Kurtuluş Dergi Say-6

Page 1

yeni te or

ik-pol iti

k sosy alist de rgi

Kurtuluþ Bütün Ülkelerin Ýþçileri ve Ezilen Halklarý Birleþin!

Sayý: 6 Eylül-Ekim 2006

Erginbay Yayýncýlýk Yeni Kurtuluþ Teorik - Politik Sosyalist Dergi (Yerel Süreli Yayýn) Fiyatý: 5 YTL Erginbay Yayýncýlýk Adýna Sahibi: Hüseyin Bektaþ Sorumlu Yazýiþleri Müdürü: H.Cengiz Gültekin Yönetim Yeri: Þehit Muhtar Mah. Yoðurtçu Faik Sk. No: 14/12 Beyoðlu/Ýstanbul e-posta: kurtulusdergisi@mynet.com Havaleler için: Cengiz Gültekin adýna PTT 5155325 nolu posta çeki hesabý Basýldýðý Yer: Gün Matbaacýlýk (0 212 580 63 80)


Kurtuluþ’tan Merhaba! Üç aylýk bir aradan sonra tekrar birlikteyiz. Bu sayýmýzýn dosya konusu “savaþ ve barýþ”. Dünyamýzda ve özellikle de bölgemizde yaþanan kanlý savaþlar dosya konumuzun önemini bir hayli arttýrýyor. ABD emperyalizmi “geniþletilmiþ Kuzey Afrika ve Ortadoðu” projesi ile, bölgeyi tam bir cehenneme çevirdi. Irak’ýn iþgali ile baþlayan süreç, Ýsral’in Lübnan’a saldýrýsý ile devam etti. Sýrada Suriye ve Ýran var. Militarist oligarþi Türkiye’yi, ABD ile pazarlýk masalarýnda kanlý pazarlýklarýn bir tarafý haline getirdi. Kürt Özgürlük Hareketi’ni imha savaþý týrmandýrýldý. Daha büyük ve kapsamlý bir savaþ için sýnýra yüzbinlerce asker yýðýldý. Süreç giderek Kürt-Türk çatýþmasýna doðru evriliyor. Kýsacasý ülke ve bölge coðrafyasý, savaþýn cehennemi vahþetini yaþamaya devam ediyor. Barýþ, henüz bölge halklarýnýn bir özlemi olmaktan öteye geçemiyor. Bugünkü koþullarda savaþa karþý barýþ talebi, bölge halklarýnýn demokratik iradesinin ortaya çýkmasý için, ellerinde bulunan önemli bir mücadele silahýdýr. Dosya konusu yazýlarýn ilginizi çekeceðini umuyoruz. Gelecek sayýda buluþmak üzere...

Ýçindekiler 3 Panorama........................................................................................... 3 Ý. Aras “Ateþ” Nasýl Kesilir?............................................................. 3 M. Sayýn Geniþleyen Ortadoðu Savaþý............................................ 3 XWE M. Ayçiçek Homeros’tan Bush’a Savaþ Üzerine Notlar........ 3 Þ. Ýba Savaþ, Barýþ ve Ordu Üzerine Notlar................ ................... 3 M. Kahya Milliyetçilik ve Savaþ........................................................ 3 Ö. Aðýrbaþlý Savaþ: Ýnsanlýðýn Baþ Belasý...................................... 3 D. Ayas Savaþ ve Ekoloji.................................................................. 3 G. Taþyakan Savaþ: Kimin Ýçin?...................................................... 3 Ý. Cüre Hangisi Daha Þovenist?....................................................... 3 S. Özbudun Kolombiya’da Yerli Hareketleri ve ONIC.................... 3 Ýlker T. Þahinoðlu Enformel Sektör Ýþçileri................. ................... 3 N. Aldemir Türkiye’de Eðitim Emekçilerinin Örgütlü Müc. -II- .....

03 08 19 32 44 54 60 68 75 81 88 93 102


Kurtuluþ

T

ürkiye, adeta dalgalý denizlerde keþfe çýkan bir gemi gibi. Yeni sömürgeler keþfetme serüveninin heyecaný içindeki kâþiflerin macera tutkusuyla hareket ediyor. Bir fark var: Eski keþif gemilerinin kaptanlarý, yeni kara parçalarý bulmanýn heyecanýyla serüvene atýlýyorlardý. Türkiye gemisinin kaptanlýðýný yapan militarist oligarþi ise, bilinen bir kara parçasýna götürüyor gemiyi. Hedefi belli: Sürekli doðuya giderek batýya ulaþmaya çalýþýyor. Militarist oligarþinin ülkeyi sürüklediði bu macerada nelerle karþýlaþacaðý da önceden biliniyor. Bu kan deryasýna doðru yol alma stratejisi, artýk militarist oligarþinin vazgeçemeyeceði bir yönelim haline gelmiþ bulunuyor. Bu tehlikeli yolculuk da geminin alabora olmasý ya da halklarýn kanýyla oluþan bir denizde yol almasý, onun hiç de umurunda deðil. Bu kanlý yolculuk, ayný zamanda halklar açýsýndan büyük tehlikeler ve tuzaklarla dolu. Militarist oligarþinin bu maceralý yolculukta ki pozisyonu çok da parlak deðil. O nedenle, her an yeni bir durumla yüz yüze gelmek kaçýnýlmaz oluyor. Bu gidiþatýn genel seyrini ön görme ötesinde, an'ýn ortaya çýkardýðý olgulardan hareketle genellemelerde bulunmak, sýk sýk karþýlaþýlan yeni ve daha baþka olgular karþýsýnda yanýlgý içinde olmayý da beraberinde getiriyor. SDP Parti Meclisi, son dönemlerdeki geliþmeler ve bu geliþmelerin ortaya çýkardýðý iliþki ve çeliþkilerden hareketle bu gibi durumlara iþaret ederek þu tespiti yaptý: "Ýçinden geçmekte olduðumuz dönemde, anlýk geliþmeleri genellemek, bunlarý olmuþ bitmiþ gibi

panorama

3


Kurtuluþ

kabul ederek aceleci sonuçlar çýkarmak, politik bakýmdan büyük yanlýþlara neden olur. Birbiriyle çeliþen politik geliþmeler birbirini izliyor. Kafalar karýþýyor. Her aceleci deðerlendirme bir gün sonra iþe yaramaz hale geliyor. Daha düne kadar hükümetle ordu arasýnda iplerin koptuðunu sananlar, þimdi ordu ile hükümet arasýndaki uyumu kavrayamýyor. Bir gün önce Lübnan'a saldýran Ýsrail'i þiddetle suçlayan baþbakanýn bir gün sonra 'suçlu aramýyalým'sözleriyle þaþkýna dönüyor. Neredeyse Türkiye'nin bir erken seçim eþiðinde olduðunu sananlar, þimdi CHP'nin erken seçimi unutmuþ olmasýndan ne anlam çýkarýlacaðýný bilemiyor. Sýnýra yüz binlerce askerin yýðýlmasýndan bu yana geçen zaman içinde sýnýr ötesi harekâtýn hala yapýlmamýþ olmasý iþlerin yolunda gittiði yanýlgýsýný uyandýrýyor. TMY çýkmadan önce yasaya yarým aðýz karþý çýkanlar, yasanýn bir anda yarattýðý kargaþadan þaþkýna dönüyor. AB üyeliði ile ilgili heyecan çoktan söndü. Gözler þimdi bölgeye çevrilmiþ görünüyor. Ancak bu durumda da, Türkiye'nin Ýran ve Suriye ile sürdürdüðü iliþkiyle, ABDÝsrail ittifaký içindeki yeri arasýnda görünürdeki çeliþkiye anlam verilemiyor." Bütün bunlar ve sayýlabilecek daha baþka olgular nasýl açýklanabilir? Var olan bu belirsizliðin anlamý nedir? Bu durumun açýklanmasý ve anlamý, ABD ve Türkiye arasýnda yapýlan pazarlýklarýn, ortaya bir takým sonuçlar çýkarsa da henüz bütünüyle tamamlanmadýðýný gösteriyor.

na… Türkiye ile ABD arasýndaki pazarlýk, Lübnan'a asker gönderme ve PKK'ye karþý operasyonla sýnýrlý bir pazarlýk deðil. Bu pazarlýk, Türkiye'nin Kürt sorununda ve Ortadoðu'daki bölge politikalarýyla ilgili stratejik kararlarýyla baðlantýlý. Türkiye'nin uzun dönemde ki geleceði masaya yatýrýlmýþtýr. Bölgede, ABD-Ýsrail-Türkiye ittifaký eksenli güç merkezi olma yoluyla, AB ile entegrasyon süreci bu pazarlýðýn temel konusudur. Pazarlýk, kimi sonuçlarýný vermeye baþlamýþtýr. ABD, Türkiye ve Irak'ýn vereceði "PKK koordinatörleri"den oluþan bir "PKK Koordinasyonu"nun kurulmasý kararlaþtýrýlmýþ bulunmaktadýr. ABD ve Türkiye, emekli generallerden oluþan "PKK Koordinatörleri"ni belirledi. Bu geliþmenin hemen öncesinde ABD, Dýþiþleri sözcüsü kanalýyla, "terör örgütleri" listesindeki PKK'ye "Ateþkes" çaðrýsý yaparak, bir biçimde PKK'yi "muhatap" aldý. Diðer yandan, Lübnan'a asker gönderilmesi de, pazarlýk masasýnda yapýlan pazarlýklarýn bir sonucudur. Pazarlýk, bütün sonuçlarýyla tamamlanmýþ deðildir. Kürt sorunundan "ezerek kurtulma" anlayýþý, devletin soruna dair temel politikasý olarak varlýðýný sürdürüyor. Bu politika, egemenlerin bölgeye dair stratejik yönelimleri önünde ayak baðý oluþturuyor. PKK sorunundaki pazarlýðýn kritik noktasý, "ezerek sorundan kurtulma" anlayýþýyla, emperyalist güçlerin planlarý doðrultusunda bir "çözüm" ikilemine doðru sürükleniyor oluþudur. Sorunun demokratik siyasal çözümüne yanaþmayan devlet, kanlý bölge maceralarý için sorunu, emperyalist güçlere havale ederek halletmek istiyor. Soruna dair devletin zirvesinde farklý "çözüm" anlayýþlarýnýn tartýþýldýðý da artýk gizlenemez olmuþtur. Genelkurmayýn, Mit'in, Dýþiþlerinin ve hükümetin, sorunun özünde anlaþmakla birlikte yöntemlerde farklý görüþlere sahip olduðu, medyaya yansýmýþ bulunuyor. Özellikle Radikal yazarlarýndan, Mit'e yakýnlýðý ile tanýn Avni ÖZGÜREL'in makaleleri bu ayrýlýklarý deþifre ederek, "devletin içinde Abdullah ÖCALAN'la 'mutabakat' halinde, kimi yasal, idari ve ekonomik reformlar ve genel af temelinde, tüm PKK gerillalarýnýn politik yaþamda yer almasý, barajýn

Kirli ve Kanlý Pazarlýk Emperyalist güçlerin bölge politikalarý içinde yer alarak, bölgesel bir güç olma sevdasýyla Türkiye, militarist oligarþi tarafýndan pazarlýk masalarýnda kanlý pazarlýklarýn bir tarafý haline getirildi. Bu pazarlýk ne pahasýna yapýlýyor? Emperyalizmin ileri karakolu olma misyonuyla, bölgedeki pastadan pay kapma pahasýna… Bölge halklarýnýn kaný pahasýna… Emperyalist güçlerin bölge planlarýnýn gerçekleþmesi yönünde, bölgede yeni savaþ maceralarýna atýlma pahasýna… Kürt halkýnýn inkârý ve imhasý politikalarýnýn kangren haline getirdiði Kürt sorununun çözümü yerine, sorundan "ezerek kurtulma" anlayýþýyla, Kürt ve Türk halklarýnýn birbirine düþman edilmesi pahasý-

4


Kurtuluþ

düþürülerek Kürtlerin parlemonta da temsili ve Öcalan'ýn Ýmralý'daki durumunun köklü bir biçimde deðiþtirilmesi yönündeki" eðilimleri ortaya koyuyor. Bu yaklaþýmlara TSK'dan itiraz geldiði de, Avni ÖZGÜREL'in makalelerinin satýr aralarýnda ortaya çýkýyor. Anlaþýlan o ki, "devlet partisi" imha politikalarýnda ýsrarýný sürdürüyor.

gibi davranýyor. Geliþmeler hükümetin, hemen her alanda orduyla uzlaþarak, milliyetçi týrmanýþa ayak uydurduðunu göstermektedir. Kürt sorunu bir kere daha bütünüyle ordunun görev alanýna terkedilmiþ, askeri "çözüm", devletin zirvesinde ki farklý "çözüm" arayýþlarýna karþýn, tek seçenek olarak gündeme koyulmuþtur. ABD'ye raðmen sýnýr ötesi operasyon yapýlýp yapýlamayacaðý tartýþmalarý bir yana, baþbakanýn bu yöndeki meydan okuyucu açýklamalarý hükümetin, giderek bir "Savaþ Hükümeti" niteliðine büründüðünü göstermektedir. Yaklaþan Cumhurbaþkaný seçimi ve genel seçimler, karþý karþýya olunan belirsizliði yoðunlaþtýrýyor. Hükümet yoðun militarist baskýlar karþýsýnda teslim bayraðýný çekmiþ bulunuyor. Orduda ki yeni komuta kademesi, sýnýrlara yapýlan askeri yýðýnak, Lübnan'a asker gönderilmesi, TMY yasasýnýn yürürlüðe girmesi, Kürtlerin baðýmsýz adaylarla bile parlamentoya girmesini önleme giriþimleri, önümüzdeki belirsizlik sürecinin büyük tehlikelerle dolu olduðunu gösteriyor.

Genelkurmay Baþkaný Deðiþikliði Yeni Genelkurmay baþkanýnýn "þahin" olarak bilinen Yaþar BÜYÜKANIT olacaðý, Genelkurmay baþkanlýðýnýn deðiþmesi tarihinden çok önce Türkiye'nin gündemine girdi. Genelkurmay baþkanlýðý Cumhurbaþkanlýðý seçimi ile baðlantýlý olarak, ülkede siyasal kriz nedenlerinden birisi haline geldi. Arka planda sürdürülen kampanyalar ve Yaþar BÜYÜKANIT'ýn Gizli Savaþ Örgütleriyle baðlantýsý, Genelkurmay baþkaný olmasý halinde öncekinden farklý bir sürece girileceði yönünde beklentilerin oluþmasýna da neden oldu. Genelkurmay baþkanlýðý tartýþmalarýn gerisinde, aralarýnda daha düne kadar ordu saflarýnda kilit mevkilerde bulunan generallerinde yer aldýðý Kýzýl Elma koalisyonunun, eski Genelkurmay baþkaný Hilmi ÖZKÖK'ü, "ýlýmlý, demokrat, hükümet karþýsýnda yumuþak" olmakla suçlayarak yarattýklarý tepki yatýyor. Yeni Genelkurmay baþkaný Yaþar BÜYÜKANIT, "vurdumu oturtturacak" bir kiþilik olarak, Kürt sorununda çatýþmayý tehlikeli biçimde týrmandýracak bir sürecin "orkestra þefi" olarak destekleniyor. Özellikle son bir yýldýr yürütülen anti ABD ve anti AB kampanyalarýnýn, genç subaylar arasýnda oluþturduðu etkiyi kýrmadan, TSK'yi ABD-Ýsrail ittifaký içinde kullanma zorluðu, yeni Genelkurmay baþkanýyla birlikte Kürtlere yönelik daha güçlü bir askeri harekâta geçilerek tepkiler, ABD ve AB yerine "bölücülüðe" ve "irticaya" yöneltilmek isteniyor. Böyle bir harekât, Türkiye'nin ABD-Ýsrail ittifaký içinde Ortadoðu bataklýðýna sürüklenmesini isteyenler için elveriþli koþullar yaratabilir. Yaþar BÜYÜKANIT, Genelkurmay baþkaný olur olmaz en azýndan bu beklentilerin "adamý" olduðunu kanýtlama yönünde bir tutum sergiliyor. Son günlerdeki geliþmeler üzerine yaptýðý açýklamalarla, neredeyse ikinci bir baþbakan

Lübnan’a Asker Gönderilmesi ABD'nin "terör" bahanesiyle Afganistan ve Irak'ý iþgal gerekçesi olan, 11 Eylül saldýrýlarýnýn beþinci yýlýnda, ABD'nin "teröre karþý savaþý"nýn bir bilânçosunu çýkaran Ýndependent gazetesi þu sonuçlara ulaþtý. "Yürütülen savaþlarda doðrudan 66 bin kiþi öldü. 4,5 milyon kiþi mülteci konumuna düþtü. Savaþýn ABD'ye maliyetiyle tüm yoksul ülke borçlarý ödenebilecekti. Bu süre içinde Afganistan'da 4 bin 541-5 bin 308 arasý sivil ve 385 asker, Irak'ta 50 bin yüz sivil ve 2 bin 899 asker, diðer yerlerde 4 bin 81 sivil veya asker öldü. Yaralanýp sonra ölenler ve yardým alamamaktan kaynaklanan dolaylý can kayýplarý eklenince ölü sayýsý 180 bini buluyor. Irak'ta saðlýk hizmetinin çökmesi çocuklarý vuruyor. Çocuk ölümlerinin % 70'i, aslýnda tedavisi kolay rahatsýzlýklardan kaynaklanýyor. Savaþýn maliyeti ise çok kabarýk. Irak ve Afganistan savaþý için þimdiye dek ABD 437 milyar dolar bütçe ayýrdý. Ýngiltere ise 7,3 milyar dolar harcadý. 'Yoksulluðu tarih yap' hareketine göre, tüm yoksul ülkelerin borçlarýný silmek için 375 milyar dolar yetiyor." (11 tarihli Radikal Gazetesinden alýnmýþtýr.)

5


Kurtuluþ

ABD planlarý doðrultusunda bölgede savaþ sürüyor. Ýsrail'in Lübnan'a saldýrýsýyla birlikte Suriye ve Ýran'a yönelik bir savaþýn eþiðine gelinmiþ bulunuyor. SDP Parti Meclisi bölgedeki son geliþmelere iliþkin olarak da þu deðerlendirmeleri yaptý: "11 Eylül'den bu yana ABD emperyalizminin sürdürdüðü ve mali açýdan dolar egemenliðinin yýkýlmasýný önlemek, ekonomik açýdan enerji kaynaklarýný ve kavþaklarýný denetim altýna almak, politik açýdan Ýsrail'in sözde güvenliðini, gerçekte hegemon güç olma konumunu pekiþtirmek ve sonuçta 'Geniþletilmiþ Kuzey Afrika ve Ortadoðu' planýný yaþama geçirerek, rakip kapitalist devletlerle pazarlarý paylaþma yarýþýnda üstün gelmek amacýyla yürüttüðü savaþ, Ýsrail'in Filistin ve Lübnan'a yönelik saldýrýsýyla yeni bir aþamaya yükseldi. Savaþýn bugünkü evresinde, Ýsrail, Hizbullah'ý silahsýzlandýrarak tasfiye etme amacýna ulaþamadý. Lübnan'daki farklý ulusal ve dini toplumlar arasýnda çatýþmanýn yerini Ýsrail saldýrganlýðýna karþý Nasrallah önderliðindeki Hizbullah etrafýnda geniþ bir dayanýþma aldý. Ve Hizbullah, beklenin ötesinde bir direniþ göstererek Ýsrail'i þimdilik durdurdu. ABD, Ýsrail'e zaman kazandýrma politikasýný daha fazla sürdüremedi. Ve BM kararý ile savaþ geçici olarak durdu. Þimdi Güney Lübnan'a bir BM gücü yerleþtiriliyor. Bu gücün ayný zamanda (kim ne derse desin) Hizbullah'ý silahsýzlandýrma gibi bir misyonu da var. Bu misyon ise, doðrudan Ýsrail'in ve ABD'nin Ýran yanlýsý Hizbullah'ý tasfiye ederek, muhtemel bir Ýran savaþýnda cephe gerisini temizleme amacýna doðrudan doðruya baðlý." Gerekçesi ne olursa olsun, ABD ve Ýsrail saldýrýlarý önceden karara baðlanmýþ bir planýn adým adým uygulandýðýný gösteriyor. Lübnan'a asker gönderme kararýyla Türkiye, bu planýn bir parçasý haline gelmiþ bulunuyor. Lübnan'a asker gönderme teskeresinin tartýþmalarýna bakýldýðýnda, sanki egemenler arasýnda stratejik yönden bir farklýlýk varmýþ izlenimi yaratýlýyor. AKP hükümeti "Günah keçisi" yapýlmak isteniyor. Lübnan'a asker gönderme durumunun kamuoyunda oluþturacaðý tepkilerden ordu korunmaya çalýþýlýyor. Bu ülkede "devlet partisi" konumunda bulunan ordu istemeden herhangi bir adýmýn atýlamayacaðý görmezlikten

geliniyor. Militarist oligarþinin bölge stratejisi dýþýnda hareket edebilecek bir burjuva siyasal parti bu ülkede yoktur. Yeni Genelkurmay baþkanýnýn, ABD'nin bölge politikalarý yönünde maceraya atýlma heveskârlýðý, sanýldýðýnýn tersine, öncekinden daha bariz olarak ortadadýr. Kaldý ki, "Demokrat (!)" olduðu söylenen bazýlarýnca beðenilmeyerek, "vurdumu oturtma" konseptine uygun bulunmayan eski Genelkurmay baþkanýnýn, emekliye ayrýlýrken yaptýðý açýklamalarýn, nükleer gerekçelerle bölgesel bir savaþa yönelme imalarý taþýmasý, üslup farklýlýklarýna karþýn, militarist kurumun belirlenmiþ bir konseptle hareket ettiðini gösteriyor. Lübnan'a asker, barýþý temin etmek, saldýrgana karþý zayýfý korumak veya bölgede barýþ unsuru olmak için gönderilmiyor. Teskerenin manipülasyon dili ya da kamuoyu oluþturmak için vicdana hitap eden laf yýðýnlarý yerine, BM'nin angajman belgesine bakmak, gerçekliði görmek için yeterlidir. Bu belge, "devlet ve hükümet dýþýnda Lübnan'da siyasi ve askeri inisiyatiflerin bertaraf edilmesi"ni içermektedir. Bu cümlenin açýk anlamý, Hizbullah inisiyatifinin kýrýlmasýdýr. Türkiye, Lübnan'a asker göndererek þimdi ortaya konulan bu planýn gerçekleþtirilmesi yönünde bir sorumluluk üstlenmiþtir. Militarist oligarþi pazarlýk masalarýndaki kanlý pazarlýklarýn sonucu, bölgedeki kanlý geliþmelerin vurucu gücü olmaya soyunmuþtur. Baþbakanýn aðzýndan "keþke 1 Mart teskeresini meclisten geçirseydik" yakýnmasý, bölgeye yönelik atýlan bu adýmýn ne anlam ifade ettiðini açýklamaktadýr. Sýnýra asker yýðýnaðý ilk adýmdý. Lübnan'a asker gönderme ise ikinci adým oldu. Hiç kimsenin þüphesi olmasýn, üçüncü, dördüncü adýmlarda gelecektir. Lübnan'da konumlanan BM gücü, hiçbir þeye hâkim olamayacaktýr. Ama BM eliyle Akdeniz kontrol altýna alýnarak, sadece Lübnan deðil, Suriye'de bu kuþatmadan payýný alacaktýr. Sonrasý bir bahane ile Suriye ve Ýran'a saldýrý gelecektir. Bu süreçte, "ABD'nin formülünü bulmaya çalýþtýðý tek þey, Ýran'la Irak'lý Þii'lerin ortak davranmasýna imkân vermeyecek bir saldýrý biçiminin gerçekleþtirilmesidir. Nasýl ABD Ýsrail'i Lübnan'a saldýrý konusunda teþvik etmiþse, Ýran'ýn nükleer silah sahibi olup

6


Kurtuluþ

bölgedeki dengeyi deðiþtirmesinden ödü patlayan Ýsrail'de bir an önce Ýran'a saldýrmasý için ABD'yi teþvik etmektedir." Böyle bir saldýrý gerçekleþtiði anda, sýnýrdaki asker yýðýnaðý ile Türkiye kendisini bu bölgesel savaþýn içinde bulacaktýr. Lübnan'a asker gönderme, Suriye ve Ýran'a yönelik bir savaþa girmenin ilk adýmýdýr.

bilir. Abdullah ÖCALAN'ýn Ýmralý'dan yaptýðý açýklamalar, böyle bir adýmýn PKK tarafýndan tek taraflý olarak atýlmasý ihtimalini güçlü bir olasýlýk haline getiriyor. Geçici ve tek taraflý bir ateþkesin PKK tarafýndan devreye sokulmasý, devletin zirvesindeki "imhaya dayalý çözüm" anlayýþý dýþýnda ki "çözüm" arayýþlarýný güçlendirebileceði gibi, "PKK koordinatörlerinin" çalýþmaya baþlamasýyla sorunun, emperyalist güçlerce "çözümü" giriþimlerine de yol açabilir. Ancak militarist oligarþinin yüzyýllarýn devlet geleneði içinde hareket etmesi ihtimali daha güçlü bir olasýlýktýr. Daha önceki tek taraflý ateþkes süreçlerinde olduðu gibi, sorunun demokratik çözümüne yönelme yerine, sorunu sürece yayarak çürütme politikalarýyla karþýlýk verilmesi ve imha politikalarýnda ýsrar edilmesi büyük bir ihtimaldir. Ýktidar güçleri böyle bir süreci, seçim sürecine girildiði ve Lübnan'a asker göndermeyle bölgeye yönelik ilk adýmlarýn atýldýðý bir süreçte, soluklanma zamaný olarak da deðerlendirebilir. Tek taraflý bir ateþkesin ilan edilmesi halinde, demokrasi güçlerinin bu süreci, Kürt sorunun demokratik çözümü için, birleþik politik bir iradeyi ortaya çýkarma yönünde deðerlendirmeleri, sorunun barýþçýl çözümü için yeni olanaklar yaratabilir. Ýhtimal gerçeklik haline geldiðinde, saða sola çekiþtirip zaman harcama yerine, devletin atýlan bu adýmý geçersizleþtirme ve yeni bir kanlý savaþa zemin hazýrlama giriþimlerine karþý, Kürt sorununun eþitlik zemininde demokratik çözümü için, demokrasi güçlerinin þimdiden atacaðý adýmlar büyük önem taþýyor. Yapýlmasý gereken, bu günden baþlayýp, seçimlere kadar, Kürt sorunun demokratik çözümünün önündeki politik engellerin aþýlmasýna yönelik bir mücadele içine girmektir. Böyle bir mücadele, yükselen þovenist harekete ve militarizme karþý bir mücadele demektir.

Yeni Geliþmeler DTP (Demokratik Toplum Partisi) PKK'ye tek taraflý ateþkes çaðrýsý yaptý. "Daha önce dört kez ve tek taraflý olarak ilan edilen ateþkesin, ilgili güçler tarafýndan deðerlendirilemediði" vurgulanarak, "PKK'nin çaðrýlarýna yanýt vermesi halinde bu sürecin iyi deðerlendirilmesi gerektiði"nin altý çizildi. DTP'nin çaðrýsý arkasýndan aydýnlarýn yaptýðý çaðrýda ise, "PKK'nin hiçbir önkoþul ileri sürmeden silah býrakmasý" istendi. DTP'nin çýkýþý aydýnlarýn çýkýþýyla bulanýklaþtýrýldý. Üstelik aydýnlarýn çaðrý metninin altýnda DTP Eþbaþkan yardýmcýlarýndan bazýlarýnýn da imzasý vardý. DTP'nin çaðrýsý, savaþ güçlerini de harekete geçirmiþ bulunuyor. 12 Eylül tarihinde Diyarbakýr'da gerçekleþtirilen ve çoðu çocuk 11 kiþinin öldürüldüðü bombalý katliam, ateþkes çaðrýsýna savaþ güçleri tarafýndan verilen bir yanýttýr. Saldýrýyý TÝT üstlenmiþtir. Bölgede hangi güçlerin TÝT kamuflajýyla iþler yaptýðý artýk herkesin malumu… Bu saldýrý bile, savaþ güçlerinin inisiyatifiyle PKK'ye havale edilebilir. Devletin imha savaþý politikasýndan vazgeçmediði, tersine yeni geliþmelerin savaþý týrmandýrma yönünde olduðu bir süreçte, DTP'nin yaptýðý bu çaðrýnýn karþýlýk bulup bulmayacaðý bilinmiyor. Gerillanýn prestijinin yüksek olduðu bir dönemde KKK, yayýnladýðý çözüm deklarasyonu çerçevesinde, yaratýlmak istenen Türk-Kürt çatýþmasý ve bölgedeki yeni geliþmeleri de dikkate alarak, DTP'nin çaðrýsýna "geçici ve tek taraflý bir ateþkesle" karþýlýk vere-

Gelecek Kurtuluþ’ta buluþmak umuduyla...

* * *

7


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

“Ateþ” Nasýl Kesilir? Önsöz Gibi deta dünya bir cangýl, Ortadoðu ise bu cangýlýn en kesif ve en netameli alaný. Ama küçülen dünyada, salt Ortadoðu' yu deðil herhangi bir sýradan olayý bile ele alýrken, bunu genelden soyutlayabilme olanaklarýna sahip deðiliz. Hele bu evrede savaþ ve bunun türevleri söz konusuysa bir o kadar daha dikkatli olmak durumundayýz. Bir kez daha tekrarlamak gerekiyorsa eðer, Clausewitz'in ünlü sözüne burada iþaret etmeden, yazýya devam etmek öncelikle eksik olacaktýr: 'Savaþ politikanýn baþka araçlarla devamýdýr.' Dolayýsýyla savaþtan söz etmek ama bunu politikaya baðlamamak, hele somut bir olguysa bu, günün koþullarý içinde durumu sýnýf mücadelesinin bu evresiyle iliþkilendirmemek eksikliðin ötesinde, týpký egemenlerin yaptýðý gibi, olgularý anlaþýlmaz bir hale getirmek çabasý olacaktýr. Dolayýsýyla bu perspektif ýþýðýnda taraf olmak, devrimci bir yaklaþým olarak, tarihin yönelimiyle de saðlýklý iliþki kurmak anlamýna gelecektir. Tabii ki bu yaklaþým tarzý zorunlu olarak sýnýfsal bir temele oturmak ve yine buna

A

Ýlhami Aras 8


Kurtuluþ

baðlý olarak bu perspektifin kavramlarýyla konuþmak anlamýna gelecektir. Özellikle, Sovyetler Birliði' nin bir anlamda sahneden çekilmesiyle, iki süper güce dayalý denge de deðiþti. Oradan günümüze son tahlilde, Amerika' nýn rakipsizliðiyle birlikte dünyanýn tek hakim gücü haline gelmesi, daha da doðrusu imparatorluk adýmlarý için, hemen tüm yollar açýlmýþ gibi oldu. En azýndan süreç ve sürecin þekilleniþi buna iþaret ediyor. Nitekim ayný zamanda bir hegemonya mücadelesi, belki de muhtemel geliþmelerin gerektirdiði saptamalar ýþýðýnda kendi ifadelerini de buldu: 'Yeni Dünya Düzeni', 'Tarihin Sonu mu' (Fukuyama' nýn aldýðý viraj ayrý bir deðerlendirme konusu olmalýdýr)gibi kavramlar diðer yüzleriyle Amerikan hegemonyasýnýn da dile getiriliþ biçimleriydi. Yine bunlarla birlikte Baba Bush döneminde atýlan adýmlar ve 'Körfez Savaþý' durumun somut ifadeleriydiler. Gerçekten de görünüm Amerika için adeta dikensiz gül bahçesi gibiydi. Hele Neo Con' larýn ideolojik saldýrýlarýyla kýsa zamanda pekiþen 'medeniyetler savaþý', bu kavganýn arka planýnda sorumluluðu karþýsýndakilere yýkarak, hegemonik bir karakter kazanýyordu. Þüphe duymadan söylemek gerekirse, tüm bu yaklaþým 'özgür'dünyanýn diðer argümanlarýyla destekleniyordu. Oysa biraz 'gözlerden uzak' Afganistan mezalimi bir yana konursa, Irak' ta halen süren katliam, Amerika'nýn Truva atý Ýsrail' in Lübnan da yaþattýðý vahþet, artýk bir bütün olarak verili çerçeveyle pek sorunu olmayanlarý da, bu geliþmelerin karþýsýna diker bir hale geliyor. Akþam yazarý Mehmet Barlas 12 aðustos tarihli köþe yazýsýnda þöyle diyor: 'Amerika þu anda ideolojisini kaybetmiþ bir durumda. Dünya da þu anda kimsenin aklýna Amerika denince, hukuk, demokrasi, özgürlük veya baþka liberal olgular gelmiyor.' Yine Barlas' a göre:' Chavez bile daha dünyalý, Castro bile daha özgürlükçü, Ahmedinejat bile daha hukuka saygýlý isimler gibi algýlanýyor dünyanýn belirli kesimlerinde.' Bu yaklaþýmýn ne denli sýnýf temellerinden yoksun bir yaklaþým olduðu, emperyalizmi nasýl gözlerden gizlediði, bunlarýn tekelci dünyanýn kaçýnýlmaz sonuçlarý olduðu gerçeðini gözlerden gizlemesi bir yana, bir bütün olarak gerçeklik tesadüfî görünümlere indirgeniyor. Daha dün

denebilecek bir zaman dilimi öncesi, 'arka bahçesi' Latin Amerika da çevirdiði dolaplar, Vietnam da yaptýklarý, en azýndan Kýzýlderililere yapýlanlar kadar unutulur deðil. Sýrasýyla tüm bu olgularda, Dünya güçler dengesinin ürünleridir. Yani yazarýn hayýflanmasýnýn pek bir anlamý yoktur. Zaten yazýsýnýn bir baþka yerinde söyledikleri, eksik ama gerçeðe deðme olanaklarýna sahip. Saðlýklý arka plandan yoksun bir durum saptamasý yaparken, somuta da deðinme gereði duyuyor ve þunlarý dile getiriyor: 'Ne var ki þu anda ABD, Soðuk Savaþ'ta Sovyet Komünizmine karþý kullandýðý ideolojik silah olan liberalizmi de rafa kaldýrmýþ durumda. Bu imparatorluðun tek endiþesi "Güvenlik" ve dünyadan tek beklentisi "Sadakat". Barlas Amerika' nýn askeri olanaklarýna deðinerek devamla þöyle diyor:'Bu dehþet verici askeri gücü, sadece ulusal hâsýlasýnýn yüzde 3,5'ini ayýrarak ayakta tutabilecek kadar da ekonomisi güçlü. Düþünün ki Soðuk Savaþ'ta askeri harcamalar ulusal hâsýlanýn yüzde 7'sine ulaþýyordu. Biliyoruz ki Amerikan ekonomisinin üretim gücü, tüm dünya ekonomilerinin üretim gücünün yüzde 33'üne eþit.' Fakat zurnanýn zýrt dediði yerde burasýdýr. Çünkü egemenler düzeyinde hegemonik araçlarda farklýlýk ve iç çeliþki, deðiþik politikalarla kendini gösteriyor. Ve Neo Con' lar karþýlarýna dikilebilecek bir gücü tahayyül edemiyorlar. Ama soðuk gerçeklik tüm yüzüyle kendini gösteriyor. Bu nedenle de Barlas sýnýf mücadelesinin sonuçlarýný nesnel bir edayla aktarýyor. Oysa burada ki 'nesnellik' unutulmasýn ki gerçeðin gözlerden gizlenebilmesini saðlýyor ve sadece kafalarý karýþtýrarak durumu anlaþýlmaz kýlýyor. Bu durumun önemli bir baþka nedeniyse, sosyalizmin yitirdiði hegemonya nedeniyle, görünüme yeterli düzeylerde müdahil olamamasýdýr. Bizatihi bu veri sosyalizmin önüne görevler manzumesini dolaysýzca dikiyor. Yazýnýn baþlýðý, özellikle Lübnan da Ýsrail iþgalini ve olasý sonuçlarý, sorunsalýn sýnýrlarýný da aþarak irdelemeye yönelik. Çünkü hem baþlangýcý (gerçekten ne zaman baþladý bu durum; zorlarsak Habil, Kabil' e kadar ulaþmak mümkün (!) ) ve hem de devamý coðrafi olarak ta, siyasal olarak ta oldukça geniþ bir çerçeve ve muhtevaya sahip. Eðer anlaþýlabilir bir

9


Kurtuluþ

momentle yürümek istiyorsak Sovyetler' in çöküþü yol gösterici olabilir. Ayný zamanda 1982 Ýsrail' in yine Lübnan iþgali ve sonuçlarý hatýrlanabilir. Bu nedenle aslýnda bir anlamda 'ateþ kes' dünya planýnda süren sýnýf mücadelelerinin ürünü olarak algýlanmak durumundadýr. Zaten konuyla ilgili olarak Chavez' in tavrý ve yine buna baðlý olarak Hizbullah lideri Nasrallah'ýn söyledikleri düþünüldüðünde durum daha bir açýklýk kazanmaktadýr. Ayný satýrlar bir diðer yüzüyle de enternasyonalizm bahsinde, muhtemel görevler hakkýnda oldukça çarpýcý bir içeriðe sahipler. Hasan Nasrallah'a soru soruluyor; 'Lübnan sokaklarýnda Che, Chavez, Ahmedinecad ve Hizbullah posterleri bir arada. Bu yeni bir kutuplaþmanýn sinyalleri mi?' Cevap geçmiþte Nasrallah cenahýndan duyamayacaðýmýz berraklýkta ama geçmiþin olumsuzluklarýný da unutturmayacak bir içerikte. Salt sosyalistler için deðil çünkü onlar karýnca kararýnca dünden bu güne görevlerini yapmaya çalýþtýlar. Ama Hamaney zikredildiðinde insan TUDEH' i ve baþýna gelenleri düþünmeden edemiyor. Uzatmadan Nasrallah' ýn söylediklerine dönelim: "Latin Amerika önderlerini ve halklarýný selamlýyoruz. Amerikan haydutlarýna karþý kahramanca direndiler ve bize moral oldular. Ezilen halklara yol gösteriyorlar. Gidin, gezin sokaklarýmýzý. Göreceksiniz ki halkýmýz Chavez'i, Ernesto Che Guevera'yý baðrýna basmýþ. Her evde mutlaka Che ya da Chavez resmi görebilirsiniz. Bizimle birlikte kardeþlik ve özgürlük için savaþmak isteyen sosyalist dostlarýmýza diyoruz ki, "Din afyondur" diye gelecekseniz hiç gelmeyin. Biz bu tespiti kabul etmiyoruz. Ýþte en büyük kanýtý sokaklarýmýzda, yan yana dalgalanan Chavez, Che, Sadr, Hamaney resimleri. Bu liderler, birlikte selamlýyorlar halkýmýzý. Biz sizin inançlarýnýza siz de, bizim inançlarýmýza saygý gösterdikten sonra, yenemeyeceðimiz emperyalist güç yoktur!" Demek ki Ortadoðu baðlamýnda bu evrede yakýcý görev anti-emperyalizm olarak karþýmýzda duruyor. Lübnan da olan bitenler, bu savaþta cephenin geniþlemesi kadar, direniþin bir iç tutarlýlýk taþýdýðýný da gösteriyor. Ama Ortadoðu deyip, kendini bu evrede bölgede koþullarý nedeniyle etkili bir tarzda var eden, Kürtlerden söz etmemek sorunu eksik koymak olacaktýr.

Kürtler deyip mücadeleleri tek bir kefeye koymak yerine hedefler ve ittifaklar itibariyle farklarý göz ardý etmeyen bir politika, ulusal mücadelenin demokrasi baðlamýnda olanaklar açtýðý kadar bir takým handikaplarý da içinde barýndýrdýðýný bizlere unutturmamalýdýr. Bu nedenle tutarlý bir anti-emperyalist hat ayný zamanda halklarýn mücadelelerinin birleþtirilmesinin de bir ön þartýdýr. Buradan öteye artýk emperyalizm üzerine bir þeyler söylemek, hem gelinen noktayý kavratmak ve hem de buradan öteye sürdürülecek mücadele hattýyla ilgili olarak saðlýklý bir arka plan kurabilmek için þarttýr. Bu yapýlmadýðýnda günün sorunlarýnýn dar sarmalý içinde kaybolmak, hatta hatalý konumlanýþlar içine de düþebilmek mümkündür. Bu gün anti-emperyalizm bazýnda Chavez' den söz etmek, ama bu tutumun ne anlatmasý gerektiði üzerinde durmamak, dolayýmla enternasyonalizme hizmet etmeyen bir yaklaþým olacaktýr. Emperyalizme karþý tutarlý bir mücadele, ancak emperyalizmin gerçek içeriðiyle kavranmasýyla, tutarlý bir hatta oturabilir. Emperyalizm Üzerine Geçen zaman oldukça sýnýrlý olmasýna karþýn, bir kez daha emperyalizm ve savaþ iliþkisi üzerine yazmak zorunda kalmak durumun ciddiyetini göstermek kadar, gözlerin egemen dünyanýn gözlüklerinden bakýyor olmaktan çýkarýlmasý için de gerekli. Emperyalizmin hegemonyasýndan sýnýfsal olarak kurtulabilmenin bu evrede en önemli fonksiyonlarýndan biri de bu. Bu yapýlmadýkça kitlelerle bað kurabilmek bir yana, öncülerin kazanýlabilmesi olanaklarý da pek yoktur demek mümkün. Kurtuluþ' un Mart 2003 tarihli sayýsýnda 'Irak Savaþý' na evrilen kýsa zaman dilimi içinde yönelimle baðlantýlý olarak þunlar yazýlmýþ; 'Günün geliþmeleri bir savaþýn hem de emperyalist bir savaþýn kaçýnýlmazlýðýna iþaret ediyor. Bugün bu evrede savaþa deðgin belirlemeler, Ortadoðu' nun karanlýk dehlizlerine dalmadan, gerçekten mantýki ve sýnýfsal bir analizi gerektiriyor. Bu anlamda analiz þu veya bu biçimde sýnýfsal olduðu kadar tarihsel bir içeriðe de kavuþturulmak zorunda. Bundan kaçýnýldýðý ölçülerde, dün olduðu gibi parça bütün iliþkisi doðru kurulamaz ve bir savaþ

10


Kurtuluþ

karþýtlýðýyla, sözde emperyalizme karþý durulurken farkýnda bile olunmadan, egemenlerle kol kola girilmiþ olunabilir. Ayný þekilde sýnýf mücadelesinin hassas dengeleri göz ardý edildiðinde, sýnýfsal bir politika güdüleceði inancýyla, emperyalizmin yanýnda saf tutmak mümkün olur. Tarihen bu türden örnekleri fazlasýyla yaþadýk' Bu satýrlarý yaþamaya devam ediyoruz diye tamamlamak gerekiyor. Somut konuþmak gerekirse eðer emperyalizmin baþýný çeken Amerika' nýn, Ortadoðu' ya iliþkin olan, isimlendirmelerinin bir önemi yoktur, projelerinde uygun mevziler kapabilme çabasý buna verilebilecek en iyi örnektir. Burada emperyalist giriþimlerin yarattýðý fýrsatlar bir þey, oysa onun dümen suyunda nemalanmaya çalýþmak bir baþka þeydir. Anti-emperyalizmin tutarlý bir izleyicisi olamamak son tahlilde emperyalizmin güdümüne girmek anlamýna gelecektir. Bu baðlamda gereken yaklaþým Lenin' in eskidiðinden söz etmek deðil, onun öðretilerinden çýkarýlmasý elzem olan sonuçlarý çýkarma yeteneðidir. Gerek savaþýn kaçýnýlmazlýðý ile ilgili tespitleri gerekse buraya ulaþýrken baþvurduðu yöntem günümüz içinde fazlasýyla açýklayýcýdýr. Hele savaþ karþýtý tutumuyla haklý ve haksýz savaþlardan söz ederken çok daha yol göstericidir. Ama oraya gelirken Lenin' in yaptýðý analiz kapitalizmin geliþmesine iliþkindir, zaten 'Emperyalizm' in alt baþlýðý da 'Kapitalizmin En yüksek Aþamasý' biçimindedir, çünkü artýk kapitalizmin tekelci aþamasý söz konusudur. Bu nedenle zaten sýnýfsal analizlerden kaçýnmak, Marx' tan, Lenin' den uzaklaþmak enternasyonalizmi bir kenara koymak anlamýna gelir. 'Birinci Paylaþým Savaþý' olsun, 'Ýkinci Paylaþým Savaþý' olsun, bir retrospektifle soruna yaklaþýldýðýnda kuþkudan uzak bir þekilde artýk, paylaþýmýn tartýþýlýr olmaktan çýkarýlmasý için yeterlidir. Günümüzde ise bu paylaþým kavgasý, günün koþullarýnýn ürünü olan bir paylaþým kavgasýdýr. Dün emperyalist dünyanýn baþ çekeni Ýngiltere iken, bugün Amerika'dýr. Dolayýsýyla özde mesele deðiþmeden kalýrken aktörler ve roller deðiþmektedir. Çok kaba olarak yaklaþýldýðýnda kapitalizmi, tarihsel þekillenmesi ýþýðýnda ilk planda iki ayrý evreye bölmek durumu anlaþýlýr kýlmak için yeterlidir: Ticari ve tarýmsal kapitalizm ile

sýnaî kapitalizm. Esas olarak geçmiþ iktisat ekollerinin de teorik planda bu geliþmelere baðlý olarak ortaya çýktýðýný unutmamak gerekir. Çünkü bu geliþmeler kendilerini önce toplumsal ekonomik düzeyde göstermiþlerdir. Ama kapitalizmin belli bir sýnaî geliþmeye ulaþtýktan sonra bir takým dönemlere ayrýlabilme olanaklarýna sahip olmasý toptancý çözümlerin karmaþasýný da ortadan kaldýrma olanaklarýný bizlere sunmuþtur. Üretkenliði sýnýrlý düzeylerde geliþtirme olanaklarý sunan manüfaktür aþamasý bir yana konursa, modern sanayi dönemiyle birlikte pazar ve pazarlarýn elde tutulmasý rekabetin temel unsuru olarak ortaya çýktý. Bu durum toplumsal, ekonomik ve siyasal boyutlarýyla kendini gösterdi. Emperyalizm yani tekelci kapitalizm böyle bir geliþme sürecinin ürünüdür. Nitekim artýk emperyalizme karakterini veren sýnaî sermaye deðil mali sermayedir. Ayný þekilde bu saptama; serbest rekabeti meta ihracýnýn belirlemesi söz konusuyken, tekellerin egemenliðiyle sermaye ihracýnýn öne çýkmasýný anlatýr. Zaten bu nedenle Lenin 'Sermaye ihraç eden ülkeler, dünyayý, sözcüðün mecazi anlamýyla, aralarýnda paylaþmýþtý. Ama mali sermaye, yeryüzünün doðrudan paylaþýlmasýna götürdü.' diyordu. Buradan öteye Hilferding' in 'mali sermaye özgürlük deðil, egemenlik ister' demesi salt savaþlarý deðil, onunda ötesinde her türlü hegemonya aracýnýn da kullanabileceðini ve kullanýldýðýný anlatýr. Yukarýdaki satýrlar ayný zamanda güne iliþkin verileri de anlaþýlýr kýlabilme özelliðine sahiptir. Dünyanýn bir yýllýk geliri 30 trilyon civarýndayken (bunun takribi üçte biri Amerikanýndýr) dolaþýmda bulunan para sermaye 14 trilyon dolardýr, bu miktar mali sermayenin ne denli büyüdüðünün somut bir göstergesidir. Hele kredilendirmeyle ulaþýlan yekûnun 300 trilyon olduðu hatýrlanýrsa mali sermaye döneminin açmazý çok daha iyi anlaþýlabilir. Kriz artýk paranýn satýlamamasýndan doðmaktadýr. Oysa gerek paranýn satýlabilmesi, gerekse yaþanan krizden çýkýlabilmesinin yolu doðrudan yeni mahreçler yaratýlmasýndan geçmektedir. Yani her türlü stratejik faktörün ele geçirilmesi, hammadde alanlarýnýn ve pazarlarýn tekrar paylaþýlmasýný gerektirmektedir. Tüm geliþmelerle baðlantýlý politikalar ise sadece günü deðil geleceði de

11


Kurtuluþ

kazanabilme öngörüleriyle sürdürülmektedir. Yani egemenlik için artýk adeta savaþ dýþýnda bir çare yoktur. Yani krizin daha da derinleþtirilmesinden baþka çare yoktur. Bugün Ortadoðu' da süren savaþ(lar) her ne kadar direkt dünya egemenleri arasýnda gibi görünmese de, dolayým gerçekliðin üstünü örtmeye yetmemektedir. Dün mazlum ülkelere 'medeniyet' taþýyanlar, bugün 'demokrasi' getirme iddiasýndadýrlar. Ama iddia bu olmakla birlikte, olan biten de gösteriyor ki dünyanýn talan edilmesi esas hedeftir. Bu baðlamda da Ortadoðu' yu dünyadan baðýmsýz bir þekilde ele alýp irdeleyebilme olanaklarýna sahip deðiliz. Dünya egemenlerinin sunduklarý her türlü argüman böyle bir yaklaþýmla ele alýndýðýnda gerçek içerikleriyle kavranabilir hale gelirler. Ortadoðu da emperyalizmin statükolarý sarstýðýndan söz etmek, ama bunun gerçek nedenleri ve hedefleri doðrultusunda konuþmamak aslýnda amiyane tabirle boþ konuþmaktýr. Bu bölümü, uzun zamandýr ülkede ekonomik planda olan bitenin nedenlerini ýsrarla görmekten kaçýnanlarý uyaran bir yazardan, anlamlý bir alýntýyla tamamlayalým. Yazar Uður Civelek Radikal Gazetesi' nin ekonomi sayfasýnda yazýyor. Esas olarak ülkede olan biteni, mali sermayenin açmazlarýný ve bununla birlikte birincil olarak ülke ekonomisinde cari açýðýn büyüklüðünün yarattýðý sorunlara iþaret ediyor. Çünkü cari açýðýn büyümesinde en önemli faktör O'na göre; yine büyümeye devam eden borçlar. Bu durum nedeniyle artýk gayri safi milli hâsýlanýn yüzde 7' sine ulaþan cari açýk baþkalarýnýn kesesinden hovardalýk yapmakla ayný anlama geliyor. Dolayýsýyla analizlerin sonuçlarý kaçýnýlmaz bir þekilde mali sermayeye baðlanýyor ve Amerika' nýn bugünkü politikalarý yanýnda savaþý da açýklar bir içeriðe sahip oluyor. Burada artýk sözü Civelek' e býrakalým: "Spekülatif yönlendirmeleri bir kenara býrakacak olursak, küresel düzeyde nimet-külfet dengesinin çok daha sorunlu olacaðý biliniyor, fakat bunun yaratacaðý yýkým nedeniyle itiraf edilebilmesi mümkün deðil. Ýlk elde sorunlarla birlikte yaþanabilmesi için likiditenin bol olmaya devam etmesi gerekiyor, zaten böyle olduðu için faiz yükseliþlerine raðmen ABD büyüyen açýklarýný kapatabildi, yine böyle olduðu için küresel düzeyde üretim kapasitesi

de, maliyet kökenli enflasyon baskýsý üreten hammadde talebi de arttý. Bu aþamada ABD'nin durgunlaþmasýyla birlikte rekabet koþullarý iyice olumsuzlaþacak ve durgunluðun küreselleþmesi riskini bünyesinde taþýmaya devam edecek. Bu riskten kaçmaya çalýþmaksa likidite bolluðunun da desteðiyle borç-alacak iliþkilerini iyice karýþýk hale getirecek ve enflasyonist baskýlarý besleyecek. Finansal piyasalardaki dalgalanmalarýn boyu artacak ve daha sýk tekrarlanacak. Ortada ciddi bir kýsýrdöngü var, zaten böyle olmasaydý, yeni bir dünya düzeni aramaya gerek var mýydý? Mevcut ekonomik program çerçevesinde cari açýk ve iç tasarruf açýðýnýn büyümesini önleyemeyen, söz konusu açýk ve dýþ borç anapara ödemelerinden daha büyük bir sermaye giriþi için her þeyi yapmaya hazýr olanlarýn gerçekçi olma þansý var mý? Bu kafayla sorunlarýn aðýrlaþmasýný önlemek mümkün mü?" Durumu kavramak için bu satýrlara eklemek gereken bir þey var mý? Ve BOP vs. Geçmiþ bilgileri tüm ayrýntýlarýyla tekrarlamak yerine, nelerin öne çýkarýlmasý gerektiðine iliþkin bir saptama yapmak ve böyle bir tasarým þekillendirmek, çok daha doðru bir yol olacaktýr. Aslýnda tek baþýna Büyük Ortadoðu Projesi, sözcükler yýðýný olarak kaldýkça pek bir þey anlatmamaktadýr. Çünkü Projeyi ortaya atanlarýn düþünceleri kadar, karþýtlarýnýn meseleyi koyuþ tarzlarýnýn da durumu karýþtýrmaya yeterli olduklarý ortadadýr. Bu nedenle zaten sorunu ele alýrken, sýnýfsal bir yaklaþým ve yine bunun yanýnda kaba da olsa emperyalizm analizi gereði üzerinde durduk. Genellemeler bir yana artýk durumu, günün hareket noktalarýný iþaretleyerek açýklamak daha bir anlaþýlýr olmak anlamýna gelecektir. Bir kez daha 'Yeni Amerikan Yüzyýlý Projesi' ni ele almak ve ne türden bir yaklaþýmýn ürünü olduðunu gösterme çabasý, ayný zamanda sadece güne deðil, geçmiþe ve geleceðe de projeksiyon tutma olanaklarýný verecektir. Proje 1997 yýlýnda oluþturulmuþtur. Kendi koyuþuyla zaten temel derdi: Amerikan' nýn dünya hegemonyasýnýn nasýl sürdürüleceðidir. Bu nedenle de irdelenen 'Amerikan savunma gücündeki düþüþtür'. Amaçta 'barýþý korumak

12


Kurtuluþ

kaygýsý'dýr. Akla, dünya askeri harcamalarýnýn yarýsýna yakýnýný yapan bir ülke de, 'savunma gücündeki düþüþün' ne anlattýðý yolunda, öncelikle kafalara takýlmasý gereken bir soru geliyor. Hele bunun ardýndan Proje sonrasý geçekleþenlere bakýnca 'barýþý koruma Kaygýsý' ne oluyor diye bir baþka soru takýlýyor. Kestirmeden gitmek istense emperyalizmdir der geçerdik. Ama Projeciler buna da izin vermiyorlar ve sorunu tüm çýplaklýðýyla koyuyorlar. Çünkü Pentagon' un Mayýs 97 ve Aralýk 97 raporlarý 'ABD savunma bütçelerinin küçülmeye devam edeceðini varsayýyor' muþ. Yine tek küresel güç olan ABD temel stratejisi olan rakipsizliði sürdürebilmek için, yani 'barýþýn, refahýn ve özgürlüðün kazanýldýðý bu ortamý tehlikeye atabileceklere karþý', 'Amerikan askeri kuvvetlerinin caydýrýcýlýðý' bir olmazsa olmazý anlatmaktaymýþ. Aslýnda biz kestirmeciliði bir yana koyalým diyoruz ama Bush'un akýl hocalarýndan Dick Cheney, 1992 yýlýnda hazýrlanan 'Savunma Politikasý Kýlavuzu' (burada uluslar arasý durum, onlar 'uluslar arasý güvenlik düzeni diyorlar', irdeleniyor ve 'Amerikan ilke ve çýkarlarýna uygun olarak biçimlendiriliyor') ile ilgili eleþtirileri yanýtlarken þöyle diyor: 'Silahlý kuvvetleri ya istediðimiz bir konumda tutmayý sürdürür ve geliþmeleri daha rahat biçimlendirebiliriz ya da elimizdeki avantajý çöpe atarýz. Ancak bu yalnýzca, daha yüksek bedellerle ve Amerikalýlarýn yaþamýný daha fazla riske atan daha büyük tehditlerle karþýlaþacaðýmýz günün geliþini hýzlandýracaktýr.' Bu yaklaþým, bütçe gelirlerinin gelecek on yýl boyunca artacaðý yolunda bir saptamaya, eþlik etmektedir. Çünkü 'bütçe gelirlerinde önümüzdeki on yýl boyunca beklenen kar, savunma harcamalarýnýn önceden belirlenen düþük düzeyde tutulmasý gereksinimi ortadan kaldýrmaktadýr.' Ve yine bu bakýþa baðlý olarak, Rapor' a göre ABD silahlý kuvvetleri ile ilgili olarak belirlenen dört temel görev þöyle sýralanmaktadýr: a- Amerikan anavatanýný savunmak( herhalde Ortadoðu çöllerinde, daha doðrusu petrol kuyularýnýn üzerine oturarak) b- Ayný anda birden fazla büyük cephe de savaþmak ve bu savaþlardan mutlak zaferle ayrýlmak (akla hemen Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye ve Ýran geliyor ama zafer kýsmý akýl 'karýþtýrýyor' c-

Kritik öneme sahip bölgelerde güvenlik ortamýnýn saðlanmasý için gerekli 'asayiþ' görevlerini yerine getirmek( asayiþi onlar týrnaklamýþ ne anladýklarý oldukça meþkûk, çünkü kelime anlamý rahat, dinlenme ve eminlik, barýþ anlamýna geliyor ki ABD her barýþ dediðinde neler oluyor biliyoruz) d- ABD silahlý kuvvetlerini 'askeri alandaki geliþmeler' uyarýnca dönüþtürmek(yani dünya da hegemonya için askeri olarak ne gerekiyorsa yapýlmalýdýr) Yazýlanlarý Cheney'in söylediklerinin eki gibi düþündük mü, sorun daha da kavranabilir bir içeriðe sahip oluyor. Bütün bu söylenenlerden sonra, BOP' la amaçlananýn daha da berraklaþtýðýný, artýk anlamak durumundayýz. Belli ki buradan öteye hedef daha belirgin bir tarzda konabilir. Özellikle yeni strateji 'önceden vurma' kavramýna dayanýyor ve doðrudan muhtemel rakiplerin (Çin, Rusya, Hindistan ve hatta AB' nin) yolu kesilmek isteniyor. Bu noktada artýk günün 'stratejlerinin', Amerika da politikalarýn belirlenmesinde, özellikle Condoleezza Rice sonrasý, þahinlerin eski etkilerini yitirdiklerini söylemelerinin hiç mi hiç anlamý yok. Çünkü temelde bir deðiþiklik yok. 'Savaþýn maðlubu Hizbullah' baþlýðýyla yazdýðý makalede Rice durumun deðiþmediðini sözlerini hiç süslemeden tekrarlýyor. Zaten baþlýk bile tek baþýna hem þaþkýnlýðý ve hem de neler yapýlmak istendiðini anlatýyor. Bakýn Rice' a göre, Birleþmiþ Milletler de kabul edilen 1701 sayýlý karar tasarýsý, neleri içeriyormuþ: "1701 sayýlý kararýn uygulanmasý sadece Lübnan ve Ýsrail'in yararýna deðil; bunun önemli bölgesel etkileri de var. Basitçe söylersek: Bu, Ortadoðu'da ýlýmlý akýmlara ve demokrasiye inanan herkes için bir zafer, bu ilkeleri þiddet yoluyla ortadan kaldýrmayý isteyenler (bilhassa da Suriye ve Ýran) içinse bir yenilgi anlamýna geliyor. Bütün dünya bir aydýr barýþ için çabalarken, Suriye ve Ýran rejimleri Hizbullah'ýn baþlattýðý savaþý uzatýp yaymaya gayret etti. Þimdi uluslararasý toplum kalýcý barýþýn koþullarýnýn (tam baðýmsýzlýk, tam egemenlik, etkin demokrasi ve tekrar silahlanýp toplanma imkânýna daha az sahip olan, zayýflamýþ bir Hizbullah) saðlanmasý konusunda Lübnan hükümetine yardým ediyor. Bir kez uygulandýðýnda, bu Suriye ve Ýran

13


Kurtuluþ

rejimleri için stratejik bir geri adým olur. "Geçen hafta vardýðýmýz anlaþma iyi bir ilk adým, fakat yine de sadece bir ilk adým. Bunun kalýcý bir ateþkese yol açacaðýný umsak da, kimse tüm þiddet eylemlerinin bir çýrpýda sona ermesini beklemesin." Bu satýrlarda amaç çok belirgin de zafer nerede o hiç belli deðil. Zaten kendi de, þiddet eylemlerinin bir çýrpýda sona ermesini beklemenin beyhudeliðini anlatýrken, dolayýmla sonucun pek istendiði gibi olmadýðýný söylemiþ olmuyor mu? Yaptýðýmýz hatýrlatmalar, sadece yazýlanlar ile ilgili deðil onunda ötesinde projenin yaþama geçirilmeye çalýþýlanlarý da, ABD' nin BOP ve türevleriyle ne yapmak istediðini açýkça gösteriyor. Fakat ayný geliþmeler, Neo Con projesinin ayný zamanda içine düþtüðü açmazlarý da gösteriyor. ABD egemenlerinin temelde dünya hegemonyasýnda birleþmelerine raðmen, yöntemlerde farklýlýklarý Proje yaþama geçirildikçe, daha bir açýklýða kavuþuyor. ABD' de bunlar olurken biz de olduðu gibi, dünyada da hýnk deyicilerin açmazlarý da büyüyor. Yani bir anlamda proje egemenler için sulh ve sükûn peþindeyken, 'Yeni Dünya Düzeni' emperyalizmin isterleri dýþýna taþýyor. Bunu da tartýþmaya yer býrakmayacak biçimde antiemperyalist direniþlerin yarattýðýný görüyoruz. Demek ki bu evre de egemen dünyanýn egemenleri arasýnda çatlaklarýn derinleþtirilmesi ve yine buna baðlý olarak bu çatlaklarýn sunduðu olanaklarý enternasyonalist bir perspektifle deðerlendirme önümüzde ciddi ve atlanamaz bir görev olarak duruyor. Belli ki emperyalizm ciddi bir açmazla yüz yüzedir, dolayýmla stratejik açýdan küçümsenmesi gerçeði, bir biçimde haklarýn direniþleriyle bir kez daha doðrulanýyor. Bunun da ötesinde, bunun en büyük 'desteði' egemen dünyanýn muteber þahsiyetlerinden geliyor. Bu bahsi kapatýrken konuyla ilgili olarak, ABD' nin eski Beyaz Saray ulusal güvenlik Danýþmaný Brezinski' nin söylediklerini buraya almak, her ne kadar içe dönük bir uyarýysa da, bizim yapmamýz gerekenler için bir kýlavuz gibidir: 'Bu uygulamalar Amerikan yönetimindeki yeni muhafazakârlarýn (neo-con) ve onlarýn Ýsrail' deki yandaþlarýnýn reçeteleridir… Buna devam edilmesi, hem Amerika hem de Ýsrail için ölümcül sonuçlar yaratacak ve tüm

Ortadoðu halkýnýn Amerika'ya karþý cephe almasýna yol açacaktýr. Bunun sonucu olarak, Amerika' nýn Ortadoðu' dan da atýlmasý kaçýnýlmazdýr. Bu da Ýsrail için sonun baþlangýcý demektir.' Alýntý uzun söze hacet býrakmayacak kadar açýk… Durum Ne Anlatýyor? Bugüne kadar olan geliþmeler ýþýðýnda bakýldýðýnda, açýk bir þekilde görülüyor ki Amerika daha Afganistan' ý iþgale baþlamadan önce, Ortadoðu'yu bir bütün olarak kontrol altýna almak planlarý içindedir. Aslýnda statüko deðiþikliðinden söz edenler, bunun özellikle Sovyetlerin çöküþüyle baþladýðýný, yakýndan hissedilmesi gereken bir yýðýn örnekle, anlamýþ olmalýlardý. Fakat planlarýn olmasýnýn bir þey, yaþama geçirilebilmesinin ise bir baþka þey olduðu hemen her vesileyle ortaya çýkýyor. Afganistan örneði, Irak gerçekliði ve en son Lübnan giriþimi neredeyse baþtan sona hesaplarý alt üst eden sonuçlar üretiyorlar. Durum emperyalizm ve özellikle Amerika için böyleyken yaþanan direniþler bir bütün olarak, sosyalizm açýsýndan yaþanan problematik göz ardý edilmeden, yaþanan bunalýmýn aðýrlýðýný hemen her düzeyde vurgulamýþ oluyorlar. Bu durumun bir yaný. Belki daha da önemlisi, çeþitli kýsýtlara karþýn 'iki süper güce dayalý denge' nin bozulmasýyla ortaya çýkan durumdur. Yani istikrarsýzlýðýn, kendi içinde 'istikrarý' bir anlamda saðlayabilme olanaklarý da yitirilmiþtir. Söz gelimi geçmiþte bu türden sorunlar ortaya çýktýðýnda, ortaklaþýlan bir çerçevede iþleyebilen Birleþmiþ Milletler' in yerinde yeller esmektedir. Adeta konan kurallar Amerika ve hempasý Ýsrail tarafýndan çiðnenmek içindir. Yine dengesizliðin bir ürünü olarak ta buna dur diyebilecek bir güç kýsa erimde ortada görülmemektedir. Bu nedenle de zaten direniþ, hükümetler nezdinde olmasa da halklar nazarýnda, bir sempatiyle karþýlanmaktadýr. Bu da durumu emperyalizm için daha da aðýrlaþtýran bir faktördür. Medeniyetler Savaþý baðlamýnda sorun dinsel bir temele oturtulurken, iþgalleri ve müdahaleleriyle demokrasi taþýma iddiasý içinde olan Amerika Baþkaný Bush 'Ýslami Faþizm' den söz

14


Kurtuluþ

edebilmektedir. Fakat buralarda oluþturulan anayasalarda hukukun temel kaynaklarýndan biri ise dindir. Yani islamdýr. Bizatihi bu durum, nesnel olarak hemen atýlan her adýmýn iç tutarsýzlýðý, inandýrýcýlýk bir yana, tersten iþleyen bir silah haline dönüþmektedir. Amerika için gerçek stratejik ortak Ýsrail' dir. Ama bunun yanýnda, ikinci bir Ýsrail yaratma güdüsüyle Güney Kürdistan da oluþturulan yapýlanma ve diðer giriþimler, Ortadoðu'ya iliþkin çizilen stratejinin parçalarýdýr. Türkiye Dýþiþleri Bakaný Abdullah Gül ile 'Stratejik Vizyon Belgesi' adý altýnda yayýnlanan ortak metin ise Amerika için stratejik bir güvensizliðin ürünüdür. Aslýnda iki tarafta böyle bir belgeyle zevahiri kurtarmaktadýrlar. Yine söylemek gerekir ki bu belgeyle Türkiye de hükümet; çaresizliðini de belgelemektedir. Burada özetle söylenen; emperyalizmin kurtlar sofrasýnda sadece Türkiye deðil benzeri ülkeler için de, olumsuzluklar bir yana konursa, pek bir payýn olmamasýdýr. Yine bugün bir bütün olarak Bölgede Amerika'ya karþý savaþ veren örgütler, Amerikan' ýn dünden bugüne ürettiði politikalarýn ürünlerdir. Taliban, Hamas, Hizbullah ve Müslüman kardeþler 'Yeþil Kuþak' projesinin 'verimli' sonuçlarýdýrlar. Dolayýsýyla ileriye dönük politika oluþturma çabalarý, günün gerçekleriyle çeliþmektedir. Irak' ta Þii çoðunluðun Ýran etkisinde olduðu düþünülürse durum tam bir aþaðý tükürsen sakal, yukarý tükürsen býyýk misalidir. Amerika oluþturduðu politikalar temelinde 'Stratejik vizyon belgesi' n de olduðu gibi, Türkiye ve benzeri ülkeleri kendi ekseninde adeta zorunlu olarak adým atar bir hale getirmektedir. Türkiye söz konusu olduðunda en somut örnek Güney Kürdistan ve bir bütün olarak Kürt sorunudur. Çok kýsa bir süre içinde büyük bir tantanayla dile gelen 'kýrmýzý çizgiler' adeta geçite yön veren yeþil bir hat oluþturmuþlardýr. Her seferinde geriye çekilen hatlarýn kaderi, daha da geriye çekilmek olmuþtur. Daha önce Amerika' nýn gücüyle ilgili verilen bilgiler zaten bunlarýn nerelerden kaynaklandýðýný da göstermektedirler. Bir tarzda bu veriler deðiþtirilmeden durumun deðiþme olanaðý da yoktur. En önemli þeyse gerçekten Amerika' nýn isterlerine pek uymayan bir 'statüko' sarsýlmasý yaþanmaktadýr. Sadece Lübnan da olan biten tek

baþýna bunu göstermeye yeterlidir. Gören gözler için bir yýðýn örnek her vesileyle kendini göstermektedir. Ayný zamanda bu 'Yeni bir Dünya Düzeni' nin ama Amerika' nýn arzuladýðýnýn tam tersi bir dünya düzeninin ilk adýmlarýdýr. Bu adýmlar muhtemel yeni adýmlarýnda somut iþaretleridirler… Uzun Erimli Mücadele Sadece tarihi örnekler deðil, günün somut örnekleri de, sýnýflar mücadelesinin baþarýsýnýn uzun erimli bir mücadele anlayýþýndan geçtiðini gösteriyor. Yazýnýn baþlýðý 'Ateþ Nasýl Kesilir' de bunu anlatmaya yönelik bir yaklaþýmýn ifadesi olarak algýlanmalýdýr. Sorun böyle ele alýnmadýðýnda günün hedef saptýrýcý unsurlarýnýn peþine takýlmak kaçýnýlmaz olur, pragmatizm mücadeleye yön vermeye baþlar. Hele tarihe sýnýf mücadeleleri perspektifinden bakanlar, bu konuda çok daha titiz olmak zorundadýrlar. Stratejik bir yaklaþým günü kurtarmak deðil geleceði kazanmak anlayýþýyla, hedefle baðlý, ona ters düþmeyen bir hat, çizmek durumundadýr. Bir anlamda yazýya C.V. Clausewitz' in savaþla ilgili sözleriyle baþlamýþtýk devamý da onunla getirelim. Özellikle uzun erimli bir mücadeleden söz edildiðinde strateji üzerine söyledikleri güne de ýþýk tutacaktýr: 'Strateji, savaþýn amacýna ulaþmak için muharebenin kullanýlmasýdýr; o halde strateji, savaþ harekâtýnýn tümü için amaca uygun bir hedef saptamak zorundadýr. Bu, stratejinin savaþ planýný yapmasý ve hedefe götürecek bir dizi harekâtý bu hedefe baðlamasý demektir; yani strateji münferit seferlerin planlarýný yapar ve bu seferlerdeki münferit muharebeleri düzenler… 'Muharebe ancak silahlý kuvvetlerin bir noktada toplanmasýyla mümkün olur; ama bu takdirde muharebe her zaman gerçekten vuku bulmaz.' Dolayýsýyla en genel anlamda ateþ kesin saðlanabilmesinin yolu; sýnýflar mücadelesi sorunsalýnýn kendini dayatýyor olmasýnýn bilinciyle, yola devam etmekten geçmektedir. Bunun üzerinde fazla durmaya gerek yok, çünkü muhteva kullanýlan argümanlarda yatýyor. Bu evrede savaþ esprisi emperyalizm ve sonuçlarýndan baðýmsýz ele alýnamayacaðý için, yani nesnel nedenler göz ardý edilemeyeceði için, doðrudan emperyalizmin saðlýklý bir irdelenme gereði 15


Kurtuluþ

karþýmýzda bir görev olarak durmaktadýr. "…kapitalist düzen içinde, nüfuz bölgelerinin, çýkarlarýn, sömürgelerin paylaþýlmasý konusunda, paylaþmaya katýlanlarýn gücünden baþka bir esas düþünülemez. Oysa paylaþmaya katýlanlarýn gücü ayný þekilde deðiþmemektedir.' Demek ki hem global bir yaklaþým, hem de bölgesel bir bakýþ emperyalizm dendiðinde, Lenin' i aþma fantezilerini býrakýp, okun sivri ucunun ne tarafa yönlendirilmesi gerektiði konusunda berrak görüþ ve politikalara sahip olmak zorundadýr. Stratejik planda sorunu doðru koymak, yani hedefi þaþýrmamak ittifaklar ve güçlerin mevzilendirilmesi konusunda da tutarlýlýðý getirecektir. Hele enternasyonalizmi bayraðýna yazmýþ olanlarýn öncelikle böyle bir anlayýþa sahip olmalarý gereði sanýrým izahtan varestedir. Hemen her düzeyde; egemenler arasýnda ki çeliþki ve mücadelelerden yararlanmak, ancak bugün bir 'Yeni Dünya Düzeni' kurma çabasý içinde olan, Amerika Emperyalizmine karþý tutarlý ve güçlü bir cephenin oluþturulmasýndan geçmektedir. Bu yaklaþým ayný zamanda bir baþka emperyal güce dayanarak emperyalizme karþý mücadele etme anlayýþýný da dýþlamaktadýr. Yine bu yaklaþým ýþýðýnda söz gelimi bir yandan; "Kürt demokratik güçleri, Türkiye' deki demokratik güçler, artýk hem illegal devlete, çetelere, hem TMY' ye karþý mücadeleyi bir demokrasi mücadelesi olarak görmeleri, geliþtirmeleri gerekir. Öte yandan demokratik ittifaklarýný, TMY konusunda ki ittifaklarýný, yine derin devlet ve çetelere karþý geliþtirdikleri ittifaklarý ve ortak tepkileri ayný zamanda bir seçim bloku haline getirmek gerekmektedir." demek, demokrasi mücadelesinin, kapitalizmin emperyalizm aþamasýnda, gerçek içeriðiyle kavranamamasý anlamýna gelir. Yani devlet meselesinin, yani sýnýflar mücadelesinin kavranamamasý anlamýna gelir. Hele bu evrede böyle bir tespit ve önermeye; emperyalizmi göz ardý ederek ulaþmak, hem güçlerin mevzilenmesinde hataya ve yine buna baðlý olarak, hem de mücadelenin uzun erimde yitirilmesine neden olur. Bu baðlam da 'Bu bakýmdan DSP de( Yani Ecevit'in partisi) bir ittifak içinde yer alabilir.' demek, gerçekten de sýnýf analizlerini rafa kaldýrmak, egemenlerle egemen dünyayý deðiþtirmeye umut baðlamak anlamýna gelir.

Üstelik kýsa sayýlabilecek bir zaman dilimi öncesi yapýlanlardan, halen ders çýkaramamak gibi bir sonuçla bizleri yüz yüze getirir. Oysa Amerikan' ýn günümüz koþullarýnda içine düþtüðü açmaz derinleþmekte ve bir bütün olarak sosyalizmin tekrar hegemonya geliþtirebileceði koþullar oluþmaktadýr. Sadece halklarýn direniþi deðil, bunun yanýnda Batý'da da büyüyen savaþ karþýtý hareket, bu emperyal giriþimin önemli çýkmazlarýndan biridir. Yine bunun yanýnda, Amerika' nýn yaþadýðý mali, ekonomik sorunlar ve artýk Amerika 'yönetici seçkinleri' içinde de yükselen muhalefet, emperyal giriþim için bir baþka olumsuzluktur. Söz gelimi dün Bush Yönetimi' ne destek veren Francis Fukuyama, artýk 'Neo Con' yaklaþýmý eleþtirirken, ABD' nin Irak'ýn iþgali ile 'kendi kendini gerçekleþtiren bir kehanet ürettiðini' söylemektedir. Devamýný da þöyle getirmektedir: "Irak artýk ateþ edilecek pek çok Amerikan hedefine sahip olarak, cihatçý teröristler için, bir cazibe merkezi, bir eðitim alaný ve bir operasyon üssü halini almýþ, Afganistan' ýn yerine geçmiþtir." Bu söylenenlerden çýkarýlacak sonuç, herhalde emperyalizmin açmazlarýna bel baðlamak deðil, emperyalizme karþý mücadeleyi esas olarak sýnýf mücadelesi temelinde anti-kapitalist bir içeriðe kavuþturmak olmalýdýr. Birleþmiþ Milletler Kararý; sarsýlan Amerikan hegemonyasýnýn tekrar güçlendirilmesi kadar, Ýsrail'in avantajlarýný da kaybetmemesini gözetiyor. Öyle ki 'ateþ kes' kavramý yerine 'þiddete son vermeye çaðýran' bir karar. Yani Amerika' nýn stratejik müttefiki Ýsrail' in elini serbest býrakýyor. Yani oluþan olumsuz tepkilerin yolunun kesilmesi için ve yine bununla birlikte Ýsrail' in ulaþamadýðý hedeflere (Hizbullah'ýn etkisiz kýlýnmasý gibi) ulaþýlabilmesinin yolu açýk tutulmaya çalýþýlýyor. Bu doðrultuda yeni suç ortaklarý aranýyor. Son tahlilde bu adýmlar Amerika' nýn bölgede yitirdiði nüfuzu tekrar güçlendirmeye yönelik. Dünya Jandarmasý Amerika da görevin bir kýsmýný bölge jandarmasý Ýsrail'e devretmiþ durumda; týpký daha önceki giriþimlerinde olduðu gibi. Yukarýda da belirttiðimiz gibi, Ortadoðu'da en küçük çatýþmanýn ardýnda bile dünya hegemonya mücadelesinin ipuçlarý yatýyor. Amerika bölgede yeni 'üsler' oluþturma çabasýndayken attýðý her adýmla muhtemel rakiplerin yollarýný

16


Kurtuluþ

kesmeye çalýþýyor. Bizde egemenlerde, bu pay kavgasýnda kendilerine olmadýk misyon, biçiyorlar. Genelkurmay Baþkaný Özkök' ün giderayak söyledikleri sadece bölgede deðil ülkede de militarizme biçilen rolü anlatmaktadýr. Þöyle diyor: 'Yönlendirilenler safýndan yönlendirenler safýna geçmemiz bir zorunluluktur. Bunu yapabilecek çok elit ve iyi yetiþtirilmiþ subay kitlesine sahibiz.' Ama tam bu noktada da 'vizyon ortaklarýyla' çeliþkiler ortaya çýkýyor. Yani sözgelimi Kürt meselesi gündeme giriyor. Her ne kadar düðüm PKK ile çözülmeye çalýþýlýyorsa da, aslýnda geleceðe iliþkin geliþmeler itibariyle Türkiye için temel sorun Güneyde bir devletin oluþuyor olmasýdýr. Çünkü ülkede egemenler böyle bir geliþmenin bugünleri de aratacaðý yolunda kaygýlara sahipler. Oysa Amerika için Güneyde atýlan adýmlar güçlerini pekiþtirmek için. Bu nedenle Lübnan da oluþturulmaya çalýþýlan ateþkes, bir anlamda bölgede yaþanan tüm çeliþkileri barýndýrýyor olmasý itibariyle Lübnan deðil, tüm bölge sorunlarýnýn çözümüne yönelik bir adým. Ama her cenahýn kendine göre yorumladýðý bir adým, dolayýsýyla da belki adým deðil, muhtemel kavgalarýn ilginç bir momenti. Ateþi hem kesmeye çalýþýp, hem de kesememenin nedenleri oldukça çok ve karmaþýk bu karmaþayý ortadan kaldýrmanýnsa tek bir yolundan bahsetmek, aslýnda çözümsüzlükten bahsetmektir. Sadece Kürtler dendiðinde bir çýrpýda Türkiye, Ýran, Irak ve Suriye diye devam etmek gerekiyor. Yine þüphe yok ki sorunun tüm ayrýlmaz parçalarýný da unutmadan. Lübnan da olan bitenle ülkenin doðrudan bir baðý görünmüyor gibi olmakla birlikte, ateþkes baðlamýnda rol çalmaya çalýþmanýn nedeni, ayný zamanda egemenlerin bölgede etkili ve güçlü bir aktör olma çabalarýnýn da ürünü. Bu nedenle kýsa erimde ne bölgede ne de dünyada 'huzur' beklemenin olanaklarý yoktur.

manipülasyon yeteneðinin de sýnýrlarýdýr. Görünümün önemli bir nedeni de, zahiri nedenlere dayalý tehlike 'üretimi' bir yana konduðunda, gerçek bir 'tehlikenin' kýsa bir erimde 'görünüyor' olmamasýdýr. Bütün bu çerçeve düþünüldüðünde bir yýðýn olumsuzluða karþýn, geleceðe iliþkin umutlarýn yeþerebilme olanaklarý vardýr. Demek ki sorun buradan öteye öznel koþullarýn oluþturulmasýndan geçmektedir. Her þey bir yana, egemenler bazýnda bile anti-emperyalizmin dile geliyor olmasý, bu çeliþik ve karmaþýk yapýnýn güçlüklerinin onlarý da bir açmaza almasýdýr. Bu nedenle zaten yapmayý düþündüklerini deðil, kitleleri yönlendirebilmek için, söylemeleri gerekenleri söylemektedirler. Ülkenin ekonomik ve siyasi baðýmlýlýðý ile ilgili olarak, önceki satýrlarda da belirttiðimiz gerçekler ýþýðýnda saklanamaz hiçbir þey yokken, OYAK' ýn mali sermayeyle baðý ve yine 'milli sermaye' adýna, bazý özelleþtirme konusu olan kurumlarý 'yabancý' lara kaptýrmama literatürü hiç inandýrýcý olamamaktadýr. Ýlginçtir üst rütbeli ordu mensuplarý, antiemperyalizmi hep emekli olduktan sonra akýllarýna getirebilmektedirler. Devlet analizi ve sýnýflar gerçeði göz ardý edildiðinde, antiemperyalizmin hangi temellere oturtulduðu veya oturtulamadýðý daha basit anlaþýlabilir bir olgu. Bu evrede de sosyalizmin devlete yaklaþýmý ve son tahlilde emperyal sistemin bir parçasý olarak devlete karþý mücadelesi; soyut, sýnýflar gerçeðinden koparýlmýþ ve parça bütün iliþkisini kurmadan ele alýnamaz. Hele enternasyonalizmin komünistlere kendi ülkelerinde yüklediði görevler yadsýnarak, enternasyonalist olunamayacaðý gibi, nihai hedefe baðlý tutarlý bir hatta çizilemez. Ama kendi baþýna hattýn zaferi garantilemesi söz konusu deðildir. Yine hedefe baðlý olarak yapýlmasý gereken, dünyada da ülkede de sýnýflar mevzilenmesinin, saðlýklý bir analiz üzerine oturmasýný saðlamaktýr. Böyle bir yaklaþým ise ilk elde sýnýflar mücadelesini yönlendirecek bir kurmayýn oluþturulmasýný gerektirir. Dolayýsýyla bu evrede sosyalizmin ülke bazýnda temel sorunu böyle bir kurmaydan yoksun oluþudur. Bunlarý ülkede 'kurmay' bolluðunu bilerek yazýyoruz. Bu söylediklerimiz sosyalizm anlayýþýmýz nedeniyle de kurmaylýðýn kendinden menkul

Son Söz Gibi Artýk dünya küçülmüþ, özellikle iletiþim alanýnda saðlanan geliþmelerle, medyaya esas olarak egemenler hâkim olsalar bile, gerek iç çeliþkileri gerekse bir bütün olarak muhalif unsurlarýn yarattýðý olanaklar itibariyle, tabir yerindeyse olan bitenler gizlenemez bir hale gelmiþtir. Burada anlatýlmak istenen, egemen dünyanýn olanaklarýnýn geliþmesi kadar

17


Kurtuluþ

sahipliðini kimseye bahþetmediðimiz gibi bizden de sorulmadýðýnýn, zýmni bir ifadesidir. Eðer birinci görev kurmay oluþumu veya oluþturulmasý ise, buna baðlý olarak kaçýnýlmaz adým da; bu yolda çoðulcu bir perspektifi içeren geçmiþin eleþtirisi günün iliþkileri ve gelecek toplum projesiyle bað kurma yeteneðine sahip bir örgütlenmedir. Sosyalizmin hegemonya yitirmesinden bu yana geçen süre takribi on beþ sene olmasýna karþýn, sosyalistlerin böyle bir görevin üstesinden gelebilecek olgunlukta davranamadýklarý görülmüþtür. Buradan da çýkarýlmasý gereken sonuç; görevin gereksizliði deðil, gereði yolunda uygun adýmlarýn atýlamamasý gerçeðidir. Birçok örgüt, eðilim ve kiþiler uzun bir süredir durumlarýndan rahatsýz olmadan varlýklarýný devam ettirmektedirler. Bu yaklaþýmýn ardýnda yatan nedense, bir gün herkesin doðrulara ulaþabileceði beklentisidir. Fakat doðru herkesin kendine göre doðru olduðu içinde, bir türlü beklenen sonuç ortaya çýkamamaktadýr. Zaten anlayýþ baþtan sona kendiliðindenci ve beklemecidir. Herkesin bu durumu ciddiye alýp, Godoyu beklemeyi býrakmasý için, sadece þu geçen yýllarý hatýrlamasý yeterlidir. Sorunsalý ele alýrken küçük burjuva yaklaþýmý ne olacak demekte mümkün. Ama proletaryayý ne pratik ne de teorik olarak temsil iddiasýna sahip ortada bir örgütlenme de görülmüyor. Bu anlamda da kurmayýn oluþturulmasý bugüne kadar olan birikimin de toparlanmasý anlamýna geliyor. Býrakýn bir arada bir þeyler yapmayý bir yýðýn kümenin birbirinden haberi dahi yokken ve saflar hem nitel hem de nicel olarak zayýflýyorken, baþta iþçi sýnýf olmak

üzere yoksul kitleler, niçin dönüp de bu grupçuklara baksýnlar. Dolayýsýyla demokrasi güçleri nasýl hareketlensin. Hele bu durumu görmeyenlerin dönüp Kürtlere akýl vermesinin bir anlamý var mý? Eðer devrimci mücadelenin isterlerine uygun davranmak söz konusuysa, öncelikle politikada sadece güzel sözler söylemekle yetinmeyip, güçleri pekiþtirecek yollarýn oluþturulamamasý, ittifaklar planýnda da açmazý peþinden sürükleyecektir. Bunlarý söylerken bir görev önceliði yapmýyoruz. Çünkü pratik tüm bu söylenenlerin yaþama geçirilmesi için hemen her gün zorluyor. Sorun bunu görebilme yeteneðine sahip olmakta. Uzaða gitmeye gerek yok burjuvazi hem güçlerini pekiþtirebilmek ve hem de kendisi için muhtemel tehlikelerin yolunu kesebilmek için her tür yola baþvuruyor. Demek ki düþmandan, onu taklit için deðil ama yenebilmek içinde öðrenmek gerekiyor. Sosyalizmin sýnýfla ciddi baðlarýný kuramadýkça Kürtlerle bir rezonans tutturabilmenin de yine bu evrede kolay bir yolu olmadýðýný da görebilmek; ya da bizim bu türden sorunumuz yok deyip iþin içinden sýyrýlmak gerekiyor. Bu gün görünüm; söylenenler ne olursa olsun nesnel olarak böyle bir gerçeklik sergiliyor. Yani bu evrede sorulacak soru, dünyayý deðiþtirmeye kararlýmýyýz sorusudur. Bu soruya olumlu cevap verenlerin devamýný getirebilmeleri için çevrelerine kulaklarýný vermeleri yetmez ellerini uzatmalarý da bir olmazsa olmazdýr. Ancak böyle bir anlayýþ geleceði kazanma tohumlarýný içinde taþýr. Gerisi için ne söylense boþtur.

* * *

18


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Geniþleyen Ortadoðu Savaþý

Ý

slamcýlar iktidara týrmandýkça bihoþ olmaya baþlýyorlar. Ýktidara gelmeden önce dünyanýn neresinde bir taþ oynasa bunun Yahudi oyunu olduðunu, Amerika'yý da esasýnda Yahudilerin yönettiðini iddia ederlerdi. Þimdi Ýslamcý baþbakan ve bilumum þürekasý (basýndaki birkaç namuslu insaný özellikle ayrý görmek gerekir) ABD ve Ýsrail'in talepleri doðrultusunda daha BM karar almadan asker göndermek için kollarý sývadýlar. Askerler yine böyle meselelerde olduðu gibi tutumlarýný hükümete bildirip sözde sorumluluðu onlara býraktýlar. Baþka her türlü meselede esip gürleyen askerlerin bu meselelerde böyle davranmasý hiç de "þerefli Türk subayýnýn tavrý"na benzemiyor! Sözde TC bölgede büyük devlet politikasý sürdürüyor ve kendine göre kararlar alýyor. Ne var ki, ABD böyle hiçbir karara hayat hakký tanýmayacaðýný apaçýk ortaya koydu. TC'nin en hassas durduðu Kürt meselesinde söylenenlere hiç kulak asmaksýzýn bildiklerini yaptý. TC Güneyde bir Kürt devletinin kurulmasýný savaþ nedeni olarak gördüðünü ilan etmiþken ABD bu çizgileri Türk subaylarýnýn baþýna çuval geçirerek sildi. Eðitim vermek için kimi devlet görevlilerinin evlerinin önlerine bomba attýran ve halka karþý en yiðit nutuklarý atan, en þahin

Mahir Sayýn 19


Kurtuluþ

paþalarýmýzýn gýký bile çýkamýyor. ABD'nin özür dilediðine dair laflar ortalarda dolaþtýrýlmýþ olsa bile bunun böyle olmadýðýný herkes gayet iyi biliyor. Þimdi ABD bölgede geniþ çaplý bir politikayý Ýsrail'le birlikte hayata geçirecek adýmlarý atarken "Müslüman Türk" hükümetini de birden akýntýnýn içine çekiverdi. Mecliste, basýnda bin bir türlü laf ediliyor. Ýnsanlýkla alakasý olmayan kimi yazarlar Lübnan'a insani yardýmýn ne kadar önemli olduðun anlatýyor. Kimileri bölgedeki stratejik iliþkilerin analizlerini yapýp, TC'nin de bu iþin içerisinde olmasýnýn nasýl büyük faydalarý olduðunu anlatýyor, kimileri ise Avrupalýlarýn da içinde olduðu bu iþe katýlmadýðýmýz takdirde "kazancýmýz olmasa bile" kayýplarýmýzýn çok olacaðýna dikkatimizi çekiyor, kimi "açýk sözlü pespayeler" de TC'nin bölgedeki emperyal amaçlarý ve hatta Ýran'ýn karþýmýza nükleer güce sahip bir rakip olarak dikilememesi açýsýndan bu iþin içinde olunmasý gerektiðini pek akýlcý biçimler içerisinde sergiliyor. Birkaç namuslu insanýn dýþýndaki tüm etkili ve yetkili þahýslar esasýnda savaþ simsarlýðý yaparken, çok küçük bir azýnlýk gözlerden gizlenmeye çalýþýlan bir gerçeðe dikkati çekme çabasý içerisinde. Türkiye bölgesel bir savaþýn içine ve nihayetinde Ýran'la bir savaþa sürükleniyor. Dikkatlerden kaçýrýlmak istenen bu gerçeklik Lübnan'ýn Ýsrail tarafýndan Ýþgaliyle ortaya çýkan bir durum deðil. Tersine dünyanýn son otuz yýlýnýn ortaya çýkardýðý geliþmelerin ABD tarafýndan kendi hegemonyasýnýn sürekliliðine kanalize edilmesi çabalarýnýn sonucu. Her ne kadar demokrasi ve insan haklarý üzerine bir sürü palavra ortalýðý kaplamýþ olsa da, oyunun içerisinde yer alan herkes bu gerçeði biliyor ve talan sofrasýnda yem olmaktan çýkýp mümkün olduðu kadar büyük parçayý götüren olmanýn hesabýný yapýyor. Kuþkusuz bir oyunun kurucularý ve hakimleri var, bir de deðiþik biçimlerdeki katýlýmcýlarý. Meselenin her bir katýlýmcý için neler ifade edebileceðini görebilmek son otuz yýlýn birikimlerinin bugün açýsýndan hangi noktaya evrildiðini ve bu durum karþýsýnda oyunun þekillendiricisi olarak ABD'nin durumunun ne olduðunu ve ne yapmak istediðini görebilmek gerekir. Dönemin bütün geliþmelerini burada ele almak söz konusu deðil. Ancak ABD'nin

körfeze müdahaleye baþlamasý civarýnda þekillenmiþ olan iliþki ve çeliþkileri deðerlendirmeden muhtemel geliþmeler üzerine bir þey söyleyebilmek olanaklý deðil. Irak'a müdahale nedenleri? ABD Irak'ý iþgal etmeden önce yapýlan her türlü tahmin ve iddia tam tersine çýktý. Bush'un ekonomik danýþmanlarýndan biri Irak savaþýnýn 200 milyar dolara mal olacaðýný söylediðinde Wolfowitz Irak'ýn kendi yeniden kuruluþunu finanse edebilecek bir ülke olduðunu söylemekteydi. Irak'ýn iþgaliyle, kitle imha silahlarýnýn yaygýnlaþmasý engellenecek, Saddam tarafýndan desteklenen uluslararasý terörün sürdürücüsü El Kaide'nin bir karargahý daha çökertilecek, Irak'a ve tüm bölgeye demokrasi getirilecek ve haliyle de Saddam zulmünden býkmýþ olan Irak halký da Amerikan kuvvetlerini kurtarýcý olarak karþýlayacaktý. Ülkenin iþgalinin üzerinden geçen uzun zaman içerisinde kitle imha silahlarýnýn izine rastlanamadý, El Kaide ile bir baðlantý saptanamadý, Amerikalýlarýn ne kadar kurtarýcý olarak karþýlandýðýný ve hem Irak'a hem de bölgeye nasýl bir demokrasinin geldiðini ise, bitmeyeceðini her tarafýn kabul ettiði direniþin ve bölgede ABD yanlýsý terör rejimlerinin varlýklarýný rahatça sürdürmeleri gösteriyor. Hepsinden önemlisi de iþgalin gerekçesi olarak oluþturulan önleyici savaþ için herhangi acil bir nedene rastlanamadý. Ama sahiden yok muydu da, ABD durup dururken çaðý geçmiþ eski sömürgeciler gibi davranmaya karar vermiþti? Eski sömürgeciliðin nelere mal olduðu ve insanlýðýn nasýl nefretini kazandýðý ve dünya çapýnda bir karþý çýkýþý getireceðini bile bile ABD bu yola nasýl girerdi? Bush anlatýldýðý kadar aptal ise, etrafýndaki danýþmanlarýn ve tüm ABD oligarþisinin de onunla birlikte aptallaþmýþ olduðunu söylemek, dünyadan haberdar olmamak anlamýna gelmez miydi? Bush'un ikinci kez seçilmesi bir gerçeði apaçýk kanýtlamaktadýr: ABD oligarþisi, bu politikayý onaylamaktadýr. Oligarþinin önemli bir kesiminin karþý çýkacaðý bir kiþinin ABD'nin baþýnda kalmasýna pek olanak yoktur. Birinci döneminde yýpratabilmek için bu kadar neden ortaya çýkmýþ iken, yine de seçilmesi ve

20


Kurtuluþ

"askeri müdahale" gereklidir..." Bu tarihlerde ABD bugün Ýran konusunda olduðu gibi kitle imha silahlarý vesilesiyle Irak'ý tehdit edip durmaktaydý. Bu karardan beþ ay sonra ikiz kuleler yýkýldý ve ABD "acil tehditlere karþý önleyici savaþlara" giriþti. Üzerinde durulan en önemli acil tehdit uluslararasý terörizm ve kitle imha silahlarýnýn yayýlmasýný engellemek idi. Ancak Bush kabinesinin 2001 Nisanýnda aldýðý karar herkesin bildiði bir sýrra iþaret ediyor: petrol ve Irak'ýn petrol üzerindeki oynadýðý dengesizlik yaratýcý rol. Her ne kadar Ortadoðu'dan ihraç edilen petrolden bahsedilse ve bu insana ilk anda ihraç miktarý söz konusu ediliyormuþ gibi gelse de, esasýnda sorun petrolün miktarýnda deðil, kullanýlma biçimindedir. Meselenin miktar sorunu olmadýðýný, iþgalden sonra petrol fiyatlarýnda ortaya çýkan fiyat artýþlarý kanýtlamýþ durumdadýr. Irak petrol üretimini kýsarak petrol fiyatlarýnýn yükselmesine neden olabilirdi. Ama tehlikenin bu olmadýðýný þimdi üç katýndan fazla artmýþ olan petrol fiyatlarý kanýtlýyor. ABD'nin iþgalinin ardýndan ortaya çýkan iki önemli olgu üzerinde durmak gerekir. Biri petrol fiyatlarýnýn üç kat yükselmesinin sonucu olarak artan dolar ihtiyacý, diðeri de Irak'ýn Euro cinsinden olan varlýklarýnýn dolara çevrilmiþ olmasý. Bu iki olgu sýký sýkýya birbiriyle baðlýdýrlar. OPEC ülkelerinin kararýna göre, petrolün fiyatlanmasý sadece dolar ile yapýlmaktadýr. Ve dünya üzerinde olan iki petrol borsasýnda da (New York ve Londra) petrol fiyatý dolar ile tespit edilir ve her ikisi de ABD'nin egemenliði altýndadýr. Rapor ABD'ye uzun vadeli bir stratejiyi oluþtururken, hiç bir devletin petrol üzerinde stratejik bir rol oynamasýnýn engellenmesini talep ediyor. Kuþkusuz ayný alanda iki etkin irade ancak iþleri bozabilir. Dolaysýyla ABD'nin tüm dünya enerji politikasýnda tayin edici bir rol oynamasý dünya üzerinde itirazsýz bir egemenlikle mümkün olabilir. Bugün dünya üzerindeki egemen sermayenin uluslararasý düzeyde üretim yaptýðý koþullarda sadece enerji politikalarýnýn deðil, tüm üretim daðýtým politikalarýnýn da merkezi olara denetleniyor olmasý gerekiyor. Aslýnda G8'ler denilen oluþum bu merkezileþmeyi birlikte

karþýsýna alternatif olarak dikilen Demokrat parti adayýnýn onun politikalarýndan pek de farklý bir þey savunamamýþ olmasý, bu politikanýn ana ekseninin amerikan oligarþisinin en azýndan önemli bir kesimi tarafýndan da desteklenmekte olduðunu ortaya koymaya yeter. Peki bu ana ekseni, ne oluþturmaktadýr? ABD'nin eski sömürgeciliðe merak sardýðýný, bütün dünyayý fiili iþgale uðratacaðýný iddia etmek, pek bir abuk sabuk kaçar. Ortadoðu'ya demokrasi getirme niyeti yaveleri ile ABD hayallerinin yayýcýlýðýný yapan gafillerin dýþýnda iþgalin nedenleri konusunda herkesin aðýrlýkla üzerinde durduðu petrol ve gaz meselesidir. Iraklý bir gazeteci bunu çok hoþ ifade etmiþ idi: "Petrol deðil de domates üretiyor olsa idik kimse bizimle bu biçimde ilgilenmez idi..." Acaba bu ilgi, Irak'ýn, Kafkaslar'ýn ve Orta Asya'nýn gaz ve petrollerini sömürmek anlamýna mý gelmektedir? ABD petrol þirketlerinin karlarýnýn iki yýl içinde üçe katlanmýþ olduðuna bakarak böyle bir yargýya ulaþmak mümkün olabilir. Her iki iþgal hareketinin masraflarý 357 milyar dolarý bulmuþ durumdadýr ve bu masraflarýn önümüzdeki yýllarda 500 milyar dolara týrmanacaðý hesaplanmaktadýr. Ancak petrol þirketlerinin karlarýnýn henüz 100 milyar dolara ulaþtýðýný söylemek mümkün deðildir ve ABD oligarþisini de sadece petrol þirketlerinde ibaret görmek ve onlarýn karlarýyla oligarþinin geri kalan kýsmýnýn da tatmin olacaðýný düþünmek büyük bir gaf olur.. Elbette petrol þirketleri kazandýklarý karlarý da diðer tekellerle paylaþacak durumda da deðildirler. ABD'nin demokrasi, terör vb iddialarýna karþýn varolan gerçekler bizi baþka türlü düþünmeye zorluyor. ABD teröre karþý önleyici savaþ stratejisini güya ikiz kulelerin yýkýlmasý üzerine geliþtirdiðini söylüyor ama gerçekler hiç de öyle deðil. Bugün ortaya çýkan gerçekler, Irak'ýn iþgaline 11 Eylülden önce karar verilmiþ olmasýdýr. 2001 yýlý Nisanýnda Bush kabinesi hazýrlattýðý bir rapora uygun olarak1 21. yüzyýl enerji politikalarýný tespit ederken Irak'la ilgili þu kararý almýþ: "Irak, uluslar arasý pazara Ortadoðu'dan gelen ham petrol üzerinde dengesizlik yaratýcý etkilerde bulunmaktadýr. Bu Amerika için kabul edilemez bir risk oluþturduðundan dolayý

21


Kurtuluþ

gerçekleþtirmek üzere oluþturulmuþ bir yapýlanma idi. Ne var ki ABD'yi sýkýþtýran bir þeyler, onu G8'lerden baðýmsýz adýmlar atmak zorunda býraktý. Bu o kadar acil bir durum idi ki, Bush müttefiklerine "teröre karþý ya bizim yanýmýzda ya da karþýmýzda olursunuz" demek zorunda kalmýþtý. Hiçbir akýllý stratejist tarafsýzlaþtýrýlabilecek güçleri tarafsýzlaþtýrmadan adým atmayý doðru bulamaz. Duruma bu açýdan bakýlýnca birçoklarý Bush'u akýlsýzlýkla suçlamaktan kendini alamadý ama meselenin aciliyeti ABD'yi tavizsiz davranmaya zorluyordu. Ve bu aciliyetin ne olduðunu tüm müttefikleri de biliyor ve ABD'ye konumunu kaybetmekten baþka bir tavsiyede bulunamýyor idiler. On yýllardýr "hür dünyanýn koruyuculuðunu" yapan ve bunun için dünyanýn geri kalanýnýn tümünden daha güçlü bir orduyu besleyen ABD'nin bu konumundan yararlanmamasýný beklemek söz konusu olamazdý. Bütün imparatorluklar askeri güçlerini maddi çýkarlara dönüþtürmek ister. Ve imparatorluðun temel esprisi hakimiyet alanlarýnýn haracýný yemeye dayanýr. ABD ikinci paylaþým savaþýnýn vermiþ olduðu avantajla "hür dünyanýn" haracýný yiyebilecek bir konum kazanmýþ idi. Ve sosyalist alternatifin varlýðý "hür dünyaya" itiraz þansý tanýmýyor idi.

olan mal ve hizmetler kendi mülküne geçirilmiþ gibi bir durum doðmaktaydý. Dünya ticaretinin büyümesine paralel olarak býrakalým eskilerinin geri dönmesini yenilerinin de talep edileceði gerçeði karþýsýnda ABD'nin tüm dünyadan, basit bir yöntemle haraç topladýðýný söyleyebiliriz. Elbette ABD bu kadar akýllý idi de baþkalarý aptal mý idi? Bretton Woods anlaþmasýnýn bir maddesi, isteyen hükümetin elindeki dolarlara karþýlýk ABD'den altýn talep edebileceðini garanti ediyordu. Sistem gayet güzel iþledi. Dolar dünya ticaretinin esas parasý haline geldi ve ABD de talep oldukça dolar basýp talep edenlere ulaþtýrdý. Geliþimin farkýnda olanlardan Fransa 1969'da elindeki dolarlarý altýnla deðiþtirmek istediðini söyleyince, ABD rezervlerinin dünya üzerinde dolaþmakta olan dolar miktarýný karþýlayamayacaðý görüldü. 1971'de Nixon anlaþmanýn gereðini yerine getirmeyeceklerini ilan edince, dolarýn hýzlý bir düþüþü baþladý. Ýstikrarlý diðer paralar karþýsýnda dolar %50 deðer kaybetti. Böylece ABD'de almýþ olduðu kredinin yarýsýndan kurtulmuþ oldu. 1973'de artýk Bretton Woods anlaþmasýnýn hiçbir anlamý kalmamýþ ve iptal edilmiþti. Ayný yýl ilk dünya petrol krizi yaþandý. Petrol üretici ülkelerin oluþturduðu OPEC karteli, piyasaya sürdüðü petrol miktarýný biraz azaltarak, petrol fiyatýnýn bir yýl içerisinde 3 dolardan 12 dolara yükselmesine yol açtý. OEC bu kararý alýrken bir karar daha almýþtý, petrol fiyatlarý dolar olarak belirlenecek ve sadece dolar üzerinden satýþ yapýlacaktý. Ýþte bu dolarýn ikinci kez dünya parasý haline gelmesi anlamýna geliyordu. O kadarla da kalmýyor, ayný karar fiyat artýþýna paralel olarak elde bulundurulmasý gereken dolar miktarýný da artýrýyordu. Yani ABD dolarý artýk hiçbir sorumluluðunu üstlenmeden diðer ülkelerin sanayilerinin büyümesine paralel olarak doðacak olan dolar talebi ölçüsünde dünya piyasalarýna sürebilirdi.

Dolar Altýn ve Petrol ABD 1944 yýlýnda Bretton Woods anlaþmasýyla dünya üzerinde dolaþan dolarý altýn karþýlýðýna baðlayarak, dolarý dünya ticaretinde hakim deðiþim aracý haline getirmek istemiþti. Böyle bir giriþiminin prestijden öteye akýl almaz ekonomik yararlarý var idi. Karþýlýðý ABD hazinesinde yatan altýn olmasýna karþýlýk, dünya üzerinde dolaþacak olan sadece özel boyalý bir kaðýt idi. Bunun anlamý, dolarý çýkaran ABD'nin dünyadan hiçbir faiz ödemeksizin istediði kadar borç almasý idi. Zira bir kez dünya üzerine salýnan dolarýn, baþkalarý arasýndaki deðiþimin de araçlýðý görevini görmesi, merkez bankalarýnýn tuttuklarý rezervin önemli bir kýsmýný oluþturmasý, bunlarýn sahip olduklarý deðer üzerinden ABD'ye geri dönmesini önlüyordu. Dünya üzerinde hep belli miktarda bir dolar dolanýp duracak idiyse artýk buna ABD açýsýndan kredisiz faiz olarak da bakmaya gerek yoktu, zira artýk o dolarlarýn karþýlýðý

ABD Ekonomisindeki Nazik Nokta Petrol fiyatlarý elbetteki 12 dolarda kalmadý. Ýran-Irak savaþý esnasýnda 38 dolara kadar yükseldi. Yeniden yirmi dolarýn altýn indi; yeniden yukarýlara týrmandý. Elbette ki, böylesine saðlam bir konum edinen dolar, diðer ticaret

22


Kurtuluþ

alanlarýnda da kendisine saðlam bir yer yaptý. Artýk ABD yaptýðý ithalat için ille de bir karþýlýða sahip olmak zorunda deðildi. Sovyetlerin çöküþünün ve Çin'in de dünya pazarýna entegre oluþunun ardýndan, ABD'nin eli kolu iyice serbest kaldý. Özellikle 90'lý yýllardan itibaren dýþ ticaret açýðý, her yýl büyümeye ve muazzam bir dýþ borç birikimine yol açmaktaydý. 2005 yýlýnda bu açýk 700 milyar dolara ve toplam açýkta 5 trilyar dolara ulaþtý. 2005 yýlý sonu itibariyle ABD federal hükümet borçlarý toplamý 8,3 trilyon dolara ulaþýrken, kongre bunun 9 trilyona kadar geniþletilebilmesine izin verdi. Bu rakamýn büyüklüðünü anlaman için 2005 yýlýnda ABD milli hâsýlasýnýn 12 trilyon dolar olduðunu belirtmekte yarar var. Elbette dýþarýya olan borçlarýn yanýnda bir de iç piyasada oluþan emeklilik, sosyal harcamalar, tüketici kredileri gibi borçlanmalar var ki, 43 trilyonluk yekûnla milli hâsýlayý neredeyse dört kez katlýyor. Yani ABD ekonomisi her anlamda gelirin çok üstünde harcama yapan ve fazlayý borçlanmayla karþýlayýp bunlarý geri ödemeyen bir yapýya sahip. Bu geliþim yolundanda kiþi baþýna düþün milli gelir itibariyle bütün Avrupa ülkelerini geride býrakmýþ durumda. Dünyanýn en çok borç veren ülkesiyken en çok borçlanan ülkesi de olan ABD, bu konumunu ekonomisinin büyüklüðü yanýnda dolarýn dünya rezerv parasý olmasýna borçludur. Dolarýn bu konumunun sarsýlmasý demek, ABD açýsýndan sadece dünyadan aldýðý haracýn kesilmesi anlamýna gelmez. Bu bile kendi baþýna son derece büyük bir etkendir ama asýl öküzün büyüðü ahýrda yatmaktadýr. Dolarýn istenmeyen bir para haline gelmesi demek, varolan dolarlarýn ABD'ye geri iade edilmesi ve karþýlýðýnda alýnacak altýn olmadýðý için ABD pazarýndan özellikle deðerini zaman içinde koruyacak mallarýn alýmýna yönelinmesi demektir. Bu öncelikle gayrimenkullerdir. Böyle bir yönelimin yaratacaðý hareket de iç piyasadaki fiyatlarýn hýzla týrmanmasý ve dolarýn akýl almaz bir devalüasyona uðramasý sonucunu doðurur. Bu tüm dünya ekonomisi için 1929 krizi gibi bir krizi tetikleyebilir. Bütün piyasalar altüst olup borsalar çökebilir. Bir ABD krizinin tüm dünyanýn krizine tekabül edecek olmasý rakiplerinin ABD emri-

vakilerine karþý bir þey yapamamasý sonucu getirmektedir. Petrolün ABD'ye karþý bir silaha dönüþmesi Dolarýn yukarýda ifade ettiðim gibi bir durumla yüz yüze gelebilmesinin iki koþulundan biri, onu dünya rezerv ve ticaret parasý olmakta arkasýndan iteleyen petrolün dolarýn arkasýndan çekilmesi ise, diðeri de buna alternatif bir yapýnýn olmasýdýr. Bir dünya para birimi olarak Dolara alternatifin yaratýlmasý konusunda ilk teklifi Keynes yaptý. Ancak bu öneri itibar görmedi. ABD'nin egemen olduðu bir dünyada görebilmesi de olanaklý olamazdý. ABD hegemonyasýndan sýyrýlmaya çalýþan Avrupa boþ durmadý. Önce ECU adý altýnda genel bir para birimini ve bilahare de Euro'yu yarattýlar. Ancak Ýngiltere ve Norveç gibi ülkeler bu para birliðine dâhil olmadýlar. Apaçýk ki, bu konuda ABD baskýsý yüksek idi. Her iki ülke de petrole sahip olan ülkelerdi. Özellikle Ýngiltere iki petrol borsasýndan birine sahipti ve Euro'yu kabul etmesiyle birlikte petrol satýþlarýnýn Euro'ya dönmesi için önemli bir zorlama yaratabilirdi. Euro önce dolar karþýsýnda hýzla deðer yitirdi. 1.44 dolardan baþlayan paritesi 0.82 dolara kadar düþtü. Endiþe edecek bir durum yoktu. Biriken ABD borçlarý kimi kafalarda ciddi sorulara yol açýyor olsa da, 90'larýn sonuna kadar görünür bir sorun yok gibi idi. 1999'da dünyanýn önemli petrol ihraç eden ülkelerinden biri olan Venezuela'da Bolivarcý devrim düþünceleriyle Chavez iktidara geldi ve petrolü ülkesinin kalkýnmasý ve yoksullarýn durumunun düzeltilmesi için kullanmak kararýyla, OPEC kurallarýnýn dýþýnda petrolü hizmet ve mal karþýlýðý dýþýnda dolardan gayrý paralarla da satacaðýný ilan etti. Çok geçmeden 2002'nin Nisan'ýnda ertesi yýl Ortadoðu'daki diktatörü devirip demokrasi getirecek olan ABD tarafýndan düzenlenen bir darbe ile devrildi. Ne var ki, halk ve bir kýsým askerler Chavez'i yalnýz býrakmadýlar ve Amerikancýlarý sokaklarda kovalamaya baþlayýp iktidarý geri aldýlar. Bundan önce yine Kasým 2000'de Saddam petrolü Euro karþýlýðý satmaya karar verirken, dolar olarak Irak'a ait tüm servetleri de Euro'ya çevirmeye karar verdi. Ve iþte bu karara karþýlýk da Nisan 2001'de Amerikan hükümeti,

23


Kurtuluþ

Irak'ýn petrol piyasalarýna müdahalesinin yarattýðý istikrarsýzlýðý önlemek için askeri müdahale kararý aldý. Ve beþ ay sonrada ikiz kulelerin yýkýlmasý, ABD'nin aradýðý vesileyi saðladý. Irak'ýn bu kararý kendi baþýna kalabilecek bir karar deðildi. Bunu hemen dünyanýn deðiþik þerlerinden gelen haberler izledi. Ýran, Rusya ve Çin rezervlerinin bir kýsmýný Euro'ya çevirmeye karar vermiþlerdi. Zaten Avrupa'nýn çoðunluk ülkelerinin parasý Euro idi. Saddam'ýn bu kararý OPEC içerisinde Euro'nun kullanýlýp kullanýlmamasý konusunda tartýþmalarý da baþlattý. Ortaya çýkan tehdit karþýsýnda dolarýn deðer kaybetmeye baþlamasý tartýþmalarý daha da hýzlandýrdý. ABD geliþmeleri oturup bekleyecek olsa idi, kuþku yok ki, Irak ve Venezuela'ya Ýran da katýlacaktý. Ýran'ýn katýlmasýyla geniþleyen Euro alaný, kýsa zamanda dolarý rezerv para olmaktan kovabilir ve bir Euro istilasýna yol açabilirdi. Böyle bir geliþme ancak ekonomi dýþý yollarla durdurulabilirdi ve ABD de kurban gibi beklemek yerine müdahalede bulundu ve gidiþatý fiilen durdurdu. Ýþgalin akabindeki ilk iki eylem bunun ne kadar önemli olduðunu gösteriyor: Irak petrolü yeniden dolarla satýlmaya baþlanýrken, tüm Euro servetler de yeniden kayýplar pahasýna dolara çevrildi. Böylece akýntý durdurulmuþtu. Ýþte ABD'nin savaþtan beklediði en esaslý sonuç da bu idi: Neye mal olursa olsun Dolar'ýn dünya rezerv parasý olarak kalmasýný saðlamak. Bu baþarýldý. Dolar petrol fiyatlarýnýn üç kattan daha fazla yükselmesiyle birlikte, daha da aranan bir para haline geldi. Ama ABD arzý öyle ayarlý tutmakta ki, dolar deðer kazanmak yerine hafif hafif düþmeye devam ediyor ve ABD borçlarý da böylece azar azar erimiþ oluyor. 5 trilyon dolar borcu olan, her yýl 700 milyar dolar dýþ ticaret açýðý veren bir ülkenin bunlarý saðlama baðlamýþ olmasý, hangi masrafa deðmezdi ki? Irak'a yapýlacak masraf ne olursa olsun, 700 milyar dolardan da fazla deðil ya! Sadece bir yýlýn dýþ ticaret açýðý, ya da avantasý/haracý... Ya tüm sistemin çökmesi karþýsýndaki alternatif maliyetin para olarak ölçülebilirliði var mý? Birkaç yýlýn haracý sistemi korumak için gitse ne olur? ABD Saddam'ý durdurmak için deðil 500 milyar, birkaç trilyon da harcayabilir. O zaman Irakta rejimin istikrarýnýn olup olmamasýnýn ne kadar önemi var ki?

Kürtler, Sünniler, Þiiler birbirlerini istedikleri kadar yiyebilirler. Ýstedikleri kadar hükümetler kurup bozsunlar. Bu arada biraz da Amerikalý ölürse ne olur ki? Sistem kurtuluyor. Bush kaybetse bile ABD oligarþisi kazanmýþ oluyor. Lübnan'a Saldýrý Bir Prova Mýydý? Irak'ýn iþgaliyle acil tehlike atlatýlmýþ ve petrolün ABD'ye karþý bir silah olarak kullanýlmasýnýn bir ölçüde önüne geçilmiþ oldu. Ancak dünya üzerinde ABD'ye olan tepkiler durulmuþ deðil ve yeni geliþmeler karþýsýnda ABD'nin endiþelenmekte oluþuna hak vermemek mümkün deðil. ABD'nin arka bahçesi Güney Amerika'da Amerikancý askeri ya da asker vesayetli rejimlerin yerini ABD'nin hiç de hoþuna gitmeyen rejimler alýyor. Küba devenin tabanýndaki diken olarak durmaya devam ederken, yaranýn iltihaplanmasýna da yol açtýðýný görüyoruz. Venezuela neredeyse Küba benzeri bir ülke oldu. Küba'nýn tecridi imkansýz hale geldi. Chavez Ýsrail'in Lübnan'a saldýrýsýnýn ardýndan aldýðý anti-siyonist tutumla neredeyse bir Arap kahramanýna dönüþtü. Ýsrail Gazze'de ve Lübnan'da askerlerinin ikisinin kaçýrýlmasý ve birkaçýnýn da öldürülmesine karþýlýk olarak akýl almaz bir saldýrýya giriþti. Elektrik santralleri, havaalaný, yollar ve sayýsýz köprü yýkýldý. Bombardýmanlar Lübnan'ýn en kuzey bölgesindeki limanlara kadar uzandý. Özellikle Güney Lübnan'ý tam anlamýyla yerle bir etti ve dünya bu durumu sanki çaresizlik içinde seyretti. 250 civarýndaki Hizbullah savaþçýsýnýn dýþýnda çok büyük bir kýsmý çocuk olmak üzere 1000 civarýnda sivil insanýn öldüðü, on binlerce insanýn yaralandýðý ve bir milyon insanýn yerinden yurdundan edilip kaçmaya zorlandýðý tahmin ediliyor. Sivillere karþý olan yýkým eylemi tam olmasýna karþýn, savaþýn son gününde bile Ýsrail'e 250 roket göndermeyi baþaran Hizbullah'a diz çöktüremedi israil. Ýsrail diðer bombalarýn yanýnda bir tür yeni misket bombasý olan bombalarý da kullandý. Ateþkesten önceki üç gün içerisinde o zamana kadar kullandýðýnýn dokuz katý daha bu tür bombalardan atarak, Güney Lübnan'ý tam bir mayýn tarlasý haline dönüþtürdü. Þimdi söylenen güney Lübnan topraklarýnda mayýn gibi dokunulduðunda patlayacak olan yüz bin küçük bombanýn bulunduðu. Þimdiden bu bom-

24


Kurtuluþ

balardan kaynaklanan ölüm haberleri gelmeye baþladý bile. Ýsrail'in bu saldýrýyý askerlerin kaçýrýlmasýna bir yanýt olarak gerçekleþtirmediði, artýk herkesin kabul ettiði bir gerçek haline geldi. Olayýn bir tepki, bir mukabele olmadýðýný yine ABD'nin çevirdiði pis iþlerin kimilerini birer birer ortaya çýkarmasýyla ünlü New Yorker gazetesinin yazarý Seymour Hersh "içerden" bilgilerle bir güzel sergiledi2. Asýl amacýn Lübnan'dan Ýran'a kadar uzanan ittifakýn önce Lübnan ayaðýný kýrmak ve bunun yarattýðý fýrsat ile ikinci ayak Suriye'ye de müdahale etmek olduðu konusunda, gerçeði ortaya çýkarmak peþinde olan analizciler mutabýk durumda. Lübnan ve Suriye'nin peþpeþe düþürülmesiyle Akdeniz'le Ýran arasýnda ABD'nin önünde hiçbir engel kalmayacak ve Ýsrail'in güvenliði de tam bir garanti altýna alýnmýþ olacaktý. Hatta böyle bir hattýn oluþmasýyla birlikte TC'nin bölge açýsýndan sahip olduðu stratejik önemde ciddi bir biçimde azalmýþ olacak ve TC bu aç gözlülüðüyle Ortadoðu macerasýnýn içerisine daha kolay çekilebilir duruma gelecekti. TC basýnýna yansýyan "ah nasýl da kaçýyor tren!" aðlaþmalarý bundan baþka neye iþaret eder ki? ABD yetkililerinin inkar etmelerine karþýn Ýsrail'in bu saldýrýyý baþlatmadan çok önce ABD ile görüþtüðü ve geliþmeleri birlikte planladýklarýna iliþkin basýnda birçok haber yer aldý. Hatta ABD'nin Yugoslavya'yý havadan 78 gün bombalamasýný kendisine örnek alan Ýsrail'in Amerikalý yetkililere kendilerine bunun yarýsý kadar bir zamanýn gerektiðini söylediði de basýnda yer aldý. Gerçekten de kimi ülkelerin ateþkes çabalarýna bölgede dolanýp duran ABD dýþiþleri bakaný Condolesa Rice "þartlar olgunlaþýncaya kadar ateþkesi bir kenara býrakmak gerektiðini, ancak sürdürülebilir bir ateþkes durumu ortaya çýktýktan sonra ateþkese gidilebileceðini" söylüyordu. Bunun apaçýk anlamý ABD'nin herhangi bir þekilde katliamý durdurmak deðil, kendisinin de beklediði belli amaçlara ulaþýlýncaya kadar savaþýn sürdürülmesinden yana olduðu idi. Her ne kadar ABD ve Ýsrail yetkilileri savaþý Ýsrail'in kazandýðýný ilan etseler de savaþtan beklenen dile getirilen amaçlara ulaþýldýðý tartýþmalý görünmektedir.

Ýsrail stratejisi hava saldýrýlarýyla Hizbullah'ý bitirdikten sonra basit kara harekatýyla kalanlarý temizlemek ve buradan çýkarak da Lübnan'a ABD iþbirlikçiliði konusunda önünde engel kalmamýþ bir Hariri Hükümeti hediye etmek idi. Ama savaþ beklendiði gibi gitmediði için de hükümet meselesi de düþünüldüðü gibi olmadý. Savaþtan esasýnda neler beklenilmiþti? ABD ve Ýsrail beklentileri ne ölçüde örtüþmekteydi? Bunlarý kýsaca görmenin daha sonra atýlacak adýmlarýn kavranmasýnda yararý var. Ýsrail silahlý kuvvetleri komutaný Dan Halutz ABD'nin hava saldýrýlarýnda gösterdiði baþarýlara da dayanarak ve yine bir havacý olmak hasebiyle stratejik hava saldýrýsý anlayýþýný savunuyor. Ortadoðu savaþýnýn en kararlý savunucularýndan Dick Cheney de Lübnan'a saldýrýyý Ýran'a yapýlacak olan saldýrýnýn bir tür provasý gibi kabul etmekteydi. Amerikalý komutanlarýn birçoklarýnýn karþý çýkmasýna karþýlýk Cheney çetesi Ýran'ýn iþini bir hava saldýrýsýyla bitirilebileceði görüþünü savunmaktadýr. Hizbullah önemli karargahlarýný, Ýran'ýn nükleer tesislerini yeraltýna gömmesi gibi yeraltýna inþa etmiþti. Bu saldýrýda "usta Ýsrail pilotlarýnýn" ABD malzemesiyle "Hizbullah'ý, tilki inlerinden çýkarmaya gücü yetecek miydi?" Zira Ýran'a saldýrdýklarý takdirde benzeri bir durumla kendileri yüz yüze geleceklerdi. Bir baþka beklenti ise, Ýran'a saldýrýlacaðý zaman Hizbullah'ýn elindeki uzun menzilli roketlerden de kurtulmuþ olmak gerekiyordu3. Bu birkaç yüz km menzilli roketler Ýsrail'in önemli merkezlerine, Telaviv ve Hayfa'ya kadar ulaþabiliyordu. Askerlerin kaçýrýldýðý günün ertesi Zelzal'lerden biri Haifa'yý vurmuþtu. Ancak bu amaçlar bu kadar büyük yýkýmýn nedeni olamazdý; bir baþka önemli amaç da Þiileri Hizbullah'a karþý isyana sürüklerken, Sünni ve Hýristiyan Lübnanlýlarý da hem Hizbullah'a hem de Þiilere karþý öfkeyle doldurmak idi. Böylece yýkýmýn bir nedeni Ýsrail ise, diðer nedeni de Þiiler olarak görülecekti! Bu geliþmelerin sonucu olarak da artýk Lübnan'da tam bir Amerikan iþbirlikçisi rejim yerleþtirilebilir ve yeni bir Ürdün yaratýlmýþ olabilirdi. Bu amaç konusunda da ABD'nin hava saldýrýlarý sonucu Ýran'a halkýn mollalara

25


Kurtuluþ

karþý isyan edebileceði beklentilerinin bir benzerliði olduðunu belirtmek gerekiyor. Condolessa Rice'ýn "ulaþýlmasý gereken amaçlar"dan söz ederken bun uda kastettiðini düþünebiliriz. Ama olaylar baþka türlü geliþti. Tüm Lübnan halký Hizbullah'a sempatisini iletti. Hükümet bile teþekkür etmek zorunda kaldý. Hizbullah sorumlu ilan edilmek yerine vatan savunucusu ve Nasrallah da Arap dünyasýnýn yeni bir kahramaný oldu. Bakalým BM gücü yardýmýyla bu durum tersine çevrilebilecek mi? Amaçlananlarýn hiç birisi gerçekleþemedi ve tam tersine Hizbullah prestiji yükselmiþ olarak iþin içinden sýyrýldý. Eðer yenilgiyi kabul etmeyecek iseler, -ki, Ýsrail ve ABD savaþýn kazanýldýðýný söylüyor- o zaman ulaþýlamayan amaca ABD-Ýsrail ikilisinin bir baþka biçimde ulaþmak isteyeceklerinden kuþku yok. Þimdilik, Ýran'dan Lübnan'a uzun menzilli roket gelmesini engelleme ve Hizbullah'ýn kendisini toparlamasýný engelleme tedbirleri alýyorlar. Akdeniz'den gerçekleþtirilen kuþatma yanýnda Türkiye'nin Ýran'dan gelecek her türlü uçaðý engellemesi de son derece önemli. Ýran'dan Suriye'ye ulaþabildikten sonra, Ýran roketlerinin Hizbullah'ýn eline geçmesi mesele deðil. Onun için de hemen Suriye sýnýrýna BM kuvveti konulmasý gündeme geldi ve Suriye de buna þiddetle tepki gösterdi. Bu durumda nakliyatý engelleme görevinin esasý Türkiye'ye kalýyor. Ve TC bu görevi þimdiye kadar Ýran uçaklarýný inmeye zorlayarak yerine getirdi. Roketlerin gidiþi belki engellenmiþ olabilir ama Hizbullah'ýn bombardýmanlarda evi yýkýlanlara 40'000 Dolar'a kadar yardýmlar yapmasýna bakýlýrsa bir baþka trafiðin engellenemediði ortadadýr.

kendisi ilan etmektedir. Kuþkusuz Petrolü ABD'ye karþý bir silah olarak kullanabilecek iken, bir de yanýna nükleer silah ilave eden Ýran'a laf anlatabilmek iyice zor olur. Kuzey Kore bunun iyi bir örneði olarak ortada duruyor. Böyle bir geliþmenin önünü alabilmek için ABD, sekiz yýl boyunca Saddam'ý Ýran'a karþý savaþta destekledi. Nihayet baþka türlü olmayacaðýný gördüðü ve artýk dünya dengeleri de elverir duruma geldiði için kendisi doðrudan müdahale etti. Irak'a müdahale edilirken, Ýran'da þer ekseni denilen saldýrý hedefleri arasýnda ilan edilmiþ idi. Ancak fiiliyata geçirilmesi, Irak'ta saplandýklarý direniþ çýkmazýnýn sonucu olarak bu yýl içerisinde gündeme getirilebildi. ABD'nin eskiden beri acil tehlike olarak gördüðü ülkelere saldýrý planý olarak ifade edilen CONPLAN 8022-02 adlý bir planýndan söz ediliyor. Bu plana 2003 yýlýnda nükleer silahlarýn da söz konusu hedeflere karþý kullanýlmasý Bush hükümeti tarafýndan eklendi. ABD istihbarat kaynaklarýndan basýna sýzan bilgilere göre, Beyaz Saray 2006 Ýlkbaharýnda Hava Kuvvetlerine Ýran'ýn nükleer tesislerine sonuç alýcý bir darbe indirecek bir plan hazýrlamasý emrini verdi. Ve yine iddialar bu planlarýn Ýsrail'le birlikte gerçekleþtirildiði ve ilk denemenin Lübnan'da yapýldýðý doðrultusunda. Her ne kadar deney hiç de beklenilen sonuçlarý vermemiþ görünse de, Beyaz Saray ve özellikle Cheney çetesi iþi bir baþarýsýzlýk olarak görmediðini ilan etti. Olumsuzluktan da ders çýkarýlabileceði kuþkusuz bir gerçek! Demek ki, böyle yapmamak gerekiyor. Ama gerçekleþebilecek ihtimallerin bazýsýnýn böylece azalmýþ olduðunu söyleyebilmek de olanaklý deðil. Ýsrailin Lübnan'a karþý gerçekleþtirdiði bu saldýrý ABD destekli bir prova idiyse, ABD'nin zaten zor olan iþi Ýran'da fena halde zorlaþtý demektir. Ülkeyi yerle bir ederek halký mollalardan soðutabileceðini düþünen ABD, þimdi Lübnanlýlarýn Hizbullah'a duyduklarý yakýnlýktan Ýranlýlarýn da mollalara yakýnlaþabileceði sonucunu çýkarabilir. O zaman rejim deðiþikliði bir hayal olarak kalmak zorunda. Saldýrýsýyla Ýran rejimini deðiþtiremediði takdirde, Irak'ta, Lübnan'da, Suriye'de ve tüm Ýslam dünyasýnda durum ne olacaktýr? Bütün bir Saddam diktatörlüðü boyunca Þiilere kucak açmýþ, onlarý askeri

Ýran'a Saldýrý Mümkün Mü? ABD nasýl Irak'ý terörizmin yataðý ve kitle imha silahlarý imal edip bunlarý teröristlere verecek þer ekseninin unsurlarýndan biri olarak görüp iþgal etmek gerektiðini iddia ettiyse, asýl gerekçelerini burada da gizleyerek Ýran'ýn nükleer silahlar imal etmekte olduðu ve bu nedenle engellenmesi gerektiðini öne sürmektedir. Ne var ki, Hindistan'ýn Þangay Beþlisine katýlmasýný engelleyebilmek için onlara nükleer teknoloji satacaðýný bizzat President Bush'un

26


Kurtuluþ

ve politik olarak eðitmiþ ve þimdi de Irak'a geri göndermiþ olan Ýran'ýn etkisi silindi mi acaba? Sadr, Ýran'dan ne kadar uzaktýr? ABD'ye olan düþmanlýðýna bakarak bunu çýkarmak zor deðil. Ya köken olarak Ýranlý olan Sistani acaba Amerikalýlarla kendisini pek mi mutlu hissediyor? Ýran'a karþý giriþilecek, hele Lübnan türü bir saldýrý karþýsýnda sessiz kalabilmek olanaklý olacak mýdýr? Arap dünyasýnda doðan infialin tahtýný tehdit ettiðini fark eden Suudi Kralýnýn Amerikalýlardan Lübnan'a saldýrýyý hemen durdurmasýný istemesi, Türkiye'yi bu iþte kendisine ortak olarak satýn almaya kalkýþmasý çok þeyleri göstermektedir. Lübnan'da yapýlan provanýn verdiði çok önemli bir sonuç da, ABD destekli siyonist saldýrýnýn beklenenin tam tersine Þii-Sünni ayýrýmýný ortadan kaldýrdýðý gibi Hýristiyanlarý da yanýna çekebildiðidir. ABD saldýrýsýnýn Ýran'da hýzlý bir rejim deðiþikliðine neden olamamasý durumunda, gerek Ýsrail'in güvenliði ve gerekse ABD açýsýndan geriye kalan Ýran'ýn büyük sorunlar yaratacaðý bir gerçektir. Birincisi petrol fiyatlarý akýl almaz bir hýzla yükselecektir. Denebilir ki, bundan yine ABD kar eder. Ancak Çin'in bu iþten hiç hoþnut olacaðýný düþünmemek gerekir ve bugünden görünen bir köy olduðu için de ABD'nin muhtemel bir saldýrýsýna karþý tutumunu ona göre ayarlayacaðýdýr. Yine Rusya ve Çinin Ýran'la geliþtirdiði ekonomik iliþkilerin ABD saldýrýsýna karþý ciddi bir direnç yaratacaðý ve bu iki ülkenin Ýran'ý saldýrýya karþý koruyacak askeri tedbirler konusunda destekleyeceðidir. Zaten çoktandýr Rusya Ýran'a nükleer santral yanýnda deðiþik türden füzeler satmaktadýr. Ýran'ýn kendi geliþtirdiði 2000 km'den daha fazla menzilli füzelerin de Çin ve Rusya desteðinin dýþýnda oluþtuðunu düþünmemek gerekir. ABD saldýrýsý kuþku yok ki, Iraklý ve Lübnanlý Þiileri hem ABD hem de Ýsrail'e karþý harekete geçirecektir. Ýþin Þiilerle kalmayacaðý ve tüm Ýslam dünyasýnda anti-amerikan tutumlarýn ve eylemlerin geliþmesine neden olacaðý kestirilemeyecek bir sonuç deðildir. ABD'nin uþaklýðý görevini þimdiye kadar güvenle yürütmüþ olan Pervez Müþerref'in bu öfke fýrtýnasý içerisinde bir darbeye uðramasý ve elindeki nükleer imkanlardan Ýran'ý yararlandýrmasý çok düþünülemeyecek bir þey deðildir. Ayrýca

Ýsrail'in zamanýnda pek gürültü çýkarmadan gerçekleþtirdiði Irak nükleer tesislerini bombalama eyleminin deneyleri de Ýran'ýn önünde durmaktadýr. ABD Ýran'ýn nükleer tesislerini yok etme imkanýna kavuþsa bile, bu dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya yol açabilecek riskleri de peþinde sürükleyecektir. O zaman neler olabilir? Ýsrail harekatý bir anlamda Ýran'a karþý ABD operasyonunu geciktirdi. Hem Ýsrail operasyonunun bir alev gibi Suriye'yi de saramamasý, hem de Hizbullah'ýn direniþinin gücü ve halkýn birleþmesi, Washington'da Ýran'a yapýlacak hava harekatýna karþý olan kimi askeri uzmanlarý haklý çýkararak operasyonun en azýndan geriye attý. Aðýr bir hava saldýrýsýyla iþi halledebileceði düþüncesinde olan Cheney çetesinin bu görüþüne karþý Amerikalý deniz, hava ve kara ordu komutanlarý, kara harekatýnýn mutlaka gerekeceðini iddia etmekteydiler. Ve Ýsrail'in Lübnan harekatýyla da bu görüþlerini kanýtlamýþ oldular. Lübnan savaþýndan önce bir çok analizci Ýran'a saldýrýnýn Eylül ayýndan itibaren gerçekleþebileceðini söylüyordu. Her ne kadar CIA Ýran'ýn henüz nükleer silah üretme potansiyelinden 5-10 yýl uzakta olduðunu söylese de, saldýrganlýðý yüzünden varoluþunu varolupyokolma meselesi haline getirmiþ olan Ýsrail'in telaþý büyük ve ABD'yi bir an önce Ýran'a karþý bir eyleme geçmeye zorlamaktadýr. Mossad'ýn Ýran'ýn iki yýl içinde nükleer silah yapacak kapasiteye ulaþacaðýný tespit ettiði söylenmektedir. Eðer yukarýda yaptýðýmýz analizlerde ortaya koyduðumuz ABD'nin haraççý bir imparatorluk olarak varlýðý devam ettirme açýsýndan ciddi tehlikenin olduðu bir gerçek ve bugünkü devam ettirmenin her türlü masrafa deðeceði de bir o kadar gerçek ise, bütün bu anlattýklarýmýza raðmen ABD bir bahanesi bulup Ýran rejimini devirecektir. Ya da anlaþmanýn yolunu bulmasý gerekiyor. Ancak anlaþma koþullarýnda vazgeçmesi gereken çok olduðu ve bu vazgeçilecek olanýn da dünyanýn haracýný kolayca yemek olduðu aþikar. Elbette ABD bu noktaya gelecek ama muhtemelen iyice hýrpalanýp dizlerinin üstüne çökeceðini hissettiði bir momentte olacak bu. Henüz elini salladýðýnda ellisini indirebildiði bir güce sahip

27


Kurtuluþ

iken anlaþmayý denemesi söz konusu bile deðil. Görünen o ki, ABD þimdi Irak'ý iþgalde izlediði politikadan daha farklý bir yönelime girmekte ve eski müttefikleriyle bir konsensüs yaratarak Ýran'ý önce tecrit etmeyi ve bilahare de rejimin devrilmesi için giriþimlerde bulunmayý deneyecektir. Irak'ta yaratýlan manzaranýn benzerinin Ýran'da da yaratýlmasý beklenebilir; Bu noktada Türkiye'ye ve Irak'a oynatýlabilecek önemli roller olabilir. Ýsrail ve ABD þimdi dünya kamuoyunda uyandýrdýklarý tepkileri yatýþtýrmaya ve barýþ için iþbirliðine açýk olduðu havasýný yaratmaya yatmýþ durumda. Suriye'yi de iþin içine çekebilecek yeni bir savaþ kýþkýrtmasý imkaný, Ýsrail'in elinde her zaman mevcut. Bunun tezgahýný þimdiden kurmuþ durumda. Ýddiaya göre, uzun ve orta menzilli roketlerin hepsini yok etmiþmiþler. Þimdilik Hizbullah'ýn elinde sadece kýsa menzilli Katyuþa roketleri kalmýþ. (bunlarýn hepsinin yalan olduðuna hiç kuþku yok!) Eðer BM güçlerinin kontrol ettiði alan korunursa bu roketler de Ýsrail'e ulaþamazlar. Ve tabi bundan sonra asýl önemli olan nokta, kazara bir takým roketler günün birinde Telaviv'i vurur ise, bu demektir ki, bunlar Hizbullah'a Suriye tarafýndan verilmiþtir ve Lübnan hükümeti söz verdiði veçhile sýnýrý denetleyememektedir. O zaman Ýsrail kendi güvenliðini kendisi gerçekleþtirir! Ýþte size basit bir savaþ gerekçesi. Kýsacasý ABD ve Ýsrail, canlarýnýn istediði zaman ilan ettikleri ateþkesi planlarýný gözden geçirmek, dünya kamuoyunu yatýþtýrmak, baþkalarýný da suça ortak etmek ve dünya kamuoyunun daha kabul edebileceði gerekçeler üzerinden savaþý yeniden baþlatýp geniþletmek için bir ara zaman olarak kullanmaktadýr.

koparken TC yetkilileri ile ne konuþtuðuna iliþkin de hiçbir þey duymadýk. Hâlbuki dünya basýnýnda yer aldýðý biçimiyle, Ýsrail, beklenen kýsa sürede Lübnan'da iþini bitiremeyip, Ýslam dünyasýnda þiddetli tepkilere yol açýp, Nasrallah'ý bir Arap kahramaný haline getiriverince, etekleri tutuþan Kral Abdullah, önce ABD'den savaþý durdurmasýný talep etmiþ. Ve akabinde de daha BM kararý filan yokken, bizim Hükümetin bölgeye asker göndermeye pek bir hevesli olduðuna tanýk olduk. Ýçi þeytan dolu akýllar hemen bu durumu Abdallah'ýn Türk hükümetini Ortadoðu macerasý için satýn aldýðý doðrultusunda yorumlar yapmaya baþladýlar! Ancak bu yorumlarýn sadece þeytandan kaynaklanmadýðýný kestirebilmek için Hizbullah'ýn ve lideri Nasrallah'ýn Þii olmasýna karþýn bütün Müslümanlar arasýnda prestij kazanmasý yine Þii olmasýna karþýn Ahmedinejadýn da bir ABD saldýrýsý karþýsýnda ya da bir baþka vesile ile Ýslam dünyasýnýn bir baþka kahramaný haline gelebileceði düþüncelerini kuvvetlendirdi. Irak'ýn kaderinin henüz baðlanmadýðý ve nüfusunun %60'ýnýn Þii olduðu, Kuveyt dahil birçok körfez ülkesinde önemli bir Þii nüfusun bulunduðu ve hatta Suudi Arabistan'ýn petrolünün en önemli kýsmýnýn bulunduðu Batý kesimlerinin nüfusunun bir kýsmýnýn Þii olduðu gerçeði, Suudi ailesini "Ýran Ýslam devriminden" beri zaten düþündürmekteydi. Lübnan savaþýnýn yarattýðý telaþ, iþlerin ucu kaçmadan müdahale etmeyi zorunlu kýlmýþtý. Bu durumu göz önüne getirdiðinde insan þu soruyu sormadan edemiyor: Kral Abdullah Erdoðan'a "Girin þu iþe, feyz allahtan, parasý benden!" dememiþ midir acaba? Sermaye sermaye4 diye kývranan TC oligarþisinin böyle bir teklifi reddetmesi düþünülemezdi. Ve tüm körfez macerasý boyunca hükümetlerin dýþýnda askeriye ilk kez böyle hevesle atladý Lübnan çýkarmasýnýn üstüne. Ama kimseden emir almayacaklar! Öyle oralarda canlarý istediði gibi dolanýp duracaklar ve Abdullah da bunun için onlara para verecek ve iþ o kadarla da kalmayacak, bu dolanýp durmanýn hatýrýna da ABD PKK'yi bir güzel hal edecek! Afganistan'a da savaþmak için gitmemiþti Türk askeri. Ve bugüne kadar da savaþmadýlar

Müslüman Kardeþlerimiz Kimi Korumaya Gidiyor? Ýsrail'in Lübnan'a saldýrýsýnýn son günlerine doðru Suudi Arabistan kralý Abdullah bin Abdülaziz 17 uçak dolusu þürekasýyla düþtü geldi. "Turizmi canlandýracakmýþ, petrolden çok para toplamýþ da nereye yatýracaðýný bilemiyormuþ vs. vs." Onun için gelmiþmiþ! Gerçi hangi yatýrýmlarý yapacaðý, nerenin turizmini canlandýracaðýna dair basýnda somut bir þey görmedik. Ve yine Lübnan'da kýyamet

28


Kurtuluþ

Savaþçý bir örgütün mensuplarý, savaþ durumu ortadan kalkmadan silahsýz gezecekler? Bu olanaklý bir þey deðil. Bunlarýn neler üreteceðini göreceðiz elbette. Yeni durumlarýn nasýl yeni görevler yarattýðýný baþka yerlerde sýkça gördük. Nasýl Afganistan'a savaþmaya çaðrýlmamýþ olan NATO güçleri iþlerin sarpa sarmasý durumunda bugün birden savaþa katýlmaya çaðrýlýyor ise, aynýsýnýn Lübnan'da cereyan etmesini engelleyecek hiç bir þey yoktur ve TC'nin de elini bir kere taþýn altýna soktuktan sonra kimi emperyalist ülkeler gibi kendi adýna geri adým atma kararý vermesi ise, çok kayýplarý göze almadan mümkün deðildir. Bu karmaþýk manzara karþýsýnda þimdi þu soruyu da kamuoyuna insani yardým için Lübnan'a gidildiðini söyleyen Baþbakan ve "bombacý "iyi çocuklarýn" hamisi yanýtlamalý: BM gücü eðer iki taraf arasýnda tarafsýz bir güç ve savaþý durdurmak amacýyla oraya gitmiþ ise, neden Ýsrail topraklarýna ya da her iki tarafa birden konmuyor da sadece Lübnan topraklarýna konuyor? Madem Hizbullah'a karþý bir tutum olmayacak neden böyle? Cümle alem biliyor ki, yapýlmak istenen taþlarý baðlayýp köpeklerin salýverilmesidir. Savaþan taraflardan biri Hizbullah "terörist" bir örgüt olarak bir punduna getirilip silahsýzlandýrýlmaya çalýþýlacaktýr. Onun için de 15.000 kiþilik BM ordusu Lübnan topraklarýnda bulunacaktýr. Bunun yeterli olmayacaðý bilindiði için de, ABD ve Ýsrail gemileri denizden kuþatmayý sürdürürken, Ýsrail hava ve kara birlikleri bölgedeki operasyonlarýna serbestçe devam edeceklerdir. Bizimkiler ne derlerse desin, daha açýk sözlüler durumun ne olduðun net olarak ortaya koyuyorlar. Ýtalyan dýþiþleri bakaný D'Allema Time dergisindeki açýklamasýnda þunu söylüyor: "Askerimizi Lübnan'a gönderiyoruz, çünkü Ýsrail'in güvenliðini garanti altýna almak istiyoruz". Hepsi bu kadar. Herhalde buna karþýlýk TC Baþbakaný "onlar Ýsrail'i korurken biz de Hizbullah'ý ya da Lübnan'ý koruyacaðýz!" demeyecektir.

sahiden. Ancak þimdi birden iþler deðiþmeye baþladý. Taliban saldýrýlarý karþýsýnda þaþkýnlýða uðradýklarýný söyleyen NATO komutaný James Jones diðer NATO güçlerinin de savaþa katýlmalarýný istedi. Ve NATO bu meseleyi görüþmek üzere acilen toplanýyor. Pis bir iþte suç ortaðý oldun mu bir noktadan sonraki pisliklere "ben karýþmam" demenin olanaðý kalmýyor. Suç ortaklýðý, sizden kaynaklanan nedenlerle sizi yeni suçlara ister istemez sürüklüyor. Ýþlerin kamuoyunu aldatmak, tepkileri yumuþatmak için söylenen yalanlardaki gibi olmadýðýný ve Birleþmiþ Milletler kuvvetlerinin orada ne yapabileceðini önümüzdeki aylar bize gösterecek. Ve iþin altýndan kalkamayan kader ortaklarýnca ortalýðý bulandýran sorumlular hep birlikte tespit edilip gereðinin yapýlmasý yoluna gidilecek. Kim bulandýrabilir ortalýðý? Hizbullan, bir; Suriye, iki; Ýran, üç. "Lübnan sýnýrýndan Hizbullah'a silah ikmali yapan Suriye'nin" bu eyleminin engellenmesi görevi Ýsrail yanýnda bakalým baþka kime düþecek? Henüz iþlerin bu noktaya ulaþmadýðý bir momentteyiz. Dolaysýyla bunlar spekülasyon olarak görülebilirler. Durumun incelikleri hariç bu doðrultuda geliþeceðini gösteren çok miktarda iþaret vardýr. Kimileri bu iþaretleri gizlemeye kimileri de açýða çýkarmaya çalýþýyor. Olaylarýn geliþimi bunu apaçýk ortaya koyacak olsa da, mesele önceden görebilmek ve karþý tutumlarý geliþtirebilmektedir. Bu noktada gizlenmek istenenleri açýða çýkaracak birkaç noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi BM genel sekreterinin de güvence verdiði þekliyle BM gücünün Hizbullah'ý silahsýzlandýrmak gibi bir görevinin olmadýðýdýr. Gerçekten böyle bir açýk madde henüz ortada yok ama5 ateþkesin güvencesi olarak verilmiþ olan sözler olduðu söyleniyor. Bunlardan biri Suriye-Lübnan sýnýrýnýn Lübnan ordusu tarafýndan sýkýca korunacaðýdýr. Bunun nasýl bir provokasyon kapýsý açtýðýný yukarýda anlattýk. Bir diðer söz ise Hizbullah savaþçýlarýnýn silah taþýmayacaðýna dair Hizbullah'ýn söz verdiðidir. Bu sözün de içerisinde nasýl bir provokasyonu taþýdýðýný görmek zor deðildir.

***** Bütün göstergeler bir biçimde Irak'ta

29


Kurtuluþ

baþlayan istilanýn adým adým Suriye, Lübnan ve Türkiye'yi de içine alarak Ýran'a doðru ilerlediðin gösteriyor. TC bu geliþmede bir kez daha Kürt meselesinden kurtulabileceðinin olanaklarýný görerek hevesle iþin üstüne atlamýþ bulunmaktadýr. Ýran'a geniþleyecek bir savaþýn baþarý kazanmasý durumunda ortaya çýkabilecek en önemli durum, bölgede ABD ile Þiiler arasýnda bir ittifakýn gerçekleþmesi ve bunun sonucu olarak da Türkiye'nin stratejik önemi düþerken, Kürtlerin belki de tümüyle ABDÝsrail ittifak iliþkilerinin dýþýna itilmesi olacaktýr. Bu gerçekleþmesi daha zayýf bir ihtimal olarak ortaya çýkar iken, daha kuvvetli ihtimal bölgenin on yýllara yayýlan sonu belirsiz savaþlarla çalkalanýp gitmesidir. ABD'nin elbetteki böyle bir durumdan da

kaybedecekleri vardýr. Ne var ki, onun açýsýndan "þer ekseninin" özellikle iki devleti, Irak ve Ýran petrolü kendisine karþý bir silah olarak kullanamadýktan sonra tüm kayýplar bir biçimde telafi edilebilecek türden kayýplar olarak görülmektedir. Bu gerçeði görebilecek Ortadoðu halklarýnýn yapacaðý tek þeyin de bölgesel bir ittifak içerisinde ABD emperyalizminin bölgeden kovulmasý ve bölge devletleri arasýnda federasyona ilerleyen demokratik bir iliþkiler sisteminin kurulmasýdýr. Böyle bir görev bizlerce esas alýnýr ise, bunun bugünden ortaya çýkan gereði de Kafkaslar ve Balkanlarý da içerisine alacak bir bölgesel örgütsel iliþkiler aðý ve mücadele birliði olmalýdýr.

* * *

30


Kurtuluþ

1-STRATEGIC ENERGY POLICY CHALLENGES FOR THE 21ST CENTURY Report of an Independent Task Force Sponsored by the James A. Baker III Institute for Public Policy of Rice University and the Council on Foreign Relations 2- Kendisi ABD'nin Vietnam'da yaptýðý Mai Lai köyü katliamýný ortaya çýkararak, o zamana kadarki Amerikan gazeteciliðinin yönünü deðiþtiren gazeteci olarak ün salmýþtýr. Onun bu insanlýk hizmeti sadece ABD'deki muhalefetin karakterinin deðiþmesine neden olmamýþ, tüm dünyada Amerikan emperyalizmine karþý her türden insanýn haklý bir tepkisinin geliþmesine de yol açmýþtýr. Yakýn tarihlerde ABD'nin Irak'ta Abu Garib cezaevinde tutuklulara tecavüz dahil ne tür iþkencelerin yapýldýðýný belgeleriyle ortaya koymuþtur. Böyle olgularýn örnek olaylar olarak ortaya konulmasý, ABD'nin Vietnam'da "insanlýðý komünizmden kurtarýrken" nasýl aþaðýlýk bir muameleye tabi kýlmak istediðinin, Irak'ta Saddam diktatörlüðünden Araplarý ve Kürtleri kurtarýp, demokrasiyi getirdiðini iddia ederken, demokrasi bir yana hiçbir insanlýk deðerine kulak asmadýðýnýn açýkça anlaþýlmasýna yardýmcý olmaktadýr. Politikanýn büyük, asaletli görünen kimi laflarýnýn böyle hakikatleri ortaya koyarak tuz buz olmalarýný ve arkalarýndaki iðrençliklerin gözler önüne serilmesini saðlayan böyle gazetecilere insanlýðýn çok þey borçlu olduðunu hep akýlda tutmak gerekir. 3- Ýsrail kaynaklarýnýn verdiði bilgiye göre Hizbullah'ýn elinde savaþtan önce aþaðý yukarý 500 orta menzilli, Ýran yapýmý Fecr-3, Fecr-5 roketleri, 30 civarýnda da uzun menzilli Zelzal roketleri ve 12'000 adet de kýsa menzilli roket var idi. Kullanýlanlar kullanýldý ama Ýsrail'in Lübnan üzerine 9.000 uçuþ yapmasýna, yetmeyince kara birlikleriyle saldýrmasýna raðmen roket depolarýný bulmasý pek olanaklý olmadý. 4- Telekom gibi bir büyük iþletmenin yarýsýndan fazlasýnýn neredeyse bedavaya Suudi sermayesine satýlmasýnýn, Hariri ailesinin 160 milyon dolara Türkiye'de banka satýn almasýnýn ardýndaki iliþkilerin, alýnan politik kararlarda ne türden bir yerinin olduðunu araþtýrmýþ deðiliz. Hele %55'i 6.55 milyar dolara Suudi-Ýtalyan ortaklýðýna satýlan Telekom'un arkasýndakiler özellikle bulup çýkarýlmak durumundadýr. Zira hiçbir ticari akýl, kendisini dört yýldaki karýyla finanse edebilecek, müþterisi garantili olan bir iþletmeyi bu fiyata ve ancak 1.3 milyar dolar peþinatla satmayý kabul edemez. Üstelik kalan miktar da %2.5 gibi düþük bir faizle beþ taksitte ödenecek. Telekom'un geçen dört yýldaki karýnýn 21 milyar dolar olduðu söylenmektedir. Böyle ticaretlerde ana kural "gör beni, göreyim senidir." Ve bir kez de böyle tatlý bir ticaret kurulduktan sonra alýþveriþ baþka alanlara doðru da geliþtirilebilir. Tabi burada kat'iyyen TC baþbakanýný töhmet altýna sokmak gibi bir niyetimiz yoktur! Bu iþin ticari yaný. Peki bu mahut OGER Suudi sermayesinin Lübnan'la münasebeti ne? Çok basit. Þirketin kurucusu ve sahibi öldürülen Lübnan baþbakaný, Hafýz Esad'ýn baþa getirdiði Rafik Hariri... Ve þimdiki baþkan yardýmcýsý birader Muhammed Hariri Türk Telekom'a neden yatýrým yaptýklarýna, sorduðumuz sorularý haklý kýlacak bir açýklama getiriyor: "Yatýrým kararý alýrken bizim için asýl olarak politik ve ekonomik istikrar önemlidir. Ancak AKP'nin islami referansý güçlü bir parti olmasý yatýrým kararýmýzý vermemize yardýmcý olmuþtur."(Hürriyet) Ýzahtan varestedir... Bu Rafik Hariri öylesine "mübarek" bir adam ki, Baþbakanýmýz 2005 yýlýnda Lübnan'ý ziyaret ettiðinde mezarýný ziyaret etmeden edemiyor. Öldürülmesinden dolayý Suriye suçlanmýþ ve Lübnan'da bulundurduðu "Arap barýþ gücüne" ait birliklerini derhal çekmesi istenmiþ ve aksi takdirde ABD tarafýndan çektirileceði tehdidi de bunu izlemiþti. 5- BM kararýnda üç yerde 1559 sayýlý BM kararýna atýfta bulunuluyor. 1559 sayýlý BM kararýnýn Ýsrail'in bölgedeki egemenliðini destekleyen en vahim karar olduðunu söylemek mümkündür. Bu karar, 1976'da Lübnan, Mýsýr, Suudi Arabistan ve Kuveyt'in katýlýmýyla Lübnan'daki iç savaþý bitirmek amacýyla yapýlan Riyad Anlaþmasý gereði "Arap Caydýrma Gücü" olarak Lübnan'da 30.000 (Suriye bunu 1979'da yapýlan Taif Anlaþmasý ile kademeli olarak 10.000'in altýna indirmiþtir) asker bulunduran Suriye'nin Lübnan'dan çýkarýlmasýna ve Hizbullah'ýn silahsýzlandýrýlmasýna yönelikti. Hizbullah'ýn silahsýzlandýrýlmasý 1680 sayýlý kararla bir kez daha dile getirildi.

31


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Homeros’tan Bush’a Savaþ Üzerine Notlar

B

iliyorum tarih hayli geçti ama, yýlýn her günü söylenmesinde de sorun yok: 1 Eylül Dünya Barýþ Günü'müz kutlu olsun! Dünya üzerinde, sanýrým kýrký aþkýn bölgede savaþ ve iç çatýþmalarýn sürdüðü bir tarihsel dönemde, "barýþ" kelimesinin ne ifade ettiðini anlamasak da, Barýþ Günü'müz herkese kutlu olsun! Sömürünün ve sömürgeciliðin hâlâ silinip atýlamadýðý bir dünyada barýþýn gerçekleþmesi umudunun olmadýðýný bilmemize raðmen, sömürülü ve sömürgecili bu dünyada Barýþ Günü'müz kutlu olsun! Çevik kuvvetli, özel timli, köykoruculu, Jitem'li, ülkücülü ve baþlarýnda seksen yýllýk ýrkçýlýðýn ifadesi ay yýldýzlý kalpaklarýyla Kýzýl Elmalý tören alaylarýmýz, özel savaþ oyunlarýyla Dünya Barýþ Günü'nü en muhteþem þenliklerle çoktan kutlamýþlardýr zaten. Harbokulu da katýlmýþtýr mutlaka 30 Aðustos asker bayramýndan hemen sonra 1 Eylül Dünya Barýþ Günü kutlamalarýna. Savaþ mesleðini öðrenen Harp Okulu öðrencilerinin gýrtlaklarýný yýrtarak söyledikleri marþlarla taçlanmýþtýr mutlaka 'barýþ' bir daha: Yýldýrýmlar yaratan bir ýrkýn ahfadýyýz, Tufanlarý gösteren, tarihlerin yadýyýz,

XWE Metin Ayçiçek 32


Kurtuluþ

***

savaþýn bilinebilen en eski yazýlý öyküsü. Homeros Destanlarý ise, soyluluðun özellikleri arasýnda, 'kahramanlýk' olarak sayar bireyin savaþ yeteneðini. Ilyada ve Odysseia destanlarýnda savaþýn övüldüðü yüzlerce bölüm vardýr: "Erlere ün veren savaþ" olarak taçlandýrýlýr savaþ1. Tarým ile çoban yaþamýnýn ayrýþmasý, toplumsal geliþimin niteliksel olarak temelden deðiþimine neden olan ilk iþbölümlerinden biridir. Ýþbölümündeki bu ayrýþma, insan topluluklarý arasýndaki iliþkilere 'kavga' kültürünü de sokmuþtur. Önce eski uygarlýklarýn mitolojik öykülerinde; daha sonra ise tek tanrýlý dinlerin düþüncelerinde, bu iþbölümünün etkisi açýk olarak tanýmlanmýþtýr. Sümer mitolojisi, yeterince bilincinde olmadýðý toplumsal evrimin bu aþamasýný, Dumuzi ile Enkimdu Mitosu'nda, sembolik kavramlarý kullanarak, doðaüstü yorumlarla anlatarak kuþaklara aktarmaya çalýþýr. Bu mitos, tarým ile çoban yaþamlarý arasýndaki çatýþmanýn öyküsüdür. Sümer tanrýçalarýndan Ýþtar (Ýnanna) kendisine bir koca seçmek ister. Koca adaylarý çoban-tanrý Dumuzi (Tammuz) ile çiftçi-tanrý Enkimdu'dur. Enkimdu'nun sahip olduklarýndan çok daha fazlasýna sahip olduðunu iddia eden Tammuz (Dumuzi), kendisini bu sevdadan vazgeçirmek isteyen Enkimdu'ya karþý direnir. Kendisine (rüþvet olarak) sunulan hiçbir hediyeyi kabul etmez. Sümer öyküsü, henüz kanlý savaþ sahneleri sergilemeden kavgayý sürdürür. Toplumsal dönüþümün baþlarýdýr henüz ve bu nedenle 'savaþ' henüz toplumsal gelenekler içerisinde çok fazla övgüyü gerektiren bir yere sahip deðildir. Sýnýfsýz toplumlara ait eþitlikçi iliþkileri fiilen kaybetmiþ olsa da, giderek zayýflayan bir biçimde de olsa bilinçte bunu hala yaþatmaya devam eden çok tanrýlý Yunan mitoslarý, toplumda, eþitlikçi siyasal sistem arayýþlarýný da bu nedenle bir süre sürdürürler. Baþlangýçta demokratik sistemlere yöneliþ vardýr. Ve bu dönemlerde, Yunanlýlar biri erkek biri diþi iki savaþ tanrýsýna sahiptir. Tanrýlarýn babasý Zeus'un kýzý Athena ve yine Zeus ile Hera'nýn oðullarý Ares. Savaþýn genel özellikleri, savaþ tanrýlarýnýn tanýmlarýnda içselleþtirilmiþtir: "acýmak nedir

Aslýnda bu yazý, 'Savaþ ve Barýþ Üzerine Notlar' olarak tasarlanmýþtý. Ama ne yazýk ki barýþ üzerine not bulmak neredeyse mümkün olmadý. Dünya neredeyse bütünüyle savaþýrken, barýþ yoktu ortada. Notu da olamazdý. Politikaya olmasa da, felsefeye düþülen notlar ise hiç de iç açýcý deðildi. Barýþ sözcüðünü daima savaþa iliþkin görevler tamamlamaktaydý. Örneðin Machiavelli, hükümdarýn görevlerini tanýmladýðý ünlü eserinde, "bir hükümdarýn, üzerine çalýþmasý gereken tek konu savaþtýr; onun için barýþ, yalnýzca bir soluk alma dönemi olmalýdýr" derken, kapitalist devlet iktidarlarýnýn önüne neredeyse biricik görev olarak getirmekteydi savaþý. Demek ki, eski Yunan filozoflarýndan Cicero'nun "barýþlarýn en haksýzýný, savaþlarýn en haklýsýna yeðlerim" demesi de gelecek kuþak düþünürlerin düþünmesine yetmemiþti. Yýllardýr, "yurtta sulh, cihanda sulh" anlayýþýnýn, devletin temel prensibi olduðunu söyleyen TC'nin, halkýn refah düzeyinden gasbederek, savunma (iç güvenlik-dýþ güvenlik) adýyla tanýmlanan 'savaþ' için ayýrdýðý bütçe payý, neredeyse genel bütçenin dörtte birine yakýndýr. Peki, halkýn refah düzeyini yükseltecek 'barýþ' için genel bütçeden ayrýlan pay ne kadardýr, biliyor musunuz? Bilemezsiniz elbette, çünkü böyle bir þey yoktur. Savunma bakanlýðýmýz vardýr, savaþ güçlerinin baþýnda. Ýyi de, sabah akþam barýþýn meziyetlerini övüp dururken, ve barýþ isteðimizi, toplum olarak böylesine 'içten' dile getirirken, barýþ çalýþmalarýný düzenlemek, desteklemek, geliþtirmek, yaygýnlaþtýrmak için bir 'barýþ' bakanlýðý var mýdýr, dünyanýn her hangi bir ülkesinde, bir devlet yapýlanmasý içerisinde? Ve dünya halklarý ayný aðýtlarý söylemeye devam ediyor: "Ah o Yemen'dir, suyu çemendir; giden gelmiyor, acep nedendir?" *** Antikçað Yunan felsefesinden hatta Destanlar Dönemi'nden çok önce, Mezopotamya topraklarýndan, Sümer mitolojilerinden baþlýyor

33


Kurtuluþ

bilmeyen, katý yürekli, duygusuz bir savaþ tanrýçasý"dýr Athena. Aslýnda saldýrmak amacýyla deðil, savunmak amacýyla varlýðýný oluþturmuþ bir þehir savunma tanrýçasýdýr. Uygarlýðýn, yani el sanatlarýnýn, yerleþik tarýmýn koruyucusudur. Yaban hayvanlarýný ilk evcilleþtiren, at için dizgini keþfeden odur. Öteki savaþ tanrýsý Ares de son derece katý yürekli, kana susamýþ biridir. Ama Homeros'a göre, savaþ tanrýsý Ares de, savaþlarýn genel karakteri gibi, sadece kana susamýþ deðil, ayný zamanda çok da korkaktýr. Kahramandýr ama gerektiðinde arkasýna bakmadan kaçar. Belli ki Yunan Savaþ Tanrýsý Ares de, çoðumuz gibi, "erkekliðin onda dokuzu kaçmaktýr" sözüne inanmaktadýr. Caný yanýnca boðalar gibi böðürerek çýðlýklar atar. Yunan mitosunda Savaþ Tanrýsý Ares, "savaþ alanýna tek baþýna inmez, yanýnda yardýmcýlarý vardýr: kýzkardeþi Eris (Kavga), ile Eris'in oðlu Çekiþme... Savaþ Tanrýçasý -Athena- da üç adamýyla (Yýlgý, Titreyiþ, Ürküntü) yardým eder ona. Hep birden ilerlemeye görsünler, ortalýðý çýðlýklar kaplar, topraðýn üstünden sel gibi kanlar akar." Tanrýlarýn sembolleri olan kuþlardan Savaþ Tanrýsý Ares'in sembolü, leþ yiyerek yaþamýný sürdüren Akbaba'dýr. Her ziyaretinde ortalýk kan gölüne döndüðü için, Yunanlýlar Ares'ten çok hoþlanmaz, onu gördüklerinde hemen kaçmaya baþlarlardý. (Savaþtan kaçma geleneði Yunan kültüründe yüzyýllar boyunca yaþayacaktýr. Bizans da 'saldýrgan' olarak tanýmlanamayacak toplumsal yapýlardan biriydi. Ve siyasal sorunlarýn, diplomatik yollarýn iþletilmesi sonucu uzlaþmacý barýþçý- yöntemlerle çözümlenmesi anlayýþýna sahip olmayan savaþa dayalý Osmanlý kültürü, Bizans'ýn bu türden diplomatik çabalarýný aþaðýlayarak, bu türden giriþimleri 'Bizans Oyunlarý' olarak adlandýrmýþtýr. Bu deyim, çok daha sonra, siyasal çatýþmalarda uygulanan 'iç entrikalarý' tanýmlayan bir kavram olarak kullanýlmýþtýr.) Emperyal (yayýlmacý) bir anlayýþla biçimlenen Romalýlarda ise, Yunanlý Ares'in aksine Savaþ Tanrýsý Mars büyük öneme ve toplumsal desteðe sahiptir. " Onlara -Romalýlara- göre, parýltýlý zýrhlar içinde üstün, soylu bir görünüþü olan ve hiç yenilmeyen bir tanrýydý Mars. Romalýlar da Mars'ý gördükleri zaman,

Yunanlýlarýn yaptýðýný yapmazlar, kaçmayýp, savaþ Tanrýsý'na doðru, 'yüce bir ölüme' koþarlardý." Tek tanrýlý bir din olan Musevilik ile birlikte bu Sümer öyküsü, baþka bir versiyonla, 'Kain ile Habil' öyküsü olarak yazýya geçer. "Söz konusu mitos, tarlalarýný süren topraða yerleþmiþ köylü ile, üzerine yerleþilmiþ verimli topraklara komþu bölgelerde yaþayan ve sürekli olarak bu topraklara girme giriþiminde bulunan yarý göçebe çoban topluluklar arasýndaki ardý arkasý kesilmeyen kavgalarý temsil eden bir nitelik kazanmýþtýr." Ýslam inanýþýnda Habil ve Kabil öyküsü de bu mitosun son versiyonudur. *** Arkeolojik kazýlardan elde edilen bilgilerden, insanlýðýn tarihinin ilk çaðlarýnda kullanýlan araçlarýn hiçbirinin, insanýn insana karþý yapacaðý savaþlar için hazýrlanmadýðýný öðreniyoruz. Yapýlan bütün silahlar, sadece avcýlýkta kullanýlmak üzere tasarlanmýþtýr. Ýnsana yönelik kullaným ise, av sahalarýna yönelik tecavüzler gibi kabile yaþamýnýn bütününe yönelik tehlikeleri savuþturmak için, kabilenin toplu olarak gerçekleþtirdiði savunma anlarýnda olmaktadýr. Bu tür bir toplumda, savaþmak için organize edilmiþ, mesleði sadece savaþçýlýk olan özel bir örgütlenme görülmemektedir. Kabilenin üretim düzeyi, böylesi bir gücü besleyebilecek bir düzeyde deðildir. Sýnýfsýz toplumlarda korunmaya yönelik savunma savaþlarý, sýnýflarla birlikte insanýn insaný köleleþtirmek için kullandýðý bir araçtýr artýk. "Bütün çalýþma kollarýndaki - hayvancýlýk, tarým, ev sanayii- üretim artýþý, insan emekgücüne kendisine gerekenden daha çoðunu üretmek yeteneðini kazandýrdý. Bu, ayný zamanda, her gens, ev topluluðu ya da karý-koca ailesi üyesine düþen günlük iþ tutarýný artýrdý. Yeni emek-güçlerine baþvurmak gerekli duruma geldi. Savaþ bunlarý saðladý: savaþ tutsaklarý köle haline getirildiler." Ve böylece birinci büyük toplumsal iþbölümü ile köleler ve köle sahipleri (yönetenler ve yönetilenler) olarak iki temel sýnýfa ayrýlan yeni toplumsal biçimlenme, kadýnýn köleleþtirilmesi ve erkek egemenliðinin zaferini de yarattý. Avcý erkek, üretimden elde ettiði

34


Kurtuluþ

silah kullaným yeteneðini savaþta uygulayacak, ve yeni ekonomik sektörün sahibi olacaktýr. Küçük zanaatlarý tarýmdan ayýran ikinci büyük toplumsal iþbölümü sonrasýnda, deðiþim yöntemlerinin geliþmesi ve ticaretin önemli bir ekonomik sektör olarak ortaya çýkmasý ile, (Barbarlýk Çaðý'nýn orta ve yukarý aþamasý) toplumda özgür yurttaþ-köle ayrýmýnýn yaný sýra, zengin-yoksul ayýrýmý da ortaya çýkar. Bu ekonomik deðiþime uygun olarak toplumun gens (aþiret) yapýlanmasý deðiþime uðramak zorundadýr. "Halkýn askeri þefi -rex, bazileus, thiudans- vazgeçilmez, sürekli bir görevli durumunu kazanýr. Askeri þef, konsey, halk meclisi; iþte gentlice örgütlenmenin, bir askeri demokrasi olmak için dönüþmüþ bulunan organlarý bunlardýr. Askerî -çünkü savaþ ve savaþ için örgütlenme, þimdi halk yaþamýnýn düzenli görevleri haline gelmiþtir. Servet sahibi olmayý, yaþamýn baþlýca ereklerinden biri gibi gören halklarda, komþularýn serveti tamah uyandýrýr. Bunlar barbar halklardýr; yaðma etmek, onlara, çalýþarak kazanmaktan daha kolay, hatta daha onurlu görünür. Eskiden yalnýzca bir zorbalýðýn öcünü almak, ya da daralan bir topraðý geniþletmek için yapýlan savaþ, þimdi yalnýzca yaðma için yapýlýr, ve sürekli bir sanayi kolu durumuna gelir. Yeni müstahkem kentlerin çevresinde korkutucu surlarýn dikilmesi nedensiz deðildir; bu surlarýn hendeklerinde, gentlice örgütlenmenin kuyu gibi mezarý açýlýrken, kuleleri uygarlýk içinde yükselir." Ýlk sýnýflý toplumlarda sadece özgür yurttaþ asker olabilir, sistemin gereði. Çünkü toplumsal ekonomik üretimde en büyük yere sahip olan köle emeðinin asli kaynaðýdýr savaþlar. Yani, savaþan birey köle sahibi olabilir ancak. Yani savaþ, toplumun ekonomik zenginliðinin üretiminde en önemli araçlardan biridir artýk. Ve o günden bugüne deðiþen bir þey olmaz.

meci yaklaþýmlar elbette gerçeðin bütününü ifade edemez. "Rüzgar eken, fýrtýna biçer!" Ýnsaný köleleþtirmek için örgütlenen savaþ, kölenin özgürleþmesi için örgütlenen savaþýn da nedeni oldu. Böylece artýk savaþtan deðil, haklý savaþ ya da haksýz savaþlardan söz eder olduk. Elbette her sosyalist, her zaman, halklar arasýndaki savaþlarýn "barbarca ve canavarca" olduðu konusunda ortak bir anlayýþa sahiptir. Ancak, savaþ gerçeðini, toplumun sosyoekonomik yapýsýnýn özelliklerinden ayýrmadan ele alarak deðerlendirir. Komünal örgütlenmenin bozulmasý; kölecilikle birlikte ve giderek tamamen kendi karþýtý haline dönüþen gentlice toplumsal örgütlenme, "kendi iþlerini özgürce düzenleme ereði gözeten bir aþiretler örgütlenmesiyken, komþularýný soyan ve ezen bir örgütlenme olur; ve sonuç olarak -bu yeni örgütlenmenin- önceleri halk isteminin araçlarý olan organizmalarý, kendi öz halkýna karþý, özerk egemenlik ve baský organizmalarý durumuna gelir." Sýnýflara bölünmüþ olan toplumda, her zaman, çýkarlarý zýtlýk gösteren sýnýflar arasýnda bir çatýþma söz konusu olacaktýr. Bu çatýþmalardan bazýlarý uzlaþmaz bir karaktere sahiptir. Ýþte, komünal toplumun yabancýsý olduðu bu çatýþma hali, bütün toplumun varlýðýný tehlikeye sokacak boyutlara týrmanabilir. "Karþýt iktisadi çýkarlara sahip sýnýflarýn, kendilerini ve toplumu kýsýr bir savaþým içinde eritip bitirmemeleri için, görünüþte toplumun üstünde yer alan çatýþmayý hafifletmesi, 'düzen' sýnýrlarý içinde tutmasý gereken bir güç gereksinmesi kendini kabul ettirir.; iþte toplumdan doðan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancýlaþan bu güç devlettir." Bu yeni yapýlanma, toplumun egemenlerinin elinde bir 'yönetme' aracý olarak 'askerlik' ve 'ordu' gibi özel bir örgütlenmeye gereksinim duyar. Ve sýnýflý toplumlarýn bütünü için temel karakteristik özellik olarak, yönetenlerin elinde yönetilenlere yönelik daimi savaþ örgütü böylece var olur. Bu tarihin muhasebesini bir matematikçiye, ünlü Pascal'a yaptýralým: "Mal eþitliði, hiç kuþku yok ki doðrudur ve adalete uygundur ve yasaldýr. Ama doðruya boyun eðmek yasal kýlýnamayýnca, kuvvete boyun eðmek doðru görülmüþ; adalet, kuvvetle desteklenmeyince, kuvvet adaletle desteklenmiþtir. Böylece de adaletle kuvvetin bir arada olmasý ve yüceler

*** Her savaþý böyle tanýmlamak mümkün mü peki? Özgür yurttaþý köleleþtirmek için savaþan köle sahibinin savaþý ile kölelerin özgürlüðü için savaþan Spartaküs'ü ayný tanýmlar içinden deðerlendirmek mümkün mü? "Savaþ, savaþtýr! Hangi amaçla yapýlýrsa yapýlsýn, sonuçta insanlar ölmektedir ve bu nedenle de kirlidir, kötüdür" türünden genelle35


Kurtuluþ

yücesi barýþýn gelip ülkeye yerleþmesi saðlanmýþtýr." Demek ki, savaþlar ile bir toplumun sýnýflara bölünmüþlüðü arasýnda doðrudan bir illiyet baðý vardýr. O halde, sýnýflar ortadan kalkmadan, savaþlarýn ortadan kalkacaðýný düþünmek, boþ bir hayalden baþka bir þey olamaz.

emperyalizm boyutuyla birlikte ise savaþ ve savaþ ideolojisi ekonomik ve politik sistemin üretken dayanaklarýndan biri haline gelmiþtir. Elbette, geçmiþ tarihsel dönemlerle kýyaslanmayacak boyutta yayýlarak ve tahribatýný olaðanüstü ölçülerde artýrarak. Zira bu toplumlarda savaþ ve özellikle savaþ ideolojisinin üstlendiði görev, sadece baþka toplumlarýn zenginliklerinin gaspý ile sýnýrlý deðildir. Ulusun yaratýlmasýnda ve ulusal birliðin saðlanmasýnda, iki temel propagandaya gereksinim vardýr: Birincisi, ulusun, 'baþkalarýyla' olan onurlu farklýlýklarýnýn, doðadan aldýðý 'üstünlükleri'nin abartýlý olarak sýkça tekrarý. Toplumun baþarmak için gereksinim duyduðu 'kudretin', genetik özellikleri taþýyan damarlarýndaki kanda, kanýn asaletinde var olduðu türünden ýrkçý söylemler, söz konusu ulusu bütünüyle ötekinden (insanlýðýn genelinden) koparabilmek için yapýlan tanýmlardýr. Ýkincisi ise, varlýðýný devam ettirebilmek için asil ulusun "öteki" (baþkalarý, düþman) karþýsýnda birliðinin zorunluluðu propagandasý, iç politikanýn en temel öðesi haline getirilir. Düþmanýn kendisinin gerçekte bir tehlike olup olmamasý önemli deðildir artýk. Önemli olan, böyle bir tehlikenin varlýðýna halklarýn inandýrýlmasýdýr. Ýþte yerli malý bir örnek: "Oðlum, Vasiyetnameyi bitirdim, kapatýyorum...Öðütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düþman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düþmanýdýr. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlýlar tarihi düþmanlarýmýzdýr. Bulgarlar, Almanlar, Ýtalyanlar, Ýngilizler, Fransýzlar, Araplar, Sýrplar, Hýrvatlar, Ýspanyollar, Portekizler, Romenler yeni düþmanlarýmýzdýr. Japonlar, Afganlýlar ve Amerikalýlar yarýnki düþmanlarýmýzdýr. Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Abazalar, Boþnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düþmanlarýmýzdýr. Bu kadar çok düþmanla çarpýþmak için iyi hazýrlanmalý. Tanrý yardýmcýn olsun. ((N. Atsýz. 4 Mayýs 1941) Baþka halklarýn inkarý üzerinden yaratýlmaya çalýþýlan ulusal toplumlar, "milli birliðin" diri kalmasýný saðlamak için, 'düþmanlýk' kavramýný iþlerler. Ýçerde milli birlik duygusu, ülkeyi çepe çevre çeviren dýþ düþmanlar tezi üzerinden

*** Prusyalý savaþ teorisyeni general Clausewitz, savaþ üzerine düþünceleriyle çaðdaþýmýz sayýlabilir. Clausewitz, savaþý, özündeki gerçeðe dayandýrarak yeniden tanýmlar: "Savaþ, insan iliþkilerinin bir biçimidir... Savaþ, siyasal, ekonomik, tarihsel bir olgudur... Savaþ, kendisini doðuran siyasal sistemden ayrýlamaz... Savaþ, politikanýn bir aracýdýr." Homeros'ta tanrýlarýn iradesi, tanrýlarýn iþi olarak tanýmlanan savaþ, daha sonraki çaðlarda da ahlaki deðerlerle yüklü misyonlarýn aracý olarak tanýmlanmaya devam etti. Bir zamanlar kutsal din adýna Haçlý Seferleri ya da Cihad olarak milyonlarý peþine takarak ölüme sürükleyen bu kara büyü, uluslarýn yeþermeye baþladýðý kapitalizmin þafaðýnda, 'ulusal' misyonlarla taçlandýrýlarak kutsandý. Ýþte, Clausewitz'in Savaþ Üzerine isimli eseri, "tekniksiz ve kutsal kahramanlar savaþýndan, teknolojiye dayalý ve kutsal-olmayan mühendisler savaþýna geçiþin teorik çerçevesini oluþturmaktaydý. Yani savaþýn dünyevileþmesinin bir cins manifestosu olmaktadýr." Ve böylece, "savaþýn o zamana kadar sahip olduðu büyüyü bozmuþtur" Yani, sýnýflý toplumlardan beri bütün toplumlarda savaþ, sosyoekonomik yapýnýn hem bütünleyicisi, hem sonucu olmuþtur. Egemenliðin sýnýrlarýnýn geniþletilmesinin biricik yolu olarak kabul edilmiþ, sömürgeci talanýn tanrýsý haline gelmiþtir. Sadece Osmanlý Devleti'nin, yaþamýnýn son dört yüzyýlýnda toplam 232 yýl savaþmýþ olduðunu hatýrlamak bile, savaþýn sömürgeci toplumlar tarihindeki yerinin ne olduðunu yeterince gösterir. (XVI. yy 80.5 yýl; XVII. yy 89 yýl; XVIII. yy 23 yýl; XIX. yy 39.5 yýl.) Kapitalizmle ve özellikle kapitalizmin

36


Kurtuluþ

geliþtirilir. Düþmanla dolu olan böylesine bir coðrafyada ise savaþa her zaman hazýr olmak gerekir: Milli birliðin çýkarlarý için grevler yasaklanabilir, haklar kýsýtlanabilir, ekmek küçülebilir, düþünce yasaklanabilir. Kapitalizm, savaþlarýn, çýkar gerçeðinin bir yansýmasý olduðunu açýk ifadeden çekinmez. Rahip Malthus savaþlarýn yararýný öve öve bitiremez. "Salgýn hastalýklar ve savaþlar, çoðalan nüfusun azalmasý için çok önemli iki araçtýr" diyerek, dualarýnda tanrýdan salgýn hastalýk, yöneticiden savaþ ister.

*** Bilimci Darwin, doðada savaþýn esas olduðunu öne sürer. Darwin'den aldýðý materyali kullanan Sosyaldarwinizm ise nazizmin felsefî temellerini oluþturur. "Savaþ esastýr" derler, Darwin'den alýnan ýrkçý tezlerden yola çýkarak sosyaldarwinistler. "Savaþ esastýr, çünkü doðada olduðu gibi toplumlarýn yaþamýnda da, güçlünün yaþam hakký vardýr. Ve birbiriyle kýyasýya giriþtikleri kavgada, güçlü olanýn zayýf üzerinde egemenlik hakký vardýr. Ve zayýfýn yaþam hakký olamaz." Irkçýlýðýn, ýrkçý milliyetçiliðin düþünce kurgusunun temel direðini oluþturan bu anlayýþ, savaþý toplumlar arasý ve toplum içi çeliþkilerin çözümünde uygulanan son politik araç olarak algýlamak yerine, toplumlarýn geliþiminin temel motoru olarak güdülmesi gereken sürekli bir amaç olarak ele alýrlar. "Savaþ, tarihin deðiþmezlerinden biridir, ve uygarlýk ya da demokrasiyle ortadan kalkmamýþtýr. Yazýlý tarihin son 3500 yýlýnda sadece 270 yýl savaþ görülmedi" diyerek bildiðimiz tezi aktarýr Bozkurt Güvenç ve bu düþünceyi bir cümle ile özetler: "Savaþý insan türünde doðal ayýklanmanýn ve rekabetin nihai biçimi olarak kabul etmekteyiz." Ve barýþýn gerçekliðine asla inanmayan askeri stratejistler, barýþ yanlýlarýný þöyle aþaðýlar: "Tarihin askeri yorumunda savaþ nihai söz sahibidir, ve korkaklarla budalalar dýþýnda herkes tarafýndan doðal ve gerekli kabul edilir. Bir filozof bile, birazcýk tarih biliyorsa, uzun bir barýþýn, bir ulusun savaþçý adalelerini ölümcül biçimde zayýflatabileceðini kabul edecektir." Güvenç'in kendisi ise barýþtan umudunu kesmemiþtir yine de. Savaþ'ýn eðitimle kazanýlan bir düþmanlýk üzerine oturduðunu saptayarak, sorunu buradan çözmeyi önermektedir. En azýndan adýmlarýný atmak mümkündür. Basittir önerisi: Eðitimlerimizde, "Ego versus baþkalarý" ("baþkalarýna karþý ben") yönelimini, "ego ve baþkalarý" ("baþkalarý ve ben") biçiminde deðiþtirmek. Ýyi de kolay mý bunu saðlamak? Zor olduðunu o da biliyor ama denemek zorundayýz diyor: ""O barýþý belki de yüreklerimizde daima parlayan dördüncü ýþýkta bulabiliriz: Kardeþ

*** Savaþ, zýt çýkarlara sahip sýnýflar/uluslar arasý politikanýn araçlarýndan birisi olduðuna ve uzlaþmaz (antagonist) çýkar çatýþmalarýnýn sonucu olarak ortaya çýktýðýna göre, bu tür bölünmüþlüðü yaþayan bir toplumda (ya da dünyada) savaþlarýn kaçýnýlmaz olduðundan söz ederek, önemli bir þey söylemiþ olmayýz. Ama, böylesi bir analizin önemi, üretilecek barýþ politikalarýnýn kurgulanmasýnda belirgin olarak ortaya çýkacaktýr. "Ýnsanlýk, sonuç olarak, kýsaca iki tür 'barýþ' tanýr, bilir, yaþar, kabul eder olagelmiþtir: Birincisi, güçlünün, gücü yoluyla, savaþ ve þiddete dayanarak dayattýðý barýþ, yani galibin diktat'ý olmuþtu hep. Ýkincisiyse, güçlerin, þiddet kullanma irade ve yetilerinin dengelenmesi yoluyla kurulan, yani yine güce ve þiddete, sinmeye, sindirmeye, misilleme tehdidine dayanan denge biçiminde ortaya çýkmýþtýr... Burada sadece 'þiddetin olmadýðý ortam'dýr barýþ, 'savaþýn yokluðu'dur, sadece düzen ve istikrardýr, sadece kanun ve nizam hâkimiyetidir." O halde sýnýflý toplumlar çaðýnda ne sýnýf savaþlarýnýn (içsavaþ) ne de devletler arasý savaþlarýn bütünüyle ortadan kalkabileceðini düþünmek, ancak güzel bir düþ olarak deðerlendirilebilir. Buradan, hiç olmazsa teorik düzlemde, bugünden geleceðe yönelik yapýlabilecek bu saptamayý Engels'ten þöyle alabiliriz: "Eðer uluslar arasý barýþ saðlanacaksa, önce kaçýnýlmasý mümkün olan bütün ulusal sürtüþmeler giderilmeli, her halk baðýmsýz ve kendi evinin efendisi olmalýdýr."

37


Kurtuluþ

Sevgisi'nde!"

gereksinmedir, doðadaki unsurlarýn çatýþmasý kadar gereklidir; biyolojik yönden de yerinde sonuçlar verir, çünkü bu sonuçlar, varlýklarýnýn temel özellikleriyle ilgilidir" diyerek savaþýn kaçýnýlmazlýðýna, neredeyse bir kader olduðuna bizleri inandýrmak ister. "Almanya, Almanya her þeyden üstün Dünyadaki her þeyden üstün" diyen Alman ulusal marþýnýn Fransýz ya da Türk kardeþininkinden hiçbir farký yoktur. Irkçýlýðýn sembolik ismi haline gelen Hitler, insanýn amacýný þöyle tanýmlar: "Ýnsan, hiç bir zaman Kâinatýn hâkimi olmak gayesine gerçekten eriþtiðine inanmak gibi bir hataya düþmemelidir... Aksine, âlemin hükümranlýðýnýn esaslý lüzum ve zaruretini idrak eylemeli, ve kendi hayatýný yükseltmek için lüzumlu olan o ebedî mücadele ve ebedî gayret kanunlarýna ne kadar karþýt kaldýðýný anlamalýdýr." Ve Hitler ýrkçý düþüncelerini savaþla bütünleþtirir. Kavgam adlý yapýtýnda savaþýn amacýný ýrkçý motiflerle donatýr: "Irkçýlýk, ýrklarýn eþitliðine asla inanmaz. Irkçýlýk, dünyayý yöneten kutsal iradeye uyarak, en iyinin ve en kudretlinin zaferini kolaylaþtýrmak, kötü ve zayýf olanlarýn boyun eðmesini saðlamak görevi ile yükümlüdür." Barýþ ise, ancak bir dünya devletinin varlýk koþullarýnda, bir dünya devletinin bütün dünyada egemenliðinin sonucu olarak var olabilir. Nazizmin kutsal kitabý 'Kavgam' bunu þöyle ifade ediyor: "Bu dünyada sulh telakkisinin zaferini bütün kalbiyle isteyen herkes, dünyanýn Almanlar tarafýndan istilâsý gayesine bütün kanaatiyle kendini baðlamalýdýr. Ýyi veya fena, harplere nihayet vermek, sulhü temin etmek için bu zaruridir. Realitede sulhperver, insaniyetçi ideal, ancak diðerlerine faik (üstün) olan insanýn, dünyayý zapt ve diðerlerini tâbiyeti altýna aldýðý gün mükemmel bir þey olacaktýr." Hitler, böylesi bir dünya sistemini 'Yeni Düzen' olarak tanýmlýyordu. Günümüzde emperyalist-kapitalist sermayenin küreselleþmesi ardýndan baþlatýlan dünya ölçeðinde siyasetin küreselleþTÝRilmesi süreci; yani, ABD eliyle gerçekleþtirilmeye çalýþýlan Dünya Devleti (Ýmparator) düþüncesi de Hitler'in düþüncesiyle ayný deðil midir?

*** Orduda bir teðmen olan Fransýz ClaudeJoseph Rouget L'isle'nin ürettiði Fransa milli marþý Marseillaise: "Silah baþýna yurttaþlar! Savaþ sancaðý açýldý. Ýþaret verildi" diye baþlar sözlerine. Ve vatan aþký için savaþa çaðrýlýr insanlar marþýn devamýnda. "Ey kutsal vatan aþký, öç alacak kollarýmýza yön ve güç ver!" diyerek. Elbette varlýk nedeni 'savaþ' olan silâhlý gücün bilinçli bir üyesinden baþka söz çýkmasý da beklenemezdi. Fakat, demokrasinin kalelerinden biri olarak düþünülen bir ülkede, 1792 yýlý savaþ koþullarý içinde yazýlmýþ olan bir marþýn 200 yýl boyunca ulusal marþ olarak kalabilmesi hangi gerekçeyle açýklanabilir ki? Örneðin 1980'lerde, Avrupa'da barýþ hareketinin olaðanüstü boyutlarda yaygýnlaþtýðý bir tarihte milli Fransa'nýn kim bilir günde kaç kez tekrar ettiði milli marþýnýn "Aux armes, citoyens! Formez vos bataillons / Silah baþýna yurttaþlar! Tabur olun!" sözleri nasýl bir ideolojinin ürünüdür? Sorunun yanýtý da sorunun tarihi kadar eskidir: Sýnýflarýn sýnýflarý sömürüsüyle biçimlenmiþ bir sistemin mirasý ve ifadesidir çaðýmýzda savaþ. Sömürücü-sömürgeci sistemin bütünleyicisidir. Varlýðýný sömürüye dayalý olarak biçimlemiþ sýnýflarýn, egemenliklerinin devamý için kaçýnýlmaz olarak gördükleri bir araçtýr. Ve bir zaman geldi, Fransa'nýn bu ayýbýný bir sanatçý temizlemek istedi. Eski tenis þampiyonlarýndan olan müzisyen Yannick Noah bu marþýn sözlerini "Bir düþün yurttaþ! Birlik olalým, kardeþçe yaþayalým" diye deðiþtirdi. Ve kýyamet koptu bütün Fransa'da. Fransa ayaða kalktý. Barýþ öneren bir milli marþ olamazdý. Diðer halklarla kardeþlik öneren bir millilik anlayýþý olamazdý. Çünkü milli birliðin pekiþtirilmesi, baþka halklara düþmanlýk düþüncesi üzerinden geliþtirilmekteydi yüzyýllardýr. *** Pangermenizmin askerî kuramcýsý General Friedrich von Bernhardi "Savaþ biyolojik bir

38


Kurtuluþ

***

Fransýz iþçi sýnýfý ve bütün ezilenlerin kendi burjuvazisine karþý açtýðý ve Paris Komünü ile taçlandýrdýðý sýnýf savaþý da; burjuvazinin gerici bir sýnýf karakterine ulaþtýðý dönemlere gelene kadarki ulusal kurtuluþ savaþlarý da, bir despotik yönetime karþý sürdürülen özgürlük savaþlarý da, baþka devletler tarafýndan iþgal altýnda tutulan topraklarda halklarýn iþgale ya da sömürgeciliðe karþý sürdürdükleri baðýmsýzlýk savaþlarý da genel olarak ilerici karakterde, meþru ve haklý savaþlardýr.

Savaþlar, bir ulusun kendi içindeki sýnýflar arasýndaki biririne zýt çýkar çatýþmasýnýn ürünü olabileceði gibi, ulus-toplumlar arasýnda, devlet egemenliðini elinde tutan farklý 'ulus' egemenleri arasýnda gerçekleþebilir. Açýktýr ki, Birinci ve Ýkinci Emperyalistler Arasý Paylaþým Savaþlarý'nda olduðu gibi, uluslar arasý çatýþmalar, bütünüyle egemen sýnýflar arasý çatýþmalardýr. Üzerine vurgu yaparak bir kez daha söylemek gerekir: Ülkeler arasýnda, ulusal sürtüþmelerden kaynaklý savaþlarýn altýnda da elbette sadece ayný neden yatmaktadýr. Ulusun efendilerinin zenginliklerini ve çýkarlarýný geliþtirmek amacýyla, bir diðer ulusun efendilerine karþý açtýklarý savaþlarýn bedeli, sonuçta, bu savaþýn galiplerinin çýkarlarýndan tamamen baþka çýkarlara sahip olan halklara ödettirilir. Bu nedenle sosyalistler, bir yandan savaþlarý bütünüyle tarih sahnesinden silecek olan bir sýnýf savaþýmýný sürdürürken, diðer yandan, egemenlerin kendi çýkarlarýný geliþtirmek amacýyla açtýklarý ülkeler arasý savaþlara karþý da bir savaþým sürdürürler. Ve her sosyalist, ilk saldýranýn kim olduðu gibi görünür gerekçeler üzerinde oynamadan, "ezilen, baðýmlý, eþit olmayan devletin, ezen, köleci, soyguncu 'büyük' devlete karþý kazanacaðý zaferi sevgi ile karþýlar." Ama, sosyalistler, egemen sýnýflarýn kendi aralarýnda giriþtikleri çýkar çatýþmalarýnýn ifadesi olan ülkeler arasý savaþlarda, "ana yurdun savunmasý" gerekçesiyle, þu ya da bu egemen sýnýfýn (ve devletinin) yanýnda yer almazlar. Tersine, böylesi savaþ ortamlarýnda, "ana yurdun savunmasý" adýna kendi devleti yanýnda savaþmak yerine, savaþý bir içsavaþa dönüþtürerek, kendi egemenlerinin iktidarýna karþý yönlendirmeleri gerekir. "Gerici bir savaþta, devrimci bir sýnýf, hükümetinin yenilmesini istemekten baþka bir þey yapamayacaðý gibi, hükümetinin askeri baþarýsýzlýklarý ile onu devirme imkanlarýnýn arttýðýný görmemezlik de edemez." Biz sosyalistler, "ezilen sýnýfýn ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak aðalarýna, ücretli iþçilerin burjuvaziye karþý verdikleri savaþlarýn haklýlýðýný, ilerici karakterini ve gerekliliðini tamamen kabul ederiz." Spartaküs'ün köle sahiplerine karþý ya da

*** Hitler ile çaðdaþ olan Kemalizm'in önde gelen müritlerinden Mahmut Esat Bozkurt, 1930 yýlýnda, üniversitelerde ders olarak okuttuðu Türk Ýnkýlâbý Tarihi'nde, "Türkün en kötüsü, Türk olmayanýn en iyisinden iyidir" demekte ve Hitler'in ýrkçýlýk tanýmýný Türkiye için yeniden düzenlemekteydi: "Sadece Türk milletinin bu memlekette milli haklar isteðinde bulunma hakký vardýr. Diðer unsurlarýn böyle bir hak talebinde bulunmalarýna imkân tanýnmaz... Gerçekleri saklamanýn gereði yoktur. Türkler bu memleketin yegâne efendileridir. Türk orjininden gelmeyenlerin bu memlekette sadece bir haklarý vardýr: Asil Türk milletine kusursuz olarak hizmetkârlýk ve kölelik etmek!" Atatürk'ün baþbakaný Þükrü Saraçoðlu ise Türk politikasýnýn ve 'Türk' kavramýnýn içeriðini Meclis kürsüsünden þöyle tanýmlýyordu: "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacaðýz. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduðu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir!" Baþbakan'ýn mecliste ayakta alkýþlanan bu konuþmasý hakkýnda, daha sonraki ýrkçý-faþistlerden Türkeþ bile þöyle konuþacaktýr: "Ýktidardaki baþbakan Þükrü Saraçoðlu'nun milliyet anlayýþýndaki ýrkçýlýk, dozuna ancak Hitler'in nasyonalizmindeki cermen ýrkçýlýðý dozu denk gelebilirdi... Saraçoðlu'nun bu demecinin dýþýnda o günün devleti her alanda ýrkçý bir tutum içindeydi." Türkeþ bu sözleri ýrkçýlýkla yargýlandýðý bir davada, 1942 de söylemiþ ve Türk devletinin resmi geleneksel politikasýnýn ýrkçý olduðunu, dolaysýyla kendi politik düþüncelerinin suç sayýlmamasý gerektiðini kanýtlamaya çalýþmýþtýr. 1980 sonrasý ayný Türkeþ, bu kez kendisini

39


Kurtuluþ

yargýlayanlara, "benim düþüncelerim iktidarda, oysa ben tutukluyum, ne tezat" dememiþ midir? Hitler'le bütünleþme bu kadarla sýnýrlý deðildir Nihal Atsýz: "Dünya bir çarpýþma alanýdýr. Yaratýcý kuvvet, dünyayý bir çarpýþma düzeni içinde yaratmýþ, yaratýlanlar çarpýþma düzeni içinde yaþayýp bugüne eriþmiþlerdir" diyerek, Hitler ile ayný kaynaktan su aldýðýný kanýtlar. Toplumun en önemli manevi deðerinin milli ülkü olduðunu söyleyerek þöyle tanýmlar: "Millî üstünlük inancý, büyümek isteði, yani millî ülküdür. Millî ülküler, topluluklarýn yaratýcý kuvvetidir. Bütün yaratýcý güçler gibi de aykýrýlarý yok etmek özelliðine maliktir." Biz at üstünde doðup at üstünde ölen savaþçý bir ulusuz söylemi üstünden geliþtirilen savaþa tapýnmanýn yine en güzel örneðini ýrkçýlar sunar. Türk faþizminin ideologlarýndan Nihal Atsýz, savaþýn Türk için ifade ettiði anlamý þöyle dile getirir:

devleti kurmak gayesiyle bir takým davranýþlarý olan üniversiteli Kürtlerin çoðalmasýndan sonra 'Devlet' þüphesiz Kürt asýllýlara karþý daha uyanýk olacak, bunlarý kritik noktalara getirmeyecektir. Kürtler, mevcut nispetindeki akýllarýný baþlarýna dermeyerek yabancý kýþkýrtýcýlara oyuncak olmaya devam ve Kürt devleti hayali peþinde koþarlarsa nasipleri yer yüzünden kazýnmak olacaktýr. Türk ýrký oluk gibi kaný ve sayýsýz emeði pahasýna yurt edindiði Türkiye'ye göz dikenleri ne yapabileceðini göstermiþ, 1915'te Ermenileri, 1922'de Rumlarý bu ülkeden yok etmiþtir... Kürt kalmakta direnir, dört beþ bin kelimelik o iptidai dilleriyle konuþmak, yayýn yapmak, devlet kurmak istiyorlarsa gidebilirler... Türk ýrkýnýn aþýrý sabýrlý olduðunu, fakat ayraný kabardýðý zaman 'Kaðan Arslan' gibi önünde durulmadýðýný, ýrkdaþlarý Ermenilere sorarak öðrensinler de akýllarý baþlarýna gelsin... Ya Türklük içinde erir, Türklüðü kabullenirsiniz, yahut yok edilirsiniz." (N. Atsýz.) Ýþte bu anlayýþýn getirdiði yaklaþým, vatana subay yetiþtiren Kuleli'nin marþýndan yükseliyor :

Tabiatýn yürüyüþü belki yavaþtýr Hýz verecek biricik þey ona, savaþtýr Savaþ... Bunun tadýný ey Türk sen bulamazsýn Ne sevgili yanýnda, ne baba ocaðýnda.

Deniz senin, toprak senin, gök senin, Zafer olsun en mukaddes emelin. Çaðlayanlar gibi köpür arþa taþ, Ufuklardan yüksel þahikalar aþ. Ey þerefli, þanlý yuva Kuleli, Hedefindir bütün cihan ileri. Hayat umar vatan tatlý sesinden, Miras kalan asil kandýr ceddinden. Ay yýldýzýn gökyüzünden parlasýn, Nurunda Türklük dünyayý kaplasýn.

"Türk ýrkçýlýðýnýn Alman ýrkçýlýðýndan çok eski olduðu belgelerle meydandadýr" diyen Nihal Atsýz, yapýtlarýnda, baþkalarýný egemenlik altýna almak için gerçekleþtirilecek savaþýn nasýl bir onur olduðunu uzun uzun anlatýr. Müritleri utandýrmaz onu: Ve bu anlayýþ, yeni kuþaklar tarafýndan da sürdürülür, günümüze gelir. Genç kuþak ýrkçýlarýndan Necdet Sevinç bu geleneði bir kez daha dillendirir: "Savaþ, yaþamanýn ve millî hayatý idame ettirmenin tek þartýdýr. Barýþ anlaþmalarý ise, yorgun savaþçýlarýn dinlenmesi amacýyla imzalanan vakit kazanma sözleþmeleridir... Bir Türk milliyetçisi, barýþý yeni savaþlarýn aracý olduðu için sevebilir, aksi halde asla." Bu gelenekle beslenmiþ çaðdaþ Cumhuriyet devletinin barýþ politikasýný "Ya sev, ya terket!" sloganýyla ýrkçý Türkeþ'in belirlemesinde bir gariplik olabilir mi? Bu anlayýþ, Ýttihat ve Terakki'den beri bütün ýrkçýlarýn deðiþmez politikasý idi. Bu anlayýþ; Anadolu halklarýnýn kökünü kazýmayý bütün Cumhuriyet boyunca sürdürdü. Örnek mi? Alýn birini: "Ayrý Kürt

Anadolu topraklarýnda yaþayan Türk olmayan halklarýn ve egemenlerin dýþýndaki sýnýf ve mezhep farklýlýklarýnýn inkarý temelinde oluþturulan Kemalist cumhuriyetin ideolojisi, dostluk kardeþlik gibi kavramlara düþmanlýkla biçimlendi. Çevremizde hangi devlete dostumuz diyebiliyoruz? Ýçimizdekilerle dost muyuz? Irkçý ideolog Atsýz'ýn vasiyetnamesi, Kemalist cumhuriyetin gerçekleþtirdikleriyle bir farklýlýk gösteriyor mu? ***

40


Kurtuluþ

ülkelere asker çýkartmalarý; Irak'a yönelik olarak otuz yýldýr sürdürülen askeri sýnýr ihlallerini de eklersek, Cumhuriyet'in barýþçý ('yurtta sulh, cihanda sulh') panoramasýný elde etmiþ oluruz. Cumhuriyet, kuruluþundan bugüne kadar, bir savaþ devleti olarak varlýk sürdürmüþtür.

Ýyi de, savaþ halklara ne verir? Þimdi, sadece 1924-1938 arasýnda öteki'lerden birine karþý gerçekleþtirilen silahlý (askeri) hareketleri bir hatýrlayalým. 12-28 Eylül 1924 Nasturi ayaklanmasý 13 Þubat 1925 Þeyh Sait isyaný (31 Mayýs'ta bastýrýldý.) 9-12 Aðustos 1925 Raçkotan ve Raman tedip harekatý 1925- 37 Sason ayaklanmalarý Mayýs-Haziran 1926 Birinci Aðrý ayaklanmasý 7 Ekim-30 Kasým 1926 Koçuþaðý ayaklanmasý 26 Mayýs-25 Aðustos 1927 Mutki ayaklanmasý 13-20 Eylül 1927 Ýkinci Aðrý ayaklanmasý 7 Ekim-17 Kasým 1927 Biçar tenkil harekatý 22 Mayýs-3 Aðustos 1929 Asi Resul ayaklanmasý 14-27 Eylül 1929 Tendürük Harekatý 26 Mayýs-9 Haziran 1930 Savur tenkil harekatý 20 Haziran-Eylül 1930 Zeylan ayaklanmasý 16 Temmuz-10 Ekim 1930 Oramar ayaklanmasý 7-14 Eylül 1930 Üçüncü Aðrý harekatý 8 Ekim-14 Kasým 1930 Pülümür harekatý 1937-38 Tunceli tedip harekatý

*** Geldik bugüne. Bir yanda, insana özgü bütün haklardan zorla yoksun tutulan bir halk ayaklanmýþ, özgürlük için meþru direnme hakkýný kullanýyor; diðer yanda, bir devlet, kendi halkýnýn kazanýlmýþ bütün haklarýný ve toplumsal deðerlerini de yok ederek sömürgeci-sömürücü zulüm sistemini sürdürmeye çalýþýyor. Özgürlük taleplerine savaþla yanýt veriyor. Katledilenler, barýþ istiyorlar zafere doðru ilerlerken; katledenler savaþa devam diyorlar doðayý ve insaný yok edip, insanlýðýn yarattýðý en güzel deðerleri kirleterek. Þahikalar üstünde meydan okur bu erler Yaklaþacak düþmana mezar olur bu yerler Baðlayamaz bir kuvvet bu kasýrga milleti Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler. Harp Okulu Marþý "Ölmez Türk" üzerine coþkulu sözler haykýrsa da, istatistik bilgilerin önümüze serdiði gerçek, pek de bunu doðrulamýyor. Resmi olarak inkar edilse de Türk devleti tarafýndan Kürt halkýna karþý sürdürülmekte olan savaþta devletin ve özgürlük hareketinin verdiði kayýplarýn 15 yýllýk resmi bilançosu, tarihsel dilimler tablo 1’de gösteriliyor. Bu sayýya, PKK güçlerine karþý savaþta ölen 5315 KDP'liyi de ekleyerek düþündüðümüzde savaþýn boyutlarý ve ivmesi hakkýnda yeterli bir bilgi elde edilmiþ olur. ARGK güçlerinin verdiði resmi bilgi bu. Toplam: 54495 insan kaybý. Üstelik bu rakamýn,

Bu listeye, egemenlik altýnda tutulan ayný ötekinin özgürlük istemini bastýrmak için gerçekleþtirilen diðer on 'bastýrma' eylemini daha ekledikten sonra (Demirel, "bastýrýlan 27 Kürt isyanýndan" söz etmiþti), silah gücüyle gerçekleþtirilen göçertme hareketlerini (Rumlar, Ermeniler); silahla bastýrýlan iþçi hareketlerini; halk iradesine karþý yapýlan askeri darbeleri; baþka ülkelere yapýlan saldýrýlarý (Kore); silahlý iþgal savaþlarýný (Kýbrýs); Kenya, Afganistan vb

tablo 1

41


Kurtuluþ

psikolojik nedenlerle 'kendi kayýplarýný düþük, ötekinin kaybýný yüksek gösterme' gibi nedenlerle üzerine oynanmýþ sayýlar olarak ele alsak da, Türk devletinin verdiði sayýlarla denkleþtirince, nereden baksak yaklaþýk 50 bin civarýnda bir insan kaybýný savaþta telef ettiðimiz ortaya çýkar. Bu kayýp savaþýn günlük kaybý olarak belki de zarar uzantýsý en kýsa olanýdýr. Bu on beþ yýlda, Türkiye'nin, savaþ için yaklaþýk 400 milyar dolardan fazla bir mali kaynak harcadýðý resmi kaynaklarca dillendirildiðine göre, maddi yýkýmlar ve yakýlan ormanlar gibi zenginlikleri de kattýðýmýzda, toplam ekonomik kaybýn en az 500-600 milyar dolar civarýnda seyrettiðini söyleyebiliriz. Ama savaþ ne yazýk ki salt ekonomik kayýp deðildir. Savaþýn zarar uzantýsýnýn kuþaklar boyu sürmesinin nedeni, insan kirlenmesinde aranmalýdýr. Türkiye, her haksýz savaþta izlenebilecek insan kirliliði sýnýrlarýný onlarca kat aþarak, üç beþ kuþak ilerisine kadar sürebilecek bir kirlilik yaratmýþtýr. Koruculuk sistemi; yakýlarak boþaltýlan 4000 civarýnda Kürt köyünün metropollere sürülmüþ olan halkýnýn, þiddete baðlý olarak ortaya çýkan psikolojik sorunlarý da kültür olarak yanýnda taþýyarak yaþama zorlanmasý; milliyetçilik gazýyla savaþa sürülen Türk askerin, savaþta bizzat yaþadýðý vahþeti, terhis sonrasýnda köyüne, kasabasýna taþýyarak yaþatmasý; devletin, özellikle son dönemlerde motive ederek geliþtirdiði 'linç kültürü' nedeniyle, metropol þehirlerde halklar arasýndaki düþmanlýðýn giderek içselleþerek geliþmesi...

için "barýþ için savaþmak" zorunda olduðunu vurguluyor. Barýþçý metotlarla barýþa ulaþabilmek için, her türlü provokasyona raðmen tek taraflý ateþkes ilân ediyor. Kulaklarýný kesip büro kapýlarýna asmak yerine savaþ esirlerini halkýnýn haklý öfkesinden koruyor, can güvenliðini saðlayarak misafir statüsü tanýyor. Savaþý, ulus olarak yaþamanýn vazgeçilmez besini olarak benimsemek yerine, halklarýn özgürleþtirilmesi uðruna geçici olarak baþvurulan, ve tarih sahnesinden silinmesi zorunlu olan bir kötülük olarak tanýmlýyor. Haklý savaþlarýn, halklara bazý erdemler kazandýrdýðýný söylerken, bunu Kürdistan Özgürlük Hareketi ile örneklerken yanýlmadýðýmýzýn en güzel kanýtý bu deðil midir? *** Bir devlet ki seksen yýldýr savaþýyor ama sanki bunun bilincinde deðil. Kayýp sayýsý yüz binleri aþmýþ, "savaþ yok" ortada. Bir devlet ki seksen yýldýr savaþýyor fakat düþmaný yok ortada. Kendi iddiasýna göre, "Kürt yok Türk var bu ülkede." O halde Türkün kendi içinde süren bir iç savaþ mýdýr bu? Bunun yanýtýný da Necdet Sevinç'e býrakalým: "Dünyanýn neresinde bir Türk varsa bizim tabii hudutlarýmýz oradan baþlar. Biz, Türksüz bir dünyanýn mevcudiyetini düþünmektense, o dünyanýn bizim yüzümüzden infilâk etmesini daha uygun buluyor ve böyle bir düþünceye sahip olmakla da gurur duyuyoruz!" Böyle bir düþünceyle beslenen savaþýn (yani politikalarýn) insanlýk için üretebileceði bir yarar olabilir mi? Bu bilinçle biçimlendirildiði için, gerilla kafasý kesip hatýra resmi çektiren bir askerin ölümü karþýsýnda nasýl bir duygu besleyebilir insan? Bu düþünceye, onun politik ifadesine ve aracý olan savaþa karþý savaþmak bir insanlýk görevi deðil de nedir? Ve tarihin önümüze koyduðu 'savaþ ve barýþ' paradoksu da budur galiba.

*** Kürdistan Özgürlük Hareketi, savaþý, demokratik ve yasal bütün diðer yollarý kapatýlmýþ olan bir ortamda, barýþý saðlayabilmenin zorunlu yolu olduðu için, istemeyerek ama zorunlu olarak baþvurulan bir araç olarak tanýmlýyor. Savaþý lânetliyor, kalýcý bir barýþýn yaratýlabilmesi için de olsa kan döküldüðü için rahatsýzlýk duyuyor. Diðer yollarý kapatýldýðý

* * *

42


Kurtuluþ

1- Hippolokhos'un oðlu Glaukos'la Tydeus'un oðlu çarpýþma hýrsýyla yan yana, iki ordunun ortasýna çýktýlar. / Yürüdüler dosdoðru ve geldiler karþý karþýya. / Önce gür sesli Diomedes baðýrdý ve dedi ki: 'Arkadaþ! Ölümlü insanlardan kimsin ki / Erlere ün veren savaþta hiç görmedim seni. / Homero. Ýlyada. Can Yayýnlarý. S. 140. Yararlanýlan Kaynaklar Hamilton, Edith. Mitologya. Varlýk Yayýnlarý. 4. Basým. 1993. Hooke, Samüel Henry. Ortadoðu Mitolojisi. Ýmge Kitabevi Yayýnlarý. 1991. Engels. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Marx-Engels. Seçme Yapýtlar-3. Pascal, Blaise. Düþünceler. "Kuvvet Kullanýmýnýn Doðruluðu Üzerine." Kýlýçbay, M. Ali. Von Clausewitz'in Bilimsel Savaþý. Cogito Üç Aylýk Düþünce Dergisi. Bilim ve Savaþ özel sayýsý. Kýþ 1995. Gerger, Haluk. Barýþ Üstüne Hapishane Notlarý. Cogito Üç Aylýk Düþünce Dergisi. 'Barýþ ve Savaþ' özel sayýsý. Sayý 3. 1995. Engels, Friedrich. Tarihte Zorun Rolü. Mark-Engels Seçme Yapýtlar-3. Sol Yay. Bozkurt Güvenç. Barýþ Kültürü mü Yoksa Barýþ Ýçin Kültür mü?. Cogito Üç Aylýk Düþünce Dergisi. 'Barýþ ve Savaþ' özel sayýsý. Sayý 3. 1995. "Aux armes, citoyens! L'étendard de la guerre est deployé. Le signal est donné." Deutschland, Deutschland über alles, / über alles in der Welt." Lenin. Sosyalizm ve Savaþ. Sol Yayýnlarý. 1970.

43


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Savaþ, Barýþ ve Ordu Üzerine Notlar "Savaþ politikanýn deðiþik araçlarla devamýdýr" (Clausewitz) Giriþ

H

er biri ayrý bir baþlýk altýnda irdelenmesi gerekli olan bu konunun tek bir baþlýk altýnda ele alýnmasýnýn yarattýðý zorluðunun farkýndayým. Bu nedenle hem konuyu derinleþtirmek ve hem de okuma kolaylýðý yaratmak için bazý sorulara yanýt arayarak yazma yolunu seçtim. Kuþkusuz bu yazý böylesine önemli bir konuyu irdelemek için yeterli olmayacaktýr. Ancak konunun güncelliði ve siyasal mücadeledeki önemi nedeniyle bu notlar bir giriþ/bir baþlangýç olarak deðerlendirilebilir. Yinede takdiri okuyucuya býrakýyorum. Savaþ Nedir? Savaþ ekonomik ve siyasal bir olgudur. Bu anlamda savaþýn kendisi politik bir eylemdir. Baþka bir ifadeyle savaþ politikanýn, deðiþik araçlarla ve esas olarak da zor kullaným araçlarýyla sürdürülmesidir. Bu nedenle bütün savaþlar kendilerini doðuran ekonomik ve siyasal nedenlerden, toplumsal sistemlerden ve egemen sýnýflarýn çýkarlarýndan ayrýlamazlar. Savaþ, devletlerin ya da sosyal sýnýflarýn, ekonomik ve politik amaçlar uðrunda kendi aralarýnda yaptýklarý silahlý çatýþmadýr. Bu

Þaban Ýba 44


Kurtuluþ

baðlamda savaþ için kýsa bir taným yapmak gerekirse þunlar söylenebilir: "Savaþ, sýnýflar, uluslar, devletler ya da siyasal gruplar arasýndaki çeliþkilerin belirli bir aþamaya ulaþtýðýnda bu çeliþkileri çözecek mücadelenin en yüksek biçimidir ve özel mülkiyet ile sýnýflarýn doðuþundan bu yana daima olagelmiþtir". Savaþ, toplumun sýnýflara ayrýlmasý sonucu ortaya çýkmýþ ve toplumlarýn tarihsel deðiþim ve dönüþüm sürecine uygun olarak günümüze kadar süregelmiþtir. Gelecekte sýnýflar ve devletin sönümlenmesi gerçekleþtikten, yani sýnýfsýz topluma geçildikten sonra savaþlar da ortadan kalkacaktýr.

ve yeniden paylaþmalarý için yapýlmaktadýr. Kimi kapitalist ve emperyalist ülkelerin çýkardýklarý bölgesel savaþlar da kendi üretimlerine pazar saðlamak, mevcut pazarlarýný geniþletmek, yeraltý ve yerüstü servetlerine el koymak içindir. Kapitalizmin emperyalist döneme girmesiyle ortaya çýkan uluslar arasý ve bölgesel paylaþým savaþlarý, kapitalist-emperyalist sistemin iç çeliþkilerinden kaynaklanmýþtýr. Kapitalist ekonomi, üretimde rekabet ve anarþi temeli üzerinde geliþir. Kapitalist rejimde üretim iliþkilerinin temeli olan üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti, kapitalistlere iþçi sýnýfýný sömürmek ve tüm üretimin geliþmesini kar arayýþýna baðýmlý hale getirir. Üretim araçlarýnýn özel mülkiyeti, her kapitalisti kendisi için daha elveriþli saydýðý üretim dalýný geliþtirmeye zorlar, bu da kapitalist rejimde ekonominin uyumlu geliþmesini engeller. Bu nedenle üretimde rekabet ve anarþi temeli üzerinde geliþen kapitalist ekonomi sistemin içyapýsýný belirler ve bu nesnel yasa daima iç çatýþmalara/savaþlara yol açar. Bundan dolayý kapitalizm yapýsý gereði, tek sözle savaþ demektir. Önce serbest piyasasýnda kapitalistler arasý savaþ, sonra da dýþarýda yoksul ülkeleri sömürgeleþtirme savaþý, daha sonrada dünyanýn paylaþýlmasý savaþý ve ondan sonra da dünyanýn yeniden paylaþýlmasý savaþý. Bu arada yoksul ülkelerin bütün bunlardan kurtulmak için yaptýklarý baðýmsýzlýk savaþlarý ve bütün büyük savaþlarýn arasýnda ezilmemek için taraflardan birinin uydusu olarak katýldýklarý zorunlu savaþlar. Bunlarýn hepsi kapitalist emperyalist dönemin ortaya çýkardýðý savaþ biçimlerini oluþturmaktadýr. Kapitalizmin ortadan kalkmasý ile savaþýn da varlýk nedeni ortadan kalkacak ve insanlar arasýnda savaþ kalmayacaktýr. O zaman gerçek savaþ doðanýn ve uzayýn derinliklerinin keþfedilmesi ve insanlýðýn emrine sunulmasý için yapýlacaktýr.

Savaþ Türleri ve Biçimleri Nelerdir? Tarihsel süreç içerisinde savaþlarý bir ayýrýma tabi tutmak gerekirse bellibaþlý üç savaþ türünden söz edilebilir. a)Yaðma ve Talan Savaþlarý: Kapitalizmden önce yapýlan, baþka bir ülkeyi yaðmalamak için yapýlan savaþlardýr. Tarihin tanýdýðý bütün feodal devletler ve bu arada Osmanlý devletinin savaþlarý bunun en tipik örneðidir. b)Sömürge Savaþlarý: Kapitalizmin serbest rekabetçi evresinde, baþka bir ülkeyi sömürgeleþtirmek için ya da baþka bir ülkenin sömürgesini kendi sömürgesi yapmak için yapýlan savaþlardýr. c)Paylaþým Savaþlarý: Kapitalizmin emperyalizm aþamasýnda emperyalist devletlerin dünyayý paylaþmalarý ve yeniden paylaþmalarý için yapýlan savaþlardýr. Bu dönemde kimi kapitalist ülkelerin çýkardýklarý bölgesel savaþlar ise, kendi üretimlerine yarar saðlamak için yapýlan savaþlardýr. Þimdiye kadar bilinen savaþ biçimlerini de söyle sýralamak mümkündür: Düzenli Savaþ, Gayri Nizami Savaþ, Kara, Deniz ve Hava Savaþlarý, Saldýrý ve Savunma Savaþlarý, Ýç Savaþ, Bölgesel Savaþ, Dünya Savaþý ve artýk bugünün ve geleceðin Uzay Savaþlarý. . Kapitalizm ve Savaþ Ýliþkisi Nedir? Kapitalizmin ilk evresinde savaþlar baþka ülkeleri sömürgeleþtirmek için ya da baþka bir ülkenin sömürgesini kendi ülkesine sömürge yapmak için yapýlýrdý. Kapitalizmin emperyalizm aþamasýnda ise savaþlar, emperyalist ülkelerin dünyayý kendi aralarýnda paylaþmalarý

Savaþ Sanayi ve Savaþ Ekonomisi Nedir? Kapitalizmin emperyalist aþamasýnda silah üretimine pazar açmak için savaþlar çýkarýlýr ve sürdürülür. Savaþ sanayi ile yaratýlan ikame piyasasý, aðýr sanayi mamüllerinin devlet

45


Kurtuluþ

tarafýndan satýn alýnmasý için yaratýlmýþ yeni bir satýn alma gücünü oluþturmuþtur. Bu nedenle silahlanma, büyük kapitalist tekellerin anamallarýný deðerlendirmek için zorunlu hale gelmiþtir. Savaþ Ekonomisi de amaç ve araç olarak iki yanlýdýr. Savaþ ekonomisinde, savaþ amaç olarak çýkarýlýr, savaþ sanayi dýþýndaki tüketim kýsýtlanýr. 2. Dünya Savaþýnda Nazi Almanya'sýnda "tereyaðý yerine tank sloganý" ile bu dile getirilmiþtir Savaþ Sanayi, yýllýk cirosu ile dünyanýn birinci sektörüdür. Militarist ülkelerde savaþ sanayine yapýlan yatýrýmlar eðitim ve saðlýk gibi insanlarýn en temel gereksinimleri olan sektörlerden 10 kat daha fazladýr. Devletlerin yýllýk bütçelerinde ve resmi verilere göre silahlanma harcamalarý toplum bütçelerin % 25-35 arasýnda muazzam oranlar tutmaktadýr. Savaþ Ekonomisi'nin belli bir anlamda kurucusu Ýngiliz ekonomisti Keynes olmuþtur. Keynes, "kapitalist ekonominin durgunluðu, yerini, sürekli bir savaþ ekonomisine býrakmalýdýr" demiþtir. Lenin ise, "Savaþ ekonomisi, kapitalist üretim sisteminin kendi çöküþ evresinde bulduðu temel ikame politikalarýný temsil ettiðini" söylemiþtir. Lenin daha 1917'de emperyalizmin sadece tekelci kapitalizmle kalamayacaðýný zamanla tekelci devlet kapitalizmine dönüþeceðini ve bu sürecinde dünyanýn yeniden paylaþýmýna yol açacaðýný yazmýþtýr. Ýkinci dünya Savaþý ve sonraki geliþmeler onun bu görüþünü doðrulamýþtýr.

serbest rekabetçi dönemden tekelci döneme, yani emperyalist aþamaya geçmesiyle dünya iki kez emperyalistler tarafýndan paylaþýlmýþtýr. Dünya tarihinin en kanlý bu iki savaþýnýn birincisinde 20 milyon, ikincisinde 40 milyon insan ölmüþtür. Bu savaþta sadece Nazilere karþý güçlü bir direniþ sergileyen Sovyetler Birliði'nde ölen insan sayýsý 20 milyondur. Savaþýn sonlarýna doðru ABD tarafýndan Japonya'nýn teslim olmasýný saðlamak için Hiroþima ve Nagazaki'ye atýlan atom bombalarý sonucunda ise toplam 300 bin kiþi ölmüþtür. Soðuk Savaþ döneminin sýcak savaþý olan Kore Savaþý'nda ise, 2 milyon kiþi ölmüþtür. 1931-1949 yýllarý arasýnda süren Çin Devriminde 15-20 milyon kiþi ölmüþ, yine Cezayir Kurtuluþ Savaþý'nda 1 milyon insan ölmüþtür. Vietnam Kurtuluþ Savaþý'nda ise 3 milyona yakýn insan ölmüþtür. Irak-Ýran Savaþý'nda her iki ülkeden 1 milyondan fazla insan ölmüþtür. Körfez savaþýnda ise 500 bin Iraklý ölmüþ, Irak Savaþý'nda ise þimdiye kadar 300 binden fazla insanýn öldüðü tespit edilmiþtir. Filistin Kurtuluþ Mücadelesi'nde þimdiye kadarki ölen insan sayýsý 100 bini geçmiþtir. Bütün bu vahþet tablosu kapitalizmin barbarlýðýndan kaynaklanmýþtýr: 20. yüzyýlda savaþlarda ölen insan sayýsý yaklaþýk 100 milyondan fazla olmuþtur. Açlýk ve Sefalet: En aðýr, en yaygýn ve en kalýcý olaný savaþlar döneminde yaþanmaktadýr. Sürgünler ve Göçler: Tarihin tanýdýðý bütün büyük göçler ve sürgünler savaþlar döneminde yaþanmýþtýr. Bir hatýrlatma baðlamýnda savaþlarýn yol açtýðý ve tarihe geçen büyük göçlerden sözetmek gerekirse þunlar sayýlabilir: 20. yüzyýlda 1. ve 2. Dünya Savaþlarý ile Soðuk Savaþ'ýn ardýndan yeni devletlerin kurulmasý süreci milyonlarca insaný yerinde-yurdundan etmiþtir. Ermenilerin Osmanlý topraklarýndan sürülmesinin ardýndan Yahudilerin kutsal topraklara gitmesi ve buradan Filistinlileri sürmesi, Hindistan ile Pakistan'ýn ayrýlmasýnýn yarattýðý Hindu-Müslüman göçü, Bosna ve Kosova'daki etnik çatýþmalarýn yarattýðý göç ile Ruanda soykýrýmýnýn yarattýðý mülteci akýný, Saddam'ýn zulmünden kaçan Kürtlerin Irak'tan Türkiye'ye kaçýþý vb. 20.yüzyýla damgasýný vuran göç hareketleri olmuþtur.

Savaþýn Doðrudan Yol Açtýðý Baþlýca Sorunlar Nelerdir? Savaþýn doðrudan yol açtýðý sorunlar ya da sonuçlarý milyonlarca insanýn ölümü, açlýk ve sefaleti, sürgün ve göç ile doðanýn tahribi olarak özetlenebilir. Bu baðlamda özetlemek gerekirse; Ölümler ve Sakatlýklar: Bazý hesaplamalara göre, antik çaðdan günümüze kadar süren savaþlarda öldürülen insan sayýsý, dünya nüfusunun yarýsýna yaklaþmaktadýr. Savaþýn yarattýðý sakatlýklar ise ölümlerden kat be kat fazla olmaktadýr. Sadece geçen yüzyýlýn vahþet tablosu savaþlardaki ölümlerin ne kadar büyük olduðunu gözler önüne sermektedir: Bilindiði gibi, 20. yüzyýl kapitalist sistemin

46


Kurtuluþ

Doðanýn Tahribi: Savaþlarda kullanýlan kimyasal ve nükleer silahlarýn kullanýmý insanlardan sonra en fazla doðayý etkilemektedir. Savaþta her þeyin mübah sayýlmasýndan dolayý atýlan tonlarca bomba, çýkarýlan yangýnlar, su ve kara yollarýna verilen zararlar vb. her þey doðada kalýcý hasarlara yol açmaktadýr. Bazý hesaplamalara göre, savaþlarýn yol açtýðý doðanýn tahribi dünyanýn ömrünü yarý yarýya kýsaltmýþtýr. Daha fazla kar ve daha fazla sömürü ilkesinden hareket eden kapitalistler, doymak bilmeyen açgözlülükleriyle dünyanýn bütün zenginliklerini yok etmiþtir. Egemenlerin bu talan ve yaðma çaðýnda dünyanýn doðal zenginlikleri, su kaynaklarý, tarým alanlarý hýzla yok edilmiþtir. Yüz binlerce insan açlýkla, kýtlýkla, susuzlukla yüz yüze býrakýlmýþtýr. Özetli dünyanýn ekolojik dengesi bozulmuþ ve yerküre zamanýndan çok önce yaþlanmaya baþlamýþtýr.

21. yüzyýlýn baþýndan itibaren, ABD'nin Afganistan'ý Savaþý ve ardýndan Irak'ýn iþgali… Bütün bu savaþlar yaklaþýk son 100 yýllýk bir süreçte gerçekleþmiþtir. Soðuk Savaþ'tan Sonra Neler Oldu? Ýkinci savaþtan sonra Üçüncü dünya savaþý çýkmadý ancak 50 yýl süren "yeni bir savaþ türü" olarak Soðuk Savaþ dönemi yaþandý. Bu dönemde dünya iki kutuplu hale geldi ve bölgesel savaþlar devam etti. Ama hem Batý ve hem de Doðu bloklarý içinde farklýlýklar sürdü. Ve özellikle Doðu Bloku içindeki çeliþkiler derinleþti. Uluslararasý planda ortaya çýkan bölünmeler geçen yüzyýlda trajik bir biçimde sonuçlandý. Reel sosyalizm yýkýldý. Bu dönemde Körfez Savaþýnda, Yugoslavya'nýn parçalanmasýnda, Çeçenistan'da, Afganistan'da, Irak'ta, Filistin, Kürdistan'da onbinlerce insan öldü ve ölmeye devam ediyor. Barýþ Nedir? Barýþ, genel olarak savaþýn karþýtý bir uzlaþma durumudur. Ancak bu uzlaþma kapitalist emperyalist sistemin geliþtirici gücü ve zorunlu koþulu olan savaþlara karþý tutum alma noktasýnda önem kazanmaktadýr. Savaþ durumunun sonucu olan barýþ hali ise, o anda sürmekte olan bir savaþý durdurmak, ateþkes ilan etmek ve masa baþý görüþmeleriyle bir anlaþma yapmak anlamýna geldiði gibi, bu durum ayný zamanda 1954'den sonra geliþtirilen uluslar arasý planda "barýþ içinde yan yana yaþamanýn" hayata geçirilmesi anlamýna da gelmektedir. Her savaþ son tahlilde barýþ için yapýlmaktadýr. Bu bakýmdan barýþ taktiði de bir tür savaþ taktiðidir ve barýþý saðlamak da "barýþ için" bir mücadeleyi gerektirmektedir. Savaþýn olduðu her yerde bir barýþ talebi ve savaþýn belirli bir aþamasýnda da zorunlu ya da tek taraflý bir barýþ durumu olacaktýr. Bütün savaþlarda daima yenen ve yenilen taraflar vardýr, ama kimin haklý olduðu savaþlarýn sonucuyla tayin edilemez. Büyük ve uzun süren savaþlarda bazen pat durumu da olmakta, bazen de barýþ her iki taraf için de yararlý hale gelebilmektedir. Her durumda da savaþa karþý taraf olmak, haklý ve haksýz savaþ ayrýmýný unutmadan, "ne

Tarihe Geçen Büyük Savaþlar Hangileridir? Bir hatýrlatma yapmak için 20. yüzyýlda gerçekleþen belli baþlý savaþlarý tarih sýralamasýna göre saymak gerekirse yaklaþýk 40 büyük savaþtan söz edilebilir. Bunlar sýrasýyla Boer Savaþý(1899-1902), Rus-Japon Savaþý(19041905), Balkan Savaþý(1912-1913), Birinci Dünya Savaþý(1914-1918), Ýspanya Ýç Savaþý(1936-1939), Çin-Japon Savaþý(19311945), Ýkinci Dünya Savaþý(1939-1945), Vietnam-Fransa Savaþý(19461954),Arap/Filistin-Ýsrail Savaþý (19481967),Kore Savaþý(1950-1953), Cezayir-Fransa Savaþý(1954-1962), Küba Ablukasý(1962), Ýsrail-Mýsýr Savaþý(1967), Vietnam ABD Savaþý(1964-1975), Kýbrýs Savaþý(1974), Hindistan-Pakistan Savaþlarýý, Afganistan'ýn SSCB tarafýndan Ýþgali ve Taleban'ýn sürdürdüðü iç savaþ, Ýngiliz-Arjantin Fakland Savaþý(1982), Afrika Savaþlarý (Angola, Mozambik, Somali, Güney Afrika, Nijerya, Tunus-Posiderya vb.), Ýran-Irak Savaþý(1986), Körfez Savaþý(1991), Yugoslavya'nýn Parçalanmasý için yapýlan Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova Savaþlarý, Çeçen-Rus Savaþý. Ýsrail-Filistin Savaþý, Türkiye, Irak ve Ýran'la süren Kürt Savaþý vb.

47


Kurtuluþ

için, kim için" sorusunu sormak, savaþa karþý doðru bir tutum geliþtirmek için önemlidir.

Haklý savaþlarý desteklemek, ulusal demokratik mücadeleleri, devrimci ve halk kurtuluþ savaþlarýnýn gerekli olduðunu kabul etmek; haksýz savaþlarý da þiddetle kýnamak ve önleyici giriþimlerde bulunmak anlamýna gelmektedir. Baþka bir ifade ile sýnýfsal, ulusal, cinsel baský ve teröre karþý çýkmak, enternasyonalist görevlerin bilinciyle bütün ülkelerin iþçilerinin ve ezilen haklarýn uluslararasý dayanýþmasýný saðlamak için mücadele etmek gereklidir.

Barýþ Ýçin Neler Yapýlabilir? Dünya çapýnda ya da bölgesel savaþlarý çýkartanlar ve savaþý kýþkýrtanlar; daima bir avuç emperyalist kapitalist ülke, karlarýný artýrmaya çalýþan kapitalistler, az sayýdaki uluslararasý tekeller, askeri ve sýnai kompleksler ve savaþ aðasý gruplardýr. Savaþa karþý ve savaþýn kaldýrýlmasýndan yana olmak, ayný zamanda bu savaþlardan çýkarý olanlarýn egemenlik iliþkilerine de karþý çýkmak anlamýna gelmektedir. Savaþýn yine savaþ yoluyla kaldýrýlabileceðinin, yani barýþý kazanmak için de savaþmak gerektiðinin bilincinde olmak; savaþa karþý savaþla, ulusal, sýnýfsal, cinsel her türlü baskýya, teröre ve savaþa karþý bir toplumsal devrim mücadelesiyle koymak demektir. Bu durum, dünyayý deðiþtirmek ve dönüþtürmek için yola çýkanlarý, baþka bir deyiþle "gerçek savaþ karþýtlarýný" diðerlerinden ayýran en önemli ölçüttür. Unutulmamasý gereken bir durum da, burjuva toplumunda iþçi sýnýfý ve emekçiler ile kapitalistler arasýnda "toplumsal bir barýþýn" mümkün olmadýðý, bu tür söylemlerin bir hayalden ve aldatmacadan ibaret olduðudur.

Savaþla Doðrudan Baðlantýlý Sektörler Nelerdir? Savaþla doðrudan baðlantýlý olan çok sayýda sektör vardýr ve bunlar genellikle birbirlerinden kopuk olarak ele alýnmaktadýr. Bu konuda bir özetleme yapmak gerekirse þunlar söylenebilir: Savaþýn Devletle Ýliþkisi: Bütün büyük savaþlar egemen devletler arasýnda çýkmaktadýr. Ordunun devlet ve toplum hayatýnda ayrýcalýklý hale getirilmesi, militarizmden kaynaklanmaktadýr. Savaþýn Dinle Ýliþkisi: Bütün dinlerde yeniden üretilen Kutsal Savaþ ve Cihat kavramlarý aynýdýr. Yani bütün dinlerde savaþ yüceltilmiþtir. Savaþýn Ýdeolojiyle Ýliþkisi: Savaþlarýn doðal seleksiyon olarak görülmesi ve ölümün yüceltilmesi Faþistlerin dünya görüþüdür. Savaþýn çevreyle iliþkisi: Savaþlarýn yol açtýðý çevre tahribatý doðal afetlerden daha fazla etkili olmaktadýr. Savaþýn Coðrafyayla Ýliþkisi: Jeopolitik ve jeostratejik saptamalar her ülkenin coðrafi konumuna göre yapýlmaktadýr. Savaþýn Teknolojiyle Ýliþkisi: En ileri ve geliþmiþ teknolojiler savaþ sanayinde kullanýlmaktadýr. Savaþýn Askerlikle Ýliþkisi: Savaþlar nedeniyle askerliði en kýsa sürede en çok insan öldürme ve askeri üstünlük saðlama sanatý haline gelmiþtir. Militarizm ise esas olarak askerliðin yüceltilmesine yol açmaktadýr. Türk militarizmi bu durumun tipik bir örneðini oluþturmaktadýr. Savaþýn Kadýnla ve Çocukla Ýliþkisi: Savaþlarýn en masum insanlarý kadýnlar ve çocuklardýr. Fakat, savaþ ve savaþ sonrasý dönemlerde kadýnlar aðýr sorumluluklar üstlen-

Her Türlü Savaþa Karþý Çýkýlabilir mi? Her türlü savaþa karþý çýkmak doðru deðildir. Öncelikle "haklý ve haksýz savaþ" ayrýmý yapmak gereklidir. Ýnsanlýk tarihi savaþlarýn haklý ve haksýz savaþlar olmak üzere ikiye ayrýldýðýný göstermektedir. Bu bakýmdan soyut bir savaþ karþýtlýðý olmaz, bütün savaþlara karþý çýkýlamaz. Haklý ve haksýz savaþ ayrýmý, toplumsal deðiþimi ve dönüþümü engelleyen savaþlara karþý çýkmayý, ama toplumsal devrime ve ilerlemeye yol açan savaþlarý desteklemeyi gerektirir. Bugünkü koþullarda, ülkeyi dýþ saldýrýlardan korumak, iþçi ve emekçileri kapitalizmin köleliðinden, sömürge ve baðýmlý ülkeleri emperyalistlerin boyunduruðundan kurtarmak için yapýlan savaþlar, haklý savaþlardýr. Gerici sýnýflarýn kendi egemenliklerini kurmak ve zenginliklerini artýrmak için baþka ülke ve halklara karþý yürüttükleri ilhak, iþgal ve her türden saldýrý savaþlarý, haksýz savaþlardýr.

48


Kurtuluþ

mekte, çocuklar ise aðýr travmalar yaþamaktadýr. Son olarak savaþýn bir "erkek iþi" haline gelmesi ve toplumda binlerce yýldan beri varolan erkek egemenliðiyle birlikte ele alýnmasýný gerektirmektedir. Herhangi bir zamanda ortaya çýkan bir savaþýn nedenleri, çok yönlü etkileri ve sonuçlarý bütün bu iliþkiler sorgulanarak ortaya çýkartýlabilir. Ayrýca bir savaþ söz konusu olduðundun Savaþ Diplomasisi, Savaþ Hukuku, Savaþ Hali, Savaþ Sanatý, Savaþ Etiði, Kirli Savaþ vb. gibi durumlarýnda iyi bilinmesi gereklidir.

geçinerek Mýsýr'a yerleþtim; Papacý geçinerek Ýtalya'da yürekleri kazandým. Bir Yahudi halkýný yönetecek olsam, Süleyman'ýn tapýnaðýný yeniden kurardým". Ordu ve Savaþ Araçlarý Ýliþkisi Nedir? Devlet ve onun silahlý gücü olarak ordu, toplumun sýnýflara ayrýlmasý ve ekonomik bakýmdan güçlü olan sýnýfýn egemenliðinin bir biçimi olarak ortaya çýkmýþtýr. Baþka bir ifadeyle ordu bir sýnýfýn egemenlik biçimi olan devletin koruyucu ve kollayýcý gücü olarak ortaya çýkmýþ ve her toplumda kendine özgü bir nitelik kazanmýþtýr. Ayný þekilde bu tarihsel sürece uygun olarak savaþ araç ve gereçleri de geliþmiþ, süreç içerisinde "okun yerini mermi", "kanonun yerini gemi", "atýn yerini uçak", "at arabasýnýn yerini tank", "ateþin yerini bomba ve füze" almýþtýr. Bugünün Savaþ Sanayi de Antik Çað'ýn demir ve tunç sanayinin yerine geçmiþtir. Önce kimyasal ve daha sonra geliþtirilen nükleer silahlar ise, insan ve doðanýn en etkili, en aðýr ve en kalýcý tahripkar silahlarý olarak ortaya çýkmýþtýr. Öte yandan Savaþ Sanatý, bilimin geliþmesinde önemli bir yer tuttuðu gibi, geliþen bilim de daima askerlikte kullanýlmýþtýr. Denilebilir ki, birçok bilimsel buluþ askerlik sanatý çerçevesinde olmuþ ve kullanýlmýþtýr. Bu baðlamda toplumsal ihtiyaçlar daima ikinci planda yer almýþtýr.

Savaþ Sendromu Nedir? Genel olarak belirtmek gerekirse askerliðin bir tür "insan öldürme sanatý" olarak ele alýnmasý mümkündür. Savaþýn en önemli olgularýndan biri olan hekimlik de savaþan insanlarý daha fazla yaþatma mesleði olarak ele alýnabilir. Daha da önemlisi savaþ sýrasýnda ve savaþ sonrasýnda ortaya çýkan "savaþ sendromu" ise en önemli toplumsal olgu haline gelmiþtir. Savaþ sýrasýnda yaþanýlan ve esas olarak "insan öldürme ve ölümden kurtulma çabasýna dönüþün savaþ eylemi, savaþ sonrasýnda ciddi psikiyatrik hastalýklara yol açmaktadýr. Uzmanlarýn "savaþ sendromu" dedikleri bu sosyal ve psikolojik olgunun etkileri toplumsal yaþamý uzun zaman etkilemektedir. Savaþ Stratejileri Nasýl Oluþmaktadýr? Napolyon Bonapart'ýn "Bütün devletlerin politikasý coðrafyalarýndadýr" görüþü son yýllarda bütün dünyada egemen olmaya baþlamýþtýr. Bu nedenle "Coðrafya savaþmak içindir" söylemi yeniden ve savaþ tarihine damgasýný vurmuþtur. Tarihin tanýdýðý bütün büyük adamlar (Cengiz Han, Timurlenk, Sezar, Napolyon, Hitler vb.) adlarýný tarihe yaptýklarý kanlý savaþlarla yazdýrmýþlar, takipçileri de onlarý yüceltmiþlerdir. Oysa bu adamlarýn hepsinin savaþ stratejileri aynýdýr: Önce düþmaný yaratmak ve sonra da onu en kýsa zamanda ve en etkili bir þekilde yok etmek. Bütün bu "büyük adamlarýn" ortak özelliði olmuþtur. Bu konuda Napolyon'un þu sözü hepsinin mantýðýný anlatmaktadýr: "Ben katolik geçinerek Vendee Savaþý'ný kazandým; Müslüman

Militarizm Nedir? Sözcüðün geniþ anlamý ile ifade etmek gerekirse Militarizm; devlet ve toplum hayatýnda askeriyenin egemen olmasý, ulusal ve sýnýfsal mücadelelerin ezilmesi için ordunun gücünün ve etkisinin artýrýlmasý, devletin bir tür askerileþtirilmesi þeklinde tanýmlanabilir. Militarizm bütün sömürüye dayalý toplumlarda görülmekle birlikte, esas olarak kapitalist toplumda belirgin bir nitelik kazanmýþtýr. Özellikle kapitalizmin emperyalist aþamaya geçmesiyle birlikte ekonomi, politika ve toplumsal yaþamýn askeri sanayi tekelleriyle ordunun emrine verilmiþtir. Militarizm en keskin çizgileriyle Birinci ve Ýkinci Dünya Savaþlarýnda görülmüþtür. Sonraki yýllarda ve günümüzde de baþta ABD olmak üzere, emperyalist devletler ve onlarýn müttefiki olan ülkelerde görülmekte49


Kurtuluþ

dir.

gisi askerlik misyonu, Türklerin bütün zamanlarda ülküsü kabul edildi.(…) "Jeopolitik ve jeostratejik koþullar sonunda zayýflayan Osmanlý Ýmparatorluðu, en zayýf döneminde I. Dünya Savaþýna katýlmýþ, Türk askeri tarihinde yeni ve destansý sayfalar açýlmýþtý. Dünya coðrafyasý ve siyasal düzeni üzerinde yaþamsal rol oynayan Çanakkale Savaþlarý Türk ordusunun zaferiyle son bularak savaþýn uzamasýna neden olmuþtu. "Genelkurmay Baþkaný; Silahlý Kuvvetlerin komutanýdýr. Savaþta Baþkomutanlýk görevini Cumhurbaþkaný adýna yerine getirir. Silahlý Kuvvetlere komuta etmek, savaþa hazýrlanmasýnda personel, istihbarat, harekat, teþkilat, eðitim-öðretim ve lojistik hizmet ilkeleri ve programlarý Genelkurmay Baþkanlýðýnýn sorumluluklarýdýr. Genelkurmay Baþkanlýðý ayrýca NATO ve diðer ülkeler ile Türk Silahlý Kuvvetleri'nin askeri iliþkilerini yönlendirir Bu nedenle Türkiye'de ordu ve toplum Ýliþkilerinin sorgulanmasý gereklidir. Bu baðlamda, "ordu ve siyasal partiler","ordu ve medya", "ordu ve aydýnlar", "ordu ve ekonomi","ordu ve ABD"," ordu ve AB", " ordu ve halk", "ordu ve Atatürkçülük" vb. konular irdelenmelidir. Dahasý, "Ýç Güvenlik Komutanlýklarý, Askeri Ýstihbarat, Özel Kuvvetler Komutanlýðý, Jandarma ve Jitem" gibi kurumsal faaliyetler ile paramiliter örgütlerle (sözgelimi MHP ve Ülkü Ocaklarý'yla ) iliþkiler; Kuvayý Milliye, Kýzýl Elma oluþumlarý, ADD ve benzeri diðer dernek örgütlenmeleri, Vakýflar, Ýnternet siteleri vb. bürokratik ve askeri bir söylemin birbirleriyle uyumlu iliþkiler aðýný göstermektedir.

Militarizm sözcüðü ilk defa 1850'li yýllarýnda Fransa'da askeri bir darbe yapan Üçüncü Napolyon'un (Luis Bonapart, Büyük Napolyo'nun yeðeni) askeri diktatörlüðünü karakterize etmek için kullanýlmýþtýr. Bonapartizm olarak nitelenen bu askeri darbe Roma Ýmparatorluðu'nda Sezar dönemine göndermeler yapýlarak teorileþtirilmiþtir. Sonraki yýllarda ve günümüzde ise, ordunun devleti ve toplumu yukarýdan aþaðýya doðru yeniden düzenleme fonksiyonuyla ilgili olarak tanýmlanmýþtýr. Türk Militarizminin Kaynaðý Nedir? Türk militarizminin tarihsel kaynaklarý olarak gösterilebilecek bazý olgular vardýr. Baþta anayasa ve yasalar olmak üzere, tüm eðitim, kültür, etik vb. alanlarda devlet ve toplum hayatýnýn tüm katlarýnda etkisini gösteren bu söylemin etkisini her alanda görmek mümkündür. Tarihsel olarak ilk Türk devletlerinden günümüze kadar "ordunun kurucu rolü", "devletin koruyuculuðu ve kollayacýlýðý rolü", "ordu-millet kaynaþmasý" söylemi, ordunun milletin bir parçasý gibi algýlanmasý, ordunun ve fetih geleneðinin yüceltilmesi, askerliðin mistik hale getirilmesi vb. biçimlerde ortaya çýkmaktadýr. Devlet ve toplum hayatýndaki bu egemen söylemi somut olarak Genelkurmay Baþkanlýðý'nýn resmi bir belgesinde þöyledir: "Tarih sürecinde Siyasi düzeni, Askeri düzenle birlikte doðup, geliþen Türklerin tarihi dörtbin yýl öncesine dayanýr… 1071 yýlýnda Malazgirt zaferiyle kapýlarý açýlan Anadolu topraklarýna giren Türkler, birçok beylik, Anadolu Selçuklu Devleti ve Türklüðün en önemli devletlerinden biri olan Osmanlý Ýmparatorluðunu kurdular. Bu Türk topluluklarýnda deðiþmeyen unsurlar; dil, din, töre ve geleneklerdi. (…) "iþi olarak askerliðe gönül veren Türkler tüm dünyaya ordu-millet olduklarýný kanýtlamýþlardý. Orta Asya'daki Türk uluslarýndan baþlayarak, her Türk savaþçý durumunda olduðundan askerliðe özel meslek gözü ile bakýlmamýþtýr. "Göktürk kitabelerinde belirtilen tanrý ver-

Türkiye'de Ordu ve Siyaset Ýliþkisi Nedir? Devlet ve onun silahlý gücü olarak ordu, toplumun sýnýflara ayrýlmasý ve ekonomik bakýmdan güçlü olan sýnýfýn egemenliðinin bir biçimi olarak ortaya çýkmýþtýr. Ordu bir sýnýfýn egemenliði biçimi olan devletin koruyucu ve kollayýcý gücü olarak ortaya çýkmýþ ve her toplumda kendine özgü bir nitelik kazanmýþtýr. Bu baðlamda Doðu'nun tüm despotik devletleri gibi, Osmanlý Ýmparatorluðu'da askeri ve bürokratik bir devlet olmuþtur. Türkiye'de tarihten gelen çok güçlü bir devlet ve devlete kul olma geleneði var. Halen

50


Kurtuluþ

devleti güçlü kýlan, derin devlete kapý aralayan bu kapýkulu geleneðidir. Devletten daha devletçi olan bu askeri ve sivil bürokrasi geleneði, Türkiye'de devletin bürokratik ve militer yapýsýndan kaynaklanmaktadýr. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluþunda da Osmanlýnýn askeri ve bürokratik gelenekleri devralýnmýþtýr. Bu gelenek Osmanlý döneminde baþlayan Batýlýlaþma çabalarýnýn da bir ürünüdür. Çünkü Osmanlý feodal dar görüþlülüðü ve devletin Doðulu gelenekleri imparatorluðun Avrupa'daki gerilemesini sadece askeri baþarýsýzlýklarda aramaya yöneltmiþtir. III. Selim döneminde baþlayan ve 2. Mahmut'la hýzlanan ve daha sonraki dönemlerde devam eden Batýlýlaþma çabalarý ilk planda Batýnýn askeri üstünlüðüne karþý ordunun yeniden düzenlenmesi þeklinde olmuþtur. Bu askeri bakýþ tarzý, güçlü ve modern bir orduyla "devletin bekasýnýn" saðlanabileceði tezine dayanýyor. Bu doðrultuda yapýlan her þey sonunda devlete militer/askeri bir karakter kazandýrmýþtýr. Giderek ya "batýlý olmak" ya da "doðulu kalmak" ikilemi, Osmanlý Ýmparatorluðu'nun devlet ve toplum hayatýnda temel bir ayrýþma ve saflaþma yaratmýþtýr. Bu sorunsal Osmanlý'nýn yerine kurulan yeni devlet T.C. döneminde ve günümüze kadar sürmüþtür. Bu durumun nedenlerinden biri cumhuriyet dönemi boyunca ordunun devlet içinde özerklik kazanmasý ve toplumsal ayrýcalýklarýnýn artarak sürmesidir. "Yeter Artýk Söz Milletindir" sloganý ile Demokrat Parti(DP)'nin iktidara geldiði 1950 seçimlerinden sonra, devlet içindeki özerkliðine son verilmiþ olan ordu ile CHP, eðer bu durumu içlerine sindirebilmiþ olsaydý siyasal ve toplumsal süreçte yeni bir dönem baþlayabilirdi. 1957 seçimlerinden itibaren yükseliþe geçen CHP 4 yýl sonra yapýlmasý gereken 1961seçimlerinde halkýn oylarýyla iktidara gelebilir ve böylelikle Türkiye'de 'demokrasiye geçiþ süreci' 1946'da baþlayan kendi kulvarýnda sürebilirdi. Ancak, CHP'nin de kýþkýrtmasýyla 27 Mayýs 1961'de ordu müdahale yaparak DP'yi iktidardan uzaklaþtýrdý ve Türkiye'de askeri müdahaleler dönemini baþlamýþtýr. 27 Mayýs'la baþlayan ordunun siyasete

müdahale/müdahaleleri amaçlarý, hedefleri ve sonuçlarý bakýmýndan 40 yýllýk bir gelenek yaratmýþtýr. Bu 40 yýllýk süreçte ordu giderek devlet içinde özerklik kazanmýþ, ordu güçlü bir kurum olarak devleti ve toplumu denetleyici bir fonksiyon üstlenmiþtir. Böylelikle askeri ve bürokratik bakýþ açýsý devletin ve toplumun her kademesinde etkili hale gelmiþtir. Askeri icazete ve vesayete dayalý olarak siyaset yapan burjuva partilerinin hiçbiri askeri müdahaleleri önleyecek anayasal ve yasal tedbire yönelmemiþtir. Her biri önlerine konulan ve olaðanüstü dönemin standartlarýna göre hazýrlanan anayasa ve yasalarla hükümet olmaya devam etmiþtir. Bugün Türkiye'de ordu bir siyasal odak/parti gibi davranmakta ve devlet içindeki özerkliðinden kaynaklanan olaðanüstü ayrýcalýklarý nedeniyle günlük hayatýn her alanýna müdahale edebilmektedir. Dolayýsýyla ordu gerçek gücü elinde bulundurmakta, mecliste grubu bulunan partiler ise askeri vesayetçiliði ve icazetçiliði kendilerine meslek edinmiþ bir tarzda siyaset yapmaktadýr. Bu nedenle ordu-devlet iliþkilerini kökten deðiþtirecek, askeri otoriteyi sivil otoriteye tabi hale getirecek, baþka bir ifade ile Genelkurmay Baþkanlýð'ný Milli Savunma Bakanlýðý'na baðlayacak bir düzenleme yapýlamadan ordunun devlet ve toplum hayatýndaki bu olaðanüstü konumunun deðiþmesi mümkün deðildir. Coðrafi Sýnýrlar Nasýl Çizilmiþtir? Tarih boyunca ülkelerin sýnýrlarý egemen ulus ve devletler tarafýndan çizilmiþtir. Bugün dünya haritasýna baktýðýmýzda, Afrika'da, Asya'da, Güney Amerika'da, Avusturalya'da çizilen ülke sýnýrlarýnýn cetvelle ve adeta kaðýt üzerinde çizildiðini görürüz. Bu haritalarýn birçok yerinde hala belirlenmemiþ, boþ býrakýlmýþ sýnýrlar vardýr. Bu haritalar birçok ulus devlet ve halk tarafýndan kabul edilmez. Bu nedenle ulus devletler, bir gün gerçekleþtirme hayaliyle kendilerine ait milli sýnýrlar/haritalar çizmiþlerdir. Haritalarý Kimler Çizmiþtir? Emperyalistler þimdiye kadar dünyanýn fiziki ve dinsel haritalarýný çizmiþler, fakat etnik, kültürel ve ekonomik kaynaklarý gösteren hari-

51


Kurtuluþ

talar çizmekten kaçýnmýþlardýr. Sözgelimi bu dünya da yaþayan kaç halk, kaç dil, kaç kültür var ve bunlarýn birbirleriyle tarihi, sosyal ve siyasal iliþkileri nelerdir, bunlarý bilmiyoruz. Dünya hep, Doðu-Batý, Kuzey-Güney gibi siyasal rejimlerin özelliklerine ya da geliþmiþlik düzeylerine göre belirlenen egemenlerin söylemleriyle tanýmlanmaktadýr.

ve belirleyici gücüne raðmen emperyalist kampta ABD ile AB ülkeleri, AB ülkeleri içinde Almanya, Fransa ve Ýngiltere arasýnda, AB ile Japonya arasýnda, Japonya ile ABD arasýnda ekonomik, siyasal ve askeri sorunlar olduðu ve bu çeliþkilerin artmakta olduðu söylenebilir. Ayrýca, ABD'nin tek kutuplu dünya yaratma çabalarýna karþýn, Rusya'nýn eski Sovyetler Birliði'nin yerini doldurmaya baþladýðý, Çin'in ve Hindistan'ýn dünya politikalarýndaki eski konumlarýný koruduklarý, Balkanlar, Ortadoðu, Kafkaslar ve Orta Asya'da yeni dengelerin kurulmaya baþlamasý vb. gibi olgular önümüzdeki 10 yýlda dünya dengelerini deðiþtirmeye gebe olan olgulardýr.

Barýþ Ýçinde Yaþamayý Kimler Ýstemiyor? Ýnsanlýk tarihi boyunca halklarý baský altýna alanlar, ezenler, sömürenler, katledenler, bölenler daima egemen uluslar ve devletler olmuþtur. Tarihteki bütün egemen devletler ve günümüzde kapitalist çaðýn emperyalist devletleri, ekonomik, siyasal, askeri vb. çýkarlarý nedeniyle halklarýn etnik ve dinsel duygularýný körüklemiþler, suni bölünmeler ve ayrýlýklar yaratarak amaçlarýný daha kolay gerçekleþtirmiþlerdir. Bu baðlamda halklarýn masumiyetinden, egemenlerin ise sömürü ve tahakkümünden söz edilebilir. Kendi haline býrakýlan halklar, daima barýþ içinde yaþamayý, ilerlemeyi ve geliþmeyi amaçlamýþtýr. Ulusal, sýnýfsal, dinsel vb. farklýlýklar körüklenmediði sürece, halklar için ölüm, açlýk ve yoksulluk demek olan savaþlar kabul edilmez. Bu bakýmdan halklar birbirlerine karþý düþmanlýktan deðil, kardeþlikten yana tutum gösterirler.

Yeni Savaþ Stratejileri ve Mücadele Taktikleri ABD, artýk küresel ve ulusal stratejilerini ve yeni kontr-gerilla taktiklerini "dar alanda" savaþ stratejileri üzerine kurmakta, kendi ordularýný buna göre eðitmek ve baðýmlý ülke ordularýna da bu tür eðitimler vermektedir. Önümüzdeki dönemde ulusal ve sýnýfsal mücadeleler için genel olarak iki tür savaþ stratejileri ve taktikleri belirleyici olacaktýr: Bunlardan biri, kimyasal, biyolojik ve nükleer kitle imha silahlarý, ikincisi de "dar alan"da silahlý savaþ stratejileri ve kitle mücadelesi taktikleri. Birinci tür silahlar esas olarak emperyalistler tarafýndan geliþtirilmiþ ve onlar tarafýndan kullanýlmýþtýr. Þimdi bu silahlar kendi denetimleri dýþýnda yaygýnlaþmaya baþlayýnca onlarýn korkulu rüyasý olmaya baþlamýþtýr. Ýkinci tür mücadele biçimleri ise, Paris Komünü'nden beri devrimci güçler tarafýndan mücadele içinde geliþtirilmiþ, sýnýfsal ve ulusal mücadelelerde egemenlerin korkulu rüyasý olmuþ ve olmaya devam etmektedir. Düzenli ordularýn teknolojik üstünlükleri, gerillanýn da yeni teknolojileri kullanmalarýný gerektirmektedir. Ýnsan unsurunun belirleyici olduðu birebir savaþ taktiklerinde üstünlüðü elinde bulunduran gerilla güçlerine karþý emperyalist ordular, hala kara savaþýndan uzak durmaya çalýþarak karadaki mücadeleyi ilgili ülkenin iþbirlikçi güçlerine havale etmeye çalýþmaktadýr. Son yýllarda uzun ve kýsa mesafeli akýllý füzeler, pilotsuz uçaklar, elektronik ve nokta atýþlý akýllý bombalar, mayýnlar vb. "açýk alan" stratejilerinde etkili olurken; daha çok

Emperyalistlerin Askeri ve Politik Stratejisi Nedir? "En doðru politika en güçlü olmaktýr" perspektifi kapitalist-emperyalist devletlerde egemen olan bir askeri-politik strateji anlayýþýdýr. Bu nedenle kapitalist emperyalist devletlerden her biri dünyadaki sömürü ve talandan daha fazla pay almak için birbirleriyle güç ve çýkar iliþkilerinin belirlediði egemenlik yarýþýna girer ve her biri diðerinden daha büyük süper güç olmaya çalýþýr. Bu ayný zamanda sistemde bir liderlik yarýþý baþlatýr ve tarihsel dönemlere baðlý olarak küresel ya da bölgesel liderlik el deðiþtirebilir. Ýkinci dünya savaþýndan sonra emperyalist kampýn liderliðini eline geçiren ABD, bu konumunu sürdürmekte ve Sovyetlerin yýkýlmasýndan sonra da tek baþýna dünyadaki her þeyi belirleme çabalarýný sürdürmektedir. Ancak tartýþmasýz üstünlüðüne

52


Kurtuluþ

insan unsuruna, kitle hareketinin gücüne ve yaratýcýlýðýna dayanan, askeri açýdan birebir sürdürülen gerilla ve sokak savaþý taktikleri ulusal, sýnýfsal, etnik, dinsel ve kültürel vb. direniþlerin baþlýca mücadele taktiði haline gelmiþtir.

Geçen yüzyýl kapitalizmin barbarlýk çaðý olmuþ, yeni yüzyýla yine savaþla girilmiþtir. Kapitalizmin emperyalist aþamaya geçmesiyle dünya iki kez emperyalistler tarafýndan paylaþýlmýþtýr. Bu savaþlarda ve günümüze kadar devam eden bölgesel savaþlarda yaklaþýk 100 milyondan fazla insan ölmüþtür. Bu vahþet tablosu kapitalizmin barbarlýðýndan kaynaklanmýþtýr. Bu nedenle yeni yüzyýlýn sloganý ya barbarlýk ya sosyalizm olmalýdýr. Emperyalizme ve emperyalist savaþa karþý çýkmak, ayný zamanda militarizme, þovenizme ve faþizme karþý mücadeleyi de gerektirmektedir. 21. yüzyýlýn baþýnda artýk, ulusal, sýnýfsal, cinsel baský ve teröre karþý çýkmak, halklarýn kardeþliðini, barýþ içinde yaþamalarýný, ülkelerin baðýmsýzlýk ve halklarýn devrim taleplerini savunmak için, komünist ya da sosyalist olmak gerekmiyor. Bunlar artýk, kendisine "demokratým, insaným ve insanca yaþamak istiyorum" diyebilen herkesin savunabileceði þeyler haline gelmiþtir.

Emperyalizme ve Emperyalist Savaþa Karþý Olmak Nedir? Geçen yüzyýlýndaki birinci emperyalist paylaþým savaþý proleter devrimler çaðýný da baþlatmýþtýr. Emperyalist savaþlara karþý, halklarýn ulusal kurtuluþ ve devrim savaþlarý geliþmiþ, baðýmsýzlýk, demokrasi ve sosyalizm mücadeleleri dünyanýn her yanýný sarmýþtýr. Fakat bu dönem ayný zamanda da kapitalizmin en vahþi dönemini, eli kanlý Faþist devlet biçimini de yaratmýþtýr. Birinci dünya savaþýndan sonra Ýtalya'da ve ardýndan Almanya'da, Ýspanya'da ve Portekiz'de faþist diktatörlükler kurulmuþtur. Hitler faþizmi dünyanýn en kanlý savaþýný baþlatmýþtýr. Naziler gene dünyanýn en büyük jenosidini yapmýþtýr.

* * *

53


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Milliyetçilik ve Savaþ

F

ransýz devriminin, insanlýðý evrensel kardeþliðe çaðýrmasýndan, komünist enternasyonalin "Bütün Ülkelerin Ýþçileri Ve Ezilen Halklar Birleþin!" þiarýnda somutlanan ezilenlerin birliði ve dayanýþmasý hayalinden geriye ne kaldý? Milliyetçilik hala dünyada baskýn politik güçlerden birisi olmaya devam ederken, sosyalistler, milliyetçiliðin günümüzdeki ikili karakteri yüzünden yaþadýklarý paradoksu nasýl aþabilir? Emperyalizm ve gericiliðin hizmetindeki milliyetçi ideoloji yüzyýlýn en acýmasýz cinayetlerini doðurdu ve meþrulaþtýrdý. "Ýki dünya savaþý, Ermeni, Yahudi, Çingene soykýrýmlarý, sömürge savaþlarý, faþizmin ve askeri diktatörlüklerin yükseliþi, 20'lerde Çin'den, 60'larda Endonezya'ya ve 70'lerde Arjantin'e kadar devrimci ve ilerici hareketlerin milli hükümetler tarafýndan kanla bastýrýlmalarý" (M. Lövy, Ulusal Sorun Enternasyonalizm ve Küreselleþme, S-55, Yazýn Yayýncýlýk) sonra, Filistin dramý, Kürtlere yapýlan Halepçe katliamý, Türkiye devletinin Kürtleri imha politikalarý, emperyalizmin Afganistan ve Irak iþgali, Ýsrail'in Lübnan'a saldýrýsý, iþgallerle ve saldýrýlarla yaratýlan vahþet, reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilmesiyle yaþanan milliyetçi boðazlaþmalar…

Mustafa Kahya 54


Kurtuluþ

Diðer yandan, emperyalizme ve faþizme karþý yürütülen mücadeleler sonucu, "sömürge halklarýn baðýmsýzlýklarýný kazanmalarý, sosyalist devrimlerden daha radikal ve önemli bazý süreçlerin halk desteðini kazanmasý ve baþarýya ulaþmasý da milli kurtuluþ adýna oldu: Yugoslavya'da, Çin'de, Hindiçin'de, Küba'da ve Nikaragua'da…"(AGE, S-55) Milliyetçiliðin ne zaman ve nasýl doðduðu kesin olarak bilinmemektedir. Kimi tarihçiler, milliyetçiliðin ulus devletin ortaya çýkýþýna paralel olarak 15. ve 16. yüzyýlda doðduðunu ileri sürmektedirler. Bu tez, uluslaþmanýn ve ulusal devlet oluþumunun milliyetçilikle yaratýldýðý ve burjuva ideolojisi olan milliyetçiliðin uluslaþmayý yarattýðý argümanýna dayanýr. Kimileri ise milliyetçiliði, 17. yüzyýl Ýngiltere ve 1789 Fransa devrimleriyle baþlatýr. Daha yakýn zamanlarda Tom NAÝRN, milliyetçiliðin 19. yüzyýlda çevre ülkelerde (Almanya, Ýtalya, Japonya) ortaya çýktýðýný ileri sürer. NAÝRN, tezini "kapitalizmin eþitsiz geliþim yasasýna" dayandýrýr. Bu tez, en azýndan daha önceki dönemlerde ki Fransýz devriminin vatanseverlik vurgusu ve Napolyon savaþlarý gibi olgularý göz ardý eder. J. LECA göre milliyetçilik üç safhada olgunlaþýr: "1- Belirgin ve kendine has bir nitelikle donanmýþ bir ulus vardýr. 2- Bu ulusun çýkarlarý ve deðerleri diðer bütün çýkar ve deðerlerden üstündür. 3- Ulus mümkün olduðu kadar baðýmsýz olmalýdýr. Bu da onun siyasi egemenliðinin tanýnmasýný gerektirir." (Jean LECA, Uluslar ve Milliyetçilikler, S-15, Metis Yayýnlarý) Bir ulusal topluluk duygusu ve onun doðal sonucu olarak milliyetçilik, devlet ve toplum arasýnda bir köprü oluþturur. Bu nedenle burjuva demokratik devrimler ayný zamanda milliyetçi devrimler olmuþtur. Uluslaþmanýn, ulus devletler olarak ortaya çýkmasý, burjuvazinin Pazar ihtiyacýnýn sonucudur. Kapitalizmin geliþmesiyle burjuvazi, üretilen metayý pazara sürmek ve bir baþka ulusun burjuvazisi ile rekabetten zaferle çýkmak için ulusal devletler biçiminde örgütlenmeyi, varlýðýný sürdürmenin amacý haline getirmiþtir. Bu etkinliðini ve amacýna ulaþma yolunu saðlama baðlamak, burjuvazi için hayati önemdedir. Ulusal devletler, ulusal pazarýn saðlama baðlanmasýnýn biricik yoludur. Feodaliteden iktidarý devralmak için burjuvazi, üzerine bindiði zafer arabasýna

iþçi ve köylüleri de davet eder. "vataným yeryüzü, milletim insanlýk" þiarý ve "özgürlük, eþitlik, kardeþlik" temalarýyla amacýna ulaþtýktan sonra, kendi zafer arabasýna aldýðý iþçileri ve köylüleri oradan atar. Milliyetçiliðin burjuvazi için ilkokulu olan pazar, ulusal devletle garantiye alýndýktan sonra, arabadan atýlan iþçiler ve köylüler, ulusal Pazar tehlikeye girdiðinde ya da yeni Pazar ihtiyaçlarý için bu kez, "vatan ve millet" temasý üzerinden geliþtirilen milliyetçilik þiarýyla yeniden burjuvazinin zafer arabasýna davet edilir. Milliyetçilik, verili bir kültür ve ulus adýna yapýlan egemenlik mücadelesinin aracý olarak, dýþlayýcý olduðu gibi, ulus devlet yurttaþlýðýný meþrulaþtýrýcý içeriðiyle de bireyci ve dahil edicidir. Miroslav HROCH, dört milliyetçilik tipi olduðunu ileri sürer: "Ýlk tipe, geliþmenin 'birleþmiþ tipi' adýný verir. Bilimsel ilgiden aktif ajitasyona geçiþ, sanayi ve burjuva devrimini önceler. Modern bir milletin kurulmasý bunlarý takip eder ve arkasýndan da iþçi sýnýfý hareketi gelir… Ýkinci türe ise, 'geç kalmýþ tür' adýný verir. Ulusal ajitatörler burjuvazi ve sanayi devriminden önce bilim adamlarýnýn yerini alýr. Fakat iþçi sýnýfý hareketi ajitasyondan kitlesel milliyetçiliðe geçiþi ya önceler ya da eþ zamanlý olarak ortaya çýkar. Tam anlamýyla modern bir ulusun oluþumu söz konusu diðer bütün süreçleri takip eder… Üçüncü çeþide, 'ayaklanma/isyan/ihtilal tipi' adýný verir. Ajitatörlerin bilim adamlarýnýn yerini almasý feodal toplumda gerçekleþir ve modern bir ulus feodalizm içerisinde kurulur… Son olarak dördüncü tür var ki, Hroch buna, 'daðýlmýþ/ ayrýlmýþ' adýný verir. Bu çeþitte, ulusal faaliyetin erken þekilleri bile sadece burjuva ve sanayi devrimlerinden sonra ortaya çýkarlar ve kitlesel bir hareketin milliyetçi ajitasyonun yerini almasýna gerek bile kalmaz." (Aktaran Ernest GELLNER, Milliyetçiliðe Bakmak, S.237-238, Ýletiþim Yayýnlarý) Hroch'un milliyetçilikle ilgili üçüncü tezi, milliyetçiliði kapitalist geliþme dýþýnda deðerlendirmeye kapý aralamaktadýr. Ulusun, kapitalizm öncesi çaðlarda var olduðu iddiasý, bilimsellikten uzak daha çok milliyetçi ideolojilerin ürettiði bir iddiadýr. Milliyetçi ideoloji, efsanelere ve mitlere gereksinim duyar. Baþka uluslara ve milliyetlere göre, "seçilmiþ ýrk", "üstün kültür" vb temalarla seçilmiþ millet olduðunu, tarihin derinliklerinde

55


Kurtuluþ

ürettiði efsanelerle pekiþtirir. Gerçek olan þudur: Ulus tarihsel bir kategoridir, ama yükselen kapitalizm caðýnýn bir kategorisidir. Uluslaþma kapitalizmle birlikte yeni egemen sýnýf haline gelen burjuvazinin hareketidir. Milliyetçilik burjuvazinin ideolojisidir. Burjuvazi, milliyetçilik ideolojisiyle uluslaþmayý saðlayarak, ulusal pazarý saðlama almak için de uluslaþmayý, ulusal devletle taçlandýrmýþtýr. Ulus devletin oluþmasýyla birlikte, milliyetçilik bu kez, ulus devlet tarafýndan Pazar ihtiyacýna baðlý olarak, yeni biçimler altýnda yeniden üretilmeye baþlamýþtýr. Kapitalizm var oldukça milliyetçilik de var olmaya devam edecektir. Marks ve Engels'in, saçmalýk olarak gördükleri ve sýnýf mücadelesi sonucu, insanlýðýn baþýna bela olmaktan çýkacaðýný düþündükleri milliyetçilik, 19 ve 20. yüzyýlýn en önemli gerçeklerinden biri haline geldi. Komünist manifesto, ayný zamanda anti-milliyetçi bir manifestoydu. Alman milliyetçiliðinin sözcüsü Friedrich LÝST'in milliyetçi tezlerine karþý komünist bir duruþ ve tarihe sýnýf temelli bir bakýþýn haykýrýþýydý. Komünist manifestoda ki, "iþçinin milliyeti ne Fransýz, ne Ýngiliz, ne de Alman'dýr. Milliyeti emektir… Baþýndaki hükümet ne Fransýz, ne Ýngiliz, ne de Alman'dýr, bu hükümet sermayedir. Memleketin havasý ne Fransýz, ne Ýngiliz, ne de Alman'dýr, bu hava fabrika havasýdýr…" cümleleri, milliyetçiliðe karþý enternasyonalist yaklaþýmýn bir çýðlýðý gibidir. Ne var ki sosyalizmin uygulanan biçimleri, reel sosyalizm, "ilk adým olarak insanlýðýn kurtuluþuna doðru atýlan adýmlarýn ulusal yolunu" enternasyonalizmden uzaklaþarak, ulusalcý bir kategori içinde milliyetçiliði sosyalizm etiketi altýnda yeniden üretti. Bazýlarý tarafýndan bu durum, sosyalizmin uygulanabilir tek yolu ve hatta zorunlu yolu olarak teorileþtirildi. Bu teoriye, endüstrileþmenin ancak ulusal bir yolla saðlanabileceði argümaný dayanak yapýldý. Milliyetçiliðin 20. yüzyýl boyunca ve 21. yüzyýlýn baþlarýnda hala hissedilen gücünü nasýl yorumlayabiliriz? Marksist yaklaþýmla, milliyetçiliðin bir burjuva ideolojisi olduðunu ve emperyalist kapitalist sistemde burjuvazinin ideolojik hâkimiyet biçimlerinden birisi olduðunu söylemek, özü itibariyle doðru bir saptamadýr. Ne var ki, iþçi hareketini bile etkisi altýna alan milliyetçiliðin çekim gücünü açýklamak için yeterli deðildir.

"1- Kapitalizmin kendi doðasýnýn bir sonucu olan, farklý milliyetlerin (ya da devletlerin) emekçileri arasýndaki rekabetin oluþturduðu ekonomik ve somut maddi koþullar… Marks'ýn kendisi manifestoda emekçiler arasýndaki rekabetin ortak örgütlenmeleri için sürekli bir daðýlma ve yok olma tehdidi oluþturduðunu kabul etmektedir. 2- Þoven milliyetçilik, dinsel fanatizm, ýrkçýlýk ve faþizm gibi akýl dýþý eðilimler… Milliyetçilik doðasý itibariyle akýl dýþý bir ideolojidir. Bir milletin diðerlerinden üstünlüðünü haklý gösterecek hiçbir rasyonel kriter sunmaz. Çünkü rasyonalizmin özü-katýþýksýz biçimde araçsal olmadýðýnda-evrensele yönelmektir. Öyleyse milliyetçilik, bir millete mal edilmiþ ilahi misyon, bir halkýn doðuþtan ve ebedi üstünlüðü, daima daha da geniþleyen bir yaþam alaný hakký vs. gibi rasyonel olmayan mitlere baþvurmak zorundadýr." (M.LÖVY, Ulusal Sorun Enternasyonalizm ve Küreselleþme, S.6566, yazýn Yayýncýlýk) LÖVY'nin milliyetçiliðin çekim gücüne yönelik yorumu, çaðýmýzýn milliyetçiliklerini anlamada kolaylaþtýrýcý bir analizdir. Milliyetçiliðin günümüzde yükseliþinin baþka bir nedeni de, ekonomi ve kültürün büyüyen uluslar arasýlaþtýrmasýna bir tepki, homojenleþtirme tehdidine karþý bir içe kapanma refleksi oluþudur. Modern milliyetçilik, 14. ve 15. yüzyýllarda kapitalizmin yükseliþi ve ulusal pazarýn oluþumuyla ortaya çýkmýþtýr. Tarihin belirli bir evresinin ürünü olan ulus ve milliyetçilik, onlarý yaratan maddi üretim koþullarýnýn ortadan kalkmasýyla birlikte, ne olacak ya da nereye evrilecektir? Maddi alt yapýsý ortadan kalkan üst yapý oluþumunun varlýðýný sürdürme olanaðý var mýdýr? Yoksa o halde gelecekte insan toplumunun yeni bir ulus üstü örgütlenmesinin, insanlýðý ekonomik ve siyasal olarak birleþtiren bir komünler cumhuriyetinin olabilirliðini reddetmek için bir sebep de yoktur. Yükselen milliyetçiliðin Marksistler tarafýndan ciddiyetle ele alýnmasýný gerektiren bir baþka nedeni daha vardýr: Ezilen ve sömürgeleþtirilmiþ uluslarýn mücadelesi. "milliyetçi ideolojiye karþý olmasýna raðmen, Marksizm, ezenlerin milliyetçiliði ve ezilenlerin milliyetçiliði arasýnda açýkça bir ayrým yapmak zorundadýr. Sonuç itibariyle ideolojileri (yahut yöneticilerinin ideolojileri) milliyetçi bile olsa,

56


Kurtuluþ

ezilen uluslarýn kurtuluþu için yahut Uluslarýn Kendi Kaderlerini Tayin Hakký için verdikleri mücadeleyi desteklemelidir… Bunun sebebi, yalnýzca, sosyalistlerin bütün baský biçimlerine (ulusal, ýrksal, cinsel ya da sýnýfsal) karþý olmasý deðildir. Ulusal haklar ve enternasyonalizm arasýnda diyalektik bir iliþkide vardýr." (AGE, S.66-67) Lenin, enternasyonalizm ve ulusal haklar arasýndaki diyalektiði en iyi anlamýþ bir marksistti. Enternasyonalizm milliyetçi ideolojiye karþý olsa da bu onun, uluslarýn tarihsel ve kültürel geleneklerini reddediði anlamýna gelmez. Onda insanlýðýn yararýna olabilecek iyi ne varsa, insanlýðýn evrensel kültür hazinesine alýr. Bu yaklaþým Marksist diyalektik metotla Lenin tarafýndan Marksizm'e içerilmiþtir. Öncelikle, ezilenlerin ve ezenlerin milliyetçiliði arasýndaki fark meþrudur ve bu günkü milliyetçi boðazlaþmalar, milliyetçi toz duman fýrtýnasý içinde bir Marksistin, milliyetçiliðin puslu havasýnda yolunu bulabilmesi için deðerli ve gerekli bir pusuladýr. "Ezilen ulusun burjuvazisinin, ulusal hareketlerin baþýnda olduðu bir durumda, o ulusal hareketi desteklemenin burjuva milliyetçiliðini desteklemek olacaðý" görüþüne, Lenin þöyle yanýt verir: "Eðer ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karþý savaþýrsa, biz, her zaman ve her durumda herkesten daha kararlý olarak bu savaþtan yanayýz; çünkü biz, zulmün en amansýz ve en tutarlý düþmanlarýyýz. Ama ezilen ulusun burjuvazisi kendi öz burjuva milliyetçiliðinin çýkarlarýný savunuyorsa, biz ona karþýyýz. Ezen ulusun ayrýcalýklarýna ve zulmüne karþý savaþýrýz. Ama ezilen ulusun kendisi için ayrýcalýklar saðlama yolunda çabalarýna destek olmalýyýz." (Lenin, UKTH, sayfa. 69, Sol Yayýnlarý) Milliyetçiliðin bu çeliþkili karakteri nedeniyle pusulasýný kaybeden bir Marksist, ya indirgemeci bir yaklaþýmla ezilenin milliyetçiliðinin taþýdýðý demokratik ve özgürleþtirici muhtevayý görmezden gelerek, toptancý bir yaklaþýmla bütün milliyetçiliklere savaþ açar; ya da ezen ulus milliyetçiliðine eklemlenerek bir sosyal þoven haline gelir. Bugün, Kürt Özgürlük Hareketine karþý sürdürülen imha savaþýnda militarist oligarþi, bir yandan cephe gerisini saðlamlaþtýrmak için þovenizmi geliþtirirken, diðer yandan bu imha savaþýna sessiz kalan ya da tarafsý-

zlýk görünümü altýnda ezen ulus milliyetçiliðinden yana tutum geliþtiren bir sola, meþruiyet tanýmaya ve alan açmaya çalýþmaktadýr. Bugün sosyalist hareket çok gerilere savrulmuþ ve siyasal etki yönünden olabildiðine cýlýz durumdadýr. Sosyalist hareketin ve sol etiketiyle ortaya çýkanlarýn bir kesimi, oligarþinin bu dayatmalarý karþýsýnda taþýmaya çalýþtýklarý kýzýl rengin üzerine þovenizmin kara lekesinin sürülmesine izin veriyorlar. Böyle bir þeye izin verenler ve suç ortaklýðýna yönelenler, kýzýlýn üzerine düþecek karanýn ortaya kahverengiyi çýkaracaðýný ve "kahverengi gömlekliler"in de sosyalist deðil, Hitler'in Nasyonal sosyalistleri olduðunu iyi bilmek durumundadýrlar. Bu paradokstan kurtulmanýn yolu: milliyetçiliðin, her biçimiyle rasyonel olmayan, sýnýrlandýrýcý ve köleleþtirici zincirlerinden kurtularak, özgürlük ve eþitlik dünyasýna, dünya komünler cumhuriyetine yürüyüþün önündeki engellerin kaldýrýlmasý için mücadele etmektir. Bu yürüyüþün önünü açacak olan kapýlardan birisi, "kendisinin ulus olduðunu düþünen her topluluk anlamýnda her ulusun Uluslarýn Kendi Kaderlerini Tayin Hakkýyla olabilir." Milliyetçilik, düþmansýz olarak var oluþunu sürdüremez. Ne kadar "iç ve dýþ düþman" yaratýlýrsa, milliyetçiliðin politik bir güç olarak ayakta kalmasý ve toplumsal etkisi o kadar artar. Türk milliyetçiliðinin ýrkçýlýk boyutundaki ideologlarýndan Nihal ADSIZ'ýn yaklaþýmý bu durumun rafine bir tarifi gibidir: ".."..Yahudi'ler bütün milletlerin gizli düþmanýdýr. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlýlar tarihi düþmanlarýmýzdýr. Bulgarlar, Almanlar, Ýtalyanlar, Ýngilizler, Fransýzlar, Araplar, Sýrplar, Hýrvatlar, Ýspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düþmanlarýmýzdýr. Japonlar, Afganlýlar ve Amerikalýlar yarýnki düþmanlarýmýzdýr. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boþnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerdeki düþmanlarýmýzdýr…" Nihal ADSIZ'a göre, yeryüzünde neredeyse Türklerin düþmaný olmayan halk yoktur. Aslýnda Cumhuriyetin resmi ideolojik yaklaþýmý da Nihal ADSIZ'ýn yaklaþýmýndan pek farklý deðildir. Resmi anlayýþa göre: " Etrafýmýz düþmanlarla çevrilidir!" Bu düþmanlara karþý, "ihtiyaç duyulan kudret damarlarýmýzdaki asil kanda mevcuttur!" Biz Türkler, bütün "iç ve dýþ

57


Kurtuluþ

düþmanlarla baþ edebilecek" durumdayýzdýr! Çünkü biz, "tanrý tarafýndan diðer bütün milletlerde olmayan üstün niteliklerle yaratýldýk!" O nedenle, düþmanýn bunca çokluðuna raðmen, "ezeli ve ebedi bir milletin sürdürücüleri olarak, taþýdýðýmýz asil kanýn verdiði kuvvetle her zaman güçlüyüzdür!" Býrakýnýz bir milleti, o milletin bir ferdi olarak her Türk "dünyaya bedeldir!" Kapitalist üretim iliþkileriyle birlikte milliyetçilik, burjuvazinin bir savaþ ideolojisi haline gelmiþtir. Burjuvazi, ulusal pazarý korumak, yeni pazarlar elde etmek ve sermayenin uluslar arasý çýkarlarýný savunmak için yaptýðý savaþlarý, "vatan ve millet" þiarýyla estirdiði milliyetçilik rüzgârý sonucu, kendi savaþ arabasýna topladýðý kitleleri þovenist histeri ile seferber ederek yürümüþtür. Milliyetçilik, bir savaþ ideolojisi olarak kapitalizmin ekonomik ve politik yeniden üretiminin dayanaklarýndan birisidir. Kapitalizm öncesi toplumlarda savaþlar, egemenlerin çýkarlarýnýn bir aracý haline gelen din ve mezhep kýlýfý altýnda yapýlýyordu. Avrupa'da 30 yýl, yüzyýl savaþlarý, doðuya düzenlenen haçlý seferleri, Osmanlý imparatorluðunun fetihleri (son dört yüzyýlýnýn toplam 232 yýlý savaþla geçmiþtir.) din kýlýfý altýnda gerçekleþmiþtir. Günümüzde savaþlarýn ideolojik kýlýfý artýk, "vatan ve millet" kavramlarý olmuþtur. Halklarýn birbirini boðazladýðý, hiçde rasyonel olmayan gerekçelere dayanarak çýkarýlan savaþlar, sýnýr ihlalleri nedeniyle ortaya çýkan çatýþmalar, nihai olarak uluslar arasý sermeyenin çýkarlarý ve emperyalizmin pazar paylaþým rekabetinin bir gereði olarak, ya da ulus devlet burjuvazilerinin hegemonya ve ulusal pazarý koruma gereksiniminin siyasal bir tezahürü olarak ortaya çýkmaktadýr. "Savaþ, politikanýn baþka araçlarla sürdürülmesi" olduðundan, günümüzde burjuvazinin savaþ politikasýný motive eden temel ideoloji milliyetçiliktir. Rasyonellikten uzak olan milliyetçiliðin efsanelere ve mitlere gereksinim duyduðunu, baþka milletlere göre, "seçilmiþ ýrk, üstün millet" olduðu safsatasýný tarihin derinliklerinde üretilen efsanelere dayandýrdýðýný söylemiþtik. Bu efsanelerle, "Biz" ululaþtýrýlýrken, "Onlar" ötekileþtirilerek düþman kategorisine sokulur. Barýþ, aþaðýlanarak küçümsenir. Savaþ, "üstün ýrk" ya da "millet" olmanýn en temel özelliklerinden birisi sayýlarak, kutsanýr. Türk

ýrkçýlarýndan Necdet SEVÝNÇ, "Savaþ, yaþamý ve milli hayatý idame ettirmenin tek þartýdýr. Barýþ anlaþmalarý ise, yorgun savaþçýlarýn dinlenmesi amacýyla imzalanan vakit kazanma sözleþmeleridir… Bir Türk milliyetçisi, barýþý yeni savaþlarýn aracý olduðu için sevebilir, aksi halde asla." diyerek, savaþý kutsamanýn ýrkçý faþist ideolojideki öneminin altýný çizer. Irkçýlýðýn milliyetçilikle ayný þey olmadýðý söylenir. Doðrudur, ýrkçýlýkla milliyetçilik özdeþ deðildir, ama ýrkçýlýðýn doðup beslendiði zemin milliyetçiliktir. Milliyetçilik, ýrkçýlýðýn döl yataðýdýr. Milliyetçilik, ýrkçýlýðýn geliþmesine en uygun iklimi saðlar. Milliyetçiliðin uç ve radikal biçimleri ýrkçý bir nitelik kazanarak, þovenizm ve faþizm biçiminde ortaya çýkar. Milliyetçilik, bir burjuva ideolojisi olarak nihayetinde burjuva sýnýfýna hizmet etse de, onun aklý dumura eden, beyni felçleþtiren, gözleri körleþtiren, insaný kendine yabancýlaþtýran karakteri, kitlesel þovenizmin ortaya çýkmasýna zemin oluþturur. "Biz" ve "ötekiler" yani düþmanlar zemininde oluþturulan kitle psikolojisi, küçük bir kývýlcýmla milliyetçiliði, büyük þovenist patlamalara dönüþtürebilir. "Biz"olmayaný, en insanlýk dýþý yöntemlerle yok etmek, bu psikolojiyle, doðal olan sýradan bir iþ haline gelir. Kapitalizmin kriz dönemleri, savaþ yenilgileri, resmiyetin yarattýðý tabularýn yýpranma tehlikesi, "vatan ve milletin ebedi var oluþunun" tehlikeye girmesi ruh hali, düþmanlar tarafýndan yok edilme korkusu, milliyetçi iklimin oluþturduðu þovenizmin kitlesel histeri halinde ortaya çýkmasýna yol açar. Militan milliyetçiliðin, ya da baþka bir ifadeyle þovenizmin dirilmesi ve ciddi kitlesel politik bir güç haline gelmesi, salt bir umutsuzluk refleksinin sonucu deðildir. Ayný zamanda baþka ideoloji, proje ve programlarýn insanlarýn umutlarýný gerçekleþtirme yeteneksizliði ve acizliðinin býraktýðý boþluk ta, milliyetçiliðin bugün revaçta olmasýnýn bir baþka nedenidir. Geriye dönüp baktýðýmýzda, milliyetçiliðin doðuracaðý feci sonuçlara gem vuran bir biçimde, halklarýn milliyetçi boðazlaþma ihtimalini yarattýklarý çözümlerle önleyen uygulamalarýn, reel sosyalist sistemlerde bir ölçüde yaþama geçirildiði görülür. Sosyalist rejimlerin tarih sahnesinden çekilmesiyle ortaya çýkan boþluk, bu gün milliyetçilik ve dinsel fundamantalizmle doldurulmaktadýr.

58


Kurtuluþ

Milliyetçilik, bir savaþ ideolojisidir. Burjuvazinin kendi çýkarlarý için kitleleri kendi savaþ arabasýna koþtuðu milliyetçilik, kapitalizm ortadan kalkmadan ortadan kalkmayacaðý için, kapitalizm var oldukça, burjuvazinin ekonomik ve toplumsal var oluþunu sürdürme politikalarýnýn bir aracý olan savaþ da, insanlýðýn baþ belasý olarak var olmaya devam edecektir. O nedenle savaþa karþý mücadele, militarizme ve þovenizme karþý çýkýlmadan ve nihayetinde kapitalizme karþý bir mücadele perspektifiyle yürütülmeden, gerçek anlamda bir baþarý elde edemez. Milliyetçiliðe karþý enternasyonalist bir perspektifle, halklarýn kardeþliði savunulmadan savaþýn önüne geçilemez. Savaþlarýn olmamasýný

istemek, her þeyden önce milliyetçiliðe ve onun ekonomik ve siyasal zemini olan kapitalizme karþý mücadeleyi zorunlu kýlar. Günümüzde ki milliyetçi yükseliþ ve curcuna içinde HOBSBAWM'ýn yaklaþýmý, riskler taþýsa da, umut vericidir: "Kimse milliyetçiliðin ya da etnik politikalarýn artan ve bazen çarpýcý boyutlardaki etkisini yadsýyamazsa da, bu olguyu 19. ve erken 20.yüzyýl tarihindeki 'milliyetçilik' ve 'uluslar'dan iþlevsel olarak farklý kýlan önemli bir özellik vardýr: Artýk o, tarihsel geliþmenin önemli bir taþýyýcýsý deðildir."(Eric HOBSBAWM, 1780'den günümüze milletler ve milliyetçilik)

* * *

59


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Savaþ: Ýnsanlýðýn Baþ Belasý Neden Savaþýr Bu Ýnsanlar? Yurdundan çok uzaklarda ölen bir askerin kafatasý kendisini bulan çocuklarýn ellerinde hiç bilmediði oyunlara alet oluyor Ýkinci defa! SunayAkýn

B

elki genç okurlarýmýz duymamýþtýr ama 40'lý yaþlarýný geçenler bilir. Savaþ, Ýspanyol yazar Vicente Blasco Ibanez'in(1867-1928) Mahþerin Dört Atlýsý1 adlý romanýnda, kýtlýk, salgýn hastalýk ve açlýkla beraber insanlýðýn baþýna musallat olan dört beladan biridir. Elbette savaþ, romana kaynaklýk eden Hýristiyan düþüncesindeki gibi tanrýsal bir ceza filan deðildir. Lenin'in Karl von Clausewitz'in "Savaþ Üzerine" adlý kitabýndan aktardýðý gibi "savaþ politikanýn baþka araçlarla devamýdýr" Lenin bu sözün sonuna "yani þiddet araçlarýyla" diye ekleme yapar. Yine ayný yerde Lenin, bu tanýmýn Marks ve Engels tarafýndan da benimsendiðini söyler. Politika denilen þey sýnýflar mücadelesinin bir aracý olduðuna göre þimdi, savaþlarýn niteliði, sonuçlarý ve neden yapýldýðý üzerine

Öznur Aðýrbaþlý 60


Kurtuluþ

daha maddi temellere sahibiz demektir. Elimizde egemen sýnýflarýn milliyetçilik, din, vataný kurtarma vb. propagandalarýna kapýlmadan, mistisizmin karanlýk koridorlarýnda yolumuzu aydýnlatan Tarihsel Materyalizm gibi bir kýlavuz var. "Sosyalistler, halklar arasýndaki savaþlarý daima barbarca ve canavarca bulmuþlar ve kötülemiþlerdir. Bizim savaþa karþý tutumumuz gene de aslýnda burjuva pasifistleri ile anarþistlerden farklýdýr. Her þeyden önce, biz, bir yanda savaþlar ile öte yanda bir ülke içindeki sýnýf savaþýmlarý arasýndaki ayrýlmaz baðlýlýðý; sýnýflar ortadan kaldýrýlmadan ve sosyalizm kurulmadan savaþlarýn ortadan kaldýrýlmasýnýn olanaksýzlýðýný... kabul ederiz. Biz Marksistler, her savaþýn ayrý ayrý, Marks'ýn diyalektik materyalizmi görüþ açýsýndan, tarihsel bir incelemesi yapýlmasý gereðini savunuruz". Lenin'in sözlerinden çýkaracaðýmýz birinci sonuç þudur: Genel olarak savaþýn kötülüklerini eleþtirmek ve bunlarý deþifre ederek barýþ propagandasý yapmak iyi ve gerekli bir iþtir. Ama çabalar yalnýzca bununla sýnýrlý olunca köklü bir çözüme ulaþmak olanaklý deðildir. Her bir savaþý ayrý ayrý deðerlendirmeden ve savaþýn ardýndaki nedenleri ortaya sermeden yapýlacak bir savaþ karþýtý mücadele sonuçta ya giderek hýzýný yitirir ve ortadan kalkar ya da daha kötüsü farkýnda olmadan egemen sýnýfýn dümen suyuna girer. Bu alýntýdan çýkaracaðýmýz ikinci sonuç ise, genel olarak savaþlar ile sýnýf mücadeleleri arasýnda kopmaz bir baðdýr. Ezilenlerin ezenlere karþý kendilerini sömürüden (ulusal ya da sýnýfsal) kurtarmak için giriþtikleri mücadeleler hariç bütün savaþlar egemen sýnýflarýn sömürü alanlarýný geniþletmek veya sömürüyü pekiþtirmek için çýkarýlmýþtýr. Ve istisnasýz her birinde bu savaþlarýn gerçek amaçlarýný, savaþ alanýna sürdükleri insanlardan sakladýlar. Ýnsanlar kimi zaman "Tanrý kelâmýný gavurlara da benimsetecek kutsal bir cihat" olarak, kimi zaman "barbar halklarý uygarlaþtýracak erdemli bir insani giriþim" olarak, kimi zaman "tehlike altýndaki vatanýn düþmanlardan kurtarýlmasý" olarak sunulan yüzlerce savaþa tanýk oldu. Ama her birinde savaþ, genellikle savaþa sürülenlerin haberdar olmadýðý belli amaçlara ulaþmak üzere þiddetin kullanýldýðý bir araç olageldi. Bu durumda savaþlarý anlamak ve savaþa karþý doðru bir sýnýfsal tutum alabilmek için, aracýn

kendisine deðil amaca bakmak zorundayýz. Örneðin Kapitalizm öncesi savaþlarda ön planda görülen olgu din ya da mezhep çatýþmalarýdýr. Özellikle iki büyük evrensel din olan Müslümanlýk ve Hýristiyanlýk kitleleri savaþa sürmede kullanýlan en önemli argümanlarý sunmuþtur. Tarih kitaplarýndan herkesin bildiði Haçlý Seferleri2, Avrupa'daki 30 Yýl ve 100 Yýl savaþlarý hep din olgusu ile açýklanmýþtýr. Bu savaþlarýn ardýndaki sýnýf mücadeleleri sürekli gizlenmiþ ve kitleler mensup olduklarý din veya mezhep adýna savaþtýklarýný sanmýþlardýr. Beri yanda Emevi, Selçuklu veya Osmanlý fetihleri3 yine "en son ve mükemmel din" olan Ýslamiyet'in yayýlmasý için yapýlmýþtýr. Ýnsanlarýn silah zoruyla din deðiþtirmesinin kötülüðü bir yana bu kitaplarda savaþ sonunda açýlan yeni sömürü alanlarýndan kimlerin yararlandýðý, yenik devletin zenginliklerine kimlerin el koyduðu hiç sorgulanmaz. Sanki bunlar sýnýflarýn olmadýðý, her yönüyle birbirine eþit insanlardan oluþmuþ devletlermiþ gibi "filanca devlet þu savaþtan þu kadar gelir elde etti" diye yazýlýr. Bu tür tarih kitaplarýnda göremeyeceðiniz þeyler bununla sýnýrlý da deðildir. Bu kitaplarda savaþlarýn yol açtýðý yýkýmlar, çekilen acýlar, insanlarýn ölmesi veya sakat kalmasý, binlerce insanýn emeðiyle meydana gelen eserlerin yok olmasý gibi "nahoþ" konularda görülmez. Varsa yoksa kahramanlýk, þan, þeref, zafer vs.vs. Savaþlarýn temel nedeni kapitalizm çaðýnda da deðiþmedi. Amaç hep daha fazla paraya, mülke, güce sahip olmaktýr. Sadece insanlarý savaþa sürüklemekte kullanýlan argümanlar deðiþti. Artýk din için deðil, "vatan", "millet"4 için savaþýlýyordu. Elbette deðiþim yalnýz bununla sýnýrlý deðildir. Artýk savaþlar hem daha geniþ alana yayýldý hem de geliþen silah endüstrisine baðlý olarak eskisiyle kýyaslanamayacak kadar daha fazla yýkýcý oldu. Burada konuyu kapatmadan önce ideolojik hegemonya meselesine deðinmekte yarar var. Egemen sýnýflar kendi çýkarlarýný toplumun genel çýkarlarý imiþ gibi sunarlar. Bunun için din, tarih, basýn, okul, aile vb. birçok aracý kullanýrlar. Öyle ki olaylarýn büyüklüðüne ve yarattýðý etkiye baðlý olarak deðiþen sürelerde nedenler kolaylýkla alt üst edilebilir. Örneðin geliþen iletiþim araçlarýnýn sayesinde þu anda yaþanmakta olan ABD'nin Irak'ý iþgalinin enerji kaynaklarýyla ilgili olduðunu çocuklar bile biliyor.

61


Kurtuluþ

Ama eðer o zamana kadar bir þeyler deðiþmezse 50 yýl sonra ABD'de okula giden çocuklar kahraman ordularýnýn Irak'ta nasýl demokrasi için savaþtýðýný okuyacaklar. Bu argüman elbette þimdi de kullanýlýyor. Ama olayý bizzat yaþayan insanlarý ikna etmek o kadar kolay deðildir. Birkaç kuþak geçip olayýn canlý tanýklarý azaldýkça eldeki tek bilgi devletin kontrolünde olan kaynaklar olacaktýr. Devlet dýþý kuruluþlar ve muhalif güçlerin ise ellerindeki bilgiyi geniþ kitlelere ulaþtýrmada devletle yarýþmasý söz konusu bile olamaz. Bu avantaj sayesinde devletler tarihi çýkarlarýna en uygun biçimde yazarlar. Bilindiði gibi bir toplumun geçmiþine egemen olmak onun geleceðine de egemen olmaktýr. Böylece yüzyýllardýr egemen sýnýflar her ihtiyaçlarý olduðunda savaþtan hiçbir çýkarý olmayan kitleleri ölüme gönderebilmektedirler.

çatýþmalarý ve hegemonya mücadelesini keskinleþtirmektedir. Pazarlar üzerinde yürütülen emperyalist hegemonya mücadelesi kendini istikrarsýzlýk olarak açýða vuruyor. Emperyalistlerin istikrarsýzlaþtýrma ve nüfuz alanlarýný kendi çýkarlarý doðrultusunda yeniden düzenleme politikasý, çeþitli yerel çatýþmalarda ifadesini buldu. Ýþte bazý örnekler: Ýsrail-Filistin, Irak, RusyaÇeçenistan, Gürcistan-Abhazya, AzerbaycanErmenistan, Çin-Uygur, Afganistan, Keþmir, Pakistan-Hindistan, Kolombiya, Peru, RuandaKongo, Eritre, Sýrbistan-Bosna-Hersek, Hýrvatistan-Sýrbistan, Sýrbistan-Kosova, Makedonya-Kosova vb. Bu çatýþmalarda 5 milyondan fazla insan öldü ve milyonlarca insan sakat kaldý ya da topraklarýndan sürüldü. Savaþtan söz edilirken silahlardan söz etmemek olmaz. Zaten silah olmadan yapýlsaydý ona savaþ deðil, kavga derdik. Bu silahlar gökten zembille inmediðine göre bunlarý üretenlerden ve satanlardan söz etmemek hiç olmaz. Lenin, "savaþ korkunçtur" diyen birine, "doðru, savaþ korkunç kârlar demektir" þeklinde karþýlýk vermiþti. Savaþ yokken iþçi sýnýfýný mümkün olduðunca fazla sömürmenin yollarýný arayan ve tüm iç siyaseti bu "kutsal" amaca göre belirleyen burjuvazi, savaþý da ayný "kutsal" amacýn peþinde koþar. Dahasý týpký Lenin'in alaycý bir biçimde belirttiði gibi savaþ, baþlý baþýna önemli bir kâr kaynaðýdýr. En baþta silah ve petrol tekelleri olmak üzere, üretimin birbirine baðlý halkalarý içerisinde faaliyet gösteren çeþitli kapitalist iþletmeler, savaþtan ve onun ekonomide yarattýðý canlanmadan muazzam kârlar elde ederler. Örneðin Ýkinci Paylaþým Savaþýndan sonra ABD'nin dünya üretimindeki payý sürekli olarak azaldý. %57 olan 1945'teki pay, daha 1950'de %40'a, 1980'de ise %20'ye geriledi. Bunun anlamý ABD'nin payýnýn nispeten kýsa bir süre içinde neredeyse üç kat daralmasýydý. Ayný olgu ithalat ve ihracat dengesi açýsýndan da görülmektedir. 1950'lerin baþýnda ABD, ithalatýnýn %34,2'si kadar dýþ ticaret fazlasý verirken, ilk kez 1974/76'da bu oran eksi %6,3'e, 1985/87 döneminde eksi %40,1 gibi muazzam bir rakama ulaþtý. Bu arada ABD dünyanýn en çok borcu olan ülkesi haline geldi. Böyle bir durumda Amerikan emperyalizminin, içinde bulunduðu ekonomik krizden çýkabilmek

Savaþta Kazananlar - Kaybedenler ... Tüccar iþidir savaþ Yalnýz peynir yerine Kurþun alýnýp satýlýr... Berthold Brecht "Ýnsanlar nadiren savaþlarý kazanýr, hükümetler ise nadiren kaybederler. Ýnsanlar öldürülür. Hükümetler derilerini deðiþtirir ve yeniden toplanýrlar, çok-baþlýdýrlar [ing. hydra, Herkül tarafýndan öldürülen dokuz baþlý yýlan]. Ýnsanlarýn akýllarýný çelip-sarmalamak ve gerçek fikirleri boðmak için ilk önce bayraklarý kullanýrlar ve sonra ise [bu bayraklar] gönüllü ölülerin parçalanmýþ vücutlarýnýn tören kefenleri olarak örtülürler." Kapitalist üretim biçiminin içinde bulunduðu kriz; aþýrý üretim, daralan pazarlar ve kâr oranlarýnýn düþmesinden kaynaklanýyor. Sermaye doðasý gereði kendini yeniden ve yeniden üretmek zorundadýr. Ama aþýrý üretimle karakterize olan kapitalizm, pazarlarýn sýnýrlý oluþu nedeniyle sermayenin sýnýrsýzca geliþimine aðýr darbeler indirmektedir. Sermayenin durmaksýzýn geniþleme ihtiyacýyla bunun mümkün olamamasý arasýndaki çeliþki, üretimin yüksek düzeylerde toplumsallaþmasý ile mülkiyetin özel mülkiyet olarak tekellerde yoðunlaþmasýnýn oluþturduðu çeliþki, emperyalist-kapitalist sistemde giderek büyüyen krizler yaratmaya devam ediyor. Bu kriz, emperyalistler arasý

62


Kurtuluþ

için "uluslararasý terörle mücadele" diye bir bahane yaratýp askeri gücünü öne sürmekten baþka çaresi kalmamýþtýr. Böylece bir taþla bir sürü kuþ vurulacaktýr. Bir kere soðuk savaþ sonrasý artýk ABD'nin korumasýna ihtiyacý kalmayan AB ülkeleri ve Japonya yeniden onun arkasýna dizilecektir. Ayrýca Ortadoðu ve Avrasya petrolleri ele geçirilerek bu ülkeler enerji açýsýndan kendisine baðýmlý hale getirilecektir. Öte yandan savaþlarda harcanan silahlarýn yerine konulmasý ekonomik canlanma saðlayacaktýr. Nitekim ABD Baþkan Yardýmcýsý Dick Cheney'in bir zamanlar baþkaný olduðu Halliburton þirketine baðlý KBR firmasýnýn "terörle mücadele"den doðrudan kâr ettiði söylenmektedir. Donanma ve ordu için yýllardýr gýda, inþaat, yakýt nakli ve elektrik üretimi gibi hizmetler saðlayan bu firma, son dönemde orduyla 10 yýl süreli bir sözleþme yapmýþtýr. Þirketin bu sözleþme sayesinde elde edeceði kazancýn, ekonomik durgunluk nedeniyle hisse senetlerinin fiyatlarýndaki yüzde 60'lýk düþüþün yarattýðý kaybý karþýlayacaðý belirtilmektedir. Diðer bir örnek vermek gerekirse, Amerikan Kongresinin terörle mücadele gerekçesiyle ayýrdýðý 50 milyar dolarlýk bütçe hatýrlatýlabilir. Bu bütçenin yarýya yakýný doðrudan Pentagon'a gitmiþ ve büyük bir kýsmý silah, mühimmat vb. alýmýnda kullanýlmýþtýr. Savaþtan kazananlar belli de kaybedenler kimler? Aslýnda o da çok belli. Bütün dünyanýn ezilenleri, iþçiler, köylüler, kent yoksullarýdýr. Bunlarýn savaþtan hiçbir kazancý yoktur. Hatta kazanan devletin askeri olsalar da zaferin þanýndan bile pay alamazlar. Çünkü bu pay generallere aittir. Onlar ise savaþta ölürler, sakat kalýrlar, bitlenirler, hastalýk kaparlar, zehirli gazlara maruz kalýrlar ve insanlýklarýný yitirirler. Savaþta öldürülen, kör kalan veya sakatlanan her 1000 askerden 999'u iþçi ve köylülerin çocuklarýdýr. Bu yetmez savaþla ilgisi olmayan milyonlarca sivil insan da yaþamýný yitirir. Sað kalanlarýn çilesi ise burada bitmez. Tahrip olan evler, okullar, hastaneler, yollar, köprüler, limanlar, fabrikalar yeniden yapýlacaktýr. Bunun anlamý, halkýn bu iþ için doðrudan veya dolaylý olarak vergilendirilmesi demektir. Çünkü son tahlilde her þey halkýn cebinden çýkar. Yani savaþ onlar için maddi olarak da kötüdür. Bu da yetmez. Ýþçi sýnýfý yalnýzca elde silâh cephelerde ölümle boðuþmakla kalmaz, ayný zamanda

cephe gerisinde de kendi kapitalistlerinin savaþý kazanmasý için gerekli fedakârlýklarý yapmak zorunda býrakýlýr: Ücretler düþer, çalýþma saatleri artar, çalýþma temposu yükselir, sosyal haklar askýya alýnýr, sendikalar eðer kapatýlmamýþsa hepten iþlevsizleþtirilir, grevler yasaklanýr ve kârlar artar. "Modern savaþlarda galip [taraf] yoktur, çünkü yenen taraf da en az yenilen taraf kadar kaybeder. Hatta bazen daha da fazla: Fransa bugün (1. Dünya Savaþý sonrasý)5Almanya'dan daha yoksul. Her iki ülkenin iþçileri de savaþýn kayýplarýný telafi etmek için aç kalýrcasýna vergilendirildiler. Dünya Savaþýna katýlan Avrupa ülkelerinde iþçilerin bugünkü ücret ve yaþam standartlarý büyük felaket öncesine göre çok daha düþük. "Ancak Birleþik Devletler savaþtan zengin oldu", diye itiraz edeceksiniz. Yani bir avuç kadar kiþinin milyonlar kazandýðýný ve büyük Kapitalistlerin büyük karlar elde ettiðini söylemek istiyorsunuz. Kesinlikle öyle: büyük finansçýlar yüksek faizle Avrupa'ya borç para vererek, savaþ malzemesi ve teçhizatý satarak. Peki, neye ulaþýyoruz? Bir an durun ve Avrupa'nýn Amerika'ya olan finansal borcunu veya bunun faizini nasýl ödediðini bir düþünün. Bunu emeði daha fazla sýkýþtýrarak ve iþçiler üstünden daha çok kar elde ederek yapar. Avrupalý imalatçýlar daha düþük ücretler ödeyerek ve mallarý daha ucuza üreterek Amerikan rakipleri karþýsýnda fiyat kýrabilirler ve bu nedenle Amerikan imalatçýlarý da daha düþük maliyetle üretmeye zorlanmýþ olurlar. Onun "ekonomisi"nin ve "rasyonalizasyon"un iþin içinde girdiði yer burasýdýr ve sonuçta siz ya daha çok çalýþmak zorundasýnýzdýr veya ücretleriniz düþürülmelidir veya tamamen iþten çýkarýlýrsýnýz. Avrupa'daki düþük ücretlerin sizin kendi koþullarýnýzý doðrudan doðruya nasýl etkilediðini görüyor musunuz? Sizler, Amerikan iþçileri, Amerikan bankerlerinin Avrupa'ya açtýklarý kredilerin faizlerinin geri ödenmesine yardýmcý olduðunuzu görüyor musunuz?" Bütçelerde Karadelik: Savaþ Harcamalarý Gelin savaþ efendileri Siz, silahlarý yapanlar Siz, ölüm uçaklarý yapanlar Siz, dev bombalarý yapanlar Siz, duvarlarýn ardýna gizlenenler Bilmenizi isterim ki,

63


Kurtuluþ

ve bütçe açýklarýnýn yükselmesi anlamýna gelir. Devasa savaþ harcamalarý bu nedenle kamu harcamalarýnda yeni kesintilerle karþýlanmak zorundadýr ve bunun da faturasý iþçilere ve diðer ezilen kesimlere çýkarýlýyor. Halkýn þikâyetlerine hükümetlerin cevabý hazýrdýr: "Zor günler yaþýyoruz. Hepimiz ulusal çýkarlar için fedakârlýk yapmaya hazýr olmalýyýz." Bununla kastettikleri, her ülkeyi mülk edinen ve denetimi elde tutan büyük bankalar ve þirketlerin çýkarlarýdýr. "Ülkenin kaynaklarý sýnýrsýz deðildir" derler. "Bazý zor kararlar almamýz gerekiyor ve bundan kaçmayacaðýz". Fakat zenginlerin kârlarý ve ikramiyeleri kutsaldýr: onlara dokunulmamalýdýr! "Zor kararlar" toplumun yalnýzca en fakir kesimlerini etkiler. Baþka bir ifade ile bu "ekmekten önce silah" anlamýna gelir. Zengin ya da yoksul, devletlerin hepsi, terörizm tehlikesini iþe yarar bir bahane olarak kullanýp, muazzam ve korkunç bir yeniden silahlanma programý baþlattýlar. Bu ölümcül oyunda dönen paranýn miktarý gerçekten hayret vericidir. Böylece insanlarýn ihtiyaçlarý için "para olmadýðý" argümanýnýn tümüyle yanlýþ olduðu görülüyor. Bazýlarý "ülkenin iyiliði" ve "birliklerimizi desteklemek" için savaþ zamanýnda sýnýf mücadelesini durdurmak zorunludur diye bizi ikna etmeye çalýþacaklardýr. Bu ahlâksýz bir numaradýr. Tüm hükümetler, çalýþanlara ödenecek "para olmadýðý", okullar için, hastaneler için veya yeterli bir emekli maaþý için kaynak bulunmadýðý gerekçesiyle sosyal harcamalarý kýsýyorlar. Ama iflâs eden þirketlerin hissedarlarýna ve batýk bankalara skandal ölçüsünde para ödemek için daima bol miktarda para vardýr, týpký bombardýman uçaklarý, füzeler ve tanklar almak için de daima yeterince para olduðu gibi.

Maskelerinizin ardýný görüyorum. Bob Dylan-Savaþ Efendileri Egemen sýnýflarýn bizi inandýrmak istedikleri-doðrusu esas olarak da baþardýklarý- ana düþüncelerden biri, ülkemizi yabancý tehditlerden koruyacak bir orduya gereksinimimiz olduðudur. Oysa bu ezilenleri baský altýnda tutmak ve korkutmak için uydurulmuþ bir yalandýr. Barýþýn en güvenli yolunun güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmak olduðu yolundaki iddia, en barýþ yanlýsý vatandaþýn en aðýr silahlarla donanmýþ vatandaþ olduðu iddiasý kadar mantýksýzdýr. Günlük hayattan edindiðimiz deneyimler kanýtlamaktadýr ki, silahlý bireyler gücünü denemek konusunda oldukça isteklidir. Bu durum tarihsel olarak, devletler için de geçerlidir. Milyarlarca dolarý silaha yatýran devletler eninde sonunda bu silahlarý kullanacaklardýr. Gerçekten de barýþtan yana olsalar enerji ve hayatlarýný savaþ hazýrlýklarýyla harcamazlardý. Sonuçta barýþ da korunmuþ olurdu. Zaten daha güçlü bir ordu oluþturulmasý yönündeki istekler esas olarak dýþ tehditlerden kaynaklanmaz. Tarihsel deneyimler göstermiþtir ki, düzenli ordu asýl ülke içinde egemen sýnýflarýn çýkarlarýnýn korunmasý için oluþturulmuþtur. Dünyanýn her yerinde greve çýkan iþçi, tarým politikalarýna itiraz eden köylü ya da geleceði için kaygýlanan gençler her zaman karþýlarýnda devletin silahlý güçlerini-asker ya da polis- bulmuþlardýr. Üstelik bu silahlarýn parasý halktan toplanan vergilerden ödenir. Yani emekçileri baský altýnda tutacak aygýtýn parasý yine emekçilere ödetilir. Ýþte bu ideolojik hegemonyanýn zaferidir. Afganistan ve Irak'tan sonra ABD þimdi de Uranyum Zenginleþtirme Programý'ný bahane ederek Ýran ile olan krizi derinleþtiriyor. Sürekli canlý tutulan bu kriz petrol fiyatlarýný yükseltiyor. Hatta çok sayýda araþtýrmacý ABD'nin aslýnda Ýran'a saldýrmayacaðýný, krizi canlý tutarak bir yandan yükselen petrol fiyatlarýndan büyük karlar elde ettiðini, diðer yandan silahlanma bütçesini kendi halkýna daha rahat kabul ettirdiðini iddia ediyor. Öyle ya da böyle. Sonuçta ekonomik kriz küresel bir hale gelmiþ durumda. Ýþsizlik bütün dünyada hýzla artýyor. Ekonomik kriz devletin vergi gelirinin düþmesi

Rakamlarýn Dili6 Bir insanýn ölümü trajedidir, milyonlarca insanýn ölümü ise istatistik. Stalin Þimdi birazda rakamlarý konuþturalým. Kimilerine sevimsiz gelse de bazen üç beþ rakam sayfalarca yazýdan daha çok þey anlatýr. "Dünyada 5 bin 600 yýlda toplam 15 bin

64


Kurtuluþ

500'ün üzerinde bölgesel ya da ulusal savaþ yaþandý, 3,7 milyar insan öldü. *1. Dünya Savaþý'nda ölen her 100 kiþiden 14'ü, 2. Dünya Savaþý'nda ölen her 100 kiþiden 70'i, 1990'lardaki savaþlarda ölen 100 kiþiden 90'ý sivildi. *1945-1992 yýllarý arasýnda gerçekleþen 149 savaþta 23 milyondan fazla insan öldü. Bunun yalnýzca 3 milyonunu askerler oluþturdu. Bilinen o ki, savaþlarda genellikle 1 askerin ölümüne karþýlýk 1 sivil doðrudan, 14-15 sivilse açlýk, susuzluk, bulaþýcý hastalýklar gibi nedenlerden ölmektedir. *Son 10 yýldaki savaþlarda 2 milyon çocuk öldü. 6 milyon çocuk sakat kaldý. 12 milyon çocuk evsiz, 1 milyondan fazla çocuk anasýzbabasýz kaldý. 10 milyon çocuk psikolojik sarsýntý geçirdi ve on binlerce çocuk tecavüz ve iþkenceye uðradý. *Balkan savaþýnda Bosna'da 20 bin kadýna tecavüz edildi. *Körfez Savaþý'nda ABD ve müttefiki devletler, Irak-Kuveyt sýnýrýna ve Basra kenti etrafýna 1 milyon kara mayýný yerleþtirdi. 64 ülkede 110 milyon patlamamýþ kara mayýnýnýn üzerine basacak insanlarý beklediði biliniyor. Savaþ sýrasýnda ve savaþ sonrasýnda yaþam hakkýnýn kullanýlmasýnýn önündeki en büyük tehditlerden biri olan kara mayýnlarý nedeniyle yýlda yaklaþýk 20,000 kiþi hayatýný kaybediyor. *Ýngiltere, geçen yýl, büyük silahlý çatýþmalarýn yaþandýðý 17 ülkeden 14'üne silah satýþý için ruhsat verdi. Silah Ticaretine Karþý Kampanya adlý kuruluþun yetkilileri, 'hükümet dünyanýn baskýcý rejimlerini, insan haklarý ihlalcilerini silahlandýrmaktan vazgeçmeli" diyor." *Yapýlan bir araþtýrma, ABD'nin teröre karþý verdiðini ileri sürdüðü savaþlarýn maliyetinin 811 milyar dolarý bulabileceðini gösteriyor. *Dünya Bankasý verilerine göre, 1995 yýlýnda 19.8 milyar dolar olan silah üreten ülkelerin diðer ülkelere yaptýðý silah satýþlarý, 2004 yýlýnda 19.2 milyar dolar olarak gerçekleþti. 1995 yýlýnda yüzde 2.4 olan dünya ülkelerinin askeri harcamalarýnýn dünya milli gelirlerine oraný, 2004 yýlýnda yüzde 2.5'e çýktý. Veriler, son 10 yýlda asker sayýsýnda önemli indirimlere gidilmesine raðmen silah alýmlarýný önemli ölçüde artýrdýklarýna iþaret ediyor. *2004 yýlýnda en fazla silahý Rusya sattý. Rusya, 6 milyar 197 milyon dolarlýk silah

satarken ABD 5 milyar 453 milyon dolarlýk silah sattý. Bu iki devleti Fransa 2 milyar 122 milyon, Almanya 1 milyar 91 milyon, Ýngiltere 985 milyon, Kanada 543 milyon, Ukrayna 452 milyon dolarla izledi. 2004 yýlýnda Hindistan 2 milyar 375 milyon dolarlýk silah aldý. Onu Çin 2 milyar 238 milyon, Birleþik Arap Emirlikleri 1 milyar 246 milyon, Suudi Arabistan 838 milyon, Kore 737 milyon, Ýsrail 724 milyon, ABD 533 milyon, Singapur 456 milyon dolarla izledi. *Savaþ maliyetleri konusunda bir araþtýrma yapan Uluslararasý Barýþ Ýçin Vakfý ile Karengy Ekonomi Kuruluþu'nun istatistiklerine göre, 1914 yýlýnda baþlayan ve 1565 gün süren, 10 milyon insanýn öldüðü, 22 milyon insanýn sakat kaldýðý, 5 milyon kaybýn bulunduðu 1. Dünya Savaþý'nýn, dünya ekonomisinde açtýðý yara 450 milyon dolar. Ayný araþtýrmada savaþa ayrýlan bu para ile ABD, Avustralya, Belçika, Ýngiltere, Ýskoçya, Kanada ve Rusya'daki ailelerin hepsinin ev sahibi yapýlabileceði hesaplandý. 2003 yýlýnda ABD'nin Irak operasyonunun bu yýlýn rakamlarýna göre maliyeti 175 milyar dolar. Savaþýn 2010 yýlýna kadar dünya ekonomisindeki tahmin edilen kaybý ise Avustralya Merkez Bankasý (ASB) tahminlerine göre 450 milyar dolar. *Her yýl konvansiyonel silahlarla 500,000 üzerinde insan ölmektedir; yani dakikada 1 kiþi. *Her yýl 16 milyar mermi üretilmektedir bu, kadýn, erkek, çocuk her birimize 2 mermi demektir. *Her yýl yaklaþýk 8 milyon hafif silah üretilmektedir ve bunlarýn çoðu sivillerin eline geçmektedir. *Afrika, Asya, Orta Doðu ve Latin Amerika ülkelerinin silahlara harcadýðý 22 miyar dolarýn yarýsýyla bu ülkelerdeki bütün çocuklar ilkokul eðitimi alabilmektedir. *Askeri harcamalar artarken, dünyada açlýk sýnýrýnda ve altýnda yaþayan nüfus da bir yandan artýyor. Birleþmiþ Milletler Nüfus Fonu istatistiklerine göre günde 2 ABD dolarýnýn altýnda harcama yapan insan sayýsý 3 milyara ulaþtý. Bir milyar insan temiz su olanaklarýna, iki milyar insan ise hijyen koþullara sahip deðil. 800 milyon insan kronik kötü beslenme koþullarý altýnda yaþýyor. *1998 - 2001 yýllarý arasýnda ABD, Ýngiltere ve Fransa'nýn geliþmekte olan ülkelere yaptýklarý

65


Kurtuluþ

Sonuç Yerine Kapitalizm ile savaþlar arasýndaki iliþki çok açýktýr. Eðitim, saðlýk, alt yapý hizmetleri için bir türlü bulunamayan kaynaklar, sýra silah almaya gelince gürül gürül akmaya baþlar. Çünkü kapitalist düzende savaþýn bizzat kendisi muazzam bir tüketimdir. Ama tüketim demek üretim demektir. Sýkýlan her bir kurþun, ateþlenen her bir top, fýrlatýlan her bir füze, imha olan her bir zýrhlý araç, yýkýlan her bir bina, kapitalistlerin gözünde, yerine tekrar konulmasý gereken bir metadan baþka bir þey deðildir. Tüketilmek üzere ve tüketildikleri sürece kâr etme gayesiyle üretilirler. Dolayýsýyla kapitalist ekonomi açýsýndan savaþ harcamalarý, kârlý görülen bir alana yapýlan yatýrým harcamalarýndan biridir. Ýþte bu yüzden kapitalizme karþý çýkmadan ne emperyalizme ne de onun ürettiði savaþlara karþý çýkmanýn pratikte hiçbir karþýlýðý yoktur. Savaþlar toplumun geneli üzerinde neden olduðu yýkýmlar, ölümler, yaralanmalar ve bunlarýn ikincil sonuçlarýyla büyük zararlara neden olur. Kuþkusuz, iþçilerde bu genel yýkýmýn bir sonucu olarak etkilenirler. Ancak savaþla iþçilerin iliþkisi sadece bu genel yýkým üzerinden açýklanamaz. Ýþçiler gerek savaþ öncesi dönemde yaþanan ekonomik krizlerin ve silahlanma ekonomilerinin doðrudan hedefi olarak, gerekse savaþ sonrasý yýkýmýn faturasýnýn yüklendiði kesim olarak savaþtan etkilenmektedir. Ancak asýl önemli olan iþçilerin bu yýkýcý sürece karþý koyabilecek belki de tek güç olmalarýdýr. Ýþçi sýnýfý savaþlarýn kurbaný olmak istemiyorsa yalnýzca savaþlarý baþlatan, körükleyen, destekleyen, sevk ve idare eden burjuva hükümetlere deðil, bir bütün olarak kapitalist sisteme son vermek zorundadýr. Alman Marksist Karl Liebnecht'in dediði gibi "Her halkýn baþ düþmaný kendi ülkesindedir".

silah satýþýndan kazandýklarý para, yaptýklarý yardýmdan daha fazladýr. *Türkiye'de silahlanmaya sadece 2002'de harcanan para ile; her aileye 1500 dolar (2.5 milyar lira) verilebilir, 250 adet tam teþekküllü hastane kurulabilir, 750 bin lüks ya da 1.5 milyon normal konut yapýlabilir, 100 bin derslikli okul yapýlabilir. *2006 Mali Yýlý Bütçesi'nden, Milli Eðitim Bakanlýðý'na 16 milyar 568 milyon 145 bin YTL, Saðlýk Bakanlýðý'na 7 milyar 477 milyon 471 bin YTL, Adalet Bakanlýðý'na ise 1 milyar 771 milyon 982 bin YTL ödenek ayrýldý. Milli Savunma Bakanlýðý'na 11 milyar 877 milyon 533 bin, Ýçiþleri Bakanlýðý'na 917 milyon 872 bin, Jandarma Genel Komutanlýðý'na 2 milyar 571 milyon 561 bin, Emniyet Genel Müdürlüðü'ne 4 milyar 804 milyon 713 bin, Sahil Güvenlik Komutanlýðý'na 194 milyon 459 bin, Kültür Ve Turizm Bakanlýðý'na ise sadece 712 Milyon Ytl ayrýldý. *En fazla askeri harcama yapan ülkeler sýralamasýnda 14. olan ve ekonomik krize raðmen AWACS'lara para harcayan Türkiye'de, DÝE verilerine göre nüfusun üçte biri temel gereksinimlerini karþýlamak için günde 1,5 ABD dolarý harcayamýyor. Nüfusun %38'i yoksulluk sýnýrýnda yaþýyor. *1988-2000 savunma harcamasý, vergi gelirinin yýlda ortalama % 22'sine denk geliyor. 1988 sonrasý, her yýl dolaylý vergilerin % 42'si savunmaya, % 12 askeri teçhizat alýmýna gitti. *Savunma harcamalarý nedeniyle bütçe her yýl ortalama % 13 daha fazla açýk veriyor, dolayýsýyla borçlanma gereðinin büyümesine en az bu kadar etkiliyor. Toplam dýþ borcun % 10'unun savunma harcamasýndan kaynaklandýðý tahmin ediliyor.

* * *

66


Kurtuluþ

1- Roman 1921'de Rex Ingram (1893 - 1950) tarafýndan ayný adla sinemaya aktarýldý. 1962'de Vincent Minelli konuyu 2. Dünya Savaþý'na uyarlayarak bir kez daha filme çekti. Filmler romandan daha meþhur oldu. 2- Bkz. Ö.Aðýrbaþlý, Medeniyetler Çatýþmasý Ya da Tarihi Doðru Okumanýn Önemi, Kurtuluþ, Mayýs 2004 3- "Biz" savaþ sonucu toprak elde edersek fetih, baþkalarý ayný þeyi yapýnca iþgal oluyor. 4- Burada vataný burjuvalarýn para kasasý, milleti egemen sýnýf olarak okumak daha açýklayýcý olacaktýr. 5- Parantez içindeki ibare bana ait. 6- Sayýlar çeþitli dergi ve gazetelerin internet sitelerinden alýnmýþtýr. Yararlanýlan Kaynaklar Lenin, Sosyalizm ve Savaþ, Sol Yayýnlarý, Þubat 1980, s.17 Arundhati Roy, Savaþ Barýþtýr, 18 Ekim 2001 Karl Liebknecht, "Baþ düþman içerde!" adlý Broþür, Mayýs 1915

67


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Savaþ ve Ekoloji Özet

K

apitalizmin anarþik üretim modeli gezegen ekosistemini hýzla yok ederken, militarizm ve savaþ bu hýzý arttýrarak, o korkunç sonu her geçen gün biraz daha görünür kýlmaktadýr. Gezegenin toplam gýda üretimi hýzla artarken, insan populasyonundaki gýda yoksunluðu azalacaðýna, aksine artmaktadýr. Gezegen nüfusun ilk yüzde 20'si toplam üretimin yüzde 80'nine sahip olduðu koþullarda, bu eþitsiz daðýlýmý korumak ancak ve ancak militarizm ile mümkün olmaktadýr. Militarizm ve savaþ sömürü mekanizmasýný uygulama ve koruma misyonunu yerine getirirken, insan da dahil tüm canlýlarýn yaþam ortamlarýný da ortadan kaldýrýcý bir iþlev görmektedir. Tüm dünya halklarýna dayatýlan bu son kader deðildir. Bu sondan kurtulmak için tek çözüm; biyolojik, kimyasal ve nükleer tüm savaþ araçlarýnýn iþlevsiz kalarak ortadan kalkacaðý, insan-doða arasýnda ekolojik iliþkilerin hakim olacaðý ve dolayýsýyla her türlü sömürü iliþkisinin ortadan kalkacaðý bir gezegen yaratma ütopyasýna daha fazla çaba harcamaktan geçmektedir. Savaþýn birçok boyutunun ele alýnarak incelenmesi kolektifinde ben, "savaþ ve ekoloji" baþlýðýný örnekleme metodu ile incelemeye çalýþacaðým. Öncesinde konu ile ilgili sevdiðim birkaç söz:

Deniz Ayas 68


Kurtuluþ

"Ýnsan, savaþ gibi inanmadýðý bir þey için acý çekeceðine, barýþ gibi inandýðý bir dava uðruna ölse, daha iyi deðil mi? Savaþ için hiç direnmeden verdiðimiz kurbanlarý, barýþ için de vermeye hazýr olmalýyýz" ve "Ben barýþ için savaþmak istiyorum" Albert Einstein "Ýnsanlar, kendileri karþý çýkmadýklarý sürece, hiçbir þey savaþlarý ortadan kaldýramaz" Albert Einstein Atom bombasýna giden yolu açan "dahi fizikçi" Einstein'ýn savaþ üzerine sözleri bilim faaliyetinin sadece bilgiyi bulma deðil ayný zamanda üretilen bilginin doða ve insan için yanlýþ kullanýmlarýna karþý durmayý da içermesi gerektiðini göstermesi açýsýndan önemlidir. Bilim ve bilim insaný bu baðlamda taraflýdýr, yani doðadan ve insandan yana taraftýr. " Savaþ akýlla ve saðduyuyla baðdaþmaz. Savaþa karþý savaþmak gerekir" Stefan Zweing "Akýllý insan savaþý önlemelidir" Euripides Huxley ise " Savaþ kesinlikle bir 'doða yasasý' deðildir" vurgusunu öne çýkarmýþtýr. Bu makalede savaþ teriminin en bilinen ve doðru anlamýyla kullanarak insanlarýn yada topluluklarýnýn kendi aralarýndaki gerçekleþtirdikleri üstün gelme ve böylece ötekinin üzerinde iktidar olma mücadelesinden bahsedilecektir. Ýnsanýn doða ile savaþýmý konu dýþý. Doðada beslenme faaliyeti olarak toplayýcýlýk yapan insanýn yerleþik yaþama geçiþi ile birlikte savaþlarýnda baþladýðýný söylesek meselenin kökenini herhalde tam anlamý ile ifade etmiþ oluruz. Doðadaki canlýlarý ve cansýz nesneleri sahiplenme yada mülkiyet, savaþý doðurmuþtur. Ýnsanýn mülkiyet tarihiyle paralel evrimleþen savaþ ve araçlarýnýn geliþmiþlik açýsýndan bugün geldiði nokta zirvedir. Ýnsanlar ve kurduklarý iktidarlar, ilkin çevresindeki malzemeler olan taþlar, dal parçalarý ile, ikincil olarak kayaçlardan metallerin eritilerek elde edilmesi sonucunda ortaya çýkan kýlýçlar, baltalar ile, üçüncül olarak barutu bulduktan sonra mermiler, bombalar ile, dördüncül ve son olarak ise nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar ile savaþmýþlardýr. Antik dönemlerde Truva kentinde Akhalar ile yunanlýlar arasýnda meydana gelen savaþ ya da mitolojiye göre Aþil ve Hector arasýndaki savaþ da kullanýlan temel savaþ malzemelerini kalkan ve kýlýç oluþturmaktaydý. Dolayýsýyla antik dönem savaþlarýnda kullanýlan ok, mýzrak gibi

ilkel araçlarýn ekosistemler üzerinde herhangi bir baský oluþturmadýðýný kolaylýkla söyleyebiliriz. Gerçi o dönemlerde bile, yaðlanmýþ kumaþ ve saman toplarýnýn düþman mevzilerinde yangýn ve duman çýkarmak amacýyla yuvarlandýðý görülmektedir. O çaðlardaki bu savaþ uygulamalarýnýn yarattýðý problemler bile, bugünkü modern savaþ aygýtlarýnýn ekosistemlerde oluþturduðu devasa tahribatlarýn yanýnda çok önemsiz kalmaktadýr. Barutun bulunmasý, buna baðlý olarak silah sanayinin oluþmasý ve bu silahlarýn savaþlarda kullanýlmaya baþlamasý ile ekosistemlerde savaþýn meydana getirdiði patolojiler de artmaya baþlamýþtýr. Silah teknolojisinin geçen asýrdaki devasa yükselmesi yani dördüncül aþama ile, müjdeler olsun bugün gezegenimizi binlerce kez yok edecek silah potansiyeline sahibiz. Dördüncül aþamayý kimyasal, nükleer ve biyolojik silahlar alt baþlýklarý altýnda inceleyelim. Kimyasal Silah: 1890'lardan sonra hýzlý bir geliþme trendine giren kimya biliminde çalýþmalar özellikle tarýmsal üretimin arttýrýlmasý noktasýnda odaklanmýþtý. Bu çalýþmalarda bitki besleyicileri ve suni gübre üretimi öne çýkmaktaydý. Ama tarýmdaki bu çalýþmalar çok geçmeden savaþ ürünleri oluþumunu da beraberinde getirecekti. Havanýn azotunun nitrata dönüþümünün keþfi ile hem azotlu gübrelerin yapýmý gerçekleþtirilmiþ hem de azot kaynaklý bombalarýnda alt yapýsý atýlmýþ oluyordu. Ayný yýllarda baþka bir alan da, boya sanayinde yan ürün olarak sývý klor gazý meydana getirilmekteydi. Bu üretilen sývý klor gazýnýn 180 bin tonu daha sonralarý (1915 yýlýnda) Almanlar tarafýndan ilk kez bir savaþta kullanýlacaktýr. Kullanýldýðýnda ise savaþta on binlerce askerin boðularak ölmesine sebep olmuþtur. Almanlar bunu takip eden yýllarda, fosgen gazý, hardal gazýný da savaþta kullanmýþtýr. Ýtalyanlar 1936'da 700 ton hardal gazýný Habeþ ordusuna karþý kullanmýþlardýr. 1939'da yine Almanlar tarafýndan geliþtirilen sarin, soman ile kimyasal silahlar en üst noktasýna ulaþmýþtýr. Bir dakika da insanlarý öldürebilen bu kimyasallarýn, sinir sitemi üzerine etkisi olduðu için, daha sonralarý sinir gazý olarak da anýlacaktýr. Bugün dünyada kimyasal silahlarýn miktarlarý ile ilgili çok çeliþkili bildirimler vardýr. Ama tüm gezegeni birkaç kez zehirleyecek miktarda stoklarýnýn olduðu da genel bir kabul. 1925 yýlýnda Cenevre

69


Kurtuluþ

protokolü ile kullanýmý sözde yasaklanmýþ olan bu silahlarý hemen her savaþta ve saldýrýlarda görebiliyoruz. ABD Vietnamlýlara karþý, Saddam Halepce'de Kürtlere karþý kullanýldýðý gibi, birçok kez savaþlarda kimyasal silah kullanmýþtýr. Halen Kürtlerin yaþadýðý coðrafyalarda bu silahlarýn kullanýldýðý, insanlarda ve ekosistemler de bu silahlardan kaynaklý ciddi patolojiler meydana geldiði bilinmektedir. Kimyasal silahlar insan dýþýndaki canlýlarda da benzer negatif deðiþimleri yapmaktadýr. Kullanýldýðýnda etki alaný tüm ekosistemdir. Biyolojik Silah: Ýktidarlarýn, düþman görülende patolojik etkiler yaratmak ve öldürmek için bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmalar veya bu mikroorganizmalarýn toksinlerinden (zehir) "bilim frenkeþtayn"larýna hazýrlattýrdýðý silahlarý, biyolojik silahlar olarak tanýmlayabiliriz. Bu silahlarýn malzemesi 1-5 mikron büyüklüðünde, renksiz ve kokusuz olduklarý için insanlar tarafýndan çýplak gözle ayýrt edilememektedirler. Bu yüzden çok tehlikeli bir silah grubudur. Kimyasal silahlar gibi 1925 yýlýnda Cenevre protokolü ile kullanýmý yasaklanmýþtýr. Özellikle soðuk savaþ yýllarýnda üretilerek depolanmýþ olan biyolojik silahlarýn, savaþlarda kullanýmý pek yaygýn deðildir. Ama bu silahlar her dönemde faþist zihniyet için bir çekim alaný oluþturmuþtur. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde hasta ruhlu kafatasçý bir grup beyaz bilim insaný tarafýndan bir dönem sadece zencileri hastalandýrarak ölümüne yol açacak bir biyolojik silah geliþtirme çalýþmasýnýn denendiði bilinmektedir. Nükleer Silah: Dizginlenmemiþ uranyumun çekirdeðinin parçalanmasý ve bu sýrada devasa ýsý enerjisi ve radyasyonun saliseler içinde ortama yayýlmasý. Yada seyreltilmiþ uranyumlu bombalardan ve mermilerden, ýsý ve radyasyon yayýlýmý. Birincisi atom bombasý (Nagazaki, Hiroþima), ikincisi nükleer santrallerin yan ürünü olan U-238 yani seyreltik uranyumdan yapýlan mermiler (ABD'nin I. Irak ve II ýrak iþgalleri…). Savaþlarda kullanýlan konvansiyonel silahlardan da ekosistemlere ýsý, aðýr metaller, aminler ve diðer toksik bileþikler yayýlmakta. Yayýlan bileþiklerin tamamý kansorojendir. Ve ekosistemlerde devasa deðiþimler yapmaktadýrlar. Savaþlar, insanlar arasýnda gerçekleþirken yalnýz insanlarda deðil insanda dahil tüm can-

lýlarýn yaþama alaný olan ekosistemlerde zararlar meydana getirmektedir. Ekosistemler abiyotik (cansýz) ve biyotik (canlý) olmak üzere iki kýsýmdan oluþur. Abiyotik kýsým su, hava, toprak iken, biyotik kýsým ise fauna (hayvan) ve flora (bitki) olmak üzere tüm canlýlarý oluþturmaktadýr. Savaþlarda ekosistemlere salýnan kirleticiler hem cansýz hem de canlý çevre üzerinde deðiþimler meydana getirmektedir. Bunlarý ayrý ayrý inceleyelim. Su hayattýr. Evet hayat suda baþlamýþtýr ve suya baðlý devam etmektedir. Susuz bir yaþam mümkün deðildir. Suyun önemine binayen birçok cümle kurabiliriz. Çünkü içme suyu hidrolojik döngünün çok küçük bir kýsmýný oluþturmaktadýr ve tüm canlýlar için hayati derece de kýsýtlýdýr. Ýþte; savaþlar çok önemli olan su havzalarýný kullanýlmayacak þekilde kirletebilmektedir. Sýnýrlý olan gezegen su potansiyeli üzerinde ölümcül etkiler yapabilmektedir. Bu etkiler hem gezegen kabuðunun dýþýndaki akar (nehir, çay…) ve statik sularda (deniz, göl…) hem de yer altý sularýnda kirlenme yaratmaktadýr. Savaþ sýrasýnda atýlan bombalar ve mermilerden yayýlan kimyasal bileþikler yer altý ve yer üstü su kaynaklarýnda birikerek insanlar ve diðer canlýlar için toksik zehir etkisi oluþturabilmektedir. Topraða yayýlan kimyasal atýklar yaðmurla yýkanarak yeraltý sularýna taþýnabilmekte; böylece bu kaynaklar kullanýlamaz hale gelebilmektedir. Genellikle içme suyu olarak kullanýlan yeraltý sularýndaki kimyasal kirlenmenin temizlenmesi yer üstü sularýndan çok daha zordur. Sucul kaynaklarýn radyasyonik kirlemesi için temizlenme gibi bir durum söz konusu deðil, her koþulda en üst noktada kirlilik yaratmaktadýr. Savaþlar havayý da kirletir. Atýlan bombalardan yayýlan toksik bileþikler yüzlerce metre yüksekliklere kadar sýçrayarak atmosferin üst katmalarýndan hava akýmlarý ile birlikte çok uzak mesafeler boyunca taþýnabilir. Bu duruma örnek olarak, ABD'nin 2003 Mart'ýnda Irak'ta kullandýðý seyreltilmiþ uranyum mermilerinden yayýlan uranyum parçacýklarýnýn Londra'da bebek ölümlerine yol açmasý verilebilir. Küreselleþmiþ sermaye, ölümüde küreselleþtirmiþtir! Savaþlar topraðý da kirletir. Hem de geri dönüþümsüz olarak, 61 yýl önce Nagazaki ve Hiroþima'ya atýlan atom bombalarýnýn atýldýðý

70


Kurtuluþ

yerlerdeki topraklarda hala hiçbir canlý yaþayamamaktadýr. Konunun anlaþýlýr olmasý için topraðýn yapýsýna biraz açýklýk getirelim. Toprak aslýnda yaþayan bir organizma gibidir. Toprakta alg, protozoa, mantar, bakteri, solucan, yumþakca gibi canlý gruplarý, toprak suyu, havasý, organik madde, mineral madde hepsi birlikte metabolik bir denge, bir iþlevsel organizasyon oluþturur. Topraðýn çalýþabilmesi yada besin üretimi yönünden "artý deðer" üretebilmesi yani bitkisel üretimin gerçekleþmesi için yapýsýndaki tüm bu saydýðýmýz elemanlarýn bulunmasý ve saðlýklý bir denge oluþturmasý zorunluluktur. Savaþlar topraðýn metabolik dengesini parçalamaktadýr. Peki bu nasýl olmaktadýr: Savaþlar da atýlan bombalarýn etkilerinin baþýnda, atýlan yerlerdeki sýcaklýðýn çok yüksek derecelere kadar çýkmasý gelir ki, bu durum topraðýn yapýsýndaki tüm canlýlarý aniden ortadan kaldýrmaktadýr ve bu yüzden bombanýn etkisinde kalan tüm toprak alaný üretici özelliðini yitirmektedir. Bu özellik yitimi çok uzun yýllarda ancak tekrar kazanýlabilmektedir. Atýlan bombalardan topraða bulaþan toksik bileþikler ise uzun seneler boyunca hem bitkisel üretimi azaltmakta (bitkilerin geliþimlerini engelleyerek) hem de yetiþebilen ürünlerde (eðer yetiþebilen bitki varsa) toksik kimyasal birikim meydana gelmesini yani tüketilmesi zararlý olan, kirli ürün oluþumunu meydana getirmektedir. Bazý savaþlarýn yol açtýðý ekolojik tahribatlara bakalým:

günden bugüne katlanarak artmaktadýr; nasýl mý? ABD'nin nükleer barbarlýðý II. Paylaþým savaþý öncesinde ve sonrasýnda Japonya'da yapýlanýn yüz binlerce katý büyüklükte devam etmiþtir. Nükleer barbarlýk, çöller ve okyanuslardaki denemelerde bu alanlardaki ekosistemi ortadan kaldýrarak devam ede gelmiþtir. Sadece 2003 Martýnda seyreltilmiþ uranyumlu mermilerden Baðdat'a yayýlan radyasyon, Japonya'ya atýlan atom bombalarýnýn yaydýðý radyasyonun binlerce katýný yaymaktadýr. Nükleer barbarlýk, radyasyonik vahþet, kesintisiz sürüyor! "Nükleere Hayýr!" Vietnam Halký Hala ABD'nin Zehirini Soluyor ABD'nin Vietnam'a saldýrýsýnýn arkasýnda klasik emperyalist çýkarlar yatmaktaydý; yani, savaþýn gerçek nedenleri o günkü koþullarda vazgeçilmesi imkansýz olan kalay, kurþun, kauçuk, pirinç gibi temel ürünlerdir. 1967-1969 yýllarý arasýnda yaþanan savaþta "ABD ordusu tarafýndan 23 bin 607 dönüm alan üzerine Agent Orange kimyasalý püskürtüldü. Bu kimyasal silah, düþmanýn saklanmasýný engellemek için aðaçlarý ve bitki örtüsünü yok etmek amacýyla kullanýldý. Yaklaþýk 230 ton püskürtülen kimyasalýn ardýndan, halkta metobolizma bozukluklarý, engelli ya da özürlü bebek doðumlarý, psikolojik sorunlar ve kanser vakalarý görülmeye baþlandý. (Sabah, 12/8/2003)" Çok geniþ ormanlýk alanlar tahrip edildi, bu orman ekositemlerinde yaþayan çeþitli bitki ve hayvan gruplarý da ortadan kalktý. Emperyalizm sadece insanlýðýn deðil, tüm gezegenin de düþmanýdýr!

II. Paylaþým Savaþý ABD, ciddi zararlar görmeye baþladýðý dünya kaynaklarýnýn ikinci kez emperyalist devletler tarafýndan paylaþýlmasý savaþýnýn hem sonunu getirmek ve hem de diðer ülkelere hegomonik gücünü ispatlamak için, dünyada ilk olarak savaþlarda nükleer bomba kullanan ülke "ünvanýný" elde etmiþtir. Tam 61 yýl önce 6 Aðustosta Nagazaki ve 9 Aðustosta Hiroþima'ya atýlan bu bombalardan, saniyelerden daha kýsa bir sürede radyoaktif serpinti kilometrelerce yol almýþtýr. Tam bir vahþet olan bu saldýrýda 100 bine yakýn insan ölmüþ, bölge ekosistemi ortadan kalmýþ, milyonlarca insan hatta doðmamýþ olanlarý da etkileyecek genetik ve çevresel sorunlar ortaya çýkmýþ ve halen de bu patolojiler sürmektedir. ABD'nin radyasyonik vahþeti II paylaþým savaþý ile sýnýrlý kalmamýþ o

Kosova-Sýrbistan Halklarý Kanserle Karþý Karþýya! Nato bombardýmanlarýyla yerle bir edilen Kosova-Sýrbistan da kanser oranlarý büyük artýþlar göstermiþtir. Bombardýmanda kullanýlan seyreltilmiþ uranyumlu bombalar bölge ekosistemi ve halk üzerinde büyük tahribatlar yapmýþtýr. Radyasyonun dýþýnda Nato bombalarýnýn vurduðu petrol rafinerilerinden Tuna'ya akan petrol Karadeniz'e ulaþarak tüm Karadeniz ekosisteminde de aðýr hasarlar meydana getirmiþtir. Karadeniz'deki aðýr metale baðlý toksik kirlenmede onlarca kat artýþ meydana gelmiþtir. Sunay Demircan'ýn Radikal Ýki'de 5 Eylül

71


Kurtuluþ

1999 da çýkan "savaþ ve çevre" isimli yazýsýnda NATO bombardýmanlarýnýn sonuçlarý için yazdýklarý: "NATO hava saldýrýlarý sýrasýnda, 1200 uçak, 78 gün boyunca bölgeyi bombaladý. Toplam 25 bin uçuþ yaparak 17 bin saldýrý gerçekleþtiren uçaklar, on binlerce bombayý býraktýlar aþaðýya. Örneðin Belgrad yakýnýndaki Pencevo bölgesindeki petrokimya tesisi, azot fabrikasý ve rafineri ile Novi Sad'daki rafineri öncelikli hedefler arasýndaydý. Bu hedefler üzerine atýlan bombalarla tesisler tahrip oldu, binlerce ton petrol ve azotlu bileþikler kendilerini bir anda Tuna Nehri'nde buldular. Söylemeye gerek yok, sonrada Karadeniz'de. Zaten dünyanýn en kirli denizi unvanýný taþýyan ve kirliliði (kara kaynaklý) yüzde 70'ini Tuna'dan alan zavallý Karadeniz, bu yetmezmiþ gibi savaþýn pisliklerini toplamaya baþladý. Bin tondan fazla etilen diklorit, yine bir ton civarýnda hidrojen klorit Tuna'ya karýþtý. Tuna deltasýndan yapýlan ölçümlerde bakýr, kurþun, kadmiyum, krom gibi aðýr metaller üst sýnýrýn kat kat üstünde ölçüldü. Bu kimyasallar elbette deltadaki tüm canlýlarý etkiledi. Kimya tesislerinin bombalanmasý sýrasýnda çýkan yangýnlarda oluþan partikül madde dumanlarý 10 gün süresince 15 kilometre çevreye yayýldý, bunun üzerine bir de yaðmur yaðdý. Alýn size gökyüzünden yaðan asit. Romanya'da 12 mayýs 1999 günü pH 5.4 idi yaðmur suyunda, Bulgaristan da ise 23 mayýs günü pH 4.2 ölçüldü. Yine Romanya semalarýnda yüksek oranda (maksimum sýnýrlarýn 10 kat fazlasý) kükürt dioksit, azot oksit ölçüldü." Karadeniz de savaþ kaynaklý oluþan aðýr metal kirliliði besin zinciri yoluyla bölge halkýna kadar ulaþýp birikerek, çeþitli tiplerde kanser oluþumunlarýna yol açmýþtýr. Tuna nehrinde ve denize karýþtýðý bölgede toplu balýk ölümleri gözlemlenmiþtir. Savaþ orjinli oluþan asit yaðmurlarý etkin yaðýþ býraktýklarý bölge floralarýnda ciddi tahribatlar yapmýþ, bu floralarýn baskýn türleri olan geniþ yapraklý aðaçlarda, yaprak sararmalarý ve dökülmeleri gözlendiði bildirilmiþtir. Bu sonuçlar çok kaba gözlemler ile ilk öne çýkanlar olmuþtur. Oluþan ekolojik tahribat devasadýr! NATO uçaklarýnýn Kosova'da "stratejik" öneme sahip alanlarý ve büyük endüstri tesislerini bombalamasý sonucunda oluþan kirliliðin Tuna da tahribat yapýp daha sonra Karadeniz'e

ulaþarak buradaki biyolojik çeþitliliði katletmesi gerçekliði bizlere geleceðimizi karartmaya çalýþan zihniyeti daha net ortaya koymuyor mu? Seyreltilmiþ Uranyumlu Ortadoðu Ýþgali Nükleer santraller diðer adýyla ölüm santrallerinde bilindiði gibi sadece enerji üretilmez, yan ürün olarak seyreltilmiþ uranyum ve benzeri radyoaktif atýklar da oluþmaktadýr (U-238). Bu atýklardan nükleer bombalar üretilebildiði gibi daha hafif silahlarda üretilebilmektedir. Seyreltilmiþ uranyumun silah teknolojisindeki yeri, zýrhlarý delmek için kullanýlan mermilerin çekirdekleridir. Bu mermilerin metal baþlýklarýnda süper yoðun ya da deðiþik oranlarda seyreltilmiþ uranyum kullanýlmakta ve mermilerin patlamasý sýrasýnda açýða çýkan çok yüksek ýsý ve radyasyon etraftaki insanda dahil tüm canlýlarý yok etmektedir. Bu mermilerin erime noktasý çok yüksek olduðundan, zýrha ulaþana kadar ýsýnýr ve zýrhý delerek içine kadar girer ve daha sonra patlar. Ayrýca bu mermilerin patladýðý yerlerde bulaþýk durumda toksik bir kirlenme de oluþmaktadýr. Kirleticiler genel olarak aromatik aminler, Sb, As, Pb, Cr, Cu, dinitrobenzen, dinitrofenol, dinitroluol, metilamin nitrat, nitrobenzol, bazlar, toluol, heksogen, trinitrotoluol türü bileþiklerden oluþmaktadýr. Radyasyon gibi bu bileþiklerin tamamý da kanserojendir. Yoðun oranda radyasyon ve toksik bileþik yayan bu mermilerin kullanýldýðý savaþlarda bulunan askerler de savaþ sonrasý dönemde kansere baðlý ölümler yaygýn olarak görülmektedir. Askerler dýþýnda mermilerin kullanýldýðý bölge ekosistemlerinde radyasyona baðlý olarak çeþitli patolojiler geliþmektedir. Hava, su ve toprak da yayýlan radyasyona baðlý olarak radyoaktif kirlenme oluþmakta ve bu kirlenmenin oranýna baðlý olarak tüm canlýlarýn ortadan kalkmasý da dahil olmak üzere çeþitli ekolojik sonuçlar oluþmaktadýr. Seyreltilmiþ uranyumlu silahlarýn en son geliþtirileni, topraðýn 10 m altýna indikten sonra patlayan bir sýðýnak delicidir. 9.5 ton aðýrlýðýndaki bombanýn patladýðý yerdeki toprakta herhangi bir bitki bir daha geliþememektedir. ABD sýrasýyla I. Irak iþgali, Balkanlar, Afganistan, II. Irak iþgalinde bu silahlarý kullanmýþ ve bugün Siyonist kardeþi Ýsrail'e Lübnan halkýna karþý kullanmasý için vermektedir. ABD 1991 yýlýnda baþlattýðý I. Irak iþgalinde 320 ton seyreltilmiþ uranyum mermisi kullanmýþ ve

72


Kurtuluþ

buna baðlý olarak Irak'ta kanser oranlarý % 1000 oranýnda artmýþtýr. Bu savaþa katýlan ABD ve Ýngiliz askerlerinde de çok yoðun radyasyona baðlý hastalýklardan ölümler meydana gelmeye baþlamýþtýr. Irak topraklarýndaki en son iþgalde de bu mermiler yine kullanýlmaktadýr. Körfez bölgesinde radyasyona baðlý kirlenme çok yüksek düzeylere çýkmýþ ve her geçen gün radyasyona baðlý hastalýklardan ölümler artmaktadýr. Su, hava ve toprakta ölümcül dozun üzerinde radyasyon oranlarý oluþmuþtur. Ayný þekilde Ýsrail Lübnan'a karþý bu mermileri kullanmaktadýr ve kullanmaya da devam edecektir! ABD Ýsrail'e bu silahlarýn sevkini yapmaktadýr. Þu anda Ýsrail ABD menþeili bu silahlarý Lübnan'ýn topraðýný, suyunu ve havasýný, insanýný zehirlemek için elinde bulunduruyor. Siyonist ýrkçýlýkla gözleri dönmüþ Ýsrail oligarþisi, bu silahlarýn meydana getirdiði kirlilikten kendilerinin, tüm Ortadoðu'nun ve son tahlil de tüm gezegeninde zarar göreceðini hesap edememektedir. Zaten, Ýsrail Lübnan'ýn güneyinde fosfor ve diðer kimyasal bombalarý da kullanmaktadýrlar. ABD silah sanayi son yýllarda bol miktarda seyreltilmiþ uranyum içeren bu silahlardan üretmektedir. Bu silahlarýn üretilmesindeki temel amaç, hem silahlarýn etki gücünün arttýrýlmasý, hem de nükleer reaktörlerde enerji üretimi sýrasýnda açýða çýkan, yok edilemez olan tehlikeli radyoaktif atýklarýn elden çýkarýlmasýdýr. Yani ABD emperyalizmi savaþlar sayesinde elindeki radyoaktif atýklarý uzak coðrafyalara taþýyarak, bu atýklardan da kurtulmuþ olmaktadýr. Burada kapitalizmin sömürü ve talana baðlý saldýrganlýðýnýn doða ve insan üzerine yok edici boyutlarýnýn nerelere kadar gelebileceði tespit edilmelidir!

deðiþimlerin meydana gelme oranlarýnda artýþlar görülür. Ýsrail'in askerleri kaçýrýldýðý bahanesiyle önce Filistin'e daha sonra Lübnan'a karþý giriþtiði saldýrýlarýn insani trajedi boyutu tüm dünyanýn gözleri önünde izlendiði günlerde Ýsrail Lübnan'ýn Jiyyeh santralini vurarak baþka bir katliamý da meydana getirmiþti. Akdeniz ekosistemindeki biyoçeþitliliði büyük oranda etkileyecek bir katliam. Jiyyeh santralinin vurulmasý sonrasýnda santraldeki 35 tane yakýt tankýndan Akdeniz'e petrol akmýþtýr. Þu ana kadar 10 bin ton petrol denize karýþmýþ, önlem alýnmazsa 15 bin ton petrolün daha karýþacaðý bildirilmekte ve þimdiden karýþan petrol yüzlerce kilometrelik bir sahil alanýný kaplamýþtýr. Eðer önlemler alýnmazsa ve denize karýþan petrolün temizlenme iþlemleri baþlatýlmazsa Akdeniz'e sahili olan tüm ülkeler bu faturanýn aðýr sonuçlarý ile karþý karþýya gelebilir. Bu katliamýn olasý sonuçlarý þöyle sýralanabilir: -Petrol kýyýlara yakýn yerlerde yayýlmaktadýr. Kýyýsal alanlar biyolojik çeþitliliðin yüksek olduðu alanlardýr. Bu nedenle çok sayýda flora ve fauna elemaný petrol kirliliðinden etkilenecek ve toplu ölümler gerçekleþebilecektir. -Kýyýsal alanlar baþta balýklar olmak üzere bir çok canlýnýn yumurtlama alanýný oluþturmaktadýr. Petrol kirliðinin olduðu yerlerde yumurtlama gerçekleþmeyeceðinden bu alanlarý üreme faaliyetleri için kullanan canlý türlerinin populasyonlarýnda çok büyük oranlarda düþüþler meydana gelebilecektir. -Pseudonia olarak bilinen deniz çayýrlarý petrol kirliliðine baðlý olarak ciddi oranlarda azalacak ve buna baðlý olarak bu çayýrlarý, beslenme, üreme, saklanma gibi faaliyetleri için kullanan canlý gruplarýnýn populasyonlarýn da ciddi düþüþler meydana gelecektir. Nesli tükenmekte olan özellikle Chelonia mydas türü deniz kaplumbaðalarý deniz çayýrlarý ile beslendiðinden bu türün populasyonunda da ciddi düþüþler meydana gelebilecektir. -Midyeler, istiridyeler, deniz taraklarý, deniz kestaneleri gibi omurgasýz hayvanlarla beslenen nesli tükenmekte olan Caretta caretta larda bu kirlilikten olumsuz etkilenecek baþka bir canlý grubudur. Petrol kirliliði oluþan sahillerde hem omurgasýz hayvanlarýn yaþama oranlarý düþecektir hemde omurgasýzlarla beslenen

Ýsrail Akdeniz'inde Katilidir! Sucul ekosistemlerde yayýlan petrol ve türevi maddeler su üzerinde ince bir film tabakasý oluþturarak, su ortamý ile atmosfer arasýnda sucul hayatýn devam etmesi için gerekli gaz alýþ-veriþini engeller. Bu durumda suyun hava ile temasý kesildiðinden aquatik sistem doðru olarak çalýþmaz ve oksijen oraný hýzla düþmeye baþlar. Algler, balýklar, deniz memelileri, deniz çayýrlarý gibi denizel canlýlar oksijen eksikliðinden olumsuz etkilenir. Sucul sisteme yayýlan petrolün miktarýna baðlý olarak da olumsuz

73


Kurtuluþ

kaplumbaðalarýn sayýlarýnda azalmalar oluþacaktýr. Bunun dýþýnda petrolün dalgalar ile kýyý kumullarýna taþýnarak kirletmesi de baþka bir problemi ortaya çýkaracaktýr. Bu problem kaplumbaðalarýn yumurtlama alanlarý olan kumsallarýn kirlenmesine baðlý olarak, bu alanlara yumurta býrakmamalarý olacaktýr. -Petrolün sucul ekosistemde yýkýlýmýparçalanmasý uzun yýllar almaktadýr. Bu yýllar içerisinde besin zincirinde sürekli toksik taþýným meydana gelecek ve besin zincirinin her basamaðýnda patolojiler açýða çýkabilecektir. Besin zincirinin son basamaðýnda olan bölge insanlarýnda toksik atýklardan kaynaklý baþta kanser olmak üzere benzeri hastalýklar yaygýlaþabilecektir. -Petrolün yayýlým alanlarýndaki sucul kuþlar

hem besin miktarýndaki düþüþten hem de petrolün kuþlarda yarattýðý olumsuzluklarýndan kaynaklý göç etmek zorunda kalacak, edemeyenlerde ise kýsa süre içinde ölümler gözlenebilecektir. -Sahiller de görüntü kirliliði oluþacaðýndan petrolün yayýlacaðý turizm alanlarý kapanmak zorunda kalabilecektir. Bunlar sadece Akdeniz'e petrol karýþmasýnýn bir çoðu gerçekleþmiþ olan olasý sonuçlarýdýr. Peki ABD ve Ýsrail'in Ortadoðu'da kullandýðý fosfor, seyreltilmiþ uranyum ve diðer kimyasal bombalarýn sonuçlarý neler olacak! Tabi ki daha fazla ölüm, daha fazla ekosistemlerde katliam. Tek Yol Barýþ! Doðayla Barýþ! Ýnsanla Barýþ! Savaþýn ve Sömürünün Olmadýðý bir Dünya!

* * *

74


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Savaþ: Kim Ýçin?

Ý

nsanlýk tarihi, devinim gücünü sýnýf savaþýmlarýndan alýr. Ve bu savaþýmlar deðiþik araç ve yöntemlerle varlýðýný devam ettirmektedir. Politikanýn, bazen ideolojik aygýtlarla þekillendiðine, bazen ise neredeyse zor aygýtlarýndan müteþekkil olduðuna tanýk olur insanlýk. Yani savaþ politikanýn baþka araç ve yöntemlerle devam ettirilmesinden baþka bir þey deðildir. Bunu biliyoruz. Peki, savaþ deyince zihinlerimizde þekillenen nedir? Savaþa karþý olmak ne demektir? Savaþýn aktörleri kimlerdir ya da figüranlarý? Savaþ kararýný kimler alýr örneðin? Öznesi ve nesnesi olmayan bir þey midir savaþ? Kýsacasý nedir savaþ? Savaþ, zihinlerimizde Vietnam'dan dönen Amerikan askerlerinin korku dolu rüyalarýndan uyanýþýdýr. Ya da bir mayýn patlamasýnýn gürültülü sesidir kulaklarýmýzda. Misket bombalarýnýn ýslýða benzer sesi içimizi ürpertir. Savaþ kötüdür. Savaþ görecelidir. Ve nereden bakýldýðýna baðlý bir yorumla ete kemiðe bürünür. Homeros'ta bir destanýn adýdýr. "Ýnce Kýrmýzý Hat"ta çarpýcý bir gerçek! Savaþ soyut bir kavram mýdýr peki? Savaþlarýn bütünü eþit midir? Eþitler arasýnda bir denge, güç ve irade savaþý mý olur? Çoðu zaman böyle olmaz elbet. Eþitsiz koþullar savaþý daha da "çýlgýn"laþtýrýr. Bu açýdan

Gökhan Taþyakan 75


Kurtuluþ

bütün savaþlardan yana olmak mümkün müdür örneðin? Bugün emperyalist saldýrganlýðýn adý "barýþ ve demokrasi" götürmekse eðer dün de "adalet ve hoþgörünün" taþýnmasýdýr barbarlara... Modern insanýn yorumu budur elbet. Ya barbar olanýn? Güç ve iktidar kimin haklý olduðuna karar verir. Savaþ, 1940 Almanya'sýnda Jenoside uðrayan Yahudi'nin gözünde baþka bir þeydir, 1961 altý gün savaþýnda baþka. 1453 Osmanlý'sý ile 1914 Osmanlý'sý ayný þeyi anlamaz savaþtan. Savaþtan yana olmak ne demektir o zaman. Ya da savaþa karþý olmak... Savaþ o kadar soyut bir þey deðildir maalesef. Bütün koþullardan, uzay ve zaman boþluðundan, güç ve dengeden, ezme ve ezilme iliþkilerinden soyut bir dünya tarifi yapmak da mümkün deðildir. Bütün savaþlardan yana ya da karþý olmak da... Dolayýsýyla savaþ ancak kelime itibariyle bakýldýðýnda soyut bir kavramdýr. Tamda bu yüzden savaþ kavramýný birbirinden ayrýþtýracaðýmýz, bir ayýrým çizgimiz mutlaka olmak zorundadýr. Ancak bu ayýrým çizgisi, savaþ üzerine yapacaðýmýz yorumlarý þekillendirebilir. Bütün Avrupa'yý iþgal eden Hitler faþizminin savaþýyla, bu iþgale karþý savaþan SSCB'nin ayný çizgide olduðu iddia edilemez. Ya da köle sahiplerinin savaþý ile Spartaküs'ün savaþý ayný minvalde deðerlendirilemez. Düzlemler arasýndaki fark bize þu ayýrýmý gösterir: Haklý savaþlar vardýr, haksýz savaþlar vardýr. O zaman savaþ karþýtý hareket nedir? Bizler bu hareket içerisinde nasýl konumlanýrýz sorularý ardý arkasýna sorulmaya baþlar. Ya da 1 Eylül dünya barýþ gününde neden sokaklarda olduðumuz merak konusu olabilir. Doðrudur. Savaþ karþýtý harekete ve barýþ gününe iliþkin sorulara geçmeden önce savaþ üzerine genel bir konsensüs saðlamaya çalýþalým. Ýnsanlýðýn yazýlý tarihi destanlar yoluyla haberdar eder bizleri en eski savaþlardan. Destansý anlatým tunç kargýnýn ve yarý-tanrý insanlarýn kahramanlýklarýna sürükler bizleri. Destanýn okuyucularý at arabasýnýn tepesinde hayal eder kendisini. Oysa neden yapýldýðýný bile kavramamýþtýr savaþýn. Ama gene de sanatýn iþlevli anlatýmý içerisinde, bir köylü olmayý istemez insan. Asýl olarak, savunmasýz olmaktýr tedirginlik. Ürkütücü olan "kelle koltukta"

dövüþmek deðildir yani. Savunmasýz olmak, kargý kullanmayý bilmemek, savaþanlarýn aksine duraðan bir yaþam öyküsünü anlatýr. Ölüm riski az ama "köylü" kalacaðý garanti bir yaþam cazip deðildir anlaþýlan. Belki ezenlerin isimleri deðiþecektir. O kadar. Antik Yunan'da asker olmanýn ilk þartý özgür olmaktý. Köle sahibi olmak için yapýlan savaþlar, kölelere emanet edilemezdi/edilmedi. Dolayýsýyla savaþ yaðma ve köle kazanma aracýndan baþka bir þey deðildir o tarihlerde. Köle emeðinin tahakküm altýna alýnmasýný ön gören bir savaþýn politik bir deðer taþýmadýðý söylenemezse eðer savaþýn soyut bir biçimde tartýþýlabilmesinin de imkâný yoktur. Günümüzde deðiþen nedir? Ortadoðu halklarýnýn baþlarýna yaðdýrýlan bombalar, farklý mýdýr antik Yunan'dan? Politik bir deðeri olmadýðý iddia edilebilir mi bugünkü savaþlarýn? Elbette ki hayýr! Öyleyse savaþ nedir? Savaþ, insanlýk tarihinin ürettiði araçlardan birisidir. Ve bir zor aygýtýdýr. Öyleyse "zor teorisiyle" meseleye yaklaþarak soruna çözüm bulmamýz mümkün müdür? Engels'in "Bay" Dühring'le yürüttüðü tartýþmaya kýsaca bir göz atmaya çalýþalým. "Bay Dühring için zor, mutlak kötülüktür, ilk zor eylemi, onun için ilk günahtýr; bütün açýklamasý, þimdiye deðin bütün tarihin ilk günah tarafýndan böylece pisleþtirilme biçimi üzerine, bütün doðal ve toplumsal yasalarýn zor tarafýndan, bu iblisçe güç tarafýndan rezilce bozulmasý üzerine bitmez tükenmez bir yakýnmadýr." Öyleyse ilk günahýn yakýnmasýný sürdürmek bir anlam içermez. Ancak Dühring örnekleyerek savýna devam eder, Robinson, "elde kýlýç" Cuma'yý köleleþtirir. Ve bunu "zor" kötülüðüyle yapar. Ancak bu kýlýcý nereden bulduðu konusunda en ufak bir fikri bile yoktur. Dolayýsýyla soyut bir "zor" kavramýndan bahsetmektedir. Zor kötüdür! Ancak Engels tartýþmasýna þöyle devam etmektedir. Nereden geldiði belli olmayan kýlýç gibi Cuma'nýn eline bir silah verirsek bütün zor iliþkisini tersine çevirmek mümkün müdür diye sorar. Bu kez Cuma, Robinson'un imanýný gevretinceye kadar çalýþtýrabilecek imkânlara sahiptir. Oysa Engels açýk bir biçimde bilmektedir ki, kimsenin eline havadan bir kýlýç gelmemektedir. Ve kuru bir silahýn ve kölenin

76


Kurtuluþ

hiç kimseye faydasý yoktur. Bir kölenin "iþe yarar" hale gelmesi için bile önkoþullarýn uygun hale gelmesi gerekmektedir. Yani o köleyi toprakta çalýþtýrmak için gereken araç gerecin keþfedilmiþ olmasý, o kölenin kýsýtlý da olsa yaþamýný devam ettirebilecek kadar yiyeceðe sahip olmasý vb. gerekmektedir. Dolayýsýyla "zor"un kullanýlmasý için yalýn bir istemin yeterli olmadýðýný, zor araçlarýnýn da bir üretim sayesinde Robinson'un eline geçebileceðini savlar. Ve þöyle devam eder: "özellikle en yetkin olanlarýn o denli yetkin olmayanlarý alt ettiði aletler istediðini; ayrýca bu aletlerin üretilmesi gerektiðini, bunun da en yetkin zor araçlarý, kabaca söylemek gerekirse en yetkin silah üreticisinin, o denli yetkin olmayanlarýn üreticisini yendiði anlamýna geldiðini ve kýsacasý, zorun utkusunun silah üretimine ve silah üretiminin de genel olarak üretime, yani "ekonomik güç"e, "ekonomik duruma", zorun emrinde bulunan maddesel araçlara dayandýðýný, en çocuksu belitler heveslisi bile kuþkusuz kavrayacaktýr" Dolayýsýyla soyut bir "zor" karþýtý olmak bu bilmeceyi çözmeye yetmemektedir. Alt yapý ve üst yapý tartýþmalarýndan baðýmsýz bir yaklaþým bizi Robinson'un eline havadan bir kýlýç vermeye zorlar. Ve analizimizin "böyle olmasa!" yakýnmalarýndan daha öte bir anlam taþýmayacaðýný görürüz. Bu açýdan öncelikli sorun soyuttan uzaklaþma meselesidir. Engels'in yukarýda bahsettiði önkoþullar ve "ekonomik güç", "ekonomik durum" belirlemesi bu açýdan savaþ sorununda bizi baþka bir düzeye taþýr. Ekonomik güç "zor" un kullanýlmasýnda bir önkoþul niteliði taþýyorsa eðer bu önkoþulun kimin elinde olduðu sorusu da ister istemez tartýþmamýza giriyor demektir. Ki bu da analizimizin sýnýfsal bir karakter taþýmasýna yol açar. Yani savaþ olgusunun ortaya çýkýþýný koþullayan sýnýflý toplumlarda, savaþ; ezen sýnýfýn ezilen sýnýflar ve en yetkin olanlarýn o denli yetkin olmayanlarý alt ettiði bir hegemonya aracýndan baþka bir þey deðildir. Biz bu duruma günümüz koþullarýnda emperyalist paylaþým savaþlarý ve sýnýf savaþýmlarý kavramlarýyla cevap veriyoruz. Dolayýsýyla soyuttan, somuta doðru bir adým atmýþýz demektir. "Zor" aygýtlarýnýn ikili karakteri, sýnýflarýn ortaya çýkýþýndan bu yana gösterdiði geliþim süreciyle tariflenmelidir.

Dolayýsýyla "zor kötüdür" den öte bu aygýtýn kullanýmý konusunda bir analize ihtiyaç var demektir. Burada bir baþka kavram tartýþmamýza girmektedir: Barýþ! Çünkü savaþanlar þu ya da bu biçimde bu duruma son vermektedirler. Ýþte bu noktada sýnýflý toplumlarýn ortaya çýkýþý ve onun bir sonucu olarak "devlet"in oluþumu tüm bu soyut tartýþmayý ete kemiðe büründürmektedir. "Devlet topluma dýþarýdan empoze edilmiþ bir güç deðildir; Hegel'in ileri sürdüðü gibi, 'ahlak fikrinin gerçeði', 'aklýn simgesi ve gerçeði de deðildir. Devlet, daha çok, toplumun geliþmesinin belirli bir aþamasýnýn ürünüdür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduðu uzlaþmaz karþýtlýklar biçiminde bölündüðünden, kendi kendisiyle çözümlenmez bir çeliþki içine girdiðinin itirafýdýr. Ama karþýtlarýn, karþýt ekonomik çýkarlara sahip sýnýflarýn, kendilerini ve toplumu verimsiz bir mücadele içinde eritip bitirmemeleri için, görünüþte toplumun üstünde yer alan, çatýþmayý hafifletmesi, 'düzen' sýnýrlarý içinde tutmasý gereken bir güç ihtiyacý, kendini kabul ettirir; iþte toplumdan doðan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancýlaþan bu güç devlettir." Dolayýsýyla ortaya çýkan bu güç kendisine iliþkin ihtiyaçlarý da gün geçtikçe yetkinleþtirerek ilkel devletten, modern devlete geçiþi saðlamýþtýr. Ancak kendisini kabul ettiren bu güç 'düzen' sýnýrlarýna çizgiyi, modern devlette ideolojik ve zor aygýtlarýyla saðlamaktadýr. Dolayýsýyla "zor"un kullanýmý salt devletlerarasý çeliþkilerin "giderilmesi" için deðil, ayný zamanda karþýt ekonomik çýkarlara sahip sýnýflar arasýnda da verili bir "konsensüs"ü saðlamaktadýr. Savaþ politikanýn kendi öz çocuðudur. Sýnýfsýz ve sömürüsüz bir dünya kuruluncaya kadar savaþlarýn biteceðini beklemek ise ham hayalciliktir. Ve savaþýn her türlüsüne karþý olmak kelime anlamýyla hiçbir þey ifade etmemektedir. Bu tutum, bugün itibariyle Irak'ýn eline modern silahlar vermeye çalýþmaya benzemekte yani Irak'ýn ABD emperyalizmiyle eþitsiz geliþimini göz ardý etmek anlamýna gelmektedir. Ezme-ezilme iliþkilerinin ters çevrilmesi ise bu kadar basit bir parametre ile açýklanamaz. Ayrýca ezme-ezilme iliþkilerine dokunmayan bir savaþ karþýtlýðý zaten mümkün deðildir. Bu halklar arasýnda yürütülen

77


Kurtuluþ

savaþlarýn haklý olduðunu iddia edeceðimiz anlamýna gelmez. Ancak savaþýn nedenleri yerine sonuçlarýyla uðraþmak çözüm deðildir. Dolayýsýyla savaþlarýn hepsine karþýyýz dediðimizde aslýnda hiçbir þey anlatmamýþ oluruz. Bizler Paris Komününde, Ekim Devriminde savaþan enternasyonalist proletaryanýn savaþýna karþý deðiliz. Çünkü nihai olarak savaþlarý bitirecek olan proletaryanýn bizatihi kendisi olacaktýr. Ezilen halklarýn ulusal kurtuluþ savaþlarýna, bizlerin karþý olmasý söz konusu olamaz. Bu açýdan önemle vurgulanmasý gereken haklý savaþ, haksýz savaþ ayýrým çizgisi her tutarlý anti-emperyalist açýsýndan önemle vurgulanmalýdýr. Günümüzde savaþ öylesine bir olgu haline gelmiþtir ki, neredeyse bütün uluslar kendi çýkarlarýný korumakla yükümlü olduklarýný yaygýn bir ideolojik kampanyayla anlatmaktadýrlar. Bu çaba þovenizmin geliþimine olanak saðlarken iç ve dýþ "düþman" korkusu militarizmin son derece geliþkin biçimler kazanmasýna neden olmaktadýr. Her ulusun kendi kaderini tayin etme hakký bir þeydir, ancak o uluslarýn diðer uluslar üzerinde sömürgeci bir politika izlemesi baþka bir þeydir. Sömürgeci olanýn karþýsýnda olmamýzýn nedeni haksýz savaþýn karþýsýnda olmamýzdan kaynaklanmaktadýr. Dolayýsýyla "savaþ karþýtý" hareket içerisinde olmak bu açýdan önem kazanmaktadýr. Emperyalist ülkelerin saldýrgan tutumlarýna karþý ezilen halklarýn mücadelesini desteklemek bütün o "kendi çýkarlarýný" korumakla yükümlü olduklarýný iddia eden devlet ideolojisine karþý olmayý gerektirmektedir. Eþitsiz bir savaþta sömürge haline getirmeye çalýþýlan bir ulusun çýkarlarýný koruduðumuz için bizler "barýþ" talebinde bulunuruz. Bu haksýz savaþa karþý ezilenlerin yanýnda saf tutmak anlamýna gelmektedir. Ya da emperyalist paylaþým savaþlarýnda bu savaþtan çýkarý olmayan milyonlarýn yaþama gözlerini yummasýna, bu haksýz savaþta -ezen sýnýflarýn haksýz savaþýnda- ezilen sýnýflarýn taraf olmasýna karþý çýkarýz. Savaþtan çýkarý olmayan milyonlarýn öldürmelerine, ölmelerine "dur!" deriz. Ve barýþ talebiyle, savaþ karþýtý hareket içerisinde yerimizi alýrýz. Dolayýsýyla haksýz savaþlara karþý, "savaþ karþýtý hareket" içerisinde yer almamýz ve dünya barýþ gününde sokaklarda olmamýz, ne bütün

savaþlara karþý olduðumuz anlamýna gelir nede haksýz savaþlarý destekleyeceðimiz anlamýna gelir. Diðer bir açýdan nihai olarak savaþsýz sömürüsüz bir dünya kuruluncaya kadar "savaþ sorununda" tutum almak bir zorunluluk olarak kaþýmýza çýkmaktadýr. Sýnýflý toplumlarda savaþ meselesinin üzerinden atlayarak politika üretmek ne yazýk ki mümkün deðildir. Savaþ öznesi ve nesnesi olmayan bir sürecin ürünü deðildir. Açýk biçimde her savaþýn politik bir karþýlýðý vardýr. Diðer bir tabirle savaþ, politikanýn baþka araç ve yöntemlerle devam ettirilmesidir. Bugün itibariyle uluslararasýndaki paylaþým savaþlarýndan bahsedecek olursak eðer, savaþýn öznesi o ülkelerin burjuvazileridir. Ve burjuvazinin paylaþým savaþýnda o ülkelerin halklarý bir nesne konumunda sürece dahil olmaktadýr. Emperyalist paylaþým savaþlarýna bakýldýðýnda bedel bu savaþlardan hiçbir çýkarý olmayan ezilenler tarafýndan ödenmektedir. Savaþýn nesneleri, ezenlerin çýkarlarý için ölmektedir, öldürmektedir. Oysa ne savaþa karar veren onlardýr. Ne de savaþlardan çýkarlarý vardýr. Ýki büyük emperyalist paylaþým savaþýna da karakterini veren bu olgudur. Bizler elbette ki emperyalistler arasýndaki bu savaþlara karþý çýkarýz. Ve imkânlar doðrultusunda emperyalist savaþý iç savaþa çevirme politikasý sürecimize yön verir. Savaþa karar veren egemen sýnýflardýr. Uluslararasýndaki savaþlarýn politik nedenleri her ne olursa olsun savaþ konusunda sözün sahipleri bellidir. Oysa savaþýn ateþi genel olarak ezilen sýnýflar tarafýndan hissedilir. Bu durum savaþ olgusunun tartýþýlamaz sonucudur. Ancak meselenin diðer bir boyutu vardýr ki o da kategorik olarak gençlerin bu savaþlarda ki pozisyonudur. Egemen sýnýflarýn istençleri doðrultusunda karar verilen savaþlarýn acýsýný en çok hisseden kesimler hiç kuþkusuz ki kadýnlar ve gençlerdir. Gençler ölmek, öldürmek ikilemini baþkalarýnýn çýkarlarý için yaþamak zorunda býrakýlýrlar. Genel olarak burjuvazinin çýkarlarý yani savaþ tamtamcýlarýnýn iktisadi-politik çýkarlarý savaþ olgusuna karar verir. Ve burjuvazi adýna karar veren devlet aygýtý içerisinde bir kategori olarak gençlerin yeri yoktur. Askerlik ile birlikte boyunduruk altýna alýnarak "adam" edilmeye çalýþýlan gençler, iç ve dýþ düþmanlarla savaþ-

78


Kurtuluþ

maya ya da her an savaþacak durumda olmaya zorlanarak birer "tetikçi" haline getirilirler. Burada iki "görev" hakkýyla yerine getirilmeye çalýþýlmaktadýr. Birinci görev kimlik edinme süreci içerisindeki bireyin "teslim" alýnmasý iken, ikinci görev emperyalist dünya içerisinde en yetkin olma savaþýmýnda bir adým daha atma gayretidir. Dolayýsýyla gençliðe biçilen rol, yaygýn bir ideolojiyle anlatýlan ulusal çýkarlarýn korunmasý olmaktadýr. Silah altýna alýnan gençlerin ise ne bu çýkarlardan haberi vardýr ne de "çýkarlarýn" ne olmasý gerektiði konusunda söz sahibi olma þanslarý vardýr. Siz hiç kendi ordusuna "bu savaþta savaþmak istiyor musunuz?" diye soran bir komutan gördünüz mü? Zannetmiyorum. Eminim ki görme þansýnýz da yoktur. Karar baþkalarý tarafýndan zaten verilmiþtir. Gençlerin ise o "karar" vericiler içerisine girme þanslarý yoktur. Bu eþitsiz koþullar içerisinde gençlik kategorisi, nesne olmanýn dýþýnda bir anlam taþýmamaktadýr. Elinde silahla savaþan birey baþkalarý adýna savaþmanýn ötesinde bir iþleve sahip deðildir. Militarizmin hedefinde olanlar gençlerdir. Savaþa karþý olan bir genç derin bir çeliþkiyle karþý karþýya kalýr. Örneðin zorunlu askerliðin bulunduðu bir ülkede yaþýyorsa bu çok daha kapsamlý bir travmaya dönüþmektedir. Burjuvazi yalnýzca üretim araçlarýný elinde tutmaz. Ayný zamanda zihni üretim araçlarýnýn kontrolünüde elinde tutar. Böylece hangi sýnýftan geldiðinizin ayýrýmý yapýlmaksýzýn "tek ve doðru" ideolojinin savunucusu olursunuz. "Egemen sýnýfýn düþünceleri bütün çaðlarda egemen düþüncelerdir. Baþka bir deyiþle, toplumun egemen maddi gücü olan sýnýf ayný zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarýný elinde bulunduran sýnýf, ayný zamanda zihinsel üretimin araçlarýnýda elinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine geçmiþ durumdadýr ki, kendilerine zihinsel üretim araçlarý verilmeyenlerin düþünceleride ayný zamanda egemen sýnýfa baðýmlýdýr..." Çünkü insanlar sahip olduklarý ideolojilere göre sýnýflara ayrýlmazlar. Hangi sýnýftan geldiðiniz "maddi" bir olgudur. Ancak ideoloji için böyle bir tanýmlama yapmamýz mümkün deðildir. Bu durum burjuva ideolojisinin -elinde bulundurduðu imkanlarla doðru orantýlý

düþünüldüðünde- yaygýnlýk kazanmasýna neden olur. Bu ideolojik hegemonya ezen sýnýfýn ezilen sýnýflar adýna çok daha rahat kararlar vermesine olanak saðlar. Böylece kendisinin çýkarmadýðý bir savaþta gençler "vatanýný" korumak için cansiperane görev alýrlar. Zaten çocukluktan bu yana oynadýklarý oyuncak silahlarla yada bilgisayar oyunlarýyla "alýþkýn" olduklarý savaþ olgusu "sadece" gerçeðe dönüþmektedir. Nasýl ki bir iþçi, iþsiz kalacaðý halde "özelleþtirmeleri" savunabilmekteyse gençler de savaþýn sonuçlarýna bakmaksýzýn savaþý savunabilmektedirler. Ve ölümle yaþam arasýndaki bir çizgide yürürler. Savaþlarýn hüküm sürdüðü hükümlü bir dünyada gençler kim için yada ne için böyle bir tercihte bulunduklarýndan habersiz bir biçimde "vatan"larýný korurlar. Bu koruma oldukça tehlikeli sonuçlar doðurur. Kendi yaþýtlarýnýn yaþam haklarý flulaþmaya baþlar... Tamda bu açýdan savaþ karþýtý hareket bu savaþlarla en fazla deðme noktasý bulunan gençler tarafýndan daha hýzlý biçimde karþýlýk bulur. Yaygýn ideolojinin örttüðü perde daha hýzlý bir biçimde açýlýr. Ellerine silah tutuþturulan gençler için savaþ artýk bir bilgisayar oyunu deðildir. Yani savaþ kendilerine dýþsal bir olgu deðildir. Ýdeoloji ile gerçek arasýndaki fark gençelerin yüzlerine bir tokat gibi çarpar. Bu tokat Amerikan askerlerinin rüyalarýndan korku dolu uyanýþlarýdýr iþte. Ve savaþ travmasý yaþamlarý sakatlarken kan, gözyaþý ve ölüm savaþýn ne olduðunun basit bir özetidir. Bu noktada üzerlerine giydirilen üniformalara raðmen Ortadoðu'yu kan gölüne çeviren emperyalist saldýrganlýðýn nesnesi konumundaki gençler için tek alternatif savaþa karþý daha güçlü ses çýkartmak olacaktýr. Haksýz savaþlar Ortadoðu'yu yeniden þekillendirmektedir. Halklar arasý kin ve düþmanlýk giderek boyutlanmaktadýr. Gençlerin yaþam haklarý yok sayýlýrken, kendi yaþlarýmýzda hergün onlarca insan birbirlerini ölüyor/öldürüyorken, "vahþet"in boyutlarý giderek artýyorken bu tabloyu çok daha iyi kavrarýz. Dolayýsýyla savaþa karþý olmak, barýþtan yana olmak devrimcidir. Biz barýþ kavramýnýn kendisine karþýyýz dediðimizde týpký biz bütün savaþlara karþýyýz diyenler gibi hiçbir þey anlatmamýþ oluruz. Bu açýdan Ortadoðu halklarýnýn birbirlerine boðazlatýlmasýný durdurmak için

79


Kurtuluþ

mücadele etmeliyiz. Özellikle ülkede ve bölgede savaþa karþý olmak, oldukça zor ve meþakatli bir görevi önümüze koymaktadýr. Yukarýda ana hatlarýyla tariflemeye çalýþtýðýmýz yaygýn ideolojik bombardýmanýn kat kat fazlasý bu ülkede bulunmaktadýr. Kürt sorununda karþý karþýya olduðumuz çözümsüzlük, Lübnan'a asker gönderme tezkeresinin kabul ediliþi ve zaten NATO üyesi olan bir ülkede savaþa karþý olmak güç bir iþtir. Dolayýsýyla barýþ talebini yükseltmenin tekabül ettiði yer "bölücülük" ve ülke çýkarlarýnýn korunmasýna karþý olmak yani "vatan hainliði" anlamlarýna gelmektedir. Bu durumun yarattýðý sonuçlar militarizmin ve þovenizmin güçlenmesinden baþka bir sonuç üretmemektedir. Savaþa karþý güçlü bir cephe kurarak bu

tabloya "dur!" demek günün en acil görevidir. Bu açýdan savaþ olgusu karþýsýnda barýþýn sesi olmak, barýþtan yana olmak gençlik politikasýnýn en temel yanýný oluþturmaktadýr. Gençliði kazanmadan savaþý durdurabilmek olanaklý deðildir. Tutarlý bir anti-emperyalist mücadele hattýna sahip gençlik cephesi oluþturulamazsa, gençliði bu mücadeleye kazanama olanaðýmýzda olmayacaktýr. Anti-militarist ve anti-þovenist mücadeledeki ýsrarýmýz bu yüzdendir. Ancak böylesine bir hat ülkede ve bölgede karþý karþýya olduðumuz tabloyu deðiþtirebilecek etkinliðe sahip olabilir. Tutarlý bir anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadelenin yolu da buradan geçmektedir. Geleceði kazanmanýn yolu da... Savaþa karþý görev baþýna!

* * *

Yararlanýlan Kaynaklar Engels Friedrich-Anti-Dühring-Zor Teorisi_Sol Yayýnlarý Engels Friedrich-Age, Engels Friedrich-Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni _Sol Yayýnlarý Marx Karl, Engels Friedrich -Alman Ýdeolojisi_Sol Yayýnlarý

80


savaþ ve barýþ

dosya

Kurtuluþ

Hangisi Daha Þovenist?

"

Ben bir Türk milliyetçisiyim. Bu ülkenin ve ulusun bütünlüðünü muhafaza etmekten yanayým. Bugün birlikte yaþýyoruz, yarýn da birlikte yaþamalýyýz. Türkiye'de insanlar haksýzlýklara uðradý. Kürtler yalnýzca kendilerinin ilaveten haksýzlýklara uðradýklarýna kâniler. Bunun doðruluðunu ya da yanlýþlýðýný artýk tartýþacak noktada deðiliz. Biz Kürtlerin ilaveten haksýzlýða uðradýklarýný kabul etmek durumundayýz. Ve bu haksýzlýða olan isyanýný anlamak durumundayýz. Bir söz vardýr; terörle hiçbir þey elde edilemez diye. Hayýr, biz terörle durumun vehametini öðrendik. Bu þiddet olmasa biz bugün bu sorunu saðcýsý solcusu tanýmlayamaz, konuþmazdýk" (Avni Özgürel ile Röportaj, Hamza Aktan, BÝRGÜN, 03.09.2006) Röportajýn baþlýðýnda "milliyetçi kökenli gazeteci Avni Özgürel" yazýyor. Ortada öyle köken-möken hikayesi anlatacak bir durum yok. Özgürel, dün milliyetçiydi de, sanki þimdi baþka bir þey olmuþ gibi, kökenine atýfta bulunmak, bu gazetenin þaþkýnlýðýnýn bir ifadesi olsa gerek. Aylardýr ÖDP'nin "Birarada Yaþama Kampanyasý"nýn sözcülüðünü yapan bu gazetede, Özgürel ile bir röportajýn yer almasý iyi olmuþ. Hiç olmazsa, aklýselim sahibi okuyucularý bir milliyetçi ile ÖDP'li sosyalist liderleri kýyaslama þansýný bulur.

Ýrfan Cüre 81


Kurtuluþ

Özgürel'in dillendirdiði çözüm önerisi nedir? 1)" Kanýmca çözüm arayýþýnda ilk radikal adým Öcalan'la varýlacak kapsamlý bir mutabakattýr. Bu mutabakatýn bir ayaðý Türkiye Cumhuriyeti Anayasasý'na tartýþmasýz saygý taahhüdüne mukabil Kürt asýllý vatandaþlara bireysel kültürel haklarýn tamamýnýn eksiksiz þekilde saðlanacaðý taahhüdüdür. Diðer ayaðý ise þiddet eylemlerinin son bulmasý, örgüt saflarýndaki herkesin Türkiye'ye dönmesinin saðlanmasýdýr. " 2)"Buna baðlý olarak atýlabilecek ikinci adým terör suçlarýný kapsayacak bir genel af çýkarýlmasýdýr... Bunun Öcalan'la ilgili yaný düzenlemenin onun tarafýndan benimsenmesidir. Cezasýný ortadan kaldýrmayan, ama Ýmralý yerine tecrit þartlarýný kaldýran, kendisinin bulacaðý bir yerde denetim açýsýndan çevresi boþ bir arazi düþünülebilir- ikamet zorunluluðuna dayalý bir infaz düþünülebilir." 3)"Ardýndan genel seçim için konulmuþ ülke barajýnýn düþürülüp parlamentoda temsil imkânýnýn saðlanmasý gerekir. Son on yýlda yaþananlar herkese, bu arada Kürtlere de herhalde nelerin olmayacaðýný öðretmiþ olmalýdýr." 4)"Bu da yetmez, Türkiye tarihinin en büyük eðitim ve yatýrým paketini hazýrlayarak kamu kaynaklarýný bölgeye akýtmalýdýr." Avni Özgürel ister derin devletten iyi haberler alan veya devletin belli odaklarýnca kulaðýna fýsýldanan biri olsun, isterse kendi baþýna bu görüþleri oluþturup ileri sürmüþ olsun, ilk tespit edilmesi gereken nokta, bu önerilerin bugüne kadar uygulana gelen devlet ve hükümet politikalarýndan radikal bir kopuþu önerdiðidir Abdullah Öcalan'ýn Türkiye'deki Kürtlerin lideri olarak muhatap alýnmasýný ve Kürt sorununa asgari düzeyde bir çözümü içeren bir anlaþmayla TC'nin birlik, bütünlük ve bekasýnýn saðlama alýnmasýný isteyen bu öneri, sadece hükümet politikalarý ile deðil, örneðin ÖDP gibi liberal sosyalist partilerin politikalarý ile karþýlaþtýrýldýðýnda da mantýklý, saðduyulu bir yaklaþýmý içeriyor. Üstelik terör, þiddet vb. demagojisine baþvurmadan yapýyor bunu. PKK'nin "þiddetini" lanetleme yarýþýna girmiyor, aksine bu "þiddetin" Kürt sorununu üzerinde konuþulur hale getirildiðini teslim ediyor. Özgürel "Tuzaðýn Eþiðinde Türkiye" baþlýðýyla hafta bir olmak üzere bir aya yayýlan dört

makale ile önerisini dile getiriyor. Yazýlanlardan anlaþýldýðý kadarýyla devletin belli kesimlerinde bu öneriye sýcak bakanlar var ve en azýndan üzerinde düþünülmeye deðer bulunan bir çözüm arayýþý olarak görülüyor. Bu öneriyi þekillendiren perspektifin Kürt sorununa nasýl bir çözüm bulacaðýz sorusundan çok, Türkiye Cumhuriyetinin bilinen sýnýrlarý içinde birliði ve varlýðýný koruma kaygýsý olmasý, onun önemini azaltmaz. Bir Türk milliyetçisi sorunu esas muhatabýyla çözmeyi düþünecek bir politik perspektif geniþliði gösterirken, adý sosyal demokrat ya da sosyalist olan birçok parti ve çevre þovenizminin bataklýðýna gömülmüþtür. Elbette kimse kimseye keyf baðýþlamýyor. Özgürel'in ortaya attýðý öneri konuþulacak hale gelmiþse, hiç kimsenin kuþkusu olmasýn bu Kürt ulusal hareketinin mücadelesinin sonucudur. Peki, "Özgür, Eþit, Demokratik bir Türkiye'de Birarada Yaþamý Savunalým" kampanyasý açan ÖDP ne diyor bu konuda? Bu kampanyanýn amacý ne? Neyi nasýl çözmek istiyor? Mimarlarý ve savunucularýnýn aðzýndan öðrenelim. Ezberler Nasýl Bozuluyor? Oðuzhan Müftüoðlu þöyle diyor: "Geleneksel sol yaklaþým açýsýndan bakarsanýz, mevcut düzeni kökten deðiþtirme iddiasýndaki devrimci sosyalist bir partinin, sistemin içine girdiði krizlerin derinleþtirilmesi ve düzenin çatlaklarýnýn daha da açýlmasý doðrultusundaki bir siyaset çizgisi izlemesi beklenir. Oysa Özgürlük ve Dayanýþma Partisi (ÖDP) bir süre önce sol yanýmýzdaki kimi ezberleri bir kere daha bozarak "Birarada Yaþamayý Savunalým" adý altýnda bir kampanya baþlattý." (Tüm alýntýlar için bkz. www.biraradayasam.net). Elhak doðrudur. Düzeni kökten deðiþtirmek iddiasýnda samimi olan bir devrimci sosyalist parti elbette sistemin krizinin derinleþtirilmesi ve çatlaklarýn daha da açýlmasý doðrultusunda bir siyasal çizgi izler. Dünyanýn hiçbir yerinde sistem krize girdi diye telaþa kapýlýp krizin atlatýlmasý için kafa yoran bir devrimciye rastlanmamýþtýr ve rastlanamaz da. Devrimci, sistemin krizinden bir devrim çýkartmayý hayal edebilen ve bunun hazýrlýðý yapandýr. Kriz

82


Kurtuluþ

elbette kendiliðinden devrimci bir geliþime yol açmaz. O koþullarý devrim yolunda deðerlendirecek bir örgütlenme varsa, emekçilerin düzene muhalefetini törpülemek deðil aksine daha kapsamlý hale dönüþtürmeyi kendine görev edinmiþ bir devrimci öncü varsa, böyle bir geliþim mümkündür. Sistemin kriz dönemleri ayný zamanda tüm siyasal partilerin de ister istemez bir sýnavdan geçtikleri dönemlerdir. Görece olaðan sayýlan dönemlerde buna göre hazýrlýklarýný yapmayanlarýn iflas ettikleri bir dönemdir. Ýyi de bu söylediklerimizin "ezber" sayýlabilmesi için, devrimci sosyalist bir partinin bu deðil de bir baþka yoldan "düzeni kökten deðiþtirmeyi" amaçlamasý gerekirdi. Ortada böyle bir þey yok. Bunun imasý ve emaresi bile yok. Tersine, bizce zaten malum olan bir gerçeðin yani ÖDP'nin devrimcilikle arasýna kalýn çizgiler çektiðinin bir kere daha ilanýdýr. Sorun sadece devrimcilik ve reformculuk ayrýþmasý olsa, belki de üzerinde bu kadar durmaya gerek olmazdý. Müftüoðlu, kendisine "biz yoksa bu þekilde uluslarýn kaderlerini tayin hakkýný inkâr mý ediyoruz? yoksa düzeni deðiþtirmekten artýk vaz mý geçtik?" sorularýnýn yöneltildiðini anýmsattýktan sonra, bugünün çatýþmalý ortamýnda "bu tür sorular kuþkusuz pek çoðunuz gibi bana da pek anlamlý gelmiyor" diyor. Düþünün bir kez, devrimci sosyalist olduðu iddiasýndaki birine bu sorular anlamlý gelmiyor. Onun aklý ezber bozmakta ya, "UKTH konusunda bitip tükenmek bilmez tartýþmalara yol açan ezberleri hakikaten bir yana býrakarak düþünelim" diyor. Ve iþte þöyle anlatýyor ne düþündüðünü: "Keza emperyalizmin halklar arasýndaki etnik ve dinsel farklýlýklar üzerinden çatýþmalar çýkarmaya, kendi kontrolü altýndaki yeni uydu devletçikler kurmaya çalýþarak yürüttüðü politikalar da gözler önündedir. "Kürt toplumuna da bu konuda ciddi sorumluluklar düþtüðü ortada. Adeta bir arada yaþama olanaðýný ortadan kaldýrmayý hedefleyen eylemlerin her iki taraftan da tertipleniyor olmasý uyarýcý olmalýdýr. PKK eylemlerinin yetmediði yerde karþý tarafýn ayný tür eylemleri düzenlemesinde-ki maksadýn iyi okunmasý gereklidir. Yüzyýllardýr acý içinde yaþatýlmýþ bu yoksul halk Abdullah Öcalan'ýn da uyardýðý gibi, bölge hakimiyeti için çatýþan güçlerin oyunlarýna alet

edilerek daha fazla ezdirilmemelidir." Uluslarýn Kendi Kaderlerini Tayin Hakkýný da bir ezber konusu olarak bir kenara atma isteminin esbab-ý mucibesi þimdi ortaya çýkýyor. Çünkü böyle bir hakkýn kabulü, Kürtlere de ayrý bir devlet kurma hakkýný tanýmak oluyor. Oðuzhan Müftüoðlu ise, emperyalizmin kontrolündeki "yeni uydu devletçiklere" dikkat çekiyor. Emperyalizme bu imkaný vermemek için bulabildiði yol, belli ki, bu hakký külliyen ortadan kaldýrmak oluyor. Bu hakkýn kullanýlmasý ya da UKTH ilkesi kapsamýndaki haklarýn ileri sürülmesi, varolan baský ve eþitsizliðe karþý mücadele, ezberbozan Müftüoðlu'na bir arada yaþamayý zorlaþtýran eylemler olarak gözüküyor. O ezen ve ezilen arasýndaki mücadelede, hakem kulesinden fetva vermeye devam ediyor. Birde kendisine Abdullah Öcalan'ý þahit tutuyor. (Öcalan, yarýn Kürtler ayrý devlet de kurabilir dese, acaba Müftüoðlu yine ayný muhabbeti gösterir mi dersiniz?) Müftüoðlu, "yeni uydu devletçikler" lafýnýn bile ne kadar da majestelerine özgü emperyal ve çirkin bir laf olduðunu fark etmeyecek kadar marksizmden uzaklaþmýþtýr. Ezen bir ulusun devrimcisinin görevi ile ezilen bir ulusun devrimcisinin görevi arasýndaki farký yok sayacak hale gelmiþtir. Sanki Kürtler ve Türkler þimdiye kadar kendi özgür iradeleriyle ve eþit koþullarda yaþamýþlar gibi, bir arada yaþam koþullarý ortadan kalkýyor diye feryat ediyor. Þimdiye kadar her türlü þiddet araçlarýyla ve inkarý esas alan ideolojik çarpýtmalarla bugüne gelebilmiþ sistem bozuluyor diye feryat etmek, ancak egemenlerin iþi olsa gerek. Bir Türk sosyalistine, demokratýna düþen görev, Kürtler ayrýlacak ya da ayrýlmasýný kolaylaþtýracak þartlar ortaya çýkýyor, buna karþý duralým diye kampanya düzenlemek deðil, aksine, Kürtlerin kiminle ve nasýl yaþayacaklarýna kendilerinin özgürce karar verebilecekleri koþullarý saðlamak için mücadele etmektir. Bu da beraber yaþayalým kampanyasý açmayý deðil, tersine "Kürt halkýnýn varlýðýný, ulusal kimliðini ve haklarýný tanýyalým, ayrý devlet kurma hakký da dahil kendi kaderini kendisinin serbestçe tayin etme hakkýný kabul edelim" diye kampanyalar açmayý, bu doðrultuda egemen ulustan iþçi ve emekçileri eðitmeyi gerektirir. Ama devrimci sosyalist olduðunu iddia eden Oðuzhan

83


Kurtuluþ

Müftüoðlu, bunun yerine "ezber bozma" böbürlenmesiyle, tam da TC'nin bölünmez bütünlüðü ideolojisine soldan yamanýyor. Kampanyanýn nasýl bir kampanya olduðunu anlamak için, Müftüoðlu'nun -hani Allah söyletiyor dedikleri cinsten- þu sözlerine bakmak gerekiyor: "Bir arada yaþayalým kampanyasý her þeyden, önce ülke çapýnda geliþtirilen bu ýrkçý faþist zihniyetlere karþý bir tavýr olarak anlaþýlmalý, kampanyanýn sivri ucu bu hedefe yöneltilmelidir. Bu yüzden Susurluk karþýsýndaki bir dakika karanlýk eylemi gibi, bu kampanyanýn da içeriðinin boþaltýlarak saptýrýlmasýna, amaçsýz bir "karýþalým barýþalým" þenliðine dönüþmesine de izin verilmemelidir." "Karýþalým-barýþalým þenliðe" dönmemesi, ancak ve ancak hedefin ve saflarýn netçe ortaya koymasýyla mümkün olurdu. Oysa böylesi popülizm, pragmatizm, sosyal þovenizm ve reformizm karmasý bir siyasi anlayýþla, halklarýn eþitlik ve özgürlüðü doðrultusunda yürümek mümkün deðildir. Gizli savaþ aygýtlarý ve çetelerin açýða çýkartýlmasý, sorumlulardan hesap sorulmasý talebiyle ortaya çýkmak yerine, týpký geçmiþte "ne refah yol ne hazýr ol" politikalarýyla sisteme eklenenler, bugün de "bir arada yaþamý savunalým" diyerek Türk toplumunda varolan ýrkçý ve milliyetçi önyargýlara sesleniyor, kendilerini devletin dizginlerini saldýðý milliyetçi rüzgarlara býrakýyorlar. Bunun da akýntýya karþý durmakla hiçbir alakasý yoktur.

mekte olan oligarþinin yaptýðý iþi unuttuðunu, Bülent Forta düþünüyor olamaz. O zaman unutanlar, kendisi ve ortaklarý olsa gerek. Neyi unutmuþ bir daha bakýnýz: "Taraflardan birini ortadan kaldýrarak çözdüðümüzü sandýðýmýz her sorunun, yýllar sonra yeniden gündeme geldiðini ve daha büyük sorunlara yol açtýðýný sürekli unutuyoruz." Akýl alýr bir ifade midir bu? Forta'nýn herhangi bir tarafý ortadan kaldýrmýþ olabileceðini düþünemediðimiz için, bu lafa bir anlam vermemek gerekirdi. Ama burada çirkin bir ifade yatýyor: Güya, toplumda sorumluluk sahibi bir insan aðzýyla konuþma. Kendisini devlete ortak gören ve ortaklarýnýn yaptýðý iþten rahatsýz olan birilerinin üslubudur bu. Bülent Forta ne zaman ortak oldu iktidara? Kim ortak etti? Burjuva basýnýna benzemeye kalktý mý böyle komik konuþmaya baþlar insan. Bülent Forta devam ediyor: "Geliþen her yeni olay bu toplumda bir arada yaþama iradesinin zayýflamasýna; toplumsal bir parçalanma ve çatýþma ortamýnýn derinleþmesine yol açýyor". Sanki Kürtler/Kürdistan onlarca isyanýn ardýndan kan can pahasýna ilhak edilmemiþler de, Türk-Kürt herkes birbirine sarýlmýþ, bir arada kardeþ-kardeþ yaþamýþ da, þimdi birileri bu ortaklýðý dinamitliyor! Bu kadar tarihten yoksun bir düþünce olabilir mi? Bu kadar baþkalarýný da tarihten habersiz sanan bir sosyalist olabilir mi? Elbette cumhuriyet tarihini, "sevgili cumhuriyetimize ve onun büyük önderi Atatürk'ümüze yapýlan Ýngiliz komplolarý tarihi" olarak görürüp, kimi Kürt isyancýlarýný da bu Ýngiliz oyununun maþasý olarak ele alýrsanýz, geriye size tertemiz "kardeþ" Kürtler ile Türkler kalýr. Kimdir bu kardeþler? Dün Hamidiye Alaylarý, bugün de 'sevgili' korucu kardeþlerimiz. Farklý olanýn, örneðin ayrý bir ulusun en meþru hakkýný inkâr ederek iþe baþladýðýnýzda, sergileyebileceðiniz hiç bir iyi niyet olamaz. Daha ilk adýmda siz o hakkýn kullanýlmasýný yasaklamýþ olan oligarþinin deðirmenine su taþýyan bir çýkrýk olursunuz. Artýk birlikte yaþamak üzerine ettiðiniz laflar, kölelere dayanmalarý gerektiðini, iyi

TC Sýnýrlarý Nasýl Savunulur? Bir baþka misyoner Bülent Forta, kampanyanýn gerekçelerini anlatýrken bakýn ne diyor: "Taraflardan birini ortadan kaldýrarak çözdüðümüzü sandýðýmýz her sorunun, yýllar sonra yeniden gündeme geldiðini ve daha büyük sorunlara yol açtýðýný sürekli unutuyoruz". Evet "unutuyorsunuz" doðrudur. Kimdir unutanlar ya da unutmayýp da kulak asmayanlar? Oligarþinin bu iþe kulak asmadýðý aþikar bir þey. Unutkanlýk ise, en son akla gelecek olan bir þey. Forta, bütün bu rezaletleri örgütleyenin oligarþi olduðunu, "gizli faþizm" olduðunu biliyordur muhakkak ki. Sürekli bu iþleri örgütlemekte ve toplumu biraz da böyle yönet-

84


Kurtuluþ

Hýristiyanlar olmalarýný anlatan sözde Allah'ýn sözcüsü özde sömürgecilerin ideolojik hegemonyasýnýn taþýyýcýlarý olan papazlardan farkýnýz kalmaz. Sömürge ordularýnýn peþinden giden ve sömürge halkýnýn öfkelerini yatýþtýrma görevini üstlenmiþ misyonerlerden; ya da hükümete, sömürgenin hangi tür reformlarla daha iyi yönetilebileceðinin aklýný veren reformcu danýþmanlardan bir farkýnýz kalmaz. Oysa sömürgeciliðe karþý bir lafýnýz var ise, bunu Türk halkýna ve devlete karþý söylemelisiniz. O zaman kampanyanýzýn adý da, vatanýn ve milletin bölünmez bütünlüðünü savunanlarýn þiarlarýna benzemez. Can alýcý sorunu öne getirir. Örneðin, Kürdistan'da zulme son! Kürtlere özgürlük! Kürde dokundurtmam! Hadi bakalým, Türk ulusunun hakký olduðu kadar Kürt ulusunun da "devlet kurma hakký olduðunu", iradesi dýþýndaki bölünmüþlüðe karþý birleþmesi gerektiðini savunun. Savunun ki, sahiden iyi niyetli ve demokrat olduðunuzu anlayalým. Oysa papazlar, sizin söylediklerinizi sizden önce sömürge halklarýna çoktan anlatmýþlardý. Sadece milliyetçiliði insaflý olmaya davet ettiðinizin farkýnda mýsýnýz? "Bir Arada Yaþamý Savunalým" diyor Forta. Bir sosyalist ancak bu kadar sosyalizmi ayaklar altýna alabilir. Ve bunu yaparken de bir faziletten söz ettiðini iddia edip kendini yüceltir. Bir arada yaþamý savunacaksýn. Eðer baþka þeyleri de söylemiþ olsa makul bir laf olabilirdi. Örneðin önce Kürtlerle eþitlenmek ve ardýndan da o eþit iliþki içinde bir araya gelip birlikte yaþamanýn þartlarýný savunmak. Eþitliðin lafýnýn edilemeyeceði bir yerde "bir arada yaþamý savunmak" neyin savunmasý olacak? Eþitlik içindeki bir biraradalýk durumunda bile, öncelikle bu eþitliðin þartlarýnýn ne olduðunun sayýlýp dökülmesi gerekmez mi? Bu sayýlmadýðý zaman varolan çerçevenin kabul edilmiþ olduðunu söylemiþ olmaz mýyýz? Kendimizi saðlam biçimde "bölücülükten" ayýrmýþ olmaz mýyýz? Kendimizi "bölücülükten" böyle ayýrdýðýmýzda oligarþi ile birleþmiþ olmaz mýyýz? Olmayýz deyip bize APO'yu örnek göstereceklerdir, týpký Oðuzhan Müftüoðlu'nun yaptýðý gibi. Onun da birlikte kalmayý savunduðunu söyleyeceklerdir. Burada iki þey var. Biri Marksizmin bir önermesi. Buna göre hareket

ediyorlarsa ve buradan çýkarak APO'nun birlikte olunmasýný örnek veriyorlarsa, "ezilen ulusun devrimcisinin birlikte olmayý savunmasýna karþýlýk", ezen ulusun devrimcisinin de "ayrýlma hakkýný" savunmasý gerekmez mi? Hani nerde? Ýþin üzerine yatmak politik olarak epey bir karlý görünmektedir. Bu devrimci politika olamaz. Bunun adý olsa olsa oligarþinin izin verdiði çerçevede "devrimcilik" etmek olabilir. Yani, ihtilalcilik deðil, inkýlapçýlýktýr. Atatürkçülükle ortak payda ancak inkýlapçýlýkta kurulabilirdi. Asýl mesele, kendini minimalist bir konum benimsemek zorunda hisseden Kürt hareketinin bu durumundan yararlanmaya kalkýþmak ve bunu Kürtlerin yürekten benimsedikleri bir tutummuþ gibi kabullenmeye hazýr çirkin mantýkta yatmaktadýr. Kürtler eðer özgür irade içinde konuþacak olsalar hiç de bugün söylenenleri söylemeye kalkýþmazlardý. Basbayaðý kendilerine ait bir devleti isterlerdi. En azýndan sahici bir özerklik peþinde olurlardý. Ama daðlarý bekleyen "Türk ordusu vardýr!" Oligarþinin koyduðu yasaklar ve bu yasaklarý dayatmak için gerçekleþtirdiði katliamlar kulaða küpedir. Ve þimdi devrimciler bu küpeyi kullanarak Kürtlere o tehlikeli sýnýrýn berisinde ne yapmalarýný anlatmaktadýrlar. Oldu deðil mi? Bunun misyonerlerin sömürgeciler adýna oluþturmaya çalýþtýklarý yatýþtýrma vaazlarýndan hangi farký vardýr? Bülent Forta bugün yakalanacak temel siyasi halkayý da bakýn þöyle anlatýyor: "Bugün bir arada yaþama iradesinin güçlendirilmesi noktasýnda atýlacak adýmlar, kavranýlmasý gereken temel siyaset halkasýdýr." Sorulmasý gereken ilk þey: Öncelikle, bu ifade kime yöneliktir? Ýkinci olarak da, yöneldiklerine ne diyor? Devlete yönelik olabilir, halka yönelik olabilir, özel olarak devrimcilere yönelik olabilir. Burjuvaziye temel siyaset halkasýný öðretmek pek devrimcinin iþi deðil ama ÖDP'lilerin bu konuda devletten bir talebi olduðunu biliyoruz: PKK'nin silahý býrakmasýna karþýlýk devlet de kimi tedbirler alsýn! Bu iþin üzerinde epey bir durmak gerekir. Halka yönelik mesajýn hangi halka ne dediði önemli tabi. Türklere söylenecek olanla Kürtlere söylenecek olan birbirinden tamamen ayrý þeylerdir. Biri egemen ulus, diðeri ezilen.

85


Kurtuluþ

Dayak yiyen kadýna kocanla birlikte yaþamanýn yolunu bul demek, akýllýca gibi görünse de adil bir tutum deðildir. Dayak atan kocaya bu tavsiyede bulunmak gerekir ve esas olarak da mesele birlikte yaþama iradesi olarak ortaya konulamaz. Zaten, ister istemez, birlikte yaþanýlmaktadýr. Kürtlerin, bugüne kadar gönüllü iradeyle TC sýnýrlarý içinde kaldýðýný söyleyebilmek için, yaþanan isyanlardan ve akýtýlan kanlardan haberdar olmamak gerekir. Yani Kürt halkýna bunu demeye kalkýþmak, onlarla alay etmek anlamýna gelir. Zorla boyun eðdirilmiþ olanlara söylenecek söz bu deðildir. Türk halkýna bunu söylemek ve adaletsizliðe isyan etmesini istemek baþka þeydir tabi. Ama Türklere bunu "birlikte yaþama iradesi gösterin" diye söylemeden önce, durumun ne olduðu anlatýlmak zorundadýr. Türklerin birlikte yaþama iradesini demokratik bir çerçevede gösterebilmelerinin yolu, Kürt halkýnýn ayrý varlýðýný tanýmaktan geçer. Bu varlýðý tanýmak, onun, kendisini siyasal olarak da ayrý örgütleyebilmesini tanýmayý da gerekli kýlar. Eðer Kürdün iradesini nasýl kullanmasý gerektiðini yine Türkler tayin edecek ise, o zaman Kürdün özgür iradesinden söz edilemez. Tanýnmayan özgür iradeyi Kürt kullanmaya kalkýþtýðýnda da Türk þimdiye kadarki antidemokratik tutumunu sürdürecektir. Yani halka ulaþtýrýlacak mesaj "birlikte yaþama iradesi göster" deðil, "Kürt halkýnýn özgür iradesini taný!" olmalýdýr. Devrimcilere bunu söylemek anlamlý mýdýr? Halka söylenmesinden daha da anlamsýzdýr. Halkýn benimsediði þoven tutum didaktik olma açýsýndan biraz daha farklý olabilir, ama devrimciler bu toleranstan da yararlanamazlar. Devrimci olarak ortaya atlamýþ olanýn, bir ulusun özgür iradesinin bastýrýlamayacaðýný peþinen bilmesi gerekir. Bilmek yetmez, bunun için mücadele ediyor olmasý gerekir. Ama iþte burada da yine temel bir ayýrým vardýr: Devrimci ile popülistin ayýrýmýdýr bu. Bu anlayýþ þehit cenazesi kaldýrmaya, dini bayramlarda halkla bütünleþmeye, parti lokallerine Atatürk resimleri asmaya da hevesli idi. Bunlar için varolan sistemin egemen ideolojisinden kopuþ, halktan kopmak anlamýna gelir. Tabi, halkla bütünleþmek de, egemen ideolojiye

ait ne varsa, marksizmin içine taþýmaktýr. "Biz bize mecburuz!" Melih Pekdemir þöyle diyor: "Sonunda çeteleri de kanýksadýk. Sýradanlaþtýlar. Giderek, çetelerin icraatlarýný da mý kanýksayacaðýz? Elbette böyle bir þey asla olmamalý.. Son geliþmeler, birbirine karþýt gibi görünen Büyük Ortadoðu Projesine, Ergenekon tüzüðüne, Þeriatçýlýk özlemine, PKK stratejisine ayný anda denk düþmüþ oluyorsa, bu durumda bize düþen, tek tek olaylarý kimin yaptýðýnýn dedektifliðine soyunmak deðil, bütün bunlardan tümüyle farklý baþka bir dava ve çözüm peþinde koþmak. Çünkü bütün bunlarýn karþýsýnda ya birlikte yaþamý savunacaðýz ya da teker teker ölüme razý olacaðýz" (5 Haziran 2006 - BÝRGÜN) Bunun ne kadar çirkin bir tespit olduðu belli deðil mi? Ya ya da? Ya da Melih Pekdemir'in dediði yýlana sarýlacaðýz. Bu kadar kýsýr akýl olamaz. Niçin Kürtler adýna da konuþuyor ve biz diyebiliyorsun? Onlarýn kaderini tayin hakkýný tanýmadýktan sonra nasýl oluyor da onlarla birlikte "ya ya da" diyebiliyorsun? Çünkü onlar yok! Pekdemir'in tayin ettiði "biz" var. Bu normal bir mantýk deðil. Kürler bir taraf olmuþlar ve Melih onlarýn olduðu tarafý devletin tarafý kadar kötü diye ilan edip kendi olmayan tarafýna davet çýkarýyor. Bu davetin tek amacý var, PKK tarafýný zayýflatmak. Neden eþit derecede iki tarafa da karþý? Ýki tarafýn konumlarý nasýl eþit? Biri egemen devlet, diðeri ona isyan etmiþ bir güç? Ama tek doðru var Pekdemir'in tarafý. Bu Pekdemir'in tarafý deðil devletin tarafýdýr. Güçsüzden yana olmayan güçlüden yanadýr... O kadar "Bu mücadelenin anlamý, þu memlekette farklý olana, farklýlýðýný ifade edene dair yýkýlan hoþgörüyü diriltmektir. Türkiye'yi içine çektikleri etnik milliyetçilik ve linç kültürü sarmalýndaki þiddetten kurtarmaktýr"(ayný yerde) Ýste çirkinlik burada yatmaktadýr. Ýki eþit kötümüz var: Biri etnik milliyetçilik, diðeri de linç kültürü. Ne kadar tuzu kuru bir vatandaþ. Diyelim Kürtlerin hepsi etnik milliyetçi. Ýtirazýn mý var? Onlarýn etnik milliyetçi olmamasý için kim ne yaptý? Sizin Atatürk'ünüz milliyetçi olabiliyor da Kürt niye olamayacak? Bir millet olarak neden buna hakký yok? Neden bu hakkýn

86


Kurtuluþ

gerçekleþmesinin bir ifadesi olarak devletine sahip olamasýn? Neden senin milliyetinin devletinin altýnda kalmaya devam etsin? Neden "TC boyunduruðu istemiyorum" diye haykýrma hakký olmasýn? Sen ABD'ye hayýr diyebilmenin özgürlüðünü yasarken, o neden TC'ye hayýr diyemesin? Ýste sosyalizm satmaya çalýþýrken bir milletin en demokratik hakkýnýn inkârý böyle olur. Bu kafada olan, o millete dersini de verir elbette. Linç kültürü, neyi linç etmeye uðraþýyor allah aþkýna? Kürdün kendi kaderini tayin hakkýný deðil mi? Kürdün Kürt olduðunu ifade etmesini deðil mi? Pekdemir burada kendini tam bir sosyal þoven olarak konumlandýrmýþ. Senin asýl karþý olduðun linç kültürü deðil Pekdemir! Linç kültürünün kendisini temellendirdiðini düþündüðün "etnik milliyetçiliktir"! Sen asýl buna karþýsýn. Mekteplerin Maarif nazýrýna mesele çýkarmasý gibi, bu "etnik milliyetçilik" de senin karþýna "linç kültürü" dediðin faþizmi çýkarýyor. Sen deðil miydin bir zamanlar sana "okullara gitmeyin, provokasyona neden oluyorsunuz" diyene, "mücadele kaçaðý" vb. diyen? Þimdi faþizmden kurtulmak için Kürtlerin bir etnik olarak ortaya çýkmalarýna karþý çýkýyorsun. Evet karþý çýkýyorsun. Kürtlerin taleplerinin hangisinin kötü anlamý içerisinde "milliyetçiliðe" tekabül ettiðini anlatmýyorsun bize. Bu milliyetçiliðin insanlýða nasýl zararlar verdiðini örneklemiyorsun bize. Faþistlerin aðzýndan azýnlýk ýrkçýlýðý olan bir lafý alýp etnik milliyetçilik olarak kullanýp suç icat ediyorsun. Nedir bu suç? Ne istediler Kürtler de böyle kötü oldular? Nedir bu etnik milliyetçilik zýrvasý? Milliyetçi olan ve üstelik insanlýða zarar verici olduðu, bir kaç milleti soykýrýma uðratmýþ olduðu bir vakýa olan Türk milliyetçiliðini görmüyorsun. Evet bunun adý tamtamýna dolaylý yoldan Türk milliyetçiliðini savunmaktýr. "Demokrasiyi, hakikaten, sorunlar çözülünce

varýlacak bir yer deðil, sorunlarý çözmek için baþvurulacak bir yaþam tarzý olarak içselleþtirmektir" Çok doðru. O halde Kürt sorununu aramýzda hemen çözelim. Onlarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný tanýyalým ve onlarý bu hakký tanýmamak için linç etmek isteyenlere karsý korumaya çalýþalým. "Bugün çözümsüzlüðü aþacak barýþçýl, demokratik çözümün olanaklarýnýn yaratýlmasý ihtiyacýný aklý baþýnda hiç kimse görmezden gelemez. Bu ihtiyaç ise ancak yaþadýðýmýz çalýþtýðýmýz her yerde bize dayatýlan çözümsüzlükten beslenen ve kýþkýrtýlan gerilimler karþýsýnda; tahammülü, anlamayý, konuþabilmeyi, tartýþabilmeyi hâkim kýlacak müdahalelerle karþýlanabilir. ABD'yi, Ergenekon tüzüðünü, Devletin Terörle Mücadele Yasasý cenderesini, þeriatçýlýðý, PKK'yi devreden çýkarmak, sadece bizim ellerimizdedir." O zaman bu kampanya, devletin iþine yarayan bir kampanyadan baþka bir þey olamaz. Bütün meselesi PKK'yi devreden çýkarabilmektir ve kampanyanýn hedefiyle de uyumludur. Linç kültürü etnik milliyetçilikten, yani PKK den beslenmektedir! O halde PKK gider, linç de biter! Ne kadar çirkin bir mantýk. Sonuç Türk milliyetçisi Özgürel APO'nun serbest býrakýlmasýný istiyor, Özgürel APO ve PKK muhatap alýnsýn diyor. Bunlar PKK devreden çýkartýlsýn diyor. Özgürel silahlý mücadeleye katýlanlara genel af istiyor. Bunlar PKK silahlý mücadeleyi derhal býraksýn istiyor. Özgürel devlet politikasýný deðiþtirmelidir diyor. Bunlar peþlerine taktýklarý bir kýsým aydýnlarla hükümetin halkla iliþkiler þubesi gibi çalýþýyor. Bütün bunlar apaçýk ortadayken, bu türden sosyalistleri þoven diye nitelemekle, haksýzlýk mý yapmýþ oluyoruz?

* * *

87


Kurtuluþ

Kolombiya’da Yerli Hareketleri ve ONIC

3

1 Temmuz Pazartesi. Uzun yolculuðumuzun son duraðý Kolombiya'nýn baþkenti Bogota'da, ONIC (Organizacion Nacional Indígena de Colombia - Kolombiya Ulusal Yerli Örgütü)'in, -rastlantý bu ya, otelimizle ayný sokaktaki merkezinde, örgütün Ýnsan Haklarý ve Barýþ Komisyonu sorumlularýndan Diego Fernando Henau Arcile ile buluþtuk bu kez de. Diego, yerli, hatta mestizo (yerliAvrupalý melez) deðil, belli ki Ýspanyol kökenli, kývýrcýk uzun saçlý, gözlüklü, bir genç adam. Ha, bir de antropolog! Ofisinin kapýsýnda karþýlýyor Temel ile beni, hararetle ellerimizi sýkýyor. Konuþkan, sevecen. Kýrýk-dökük Ýspanyolca'ma aldýrmadan, sözcükleri tane tane telaffuz ederek konuþuyor. Zevkli bir söyleþi olacaðý baþtan belli… Önce Latin Amerika yerlilerle Türkiye'de Kürtlerin sorunlarý ve durumu konusundaki paralelliklere iliþkin gözlemlerimizi dinliyor ilgiyle. "Ayný egemen stratejileri," diyor baþýný sallayarak. "Ýnsanlarý hem yerlerinden-yurtlarýndan ederek daðýtýyorlar, hem de istekleri dýþýnda, belirli bölgelerde topluyorlar." Konuya giriyoruz. ***

Sibel Özbudun

S.Ö. - Bize ONIC konusunda bilgi verir

88


Kurtuluþ

misin? D.F.H. - Hemen þunu belirteyim; ONIC, Kolombiya'daki tek yerli örgütü deðil. Bizim dýþýmýzda 16 bölgesel, 17 kesimsel ve iki de ulusal düzlemde örgüt bulunmakta: Guambiano ve Pasto halklarýnýn AICO'su (Autoridades Indigenas de Colombia - Kolombiya Yerli Yetkeleri) ve 51 pueblo ile 50 bin yerliyi temsil eden OPIAC (Organizacion de Pueblos Indígenas de la Amazonia Colombiana Kolombiya Amazon Bölgesi Yerli Halklarý Örgütü). Ancak ONIC, yerel ve bölgesel örgütlerin çoðunluðunu bünyesinde topluyor. Örgüt 1982'de kuruldu. Ama doðrusunu isterseniz uzun ve zorlu bir mücadelenin ürünü bir örgüt. 1970'lerdeki, sömürgeleþtirme politikalarýna karþý silahlý mücadele yürüten köylü hareketlerinin doðrudan mirasçýsý olduðunu söyleyebilirim. Ancak ONIC, baþlangýçta barýþçý ve siyasal bir örgüt olmayý hedefliyordu. Yani 1970'lerin mücadele tarzýyla hedefleri ayný, yöntemleri ise farklýydý. Kolombiya'da Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok örgütlü mücadele tarzý denendi. Yerli haklarý mücadelesinin geçmiþi 20. yüzyýl baþlarýna dek uzanýr. Bu mücadelelerin önderleri, çoðu Avrupa'da yetiþmiþ yerli-mestizo kiþilerdi. Aralarýndan silahlý mücadele birlikleri de çýkmýþtý. Ne ki, toprak haklarýný ön planda tutan hukuksal mücadele bu dönemlerde aðýrlýktaydý. 1970-80'li yýllardaysa tüm bölgelerde, neredeyse her pueblo'nun (köy/halk/cemaat) bir örgütü bulunmaktaydý. ONIC, bu mücadeleleri koordine etme, yerli taleplerini ortaklaþtýrma gereksiniminden doðdu. Þunu vurgulamak önemli; federasyon niteliði taþýsa da ONIC bir taban örgütüdür, yöneticilerini ve yerli önderleri tabandan yetiþtirmeyi hedefler. Örgüt içerisinde, þu sýralar bir yeniden yapýlanma tartýþmasý süregidiyor. Bir yandan Kolombiya Anayasasý'nýn yerli halklara tanýdýðý kolektif haklarýn uygulanmasý ve geniþlemesi konusunda devletle formel bir iliþkiyi ve müzakereleri sürdürebilecek, ama bir yandan da bu topraklardaki yerli cemaatlerin geleneksel yetke biçimlerini koruyabilecek bir örgütlenme arayýþý içerisindeyiz.

tanýmasý açýsýndan Latin Amerika'nýn en ileri ülkelerinden biri olarak biliniyor. Peki fiiliyatta durum nasýl? Yerliler açýsýndan Kolombiya nasýl bir ülke? D.F.H. - Þunu vurgulamakta yarar var: Kolombiya "demokrasi"si, 50 yýllýk kesintisiz bir OHAL rejimiyle yönetilen, askerin siyaseti her zaman öncelediði, katýlým haklarýnýn sürekli kýsýtlandýðý, bölge ve vilayetlerde fiilî iktidarlarý sýnýrlama irade ve yetisinden yoksun, yurttaþlýk haklarýnýn uygulanmasýnýn keyfî biçimde sýnýrlandýrýldýðý bir demokrasidir. "Kamu düzeni"ne iliþkin kaygýlar her zaman sivillerin hak ve özgürlüklerine önceliklidir. "Kolombiya Planý" ile birlikte askerî operasyonlar daha da yoðunlaþtý. Haklarýmýzýn güvencesini oluþturmasý gereken Anayasa Mahkemesi ise etkinliðini giderek yitiriyor. Son yýllarda yerli bölgelerinde zor kullanýmýnýn artmasýna, yeni kooptasyon ve devþirme stratejilerinin devreye sokulmasýna (örneðin köylü-askerler, muhbir aðlarý…) tanýk oluyoruz. Yerlilerin topraklarýna askeri üsler kuruluyor, yerli protestolarý suç olarak gösterilip kovuþturuluyor. Öyle bir demokrasi düþünün ki, parlamenter temsilin yüzde 35'i paramiliter güçlerin elinde olsun, paramiliter kontrol altýndaki bölgelerde alternatif siyasetler (sosyal demokratlar, yeþiller, kadýn hareketleri, sol akýmlar) baský ve þiddet yoluyla sindirilsin.. Yerli cemaatler güvenlik güçleri, paramiliterler, isyan güçleri ve ulusal ve uluslararasý þirketlerin özel güvenlik ordularý arasýnda sýkýþmýþ durumdalar. Örneðin Baþkan Yardýmcýsýna baðlý Ýnsan Haklarý gözlemcilerinin açýklamalarýna göre 1998-2001/2 arasýnda, özellikle seçim öncesinde seçimlere yönelik baskýlar ve þiddet yüzde 664'e varan oranlarda arttý. Magdalena, Cordoba ve Sucre gibi yerlerde 2002-2003 konsolidasyonu, ancak katliamlar ve yýldýrma operasyonlarýyla gerçekleþtirilebildi. Dolayýsýyla Kolombiya "demokrasi"sinin devletin oldu-bittiler ve suskunluk/unutturma stratejileriyle malul olduðunu söyleyebilirim. Þu sýralar 66 cemaat, toprak haklarýný savunmak üzere direniþte, ama basýndan çýt çýkmýyor. Bu durumun yalnýzca yerli cemaatlere deðil toplumun geneli üzerine getirileri son derce olumsuz. Kolombiya nüfusunun yüzde 10'u yakýn geçmiþte evini terk etmek zorunda

S.Ö. - Bu arayýþa geçmeden önce dilersen biraz "yerlilerin Kolombiyasý"ndan söz edelim. Kolombiya Anayasasý, "yerli kolektif haklarý"ný

89


Kurtuluþ

kaldý/býrakýldý. Bir milyonun üzerinde Kolombiyalý ise, dýþ ülkelere göç etti. Ülkede iþsizlik düzeyi yüzde 20'nin üzerinde. Nüfusun yüzde 66'sý, yani 40 milyondan fazla insan yoksulluk sýnýrý altýnda yaþýyor, bunun yarýsý ise açlýk sýnýrýnýn altýnda. Kolombiya, 2003 yýlýndan beri dünyada halký açlýk çeken ülkeler arasýnda 5. sýrada yer alýyor. Bitmedi, nüfusun 1/3'ü yetersiz beslenmekte, 10 kiþiden dördü temel saðlýk hizmetlerine eriþememekte. Sýtma, sarýhumma, tetanos gibi salgýn hastalýklar yeniden baþ gösterdi ve özellikle genç nüfusu etkiliyorlar. Ýçme suyuna eriþemeyen 12 milyon insan var bu ülkede; yani nüfusun yüzde 28'i… 2005 yýlýnda genç nüfusun 1/4'ü orta öðretim kurumlarýna devam edemez durumdaydý; üniversitede okuyabilenlerin oraný ise yüzde 20'yi geçmiyor. Toplumun en marjinal, en yoksul kesimini oluþturan yerliler, tabii ki bu koþullarýn birincil maðdurlarýný oluþturuyor. Çatýþan taraflarýn siyasal ve teritoryal denetimi saðlamak üzere pueblo'lar üzerindeki baskýlarýný arttýrmasý, zorunlu göçlerde dramatik bir artýþa yol açtý. Cemaatler üzerindeki baskýlarýn bir aracý da kanaat önderlerinin, aktivistlerin sistemli bir biçimde öldürülmesi. Öyle ki, 2005 yýlý boyunca 15 yerli "kaybedildi", 110 kiþi keyfi biçimde tutuklandý, 213 yaralama, 82 öldürme vakasý kaydedildi, 20 kiþi anti-personel mayýnlarýn kurbaný oldu, 15 yerli kaçýrýldý, 5 iþkence ve 24 tecavüz olayý bildirildi… Bunlara bir de yerli topraklarýnda, cemaatlere danýþýlmadan yürürlüðe konulan "kalkýnma" projelerinin olumsuz etkisini eklemek gerekir. (Önündeki bilgisayarda iki harita açýyor: yerlilerin yoðun olduðu bölgeler ve iþletmeye açýlan doðal kaynaklar: evet, tahmin ettiðiniz gibi kaynaklarýn çoðu yerli nüfusun yoðun olduðu bölgelerde yer almakta…) Kolombiya'nýn yerli cemaatleri, topraklarýnýn kolonizasyon ve temellüküne yönelik yeni bir süreçle karþý karþýya. Bu ise, hem biyoçeþitlilik hem de kültürel dokular üzerinde yýkýcý sonuçlara yol açmakta. Örneðin yalnýzca Embera halkýnýn yaþadýðý bölgede 7.415 hektar topraðýn su altýnda kalmasýna yol açan Urra hidroelektrik mega-projesi, 21 milyon metreküplük biyokütleyi yok etti. Yerlilerce saðaltým amaçlý kullanýlan endemik bitkilerin yaný sýra, birincil

besin kaynaðýný oluþturan 12 balýk türü yok oldu. Toprak, geri dönüþsüz bir tarzda tuzlandý, tüm bir ekosistem tahrip oldu. Pek çok yerli ve köylü ailesinin yerinden edilmesi toplumsal dokuyu parçaladý. Kente göç edenler sefalet koþullarý içinde yaþýyorlar: dilencilik, suç ve fuhuþla sürdürebiliyorlar yaþamlarýný. Bölgede yeni ölümcül salgýn hastalýklar baþ gösterdi; oluþan bataklýklar ise sivrisineklerin hücumuna uðradý. Tabii bütün bu süreç paramiliterlerin tehdit ve cinayetleri eþliðinde gerçekleþti… S.Ö. - Buraya gelmeden önce Bolivya ve Ekvator'daydýk. Bu ülkelerde yerliler hiç kuþku yok ki büyük bir yoksulluk içerisinde yaþýyorlar, ama göz ardý edilemez bir görünülürlükleri var. Kolombiya'da -en azýndan Bogota'da- ise fazla yerli göremedik. Bilebildiðim kadarýyla yerliler ülke nüfusunun yüzde 1-2 kadarýný oluþturuyorlar. Bu da sanýrým toplumun diðer ezilen kesimleriyle ittifak arayýþlarýný kaçýnýlmaz kýlýyor. Ne dersin? D.F.H. - Haklýsýn. Daha da çarpýcýsý, bu küçük oran, yani 950 000 yerli, 84'ü resmen tanýnan 92 cemaatten oluþmakta. Resmen kabul edilen dil sayýsý ise, 65. Dahasý, gerek cemaat, gerekse dil sayýsý bundan çok daha fazla. Örneðin 200 kiþilik Wipiwi, 180 kiþilik Masikuare gibi cemaatler kayýtlara geçmemiþ durumda. Bu gibi küçük topluluklar daha büyük cemaatler içerisinde erime tehlikesiyle karþý karþýya; dilleri hýzla yok oluyor. Kimi istatistikî bilgiler vereyim istersen. Kolombiya'nýn beþ ülkeyle sýnýrý var. 32 vilayetin 12'si sýnýrlarda yer almakta. Bu vilayetlerdeyse 51 cemaat yaþýyor. Bunlarýn 40'ýnýn toplam nüfusu 2000, 22'sinin 500 ve 12'sininki 200 kiþiden az. Bunlar demografik yoðunluðu en düþük olan bölgeler. Hiç kuþkusuz ki bu demografik tablo iki sorunu gündeme getiriyor. Bunlardan ilki, etnik/kültürel çeþitliliði ihlâl etmeden gündem ve mücadele birliðini saðlamak - yerli sayýsýnýn azlýðý hem devletin demin sözünü ettiðin yerli kolektif haklarýný Anayasal düzlemde tanýmasýný kolaylaþtýrdý, hem de bu haklarý sürekli ihlâl etmesine olanak saðlýyor. Buna baðlý olarak ikinci sorun da, diðer toplumsal kesimlerle ittifaký saðlamak. Gerek ONIC, gerekse yerli halklar tek baþlarýna bir þey gerçekleþtiremeyeceðinin bilincinde. Bu nedenledir ki çok geniþ bir yelpazede -iþçiler, köylüler,

90


Kurtuluþ

zanaatkarlar, yeþiller, marjinaller, fahiþeler…115 örgütü kapsayan Allianza içerisinde yer alýyoruz. Allianza için "sorunsuz" diyemeyeceðim; yakýn zaman öncesine dek çoðunluk azýnlýk üzerinde basýnç ve manipülasyonlar uygulamaktaydý; bu durumun deðiþmesi ONIC'in uðraþ alanlarýndan biri… Öte yandan, topraklarýmýzda süregiden çatýþmalarýn yol açtýðý büyük tahribat, isyancý örgütlerle görüþmeler baþlatmamýzý gerekli kýldý. Þu sýralar ELN (Ejército de Liberación Nacional - Ulusal Kurtuluþ Ordusu) ile barýþ için görüþmeleri sürdürüyor, FARC'la da baþlatmayý düþünüyoruz. ("Ya hükümet güçleri ve autodefensa'lar*?" sorumu gülerek yanýtlýyor:) Hayýr, biz onlar arasýndaki iliþkiye "yo-yo" diyoruz. Yo-yo'yu bilir misin? Fýrlatýlýp çekilen bir oyuncaktýr. Devlet ile autodefensa'lar arasýndaki iliþki de böyle: bir "ben-ben"** iliþkisi. ONIC böyle bir oyun içerisinde yer almayý aklýndan dahi geçirmez…

geliþtirmeye yönelik bir siyasal proje ve tekniksiyasal iþlevleri yeniden yapýlandýrmaya yönelik bir kurumsal tahkimat görüsüdür. Bir baþka deyiþle, Anayasa'nýn pratikte geçerliðini yitirdiði bir ortamda mücadelemiz kendimizi siyasal-kolektif özneler olarak kabul ettirebilmektir. Stratejik Plan misyonunu þu terimlerle tanýmlýyor: *Yerli halklarýn özyönetimini, kendi topraklarýnýn denetimini birlik, özerklik ve saygýnlýk içerisinde ele alabilmesi ve haklarýný hayata geçirip savunabilmesini saðlamak üzere tahkim edip desteklemek; *Yerli halklarýn etnik ve kültürel kimliðinin toplumsal ve kurumsal düzlemlerde tanýnmasýný savunup yerel, bölgesel ve uluslar arasý karakterli örgütlenme süreçlerine destek olmak; *Yerli halklar ve temsilcilerinin kamusal siyasalarýn karar ve icra aþamalarýna katýlýmýný kolaylaþtýrýp yönetmek ve ülkenin iktisadîtoplumsal geliþme süreçlerine, kendi çeþitlilikleri içerisinde, adil biçimde katýlýmlarýný desteklemek; *Yerli halklarýn siyasal temsilcileri ve geleneksel örgütsel yetkelerinin kurumsal ve toplumsal tanýnmasýna önderlik etmek; *ONIC'i yerli halklar ve örgütlerinin temsilcisi ve sözcüsü olarak konumlandýrýp meþrulaþtýrmak; *Ülkemiz için alternatif bir toplumsal-iktisadî modelin inþasýna diðer yerli ve toplumsal hareketlerle birlikte katýlmak; *Ülkemizde savaþa son vermek üzere barýþ, adalet ve tazminat sürecini dinamize etmek için baþka toplumsal hareketler, STÖ'ler, devlet, ulusal ve uluslararasý organizmalarla ortak stratejiler geliþtirmek... olarak saptamaktadýr. Stratejik Plan'ýn üç ayaktan oluþtuðunu belirtmiþtim. Bu ayaklardan ilki özyönetim kapasitesini geliþtirmektir. Bunun için üç ayda bir toplanacak, devletin hukuku karþýsýnda yerli hukukunu tanýmlamak, durum ve tekil vakalarýn analiziyle yükümlü bir hukuk kurulunun, devlet bünyesinde ulusal yasamanýn gündemini izleyip tahlil edecek bir çalýþma grubunun oluþturulmasý, 20. yüzyýlda Kolombiya'da Yerli Hareketi Tarihi üzerine bir belgenin hazýrlanmasý, özyönetim ve direniþ deneyimlerinin sistemleþtirilmesi, yerli kadýnlar için bir siyasal formasyon müfredatýnýn oluþturulmasý gibi baþlýklar gündemdedir.

S.Ö. - Dilersen biraz da ONIC'in örgütsel yapýsýndan ve hedeflerinden söz edelim. D.F.H. - Tabii. ONIC'in en üst organý, her dört yýlda bir 3500 temsilcinin katýlýmýyla toplanan kongredir. Temsilciler yalnýzca yerlilerden oluþmaz; onlarýn mücadelesine destek veren beyaz aktivistler, akademisyenler, insan hakký savunucularý de katýlabilir ve tüm organlara seçilebilirler. Kongre bir yýl süreli 98 kiþilik yönetim kurulunu o da 10 kiþilik yürütme kurulunu seçer. Bu on kiþiden her biri bir alandan sorumludur: insan haklarý, kadýn, saðlýk, toprak, eðitim, çevre, doðal kaynaklar, iktisat, iletiþim, diðer örgütlerle iliþkiler… ONIC yürütme kurulu, geleneksel cemaat yetkeleri ve bölgesel örgütlerle birlikte, kendini Kolombiya'nýn tüm yerli halklarýnýn, özyönetim kapasitelerini yaratmaya yönelik yasalarý çýkartmaya yetili özyönetim aygýtý olarak yeniden yapýlandýrma, çeliþkilerini çözümlemeye yetili demokratik, adil ve hakkaniyetli bir toplumun inþasýna katýlma, yerli halklarýn siyasal, kültürel ve toprak taleplerini karþýlama perspektifleriyle, 2005-2010 yýllarý arasýný kapsayan beþ yýllýk döneme yönelik Operatif bir Stratejik Plan hazýrladý. Bu plan, mücadelemize yýllardýr rehberlik eden Birlik, Özerklik, Toprak ve Kültür ilkelerinden kalkýnmakta ve üç ayak üzerine yerleþmekte: Özyönetim, sivil toplumla iliþkileri

91


Kurtuluþ

Ýkinci ayak Kolombiya ve dünya için ortak bir siyasal proje ve vizyona sahip olan yerli halk ve cemaatlerin ulusal ve uluslar arasý karar mekânlarýna katýlmasýný destekleyen bir siyasal projenin hazýrlanmasýdýr. ONIC bu amaçla devlet ve ulusal hükümetle, Toprak konusunda: *Yerli halklarýn atasal bilgileri ve topraklarýndaki biyoçeþitlilik kaynaklarý üzerindeki kolektif mülkiyetin tanýnmasý; *Hidrokarbürlerin iþletilmesi; *Yerli halklarýn topraklarýnýn sýnýrlarýnýn tespit ve tahsisi; *Topraklarýn üretken geliþimi; *Pueblo haklarý; *Yerinden edilme vb. risk altýndaki yerli halklarýn sorunlarý; Saðlýk konusunda: *Özellikle özel dikkat gerektiren Amazonlar, Orinoquia, Pasifik gibi bölgelerde bir saðlýk rejiminin geliþtirilmesi; *Yerli halklarýn saðlýk kaynaklarýnýn korunmasýna yönelik ulusal bir siyasanýn oluþturulmasý; Eðitim konusunda: *Yerli halklarýn kültürel korunmasý yönünde - özellikle öz bilgilerin akatrýmý süreçlerini destekleyici siyasalarýn belirlenmesi; *Ulusal eðitim sisteminde yerli halklarýn adet ve geleneklerinin dikkate alýnmasý; Kadýn konusunda: *Cinsiyet eþitliðinin saðlanmasý; Ýletiþim konusunda: *Kitle iletiþim araçlarý ve iletiþim-biliþim teknolojilerine eriþim; *Ulusal hükümetin kültür politikalarýný oluþtururken yerli halklarýn simgesel evrenlerini oluþturmalarý talepleri doðrultusunda müzakereleri sürdürmeyi üstlenmektedir. Siyasal projenin bir baþka hedefi ise, diðer yerli örgütleri ve ulusal ve uluslararasý örgütlerle iliþkileri saðlamlaþtýrmaktýr. ONIC, bu perspekti-

fle yerli halklar ve örgütleri arasýnda ikili anlaþmalarýn imzalanýp yürürlüðe konulmasýný gözetecek bir organýn oluþturulmasýný da hedefleri arasýna koydu. Kurumsal tahkimat ba'býnda ise, yerli topraklarý üzerinde toprak, insan ve pueblo haklarýnýn uygulanmasý ve ihlâlleri izleyecek ulusal bir gözlem örgütünün oluþturulmasý, bir dokümantasyon merkezinin kurulmasý, örgütsel þeffaflýk ve hesap verebilirliði kurumsallaþtýracak önlemlerin alýnmasý, kadýn aktivistlerle düzenli toplantýlar, kadro eðitimi için bir el kitabýnýn hazýrlanmasý gibi baþlýklar yer alýyor. S.Ö. - Son olarak küreselleþme ONIC'in konusundaki görüþlerinden söz eder misin? D.F.H. - Kolombiya hýzla küreselleþme sürecine dahil oluyor. Üstelik de bunu çok-taraflý anlaþmalarla deðil, ABD'yle imzaladýðý ikili anlaþmalar aracýlýðýyla yapýyor. Bu ülkenin iktisatçýlarýnýn, planlamacýlarýnýn büyük bölümünün dünyalarý kapitalist dünya görüþüyle biçimlenmiþtir; ve denilebilir ki Kolombiya, dünyanýn, dýþ müdahalelere en açýk ülkelerinden biridir. Bu dýþ müdahaleler, ABD'nin Kolombiya Planý aracýlýðýyla dayatmalarý, ÇUÞ'larýn çýkarlarýnýn bir sonucu olarak Anayasa'da tanýmlanmýþ kolektif haklar, giderek geçerliðini yitiriyor. Þu an Kolombiya'da bir kontr-reform sürecinin yaþandýðýný söyleyebilirim; bu süreç hem hukuken hem de fiiliyatta iþliyor. Kapitalist küreselleþmeyi yerlilerin tarihsel kazanýmlarýnýn geçerliðini yitirmesinin birincil sorumlusu olarak görüyoruz ve toprak, özerklik, birlik ve kültür mücadelemizin özünde kapitalist küreselleþmeye karþý bir mücadele olduðunun bilincindeyiz. Saatime bakýyorum. Zaman ne de hýzlý akývermiþ… Diego'nun bizden baþka iþleri de olmalý. Kucaklaþýp ayrýlýyoruz. Kapýdaki görevli genç yerli kadýnýn gözlerinde bir özgüven, bir umut ýþýðý…

* * * * Autodefensa'lar: Kolombiya'nýn iki gerilla örgütü FARC ve ELN'nin elindeki topraklarda devlet desteðiyle faaliyet gösteren paramiliter örgütler. ** Ýspanyolca "ben" anlamýna gelen "yo" sözcüðünden türetilen bir kelime oyunu.

92


Kurtuluþ

Sýnýfýn Devrimdeki Rölü Tartýþmalarý Baðlamýnda

Enformel Sektör Ýþçileri

E

nformel sektör iþçilerinin konumu tartýþmasý son dönemde Türkiye'de artan oranda ilgi çekmektedir. Sol hareket içinde de söz konusu tartýþmaya katýlmaya dönük bir yönelimin olduðundan bahsedebiliriz. Bu yönelimin temel sorusu, giderek güçten düþen ve korporatist nitelik kazanan sendikal hareketin dýþýnda kalan iþçi kesimi içinde aðýrlýðýný artýran enformel sektör çalýþanlarýnýn yeni bir devrimci dinamik olarak tanýmlanmasýnýn mümkün olup olmadýðýdýr. Bu soru çevresinde dönen tartýþmalarda pozisyon belirlemeden önce Marksizmde iþçi sýnýfýna atfedilen teorik ve politik role dair bir çerçeve çizmek yararlý olacaktýr. Bu yazý esas olarak bu çerçeveyi çizmeye, son bölümde ise enformel sektör iþçilerini bu çerçeve içinde konumlandýrmaya çalýþacaktýr. Kurucu Marksistlerde Ýþçi Sýnýfýnýn Devrimci Rolü Öncelikle þunu sarih bir biçimde ifade edelim: iþçi sýnýfý kapitalist üretim tarzý devam ettiði sürece, tarihsel düzeyde sömürü iliþkilerinin iki temel öznesinden birisi olmaya devam edecektir. Týpký feodal üretim tarzý sýrasýnda serflerin ve köleci üretim tarzý sýrasýnda köle iþgücünün ait olduklarý üretim tarzý süresince varlýklarýný koruduklarý gibi, iþçi sýnýfý da kapitalizm

Ýlker T. Þahinoðlu 93


Kurtuluþ

varolduðu sürece ortadan kaybolmayacaktýr. Bu, tarihsel materyalizmin ortaya koyduðu ve herhangi bir baþka teori tarafýndan yanlýþlanamamýþ bilimsel bir vargýdýr. Ne var ki, kesinliðinden þüphe duymamýz için herhangi bir neden bulunmayan bu bilimsel vargýya dayanarak, kapitalizmin varolduðu her zaman-mekânsal düzlemde iþçi sýnýfýnýn þaþmaz biçimde politik devrimciliðin de temel öznesi olacaðýný söyleyebilir miyiz? Marx ve Engels bu soruya baþlangýçta olumlu yanýt vermiþlerdi. Köleci toplumda kölelere, feodal toplumda serflere politik devrimcilik anlamýnda bir ayrýcalýk tanýmayan Marksizmin kurucularý, iþçi sýnýfýna "kapitalizmin mezar kazýcýsý" olma politik niteliðini atfetmiþlerdi. Marx ve Engels, Manifesto'da "bizim çaðýmýzýn, burjuvazinin çaðýnýn ayýrýcý özelliði, sýnýf karþýtlýklarýný basitleþtirmiþ olmasýdýr. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düþman kampa, doðrudan birbirlerinin karþýsýna dikilen iki büyük sýnýfa bölünüyor: Burjuvazi ve Proletarya", dedikten sonra burjuvazinin, üstünlüðü ele geçirdiði her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik iliþkilere son verdiðini belirterek, insaný "doðal efendiler"ine baðlayan çok çeþitli feodal baðlarý acýmasýzca kopardýðýnýn ve insan ile insan arasýnda, çýplak öz-çýkardan, katý "nakit ödeme"den baþka hiç bir bað býrakmadýðýnýn altýný çizmiþlerdi. Marx ve Engels'in, ayný baðlamda burjuvazinin "Dinsel tutkularýn, þövalyece coþkunun, dar kafalý duygusallýðýn en ilâhi vecde gelmelerini, bencil hesaplarýn buzlu sularýnda boðdu., Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanýlsamalarla perdelenmiþ sömürünün yerine, açýk, utanmaz, dolaysýz, kaba sömürüyü" koyduðunu ifade ettiklerini biliyoruz. Bugüne gelindiðinde, Kapital'in artý-deðer sömürüsü baðlamýnda yapýlan iþçi sýnýfý tanýmýný tartýþma masasýna yatýrmamýz ne denli gereksiz, yersiz ve yanlýþsa, Komünist Manifesto'nun "dinsel ve siyasal yanýlsamalardan arýnmýþ, saf bir karþýtlýk düzleminde burjuvazinin karþýsýna dikilen proletarya" tanýmýna ise bir o kadar ihtiyatla yaklaþmamýzýn gerektiði açýktýr. Ne 20'inci yüzyýl boyunca meydana gelen politik devrimlerin ne de bugün Ortadoðu'da, Çeçenistan'da, Kürdistan'da, Nepal'de, megapollerin banliyölerinde ve hatta

Latin Amerika'da yaþananlarýn; Komünist Manifesto'da resmedildiði gibi saf bir burjuvazi-proletarya karþýtlýðýnýn politik ifadeleri biçiminde ortaya çýkmadýðý açýktýr. Buralarda yaþanan politik saflaþmalar, çýplak öz-çýkardan ve katý nakit ödemeden baþka baðlarýn varlýðýna iþaret etmektedir. Yanlýþ anlaþýlmasýn, Komünist Manifesto'nun birçok yerinde iþçi sýnýfýnýn tarihsel pozisyonuna dair yapýlan saptamalara bir itirazýmýz bulunmuyor. Ýtirazýmýz, hýzlý sanayileþmenin ve yaþanan siyasal rejim deðiþikliklerinin ortaya çýkardýðý sosyal ve siyasal kargaþa dönemine birinci dereceden tanýklýk eden Marx ve Engels'in, söz konusu dönemde Kýta Avrupasý'nda ve Ýngiltere'de iþçi hareketinin sergilediði devrimci atýlganlýðý veri alarak bu durumdan çýkardýklarý kimi politik saptamalarýn Marksizmin alâmetifarikasý sayýlmasýna. Belli ki, Marx ve Engels birer politik özne olarak, kendisini önceleyen üretim tarzlarýndan farklý olarak kapitalizmin kýsa bir süre içinde yerini sosyalizme býrakacaðýný varsaymýþlar ve o dönemde hýzlý bir yükseliþ yaþayan iþçi hareketinin kapitalizmden sosyalizme geçiþ sürecinde merkezi devrimci bir rol üstleneceðini düþünmüþlerdi. Ýþçi hareketinin devrimciliði yalnýzca Marx ve Engels'i deðil, ayný zamanda anarþist Proudhon'dan sendikalist Sorel'e kadar dönemin birçok devrimcisini de etkilediði düþünülürse, Komünist Manifesto'da iþçi hareketine "ebedi" politik devrimcilik rolünün atfedilmesine zemin hazýrlayan nesnelliði bilince çýkartmak mümkün olur. Kuþkusuz ilerleyen yýllarda gerek Marx'ýn, gerek Engels'in iþçi hareketine iliþkin besledikleri politik iyimserliklerinde tenzilata gittikleri görülür. Engels Marx'a gönderdiði 7 Ekim 1858 tarihli mektubunda þunlarý yazar : "Ýngiliz proletaryasý gerçekten gitgide burjuvalaþmaktadýr ve öyle görünüyor ki tüm uluslarýn bu en burjuvasý, burjuvazinin yanýnda bir burjuva aristokrasisine ve bir burjuva proletaryasýna sahip olmayý istemektedir1." Ýþçi hareketinin devrimci çýkýþýný sürdürememesi gerçekliði karþýsýnda Marx ve Engels'in devrimin öznesi ile devrimin niteliði arasýnda paralellik kurma tutumundan uzaklaþtýklarý görülür. Bu uzaklaþmanýn ilk örneði Paris Komünü deðerlendirmelerinde ortaya çýkar.

94


Kurtuluþ

Marx ve Engels, sanayi iþçilerinin 40 kiþilik Komün yönetiminde yalnýzca beþ sandalyeye sahip olmalarýna karþýn, 1871 Paris Komünü'nü ilk proletarya diktatörlüðü olarak tanýmlamakta tereddüt etmemiþlerdir. Bu baðlamdaki ikinci gösterge, 1882 yýlýnda Marx ve Engels'in Rus Narodnikleriyle yazýþmalarýnda ortaya çýkar. Narodniklerin kendilerine Rusya'da meydana gelebilecek köylülüðe dayanan bir devrimin sonuçlarýnýn ne olabileceði konusunda yönelttikleri soruya, Marx ve Engels þöyle yanýt verirler: "Eðer Rus Devrimi, Batýdaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya'daki mevcut ortak toprak sahipliði, komünist bir geliþmenin baþlangýç noktasý olabilir2." Engels'in, Marx'ýn ölümünü izleyen yýllarda Avrupa iþçi hareketinin durumundan hareketle yaptýðý, "devrimin odaðýnýn doðuya kaydýðý" tespiti de Manifesto'daki iþçi sýnýfýna dair "ebedi" ve "aþkýn" politik devrimcilik iddiasýna iliþkin yapýlan bir düzeltme olarak anlaþýlmalýdýr. Öyle ya, en geliþkin iþçi sýnýfý Batý ülkelerinde bulunurken, politik devrimi, henüz kapitalizmin ilk evrelerini yaþayan Doðu'dan beklemeyi baþka türlü yorumlamak mümkün deðildir. Açýktýr ki, kapitalizmin temel tarihsel çeliþkisi içinde merkezi bir pozisyonu olan iþçi sýnýfýnýn bu konumu, politik mücadeleler alanýna gelindiðinde olumsal bir nitelik kazanmaktadýr. Benzeri bir olumsallýk kapitalizmi önceleyen üretim tarzlarý için de geçerlidir. Tarihsel olarak üretken güçlerini geliþtiremediði için yýkýldýðýný bildiðimiz köleci üretim tarzý, Roma Ýmparatorluðu'nun barbar akýmlarýnýn yýkýcý müdahalesiyle son bulmuþtur. Bu tarihsel gerçeðe raðmen, zaten tarihsel olarak sonuna gelmiþ bir üretim tarzýnýn politik alandaki ifadesi olan Roma Ýmparatorluðu'nun, patlak veren bir köle isyanýyla da yýkýlabileceði olasýlýðýný neden yok sayalým ki? Veya feodal Fransa'yla, feodal Ýngiltere'nin, feodal Rusya'yla feodal Osmanlý'nýn politik düzeyde yýkýlma biçimleri arasýndaki farklarý neden görmezden gelmemiz gerekiyor? Tarihsel materyalizm bize sadece, bir üretim tarzýnýn yerini ileri olan bir diðerine, sahip olduðu üretim iliþkileriyle üretken güçlerini geliþtirme kapasitesini yitirdiði momentte býrakacaðýný söylüyor. Bu momentte, söz

konusu üretim tarzýnýn hangi politik temsilcisinin hangi politik güçlerce nasýl yýkýlacaðýna dair bir reçeteyi ise sunmuyor. Tam da bu nedenlerle, kapitalist toplumsal formasyona sahip olan devletlerin nasýl ve hangi toplumsal dinamikler eliyle yýkýlacaðýna dair de "ebedi" ve "aþkýn" formüllerden uzak durmak gerektiði açýktýr. Dikkat edilirse, Ekim Devrimi de dâhil 20'inci yüzyýldaki tüm devrimler, özgül konjonktürel çeliþkilere ve özgül toplumsal dinamiklere dayanarak baþarýya ulaþtýlar. Lenin'in Konjonktürel Politika Kavrayýþý Kuþkusuz bu saptama, Ekim Devrimi'nde iþçi hareketinin, izleyen tüm 20'inci yüzyýl devrimlerden farklý olarak üstlendiði özel rolü görmezden gelmemizi gerektirmiyor. Lenin'in eserleri incelendiðinde iþçi sýnýfýnýn devrimci rolüne atfettiði önemin çaðdaþý olan diðer Marksistlerden az olmadýðý açýktýr. Lenin'in bu tavrýnda Rusya'da yükselen iþçi hareketinin etkisi göz ardý edilmemelidir. Öyle ki, Lenin 1899'da kaleme aldýðý "Grevler Hakkýnda" isimli makalesinde þu saptamada bulunur: "Son yýllarda Rusya'daki iþçi grevleri son derece sýklaþtý. Artýk grevlerin görülmediði tek bir sanayi bölgesi yok. Büyük kentlerde ardý arkasý kesilmeden grevler patlak veriyor." Bununla birlikte, Lenin'i kendi dönemi içinde ayrýcalýklý kýlanýn, iþçi hareketinin devrimdeki politik rolüne yaptýðý vurgudan çok -çünkü bu vurguda iþçi hareketinin yükseliþte olduðu bu dönemin hemen hemen tüm Marksistleri ortaklaþmaktaydý- Rusya özgüllüðünden hareketle geliþtirdiði özgün politik tezler olduðu açýktýr. Profesyonel devrimciler örgütü açýlýmý (bu bahiste Lüksemburg'la ve Menþeviklerle ayrýþýr), önce iþçi-köylü ittifaký taktiði (Troçki'yle ve baþka bir açýdan da Menþeviklerle ayrýþýr) sonra Nisan tezleri (Stalin ve Bolþevik Parti yönetimiyle ters düþer) ve nihayetinde ulusal kurtuluþ hareketlerine atfettiði önem (önce Lüksemburg'la, 1914'ten sonra da Kautsky'le ayrýþýr)… Sayýlan tüm bu örneklerde de görüldüðü gibi, Lenin'in konjonktüre duyarlý özgün politik açýlým yapma yeteneði fazlasýyla ortadadýr. Lenin hiçbir zaman þabloncu ve teorisist olmamýþtýr. Lenin'in siyasal önermelerinin Ýki Taktik'ten Nisan Tezleri'ne kadar geçen süre içinde yaþadýðý dönüþümün kaynaðýnýn, Rusya'da kapitalist üre-

95


Kurtuluþ

tim tarzýnýn tarihsel olarak kat ettiði mesafeyle veya iþçi sýnýfýnýn nicel olarak büyümesiyledeðil söz konusu ülkede yaþanan politik konjonktür deðiþiklikleriyle iliþkili olduðu açýktýr. Lenin, devrimde merkezi rol biçtiði iþçi hareketini analiz ederken ise soyut bir sýnýfçýlýk yapmak yerine sýnýf içi somut farklýlýklara dikkat çekmeyi de bilmiþtir. Bolþevik Devrimi'nin önderi, 1916'da kaleme aldýðý Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme baþlýklý makalesinde þunlarý ifade eder : ""Yeni" sendikalarýn, vasýfsýz iþçilerin sendikalarýnýn üyeleri, "kafalarýnýn, daha iyi durumundaki 'eski sendikacýlarýn' beyinlerini sýnýrlayan geçmiþten miras kalmýþ 'saygýdeðer' burjuva önyargýlarýndan tamamen uzak, bakir topraklar halinde olmasý gibi çok büyük bir üstünlüðe sahiptiler … Engels eski sendikalarýn -ayrýcalýklý azýnlýðýn- "burjuva iþçi partisi" ile "en alttaki yýðýnlar" arasýna, gerçek çoðunluk arasýna, bir ayrým koyuyor ve "burjuva saygýnlýðý"na bulaþmamýþ olan bu sonunculara baþvuruyor. Marksist taktiðin özü budur!3" Gerçekten de Bolþevik Partisi, Menþeviklerden farklý olarak, tarihi boyunca vasýfsýz ve genç iþçilere dayanan bir kompozisyona sahip oldu. 1917'ye gelindiðinde Bolþevik Partisi'nin kadrolarýnýn yüzde 83'ünün 29 yaþýndan, yüzde 60'ýnýn ise 24 yaþýndan küçük kadrolardan oluþtuðu bilinmektedir. Bolþevik Partisi'nin bu niteliðini, vasýfsýz iþçilerin ve genel olarak gençlerin daha ileri görüþlü olmasýna deðil, bu kesimlerin daha fazla oranda ekonomik, siyasal, sosyal ve ideolojik baský altýnda olmasýna baðlamak Marksist perspektife dayanarak yapýlmýþ bir deðerlendirme olacaktýr. Açýktýr ki, daha fazla baskýya -ve dolayýsýyla þiddete- maruz kalan toplumsal kesimlerin devrimci eylemin ve devrimci fikrin peþinde koþtuklarý politik mücadeleler tarihinde sýk sýk doðrulanmýþ bir olgudur. Bu olgunun, gericilik dönemlerinde kadrosal, devrimci durum anlarýnda ise kitlesel bir nitelik kazandýðý görülür. Lenin'in Engels'e de referans yaparak Marksist taktiðin özü olarak yaptýðý belirlemenin, verili bir ülkede devrimin öznesini belirlerken, her hangi bir toplumsal dinamiðin, sömürü iliþkilerinin neresinde durduðunun ötesinde o ülkedeki somut ezmeezilme iliþkileri içindeki pozisyonuna da bak-

mak gerektiðine yapýlan bir vurgu olarak okunmasý yerinde olacaktýr. Zira Lenin ayný yaklaþýmý ezilen halklarýn devrimciliðine iþaret ederken daha da belirginleþtirmiþtir. "Yeni Ýþçi Sýnýfý" Teorileri Ekim Devrimi'ni izleyen dönemde devrimci özne tartýþmasýnýn ekseriyetle tartýþmaya konu olan ülkenin kapitalist geliþmiþlik düzeyiyle iliþkili olarak yürütüldüðü görülür. Özellikle az geliþmiþ ülkelerde geliþtirilen "aþamalý devrim teorisi", iþçi hareketinin devrimci politik rol üstlenmediði ancak bir o kadar da devrimci duruma gebe ülkelerde sarýlýnýlacak can simidi olarak benimsenir. Ne var ki, ayný dönemlerde iþçi sýnýfýnýn belli bir nicel geliþime ulaþmýþ olduðu geliþmiþ kapitalist ülkelerde de iþçi hareketinin ekonomik mücadeleyi aþan pratikler sergilemediði görülür. Bu durum ise "devrimci öznenin" olmamasýna baðlanarak iþin içinden çýkýldýðý sanýlýr. Yani az geliþmiþ ülkede meseleyi olabildiðince nesnelliðe havale eden yaklaþým, geliþmiþ ülke söz konusu olduðunda bir anda öznelcileþerek yaþanan duruma dair "kitaba uygun" izahat geliþtirmeye çalýþýr. Gayet açýk olan bu yöntemsel çeliþki, eþyanýn tabiatý gereði, ilk olarak iþçi sýnýfýnýn nicel geliþiminin tartýþma götürmez biçimde gözle görünür olduðu Batý coðrafyasýnda yaþayan sosyalistler tarafýndan sorgulanmaya baþlar. Avrupa'yý sallayan 68 Baharý'nda öne çýkan gençlik hareketini devrimin yeni öznesi olarak öne çýkartan yaklaþýmlarý, sýnýftan büsbütün ricat etmekten kaçýnma kaygýsý içinde olanlarýn geliþtirdikleri "yeni iþçi sýnýfý" teorileri izler. Bundan böyle yazýnýn baðlamý gereði bu ikinci tür teorik yaklaþýmlar üzerinde duracaðýz. Bu çerçevede yeni iþçi sýnýfýný tespit etmeye dönük çabalarýn altýnda imzasý olan iki isim özellikle öne çýkmaktadýr: Fransýz Serge Mallet ve Amerikalý Daniel Bell. Mallet yaklaþýmýný geliþtirirken þu temel tespitten hareket eder: "Marksist teorisyenlerin tamamý, burjuvazi veya köylülük içindeki ayrýmlarý hiç tereddütsüz kabul etmelerine karþýn, ayný teorisyenlerin önemli bir kýsmý iþçi sýnýfý içindeki farklýlýklar konusunda pozisyonlarýný belirlemekten kaçýnmaktadýrlar4" . Fransýz yazar, çalýþmasýnýn ilerleyen bölümünde, tarih-

96


Kurtuluþ

sel materyalizmin temel önermesi olan üretim araçlarýnýn geliþiminin tüm toplumsal iliþkileri deðiþtirdiði ve belirlediði tezinden hareket ederek, ayný sürecin iþçi sýnýfýný da deðiþtirdiðine ve geçmiþ dönemdekinden farklý yeni bir iþçi sýnýfýný doðurduðuna iþaret eder. Serge Mallet'ye göre bu yeni iþçi sýnýfý, en genel çerçevede yüksek teknolojiyi kullanarak üretim sürecine katýlan beyaz yakalý iþçilerden oluþmaktadýr. Yazar, bu yeni iþçilerin üretimin teknik geliþmesinden çýkarý olan bir kesim olduðunun altýný çizerek, bu noktada sermayenin organik bileþiminin yüksek olmasýnýn kapitalistlerin kâr oranýný düþürdüðü tespitinden hareketle yeni iþçi sýnýfýyla kapitalistler arasýnda yaþanan uzlaþmaz karþýtlýðýný öne çýkartýr. Ýþte Mallet'ye göre yeni iþçi sýnýfýnýn, yani beyaz yakalý iþçilerin devrimciliði bu uzlaþmaz karþýtlýktan kaynaklanýr. Ancak yazara göre yeni iþçi sýnýfýnýn devrimciliði, Zola'nýn Germinal'indeki iþçi sýnýfýnýn devrimciliðinden farklýdýr. Bu yeni iþçi sýnýfý gücünü üretim araçlarýnýn mülkiyetini talep etmek için deðil, üretim süreci içinde kapitalistlerin ve teknokratlarýn aksi yöndeki tutumlarýna karþý, sosyalizmin temeli olacak üretim iliþkilerini inþa etmek için kullanýr. Daniel Bell ise bu dönemin önemli özellikleri olarak toplumu þekillendiren ve buluþlarýn kaynaðý olan teorik bilginin merkezileþmesini gösterir. Ayrýca Amerikalý yazara göre eski iþçi sýnýfý ortadan kalkmakta, yeni iþçi sýnýfý profesyonel, idari ve teknik elemanlardan müteþekkil olarak ortaya çýkmaktadýr5. Bell'e göre, birkaç yüzyýldan beri endüstri toplumlarýndaki sýnýf kavramý mülkiyet iliþkilerinin terimleriyle tanýmlanmaktadýr. Emek gücünü satanlar ve bunu satýn alanlar arasýndaki çatýþma olarak sýnýf çatýþmalarý gündeme getirilmektedir. Bu dönemdeki iþçi sýnýfý politikalarý, mevcut sistemin tamamen deðiþtirilmesine ya da bu sistem içindeki gücün paylaþýlmasýna yöneliktir. Ancak yazara göre ileri endüstri toplumlarýndaki iþçi hareketlerinde çok önemli deðiþmeler olmuþtur. Bunlardan ilki, iþçi hareketlerinin ana gayesinin çalýþma þartlarýnýn kontrolü üzerinde daha etkili olmayý istemesidir. Diðeri ise, mülkiyetin rolünün azaldýðý ve esas olarak teknik yeterliðin yeni bir ölçüt olarak alýndýðý bir sýnýf belirleyiciliðine doðru toplumun

yapýsal olarak deðiþmesidir. Endüstri-sonrasý toplum teriminin mucidi olan Bell'e göre bilgi ve beceri yeni dönemde, sýnýf aidiyetini, sýnýf yapýsýný ve genel olarak da toplum yapýsýný belirleyen bir unsur olarak ortaya çýkmaktadýr. Her iki yazarýn da ortak bir paradigmadan hareket ettikleri görünmektedir. Üretici güçlerin geliþtiði ve bu geliþim sürecinin üretim iliþkilerini etkilediði gerek Bell gerekse Mallet tarafýndan kabul edilmektedir. Ayrýca iþçi sýnýfýnýn homojen olarak algýlanmamasý gerektiði, sýnýf içi ayrýmlarýn dikkate alýnmasý gerektiðini de ortak biçimde öne sürerler. Ve nihayetinde de üretici güçlerin geliþimi neticesinde mücadele talep ve yöntemleri farklý yeni bir iþçi sýnýfýnýn doðduðu tespitlerine ulaþýrlar. Bu tespitlerin tarih-bilimsel düzeyde, kapitalizmin temel karakteristiði olan artý-deðer sömürüsünü, politik düzeyde ise verili bir konjonktürdeki ezme-ezilme iliþkilerini göz ardý ettiði için Marksizm dýþýna düþtüðü ortadadýr. Öyle ki, kapitalist üretim tarzýna dayanan bir toplumsal formasyonda, doðrudan artý-deðer sömürüsüne maruz kalan iþçi sayýsýnýn nicel olarak azalmasýndan hareketle artý-deðer sömürüsünün kapitalizmin temel niteliði olduðu saptamasýný çöpe atmak mümkün olmadýðý gibi doðru da deðildir. Hizmet sektörü ne kadar geliþirse geliþsin ve bu alanda faaliyette bulunarak birikim elde eden kapitalistler ne denli güçlenirse güçlensin, kapitalist sermaye birikiminin temelinde halen artý-deðer sömürüsü bulunmaktadýr. Sanayi üretimi tarihsel düzlemde kapitalizmin nirengi noktasý olmaya devam etmektedir. Bu baðlamda, Ellen Meiksins Wood'un Kapitalizme Karþý Demokrasi6 baþlýklý çalýþmasýnda köleci üretim tarzýnýn hüküm sürdüðü ülkelerde özgür köylülerin sayýsýnýn azýmsanmayacak kadar çok olduðuna; ancak bu durumun köleci üretim tarzýnýn temel karakteristiðinin köle emeði sömürüsü olduðu gerçeðini deðiþtirmediðine iþaret etmesi oldukça anlamlýdýr. Ancak üretici güçlerin geliþimine baðlý olarak aðýr sanayi iþçilerinin sayýsýnýn azalmasýnýn, yeni iþ kollarýnýn geliþmesinin ve çalýþma koþullarýnýn deðiþmesinin toplumsal iliþkileri deðiþtirdiði de bir o kadar açýktýr. Marx ve Engels'in tasvir ettiði "toplumun yalýn

97


Kurtuluþ

iktisadi çeliþki temelinde iki kampa bölündüðü" tespitine ihtiyatlý yaklaþmamýzýn temel gerekçesi budur. Hal böyleyken, söz konusu toplumsal deðiþim sürecinden hareketle ileri teknolojiye dayanan iþyerlerinde çalýþan beyaz yakalý iþçileri yeni devrimci toplumsal dinamik olarak tayin etmek mi gerekir? Mesleki anlamda görece vasýflý olan, kültürel olarak þehirlileþmiþ, toplumsal zenginlikten aldýðý pay itibariyle "en alttakiler" kategorisine girmeyen, çalýþma iliþkileri içinde bireysellikleriyle öne çýkan ve ezenezilen iliþkilerinde mutlak biçimde ezilenler kategorisinde yer almayanlarýn yeni devrimci dinamik sayýlmasýnýn bir gerçekliðinin olmadýðý açýktýr. Zaten söz konusu toplumsal kategorinin yaygýnlaþtýðý 1970'li yýllardan bu yana altýna imzasýný attýðý bir devrimci eyleme de tanýk olunmamýþtýr. Hal böyle olunca da, hizmet sektörüne iþaret eden aðýrlýkla Batý kaynaklý "yeni iþçi sýnýfý" teorileri giderek itibar kaybetmiþtir. Söz konusu teorilerin zayýfladýðý bir momentte, bir baþka "yeni iþçi sýnýfý" teorisinin baþta Latin Amerika olmak üzere "Üçüncü Dünya" ülkelerinde geliþtirildiði görülür. Az geliþmiþ ülkeler coðrafyasýnda sömürgeci dönemin ulusal kurtuluþ hareketleriyle son bulmasýnýn akabinde Ýkinci Savaþ sonrasýnda küresel düzeyde yaþanan hýzlý kapitalist geliþmeye baðlý olarak yeni bir iþçi sýnýfýnýn doðduðuna iþaret eden yaklaþýmlar, meseleyi baþlangýçta modernist-ilerlemeci paradigmayla ele almýþlarsa da 1980'lerden sonra bu ülkelerde yaþanan özgül proleterleþme süreçlerine dair düþünsel üretimlerin ortaya konulduðu görülür. Ronaldo Munck'un Uluslararasý Emek Araþtýrmalarý baþlýklý çalýþmasýnda7 þeceresini genel hatlarýyla sunduðu bu üretimlerin üzerinde ortaklaþtýðý temel husus, özellikle 1980'lerde yaþanan dünya kapitalist iþbölümüne baðlý olarak azgeliþmiþ ülkelerde yeni bir iþçi sýnýfýnýn doðduðu ama bu yeni iþçi sýnýfýnýn içinde doðduðu her bir ülkenin karmaþýk toplumsal iliþkileri içinde þekillendiði yönündedir. Bu çerçevede azgeliþmiþ ülkelerde geliþen yeni iþçi sýnýfýnýn etnik, dinsel, cinsel, mezhepsel veya kökensel kimliklere duyarlý biçimde þekillendiði görülür. Keza azgeliþmiþ ülkelerde hýzla büyüyen enformel istihdam da bu çalýþmalarýn temel konularýndan birisi olarak

ele alýnýr. Ancak bu çok kimlikli biçimde tanýmlanan yeni iþçi sýnýfýnýn da devrimci özne misyonunu üstlenmediði zaman içinde görülmüþtür. Öyle ki, söz konusu ülkelerde, özellikle de Latin Amerika'da, ortaya çýkan toplumsal hareketler, aðýrlýkla neo-liberal politikalardan zarar gören özelleþtirme maðduru olan iþsizlere veya çokuluslu þirketlerin tarým politikalarýndan zarar gören topraksýz köylülere dayanmaktadýr. Bu kesimlerin yeni iþçi sýnýfý kategorisinde deðerlendirilmesi ise Marksist sýnýf tanýmý açýsýndan mümkün görünmemektedir. Tezlerini azgeliþmiþ ülkelerde yükselen toplumsal hareketleri esas alarak geliþtiren James Petras'ýn çalýþmalarý "Üçüncü Dünya"daki sýnýflar mücadelesi tartýþmalarýna katký niteliðini taþýmaktadýr. Petras, "1990'lý yýllar boyunca ve dünyanýn çoðu bölgesinde, önemli anti-emperyalist, sosyalist ve popülist solcu hareketler emperyal iþbirlikçilerinin yönetimine, emperyal iktidarýn uluslararasý finans kuruluþlarýna ve daha özgül olarak neo-liberal politikaya karþý durdular8" saptamasýndan hareketle "yeni iþçi sýnýfý" savunucularýyla arasýna mesafe koyar ve devrimci toplumsal dinamiklerin yelpazesini geniþletir. Devrimci dinamikler cephesine, neo-liberal emperyalist politikalarýn maðduru ezilen devletlerden, ezilenlerin taleplerini sahiplenen gerilla örgütlerine, çokuluslu tarým tekellerine meydan okuyan çiftçi örgütlerinden, Batý'da geliþen küreselleþme karþýtý harekete, toplumsal hareket sendikacýlýðýndan çevre ve kadýn hareketlerine kadar uzanan geniþ bir yelpazeyi dâhil eder. Petras'ýn soyut ve aþkýn niteliklere haiz yeni bir iþçi sýnýfý aramak yerine; somut gerçeklikte ezilen ve eyleyen toplumsal dinamiklere ilgisini yönelterek geliþtirdiði devrimci politik özne(ler) aranýþý yöntemsel açýdan saðlýklý görünmektedir9. Enformel Sektör Ýþçilerini Nerede Konumlandýrmalý? Öncelikle enformel sektörün ne anlama geldiðini kýsaca tanýmlamakla baþlayalým. Toplumsal incelemelerde enformel ekonomi kavramýnýn kendisine yer bulmasýnýn 1970'li yýllara dayandýðý bilinmektedir. Keith Hart, daha önceki dönemde yaygýn biçimde kullanýlan "marjinal sektör" terimi yerine "enformel

98


Kurtuluþ

ekonomi" terimini ilk kez kullanan araþtýrmacý olmuþtur10. Ýzleyen yýllarda, özellikle ILO tarafýndan yürütülen araþtýrmalarda az geliþmiþ ülkelerdeki iþgücünün enformel faaliyetleri üzerinde durmaya önem verildiði gözlemlenmektedir. Bu dönemde enformel sektör, formel istihdamdan dýþlanan iþgücü fazlasýnýn yasa ile düzenlenmemiþ, geçimlik ekonomik faaliyetleri olarak görülmüþtür11. Ayný çalýþmalarda, enformel ekonominin az geliþmiþlikle iliþkili olarak ortaya çýktýðý tespiti ve ülkenin ekonomik geliþmesinin bir sonucu olarak da ortadan kalkacaðý beklentisi hemen hemen ortak bir biçimde benimsenmiþtir. Aslýnda dönemin hakim paradigmasý olan "ilerlemeci" kavrayýþ enformel faaliyetlere dair geliþtirilen yaklaþýmlara da damgasýný vurmuþtur. Söz konusu yaklaþýmýn sahiplerine göre, formel ekonomi alaný sermaye yoðun teknolojiyle faaliyette bulunan ve modern örgüt yapýsýna sahip kurallý iþletmelerden oluþurken, enformel ekonomi alaný küçük ticaret, zanaatsal üretim ve geleneksel dayanýþma biçimlerinin hakimiyeti gibi temalarla tanýmlanmýþtýr. Bu kavrayýþa göre, nasýl ki, cemaatten topluma, geleneksel olandan modern olana geçiþ kaçýnýlmazsa; ayný biçimde enformel ekonominin yerini formel ekonomiye býrakmasý da kaçýnýlmazdýr. Doðrusal ve tek boyutlu geliþmeye dayalý modernist paradigma enformel ekonomi üzerine çalýþmalara da damgasýný vurmuþtur. Gerçekten de 1980'lere gelene kadar enformel ekonominin seyri yukarýda anýlan "ilerlemeci" yaklaþýmýn sahiplerini doðrularcasýna küçülme trendi izlemiþtir. Ne var ki, bu küçülme trendi dünya kapitalizminin yeniden yapýlanma sürecine girmesine baðlý olarak 1980'lerden itibaren aniden tersine dönmüþ ve böyle olunca da "ilerlemeci" ve formel/enformel karþýtlýðýna dayanan "düalist" yaklaþým, enformel ekonominin nesnel geliþme seyri karþýsýnda açýklayýcýlýk gücünü büyük oranda yitirmiþtir. Öyle ki, 1980'lerde baþlayan büyüme trendi günümüze dek devam etmiþ ve bugüne gelindiðinde küresel ölçekte tarým dýþý aktif iþgücünün yaklaþýk dörtte biri geçimini enformel nitelikteki ekonomik faaliyetlerden saðlar duruma gelmiþtir. "Ýlerlemeci" ve "düalist" yaklaþýma bir itiraz olarak geliþen Baðýmlýlýk Okulu, enformel

ekonomik faaliyetleri formel faaliyetlerle bir karþýtlýk içinde deðil, tam tersine bir eklemlenme ve baðýmlýlýk iliþkisi içinde tanýmlama yoluna gitmiþtir. Bu okul mensuplarýndan olan Alejandro Portes ve Manuel Castells, enformel ekonomik faaliyetlerin toplumun marjýnda yaþayan yoksullarýn geçinmek için yöneldikleri geleneksel iþlere indirgenemeyeceðinin altýný çizerek, enformel ekonomiyi kapitalist üretim iliþkilerinin özgül bir formu olarak tanýmlamýþlardýr12. Ayný perspektifi izleyen Faruk Tabak da enformel ekonominin, sürekli deðiþim ve yeniden yapýlanma dinamiðini içinde barýndýran kapitalizminin yapýsal dönüþümüyle güçlü bir biçimde iliþkili olarak yeniden þekillendiðine vurgu yapmaktadýr13. Özetle Baðýmlýlýk Okulu, enformel ekonomiyi, az geliþmiþlikten kaynaklanan geçici bir "bozukluk" ve bir "sapma" olarak tanýmlamak yerine, dünya kapitalizminin yeniden yapýlanmasýnýn doðurduðu özgül bir üretim iliþkileri biçimi olarak tanýmlamýþtýr. Bu yaklaþýmýn sahipleri, formel ekonomiyle enformel ekonomiyi birbiriyle karþýtlýk içinde ele almak yerine, birbirini tamamlayarak ve besleyerek paralel geliþim seyri izleyen bir bütünlük çerçevesinde incelemiþlerdir. Tanýmlardan da anlaþýldýðý gibi 1) enformel sektör, yalnýzca iþçileri, yani üretim araçlarýndan yoksun olanlarý kapsamamaktadýr, 2) enformel sektörden geçimini saðlayanlarýn hepsi yoksul deðildir. Dolayýsýyla enformel sektör, homojen bir çalýþan kategorisine dayanmaz. Diðer yandan, parçalý üretim organizasyonunun beslediði enformel sektörün hemen hemen bütününde kimlik aidiyetlerinin ekonomik iþlevleri olduðu görülür. Hemþerilik, partililik, mahallelilik, mezhep ortaklýðý, etnik köken ortaklýðý gibi paydalar enformel iþgücü piyasasýna dahil olmada oldukça iþe yaramaktadýr. Ayrýca istihdam kapasitesi günden güne azalan formel iþgücü piyasasýna dahil olma þansýndan büyük ölçüde yoksun olan kadýnlarýn enformel iþler yoluyla aile bütçesine katký yaptýklarý görülür. Enformel iþgücü piyasasýnda güvencesizlik esasken, tüm güvencesiz iþçilerin de enformel sektörde istihdam edildiðini söyleyebilmek mümkün deðildir. Dolayýsýyla meseleye mali açýdan bakmayacaksak, enformel sektör iþçileri

99


Kurtuluþ

ifadesi yerine güvencesiz iþçiler ifadesini kullanmamýz daha uygun olacaktýr. Neo-liberal politikalar neticesinde devletin sosyal harcamalarýný kýsmasýyla yaygýnlaþan güvencesiz çalýþma koþullarý, güvencesiz iþçinin iktisadi baskýya maruz kalmasýný beraberinde getirir. Ücret düzeyi çoðu kez çok da aþaðý olmamasýna karþýn örneðin kamu emekçilerini avantajlý kýlan güvenceli çalýþma koþullarýdýr. Güvencesizlik iþ güvencesinden olduðu kadar sosyal güvencelerden mahrum olmayý da içerir. Güvencesiz iþlerde çalýþanlara bankalar tarafýndan kredi kartý verilmez. Bu söz konusu kesimin tüketim normlarýnýn güvencelilerin bir hayli gerisinde kalmasýný getirir. Türkiye örneðinde güvencesiz iþlerde genellikle vasýfsýz ve eðitimsiz kiþilerin istihdam olduðu görülür. Keza güvencesiz iþçilerin büyük bir kýsmýnýn þehirlileþme düzeyi düþüktür. 90 sonrasý zorunlu göç nedeniyle büyük kentlere yerleþen Kürtlerin yükselen milliyetçi dalganýn da etkisiyle güvencesizler içindeki oranýnýn bir hayli fazla olduðu görülmektedir. Tüm bu veriler ýþýðýnda, güvencesiz iþçilerin, gelecek kurgusuna sahip olma þansý olmayan, medya aracýlýðýyla pompalanan tüketim normlarýný gerçekleþtiremeyen, genellikle kent varoþlarýnda yaþayan, kültürel deðerleri nedeniyle "medeni" þehirliler tarafýndan "barbar" addedilen14, kuralsýz çalýþma koþullarý nedeniyle iþyerindeki üstleri tarafýndan horlanmaya açýk bir kesim olduðu görülür. Kýsaca,

güvencesiz iþçileri; ekonomik, sosyal, kültürel baský altýndaki kesimler oluþturur. Güvencesiz Kürt iþçiler ulusal kimliklerinden ötürü iki kere ezilirken, güvencesiz kadýn iþçiler cinsel kimliklerinden ötürü de baský görmektedirler15. Yek cümle Lenin'in ifadesiyle söyleyecek olursak; güvencesizler, emekçi sýnýflarýn "en alttaki yýðýnlarý"ný oluþturur. Sonuç Olarak Yazýnýn önceki bölümlerinde verili bir ülkede devrimin öznesini belirlerken, her hangi bir toplumsal dinamiðin, sömürü iliþkilerinin neresinde durduðunun ötesinde o ülkedeki somut ezme-ezilme iliþkileri içindeki pozisyonuna da bakmak gerektiðine iþaret etmiþtik. Sayýlarý giderek artan güvencesizlerin ise toplumun en fazla ezilen kesimini oluþturduðuna yukarýda dikkat çektik. Marksistler, onlarý "yeni iþçi sýnýfý" olarak gördükleri için deðil, uðradýklarý ekonomik, siyasal, sosyal ve ideolojik baskýlardan ötürü toplumun "en alttakileri"ni oluþturan ve düzen karþýtý devrimci eyleme geçme potansiyelini bünyelerinde barýndýrdýklarý için güvencesizler içinde örgütlenmeye öncelik vermelidirler. Türkiye'nin somut gerçekliðinin iþaret ettiði durum budur. Güvencesizler arasýnda hangi araçlarla ve hangi yöntemlerle örgütlenme çalýþmasý yürütüleceði ise baþlý baþýna bir baþka yazýnýn konusudur.

* * *

100


Kurtuluþ

123456-

Aktaran V.I. Lenin, Emperyalizm - Kapitalizmin En Yüksek Aþamasý, Sol Yayýnlarý, 1979, s. 108 K. Marx-F. Engels, Seçme Yapýtlar, Cilt II, Sol Yayýnlarý, 1977, s. 482 V.I. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayýnlarý, 1990, s. 241-257 S. Mallet, La nouvelle classe ouvrière, Editions du Seuil, 1969, s. 25 D. Bell, The Coming of Post-Industrial Society: A Venture in Social Forecasting, Basic Books, 1976, s. 174 E.M. Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karþý - Tarihsel Maddeciliðin Yeniden Yorumlanmasý, Ýletiþim Yayýnlarý, 2003 7- R. Munck, Uluslararasý Emek Araþtýrmalarý, Öteki Yayýnevi, 1995 8- J. Petras, Küreselleþme ve Direniþ, Kozmopolitik Kitaplýðý, 2002, s. 224 9- Ne var ki, benzeri bir olumlu deðerlendirmeyi James Petras'ýn Üçüncü Dünyacý ve daha çok da Latin Amerikacý ideolojik tutumu için yapmak mümkün deðildir. Öyle ki, Petras'ýn ortaya koyduðu emperyalizmÜçüncü Dünya ülkeleri iliþkisinde tek taraflý bir baðýmlýlýk kavrayýþýný esas almasý baþlý baþýna bir tartýþma konusuyken, diðer yandan Latin Amerika'ya özgü bir gerçeklik olan ulusalcý ve genellikle seküler popülist akýmlarý modelleþtirmesi, emperyalizmle iliþkilenme biçimleri ve ideo-politik dokusu farklýlýklar gösteren azgeliþmiþ ülkelerin kimi solcularýnda bazý olumsuz yan etkilere (özellikle milliyetçi solculuk veya laisist aydýnlanmacýlýk gibi) neden olmaktadýr. 10- Keith Hart, Gana üzerine 1971 yýlýnda yayýnladýðý "Urban unemployment in Africa" isimli araþtýrmasýnda ilk kez "enformel ekonomi" terimini kullanmýþtýr. 11- James HEINTZ, Robert POLLIN; "Informalization, economic growth and the challenge of creating viable labor standards in developing countries" Working Paper No. 60, Political Economy Research Institute, University of Massachusetts Amherst, June 2003, s. 3. Aktaran Tijen Erdut, "Ýþgücü Piyasasýnda Enformelleþme ve Kadýn Ýþgücü", Çalýþma ve Toplum, 2005/3, s. 11 12- Alejandro Portes - Manuel Castells, "World Underneath: The Origins, Dynamics, and Effects of the Informal Economy", The Informal Economy - Studies in Advanced and Less Developed Countries içinde, The John Hopkins University Press, Londra, 1991, sf. 12 13- Faruk Tabak, "Dünya Ekonomisi ve Ýnformelleþme Süreci", Defter, No: 35, Kýþ 1999 14- Bu bahiste geçtiðimiz yýl gündeme gelen Caddebostan Plajý tartýþmalarý hatýrlanmalýdýr. 15- Ezilen Kürt halkýnýn özgürlük hareketinin büyük kentlerdeki dinamik tabanýný oluþturan temel toplumsal kategori güvencesizlerken, kadýn hareketinin kitleselleþememesinin temel nedenlerinden birisinin güvencesiz kadýn emekçilerle bütünleþememek olduðu pekâlâ söylenebilir. Sosyalist hareketin devrimci bileþenlerinin kitle çalýþmalarýný þu ya da bu form altýnda güvencesizlerin yaþadýklarý ve/veya çalýþtýklarý bölgelerde yoðunlaþtýrýrken, reformist akýmlarýn aðýrlýkla orta sýnýflarýn mesken tuttuklarý kent merkezlerinde konum elde etmeleri de bir baþka dikkat çekici göstergedir.

101


Kurtuluþ

Türkiye’de Eðitim Emekçilerinin Örgütlü Mücadelesi -2(Eðitim-Sen’li Dönem)

B

u derginin bir önceki sayýsýndaki yazýmýzda Eðitim Sen'in öncülü sayýlabilecek veya doðrudan öncülü olan örgütlerin etkin olduðu dönemin mücadelesine yer verilmiþtik. Bu sayýda , bize ayrýlan yeri de dikkate alarak Eðitim Sen 'in kendi tarihi ve kamu emekçileri tarihi açýsýndan geçmiþini anlamaya olanak sunacak;bugüne ve geleceðe ýþýk tutabilecek eylem ve etkinliklerinden,onlarýn etkileri ve sonuçlarýndan bunlara yön veren anlayýþlardan bahsedeceðiz.Yaklaþýk on bir yýlý aþan Eðitim Sen'li dönemde bu yazý sýnýrlarý içinde bahsetmediðimiz, bahsedemediðimiz bir çok eylem,etkinlik ve geliþme unutulmuþ deðildir.Okuyucunun metni okurken ve deðerlendirirken bunu dikkate almasý yararlý olacaktýr. 1.Sendikal Birleþmenin Etkileri Eðitim Ýþ ve Eðit Sen'in birlik görüþmelerine baþlamasý;Eðitim Sen'in kuruluþ sürecine girilmesi bile diðer iþkollarýndaki duruþlarý etkiledi.Baþta saðlýk iþkolu olmak üzere KÇSP ve Eþgüdüm Sendikalarý bünyesinde bulunan, ayný iþkolundaki sendikalar arasýnda da birlik görüþmelerinin baþlamasýnda etkili oldu.Eðitim Ýþ ve Eðit Sen arasýndaki görüþmelerdeki olumlu hava anýnda diðer iþkollarýndaki sendikalarý da etkiliyordu.Bu son derece de doðaldý.Çünkü ilk ayrýþma eðitim iþkolunda yaþanmýþtý.Diðer ayrýþmalara

Nurettin Aldemir 102


Kurtuluþ

da etki eden bir özelliðe sahipti.Bu nedenle Eðitim Ýþ ve Eðit Sen'in birleþmesi diðer iþkollarýndaki birleþme süreçlerini doðrudan etkiliyordu.Kamu emekçileri eðitim iþkolunun belirleyici etkisini hissediyordu ve bu nedenle de bu iþkolunda birliðin saðlanmasýný dört gözle bekliyordu. Eðitim iþkolunda iki sendikanýn birleþmesi kamu emekçileri cephesinde sevinçle karþýlandý.Artýk diðer iþkollarýnda birlik görüþmeleri hýz kazanabilirdi.Öyle de oldu.Kýsa süre sonra saðlýk iþkolunda Tüm Saðlýk Sen'le Genel Saðlýk Ýþ birleþtiler.Bu birleþmeyi diðer iþkollarýndaki birleþmeler izledi. Eðitim,bilim ve kültür iþkolunda henüz birlik süreci tamamlanmamýþtý.Öðretim Elemanlarý Sendikasý(ÖES) ve Kültür Emekçileri Sendikasý(Kültür Sen) kademe sendikacýlýðý anlayýþýyla sorunlarýnýn ve üye profilinin farklýlýðýný ileri sürerek birliðe yanaþmadýlar.Özellikle Kültür Sen'in direncinin kýrýlmasý mümkün görünmüyordu.Bu direnç 4688 sayýlý yasa kapsamýnda iþkollarýnýn belirlenmesine de etki ederek "kültür sanat iþkolu" tanýmlamasýnda etkili olmuþtur. 2.Haziran Eylemi Eðitim Sen'in kurulmasýnýn sevinci coþkuya dönüþtü.Bu coþku 1995 17-18 Haziran Kýzýlay direniþinin yaratýlmasýný tetikledi.Sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesinde yeni bir dönemin baþlangýcý yaþanýyordu. 15-16 haziran tarihlerinde sendikalarýn genel merkez yöneticilerinin Güven Park'ta baþlattýðý oturma eylemine ilk gün polisin müdahale etmesi ve göz altýlarýn yaþanmasý kamu emekçilerinin ülke genelinde öfkesini artýrdý.17 Haziran'ýn ilk saatlerinden itibaren kamu emekçileri Ankara sokaklarýný ve nihayet Kýzýlay meydanýný iþgal etti.Akþam saatlerine kadar illerden Kýzýlay Meydaný'na geliþler devam etti.Akþam saatlerine gelindiðinde 150 bin kamu emekçisi Ankara'nýn göbeðinde sisteme adeta kafa tutuyordu. Eylem yürütmesi kamu emekçilerinin gücünü,öfkesini ve kararlýlýðýný görerek eylemin 18 Haziran'ý izleyen günlerde de sürdürülmesini konuþuyordu. Hükümet yetkililerini sendikal hak ve özgürlükler konusunda kamu emekçilerinin beklentilerine cevap vermeye zorlamak için tarihsel bir fýrsatýn yakalandýðý düþüncesi giderek yayýlýyordu. Yürütmede ise fikir ayrýlýðý yaþanýyordu.Bir eðilim 18 Haziran akþamý eylemin bitirilmesinden yanaydý;diðer eðilim eylemin sürdürülmesinden,tarihsel fýrsatýn kullanýlmasýn-

dan yanaydý.Kitle içinde Meclise yürüyüþe geçme fikri de alttan alta geliþmeye baþlamýþtý. Yürütmedeki tartýþmalar sendikal gruplarýn ileri unsurlarýnýn bilgisine bir biçimiyle ulaþýyordu.Sendikal gruplarýn ileri unsurlarý kitlenin nabzýný ölçüyor ve bu arada tarafý olduðu eðilimin yayýlmasýna hizmet ediyordu.18 Haziran günü yürütme içindeki tartýþma ve farklýlýk tüm kitlenin bilgisi dahilindeydi.Tartýþma artýk kitle içinde yapýlýyordu. Anketçi bir anlayýþla bazý iller-sendika þubeleri, sendikalar alandaki üyelerinin aðýrlýklý görüþünü belirlemeye çalýþýyordu.Yürütme tarihi sorumluluðu öyle veya böyle üstlenmekte sýkýntý yaþýyordu.Bunun için tabanýn söz ve karar hakký icat edilmiþ yürütmenin alacaðý kararýn meþrulaþtýrýlmasý çabalarý sürdürülüyordu. 18 Haziran akþamýna kadar belirsizlik devam etti.18 Haziran Pazar akþamý kitle gitmekle kalmak arasý Kýzýlay Meydaný'nda beklerken yürütmenin kararý açýklandý.Eylem amacýna ulaþmýþtý,illere dönüþ yapýlacaktý.Kürsüye birden pet þiþeler yaðmaya baþladý,protestolar yeri göðü inletti. Her þeye raðmen de karara uyularak eyleme son verildi. Eyleme katýlan kitle içinde Eðitim Sen üyeleri aðýrlýktaydý.Eylemin sona erdirilmesinde de Eðitim Sen yönetiminin belirleyiciliði vardý.Eðitim Sen merkez yönetimi çoðunluk görüþü olarak eylemin bitirilmesinden yana olunca yürütmenin kararý da bu yönde þekillendi. Türkiye'de sýnýflar mücadelesinde bir benzeri daha yaþanmamýþ bu eylem baþta iþçi sýnýfý olmak üzere tüm emekçi katmanlarca desteklenmiþtir.Ýþçi sýnýfý ve tüm emekçiler açýsýndan cesaret verici bir eylem olurken iþçi sendikalarýnda yönetimleri ele geçirmiþ sendika patronlarýný rahatsýz etmiþtir.Kamu emekçilerinin gücünü açýða çýkartan;kamu emekçilerini toplumsal muhalefetin merkezine taþýyan bir eylem olmuþtur.Sendikalarýn birleþme sürecini hýzlandýrmýþtýr.Ancak kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlükler eksenindeki taleplerinin karþýlanmasýna yönelik somut olumlu bir geliþmenin nedeni olamamýþtýr. 3.Ýlk Genel Kurul Haziran eylemi öncesinde þube genel kurullarýný tamamlayan Eðitim Sen 17-18 Haziran eyleminin coþkusu ve eleþtirisiyle ilk merkez genel kurulunu yaptý. Birleþme sonrasý ilk genel kurulun birliðin örgüt içinde içselleþmesine,kaygýlarýn sönümlenmesine hizmet etmesi bekleniyordu.Bu amaçla

103


Kurtuluþ

Eðitim Sen'in kurucu yönetiminde bulunan tüm dinamiklerin öncelikle yeni merkez yönetim kurulunda da temsil edilmesi gerekiyordu. Eðitim Ýþ kökenli delegeler ve üyeler açýsýndan genel kurul sonuçlarý merakla bekleniyordu.Eðitim Ýþ'ten gelenlerin oluþturduðu Sendikal Birlik grubunun pozisyonu, birliðe kerhen razý olmuþ Eðitim Ýþ'ten gelen bazý üyeler açýsýndan anti birlikçiliðin körüklenmesine hizmet edebilirdi.Birlik gerçekleþmesine raðmen kritik eþik henüz atlanamamýþtý. En büyük delege gücüne sahip Sendikal Birlik yeni oluþturulacak merkez yönetim kurulunda genel baþkanlýðýn kendilerine verilmesinde ýsrarcý oldu. Gruplar arasý görüþmelerde Devrimci Öðretmen grubu da genel baþkanlýkta ýsrarlý davranýnca;yukarýda belirtilen kaygýlarda ortaklaþmayýnca seçimlere tek liste girme þansý kalmadý. Devrimci Öðretmen dýþýnda dört temel dinamiðin birlikte seçime girme olanaðý olmasýna raðmen son anda Yurtsever Eðitim Emekçileri, Devrimci Öðretmenle birlikte liste oluþturma kararý almasý bu seçeneði de ortadan kaldýrdý.Bunun üzerine Sendikal Birlik,Birleþik Sendikal Alternatif ve Emek Grubu ortak listeyle seçimlere girme kararý aldýlar.Ancak diðer liste gibi dokuz adayla deðil yedi adayla seçime gireceklerdi.Ülkemizde yaþanan Kürt sorunu ekseninde, Yurtsever Eðitim Emekçilerinin yönetimde yer alabilmesi için pozitif destek sunulacak ;boþ býrakýlan iki yönetim kurulu üyeliði için Yurtseverlerin iki adayýna oy verilecekti. Seçimler sonucunda SB,BSA,EG ittifakýnýn aday gösterdiði yedi kiþi ile birlikte, özellikle BSA delegelerinin destek oylarýyla iki Yurtsever, Eðitim Sen Merkez Yönetim Kurulu'na seçildi. Seçim sonuçlarý Devrimci Öðretmen grubunun yönetim dýþýnda kalmasý nedeniyle tüm gruplarda bir burukluk yaratmýþtý.Buna raðmen elde edilen sonuç yapýlan birliðin derinleþmesine hizmet edecek bir görünümdeydi.Anti-birlikçi yanlarýný bastýranlarýn beklentilerini de boþa çýkarmýþtý. Eðitim emekçileri 21-22-23 Temmuz 1995 tarihinde 511 delegenin katýlýmýyla yaptýklarý genel kurulda önemli kararlar aldýlar.Bunlardan en önemlileri þunlardýr: "Þubelerin genel merkeze gönderecekleri ödenti oraný toplam ödentinin %30'udur.Genel merkezde toplanan ödentilerin %5'i grev ve dayanýþma fonuna ayrýlacak.Sendikal mücadele nedeniyle ekonomik yönden maðdur olanlara maddi destek verilecek.Konfederasyonlaþmanýn biran önce gerçekleþmesi için etkin çalýþma

yürütülecek.Ýþkolu temelinde uluslar arasý iliþkileri;ortak mücadeleyi-örgütlenmeyi geliþtirmek için etkinlikler düzenlenecek.Ýþçi sýnýfýyla mücadele birliði temelinde ortaklaþmýþ eylem takvimlerinin oluþturulmasýna,giderek örgütsel bütünlük yaratýlmasýna çalýþýlacak.Ülke genelinde insan haklarý ihlallerini izlemek,incelemek ve çözüm üretmek amacýyla Eðitim Sen bünyesinde daimi bir komisyon oluþturulacak.Eðitim Sen kirli savaþýn demokratik yöntemlerle sona erdirilmesi, þovenizme karþý mücadele edilmesi;herkesin din,dil,düþünce farklýlýklarýyla özgürce bir arada yaþayabileceði demokratik bir yaþamýn yaratýlmasý doðrultusunda çalýþmalar yapacak ve emekçi örgütlerine barýþ için çaðrýda bulunacak. Kararlarýn yaþama geçirilmesinde MYK yetkilidir." Genel Kurul sonunda kabul edilen sonuç bildirgesi; kararlarý pekiþtiren, tamamlayan,Eðitim Sen'e uzun erimli topyekün bir mücadeleyi gösterir niteliktedir. "Doðu bloðu ülkeleri rejimlerinin çöküþünden sonra dünya tek kutuplu hale gelmiþtir. Emperyalist-kapitalist sistem küreselleþme,evrensel barýþ adý altýnda ezilen halklara yoksulluk, iþsizlik, kan, gözyaþý dayatýrken; emperyalist emellerini IMF,BM,AB gibi kuruluþlarla gerçekleþtiriyor. Dünya çapýnda özelleþtirme,devletin küçültülmesi adý altýnda milyonlar iþsiz býrakýlýrken, dünya barýþýdemokrasi adý altýnda milliyetçi boðazlaþmalar kýþkýrtýlýyor; ezilen halklar bombalanýyor,ýrkçýfaþist saldýrýlar dünyanýn her yerinde yaygýnlaþýyor. Emperyalist-kapitalist sistemin Ortadoðu ve Asya taþeronluðuna soyunan ülkemizde de durum farklý deðildir. 12 Eylül faþist rejimini sürdürmede kararlý olan egemen güçler,iþçi emekçi kesimlere yönelik özelleþtirme, kýyým, katliam, þeraitçi-faþist saldýrýlar,grevlere saldýrýlar, sendika kapatmalar,iþkenceler,yargýlý-yargýsýz infazlar yaparlarken,Kürt halkýný yok etme yoluyla topyekün bir saldýrý baþlatmýþlardýr. Buna karþýlýk, 1989 Bahar Eylemleriyle baþlayan emekçi kesimlerin direniþi,kamu emekçilerinin mücadelesi,katliamlara karþý duruþ,giderek sýnýf cephesini oluþturmanýn gereðini kaçýnýlmaz kýlmaktadýr ve umut verici geliþmeler gözlenmektedir. Bu koþullar altýnda toplanan Eðitim Sen 1.Olaðan Genel Kurulu aþaðýdaki taleplerin yerine getirilmesini ister: Sendikalarýmýzla toplusözleþme masasýna oturulmalý,sendikalarýmýz taraf olarak kabul

104


Kurtuluþ

edilmeli,toplusözleþme ve grev hakkýnýn kullanýlabileceði yasal düzenlemeler biran önce yapýlmalýdýr. Eðitimde özelleþtirme uygulamalarý ve politikalarý durdurulmalý tüm eðitim sistemi bilimsel,laik ve demokratik yapýya kavuþturulmalýdýr. Eðitimde sözleþmeli personel uygulamasýna son verilmelidir. Ýlksan ve öðretmen evlerinin geleceðine eðitim emekçileri karar vermelidir. YÖK feshedilmelidir.Üniversitelerimiz özerk ve demokratik bir yapýya kavuþturulmalýdýr. Anadilde eðitim hakký tanýnmalýdýr. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan çýkarýlmalýdýr. Eðitim yönetiminin her kademesine çalýþanlarýn katýlýmý saðlanmalýdýr. Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinden dolayý,sürgün,kýyým ve soruþturmaya uðratýlan eðitim emekçileri üzerindeki baský ve cezalar kaldýrýlmalýdýr. 12 Eylül Anayasasý ve bu Anayasa'ya baðlý tüm yasakçý yasalar kaldýrýlmalý,halkýn özgür iradesiyle Anayasa ve yasalar yeniden düzenlenmelidir. KÇSKK'nýn gelinen mücadelede kendini kurumsallaþtýrarak konfederasyona dönüþmesi saðlanmalýdýr. Alternatif eðitim politikalarýnýn üretilebilmesi için Demokratik Eðitim Kurultayý yapýlmalýdýr. Altý ay içinde tüzük kurultayý gerçekleþtirilerek yeni tüzüðümüz örgütün ihtiyaçlarýna cevap verecek hale getirilmelidir. Kürt sorununda askeri çözüm zorlamalarýna son verilmeli,halklarýn kardeþliði,eþitliði temelinde barýþ,demokrasi çerçevesinde bu sorun çözüme kavuþturulmalýdýr.Savaþýn sosyal ve ekonomik sonuçlarý emekçilere yansýdýðýndan Eðitim Sen savaþýn son bulmasý için mücadele etmelidir. Faili meçhul cinayetler aydýnlatýlmalý,gözaltýnda kayýplar son bulmalý,iþkenceciler yargý önünde cezalandýrýlmalýdýr. Düþünce özgürlüðü önündeki engeller kaldýrýlmalý,düþüncelerinden dolayý soruþturmaya uðrayan,hapse atýlan aydýn,yazar ve sanatçýlar üzerindeki baský ve cezalara son verilmelidir. Kamu çalýþanlarýna siyaset yapma yasaðý getiren yasalar kaldýrýlmalýdýr. Kadýn eðitim emekçilerinin kadýn olmalarýndan kaynaklanan sorunlarý karþýsýnda çözümler üretilmeli,her düzeydeki yönetim kademesinde yer

almalarý konusunda duyarlý olunmalýdýr. Eðitim emekçileri kimliði sadece öðretmenleri deðil,iþkolundaki tüm çalýþanlarý kapsayacak þekilde algýlanmalýdýr. TÖB DER'in mal varlýðý gerçek sahiplerine verilmelidir. 15-18 Haziran eylemleri ülkemiz sýnýf mücadelesi tarihine altýn harflerle yazýlmýþtýr.Eylemin sonuçlarý objektif olarak (olumlu-olumsuz) yönleriyle birlikte deðerlendirilmelidir. Eðitim Sen,bu taleplerin gerçekleþmesi için uzun erimli bir mücadelenin gerekliliðinin bilinci ile bütünlüklü bir çalýþmayý hedeflemektedir." Birinci Eðitim Sen genel kurulunda tüm gruplar kendi grupsal çýkarlarýný ve/veya birlik projesinin sürdürülmesi bakýmýndan bazý hassasiyetleri öne çýkartýrken kadýnlarýn merkez yönetim kurulunda temsilini sessiz sedasýz atlayýverdiler.Genel Kurul'un,sonraki dönemlerde de pek eleþtirisi ve özeleþtirisi yapýlmayan negatif sonuçlarýnýn baþýnda gelen bir þeydir bu. 4.Kapatma Davalarý Eðitim Sen genel kurulunda birliði dinamitleyici sonuçlarýn çýkmamýþ olmasý devlet yönetimini de hoþnut etmemiþ olmalýydý.Eðitim emekçilerinin zayýf,güçten düþmüþ olmasý sitem açýsýndan hiç kuþku yok ki tercih edilirdi.Çünkü pek çok dönemde olduðu gibi son dönem kamu emekçileri ve sýnýf mücadelesinde de eðitim emekçilerinin, cesur ve bilinç düzeyi yüksek mücadelesi diðer örgütlü-örgütsüz iþçi-emekçi kesimlerini de etkiliyor;harekete geçmelerinde teþvik edici rol oynuyordu. Eðitim Sen özgülünde eðitim emekçilerinin örgütlü mücadelesine yönelik tedbir alýnmalýydý. Devlet erki Ankara Valiliði'nin açtýðý ve tarafý olduðu kapatma davasý ile bu tedbiri almak istedi.Ýlk duruþmasý 28 Aralýk 1995 Perþembe günü gerçekleþti. Eðitim Sen merkez yönetim kurulu 23.12 1995 tarihli yazýsýyla þubelere gönderdiði yazýda sürecin önemini hissettirirken davanýn seyrine göre yapabileceklerinin ve örgüte duyduðu güvenin de iþaretlerini veriyordu.Yazýdan bir bölüm: "Mahkemeyi izlemek amacýyla Ankara þubeleri kitlesel olarak katýlacaktýr.Diðer þubelerden yönetim kurullarýmýz ve üyelerimizin koþullarý ölçüsünde davayý izlemesi gerekmektedir.Gerekmektedir diyoruz çünkü sendikamýzýn kapatýlmasýný düþünmek bile istemiyoruz.Öyle bir eðilim sezersek yüz binleri

105


Kurtuluþ

Ankara'ya çaðýracak birlikteliðimiz ve gücümüz vardýr.O nedenle koþullarý uyan arkadaþlar 28 Aralýk günü Ankara'da olmalýdýr." Ýddianamede Eðitim Sen'in hiçbir eylemi,etkinliði gerekçe gösterilmiyordu.Kamu emekçilerinin çoktan önemsizleþtirdiklerine inandýklarý "memur sendika kuramaz" tezi Valiliðin Eðitim Sen'in kapatýlmasý isteminde temel dayanaktý.Þaka gibi algýlansa da,komik bulunsa da devlet idaresi bu davadan Eðitim Sen'in kapatýlmasý kararýný bekliyordu.Çünkü bunu bir kez yakýn tarihte tecrübe etmiþti. Ýçiþleri Bakanlýðý'nýn taraf olduðu bir kapatma istemli dava sonucunda Tüm Haber Sen 1995 yazýnda kapatýlmýþtý.Yaz döneminin durgunluða denk gelen kapatma kararýna karþý nitelikli,kitlesel direniþler yapýlamadý.Dava süreci içinde, davanýn sonucu öngörülemediði için idareyi geri adým atmaya yöneltecek eylemsel tedbirler alýnamadý.Mücadele hukuk boyutunda kabul edildi ve bu ülkede doðal karþýlanacak bir acý sonla Tüm Haber Sen kapatýldý.(Bu arada bu yýl içinde A.Ý.H.M.'in Tüm Haber Sen'in açtýðý davayý,sendika lehine bozduðunu hatýrlatalým.) Eðitim Sen merkez yönetimi bu geliþmelerden yeterli ders çýkarmýþtý.Ýleride Eðitim Sen baþta olmak üzere diðer sendikalarýn da baþýna benzer þeylerin gelmesi muhtemel görünüyordu.Bu ders nedeniyledir ki Eðitim Sen'in kapatýlmasý talepli açýlan dava þaþkýnlýk yaratmadý. Eðitim Sen merkez yönetimi dava ile ilgili bir dizi görüþme planlamýþ olmasýna raðmen Ýçiþleri Bakaný baþta olmak üzere hiçbir hükümet yetkilisi görüþme talebine yanýt vermiyordu.Görüþmelerde hükümet mensuplarýnýn söyleyecekleri sözlere bel baðlama anlayýþý olmasa da diyalog yoluyla sorun çözme isteðinin gösterilmesi ileride yapýlmasý planlanan eylemlerin anlatýlmasýný ve meþrulaþtýrýlmasýný kolaylaþtýracaktý. Görüþmeler yoluyla atýlacak adým kalmayýnca, bir kararýn çýkma olasýlýðý bulunan 13 Mart 2006 tarihinde yapýlacak duruþma öncesi gerçekleþtirilecek ve davanýn seyrine göre sürdürülecek bir eylem programý hazýrlandý.Eðitim Sen þubeleri gezildi.Sürecin ciddiyeti anlatýldý.Süreci anlatan ve eylem programýný duyuran bildiriler,afiþler bastýrýldý. Eylem, bölgesel merkezlerden (Ýstanbul, Ýzmir, Trabzon, Diyarbakýr,Antalya) Ankara'ya bir yürüyüþle baþlayacaktý.Dört gün (9-12 Mart 2006 günleri) sürecek yürüyüþ 13 Mart günü yapýlacak duruþma saatlerinde ayný gün illerden gelecek on binlerce eðitim emekçisiyle mitinge dönüþtürüle-

cekti.Yürüyüþün çýkýþ merkezlerinde baþladýðý saatte Güven Park'ta çadýr kurulacak Ankara üyeleriyle ve þubelerden gelen yöneticilerle Kýzýlay, miting öncesi iþgal edilecekti. 9 Mart Cumartesi günü ayný anda tüm merkezlerde eylem start aldý.Eylemin baþlamasýyla birlikte tüm illerde gerilim yaþanýrken Antalya,Trabzon ve Ankara'da polis eylemcilere saldýrdý.Ankara'da çadýr kurmak için direnen eðitim emekçileri dövülerek gözaltýna alýndý.Bu saldýrýlarýn ardýndan bazý görsel yayýn organlarý eylemin sona erdiðini yaymaya çalýþtýlar. Direniþ ruhunun yayýlmasýna ve artmasýna sebep olan geliþmeler yaþanýyordu. Merkezlerden yola çýkan eðitim emekçileri jandarma-polis engeliyle mücadele ediyor;yer yer çatýþmalar ve gözaltýlar oluyordu.Ankara'da ise göz altýlara raðmen Güven Park iþgal edilmiþti. Eylemi kýrma yönündeki tüm tedbirler geri tepmiþti.Nihayet 10 Mart Pazar akþamý Ýçiþleri Bakaný Eðitim Sen'i aradý.Konuþmak istiyordu.Eylemin sona erdiðini duyuran görsel yayýn organlarý ise anýnda gördükleri tepkiler nedeniyle durumu kurtarmak için önceki haberlerini dolayýmla yalanlayan yayýnlar yapýyordu. Ýçiþleri Bakaný'nýn görüþme talebine olumlu yanýt verildi.Ayný akþam görüþme yapýldý.Bakan "eyleme son verilmesi þartýyla davadan çekileceklerini" söylüyordu.Ancak 13 Mart'ta görülecek dava için bu söze güvenerek eylemi sona erdirmek Hükümetin oyununa gelmeye neden olabilirdi.Söze güvenmek için de hiçbir neden yoktu.Eðitim Sen yöneticileri eylemi sürdüreceklerini,Bakanýn sözüne uygun bir durumun duruþmada yaþanmasý halinde duruþma sonrasý eylemin sona erdirileceði;Ankara'ya gelen eðitim emekçilerinin illerine gönderileceði belirtildi.Bununla birlikte Ankara'ya doðru seyahat eden yürüyüþçülere yönelik saldýrý ve göz altýlara son verilmesi ve Ankara'ya giriþe izin vermeleri talebi iletildi. Ýçiþleri Bakaný ile yapýlan bu görüþme sonrasý günlerde taraflar sözlerine uygun davrandýlar.Duruþma sýrasýnda Kýzýlay'da miting devam etti.Her þeye raðmen tedirginlik ve öfke alana hakimdi.Bir süre sonra mahkeme salonundan gelen haberle alana þenlik havasý yayýldý.Ankara Valiliði duruþmaya katýlmayarak davanýn düþmesine yönelik sürecin baþlamasýný saðlamýþtý.Ýçiþleri Bakaný'nýn sözü karþýlýk bulmuþtu.Eðitim Sen mücadelesiyle varlýðýna yönelik saldýrýyý dosta-düþmana ders verici bir þekildi geri püskürtmüþtü. Devlet erki açýsýndan Eðitim Sen'e yönelen

106


Kurtuluþ

davanýn zamanlamasý tesadüf deðildir.Birincisi bu dönemde Eðitim Sen henüz birliði özümsememiþtir;ikincisi Tüm Haber Sen anlayýþ rehavetiyle sahiplenilememiþ ve kapatýlmýþtýr.Ýki neden devlet erkini cesaretlendirmiþtir. Devlet erki bu cesareti ikinci kez yakýn tarihte göstermiþtir.Ýkinci kapatma davasý süreci 2004/2005 yýllarýnda yaþanmýþtýr.Davacý yine Ankara Valiliði.Bu kez dava gerekçesi bir tüzük maddesi.Bir tüzük maddesindeki " anadilde eðitim hakkýný savunur" ifadesi.Ülkedeki geliþmeler açýsýndan kapatma istemine gerekçe olamayacak bir ifade olmasýna karþýn devlet erki açýsýndan bunun hiçbir önemi yoktu. 28 Þubat süreciyle birlikte KESK'e ve Eðitim Sen'e yöneltilen saldýrýlarýn bir devamýdýr bu dava.Yine devlet açýsýndan zamanlamanýn hesabý yapýlmýþtýr.Genel Kurmay yönlendirmeli Hükümet destekli açýlan dava sürecinde, ülkede estirilen þovenizm rüzgarlarýnýn Eðitim Sen'de kök saldýðý bir dönemde;kitle baðlarý zayýflamýþ,örgütüne güvenmeyen bir yönetim anlayýþýyla bu saldýrýyý bir kez daha püskürtmek oldukça zor görünüyordu. KESK ve Eðitim Sen bu güne gelinceye kadar 4688 sayýlý yasayla birlikte,yasaya uyma ve yetkili olup toplu görüþme masasýna oturma anlayýþý yüzünden gerektiði kadar sistem içine çekilmiþti.Yýllarca devlet güdümlü dediði sendika ve konfederasyonlarla "emek platformu" kurmuþ;yönetici ve üye profilindeki negatif dönüþümle tek baþýna etkili eylemler yapamayacak duruma gelmiþti. Bu tespitin doðruluðu kapatma davasý boyunca planlanmýþ tüm eylemlerde kendini gösterdi.Ýlk kapatma davasý sürecinde ülkenin her yanýný eylem alanýna çeviren, çatýþan,defalarca gözaltýlar yaþayan üyeler gitmiþ yerine (küçük bir azýnlýðý saymazsak) örgütünün geleceðine kayýtsýz kalan üyeler gelmiþti.Durum böyle olunca sistemin hukuk anlayýþýndan medet ummaktan baþka çýkar yol kalmamýþtý.Sistem hukuk açýsýndan bir ortaoyunu oynadý.Yerel mahkeme kapatma istemini reddetti;üst mahkeme yerel mahkeme kararýný bozdu.Bu iki kez tekrarlandý.Eðitim Sen merkez yönetim kurulu baþta olmak üzere,yüzlerce yönetici ve binlerce mücadeleden umudunu kesmiþ üye bir genel kurulda örgütün ve kendilerinin geleceðini, istenilen deðiþikliði yapmakta buldular.Devlet erki 1996'nýn rövanþýný da böylece almýþ oldu. Eðitim Sen'in birinci kapatma davasý eylemlerinin sonlandýðý günden bir gün sonra "uluslar arasý anadilde eðitim sempozyumu" yaptýðýný;

Üçüncü Demokratik Eðitim Kurultayý sonuçlarý nedeniyle özellikle "eðitim ve dil" komisyonu raporlarý yüzünden dönemin yöneticilerinin DGM'de yargýlandýklarýný ve beraat ettiklerini;AB süreci zorlamasýyla Kürtçe yayýnlara,kurslara kýsmen de olsa izin verildiði bir dönemde Eðitim Sen'in tüzüksel olarak "anadilde eðitim hakkýný" savunmaktan genel kurul iradesiyle vazgeçmesi düþtüðü/ düþürüldüðü hali gözler önüne sermiþtir.Eðitim Sen bu tüzük deðiþikliði ile pedagojik, bilimsel ve evrensel bir hakký eðitim ve kültür etkinlikleri için de yok saymýþtýr.Üstelik bunu kimlik mücadelesi veren,anadile iliþkin her daim talepleri olagelmiþ Kürt eðitim emekçilerinin de oluru ve ortaklýðýyla yapmýþtýr. 5.Demokratik Eðitim Kurultaylarý Eðitim Sen, TÖS'ün yaptýðý Devrimci Eðitim Kurultayý(Eylül 1968) ve TÖB DER'in yaptýðý Demokratik Eðitim Kurultayý'ndan(Þubat 1978) yine tam yirmi yýl sonra(Þubat 1998) yýlýnda Üçüncü Demokratik Eðitim Kurultayý'ný ve Aralýk 2004 tarihinde de Dördüncü Demokratik Eðitim Kurultayý'ný gerçekleþtirdi. Eðitim Sen,eðitim felsefesi, eðitim süreçlerinin planlanmasý,yürütülmesi,denetlenmesi, eðitim programlarýnýn niteliði,eðitimin finansmaný gibi konularda görüþlerini açýða çýkarabilmek için ilk çalýþma dönemi içinde gerçekleþtirmek üzere eðitim kurultayý düzenleme çalýþmalarýna baþladý. Merkez Yönetim Kurulunun 18.12.1995 tarihinde þubelere gönderdiði yazýyla komisyon oluþturma çalýþmalarýna baþladýðýný ve 1997 Þubat'ýnda Demokratik Eðitim Kurultayý adýyla kurultayý toplayacaðýný duyurdu.Ancak KESK'in kuruluþu sonrasý (KESK genel kurulu öncesi)sendikanýn KESK tüzüðü gereði genel kurul sürecine girmesi kurultay çalýþmalarýný aksattý. Demokratik Eðitim Kurultayý ancak bir yýl sonra toplanabildi. "Eðitim felsefesi,eðitim ve dil" komisyonlarýnda þiddetli tartýþmalar yaþansa da tüm komisyonlar kurultaya ortak raporlar sunma becerisini gösterdi. Kurultay sonuç bildirgesi oybirliði ile kabul edildi.Sonuç bildirgesinde istemler aþaðýdaki þekliyle yer aldý. "Devlet, eðitimi temel bir insan hakký olarak görmeli ve yurttaþlar arasýnda hiçbir ayrým gözetmeden, bu hakkýn kullanýlabilmesi için olanaklar yaratmalýdýr. Devlet,kapitalizmin yarattýðý ekonomik ve toplumsal eþitsizlikler nedeniyle ortaya çýkan ve

107


Kurtuluþ

kadýnlar,bazý etnik gruplar ve engelliler aleyhine oluþmuþ olan eðitim eþitsizliklerini yeniden üretmeden;pozitif eþitsizliðe olanak saðlayan;kaynak yaratmada merkeze,kullanýmýnda ise yerel birimlere ve önceliklere aðýrlýk veren bir finansman mekanizmasý kullanmalýdýr. Eðitim sistemi,katýlýmcý ve yerel birimlere öncelik veren,eðitim politikalarýnýn bilimsel bir temele oturtulduðu bir yönetsel yapýya kavuþturulmalýdýr.Bu amaçla,Eðitim ve Bilim Üst Kurulu ile il, ilçe ve okul düzeyinde eðitim kurullarý oluþturulmasý için giriþimde bulunmalýdýr. Özellikle olaðanüstü hal bölgesinde olmak üzere,genelde çocuklarýn evrensel hukuk ilkelerine bile aykýrý olan DGM'lerde yargýlanmasýna ve yargýlanan çocuklarýn yetiþkinlerle ayný cezaevlerinde bulundurulmasýna son verilmelidir. Ýnsan Haklarý Evrensel Bildirisi baþta olmak üzere özellikle Çocuk Haklarý Bildirisi maddelerine eksiksiz uyulmalý;bu konuda konulan çekinceler kaldýrýlmalýdýr. YÖK kaldýrýlmalý,üniversiteler özerk bir yapýya ve demokratik bir ortama kavuþturulmalýdýr. Baþta üniversite gençliði olmak üzere gençliðin örgütlenmesi önündeki engeller kaldýrýlmalý ve baskýlara son verilmelidir. Din dersleri zorunlu olmaktan çýkartýlmalýdýr. Anadolu liselerine giriþte seçme sýnavý uygulanmasý öðrencileri yeni bir sýnav baskýsý altýna itecek;dershanelere olan talebi artýrarak eðitimin ticarileþmesini körükleyecek bir geliþmedir.M.E.B. bu giriþimden vazgeçmelidir. Liselerde seçmeli ders olarak okutulan Demokrasi ve Ýnsan Haklarý Dersi'nin içeriði yeniden düzenlenerek zorunlu ders olarak okutulmalý ve bu dersi okutacak öðretmenlerin yetiþtirilmesine önem verilmelidir. Eðitim Bakanlýðý merkez örgütü yapýlanmasýnda yer alan Eðitim ve Bilim Kurulu'na baðlý olarak,Ders Kitaplarý ve Yayýn Ýnceleme Kurulu oluþturulmalý;Talim ve Terbiye Kurulu'nun iþlevine son verilmelidir. Tüm toplumun ve eðitim cinsiyetçilikten arýndýrýlmasý için karma,kesintisiz 11 yýllýk parasýz eðitime geçilmeli; örgün ve yaygýn eðitimdeki tüm cinsiyetçi uygulamalar ve tutumlar deðiþtirilerek eþitlikçi rol ve tutumlarýn benimsetilmesi için gerekli önlemler alýnmalý;kýz ve erkek öðrencilere meslek seçimi ve yönlendirmelerde eþit olanaklar tanýnmalýdýr. Sendikamýz tüm toplum kesimlerinin bilgi edinme ve bu bilgiyi eþitçe kullanma hakkýný

savunmaktadýr.Bunun hayata geçirilmesi için MEB ve üniversiteler baþta olmak üzere,iletiþim teknolojilerinden yararlanmak,elektronik açýk bilgi yerleþkelerinin oluþturulmasý ve bilgi yerleþkelerine insanlarýn kolayca eriþiminin saðlanmasý gerçekleþtirilmelidir.Bu amaçla, öncelikle eðitim emekçileri gerekli yazýlým ve donanýma kavuþturulmalý ve yeterli düzeyde meslek içi eðitimden geçirilmelidir. Öðretmen yetiþtirme, siyasal kaygýlarla dejenere edilmiþ,niteliði düþürülmüþ ve sýradanlaþtýrýlmýþtýr.Kurultayýmýz,öðretmenliði uzmanlýk ve formasyon gerektiren bir meslek olarak tanýmlamakta;bu anlamda hizmet öncesi öðretmen yetiþtirmede,mesleðin niteliðini artýrýcý önlemlerle beþ yýl süreli eðitim üniversitelerine geçiþi ve hizmet içi eðitimin sürekli yapýlmasýný önermektedir. Eðitimde tam öðrenme hedeflenmeli;öðrencilerin öðrenme eksikliklerini gidermek için gerekli önlemler alýnmalýdýr. Eðitim sistemi içindeki ikili denetim yapýsý "tek"e indirilmeli;eðitim denetmenliði özerkleþtirilmelidir. Eðitim programlarý hazýrlanýrken demokratikleþme ve evrenselleþme sürecindeki toplumun gereksinmeleri göz önünde bulundurularak ülkenin çok kültürlü yapýsý ve zenginliði programlara yansýtýlmalýdýr. Saðlýklý bir eðitim ortamýnýn yaratýlmasý için eðitimin önemli bileþenlerinden olan büro çalýþanlarý ve hizmetli,teknisyen ve diðer çalýþanlarýn sorunlarýnýn çözümü saðlanmalýdýr. 12 Eylülcüler tarafýndan hukuksuzca gasp edilen TÖB DER'in tüm mal varlýðý gerçek sahiplerine hemen verilmelidir. Kamu emekçilerinin "grevli-toplu sözleþmeli sendika hakký" önündeki engeller kaldýrýlmalýdýr." Kurultaya ön gelen süreçte birçok eksiklik yaþansa da Kurultay örgüte dinamizm katmýþtý.Sloganlarýn dýþýnda eðitim anlayýþý kazanmak ve çözüm önermek Eðitim Sen'den beklenilen bir þeydi.Üstelik yirmi yýllýk bir aradan sonra bunu baþarabilmek geçmiþin devamcýsý,mirasýn sahibi olma hakkýný da pekiþtirmiþti. Heyecan uzun sürmedi.Kurultay raporlarý kitaplaþtý ve raflarda yerini aldý ama mücadele programlarýna yansýmadý. Üçüncü Demokratik Eðitim Kurultayý entelektüel bir çalýþma olarak zihinlere yer etti. Altý yýl aradan sonra yapýlan Dördüncü Demokratik Eðitim Kurultayý danýþma çalýþmalarýnda ve takip eden günlerde geçmiþin deðer-

108


Kurtuluþ

lendirilmesi,eleþtirisi yapýldý. Önceki kurultayda atlanan ve/veya sonradan ihtiyaç hissedilen konu baþlýklarý etrafýnda sürecin örgütlenmesine -örgüt hazýr olmadýðý yolunda güçlü emareler varkenMYK tarafýndan karar verildi.Ön çalýþmalarý yetersiz,katýlýmý zayýf olarak gerçekleþtirilen Dördüncü DEK "eðitim hakký;çok dilli,çok kültürlü toplumlarda eðitim;eðitim ve bilim çalýþanlarý;eðitimde istihdam ve çalýþma koþullarý" konularýný tartýþmaya açýldý.Bu kurultayýn da raporlarý kitaplaþarak sessizce raflardaki yerini aldý. 6.Yasasýz Dönemin Genel Karakteri ve Kazanýmlarý Toplumsal geliþmeler tarihinde hiçbir mücadele, doðrusal bir çizgide seyretmemiþtir. Karþýtlýklar,güçler dengesi,iç sorunlar nedeniyle iniþ çýkýþlar yaþamýþtýr. Bu genel doðru, verilen mücadelenin her geldiði duraðý ve bunun nedenlerini olaðan saymanýn bir gerekçesi olamaz. Bunlara öngörüsüzlük, kritik zamanlarda doðru karalarý alabilme becerisinden yoksunluk ve önderlikte zaafiyet de eklenmelidir. Sýnýf mücadelesinin en önemli aracý sendikalardýr. Ancak toplumsal projeler nedeni ile sýnýfýn bütünlüklü çýkarlarýný savunan partiler, örgütler ; sendikalara göre daha kýsmi çýkarlar ekseninde örgütlenen odalar, dernekler de sýnýf mücadelesinin doðal olarak içindedirler. Geldiðimiz noktada kamu emekçileri mücadelesini ve Eðitim Sen'i deðerlendirirken, mücadelenin iniþ çýkýþlarýný ve nedenlerini saptarken gözden uzak tutulmamasý gereken noktalar vardýr. Bunlardan birincisi "Kamu emekçileri mücadelesinde yer alan unsurlarýn olumlu örnekleri yoktu. TÜRK ÝÞ 'in, HAK ÝÞ' in, DÝSK' in bulunduklarý durum, sýnýfla kurduklarý baðýn niteliði, hakim sendikal anlayýþlar birer kötü örnekti. DÝSK 'in tarihinden gelen farklýlýðý ise tarihe düþülen bir dipnot gibi kalmýþtý." Ýkincisi "Ülkede sýnýf mücadelesini yüreklendirecek, önünü açacak politik bir ortam yoktu. Devrimciler-sosyalistler ülkenin gündemine müdahale edebilecek örgütlülük düzeyinden, araçlarýndan yoksundu. Reel sosyalizmin ve bir bütün olarak sosyalist ideolojinin dünya ve ülke ölçeðinde etkisini yitirdiði, kapitalizmin karþýsýnda bir alternatif olma özelliðini fiili olarak kaybettiði; neo-liberal politikalarýn toplumu kuþattýðý bir dönemdi." Üçüncüsü "12 Eylül'ün aðýr tahribat koþullarý yanýnda sýcak savaþ koþullarý ve topluma þýrýnga

edilen þovenizm yaþamý derinden etkilemekteydi." Dördüncüsü "28 Þubat sürecinin andýçlý örgütü olan KESK'e ve Eðitim Sen'e yönelik gizli açýk saldýrýlar ve yakýn geçmiþte ve günümüzde Eðitim Sen'de pozisyon tutan Kemalist/Cumhuriyetçi/Þoven anlayýþlarýn yükselen gücü bir realitedir." Beþincisi "4688 sayýlý yasa sendikal haklarý tanýyan deðil sendikal haklarý kýsýtlayan bir yasadýr ve bu yasaya uyma gafleti gösterilmiþtir." Tüm bu olumsuzluklarýn tarihsel bir kronolojiyle veya bazen iç içe yaþandýðý dönemi mücadelenin niteliði;kazanýmlarý ve kayýplarý bakýmýndan yasadan önce ve yasadan sonra diye ikiye ayýrmak mümkündür. Yasa öncesi dönemin karakteri ve kazanýmlarý sözlü ve yazýlý birçok deðerlendirmeden yola çýkýlarak þöyle özetlenebilir: Mücadelenin karakterini " fiili ve meþru olma" anlayýþý belirlemiþtir. Ýþyerlerinden ziyade sokaklar mücadele zeminidir. 1993 ve 1994 yýllarýnda geniþ katýlýmlý iþ býrakmalarla iþ yerlerinden sokaða yönelim, üretimden gelen gücün sürece müdahalesi denenmiþtir. Sendikal mücadelenin önderi sosyalistler veya sosyalist kültürden etkilenmiþ kadrolardýr. Temel talep sendikalaþma hakkýnýn devlete kabul ettirilmesidir. Ekonomik - demokratik talepler sendikalaþma hakký talebini pekiþtiren ; sendikalaþmanýn gereðini potansiyel kitleye anlatan bir öneme sahiptir. 1995 Haziran'ýn da yapýlan Anayasa deðiþikliði ile kamu emekçilerinin sendika, konfederasyon kurabilecekleri; sendikalara üye olabilecekleri hükme baðlanmýþtýr. Bu sonuç grev - toplu sözleþme talebini içermese de baþarýdýr. Sendikalaþma hakký devlete kabul ettirilmiþtir. 1989' dan 25 Haziran 2001'e kadar süren 12 yýllýk süreci 4688 sayýlý Kamu Görevlileri Sendikalarý Yasasý sona erdirdi. 25 Haziran' dan sonraki dönem yeni bir dönemdir. Her yeni dönemin önceki dönemde ipuçlarý verdiði doðrusu bir kez daha gerçekleþiyordu. 21 - 26 Mayýs tarihleri arasýnda gerçekleþtirilen Ýstanbul - Ankara yürüyüþü ve barikatlarý aþarak girilen Ankara' da yapýlan Kýzýlay mitinginin sonuçsuz bitirilmesi; 7 Haziran' da Ankara'ya çaðrýlan temsili katýlým ve zevahiri kurtarmak için yenilen gaz bombalarý; bunu örgütsel direniþ olarak sunan yöneticilerinin durumu gelecek açýsýndan yeterli verileri sunuyordu. Güven Park' ta sonraki günlerde yapýlan tem-

109


Kurtuluþ

sili katýlýmlý " oturma eylemleri"ne 24 Haziran' da Ankara' da olunacaðý duyurusuyla son verildi.Binlerce üye yasaya ve yöneticilerine karþý direnmek istiyordu.Yöneticilerde direnme ruhu sarsýntý geçiriyordu.Adete yasa çýkmadan kabullenilmiþ gibiydi. 24 Haziran' da Ankara' da olunacaðý söylenmiþken 25 Haziran akþamý Ankara' ya gelinmesi yönündeki duyurular, yöneticilerin yasayý kabule hazýr olduðunu tamamen açýða çýkardý. 25 Haziran' da yasa Meclis' ten geçerken 300 kiþiye Meclis gösteren yöneticilerin gaz bombalarý içinde niyetlerini anlamak zor olmadý. Yasa Meclis' ten geçtikten sonra umudu Cumhurbaþkaný' na baðlamak, Resmi Gazete' de yayýnlanmasýyla da yasayý kazaným yasasý ilan etmek duyulan kaygýlarýn, yapýlan nitelemelerin subjektif olmadýðýný gösterdi. 25 Haziran' a kadar sahte olan sendika yasasýný, kazaným yasasý haline dönüþtüren anlayýþ, Eðitim Sen'in (ve tabi ki KESK'in) tüm dýþ etkenlere raðmen bu hale gelmesinin baþ sorumlusudur. 7.Yasalý Dönem 25 Haziran 2001'de çýkarýlan ve Eðitim Sen'in de uymaya çalýþtýðý yasanýn bazý olumsuzluklarýný ve acý sonuçlarýný þimdi bir kez daha görmek gerekiyor. Yasa üyelik hakkýný sýnýrlýyor: Askeri iþyerlerindeki sivil çalýþanlar ile Adalet Bakanlýðý' na baðlý iþyerlerinde çalýþanlarýn sendikalara üye olmasýný engelliyor. KESK üyesi Tüm Yargý Sen ve Asim Sen bu nedenle kapatýlmýþtýr. Özel sektörde ( dershane, saðlýk birimi vs. ) kamu hizmeti veren çalýþanlarýn sendika üyeliðini sona erdirmiþtir. Adaylýk süresi dolmayan bir kamu emekçisi üye olamamaktadýr. Yasa Anti - Demokratik iliþkileri meþrulaþtýrýyor: Kayyým getiriliyor, mali denetim sendika organlarýnýn dýþýnda devletin özel görevlilerine de açýlýyor. Yönetim ve denetim kurullarýnýn sayýsýný eksiltiyor; GYK'larý kaldýrýyor böylece katýlýmcýlýðý ve çoðulculuðu sýnýrlýyor. Yasa çalýþma saatleri içinde eylemi suç sayýyor: Sendikal taleplerin iþyerlerinde eyleme dönüþtürülmesi; sokak eylemlerine iþ saatleri içinde katýlým iþverenin / amirin iznine baðlanýyor. Ýþveren / amir izin vermiyorsa (ki böyle oluyor) cezalandýrma yasaya dayanýlarak yapýlýyor.. Yasa maddi rant saðlamayý teþvik ediyor: Profesyonellik özendiriliyor. Maaþ, yolluk, har-

cýrah, yevmiye çeþitliliði ile yönetimler gelir elde etme organlarýna dönüþtürülmek isteniyor. Yasa örgütlenmeyi zorlaþtýrýyor : Eski üyelikleri geçerli saymýyor. Çalýþma Bakanlýðý' ndan üyelik formu satýn alýnarak yeniden üyeliði zorunlu kýlýyor. Ýllerde 500 üyeyi bulmadan þube kurmayý engelliyor. Ýþyerlerinde en çok üyeye sahip olan sendikanýn iþyeri temsilcisi seçmesine izin verirken temsilci sayýsýný azaltýyor. Yasa Toplam Kalite Yönetimini (TKY) zorunlu kýlýyor: Sendikalarýn verimlilik çalýþmalarý, mesleki çalýþmalar yapmasýný ve bunlara bütçelerinden oransal pay ayýrmasýný isterken özelleþtirmenin bir boyutu olan TKY mantýðýný yerleþtiriyor. Devletin -iþverenin görevi olan çalýþmalarý ,sendikalara görev olarak tanýmlarken onlarý sistemin arzu ettiði sivil toplumculuða yöneltiyor. Mücadelenin temel taleplerini yok sayýyor: "Sendikasýz demokrasi, grevsiz - toplu sözleþmesiz sendika olmaz" veciz sözünün içeriðinde yatan grev ve toplu sözleþme yasayla baþka baharlara kalýrken yaptýrýmý, yasal bir hükmü olmayan " toplu görüþme " getiriliyor. Görüþmelerde bir anlaþma olsa bile mutabakat metninde yer alacak maddeler her mali yýl öncesi Meclis'te yasalaþmadan bir anlam kazanmýyor. Yasa devlet güdümlü sendikacýlýðý öne çýkarýyor: Türkiye Kamu Sen' in devlet güdümlü çizgisi yasanýn özünü oluþturuyor.Eðitim Sen(ve KESK'in) Türkiye Kamu Sen' in bulunduðu kulvarda yürümesi bu yasayla saðlanmýþtýr. 8.Sonuç Olanca olumsuz koþullarda baþlayan son dönem kamu emekçileri mücadelesi toplumsal muhalefetin tüm bileþenleri için umut ve cesaret kaynaðý olduðu dönemleri geride býrakmýþtýr. Eðitim Sen iç tartýþmalarý yoðun yaþadýðý zamanlarda bile kamu emekçilerinin haklarýný savunan, bu haklar için direnen, bedeller ödemeyi göze alan, kimliðinden taviz vermemeye özen gösterirken; son yýllarda mücadele ivmesi düþmüþ, kendi referanslarýna yabancýlaþmýþ ve reflekslerini yitirmiþtir.Yasaya,hukuka uyma çabalarý da Eðitim Sen'nin dört yýl yetkili sendika yapmaya yetmiþ ancak bu yýl yetki de kaybedilerek üye sayýsý bakýmýndan Türk Eðitim Sen'in altýna düþülmüþtür. Genel üye profili Eðitim Sen'den ve toplu görüþmelerden umudunu kesmiþtir. Ýþçi sendikalarýnýn yaþadýðý daha da ileri giderek söylemek gerekirse artýk sendikal hareketin krizi baðlamýnda ifade edilen tüm sorun-

110


Kurtuluþ

lar Eðitim Sen' e nüfuz etmiþtir. Bundan sonra Eðitim Sen'i bu tarihsel çizgide deðerlendirmeli ve sorun bu bütünlükte ele alýnmalýdýr. KESK ve sendikal hareketin bütünü üzerinden yapýlacak tartýþýlmalar ýþýðýnda Eðitim Sen masaya yatýrýlmalý ve yeniden yapýlandýrma çabasýna girilmelidir. Son günlerde toplu görüþme sürecinde verilen düþünsel tepkiler,program kurultayý gelecek dönem için olumlu bir baþlangýç yapmanýn vesilesi olabilir.

Eðitim Sen'in (ve KESK' in) yapýsýný belirleyen anlayýþlarla, onlarýn döneme uyumlu politikalarýyla da mücadele edilmeden Eðitim Sen'in (ve KESK'in) özüne dönmesi de olanaksýzdýr.Bu da asla unutulmamalýdýr. Sendikalar nihayetinde iþçi ve emekçilerin mücadele araçlarý olduklarý kadar, ayný zamanda içinde sýnýf mücadelesi verilen araçlardýr. Ve iþçi sýnýfýnýn ihtiyacýndan daha büyük ve daha önemli yasa yoktur!

* * *

Yararlanýlan Kaynaklar Eðitim Sen 1.Olaðan Genel Kurul Kararlarý (özet metin) Eðitim Sen 1.Olaðan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi Eðitim Sen MYK yazýsý(18.12.1995 tarih ve95/370 sayýlý) Üçüncü DEK sonuç bildirgesi(06.02.1998 tarihli) 4688 sayýlý kamu görevlileri sendikalarý yasasý. Üçüncü-dördüncü DEK kitaplarý Eðitim Sen MYK yazýsý(23.12.1995 tarih ve 95/376 sayýlý)

111


Kurtuluþ kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap...kitap Benim ilkokul öðrenciliðim sýrasýnda geçerli olan bu "hal ve gidiþ" durumunu sosyalist hareketin gidiþatýna uyarlamak istedim. Yani, devrimci faaliyeti "hal ve gidiþ" notu olan bir okula benzeterek deðerlendirmeye çalýþtým. Bu nedenle kitabýn adýný "hal ve gidiþ" koydum. Sosyalist hareketin "hal ve gidiþ" üzerine söylenecek çok þey var. Öncelikle gidiþatýn iyi olmadýðýný söyleyebiliriz. Zaten bu konuda kimse aksini iddia etmiyor. Bu konuda zaman zaman durum saptamalarý yapýlýyor. Sözgelimi, sosyalist hareketin uzun yýllardan beri bölünmüþ ve parçalanmýþ konumda olduðu, yapýlan hatalardan ve acý deneylerden ders çýkartýlmadýðý, ortak bir hedefe yönelmiþ olmalarýna karþýn sosyalist kiþi ve gruplarýn birbirine karþý acýmasýz davrandýðý, birlik ve mücadele süreçleri yerine katý rekabetçi tutumlarýn sürdürüldüðü vb. birçok konuda birbirine benzer þeyler söylüyoruz. Ancak devrimci ve demokratik güçleri bir kulvara yýðarak devrim ve sosyalizm mücadelesinin bir atýlým yapmasýný baþaramýyoruz. Bu halimiz düþmanýn "böl, parçala ve yönet" taktiklerini kolaylaþtýrýyor. Oysa Che Guevera'nýn dediði gibi, "Üzerinde anlaþmamýz gereken þey, ortak bir düþmanýmýz olup olmadýðý, ortak bir hedef için uðraþýp uðraþmayacaðýmýzdýr". Bu soruya topluca yanýt aramamýz bugünkü "hal ve gidiþimizi" deðiþtirebilir.

Her tepki bir etkilenimden doðar. Ýþte PKK Kürt halkýnýn yok oluþa karþý gösterdiði bir reaksiyondur. Sorunlarýn sonucudur, nedeni deðil. Bugünkü tarihi, geçmiþin siyaseti yazmýþtýr. Bugün yürütülen siyaset de geleceðin tarihini yazacaktýr. Ayný yasaklý mantýk, kimliksiz dayatýlýrsa yarýn baþka PKK'ler doðar. Sorun bugünkü PKK'nin yaklaþýmý veya varolmasý deðildir.

112


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.