızı yaratabiliriz. Güçlerimizin en ağırlıklı kısmıyla sınıf içerisinde yürüteceğimiz faaliyet, şekil kazandıkça diğer ezilen kesimlerin de kendilerini eklemleyebilecekleri ve mücadelede kazanma umudunu geliştirebilecekleri bir eksen bulmaları olanağını yaratacaktır. Sosyalist hareketin güçlü olduğu 60'lı ve 70'li yılları hatırlarsak böyle bir sınıf hareketinin varlığının tüm diğer emekçi kesimleri ve ezilenleri de hızla mücadele alanına çektiğini görürüz. Sınıfın, fabrika düzeyinde gerçekleştirilen tasfiyelerle ve pekiştirilen sendika bürokrasisinin denetimi sayesinde, siyaset sahnesinden çekilmesiyle diğer emekçi kesimlerin mücadelesinin de en asgari düzeylere indiğini ve her dönemde önemli roller oynamış olan gençlik hareketin de bir daha geriye gelemediğini görmekteyiz. Bu farkı yaratan en önemli faktör işçi sınıfının siyaset sahnesine yeniden dönemeyişidir. Eğer bu doğruysa sosyalistlerin birlikten söz ederken yapacakları iş de bellidir demektir: Bir araya gelişi, sosyalist hareketin yeniden yapılanmasını işçi sınıfının örgütlenmesi ve siyaset sahnesindeki yerini almasına yönelik olarak şekillendirmek gerekmektedir.

Kuzey kutbu eriyor

Ancak daha Kurtuluş Savaşı'ndan başlayan çarpıklık, ona biçilen ezilen halkların ilk anti-emperyalist başkaldırısı olduğu iddiası bu devletin kurucu iradesine ve ülkesine karşı temel bir algı yanılması yaratmıştır Dağlıca'da on iki askerin öldürülmesi sonrası bizzat MGK tarafından yükseltilen şovenizmin doğal hedefleri arasında sosyalistler de yer aldı. Ezenle ezilenin mücadelesinde tarihsel olarak ezilenlerin yanında saf tutan sosyalistlere yönelen böyle bir tepki, anlaşılabilir bir şey. Ancak anlaşılması gerçekten zor olan ise bir kısım “sosyalist” çevrenin yaşanan bu ve buna benzer olaylar karşısındaki tutumları. Kürtlerin yıllardır sürdürdüğü özgürlükler mücadelesi sürecinde ne yazık ki Türkiyeli sosyalistler olumlu bir sınav veremediler. Kemalizm'in sosyalist hareket üzerindeki etkisi ulusal harekete yaklaşımında onun çoğu zaman şovenizm tuzağına düşmesine yol açtı. İşte geçtiğimiz günlerde toplumun içine yuvarlandığı şovenist histerinin direk muhatabı olan sosyalist hareket içinden bir kısım siyasal çevrenin takındığı durum, içler acısıydı. Kendilerine yönelik gerçekleşen saldırılar karşısında çok bilindik bir yönteme başvurdular. Suçu ABD'ye attılar. Örneğin bu çevrelerden TKP'nin o dönemki sloganı “Ülkemizi ABD'ye Böldürtmeyeceğiz!” oldu. TC'nin en yetkili ağızlarının (MGK'dan, Hükümet yetkililerine kadar) ABD ile olan stratejik ittifakı ısrarla vurgulamasına, TC'nin bölgedeki emperyalist üçlü sacayağının (ABDİsrail-TC) en önemli bileşenlerinden biri olmasına karşın bu durum “ulusal sol”cularımızı pek etkilemiyor. Onlar bildikleri yolda ilerleyerek, halkın büyük bir çoğunluğunun ABD'ye zaten tepkili olduğu bu ülkede, etliyesütlüye karışmadan anti-emperyalizm yapıyorlar. Şüphesiz ki “ulusal sol” çizginin temellendiği bir çok argüman mevcuttur. Ülkenin işgal altında olduğundan tutunda, demokratik devrimini tamamlamamış olmasına kadar genişleyen bir yelpazede çeşitlendirilerek, izlenen sosyal şoven hat meşrulaştırılmaya çalışılır. Ancak şurası çok nettir ki, bütün bunların arkasında yatan temel kaygı, Kemalizm ile malul olan sosyalist hareketin, böyle bir durum üzerinden devlet ile karşı

karşıya gelmeme çabasıdır. Emperyalizmin bir iç olgu olarak şekillendiği bu ülkede, kendi egemenlerine karşı herhangi bir tavrı içerisinde barındırmayan bir antiemperyalizmin sahiciliği tartışma konusudur. Gerçek anlamda bir anti-emperyalizmin, antikapitalizmi de içinde barındırması, bizim özelimizde ise anti-şovenizmi de içermesi gerekmektedir. Ancak daha Kurtuluş Savaşı'ndan başlayan çarpıklık, ona biçilen ezilen halkların ilk antiemperyalist başkaldırısı olduğu iddiası bu devletin kurucu iradesine ve ülkesine karşı

SAYFA 02

temel bir algı yanılması yaratmıştır. Sosyalist hareketin 80 küsur yıllık tarihi bu algının gölgesinde geçmiştir. Aslında bu bilinçli bir yakın tarih tahrifidir. Cumhuriyet, kendine özgü, maniple edilmiş bir tarih üretmeye çalışmaktadır. Yaratılmaya çalışılanın adını tam koyarsak bu resmi ideolojidir. Bu amaçla “milli mücadele”nin doğru olmayan bir yorumu tüm topluma empoze edilmeye çalışılmıştır. Açıkçası bu durum, sistemin “muhalifleri” üzerinde bile etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı adı altında yapılan “milli mücadele”, son tahlilde emperyalizmle bir uzlaşma hareketidir. Kemalizm, bir milli burjuva ideolojisidir ve hiçbir koşulda sosyalistlerin esin kaynağı olamaz. Yukarıda saydığımız birçok olgu nedeniyle ülkemizde çarpık bir anti-emperyalizm taban bulmuştur. Ülkemiz egemenlerinin ve onların ideolojisinin yanlış yorumu, yanlış bir antiemperyalizm yorumu ortaya çıkarmıştır. Tek başına ABD karşıtlığı anti-emperyalizm olarak algılanmıştır. Böylesi bir ülkede, böyle bir anti-emperyalizm çok zor olmasa gerek. Sıkıştığın noktada topu ABD'ye pasla tamam. Ulusal solcularımız yatıp kalkıp ABD'ye şükretsinler. Ya ABD'de sosyalist olsalardı, halleri nice olurdu?

Kuzey buz denizindeki buzulların 2040 yılında tamamen eriyeceği öngörüsü, bilim insanlarının yaptığı araştırmalar ve incelemeler sonrası daha da kısaldı. Eğer buz denizindeki buzullar tamamen erirse, deniz seviyesinin 6 metre yükselebileceği ve deniz kıyısındaki bir çok yerleşim alanının sular altında kalacağı iddia ediliyor. Bilim insanlarının kuzey buz denizindeki erime için öngördüğü yeni tarih 2012. Şurada 2008' e sayılı günler kaldığı düşünülürse meselenin nedenli can alıcı bir sorun olduğu da anlaşılmış olur. Birçoğumuzun, ilgilenilmesi gereken bir sorun olarak gördüğü ama“uzaktaki” bir sorun olarak algıladığı çevre meselesi, üzerinde yaşadığımız evrenin, ülkenin,kentin ve hatta mahallemizin sorunu haline geleli epey bir zaman oluyor. Bizlerin, milyonlarca insanı ilgilendiren böylesi önemli bir konuda yeterli duyarlılığa sahip olabildiğimizi söyleyebilmek mümkün değil. Daha yakın zamana kadar dudak büktüğümüz ve hatta küçümsediğimiz çevre hareketleriyle ne türden ilişkiler kurduğumuz ve geliştirdiğimiz ortada. Çevre hareketiyle ilgimiz kimi kongre kararları almak, genel geçer belgeleri onaylamakla sınırlı kalamaz. Kapital'in 3. Cildinde, “Toplumun üst düzey ekonomik formasyonunda, bir insanın başka bir insan tarafından sahiplenilmesi ne ise,

dünyanın bireyler tarafından sahiplenilmesi de o'dur.” denmektedir. Ne bir topluluk, ne bir millet ne de bir milletler topluluğu, dünyanın sahibi değillerdir. Onlar yalnızca bu dünyanın konuklarıdır ve kendilerinden sonra gelen nesillere onu koruyarak ve daha da geliştirerek teslim etmelidirler. Yine Marks aynı eserinde “Toprağın, Ebedi bir toplumsal mülkiyet olarak, bilinçli ve akılcı işlenmesinin, insan neslinin varlığı ve devamı (yani sürdürülebilir kalkınma) için vazgeçilmez bir koşul olduğunu” ifade etmiştir. İşte Marks'ın yıllar öncesinden bize aktardıkları bunlar ve bu konu artık evimizin kapısının önüne kadar geldi. Peki bizim tutumumuz nedir? Örnek vermek gerekirse; 8 aralık cumartesi günü İstanbulda,”Küresel ısınmayı durdurabiliriz” etkinlikleri çerçevesinde yapılan,”Başka bir enerji mümkün Kyoto'yu imzala”mitingine neredeyse kayıtsız kaldık! Ama bütün enerjimizi, çabamızı bir gün sonra yapılması planlanan, nevar ki Valilik tarafından yasaklanan “Emperyalizme, ırkçılığa, şovenizme karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği” mitingine verdik. Hiç bir örgütlenme çabası işine girişmedik. Kuşkusuz hazırlandığımız ama yasaklanan miting güncel taleplerimiz açısından çok önemliydi, peki ya diğeri ?


KURTULUS

17 Aralık 2007

BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Narsisizm ve komünizm

Sınır berisi operasyonlar

Kürt halkını yıldıramaz Aylar boyu sınır ötesi operasyon yapılacağı teranesi sürdürüldü. Kışa yaklaşırken de malum teskere çıktı. Genelkurmay talimatıyla yayın yapan medya öyle bir hava yarattı ki, sanki TC ordusu sınırın öbür tarafında duman attırıyordu. Ama gördük ki, operasyonların esası sınır berisinde sürdürüldü. ABD emperyalizmine her anlamda bağımlı olan TC'nin ABD iradesi dışında bölgede bir harekete girişebilmesi olanaklı değildir. Yakın zamana kadar TC yetkilileri Güney Kürdistan federasyonunu engelleme umuduyla çabalayıp durdular. Ancak ABD'nin Ortadoğu'daki hesapları açısından vazgeçilmez bir konum kazanmış bu bölgenin TC istiyor diye gözden çıkarılması olanaklı değildir. Bütün esip gürlemeler nihayetinde sınırın beri tarafında sürdürülen zulmün üstünün örtülmesinden başka bir anlama gelmemiştir. ABD bölgeye müdahale ederken sadece Saddam'ı düşürmeyi değil, İran'ı da ele geçirmeyi hesaplamaktaydı. Irakta içine yuvarlandığı bataklık onu öylesine yuttu ki, bu hesap doğrultusunda bu güne kadar tek bir adım atabilmek olanaklı olmadı. Hatta CIA'nın son zamanlarda kabul etmek zorunda kaldığı, İran'ın 2003'den beri nükleer silah yapımı konusunda hiçbir adım atmadığı gerçeği, ABD'nin elini kolunu biraz daha bağladı. Ne var ki, ABD'nin Irak'ta gerçekleştirdiği işgal sonucu İran istemediği ölçüde güçlenmiş, güçlü ittifaklar oluşturmuş ve ABD açısından daha da varlığı kabul edilemez duruma gelmiştir. Üstelik Saddam'ın saldırıyla yüz yüze

gelmesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturan Petrolün Dolar yerine Euro ile satılması ve bunun sonucu olarak Dolar'ın dünya ticaret ve rezerv parası olma konumunu kaybetmesi tehlikesini şimdi de İran tetiklemektedir. ABD için tam bir yıkıma tekabül edecek olan böyle bir gelişme ne pahasına olursa olursun engellenmesi gereken bir durumdur. Ne var ki, ABD'nin ikinci bir Irak benzeri girişimde bulunması olanaksızdır. Irak direnişi böyle bir operasyonu çoktan hesap dışı bırakmıştır. O zaman ABD'nin elinde iki olanak kalmaktadır. Bunlardan biri İran'ın yoğun bombardımanla yıkıma uğratılmasıdır ki, Lübnan'da bunun provası yapıldı ve oldukça başarısız olduğu görüldü. Diğeri de Kürt faktörünün ve TC'nin bu amaç için değerlendirilmesidir. Başbakanın ABD ziyaretinin ardından öyle bir hava yaratıldı ki, sanki ABD, TC ve Kürt Federasyonu el ele verecekler ve PKK'yi yok edecekler. “Ya biter ya biter” hikayeleriyle geçen yılları bilenler için böyle bir hesabın ciddiye alınması söz konusu değildi. Ama PKK sözcülerinin de öfkesini çeken ciddi bir durum vardı ortada. TC'nin Güneyi tanıması karşılığı olarak PKK'nin üç taraftan kuşatılıp ABD hesaplarına uygun bir biçimde İran üzerine sürülmesi hesaplarının yapıldığına kuşku yok ve bu yeni bir hesap değil. Bunun için iki temel şart gerekiyor. Biri TC'deki militan Kürt hareketinin ehlileştirilip teslim alınması; DTP'ye olan

Peri kızı Ekho'ya acılar çektirip onun kayaların sesine dönüşmesine neden olan Narkissos da, gözü hayran kaldığı sudaki yansımasından başka bir şeyi görmeden kendine baka baka büyük yalnızlığı içerisinde yok oluşa gitti

saldırı bu “terbiye” girişiminin bir parçasıdır. Diğeri de PKK'nin ABD planlarına uyum gösterip kendisini inkar eder hale gelmesi. Böylece Hep birlikte ABD planları uyarınca ortaklaşa bir anti İran operasyon gerçekleştirilebilir. Ancak görünen o ki, heveslileri her zaman olsa da, ne DTP ehlileşmeye niyetlidir ne de PKK ABD planlarının bir parçası olmaya eğilimli. Tam tersine gelen dalganın kendileri açısından bir varoluş mücadelesini gündeme getirdiğini söylüyorlar. Halklarımızın mücadele birliğinin aciliyet taşıdığı günlere bir kez daha gelmiş bulunuyoruz. Bu dalgayı birlikte göğüslemek proletarya enternasyonalizminin gereğidir. Bu gereği en güçlü biçimde yerine getirmekse proletaryanın siyaset sahnesindeki yerini yeniden almasıyla mümkündür.

Militarizm, şovenizm ve Kemalist ideolojinin etkisiyle kendine yapılmasını asla kabul etmeyeceği yaptırımları kendi vatan çıkarları için ötekine yapmayı meşru kabul eder. Savaş ortamlarında milliyetçi ve şovenist bir histeri yaratılmasına bağlı olarak toplumsal şiddet tırmandırılır ve toplumsal hiyerarşik dizilimin en alt basamaklarında yer alan kadınlara yöneltilir. Savaş tehdidi altında süren bu ortamda DTP'li kadın milletvekilleri mecliste biz kadınların sözcüsüdür. Kadın vekillerimize yapılan saldırı 22 Temmuz seçimlerinde oy veren Kürtlere, sosyalistlere ve en başta biz kadınlara hepimizedir. Sıranın kime geleceğini beklemeksizin meclisteki kadınların sözünü sokakta kadınların sesiyle buluşturmak için Kürt kadınlarıyla ve Kürt kadın vekilleriyle bundan sonra da her türlü dayanışma için şiarımız “kadın vekillerimize dokunmayın” olacaktır.

Halkların mücadele birliği ve devrimci demokrasi için

Çatı Partisi Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle Türkiye halkları, yıllardır yaratılan suni çelişkilerle oyalanmaktadır. ABD nin BOP projesi ile birlikte Türkiye'nin Güney'de kurulan Kürt devletini tanımama şansı kalmamıştır. Bu ancak bölgesel çapta bir savaşın çıkması ve bu savaşta Kürtlerin artık ABD açısından bir faktör olarak görülmemesi durumunda söz konusu olabilir. Böyle bir durum ancak, İran'ın ABD tarafınca tam olarak kazanılması ve Türkiye ile anlaşarak Kürt faktöründen birlikte kurtulmakla mümkün olabilir. Son gelişmeler, ABD ile Türkiye'nin PKK' yi tasfiye de anlaştıklarını göstermektedir. TBMM den çıkan sınır ötesi operasyon hedefli tezkereyle bu tasfiye planı devreye sokulmuştur. ABD icazetli sınır ötesi operasyon, Güneydeki Kürt yönetimiyle ilişkileri düzeltme yoluyla PKK'nin etkisizleştirilmesi çerçevesinde yürütülecektir. Özgürlükçü güçleri tasfiye operasyonunun asıl hedefi, içerdeki güçler, en başta da DTP ve onun parlamento grubudur. Giderekte tüm demokrasi güçleridir. Bu tehlikenin farkında olanlar, örgütsel ve politik olarak yapılması gerekenleri yapmak için acele etmek durumundadırlar. 22 Temmuz seçimi, iktidar odaklarının kendi iç çelişki ve ilişkilerini yeniden düzenleyecekleri, askeri vesayet altındaki siyaset ve toplumsal yapılanışın, bu vesayet durumu ortadan kalmaksızın yeni durumda yeni biçimler altında sürdürüleceği, dış ve iç dinamikler üzerinden çelişki ve uzlaşının yeni biçimlere bürüneceği bir sonuç yarattı. Bugünkü siyasi konjonktürde, demokratikleşme ve Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü için, DTP'nin parlamentoda bir grup oluşturması oldukça önemli bir kazanımdır. Kazanılan bu

mevzinin muhafazası ve Kürt sorunun çözümü için işlevli kılınması, ancak daha başka dinamiklerin devreye sokulmasıyla olanaklıdır. Oligarşi, parlamentodaki DTP grubunu etkisizleştirmek için her türlü baskı ve oyuna başvuracaktır. Bütün bu baskı ve oyunların boşa çıkarılması parlamento grubunun, parlamento dışında kitlesel bir demokrasi dinamiğiyle buluşmasıyla mümkündür. Seçim sonucunun emek, barış, demokrasi güçleri yönünden ortaya çıkardığı gerçekler görmezlikten gelinerek, parlamentodaki kazanımla oyalanmak, kazanılanın süreç içinde heder olmasına yol açacaktır. Politika, örgüt, çalışma tarzı, söylem vb birçok sorunsalın masaya yatırılması bir zorunluluktur. Ancak, politika ve örgüt bahsinde her şeyden önce bir Demokrasi Cephesi oluşturulmasının gerekliliği ve zarureti ortadır. Seçimlerin gerçekleşmesinin ve parlamentoda DTP gurubunun oluşmasının ardından muhalefet hareketinin yüz yüze bulunduğu sorunlar, yeni bir çerçeve kazanmış ve dün ulaşılamayan çözümlerin bugün gerçekleşmesinin olanakları biraz daha artmış durumdadır. Örgütlenme alanında ikili bir sorunla yüz yüze bulunduğumuz bir sır değildir. Bunlardan birisi, sosyalist hareketin yeniden yapılanması, diğeri ise, bugünkü parçalanmış muhalefet güçlerini bir araya getirecek ve radikal bir demokrasiyi gerçekleştirmeyi program olarak benimsemiş olan bir çatı partisinin oluşturulmasıdır. Daha önce yaşanmış olan deneylerden çıkarılan dersler ışığında bu görevler yerine getirilmek zorundadır. Bugün TC'de egemen olan koşullar ve sadece yarı askeri rejime karşı olan değil, oligarşik sisteme karşı olan muhalefetin durumu,

SAYFA 03

nsanlar kimi durumlarda kendilerinin hesaplamadıkları ölçüde küçülüyorlar. Hele hele sosyalizm gibi insani bir davanın peşinde koştuğu iddiasında olanların amaçlarını unutup minik ya da yüce iktidar hırslarıyla içine sürüklendikleri durumları izlemek yaşanan benzer tüm deneyimlere karşın yine de akıl almaz görünüyor insana. İnsan taşıyıcısı olduğu amacı yüceltirken kendisini de onunla birlikte yüceltmeye eğilimlidir. “ Dava insanları” nın başına gelebilecek en berbat, insanlık dışı konum buradan ürer. Kimi “dava”lar bu durumu zaten kendi içinde taşırlar. Faşist düşünce böyledir. “Yüce dava yüce insanı gerektirir.” Nasıl uçak yükseldikçe aşağıdaki her şey küçülmeye başlar ve bir zaman sonra da özelliği olmayan bir nokta gibi görünmeye başlarsa, “davasıyla yükselen insan”ın gözünde de diğer insanlar uçaktan görüldüğü gibi nokta haline gelmeye başlarlar. İki yönlü bir durumdur bu. Bir yandan diğer insanlar anlamı olmayan noktalara dönüşürken yüce davanın taşıyıcısı da hiçbir şeylere değişilmez yüce bir insan haline gelir. Bu noktada narsisizm, megalomani ve paranoya bir araya gelir. Narsisizm insanın kendisine sevdalanması hastalığıdır. Düşük dozlu ya da kendi halinde bir “kendine sevda”nın mahzurları çok büyük olmayabilir. Kendiyle barışıklığı ise narsisizmle hiç karıştırmamak gerekir. Böyle biri aynaya bakıp bakıp kendini beğenebilir, kendinde bulduğu güzelliğin keyfini yaşayabilir. Ama bu sevda kıyaslamalı olmaya başlar ve bir de küçük de olsa bir güç sahipliği ile bir araya gelir ise megalomani ile taçlanıverir. Etrafınıza bakın bunlardan epeyce bir miktarda göreceksiniz. Megalomaninin doğrudan değilse de yakın bağlantıda olacağı ruh durumu da eğer daha ağır bir hastalık değil ise paranoyadır. Hele risk taşıyan çelişkileri yoğun işlerle uğraşan kişiliklerin söz konusu olduğu durumda paranoya kaçınılmaz hale gelir, zira gerçekle hayalin birbirine karışmasına imkan veren bir ortamda bulunulmaktadır. Zulmün yoğunlaşıp çaresizliğin günlük hayat biçimi haline geldiği durumlarda neçe arkadaşlarımızı bu hastalığa kurban verdik. Hasta oldukları ayan beyan olanların kurtulma şansı vardı zira, artık uzman müdahalesinin olanakları ortaya çıkmış olmaktaydı. Ama bu durumu kontrollü, örtük yaşayanlar siyasal sahnede azımsanmayacak kötü sonuçlara yol açmaktadırlar. Beş kuruşluk tekke şeyhliği için tüm arkadaşlarını sinek gibi gören insan örneği az mı etrafımızda? Kendisinin yüce görevlerle donanmışlığının verdiği şehvet içerisinde etrafındakileri “beş kuruşluk değeri olmayan parti üyeleri” olarak gören narsisist-megaloman örneklerini bütün

bir ömür izlemiyor muyuz? Kendine aşıkların etrafına verdikleri zarar nihayetinde kendilerinin de yalnızlık içindeki yıkımını hazırlar. Peri kızı Ekho'ya acılar çektirip onun kayaların sesine dönüşmesine neden olan Narkissos da, gözü hayran kaldığı sudaki yansımasından başka bir şeyi görmeden kendine baka baka büyük yalnızlığı içerisinde yok oluşa gitti. Devrim yapmak öncelikle bir iç devrim meselesidir. Komünistlik başkasının değil, zamanla başkalarıyla da bağlı olduğunu kavradığı insanın kendisinin çelişkilerini çözme savaşımıdır. Dolaysıyla komünist fedakarlık sadece ve sadece insanın kendisi için yaptığı bir şeydir; Onun için de bir komünist fedakarlıklarının karşılığı olarak kimselerden bir adım yüce ya da hak sahibi değildir. Ama başkalarının sorunlarını çözmek için devrimcilik yapanlar, kendilerini yüceltmekten kurtulamaz ve yaptıklarının başkalarına karşı bir üstünlük vesilesi olduğu duygusundan kendilerini kurtaramazlar. Bunun kendiliğinden olmadığını gördükçe de nankörlüğe ve nankörlere karşı aşağılayıcı tavırlar içerisine girmekten kendisini alamaz. Onun için de bazı insanlar “beş para etmezler!” Öncülük ise önde gidebilmekle, önde gidebilmek de o yeteneği kendi içinde geliştirmiş olmakla mümkündür. Sizde olmayanı başkasına veremezsiniz. Sosyalizm, dayanışma ilişkileri temeline dayalı bir toplum ise ona öncülük edecek olanların da o ilişkileri kendi aralarında geliştirmiş olmaları gerekir ki, sosyalizmi kurmaya kalkıştıktan sonra yeniden bir devrim ihtiyacı içerisine düşmesinler.

partinin devrimci bir rol oynayabilmesinin en temel koşulunu, aktüel duruma tekabül eden, oligarşiyi kendisine hedef alan bir devrimci demokrasi programı oluşturur. Asgari zemin devrimci demokrasidir. Böyle bir devrimci demokrasi zemininin temel çizgileri; 1. Emperyalizmle ilişkilere son verip, onun uzantısı oligarşik yapıyı yıkarak yerine emekçilerin çıkarlarını esas alan demokratik bir halk iktidarı hedefiyle anti-emperyalist ve antioligarşik, 2. Sömürgeciliği ortadan kaldırarak, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının gerçekleşmesine imkan verecek ve TC'nin Osmanlıdan devralınmış merkeziyetçi yapısının yerine, merkezden özerk, sahici iktidara sahip çağdaş yerel yönetimleri geçirecek, Halkın, iktidarın biçimini özgürce belirlemesine olanak sağlayacak, tam bir düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü içeren, tüm çağdaş insan haklarıyla birlikte çocuk haklarını koruyucu bir siyasal şekillenmeyi gerçekleştirecek ölçüde demokratik ve anti faşist, 3. Kadınların kurtuluşunu, cins ayırımcılığına ve cinsel tercihlerinden dolayı baskıya karşı mücadeleyi kurumsallaştıracak ölçüde antiseksist, 4. Militarizmi ordudan ibaret görmeyen, toplumun ve siyasetin üzerinde yer alan ordunun, toplumu ve siyaseti şekillendirerek rejime temel

karakterini veren yönlendirici konumda olduğu askeri vesayet rejimine karşı oluşuyla anti militarist ve anti şovenist, 5. Çevrenin yıkımına neden olup, insanlığın yok oluşunu hazırlayan insanın doğaya egemenliği yerine, insan doğa uyumunu gerçekleştirip koruyacak bir anlayışla ekolojist, olmak durumundadır. Bu temel noktaları esas alan bir program etrafında bir araya gelebilecek emek ve demokrasi güçlerinin ortak bir çatı partisi altında toplanmalarının, makro politika yaparak toplumdan ciddi reaksiyonlar alabilmelerinin olanakları bugün daha da artmış durumdadır. Bu güçler birincisi; işçiler, emekçiler ve yoksullar arasında yürütecekleri ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmalarında, onların yakıcı somut sorunlarından hareket eden bir “siyaset ve çalışma tarzı”yla, yukarda ki politik hedefleri yaratıcı şekilde birleştirerek onları mücadele içine çekmek, ikincisi; egemen güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak mücadele oklarının sivri ucunu, onların en güçlü kuvvetlerine ( en acil tehlike arz eden kesimine) yönelterek demokratik halk iktidarının yolunu açmaya çalışmalıdırlar. Bu günkü koşullarda bu görevin yerine getirilebilmesinin yolu, iki halkın mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinin ö rg ü t s e l a r a c ı o l a c a k o l a n b i r ç a t ı örgütlenmesidir.

İ

Sabahat, Fatma, Aysel: SIRA KİMDE? Sınır ötesi harekatla AKP ve ordu işbirliğiyle girdiği yeni yolda Kürt sorununda çözüm değil, imha politikasının bir parçası olarak Kürt kadın milletvekillerine de saldırı yolunu seçmiş, özel hayatlarını didikler olmuş, kişiliklerini aşağılamaya yönelmiştir. Çeteci ve yolsuzluğa bulaşmış milletvekilleri yerine DTP'li kadınları terörist ilan ederek dokunulmazlık ve hapis tehditlerini savurmaktadır. DTP kadın milletvekilleri Sabahat Tuncel, Fatma Kurtulan, Aysel Tuğluk, olmak üzere 8 kadın milletvekili Kürt ve kadın olmaktan kaynaklı şiddete ve cinsel şiddete maruz kalmaktalar. Psikolojik şiddet olarak Kürt kadınlarına yönelik linç girişimleri onların şahsında tüm Kürt kadınlarına yönelik bir saldırıdır. Aynı zamanda bu toplumda öteki görülen tüm kadınlaradır. Bu ülkede devlet, sermaye, Türk ve erkekten yanadır. Zaten Kürt ve kadın olmak yok sayılmak demektir.

3

tüm muhalefetin eylem birliğinin gerçekleştirilmesinin alanını oluşturacak bir yapılanma olacak olan bir tür partisel cepheleşmeye gitmeyi gerekli kılmaktadır. Önümüzdeki devrimci görevler arasında yer aldığına birçoğumuzun kuşku duymadığı çatı partisi, solun ayağa kalkışının önemli bir aracı olabilir. Onu neo liberalizme mahkum ettirmemek için çatı partisini oluşturacak güçler, demokratik talepler birliği ve bunun ifadesi olan programlar üzerinden düşünülmelidir. Böyle yaptığımızda doğru müttefikimizi de bulmuş oluruz. .Ancak çatı partisi henüz buzlu camın arkasında bulanık olarak durmaktadır. Bu

DTP grubunun oluşmasının ardından muhalefet hareketinin yüz yüze bulunduğu sorunlar, yeni bir çerçeve kazanmıştır

Cephesel bir örgütlenme olacak olan çatı partisi için, hayali güçler tasnifi yaparak olmayacak olanın kurgusuyla hareket etmek, olacak olanın önüne engeller çıkararak yapılacak işi muğlâklaştırmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Devrimci demokrasi zemininde ve bu zeminde duran güçleri kapsayacak kısa ve özlü bir programın oluşturulmasıyla işe başlamak, sürece ivme kazandıracaktır. Böyle bir programın oluşturulmasının özneleri olabilecek herkesle görüşmeler yapılarak, bu özneler girişimin ortakları haline getirilmelidir. Yukarıda tarif edilen zeminde duran güçlerle oluşturulacak program çerçevesine davete icabet eden herkes çatı partisinin bir bileşeni olabilmelidir. Çatı partisi, halkların mücadele birliğini sağlamanın bir aracı olmak yanında demokratik halk iktidarını gerçekleştirmek için, ülkede ve bölgede yeni imkânlar yaratarak bu yöndeki mücadeleye ivme kazandıracaktır. Öyleyse hızla gereği yerine getirilmelidir.


KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE

SAYI

Sahibi ve Yazıişleri Müdürü Hüseyin Bektaş

0

Adres Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik sok. No: 12-14 Taksim/İSTANBUL

15 Aralık Fiyatı 10 Ykr

Baskı Gün Matbaacılık

Erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı

Novamed'de kadınlar direniyor Novamedli kadınlar, ucuz iş gücü olmaya, güvencesiz çalışmaya ve sendikasızlaştırılmaya, önlemler alınmadığı için kimyasal maddelerle zehirlenmeye, tuvalet dakikalarının sayılmasına, regl dönemlerinin takibine, kadın oldukları için aşağılanmaya, ne zaman doğuracaklarına patronun karar vermesine karşı çıktıkları için greve gittiler

B

u yıl içinde Bursa'da Özay Tekstil'de tekstil işçisi kadınlar yanarak öldürüldüler. Topluca fındık toplamaya götürülen Kürt emekçi kadınları trafik kazasında kaybettik. Ceylanpınar'dan halı yıkayan çocuk yaşta genç kadınlar boğuldular. Erkek egemen devletin ve sermayenin umurunda bile olmadı. Türkiye'de kadınlar işyerlerinde, sigortasız, sendikasız işlerde, güvenliksiz ortamlarda ve uzun mesailerle çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Sermaye kendi çıkarlarına uygun olarak erkek egemenliğini koruyor, besliyor. Cinsiyetçi yaklaşımlar fabrikalarda sürdürülüyor. Ama Novamed grevi ise Türkiye'deki kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesinin güçlü sesi olarak şimdiden tarihe yazıldı. Novamed GMBH, Fresenius Medical Care isimli tüm dünyada diyaliz sektöründe; diyaliz seti üretiminde dünya pazarının büyük bir bölümünü elinde bulunduran çokuluslu şirket bünyesinde faaliyet gösteren bir fabrika.

dahi işçilerin birbiriyle konuşması yasak.. Fabrikaya girerken koklanarak içeriye alınıyorlar, aşağılanıyorlar ve üretimin bir parçası gibi nesneleştiriliyorlar. Fabrikada kadın işçilere yönelik cinsiyetçi baskılar sürüyordu. Kadın işçilerin evlenmek için fabrika yönetiminden izin almaları gerekiyor, insan yerine konulmuyorlardı. Evli kadınlar yönetimin belirlediği zamanlarda hamile kalıp çocuk doğurmak için sıraya girmeye zorlanıyorlardı. Novamedli kadınlar, ucuz iş gücü olmaya, güvencesiz çalışmaya ve sendikasızlaştırılmaya, önlemler alınmadığı için kimyasal maddelerle zehirlenmeye, tuvalet dakikalarının sayılmasına, regl dönemlerinin takibine, kadın oldukları için aşağılanmaya, ne zaman doğuracaklarına patronun karar vermesine karşı çıktıkları için greve gittiler. Novamed'deki kadınlar kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı direniş başlattılar.

Novamed'in kadın işçileri bu çalışma koşullarına isyan ederek yoğun emek ve beden sömürüsüne Novamed fabrikasında çalışma koşulları ise karşı Petrolİş sendikasında örgütlendiler. birçok serbest üretim bölgesi işyerinde olduğu gibi son derece vahşi. Çoğunluğunu kadın Sendika çeşitli zorlukları aşarak 19 Nisan 2006 tarihinde toplu sözleşme yapma yetkisini aldı. işçilerin oluşturduğu işyerinde ücretler düşük, Ancak Fresenius-Novamed yönetiminin baskıcı çalışma koşulları zor. İşçiler bant usulü çalışıyor tutumundan dolayı, bir anlaşmaya varılamadı. 26 ve her beş saniyede önlerinden geçen parçayı Eylül 2006'da zor çalışma koşullarını birleştirmek zorundalar. Günlük çalışma iyileştirmek ve sendikanın tanınması için grev sırasında işçilere 15 dakikalık tek bir mola ve 25 başladı. Greve çıkan 84 işçinin 82'sini oluşturan dakikalık yemek arası veriliyor. İşyerinde yemek servisi yok, çalışma saatlerinde ve servis aracında kadın işçiler, 1 yıldan fazladır grevde bütün

Dayanışmaya, örgütlenmeye, özgürleşmeye! Gazetemiz “Kadınların Kurtuluşu” sayfasıyla toplumsal cinsiyeti nedeniyle ezilen, aşağılanan, baskı altına alınan kadınlara seslenecek. “Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir” diyen kadınların kürsüsü olacak. Kadınların kurtuluşu yalnızca erkeklerin kadınlar üstündeki egemenliğiyle değil, başka iktidar biçimleriyle de mücadeleyi gerektirmektedir. Gazetemiz kadınların cins olarak ezilmişliği ve örgütlenmelerinin devletten, sermayeden ve karma örgütlerden de bağımsızlığından yana olacak. Erkeklerden ve erkek egemenliğinden bağımsız Kadın kurtuluş hareketinin taleplerini esas alacağız. Kadın ezilmişliğinin temelini kadının toplumsal üretimdeki yeri ve ev içinde yeniden üretimdeki yeri birlikte oluşturuyor.. Kadın emeğine evde koca, işyerinde kapitalist el koyuyor. Kadınları erkekler eziyor, kapitalistler sömürüyor. Kadınların eşit haklı ve eşdeğer işe eşit ücret alması ve kadın işi erkek işi ayrımına son verilmesinin, kayıt dışı enformal sektörde çalışan kadınların sendikal haklardan yararlanması için mücadele edeceğiz. Kadınların ev içindeki görünmeyen emeğine ve özel-kamusal ayrımına karşı çıkacağız. Emeğimizden elinizi çekin. Namus gerekçesiyle öldürülen, koca dayağına maruz kalan, gözaltında tacize, tecavüze uğrayan, işyerinde patronun ve ustabaşının taciz tehdidi altında çalışan, en yakınındaki erkeğin tacizine uğrayan, köyleri boşatılan Kürt kadınlarının yaşadığı şiddeti, taciz ve tecavüzü, cinsel yönelimi nedeniyle yok sayılarak yaşam hakkı ellerinden alınanların, hayatı çalınmış “vesikalı” kadınların tutsaklığına karşı yanında olacağız. Şiddetin utancı asla kadınların değildir, bağıralım, herkes duysun.. Militarizmle, savaş politikalarıyla ve şovenizmle beslenen erkek, devlet şiddetine karşı çıka cağız.Erkek, devlet, koca, paşa, hoca şiddetine karşı bedenimizden elinizi çekin.. Babamızın bakire kızı, kocamızın sadık karısı, oğlumuzun kutsal annesi olmaya, devletin bizi kocamıza göre nüfusa işlediği kimliklere karşı çıkıyoruz. Kimliğimiz bizimdir.. Kadınlara yaşamın her alanında işyerlerinde, mecliste, okulda, evde, siyasette ve yasalarda pozitif ayrımcı politikalar uygulanması için mücadele edeceğiz. Rekabetçi cinsiyetçi sisteme karşı kadınlar dayanışmaya, örgütlenmeye, özgürleşmeye.

hayatlarını değiştiren bir deneyim yaşayarak, hem sermaye egemenliğine hem de erkek egemenliğine karşı mücadeleyi grev çadırlarında, dayanışma etkinliklerinde sürdürdüler. Novamed grevi 1. yılını doldururken, İstanbul'daki kadın örgütleri, kadın çevreleri ile sendika ve demokratik kitle örgütlerinden kadınlar tarafından oluşturulan “Novamed Greviyle Dayanışma Kadın Platformu” grevci kadın işçilerle dayanışma kampanyası başlattı. Novamed Greviyle Dayanışma Kadın Platformu tarafından 2 ay sürdürülen bu kampanyada Novamed şirketinin İstanbul Maslak'taki Türkiye temsilciliğinin önünde protesto gösterisi düzenlendi. İstanbul'da dayanışma eylemleri yapıldı. standlar açıldı., grevle maddi dayanışma amacıyla kart satışları yapıldı. Forum düzenlenip bildirilerle grevin yaygın duyuruları yapıldı. TBMM ve Novamed şirketine standlarda toplanan binlerce imza gönderildi. 25 Eylül'de gece yürüyüşü ile Antalya'ya grev yerine otobüslerle kadınlar uğurlandı. Kadınlar diğer illerden gelen 300 kadınla grevin 1. yıldönümünde işçi kadınlarla buluştular. 17 Kasımda ise şirketle sendikanın görüşmesi öncesinde İstanbul'da Novamedli kadınlarla dayanışma yürüyüşü düzenlendi. Feminist, sosyalist ve Kürt kadınlarının sahiplendiği dayanışma kampanyasının grevdeki kadınların bugünkü kazanımlarında, grevin yaygın

Greve çıkan 84 işçinin 82'sini oluşturan kadın işçiler, 1 yıldan fazladır grevde bütün hayatlarını değiştiren bir deneyim yaşayarak, hem sermaye egemenliğine hem de erkek egemenliğine karşı mücadeleyi grev çadırlarında, dayanışma etkinliklerinde sürdürdüler duyurulmasında görülmüştür.

olumlu

etkisi

Gelinen noktada grevdeki 81 kadının somut talepleri ise; İnsanca koşullarda ve daha yüksek bir ücretle çalışmak. Akort çalışmanın ortaya çıkardığı karper tünel sendromu gibi hastalıklarla mücadele edebilmek, zehirli solüsyonlar solumadan sağlıklı koşullarda çalışmak. Tuvalete gitmek gibi ihtiyaçlarını baskı altına almamak, şefleri yada yöneticileri tarafından aşağılanmamak. Sendikal örgütlülüklerinin tanınması, iş güvencelerinin garanti altına alınmasıdır.

olduğu

İzmir'de, Adana'da ve Ankara'da Novamedli kadınlarla dayanışma platformları kuruldu. Dünya emek hareketi örgütlerinden ve sendikalardan destek ve dayanışma ziyaretleri örgütlendi. Şirket ile sendika son olarak 28 Kasım'da görüştü, prensipte anlaştı.18 Aralık'ta tarafların tekrar buluşması bekleniyor.

Chavez ilk kez kaybetti Aslında yapılmak istenen değişikliklerin çoğunluğu halkın lehine olan tedbirlerdi. Bunların içerisinde tartışma konusu edilebilecek olan iki noktayı başkanın yeniden seçilmesi ve yetkilerinin artırılması oluşturmaktadır ABD'nin dünyaya nizam verme operasyonları arasında 2002 yılında bir darbeye kurban gitmişken halkın ayaklanması ve askerlerin bir kesiminin ondan yana tavır almasıyla iktidarını geri alıp o günden bu güne gidilen her seçimde halk desteğini artıran Chavez ilk kez %49 gibi küçük bir farkla kaybetti. Ancak 16 milyon seçmenin olduğu ülkede kaybedilen oy miktarı üç milyonu bulmakta ve karşı olanların oy fazlası ise sadece 300 bine ulaşabilmektedir. Yani Karşı devrimcilere ciddi bir yönelişin olduğunu söylemek imkansız. Oylama sonucu göstermektedir ki, başarısızlığın nedeni devrimci cephenin kendi içinde yatmaktadır. Chavez'in halk oylamasına sunduğu paketin içerisinde: Devlet başkanlığı süresinin 7 yıla çıkarılıp ikiden fazla seçilme olanağının getirilmesinin yanında Merkez Bankası'nın özerkliğini kaldırılması, haftalık çalışma süresini 44 saatten 36 saate indirilmesi, Sosyal güvenlik şartlarının daha iyi hale getirilmesi, ülkenin idare sisteminin yeniden düzenlenmesi, devlet başkanına doğal felaketler ve siyasi kriz dönemlerinde geniş yetkiler verilmesi ve oy verme yaşının 18'den 16'ya düşürülmesi bulunmaktaydı. Aslında yapılmak istenen değişikliklerin çoğunluğu halkın lehine olan tedbirlerdi. Bunların içerisinde tartışma konusu edilebilecek olan iki noktayı başkanın yeniden seçilmesi ve yetkilerinin artırılması oluşturmaktadır.

Başkanın yetkilerinin artırılması ve sınırsız seçilme hakkı sağdan olduğu gibi aralarında Maocu, Troçkist, eski gerillacı ve sendikacıların bulunduğu belli kesimlerinden “Bonapartizm” eleştirileri aldı. Eleştiricilerin arasına “21 yüzyıl sosyalizmi” şiarını formüle eden, bunun üzerine bu isimle bir kitap yazan ve Chavez'e danışmanlık yapan Prof. Heinz Dietrich'in de katılması ciddiye alınması gereken bir durum olduğuna işaret ediyor. Proletarya sosyalizminin tek bir kişiye işçi sınıfının denetimi dışında kalacak biçimde çok miktarda yetkiler vermeyle bağdaşmayacağı bir hakikattir. Bir başka hakikat da sosyalizmin demokrasi dışında bir yoldan gelişemeyeceğidir. Tarih bunu gösterdi. “Chavez'e şimdilik, karşı devrimi bastırıncaya kadar özel yetkiler verilse de, karşı devrim bastırıldıktan sonra işler yeniden sosyalist demokrasiye göre düzenlense” denilebilecek devirler artık geride kaldı. Koca bir Sovyet deneyi, “şimdi şu zorunluluğu karşılamak için uymasa da şu tedbiri alalım, sonra kaldırırız!” diye battı.

BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

ABONELİK FORMU ADI SOYADI

Karşı devrim gerekçe edilerek sosyalizmden verilen her taviz esasında uzun vadede karşı devrime verilmiş bir taviz olmaktan öteye gitmemektedir. Referandumda kaybetmenin en önemli nedeni böyle politik kaygular değil elbette ki. Asıl etken enflasyonun %18'i bulmasına karşın işçilerin gelirlerinin buna göre artamamış olması, burjuvazinin de sabotajlarıyla genişleyen mal kıtlığının ortaya çıkması, idarede ortaya çıkan sakatlıklar, verilen sözlerin tutulmaması ve esasında da hala ekonominin burjuvazinin elinde bulunmasının asıl rolü oynadığını kestirmek zor değil. En önemli destekçisiyken, eleştirilerini de esirgemeyen prof. Heinz Dietrich Venezuelanın hala bir kapitalist ekonomi temeline sahip olduğunu, henüz sosyal demokrasi ile sosyalizm arasındaki kesin seçimin yapılmadığını, Lenin'in önerdiği gibi NEP türü bir uygulamayla bir devlet kapitalizmi döneminden geçilmesi gerektiğini, aksi takdirde üretimde burjuvaziye bağlı alınarak çok yol alınamayacağını ifade ediyor. Elbette devlet kapitalizminin ne kadar çözüm olacağı. Daha doğrusu sosyalizme ilerlemeyi ne kadar güvence altına alacağını kestirmek zor. İktidarın elinden gideceğini gören burjuvazinin siyasi müdahalelerin yanında ekonomik sabotajlara da gireceğini beklemek gerekir. Buna karşı kimi kamulaştırmalara giderken, işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesinin koşullarını yaratmak gerekir. Bu koşulların yaratılmasının başkanın yetkilerinin artırılmasından geçmediğini tarih sosyalist devletlerin yıkıma gidişleriyle kanıtlamıştır. Eğer bir 21. Yüzyıl Sosyalizmi'nden söz edeceksek “geçiş dönemi” diyerek sosyalizmin yıkımına yol açmış merkezin yetkilerini artırıcı tedbirler yerine işçi sınıfını ve diğer emekçileri egemen sınıf olarak örgütlenmede uygun zemini oluşturan yerel iktidarların güçlendirilmesine yönelmek gerekir.

SAYFA 12

KURTULUS

ADRES

TELEFON

İş

Ev

Cep

E-MAİL ÖĞRENİM DURUMU MESLEK ABONELİK DÖNEMİ Gazetemiz onbeş günde bir kez yayımlanır. Bir yıllık abonelik bedeli 12 sayı için 15 YTL, 24 sayı için 30 YTL Abonelik ücretlerine posta ücreti dahildir. Abonelik için Gökhan Taşyakan adına Hesap No: 1052 0843667 TC İş Bankası Taksim Şubesi Not: Abonelere gazetemiz adrese teslim biçiminde posta yoluyla ulaştırılacaktır. ABONE OLUN - ABONE YAPIN - DÜŞÜNCELERİNİZİ PAYLAŞIN GAZETENİZE KATKI SUNUN!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.