Kurtuluş Dergi Say-10

Page 1

yeni te or

ik-pol iti

k sosy alist de rgi

Kurtuluþ Bütün Ülkelerin Ýþçileri ve Ezilen Halklarý Birleþin!

Sayý: 10 Temmuz-Aðustos 2007

Erginbay Yayýncýlýk Yeni Kurtuluþ Teorik - Politik Sosyalist Dergi (Yerel Süreli Yayýn) Fiyatý: 5 YTL Erginbay Yayýncýlýk Adýna Sahibi: Hüseyin Bektaþ Sorumlu Yazýiþleri Müdürü: H.Cengiz Gültekin Yönetim Yeri: Þehit Muhtar Mah. Yoðurtçu Faik Sk. No: 14/12 Beyoðlu/Ýstanbul www.kurtulushareketi.org / e-posta: dergi@kurtulushareketi.org & kurtulusdergisi@mynet.com Havaleler için: Halil Cengiz Gültekin adýna PTT 5155325 nolu posta çeki hesabý Basýldýðý Yer: Gün Matbaacýlýk (0212-580 63 80)


Kurtuluþ’tan Merhaba! Kurtuluþ dergisinin 10. sayýsý ellerinizde. Bu sayýnýn dosya konusu “azýnlýklar”. Dosya konumuz ile ilgili dergimizde altý yazý bulunuyor. Bu yazýlarýn dýþýnda güncel politik ve örgütsel görevlerimizle ilgili perspektif sunan yazýlar da dergimizde mevcut. Dergimizin, içinden geçtiðimiz zorlu sürece yanýt olabilmesi umuduyla. Ýyi çalýþmalar. Gelecek sayýda buluþmak üzere...

Ýçindekiler DKurtuluþ Parti Kamuoyuna Açýklama................................................

08

DKurtuluþ ... Politik Görev Ne Olmalý?................................................. 10 DKurtuluþ Kadýn Kurtuluþ Hareketi.....................................................

15

DM.Kemal Kaçaroðlu ... Tarihimizden Bir Kesit.................................

19

DM. Sayýn ...Yarýn Deðil Bugün............................................................

39

DProf. C.Güleç ... Biz ve Ötekiler.........................................................

55

DS.Özbudun-T.Demirer Türk(iye) Azýnlýk(lar)ý veya “Mesela”!..........

62

DÞ.Ýba ... Türkiye’nin Ulusal Azýnlýk Sorunu.......................................

81

DT.Bozkurt ... Poþalar............................................................................

94

DÇ.C.Suvari ... Kültürel Kimliklerimiz ve Çok Kültürlülüðümüz.......

102

DXWE M.Ayçiçek Türkiye’de Etnik Sorun...........................................

108

DÝ.Cüre ... Görevlerimiz Üzerine...........................................................

121

DG.W.Domhoff Devlet Üzerine Alternatif Teorik Görüþler.................

126

DM.Sayýn Bu Gemide Hala Hepimize Yer Var...................................... 139


Filistin'de Ne Oluyor? Yakýn tarihte Arafat'ýn "çocuk generalleri"nin intifada hareketi ile belleklere kazýnan Filistin direniþi, þimdi yerini Filistin'in parçalanmasý sürecine býrakmýþ bulunuyor. Filistin, yalnýzca "çocuk generallerin" intifadalarýyla tanýnmadý. Ayný zamanda kendisini canlý bomba yapan 64 yaþýndaki Fatma Ömer Nacar ninenin, Ýsrail siyonizmine karþý Cebaliye kampýnda Ýsrail askerleri içinde kendisini havaya uçurmasýyla da tanýndý! Bugün Filistin bölünüyor! El Fetih'le Hamas kapýþmasý Filistin'i ikiye bölüyor. Filistin devlet baþkaný Abbas, Batý Þeria'da El Fetih hükümeti oluþturdu. Hamas'da Gazze'de… Filistin için emperyalist güçlerin 90 yýl önce düþündükleri 2007'de hayata geçiyor. O tarihte Filistin'i bölmeye gücü yetmeyen emperyalizm, bugün BOP projesi kapsamýnda Filistin'i bölüyor. Filistin'liler þimdi birbirlerini bombalýyorlar. Birbirlerinin cesetlerini sokaklarda sürüklüyorlar. Þaron Gazze'den çekilirken, Batý Þeria ile Gazze arasýnda tampon bölge oluþturacaðýný düþünenler vardý! O günden bu yana sürdürülen Ýsrail politikalarý, Þaron'un planlarýný gerçekliðe dönüþtürme olanaðý yarattý. Þimdi Filistin'liler, on yýllardýr mücadele ettikleri Ýsrail iþgalini unutarak kendi içlerinde iktidar mücadelesine girdiler. Artýk Filistin'de Oslo dönemi bitti. Ýsrail ve ABD, Hamas'a karþý El Fetih'e oynuyor. Batý, Filistin'lilerin "Ýsrail'in var olma hakkýný" tanýmasýný istiyor. Filistin'deki bölünmeden memnun olan Ýsrail ve ABD, Abbas'ý kendi "barýþ"larýna ikna etmeye çalýþýyor. Filistin sorununun özü, emperyalizm ve siyonizmdir. Filistin sorunu denen þey bir ulusal kurtuluþ savaþýdýr. El Fetih ve Hamas aralarýnda anlaþarak, bir ulusal birlik hükümeti kurabilirlerdi. Ne var ki her iki örgütte Ýsrail iþgaline karþý ulusal direniþ ruhunu güçlendirecek olan böyle bir hükümet oluþumunun gerçekleþmesi yönünde gerekli esnekliði gösteremedi. Bürokratikleþen El Fetih, artýk direnme yerine uzlaþma politikalarýna yöneldi. Dr. Faysal Darraj, ABD çözümüne meyil eden Abbas'ýn El Fetihi hakkýnda þöyle der: "Baþlangýçtan beri El Fetih, geleneksel aydýnlarýn mantýðýyla yönetilmiþti. Hareket büyüdükçe statü olarak bu aydýnlarýn felsefesi, dar ve kapalý bir bürokrasi çevresi oluþturarak maddi bir boyut

panorama

3


Kurtuluþ kazandý. Sonra bu siyasi seçkinler grubu reddettikleri halk denetimi için eriþilmez hale gelen ayrýcalýklý bir bürokrasiye dönüþtü. Bu bürokratik seçkinler grubu, popülist ideolojiyi ihtiyaca göre, ya kendilerini halktan ayýran ya da halkla birleþtiren bir maske olarak takýndý." Filistin bölünüyor! Bu bölünme en çok ABD emperyalizminin ve Ýsrail siyonizminin iþine geliyor. Acýlarla dolu Filistin tarihi, bir halkýn var oluþu yönünden en acý dönemini yaþýyor! Ama Filistin'lilerin kaderini, emperyalist ve Siyonist politikalara kurban etmeyecek olan ve "Filistin'de devrim sürüyor" diyen Corc Habbaþ gibi Filistin'lilerde var! Filistin için Umut, bu seslerin çoðalmasýndadýr.

mayan hiçbir örgütün "Sivil Toplum Örgütü" olmasý mümkün deðildir. Ne yazýk ki bu ülkede muhalif olanýn elindeki her kavram gibi bu kavram da egemenler tarafýndan maniple edilerek kirletilmiþtir. Bu mitinglerde, emperyalizme karþý sloganlarda sýkça atýldý. Bundan dolayý sosyalist hareket içinde bile bu mitingler, bu yönüyle pozitif olarak ele alýndý. Kimi sosyalist çevreler bu nedenle bu mitingleri olumladý. Kimileri ise bu mitinglere katýlarak, "anti emperyalist bir yönelime güç kattýðýný" iddia etti. Bu mitinglerde antiemperyalist sloganlar atýldý, ama hiç kimse Türkiye NATO'dan çýksýn demedi. Acaba ulusalcýlar neden NATO'yu sorun olarak görmüyorlar? Laikliði korumaya çaðýrdýklarý Türk ordusu, NATO ordusu deðil mi? 12 Eylül darbesini kim yaptý? Okullarda din dersini zorunlu hale getiren kimdi? Kendi sermayesini, bu ne menem bir þeyse, kendi ordusunu savunan, kapitalizme karþý olmayan birisinin emperyalizme karþý olmasý mümkün müdür? Sermayenin vatanýnýn olmadýðý bir dünyada, üstelik günümüz dünyasýnda uluslar arasý sermayeden baðýmsýz ulusal bir kapitalizm olabilir mi? Milliyetçi, ulusalcý argümanlarla içi doldurulan bir anti emperyalizm, statüko savunuculuðu deðil midir? Ulusun çýkarlarý nedir? Günümüz dünyasýnda bu çýkarlar, ne menem bir ulus çýkarlarýdýr? Ýþçi sýnýfýnýn ve ezilenlerin çýkarlarý perspektifiyle hareket etmesi gerekenlerin, gerçek antiemperyalist mücadele eksenini, milliyetçilik bulamacýna batýrmalarý bu mücadelenin içini boþaltmak anlamýna gelmiyor mu? Bu günkü ülke koþullarýnda "Cumhuriyet mitingleri" darbe destekçiliði olmuyor mu? Antiemperyalist söylemle ters yüz edilen bu gerçeklik, iþçi sýnýfýna ve ezilenlere yapýlan kötülükten baþka ne anlama gelir? Anlaþýlan o ki, yeni durum ve koþullara göre, gerçek üniformalýlardan gelen iþaretlerle benzeri mitingler devam ettirilecektir. Gerçi Genel Kurmayýn 8 Haziran gecesi yaptýðý açýklamayla "teröre karþý kitlesel refleks gösterilmesi" istemi pek raðbet görmedi. Ancak burasý Türkiye! Toplumsal yarýlma gün be gün artýyor. Darbe süreci devam ediyor. Bu süreci devam ettirmek isteyenler, kendi arkalarýna dizecekleri kitleyi yaratmak için her türlü maniplasyona baþvuracaklardýr.

Cumhuriyet Mitingleri Ýlki Ankara Tandoðan'da baþlayan, ikincisi Ýstanbul Çaðlayan Meydanýnda yapýlan ve sonra Türkiye'nin birçok ilinde yaygýnlaþtýrýlan "Cumhuriyet mitingleri", hem yarattýðý siyasal etki, hemde bileþimi ve sosyal niteliði itibari ile her kesimde tartýþma konusu oldu. Bu mitinglere faþist ve milliyetçi kesimlerden katýlan olsa da, katýlýmýn esas aðýrlýðýný ulusalcýlar oluþturdu. "Cumhuriyet mitingleri"nde en çok atýlan slogan "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganýydý. Bu mitinglere katýlanlarýn gerçek anlamda laiklik talepleri olsaydý sloganlarý, "Devlet dinden elini çek!" olurdu. Laiklik eðer vicdan özgürlüðü ve politika alanýyla din alanýnýn birbirinden ayrýlmasýysa, Türkiye'de durumun hiç de böyle olmadýðý açýktýr. Din, Türkiye'de politik alanýn dýþýnda deðildir. Bu yapýya itiraz etmeyenlerin gerçek bir laikliði savunduklarý söylenebilir mi? Diyanet iþleri baþkanlýðý, daha doðru bir tabirle din iþleri bakanlýðý diye bir kuruma sahip olan bir devlettir Türkiye Cumhuriyeti devleti. "Ýrtica tehlikesi" yüzyýldýr bu ülkenin egemenleri tarafýndan korku üretmek için kullanýlan bir saplantýdýr. Ýktidardakilerin asýl korumak istedikleri ne laikliktir ne de cumhuriyetin temel ilkeleri. Asýl korumak istedikleri ayrýcalýklarý ve statükodur. Özgürlük ve demokrasi düþmanlarýnýn gerçek anlamda laiklik diye bir sorunlarý olamaz. "Cumhuriyet mitingleri" güya "Sivil Toplum Örgütleri" tarafýndan düzenlenmektedir. Kimi emekli subay dernekleri ve resmi ideolojinin hizmetindeki kimi kurumlar tarafýndan örgütlenen bu mitingler, sivil olmaktan çok bu yönüyle resmi bir hüviyet kazanmaktadýr. Bir örgüt ya da kurumun sivil toplum örgütü olabilmesinin ilk kriteri, o örgütün, devletten ve onun resmi ideolojisinden baðýmsýz olmasýdýr. Devlete ve egemenlere karþý, toplumun belirli kesimlerinin çýkarlarýný savun-

27 Nisan Muhtýrasý 27 Nisan 2007 tarihinde gece yarýsý, Genel Kurmayýn Internet sitesinde, Genel Kurmay baþkanlýðý tarafýndan gönderilen bir açýklama yer aldý. Bu açýklama, darbe süreci olarak tarif edilen yeni bir sürece girildiðinin ilaný anlamýna geliyor4


Kurtuluþ du. Bu yönüyle darbe sürecini baþlatan bir muhtýra olarak deðerlendirildi. Bu muhtýra da: "Cumhurbaþkanlýðý seçiminde öne çýkan sorunun, laikliðin tartýþýlmasý konusuna odaklanmýþ olduðu" belirtilerek, "bu durum Türk Silahlý Kuvvetleri tarafýndan endiþe ile izlenmektedir. Unutulmamalýdýr ki, Türk Silahlý Kuvvetleri bu tartýþmalara taraftýr ve laikliðin kesin savunucusudur… Gerektiðinde tavrýný ve davranýþlarýný açýk ve net þekilde ortaya koyacaktýr. Bundan kimsenin þüphesi olmamasý gerekir" denilmektedir. Baþlatýlan sürece dair, ordunun nasýl bir tutum içinde olacaðýný açýk olarak ilan eden yukarýdaki cümlelerden sonra, bu muhtýraya neden olan geliþmeler sýralanarak, bu geliþmelerin "devlete meydan okuma olduðu" söylenmektedir. TBMM'de, Cumhurbaþkanlýðý oylamasý yapýldýðý bir süreçte, Genel Kurmayýn bu muhtýrasý, Cumhurbaþkanlýðý seçimi dolayýmýyla yaþanan bir krizin boyutuna iþaret etmektedir. Bu muhtýrayla birlikte kriz derinleþerek bir sistem krizine dönüþmüþtür. 27 Nisan sonrasý süreç, askeri vesayetin daha da pekiþtiði ve darbe süreci koþullarýnýn yaþanmaya baþladýðý bir süreç olmuþtur. 27 Nisan muhtýrasýnda, "Ne mutlu Türküm diyene anlayýþýna karþý çýkan herkes Türkiye Cumhuriyetinin düþmanýdýr ve öyle kalacaktýr" denilerek, savaþ konseptli bir sürecin temel argümanlarýndan olan düþman kavramý, ýrkçý bir vurguyla, "Türküm ve mutluyum" demeyen herkesi kapsayacak bir geniþliðe kavuþturulmuþtur. Kýsacasý, 27 Nisan öncesi Türkiye ile 27 Nisan sonrasý Türkiye ayný deðildir.

olduðunu ortaya çýkardý. Zaten bu ülkeyi az çok bilen herkes, 27 Nisan muhtýrasýndan sonra, Anayasa Mahkemesinin baþka bir karar veremeyeceðini tahmin ediyordu. Ýþin ilginç yaný bu karara en küçük bir tepki göstermeyenler, kararýn, 27 Nisan muhtýrasýyla baþlayan süreci yumuþatma da etken olabileceði yönünde bir davranýþ sergilediler. AKP hükümetinde de görülen bu davranýþ, militarist vesayete ve darbe sürecine karþý bir mücadele iradesinin olmadýðýnýn göstergesidir. Siyasetten medyaya, eðitimden yargýya kadar geniþ bir yelpazeyi kapsayan askeri vesayet rejiminin gölgesinde alýnan Anayasa Mahkemesi kararý, ayný zamanda hukukun ihlali anlamýna gelen bir karardýr. Bu ülkede yargý baðýmsýzlýðý laf-ý güzaftýr! Tersine, yargý ideolojikleþmiþ ve askerileþmiþtir. 27 Nisan muhtýrasýný yayýnlayan generalleri görevden alma iradesini gösteremeyen AKP hükümeti, TBMM'de yaptýðý yasal giriþimlerle, militer güçlere karþý dolayýmlý bir "savaþa" girdi. Cumhurbaþkanýnýn 5 yýlda bir halk tarafýndan seçilmesinin içeren bu yasal deðiþiklikler, önce mevcut Cumhurbaþkaný tarafýndan veto edildi. Cumhurbaþkanýnýn veto gerekçelerinden birisi oldukça ilginçti! Parlamentoda yapýlan deðiþiklik paketine eklenen, Kürtlerin parlamentoya girmesini önleme ya da grup kuracak bir temsiliyet sayýsýna ulaþmasýný engelleme giriþimi olarak adlandýrýlan, baðýmsýz adaylarýn birleþik oy pusulasýna eklenmesi yönündeki yasa deðiþikliðini, meclisin iradesi olarak görüp anýnda onaylayan Cumhurbaþkaný, diðer maddeleri veto ederken, "Cumhurbaþkanýnýn seçememiþ bir meclis fesih olmuþ kabul edilir" diyebilmiþtir. Bu davranýþýyla, bir hukukçu olarak hukuka ne kadar baðlý olduðunu da göstermiþtir! Cumhurbaþkanýnýn ve CHP'nin, TBMM'den çýkan bu deðiþiklik paketine yönelik olarak, Anayasa Mahkemesine yaptýðý itiraz ise, 6'ya 5 çoðunlukla, Anayasa Mahkemesi tarafýndan reddedilmiþtir. Þimdi durum daha da karýþýk bir hale gelmiþtir. Mecliste yapýlan bu deðiþiklik paketi Ekim ayýnda referanduma sunulacaktýr. 11. Cumhurbaþkanýný referandumdan sonra halk mý seçecek, yoksa 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluþacak parlamentomu, belirsiz durumdadýr. Cumhurbaþkanýnýn 12 Eylül hukukuyla oluþturulan yetkileri devam ettikçe, Cumhurbaþkaný ister parlamentoda seçilsin, ister halk tarafýndan seçilsin, yeni kriz nedeni olmaya devam edecektir.

Anayasa Mahkemesi Kararlarý Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaþkanlýðý seçiminin ilk turunda, 367 milletvekilinin TBMM salonunda bulunmamasýný gerekçe göstererek CHP'nin yaptýðý iptal baþvurusunu, 01.05. 2007 tarihinde görüþerek karara baðladý. Bu karar, Türkiye'de hukukun gücünün deðil gücün hukukunun geçerli olduðunu bir kez daha gösterdi. Anayasa Mahkemesi, "Cumhurbaþkanlýðý seçiminin ilk tur oylamasýnýn geçersizliðine hükmederek" Cumhurbaþkanýnýn seçilebilmesi için, ilk tur oylamada TBMM salonunda 367 milletvekilinin bulunmasýný þart koþtu. 8. 9. ve 10. Cumhurbaþkanlarýnýn seçiminde böyle bir þart aranmazken ve bütün bu Cumhurbaþkanlarý, 367 sayýsýn altýnda bir sayýyla Cumhurbaþkaný olmuþlarken, A. Gül'ün Cumhurbaþkanlýðý için 367 sayýsýnýn þart haline getirilmesi, "hukukun üstünlüðü" söyleminin boþ bir kabuktan ibaret

Bir Numara Emekli General Hasan Kundakçý 5


Kurtuluþ Ümraniye'de emekli bir subayýn evinde bulunan 27 bomba nedeniyle sürdürülen operasyonlar sonucu, devletle baðlantýlý ve içinde çok sayýda emekli subay ve astsubayýn bulunduðu bir çete organizasyonuyla karþý karþýya olduðumuz ortaya çýktý. Tutuklananlar arasýnda, Danýþtay saldýrýsýyla adý duyulan emekli Yüzbaþý Muzaffer Tekin'de vardý. Emekli Jandarma generali Veli Küçük'ün ise elinin olmadýðý bir Gizli Savaþ örgütü neredeyse yok gibi. Bu operasyonda elde edilen bilgiler üzerinden ulaþýlan emekli bir binbaþýnýn evi ise, basýna yansýdýðý kadarýyla neredeyse bir cephaneliði andýrýyordu! Bu geliþmelerin ardýndan, "yakalanan bombalarýn Hastal Kýþlasýnýn çöplüðünden alýndýðý" yönündeki uyduruk gazete haberleri yanýnda, "ordudan emekli olan askerlerin bu bombalarý balýk avlamak için yanlarýnda bulundurduklarýný" ileri sürerek, herkesi enayi yerine koyan gazetecilerde oldu. Hükümetin, militer güçlerle yaþadýðý çeliþkide denge saðlamak için baþlattýðý bu hamle, bütün ipuçlarýný Vatansever Kuvvetler Güç Birliði Derneðine çýkardý. Bu dernek yöneticilerine yönelik olarak operasyon yaygýnlaþtýrýldý. Basýna yansýdýðý kadarýyla, bu "Vatanseverlerin!" yaptýklarý icraatlarla ne menem bir Vatansever olduklarý da ortaya çýktý! Her türlü kirli iþi yapan bu devlet baðlantýlý çete, mukaddes amaçlarý için her þeyi mubah görüyordu. Bu ulusalcý çete örgütlenmesinin devletle olan baðlantýlarýnýn deþifre olmasýný önlemek için gereken titizlik gösterildi. Mahkemeler, yayýn yasaðý getirdi. Askeri savcý harekete geçti. , Vatansever Kuvvetler Güç Birliði içinde bir numara olarak adlandýrýlan birisinin, herkesin baþý olduðu polis kayýtlarýna geçti. Telefonlarda konuþulurken ismi zikredilmeyen ve herkesin "bir numara" olarak görüp saygý duyduðu bu malum þahsýn kim olduðu epeyce merak konusu oldu. Önce emekli bir general olduðundan söz edildi. Sonra tahmini olarak isminin baþ harfleri yazýlmaya baþlandý. En sonunda bomba patladý! Vatansever Kuvvetler Güç Birliði baþkanýnýn itiraflarýyla, bir numaranýn emekli paþa Hasan Kundakçý olduðu ortaya çýktý. SDP, "Gizli Savaþ Örgütlerinin beyni Ankara'dadýr" derken, üzerine yürünmesi gereken sinir merkezinin adresini göstermiþti. Ne var ki, Þemdinli'de teslimiyet bayraðýný çeken hükümet, bu sinir merkezine yönelme cesareti gösteremedi. Her sýkýþtýðýnda beyne yönelme yerine ayrýk otlarýyla uðraþmaya devam ediyor.

ABD'nin Irak'ý iþgaliyle baþlayan ve önce BOP (Büyük Ortadoðu Projesi),sonra Geniþletilmiþ Ortadoðu ve Kuzey Afrika Projesi ile devam eden süreç, kapitalist barbarlýðýn emperyalist politikalarla sürdürüldüðü bir vahþet süreci oldu. Bu vahþet politikalarýnýn sürdürülebilmesinin yolu, bölgede kargaþa ortamýný sürekli kýlmaktan geçiyordu. ABD emperyalizminin baþýný çektiði Ortadoðu'daki bu kanlý politik sürecin bölgesel ortaklarý, Ýsrail ve Türkiye'dir. Türkiye oligarþisi, ABD'nin bölge politikalarýnda rol üslenmek için, Ortadoðu da yeni maceralara atýlmaya çok heveslidir. Ancak Irak'ýn iþgali sürecinde Türkiye ile ABD arasýnda çýkan pürüzler ve Kürt sorunu üzerinden yaþanan çeliþkiler aþýlamadýðý için Türkiye, bu hevesini bütünüyle gerçekleþtirme olanaðý bulamadý. Bugün, ABD ile yapýlan pazarlýklar sonucu ortaya çýkan geliþmeler, oligarþinin Ortadoðu da kanlý bir maceraya doðru hýzla ilerlediðini gösteriyor. Tam bir askeri vesayet altýnda olan Türkiye'de ki sistem, Ortadoðu'da güç merkezi olma stratejik hedefine baðlý olarak, gün be gün daha da militarist bir karakter kazandý. Sistem, militaristleþtikçe þövenistleþti. Savaþ hedefiyle ve içindeki farklýlýklarý yok etme anlayýþýyla saðlanan þövenistleþme giderek faþizan bir kitle hareketini oluþturma sürecine doðru evirildi. Bu sürecin doðal bir sonucu olarak, ordu yönetim kademesi savaþ konseptine göre dizayn edildi. Siyaset ve toplum üzerinde askeri vesayet daha da belirgin hale geldi Militarist amaçlar için, resmiyetin bölücülük ve þeriat tabularý devreye sokuldu. Cephe gerisinde psikolojik savaþ propagandasýyla, bu hedef için bir kitlesel meþruiyet zemini saðlandý. Cumhurbaþkanlýðý seçimi üzerinden ortaya çýkan siyasal kriz, 27 Nisan muhtýrasýyla birlikte bir sistem krizine dönüþtü. 22 Temmuz seçimleri, bu krize çözüm olmaktan çok, çözümsüzlüðü daha da artýracak gibi görünüyor. Darbe süreci, kendi mantýðý için de kendi araçlarý ve yöntemleriyle iþlemeye devam ediyor. Bu süreçte, artan ve yaygýnlaþan operasyonlarla kýrlarda savaþ týrmandýrýlýyor. Her gün genç bedenlerin cenazeleri ile yeni bir ocak sönüyor. Savaþ týrmandýkça militarist güçler, kin ve nefret duygularýný körükleyerek hedeflerine doðru hýzla yol alýyor. Artýk sýnýr ötesi bir harekâttan söz edilmiyor. Sýnýr ötesinde bir savaþtan söz ediliyor! Hedefin, "sadece PKK olmadýðý" Genelkurmay Baþkaný tarafýndan ilan edilmiþ bulunuluyor. Sýnýra durmadan asker ve silah sevkýyatý yapýlýyor. Böyle bir süreçte, nizami savaþ araçlarýyla yetinilmeye-

Seçim Süreci ve Olasý Geliþmeler 6


Kurtuluþ ceði, gayri nizami savaþ araçlarý ve yöntemlerinin de devreye sokulacaðý açýktýr. 27 Nisan muhtýrasýndan sonra, yine Genel Kurmay tarafýndan 8 Haziran gecesi, Internet aracýlýðýyla bir "duyuru" daha yapýldý. Bu kez, "týrmanan terör" gerekçesi ile "halkýn teröre karþý koyma reflekslerini göstermesi" istendi. Bu ifade tarzýnýn açýk karþýlýðý: þovenizmin kýþkýrtýlarak, histeri halinde sokaklara dökülmesidir. Þövenist güruhlarýn sokaklara çýkarýlmasýnýn bir adým ötesi, linç giriþimleri ve giderek halklarýn boðazlaþmasýdýr. Askeri araçlarla amaçlarýna ulaþamayan egemenlerin her zaman ve her yerde baþvurduklarý yöntem, þövenist kýþkýrtmayla halklarý birbirine boðazlatmak olmuþtur. 27 Nisan muhtýrasýyla derinleþen siyasal kriz ve bu kriz süreci içinde olaðan üstü boyutta arttýrýlan operasyonlar, bölgede güç merkezi olma stratejik hedefine baðlý olarak geliþmektedir. Bu sürecin baþka bir özelliði de, yeni bir Kürt katliamý yönünde týrmanan savaþýn, seçim süreciyle doðrudan baðlantýlý olmasýdýr. O nedenle, bu militarist kararlýlýðý gören liberaller bile, seçimlerin yapýlýp yapýlamayacaðý üzerine kaygý ve kuþkularýný dilendirmeye baþlamýþlardýr. Böyle bir olasýlýðý güçlendirmek, bu baþarýlamadýðý taktirde Kürtleri parlamentoya sokmamak, ya da parlamentodaki temsilci sayýsýný azaltmak için, her türlü provokasyon yapýlmaktadýr. Ankara, Ulus'taki korkunç katliam bu amaçla gerçekleþtirilmiþ bir provokasyondur. 27 nisan muhtýrasý ile birlikte bu türden provokasyon zemini daha da artmýþtýr. Ulus'taki katliam sonrasý Genelkurmay Baþkaný'nýn, "metropollerde bundan sonra da bu gibi eylemler olacak" mealindeki sözleri ve ABD de ki neocon düþünce kuruluþu HUDSON enstitüsünün Türkiye'den generallerinde içinde yer aldýðý bir toplantýsýnda üretilen senaryolar, bu sürecin nasýl iþletileceðine dair iþaretler taþýmaktadýr. Seçim süreci içinde bir sýnýr ötesi harekâtýnýn gerçekleþmesi demek, seçimlerin iptali demektir. Bu durumu herkes görmektedir. Kaldý ki, Genelkurmay Baþkaný, "sorunun salt KANDÝL sorunu olmadýðý"nýn altýný çizerek, Güney Kürtlerini de içeren daha kapsamlý bir hedefe iþaret etmiþtir. Bu iþaret, askeri harekât boyutunu aþan, sýnýr ötesinde kapsamlý bir savaþ macerasýna yelken açmanýn iþaretidir. Ancak, son günlerde kýsmi bir sýnýr ötesi harekât için Hükümetle Genelkurmayýn anlaþtýklarýna dair iþaretlerde ortaya çýkmaya baþladý. Seçimlerin iptalini getirmeyecek,15-20 kilometrelik bir alanda tampon bölge oluþturma hedefli böyle bir harekât, seçim sürecinde AKP'nin iþine de gelebilir. Bu

geliþmeler hükümetin bir tahterevalli üzerinde oturduðunu göstermektedir. Her yönden sýkýþan hükümetin topladýðý terörle mücadele zirvesinden, " ülkenin en önemli sorununun güvenlik sorunu olduðu" konseptiyle çýkýlmýþtýr. Güvenlik konsepti, kaçýnýlmaz olarak iç ve dýþ düþmanlarýn varlýðýný, yoksa yaratýlmasýný zorunlu kýlar. Bu konsept, içerde baskýcý ve anti demokratik bir süreci koþullarken, dýþarýda savaþý koþullar. Ýçinde Kürt Özgürlük Hareketi ve Sosyalistlerinde bulunduðu demokrasi güçleri, seçimlere yine hazýrlýksýz yakalandý. Her seçim sonrasý dillere pelesenk olan, "ezilenlerin mücadele birliði ve ortak bir politik iradeyle davranma" ne yazýk ki, söylemi aþarak fiiliyat kazanamadý. Bu kez, daha önceki seçimlerden farklý olarak, bir blok bile oluþturulamadý. Seçim sürecine ortak bir iradenin yönlendiriciliðiyle girilemedi. Seçim ittifakýndan çok, seçim iþbirliði diyebileceðimiz bir durum oluþtu. Seçim süreci öncesi bir demokrasi cephesinin yaratýlamamýþ oluþu ve seçim takviminin yarattýðý sýkýþýklýk, seçim sürecine eksikli ve zaaflý bir durumda girilmesine yol açtý. Seçim iþbirliði, tüm demokrasi güçlerini kapsayacak bir geniþlikte gerçekleþtirilemedi. "Bin umut adaylarý" olarak adlandýrýlan baðýmsýz adaylar, bir yönüyle bu tehlikeli gidiþata karþý, demokrasi güçleri adýna en önde siper olmaya soyunmuþ, can yeleksiz þövalyelerdir! Bugünkü koþullarda Kürt hareketinin parlamentoda temsil edilmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü yönünde yeni bir mevzinin kazanýlmasý demektir. Bu mevzi nin kazanýlmasý, darbe süreci koþullarýnda olaðan üstü bir öneme sahiptir. SDP Onursal Baþkaný Akýn Birdal, EMEP Genel Baþkaný Levent Tüzel ve ÖDP Genel Baþkaný Ufuk Uras ile birlikte , "bin umut adaylarý" içinde yer alan bazý demokrat aydýnlarýn da parlamentoya girmesi halinde, demokrasi cephesine doðru süreç daha da hýzlanacaktýr. O durumda, demokrasi güçlerinin parlamentoda ki temsilcileriyle sokak da ki kitlesel güçleri birleþerek ortak bir iradeye dönüþtüðünde, süreci tersine çevirecek politik bir kuvvette ortaya çýkmýþ olacaktýr. "Bin umut adaylarý" bu yönde atýlacak adýmlar için seçim sürecinin ortaya çýkardýðý bir olanaktýr. Bu olanaðý deðerlendirmek bütün demokrasi güçleri için bir görevdir. SDP, bu anlayýþla Bin Umut Adaylarýný desteklerken, Bin Umut Adaylarýnýn olmadýðý yerlerde EMEP listelerini destekleme kararý almýþtýr. Gelecek Kurtuluþ’ta buluþmak umuduyla... 7


Parti Kamuoyuna Açýklama

Deðerli Yoldaþlar, Kurtuluþ grubu her düzlemde ortaya çýkan cinsel taciz olaylarýna baðlý krizle baðlantýlý olarak yaptýðý olaðanüstü toplantýda uzun tartýþmalarýn ardýndan anlaþamamýþ, bir önergenin oylanmasýna dahi karþý olan bir grup yoldaþ, iliþkilerini keserek toplantýdan ayrýlmýþtýr. Grubumuzda manevi aðýrlýðý olan bir yoldaþla birlikte birkaç yoldaþýmýz da grupla iliþkisini kesen yoldaþlarýn ardýndan toplantýdan ayrýlmýþlardýr. Bu yoldaþlarýmýzýn tutumu grupla iliþkisini kesen yoldaþlardan farklýdýr. Grupla iliþkilerini keserek toplantýyý terk eden yoldaþlarýn ardýndan toplantý normal seyrinde devam ederek sonuçlandýrýlmýþtýr. Bir önergenin oylatýlmasýna bile karþý çýkýlmasý hiçbir demokrasi anlayýþýyla baðdaþmayacaðý gibi en asgari örgüt anlayýþý ile de baðdaþmaz. SDP içinde kabul edilen bir tartýþmanýn Kurtuluþ grubu için kabul edilmemesi olanaklý deðildir. SDP içinde çoðunluðu oluþturanlar Kurtuluþçulardýr. Orada bir tavýr Kurtuluþ grubunda bir baþka tavýr, cinsel taciz olaylarýný takip eden etik kýrýlmanýn bir baþka ifadesi olarak çok standartlýlýktan baþka bir anlama gelmez. Muhtemel ki, oylanmasý bile önerilemeyecek olan esas noktayý bir yoldaþýn taciz iddiasý ile yargýlanmasý oluþturmaktadýr. Bu bir grup yoldaþýn, krizin ortaya çýkmasýna neden olan komplo iddialarý, tüzük ihlalleri

Kurtuluþ 8


Kurtuluþ

zeminimizi tasfiye ederek kurumsal yapýya son vermek niyetindeydiler. Yoldaþlarýn bu tutumu, anlamsýz bir kopuþa anlam kazandýrma çabasý olarak onurlu tarihimize yapýlabilecek en büyük kötülük olmuþtur. Bu onurlu tarihin meþru zemininin, bir grup yoldaþýn kendi isteklerini sosyalist demokrasi anlayýþýmýza aykýrý olarak dayatmasýna izin vermesi olanaklý olamazdý. Toplantý, tarihi geleneklerimize baðlýlýk içerisinde Kurtuluþ iradesinin sürdürülmesi için gerekli adýmlarý atarak, ekteki sonuç bildirgesine uygun bir hareket hattýný benimseyerek son bulmuþtur. "Bugünün hayallerini, yarýnýn gerçeklerine" dönüþtürmek bizim irade ve çabalarýmýza baðlýdýr. Devrim yolunun sarp, engebeli ve dolambaçlý bir yol olduðunu bir an bile unutmadan, sosyalist demokrasi anlayýþýmýzýn yol göstericiliðinde, devrim ve sosyalizm hedefine varana kadar yürüyüþümüz devam edecektir.

ve hukuksuz müdahaleler silsilesinin amacýný oluþturmaktadýr. Apaçýk görülmüþtür ki kiþi putlaþtýrmasý, ortada bir suç olacak olsa bile kiþinin gruba tercih edilebilmesine kadar gidebilmektedir. Bu belli kiþilerin her þey, geri kalan tüm iliþkilerin ise nesne olarak görülmesi anlamýna gelir. Bunu yýkýlan sosyalizm anlayýþýnýn karakteristik özelliklerinden biri olarak tarihimizin arka sayfalarýnda býrakmýþ olmamýza raðmen, toplantýnýn devam edebilmesi için, birisi Avrupa koordinasyonundan gelen iki önerge geri çekilmiþtir. Bu tutum, meselelerin tartýþýlarak çözülmesine bir kapý aralamak anlamýna gelmekteydi. Ne var ki, hakimiyetlerini devam ettirmenin bir yolu olarak grubu tasfiye ya da terk etmek kararlýlýðýnda olan, SDP tüzüðüne raðmen cinsel tacizi "özür yoluyla özeleþtiriye" baðlamak isteyen yoldaþlar, bununla tatmin olmadýlar ve sonuç bildirgesi olarak hazýrlanan metnin de oylanmadan geri çekilmesini istediler ve toplantýdan çýkacak olan iradeyi tanýmayacaklarýný ilan ettiler. Anlaþýlan o ki, tasfiyecilikten söz edenler

EK: Toplantý Sonuç Metni

yaratýlmasýna neden olmayacak olan cinsel tacizlerin yetkili disiplin kurullarýna gönderilmesinde gösterdiði gayri hukuki ve ilkeleri zedeleyici tutumundan dolayý, partinin tümünden özür dilediðini ve gerekli özeleþtirilerin tartýþma sürecinin sonunda ortaya konulacaðýný beyan eder.

1- Güncel politik görevlerin sürdürülmesinde yüz yüze geldiðimiz zaaflarýn giderilmesi için, "Kurtuluþ Grubunun SDP'ye önerisi" belgesinin arkasýnda durmaya devam ettiðimizi beyan ederiz.

4- Grubumuz; çoðulcu, koalisyon fikriyatýný ve nispi temsil sistemini esas alan, dayanýþmacý bir politik gruptur. Bu anlayýþla, farklý fikirlerin birbirleriyle çatýþacak olsalar da ayný zemin üzerinde kalabileceðine; çatýþmanýn, yeninin üretilmesinde doðum sancýlarý olduðuna inanýr. Tartýþmalarýn doðru yöntemlerle sürdürüldüðünde her zaman hiç kimsenin dýþlanmasýna neden olmadan bir üst aþamaya geçmede bir uðrak olduðu bilincindedir. Bu bilinçte olamayanlarýn, kendi fikirlerinden farklý fikirlerle yüz yüze geldikleri ilk uðrakta saflarý terk etmeleri tarafýmýzdan onaylanamaz. Zeminimizi terk eden yoldaþlara, bir kez daha, kararlarýný gözden geçirmeleri, grubumuza geri dönmeleri, yanlýþlarýn üzerine birlikte yürümek ve örgütlü bir biçimde sürdüreceðimiz tartýþmalara katýlmak yönünde çaðrýda bulunmayý gerekli gördüðümüzü beyan ediyoruz..

2- Cinsel taciz olaylarý çerçevesinde cins ayrýmcýlýðýna karþý mücadelede sergilenen cinsiyetçi tutumun öncelikle organlarýmýzýn hatalý tutumundan kaynaklandýðýný belirtiyoruz. Bu hatanýn, cins ayrýmcýlýðýna karþý mücadele ilkesinin doðru kavranamadýðýný ortaya çýkarmasý yanýnda, grubumuzdan parti hayatýna tüzük dýþý müdahaleler tüzük ihlallerine de yol açmýþtýr. Bunun sosyalist demokrasi anlayýþýnýn ihlali anlamýna gelen, reel sosyalizmin etkilerine baðlý olduðunu ve bu durumun sonucu olarak ortaya çýkmýþ olan olumsuzluklarýn sorumluluðunu, grup olarak üstlendiðimizi ilan ediyoruz. Ortaya çýkan bu olumsuz sonuçlarý ortadan kaldýrabilmek için gerekli bütün çabayý göstermenin grupsal yükümlülüðümüz olduðunu beyan ediyoruz. 3- Grubumuz, ortaya çýkan krize doðru bir biçimde müdahale edemeyerek, esasýnda kriz

20 Haziran 2007 9


Önümüzdeki Dönem Öncelikli Güncel

Politik Görevlerimiz Ne Olmalý?*

S

osyalist Demokrasi Partisi özgün bir partidir. Sosyalist demokrasiyi temel alan bilimsel sosyalizm anlayýþý ve çoðulcu parti perspektifi, onu sosyalist solun diðer parçalarýndan nitelikçe farklý kýlar ve temel ayrým noktasý olarak öne çýkar. SDP'nin sosyalist demokrasiyi temel alan çoðulcu anlayýþý devrim stratejisinden güncel politik görevlerine kadar bütün örgütsel yaþamýnda belirleyici rol oynamalýdýr. SDP, adýný aldýðý sosyalist demokrasiyi, yalnýzca gelecekte iþçi sýnýfýnýn bir iktidar biçimi olarak deðil, ayný zamanda bugünün bir sorunu olarak görmeli, bütün örgütsel yapýlanma ve iliþkilerini sosyalist demokrasi perspektifine uygun biçimde düzenlemeye özen göstermelidir. SDP'nin kuruluþ sürecinden beri önüne koyduðu "sosyalist solun yeniden yapýlanmasý ve birliði", "ezilen ulusun kendi siyasi geleceðini önkoþulsuz tanýma perspektifi ve Kürt halkýyla stratejik ittifak politikasý", "cinsiyetçiliðe karþý ezilen cinsin kurtuluþu", ve "insanýn doðaya egemenliði anlayýþý yerine doða-insan uyumunu eksen alan ekolojik toplum tahayyülü" ve iþçi sýnýfýna, emekçilere ve ezilenlere bizatihi kendi iktidarýnýn yolu açmaya aday "birleþik çoðulcu bir devrimci kitle partisinin inþasý" gibi temel strate-

*Kurtuluþ Grubu’nun 10 Mart 2007 tarihinde gerçekleþtirdiði ve yapýlan tartýþmalar sonucu üzerinde ortaklaþtýðý politik metni sürece katký sunacaðýný düþünerek aynen yayýnlýyoruz.

Kurtuluþ 10


Kurtuluþ

jik hedefleri bütünsel bir yaklaþým içerisinde güncelleþtirmeli ve öncelikli politik görevlerini belirlemelidir. Bu belirlemeler ayný zamanda "genel seçim" ve "III. Konferans/Kongre" sürecini de öngörmeli ve kapsamalýdýr. SDP, bu temel hedeflerine eriþmek, anti emperyalist, anti oligarþik devrim sürecini geliþtirmek ve derinleþtirmek için güncel politik görevlerini temel stratejik hedefleriyle diyalektik bütünlük içinde birleþtirmeli ve etkin biçimde uygulamaya çalýþmalýdýr.

tarafýndan yürütülen "kirli savaþ"ýn yarattýðý "zorunlu göç" dalgasý, Kürt yoksullarýný büyük metropollerin kýyýsýna sürükledi. Kirli savaþýn yarattýðý zorunlu göç dalgasý bir yandan batý metropollerinde iþsizliði ve yoksulluðu körüklerken, diðer yandan kaynaklar büyük silah tekellerinin kasasýna akýtýldý. Býrakýnýz bilimsel verileri, "devletin resmi rakamlarý" bile iþsizliðin, yoksulluðun, sefaletin giderek katlanýlmaz boyutlar kazandýðýný gösteriyor. Ne var ki, bunca iþsizliðe ve yoksulluða, sýnýflar arasýndaki uçurumun büyümesine, eþitsizliðin derinleþmesine karþýn, Türkiye'de "sermayeden ve devletten baðýmsýz bir sýnýf hareketi" oluþamýyor. Büyük ölçüde "sýnýf mücadelesi" adý altýnda atýlan adýmlar ya arkasýnda derin izler býrakmayarak "devletle uzlaþma"yla sonuçlanýyor, ya da "vatan-millet" edebiyatý eþliðinde yapýlan milliyetçi ajitasyonla "devletin ve sermaye"nin deðirmenine su taþýmaktan baþka bir iþlev görmüyor. Militarist baský ve milliyetçi etki, derin sýnýfsal içerik taþýyan sorunlarýn sýnýfsal özünü kalýn bir sis perdesinin arkasýnda gizliyor. Her kritik evrede toplumsal ve siyasal yaþam üzerinde baskýn bir güç olarak öne çýkan askeri vesayet rejimi, "laik-anti laik" gibi yapay çeliþkiler yaratarak emekçilerin birleþmesini önlüyor, iþsizliðe ve yoksulluða karþý mücadeleyi anti-demokratik yollarla bastýrýyor. Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarý, iþçi sýnýfýnýn ve emekçilerin saflarýný parçalýyor, onlarý milliyetçiliðin etkisi altýnda sermayenin ve devletin kucaðýna itiyor. Her iki olgu, ülkede yaratýlan gelirin silahlanmaya ve savaþ masraflarýna harcanmasýna neden oluyor ve sosyal adaletin saðlanmasýnýn ekonomik temelini yok ediyor. Ýþçi sýnýfýna, emekçilere, kýr ve kent yoksullarýna yön veren þoven milliyetçi ideolojik yanýlsamanýn sýnýf mücadelesi üzerinde yarattýðý iki temel sorunundan söz etmek gerekir: Birincisi, sendikalar milliyetçi ideolojinin derin izlerini üzerinde taþýyan bürokratik yönetimlerin sultasý altýnda baðýmsýz çýkarlarýyla baðdaþmaz bir politikanýn peþinde sürükleniyor. Ýkincisi, iþçi sýnýfý ve emekçilerin saflarýnda hem kardeþ halklara karþý hasmane duygularýn geliþmesine ve onlarýn temel hak ve özgürlüklerine karþý konumlanýþa yol açýyor, hem de kendi kurtuluþunu, bizatihi kendi iktidarýnda görme hedefinden uzaklaþýyor.

1. Parti Çizgisi SDP, kuruluþ sürecinden beri yürüttüðü demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde, "mýzraðýn sivri ucu"nu militarizme ve þovenizme yöneltti. Özellikle 2005 Newroz sonrasý yükseltilen þoven ve milliyetçi dalganýn etkisiyle oluþturulan "histerik politik ortam" (Linç giriþimleri vb.), bu þoven ve milliyetçi dalganýn politik bir sonucu olan Hrant Dink suikasti, ve nihayet "27 Nisan muhtýrasý" partinin politik öngörülerinin ve izlediði çizginin doðruluðunu kanýtlýyor. Verili politik durum ve görünür gelecek bir gerçeðe daha ýþýk tutuyor: Bundan böyle de militarizmin ve þovenizmin etkileri kýrýlmaksýzýn ne Kürt sorunu demokratik bir çözüm sürecine girebilir, ne de sýnýf mücadelesinin yolu açýlabilir. Parti karmaþýk ve çok yönlü sorunlarla yüz yüze bulunuyor. Yaklaþýk çeyrek asýrdýr dünya ölçeðinde uluslararasý sermayenin iþçi sýnýfý ve emekçilerine yönelik "küreselleþme ve yeni liberalizm" adý altýnda ideolojik, politik, ekonomik, sosyal çok yönlü saldýrýlarý sürüyor. Türkiye iþçi sýnýfý, emekçileri ve ezilenleri de dünya ölçeðinde izlenen "küreselleþme ve yeni liberal politikalar"ýn ve yeni konservatif sarmalýnda bütün tarihsel birikim ve kazanýmlarýný tek tek yitiriyor. AKP'de bütün eski hükümetler ÝMF ve DB gibi emperyalist kuruluþlarýn birer "emir eri" gibi çalýþýyor. Uzun yýllar iþçilerin, emekçilerin birikimleriyle oluþturulan "devlet iþletmeleri" uluslararasý sermaye ve onlarýn yerli iþbirlikçileri"ne haraç mezat satýlýyor Bu ayný zamanda kollektivis bir ekonomi anlayýþýna karþý ideolojik bir saldýrý olarak gerçekleþtiriliyor. Eðitim, saðlýk, sosyal güvenlik gibi temel haklar tek tek budanýyor. Öte yandan sermayenin uluslararasý ölçekte sürdürdüðü bu çok yönlü saldýrýsýyla eþ zamana denk düþen Kürt halkýna yönelik oligarþi 11


Kurtuluþ

Bu durumda özgün devrimci bir taktik yaklaþýma ihtiyaç var. Özgün bir taktik yaklaþým ihtiyacý þuradan doðuyor. Ýþçi sýnýfýnýn ve emekçilerin ülke ve bölge ölçeðinde yaþadýðý ve eðilmesi gereken onlarca sorun var. Ekonomik, demokratik, siyasal, sosyal pek çok sorun adeta iç içe geçmiþ bir "sorun yumaðý"ný andýrýyor. Örneðin iþçinin ekmeðini sermayenin ve onun hükümeti AKP'nin yeni liberalizmi küçültüyor, askerin süngüsü kesiyor, milliyetçinin þovenizmi zehirliyor. Genelkurmayý ve Cumhurbaþkanýyla, hükümeti ve partileriyle, bütün egemen güçler emeðe ve ezilen halklara karþý temel stratejik hedeflerde anlaþýyorlar. Bu egemen güçlerin kendi aralarýnda çeliþki olmadýðý anlamýna gelmiyor. Cumhurbaþkanlýðý seçimindeki kriz ve Genel Seçim süreci oligarþinin aralarýndaki çeliþki ve çatýþmalarý daha belirgin biçimde dýþa vuruyor. Dolayýsýyla Genelkurmayý, hükümeti ve sermayesiyle bütün egemen güçlere karþý, bütünlüklü mücadele etmek sosyalistlerin tarihsel ve siyasal görevidir. Ancak parti verili "örgütsel durumu" ve "güçler dengesi" itibariyle bütün sorunlarý ayný anda kucaklayacak ve bütün cephelerde ayný anda mücadele edebilecek kitlesel güçten ve ittifak iliþkilerinden yoksun bulunuyor. Bütün cephelerde savaþa giriþmek, bir felaketi getirebilir. Hedefi daraltmak ve tecrit etmek en temel savaþ anlayýþýdýr. Böyle bir durumda devrimci bir parti esas olarak iki temel taktikten birini uygulamak zorundadýr: Ya bütün sorunlarý merkezine alarak bütün cephelerde savaþmaya yönelmek, ya da diðer sorunlarýn çözüm yolunu da açacak olan "temel ana halkayý" tutan bir taktik mücadeleye giriþmek. SDP'nin temel mücadele taktiði ikincisi olmalýdýr. Çünkü, iþçi hareketinin yeniden ayaklarýnýn üzerine dikilmesinin ve baðýmsýz bir sýnýf mücadelesinin önündeki en büyük engellerin baþýnda militarizm ve þovenizm ve iþçi aristokrarisisi geliyor. Bütün sýnýf temelli sorunlar militarizmin ve þovenizmin prizmasýnda kýrýlýyor. Parti önümüzdeki bir yýllýk zaman diliminde "temel ana halka" olarak militarizme ve þovenizme karþý mücadeleyi esas almalý, mýzraðýn sivri ucunu bu hedefe çevirmelidir. Temel ana halkayý hedef alan bir mücadele taktiði ne bugün "küreselleþme ve yeni liberalizm"in

bayraktarlýðýný yapan AKP hükümetini desteklemek, ne de "kahrolsun militarizm, kahrolsun þovenizm" gibi sloganlarla yetinen bir siyaset tarzý anlamýna gelir. Bu taktikten iki temel sonucu çýkarmak gerekir: Birincisi iþçiler, emekçiler ve yoksullar arasýnda yürütülecek ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalýþmalarýnda, onlarýn yakýcý somut sýnýfsal sorunlarýndan hareket eden bir "siyaset ve çalýþma tarzý"yla bu sorunlarý yaratýcý þekilde birleþtirmek ve onlarý mücadele içinde devrime hazýrlamak, ikincisi ise egemen güçler arasýndaki çeliþkilerden yararlanarak mücadele oklarýnýn sivri ucunu, onlarýn en acil tehlike arzeden kesimine yönelterek devrimin yolunu açmaya çalýþma taktiðidir. 2. Baðýmsýz Örgütsel Çalýþma Partinin kuruluþ sürecinden beri en zayýf yanlarýndan birisi "baðýmsýz örgütsel çalýþma" yapamýyor oluþudur. Ne yazýk ki, merkezi ve yereliyle, bir bütün olarak parti örgütleri ve organlarý "ittifak, iþbirliði, eylem birliði" gibi ortak çalýþmalarýn dýþýnda partiyi temel stratejik hedeflerine eriþtirecek bütünsel çalýþma yapamýyor, politika üretemiyorlar. Örneðin merkez mücadelenin sivri oklarýný yönelttiði baþat sorunlarýn dýþýnda diðer aktüel sorunlara yanýt verme, politika üretme, tavýr takýnma konusunda duyarsýz davranýyor ve atýl kalýyor. Bu verili durumuyla merkez yerelleri yönlendiremiyor, etkin taktikler geliþtiremiyor ve böylece merkezi ve yerelleriyle bütünlüklü bir örgütsel faaliyetin yolunu açamýyor. Yereller ise, bulunduklarý yerellerin yakýcý, somut sýnýfsal sorunlarýný eksen alan, onu Kürt sorunu ve militarizm gibi baþat politik sorunlarla yaratýcý tarzda birleþtiren baðýmsýz bir örgütsel çalýþmayý ya yapamýyor, ya da sürekli kýlamýyor. Bu durum üzerinde ýsrarla durulmasý gereken önemli bir "örgütsel zayýflýktýr. Açýk ki, merkezinden yereline kadar emekçilere ve ezilenlere yönelik merkezi politikalar üretemeyen, emekçiler ve ezilenler arasýnda etkin ve kalýcý çalýþmalar yapamayan, onlar arasýnda kök salamayan bir partinin kendini "kitlesel, devrimci politik sýnýf örgütü" olarak inþa etmesi olanaksýzdýr. Sorunun bir baþka yüzü de þudur: Örgütsel zayýflýk ayný zamanda "ittifak iliþkileri"ni de derinden etkileyen olumsuz rol oynuyor. Bugün parti, Kürt sorununa enternasyonalist yaklaþýmý 12


Kurtuluþ

ve kardeþçe iliþkileri nedeniyle Kürt halkýnýn güvenini kazanmýþ bulunuyor. Bu çok anlamlýdýr ve partinin ezilen ulusa karþý temel politik görevlerinden birini yerine getirdiðini gösteriyor. Ancak, bu göstergenin örgütsel bakýmdan da geçerli olduðunu düþünmek büyük yanýlgý olur. Son bir yýllýk "aydýn giriþim(ler)i" deneylerinin de gösterdiði gibi, parti örgütsel zayýflýðý nedeniyle hemen ilk gözden çýkarýlanlar arasýna girebiliyor. Eðer soruna "duygusal" deðil de politik bakýlacak olursa bu hiç de anlamsýz deðildir. Politika güçle yapýlýr, ittifak iliþkileri de "güçler dengesi"ne dayanýr. Bir ittifak iliþkisi içerisinde ya baðýmsýz örgütsel gücünüzle "denge unsuru" olarak "kalýcý özne" olursunuz, ya da o iliþkinin "nesnesi" olmanýn ötesine geçemezsiniz. Kürt özgürlük hareketinin bugün geldiði noktada ihtiyaç duyduðu Batýda oluþacak güçlü bir sosyalist harekettir. Ýki halkýn mücadele birliðinin saðlanmasýnýn biricik yolu budur. Bu görev yerine gelmediði müddetçe, ne Kürt özgürlük hareketinin daha ileri adýmlar atmasý ne de Türkiye genelinde demokrasi mücadelesinin geliþtirilip sosyalizme kesintisiz yürünebilir. SDP kendisini özne durumuna getirecek güç olamadan iki halkýn mücadelesinin baðlantýsý olmak gibi hayali bir görev tutumundan sýyrýlmalý ve iþaret edilen göreve aday olduðunu eylemiyle ilan etmelidir. Önümüzdeki bir yýllýk zaman dilimi, özellikle seçim süreci, partinin bu zayýflýklarýný aþmaya elveriþli bir politik ortam ve örgütsel imkanlar sunuyor. Bütün kadrolar bu iki düzeyde ele alýnan sorunlarý tartýþmalý, temel politikalarýmýz doðrultusunda devrimci bir siyaset ve çalýþma tarzýný geliþtirmelidir.

þovenizme karþý mücadeleyle birleþtiren, egemen güçlerden baðýmsýz, bölge ve ülke gerçeklerine özgü bir çizgidir. Yakýn geçmiþteki tarihsel mücadele sürecinin de gösterdiði gibi anti kapitalizmi dýþlayan bir anti emperyalizm liberal güçlerin, anti þovenizmi dýþlayan bir anti emperyalizm milliyetçi güçlerin deðirmenine su taþýmaktan baþka bir iþe yaramýyor. Bugün militarist güçler, ülkede ve bölgede Kürtlere yönelik izledikleri saldýrgan politikanýn yelkenlerini anti PKK ajitasyonuna dayalý milliyetçi ajitasyonla þiþirerek, "cephe gerisi"ni sürekli güçlendirmeye çalýþýyorlar. Bu durum bile anti þovenizmi dýþlayan bir anti emperyalizmin ne denli sözde olduðunu, milliyetçi bir içerik taþýdýðýný kanýtlýyor. Ýþte bu sözde anti emperyalist çizgi karþýsýnda partinin çizgisine, Lenin'in ayný zamanda Rusya iþçi sýnýfýna Ekim Devrimi'nin kapýlarýný açan "düþman içerde" tezi yol göstermelidir. Bu tezin ülkedeki aktüel anlamý, emperyalist güçlerle iþbirliði içerisindeki oligarþinin militarist ve milliyetçi politikalarý karþýsýnda olabildiðince gerilere savrulmuþ, emek, barýþ ve demokrasi güçlerini "asgari demokratik program" etrafýnda birleþtirebilmek, en geniþ "demokrasi cephesi"ni inþa edebilmektir. Bu konuda öncelikle tutulmasý gereken halka þu olmalýdýr: Türkiye Barýþýný Arýyor Konferansý"ný gerçekleþtiren bileþim ve Hrant Dink'in cenaze töreninde sokaða taþan "kitlesel öfke , " kitlesel bir ittifak iliþkisinin potansiyel güçlerine iþaret ediyor. Bu potansiyeli militarizme ve þovenizme karþý mücadelenin asgari bir biçimi olarak "askeri vesayete ve Kürt sorununda çözümsüzlüðe" karþý etkin bir "demokratik hareket"e dönüþtürebilmek, somut sonuçlar doðuracak bir mücadele sürecini geliþtirebilmek, demokrasi mücadelesini derinleþtirerek uzun erimli bir mücadeleye hazýrlanmaktýr. Bu ittifak politikasý, ayný zamanda partinin Cumhurbaþkanlýðý ve Genel Seçim politikasýna ve taktiklerine yön vermelidir. Parti oligarþik güçleri ve onlarýn politik partilerinin ezilen yýðýnlar üzerindeki ideolojik hegemonyasýný ve politik etkilerini kýrmak, baþta Kürt halký olmak üzere, iþçilere, emekçilere ve ezilenlere parlamento yolunu açmak, yaþamýn her alanýnda süren mücadeleyi parlamento düzeyine taþýyacak kitlesel güç birikimini saðlamak hedefiyle hareket etmelidir. Bir seçimin gerektirdiði diðer yol ve yöntemler bu yaklaþýmýn ýþýðýnda þekil-

3. Ýttifak ve Seçim Ülkede ve bölgedeki geliþmeler, egemen güçlerin stratejik yaklaþýmlarý ve izlediði politikalar, partinin ikinci konferansta belirlediði "antiemperyalist, anti oligarþik devrim hedefi"ne baðlý çizgisini doðruluyor. Özellikle bölgede süren emperyalist iþgal ve yeni savaþ planlarý (BOP), öte yandan emperyalist güçlerle iþbirliði içindeki oligarþinin izlediði yayýlmacý, milliyetçi ve militarist politikalar, "anti emperyalist demokrasi cephesi"nin inþasý görevini, güncel temel bir görev olarak yakýcý hale getiriyor. "Anti emperyalist demokrasi cephesi" tezi, sol liberal ve sol milliyetçi sözde anti emperyalist politikalar karþýsýnda, emperyalizme karþý mücadeleyi kapitalizme ve 13


Kurtuluþ

lenmelidir. Parti, 27 Nisan'da verilen bir "askeri muhtýra"yla ertelenen "Cumhurbaþkanlýðý seçimi" ve "baskýn genel seçim"le yüz yüzedir. SDP, bir darbe sürecinin adým adým örgütlendiði kritik koþullarda hýzla kendini toparlamalý, baþta gazete olmak üzere, propaganda araçlarýný daha etkin kullanmak ve iþlevli kýlmak için yeni düzenlemeler yapmalý, örgütsel bakýmdan harekete geçmeli ve ittifak iliþkilerine hýzla baþlamalýdýr.

tama SFG'de hem bir zayýflýða, hem de bir imkana iþaret etmektedir. Parti, giriþimin bu temel zayýf yanýnýn bilincinde olmalý, kýsa erimli "köklü deðiþim" beklentisine girmemelidir. Sosyalist solun sosyalist demokrasiyi eksen alan çoðulcu bir perspektif doðrultusunda yeniden yapýlanmasý sorununa uzun erimli yaklaþmalý, Giriþim'i Forum'a dönüþtürecek merkezi ve yerel çalýþmalarý sürekli kýlmalý, bir tür "biriktirerek ilerleme politikasý" izlemelidir. Öte yandan parti, birliðe açýk Giriþim güçleriyle "merkezi diyalogu" güçlendirecek, "yerel iliþkileri" geliþtirecek adýmlarý atmalýdýr. Bunun anlamý þudur: Forum düzeyinde süren tartýþmalarý, ayný zamanda seçim süreci gibi yoðun politik pratik içerisinde sýnamaya giriþmeli, olasý bir birliðin politik ve örgütsel temellerini bizatihi politik pratik içerisinde de olgunlaþtýrmaya çalýþmalýdýr. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, bizim birlik anlayýþýmýz ne gelecek toplum perspektifimizden baðýmsýz, kendinden menkul birlik olabilir, ne de devrim hedefimizi görmezden gelen pragmatist bir birlik anlayýþý olabilir. Birlik anlayýþýmýz devrim ve sosyalizm perspektifimizi diyalektik bütünlük içerisinde birleþtiren, temeli sosyalist demokrasiye dayanan birleþik, çoðulcu anlayýþtýr. Birlik politikalarý ve diðer adýmlar bu genel perspektife göre biçimlenmeli ve uygulanmalýdýr.

4. Birlik "Sosyalist solun yeniden yapýlanmasý ve birlik" sorunu, birlik deneylerinin baþarýsýzlýðý ve sosyalist sola hakim "geleneksel monolitik anlayýþ" nedeniyle zayýftýr. Verili koþullarda soruna "ortak zemin"de çözüm arayýþý içinde olan "hazýr ve zinde güçler" Sosyalist Forum Giriþimi'nin (SFG) bileþenleriyle sýnýrlý görünüyor. SFG ile ilgili olarak yakýn gelecek için þunlarý söylemek mümkündür: Birincisi, bu giriþim SDP'de dahil bu coðrafyada "sosyalist demokrasiyi eksen alan sosyalizmin çoðulcu bir yapýda yeniden kuruluþu"na öncülük edebilecek ve "sosyalist solun enternasyonalist ölçekte organik bir bileþeni" olabilecek teorik, politik, örgütsel bileþim, birikim ve potansiyelden yoksundur. Ýkincisi bu giriþim verili bileþenleri ve yaklaþýmlarý itibariyle partiyle birliðe açýk "bazý güçleri" de bünyesinde taþýmaktadýr. Bu iki sap-

14


Kadýn Kurtuluþ Hareketi

Ö

zel mülkiyetin ortaya çýkýþý, kadýnlarýn önce denetlenmelerinin, baský altýna alýnmalarýnýn ve toplumlarda ikincil görülmelerinin önünü açtý. Sýnýflý toplumlarýn ortaya çýkýþý ve üretici güçlerin geliþmesi ise kadýnlarý üretim süreçlerinin dýþýnda býraktýrdý. Kadýnlarýn ana soylu komünal yaþamdaki doðal iþbölümüyle yaptýklarý iþler deðerini yitirdi. Ancak, kadýnlar toplum içindeki bu konumlarýndan kendi rýzalarýyla vazgeçmediler. Diri diri yakýlan "Cadýlarýn" direniþ tarihleri kadýn ezilmiþliðine karþý baþkaldýrýnýn tarihidir ayný zamanda. Özel mülkiyetle birlikte ortaya çýkan, sýnýflý toplumlarda geliþen ve kendini yeniden üreten erkek egemenliðine karþý mücadelede ön koþul, kadýn ezilmiþliðinin ekonomik temellerini ortadan kaldýrmak, özel mülkiyete son vermektir. Kadýnlar, ezilen cins olma konumlarýný, erkek egemenliðinin eklemlendiði kapitalist üretim iliþkilerini ortadan kaldýrmadan deðiþtiremezler. Bu nedenle mücadelelerini bütünlüklü toplumsal kurtuluþ mücadelelerine baðlamak zorundadýrlar. Bu amaçla kadýn kurtuluþunun ön koþulu olarak sosyalizm hedeftir. Kadýnlarýn kurtuluþunun önündeki maddi engelleri kaldýrmak demek, kapitalizmin erkek egemenliði aracýlýðýyla

Kurtuluþ 15


Kurtuluþ

karþýladýðý gereksinimlerin kalkacaðý anlamýna gelir. Üretimin ve tüketimin paylaþýlacaðý bir toplumda kaynaklarýn daðýlýmý, kara deðil insanlarýn ihtiyaçlarýna dayanýr. Erkeðin iþlerini aile içinde kadýna yaptýrmak için ekonomik bir nedeninin kalmadýðý, kadýnlarýn emeklerine ev içinde el konmasýnýn ekonomik açýdan mümkün olamayacaðý bir toplumda, kadýnlara sunulacak olanaklar ortaya çýkmaktadýr. Bunlar ekonomik ve politik örgütlenmenin sunacaðý olanaklardýr. Sosyalizmde, sosyalist demokrasinin ve toplumsal örgütlenmenin bu temelde olmasý, çoðulcu sosyalizm anlayýþý gereði örgütlenme özgürlüðünün olmasý, kadýnlarýn politik güç haline gelmelerinin de önünü açacaktýr. Sosyalist demokrasinin olduðu toplumda kadýnlarýn siyasi güç olarak varlýklarý, hem baský gücü oluþturmalarýný hem de, insanlarýn ihtiyaçlarýna göre planlanacak toplumun nelere öncelik verileceðini belirleme hakkýna sahip olmalarý erkek egemenliðinin yýkýlmasýnda gerçek olanaklar saðlayacaktýr. Kadýnlarýn emeði, bedeni ve kimliði üzerindeki bütün el konmalar; cinsiyetçi iþbölümü, kamusal/ özel alan ayrýmý, ailenin parçalanmasýyla özelleþmiþ ev iþlerinin toplumsallaþmasý, aile sýnýrlarý içine hapsedilen sevgi,aþk, dayanýþma ve özverinin ailenin sýnýrlarýndan kurtulmasý, çocuk bakýmýnýn toplumsallaþmasý, kadýnlarýn cinselliklerinin ve doðurganlýklarýnýn birbirinden ayrýlmasý, kadýnlarýn kendi bedenleri üzerinde kendi belirleyiciliklerinin olmasý, istediði sayýda istediði erkekten çocuk doðurabilmesi, yasal evlilik baðlarý ortadan kalkýncaya kadar kadýnlarýn kurtuluþ mücadelesi sürecektir. Bu mücadelede, kadýnlarýn gücü, örgütlenme düzeyleri ve bilinçleri taleplerinde belirleyici olacaktýr. Ancak, kurtuluþun ön koþulu objektif koþullarýn deðiþmesine karþýn, subjektif koþullarýn deðiþmesi de erkeklerin güncel çýkarlarýna çarpacaktýr. Reel sosyalizm deneyimlerinde görüldüðü gibi, ekonomik politikalarýn uygulanýþý sýrasýnda ilk olarak kadýnlarýn durumunu iyileþtirecek önlemlerden vazgeçildi. Bu deneyimler de gösteriyor ki , sosyalist toplumda da güçlü bir kadýn kurtuluþ hareketi var edebilmek kadýnlarýn kurtuluþu açýsýndan olmazsa olmazlardandýr. Kadýn ezilmiþliðini ortaya çýkaran nedenleri tespit etmek ve ortadan kaldýrmak, tek baþýna kadýnlarýn kurtuluþunun önünü açmaz. Kadýnlarýn ezilmesine neden olan toplumsal

koþullar, egemenliðini sürdürdüðü sürece ezilmiþlikten kaynaklanan ideolojilerin de ortadan kalkmasý gerekmektedir. Erkek egemenliði, tarihsel süreç içinde aldýðý yol sonucunda bugün, hem burjuvazinin ve en az burjuvazi kadar iþçi sýnýfýndan erkeklerin de çýkarlarýný temsil etmektedir. Kadýnýn karþýlýksýz emeði aile içinde kocanýn denetiminde, kapitalizmin ve kocanýn hizmetine sunulurken, bedeni, cinselliði ve kimliðine kocanýn özel mülkü sayýlarak el konulmaktadýr. Sistem evde koca aracýlýðýyla kadýnýn emeðine, bedenine, kimliðine el koymaktadýr. Bu sebeple kadýn cinsinin ezilmiþliðine karþý verilecek mücadele, kadýn kurtuluþunun ön koþulu olarak kabul ettiðimiz sosyalizm mücadelesiyle sýnýrlandýrýlýp, sýnýf indirgemeci bakýlamaz. Kadýn ezilmiþliðinin temelini, kadýnýn toplumsal üretimdeki yeri ve ev içinde yeniden üretimdeki yeri birlikte oluþturur. Kadýnlar üretim iliþkilerinde sermaye karþýsýnda erkeklerle eþitsiz konumda olup, düþük ücretle ve kadýn iþlerinde çalýþtýrýlmaktadýrlar. Yeniden üretim sürecini oluþturan ev içinde harcanan emek ise, artý deðer üretmez. Kullaným deðeri yaratýr, deðiþim deðeri yaratmaz. Bu nedenle Marksist açýdan üretken emek kapsamýnda deðerlendirilmez. Kadýn ezilmiþliðinin temelinde kadýnlarýn emeklerine el konulmasý yatar. Erkeðin, kadýnýn emeði ve ürünleri üzerindeki tasarrufu, cinsiyetçiliði belirleyen temel iliþkidir. Kadýnýn emeðine, bedenine, kimliðine ve cinselliðine el konma bu temele dayanýr ve farklý toplumsal iliþkiler içinde gerçekleþir. Kapitalist sistemde bütün kurumlar ve erkekler, kadýnlarýn emeðine el koyduklarý ve bu durumu devam ettiren mekanizmalara sahip olduklarý için cinsiyetçidirler. Sermaye cinsiyetçiliði kullanýyor ve onu yeniden üretiyor. Sermaye iliþkisinde, sermaye sahibi erkekler karþýsýnda erkek ve kadýn iþçiler vardýr. Kadýnlar olarak yoktur. Ancak sermaye sahipleri; erkek iþçilerin bakýlmasý dahil bir bütün olarak beslenme bakým iþlerini kadýnlarýn sýrtýndan saðlayarak sermaye biriktirmektedir. Tek tek erkekler kadýnlarýn sýrtýndan yaþasa da bunun üzerinden sermaye birikimi saðlayamazlar. Kadýnlarýn baský altýna alýnýþlarý kapitalist sistemin her alanýna kök salmýþ bir egemenlik iliþkisidir. Bu yüzden kadýnlar her alanda erkek egemenliðine karþý verecekleri mücadeleyle bu 16


Kurtuluþ

egemenliði ortadan kaldýrabilirler. Bu mücadelede karþýmýzda devlet, hukuk, aile, ekonomik yapý, töreler, din, .. gibi kurumlar var. Kadýn mücadelesinin sýnýf mücadelesiyle kesiþen yollarý, kadýnlarýn cins olarak ezilmesinin özgünlüðünü ortadan kaldýrmaz. Erkek egemen ideoloji, kadýnlarý sadece evde ve iþte deðil, kültürde, sanatta, politikada ve cinsellikte ikincileþtirir, dilde kadýn cinselliðini, kadýn kimliðini aþaðýlama vurgusu olarak kullanýr ve kadýnlara da, ezilmiþliklerinin doðallýðý ve erkeklere itaat etmeleri gerektiði bilincini aþýlayarak meþruiyet saðlar. Erkek egemen kültür, kadýnlarýn tek baþlarýna kimlik sahibi olabileceklerini yadsýr. Feodalizme ait namus kavramýný kadýnlarý sindirmek üzere baský aracý olarak kullanýr ve kadýn kimliðini kadýn bedeninin cinselliðine indirgeyerek aþaðýlar, kaderlerine razý olmaya ve boyun eðmeye mecbur eder. Kadýn kurtuluþ hareketi, bir yanda tüm ezme ezilme iliþkilerine karþý kendini konumlandýrarak sýnýf hareketiyle, ulusal kurtuluþ mücadeleleriyle demokratik hareketlerle ittifak yaparken, diðer yandan her toplumsal kökenden kadýný içerebilecek þekilde kadýn hareketini ve kadýn mücadelesini örmeyi/örgütlemeyi hedeflemek zorundadýr. Her ulustan, sýnýftan, ýrktan veya toplumsal kesimden kadýnýn, kadýn olmaktan kaynaklanan ortak ezilmiþliði tüm kadýnlarý kadýn ezilmiþliðine karþý, sadece kadýnlardan oluþan bir mücadelenin ve kadýn hareketinin doðal bileþeni haline getirir. Kadýnlarýn kurtuluþunun yalnýzca erkeklerin kadýnlar üstündeki egemenliðiyle deðil, baþka iktidar biçimleriyle de mücadeleyi gerektirmesi kadýn hareketi içinde bölünmelere yol açmaktadýr. Kuþkusuz deðiþik toplumsal kesimden kadýnlar esas olarak temsilcisi olduklarý kesimden kadýnlarýn talepleriyle kadýn hareketi içinde konumlanýrlar. Kadýn hareketini oluþturan bu bileþimde sistem içi reformlarý yeterli görenler, formel bir eþitlik anlayýþýyla mücadele edenler olabileceði gibi, bütünlüklü bir kadýn kurtuluþu perspektifine sahip olanlar da bu bileþimi kadýn hareketinin meþru ve gerekli bir parçasý olarak görmeli ve yan yana durmayý önemsemelidir. Ayrý ayrý mücadelelerin meþruiyeti kadar talepler ve politik öncelikler ortaklaþtýðýnda birlikte davranmanýn önemi de kadýn hareketi tarafýndan göz ardý edilmemelidir. Farklýlýklarýn öne çýkartýldýðý, bu farklýlýklar temelinde yürütülen

kimlik politikalarýnýn yarattýðý çatýþmalarla bölünmüþ bir dünyada kadýnlardan da birleþik ve bölünmezlik durumu yokmuþ gibi davranmak ve politik pratiði buna dayandýrmak mümkün deðildir. Karma örgütlerden kadýnlarýn mücadelesi KKH'nin meþru parçasý olarak görülmelidir. KKH'nin esas olarak kitleselliði ve sürekliliði yakalayacaðý alan, kadýn emekçiler arasýnda bilinç düzeyini yükseltmek ve sendikalý kadýnlarýn örgütlü gücü üzerinden sendikalarda da erkek egemenliðini geriletmekle gerçekleþir. Kadýnlarýn kurtuluþunun ön koþulu sosyalizm olmasý nedeniyle iþçi, emekçi kadýnlarla bað kurmak gerekliliktir. Ýþçi, emekçi kadýnlarýn kadýn kurtuluþ mücadelesinde var olmalarý sýnýf mücadelesini güçlendireceði gibi, cinsiyetçiliðe karþý mücadele de sýnýf hareketiyle destek/ittifak olanaklarýný doðurur. Kadýnlarýn cins olarak ezilmiþliði ve örgütlenmeleri, devletten, sermayeden ve karma örgütlerden de baðýmsýzlýðýný gerektirmektedir. Esas olan, erkeklerden ve erkek egemenliðinden baðýmsýz bir kadýn hareketi yaratabilmektir. Baðýmsýzlýðý üretilen politikalarýn ve taleplerin içeriði belirler. Yükseltilen talepler ve mücadeleyle elde edilen mevziler sistemin sýnýrlarýný aþtýðý oranda sistemi tehdit eder ve kadýnlarý devletle karþý karþýya gelir. Kadýn kurtuluþ hareketinin temeli, erkek egemenliðini aþýndýrmaya yönelik sistem içi taleplerin ötesindedir. Bütün ezme-ezilme ve sömürüye dayalý olarak oluþan egemenlik iliþkilerinin birbirini beslediðinden hareketle kadýn kurtuluþu bir yandan erkeklere ve erkek egemenliðine karþý mücadeleye, diðer yandan tüm egemenlik iliþkilerini reddeden bir ideolojik konumlanýþa sahip olmalýdýr. Kendine yabancýlaþtýrýlarak, kendi baþýna davranamayan, deðiþik etkenlerle koþullandýrýlarak, erkek egemen ideoloji ve dolayýmýyla erkeðin güdümü ve belirlenimiyle kadýn erkeðe uydulaþtýrýlmýþtýr. Ezilen bir taraf olarak kadýnlar, ezenlere karþý bir birlik oluþturmak ve güvensizlikleri aþýp dayanýþmalý, farklý yapýlar ve farklý örgütlerden kadýnlarla politik taleplerini ortaklaþtýrýp, merkezileþtirip koordinasyonlar, eylem ve mücadele birliði geliþtirmelidirler. Kadýnlar, kendilerini ' hangi kimlikle' tanýmladýklarý üzerinden deðil, çok kimlikli feminizmlerin veya farklý kimliklerin kabulü üzerinden, farklýlýklarýn meþruiyeti temelli perspektifiyle bir17


Kurtuluþ

likte hareket etmeyi önemsenmelidir. Kitlesel ve etkili güce sahip Kürt Kadýn Hareketiyle eþit haklý iliþki, dayanýþmacý bir anlayýþla sürekli kýlýnarak sürdürülmelidir. Bugün için toplumsal alanda baðýmsýz kadýn politikasý oluþturmak; erkekler ve erkek egemenliðinden, Kemalizm'den, þovenizmden, militarizmden ve faþizmden baðýmsýzlýðý gerektirmektedir. Hareketimiz, KKH'nýn taleplerini desteklemeli ve Kurtuluþçu kadýnlar, tüm bu perspektifler ýþýðýnda kadýn kurtuluþ mücadelesinin aktif militanlarý olmalý, inisiyatifler üstlenmelidirler.

2. Cinsiyetçi uygulamalara karþý mücadele eder. 3. Pozitif ayrýmcý uygulamalarýn takipçisi olur ve geliþtirir. 4. Kadýnlara cinsiyetçiliðe karþý eðitim faaliyetleri düzenler. Kadýnlar arasýnda kadýnlýk bilincini geliþtirmeye ve cinsiyetçiliðe karþý mücadelenin diðer ezilmiþlik/sömürü mücadeleleri kadar öncelikli olduðunu bilincini içselleþtirmeye yönlendirir. 5. Ýhtiyaç duyduðunda propaganda araçlarý (yayýn, broþür, bildiri, afiþ…) çýkartýr. Bu faaliyetlerde parti/hareket mali olanak sunar. 6. Parti/hareket içinde yaþanan cinsiyetçi uygulamalar, "kadýnlara karþý iþlenen suçlar" kapsamýnda ele alýnýr. Özel alan dâhil, cinsel þiddet, taciz gibi sorunlarda ve ayrýmcý uygulamalarda, kadýnlar öncelikle bu kolektiflere, yoksa organlara baþvururlar. Organlarýn vereceði kararda kadýn/kadýnlarýn oylarý, sayýlarýna bakýlmaksýzýn erkek oylarýyla eþittir. Organda kadýn bulunmamasý durumunda, kadýn kolektiflerinin kararý geçerlidir. 7. Merkezi ve yerel düzeyde kadýn organlarý oluþturulur. Merkez ve yerel arasýndaki iliþkiler doðrudan kurulur. 8. Politik faaliyetler aðýrlýklý olarak, çeliþkilerin yoðun yaþandýðý genç kadýnlar ve genç kadýn emekçiler hedeflenerek yürütülür.

Kadýnlarýn Kurtuluþu Kolektifleri Öncelikle, kadýnlar arasý rekabet yerine dayanýþmayý esas alan ve dayanýþmacý iliþkileri geliþtirecek bir perspektif, kadýnlarýn güç olabilmesi ve cinsiyetçiliðe karþý mücadelelerinde görünür olabilmeleri olamazsa olmazýdýr. Tersi, erkekler karþýsýnda kadýnlarý bölen ve güç kaybettiren bir durumdur. 1. Cinsiyetçiliðe karþý mücadelede alternatif toplum kurgusu üzerinden, toplumsal alanda kadýnlarýn statülerinin deðiþmesini ve kadýnlarýn cins/özne olarak nasýl var olacaklarýnýn taleplerini üretir. Ürettiði politikalarýn, parti/hareket politikasý haline gelmesi ve partinin/hareketin tüm politikalarýnda cinsiyetçilikten arýndýrýlmasý için çalýþýr.

18


Tarihimizden Bir Kesit

B

iz tarihçi deðiliz! Biz devrimciyiz! Biz Marksizm-Leninizmi kendimize rehber edinmiþ proletarya sosyalistleriyiz! Bu nedenle sözümüzü söyleyip bir kenara çekilemeyiz. Yani sadece dünyayý yorumlamakla yetinemeyiz. Ayný zamanda dünyanýn deðiþtirilmesi mücadelesine kararlý bir biçimde katýlmak zorundayýz! O zaman proletarya sosyalistleri olarak tarihi yapanlar içinde yerimizi almaya hak kazanýrýz. 1971 Direniþi ve Kurtuluþ Marks- Komün için "Paris'teki bu kalkýþým -eski toplumun kurtlarý, domuzlarý ve aþaðýlýk köpekleri tarafýndan ezilmiþ olsa bile- Haziran ayaklanmasýndan bu yana, partimizin en þanlý hareketidir" der. 17 Mayýs 1971'de Ýsrail Baþkonsolosu Efrahim Elrom Mahir Çayan'ýn önderlik ettiði Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi tarafýndan kaçýrýlýr. Örgüt, tutuklu arkadaþlarý serbest býrakýlmadýðý takdirde Konsolosun öldürüleceðini açýklar. Bir hafta sonra Elrom Niþantaþý'nda bir evde þakaðýna üç kurþun sýkýlmýþ bir biçimde askeri bir hurç içinde bulunur. (Hurç Ýlkay Demir'in albay olan babasýna aittir. Üzerinde künyesi vardýr.) 30 Mayýs'ta olaya karýþtýklarý gerekçe-

M.Kemal Kaçaroðlu 19


Kurtuluþ

siyle Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir Maltepe'deki bir binbaþýnýn kýzýný (Sibel Erkan) rehin alarak sýðýndýklarý evde kuþatýlýrlar. Cevahir öldürülür. Mahir de yaralý olarak ele geçirilir. Mahir sað ele geçmemek için kendini vurur, ama ölmez. Bizler o sýrada Ankara Ulucanlar Merkez cezaevindeydik. 15 civarýnda siyasi ve adli tutuklunun kaldýðý dokuzuncu koðuþta kalýyorduk. Bu koðuþu idareye baðlayan uzun bir koridor vardýr. Koðuþun havalandýrmasý küçüktür. Normal zamanlarda, yani idareyle sürtüþülmediði zamanlarda o uzun koridor bizim volta yerimizdi. O dönemde sabah, öðle, akþam olmak üzere merkezi hoparlörden üç kez parazitli de olsa haber dinleyebiliyorduk. Hapishanede sadece ayrýcalýklý tutuklularýn kaldýðý, iki katlý meþhur "Hilton" koðuþunda birkaç tane radyo vardý. Bizden önce hapishaneye düþen Dev-Gençli arkadaþlarýmýzýn iliþki kurduðu, cezalarý da aðýr olan (cinayetten) ve cezaevi idaresinde çalýþan iki tutuklu arkadaþýn radyosundan öðleden sonra 15.00 haberlerinde Mahir'in öldüðü ve Cevahir'in yaralý ele geçtiði haberi verildi. Akþam 19.00 haberlerinde ise düzeltme yapýldý. Ölen Cevahir'di. Yaralý olarak ele geçen ise Mahir'di. Bizim için fark etmiyordu. Çünkü iki arkadaþ da bizim can yoldaþýmýzdý. Daha düne kadar, birkaç yýla ne kadar sýðmýþsa o kadar çok þey paylaþmýþtýk. Fark edebilecek tek þey Cevahir'e nazaran Mahir'in önderlik yeteneklerinin devrim mücadelesinin yürütülmesi açýsýndan önemi olabilirdi! Daha yeni, yani birkaç ay öncesinde Cevahir ile Bingöl Erdumlu cezaevine ziyaretimize gelmiþlerdi. "Artýk Ýstanbul'a geçiyoruz" demiþlerdi. Taylanlarý, Nailleri, Necmettinleri (Giritlioðlu) saymazsak, o zaman dýþarýda olduðumuzdan olacak, fazla bir eziklik duymamýþtýk. Duyduðumuz acý yanýnda, mücadele bilincimiz ve kararlýlýðýmýz daha bir pekiþmiþti. Kavga devam ediyor ve kavganýn en önünde olmaya karar verdikten sonra, bizim de sýramýzýn gecikmeyeceðinin bilincindeydik. Ama þimdi durum öyle deðildi. Ýçeride ve eli kolu baðlý durumdaydýk. Arkadaþlarýmýz karþý devrimin kurþunlarýyla düþüyor ve biz ise Nazým Hikmet'in Alman faþistlerinin eline esir düþen 18 yaþýndaki Rus Partizan Tanya için yazmýþ olduðu þiirinde söylediði gibi, "hapiste de olsak bal gibi yaþýyorduk"

O andaki duygularý anlatmak kolay olmasa gerek. Yaþanmadýkça anlaþýlmasý zor bir durum. Ama bugüne kadar yaþamý baþladýðýmýz gibi sürdürüyorsak eðer, devrim ve sosyalizm uðruna ilk günlerde düþen yoldaþlarla yazýya dökülmemiþ, konuþulmamýþ ama içimizde yürek diliyle ortaklaþa verdiðimiz sözlerin anlamý büyüktür: "Bayrak yere düþmeyecek, arkadan gelenler ayný kararlýlýkla düþenlerin yolunda devam edecekler." Ýlhami Aras, Mahir Sayýn ve ben, 12 Mart öncesi ilk mahpusa düþenlerdendik. Ben SBF'nin Fikir Kulübü baþkaný, Mahir ise ODTÜ'nün Fikir Kulübü Baþkanýydý. Ýlhami ise gençlik dýþýna ilk çýkan arkadaþlardandý. Partiyle iliþkiyi Ýlhami kuruyordu.71 yýlýnýn Ocak ayýnda, Siyasal Bilgiler polis baskýnýndan sonra, THKP-C talimatýyla yapmak istediðimiz bir eylem sýrasýnda yakalanmýþtýk. Patlamaya hazýr 3 kg. dinamit, bir Filistin iþi savunma el bombasý, Mahir ve ben de 14'lü silahlar ve çatýþma için yeterince yedek mermiler. Ýlhami'de ise o dönemin siyasi þube müdürü Altan Ünal'ýn beylik silahý olan kýsa smith wetson (silah Basýn Yayýn Yüksek Okulu'nda bir kaza eseri vurulan Dev-Genç militaný Mustafa Kuseyri'nin ölümünü soruþturmak üzere SBF'ye gelen emniyet müdüründen alýnmýþtý) silah olduðu halde ne hikmetse polisin 'nereye gidiyordunuz ?' sorusuna ben 'balýk avlamaya gidiyoruz' demiþtim. Tabii komik bir cevaptý. Polis de bunu dikkate almamýþtý. Aslýnda bu eylemin bir yaný da THKP'nin temelini oluþturan Siyasal ve ODTÜ kadrolarý arasýnda güven iliþkilerinin pekiþtirilmesi amacýný taþýyor olmasýydý. Emniyet'de yaþadýðýmýz ilginç bir olay da þuydu; Mahir ile biz ayrý odada sorguya alýnmýþtýk. Polislerden, Ýlhami'nin emniyete kadar getirildikten sonra hastaneye götürüldüðünü duydum. Aklýma ilk gelen Ýlhami'nin firar etmek için hasta numarasý yaparak hastaneye gittiði idi. Ben de karýn aðrýsý numaralarý yaptým, hastaneye götürürler belki diye. Ama polis aldýrmadý bile. Ýlhami emniyete kadar geliþinde saðlam görünüyordu. Papazýn Baðlarýnda yokuþta teklemiþ olan düz kontakla kaçýrdýðýmýz Anadol marka arabayla gerisin geri yokuþ aþaðý, yani polisin üzerine sürerek kaçmamýz gerekiyordu. Ýlhami arkadan gelen polis arabasýný oyalamak için elde silah þöfor mahallinden (þöforümüz Mahir'di) atladýðýnda kafasýný yere çarpmýþ ve travma olmuþtu. Mahir'le ikimiz ise Mahir'in "usta" þoförlüðüyle 20


Kurtuluþ

kýrk kilometrelik uçuruma dört takla atarak yuvarlanmýþ ve öyle yakalanmýþtýk."Verilmiþ sadakamýz" olduðundan bize bir þey olmamýþtý. Ýlhami'nin travmasýyla bir yýl uðraþmýþtýk cezaevinde. Yoksa üç travmalýyla kim uðraþacaktý sonra(!) Tabii morgda da misafir edilebilirdik.! Siyasal Bilgiler Fakültesi son dönemler DevGencin merkezi karargahý idi. Dev-Genç, Ertuðrul Kürkçü'nün genel baþkan seçildiði 17 Ekim 1970 yýlýnda ki son kurultayýnda esas olarak THKP-C'nin hegemonyasý altýna girmiþti. SBF'ye yapýlan polis saldýrýsý bu açýdan THKP-C'ye yapýlmýþ görülüyordu. O dönemin rekabetçi anlayýþý açýsýndan bu saldýrýya karþý yanýt verilmesi gerekiyordu. Bizim eylemimiz de böyle kurgulanmýþtý. Nurhaklara daha önce gerilla mücadelesini baþlatmak üzere gitmiþ olan Sinan Cemgil ve arkadaþlarýna katýlmak için motosikletle yola çýkmýþ olan Deniz Gezmiþ ve Yusuf Aslan Sivas Þarkýþla'da yakalanýrken, yine ayný buluþma noktasýna varmak için Kayseri Sarýz'da dayýsýnýn evinde (dayýsýnýn ihbarýyla) yakalanmýþ olan Hüseyin Ýnan da Ankara Merkez cezaevine getirilmiþlerdi. Yusuf yaralý yakalanmýþ ve cezaevi revirine kaldýrýlmýþtý. Deniz ve Hüseyin ile, hücreleri yukarda sözünü ettiðim koridora baktýðý için, baðýrarak konuþabiliyorduk. Yusuf ile ise, revirde konuþma olanaðý bulmuþtuk. Aslýnda Yusuf ölümden dönmüþtü, sonda takýlmýþ vaziyette oldukça zayýflamýþtý. Denizler, 12 Mart muhtýrasýndan bir süre sonra güvenlik gerekçesiyle Kayseri cezaevine ve sonra da Mamak askeri cezaevine götürüldüler. Biz de, 71 Haziran sonlarýna doðru merkez cezaevinden diðer Dev-Genç tutuklularý gibi, Mamak'a götürüldük ve orada hepimiz buluþmuþ olduk. Mamak askeri cezaevi sanki SBF kantinini andýrýyordu. Ýlk birkaç ay koðuþ kapýlarý açýk olduðundan rahat görüþüyorduk. Sýkýyönetim komutanlýðý kalabalýktan dolayý Yýldýrým Bölge'de geçici bir cezaevi açmaya karar vermiþ, bir kýsmýmýzý da oraya götürmeyi planlamýþtý. Ýlhami hapishane kýdemlimizdi. Ýlk aklýmýza gelen, cezaevi koþullarý sýký olmayan bir yerden rahat kaçabileceðimizdi. Ýlhami'nin idareyle görüþmelerinden biraz da onun maharetiyle Mahir, Þaban, ben ve THKPC'nin merkez komite üyesi Münir Ramazan Aktolga da listeye dahil olmuþ oldu. Münir ve Þaban, birlikte gizlenmek için kullandýklarý bir manav dükkanýnda yakalanmýþlar ve Mamak'a getirilmiþlerdi.

Yýldýrým Bölge'ye nakledilince gerçekten firar için koþullarýn elveriþli olduðunu gördük. Öngörümüzde yanýlmamýþtýk. Örgütsel racon itibariyle Münir dolayýmýyla dýþarýyla bað kurduk. Dýþardan gelen bilgi 5 kiþinin firarýný "koþullar ve imkan açýsýndan" örgütün kaldýramayacaðý idi. Biz firar için Ýlhami, Mahir, Þaban Münir ve benim de içinde olduðum 5 kiþiyi düþünmüþtük. O süreçte, örgüt disiplini bizim için askeri bir disiplin olarak kavrandýðýndan talimata uymaktan baþka bir seçeneðimiz yoktu. Hayýflanarak ve içimize sindiremesek de durumu kabullendik. Eðer bir de direktif THKP-C'nin karizmatik militan önderlerinden Yusuf Küpeli'den geliyorsa, durumu kabullenmemek hiç mümkün deðildi! Münir'in firarý çok kolay gerçekleþti. Çay ocaðýnýn arkasýndan tel örgüleri kaldýrarak Kazýkiçi bostanlarýna doðru Münir'i gönderdik. Bu arada bizler de nöbetçileri koyu bir 'mavra' ile kuþatmýþtýk. Aylar sonra Yusuf'un böyle bir direktif göndermediðini öðrendiðimizde çok kýzmýþtýk. Ama daha sonraki örgüt içindeki geliþmelerin gösterdiði üzere, Münir tarafýndan bilinçli olarak içeride býrakýldýðýmýzý anlamýþtýk. Çünkü Münir ile konuþurken firar edebilirsek Mahir Çayan'ý cezaevinden çýkarmak için eylem yapacaðýmýzý ve firarý da esas olarak bunun için istediðimizi dillendirmiþtik. Belli ki, Mahir'e ve THKP-C'nin izlediði çizgiye, daha o günden, taþýmaya baþladýðý olumsuz fikirler nedeniyle bizim dýþarýya çýkýþýmýz, dýþarýdakileri ikna etme açýsýndan iþini zorlaþtýrabilirdi. Mahir Çayan, bizim Yýldýrým Bölge'de kaldýðýmýz günlerde silahlý eylemlere katýlmýþ olduðu bazý arkadaþlarýyla Selimiye kýþlasýndaki hücrelerde kalýyorlardý. Maltepe askeri cezaevine gönderilmiþ arkadaþlar, mahkemelerde ortak savunma yapmak için, Mahir'in yanlarýna verilmesini ýsrarla istiyorlardý. Daha sonralarý anlaþýldýðý kadarýyla Cihan Alptekin, Ömer Ayna gibi THKO'lu arkadaþlarla Mahir'i de içeren bir firar operasyonu hazýrlýðýndaydýlar. Bir süre sonra Mahir ve yanýndakiler Maltepe cezaevine nakledildiler. Sonrasý malum, tünelden kaçýþ. (Mahir Çayan, Ulaþ Bardakçý, Ziya Yýlmaz THKP-C'den, THKO'dan da Ömer Ayna, Cihan Alptekin) Mahir daha Selimiye'deki hücrelerde iken, izlenen çizginin yanlýþlýðý konusunda dýþarýda çalýþma baþlatýlmýþtý. Bizim bunlardan haberimiz çok sonralarý olmuþtu. Mahirlerin firarýndan 21


Kurtuluþ

Maltepe'den firar eden beþ kiþiden ikisi (Cihan ve Ömer Ayna) THKO örgütüne mensuptu. Firardaki bileþim, ayný zamanda yakalanmalarla devrim cephesinde doðmuþ olan moral anlamýndaki olumsuz havanýn daðýlmasý açýsýndan önem arz ediyordu. Örgütler arasý bir iþbirliði ve dayanýþma mesajý içeriyordu. Bu mesaj, propagandif anlamda karþý devrime de bir meydan okuma niteliðindeydi. Bu açýdan da Deniz'lerin idamý karþýsýnda sessiz kalýnamazdý. Doðal olarak, buna mücadele içinde birlikte paylaþýlmýþ arkadaþlýklar ve dostluklar da eklendiðinde, küçük bir umut da olsa, yapýlabilecek bir þeyler varsa, idam sehpasýna giden yoldaþlarýný sessizce seyredemezlerdi. Devrimci mücadele açýsýndan bugün geriye dönülüp bakýldýðýnda, bu yoldaþça dayanýþma, özveri ve yoldaþlýk duygularý 71 direniþçilerinin bugünlerde pek rastlamadýðýmýz özgün ve olumlu yanlarýný ortaya koymaktadýr. Marx, Komüncüler için þöyle söyler ; "Versailles burjuva itleri, Parislileri ya vuruþmayý kabul etmek, ya da savaþmadan yenik düþmek seçeneði karþýsýnda býraktýlar. Son durumda iþçi sýnýfýnýn göz yýlgýnlýðý, bazý " önder"lerin yitirilmesinden çok daha büyük bir felaket olurdu".! Ertuðrul Kürkçü bir rastlantý sonucu Kýzýldere'de sað kalmýþtý. Kýzýldere'ye gidenler polis tarafýndan öðrenilmiþti. Babasý cenazeyi almak için geldiðinde gösterilenin oðlu olmadýðýný söyleyince operasyoncular uyandý ve Ertuðrul'u saklandýðý yerde buldular. Ýki gün sonra olacak, Ertuðrul Ankara üzerinden Ýstanbul'a götürülmek üzere Mamak'a getirildi. Ýliþkimiz olan ve disiplin hücrelerinde görevli bir onbaþýyla iliþki kurduk. Kýzýldere'nin hikâyesini Ertuðrul'un birkaç defter sayfasýnda özetlediði notlardan ilk biz öðrendik. Artýk Deniz'lerin idamýnýn önünde bir engel kalmamýþtý. Aslýnda Ünye'de görevli üç Ýngiliz görevlisinin kaçýrýlmasý ve Kýzýldere yolculuðunun oligarþi tarafýndan pek ciddiye alýnmayacaðý hissiyatý vardý, ama yine de bir umuttu! Deniz'lerin kurtarýlmasý için son hamle CHP Genel Baþkaný Ýnönü'den geldi. Ýnönü idamlarýn infazýnýn durdurulmasý için Anayasa Mahkemesine baþvurdu. Baþvuru reddedildi. Umutlar tükenmiþ ve infazlar için gün sayýlmaya baþlanmýþtý. Cezaevinin izniyle Deniz, Yusuf ve Hüseyin bizlerle vedalaþmak için koðuþlarý gezdiler. Ýnfazlardan on beþ yirmi gün

sonra iliþkiler tamir edilememiþti. Sonuçta Mahir Çayan ve onunla davranan arkadaþlarý THKP'de egemen oldular ve Yusuf ve Münir partiden ihraç edildiler1. Yusuf ve Münir'in harekete iliþkin eleþtirilerinin kýsa sürede Narodnizm sýnýrýný aþtýðý ve farklý boyutlara taþýndýðý görülecektir. THKPC'nin uðradýðý "Mayýs darbesi" kýsa sürede yýlgýnlýða ve teslimiyete götürmüþtü dýþarýdaki önderleri. 71 direniþi ile ortaya çýkan gerçeklik aslýnda bir ABD provokasyonu olarak nitelendiriliyordu Yusuf ve Münir tarafýndan. Ve bizzat Yusuf'un "bu iþ bitti gidin teslim olun" dediði söyleniyordu kadrolara. Ýþ burada da bitmiyor, hapishanelerde saðýn kapitalizmi, yani üretici güçleri geliþtirdiði düþüncesinden hareketle " Demirel yurtseverdir" biçiminde bir hidayete eriþ de söz konusunuydu! Bu durumun devrimci saflarda yaratacaðý moral bozukluðu, yýlgýnlýk ve teslimiyetin derecesi, daha sonra ki yýllarda yaþananlar göz önüne alýndýðýnda, daha iyi anlaþýlýr. Teslimiyetçi önderlerin kalmakta olduðu Selimiye cezaevinde THKP-C'nin ilerici kadrolar üzerindeki tahribatý daha da büyük olmuþtur. Mamak'ta ise bunun yansýmalarý daha tali olmuþtur. Açýkçasý Mahir'i, Yusuf'u ve Münir'i daha yakýndan tanýdýðýmýzdan ve de proleter ihtilalcilik açýsýndan kafalarýmýzýn net oluþu bu dalgayý savuþturmamýzda önemli bir etken olmuþtu. Çünkü ortada Kýzýldere gibi bir gerçeklik vardý. Birileri laf salatasý yaparken, Mahir ve yoldaþlarý idam sehpasýna doðru yürümekte olan can yoldaþlarýný (Deniz, Yusuf, Hüseyin'i kastediyorum) kurtarmak için son bir hamlede bulunmuþlar ve karþý devrimin mitralyöz ateþiyle katledilmiþlerdi. Mahirlere söz söyleyebilmek için onlar gibi devrim uðrunda her þeyi göze almak gerekiyordu. Ýþin teorik boyutunu, yanlýþlarý deðerlendirmek ayrý bir þey, yýlgýnlýðý, teslimiyeti ve inkarcýlýðý savunmak baþka bir þeydi! Maltepe firarýndan sonra ve özellikle THKPC nin en yiðit savaþçýlarýndan Ulaþ Bardakçý'nýn vurulmasý ve Ziya Yýlmaz'ýn çatýþmada yakalanmasýndan sonraki geliþmeler, Mahir ve arkadaþlarýnýn Ýstanbul'da ve daha sonra Ankara'da barýnmalarýný zorlaþtýrmýþtý. Karþý devrimin baskýlarý karþýsýnda yapýlacak iki þey vardý; ya örgütü yeniden mücadeleye hazýrlamak için baþta Mahir olmak üzere, bir kýsým önder kadro yurtdýþýna çýkarýlacaktý ya da kalýp sonuna kadar direnilecekti. Ýþte, tam bu noktada Deniz'lerin idamý gündeme geldi. 22


Kurtuluþ

önceydi. O sýra Ýlhami ve Mahir'le birlikte sekiz kiþilik bir koðuþta kalýyorduk. Bu vedalaþmadan aklýmda kalan bir þey var; Deniz'le Mahir üst ranzada karþýlýklý baðdaþ kurup oturmuþlardý. Bende ranzanýn yanýnda ayakta durup sohbetlerine katýlmýþtým. Ama zoraki bir sohbetti. Ýdama giden bir insanla ne konuþabilirdik! Bir ara Deniz bana döndü ve "Kaçar gidiyoruz artýk" dedi. Ne söyleyeceðimi þaþýrdým ve gayri ihtiyari "nereye gidiyorsunuz dur bakalým" dedim. Söylediklerime kendim de inanmamýþtým. Gözlerimin buðulandýðýný hissettim. Artýk bütün hapishane tetikteydi. Her an götürülebilirlerdi. Ýliþkili olduðumuz ve Deniz'leri de seven bir gardiyan beklenen haberi bize getirdi. Deniz'ler o gece götürüleceklerdi. Hepimiz çaresizdik ve beklemeye baþladýk. Gece yarýsýndan sonra saat bire doðru üç idam hükümlüsünün kaldýðý arka hücreler bölümünde bir hareketlilik yaþandý. Zaten haberi almýþ olduðumuzdan tedirgin ve gergin bir bekleyiþ içindeydik. Hemen yataklarýmýzdan fýrladýk. Arka hücreler ve bizimkiyle birlikte birkaç koðuþ koridora bakýyordu. Mahir hemen küçük aynamýzý tuttu. Evet, üç can parçamýz sehpaya götürülüyordu. Gece üçe doðru uyumuþuz. Sabaha karþý uykudan irkilerek uyandým. Ve radyonun düðmesini açtým. Cezaevinde idarece her koðuþa bir radyo verilmiþti o dönem. Saat altý haberlerinde Deniz'lerin sabaha karþý idam edildiði açýklandý. Mahir'den baþlayarak herkesi tek tek uyandýrarak haberi verdim. Tüm koðuþlar da haberi duymuþlardý. Arkadaþlarýmýn gözlerindeki hüznü, çaresizliðin getirdiði isyankâr bakýþlarý halen hatýrlarým. Onlarýn da bakýþlarýmda ayný ifadeleri gördüklerine inanýyorum. Sabah sayýmýnda idare oldukça sessiz ve saygýlý davrandý. Belki de bizim isyan edebileceðimizi düþünerek tahrikten kaçýndý. Ama aksine tüm hapisane soðukkanlý ve vakur bir biçimde davrandý. Mapusaneye derin bir sessizlik çökmüþtü. Havalandýrmada herkes bir köþede sessizce voltalýyordu. Ve ben bir türküyü mýrýldanarak voltaladýðýmý hatýrlýyorum dün gibi; "Jandarma kurþunu çaldý- canýmý tenimden aldý" "…Dökülen kan yerde kalmaz" Yani Nurhak türküsünü. Yýllar sonra Eylül cuntasýnýn zindanlarýnda idamým kesinleþip meclise gittiðinde Deniz'leri hatýrladým. Her ne kadar idamlar durdurulmuþ olsa bile onlarýn neler hissetmiþ olabileceklerini

tahmin ettim. Onlar bir devrimcinin idam sehpasýna nasýl yürüyeceðini yiðitçe gösterdiler. 12 Eylül'de askeri cunta tarafýndan idam edilen devrimciler de Adalý'dan baþlayarak onlarýn yiðitliðini örnek aldýlar. Biz ise zaten gemileri 1970'lerde yakmýþtýk! Sorun yoktu. Mamak'ta da, kýsa bir süre için bir kýsým arkadaþlar, gerek kiþisel yakýnlýklar ve gerekse teorik mülahazalardan dolayý Yusuf ve Münir'den baþlangýçta etkilenmiþlerdi. Ama gerçeklik daha sonra gün yüzüne çýktýkça onlar da saflarda yerlerini aldýlar. Kýzýldere'den 3-5 ay sonra olacak, Ýstanbul'da yargýlanmakta olan, ama Ankara'da da davasý bulunan bir arkadaþ tarafýndan "Kesintisiz 2-3" ciltli bir kitap kapaðý içinde zulalanmýþ halde elimize ulaþtý. Mahir bu yazýlarýný Maltepe firarýndan sonra kaleme almýþ, kýsa süre sonra da Kýzýldere'de katledilmiþti. Teorik sorgulama iþleri esas olarak Kýzýldere sonrasý ve yazýlý dökumanlar elimize ulaþtýkça baþlamýþ oldu. 74 Yýlý Hapishane Çýkýþý Sonrasý 1974 Mayýsýnda cezaevinden çýktýðýmda, Ýlhami ve Mahir infaz üzerinden iki ay kadar önce çýkmýþlardý. Ben, bir disiplin suçundan dolayý tecrit hücrelerine ve oradan da TÝÝKP þeflerinin (Doðu Perinçek ve arkadaþlarý) yattýðý arka hücrelere gönderilmiþtim. Hücreler özel bir durum olmadýkça koðuþ olarak kullanýlýyordu. Sabah sayýmýnda açýlýyor ve akþam sayýmýndan sonra da kapatýlýyordu. THKO mensuplarý da bu hücrelerde yatýyordu. Ama ön hücrelerde Deniz'ler idama buradan götürülmüþlerdi. Disiplin hücreleri ise koðuþlarýn arkasýnda yemekhane yanýnda, disiplin "sopalarýnýn" da icra edildiði üç hücreden oluþuyordu. Aslýnda 12 Mart döneminde ender kullanýlýrdý bu hücreler. Koðuþ da kiler, Havalandýrmaya çýkarken disiplinli çýkmadýðýndan, havalandýrma iç emniyet amiri ve o dönemin meþhur dayakçýsý Burhan Poturna'ya þikâyet edilmiþtik havalandýrma çavuþu tarafýndan. 45-50 kiþiye yakýn bir kitle havalandýrmadayken, Burhan Poturna kapýdan 'puþtlar, ibneler' diye küfretmeye baþlamýþtý. Benden baþka kimse "alýnmamýþ" olacak ki (Ýlhami ve Mahir'le ayrý koðuþlardaydýk o sýra) ben üsteðmenin yanýna kadar gidip kendisine küfrü iade etmiþtim. Sonra apar topar disipline götürüldüm. Dayak beklerken dokunmadýlar. Ama akþam sayýmýndan sonra hiç de unutkan 23


Kurtuluþ

olmadýklarýný gösteren bir dayak resitali sundular bana. Ertesi gün kafa derimin birkaç santim yükseldiðini hissetmiþtim! O zamanlar mahpus dayaðýndan dolayý (baþa alýnan darbeyle) kimse ölmediðinden galiba, kafaya vurmak da serbestti. Bu yediðim Ýlk dayak deðildi. Son dayak da olmadý. Ayrýca bizim de karþýlýk verdiðimiz durumlar oluyordu. Ýlhami de sopa gösterilerinden nasibini almýþtý ara sýra. Mahir ise gündüzleri pek " hayatta" olmadýðýndan ona çarpmýyordu bu iþler. Mahir genellikle gece geç vakitlere kadar kitap okuduðundan, gündüzleri uykuda geçirirdi. 12 Eylül sonrasýnda ise, Ýlhan Erdost mahkeme dönüþü arabada erlerin baþýna vurduðu cop darbeleriyle ölünce, komutansýz dayaklar yasaklanmýþtý. Yani komutan (en azýndan bir astsubay) eþliðinde dayak konseri veriliyor ve sýk sýk komutan "baþa vurmayýn" diye uyarýyordu. Ama açýk söylemek gerekirse 12 Eylül döneminin zulmü yanýnda 12 Mart'ýn uygulamalarý çok hafif kalmýþtýr. Perinçek ve arkadaþlarý, takýmý elde tutmak için, zaman zaman cezaevi idaresine karþý göstermelik þovlar icat ediyorlardý. Her seferinde de sopayý yiyip oturuyorlardý. 'Allah için' birkaç kiþi dýþýnda en çok dayaðý da, onlardan olmayýp ayný koðuþta kalan, onlarýn bu þovlarýna namus belasý katýlan, bizler yiyorduk. Ýþte bu nedenle, Ýlhami ve Mahir'den farklý olarak hakkýmdaki "isyan" davasýndan 1 sene 4 ay hüküm vardý. Ýkinci "isyan" davasý ise yakýnda sonuçlanacaktý. Ecevit affý birkaç yýl daha yatmaktan beni kurtarmýþtý. Mahpustan çýkarken en azýndan üçümüz için söylüyorum, kararýmýzý çoktan vermiþtik. Kýzýldere ve ardýndan Deniz'lerin idamýyla bir sayfa kapanmýþtý. Onlar gemileri yakmýþlardý. Geriye dönüþ yoktu. Yeni sayfayý geriden gelenler açacaktý. Biz üçümüz buna aday olduðumuzu hem içeride hem de dýþarýda tutum ve söylemlerimizle ortaya koymuþtuk. Ve baþka aday olanlarla birlikte yola devam edecektik. Bayrak yere düþmeyecekti! Mamak'ta Yusuf ve Münir'lerin rezillikleri iyice ortaya döküldükten sonra arkadaþlar arasýnda bir sorun kalmamýþtý. Yani teslimiyetçi ve inkârcý cephenin (THKP-C'içindeki) hiçbir etkisi kalmamýþtý Ankara'da. THKP-C davasýndan yargýlanmakta olan Nasuh'da, Ýlhami ve Mahir'le ayný dönemde tahliye olmuþtu. Nasuh, SBF'den tanýdýðýmýz iyi

bir arkadaþýmýzdý. Ýlhami'ler Nasuh'un gençlikle ilgilenmesinin doðru olacaðýný kararlaþtýrmýþlardý. Çýktýðýmda Nasuh, gençlik zemininde toparlanma çalýþmalarýný yürütüyordu. Zaten Ýlhami içerdeyken, "sýnýfçýlýk" üzerinde aþýrý bir yoðunlaþma içinde olduðundan, gençlik iþleri pek cazip gelmiyordu ona. Mahir ise, artýk teorisyenimiz olma yönünde epey yol almýþtý içerde. Gerçi, Ýlhami'nin sýnýfçýlýðýna diyecek bir þey yoktu da sýnýfa nasýl gidileceði konusunda pek net deðildi kafasý(!) Yalnýz kaldýðýmýz bazý zamanlar, bazen endazeyi kaçýrýp "gerekirse silah zoruyla giderek ele geçiririz sendikalarý" diyordu bana. Herhalde, 70'lerde divan baþkanlýðýný yapmýþ olduðu Ýstanbul TÝP kongresinde MDD'cilerin kazanmasýndaki zor faktörünü hiç aklýndan çýkarmýyordu(!) Hani, "kör ile yatan þaþý kalkar" derler ya, ben de etkilenmiþ olmalýyým ki, bir gün Kýzýlay'da SBF'den yetmiþlerden beri arkadaþýmýz olan cephe sempatizaný Tuðrul Paþaoðlu'yla tartýþýrken kýzmýþ "bak kafamýzý bozmayýn, gelir silahla el koyarýz DÝSK'inize" demiþtim. Tuðrul DÝSK'de o sýralar çalýþmaya baþlamýþtý galiba. Dýþarýya çýktýðýmýz ilk yýlda oluyordu bu sohbetler. Ama hayatý yavaþ yavaþ kavradýkça kazýn ayaðýnýn pek öyle olmadýðýný farketmeye baþlamýþtýk. Hele bir de herkesi kendimiz gibi bilip güvendiðimizden kazýklarý arka arkaya yiyip leylek yuvasýnda( Mahir ve Ýlhami ile birlikte kaldýðýmýz Bahçelideki çatý katý) bir baþýmýza kaldýðýmýzda durumu daha da iyi görmeye baþladýk. Mahir Çayan’ýn Mezar Sorunu 1974 yazýnda ilgilenmek zorunda olduðumuz, ama istismar konusu olarak görülmesin diye, bugüne kadar pek sözünü etmediðimiz bir konu daha vardý. Kimin ilettiðini hatýrlamýyorum ama önemli bir sorundu bizler için. Haber Mahir Çayan'ýn ve Sinan Kazým Özüdoðru'nun (Ertuðrul Kürkçü'nün baþkanlýðýndaki DevGenc'in genel sekreteri, Kýzýldere'de Mahir'lerle vurulmuþtu.) Kimsesizler mezarlýðýnda olduklarýydý. Eðer kýsa bir zaman içerisinde baþka bir yere defnedilmezlerse mezarlarýnýn kaybolacaðýydý. Bunu deðerlendirdik ve harekete geçtik hemen. Ýlk öðrendiðimiz Mahir'lerin, Deniz'lerin mezarlarýnda her gün polisin beklediði ve mezarlara gelenlerin gözaltýna alýndýðýydý. Yine bunun için emniyete baþvurduðumuzda "kimsiniz, Mahir Çayan'la ne 24


Kurtuluþ

iliþkiniz var" diye soruþturmaya uðrayabileceðimiz söz konusuydu. Göze aldýk ve yürüdük. Mahir Sayýn'ýn ailesi Ankara'daydý ve o yaz Ankara'da daha çok kalma durumu vardý. Mahir'i görevlendirdik. Emniyet, defin iþlemleri için Çayan'ýn annesinin onayýnýn gerekli olduðunu bildirdi. Çayan'ýn babasý daha önce ölmüþtü. Ben görev aldým ve Ýstanbul'da Feneryolu'nda oturan Mahir Çayan'ýn annesi Naciye teyzeyi ziyaret ettim. Bir gece misafiri oldum. Mahir'in erkek kardeþi ile de tanýþmýþ oldum. Mahir öldükten sonra da pek arayan soran olmamýþtý. Terzilikle geçiniyordu. Sanýyorum daha sonra bir kez daha ziyarete gitmiþtim. Ondan Mahir'in mezarýnýn nakli için Mahir Sayýn'a vekâlet çýkarttým. Ve sonuçta 1974 Aðustos'u olacak, mezarlarý þimdiki yerlerine naklettik. Kefen içinde kemikleri kalmýþtý, kemiklerini koyduðumuz kefen torbalarýný da Mahir Sayýn'ýn annesi dikmiþti yanlýþ hatýrlamýyorsam. Polis'te bizi yakýndan takip etmiþti. Ama herhangi bir müdahalede bulunmadý. Ayrýca mezarlarýn yapýmý için de bazý dostlardan para yardýmý aldýk. Ve bu iþi de hallettik. Þimdi geriye dönüp bakýldýðýnda bu iþ kolay görülebilir. Ama 1972 yýlý Kýzýldere katliamýndan beri hiç kimse elini uzatamamýþtý! Bu bizim için bir yoldaþlýk göreviydi. 12 Mart yýlgýnlýðýyla mücadelede bu ilk adýmdý. Kýzýldere'den sonra mezarý baþýnda ilk kitlesel anmayý da, 1975'in 30 Martýnda ben örgütlemiþtim.

görevlendirildim. Bayram vesilesiyle saðlanan açýk görüþ dolayýsýyla, cezaevi içine de girme fýrsatý bulmuþtum. Ziya Yýlmaz, Necmi Demir, Ýlkay Demir ve Kamil Dede ile görüþtüm. Üç gün boyunca etraflýca görüþmemiz yanýnda hasretlik de gidermiþ olduk. 12 Mart öncesi tanýþmamýza raðmen Necmi ve Ýlkay'la ortak bir pratik yaþamýmýz olmamýþtý. Arkadaþlarýn düþüncelerini aktardým. Geçmiþin ortak bir deðerlendirmesini dýþarýdakilerle birlikte yapacak ve bir çerçeve oluþturduktan sonra kamuoyuna görüþlerimizi açýklayýp yola koyulacaktýk. Ýstanbul için isim istedim. Ýlk etapta Ömer Güven'in ismini verdiler. Necati Saðýr da bir süre sonra çýktýðýnda onunla da iliþki kuracaktýk. Necati henüz Niðde'ye getirilmemiþti. Arkadaþlara olumlu haberleri ilettim. Ýkinci bayram görüþüne Ýlhami gitti. Bu arada ben Ýstanbul'a uzanýp Ömer Güven ile görüþtüm. Onun dýþýnda Zeki Erginbay'la da görüþmüþtüm. Zeki, 12 Mart öncesi Ýstanbul Dev-Genç yürütmesindeydi. Görüþtüðümüzde TÝP'te siyasi yaþamýný sürdürmekteydi. Görüþmelerimize devam etme kararý aldýk. Daha sonra Ömer Ankara'ya geldi. Ve organik bir iliþki kurulmuþ oldu aramýzda. 1975 Þubatýnda Niðde'ye çaðrýldýk. Arkadaþlar yine beni gönderdiler. Necmi, Ýlkay ve Kamil'in altý sayfalýk görüþlerini ifade eden bir yazý da bu arada ortalýkta dolaþmaya baþlamýþtý. Onun için bir süre onlara 'altýlýklar' denmiþti. Temel önermeleri "proleter devrimcilik Çin'in yanýnda yer alýp almamakla belirlenir" biçimindeydi. Yani Ýlkaylar bize hiçbir bilgi vermeden daha önce anlaþmýþ olduðumuz zeminden de fakto bir durum yaratarak ayrýlmýþ oluyorlardý. Necati Saðýr o sýrada Niðde'ye getirilmiþ ve hatta cezasý da dolmuþ bulunuyordu. Ýlk gün kapalý görüþte Necati de parmaklýklar arkasýndaydý. Ertesi günü Necmileri ziyarete, tahliye olan Necati ile birlikte gitmiþtik. Bu görüþmelerimizde Necmiler bizden ayrýldýklarýný deklere ettiler, Necati de onlara katýlýyordu. Necati ile o gece Ankara'ya döndük. Necati, Mahir, Ýlhami ve benimle yaptýðý görüþmenin ertesi günü Ýstanbul'a döndü. Ayrýlýrken Ömer ile birlikte bir ay sonrasý için randevulaþtýk. Bir ay sonra Ankara'da buluþtuk. Konuþmadýðýmýz halde Kýbrýslý kadýn arkadaþ Ülkü de beraberlerinde gelmiþti. Ülkü, Maltepe firarýndan sonra Ziya Yýlmaz ile Levent'teki bir evde polis baskýnýnda kaçan arkadaþýmýzdý.

Yeniden Toparlanma Yenilgi sonrasý sosyalist hareketin bir daðýnýklýk ve yýlgýnlýk geçireceðini varsaymýþtýk. Nitekim de öyle oldu. Bu açýdan içeride birlik sorunu konusunda da netleþmiþtik. Dýþarý çýkýnca özellikle, Yusuf ve Münirlerin teslimiyetçi ve ihanetçi tutumlarýnýn yapmýþ olduðu tahribatlarý da düþünerek öncelikle kýsa erimde THKP-C zemininde birliði saðlamaya çalýþtýk. Bunu yaparken de bizim dýþýmýzdaki grup ve siyasetlerle de görüþme zemini yaratmaya çalýþýyorduk. Þaban ve Oðuzhan da çýktýktan sonra kaba bir biçimde Ankara ekibi ortaklaþtý. Onlar DevGenç davasýndan yargýlanmýþ ve Anayasa Mahkemesinin af kanunundaki eksikliði düzeltmesinden sonra Temmuz'da çýkmýþlardý. Sýra Ýstanbul'da idi. Onlarýn da sözcüleri Niðde'de idi. 1974 yýlýnýn Ekim ayýnda bir bayram günü, arkadaþlarý Niðde'de ziyaret için 25


Kurtuluþ

Ýstanbul'dan Necati, Ömer, Ülkü Ankara'dan ise ben, Ýlhami, Mahir ve Oðuzhan bir araya geldik, bir gece boyunca tartýþtýk. Birbirimizi ikna edemedik. Ve ip koptu. Geriye Oðuzhan, Nasuh ve Þaban kalýyordu, bir de üçümüz! Karadeniz'den Çörtük Ýsmet ile de iliþkimiz sürüyordu. O da bizi yakýndan izliyordu. Ýsmet'le Dev-Genç zamanýndan beri tanýþýyorduk. Biz içerdeyken Kýzýldere yollarýnda Mahir'in çevresindeydi. Cephe davasýndan yargýlanýp çýkmýþtý. Onunla 1970'lerde Karadeniz örgütlenmesiyle ilgili olarak Samsun'da buluþmamýz olmuþtu Mahir Çayan'la birlikte. 1970 ilkbahar aylarýydý. Ziya Yýlmaz Fatsa TÝP ilçe baþkanýydý. Kongrede TÝP muhalefetinden yani bizden yana tutum almýþtý. Mahir Çayan'ýn dergi yazýsýndan "Sað Sapma Devrimci Pratik ve teori" den etkilendiði söyleniyordu. Ama organik bir iliþki için Çayan'la kendisi ve ortak davrandýðý arkadaþlarýnýn da olacaðý bir sohbete ihtiyacý vardý. Bu görüþmeye Mahir Çayan benimle gitti. Fatsa' da Ziya Yýlmaz'ýn matbaasýnda gece boyunca partililerle sohbet ettik. Ziya o zamanlar 'Yeþil Fatsa' adýnda yerel bir gazete çýkarýyordu. Tahmin edileceði gibi ideolojik-politik aðýrlýklý bu sohbette Mahir konuþmuþtu. Sorun yoktu. Fatsa ilk düþen kalelerden biri olmuþtu. Ziya ile ilk kez tanýþýyorduk. O gece Terzi Fikri ile de tanýþmýþtýk. Bizi otele býrakmadan önce Ziya, ertesi akþam Samsun'da baþka arkadaþlarýn da katýlacaðý bir toplantý organize ettiðini ve bazý ciddi sorunlarý orada konuþmayý önerdi. Kabul ettik. Ertesi gece Samsun'da bir otel odasýnda Mahir, ben, Ziya, Ýsmet Öztürk ve Ertan Saruhan (Kýzýldere'de katledilen öðretmen arkadaþ) buluþtuk. Karadeniz örgütlenmesinin ilk çekirdeði oteldeki bu toplantýyla oluþturuluyordu. 1974'de SBF ve Ankara gençliðinin 12 Mart'ýn etkilerinden sýyrýlmasýnda önemli bir olay da þuydu; Fakültenin giriþinde içeride kimlik yoklamasý yapan bir polis bulunmaktaydý. Anlaþýlan 12 Mart'tan kalan bir uygulamaydý. Fakülte içinde bildiri veya devrimci yayýnlarýn daðýtýlmasý yasaktý. Ayrýca müstahdemlerden bazýlarýnýn polise muhbirlik yaptýðý söyleniyordu. Bu durum kabullenilemezdi. Okullar açýldýktan bir süre sonra birkaç arkadaþla bir plan yaptýk. Öðleyin derslerin bitiminde öðrencilerin yoðun olduðu daðýlma sýrasýnda, faþist bilinen birkaç öðrenciyi dövecektik. Ve muhbir vatandaþlar da bundan nasibini alacaktý! Plan

aynen uygulandý! Bu olaydan sonra SBF'de görevli polis bir daha görülmedi. Artýk fakülte içinde açýktan politik çalýþma yapmanýn önünde bir engel kalmamýþtý. Bildiri, yayýn daðýtýmý gibi yasaklar fiilen kalkmýþ bulunuyordu. 12 Mart yýlgýnlýðýnýn Ankara gençliði üzerindeki etkisinin kýrýlmasýnda yardýmcý olmuþ bir olay da, 1975'in ilk aylarýnda Hukuk Fakültesinin kantinine gövde gösterisi için gelen faþistlerin kovalanmasý olayýdýr. Öðle vakti SBF'nin bahçesinde bazý öðrenci arkadaþlarla söyleþiyorduk. Yanýmýza oldukça ürkmüþ gençlik çalýþmasýnda görevli birkaç cepheci ve AYÖD'lü arkadaþ geldi ve faþistlerin Hukuk kantinini bastýðý haberini verdi. Heyecanlanmamalarýný söyleyerek "kalabalýklar mý, silahlarý var mý, nasýl hissettiniz? " þeklinde sorularla durumu kavramaya çalýþtým. Kalabalýk ve silahlý olduklarýný ve kantindeki devrimci öðrencilerin ise az olduðunu söylediler. Öncüler bu kadar ürktüðüne göre içerdekilerin durumunun daha da kötü olacaðý açýktý. O anda karar verdim ve en azýndan kantindeki arkadaþlarý ezdirmeden oradan almamýz gerektiðini, bir tavrýmýz olmazsa bu durumun fakültenin devrimcileþmesi açýsýndan problem yaratacaðýný düþündüm. Faþistlerle kapýþmayý da göze almamýz gerektiðini belirttim. Üzerimizde de silah yoktu ama ne yapalým "hamama giren terler" misali yürüyecektik. Bu olay bize ders oldu ve o günden sonra fakülte çevresinde tedbirimizi aldýk. Yanýmdaki birkaç arkadaþa kantine girerken silahlýymýþ gibi görüntü vermesini ve faþistlerin karþýsýnda ayakta sýrtlarýný duvara vererek durmalarýný söyledim. Bende baþlarýnda silahlý pozu vererek kantine girecektim. Tiyatromuz tuttu ve bu kez ürken faþistler oldu. Blöfümüzü yemiþlerdi. Birkaç dakika geçmemiþti ki, yirmiye yakýn faþist ayaða kalktý ve kantini terk etmeye baþladý. Korkmuþlardý görüldüðü kadarýyla. Artýk bundan sonrasý kolaydý. Ýþareti verdim ve üç beþ arkadaþla kapý çýkýþýnda saldýrdýk. Faþistler tabanlarý yaðladýlar ve dýþarýda fakültenin merdivenlerinden düþe kalka dayak yiyerek kendilerini yolun karþýsýna zor attýlar. Bu olay, Ankara gençliði üzerinde kendilerine güven açýsýndan önemli bir deneyim olmuþtu. 70 yýlýnýn son aylarý faþist saldýrýlar yoðunlaþmýþ ve bu oranda da Dev-Genç'in kayýplarý artmaya baþlamýþtý. Dev-Genç bu saldýrýlara karþý yeterli bir önlem almadýðý takdirde öðrenci kesimindeki desteðini 26


Kurtuluþ

kaybedebilirdi. Bu açýdan Mahir Çayan DevGenç'in SBF'de yapýlan bir kitle toplantýsýnda faþist saldýrýlar karþýsýnda alýnacak önlemler içinde okullarý temel alan "antifaþist mücadele timleri" önermiþti. Bu öneri Dev-Genç'te kabul görmüþtü. Dev-Genç'in fakültelerdeki birimleri olan Fikir Klüpleri bünyesinden bu iþlevi yerine getirecek yetenekte militan unsurlar bu timlerde görev alacaklar ve faþistlere karþý meþru müdafaa temelinde gereken eylemleri örgütleyeceklerdi. Bu timlerde kendilerini kabul ettirecek militanlar, daha sonra hazýrlýklarý yapýlmakta olan silahlý mücadele örgütlenmesine alýnacaklardý. 1974 sonrasýnda üniversitelerde faþist saldýrýlar yoðunlaþtýðýnda ilk aklýmýza gelen, kýsa süreli de olsa yaþanmýþ olan bu deneyim oldu. Ve bu konuda üniversite ve yüksek okullardaki cephe zemininde yer alan ileri unsurlarla görüþmelere baþladýk. Temmuz baþlarýnda Oðuzhan ve Nasuh'larla ayrýlýk gündeme geldiðinde bu hazýrlýklara baþlamýþtýk. Yani biz o dönemde bu iþlerle uðraþýrken hiç beklenmedik bir durumla karþýlaþtýk. Ayrýlýktan birkaç gün önce bu konuyla ilgili Bahçelideki evde, ODTÜ'de etkili olan Taner Akçam ile görüþmüþ ve mutabýk kalmýþtýk. 1975 yýlýnýn ilk aylarý Ankara Yüksek Öðrenim Derneði'nin (AYÖD) seçimleri gündeme gelmiþti. Doðan Fýrtýna'nýn AYÖD baþkaný olmasýný ve Ali Alfatlý'nýn da aramýzda yapmýþ olduðumuz "iþbölümüne" uygun olarak bana baðlý bir biçimde istihdam edilmesini uygun görmüþtük. Fakat Alfatlý kendisinin bu "göreve" hazýr olmadýðýný söyleyerek gençlik içinde kalmak istediðini belirtti. Bu iþte gönüllülük esas olduðundan durumu kabullenmek zorunda kaldýk. Þaban ise benim AYÖD baþkaný olmamý istiyordu. 1975 yýlý Haziran'ýnda üniversite sýnavlarýnýn olduðu dönemde, AYÖD'ün ve ona baðlý fakülte ve yüksek okul öðrenci derneklerinin yeni sýnava girecek öðrencilerle ilgili çalýþmalarý vardý. Yanlýþ hatýrlamýyorsam, sýnav günü polisle SBF civarýnda bir gerilim yaþandý. Ve küçük çapta çatýþmalar oldu. Ya o gece ya da ertesi gece Ali Baþpýnar benimle görüþtü. Polisle çatýþmalarda AYÖD baþkanýnýn kurulan barikatlarda öðrencilerin baþýnda olmadýðýný þiddetle eleþtirmiþti. Arkadaþlarla bu konuyu görüþmemi istemiþti. Ertesi günü SBF'de Ali Alfalý ile bu meseleyi konuþtum. Yanýmýzda o dönemde cephe zemininden SBF öðrenci

derneði baþkaný seçilmiþ olan Sedat Göçmen de vardý. Alfatlý'ya cephe adýna yönetilicilik görevine gelmiþ arkadaþlarýn, gerek polisle olsun gerekse faþistlerle olsun kavgalarda en önde olmasý gerektiðini ifade edip sert biçimde eleþtirdim. Bu eleþtiri Alfatlý'ya fazla gelmiþ olacak ki, birkaç ay önce ikili bir görüþmemizde Nasuh'un gýyabýnda kýzgýnlýkla yaptýðým bir küfrü o gece Nasuh'a yetiþtirmiþti. O güne kadar niye beklediði de pek anlaþýlamadý! Küfür etmemin nedenine gelince; Oluþturduðumuz platformda "kesintisiz devrim 2-3" den baþlayarak geçmiþin bir eleþtirisini devrimci kamuoyuna açýklamadan önce, bununla ilgili gençlik arasýnda bir görüþ belirtmeyeceðimiz üzerinden anlaþmýþtýk. Nasuh, gençlik arasýndaki iliþkilerde bunu dikkate almadan Mahir Çayan'ýn "kesintisiz 2-3" görüþlerine katýldýðýný ifade etmeye devam ediyordu. Ben de, bu konuda anlaþmamýza karþýn, tersini yapmasýna kýzarak küfretmiþtim. Aylar önce içimizden görevlendirdiðimiz Oðuzhan Müftüoðlu ve Mahir Sayýn kesintisiz devrim 23 üzerinde birlikte çalýþma yürütüyorlardý. Sonbahar gibi geçmiþin deðerlendirmesi üzerine görüþlerimizi kamuoyuna açýklamayý tasarlýyorduk. Temmuz baþlarýnda, yukarda sözünü ettiðim küfür olayýný bahane ederek Nasuh "ben sizinle yürümeyeceðim" dediðinde oldukça þaþýrmýþtýk. Görüþmeye Oðuzhan, Nasuh ve Alfatlý birlikte gelmiþlerdi. Oðuzhan bu konuda bir tavýr içinde olmadýðýný ifade edip, düþüneceðini söyleyerek ayrýlmýþtý. Ama birkaç ay sonra Oðuzhan da, Nasuh'la birlikte davranacaðýný bize deklere etti. Halbuki aðustos ayýnda cephe zeminindeki arkadaþlara bu durumu açýklamak için ÞehDer'de yapýlan toplantýda Nasuh "Ben Mahir Çayan'ýn görüþlerine katýlýyorum, bu arkadaþlar ise katýlmýyorlar, eleþtiriyorlar" þeklinde yaptýðý açýklamaya ayakta dinlemekte olan Oðuzhan " katýlýyorsan, kalkar yaparsýn" diyerek tepki göstermiþti. Yine beni þaþýrtan bir baþka konuda, Alfatlý'yý üniversitedeki polisle çatýþmada bulunmadýðý için sert bir biçimde eleþtirip bizi tutum almaya zorlayan Ali Baþpýnar'ýn da, hiçbir þey olmamýþ gibi, birkaç ay sonra piþkince o cenahta yer almasýydý! Demek ki "dün dündü, bugün de bugün" (!) Hiç beklemediðimiz ve bizi bir ölçüde gençlikten soyutlayan bu ayrýlýk sonrasý kalanlarla tek baþýmýza devam etmekten baþka bir yol 27


Kurtuluþ

yoktu. Aslýnda kendimize aþýrý güvenin ve basiretsizliðimizin bunda rolü büyüktür. Hissiyatým odur ki, o günlerin bir kýsým gençlik kadrolarýnýn bizden yana tavýr almamasýnda devrim mücadelesi açýsýndan bizim kararlý duruþumuzun, katýlýðýmýzýn önemli bir payý olduðudur. Bu tutumumuzun henüz hazýr olmayan kadrolar üzerinde bir ürküntü yaratmýþ olmasý doðaldý. Ben gençlikle ilgilenmeye baþladým. Nasuh'un ilgilendiði zaman da ben gençliði boþlamamýþtým. Bazý iliþkilerimiz vardý. Ama iþimiz zordu. Ankara Yüksek Öðrenim Derneði (AYÖD) doðal olarak onlarýn aðýrlýðýný taþýyordu. Yapýlacak iþ, deðiþik okullarda iliþkili olduðumuz arkadaþlarla bir yandan gençliðin önem verdiði anti-faþist mücadelenin önünde militanca yer almak ve diðer yandan bunun yaratacaðý etkiyle düþüncelerimizi gençlik içinde yaymak olacaktý. Ayrýldýðýmýz arkadaþlar tarafýndan gençlik içinde hakkýmýzda gecikilmeden bir dedikodu kampanyasý açýlmýþtý. "Onlar Mahir'i inkâr ediyorlar. Yakýnda TKP'ye giderler." Bizim için "TKP'ye kalkan tren" gibi yakýþtýrmalarda bulunuyorlardý. Tabii, henüz yazýlmýþ çizilmiþ bir görüþümüz olmadýðýndan, haliyle dedikodulara yetiþme olanaðýmýz yoktu. Ben, dedikodularýn adresini birkaç kez yakalayýp, SBF kantininde belli bir kitle önünde hesap sorduðumda da kývýrtýp inkâr ediyorlardý. Bunun tek bir panzehiri olabilirdi. O da, o güne kadar geçmiþe iliþkin þekillenmiþ görüþlerimizi kaleme almaktý. Mahir bu konuda hapishanedeyken epeyce yoðunlaþmýþtý. Yani " teorisyen"imiz olma konusunda epey yol almýþtý. Gerçi Ankara 'Altýndað' kültürü ile büyümüþ birisinin böyle bir konuma ulaþacaðýný, onu tanýmadan önce, birileri söylemiþ olsaydý pek inanmazdým hani.(!) Ve çerçevesi arkadaþlarla (Ben, Ýlhami, Mahir, Þaban, Ýsmet ) tartýþýlarak belirlenen görüþleri Mahir, Yol Ayrýmý broþüründe formüle etti. Doðrusunu söylemek gerekirse, gençlikte çalýþan biri olarak bunun ihtiyacýný en çok ben hissettiðimden, o günlerde ýsrarcýlýðýmýn bu broþürün çýkmasýnda önemli bir payý oldu. Ýyi de yaptýðýmýzý düþünüyorum. Öðrenci gençlik içinde belli bir etkinliði olan THKO geleneðinin savunduklarýna da cevap vermek gerekiyordu. Bu arkadaþlar

Sovyet- Çin çatýþmasýnda Çin'i takip eden bir yol izliyorlar ve sosyalist cenahta yeni sayýlacak "Sosyal Emperyalizm" düþüncesini savunuyorlardý. Yani Sovyetlerin " sosyal emperyalist" bir ülke olduðunu söylüyorlardý.. Bu konuda "sosyal emperyalizm mi, Büyük Han þovenizmi mi" isimli, hem Sovyetleri ve hem de Çin'i eleþtiren, bir broþürü Mahir'e yazdýrdým. Bu bizim iþimizi epey kolaylaþtýrmýþtý. Nasuh'lar bu arada yasal olarak Devrimci Gençlik dergisini çýkartmaya baþlamýþlardý. Bu konuda bir adým ileride idiler. Ama bizim de artýk dedikodulara karþý etkili bir silahýmýz olmuþtu. Laf kalabalýðý edenlere "iþte görüþlerimiz bunlar. Bir þey diyecekseniz yazdýklarýmýzý eleþtirin" diyebiliyorduk. Ellerinde sadece "inkârcýlýk" suçlamasý kalmýþtý. Biz 'Mahir'i inkâr ediyormuþuz'. Ama 12 Eylül cuntasý gelip çattýðýnda, daha sonra Dev-Yol adýný almýþ olan ve Mahir Çayan'ýn görüþlerini savunuyoruz diyenler, halen silahlý propagandaya yani "politikleþmiþ askeri savaþa" bir türlü baþlayamamýþlardý. Baþlayamadýlar da! Broþürleri oldukça ilkel koþullarda, illegal olarak, teksirle basýp çoðaltmýþtýk. Bastýðýmýz broþürlerden birer, ikiþer tanede de iliþkili olduðumuz þehirlere gönderdik. Ýsteyen kendisi çoðaltabilirdi. Henüz yasal bir dergi çýkarmadýðýmýz için broþürler düþüncelerimizin yayýlmasýna yardýmcý oldu. Bizler az çok DevGenç'ten tanýnan insanlardýk. Ve politikayla ilgili olan bir takým insanlarýn görüþmelerimizi merak etmesi doðaldý. Broþürlerin ulaþtýðý yerlerden kýsa sürede hem broþür talebi, hem de iliþkilenmeyi isteyen olumlu tepkiler almaya baþlamýþtýk. Geliþmeler onca handikaba raðmen umut vericiydi. Tam bu sýrada 1975 Kasým civarý, çok anlamlý olmayan ve talihsiz bir olaydan (SBF kütüphanesi olayý) dolayý gençlikte birlikte koþturduðumuz birkaç insanla birlikte, aranýr duruma düþtük. Tabii anlamsýz dediðim bu iþten dolayý, ismim Hürriyet gazetesinin üst manþetinde Mahir Çayan'ýn sað kolu olarak verildi. Eh karþý devrim nezdinde olduðu gibi devrimci saflarda da "namlanmaya" baþlamýþtýk! Bu geliþmeler hýzýmýzý zayýflattý. Ama yine de özveriyle çalýþmalara, deðiþik taktiklerle, devam ettik. Ta ki, bugün dahi o günlerde yaþayanlarca unutulmayan, o meþhur "kantin baskýnlarýna" yol açan olaylara kadar! Kantin Baskýný 28


Kurtuluþ

Ben de "Leninist parti mi kuruyorsunuz Yoksa patlýcan, elma, armutlarýn bir araya geldiði turþu mu?" diye kafa bulmuþtum. Konuþmamý bitirirken kitleye ve eleþtiride muhatap aldýðým kesimlere hitaben polisiye durumumu bildiklerini, polisin geliþimizi haber alýp yarýn gelebileceðini, provokasyona neden olmamak için gelemeyeceðimi belirttim. Yapacaklarý eleþtirileri de arkadaþlarýmýn cevaplayacaðýný söyledim ve fakülteden ayrýldým. Ben devrimci bir üslupla polemiklerimi yapmýþtým. Konuþmam kitle üzerinde epeyce etkili olmuþ ki, bunu hazmedemediler. Ertesi gün, kürsüden eleþtirilerime cevap vermek yerine sorunu þiddetle çözmeyi kafalarýna koymuþlar ki, Ankara'da ne kadar kadrolarý varsa toplayýp gelmiþler. Benim de gelmeyeceðimi biliyorlardý. Toplantý baþlar baþlamaz sudan bir bahaneyle salonda mevcut olan Siyasallý birkaç arkadaþýmýza saldýrmýþlar. Arkadaþlarým böyle bir þey beklemediklerinden hazýrlýklý deðillerdi. "Orantýsýz bir güç kullanýmý" olduðu halde yine de az hasarla atlatmýþlardý. Böyle bir haksýz saldýrýnýn o günlerin verili 'kültürü' içinde kabul edilebilir bir yaný olamazdý. Bu durumda bize kimse güvenip arkamýza düþmezdi. 'Þamar oðlanýna' döndürürlerdi bizi. Ýstemeye istemeye bu saldýrýnýn cevapsýz kalmamasýna karar vermek zorunda kaldým. Yanlýþ anlaþýlmasýn, gençlik iþleri Nasuh'larýn ayrýlýðýndan sonra bana havale edildiðinden, o günün anlayýþý içinde dönüp kimseye bir þey soracak durum yoktu. Ýliþkilerimiz her þeyden önce yoldaþça güvene dayanýyordu. Nehir kendi yataðýnda akmak zorundaydý! Yanlýþýmýz olursa özeleþtirimizi yapardýk sonra. Gerçi o dönemde pek makul görülmeyeceðini bildiðim, önce yapýp sonra özeleþtiri verdiðim birtakým "deliliklerimiz" de olmadý deðil(!) Onlarý da " zorunluluklarla" ifade ediyordum.Ama þimdilerde sosyalist demokrasi anlayýþý çerçevesinde " zorunluluklarýn teorize" edilmesinin yanlýþlýðý ortaya çýktýðýna göre genç yoldaþlarým buna iltifat etmemelidirler diye düþünüyorum! Saldýrý dolayýsýyla SBF'deki toplantý da bir gün uzatýlmýþtý. Üçüncü günün sabahý her þeyi göze alarak arkadaþlarýn baþýnda toplantýya gittim. Bu kez, biz de Ankara'daki kadrolarýmýzý toplamýþtýk. SBF küçük anfide idi toplantý. Bir gün önceki kavgadan dolayý kitlenin gelmeyeceði düþünülmüþtü. Nitekim de öyle oldu. Biz bize idik, kadrolar olarak. Ali Alfatlý AYÖD baþkaný olarak divandaydý. Toplantýyý açýnca

1975 Kasým ayýnda aranmaya baþladýðým sýralar AYÖD seçimleri de gündeme gelmiþti. Fakülte ve yüksekokullarda delegasyon seçimleri yapýlacaktý. Arkadaþlar SBF'de seçim toplantýlarýna katýlmam için ýsrar ettiler. Katýlmadýðým takdirde kazanma ihtimalimizin zayýf olacaðýný söylediler. 1970'lerden gelen tanýnmýþlýðýmýzýn, aðýrlýðýmýzýn özellikle SBF'de önemli olduðunu anlattýlar. Biraz zor ikna oldum. Çünkü beni yakalamak için polis, o sýrada kaldýðýmý tahmin ettiði evleri basýyordu. 12 Eylül cuntasýndan sonra meþhur iþkence evi DAL'ýn sorumlusu olarak karþýma çýkacak olan Cebeci komiseri Kemal Yazýcýoðlu arkadaþlara, 'Kemal Abiniz ne yapýyor? Ona selam söyleyin, yakýnda görüþeceðiz.' diye kafa bulan mesajlar iletiyordu. Özetle, seçim dolayýsýyla SBF'de bir kitle toplantýsýnda konuþmak provokasyona yol açabilir endiþesi taþýyordum. Çünkü o günler pusuya düþmedikçe polise kuzu gibi teslim olma niyetim olmadýðýndan "hazýrlýklý" yaþýyordum. Arkadaþlara tedbir alýrsak ve herhangi bir polis baskýnýnda çatýþmayý göze alýyorlarsa "gelirim" dedim. Kabul ettiler. Ve ben istemesem de kabullenmek zorunda kaldým. Toplantýlar ilk iki gün konuþmalar, üçüncü gün de seçimler olmak üzere üç gün sürecekti. SBF büyük Anfi'de üç yüzü aþkýn insanla yapýlan ilk toplantýda uzun bir konuþma yaptým. Konuþmam o zaman etkili olan iki gruba yönelmiþti. Nasuh'lara ve THKO geleneðinden gelenlere. "Yol ayrýmý ve Öncü savaþý" bazýnda Nasuh'larý hedef almýþtým. THKO geleneðinden gelenleri de o sýralar yasadýþý olarak çýkardýklarý "Yoldaþ" dergisindeki düþünceleri esas alarak karþýma almýþtým. Bir de "Parti broþürü" çýkarmýþlardý. Bu broþür üzerinden Parti anlayýþlarýný eleþtirmiþtim. "Yoldaþ" dergisinde eleþtirdiðim noktalar, 1971 hareketinin deðerlendirmesi konusuydu. Üç ay içinde (Haziran-TemmuzAðustos) çýkardýklarý üç sayýda söyledikleri birbiriyle çeliþiyordu. Birinci sayýda söyledikleriyle üçüncü sayýdaki düþünceleri yüz seksen derece birbirinin zýddýný içeriyordu2. Parti broþürlerinde ise Leninist Parti anlayýþýyla baðdaþmayan bir konuyu eleþtirmiþtim. O da þuydu aklýmda kaldýðý kadarýyla: "Proletarya devrimcileriyle, küçük burjuva devrimcileri Leninist bir partide birlikte yer alacaklar. Mücadele içinde hegemonyayý hangisi kurarsa parti onun çizgisine girecekti." Yani baþtan Leninist partiyi küçük burjuva devrimcileriyle kurma düþüncesini ileri sürüyorlardý. 29


Kurtuluþ

ben arkadan, bir gün önceki saldýrýnýn gündeme alýnmasýný önerdim. Saldýrý yapanlar homurdanýnca, arkadaþlarým sözümü kesmemeleri için uyardýlar. Devam ettiklerinde ise, toplantý baþlamadan bitmiþ ve toplantý salonu bir arenaya dönmüþtü. Bu fakülteden çýkana kadar sürmüþtü. Güçlerimiz denk sayýlýrdý. Ayrýca, arkadaþlarýma bir gün önce sadece saldýranlarý hedef alýn diye uyarmýþtým. Sonuçta bunun yeterli olduðunu ve gerilimi düþürmek için çaba sarf etmek gerektiðini ifade edip, SBF'den ayrýldým. Ama durum istediðimiz gibi geliþmedi. Tekrar bir hamle yaptýlar. Hacettepe'ye faþistlerin gelmesi üzerine, gerilim yüzünden SBF'de toplanmýþ olan güçlerimizin geçici bir "ateþkes"le, Hacettepe'ye gönderilmesini kararlaþtýrdýklarý halde, bizimkileri kandýrýp güçlerini göndermediler. Ve bizim geride kalan iki arkadaþýmýza yirmi kiþi saldýrmýþ ve bir arkadaþýmýzýn üzerindeki silahý da almýþlardý. Bu durumda Ankara'da artýk o günlerin atmosferi içinde kimsenin yüzüne bakamazdýk. Bu saldýrý kadrolarda büyük bir moral bozukluðu yaratmýþtý. Diplomasi ile çözülecek bir yaný kalmamýþtý iþin. Ýþte meþhur "kantin baskýný" bu olayýn arkasýndan geldi. Ertesi akþam, o günlerde aðýrlýklý olarak onlarýn kitlesinin de geldiði hukuk kantinini tam teçhizatlý küçük bir müfreze ile ziyaret ettik. Yýllarca yankýsý sürecek nutkumu, masa üstüne çýkarak yaptým. Kantine girince önce "devrimciler bir yana, faþistler bir yana" diye baðýrdým. Yetmiþli yýllarýn devrimci kültürü içinde bir devrimcinin silahýný ancak faþistler alabilirlerdi çünkü. Bu mantýktan hareketle silahýmýzý alan arkadaþlara kýzgýnlýk ve tepkiyle böyle hitap etmek zorunda kalmýþtým. Ve o saflarda bulunan arkadaþlara üst baþ aramasý yapmýþtýk. Silah bulsak el koyacaktýk. Sonra "Ankara artýk iki gruba dar geliyor. Ya biz ya da onlar Ankara'yý terk edecek" demiþtim. "Gerilla savaþýný bu gece baþlatýyorum. Ancak Nasrettin Hoca'nýn kazaný misali bizim silah doðurursa, yani iki adet gelirse savaþ durur" demiþtim. Tabii bu 'tiyatroyu' masa üstüne çýkmýþ bir arkadaþýn "keman" gösterisi eþliðinde sahnelemiþtik! Muhataplarýmýzýn bulunabileceði muhtemel birkaç evi de o gece ziyaret ettik. Ziyaretimizin nedeni gayet masumdu, el konulan silahý bulmak ve olaya karýþanlara rastlarsak biraz cezalandýrmaktý. Ertesi günü öðleye doðru sorun çözüldü.

Karþý cenahýn daha saðduyulu olan insanlarý duruma el koymuþ olacaklar ki, Ali Demir üzerinden bana ulaþtýlar. Ali'ye arkadaþlarýn "bana saygýlarý olduðunu ve benimle bir sorunlarý olmadýðýný" söyleyip, el konulan silahý da öðleden sonra getireceklerini söylemiþlerdi. Nitekim de öyle oldu. Ve günlerce süren gerilim de her iki taraf için bir zayiat vermeden sonuçlanmýþ oldu. Yoksa devam etse polisin duruma el koyacaðý açýktý. Ýki grubun çatýþmasýný bir süre bilinçli seyredip sonra müdahale edeceði kesindi. Ondan sonra bu arkadaþlarla hiçbir sorun yaþamadýk. Aksine dostluðumuzu geliþtirdik. Anti-faþist mücadelede okullarda olsun, mahallelerde olsun, birlikte omuz omuza kararlý bir biçimde savaþtýk. Ant-Gör Süreci 1974-1975 dönemini kapatýrken Kurtuluþ Hareketinin mücadelesinde önemli bir yeri olan ANT-GÖR'e ( Antalya gençlik Örgütü ) de deðinmek istiyorum. Ant-Gör'ün süreç içinde gerek kitlesel bir güce ulaþmasý ve gerekse kadro niteliði açýsýndan Kurtuluþ'un Türkiye genelinde güçlü bir siyasi hareket olarak aðýrlýðýný koymasýnda özel bir önemi vardýr. 1974 yazýnda hapisten çýktýktan sonra Antalya'ya geldiðimde Otuz kýrk kadar sosyalist sempatizan gencin CHP'lilerin kurduðu ve onlarýn yönettiði bir derneðe yani Ant-Gör'e gidip geldiklerini öðrendim. CHP'den bazý insanlar sosyalist gençler üzerinden politika yapma çabasýnda idi. Sosyalist gençlerle kýsa sürede iliþki kurdum ve rotalarýný yeniden düzenledik. ANT-GÖR'de kendi baðýmsýz çalýþmamýzý yapacaktýk. CHP'lilerce engellenirsek fiili tutum alacaktýk. Ýþe baþladýk ama kýsa sürede kontrollerini kaybettiklerini fark eden CHP'liler ANTGör'ün kapýsýný sýcaklarý bahane ederek kapattýlar. Haftada bir o da birkaç saat olmak koþuluyla açýlacaðýný ilan ettiler. Bu durumu kabul edemezdik. CHP'lilerle görüþüp tutumumuzu açýklamaya karar verdik. Tam bu sýrada ne hikmetse Antalya CHP Ýl Yönetiminden mapustan çýkmamýz 'onuruna'bir yemek daveti aldým. Demek ki durumun nazikliðini görmüþler konuþmak istiyorlardý bizimle. Arap suyunda bir lokantada aðýrlandýk. Kýsa bir peþrevden sonra konuya girdiler. Ben tutumumuzu net olarak açýkladým. Ya Ant-Gör'ü açarlar biz çalýþmamýzý yürütürüz ya da kilidi kýrýp içeriye gireceðimizi belirttim. 'Ýster polise gidersiniz isterse de karþý çýkarsýnýz o sizin bileceðiniz iþ' 30


Kurtuluþ

Kurtuluþ'un Üzerinde Yükseldiði Teorik Politik Zemin Mahir Çayan, esas olarak görüþlerini Maltepe cezaevinden kaçýþtan sonra, 1972 yýlýnýn Ocak ve Þubat aylarýnda kaleme aldýðý Kesintisiz Devrim 2-3'te sistemleþtirmiþtir. "Aydýnlýk Sosyalist Dergiye Açýk Mektup" tan itibaren yazýlmýþ olan gazete ve bildirilerde, Kesintisizlerdeki düþüncelerin girizgâhlarý denebilecek sistematize edilmemiþ düþünceler yer almýþtý. Ancak Kesintisiz 2-3’te THKPC'nin görüþleri Ýlk kez bütünlüklü bir çerçevede sunulmaktadýr. Mahir Çayan, "Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi"3 olarak nitelendirdiði devrim stratejisini, "Evrim-Devrim Aþamalarý iç içedir", "Suni Denge", "sürekli milli kriz" ve "Öncü Savaþ" sistematiði içinde vermektedir. Yine Emperyalizmin üçüncü Bunalým Dönemi özellikleri bu sistematiðin yapý taþlarýný oluþturmaktadýr. Bu görüþler her ne kadar bir bütünlüðe sahip görünüyor olsalar da Leninist devrim anlayýþýyla yer yer çeliþmektedirler. Örneðin; Mahir Çayan, 1970 yýlý ocak ayýnda 'proletaryanýn objektif ve subjektif' þartlarýnýn varlýðý ve yokluðu üzerine tartýþtýðý " Sað Sapma Devrimci Pratik ve Teori" yazýsýnda ve yine Haziran 1970' te yazmýþ olduðu "Yeni Oportinizmin Niteliði Üzerine" baþlýklý yazýlarda emperyalizme baðýmlý 'yarý sömürge ve yarý feodal' olarak tanýmladýðý Türkiye'de demokratik devrimin özünde bir 'köylü devrimi' olduðu saptamasýný yapar. Ve köylülüðün devrimde 'temel güç' olduðunu söyler. Ülkenin feodal niteliði bu saptamada belirleyicidir4. Yine proletaryanýn öncülüðünü ise aðýrlýklý olarak 'ideolojik öncülük' olarak tanýmlarken bazen de 'ideolojik, örgütsel ve politik' öncülük olarak ifade eder5. Daha sonralarý ise 'kýrlarýn temel alýnmasý' konusunu devrimin 'anti-feodal' niteliðine deðil 'halk savaþýna' baðlar6. Yine bir yerde, þehirlerde iþçi sýnýfýnýn nicelik ve nitelik yokluðunun emperyalizmin þehirleri sýký bir denetim altýna almasýnýn gerekçesi olarak gösterip, kýrlarýn emperyalizmin 'yumuþak karný' olduðunu söylerken, baþka bir yerde ise, iþçi sýnýfýnýn þehirlerdeki yoðunluðunu, emperyalizme sýrtýný dayamýþ karþý devrim güçlerinin þehirleri denetiminde önemli bir etken olarak görür7. Bu durum Mahir Çayan'ýn henüz sistematik bir düþünce bütünlü içinde olmadýðýný göstermektedir. Onda net olan silahlý mücadelenin belirleyici olduðu düþüncesidir. Mahir Çayan'ýn "politikleþmiþ askeri savaþ"

diyerek resti çektim ve masadan kalktýk. Yemeðe Mustafa Yavuz'la gitmiþtim. Gece yarýsýný geçmiþti biz yavaþ yavaþ Konyaltý varyantýna doðru yürümeye baþladýk. Arabalarýna da binmek istememiþtik. Bir süre yürüdükten sonra Ant-Gör'ün arka plandaki esas yürütücülerinden Malik Günal ( Þu an hayatta deðil) belimden kavradý ve 'nereye gidiyorsun biz arkadaþýz ve ayný düþünceyi savunuyoruz konuþalým' dedi. Süngüleri düþmüþtü. Öyle de yaptýk. Arkadaþ olduðumuz doðruydu.1970'lerde Ankara Hukukta okurken muhabbetimiz vardý. Halk plajýnda konakladýk. Ve sabaha kadar konuþarak sorunu çözümledik. Ant-Gör'ün genel görüntüsü deðiþmeyecek ama bizden bazý arkadaþlar yönetime girecek ve yönetimde belli bir denge kurulacaktý. Gürkut Acar baþkan olarak kalacaktý. Biz sosyalist çalýþmamýzý baðýmsýz bir biçimde sürdürecektik. Kadrolarý þekillendirmek için, bizim de zamana ihtiyacýmýz vardý. Ant-Gör'de kýsa sürede etkinlik saðlamamýzda, 69'lu yýllardan itibaren Antalya'da yürütülen ve benim de içinde olduðum mücadelenin önemini vurgulamak gerekir. Antalya Devrimci Fikir Kulübü'nü, 69 yýlý yazýnda, bir kýsým TÝP'li ve üniversiteli arkadaþla birlikte kurmuþtuk. 70'li yýllara kadar AP ve MHP eðilimli Gençlerle giriþtiðimiz sokak kavgalarýnda sesimizi yeterince duyurmuþtuk. Bu mücadelede, AP'nin kalesi olan Antalya'da, polis desteðine raðmen bizi yýldýramamýþlardý. Liseli gençler arasýnda da belli bir etki yaratmýþtýk. Bu yaþanmýþ 'hikâyeleri' Kurtuluþ'un þekillenmiþ olduðu zeminin daha iyi kavranmasýna yardýmcý olmak için aktardým. Bugün geriye dönüp yaþananlara sosyalist demokrasi perspektifinden baktýðýmýzda, verili sosyalizm anlayýþý ve bu anlayýþýn pratik tezahürleriyle ne kadar çeliþtiðimizi daha rahat görürüz. Hele sol içi þiddetin yetmiþli yýllarda vardýðý ve devrimcilerin ölümleriyle sonuçlanan boyutlarý göz önüne getirildiðinde iþin vahameti daha da büyüktür.! Bunlarý, farklýlýklarýn meþruiyetini tanýmayan, dayanýþmaya deðil rekabete dayanan monolitik, sekter bir sosyalizm anlayýþýnýn ürettiði sorunlar olarak görmek gerekiyor. 70'li yýllarda Kurtuluþ da Türkiye sosyalist hareketine egemen olmuþ olan monolitik, sekter sosyalizm anlayýþýnýn etki alanýnda kalmýþtýr. Diðerleri gibi Kurtuluþ da bu anlayýþtan kaynaklanan yanlýþlardan nasibini almýþtýr. 31


Kurtuluþ

olarak nitelendirdiði "silahlý propagandanýn" temel olduðu düþüncesine varýþ çok kýsa sürede oluþmuþtur. Milli demokratik devrim stratejisini savunurken de kafasýnda silahlý mücadelenin objektif þartlarýnýn varlýðý sorununu sürekli sorgulamaktaydý. 1970 Ocak ayýnda Manisa Akhisar'da, DevGenç'in üretici sorunlarý kapsamýnda yürütmekte olduðu kampanya dolayýsýyla örgütlediði bir tütün mitinginde ayný ekipte görev almýþtýk. Miting öncesi çalýþmalar için bize verilen bir bölgenin bir köyüne propaganda çalýþmalarýna gitmiþtik. Akþama doðru köy kahvesinde köylülerle yaptýðýmýz söyleþiden çok etkilenmiþtik. Çünkü köylüler, tütün üretiminin çok meþakkatli bir iþ olduðunu, bir yýl boyunca emeklerinin karþýlýðýnda -ben þahsen orada öðrenmiþtim- tütünden aldýklarý parayla yýlýn ancak altý ayýnda geçimlerini saðlayabildiklerini anlatýyorlardý. Diðer altý ay ise, gelecek yýlýn parasýndan tahsil edilmek üzere aracýnýntefecinin elinde helak oluyorlardý. Yani ikinci altý ayý borçlanýyorlardý. Tabii bu durumda ürünleri aracý-tefeci tarafýndan deðerinin çok altýnda kapatýlmýþ oluyordu. Anlayacaðýmýz, tütün üreticiliði ömür törpüsü gibi bir þeydi. Gece 21.00 civarýnda köye çalýþan bir minibüsle Akhisar'a dönerken çok þaþkýndýk. Mahir bana eðilip þöyle fýsýldadý. "Kaçar, bu insanlar bu kadar aðýr bir sömürü karþýsýnda ayaklanmýyorlarsa ne zaman ayaklanacaklar?". Sonra devam ederek " silahtan baþka bir yol göremiyorum, bu insanlarý ancak silahlý mücadele uyandýrýr" demiþti. 1970 yaz aylarýnda, MDD anlayýþý doðrultusunda, yani "kýrlardan þehirlerin kuþatýlmasý" çerçevesinde kýrsal bölgelerde gerilla mücadelesi için çalýþmalar baþlatýlmýþ oluyordu. Karadeniz, Ege ve güneyde Toroslarda. Bu çalýþmalarda esas olarak bölgeyi tanýmak ve lojistik düzeyde imkânlarýn hazýrlanmasý amaçlanýyordu. Görünürde bizi takip edecek bir "köylü ordusu" ortada yoktu. Silahlar patlamaya baþlayýnca bunun gerçekleþeceðini düþünüyorduk. 1970 Mayýsýnda Ben, Ýlhami Aras, Hüseyin Cevahir ve Kamil Dede, Balgat'taki AÝD (Amerikan Ýktisadi Yardým Teþkilatý) sabotajýný yapma iddiasýyla aranmaya baþlamýþtýk. Bu sabotaj Vietnam kasabý Amerikan Büyükelçisi Kommer'in arabasýnýn yakýlmasýndan sonra, Amerikan emperyalizmine karþý ses getiren etkili bir eylem olmuþtur. Ýlhami, durum aydýn-

lanýncaya kadar Filistin'e eðitime gidelim diyordu. Ýlhami, Ankara'da Ýsrail Evlerinde saklandýðýmýz evde Mahir Çayan'la yaptýðýmýz bir görüþmede konuyu açtý. Mahir, buna gerek olmadýðýný eðitimin burada da yapýlabileceðini söyledi. Tamam dedik ve bir süre sonra Ýzmir Söke güzergâhý üzerinden daðlarýn yolunu tutduk. Daða çýktýðýmýz bölge Dev-Genç'in politik çalýþma yaptýðý bir bölgeydi ve güvenilir ciddi iliþkilerimiz vardý. Ýþte Biz, Ýlhami ve Sinan Kazým Özüdoðru (Kýzýldere'de katledildi), Kamil Dede ve Deniz'lerin tayfasýndan dinamit Kenan ( Ýstanbul'da bir olaydan arandýðýndan saklanmasý için bize göndermiþlerdi ) isimli bir arkadaþla Bafa gölü üstündeki Beþparmak daðlarýnda "kýrlardan þehirleri fethetmek" için "gerillacýlýk provalarý" yaparken, Türkiye devrim hareketini temelden sarsacak olan bir olay patlak veriyordu. Bu olay, 15-16 HAZÝRAN iþçi ayaklanmasýydý. Mahir Çayan da dahil bir çok devrimciyi "bu memlekette iþçiler de varmýþ" diye düþündürecek kadar önemli bir olaydý bu! 1970 sonbaharýna gelindiðinde, kafa olarak kýrlarý terk edecek bir noktaya ulaþmýþtýk. Tabii bu arada Latin Amerikalý devrimci Carlos Margiella'nýn üç kurþun delikli "Þehir gerillasý" kitabý da Türkçe basýlmýþ bulunuyordu. Kýsa sürede Türkiye'nin Çin, Vietnam gibi yarý sömürge yarý feodal ülkelere benzemediði tespitinden hareketle Türkiye'nin Latin Amerika ülkelerine benzediði ve bu ülkeler gibi yukardan aþaðýya emperyalizme baðýmlý kapitalist bir ülke olduðu saptamasý yapýlýyordu. Ve yine emperyalizmin üçüncü bunalým döneminin sömürü biçimlerine (sermaye ihracý…) baðlý olarak emperyalizmin Türkiye'de "içsel bir olgu" olduðu görüþüne varýlýyordu. Ve bu baðlamda emperyalizmin iþgalinin "gizli iþgal8" olduðu belirlemesi yapýlýyordu. Bu belirlemeye göre Emperyalizm, bu ülkelerde kendisine baðýmlý olarak geliþen kapitalizmin doðrudan doðruya içerisinde yer alýr. Diðer yandan askeri ve siyasi baðlantýlar yaratmak suretiyle ülke içerisinde hemen hiç görünmeksizin gizli bir denetim mekanizmasý oluþturur. Kendi askerleri yerine iþgali, baðýmlý ülkenin kendi askerlerine yaptýrmýþ olur. Burada en büyük dayanaðý tekelci burjuvazinin de içinde yer aldýðý oligarþidir. Ýþte emperyalizmin ne kendi askerleri, ne de doðrudan kendi yöneticileri söz konusu olmadan ülkedeki ekonomik ve siyasal hayatý yönlendirme þekli, emperyalizmin içsel olgu 32


Kurtuluþ

haline gelmesi olarak tanýmlanýr. Ve buradan hareketle Türkiye'nin önündeki devrimci adýmýn " Anti Emperyalist Anti Oligarþik Devrim9" olduðu tespitine varýlýyordu. Mahir Çayan, silahlý mücadelenin her koþulda geçerliliðini ortaya koymak için, emperyalizmin 'açýk' ve 'gizli iþgal'inin ayný sonuçlara yol açtýðý düþüncesini savunur. Hâlbuki durum ayný deðildir. Açýk iþgal emperyalizmin bizzat zora baþvurmasý demektir ki, bu da emperyalizme karþý silahlý mücadelenin objektif koþullarýnýn varlýðýna iþaret eder; meþruiyetini tartýþýlmaz hale getirir. Böylece MDD stratejisindeki ezber bozulmakta ve kýrlar ilk aþamada terk edilerek þehirler temel alýnmaktaydý. 70 sonbaharý artýk gerilla savaþýnýn ilk hazýrlýklarýnýn þehirlere kaydýrýlmasýnýn kararlaþtýrýldýðý ve bu doðrultuda ilk adýmlarýn atýldýðý günler olmuþtu. Burada bir noktaya deðinmek gerekiyor. MDD 70'lerde terkedilmiþ olmasýna raðmen, bu stratejinin TÝP'de egemen olan revizyonist cepheye karþý mücadelede içerdiði devrimci unsurlar açýsýndan mücadeleye kazanýmlarýný gözardý etmemek gerekiyor. Her þeyden önce MDD'nin içerdiði Anti-emperyalist çizginin pratikteki ifadesi, yani sokakla iliþkisi DEVGENÇ'in militanlaþmasýnda ve baðrýndan çýkan hareketlerin ihtilalci bir kimlik kazanmalarýnda önemli bir faktör olmuþtur. Ayný þekilde " Halk Savaþý" olgusu nun da buna güç verdiðini söyleyebiliriz. Bu açýdan baktýðýmýzda TÝP içinde bu mücadelenin bayraðýný ilk açan Mihri Belli'nin, sosyalist hareketin devrimcileþmesindeki katkýsý ve rolünü görmek gerekiyor. Gerek iþçi sýnýfýnýn 'ideolojik öncülük' sorunu olsun, gerekse teoriyle ilgili yukarda aktarmaya çalýþtýðýmýz çeliþkili durumlara raðmen Mahir Çayan, teorik sorunlara yaklaþýmý ve öngörüleriyle Türkiye devriminin yol haritasýnýn çýkarýlmasýnda önemli katkýlarý olmuþ, önderlik niteliklerine sahip bir yoldaþýmýzdý. Örneðin; Emperyalizmin üçüncü bunalým dönemi özelliklerinden hareketle Türkiye'nin ikinci bunalým döneminin yarý sömürge-yarý feodal ülkelerine benzemediði ve daha çok emperyalizme baðlý olarak kapitalizmin yukardan aþaðýya geliþtiði Latin Amerika ülkelerine benzediði tespiti önemlidir. Böylece köylü devrimini esas alan MDD stratejisinden kopulmuþ olunuyordu. Ülkenin baðýmlý da olsa kapitalist olmasý olgusu, iþçi sýnýfý gerçekliðini ortaya koymuþ oluyordu. Her ne kadar ideolojik

öncülük görüþü korunuyor olsa da " ideolojik, politik, örgütsel" öncülük üçlemesi köylü ülkelerinde ki kavranýþýndan sýyrýlmaya çalýþmanýn bir ifadesiydi. Bunun yanýnda emperyalizmin bir içsel olgu olduðu (gizli iþgal) saptamasý da devrimin izleyeceði yol açýsýndan oldukça önemliydi. Bu yaklaþým silahlý mücadele konusunda da Latin Amerika'ya benzer bir rotanýn benimsenmesine yol açtý. Emperyalizmin bu iþgal biçimi her ülkenin kendi tarihsel koþullarýna göre gerçekleþir. Fakat bu durum yarý sömürge ülkelerin kurtuluþ mücadelesi açýsýndan genel bir sonuç ortaya çýkarýr. Açýk iþgal þartlarýnda mücadele esas olarak ulusal planda sürerken, gizli iþgal þartlarýnda mücadele sýnýfsal bir planda sürer ve bir iç savaþ durumuna bürünür. Ýþte çaðýmýzdaki kapitalistleþmiþ yarý sömürge ülkelerin mücadelelerindeki en önemli karakteristik budur. Kurtuluþ'un ideolojik teorik zemini de bu tespitlerin ýþýðýnda geliþmiþtir. Yukarýda anlatmaya çalýþtýðýmýz, THKP içinde 1971 Mayýs darbesinden hemen sonra baþlayan teslimiyetçi ve inkârcý yaklaþýmlar yanýnda, 1974 sonrasý THKO zemininde ifadesini bulan inkârcý tutumlar da ' 1971 DÝRENÝÞÝNÝ' olumluluklarý ve olumsuzluklarýyla deðerlendirme zorunluluðunu önümüze koyuyordu. Ayrýca bu tarih bizim tarihimizdi ve geleceði kazanabilmek için yaþanýlanlardan ders çýkarmak gerekiyordu. Böyle durumlar için dünya devrimci pratiði bize zengin deneyimler sunuyordu. Örneðin, Lenin'in Rusya'da 1905 Devrimi sonrasý Plehanov'un teslimiyetçi tutumuyla ilgili söyledikleri olaya yaklaþým biçimi açýsýndan önemliydi. Plehanov, Kasýmda devrimin alevlenmesinden bir ay önce proletaryayý uyarmaktan uzak bir biçimde "proletaryanýn silah kullanmasýný öðrenmesini ve silahlanmanýn zorunluluðundan söz ederken, bir ay sonra devrim patladýðýnda "piþman bir entelektüel" aceleciliðiyle "silaha sarýlmamalýydýlar" demektedir. Lenin Plehanov'a, Marx'ýn Paris Komünarlarýna yaklaþýmýný hatýrlatýr. Marx, 1870 Eylül'ünde Komünden altý ay önce "ayaklanma umutsuz bir budalalýk eylemi olacaktýr" diyordu. Ve ayaklanmayý bir çýlgýnlýk olarak nitelendiriyordu. 1871'de Komüncülerin giriþimi üzerine "bu bürokratik askeri mekanizmayý yerle bir etme giriþimidir" diyerek Prodoncular ve Blankiciler tarafýndan yönetilen Parisli iþçilerin kahramanlýklarýndan söz eder: "Parisli kahraman iþçilerde ki bu ne büyük 33


Kurtuluþ

esneklik,bu ne büyük bir tarihsel giriþkenlik,bu ne büyük bir özveri yeteneði…! Tarih bu büyüklükte benzer bir örneðe sahip deðildir" diyerek komüncüleri göklere çýkarýr. Burada her þeyin üzerinde deðer verdiði þey yýðýnlarýn tarihsel inisiyatifi idi. Bu nedenle de Blanki ve Prodhon'un teorilerinin yanlýþlýðý ve yanýlsamalarýna raðmen, hasýmlarýna karþý bunu kullanmaz. Ama proletaryaya da komünün yanlýþlýklarýný anlatmaktan çekinmez. Marx- "Paris'teki bu kalkýþým -eski toplumun kurtlarý, domuzlarý ve aþaðýlýk köpekleri tarafýndan ezilmiþ olsa bile- Haziran ayaklanmasýndan bu yana, partimizin en þanlý hareketidir" der ve komüncüleri "Göðü titretmeye hazýr, fethetmeye çýkan kahramanlar" olarak niteler ve komüncülerin devrimci romantizmine hayranlýðýný ifade eder. Marx, bu dolayýmla yine "tarihte umutsuz bir dava için bile olsa, yýðýnlarýn umutsuz bir savaþýmýnýn, bu yýðýnlarýn daha ileri eðiliminde ve bir sonraki savaþým için yetiþmesinde temel olduðu anlarýn bulunduðunu" söyler. Þüphesiz Paris Komünü dünya ölçeðinde, proletaryanýn devrim hareketleri üzerinde önemli izler býrakmýþ bir yýðýn hareketiydi. 1971 Direniþi ise bir yýðýn hareketi olmamasýna raðmen, Türkiye özgülünde elli yýllýk revizyonist geleneðe son verip, sosyalist harekette bir YOL AYRIMI yaratmýþ olmasýndan dolayý özel bir öneme sahip olmuþtur. 12 MART sonrasýnda faþist harekete karþý devrimciler yaþamlarý pahasýna militanca kararlý bir mücadele sürdürmüþlerse, bunda 1971 Direniþçilerinin yarattýklarý mücadele geleneðinin önemli bir payý vardýr. Yine Kürt özgürlük hareketinin esin kaynaðýnýn da Mahir'ler Deniz'ler olduðunu kendileri söylemektedirler. Sað kalan komüncülerin çatýþarak çekildikleri ve katledildikleri Paris'in en yüksek tepesi olan Sakra De Kor'da bugün Fransýz burjuvazisinin zaferini sembolize ettiði beyaz bir kilise vardýr. Ama onun hemen aþaðýsýnda Monmart'da devrimci demokrat Fransýz ressamlarý, entelektüelleri, komünün hatýrasýný yaþatmak için karargâh kurmuþlardýr. Kafelerinde garsonlar komüncülerin giysilerini andýran kýyafetlerle hizmet vermektedirler. Yine Yýlmaz Güney'in ve Ahmet Kaya'nýn yattýðý mezarlýkta Komünarlarýn isimlerinin yazýlý olduðu Komüncülerin duvarý vardýr. Fransýz halký kendisi için çarpýþarak ölen komüncülerini unutmamýþtýr. Türkiye'de henüz 1971 Direniþçilerinin, Kýzýldere'nin duvarý yapýl-

mamýþtýr. Ama bundan sonra yapýlmayacaðý anlamýna gelmez. Mücadele içinde kitleler, devrim yolunda düþenlerin ezilenler uðruna, kendileri için düþtüklerini kavradýkça gerekeni de yapacaklardýr. Bugüne kadar sosyalizmin kitleler içinde maddi bir güç haline gelmemiþ olmasýnýn nedenini, sosyalistler esas olarak nesnel nedenlerde deðil, kendilerinde aramalýdýrlar. Kurtuluþ Hareketi Kurtuluþ Hareketi, THKP-C'nin isyancý, direniþçi ve ihtilalci zemini üzerinde þekillenmiþtir. Geçmiþe istismarcý yaklaþmamýþ aksine, eleþtirel bir yaklaþýmla Türkiye devriminin yolunu aydýnlatma çabasý içinde olmuþtur. Tabii ki bu yaklaþýmýný devrimci pratiðiyle de bütünleþtirmiþtir. Onca inkârcýlýk suçlamasý içinde bu tutum oldukça cesaretli bir tutumdu. Kurtuluþ, bu tutumuyla kendini ideolojik-teorik ve pratik planda kesintisiz olarak geliþtirdiði bir zemin üzerinde kurma olanaðýný bulmuþtur. Buna cesaret edemeyen ve istismarcý yaklaþan hareketler ise, pragmatist ve popülist tutumlarla söyledikleriyle çeliþen bir pratik izlemiþlerdir. 12 Eylül cuntasý gelip çattýðýnda yenilen darbelerle, kadrolarýna neyi önereceklerini bilemeyen bir þaþkýnlýk içinde hareket etmiþlerdir. Yani bizi inkarcýlýkla suçlayýp kendilerini Mahir Çayan'ýn takipçisi "Öncü savaþçýlar" olarak ilan edenler, Çayan'ýn deyimiyle "açýk faþist diktatörlük" gelip çattýðýnda da ona uygun bir tutum içinde olamamýþlardýr. Kurtuluþ'un 1971 Direniþini nasýl deðerlendirdiði ve Kesintisiz Devrim 2-3'ün eleþtirisi yazýlý literatüründe vardýr. Bu eleþtirel deðerlendirmeleri bütünlüklü olarak öðrenmek isteyenler o yazýlý külliyata baþvurabilirler. Burada temel birkaç noktayý özetlemekle yetineceðim. 1970'lere deðin, Türkiye solunda ayrý ayrý görünümler arz etse de tek bir çizgi egemendir. Türkiye soluna egemen olan bu çizgi, genel olarak "kendi saðýndaki güçlerden medet umma" þeklinde tanýmlanabilir. Bu çizgi Reformizm çizgisidir. Sosyalist Hareket içindeki bu çizgi (Ýcazetli Sosyalizm), 60'lardan sonra farklý görünümler arz etse de özünde aynýdýr. Sorun Devrim Anlayýþýnda yatmaktadýr. Bu çizginin bütün versiyonlarý proletaryanýn devrim yapabileceðine inanmýyor ve devrime payandalar, "vurucu güçler" arýyordu. Bütün bu 34


Kurtuluþ

yürütülen bu faaliyet, esas olarak Gülten Çayan'ýn abisi Yüzbaþý Orhan Savaþçý dolayýmýyla koordine ediliyordu. Askerlerin temel ideolojik eðitimlerinde Kemalizmin nasýl bir aðýrlýk taþýdýðý düþünüldüðünde, bu ideolojik eðitimin sosyalizm düþüncelerini de ne ölçüde etkilemiþ olduðunu tahmin etmek zor olmaz. Özetlersek THKP'nin Kemalizm konusundaki bu çubuk büküþünde bu olgunun önemli bir payý olduðunu söylemek yanlýþ olmayacaktýr. Ýkincisi, bizim Hareketin kendine özgü en önemli yanlýþý olarak gördüðümüz, o zaman var olan kitle baðlarýný geliþtirmek suretiyle, oligarþiyle sýcak mücadeleyi adým adým bunun üzerine inþa etmek yerine, yanlýþ bir Öncü Savaþý anlayýþýyla mevcut kitle baðlarýnýn kopmasý, kitlelerden kopuk ve daðýnýk bir silahlý mücadelenin seçilmesi ve sýnýf savaþýný salt silahlý mücadeleye indirgemek olmuþtur. Yoksa yanlýþ olan silahlý mücadeleyi seçmek deðildi. Ancak, silahlý mücadele için subjektif koþullar elveriþli deðildi. "ülkemizdeki baþ çeliþki oligarþi ile halkýmýz arasýndadýr." 'Bunun pratikteki görünümü halkýn devrimci öncüleriyle oligarþi arasýndadýr.' (kesintisiz devrim 2-3) Kitlelerden kopuk öncü savaþ anlayýþýnýn teorik olarak ifadesi böyle olmuþtur. Kurtuluþ Hareketi 'ideolojik öncülük', ' temel güç', ' Halk Savaþý'ýnda 'kýrlarýn' veya 'þehirlerin' temel alýnmasý gibi konulara Marksizm-Leninizmin ýþýðýnda eleþtirel bir tarzda yaklaþmýþ ve bu baðlamda iþçi sýnýfýnýn tarihsel öncülüðüne açýk bir vurgu yapmýþtýr. "…Bu mücadelede iþçi ve köylülerin önderi, modern sanayi proletaryasý temeli üzerinde yükselecek olan proletarya partisi olacaktýr." Kurtuluþ, siyasi arenaya adým atar atmaz Kemalizm konusuna getirdiði eleþtiri zemininde kendisini, sosyalist hareket içindeki sosyal þovenizmin belirleyici etkisinin dýþýna çýkarmýþtýr. Bu konuda ki kopuþ, teorik ve politik olarak cesur açýlýmlar yapmanýn önünü açmýþ, Kürt sorununda Sömürge tespiti bu cesur açýlýmlarýn sonucu olarak ortaya çýkmýþtýr. 70'li yýllar, dünyada devrimci bir yükseliþ dönemine tekabül ediyordu. Ho Shi Minh'in önderliðinde Vietnam Komünist Partisi Amerikan emperyalizmini aðýr bir yenilgiye uðratmýþ ve Amerika Vietnam'dan çekilmek zorunda kalmýþtý. Bu durum dünya devrim hareketi üzerinde büyük bir moral etki yaratmýþtý. Yine bu dönemde Portekiz'de Salazar dik-

sað anlayýþýn deðiþik dayanaklarý olmasýna raðmen, bunlarýn baþýnda Kurtuluþ Savaþý Ve Kemalizm gelmektedir. 65 yýllarý sonrasýnda, Türkiye Devrimci Hareketinin bu temel karakteristiðinde birtakým deðiþiklikler ortaya çýkmaya baþlamýþ, 70'lerde bu açýk bir çizgi olarak kendini ortaya koymuþtur. Biz buna Türkiye devrim hareketinde Yol Ayrýmý diyoruz. 71 direniþine damgasýný vurarak bir yol ayrýmý yaratmýþ olan üç hareketten söz edilebilir. THKP, THKO, TÝKKO. Bu üç hareketin ortak ve belirleyici karakteri, geçmiþin kendi gücüne güvenmeme anlayýþýna karþýlýk proletaryanýn kendi silahlý gücünü yaratma doðrultusunda mücadele oldu. Burjuvazinin çizdiði sýnýrlar içinde kalýp düzen örgütlerini yaratmak mý, yoksa proletarya mücadelesinde hiçbir sýnýr tanýmayýp, proletaryanýn kendi savaþ örgütünü yaratmak mý? Onlar devrimci olaný, ikincisini seçtiler. Bizim açýmýzdan THKP hareketine eleþtiri yöneltilecek iki temel nokta bulunmaktadýr: Birincisi, geçmiþ hareketlerin etkinliði altýnda Kemalizm sorununa getirilen bakýþ, pratikte devrimin müttefiklerine karþý yanlýþ tutum ve müttefiklerin doðru olarak ayýrt edilemeyiþlerini getirmiþtir. Ancak geçmiþe özgün olan kendi saðýndaki güçlerden devrim bekleme anlayýþý kesinlikle yenilmiþtir. THKP tarafýndan Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol kanadýnýn milliyetçilik tabanýnda antiemperyalist tavýr alýþý olarak görüldü10. Bu deðerlendirme, Kemalizm in emperyalizmle uzlaþma yanýnýn görülmemesini getirdi. Kemalizm, yalnýzca bir tavýr deðil, düþünüþ ve davranýþla birlikte bir dünya görüþü, bir ideolojidir. Ýttihak ve Terakki'nin devamý olarak, milli mücadele sürecinde milli burjuvazinin, daha sonraki yýllarda da egemen burjuvazinin ideolojisidir. Ayrýca Kemalizmin þoven karakteri de görülmek istenmediðinden, enternasyonalizm baðlamýnda, Kürt hareketine yaklaþým da Türk solunda egemen olan sosyal þovenizmin etki alaný içinde kalýnmýþtýr. THKP hareketinin literatüründe sadece bir yerde Kürt sorunuyla ilgili düþünceye rastlýyoruz. O da 'Aydýnlýk Sosyalist Dergiye Açýk Mektup' da kýsa bir not olarak11. Burada THKP'nin özgün bir konumundan da söz etmek gerekir.1970'lerde THKP'nin sosyalizmden etkilenmiþ hava subaylarý arasýnda o günün koþullarý içinde etkin sayýlabilecek bir örgütlenmesi vardý. Hava subaylarý içinde 35


Kurtuluþ

tatörlüðü "Karanfil Devrimiyle" yýkýlmýþ ve dolayýmýyla sömürgeleri konumunda olan Angola ve Mozambik'de Komünistlerin öncülüðündeki gerilla hereketleri baþarýya ulaþmýþtý. Che Guevara'nýn devrimci romantizminin etkileri dünyada olduðu gibi Türkiye'li devrimciler üzerinde de yoðun olarak hissediliyordu. Dünyadaki genel dönüþümün örnekleri diðer halklarýn dönüþüm isteklerini yaþama geçirme konusunda teþvik ediciydi. Türkiye'de bu etki alaný içindeydi. Türkiye'de 70'li yýllarýn temel karakteristiði, Ýþçi Sýnýfý Hareketinin hýzlý yükseliþidir. Devrimci hareket de buna paralel olarak bir yükseliþ içinde ve kitle baðlarýný geliþtirme çabasý içindedir. Türkiye ekonomisi ise dünyadaki neo liberal deðiþime ayak uyduramadýðýndan kriz içerisindedir. Krizden kurtulmak için atýlacak olan adýmlar iþçi sýnýfý ve emekçiler için daha fazla yoksulluk demek olduðundan, bu durumun etkili bir direniþi tetikleyeceði açýktý. Buna burjuvazinin yanýtý Faþist Hareketi geliþtirmek ve destelemek oldu. Böylece bir yandan sýnýf mücadelesi bastýrýlýrken diðer yandan toplumsal gerilim artýrýlmaya çalýþýldý. Faþist Hareket sayesinde frenlenmeye çalýþýlan Devrimci Hareket durdurulamayýnca, tüm devlet güçleri seferber edildi ve sosyalist hareket 12 Eylül cuntasýyla ezildi. 12 Eylül Askeri darbesinin baþarýsýnda, sosyalist güçlerin parçalý durumu dolayýsýyla, devrimci ve demokratlarý da içine alan bir mücadele ve eylem birliðinin gerçekleþtirilememiþ olmasý ve cuntaya karþý bir direniþin örgütlenemeyiþi yatýyordu. Hareketin en büyük zaafýný rekabetin doðal sonucu olan parçalanmýþlýk olgusu oluþturuyordu. Tabii bunun yanýnda Sosyalist Hareket içindeki gruplarýn, SSCB ve ÇÝN'e göre tutum almalarý da iþçi sýnýfý hareketini paralize eden önemli bir faktördü. Kanlý 77 1 Mayýs provokasyonu bu bölünme üzerinde inþa edilmiþti. 60'lý yýllar esas olarak Anti-Emperyalizmle belirlenmiþti. Yani anti-emperyalist mücadele üzerinden sosyalist bilinçlenme söz konusuydu. 70'li yýllar da ise Anti-Faþist mücadelenin belirleyiciliði içinde sosyalist olma durumu vardý. O günlerde de anti-faþist olmanýn sosyalist olmaya

yetmediðini sýkça vurguluyorduk. Gerek antiemperyalist ve gerekse anti-faþist mücadele sonucunda sýnýf pusulasýna çok önem verilmediði halde kitlelerle kendiliðinden bir buluþma olmuþtur. Ýþte, Türkiye'de sosyalizmin geliþiminde özel bir rol oynamýþ olan antiemperyalist ve anti-faþist mücadelenin zaaflarý aþýlamadýðý için sosyalist hareket sýnýfta kaldý. Sýnýf hareketini esas alan bir politika izlenemedi. Bugün de sýnýfla iliþkiler konusundaki zaaflý durum sürmektedir. Bu yazý tamamlanmamýþ bir yazýdýr. Kuruluþ sürecimize iliþkin küçük bir kesiti ele almaktadýr. Tarihsel sürecimize iliþkin yazýlacak çok þey olduðu açýktýr. Kurtuluþun ideolojikteorik politik ve pratik geliþimi Türkiye devrim hareketinin mücadele süreçleri içinde þekillenmiþtir. Onca badirelere, zaman zaman düþülen yanlýþlara ve eksiklere raðmen, bugüne kadar tarihsel sürekliliðin korunmuþ olmasý ve sosyalist hareket içinde halen belli bir misyonun taþýnmaya devam edilmesi tesadüfî deðildir. Her þeyden önce Kurtuluþ saðlam tarihsel köklere sahiptir. Dünya devrimi düzleminde Paris komünarlarýnýn isyancýlýðýna, sosyalizmin bayraðýný dünyada ilk kez Rus Çarlýðýnýn burçlarýna diken Lenin'in önderliðindeki Bolþeviklerin ihtilalci kararlýlýðýna dayanmaktadýr. Türkiye devrim hareketinde ise kökleri 1971 direniþine damgasýný vurmuþ olan Mahir Çayan'ýn önderlik ettiði THKP'ye kadar uzanmaktadýr. Kurtuluþ 1971 Direniþçilerinin isyancý, ihtilalci, direniþçi geleneði üzerinde þekillenmiþtir. Kýrk yýla varan bir tarihten söz ediyoruz. Bu tarihin örülmesinde idealleri uðrunda faþist kurþunlarla düþmüþ, idam sehpalarýnda can vermiþ onlarca yoldaþýmýzýn kaný vardýr. Ýþkenceler, mapuslar vardýr. Emek vardýr. Yani Kurtuluþun deðerleri adým adým bir kuyumcu titizliðiyle mücadelenin sýcak pratiði içinde oluþmuþtur. Bu deðerleri korumak ve geliþtirmek de hepimizin görevidir. Kurtuluþçuluk herhangi birimizin durduðu yerden tarif edebileceði bir þey deðildir. Ancak Marksizm-Leninizmin yol göstericiliðinde somut koþullarýn somut tahliliyle zorlu mücadele süreçlerinde diyetler ödenerek þekillenmiþ ortak bir deðerler sistemi içinde ifadesini bulur. Kurtuluþçuluk yaþayan devrimciliktir.

36


Kurtuluþ

1- Yusuf Küpeli ve M. Ramazan Aktolga'nýn THKP-C'den Ýhraç Kararý Ýlhan ve Mahmut arkadaþlara Partimizin ideolojik-politik-örgütsel-stratejik ilkeleri Kurtuluþ'un 1. sayýsýnda, Parti ve Cephe bildirilerinde ve de Parti tüzüðünde net ve açýktýr. Partimizin çizgisi Marksizm-Leninizmin dünyanýn ve Türkiye'nin þartlarýna uygulanmasý sonucunda ortaya çýkmýþ olan uluslararasý devrimci hareketin çizgisidir. Partimiz, yeni-sömürgecilik çaðýnda dünya ve Türkiye halklarýna karþý enternasyonal ve milli görevini yerine getirme savaþýnda gerilla savaþýný temel almýþtýr. Gerilla savaþýný politik mücadelenin en üst ve etkili biçimi olarak ele alan Partimizin stratejik çizgisi politikleþmiþ askeri savaþ çizgisidir. Bu çizgi, gerilla savaþýný birleþik devrimci savaþ ilkesine uygun olarak ele alýr. Birleþik devrimci savaþ, henüz kitlelerin aktif desteðini almadýðý, savaþýn oligarþi ile halkýn devrimci öncüleri arasýnda geliþtiði bir ortamda, Partimizin örgütsel ilkesi politik ve askeri liderliðin birliði ilkesidir. Örgüt þemasý da yeni-sömürgecilik döneminin Bolþevik çizgisidir. Partimizin ideolojik-politik-stratejik-örgütsel ilkelerini "Narodnizm", "Marksizm ile narodnizmin eklektik birleþtirilmesi, en tehlikeli sol sapma" diye niteleyerek, Partimizin devrimci çizgisi yerine, uluslararasý sosyal pasifizmin çizgisini, Partinin Genel Komitesinden habersiz tezgahlama gayretleri içinde olan sizlerin Partimizde kalmasýna artýk fiilen imkan yoktur. Bu Parti, sizlerin bugün "Narodnizm" diye reddettiðiniz ideolojik-teorik-stratejik ilkelerin üstüne kurulmuþ ve bu ideolojik çizgiye uygun devrimci pratikle halkýmýza mal olmuþtur. Bu nedenle, Genel Komite üyeleri olarak, bizler, Partideki bütün yetki ve görevlerinizin iptaline ve de Partiden ayrýlmanýza karar verdik. (*) KURTULUÞA KADAR SAVAÞ! Oral - Rüþtü - Memduh - Cevdet - Hasan Aralýk 1971 (*) Bu saðcý görüþü benimsemiþ olan örgütün bu veya þu kademesinde görevli olanlarda ayný iþleme muhataptýrlar. 2- …"Revizyonistlerin hep birlikte anlaþtýklarý tek nokta vardýr: 'hareketi tümden mahkum etmek'. Bunlar bilirler ki, ancak hareketi tümden mahkum ederek kendilerini mazur gösterebilirler. Bu nedenle, bu küçük -burjuvalar; 12 Mart dönemini; 'küçük-burjuvanýn baþ kaldýrýsý' ve örgütlenmeleri de 'anti-emperyalist, yurtsever gençlerin' örgütlenmeleri olarak nitelendirdiler. (Aslýnda en insaflýlarý (!) böyle nitelendiriyordu.) söyledikleri bu kadarla kalmadý, bazýlarý proleter devrimcilerine tam bir aydýn ukalalýðýyla saldýrdýlar, bazýlarý ise ukalalýðý saygýsýzlýða, terbiyesizliðe kadar vardýrdýlar. …" "…Dün olduðu gibi bugün de, revizyonistler, karþý-devrimle tam bir aðýz birliði içinde 12 Marttaki proleter devrimci harekete (a.b.ç.) saldýrýyorlar.devam edin baylar! Bu 'þarlatan ve baðýþlanmaz ukalalýklarýnýza'. Devam edin ki, sosyalizm adýna taktýðýnýz maskeniz daha çabuk aþaðýya insin"(Yoldaþ, sayý 1, s. 10) (Yoldaþ 3. sayý)…."1970 baþlarýnda modern revizyonizmin dünya çapýnda yarattýðý ideolojik bulanýklýk ve uluslar arasý iþçi sýnýfý hareketi içindeki bu burjuva sapmanýn yerli temsilcilerinin gerici çizgileri, Türkiye devrimci hareketinde 'sol' sapmayý körükledi. Ayný yýllarda özellikle Latin Amerika'da ortaya çýkan maceracý ve Troçkist akýmlarýn ülkemizdeki etkileri de 'sol' sapmanýn ortaya çýkmasýnda büyük ölçüde rol oynadý." "THKO,THKP-C, TKP-ML kabaran maceracýlýðýn, Troçkizmin ve genel olarak 'sol'un etkisi altýnda kalan siyasi hareketleri temsil eden örgütlerdi." "THKO, 'Yoldaþ'ýn birinci sayýsýnda da belirttiðimiz gibi, devrimin kitlelerin eseri olduðunu inkar eden, maceracý bir tutum içine girerek ve iþçi sýnýfýnýn öncülüðünü, proletarya partisinin yönetici rolünü pratikte kendiliðindenci bir geliþime býrakarak, 'sol' sapmanýn etkisi altýnda olduðunu gösterdi. THKO'nun 'sol' hatalarý sadece bunlar da deðildi. Özellikle pratiði içinde daha birçok Troçkist hatalarý tekrarladý. Çeþitli teorik tahlillerinde de revizyonizmin etkisi altýnda olduðunu gösterdi.THKO'nun ilk ideolojik manifestosu olan 'Türkiye Devriminin Yolu' broþürünün, bu hatalý görüþlerin bir kýsmýný içinde taþýmakla beraber, sistemli bir Troçkist veya revizyonist görüþler bütünü olduðunu söylemek yanlýþ olacaktýr." 3- Kesintisiz Devrim 2-3 " Ýþte silahlý propagandayý temel, öteki politik, ekonomik ve demokratik mücadele biçimlerini, bu temel mücadele biçimine tabi olarak ele alan devrimci stratejiye, Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi denir. (Bu stratejinin örgütü de, ideolojik mücadeleyi bir polemik aracý olarak ele almaz. Ýdeolojik mücadeleyi, kendi kadrolarýnýn siyasi eðitimi olarak ele alýr)…………. Gerilla savaþýnýn devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açýklama kampanyasýnýn bir aracý olarak yürütülmesine, yani politik kitle mücadelesi olarak ele alýnmasýna Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi denir". 4- (Ocak 1970 sað sapma): "Niteliði gereði milli demokratik devrim bir köylü devrimidir. Bu nedenle devrim süreci içinde köylü meselesi çok önemlidir." (yeni oportünizmin niteliði üzerine haziran 70): "Milli Demokratik Devrimin özünde köylü devrimi olmasýnýn doðal sonucu, sýnýf mevzilenmesinde köylüler, devrimin temel gücünü teþkil ederler." "…Neden Rusya'da, demokratik devrimlerin temel gücü proletarya oluyor da, Çin ve Vietnam demokratik devrimlerinin temel gücü proletarya deðil de köylüler olmaktadýr? Bu sorunun cevabý, somut durumlarýn somut tahlilinde düðümlenmektedir. Çünkü, Rusya'da devrim ordusunun temel gücü genellikle büyük þehirlerde yaþýyordu. Çin, Vietnam gibi ülkelerle kýyaslanmayacak seviyede (nicelik ve nitelik bakýmýndan) bir Rus sanayi proletaryasý vardý. Bu nedenle devrim, þehirlerden kýrlarýn fethedilmesi þeklinde bir rota takip etti. Oysa yarý-sömürge ve sömürge ülkelerde, 1) Ýþçi sýnýfýnýn nicelik ve nitelik olarak

37


Kurtuluþ

geliþmiþ kapitalist ülkelere kýyasla zayýf olmasý; 2) þehirlerde emperyalizmin denetiminin çok kuvvetli olmasý gibi, baþlýca iki ana nedenden dolayý Milli Demokratik Devrimin izleyeceði rota, kýrlardan þehirlerin fethedilmesi rotasýdýr. 5- (sað sapma 1970): Ýkinci görüþ ise gerek emperyalizme karþý mücadelede, gerekse de sosyalizme geçiþte iþçi sýnýfýnýn ideolojik, örgütsel ve politik öncülüðünü esas almaktadýr. ………..Bilindiði gibi Çin'de milli demokratik devrim, proletaryanýn hegemonyasý ile zafere ulaþmýþtýr. Ve proletaryanýn ideolojik, örgütsel ve politik öncülüðü ile sosyalizme geçilmiþtir." (Yeni oportünizmin niteliði Haziran 70): ….Milli Demokratik Devrim mücadelesinde þehirlerin ikincil bir öneme sahip olmasý dolayýsýyla devrimin temel gücünün iþçiler deðil köylüler olmasý gerçeðinin doðal sonucu, Milli Demokratik Devrimde iþçi sýnýfýnýn önderliðinin, bir ideolojik öncülük olmasýdýr. …………..Ýdeolojik öncülük þudur; Ýþçi sýnýfýnýn çok zayýf olduðu yarý- sömürge ve yarý- feodal bir ülkede proletaryanýn öz örgütünde yoksul köylülerin çoðunlukta olmasý ve bu örgütün iþçi sýnýfý adýna Milli Demokratik Devrimde hegemonya kurmasýdýr………Ve bu parti, milli cephenin ve halk ordusunun komutaný olduðu an iþçi sýnýfýnýn hegemonyasý fiilen gerçekleþmiþ olacaktýr. Ýþçi sýnýfýnýn ideolojik- politik- örgütsel ve askeri (nedense Mao'nun bu deyiþinden yeni oportünizm pek hoþlanmýyor (!) hegemonyasý iþte budur! (Ýdeolojik Öncülük 15 Mart sayý 1 Kurtuluþ-Devrimde sýnýflarýn mevzilenmesi- 1971): "Bizim gibi halk savaþýnýn zorunlu bir durak olduðu ülkelerin devrimci mücadelesinde köylüler temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanýn öncülüðünün niteliði ideolojiktir." "Ýdeolojik öncülük, proletarya partisinde fakir köylülerin sayýca aðýr basmasý ve bu partinin proletaryanýn öncü müfrezesi olarak, halk savaþýný yönlendirmesidir." 6- "Özetlersek, bu devrimde köylülerin temel gücü teþkil etmesinin ana nedeni, devrimin tarým devrimi olmasý deðil de, kýrlarýn temel savaþ alaný olmasýdýr. Bir baþka deyiþle, emperyalizmin iþgali altýndaki ülkelerin demokratik devrimlerinde halk savaþýnýn zorunlu bir durak olmasýndan dolayý köylüler temel güçtür!" 7- (Ýdeolojik Öncülük 15 Mart sayý 1 Kurtuluþ-Devrimde sýnýflarýn mevzilenmesi- 1971): "Emperyalizme arkasýný dayamýþ olan karþý-devrim cephesi, proletaryanýn yoðun bulunduðu, büyük þehirlere ve kilit bölgelere güçlerinin büyüðünü yýðmýþ ve çok sýký bir denetim kurmuþtur. Bu hain yönetimin yumuþak karný kýrlardýr." 8- (Kesintisiz Devrim 2-3 M. Çayan) "….emperyalist kontrol, bu ülkeler için sadece ekonomik deðil, politik, ideolojik ve askeri niteliktedir. Mesela NATO Askeri örgütü içinde olan Türkiye'de, Amerikan emperyalizmi oligarþik dikta yönetimini yönlendirmeden, ülkedeki ekonomiye kadar tam bir hegemonya kurmuþtur. (Gizli iþgal esprisi) Bu bakýmdan ülkemizdeki yerli hakim sýnýflarla, Amerikan emperyalizmini kalýn çizgilerle ayýrmak fiilen imkansýzdýr." "Ülkemizdeki baþ çeliþki oligarþi ile halkýmýz arasýndadýr. Oligarþi içinde bizzat emperyalizm yer aldýðý için devrimci savaþ sadece sýnýfsal planda yürümeyecektir. Savaþ, sýnýfsal ve ulusal planda yürüyecektir. Þüphesiz oligarþik devlet cihazýnýn militarize gücü yetersiz kalýp, Amerikan ordularýnýn açýkça savaþ içinde yer almasýna kadar, sýnýfsal yan aðýr basacaktýr." 9- "Ülkemizdeki tekelci kapitalizm kendi iç dinamiði ile geliþmediðinden ve de yerli tekelci burjuvazi, baþtan emperyalizmle bütünleþmiþ olarak doðduðundan, stratejik hedefimiz anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimdir. (Anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrim kavramý, kavram olarak MDD'den pek farklý deðildir. Ancak daha geniþ bir muhtevayý ve niteliði belirtmektedir. Emperyalizmin III. bunalým döneminin emperyalist iþgal biçimini belirtmesi açýsýndan bu kavram daha tutarlýdýr. Milli Demokratik Devrim kavramý, genellikle, emperyalizmin eski istismar metodlarýnýn temel olduðu dönemi karakterize etmektedir)" (. Kesintisiz Devrim 2-3 ) 10- (Kesintisiz Devrim 2-3 M. Çayan) "Kemalizm, emperyalizmin iþgali altýndaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluþ bayraðýdýr. Kemalizmin özü, emperyalizme karþý tavýr alýþtýr. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük-burjuvazinin veyahut asker-sivil bütün aydýn zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlýþtýr." "Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanýnda anti-emperyalist bir tavýr alýþýdýr. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluþçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karþý aldýklarý radikal politik tutumdur." 11- (Aydýnlýk Sosyalist dergiye açýk mektup, M. Çayan):" Bilindiði gibi, devrimci proletarya milli meseleyi uluslarýn kendi kaderini tayin hakkýnýn ýþýðý altýnda ele alýr. Biz, uluslarýn kendi kaderini tayin hakkýnýn ýþýði altýnda diyoruz ki: "Her þart altýnda, her zaman meseleyi misak-ý milli sýnýrlarý içinde ele almak gerekir veya kürt emekçi halkýnýn çýkarlarýyla baðdaþan tek çözüm yolu ayrýlma hakkýnýn kullanýlmasýdýr" diyen görüþler yanlýþtýr. Bu görüþlerin sahipleri, her iki tarafýn burjuva ve küçük-burjuva milliyetçi unsurlarýdýr. Oysa, devrimci proletarya, meseleyi diyalektik bir tarzda ele alýr. Yani, uluslarýn kendi kaderini tayin etme hakkýnýn öngördüðü ayrýlma, özerklik, federasyon vs. çözüm yollarýnýn hangi þartlar altýnda ve ne zaman geçerli olabileceðini açikça ortaya koyar. (Biz bu meseleyi ayrý bir yazýda etraflý bir þekilde ortaya koyacaðýz. Bu kýsa açýk mektubun amacý bu olmadýðý için bu meseleye burada girmiyoruz.)"

38


Sosyalist Demokrasi

Yarýn Deðil Bugün!

S

DP'nin içine girdiði kriz vesilesiyle sosyalizmin muhtelif meseleleri üzerine olur olmaz, esasýnda batan sosyalizmin müþtemilatýný oluþturan görüþlerle yeniden muhatap olma durumuna geldik. Bunlarýn birçoklarýna ait çözümlemeleri onlarca yýl önce yapmýþ olmamýza, deðiþik platformlarýmýzda bunlarýn benimsendiðine iliþkin beyanlarýn olmasýna ve hareket hattýmýzýn o doðrultuda olduðunun iddia edilmesine karþýn, sosyalist demokrasiyi geleceðin iþi olarak ötelere iten, güncel pratiði önemsiyormuþ gibi yaparak feodal deðerlerin kiri altýndaki var olan burjuva toplumun deðerlerini sosyalist deðerlerin önüne geçiren anlayýþlarýn aðýrlýklý etkisi altýnda olduðumuzu pratik olaylarda ve bunlar üzerine yapýlan "cüretli" açýklamalarda yeniden karþýmýzda bulmaktayýz. Günlük hayatýn dönüþtürülmesi eylemini, yani güncel politik pratiði geleceðin sosyalizm sorunlarýyla baðlantý içinde görerek ele almayý, bu amaçla yýkýlan ve yýkýlmayacak olan sosyalizmin ne olmasý gerektiði üzerine olan tartýþmalarý " realizmden uzak dergi çevrelerinin fantezileri" olarak bir kenara itmek amacýyla, kýlavuzsuz pratiði yücelterek reel politikerliði yeniden pazarlamaya kalkýþan görüþlerden, proletarya diktatörlüðü, sosyalizm, komünizm ve sosyalist demokrasi gibi sosyalizmin en elemanter

Mahir Sayýn 39


Kurtuluþ

kavramlarýný tam bir skolastisizm ile tarihten hiçbir ders çýkarmaksýzýn birbirine karýþtýran malumatfuruþluklara kadar bir dizi görüþü yeniden ele almak, özellikle saflarýmýzda yarattýklarý etkiler açýsýndan bir kez daha zorunluluk haline gelmiþtir. Sosyalist demokrasi üzerine olan tezler, bundan tam 20 yýl önce Kurtuluþun yetkili platformlarýnda onaylanan, iliþkilerimizi ve politik pratiðimizi bunlar üzerine inþa ettiðimizi düþündüðümüz görüþler olmasýna karþýn, son on yýlda iki kez yüz yüze gelmiþ olduðumuz kopuþlar bizi hareket olarak tam anlamýyla "ele verir talkýný kendi yutar salkýmý" durumuna düþürmüþ ve dar deneyciliðin egemen olduðu ortamda tezlerimizin güvenilirliðinin de kuþkuyla karþýlanmasýna katkýlý olmuþtur. Ne var ki, sorun sadece çevremizdeki dar deneycilikte de deðildir. Kendi içimizde de bir þeyler var ki, beþ senelik periyodlarla, biri bir seçim olayý etrafýnda bir diðeri bir cinsel taciz olayýnýn tetiklemesiyle birbirinden kopuþlar yaþanmakta ve her durumda demokrasinin hiçbir gereði yerine gelmeden emrivakiler doðal davranýþ biçimi gibi karþýmýza çýkmaktadýr. Bu nedenledir ki, tezlerimizin deðil ama tezlerimizin saflarýmýzdaki kavranýþ ve sunuluþ biçimlerinin, uygulanýþlarýnýn yeniden ele alýnmasý ve kuþkusuz yaþanan pratiklerin verdiði derslerle teorinin zenginleþtirilmesi yoluna gidilmesi bir zorunluluk olarak görülmektedir. Böyle bir yenilenme zorunluluðu sadece bizim sadece ortaya çýkan krizlerin dayattýðý bir durum olmaktan da ötedir. Bu krizler olmamýþ olsa da solun genel olarak sosyalizm kavrayýþýnýn hala yýkýlan sosyalizm anlayýþýndan kurtulamamýþ olmasý, onun hesabýný yýðýnlara verememesi ve bunun sonucu olarak da parçalanmýþ ve iþçi sýnýfýndan tecrit olmuþ olarak yürümeye çabalamasý, sosyalizmin temel deðerlerinin aðýrlýklý olarak tartýþma gündeminde tutulmasýný zaten gerekli kýlmaktadýr.

anlayýþtýr. Bu anlayýþlarýn hepsinde ortak olan temeli ekonomizm oluþturur. Bunlara göre sahiden proletarya da dâhil herkese duman attýran bir sahici/açýk diktatörlük dönemi olacaktýr. Birbirini en þiddetle eleþtirmiþ olan akýmlarýn arasýnda bu açýdan bir çeliþkiye rastlanmaz. Tipik olarak, Troçki, Mao ve Stalin ( bunlarýn bir çok türevi de vardýr; en kabul görmeyen ama bu görüþlerin aslýnda doðrudan bir uzantýsý olan Pol Pot rejimi de dahil olmak üzere) üç ayrý anlayýþ gibi görünürler ve sözel düzeyde de birbirleriyle þiddetle çatýþýrlar. Ne var ki, her üç anlayýþ da örgütlenme özgürlüðünü inkâr eden, tek bir partinin (komünist partisi) açýk diktatörlüðünü proletarya diktatörlüðü olarak tanýmlamakta ortaktýrlar. Ortaklaþamadýklarý noktalar bu diktatörlüðün nereye kadar uzandýðý ya da sýnýflarýn olup olmadýðý vb ikincil sorunlardýr. Ýkincillik önemsiz olmak açýsýndan deðil, meselenin kavranýþýnýn temelden yanlýþ olmasý açýsýndandýr. Yoksa bunlar arasýnda tartýþma konusu olmuþ olan bir kafa ve kol emeði arasýndaki çeliþki meselesi bizim için de can alýcý önemdedir. Ama meselenin kapsamý farklýdýr. Troçkistler genel olarak kapitalizmden sosyalizme geçiþi þöyle formüle ederler: Proletarya diktatörlüðü Sosyalizm Komünizm Bu basit bir kafa karýþýklýðý deðildir, içinde birçok karýþýklýklarý taþýr. Bunu niçin böyle yapmak istediklerinin izahýný kendilerine býrakarak, yanlýþlýðýn ve iþlerin karmakarýþýk hale getirilmesinin önüne geçelim; bu bize þimdilik yeter. Stalin, Mao ve daha sonra devlet kurmuþ bütün sosyalistlerin benimsediði temelde ise proletarya diktatörlüðü ile sosyalizmin, kimi durumda tümden kimi durumda kendi içinde geçiþleri taþýyan bir biçimde, örtüþmesidir. Bize göre sosyalizm ile proletarya diktatörlüðünün çakýþtýrýlmasý doðru olan anlayýþý ifade etse de yine de sözünü ettiðimiz kiþiler tarafýndan yapýlan tanýmlamalar yanlýþ olmaya devam ederler. Bu yanlýþlýk sosyalizm açýsýndan temel bir sapmaya, bugün yýkýma ulaþan sapmaya iþaret eder. Bu yanlýþlýk proletarya diktatörlüðünün bir devlet biçimi olarak kavranmasý meselesidir. Stalin 1936 anayasasý ile birlikte meseleyi iyice karmakarýþýk hale getiren þöyle iddialarda bulunur: "Bizim Sovyet toplumumuz, daha þimdiden, özünde, sosyalizmi gerçekleþtirdi; sosyalist

Komünizm, Proletarya Diktatörlüðü, Proletarya Demokrasisi Proletarya diktatörlüðü, sosyalizm ve komünizm kavramlarý konusunda pratikte de anlamý olabilecek teorik iki temel hata mevcuttur. Bunlardan biri Troçkistlere ait olan ve proletarya diktatörlüðünü sosyalizme ön gelen bir evre ve devlet biçimi olarak anlatan anlayýþtýr. Diðeri de proletarya diktatörlüðünü proleter iktidarýn biçimi olarak kavrayan ve onu sosyalizme kadar uzatan, sosyalizmin gerçekleþmesiyle birlikte, onu tüm halkýn devletine çeviren 40


Kurtuluþ

düzeni yarattý, yani baþka terimlerle, Marksistlerin komünizmin birinci evresi ya da alt evresi dedikleri þeye ulaþtý. Bu demektir ki, komünizmin birinci evresi, yani sosyalizm, ülkemizde daha þimdiden temel olarak gerçekleþmiþtir. (Bu zamana kadar ne idi? Sosyalizmden baþka bir þeymi? Sosyalizme geçiþ evresi mi? Ya da ne? sms) Komünizmin bu evresinin temel ilkesi, bilindiði gibi, "Herkesten yeteneðine göre, herkese emeðine göre"dir. Anayasamýz, bu olguyu, yani sosyalizmin bu zaferini belirtmeli midir? ... Evet kesinlikle öyle olmalýdýr." Buradaki iddiaya göre birinci evreye mi ikinci evreye mi ulaþýlmýþtýr belli deðildir. Ulaþýlanýn ne olduðunu da anlamak mümkün deðildir. Birinci cümle sosyalizme ulaþýlmýþ olduðudur. Ulaþmaktan anlaþýlacak olanýn henüz o evrenin baþlamýþ olmasý olmak gerekir. Ancak ikinci cümle ulaþýlmýþ olanýn gerçekleþmiþ olduðunu söylemektedir. O zaman bunu tamamlanmýþ ve bir sonraki evrenin de oluþturulmaya baþlanmasý olarak anlamak gerekecektir. Bu ise üst evre olan komünizmdir. Ancak bu evrenin hem devletin olmadýðý hem de bölüþümün herkesten yeteneðine ve herkesin ihtiyacýna göre olacaðý bolluk toplumu olmasý gerekir. SSCB'nin 1936'da hala dünyanýn yoksul ülkeleri arasýnda olduðunu biliyoruz. Hele devletin ortadan kalkmasý ise en ufak bir biçimde söz konusu deðildir. Yeni anayasaya göre ortadan kalkan porletarya diktatörlüðüdür. Ama devlet bu kez halkýn devleti olarak baski ve þiddetin daha da arttýðý bir biçim içerisinde yoluna devam etmektedir. Stalin'in daha sonraki yýllarda iddia edeceði gibi, "Komünizmde de devlet devam edebilir. Eðer kapitalist kuþatma var ise devlet ve ordu komünizmi korumak için güçlü biçimde varolmaya devam eder." Artýk burada Marksist devlet anlayýþýndan elimizde pek bir þey kalmaz. Elbette Engelsin devletin sönmesi üzerine anlattýklarýný Stalin de bilmektedir ve bunu da komünizme geçiþi formüle ettiði gibi yeniden formüle eder: "Engels'in bu tezi doðru mudur? "Evet, doðrudur, ama þu iki koþuldan biriyle: a) eðer sosyalist devlet, uluslararasý etken önceden bir yana býrakýlarak ve çözümleme kolaylýðý bakýmýndan, ülke ve devlet uluslararasý konjonktür dýþýnda göz önünde tutularak, sadece ülkenin iç geliþmesi açýsýndan irdelenirse ya da b) eðer sosyalizmin tüm ülkelerde ya da ülkelerin çoðunda zafer kazanmýþ bulunduðu; kapitalist kuþatma yerine sosyalist kuþatma olduðu; artýk

dýþtan saldýrý tehlikesi bulunmadýðý; ordu ve devleti pekiþtirmenin artýk gerekmediði varsayýlýrsa. "Ve eðer sosyalizm ancak tek baþýna alýnmýþ bir tek ülkede zafer kazanmýþsa ve bunun sonucu, uluslararasý durumu bir yana býrakmak kesenkes olanaksýzsa - böyle bir durumda ne yapmalý? Engels'in formülü bu soruya yanýt vermez." Sanki Engels ve Marks sadece devletin sönmesinden söz etmiþler gibi, Stalin rahatça yoluna devam etmekte ve kapitalist kuþatmanýn ordu ve devletin pekiþtirilmesini rasyonalize ettiðini anlatmaktadýr. Bu kez de ne o kendine sormakta ne de bir baþkasý sormaya cesaret edebilmektedir ki, devletin sönmesi denilen iþ nedir? Marksýn Gotha programýna yaptýðý eleþtiriler ne olmuþtur? Paris komünüyle ilgili olarak anlatýlanlar daha bu komünün kurulduðu andan itibaren sönmekte olan bir devlet olduðu ve esasýnda devlet olmayan bir devlet olduðudur. Sanki o zamanlar kapitalist kuþatma yoktur ve tam da bu sýrada Paris Komünü Alman saldýrýsýyla yüz yüze gelmemiþtir! Mesele Ordu ve devletin varlýðý ve pekiþtirilmesi meselesinde yatmaktadýr. Varlýðýnýn sosyalizme uyarlýlýðý tartýþma konusuyken burada bir de pekiþtirilmesi karþýmýza dikilmektedir. Burada bütün ekonomistler (Troçkistler, Stalinistler vb ) özgürlük/kurtuluþ meselesinin komünizmden önce mümkün olamayacaðý temel varsayýmýný kullanýrlar. Bu konuda farelerin kemirici eleþtirisine býrakýlmýþ olan Alman ideolojisinin ekonomi politiðin eleþtirisine katkýdaki bölüme benzer bir biçimde ekonomist anlayýþa dayanak yapýlmaya çalýþýlan bir bölümüne baþvururlar: [1] Felsefeyi, tanrýbilimi, tözü ve bütün öteki boþ þeyleri "öz-bilinç"e indirgemekle, "insanlarý" hiçbir zaman kölesi olmadýklarý bu sözlerin egemenliðinden kurtarmakla "insan"ýn "kurtuluþu" yolunda tek bir adým bile atýlmýþ olmayacaðýný; gerçek dünyanýn dýþýnda ve gerçek araçlarý kullanmadan gerçek bir kurtuluþu gerçekleþtirmenin mümkün olmadýðýný,] buharlý makine ve mulejenny] olmadan köleliðin, tarýmý iyileþtirmeksizin serfliðin kaldýrýlamayacaðýný; daha genel olarak, insanlar, yeterli nicelik ve nitelikte yiyecek, (sayfa 44) içecek, barýnak ve giyecek tedarik edecek durumda olmadýklarý sürece, onlarý kurtarmanýn mümkün olmadýðýný, bilgiç filozoflarýmýza anlatmak zahmetine] girmeye41


Kurtuluþ

ceðiz. "Kurtuluþ", zihinsel deðil, tarihsel bir iþtir ve bu tarihsel koþullar, sanayiin, tica[retin,] [tarý]mýn, [karþýlýklý iliþkinin (Verkehr) durumu] tarafýndan gerçekleþtirilir [...] [2] Bu paragrafta ekonomik temelin belirleyiciliðine belki de ilk kez iþaret edilmekte ve dolaysýyla üretici güçlerin geliþme seviyesiyle üretim iliþkileri arasýndaki uyuma dikkat çekilmektedir. Ancak bu demek deðildir ki, alt yapýdan baþka hiçbir faktör yoktur ve üst yapýsal her þey birebir altyapýnýn yansýmasýdýr. Bu tam anlamýyla ekonomist indirgemeciliðe tekabül eder. Engelsin alt yapýnýn tek belirleyici olduðu konusundaki iddialara verdiði yanýt ekonomistlerce anlaþýlmak istenmez. O zaman onlara göre ekonomi politik bilimi bilim olmaktan çýkar. Bu bilim anlayýþý 18.yy mekanik bilim anlayýþýna tekabül eder. Aydýnlanma materyalizmi getirdi. Determinizme saðlam bir zemin sundu. Ancak determinizmin sýnýrlarýnýn ne olduðunun bilinmesi henüz olanaklý deðildi. Bunu baþaracak olan 20.yy bilimi idi. 20. yy biliminin temel kavramlarýný oluþturan izafiyet ve kuantum teorileridir. Atom altý parçacýklar ve yüksek hýzlar (ýþýk hýzý) söz konusu olduðunda mekaniðin bilinen hemen bütün yasalarýnýn ancak bir özel duruma tekabül ettiði, yasa olarak ifade edilebilecek olanýn çok daha geniþ çeperli bir durum olduðu anlaþýlmaya baþlandý. Bilimsel bakýþ açýsý itibariyle Marks, Engels ve Lenin’in ferasetini gösteremeyenler, onlarýn söylediklerini mekanik ilminin verdiði kesinlik arzettiði düþünülen kalýplar içerisinde kavramaya eðilimli oldular. Hâlbuki Marksizm, geliþimi içinde mekanik materyalizmi aþan ve 20.yy'ýn biliminin ortaya koyduðu gerçeklere yaklaþan bir karakter taþýmaktadýr. Onun için de Engels, altyapýnýn belirleyiciliði konusunda "bizim yalnýzca temelin belirleyici olduðu baþka hiçbir þey olmadýðýný söylediðimizi iddia edenler bizi çarpýtmaktadýrlar" der. Maddi hayatýn üretimi sýrasýnda kurulan iliþkilerden ve bu iliþkilerin alt yapýyý oluþturmasýndan söz ederken, toplumsal geliþiminin çok önemli bir yasasýný ortaya çýkardýklarýnda, bu altyapýnýn üst yapýyý belirlemesi gerçeðini o kabalýk içerisinde býrakmaya niyetleri olmadýðýný, üst yapýlar üzerine olan analizleriyle ortaya koyarken, Engels apaçýk tek ve doðrudan belirleyicinin alt yapý olduðunu kastetmediklerinin altýný çizer. Çok daha sonralarý bu alt belirlemenin üst belirlemelerle hayat içerisinde etkinliðini gösterdiðini berraklaþtýrmak Althuser'in çalýþmalarýnýn eseri olmuþtur. Alt

yapýnýn belirleyiciliðini, dümdüz ekonominin belirleyiciliðine indirgeyenlerin köleci ya da feodal toplumlarý açýklayabilmeleri olanaklý olamayacaðý gibi, günümüz tekelci kapitalizmi koþullarýnda hayatýn akýþýný ve dönüþümleri açýklamasý da olanaklý olamaz. Hatta böylesine bir indirgemecilik insanýn iradi müdahalesini de önceden belirlenmiþ mekanik bir sonuca indirgeyerek kaderciliðin en kötü biçimlerinden birine ulaþmýþ olur. Eþitlik hukuku çerçevesindeki haklar konusundaki özgürlükle insanýn tümden özgürleþmesi, eþitlik hukukunun ortadan kaldýrýlarak eþitsizlik içinde tam özgürlüðe ulaþýlmasý birbirine karýþtýrýlmaktadýr. Bu karýþtýrmanýn basit bir karýþtýrma deðil, burjuva toplumunda görülen eþitlik temelindeki özgürlüklerin varlýðýnýn reddedilmesine, Marks ve Engels'ten temel aramak olduðuna kuþku yok elbette ki. Bu ifadenin demokrasiye, demokratik özgürlüklere karþý kullanýlmasýný saðlayan temel bakýþ açýsý ekonomizmdir. Her þeyi ekonomik temelin doðrudan yansýmasýna indirgeyen mantýk, demokratik özgürlüklerin de ekonomik temel tarafýndan bire bir belirleneceðini söylemeye kalkýþýyor ve ekonomi henüz izin vermediði için de özgürlüðün onun izin vereceði zamana kadar beklemesi gerektiðini, özgürlük kavramýnýn deðiþik durumlarda ifade edeceði anlamlarýný da birbirine karýþtýrarak söyleyebiliyor. Burada daha sonra ekonomi politiðin önsözünde daha açýk ifadesini kazanacak olan altyapýnýn üstyapýyý belirlemesinin bu en ilk biçimi ortaya konulmaktadýr. Ancak bu belirlemenin prolerter/sosyalist demokrasi açýsýndan konumuza baðlý olarak hiçbir anlamý olmadýðý gibi, onun karþýsýnda da hiç bir þey ima etmez. Hatta tersine söylenebilir ki, burada burjuva toplumun gerçekleþmiþ olmasý ölçüsünde ücretli kölelikten kurtuluþun þartlarýnýn da oluþmuþ olduðu söylenmektedir. Ýnsanýn genel özgürleþmesi/kurtuluþu ile burjuva demokrasisi altýnda var olduðu iddia edilen ama buna karþýn hayale çevrilmiþ (yani gerçekten kullanýlabilme olanaklarýnýn ortadan kaldýrýlmýþ olduðu) haklarýn proletarya iktidarý altýnda kullanýlabilir hale getirilmesi anlamýnda, eþitlik hukuku çerçevesindeki özgürlüklere kavuþmak birbirinden apayrý þeylerdir. Biri eþitlik hukukunun bulunduðu koþullardaki özgürlüðe, eþitliðin kurulmasýnýn belli kurallara, yasalara baðlý olmaya devam ettiði zorunluluk iliþkilerine, diðeri ise hukukun tümüyle ortadan kalktýðý ve insanlarýn gerçekten özgürleþtikleri, eþitliðin aranmadýðý herkesin her türlü ihtiy42


Kurtuluþ

acýnýn bir koþula baðlý olmaksýzýn karþýlanabildiði bir özgürlük türüne tekabül eder. Bunlarýn birbirini nasýl izlediðini Kapitalizmden komünizme geçiþin doðru bir tanýmýný yaparak berraklaþtýrabiliriz. Lenin bu konuda Marks ve Engelse dayanarak geçiþi þöyle tanýmlar: Proletarya diktatorasý, yani komünizme geçiþ dönemi, ilk kez olarak sömürücü bir azýnlýðýn baský altýna alýnmasýnýn yanýsýra, halk için, çoðunluk için bir demokrasi gerçekleþtirecektir. Ancak komünizm, gerçekten tam bir demokrasiyi gerçekleþtirmeye yeteneklidir ve demokrasi ne kadar tam olursa, o kadar gereksiz bir duruma gelecek ve kendiliðinden sönecektir." Proletarya diktatoryasý komünizme geçiþ olarak ifade buluyor. Troçkistlere göre ise bu geçiþ, komünizmin alt evresi olan sosyalizme geçiþtir. Sosyalizm nedir? Komünizme geçiþtir. Yani kapitalizmden komünizme geçiþ onlara göre iki geçiþi içermektedir. Halbuki yine ayný Lenin "kapitalizmle komünizm arasýndan hiçbir ara aþama yoktur" der. Yani bu kapitalizmden komünizme geçiþ iþinde ya proletarya diktatörlüðü yoktur ya da sosyalizm. Üçüncü bir alternatif var tabi. O da sosyalizmle proletarya diktatörlüðünün örtüþmesi. Nedir bu proletarya diktatörlüðü? Marks, Engels ve Lenin'in anlattýklarý tam þöyledir: "Oysa "burjuva hukuku" kurallarýndan baþka kural yoktur. Bir yandan üretim araçlarýnýn ortaklaþa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eþitliðini ve ürünlerin bölüþümündeki eþitliði korumakla yükümlü bir devletin zorunluluðu, bu nedenle sürer. " Bundan böyle, kapitalistler olmadýðý, sýnýflar ve dolayýsýyla tepesine binilecek bir sýnýf olmadýðý için, devlet söner. "Ama edimsel eþitsizliði onaylayan "burjuva hukuku" korunmaya devam edildiðine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamýþtýr. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleþmesi gerekir." Kapitalist rejim yýkýldýktan sonra devlete olan ihtiyaç, esasýnda devlet olmayan (ME'in Gemeinwesen, ortaklýk, ortak yapý, kamu iþleri adýný verdikleri) devlete olan ihtiyaç üç þeye dayanýyor. Sömürücü sýnýflarý bastýrmak Eski toplumdan devralýnmýþ olan uyumsuzluklarý engellemek Eþitlik hukukunun (kapitalist özel mülkiyet hakkýný dýþarýda býrakan) burjuva hukukunun

sürdürülmesini saðlamak. Bunlar sýrasýyla kapitalist sýnýfýn ve kalýntýlarýnýn ortadan kaldýrýlmasý (1 ve 2 maddelerin ortadan kalkmasý) ve eþitlik hukukunun ortadan kalkmasýyla yani kimsenin yeteneðinin ne olduðuna bakýlmaksýzýn toplumsal üretimden ihtiyacý kadar tüketim nesnesini alabilecek hale gelmesidir. Bu devletin fonksiyon ve kurumlarýnýn ortadan kalkmasýna tekabül ettiði gibi komünizmin de üst aþamasýna geçilmesi anlamýna gelmektedir. Buradaki net ayýrým þudur: Komünist topluma kadar bir devlet öyle ya da böyle vardýr. Yukarýdaki alýntýda da ifade edildiði gibi "Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleþmesi gerekir." Peki, bu devlet nedir? Stalin'e göre, önce proletarya diktatörlüðü ve herkesin iþçi haline gelmesinden sonra da tüm halkýn devletidir. Stalin'den önce halkýn devletinden söz edenleri ME fena halde eleþtiriyor. Troçkistlerin ise sosyalizmde ne tür bir devletin olduðuna dair bir yanýtlarý yoktur. Devletin devam ettiðini savunduklarý durumda da Stalin'inki gibi bir formülasyona baþvurmak zorunda kalacaklarý aþikârdýr. Zira proletarya diktatörlüðü onlar için sosyalizmden önceki aþamaya tekabül etmektedir. Marks, Engels ve Lenin'in yazdýklarý içinde sadece Proletarya diktatörlüðüne ve bunun yanýnda da proletarya demokrasisine rastlýyoruz. Bunlarýn ne olduðu meselesi iþin can alacý noktasýný oluþturur. Marks "Kapitalist toplum ile komünist toplum arasýnda, birinden ötekine devrimci dönüþüm dönemi yer alýr. Buna da bir siyasal geçiþ dönemi tekabül eder ki, burada, devlet proletaryanýn devrimci diktatörlüðünden baþka bir þey olamaz." derken, Paris Komünü için de "Ama bu böyledir diye, burjuvaziyi yenmek ve direncini kýrmak zorunluluðu da ortadan kalkmaz. Komün, özellikle bu zorunlulukla karþý karþýyaydý ve Komün'ün bozguna uðrama nedenlerinden biri de, bu iþi gereðince gözüpek bir biçimde yapmamýþ olmasýdýr. Ama burada, baský altýnda tutma örgütü, artýk kölecilik, serflik ve ücretli kölelik çaðlarýnda her zaman olduðu gibi, nüfusun azýnlýðý deðil, çoðunluðudur. Ama kendisini baský altýnda tutanlarý kendisi yendiði anda da, halk çoðunluðunun "özel bir baský gücü"ne artýk gereksinimi yoktur! Ýþte bu anlamdadýr ki, devlet sönmeye baþlar." 43


Kurtuluþ

Devletin sönmeye baþlamasýný gördüðümüz gibi Marks'ta kuruluþundan baþlatýr. Yani Proletarya diktatörlüðü daha kurulurken sönmeye baþlayacak türden bir yapýlanmadýr. O artýk bilinen anlamda devlet deðildir. "Komün, artýk gerçek anlamda bir devlet deðildi" diyen Engels, Lenin'in aktardýðý üzere "Bundan dolayý, son tümcede, "biz" diyerek Engels, hiç kuþku yok ki, hem kendi adýna hem de Marks adýna, Alman iþçi partisi baþkanýna, devlet sözcüðünü programdan çýkarma ve onun yerine "ortaklýk" (Gemeinwesen- kamu iþleri) sözcüðünü koyma önerisinde bulunur." Derken, proletarya diktatörlüðü kavramýný kullansalar da devlet kavramýndan ona baþka bir ad bulacak ölçüde uzaktýrlar. Diktatörlük olarak tanýmladýklarý devleti diktatörlük olmaktan çýkarmadan bu ölçüde devlet olmaktan çýkarýrken þunlarý da söylerler: "Ayrýcalýklý bir azýnlýðýn (ayrýcalýklý memurlar, sürekli ordu þefleri) özel kurumlarý yerine, bu iþleri çoðunluðun doðrudan kendisi görebilir ve devlet gücünün görevleri halkýn tümü tarafýndan ne ölçüde yerine getirilirse, bu güç o derecede zorunlu olmaktan çýkar. Bütün memur aylýklarýnýn "iþçi ücretleri" düzeyine indirilmesi. Burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisine, ezenlerin demokrasisinden ezilen sýnýflarýn demokrasisine, belirli bir sýnýfý baský altýnda tutmaya yarayan "özel güç" olarak devletten, halk çoðunluðunun, iþçi ve köylülerin genel iktidarý tarafýndan baskýcýlar üzerinde uygulanan baskýya dönüþ, en göze çarpar biçimde, iþte burada ortaya çýkar." Devletin eski devletle olan alakasý koparýlýrken, demokrasinin de burjuva olanýndan proleter olanýna geçilir. Diktatörlük, demokrasi, devletin sönmesi, demokrasinin tam hale gelmesi, sönmesi hepsi bir araya geldiðinde bir kargaþa var gibi görünse de bir kavram berraklaþtýrmasý yaptýðýmýzda özünde herþeyin yerli yerinde olduðunu görürüz. Komünizm, ilk evresinde, ilk aþamasýnda, ekonomik bakýmdan, henüz adamakýllý olgun, geleneklerin ya da kapitalizmin kalýntýlarýndan henüz büsbütün kurtulmuþ olamaz. Bu yüzden, komünist rejimde, bu rejimin ilk evresinde, "burjuva hukukunun sýnýrlý ufku" korunur; bu ilginç olayýn nedeni budur. Kuþkusuz, burjuva hukuku, tüketim nesnelerinin bölüþümü bakýmýndan, zorunlu olarak bir burjuva devlet'e dayanýr; çünkü, koyduðu kurallara uymaya zorlamaya yetenekli bir aygýt olmaksýzýn, hukuk hiçbir þey deðildir.

Bundan þu sonuç çýkar ki, komünist rejimde, belirli bir zaman boyunca, yalnýzca burjuva hukuk deðil, burjuva devlet de sürer -ama burjuvazisiz burjuva devlet! Devlet Tipi Ve Devlet Biçimi Toplum biçimlerinin evrimine baðlý olarak her bir yapýda deðiþik sýnýflar varolmuþ ve devlet bunlar arasýndaki çeliþkilerin, toplumu bir arada duramaz olmaktan "kurtarmak" için toplumun üzerinde yükselen bir aygýt olarak þekillenmiþtir. Sýnýf çeliþkilerinin ilk ortaya çýkýþýndan itibaren bunlarýn bastýrýlmasý da toplumda egemenlik sürdüren sýnýf/sýnýflar açýsýndan bir zorunluluk olmuþ ve azýnlýðý oluþturan bu kesimin bastýrma eylemini gerçekleþtirmek üzere özel bir baský aygýtý oluþturmasý zorunluluk haline gelmiþtir. Elbette ki, bir azýnlýðýn çoðunluðu bastýrmasý öylesine basit bir mekanizma ile gerçekleþmez. Hele bu baský aygýtý bizzatihi bastýrýlanlarýn emekleri üzerinde yükseliyor ise, kendisini ezilenler açýsýndan da rasyonalize etmesi baþta gelen zorunluluðu oluþturur. Topluluklar arasý rekabet ve ideolojik hegemonya, bu baský aygýtýnýn sürekliliðinin güvencesini oluþturur. Devlet Tipi Ýnsanlýðýn tanýmýþ olduðu belli baþlý sýnýflý toplum biçimlerinde, o toplum yapýsýna denk gelen devlet þekillenmeleri olmuþtur. Köleci, Feodal ve Burjuva devlet yapýlanmalarý, gerek bastýrdýklarý sýnýflar ve gerekse egemenliðini sürdürdükleri sýnýflar açýsýndan birbirinden ayrýlýrlar. Hepsinin temel karakteristiðini azýnlýðýn çoðunluðu bastýrmasý oluþtursa da apayrý çýkarlarý korumalarý açýsýndan birbirlerinden ayrýlýrlar. Bütün köleci devletler, köle sahiplerinin çýkarlarýný koruyacak olsalar da somut þekillenmeleri açýsýndan birbirlerine benzemezler. Romanýn köleci devleti (deðiþik dönemleri içinde) ile Firavunlar dünyasýnýn mýsýrýndaki köleci devletle ya da Atina köleci devlet,i kölecilerin egemenliðini zor yoluyla saðlayan bir devlet tipi olarak kalsalar da birbirlerinden biçimleri, þekillenmeleri açýsýndan farklýlýklar arz ederler. Yani bir baský aygýtý olarak devletin hangi sýnýfýn egemenliðini saðladýðý meselesiyle, bu egemenliði nasýl saðladýðý meselesi iki olguyu diker karþýmýza. Devletin, feodal, burjuva, köleci ya da sosyalist olmasý ne türden, hangi tipte bir devletin söz konusu edildiðini ifade eder. Bu 44


Kurtuluþ

anlamýyla bütün devletler bir sýnýfýn bir baþka sýnýfý/sýnýflarý zorla bastýrmasýnýn aracý anlamýnda diktatörlüktürler. Bunun istisnasý yoktur. Bilinebilen bütün devletler hep bir bastýrma aracý, diktatörlük olmuþlardýr. Köleci devlet = kölecilerin diktatörlüðü Feodal devlet=feodallerin diktatörlüðü Burjuva devlet= sermaye sahiplerinin diktatörlüðü Sosyalist devlet= proletaryanýn diktatörlüðü Proletarya diktatörlüðü meselesinin esasý da bundan ibarettir. Sönecek olan da bu sosyalist devlet olacaktýr. Toplumda zor yoluyla düzenin saðlanmasýna, bir sýnýfýn bir diðer sýnýfý bastýrmasýna ihtiyaç kalmadýðý yerde açýktýr ki, zorla bastýrma yani diktatörlük gereði de kalmayacaktýr. Bu gereðin ortadan kalkýþý proletarya ihtilali ile baþlar. Proletarya ihtilali eylemi ikilidir. Biri eski rejimin baský aygýtýnýn parçalanmasý ve bastýrýlanlarýn baþkaldýrmasýný engellemek üzere yeni bir baský aygýtýnýn, yeni tipte bir devlet örgütünün örgütlenmesi. Paris Komünü ya da Ekim devriminin gerçekleþtirdiði budur. Paris komünü, silahlý isçiler tarafýndan ilan edildiðinde Paris'teki eski rejimi ortadan kaldýrmýþ ve bir tür yerel yönetim gibi Komünü tek iktidar aracý olarak ilan etmiþtir. Ekim devrimi ise biraz da farklý bir seyir izler. Þubat devrimi ile birlikte Çarlýk iktidarýnýn yerine bir yanda merkezi olduðunu ilan eden burjuva iktidarý ortaya çýkarken, diðer yanda da iþçi ve askerlerin oluþturduðu belli baþlý büyük þehirlerde yine bir tür yerel yönetim gibi hayata egemen olan Sovyetler iktidarlarý ortaya çýkar. Bu özünde bir geçiþ durumuna tekabül eder. Ayný alanda birbirine alternatif iki iktidarýn birlikte yaþamasý olanaklý deðildir. Biri diðerinin hayatiyetine öyle ya da böyle son verecektir. Burjuva iktidarý çeþitli giriþimleriyle Sovyetler Ýktidarlarýný iktidarsýzlaþtýrmak isterken, Bolþeviklerin doðru zamanda harekete geçmeleriyle burjuva iktidar merkezleri ele geçirilip Sovyetlerin tek iktidar olarak kalmasýna imkân saðlanýlmýþtýr. Bu yeni devlet tipi, eskilerinden temsil ettikleri sýnýf itibariyle ayrýlýrken yapýsal olarak da farklýlaþmak ihtiyacýný duymuþtur. Bu farklýlaþma hem olanaklýdýr hem de gereklidir. Azýnlýk egemenliðini saðlayan eski devlet tiplerinde azýnlýðýn çoðunluðu bastýrmasý söz konusuydu. Bunun için de buna uygun bir yapýlanma gerekmekteydi. Yani toplumun küçük bir azýnlýðýný oluþturan sömürücü sýnýflar,

toplumun çoðunluðu karþýsýnda baðýmsýz, onun üstünde yükselebilen ve sahip olduðu özel yapýlar ile de çoðunluðu her an bastýrabilecek yetkinlikte geliþkin bir mekanizma oluþturmak zorunda idiler. Bu yapýnýn temelini ordu, polis ve geniþ bir bürokratik aparat oluþturmakta idi. Bu kurumlarýn bastýrma görevini yerine getirmelerini toplumun tümünün aklýna uyduracak ideolojik hegemonyanýn da gerçekleþtirilmesi için devletin ideolojik aygýtlara da sahip olmasý ayrý bir zorunluluk oluþturmakta idi. Kýsacasý azýnlýk sýnýfýn egemenliðini sürekli kýlmasýnýn yolu pahalý bir devlet aparatýnýn toplumun üstüne yükseltilmesinden geçmekteydi. Proletaryanýn devletinde ise, mekanizma tam anlamýyla tersine dönmektedir. Yani Artýk azýnlýk çoðunluðu deðil, çoðunluk eski sömürücüler azýnlýðýný bastýrmak için bir baský aygýtý oluþturmak durumundadýr. Toplumun çoðunluðunun küçük bir azýnlýðý bastýrmasý için açýktýr ki, güçlü bastýrma aygýtlarýna ihtiyacý yoktur. Gücü çoðunluk olmanýn kendisi saðlayacaktýr. Devletin tipinin gereði olarak mümkün olan bu durum bir yýðýn asalaðý beslemeyi gereksiz hale getirerek ucuz devleti de gerçekleþtirmiþ olmaktadýr. Ne var ki, mesele sadece ucuz devletin mümkün olmasýnda yatmaz, ayný zamanda bu proletaryanýn egemen sýnýf olarak örgütlenebilmesinin de olmazsa olmaz bir gereðidir. Eðer iktidarýn hayat bulduðu alan proletarya'dan uzakta, onun üstünde konumlanmýþ bir takým kurumlarda olacak ise, bu takdirde proletaryanýn egemen sýnýf olarak örgütlenmesinden söz etmek olanaklý olamaz. Proletaryanýn iktidar oluþu sömürü sýnýflarýn iktidar oluþuna benzemez. Sömürücü sýnýflar her zaman kendileri iktidar aygýtlarýný oluþturmasalar da kendilerine uþak tuttuklarý kiþiler aracýlýðýyla iktidarlarýný daha görünmez kýlarak güvence altýna alabilirler. Alabilirler zira üretim araçlarýnýn mülkiyetine sahip olmalarý onlara özel bir denetim imkâný saðlar. Proleterlerin bir araya gelerek iktidarý icra etmelerinin dýþýnda baþka bir güçleri yoktur. Tek bir biçimde denetleyici olabilirler, o da bir araya gelip erki bizzatihi elde tutmaktýr. Onun için de proletaryanýn egemen sýnýf oluþunun tek bir biçimi vardýr, o da demokrasidir. Devlet Biçimi Baský aygýtý olarak devletin hangi sýnýfýn egemenliðini saðladýðý meselesinin bir adým ötesinde bu egemenliðin nasýl, hangi somut 45


Kurtuluþ

biçimler içinde saðladýðý meselesi bizi Marksist devlet teorisinin bir diðer önemli kavramýna getirir. Bu devletin biçimi meselesidir. Tüm bir sýnýf ya da sýnýflar adýna zorla bastýrma aracý, diktatörlük aracý olan devletlerin bu bastýrma eylemini nasýl gerçekleþtirecekleri kültürel, coðrafi, toplumsal, sýnýfsal bir dizi faktöre baðlýdýr. Deðiþik faktörlerin etkileþimi içerisinde egemenlik biçimleri somut tarihten bildiðimiz üzere demokrasi, mutlakiyet, meþrutiyet, askeri rejimler, Bonapartizm, faþizm gibi somut biçimler almýþlardýr. Lenin devlet biçimleri meselesinde demokrasiyi örnek verirken onun ayný zamanda nasýl bir diktatörlüðe tekabül ettiðini de anlatýr: "Demokrasi bir devlet biçimidir, çeþitli devlet biçimlerinden biridir. Öyleyse, her devlet gibi, demokrasi de, zorun, örgütlenmiþ olarak, sistemli biçimde insanlara uygulanmasýdýr." Bu demokrasi altýnda zorun kime uygulanacaðý da devletin tipine, yani hangi egemene hizmet ettiðine baðlý olarak belirlenir. Demokrasinin baþka devlet biçimlerinden farklý bir yanýný da þöyle ortaya koyar: "demokrasi yurttaþlar arasýndaki eþitliðin, herkese eþit olarak, devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkýnýn resmen tanýnmasý anlamýna da gelir." Devletin biçimini belirleme, burjuva devlet þartlarýnda onun tipini belirleme, ona proleter karakter verme anlamýna gelmez. Yönetme hakkýnýn resmen tanýnmasý ise yine burjuvazinin egemen sýnýf menfaatlerine aykýrý olarak yönetme hakký anlamýna hiç gelmez. Demokrasinin bu özelliði proletaryaya bir baþka biçimde davranarak yepyeni bir dünyayý yaratma olanaðýný da sunar: "demokrasi, geliþmesinin belirli bir aþamasýnda, önce, proletaryayý, bu devrimci antikapitalist sýnýfý birleþtirir, sonra da, onun, cumhuriyetçi de olsa, burjuva devlet makinesini, yani sürekli orduyu, polisi, bürokrasiyi yýkmasýný, parçalamasýný, yeryüzünden silip atmasýný ve onlar yerine milise katýlan silahlý iþçi yýðýnlarý, sonra kerteli olarak, tüm halk biçimi altýnda, daha demokratik, ama gene de bir devlet makinesi olmaktan geri kalmayan bir devlet makinesini geçirmesini saðlar." Demokrasinin birleþtirdiði proletarya, eski devlet yapýsýný parçalarken hemen yerine burjuva demokrasisinin hayale çevirmiþ olduðu haklarý, kapitalist özel mülkiyet hakký hariç olmak üzere, gerçeðe dönüþtürür; daha demokratik., burjuva demokrasisinden bin kez daha demokratik bir

rejimi gerçekten kurar.Bu devlet biçimi itibariyle demokrasi, proletarya demokrasisi olmaya devam eder. Ancak artýk eskisi gibi toplumun baðrýndan uzaklarda konumlanmýþ iktidar kurumlarý söz konusu olmadýðý için eski anlamýyla bir devlet deðildir. ME in belirttikleri Gemeinwesen'dir. Gemeinwesen, devletle devletsizlik arasýndaki geçiþin kendisidir. Burada proletaryanýn bütününün egemen sýnýf gibi davranmasýna imkân verecek olan tek iktidar örgütlenmesi tarzýný demokrasi oluþturur. Bu uygulamanýn gerçek þekli doðrudan demokrasidir. Yani yönetme yönetilme iliþkilerine muhatap olan herkesin verilecek olan kararlarý birlikte verdikleri bir siyasal rejimdir bu. Ancak milyonlarýn bir araya gelmesinin ve sürekli karar vermesinin olanaksýz olduðu koþullarda proletarya geri alabilmek koþuluyla temsil haklarýný belirlediði kiþilere devredebilir. Ýktidarýn merkezden yerele taþýndýðý ölçüde temsililik karar alma mekanizmalarýnýn doðrudanlýða yaklaþtýrýlmasý olanaðýný da verir. Ayrýca geliþen teknolojik imkânlar, bilginin paylaþýmýný yaygýnlaþtýrdýðý gibi, karalarýn alýnmasýna tüm halkýn katýlmasýnýn olanaklarýný da ortaya çýkarmaktadýr. Porto Alegre'de ortaya çýkan açýk bütçe uygulamasý çerçevesinde temsili demokrasi ile doðrudan demokrasinin birleþtirilmesinin örnekleri verilmiþtir. Bu deneylerin geniþletilmesi ve varolan teknik imkânlardan yararlanýlmasý, doðrudan lýðýn temsili durumlarý gittikçe daha fazla yutmasýný ve herkesin yönetici hale gelmesine doðru ilerlemesiyle yönetilenin kalmamasý ve bunun sonucu olarak da yönetenin de kalmamasý sonucuna ulaþýlýr. Demokrasinin bu geliþmesi ayný zamanda kendi kendisinin de inkârý getiren bir süreçtir. Eski sömürücü sýnýflarý bastýrma, eski toplumdan aktarýlan uyumsuzluklarý giderme ve kolektif mülkiyet temelinde gerçekleþen üretimin insanlar arasýndaki bölüþümünün "eþitlik" hukukuna göre gerçekleþmesini saðlamak üzere bir tür devlet olarak gemeinwesen, herkesin topluma yeteneðine göre vereceði ve ihtiyacýna göre ürün alacaðý safhaya doðru ilerlendikçe ortadan silinmeye sönmeye gider. Komünizmin üst evresi olan bu noktaya gelinceye kadar burjuvasýz burjuva hukuk devam etmek zorundadýr zira uygulattýrma gücü olmayan hukukun hiçbir anlamý yoktur. Uygulattýrma gücünün var olmasý bir tür baský aygýtýnýn var olmaya devam etmesi anlamýna da gelir. Neticeten proletaryanýn devletinin tipini ifade eden proletarya diktatörlüðü, 46


Kurtuluþ

proletarya demokrasisinin, sosyalist demokrasinin kendini inkârýna yani komünist toplumun üst evresine kadar kendisini devam ettirir. Bu demektir ki, sosyalist toplum boyunca burjuvasýz burjuva devlet, eþitsizlik iliþkisi, özgürlük yokluðu resmen komünist toplumun üst evresine kadar sürer. Ancak bu sürme bir sönümlenme biçimindedir. Yani baþlangýçta en güçlü biçimde var olan eþitsizlik iliþkisi süreç ilerledikçe ortadan kalkar. Bütünüyle ortadan kalktýðýný söylediðimiz nokta ise komünizmin üst evresidir. Burada hassasiyetle üzerinde durulmasý gereken nokta bu sönümlenmenin her adýmda gerçekleþiyor olmasýdýr. Yani sürekli bir deðiþim, dönüþüm burjuva olanýn yerini sürekli olarak komünist olanýn almasý anlamýna gelir. Yukarýda gördük ki, daha ilk adýmda devlet devlet olmaktan çýkar ve yok olmasýna uygun bir biçim kazanýr. Bu yok olma çok isabetli bir kavramla sönme biçiminde ifade edilmiþtir. Ýþte bu devrimci tutum sürekli olmak durumundadýr. Ýþaret edilmesinde yarar olan bir nokta da çok istismara uðramýþ olan merkeziyetçilik sorunudur. Demokratik merkeziyetçilik, kavramýn ifade ettiði anlamdan bürokratik bir bozma ile uzaklaþtýrýlmakta ve sorgulanmasý pek olanaklý olmayan bir merkezin, þekli demokratik ilkelere dayalý sýnýrsýz yetkililik durumuna aþaðýdakilerin hep yukarýdakiler tarafýndan denetlendiði, yukarýdakilerin ise aþaðýdakileri ancak kendi istedikleri ölçüde bilgilendirdikleri bir mekanizmamýn, otoriter bir sistemin tanýmý haline getirilmektedir. Marks, Engels ve Lenin'in bu konudaki çok özlü anlatýmlarýna raðmen merkeziyetçilik öylesine bir hal almýþtýr ki, yýkýlan sosyalizmler her anlamda (siyasal, ekonomik, kültürel, estetik, vb) tam bir tekelcilik yaratmýþlar ve burjuva toplumunda hayale çevrilmiþ olduðu söylenen haklarýn bin katýný saðlayacak iken, kimilerinin gölgesini bile ortada býrakmamýþlar ve sosyalist teorinin kapitalizme tekelcilik nedeniyle yapmýþ olduðu eleþtirilerin tümünün muhatabý haline gelmiþler ve nihayetinde de iç çeliþkilerinin sonucu yýkýlmak zorunda kalmýþlardýr. Lenin'in Engels'ten aktardýðý, federalizm karþýsýnda demokratik merkezi cumhuriyetin çok daha özgürlük savunucusu ve koruyucu olduðu üzerine görüþleri bir yana konulmuþ ve federalizme karþý olan her þey demokratik merkeziyetçiliðin fazileti gibi sunulmaya çalýþýlmýþtýr. Yaþanan pratiklerle Lenin'in söylediklerini karþýlaþtýrabilmek için þu uzun aktarmayý titizlikle gözden geçirmekte yarar vardýr:

"Ama bu demokratik merkeziyetçiliði, Engels, hiçbir zaman, burjuva ve aralarýnda anarþistlerin (sayfa 97) de bulunduðu küçük-burjuva ideologlarýn ona verdikleri bürokratik anlamda anlamaz. Engels bakýmýndan, merkeziyetçilik, "komünler" ve bölgelerin devlet birliðini tamamen kendi istekleriyle savunmalarý koþuluyla, her tür bürokratizm ve her tür yukardan "buyurma"yý söz götürmez biçimde ortadan kaldýran geniþ bir yerel yönetsel özerkliliði hiç mi hiç dýþtalamaz. "Devlet üzerine, marksist bir programýn temelinde bulunmasý gereken görüþlerini geliþtirerek, "... O halde, merkezci cumhuriyet" diye yazar Engels. "Ama 1798'de kurulmuþ, imparatorsuz imparatorluktan baþka bir þey olmayan bugünkü Fransýz cumhuriyeti anlamýnda deðil. 1792'den 1798'e dek, her Fransýz ili, her komün (Gemeinde), Amerikan örneðine göre, tam yönetsel özerkliliðine sahipti. Bizim de týpatýp sahip olmamýz gereken þey, budur. Bu özerkliliðin nasýl örgütleneceðini ve bürokrasiden nasýl vazgeçilebileceðini, Amerika ve birinci Fransýz cumhuriyeti bize göstermiþ bulunuyor ve bugün de, Avustralya, Kanada ve öteki Ýngiliz sömürgeleri bize ayný þeyi gösterir. Böylesine bir bölgesel ve komünal özerklilik, örneðin Kanton'un Bund (yani konfederal devletin tümü -L.) karþýsýnda, ama ayný zamanda il (Bezirk) ve komün karþýsýnda da, gerçekten çok baðýmsýz bulunduðu Ýsviçre federalizminden çok daha fazla özgürlük kaldýrýr. Kantonal hükümetler, illerin genel yöneticilerini (Bezirksstatthalter) ve valilerini atarlar1; bu yöntem Ýngilizce konuþulan ülkelerde hiç bilinmez ve biz de, gelecekte, Prusyalý Landrate(meclis) ve Regierungsräte'lerden (hükümet) (komiserler, yönetim çevresinin polis þefleri, yöneticiler ve genel olarak yukarýdan atanan memurlar -L.) kurtulmakta ne kadar kararlýysak, (sayfa 98) bu yöntemden kurtulmakta da o kadar kararlý olmalýyýz." Bundan dolayý, Engels, programýn özerklilikle ilgili maddesinin þöyle formüle edilmesini önerir: "il, ilçe ve bucaklarda genel oyla seçilmiþ memurlar aracýyla, tam özerk yönetim. Devlet tarafýndan atanmýþ bütün, yerel ve bölgesel otoritelerin ortadan kaldýrýlmasý." "Engels'in özellikle küçük-burjuva demokratlarý arasýnda çok yaygýn bulunan bir önyargýyý, olaylara dayanarak, yetkin bir belginlikle çürüttüðünü belirtmek büyük bir önem taþýr. Bu önyargýya göre, federatif bir cumhuriyet, merkezi bir cumhuriyetten daha çok özgürlük içerir. Bu, yanlýþtýr. Engels tarafýndan söz 47


Kurtuluþ

konusu edilen, 1792-1798 merkezi Fransýz cumhuriyeti ve federatif Ýsviçre cumhuriyeti ile ilgili olgular, bu savý çürütür. Gerçekten de demokratik merkezi cumhuriyet, federatif cumhuriyetten daha çok özgürlük saklýyordu. Baþka bir deyiþle, tarihin gördüðü azami yerel, bölgesel vb. özgürlükler, federatif cumhuriyet tarafýndan deðil, merkezi cumhuriyet tarafýndan saðlanmýþtýr." Ýktidar denilen kurumlaþmanýn toplumdan uzaklarda odaklaþmasýnýn önüne geçmenin biricik yolu, onun bizzatihi muhatabý olan en alt toplulukta oluþturulmasýdýr.Merkezilik tüm sýnýflý toplumlar boyunca üretilmiþ olan eþitsizliklerin ortadan kaldýrýlabilmesinin ve kaynaklarýn en rasyonel biçimde kullanýlabilmesinin zorunlu gereðini oluþturur. Bu merkezileþmenin insanlarýn tepesinde bir bastýrma aygýtýna dönüþmesini engellemenin yolu da, gerçek iktidarýn yerel yapýlanmalarda toplanmasý ve merkezi yetkilendirmenin ve yetkilerini geri alma hakkýnýn yerel yapýlanmalarda bulunmasýdýr. Eline hiçbir baský aygýtý verilmeyecek ve yerel iktidarlarýn denetimi dýþýnda kendiliðinden sahip olabileceði hiçbir üstün ekonomik kaynaða sahip olamayacak olan merkezi yapýlanmanýn, yerelleri bastýrma olanaðý olamaz. Demokratik mekanizma merkezde ortaya çýkabilecek böyle bir eðilimi hemen bastýrma þansýna ve imkânýna sahip olacaktýr. Marks, Engels ve Lenin’in, bunlarý anlattýklarý zaman henüz bizim tanýk olduðumuz gibi uzun süreli bir sosyalizm deneyi yoktu. Bütün deney 71 günlük Paris Komününden ibaretti ve onunda neredeyse bütün eylemi kendisini alman saldýrýsýna karþý savunmaktan oluþuyordu. Ona raðmen bu 71 günlük deneyden ME son derece büyük sonuçlar çýkarmýþtýlar. Ekim devriminin baþarýsýyla, siyasal devrimler sosyal devrime yönelerek bütünleþme þansýna sahip oldu. Lenin'in bütün bu aktardýðýmýz ifadeleri hemen devrimin arefesinde, eski rejimin yýkýlmasýnýn ve bütün iktidarýn Sovyetlere geçmesinin an meselesi olduðu bir dönemde yazýlmýþtýrlar. Proletaryanýn egemen sýnýf olarak örgütlenmesinin, ancak sosyalist demokrasi sayesinde mümkün olabileceðinin apaçýk olmasýna karþýn, olaylarýn geliþimi hiç böyle olmamýþtýr. Rusya çapýnda iktidarý devralan Tüm Rusya Sovyet Temsilcileri Meclisi hemen yüz yüze geldiði iç savaþ ve emperyalist kuþatma altýnda içte ve dýþta hýzla tecrite yönelmiþ ve demokrasi adým adým yerel iktidar özelliðini, doðrudanlýðýný

yitirmiþ ve Stalin'in açýk ifadesiyle devlet pekiþtirilmeye baþlanmýþtýr. Çok geçmeden görülmüþtür ki, adý Sovyet iktidarý olmasýna karþýn ortaya çýkan yapý artýk yerel iktidarlara deðil güçlü bir merkezi aparata dayanmaktadýr. Eski rejimin özelliði olarak bir kenara konulacak olan, toplumun üzerinde yükselen uzmanlaþmýþ devlet, her türlü kurumuyla bir kere daha sahneye gelmiþ ve devlet bir kez proletaryanýn öncüsü olma konumunda olan ve kendi öncülüðünü artýk yasalar ve pekiþtirilmiþ devlet kurumunun zorlayýcý gücü ile güvence altýna alan bir kesimin örgütlenmesine dönüþmüþtür. Bu yapýlanmaya artýk proletaryanýn egemen sýnýf olarak örgütlenmesi adýný vermek olanaklý deðildir. Egemen olarak örgütlenmiþ olanlar proletaryanýn ancak bir kesimidir ve ulaþtýklarý bu konumu da toplumun geri kalan kýsmýna karþý koruyacak olan güçlü bir devlet aygýtý mevcuttur. Devlet aygýtýnýn her türlü toplumsal örgütlenmeyi kendisine tabi kýlmasý, proletaryanýn ve diðer emekçilerin oluþturduðu çoðunluðun bir azýnlýk tarafýndan yönetilmesi sonucuna ulaþmýþtýr. Örgütlenme özgürlüðü yoktur. Her tür kurum tektir ve devlet denetimi altýndadýr. Dolaysýyla burada düþünce özgürlüðünün ve yaratýcýlýðýn olduðunu da söylemek olanaklý deðildir. Yönetenlerin dýþýndakilerin konumu iliþki itibariyle eski sistemden farklý deðildir. Elbette temel bir fark vardýr. Artýk bir tarafta þatafatýn en yüksek biçimleri içinde yaþanýrken diðer tarafta nerede uyuyacaðýný, ertesi gün ne yiyeceðini bilemeyen, açlýktan ve soðuktan kýrýlan insan kitleleri yoktur. Barýnma ve beslenme ile ilgili asgari insani gereksinimler karþýlanmýþtýr. Ama sosyalizmin iþçi sýnýfýna sunacak olduðu bu deðil, egemen sýnýf olarak örgütlenmekti. Burjuva rejim altýnda kendisine yasak olan tüm haklara kavuþmak idi. Yönetici sýnýf konumuna yükselmek idi. Yönetici kesim ancak onun adýna kendine yetki veren bir tabaka idi ve aþaðýdan bakýlýnca bunlarýn kendi saflarý içerisinde çýkmýþ olmasýnýn eski rejimde kendisini yöneten profesyonel politikacý ve bürokratlardan hiçbir farký yoktu. Sovyet anayasasý elbetteki proletaryanýn egemen sýnýf olduðunu söylüyordu. Elbette ki, burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik bir rejimden söz ediyordu, ama ne proletarya kendisini egemen sýnýf olarak hissediyor nede bakanlar burjuva demokrasisinden bir kat daha demokratik bir rejim görüyorlardý. Her þey ertelenmekte idi. Her þeyin karþýsýnda üretici güç48


Kurtuluþ

lerin geliþmesinin yetersizliði dikilmekte, biraz daha gayretle emperyalistlerin geçileceði, gittikçe komünizme yaklaþýlmakta olduðu ve o zaman tümden özgür bir dünyaya ulaþýlacaðý vaaz ediliyordu.

turduðumuz bu dizge bize bugünkü deðerler sisteminin aþýlmasý, onun her türlü iliþkisiyle yerle bir edilmesinin gerekli olduðunu anlatýr ya da sahip olduðumuz deðerlerden dolayý varolan sistemin deðerleri bizi rahatsýz eder ve onlarý istemeyip, kendi iç huzurumuz için ortadan kaldýrýlmalarý mücadelesine giriþiriz. Bu dýþlayýcýlýk nedeniyledir ki, komünizm bir bütün olarak kapitalist sistemin dýþýndadýr deriz. Ondan aldýðý hiçbir þeyi kendine ait bir öðe olarak görmez, eðer hala taþýnmak zorunluluðu içinde bulunuluyor ise onu kendisinden kurtulunmasý gereken bir hastalýk olarak kabul eder. Dolaysýyla kapitalizmden taþýnan hiçbir þey geliþtirilecek, pekiþtirilecek olan deðil tam tersine gittikçe ortadan kaldýrýlmasý gerekendir. Bunu istisnasýz kapitalizmden taþýnan her þey için geçerli olarak görmek gerekir. Rekabeti, onun sonucu olarak, egemenlik baðýmlýlýk, sömürü vb vb iliþkileri temel alan bir toplumda, oluþmuþ olan hiçbir þey yoktur ki ona, dayanýþma toplumuna yabancý olacak olan bir þeyler nufuz etmemiþ olsun. Eðer böyle bir dünyayý bu söylediðimiz detayda tasavvur edebiliyor isek bugünden bir tercih yapýyoruz demektir. Tercih yapabilmek için tercih edileni "iyi" bulmak onu istiyor olmak gerekir. Yani istediðimiz þeyin bugünden bizim ruhumuzda þekillenmiþ olmasý gerekir. Her türlü zulme, eþitsizliðe, hiyerarþilere, egemenlik baðýmlýlýk iliþkilerine, baskýya, þiddete, insan onurunu zedeleyici her türlü iliþkiye, böbürlenmeye, baþkalarýna yukarýdan bakmaya, kendisi bir þeyi iyi yaptýðý için baþkalarýndan üstün olmaya, rekabete, milli, cinsi, ýrki vs vs ayýrýmcýlýðýn her türlüsüne isyan eden bir ruha sahip olabilmek gerekir. Böyle olduðu için de etrafýnda gördüðü bu iliþki örneklerine isyan edebilen, o isyaný sürekli kýlabilmek, yeni bir dünyanýn kuruluþuna yine bu deðerlerin savunucusu olarak ilerleyebilmek için örgütlenen, birlikte örgütlendiði insanlarla en yakýn dayanýþmayý gösteren, onlarý asla herhangi bir biçimde egemenlik altýna almaya kalkýþmayan, gerek birlikte örgütlendikleri ve gerekse örgütlenmemiþ olanlara karþý hiçbir ama gerçekten hiçbir üstünlük duygusuna sahip olmadan, onlara karþý en ufak bir aþaðýlama ifadesini içinde taþýmadan, mücadele birliðini sürekli ören, gelecek toplumun insanlarý olabilmek gerekir. Ama mücadele, örgüt, iktidar öylesine tuzaklarla dolu bir yoldur ki, yola çýkarken insanýn sahip olacaðý yukarýda saydýðýmýz özelliklerin

Sosyalist Ýhtilal: Yýkmak, Kurmak ve Kurtarýcýlardan Kurtulmak Sosyalizm bir tercihtir. Ýnsanlýk için iyi olduðunu düþündüðümüz bir tercih. Bu tercihin günümüz dünyasýnda ortaya çýkmadýðý, bütün insanlýk tarihi boyunca dayanýþma iliþkilerinin egemenliðinin kurulmaya çalýþýldýðýný görürüz. Ýnsanlýðýn ilk varoluþ biçimlerinden komünal toplumun, böylesine bir dayanýþma toplumu olduðunu biliyoruz. Sýnýflý toplum iliþkilerinin egemen olmasýndan sonra da dünyanýn birçok bölgesinde alt sýnýflar, yeniden eski iliþkileri kurmanýn yolunu aramýþlar, özlemlerini günlük hayatlarý içerisinde yaþatmýþlar ve hatta Ýran, Kürdistan, Irak ve Bahreyn'e kadar olan bölgede etkili olmuþ olan Karmatiler'de olduðu gibi iki yüzyýla yakýn bir zaman Bahreyn'de dayanýþmacý temelde bir devletin varlýðýný sürdürmüþlerdir. Dayanýþmacý temelde bir toplumsal yapýnýn oluþturulmasý, yýkýlmak/bastýrýlmak durumunda kalmýþ olan birçok deneyden sonra ilk kez Marks tarafýndan bilimin desteðiyle gerçekleþebilirlikten öteye kendisini yeniden üretebilirlik düzeyinde tanýmlanmýþ ve bu nedenle de sosyalizm tercihi bilimden destek almasýnýn ifadesi olarak, bilimsel sosyalizm olarak nitelenmiþtir. Ancak onun baþýna da bilim adýna gelmedik iþ kalmadý ve pozitivizmden skolastisizme kadar bir yelpazede dogmatikleþtirilmesinin örneklerine tanýk olduk. Dayanýþma iliþkilerinin egemen olduðu toplum olarak nitelediðimiz sosyalizm, ezen ezilen, sömüren sömürülen, yöneten yönetilen iliþkilerine son verip, nihai hedefi olarak herkesin hiçbir ayýrýcý kýstasa tabi olmasýzýn ayný haklara sahip ve özgür olarak yaþadýklarý toplumun adýdýr. Aslýnda bu toplumu herhangi bir bilimden icazet alarak deðil, bugün yüz yüze bulunduðumuz toplumsal iliþkilerin her birine alternatif olacak yeni bir iliþkiler dizgesini seçerek tarif ederiz. Bunun nasýl gerçekleþtirileceði meselesine gelindiðinde de deðiþik bilimlerin desteðine baþvururuz. Yani öncelikle kendimizin "iyi" diye tarif ettiðimiz bir etik seçmede bulunuruz. Bu seçmemizle baðlý olarak da yeni deðerler sistemimizin ifadesi olarak, yeni bir ahlaký savunuruz. Geleceðin toplumunu tarif etmek için oluþ49


Kurtuluþ

hepsini ondan sýyýrýp alabilir ve mücadele, baþarý, örgüt, iktidar her þey haline gelirken, yüce amaç sürülüp uzaklara gönderilir. Artýk geriye yüce amaca ilerlemek için uygun örgüt, mücadeleye uygun karakterli militan, "emirin demiri kestiði", hiyerarþinin en katý biçimlerinin yaþandýðý iliþkileri benimseyen yeni bir ahlak anlayýþý, "iþ yapanlarýn" "iþ yapmayanlarý" aþaðýladýðý, insandan bile saymadýðý, kendilerinin çektikleri eziyetleri baþkalarýna karþý bir üstünlük ve imtiyaz vesilesi olarak gören ve gittikçe yaptýklarýndan dolayý özel hak sahibi olduðunu hissetmeye baþlayan bir insan türü þekillenmeye baþlar. Ýþte bunlar geleceðin egemen zümresini bugünden oluþturmuþ olan potansiyel "yeni sýnýftýr"lar; Burjuvazinin yerini almaya hazýrlanan dayanaksýz, kendisini ancak bir dönem üretip ardýndan büyüttüðü çeliþkilerin altýnda kalacak olan bürokrasinin öncülerinden baþkasý deðildirler. Ancak bu sýnýf oluþturmayan yeni sýnýf (esasýnda bir zümre-tabaka dýr bu) öylesine masum bir biçimde kurulur ve savunucularý tarafýndan o kadar inanýlarak reddedilir ki, baþka bir deðer sisteminden bakmadýktan sonra, ortaya koyduklarý fedakarlýk, yiðitlik, özgecilik, dünya malýna kulak asmayan bir yaþantý sürdürüyor olmak ve hatta özel yaþam adýna kendisine hiç bir þey býrakmayacak ölçüde büyük fedakarlýk örnekleri sergiliyor olmak dolaysýyla kötü bir niyetin savunucularý olabilecekleri asla kabul edilemez. Tüm bu yapýlanlar sosyalizme ait deðerlerle donanmýþ bir kiþiliðin eseri deðillerse, kiþide diðer insanlardan ne kadar üstün olunduðuna iliþkin bir düþüncenin þekillenmesine de neden olurlar. Böyle bir kiþilik kendisinin sahip olduðu yüceltilmiþ bu deðerlere sahip olmayan diðer insanlarý kendiliðinden eksik insanlar, deðeri düþük insanlar, iyi düþünemeyen insanlar, yönlendirilmesi gereken insanlar ve nihayetinde daha alt deðerdeki insanlar olarak görmeye ve kendilerinden yaratýcýlýk adýna herhangi birþeyin beklenemeyeceði, ancak yýkma eyleminde fiziki güç olarak kullanýlacak, sosyalist kuruluþta ise, "yüce deðerlerin sahiplerini" izlemesi gereken ve onlarýn ortaya koyduðu "bilimsel ekonomik ve sosyal planlarýn" hedeflerini aþmak için bütün gayretiyle çalýþmasý gereken kalabalýklar olarak görmeye eðilimli olurlar. Onlardan yaratýcýlýk adýna beklenecek olan gerçek yaratýcýlýk deðil, önlerine konulan nicel hedefleri aþma korusunda gösterecekleri çalýþkanlýk ve fedakârlýk olacaktýr. Dönüp dolaþýp geleceðimiz yer en geliþkin biçimiyle

sosyal demokrasinin anlattýðý pastayý büyütüp daha büyük bir pasta parçasý yeme hesabýndan baþka bir þey olmaz. Sosyal demokrasinin içinde yaþamak zorunda olduðu "burjuva demokrasisi" koþullarý da ortada olmayacaðýndan, açýk bir diktatörlük altýnda bu yýðýnlar daha da fazla tarihin yaratýcý öznesi deðil, üzerlerinde faaliyet gösterilmesi gereken nesneler durumuna gelmek zorunda kalýrlar. Ama insan zihinsel faaliyetiyle insan olduðu için ve bu zihinsel faaliyet öyle ya da böyle yaratma eyleminden vazgeçmeyeceði için bu durumunun bilincine varýp bir gün bu "kurtarýcýlarýna" isyan etmekten geri kalmayacaktýr ve kalmadý. Öylece de yetmiþ yýllýk "sosyalizm" macerasý bizzatihi, nesneye dönüþtürülmeye çalýþýlan tarihin ve sosyalizmin öznesinin, çalýþan sýnýfýn isyaný tarafýndan yýkýlmak gibi acý bir sonla yüz yüze gelmek zorunda kalmýþtýr. Bu sahip olduðu deðerlerle kendini toplumun geri kalan kesimi karþýsýnda yücelten, onlar karþýsýnda geleceði temsil etme iddiasýyla onlarýn önce yol göstericisi sonra da kurtarýcýsý konumuna yükselen kiþilik kurgusu içinde þekillenen bir parti, daha kapitalizme karþý mücadele verirken geleceðin elitini yaratmýþ olur. Bu elitin kendi konumunu yani, ikitdarýn güvenceli bir biçimde kendi elinde kalmasýný parti içerisinde de güvenceye almaktan kaçýnamayacaðýný kestirmek artýk zor deðildir. Birbirlerini toplumun diðer kesiminden üstün bir kesime ait olarak tarif edip, bu konuda güvenle birbirlerine sarýlanlarýn, deðerlerin temsil gücüne baðlý olarak kendi aralarýnda oluþturacaklarý hiyerarþiye de baþka hiçbir yerde görülmeyecek bir sadaketle sadýk kalacaklarýna ve bu hiyerarþiye karþý yönelecek en ufak bir saldýrý karþýsýnda ortak tutum göstereceklerine de en küçük kuþku duyulamaz. Ýktidarýn kurtsallýðý, baþka kutsallar tarafýndan örtülmekte olduðumdan onlara bir iktidar kastý oluþturduklarýnýn, diðer insanlarý dýþtaladýklarýnýn, bürokratik bir aparat oluþturduklarýnýn anlatýlmasý olanaklý deðildir. Onlara yönelik her eleþtiri artýk sosyalizme yöneltilen eleþtirilerdir. Kendileri sosyalizm için bunca fedakârlýða katlanýrken, o fedakârlýðýn en ufak bir kýsmýný göstermeyen kimselerin yapacaklarý eleþtirilerin iyi niyetli, davanýn geliþmesine hizmet edici olabilmesi nasýl mümkün olabilir? Sosyalizm konusunda kendileri gibi fedakârlýk etmeyenlerin ancak ve ancak sosyalizme olan inançlarýnýn zayýflýðýndan ve hatta ona karþý oluþundan söz edilebilir ve bunlarýn saflarýn dýþýna itilmesi mücadelenin geliþebilmesinin en önemli þartlarýndan birini oluþturur; zira içeride50


Kurtuluþ

ki düþmanýn mücadeleyi engelleme kabiliyeti dýþardakilerinden kat be kat yüksektir. Dýþarýdakiler dýþarýdaki olarak bilinir ve ona göre tedbir alýnýr. Ama içeridekini ayýklamadýktan sonra ayýrt edebilmek olanaklý olamaz. O zaman ayný egemen sýnýflarýn kendi egemenliklerini sürdürmek için kullandýklarý içerdeki düþman retoriði bütün müþtemilatýyla tekrarlanmaya ve ayrýk otlarýnýn temizlenmesine giriþilir. Bu ayýklama eylemi birkaç örneðinin ardýndan kendiliðinden bir terör ortamý oluþturur ve sosyal psikolojinin önemli kavramlarýndan birinin hayat bulmasýna olanak saðlanýr: Öðrenilmiþ çaresizlik. Artýk mekanizma bir kez oturmuþ ve herkes herkesin bekçisi, gardiyaný haline gelmiþtir. Bu bilincin sürekliliði ve yeniden üretimi için aradan ayrýk otlarýnýn temizlenmesi kampanyalarý yenilenir. Bu sürekli bir temsili terör durumudur; Yapýnýn içerisine alýnan yeni kiþiler belirli ritüellerle bu temsili terör ortamýna entegre edilir ve yapý kendi içinden hiçbir sorgulamaya uðramadan kendini üretmeye devam eder. Tam anlamýyla totatileter bir yapýdýr bu artýk. Hele bunlar bir de gizlilik koþullarýnda gerçekleþtirilir ise, kimseler tarafýndan herhangi bir arýzanýn görülmesinin önüne de geçilmiþ olur. Iþýðýn olmayýþý nesnelerin varlýðýný da ortadan kaldýrýr. Herkes artýk zihninde yarattýðý iliþkileri gerçeklerin yerine geçirerek kendini tam anlamýyla kandýrdýðý bir ortamda yaþamaya baþlarlar. Ancak bu fedakarlýk, üstün ahlak vb gibi iddialarla yola çýkan ve kendisini konsolide eden yapýda, gerçekten herkesin en fedakar olduðunu beklememek gerekir. Yapý saðlamlaþtýrýldýktan sonradýr ki, en fedakârlarýn içerisindeki daha en fedakârlarýn verimliðinin artýrýlmasý ve güvenliðinin saðlanmasý için kimi özel tedbirlerin alýnmasý da yüce davanýn baþarýsý adýna kabul görür. Artýk en en'lerin daha özel yerlerde yaþamalarý, daha hýzlý iletiþim ve ulaþým olanaklarýndan yararlanmalarý, daha iyi beslenmeleri, ruhlarýnýn daha iyi tatmin olmasý için gerekli ihtiyaçlarýn karþýlanmasý da rasyonalize olur. Bu sosyalizm adýna özel bir aparatýn oluþturulmuþ olmasýndan baþka bir anlama gelmez. Her þey gizli olduðundan dolayý da kimse bir þeylerin farkýna varmaz. Burada en önemli hikmetlerden biri de gerçek bir iletiþimin önlenebilmesi ve istenilen bilgilerin etrafa yayýlmasýný saðlayacak bir mekanizmanýn oluþturulmasý oluþturur. Temsili terör ortamý bunu da saðlar. Duyulmasý, inanýlmasý istenilmeyen haberlerin hepsini dedikodu, düþmanýnýn dezin-

formasyonu olarak damgalayacak hazýr bir mekanizma vardýr. Onun için gerçeðe iliþkin haberler ortaya çýksa bile, bu yapýnýn "masum" unsurlarýnca bunlara asla inanýlmaz. Bu kadar kutsal amaçlarla donanmýþ, bu en fedakâr insanlar öyle aþaðýlýk iþleri asla yapmazlar. Bütün mesele dedikoducularýn, karþý devrim ajanlarýnýn, satýlýklarýn, liberallerin, reformcularýn, devrimci kaleyi yýkmak için sürdürdükleri bilinen faaliyetlerdedir! Buna inanýldýktan sonra artýk bu "devrimci kaleye" karada ölüm yoktur! Kazara isyan büyük olur da her þeyin deþifre olmasý riski ortaya çýkar ise, buna karþý geliþtirilmiþ bir tedbir olarak iç kaleye çekilinir ve çevreyle olan alýþveriþe uygun gerekçelerle son verilir. Böylece düþmanýn eline geçmiþ olan dýþ kale ahalisinin tezviratýndan kurtulmak ve iç huzuru yeniden yaratmak mümkün olur. Bu kurtarýcýlýk mantýðýndan ve kurtarýcýlardan kurtulup, gerçekten kendisi, varolan iliþkilerden rahatsýzlýk duyup onlardan kurtulmak ve onlarýn yerine sosyalizme ait iliþkileri oluþturmak için bir araya gelmiþ, iþini ustaca yapan ama tamamýyla normal insanlar topluluðu olarak bir parti haline gelebilmenin yolunu aramak gerekir. Sosyalist ahlakýn bugünden oluþturulmasýna karþý duruþun temsilcileri olan reel sosyalizm savunucularý için, söylemde ezenin ezilenin olmadýðý bir dünya özlemi varlýðýný devam ettirir durur; ancak, "mücadelenin gerekleri bunlara yer býrakmaz". Önce kazanmak gerekmektedir. Ýktidarý kazandýktan sonra onun aracýlýðý ile mucizeler yaratýlacaktýr. Kazanmak için mücadelenin gereklerine uygun insan, iliþkiler ve eylemler olmalýdýr. Ýþte bu noktada insanýn ve kurulan iliþkilerin bu iliþkiler aracýlýðýyla yürütülen faaliyetlerin gelecek topluma göre þekillenmesi deðil, varolan toplum içerisindeki mücadelenin çýkarlarýna en uygun biçimler kazanmasý rasyonal görünmeye baþlar. Böyle olmasý da son derece doðaldýr, zira içinde yetiþilen toplumun egemen deðerlerinden kurtulmamýþ bir insanýn o toplumda egemenlik saðlayan deðerlere hayran kalmasý ve onlarý kendisin de uyguladýðýnda baþarýya ulaþacaðýna inanmasý kadar doðal bir durum yoktur. Sosyalistlerin, sahip olabilecekleri ahlak, ancak ve ancak gelecek toplum deðerlerine göre þekillenebilir. Mücadelenin çýkarlarýna uygunluk temeli üzerinden kurulacak bir "devrimci ahlak", sosyalistler açýsýndan en büyük ahlaksýzlýðý getirecektir. Sosyalizmden geriye yansýtýlan deðerlerin egemenliðinin olmadýðý bir ortamda 51


Kurtuluþ

büyümek, geliþmek, güçlü olmak, politikada etkili, düþmana üstün gelmek, devleti parçalamak gibi deðerlere baðlý olmak, kendiliðinden amacýn araçlarý kutsallaþtýrdýðý bir durumu yaratýr. Mücadelenin gereði olacak olan savaþ hileleri baþka deðerlerin engellemesi olmadýðýnda, militanýn kiþiliðine yerleþecek ve bunlarýn düþman ilan edilen, kendisine karþý mücadele verilmesi gereken herkese karþý uygulanmasý, kötü bir þey olarak deðil, tam tersine mücadeleyi ilerletici olarak kabul edildiklerinden yüceltilen deðerler olmasýnýn önüne geçilemeyecek ve bunun sonucu olarak da iç mücadeleler düþmanla giriþilen mücadelelerin bir türü haline gelecektir. Yaþanan tarih, tam tamýna bunu sergilemektedir. Hem dünya tarihi, eski yoldaþlarýn birbirlerini en acýmasýz biçimlerde harcadýklarýnýn örnekleriyle doludur, hem de kendi tarihimiz, gerek içte ve gerekse dýþta birbirine karþý, çýplak olarak önümüze konduðunda, asla ahlaki bulamayacaðýmýz davranýþ örnekleriyle doludur. Mücadele edenlerin Makyavelizmden kurtulabilmelerinin tek yolu Makyavelizmi her düzeyde dýþlayabilen baþka deðerleri güncel iliþkileri içerisinde içerebiliyor olmaktan geçer. Bunun dýþýnda mücadelenin baþarýsýna faydalý, yararlý olanýn kutsanmasýný engelleyebilecek hiç bir þey yoktur. Günahý ortadan kaldýrmak için günah iþlemeyi mubah saymak hep böyle rasyonalize olmuþtur. Sosyalist iktidarýn kurulmadýðý dönemlerde ya da henüz yeni kurulduðu ve çatýþmalarýn bitmediði ilk günlerde iktidarýn sihirli bir deðnek olduðu, o deðnek aracýlýðýyla akýl almaz dönüþümlerin gerçekleþtirilebileceðine inanmak mümkün olabilirdi. Eski rejim gibi toplumun üstünde yükselen ama adaletli bir devlet yapýsýnýn yýðýnlarýn yaratýcý gücünü daha da güçlü bir biçimde ortaya koyacaðý, baþarýyý gören yýðýnlarýn bu iktidara daha da inanacaðý, kapitalist toplum insanlarýnýn da kendine hayran býrakýlýp onlarýn da sosyalizme katýlacaklarýna inanýlabilirdi. Bu iktidar sarhoþluðu içinde olanlarýn, varolan iktidara karþý duranlarýn karþý devrimin ajanlarý olduðu, proletarya iktidarýna karþý mücadele etmekte olduklarý, o iktidarýn yürütücülerinin kendilerine olan güvenlerinin sonucu olarak iddia etmeleri bir dereceye kadar anlaþýlabilir bir durumdur. Ancak karþý devrimle olan sýcak çarpýþmalarýn durulmasýnýn ardýndan toplumsal kuruluþ meselesiyle yüz yüze kalýndýðýnda, kapitalist rejime karþý mücadele ederken ortaya attýðýmýz iddialarýn hala gerçekleþmemekte olduðunu görenlerin baþvurduklarý yöntem, tam tamýna eski egemen sýnýflarýn kendi

egemenliklerini rasyonalize etmek için kullandýklarý gerekçeler olmaya baþlamak zorundadýr. Ve öyle olmuþtur. Burjuvalar, dýþ düþmanlara karþý güçlü bir orduyu, gizli servislerin varlýðýný savunmuþlarsa, sosyalist bürokratlar da emperyalist kuþatmaya karþý güçlü bir ordunun ve gizli servislerin varlýðýný savunmuþlardýr. Burjuvalar, içerdeki kötü niyetli insanlarýn varlýðýna karþý güçlü bir polis aygýtýnýn ve iç istihbaratýn gerekliliðini savunmuþlarsa, sosyalist bürokratlar da tam tamýna aynýlarýný savunmuþlar, burjuvalar toplumun tüm alanlarýna hâkim olabilmek için yaygýn bir bürokrasinin geliþtirilmesini gerekli görmüþlerse, sosyalist bürokratlar da yine ayný gerekçelerle geniþ bir bürokrasiyi örgütlemekten geri kalmamýþlardýr. Burjuvalar ve kapitalist özel mülkiyet ortada olmasa da, kafa emeði ile kol emeði arasýndaki ayýrým çalýþanlarýn iki kesimini birbirinden keskin bir biçimde ayýrmýþ ve eski toplumda olduðu gibi birilerine sadece üretmek görevi düþerken diðerlerine tüm toplumsal hayatý yönlendirmek ve yönetmek imkâný bahþolunmuþtur. Bu durum da isçi sýnýfýnýn yaratýcýlýðýndan söz edebilmek, eski rejim altýnda ne kadar mümkünse o kadar mümkündür. Hele eski toplumda varolan örgütlenme özgürlüðünün burada olmamasý yaratýcýlýk faslýný iyice ortadan kaldýrýr. Zaten zihinsel emek kullanýmýyla alakasý olmayan kol iþçilerinin üretimin ötesindeki alanlarda etkili olabilmek için hiçbir imkâna sahip olmamalarý, onlarý kapitalizm altýnda olan durumdan da beter bir duruma sokar. Kol iþçilerinin durumu böylesine kötüleþirken, kafa iþçilerinin durumu acaba bu koþullarda daha mý iyidir? Uygulamanýn da ortaya koyduðu gibi kafa iþçileri de aslýnda örgütlenme özgürlüðünün ve haliyle düþünce özgürlüðünün olmamasý dolaysýyla yaratýcýlýk adýna ancak kýrýntýlardan yararlanmak zorundadýrlar ve bu ancak karar verme mekanizmalarýnýn üst katýnda olanlara bahþedilen bir hak olmaktan öteye gitmemektedir. Ve bunlar için de yaratýcýlýðýn sonuna kadar kullanýlmasý asla olanaklý deðildir, zira yaratýlanýn varolan çeperlere çarpmasý ve kolayca karþý devrimci konumuna gelinmesi hiç uzak ihtimal deðildir. Tersine, en yakýn ihtimalin bu olduðunu da bize hayatýn kendisi göstermiþtir. Hiçbir yapýlanmada çok sayýda yaratýcý insanýn olmamasý, sürekli tasfiyelerin olmasý, tasfiye edilenlerin yeni yapýlanma imkânlarý olarak ayrý örgütler kurmasý ve bir daha bir araya gelinmemesinin temelinde de bu yaratýcýlýða karþý olan anlayýþ birliðinin 52


Kurtuluþ

yattýðýna da kuþku yok. Kuþkusuz bu söylediðimiz henüz muhalefette olunduðunda da olabilecek olanlar. Ýktidarda olunduðunda ise ayrý örgüt þansýnýn yerini fiziki tasfiyenin aldýðýný tarih yeteri kadar bol örnekle ortaya koymaktadýr. Devrimlerin yavrularýný yediðine dair hiç de yanlýþ olmayan yaygýn bir kanaat vardýr. Her devrimin ardýndan, o devrimi gerçekleþtirenlerin bir kesimi diðerlerini bir biçimde diskalifiye etmektedir. Bunun elbette kimi sýnýfsal nedenleri de vardýr. Bir devrime deðiþik sýnýflardan kiþilerin katýlmasý ve bunlarýn devrimin ileri safhalarýndaki çýkarlarýnýn birbiriyle baðdaþmamasý yollarýn da ayrýlmasýna doðal olarak neden olur. Yollarýn farklýlýðýnýn çatýþmasý ölçüsünde de devrim karþý devrim iliþkilerinin doðmasý anormal bir durum oluþturmaz. Ancak sosyalist devrimlerin hemen hepsinde gördüðümüz, daha devrim öncesinde baþlayan zýtlaþmalarýn, devrimler sonrasýnda eski kadrolarýn biri dýþýn da hemen tümünün diskalifiye edilmesiyle sonuçlandýðýna tanýk olmaktayýz. Neden apaçýktýr: Doðru tektir ve onun dýþýndaki her türlü varoluþ ancak karþý devrime aittir! Bu nedenle de yaratýcýlýk sadece ve sadece egemen elite aittir ve elit içerisinde ortaya çýkacak farklý bir yaratma, ancak burjuvazinin yani karþý devrimin kendisini üretmesi anlamýna gelmektedir. Burada insan yaratýcýlýðý konusunda artýk saçmalýðýn zirvesine gelmiþ bulunuruz. Yaratýcýlýðýn tehlikeli ve sakýnýlmasý gereken bir iþ olduðu noktaya ulaþýrýz. Farklý olanýn hiçbir meþruiyetinin olmadýðý bu anlayýþ biçimi içerisinde insan yaratýcýlýðý da tüketilmiþ demektir. Ýnsan yaratýcýlýðýnýn tüketilmesi esasýnda toplumun da tüketilmesin den baþka bir þey deðildir ve onun için de bu doðrultuda þekillendirilmiþ olan "sosyalist" toplumlar, kendilerinin büyüttükleri çeliþkinin altýnda yýkýlmaktan kurtulamamýþtýr. Asýl hazin manzara da bu yýkýmdan sonra gözlerimizin önüne serilmiþ olanlardýr. Daðýlan sosyalist ülkelerden geriye kalanýn ne olduðuna baktýðýmýzda insanlýk adýna utanç duyulacak bir manzara ile karþýlaþýrýz. Ekonomi adýna en geri iliþkiler yaþanýrken, insanýn geliþimi konusunda atýlan palavralarýnda haddi hesabýnýn olmadýðýný görürüz. Batýnýn her þeyine özenen bu insanlara, Türkiye'nin çürümüþ iliþkileri bile tercih edilebilecek iliþkiler olarak görülüyorsa, her türlü lümpen, mafia iliþkileri bu toplumun yýkýntýlarý altýndan çýkabiliyorsa, kadýn ticaretinin en geliþkin merkezlerini bu "sosyalist" ülkeler oluþturuyorsa, "sosyalizmi" vahþi bir kapitalizm

izleyebiliyorsa, insanlýðýn uðradýðý bu aþaðýlýk durum bizim üzerinden kolaylýkla geçebileceðimiz bir keyfiyet deðildir. Böyle bir aþaðýlýk durumun üremesine sebep olmuþ olan iliþkileri tekrarlamamak için, insanlýða bu konuda yeterince güvence verebilecek konuma ulaþabilmek için, býrakalým eski iliþkileri tekrarlamayý yepyeni þeyler söyleyemiyor ve yaratamýyor isek kimsenin bize inanmayacaðýna emin olabiliriz. Etrafýmýza baktýðýmýzda da gördüðümüz bundan farklý bir þey mi? Neden sosyalizm bu kadar deðerden düþmüþ haldedir? Bu soru kafamýzý kurcalamýyor mu? Kurcalýyorsa hangi yanýtlarý ürettik eskiyi tekrarlamayacaðýmýzýn yanýtý olarak? En katý hiyerarþik iliþkilerin savunusu mu bu yanýt? Bizim kadar devrimci olmadýðýný düþündüklerimizi aþaðýlama mý, bu yanýt? Dokunulmaz kiþiliklerin devrimci mücadelenin güvencesi olduðu mu, bu yanýt? Ýþlediðimiz suçlarý toplumdan gizlemek mi, bu yanýt? Bu yoldan ancak batmaya gidildiðini gördük; hem de devlet düzeyinde bir batýþ. Eski toplumdan ne almýþsak hepsini bir kenara koymadan bunlara alternatif iliþki örneklerini yaratmadan gidebileceðimiz hiç bir yer yoktur. Elbette ki, becerikli ve mücadeleci örgütçülerin bir uygun durumda var olan yönetici sýnýflarý devirmelerinin mümkün olduðu söylenebilir. Ama onlarýn oluþturacaklarý yapýnýn eski rejimin adýný deðiþtirmek ve eski egemenleri geçici bir süre için iktidarlarýndan etmekten, yani rejimi yenilemekten, bir tür uzun dönemli reform hareketi gerçekleþtirmekten öteye yapabilecekleri bir þey yoktur. Elbette insanlýk yaþadýðý bunca deneyden sonra da böyle "becerikli örgüt ve örgütçülere" þans tanýr mý, çok kuþkuludur. Sosyalist toplumun deðerlerini kendi bünyesinde üretmeyen bir örgütün sosyalist kiþiliðe sahip insanlarý da ortaya çýkarmasý olanaklý deðildir. Böyle insanlar olmaksýzýn da sosyalist bir sistemin kuruluþuna giriþebilmek olanaklý deðildir. Kapitalist toplumdan çýktýðý biçimiyle burjuvasýz bir burjuva toplum ve kapitalist özel mülkiyeti dýþlamýþ bir burjuva hukukun egemen olacaðýný söylediðimiz bir toplumun gerçek özgürlük dünyasýna ilerleyebilmesi, ancak daha önceden özgürlük dünyasýna yönelik iliþkileri kendi bünyesinde yeniden üretebilme kabiliyetine sahip kurumlaþmalarýn olmasýyla mümkündür. Eðer devrim mücadelesi bir an deðil de bir uzun süreç ise, bu sürecin en baþýnda geleceðin iliþkilerinin üretilmeye 53


Kurtuluþ

baþlanýlmasý, mücadelenin kesintisiz özgürlük dünyasýna ilerlemesinin güvencesini oluþturur. Geleceðin iliþkilerinin bugün üretilmesine giriþmediðimiz durumda eski sistemin deðerleriyle yüz yüze kalacaðýmýz aþikârdýr. Eski sistemin deðerlerine baðlý kalýnarak da komünist olunduðunu iddia edebilmek olanaklý deðildir. Bu deðerleri bugünden üretmeden de elbette bir tür devrimci olunabilir. Bu günümüz açýsýndan en uç olarak küçük burjuva devrimciliði olabilir. Küçük burjuva iliþkilerin üzerinden yürünerek de sosyalizme deðil eski rejimin tekrarlanmasýna gidilebilir ancak. Sadece eski rejime nefret temelinde þekillenen ve ona karþý alternatifiyle deðil de sadece onun eksiklikleri üzerinden yapýlan nefret ajitasyonunun sýnýrlarý içinde kalan küçük burjuva hareketlerin, devrimciliklerinin çaðýmýz açýsýndan hiç anlamý yoktur. Sosyalist bir dünyanýn varlýðý koþullarýnda kendilerini sosyalizme baðlamayý kabul etmeleri koþuluyla bir geleceðe yönelmeleri mümkün olabilirdi. Ancak bugün böyle bir dünya da yoktur. O zaman bu küçük burjuva iliþkiler sisteminin varabileceði tek yer yine karþý çýktýðýný düþündüðü burjuva sisteminden baþka bir þey deðildir. Reformculuktan öteye bir geleceði olmayan bir yoldur bu. Komünist iliþkileri kendi bünyesinde geliþtirmeyi bugünün iþi olarak görmeyen küçük

burjuva iliþkiler sistemi, zorunlu olarak içerisinden geldiði toplumun deðer yargýlarýna dayanmak zorundadýr. O toplumda güçlü bir hiyerarþi, rekabete esir olunduðundan dolayý zaaflarýný azami ölçüde gizleme, yine rekabetin zorunluluðu olarak düþmana karþý kullanýlacak olan bütün savaþ hilelerinin örgütsel hiyerarþinin denetim altýnda tutulabilmesi için birbirine karþý kullanýlmasý, egemen deðerler olduðundan, bunlarýn örgüt iliþkileri içindede kullanýlmasý zorunluluk olarak görülür. Bunlarý sorgulayan, bunun yerine hiyerarþinin katýlýðýný kýrmayý amaçlayan, zora dayanan disiplin deðil, öz disiplini egemen kýlmaya kalkýþan, bilgiyi paylaþan, iktidarý sürekli denetim altýnda tutmayý öneren düþünceler, yani sosyalist demokrasinin gerekleri bu küçük burjuvalara örgütsel liberalizm olarak görünür. Zira sosyalist demokrasi onlarýn hiçbir geleceðinin olmadýðýný, proletarya sosyalizminin tek yol olduðunu en apaçýk biçimde ortaya koyan, burjuvaziyle birlikte küçük burjuvaziyi de tarihin arka sayfalarýnda býrakacak olan bir sosyalizm anlayýþý oluþturur. Halkýn denetiminden uzaklarda kalarak eski rejimin deðerleriyle geleceði yaratmaya kalkan tüm bürokratlar yýðýnlarý sosyalizme düþman etmekten öteye gidemediler. Kol kýrýlýr yen içinde, baþ kýrýlýr fes içinde diyen bütün yeni örneklerinin de daha ileriye gitme þanslarý yoktur.

1- Mevcut durumda Ýsviçre'de özerk devlet statüsünde olan Kantonlarýn altýndaki yapýlar büyüklüðüne bakýlmaksýzýn Gemeinde olarak adlandýrýlýr ve onlarýn da kendi içlerinde özerklikleri olup meclisleri ve yöneticileri kendileri tarafýndan atanýr. Ýlçe, il vs türünden idari birimler yoktur. Bütün memurlarýn seçilmesi gibi bir yöntem elbette yoktur. Ancak üst yargýçlar seçimle tayin edilirler. Aþaðýdan yukarý, gemeinde, kanton ve Bund (konfederasyon) olarak sýralanan devlet hiyerarþisinin her düzeyinde haklarý apaçýk belirlenmiþ anayasalarýyla özerk yapýlar bulunmaktadýr. Her düzlemde kuvvetler ayrýlýðý prensibi uygulandýðý gibi, doðrudan demokrasinin ifadelerinden olarak yasalarýn inisiyatifler aracýlýðýyla halk oylamasýna götürülmesi ve bu yolla iptali veya yeniden yapýlmasý söz konusudur.

54


dosya azýnlýklar Azýnlýklarýný Kaybeden Türkiye

Biz ve Ötekiler

O

smanlý modernleþmesi baþlangýçta bilindiði gibi devlet aygýtýnýn reforme edilmesiyle sýnýrlý kalmýþtý. Askeri, idari ve mülki alanlarda yapýlan düzenlemelerin esin kaynaðý Batý dünyasý olmuþtu. Toplumsal yaþamýn dinamiklerini büyük ölçüde deðiþikliðe uðratmadan yaklaþýk bir yüzyýl kadar devam eden bu modernleþme süreci, Milliyetçi söylemlerle Balkanlarda baþlayan baðýmsýzlýk mücadeleleri, baþta Sýrplarýn ve Yunanlýlarýn ulus devlet kurma giriþimleri ile baþka bir mecraya doðru yönelmeye baþlamýþtýr. Balkanlarýn kaybýyla eþ zamanlý baþlayan Doðu Anadolu ve Güneydoðu'daki gayrimüslim azýnlýklarýn da milliyetçi ve baðýmsýzlýkçý mücadeleleri, Osmanlý'nýn merkezi otoritesini büyük ölçüde sarsan geliþmeler olarak tarihe geçmiþtir. Cumhuriyet projesi çerçevesinde yeni bir ulus devlet olarak þekillenen Türkiye Cumhuriyeti devleti, Osmanlý'dan kalan azýnlýklar sorunuyla baþ etmek zorunda kalmýþtýr. Uluscu bir ideolojinin rehberliðinde yeni ve baðýmsýz bir ulus devlet kurmak isteyen cumhuriyetin kurucu kadrolarý, azýnlýklar sorununa genellikle milliyetçi bir bakýþla yaklaþmýþlardýr. Türdeþ bir ulusal toplum yaratma ülküsü gerçekte Türklerin ve Türklüðün baskýn bir kimlik olarak

Prof. Cengiz Güleç 55


Kurtuluþ

belirmesiyle gerçekleþtirilmek istenmiþtir. Bu temel resmi politika doðal olarak diðer halklarýn ve alt kimliklerin inkârý olmazsa imhasý düzleminde yürütülmek istenmiþtir. Modern bir hukuk devletinin etnik bir temizlik yapmasý hiçbir durumda hoþ karþýlanmayacaðý için imha niyetleri asimilasyon kýlýðýnda yürütülmüþtür. Ancak bu bile kabul edilebilir bir durum olmadýðý için, alt kimlik ve kültürlerin merkezle entegresyonu adý altýnda asimilasyon politikalarý dýþ dünyadan gizlenmek istenmiþtir. Birinci Dünya Savaþý sonrasý deðiþen siyasi Balkanlarda ve Ortadoðu'da deðiþen siyasi haritalarýn getirdiði büyük göç dalgalarý ve karþýlýklý nüfus mübadeleleri sonucu genç Türkiye toplumu 1920'lerden sonra büyük ölçüde azýnlýklarýndan bile isteye vazgeçmek zorunda kalmýþtýr. Bu dönemin tarihsel-toplumsal öyküsü kendi baþýna uzun bir incelemenin konusu olarak günümüzde de önemini korumaktadýr. Biz bu yazýmýzda daha ziyade etnik ve milli kimlik arayýþlarýnýn psikososyal dayanaklarý ve siyasi-ideolojik sonuçlarý üzerinde kuramsal bir çerçeve sunmayý deneyeceðiz. Etnik kimlik arayýþý gibi meþru ve makul bir talebin zaman zaman nasýl bir etnik þiddete ve büyük gruplar arasý ciddi çatýþmalara yol açabileceðini örneklerle göstermeye çalýþacaðýz. Politik psikoloji penceresinden yaklaþarak, deðiþik dil, farklý dinsel inanýþ ve tarihsel kökleri derin olan kültürel törelerle bezenmiþ bu alt kimliklerin oluþum mekanizmalarýný irdelemeye çalýþacaðýz. Günümüzde bile süren bu etnik kökenli büyük gruplar arasý çatýþmalarýn Trans Kafkasya, Ortadoðu, Balkanlar, Asyanýn orta güneyinde ve Afrika'nýn birçok bölgesinde devam etmekte oluþu ne anlam ifade etmektedir. Konuyu sadece Osmanlý-Türkiye baðlamýnda incelemekle sýnýrlý kalmayan bu denemenin ana amacý, küresel ölçekte yaygýn olan etnik çatýþmalarýn bilimsel çözümlemesini yapmaktýr. Konuya girmeden görüþ ve yazýlarýndan çok yararlandýðým üç önemli ismi minnet ve þükranla anmak zorundayým. Birincisi, dünyada sosyal psikolojinin modern bir bilim olarak kurulmasýný saðlayan Türkiye kökenli Amerikalý araþtýrmacý Muzaffer Þerif'dir. Grup içi ve gruplar arasý þiddet konusunu onun görüþlerine baþvurmadan tartýþmak neredeyse olanaksýzdýr. Ýkincisi yine Türkiye kökenli Amerikalý çok ünlü bir psikanalist olan Vamýk Volkan. "Ölüm-

süz Atatürk" adlý psikobiyografik çalýþmasýyla tüm dünyada haklý bir ün kazanmýþ olan Volkan, uluslar arasý saygýnlýðý çok yüksek olan bir kurumunda baþkanýdýr. Amerika'da Virgina Üniversitesinde bulunan "Zihin ve Ýnsan Ýliþkileri Merkezi" (CSMHÝ) nin direktörü olan bu ünlü bilim adamý, Türkçe'ye" KANBAÐI: ETNÝK GURURDAN ETNÝK TERÖRE" adlý kitabý ve "politik psikoloji" makaleleri ile tanýtýlmýþtýr. Üçüncü kiþi de bir dönem öðrencim daha sonra da dostum olan deðerli antropolog Suavi Aydýn'dýr. 2001 yýlýnda yapýlan "Uluslar arasý Anadolu Ýnançlarý Kongresi" nin bildiri kitabýnda yayýnlanan "Anadolu Hýristiyanlýðýnda Misyoner Faaliyetlerinin Doðu Hýrýstýyanlýðý Üzerindeki Etkisi ve Modernleþme" adlý makalesinden büyük ölçüde alýntýlar yapacaðým bu deðerli sosyal bilimci'nin azýnlýklarýný kaybeden Türkiye'nin kültürel çeþitlilik açýsýndan fakirleþtiði yolundaki görüþlerini de paylaþtýðýmý belirtmek isterim. 1- Grup Ýçi ve Gruplar Arasý Dayanýþma ve Þiddet Belirli bir yaþam diliminde çok farklý gruplar içinde yaþarýz. Gruplar arasý iliþkilerin bizim için önemli yaný, hangi gruba mensup olduðumuz ya da hangi gruba asli olarak kendimizi ait hissettiðimizdir. Örnek olarak hem bir meslek örgütüne, hem bir aileye, hem de bir ulusal topluma mensup olabiliriz. Ýçinde bulunduðumuz bütün bu gruplara " iç grup" denmektedir. Ýçinde bulunduðumuzu düþündüðümüz topluluklara da duygusal-zihinsel bir baðlýlýðýmýz vardýr. Bizi dýþýnda býrakan, ya da dýþýmýzda olduðunu düþündüðümüz bütün gruplar ise bizim için "dýþ gruptur". Dýþ gruplara bazen açýk bir düþmanlýk, bazen de belli belirsiz bir karþýtlýk duyarýz. Hele bu dýþ gruplar egemenler tarafýndan 'ötekileþtirilmiþ' ise, nefret, kin gibi negatif duygular beslememiz çok daha kolaydýr. Ýç ve dýþ gruplar, toplumsal yaþamda önemli bir eylem ortamý oluþtururlar. Baþka bir deyiþle gruplar arasý iliþkilerin var olduðu yer, iç grupla dýþ grubun kesiþtiði noktadýr. Ýç grubun üyelerine kiþisel özellikleri ne olurlarsa olsun, sevgi ve saygý ile yaklaþmak, kendimizi bu gruplarlar özdeþ tutmak ve bireysel yaþamýmýzý sürdürürken bu gruplarla içinde oluþmuþ ahlaki deðerlere ve sosyal normlara baþvurmak gibi alýþkanlýklarýmýz vardýr. Dýþ 56


Kurtuluþ

gruplara karþý ise düþmanca bir tutum içinde olabilir, önyargýlarý, kalýp düþünceleri ve tektipleþtirmeyi içeren bir yaklaþým içine girebiliriz. Kuþkusuz güncel yaþamýmýzdaki bu davranýþlarýmýz, içinde yaþadýðýmýz toplumsal yapýnýn biçimlendirdiði deðer yargýlarý ile ideolojik tercihlerimizden kaynaklanmaktadýr. Ötekileþtirilmiþ dýþ gruplara karþý düþmanca tutumlarýmýzýn kýþkýrtýldýðý, kendi grubumuzun varlýðýna sürekli bir tehdit olduklarýný vurgulayan þovenist söylemler içinde kendimizi bulabiliriz. Dýþ gruplarýn gayri insani ve gayri medeni bir biçimde ötekileþtirilmesine ve onlara yönelik düþmanca duygularýn imha politikalarýna kadar vardýrýlmasýna yakýn tarihte Nazi Almanya'sýndaki Yahudilere karþý yöneltilen 'soykýrým' örneðinde de görebiliriz. Ülkemizden bir örnek olarak Ermeni yurttaþlarýmýza karþý tehcir mi, soykýrým mý tartýþmalarýnýn sürüp gittiði 1915 olaylarý toplumsal belleðimizde büyük bir travma olarak hatýrlanmaktadýr. Ýç grup üyelerine karþý ise çoðu zaman tek yanlý olarak ve hatta neredeyse abartýlý bir baðlýlýk ve uyum gösterebiliriz. Bu baðlýlýðýn dayanaklarýný sorgulama ihtiyacý duymadan, kendi grubunun özelliklerini yüceltebilir. Ýç ve dýþ gruplarýn yanýsýra, her zaman üye olunmasa da kiþiler için büyük önem taþýyan gruplar vardýr. Bunlar ne iç grup ne de dýþ grup olarak adlandýrýlabilir. Kiþinin özdeþleþtiði, deðer yargýlarýný benimsediði ve davranýþlarýna model olarak aldýðý gruplara " referans gruplarý" adý verilmektedir. Bu gruplarýn bir iç grup niteliði taþýdýðý durumlarda, bireyin bulunduðu grupla açýk olarak özdeþleþmesi söz konusudur. Bir baþka deyiþle, her hangi bir konuda yargýda bulunduðumuzda ya da deðerlendirme yaptýðýmýzda, içinde bulunmaktan doyum saðladýðýmýz ve atýfta bulunduðumuz gruplara referans gruplarý denilmektedir. Bu tür gruplarýn gizli ya da açýk onayýna her zaman ihtiyaç duyulur. Referans gruplarý çoðunlukla toplumca en çok kabul gören, en onurlu toplumsal konumlara sahip olan gruplar olmaktadýr. Kiþinin içinde bulunduðu toplumsal koþullara göre, referans gruplarýnýn niteliði de deðiþir. Örneðin Batý dünyasýnda Mason ya da rotaryen olmak böyle bir referans grubu oluþtururken Türkiye'de kimi çevreler için bu çok olumsuz bir gizli örgüt anlamý taþýyabilir. Buna karþýlýk belirli bir dinsel tarikatin üyesi olmak ise çok deðerli bir referans grubuna iþaret ede-

bilir. Referans grubuna iliþkin duygusal yakýnlýk grubun üyesi olmadan önce baþlamýþsa, bireyin ilk amacý o gruba üye olmaktýr. Eðer birey o grubun üyesi ise, etkin görev alma, yönetim mekanizmasýnda yer alma gibi grupla aþýrý bir özdeþime varan süreçler baþlar. Referans gruplarýnýn içinde belki de en saygýný örneðin ülkemizde "Türkiye Bilimler Akademisi" üyesi olmak, "TBMM" mensubu olmak, güçlü bir siyasi partinin üyesi olmak gösterilebilir. Özgürlükçü, baðýmsýzlýk yanlýsý Kürtler için "PKK" saygýnlýk ifade ederken, milliyetçi Türkler için de nefret ve yok etme duygusu uyandýrýr. Grup dinamikleri ile ilgili bu genel giriþten sonra Muzaffer Þerif'in geliþtirdiði "gruplararasý iliþkiler" kuramýna özet olarak bakabiliriz. 1- Farký gruplardan kiþiler birbirlerini ilgilendiren, fakat kendi amaçlarýna ters düþen durumlarda karþý karþýya gelirlerse, bu rekabet ortamý bir süre sonra düþmanlýða dönüþmektedir. 2- Bu tür bir düþmanca rekabet ortamýnýn doðmasý sonucunda, iç grupta dýþ gruba karþý tek tipleþtirme (siz bunu 'ötekileþtirme' diye okuyun), olumsuz tutumlar, küçük görme, aþaðýlama, tek yanlýlýk ve önyargýlar geliþmektedir; bu tutumsal örüntü zamanla grup üyelerince standartlaþtýrýlýp dýþ grubu belli bir toplumsal uzaklýk içinde algýlama eðilimi baþlamaktadýr. 3- Ýki karþýt grup arasýndaki düþmanlýk, grup içi dayanýþmayý güçlendirmektedir 4- Bu içsel dayanýþma grup bütünlüðüne dönüþerek, baþarýlý olsun ya da olmasýn grubun gerçekleþtirdiði bütün eylemleri abartarak yüceltme eðilimine dönüþmektedir. Ayný zamanda, dýþ gruplarýn yaptýklarý her eylemi küçük görme ve aþaðýlama davranýþlarý belirmektedir. 5- Bu çeliþkiden kaynaklanan gruplar arasý iliþki, grup içi örgütlenmeyi doðrudan etkiler. Dýþ gruptan gelen tehditlerin özelliklerine ve yoðunluðuna göre grup içi (alt-üst) yeniden biçimlenme sürecine girer. Örneðin dýþ gruptan gelen tehdit fiziksel bir çatýþma, hatta ciddi silahlý bir mücadele niteliðindeyse, grubun yeni lideri büyük bir olasýlýkla militer nitelikleri yüksek bir kiþi olacaktýr. 6- Belirli bir çatýþma sonrasýnda birbirleriyle yüz yüze iliþkiye girmiþ iki büyük grup, eðer eþit statüde karþý karþýya gelirlerse her iki grubun üyeleri için de hoþlanýlan bir durum 57


Kurtuluþ

yaratmakta, fakat var olan düþmanlýk ya da çatýþkýlý geçmiþ algýsý azalmamaktadýr. 7- Daha önce çatýþma halinde bulunan iki grup, belirli bir üst amaç çevresinde her iki grubun da tek baþýna baþ edemeyeceði bir sorunla karþý karþýya gelmiþlerse, bu üst amaç için iþbirliðine kimi zaman güç birliðine girmektedirler. Bu duruma en iyi örnek Hrant Dink cinayetinden sonra tüm demokratlarýn "biz Hrant'ýz, Biz de Ermeniyiz" sloganlarýyla ortak bir güç birliðine girmeleri gösterilebilir. Üst amaç söz konusu olduðunda, tüm barýþsever, insan haklarýna duyarlý demokrat çevrelerin Kürt sorununun çözümünde güç birliðine girmeleri ve demokratik bir Türkiye için ortak inisiyatif geliþtirmeleri buna iyi bir örnek sayýlabilir.

lanýldýðýnda ýrkçýlýðýn temelini oluþturur. Tabii ki geleneksel ýrkçýlýk tamamen ortadan kalkmamýþtýr, ancak büyük ölçüde onun yerini almakta olan 'yeni ýrkçýlýk' biyolojiye deðil, antropolojiye ve farklýlýklarýn bir üstünlük olarak vurgulanmasýna iliþkin ideolojik yatýrýma dayanmaktadýr. Örneðin, Batý Avrupa'dan, Hint Yarýmadasýndan ve Afrika'dan gelen iþçiler ve göçmenler bu olgunun acýmasýz hedefleridir. Büyük grup kimlikleri tarihsel sürekliliðin, coðrafi bir yerleþimin, ortak bir ata mitinin ve paylaþýlan ortak tarihsel tarvmalarýn ve zaferlerin sonucudur. Bunlar doðal olarak ortaya çýkarlar, bu nedenle ne iyi ne de kötüdürler. Etnek gruplar kendilerini tanýmladýklarý ve baþka gruplardan ayýrdýklarýnda, çoðunlukla kendi gruplarýna ve diðer gruplara karþý bazý ön yargýlar geliþtirirler. Ulus ve etnisite kavramý arasýnda çok yakýn bir bað vardýr. Bir ulus ve etnik grup arasýndaki farklýlýk bir ulusun gerçek ya da hayali bir politik baðýmsýzlýk ve iyi belirlenmiþ ulusal sýnýrlara sahip olmasýyla ortaya çýkar. Çoðu ulusal toplum birçok etnik grubu içerir. Bunlara altkimlikler kimi yerde de azýnlýklar denir. Volkan'ýn da belirttiði gibi insanlar tarih boyunca kabileler, klanlar gibi duygusal olarak biraraya gelmiþ büyük gruplar içinde yaþamýþlardýr. Baþlangýçta, komþu kabileler, öncelikle yaþamý sürdürme, yiyecek ve mallar için rekabet etmeyle ilgileniyorlardý. Ýnsan türü geliþtikçe beslenme, ýsýnma ve silah edinme ihtiyaçlarýna ek olarak fiziksel nesnelere özel bir anlam atfetmeye baþlamýþlardý. Bu nesnelere sahip olmak için yeni bir rekabet doðmuþtu. Tüyler ve pençeler gibi bazý nesneler özel simgesel bir anlam yüklenip, grup aidiyetini belirten özel iþaretler olarak farklý bir statüye yükselmiþti. Bu simgesel nesneler grup üyelerinin ortak benlik saygýlarýný arttýrmak açýsýndan da önemli olmuþtu. Bu simgeler onlarýn bilinçli ve bilinçdýþý ihtiyaçlarýný ve isteklerini yansýtmaktadýr ve paylaþýlan kimlikleri canlý tutan ve grubun gerçekçi ve efsanevi tarihini yansýtan renkler, flamalar, bayraklar, þarkýlar, giyim tarzlarý ve diðer kültürel göstergelere doðru geliþtiler. Paylaþýlan dil, atalarýnýn gömüldüðü topraða baðlý olma duygusu ve ortak bir din grubunun kimliðini daha da þekillendirdi ve onu diðerinden yani potansiyel düþmandan ayýrdý. " Büyük bir grup, bir diðeri ile etk-

2- Etnik Kimlikler ve Etnik Þiddet (ateþle yaþamayý öðrenmek) Etnik kelimesi Yunanca ethos'tan gelir; anlamý topluluk, insanlar ya da kabiledir. Antropolog George De Vos bir etnik grubu " ayný geleneklere sahip olan ve bu gelenekleri temas ettikleri diðer insanlarla paylaþmayan" insanlar olarak tanýmlar. De Vos'un gelenekler listesi dini inançlarý ve davranýþlarý, dili, tarihsel sürekliliði, ortak bir ataya sahip olmayý, kökene ait yeri ve paylaþýlan bir tarihi içerir. Kullaným alaný düþünüldüðünde, etnik kavramý esnek olmalýdýr. Büyük gruplarý birbirinden ayýran ayný kandan olma kavramý basit biçimden gen havuzlarýna inceleminin ötesine bakmakla anlaþýlýr. Öznel ölçüler deðerlendirilmezse büyük bir grubun kendini neden emsalsiz hissettiðini anlamak olanaksýz olacaktýr. Buna raðmen bazý bilim adamlarý nesnel ölçüleri daha da ileri götürerek etnik gruplarý kafatasý ölçüleri, burun profilleri ve baþka fiziksel özelliklerine göre sýnýflandýrmaya çalýþtýlar. Ancak bu çalýþmalar, ýrkçýlýðý etnisite ile karýþtýrmaktadýr. Günlük konuþmada genellikle örtüþmelerine karþýn ýrkçýlýk ve etnisite eþ anlamlý deðildir. Irk ayýrýmlarý, insanlarýn biyolojik özelliklerine göre farklý türlere bölünebilecekleri varsayýmýna dayanýr. Örneðin; fiziksel yapý, deri rengi, saç þekli ya da yüz özelliklerindeki çeþitlilik, farklý insan ýrklarýnýn göstergeleri olarak düþünülür. Bu tür ayýrýmlar insan geliþiminin farklý dönemlerini yansýttýðýna baðlandýðýnda ve haklar ve ayrýcalýklarýn verilmesi ya da alýnmasýný desteklemede kul58


Kurtuluþ

ileþtiðinde, "biz-lik" , ister dini, etnik, ulusal, isterse de ýrki atalara atýfta bulunarak tanýmlanmýþ olsun, devam eden bir drama içinde görünmeyen bir güç olarak hareket eder. Bu görünmeyen gücü temel bir fizyolojik iþlevle, örneðin nefes alýp-verme ile karþýlaþtýrmak yararlý olabilir. Çoðumuz akciðerlerimiz normal olarak çalýþtýðýnda nefes alýp vermemizin farkýnda olmayýz. Ancak pnömoni ( akciðer iltihabý) olursak hemen nefes alýp vermemizi fark ederiz. Ayný þekilde, bireyler genelde büyük grup kimlikleri tehdit altýnda olmazsa, onunla çok fazla ilgilenmezler. Bir grup komþu baþka bir büyük grupla sürekli bir çatýþma içinde ya da savaþ halinde olduðunda üyeler aniden bireysel ihtiyaçlarýnýn hatta hayatý sürdürme ihtiyacýnýn ötesinde olabilecek derecede büyük grup kimliklerinin farkýna varýrlar. Bu büyük grup kimliklerinin neden ve nasýl görülmeyen bir güç olarak iþlediði konusunda içgörü saðlayabilecek olan "bizler ve ötekiler" ayýrýmýnýn anlamýný inceleyecek olan disiplin politik psikolojidir" (Volkan, 1999) "Bireyler gibi büyük gruplar da, paylaþýlan stress altýnda geriler, ilkel davranýþ yollarýna geri dönerler. Çevreyi olduðundan daha tehlikeli görebilir, diðerlerinin de kendilerinden daha güçlü olduðunu sanýrlar. Freud'un ordu ya da kilisedeki lider-izleyici iliþkisine ait açýklamasý, tehdit altýnda olduklarýnda ve gerilediklerinde etnik ya da ulusal gruplarýn psikolojisinin çalýþýlmasýna uygulanabilir. Ancak bu normal durumlarda liderler ve izleyicileri arasýndaki iliþkiyi, insanlarda saldýrganlýðýn rolünü ve duygusal olarak birbirine baðlý büyük gruplardaki yatýrýmýn bazen nasýl ve neden kapsamlý þiddete ve dehþet verici rekabetlere yol açtýðýný açýklamada yetersiz kalýr." ( Volkan, 1999) Politik psikolojinin büyük kuramcýsý Volkanýn, bu alandaki araþtýrmalara yaptýðý önemli katkýlardan en önemlisi "Etnik Çadýr" kavramýdýr. "Büyük grup psikolojisini daha kapsamlý bir þekilde açýklamak için büyük çadýr benzetmesini kullanmak isterim. Çocukluktan itibaren iki kat giysi giymeyi öðrendiðimizi düþünelim. Ýlk kat bedenimize rahatça uyar. Bu birinin kiþisel kimliðidir. Ýkinci kat, yani etnik kat ( duygusal olarak baðlý olduðumuz büyük grup) , bireyi ebeveynin, yakýn bir aile üyesinin ya da bakým veren baþka bir kiþinin koruduðu þekilde koruyan gevþek bir kaplamadýr. Bu elbise vücuda tam oturmadýðýndan grubun diðer üyelerini

de örter, korur ve bir anlamda çadýra benzer. Çadýrýn direði ( lider) çadýrý, ayakta tutarken, çadýr bezinin kendisi, grubun koruyucusudur. Çadýrla iliþkilerinde, grup içinde bireylerin tümü (erkek ya da kadýn, zengin ya da fakir) eþittir. Birbirlerine sadece ayný lideri sevdikleri için deðil, birinciyi giyiyorken, bu ikinci kat giysiyi paylaþýyor olduklarýndan birbirlerine baðlanýrlar. Çadýrý çökmekten korumak liderin (direðin) görevidir, ancak çadýrýn bezi birçok liderler gelip gittiði halde yaþamýný sürdürür. Bir ölçüde liderler çadýr bezine göre seçilirler (demokratik bir toplumda açýkça ve diðer toplumlarda diðer yollarla) . Doðrusunu söylemek gerekirse, liderler çadýrýn bezinin aðýrlýðýný omuzlayabilmeli, grubun özel ihtiyaçlarýna cevap vermelidir. Bir yandan liderin kendi iç talepleri ve kiþiliðine verdiði cevap izleyenleri etkiler. Diðer yandan da izleyenlerin kollektif istekleri ve kimlikleri, belirli tipte bir liderin güç haline gelmesine izin veren bir atmosfer yaratýr." (Volkan, 1999) Etnik kimliklerin piskosoyal oluþumuna iliþkin bu kuramsal açýklamalardan sonra asýl konumuza gelebiliriz 3- Osmanlýdan Günümüze Hýrýstiyan Azýnlýklar Sorunu Günümüz Türkiye'sinde bugün çok küçük bir unsurmuþ gibi görünen Anadolu Hýrýstiyanlýðý, aslýnda hem Hýrýstiyanlýk tarihi içindeki önemi, yürüttükleri dinsel ritüeller ve teolojik öðretileri açýsýndan sunduðu zengin çeþitlilikle, çokkültürlü Türkiye için büyük önem taþýmaktadýr. Plülarizmin ve mültikültürel yaþamýn demokratik kanallarýný açýk tutan ülkelerde bile belirli bir dereceye kadar azýnlýklar bir sorun olarak görülmüþse de, çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli Osmanlý'nýn kozmopolit mirasýný devir almýþ olan Modern Türkiye 'de maalesef günümüzde giderek yükselen türdeþlik ve tektip bir 'ulusal kültür' tutkusu çok ciddi bir kültürel fakirleþmeyi de beraberinde getirmektedir. Bu konunun tarihsel köklerine bakarsak konuyu çok daha iyi anlayabiliriz. Ýki bin yýl önceki Anadolu ilk Hýristiyan cemaatlerin ana yurdudur. Urfa ve Antakya þehirleri, Galatya kentleriyle birlikte, ilk Hýristiyan topluluklar için neredeyse kutsal bölgelerdir. Anadolu'da Hýristiyanlýðýn altyapýsý Ý.S. 38'den baþlayarak yavaþ yavaþ Hýristiyanlaþan Aramiler ve Aziz Paul'ün misy59


Kurtuluþ

oner faaliyetleriyle bu dine giren Yahudi topluluklarý tarafýndan kurulmuþtur. Birinci yüzyýlýn sonlarýnda Hýristiyanlýk Yukarý Mezopotamya'da tanýnmýþtý. Aramice, Grekçenin yanýnda, Ýncil'in ilk dillerinden birisi durumundadýr. 1. Yüzyýlda Pagan Roma'nýn doðrudan etkisi dýþýnda Grekçe konuþan Hýristiyanlýðýn merkezi olan Antakya ile Aramice'ye dayanan Süryanice'nin konuþulduðu Hýristiyanlýðýn merkezi olan Urfa, dinsel bir merkez olarak öne çýkmýþ iki kenttir. Anadolu Hýristiyanlýðýnýn en parlak dönemi 5.ci yüzyýl olmuþtur. 6.yüzyýldan itibaren Suriye ve Yukarý Mezopotamya'da Monofizit Hýristiyanlýðý bu bölgede Bizans'ýn temsil ettiði ortodoks Hýristiyanlýkla yarýþacak ölçüde güçlenmiþtir. 7.yüzyýldan itibaren Süryaniler ve Nasturiler gibi resmi kiliselerin dýþýna atýlmýþ Hýristiyan gruplarýn bugünkü Diyarbakýr, Mardin, Midyat ve Antakya bölgesinde yoðunlaþmýþtýr. Nasturi nüfus Hakkâri ve Kuzey Irak bölgelerinde yoðunlaþýrken, Kadim Süryaniler, daha çok Diyarbakýr ve Mardin bölgelerinde toplanmaktadýr. Suavi Aydýn'ýn bildirdiðine göre bu yýllarda bu bölgede Kadim Süryaniler, 8.yüzyýlda 50 psikoposluk ile temsil edilirken 10. yüzyýlda bu sayýya 14 yeni psikoposluk eklenmiþtir. Bu yüzyýllarda Türkmenler Anadolu'ya geldiðinde Doðu Anadolu ve Yukarý Mezopotamya'da yerleþik Hýristiyan gruplar olarak bütün Kuzey Doðu Anadolu platosunda, 4.yüzyýldan itibaren Hýristiyanlaþan ve kendilerine ortodoks öðretiyi benimseten Aziz Gregor'un adýyla anýlan Gregoryen Ermenileri; Malatya'dan baþlayarak Dicle'ye kadar geniþ bir coðrafyada Süryaniler ve Van gölünün güneyinden itibaren Musul ve Süleymaniye'ye kadar Nasturi topluluklarý bulmuþlardýr. Bu tablo 1915 Ermeni Tehciri ve 1923 Hakkâri Nasturi Tenkili'ne kadar aþaðý yukarý deðiþmeden kalmýþtýr. Türklerin Anadolu'ya gelmeleriyle birlikte, yerli Hýristiyanlýðýn Ýslamiyet, yerli pagan inanç kalýntýlarý ve Doðu'dan gelen baþka dini etkilerle etkileþerek büyük ölçüde senkretik ( sentezci) bir yapýya büründüðü söylenebilir. Bu durum Anadolu'ya gelen Türk Ýslam kavimlerinin dinsel inançlarýn karma ve heterodks özellikler taþýmasýnda da görülmektedir. Balkanlar ve batý Anadolu içinde büyük ölçüde Bizans ordoksluðuna baðlý büyük bir Hýristiyan topluluðun bulunduðu bilinmektedir. Ancak 16.yüzyýldan itibaren geliþen Katolik

misyonerler ki aðýrlýðýný cizvitler teþkil ediyordu, Anadolu coðrafyasýnda Hýristiyanlarýn giderek Katolik olmalarýný saðlamýþ, 18 ve 19. yüzyýldan itibaren de özellikle Amerika kökenli Protestan misyonerleri yoluyla bu bölgede Hýristiyanlýðýn tüm mezheplerinin yaygýnlaþmasý mümkün olmuþtur. Nüfus itibariyle söylemek gerekirse Anadolu yarýmadasý, cumhuriyete kadar nüfusunun yaklaþýk yarýsýný Hýristiyanlarýn oluþturduðu tam bir kültürel mozaik görünümünde idi. 19, yüzyýlda Batý misyonlarýnýn özellikle Doðu vilayetlerinde çalýþmalarý sonucunda Doðu Hýristiyanlýðýna baðlý çok sayýda kiþinin Protestan ve Katolik olduðunu görmekteyiz. Bu hareketi Osmanlý modernleþmesinin bir parçasý sayan tarihçiler vardýr. "Osmanlý modernleþmesi, ayný zamanda kendisini yýkan geliþmenin diyalektik bir parçasý olarak, Osmanlý tarihinde ironik bir rol oynamýþtýr. Týpký modernleþme hareketi çerçevesinde kurulan okullarda yetiþen çeþitli unsurlara mensup aydýn ve bürokratlarýn hem imparatorluk fikrine karþý milliyetçiliði yayarak hem de anayasacý akýmlarýn önderliðini yaparak çöküþü hýzlandýrmasý gibi, Tanzimat ve Islahat Fermanlarý ile Osmanlý ülkelerine hýzlý ve kararlý bir giriþ yapan misyonlarýn Hýristiyan unsurlarý " modernleþtirmeleri" , imparatorluðun yýkýlýþýný hýzlandýracaktýr." (Aydýn, 2000) Hýristiyan unsurlarýn modernleþmesi ayný zamanda onlarýn politikleþmesi anlamýna da gelmektedir. Ermeni cemaati içinde geliþen Protestanlaþma hareketi, 1850'de Osmanlý nezdinde " millet" statüsü elde ettikten sonra, bu geliþme Ermeni Gregoryen cemaati de harekete geçirmiþ ve cemaat giderek daha politik tutumlar sergilemeye baþlamýþtýr. Katolikleþen ve Protestanlaþan Doðu Hýristiyanlarý, Osmanlý denetim alaný dýþýna çýktýklarý gibi, baskýlar karþýsýnda hemen ilgili elçiliklerin himayesine girmekten de geri durmamýþlardýr. Osmanlý Ekonomisi ve entelektüel-kültürel hayatý Avrupa'nýn etkisine girdikçe, Hýristiyan cemaatler de Avrupalýlarýn siyasal ve ekonomik müdahalelerine daha açýk hale gelmekte ve misyoner örgütlenmeleri aracýlýðýyla içine girmekle bir çok imtiyaz elde edebildikleri Batý Avrupa Hýristiyan mezheplerinin cazibesine kapýlmaktadýrlar. Suavi Aydýn'ýn araþtýrmalarýna göre; misyon hareketleri, ayný zamanda, belirli ölçülerde, Müslüman ve Alevi Kürt aþiretleri arasýnda da 60


Kurtuluþ

etkili olmaktadýr. Özellikle Dersim yöresindeki Kürt aþiretlerindeki protestanlaþma eðilimi dikkat çekicidir. 1855 yýlýndaki bir misyoner raporuna göre Çemiþkezekli bir aþiret reisinin kendi adamlarýndan birisine þöyle dediði aktarýlmaktadýr " ... Biz Ýncil'e inanýyoruz ve baþka kitaba inanmýyoruz. Biz Tanrý'nýn oðlu olan Mesih'e, tek kurtarýcýmýza inanýyoruz. Biz Protestansýz. Biz yýlda bir kez kutsal akþam yemeðini kutsarýz. Ve biz bunu Ýncil'i bulmadan önce de kutluyorduk; ancak þimdi biz bu kutlamayý kurtarýcýmýzýn da yaptýðý þekilde Ýncil'e uygun olarak yapýyoruz. Biz Muhammed'e inanmayýz. O, yalancý bir peygamberdir." Ayný kaynakta Mardin misyonunun 'baþarýlý ' çalýþmalarý övülmekte; Sincar daðý Yezidileri ile Siverek'te baþarýlý sonuçlar elde ettikleri rapor edilmektedir. Kürtler ve Anadolu Aleviliði üzerinde araþtýrmalarý ile ünlü bilim adamý Bruinessen, bu konuda þunlarý söylemektedir: "Tanzimat sonrasýnýn merkezileþtirme yönündeki müdahalelerine kadar yerel beylikler þeklinde, görece dünyevi (seküler) bir siyasal örgütlenme içinde bulunan Kürt topluluklarý arasýnda, Tanzimat sonrasý reform ve müdahalelerin merkezileþtirici baskýsý karþýsýnda ortadan kalkan beylerin otoritesi yerine, bu kez, þeyhlerin otoritesi egemen hale gelmiþti. Özellikle Nakþibendîlik hýzla yayýlmaktadýr."

Devleti Patriðe resmi protokole dâhil iki kavas ihdas etmiþti. Kadim Süryaniler, Britanya'nýn himayesinde idi. Mezhepler arasý geçiþleri önlemek için Osmanlý hükümetleri defalarca cemiyet deðiþtirmeyi yasaklayan kararlar çýkartmýþ, bu yasak 1939 Tanzimat Fermaný ile yinelenmiþti. Ancak, 19.yüzyýlýn baþýndan itibaren Osmanlý Devletinin bu konudaki etkisi çok zayýflamýþ, Batýlý büyük devletler bu mezhep deðiþikliklerini himayelerine almýþlardý. (Aydýn,2001) Tanzimat sonrasýnda , " milletleri" kilisenin mutlak egemenliðinden çýkaracak ve Kilise sitemini yeniden teþkil edecek düzenlemelere giriþildi, Bunlardan ilki, 1862' de Rum Milli Meclisinin kuruluþu ve ayný yýl Rum patrikliði Nizamatý'nýn çýkarýlmasýdýr. 1863'de Ermeni Gregoryen ve 1865'de Yahudi Nizamnameleri hazýrlandý. Son olarak 1911 yýlýndan itibaren Rum, Ermeni, Ermeni Katolik, Bulgar Eksarklýðý, Rum katolik ve Keldani kilise nizamnamelerinin yeniden düzenlenmesi iþine girildi. Bu çalýþmalar 1913 yýlý sonunda bitirildi. (Bayur, 1983) Sonuç 19.yüzyýl öncesinde büyük ölçüde halk kültürünün bir parçasý olan ve bu yönüyle Osmanlý'nýn merkezi otoritesine hemen hiçbir sorun çýkarmayan Anadolu Hýristiyanlýðý ki bunu özel olarak doðu Hýristiyanlýðý olarak da anlayabiliriz, özellikle bu yüzyýldan sonra artan misyonerlik faaliyetlerinin sonucunda bu özgün ' folklorik' özelliðin kaybetmiþtir. 1915 ermeni Tehciri, 1922-23 Türk- Yunan Mübadelesi ve 1923 Nasturi Tenkili ile, Anadolu'da kültürel ve sosyal yaþamý doðrudan etkileme gücüne sahip olan gayrimüslimler, Modern Türkiye cumhuriyetinin kuruluþ yýllarýndan baþlayarak artýk etkin bir unsur olmaktan çýkmýþlardýr. Cumhuriyet dönemine damgasýný basan resmi Türk-Ýslam ideolojisinin baskýlarýna dayanamayan az sayýdaki gayrimüslimler de yurtdýþýna göç etmeye zorlanmýþ, Türkiye böylece azýnlýklarýný yitiren, kültürel açýdan sözde türdeþ olurken, tam bir yoksullaþma içine girmekten kurtulamamýþtýr.

4.Osmanlý Düzeninde Gayrimüslim Cemaatler Osmanlý Devletinin Hýristiyanlar karþýsýndaki tutumunu belirleyen ilkeler "millet sistemi" biçiminde düzenlenmiþtir. Ancak bu sistem, çoðu zaman, tanýnan kiliselerden kopuþlarý dikkate almayan ve Ýstanbul'un karþýlýklý çýkar iliþkisi içinde bulunduðu Patrikhaneleri kolladýðý bir sitemdi. Batý misyon faaliyetleri ve Batýlý devletlerin himayeleri sonucunda Osmanlý devletinin resmen tanýdýðý Hýristiyan " milletler" ( Rum ortodoks ve Ermeni Gregoryen " milletleri") yanýnda, bir süre sonra yeni kurulan kiliselere de resmiyet kazandýrmak zorunda kaldýðýný görüyoruz. Yüzyýllarca Osmanlý Devleti tarafýndan resmen tanýnmadan, yani " millet" statüsü elde etmeden yaþayan kadim Süryaniler, nihayet 1847'de resmen tanýnmýþtý; Osmanlý

61


dosya azýnlýklar

Türk(iye) Azýnlýk(lar)ý veya “Mesela”! "sular sýnýrlarý pasaportsuz geçer asýl azýnlýk yerkürenin kendisidir tek millet gökyüzüdür ölürken yürekli düþünüldüðünde"1

K

imlik mi? "Kimliðin coðrafyasý, yabancýnýn her zaman ortamýndaki gerçekdýþý bir insan gibi kimsenin dikkatini çekmeden düþen ve ölümüne kimsenin yanmadýðý -Ýkarus gibi- görüneceði anlamýna gelir," der Richard Sennett... Bu baðlamda kimlikler, elbette önemlidir... Kimi zaman "ötekileþtirme(miz)", kimi zamanda "ötekileþtirilme(miz)" demek olan kimlik; günümüzün güncel "milliyetçilik/ ulusçuluk" tartýþmalarýnýn baþat politik eksenini oluþturmaktadýr... Gerçekten de Salman Rushdie'nin ifadesiyle, "Öteki'nde kendini görebilirsen milliyetçi olmazsýn... Irkçýlýk, milliyetçilik, ötekine bakmayý bilmeyenleri cezbediyor... Öteki'ne her ne kadar yakýn bakarsan, onda o kadar kendini görürsün..."

7 Eylül Sabahý Beyoðlu

I-) Azýnlýk/ Milliyetçilik Sarmalý Türkiye'de azýnlýk(lar) konusunda konuþmak, yazmak; öncelikle, Ahmet Telli'nin, "Mardin" þiirindeki dizeleri anýmsamayý/ anýmsatmayý "olmazsa olmaz" kýlar: "Kadýný erkeði, almýþtýr/ Yaþadýðý topraðýn rengini, Ezidi/ Süryani'ye benzer biraz, Asuri ise/ Ermeni'ye belki de hep-

Sibel Özbudun Temel Demirer 62


Kurtuluþ

imize." "Bizi" birbirimize benzeten, farklýlýklarýmýzý hunharca yok eden, homojenleþtirip/ tek tipleþtiren resmi ideolojinin maðduru olan azýnlýk(lar)ýn Türkiye'deki tarihi; sermayenin Türkleþtirilmesine denk düþen bir egemen milliyetçilik öyküsünün -malum!- vahþetidir... "Sermaye birikimi ve milliyetçilik" arasýnda bire bir iliþki olduðuna dikkat çeken Yakup Kepenek'in ve yine "milliyetçilik ve devletçilik" iliþkisine dikkat çeken Baþak Taraktaþ'ýn uyarýlarýný göz ardý etmeden "ulusalcý eylem"in, "milli refleks"in özünde sermayeye içkin olduðu kesinlikle göz ardý edilmemelidir... O hâlde azýnlýk(lar)ý konuþmak; kaçýnýlmaz olarak "resmi ideoloji"yle, "tarih"le, milliyetçilik(imiz)le hesaplaþmaktýr... Ancak burada durup; hemen ekleyelim: Milliyetçilik(imiz) ile hesaplaþmak; karþýmýza "yurtseverlik(imiz)" diye ambalajlanýp, sunulaný da ayný kapsamda ele alýp, irdelemeyi gerekli kýlmaktadýr... Yeri gelmiþken ekleyelim: "AB'ye karþý 'Türkçülük' yükseliþte... Hrant Dink suikastý ve halkýn Orhan Pamuk'u hadisesi, Türkiye'de artan milliyetçiliðin göstergesi"; ya da "YouTube'a uygulanan sansür"; veya Türkiye'de halkýn yüzde 82'si "Türkiye vatandaþý olmak için Türkiye'yi sevmenin þart olduðu kanýsýnda verileriyle realize olan mevcut konjonktür "Türkiye Türklerindir", "Ne Mutlu Türküm Diyene" anlayýþ(sýzlýð)ýný reel Atatürkçülük ekseninde yeniden ihya ederken topraklarýmýzdaki ulusal sorun/ Kürt Meselesi ile azýnlýk(lar) problemini giderek aðýrlaþtýrýyor... En önemlisiyse bu artýk "Kemalist Yurtseverlik"/ "Ulusçu Solculuk" adýna yapýlýrken; bu tutumlar ile milliyetçilik arasýndaki makas "sýfýrlanýyor"; "yavru vatan" Kýbrýs'çý 301'ci MHP ile CHP arasýndaki fark "M" ile "C" harflerine indirgeniyor... Bu da soru(n)larý aðýrlaþtýrarak þuna yol açýyor: "Milliyetçilik sistematik bir toplumsal ideoloji olma formasyonunu yitirdi. Buna mukabil en kötü ve tehlikeli niteliðini kazandý. Asýl kolektif ideoloji olarak biçimlendirilmek istenen ulusçuluk ise büsbütün siyasallaþýyor. Bu yanýyla, zamanýnda milliyetçiliðin oynadýðý rolü üstlenme eþiðinde... Türkiye, böylece, popülist-lümpen bir milliyetçilikle bürokratik-ideolojik bir ulusçuluk arasýna sýkýþmýþ durumda. Yurtseverlik ise kendisine taným ve sosyolojik taban arýyor. Bu

durumu bir metaforla anlatalým: Milliyetçilik siyah Türklerin, yurtseverlik beyaz Türklerin, ulusçuluk gri Türklerin kendilerini politik-sosyolojik açýdan ifade etme aracý"na2 dönüþürken, bunlarýn hepsi de ayný kapýya çýkýyor... O hâlde gündemi ve gidiþatý belirleyen bu saptamalar ardýndan öncelikle "azýnlýk(lar)" meselesinin teorik çerçevesine deðinelim; gerçekten de nedir "azýnlýk", "azýnlýk olmak"? II-) "Azýnlýk" Ve "Azýnlýk Olmak" Teorik çerçeve... Evet, evet bu çok gerekli; elzem... Lozan Anlaþmasý kapsamýnda "azýnlýk" kabul edilerek3 haklarý uluslar arasý anlaþmalarla da güvence altýna alýnan Türkiye Ermenilerinin (ve dahi diðer "gayrimüslim azýnlýklar"ýn) egemen zihniyetteki konumu böyle: "her an ihanet potansiyeli taþýyan ve karþýsýnda her daim tetikte olunmasý gereken unsurlar"… "Azýnlýk kavramý", diyor Zehri Ýnanç, "ilk olarak XVI. yüzyýlda, Katoliklerle Protestanlar arasýndaki din savaþlarýna son vermek üzere yapýlan düzenlemelerle gündeme gelmiþtir. Fransa, 1598 tarihli Nantes Fermaný ile Protestan uyruklarýna dinsel özgürlükler tanýmýþ, toplu ibadet etmelerine ve yurttaþlýk haklarýndan tam olarak yararlanmalarýna olanak saðlamýþtýr. 1648 tarihli Vestfalya Kongresi'nde alýnan kararlarda 'dinsel azýnlýklar'dan söz edilmiþtir; 'Din (dil, kültür gibi diðer belirleyici özelliklerden ziyade) azýnlýk haklarýnýn esasýný oluþturmaktaydý, çünkü dini iliþkiler bu dönem Avrupasý'nda farklý topluluklarý birbirinden ayýran en önemli unsurdu.4' Napolyon savaþlarýndan sonra, Avrupa'nýn siyasi coðrafyasýnýn yeniden düzenlendiði 1815 Viyana Kongresi'nde azýnlýklar, ilk kez dinsel topluluklar olarak deðil, ulusal gruplar olarak tanýmlanmýþlardýr. Bu dönem ulusal azýnlýk sorunlarýnýn ortaya çýktýðý bir dönemdir. Büyük güçlerin çýkarlarý doðrultusunda ülke sýnýrlarýnýn yeniden belirlenmesi, yeni sýnýrlar içinde kalan etnik/ulusal gruplarý azýnlýk hâline getirmiþtir.5" Þurasý bir gerçek: yeryüzünde hiçbir ulusdevlet, "homojen" bir nüfusa sahip deðil. Savaþlar, ilhaklar, göçler, sýnýr deðiþiklikleri… ulusal haritalarý sürekli deðiþime uðratýrken, "uluslar"ý durmaksýzýn heterojenleþtiriyor. Ve jeopolitik denilen acýmasýz kuvvet oyunu, "azýnlýk" denilen gruplarýn hâkim uluslar karþýsýndaki konumunu sürekli bir kýrýlganlýða mahkûm kýlýyor. 63


Kurtuluþ

Bu nedenledir ki "azýnlýk" haklarý uluslar arasý hukukun gündeminden düþmeyen bir kalem. Buna karþýn, iþin ilginç yaný, BMÖ üyesi devletlerin üzerlerinde uzlaþtýklarý bir "azýnlýk" tanýmýna hâlen varamamýþ olmalarý. Bu nedenle, BM Ýnsan Haklarýnýn Korunmasý ve Geliþtirilmesi Altkomisyonu6 raportörleri J. Deschénes ile F. Capatorti'nin tanýmlarý referans alýnmakla birlikte, iliþkin bildirge ve sözleþmelerde azýnlýk tanýmý yapýlmaktan kaçýnýlmaktadýr. J. Deschénes'e göre azýnlýk, "Bir devlette, sayýsal olarak azýnlýk oluþturan ve baþat konumda olmayan ve o devletin, nüfusun çoðunluðundan farklý etnik, dinsel veya dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle dayanýþma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa, varlýðýný sürdürmek için ortak bir iradeyle hareket eden ve amacý çoðunluk ile fiili ve hukuki eþitlik elde etmek olan bir grup vatandaþtýr.7" F. Capatorti'nin tanýmý ise, "amacý çoðunluk ile fiili ve hukuki eþitlik elde etmek olan" ifadesi dýþýnda hemen hemen ayný terimlerle ifade edilmiþtir. Ancak bu taným, örneðin göçmenleri kapsamadýðý için, eleþtirilmektedir. Sanýrýz burada vurgulanmasý gereken, "azýnlýk"ýn zorunlu olarak sayýsal bir azýnlýk hâline denk düþmediðidir. "Azýnlýk" olma durumu bir (etnik, dilsel, dinsel vb.) grubun "tabiyet" hâline, "baþat konumda olmayýþ"ýna, "çoðunluk"a göre daha az güçlü ve kaynaklara eriþimin sýnýrlandýrýlmýþ olmasýna, bir baþka deyiþle iktidardýþý olma hâline gönderme yapmaktadýr8. "Çoðunluk" adýna hareket eden iktidar sahipleri karþýsýnda konumlarýný kýrýlgan kýlýp bir býçak sýrtý yaþama mahkûm kýlan da bu "iktidardýþýlýk"týr. "Homojen" ulus-devlet tasarýmý, bu kýrýlganlýðý katmerlendiren bir tahayyülü oluþturur. Kendisini "ulus-devlet"e geniþleten hâkim etnik unsurun iktisadî-siyasal önderleri, böylelikle azýnlýklarýn (onlarý soykýrýma, etnik tehcire vb. uðratarak) ellerindeki menkul-gayrimenkul deðerleri "millîleþtirme" ya da onlarý "boðaz tokluðuna" hatta "kölelik" koþullarýnda çalýþtýrarak sömürme hakkýný kendilerinde görürler - örneklerini az ileride göreceðimiz üzere. Ýþin çarpýcý yönü, sömürülerek de olsa, sömürü-dýþý "zor"a tabi kýlýnarak da olsa, azýnlýklar "ulusal" mütegalibeler için bir (artýk) deðer kaynaðý oluþturmasýdýr. Burada Eric Olin Wright'ýn sýnýf kuramýna deðinmekte fayda var: "Wright (…) diðer çaðdaþ toplumbilimcilerden çok daha açýk bir tarzda, modern kapitalizmde

yoksulluðu sürdürmede çýkarlarý olan güçlü ve ayrýcalýklý aktörlerin varlýðýný öne sürer. (…) Wright'in argümanýný yeterli biçimde anlayabilmek için, iki kavramýn ayýrt edilmesi gerekmektedir: 'iktisadî baský' ve 'sömürü'. Bu ayýrým, sýnýf analizi için özel bir önem taþýmaktadýr. Ýktisadî baský bir grubun maddî yararlarýnýn bir diðerine raðmen elde edildiði bir duruma iþaret eder; kaynaklardan zor yoluyla dýþlama (…) bu sürecin asli bir parçasýdýr. Sömürüyü iktisadî baskýnýn özgül bir biçimi olarak görebiliriz: 'Sömürüde, sömürücülerin maddi refahý nedensel olarak sömürülenlerin emeklerinin ürünlerini temellük etme yetilerine baðlýdýr.' Bu nedenle, sömürücünün refahý sömürülenin çabasýna baðlýdýr; oysa sömürücü olmayan iktisadî baskýda, ezilenlerden ezenlere bir emek aktarýmý yoktur. Ýkincinin refahý ezilenlerin kimi toplumsal kaynaklara eriþimden dýþlanmasýna baðlýdýr, çabalarýna deðil. Böylelikle, sömürü ile sömürücü-olmayan baský arasýndaki esas fark, sömürücünün sömürülene ihtiyacý olmasýna karþýn, sömürücüolmayan baskýda, ezenlerin, ezilenlerin yok olmasýndan dahi hoþnutluk duyabilecekleri durumlar söz konusu olabilmesidir. Tarihsel olarak soykýrým sömürücü-olmayan ezenler için potansiyel bir strateji olagelmiþtir. Wright, Amerikalý yerleþimcilerin 'tek iyi yerli, ölü yerlidir,' diyebilirken, 'tek iyi iþçi, ölü iþçidir' cümlesini telaffuz etmemelerinin bir rastlantý olmadýðýný gözlemler. Güney Afrika'nýn ve Kuzey Amerika'nýn sömürgeleþtirilmeleri arasýnda bir karþýlaþtýrma, bunu açýða çýkartabilir. Kuzey Amerika'da, yerli halk zorla topraklarýndan edilmiþti; buna karþýlýk Güney Afrika'da yerleþimciler aðýrlýkla Afrika emeðine baðýmlýydýlar; bu nedenle de soykýrým onlar için bir seçenek oluþturmamaktaydý.9" Bu "kýrýlganlýk", XX. yüzyýl boyunca azýnlýklarýn uluslar arasý hukukça koruma ve güvence altýna alýnmasý çabalarýný getirmiþtir beraberinde. Gelin, þimdi dilerseniz uluslar arasý arenada bu konudaki tartýþma ve geliþmelerin kronolojisine bir göz atalým: *1948'de ilan edilen Ýnsan Haklarý Evrensel Beyannamesi, Nazi temerküz kamplarýndakilere benzeyen suistimallerin önüne geçme gereði kavrayýþýnýn bir ürünüydü. Ve beyannameden önce azýnlýk haklarý konusunda uzun tartýþmalar gerçekleþecekti. *1945: BM Genel Kurulu þemsiyesi altýnda, devlet sýnýrlarý dahilinde ya da haricinde 64


Kurtuluþ

yaþayan topluluklara yönelik benzeri zulmü önlemek amacýyla Ýnsan Haklarý Komisyonu oluþturuldu. Komisyonun kuruluþuna ABD, Ýngiltere ve SSCB karþý çýktý. *1946: Azýnlýklara karþý Ayýrýmcý Önlemlerin Giderilmesi Ýnsan Haklarý Altkomisyonu'nun kuruluþu: Alt komisyon, "azýnlýklarýn korunmasý ve ýrk, cinsiyet, dil ya da din temelinde her türlü ayýrýmcýlýðýn önlenmesi"ni hedefleyen bir dizi öneri ve tavsiyede bulundu. *1947: Sivil ve Siyasal Haklar Uluslararasý Paktý'nýn 27. maddesi, bir devletin sýnýrlarý içerisindeki etnik, dinsel ya da dilsel azýnlýklara mensup kiþilerin, bu azýnlýk gruba mensubiyet ya da kendi kültürel yaþamýný sürdürmek, kendi dinini va'zetmek ya da uygulamak ve kendi dilini konuþmak hakkýný hayata geçirmekten yoksun býrakýlamayacaðý hükmünü getirdi. Paktýn hedefi, kolektiften çok bireysel haklardý; ancak ulus-devletler dâhilindeki farklýlýklarýn korunmasýna yönelik vurgusu, cumhuriyet ideallerinin yurttaþlýk haklarýnýn tekbiçimliliði üzerine temellenen Fransa gibi ülkeleri tedirgin ediyordu. *1948: Ýnsan Haklarý Evrensel Beyannamesi'nin ilaný. Beyannamenin ruhu, "akýl yoluyla kavranýlan evrensel bir insan doðasý ve insan doðasýna içkin bir doðal hukuk"a iliþkin Avrupa inançlarý üzerine temellenmekteydi *1950: Ýnsan Haklarý Alt komisyonu'nun "azýnlýk" tanýmý: "'Azýnlýk' terimi yalnýzca nüfusun geri kalanýndan açýk biçimde farklý olan istikrarlý etnik, dinsel ya da dinsel gelenek ya da özelliklere sahip ve bunlarý korumaya istekli, hâkim-olmayan topluluk gruplarý için kullanýlýr." Ancak, "azýnlýklar, ait olduklarý devletlere sadýk olmalýdýr.10" Oysa bu terim kendi içinde çeliþkilidir: devlete ve kendi geleneklerine baðlýlýk ender olarak uyum içinde olacaktýr. Alt komisyon sonunda kapsamlý bir 'azýnlýk' tanýmý arayýþýndan vazgeçerek koruyucu önlemler üzerinde yoðunlaþmayý yeðleyecekti. *1966: BM'nin Ýnsan Haklarý Uluslararasý Þartnemesi, birinci maddesinde bütün halklarýn siyasal olarak kendilerini özgürce belirleme ve kültürel, toplumsal ve iktisadî geliþmelerini özgürce güvence altýna alma hakkýna sahip olduklarýný belirtir. Bu, BM'nin sömürgeciliðin tasfiyesi faaliyetleri baðlamýna yerleþmektedir.11 *1976: "Halklarýn Haklarý Evrensel Bildirgesi"nin ilan edilmesi

*1992: "Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azýnlýklara Mensup Kiþilerin Haklarý Bildirgesi"nin ilaný. Bu bildirge, "ulusal, etnik, dinsel ve dilsel azýnlýklara mensup kiþilerin kendi kültürlerini yaþatma, kendi dinlerini açýklama ve uygulama, kendi dillerini özel ve kamusal alanda özgürce ve müdahale edilmeden veya herhangi bir biçimde ayýrýmcýlýða uðramadan kullanma hakkýna sahip12" (md. 2.1.) olduðunu belirtirken, bildirge hükümlerinin "devletlerin egemen eþitliði, toprak bütünlüðü ve siyasal baðýmsýzlýðý da dahil, Birleþmiþ Milletlerin amaç ve ilkelerine aykýrý herhangi bir faaliyete izin verecek biçimde yorumlanamayacaðýný"13 (md. 8.4) hükme baðlamakta. *Türkiye, söz konusu anlaþmalarýn bazýlarýný imzalamýþ, bazýlarýna çekince koymuþ, bazýlarýnýysa imzalamamýþtýr. Peki ama azýnlýk haklarý fiiliyatta ne durumdadýr bu ülkede? Ve tarih bize ne(ler) anlatmaktadýr? Biraz buna bakalým… III-) Önce Ýsimler... Australopithechus'larýn yani 5 milyon yýl önce Afrika yaþayan ilk insansýlarýn dahi "Türk" olduðu iddialarýnýn internette dolandýðý konjonktürde, resmi ideoloji Anadolu'daki her þey geçmiþinden kopartarak assimile etmeye gayret etse de; bu nafile bir çabadýr; boþunadýr... Marmara Denizi, adýný adalardan çýkan mermerden almýþ, Ýstanbul'un adý, Rumcanýn "istan-poli/þehre doðru" sözünden geliyor, Trakya'nýn adý ilkçaðýn Thrac=Trak kavminden köken almýþ, bütün Ereðlilerin adlarý tanrý Herakles ile baðlantýlý... Örnekler saymakla bitmez... Mesela "Ege"... Söylenceye göre, Theseus'un babasý olan Aegeus, oðlunun ölmüþ olduðunu sanýr, denize atlar, intihar eder, atladýðý denize 'Aegean Denizi' adý verilir. Kimi kaynaklar ise Aegean adlý bir Amazon'dan söz eder. Aegeus'un Elencedeki en eski sözcük anlamýnýn "dalgalar" olduðunu söyleyenler de var. Þimdi Ege Denizi'nin adýna soðukkanlý bir þekilde bakalým. Bir kere birçok yabancý kökenli ad gibi o da deðiþerek Türkçeleþmiþ, Elenlerin 'Aegean Pelagos'u bizde 'Ege Denizi' olmuþ. Zaten bugünkü Ege Denizine bu adýn veriliþ tarihi, yeni dönem Yunanistan'ýna yüklenecek bir sorumluluk deðil, bu adýn 1573'ten beri kullanýldýðý kayda geçmiþ.14 Üstelik Elence olarak bilinen pek çok baþka ad gibi, bu söz de Anadolulu olabilir. Örneðin 65


Kurtuluþ

"aigia", Luvi/Pelasgos dilinden gelen bir söz olabilir, iki olasýlýk var: Birincisi, bu sözcük "palamut meþesi" anlamýna gelebilir, ikincisi, "aiga"nýn atasý, "toprak ananýn yeri" anlamýna gelen "aia-ka" olabilir.15 Bugünün Anadolusuna bir zamanlar Asia denirdi. Sonra anlaþýldý ki doðuda daha büyük topraklar var, "Asia= Asya" adý o büyük bölgeyi ifade etmeye baþladý. Anadoluya da "Asia Minor=Küçük Asya" dendi, hatta Romalýlar Anadoludaki eyaletlerine bu adý verdi. Peki Anadolu sözcüðü nereden geliyor? Eski Elencede "ana", "yukarý" demek, "tellein" "yerine getirmek, tamamlamak", "anatellein" (=yukarý çýkmak) ise güneþin doðuþu anlamýna geliyor, zamanla anatole sözcüðü "doðu yönü" anlamýný kazanmýþ, sonra orta Latince döneminde, Küçük Asya adýnýn yerini almýþ, Türkçede de Anadolu olmuþ. Bu durumda, yer adlarýný bir kültürel baský aracý diye yorumlamak anlamlý mý?16 Elbette deðil ve olmadýðý gibi, isimler bize her türlü paranoyaya karþýn- Anadolu'nun hepimizin, herkesin olduðunu anýmsatýyor...

Karadeniz kýyýlarýný yelken ve kürekle geçerek amacýna ulaþýr. Postu bulur, ancak dönüþ yolunda Tuna deltasý açýklarýnda bir yerde karþýlaþtýðý, Karadeniz'in o deli karayel fýrtýnasýnda gemisiyle birlikte batýp kaybolur. Ege kýyýlarýna yerleþen Ýon'larýn da yüzyýllar sonra Karadeniz'e doðru uzanmalarýnýn mitolojik altyapýsý, aslýnda bir söylence (efsane) olmakla beraber, asýl dinamiði zenginlik ve ekonomik güçlenme eðilimidir. M.Ö. 450'de Halikarnaslý gezgin tarihçi Herodotos, Olbia'dadýr. Tarihin hep o gölgeli, karanlýk sayfalarýnda kalmýþ gizemli Amazon'lardan, Karadeniz bölgesinde yaþayan bu savaþçý kadýnlardan ilk söz eden de o. Onun dilden dile söylenegelmiþ anlattýklarýna göre bu kadýn savaþçýlar Karadeniz'in güney kýyýlarýnda, þimdiki Sinop ile Ereðli -O zamanki Sinope ve Heraklia- arasýndaki þeritte yaþýyorlardý. Ereðli adý da o eski adýndan geliyor. Ünlü kraliçelerinin ölümü Truva Savaþlarý'nýn sonuna rastlýyor. Sonra yer deðiþtiriyorlar. Yunanlýlar Olbia'yý kurmadan önce o yörede yaþarlarmýþ. (Herodot'un yalancýsýyýz.) Sözde gelenler onlarý sahilden içerdeki steplere sürmüþler, daha sonra da iþgalcilerle karýþmýþlar. Böylece Amazonlar bir tür özümlemeye (asimilasyona) uðramýþ. M.Ö. 480'de Karadeniz'in güney kýyýlarýnda iki güçlü devlet var. Batýda boðazlarý kontrolünde tutan Bosphor, doðuda Pontus Krallýðý. M.Ö. 107'de krallarý Peirisades'in ölümünden sonra Bosphor mülkü Pontus Krallýðý idaresi altýna alýndý. Ancak M.Ö. 63'te Karadeniz'de yeni bir rüzgâr esmeye baþladý. Roma Ýmparatoru Pompey, ordularý ile Kýrým topraklarýndaydý. Olbia yaðma edildi. Eski Bosphore Krallýðý bölgesi de böylece Roma hükümranlýðýna baðlandý. Yüz yýlý aþkýn bir süre içinde bütün Karadeniz kýyýlarý Roma Ýmparatorluðu'na dahil olmuþtu. M.S. 240'ta kuzeyden gelen Gotlar Karadeniz kýyýlarýna indiler ve Roma'nýn bu bölgedeki hegemonyasýna son verdiler. M.S. 370'te Karadeniz kýyýlarýndan hemen içerde baþlayan steplerde uzaklardan kopup gelmiþ yeni savaþçýlar gözüktü. Hunlardý bunlar. Önlerine gelen her þeyi yakýp yýkýp batýya doðru ilerliyorlardý. Azak kýyýlarýndaki o eski, uygar güzel kentleri yerle bir ettiler. Asýl hedefleri bilindiði gibi Roma'yý yaðmalamaktý. Öyle de oldu. Roma'yý çöküþ süresi içerisinde sürekli akýnlarla yakýldý yýkýldý, yaðmalandý. Yaðmacýlar arasýnda en belalýlarý Vizigotlardý.

III.1-) Karadeniz Örneði "Türklüðü" pek maruf bölgelerden olduðu zikredilen Karadeniz; Giresunlu Topal Osman'gillerin tüm "çabalarý"na raðmen, tarihi itibariyle bunun, pek de böyle olmadýðýný bir kanýtýdýr... "Nasýl" mý? Hýzla sýralayalým... Karadeniz kýyýlarýnýn, bilinebildiði kadarý ile ilk sakinleri, M.Ö. 850'lerde kýyýya yakýn steplere Batý Asya'dan gelip yerleþen Ýskitler... M.Ö. 750-700 arasýnda Batý Ege kýyýlarýna Hellas'tan (bugünkü Yunanistan) gelen Ýon'larýn oralarda on iki kent kurduklarý, böylece Anadolu Yarýmadasý'nýn bu yöresinde bir kolonileþme olayýnýn saptandýðý da bir gerçek. Öyle ki bu yerleþimler, kent/devlet yapýsýndaki kentleþmeler giderek donanmasý ve ordusunun desteðinde aktif ticari güçler hâline geliyorlar. Aslýnda Karadeniz'deki kolonileþmenin baþlangýcý ve geniþlemesi, ister istemez, eski bir Bronz Çaðý söylencesini, yarý masal yarý tarih bir mit'i çaðrýþtýrýyor; Argonot'larýn Altýn Post Efsanesi'ni. Milâttan 1000 yýl kadar önceleri Mora Yarýmadasý'nda güçlü bir devlet var. Mycenia Krallýðý. Bu efsanenin kahramaný Jason, bugünkü Gürcistan sahillerinde bir yerde saklý altýn postu aramak için yola çýkar. Boðazlarý, Propontis'i (Marmara), bütün 66


Kurtuluþ

Sonunda bilindiði gibi Roma ikiye bölündü. M.S. 527'de Justinianus, Constantinopolis'te Doðu Roma imparatoruydu. Artýk Karadeniz kýyýlarý Bizans sarayýndan soruluyordu. M.S. VIII. yüzyýlda Karadeniz steplerinde yeni ve güçlü bir konuk belirdi: Hazarlar. Kuzey Karadeniz'in tamamý Bizans'ýn da anlaþmak zorunda kaldýðý bu yeni güçle birlikte kurulan Hazar Ýmparatorluðu'nun yönetimi altýna geçmekte gecikmedi. Çok ilginçtir. IX. yüzyýlýn ortalarýnda Vikinglerin, daha doðrusu o zamanki Scandinavlarýn bile önce gelip Kiev dolaylarýna yerleþtikleri, Novgorod'u ele geçirdikleri, daha sonraki yýllarda da Polonyalýlarla birlikte Kýrým Yarýmadasý'na inerek Helenler zamanýndan kalma eski (antik) bir kent olan Chersonesus'u bir Hýristiyan kenti olarak vaftiz ettirip ele geçirdikleri, uzak kalýnmýþ bilgi ve gerçeklerdendir. M.S. 1000'lerden sonra doðudan yeni bir dalga, bu kez "Akdeniz'e bir kýsrak baþý gibi uzanan" Anadolu'ya doðru ilerlemektedir. 1055'te Baðdat'ý ele geçiren Selçuk Türkleri, 1071'de de artýk gerileme döneminde olan Bizans için sonun baþlangýcý olan Malazgirt Savaþý'nda Romen Diyojenus'un ordularýný yenmiþlerdir.17 Daha sonrasýnda Ortaçaða damgasýný vuran Haçlýlar... Kutsal Topraklarý koruma adýna düzenlenen yaðma ve talan ordularý. 1204'te Bizans'ýn Fransýz haçlý ordusu tarafýndan yaðmalanýþý ve Trabzon'da Alexius Comnenus tarafýndan Trabzon Ýmparatorluðu'nun kuruluþu. Ardýndan Ýstanbul'un fethi, 1453. Karadeniz'deki irili ufaklý bütün kentlerin Theodoros, Kaffa, Tana ve en önemlisi 1461'de Trabzon'un Türklerin egemenliðine geçiþi. Karadeniz çevresinin bu hep sýcak ve önemli oluþumlara sahne oluþu bitmek bilmeyen, heyecanlý bir belgesel roman gibi sürüp gitmektedir. Krallýklarýn, imparatorluklarýn kuruluþu, yýkýlýþý, tarihe gömülüp gidiþi ve yakýlýp yýkýlmýþ yerlerde yeniden yeni kentlerin, devletlerin ayaða kalkýp yeniden tarih sahnesine çýkýþlarý gerçekten renkli, heyecanlý bir serüvendir. Karadeniz kocaman bir "kara kazandýr" aslýnda. Ýçinde çeþitli diller konuþan, çeþitli inançlarý, uygarlýklarý olan insanlarýn yarattýðý sentezlerin, kültürlerin kaynadýðý bir dev kazan... Toparlarsak; Karadeniz denilince hemen akla gelen biri vardýr ya da birileri: Laz, Lazlar. Kimdir Lazlar? Neresindedirler Karadeniz'in?

Karadeniz kýyýlarýnýn Zonguldak'tan ötesi yani doðusu hep Lazdýr. Samsunlu Giresunluya, Giresunlu Trabzonluya, Trabzonlu ise Rizeliye "Laz" der. Oysa Laz bir baþka yerlerin adamýdýr. Karadeniz konusunda çok nefis bir belgesel hazýrlayan Neal Ascherson keza "Karadeniz" baþlýklý kitabýnda "Lazlarýn yurduna ulaþmak için Trabzon'dan doðuya doðru 100 km. kadar gitmelisiniz," diyor. "Kendi kimlikleri konusunda ayrýlýkçýlýkla suçlanabilecekleri düþüncesi ile her türlü tahrikten kaçýnan ve daima ihtiyatlý davranan bu insanlar aslýnda 250.000 kiþilik bir topluluk. Bunlarýn 20.000 kadarý Hemþin kasabasýnda yaþýyor. Asýllarý sonradan Müslümanlaþtýrýlmýþ Ermeniler. Bazýlarý aralarýnda hâlâ eski bir Ermeniceyi konuþuyor. Atalarý, dedeleri seksen yýl kadar önce katliamdan kurtulmuþlar (Black Sea, Neal Acherson). Hemþinli Lazlar fýrýncýlýk ve pastacýlýkla hâlâ ünlerini sürdürmekteler. Diðer Lazlar balýkçýlýk, çay ziraatý gibi iþlerle uðraþýyorlar." Ancak, Lazca diye Türkçe ile hiçbir ilgisi olmayan bir anadilleri de var. "Kimdir Laz" ve "Lazca" nerelerden gelmedir? Türkiye Ýþ Bankasý Kültür Yayýnlarý'nýn çevirisini yaptýrarak yayýmladýðý "Black Sea" yazarý bu konuda özetle þöyle diyor: "Lazca Hint-Avrupa kökenli bir dildir. Son yüzyýl içinde Avrupalý dilbilimciler ve antropologlar, araþtýrmalarý sonucunda bu kanýya varmýþlardýr. Kafkasya dilleri ailesinin Gürcü grubu içerisinde sýnýflandýrýlýyor. MÖ 1000 yýllarýnda bugünkü Gürcistan'ýn Poti ve Batum limanlarý yöresinde yerleþen Helenlerin kurduðu, ünlü altýn postun saklý olduðu yer olarak bilinen Colchis ve þimdiki Sokum Limaný çevresinde yetmiþ kadar farklý dil konuþulurmuþ." Abaza, Gürcü ve Ýskit dillerine kadar uzanan bu geniþ yelpazede Lazcayý konuþan Mingralianlar varmýþ. Lazlarýn büyük büyük dedeleri oluyorlar. Bunlardan bir grup bu anlatýlan yurtlarýný, bilinmeyen nedenlerle bir gün geliyor, býrakýp güneye göç ediyorlar ve þimdiki Türkiye'nin Hopa, Vice, Arhavi, Ardeþen kasabalarý bölgesine yerleþiyorlar. XV. yüzyýlda Hýristiyanlýktan Müslümanlýða geçiyorlar (Dönme, denilir ya). Lazlar nereden gelmiþ, neyin nesidirler? Aslýnda kendileri bile bunu bilmiyorlar. Bazý masal ve söylencelere göre Orta Asya'dan Türklerle birlikte kopup gelen göçebe 67


Kurtuluþ

kabilelerinden birine aittirler. Ama Lazcanýn Türkçe ile hiçbir ilgisi olmadýðýný kendileri de biliyorlar. Karadeniz'in kültürel dokusu ilginç hücre gruplarý görünümünde. On yediyi aþkýn farklý dil konuþuluyor. Her biri bir kökenden geliyor. Latin, Slav, Yunan, Hint-Avrupa ve Ural-Altay gruplarýnýn diðer dallarý. Dinler ve etnik çeþitlilik derseniz yine öyle. Ortodokslar, Katolikler, Müslümanlar, Þamanlar, Hint-Çin kökenli dinler vs. Hýristiyan Türkler (Gagavuzlar). Hýristiyanlýktan dönme Müslümanlar, Museviler ve hepsinin bir o kadar diðer çeþitlemeleri...18 O hâlde Karadeniz ya da Karadeniz'de yüksel(til)en milliyetçilik deyince; resmi ideolojik egemenliðin bölgeye ve tarihine duyduðu rahatsýzlýk veya "hassasiyet" çerçevesinde kavranmasý/ açýklanmasý büyük önem taþýr... Evet, "azýnlýk" diye anýlan soru(n), tarih ve tarihin bugünde güncellenmesine iliþkin bir politika ya da "bastýrýlsa" da yok edilemeyen siyasal tarih meselesidir...

Anlaþmasý'yla Türkiye'ye býrakýldýðýnda ada nüfusu "8 bin 500 Hýristiyan" olarak görünüyor. Hiç Müslüman yok. Adanýn kaderi aslýnda 1960 darbesinden sonra deðiþiyor. 1964'te adanýn Rumlara ait üç ovasý istimlâk ediliyor. O tarihte bir gazete 25 kuruþken bu verimli topraklar metrekaresi 8 kuruþtan alýnmýþ... 1965 yýlýnda yarý açýk cezaevi açýlýp 700 mahkûm getiriliyor. Bu mahkûmlar adada serbestçe dolaþýp Rumlarý hayli rahatsýz ediyorlar. 1966 yýlýnda Devlet Üretme Çiftliði kuruluyor. Adanýn otlaklarý 'ormaniye' ilan ediliyor, böylece tarýmdan sonra hayvancýlýkta da Rum yurttaþlara aðýr darbe indiriliyor. 1970'te Ýmroz, Gökçeada; Kastro, Kaleköy; Gliki, Bademli; Aya Todori, Zeytinli; Shinoudi de Dereköy oluyor. 1973'te Trabzon, 1984'te Isparta, Burdur ve Muðla'nýn, 2000'de de Çanakkale ve Biga'nýn köylerinden gelenler adaya yerleþtiriliyor. Bu arada adadan canlý hayvan ve etinin çýkarýlmasý yasaklanýyor. Adanýn Rum nüfusu 1970 yýlýnda 2 bin 571'e, 1985'te 492'ye iniyor. Þu anda adada yaþayan Rum sayýsý 200'ün altýnda...19 Bir gazete 25 kuruþken, verimli topraklarýn metrekaresinin 8 kuruþtan istimlak edilmesine dikkat edin! Devam edelim: 1927 yýlýnda oluþturulmaya baþlanan müfettiþlikler, 1952 yýlýna kadar devam etti. Umûmi Müfettiþler'in nasýl kurulduðu, uygulamalarý, raporlarý ve atamalarý, Sabancý Üniversitesi Öðretim Üyesi Doç. Dr. Cemil Koçak'ýn 'Umûmi Müfettiþlikler (19271952)' baþlýklý kitabýnýn20 konusu. Dr. Ýsmail Beþikçi, Cemil Koçak'ýn tüm müfettiþliklerle ilgili bu çalýþmasý öncesinde 1970'li yýllarda yaptýðý araþtýrmalarýnda müfettiþlikleri incelemiþ ve Dersim'deki "politikalarýný" analiz etmiþti. Bu iki çalýþmayý üst üste koyduðumuzda karþýmýza çýkan tablo þu: Diyarbekir Milletvekili olan Ýbrahim Tali (Öngören), 11 Aralýk 1927'de "Vilayeti Þarkiyye Müfettiþi Umûmîliði" olarak atanýr. Ýlk kurulan Müfettiþlik olmasý nedeniyle Birinci Umûmi Müfettiþlik olarak da bilinir. Sýkýyönetimin yeni kalktýðý Elâziz, Urfa, Hakkâri, Bitlis, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van illeri, Müfettiþliðin görev alaný olarak belirlenir. Yani 1927'nin OHAL illeri... Görevi de, "iktisadî, içtimâî ve coðrafî" temelde geliþmeleri deðerlendirmek ve "sýký bir teftiþ ve murâkabe altýnda

IV-) Cumhuriyet'in Marifetleri Ya Da Resmi Duruþ "Marifet" ya da "Duruþ"... Bu kategoriler özü itibariyle "devlet gerçeði"ne mündemiçtir... Hani Machiavelli'nin, "Devletin varlýk koþulu kuvvettir"; veya Thomas Hobbes'un, 'Leviathan'da, "Devletin kendisinin de yasalara uymak zorunda olduðu yolundaki düþünce ve tutum, onun ortadan kalkmasý sonucunu getirir... Devlet en üstün kuvvettir. Devletin üstünde hiçbir kuvvet yer alamaz. Yasalar devletin üzerine çýkarýlamaz... Burjuva devrimi halka özgürlükler tanýdý. Bunun sonucunda ise halk, devleti yönlendirecek düþünceler ileri sürmeye, devletin üzerine çýkmaya çalýþýr oldu... Bu, devlete karþý açýlmýþ bir savaþtýr... Hem de öylesine bir savaþ ki herkes herkesin karþýsýndadýr. Herkes, herkesle savaþmaktadýr... Bu, düzen deðildir... Düzen, devlet egemenliðidir," diye tarif ettiði sýnýfsal þeye... O hâlde "azýnlýk politikalarý"nýn da, her koþulda sýnýfsal bir anlam ve baðlamý vardýr... Zaten Herkül Milas'ýn, "Azýnlýk konusunda ulusçu paradigmanýn dýþýna çýkýlamýyor," uyarýsýna yol açan soru(n), aslýnda ve özü itibariyle sýnýfsal bir egemenlik politikasýnýn ürünüdür... Ýþte birkaç örnek... Gökçeada ya da namý diðer Ýmroz, Lozan 68


Kurtuluþ

bulundurarak, ihtiyâcâtý idarîyenin lüzum gösterdiði husûsâtý icrâ etmek" olarak saptanýyor. 1934'te Birinci Umûm Müfettiþ Abidin Özmen'in 24 Aðustos 1937 tarihli raporunda esas olarak "âsâyiþ" üzerinde duruluyor ve "Kürtlük Meselesi" baþlýðýnda, "...böyle bir mesele olduðunu büyüklerimizin de kabul edeceklerini umarým... Milli duygu propagandasýnýn önlenmesi" üzerinde durarak 'tedbirler', sürgünden, "Türk muhacir" (aynen böyle yazýyor) getirmeye ve yatýlý okul kurmaya kadar tek tek sýralanýyor... Tunceli Kânunu... Dördüncü Umûmi Müfettiþlik Kurulmasýna dair kanunda, bölge insaný "Þark halký" olarak tanýmlanýyor ve Dersim'de "idare ve inzibat iþlerinin esaslý surette tanzimi" isteniyor. Dördüncü Umûmi Müfettiþi Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoðan, 7-22 Aralýk 1936 tarihinde Umûmi Müfettiþler toplantýsýnda, Türkçe öðretmekten, Ermeni adlarýnýn "men" edilmesine kadar pek çok konuya deðiniyor ve Zazaca'yý "dað Türkçesi" olarak tanýmlayarak, "âsâyiþ"in saðlanmasý yaný sýra "muhacir iskan" iþi üzerinde de duruyor... Dikkat edin: Soru(n), sadece sömürgeci bir tedip ve tenkildir... Evet, Cumhuriyet'in "marifet"leri ya da resmi "duruþ"u budur; geçmiþte de bugünde de... Bir an anýmsayýp düþünün... Ahmet Haþim'in, "Çingene, insanýn tabiata en yakýn kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve faðfur diþli kýr sakinleri, beþeri þekle istihale etmiþ (insana dönüþmüþ) birtakým yeþil aðaçlardýr. Çingene bizzat bahardýr," dediðinden þimdi geriye ne kaldý? Ya, "1925 yýlýndaki Ýngilizlerin kýþkýrtmasýyla isyana teþvik edildiler. Kýsa sürede bastýrýlan isyanlar ve diðer olaylar sonucunda Ýsveç, Norveç ve Almanya'ya göçtüler,21" yalaný ile geçiþtirilmeye kalkýþýlan Süryani Kadim topluluðundan; yani Mezopotamya topraklarýnda beþ bin yýldýr var olmuþ ve kültürlerini bugünlere taþýmýþ olanlardan ne kaldý; býrakýldý geriye, bugüne... Veya Çerkezler, ya da ötekilerin baþýna ge(tiri)lenler …

iki yüzyýla yaklaþan süredir kendilerini ezilmiþ ulus olarak göstermelerine, 1915 'yer deðiþtirme' önlemini 'soykýrým masalýna' dönüþtürerek dünyadan ve özellikle Hýristiyan âleminden merhamet dilenciliðini sürdürmelerine artýk son verdirilmesi zamaný gelmiþtir,22" türünden "emir-komuta"cý sevk-i idare ile ele alýnan Ermeni meselesine iliþkin olarak bir an düþünün! Bakýn bu konuda Ýttihat ve Terakki'ci Cemal Paþa'nýn torunu Hasan Cemal ne diyor: "Okulda nasýl yetiþtirildiðimizi düþünün. Ýnsanlarýn bir kýsmý resmi þartlanmalarla, böyle bir þeyin yaþanmadýðýný, savaþ koþullarýnda, açlýktan, hastalýktan yolda kýrýldýklarýný düþünüyor. Ýnsanlar buna inandýrýldý"23! Tam da bu noktada "tabu" ve "paranoya" devreye sokuldu... Çünkü, Halil Berktay'ýn ifadesiyle, "Resmi ideoloji kendisini Osmanlý'yla ve Ýttihatçýlarla devamlýlýk içinde görerek 'topyekûn Türk geçmiþi'ne sahip çýkýyordu... Milliyetçilik öyle bir ideoloji ki biri sýrf Türktürler diye 'Türkler adýna' iþlenen korkunç cinayetlerle de özdeþleþtirmeye götürebiliyordu"24! Evet, evet çünkü Ermeni meselesi, T."C"nin üstlendiði (Ýttihat ve Terakki menþekli) resmi tarihin tabularýndandýr... Ancak, kaçýnýlmaz olarak "Cumhuriyetin tabu bölgeleri aralanýyor. Tarihi bir süreç bu. Ne küfürle, ne tehditle, ne þantajla bu iþin önüne geçilemez. Nedeni çok basit. Türkiye Cumhuriyeti 5 büyük tabu üzerine kurulmuþtu: 1. Türkiye'de sýnýflar yoktur, hepimiz kaynaþmýþ bir kitleyiz; 2. Türkiye'de Kürt yoktur, hepsi daðda gezen Türklerdir; 3. Batýcý ve laik bir toplumuz, Ýslâmi kültürün varlýðý söz konusu deðildir; 4. Ermeni Soykýrýmý olmamýþtýr. Silahlý Kuvvetler bu 4 tabu üzerine kurulmuþ devleti korumak ve kollamakla görevli idi. Onun rejim üzerindeki etkisi hakkýnda konuþmak da yasaktý ve bu 5. tabu idi. Her tabu bölgesi üzerine konuþmak suç sayýldý. 141-142; 163; 125 vb. gibi Ceza Kanununa ilgili maddeler kondu... Sonuçta Türkiye de 1915'de büyük bir insanlýk dramý yaþanmýþ olduðunu kabul edecek. Nasýl ki tüm direnmelere, 'Kürt yoktur, onlar daðda gezen Türklerdir' gibi baðýrmalara raðmen, bugün artýk Kürt realitesi kabul ediliyorsa, 1915 gerçekliði de kabul edilecektir, önemli olan, bunlarýn dýþ dayatmalarla gündeme gelmemesi ve yüksek bedellerin ödenmemesi.

IV.1-) Mesela Ermeniler! "Osmanlý Ýmparatorluðu'nun ayrýcalýklý azýnlýðý olan ve bizim saflýkla 'Millet-i Sadýka' olarak adlandýrdýðýmýz Ermenilerin neredeyse 69


Kurtuluþ

Türkiye'de Kürt realitesini kabul etmek için 30.000 kiþinin ölmesi gerçekten gerekmiyordu. 1915'de yaþananlarýn, 1948 Birleþmiþ Milletlerce kabul edilen tanýma göre bir soykýrým olduðu ise, tartýþýlmaz bir gerçeklik. Mesele ile biraz ilgilenmiþ, Osmanlý, Alman, Avusturya, Amerikan, Ýngiliz arþivlerindeki belgeler konusunda çok kaba hatlarý ile de olsa bilgi sahibi olan herkes bilir ki, bu arþivlerdeki bilgiler birbiri ile çeliþkili deðildir aksine birbirini desteklerler. Ve söz konusu olan Osmanlý Ermeni vatandaþlarýnýn sistemli bir biçimde öldürülmeleri, ölüme terk edilmeleridir. '1915 soykýrým deðildir', konusunda ileri sürülen iddialarý tek tek ele almak imkânsýz. Burada, bir toplu öldürmenin Soykýrým sayýlabilmesi için 'ýrkçý bir ideolojinin gerekli olduðu' yolunda bazý yazarlarýmýzca ileri sürülen tezin fazla ciddiye alýnacak tarafý olmadýðýný söylemekle yetinmek istiyorum. Aslýnda sorunun, 'Soykýrým mý deðil mi' ikileminden çok daha önemli olan boyutlarý var. Burada bunlardan bir tanesinin altýný çizmek ve herkesin unuttuðunu gördüðüm bir noktayý gündeme getirmek istiyorum. 1915'te yaþananýn bir toplu kýyým olduðu gerçeði, o dönem yaþayan herkes tarafýndan, hatta Kurtuluþ savaþý önderleri tarafýndan da aynen kabul ediliyordu. Þaþýrtýcý gelebilir ama bu bir gerçek. Elbette Genosid (Soykýrým) kelimesi çok yeni. Ýkinci Dünya Harbi sonrasý çýktý. Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda 1915 yýlýnda yaþananlarý anlatmak için kullanýlan ise, 'katliam, taktil, tebid' gibi kelimelerdi. M. Kemal'in Ermenilere yapýlanlarý 'alçaklýk', 'vahþet' olarak tanýmladýðý, katliam olarak adlandýrdýðý onlarca konuþmasý vardýr. Eylül 1919'da Sivas'ta Mustafa Kemal'i ziyaret eden Amerikan Generali Harbord, Mustafa Kemal için, 'Ermeni kýtalini o da takbih ediyordu,' der. Mustafa Kemal'e göre, 'Ermenilerin katledilip sürülmeleri hükümeti ele geçiren küçük bir komitenin eseri'ydi.25 Yine ayný tarihlerde, ABD Radyo Gazetesi'ne verdiði mülakatta 'Hiçbir yayýlma planýmýz yoktur... Ermenilere karþý yeni bir Türk vahþetinin olmayacaðýnýn garantisini veririz,' der.26 Kazým Karabekir'e 6 Mayýs 1920'de çektiði telde, yeniden bir Ermeni kýtali anlamýna gelecek her türlü giriþimden uzak durmasýný ister.27 24 Nisan'da Meclis'te yaptýðý konuþmada, 1915'te Ermenilere yapýlanlarý, 'fazahat' (alçaklýk) olarak tanýmlar, vb. vb.28

O yýllarda, 1915'in bir katliam olduðu tartýþma konusu bile deðildir, hatta suçlularýn cezalandýrýlmasý gerektiði açýk olarak savunulur. 1919 Eylül'ünde, Ali Rýza Paþa Kabinesi ile Mustafa Kemal arasýnda bir dizi yazýþma yapýlýr Ýstanbul adýna yazýþmayý yürüten Harbiye Nazýrý Cemal, Mustafa Kemal'in (Heyet-i Temsiliye'nin) 'Harp esnasýnda yapýlan her nevi cinayet faillerinin cezayi kanuniyeden kurtulamayacaklarý', yolunda bir açýklama yapmalarýný ister. Cevabi yazýda Mustafa Kemal, 'harp esnasýndaki suiidarelerin meydana çýkarýlýp tecziyesi, vatanýmýzda mes'uliyetin büyük ve küçüklere seyyan olduðunu, kanun devrinin tamamen bitarafane ve kemali adlü hakkaniyetle baþladýðýný idrak etmek ehassi amalimizdir,' der. Üstelik bu cezalandýrmanýn, 'birçok münakaþalara sebep olacak olan kâðýt üzerinde reklam tarzýnda neþriyattan ziyade bilfiil tatbikatile yârü að-yare izharýný daha muvafýk ve faideli' gördüðünü ekler. Yani Mustafa Kemal'in beklediði cezalandýrmalarýn kaðýt üzerinde reklam amaçlý deðil, somut uygulama biçiminde olmasýdýr.29 Kýrým suçlularýnýn yargýlanmasý Amasya görüþmelerinde ele alýnýr. Görüþmelerde üçü açýk ve imzalý, ikisi gizli ve imzasýz beþ protokol karara baðlanýr. 21 Ekim 1919 tarihli birinci protokolde, '1. Ýttihatçýlýðýn, Ýttihat ve Terakki fikrinin memlekette tekrar uyanmasý, hatta bazý alâiminin meþhut olmasý siyaseten muzýrdýr... 4. Tehcir dolayýsýyla irtikabý cürmedenlerin kanunen mücazatý adlen ve siyaseten elzemdir,' denir. Üçüncü protokol yapýlacak seçimlere iliþkindir ve Ermeni Kýrýmý nedeniyle aranan Ýttihatçýlarýn seçimlere katýlmasýnýn engellenmesi gerektiði konusunda anlaþma saðlanýr. Bunu için Anadolu hareketi seçimlere müdahale hakkýný kendisinde saklý tutar, 'içtima edecek heyeti meb'usan meyanýnda þahsiyetleri ittihatçýlýðý mesavisile alâkadar ve tehcir ve taktil mesailie ve menafii hakikiyei millet ve memlekete münafi sair mesavi ile lekedar olan kimselerin bulunmasý caiz olmadýðýndan bu cihete mâni olmak için mümkün olan esbaba tevessül edilebilir.30' Örnekleri sayfalarca aktarmak mümkündür..."31 O hâlde sýralayalým... * "... 'Ýttihatçýlar 30 yýl boyunca yüzbinlerce Ermeniyi katlettikten, kadýn ve kýzlara tecavüz ettikten ve insanlarý akla gelebilecek her türlü yolla soyduktan sonra bile onlardan sadakat 70


Kurtuluþ

bekleme hakkýna sahip olduklarýný inanýyorlardý. Enver Paþa'nýn kayýnbiraderi Cevdet Bey, bütün iþkencelerin þahýný keþfetmiþti.' Bu dehþet verici sözler 1913-1916 döneminde ABD Ýstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau'ya ait... Elçi, Baþbakanýn Said Halim Paþa olduðu tarihte soykýrýmýn baþ aktörlerinin Dahiliye Nazýrý Talat Paþa, Hariciye Nazýrý Enver Paþa olduðunu, Kürt aðalarýný da kullandýklarýný kaydediyor. Büyükelçi, kabinenin soykýrýmdan sorumlu olduðunu belirtirken, Osmanlý'nýn savaþa katýlmasýna karar verildikten sonra, Almanlar dýþýndaki gayrimüslümlere karþý 'cihad' bildirileri daðýttýðýný, 'ölümleri hakettikleri' yönlü camilerde vaazlar verildiðini vurguluyor. 'Ecnebi', 'Gavur' ve 'Türkleþtirme' saplantýsýyla büyük tehcir baþlamadan önce katliamlarý nedeniyle Kýzýl Sultan olarak adlandýrýlan II. Abdülhamit'in 1895-96'da 200 bin Ermeni'nin kanýna girdiðini 'Tarihin gördüðü en büyük canavarlýklardan biri Kýzýl Sultan Abdülhamit idi' tümcesiyle özetliyor. Ve tehcir döneminden birkaç örnek. Morgenthau, 'Enver ve Talat Paþa'nýn gerçek amaçlarý imhaydý' diyerek, Enver Paþa'nýn Van Valisi Tahsin Paþa'nýn yerine kayýnbiraderi Cevdet Bey'i atamasýnýn 24 bin Ermeninin katliamýna neden olduðunu aktarýyor. Cevdet Bey'in portresini 'Baþkale Nalbantý diye anýlan Cevdet Bey, Ermenilerin ayaklarýna at nalý çakarak bütün iþkencelerin þahýný keþfetmiþti' tanýmýyla çiziyor. 'Rusya çekilince ordu Ermenilere yöneldi. Belki 1 milyon Ermeni yokedildi' diyen Morgenthau, konsolosluk kayýtlarýna giren Harput vahþetinde de 26 bin kiþinin öldürülüp maðaraya atýldýðýný aktarýyor. Fýrat'a karýþan kanlý günleri aktarýrken de, 'Fýrat kýyýsýnda jandarma kadýnlarý suya itiyor, yüzmeye çalýþan herkese ateþ ediyordu' notu düþüyor. Soykýrýmý önleme çabasýnýn sonuç vermediðini aktarýrken de, Talat Paþa'nýn kendisine 'Bizim onlara yaptýklarýmýz Birleþik Devletleri alâkâdar etmez. Van'da Zeytun'da bize karþý geldiler ve Ruslara yardým ettiler. Abdülhamit'in 30 senede yapamadýðýný yaptým, 3 ayda hâlletim' dediðini aktarýyor. Sefir, Enver Paþa'nýn da kendisine, Ermenilerden kurtulmak için fýrsat düþtüðünü belirterek, 'Ne yapýlmasý gerekiyorsa onu yaptýk. Ermenilere yardým etmeyin,' dediðini naklediyordu..."32 * Bu çerçevede Çankaya'daki

Cumhurbaþkanlýðý Köþkü'nün bile Ermeni(lerin) olduðu bir tarihten söz ediyoruz... Hikâye þu: 16 Mayýs 1921'de gazeteci Ruþen Eþref (Ünaydýn), Mustafa Kemal'i Ankara'nýn yazlýk baðevlerinin bulunduðu Çankaya sýrtlarýnda atla dolaþmaya ikna etti. Ýþte bu at gezintisi, Çankaya Köþkü'nün doðmasýna neden olacaktý... Gezintisi sýrasýnda, Mustafa Kemal, birbuçuk dönüm içerisindeki iki katlý bir baðevini çok beðendi. Beðenilen ev, bölgede "Kasapyan Baðevi" olarak biliniyordu; evin sahibi, zengin kuyumcu ve savaþ sýrasýnda kenti terk eden Ankaralý bir Ermeni tüccardý. "Kasapyan Baðevi" olarak bilinen bu mekân, zamanla Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi Çankaya Köþkü'ne dönüþecekti!33 Burada Ermeni Patriði Mesrob II'nin, "Al Türk milliyetçiliðini, vur Ermeni milliyetçiliðine. Ýki taraf da iflah olmaz durumda,"34 sözünün altýný özenle çizelim... IV.2-) Mesela Pontus! "Avrupa Parlamentosu Ermeni soykýrýmý iddiasý yetmiyormuþ gibi þimdi de karþýmýza 'Pontus Soykýrýmý' çýkarýyor,"35 feveranlarý ile anýlan Pontus da tarih(imiz)in bir gerçeði... Bilindiði üzere Doðu Karadeniz bölgesi, ÝÖ 400 yýllarýnda Pers Ýmparatorluðu'na baðlý bir satraplýktý. Daha sonra Kapadokya'da bir devlet kuran Datomes'in yönetimine girdi. Büyük Ýskender döneminde bu bölge iþgal edilemedi. ÝÖ 300 yýllarýnda bölgede Pers kökenli Pontus Devleti kuruldu. Baþkenti Amasya olan bu devlet, Perslere özgü bir toplumsal yapýya sahipti. Kýyýdaki Yunan kolonileri bu devlete baðlandý. Bölge tarým ve maden zenginlikleriyle ünlenmiþti. Sonunda Pontus Devleti Roma Ýmparatorluðu ile karþý karþýya geldi. Savaþlar sonunda Büyük Roma Devleti'nin egemenliðine girdi. Roma Ýmparatorluðu'nun daðýlmasýyla ortaya çýkan Doðu Roma, yani Bizans Ýmparatorluðu zamanýnda, 1024'te IV. Haçlý Seferi'yle Ýstanbul'a gelen Latinlerin Bizans Ýmparatorluðu'nu ele geçirmeleri üzerine Ýmparator Komnenos'un Ýstanbul'dan kaçan torunlarý Aleksios ve David Trabzon'a geldiler. Gürcü Kraliçesi Tamara'nýn da desteðiyle Trabzon'da bir devlet kurdular. Aleksios Kommenos (12041222) ilk imparator ilan edildi. Türklerin 1071'den itibaren Anadolu'ya ege71


Kurtuluþ

men olmalarý sonucu bu devlet Selçuklular ve Ýlhanlýlar'la barýþçýl iliþkiler yürütmeye gayret gösterdi. 1398'de Yýldýrým Beyazýt'ýn Samsun ve Canik'i almasý üzerine Trabzon Devleti, Osmanlý Ýmparatorluðu'na yýllýk vergi ödemek zorunda kaldý. Osmanlýlar bir süre sonra, 1461'de tüm bölgeyi aldýlar ve Trabzon Devleti ya da Ýmparatorluðu'na son verdiler... Ama Pontuslular topraklarýndaki mevcudiyetlerini hep korudular... Onlar da tarih içinde uluslaþma hikâyelerini yaþadýlar; "Pontus Rum Cemiyeti" de bunun bir getirisiydi... Pontus Rum Cemiyeti ilk defa 1904 yýlýnda Merzifon Amerikan Koleji'nde gizli olarak kurulmuþtu. 1908 yýlýnda Samsun'da "Müdafaa-i Meþrute", daha sonra "Mukaddes Anadolu Rum" cemiyetlerinin kurulmasýyla Pontus teþkilâtý geniþletilmiþ, Batum'dan Ýnebolu'ya kadar olan bölgede birçok þube açýlmýþtý. Pontus Rum Cemiyeti 1909 yýlýnda Atina'daki Küçük Asya (Asya-yý Sugra) Cemiyeti'nin emri altýna girmiþ, ertesi yýl "Pontus" adlý bir risale yayýmlayarak çalýþmalarýný daha da yoðunlaþtýrmýþtý. Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda Ruslarýn himaye ettiði faaliyetler, Mondros ateþkesi sonrasýnda da Yunanistan ile iliþkilendi. Cemiyetin amacý Batum'dan Sinop'a kadar uzanan Karadeniz sahillerinde bir Karadeniz Pontus Cumhuriyeti kurmaktý. Bu faaliyetler karþýsýnda Türk milliyetçiliðini buldu.36 Ve Karadeniz'de yaþananlarý, Söylev'in 'Ýç Ýsyanlar' bölümünde Mustafa Kemal þöyle zikreder: "Sayýn Baylar, bu Söylev'in baþlangýcýnda bir Pontus sorununa deðinmiþtim. Bu sorun, belgeleriyle, herkesçe öðrenilmiþtir. Ancak bizi de çok uðraþtýrdýðýndan burada ilgisi bulunan bazý noktalarýna deðineceðim. 1840 yýlýndan, yani üç çeyrek yüzyýldan beri, Rize'den Ýstanbul Boðazý'na deðin Anadolu'nun Karadeniz bölgesinde eski Yunanlýlýðýn diriltilmesi için çalýþan bir Rum topluluðu vardý... Pontusçular, 1920 yýlý sonlarýna doðru çalýþmalarýný büsbütün artýrarak iyice ortaya çýktýlar. Bizi saðlam önlemler almak zorunda býraktýlar."37 "Sonuç": Rumsuz bir Karadeniz'dir!

Anadolu'da Yahudiler... Onlar da "kötülük"ten paylarýna düþeni almýþlardýr! Önce 1934... 1934 Trakya olaylarý, Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesinden sonra ortaya çýkan antisemit hareketlerin Türkiye'deki ilk tezahürüdür. Uzun süren kýþkýrtýcý yazýlardan sonra 3 Temmuz 1934 günü, Edirne, Çanakkale, Uzunköprü, Kýrklareli, Babaeski gibi yerleþim yerlerindeki Yahudi mahallelerinde yaðmaya giriþildi. Yahudi evleri talan edilirken kadýnlara tecavüz edildi. Yahudilerin maðazalarý yaðmalandý. Bu olaylar üzerine Trakya'da yaþayan yaklaþýk 15 bin Yahudinin 13 bini apar topar Ýstanbul'a kaçtý. Olaylarýn ayný zamanda birden fazla yerleþim yerinde baþlamasý örgütlülüðünü gösterirken, kaçanlarýn Ýstanbul'a ulaþmasýnýn ardýndan Ýstanbul gazeteleri konuyu ele aldý ve hükümet duruma müdahale etti. Ancak olaylarda bir jandarma ölmüþ, bir Yahudi yaralanmýþ, onlarca kadýna tecavüz edilmiþti. Trakya'nýn stratejik önemi nedeniyle "güvenilmeyen" Yahudi nüfusu tasfiye etmek amacýný güden bu hareketin ardýnda yatan ikinci neden ise ticareti elinde tutan Yahudi tüccarlarý tasfiye etmekti. Olaylarýn ardýndan, Trakya'daki Yahudi nüfusu kýsa sürede göç etti ve Türkleþtirme amacýna ulaþtý. Trakya kökenli Yahudilerden küçük bir bölümü, o dönemde Ýngiliz manda yönetimi altýnda bulunan Filistin'e göç etti. Ayrýca baskýlara gösterilen tepkinin doðal bir sonucu olarak, Yahudi gençleri arasýnda Siyonizm güçlendi. Trakya olaylarýnýn yatýþmasýnýn ardýndan basýn bu olaylarý çýkaranlarý ve kýþkýrtanlarý kýnadý. Ancak basýnýn ortak tavrý, saldýrýlarý kýnarken Yahudilerin Türkleþmediklerini de hatýrlatmak þeklinde oldu.38 Sonra da 1947... 1947 yýlýnda önce Þanlýurfa'da Müslümanlýða geçen 7 Yahudi bir gece vahþice öldürülmüþtü. Aileden sadece bir kiþi sað kaldý... Asýrlardýr Þanlýurfa'da yaþayan Yahudi Þorkaya Ailesi'nin Çakeri Mahallesi'ndeki evi 1947'nin 30 Ocak gecesi kimliði belirsiz kiþilerce basýldý. Evde bulunanlardan, Semiha ve oðlu Yakup'un (17) boðazlarý kesildi, Ýshak (40) ile altý aylýk hamile eþi Mazel (40), oðullarý Yusuf(15), kýzlarý Ester (8) ve Raþel (6) öldürüldü. Kimisinin gözleri oyulmuþ, kulaklarý ve iþaret parmaklarý kesilmiþti. Katliamdan sadece din deðiþtiren oðullarý Haymun (Ahmet Kemal

IV.3-) Mesela Yahudiler! 1934 Trakya Olaylarý'ndan 1947 Urfa'sýna 72


Kurtuluþ

Esmeray) kurtuldu. (2001 öncesine kadar Þanlýurfa'da yaþamaya devam etti.) Oðullarý Haymun'un Müslümanlýðý seçmesi, kendilerinin de din deðiþtirmeye hazýrlanmalarý nedeniyle öldürüldükleri iddia edildi. Ne katiller yakalanabildi ne de cinayetin sýrrý çözüldü... Rýfat Bali'nin 'Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudi' araþtýrmasýyla, Mehmet Faraç'ýn ise 'Son Gavur' romanýyla gündeme gelen cinayete iliþkin ailenin torunu Ýsmail Esmeray þunlarý diyor: "Ailemiz o sýralar Urfa'nýn en zenginlerinden biri olmasýna raðmen evden hiçbir þey çalýnmamýþ. Bu olaylar sürerken, 1948'de Ýsrail Devleti kurulmuþ ve o sýrada Urfa'da ne kadar Yahudi varsa Ýsrail ya da Amerika'ya göç etmiþ. Sadece babam kalmýþ. Babam, alacaklarýný toplamak için köylere gittiðinde herkes borcunu inkâr etmiþ. Beþ parasýz ortada kalmýþ..."39

* "Leon Brudo, Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýnda dört yýl boyunca askerlik yapmýþ. Kendilerine silah eðitimi verilmediðini belirten Brudo, 'Gayrimüslimler önemsiz nöbetlerde kullanýlýyordu,' diyor"!44 * "Sarkis Çerkezoðlu, 'Ailem, 1900'ün baþlarýnda Kayseri Talas'tan Karaman'a yerleþmiþ ve yaþamaya baþlamýþ. Karaman'da ticaret yapýyorlarmýþ. 1909'da amcam Adana'da öldürülmüþ. Babam 1915'te Arabistan'a sürgüne (tehcir) gönderilmiþ. Ben 1916'da Cabul'da doðmuþum. Bir zamanlar 57 bin sarý liranýn sahibi olan babam, öldüðü günlerde iki paket köylü tütünü alacak paraya sahip deðildi,' diyor ve ekliyor... Babam tehcirden sonra Karaman'a dönünce bu kez Ereðli'ye sürülmüþ. Orada Deli Mustafa adlý bir aða, babama sahip çýkmýþ. Babam da telgraf çekerek bizi çaðýrmýþ. Deli Mustafa, tehcirde Ermenileri kurtaran kiþidir. Gökbudak ailesinin lideriydi. Ýyi insanlar. Biz Ereðli'ye geldikten sonra onlarla ayný avluda beraber oturduk. Deli Mustafa, Ereðli'den Ermenilerin gönderilmesini 'Türkler bulgursa, Ermeniler yaðdýr, tuzdur. Yaðsýz, tuzsuz pilav olmaz. Gâvursuz memleket mi olurmuþ?' diyerek önlemiþ. (...) Türkiye'de iktidarlar tarafýndan Ermenilik ayrý bir þeydir. Hâlâ da öyle. 'Kanun nazarýnda bütün vatandaþlar eþittir', bunlarýn hepsi palavra. Bir tane çöpçü yok, bir devlet dairesinde bir memur yok. Atatürk, sembolik olarak bir Rum, bir Yahudi, bir Ermeniyi TBMM'ye sokardý. O da göstermelik bir þeydi. Þimdi o da yok. Solcularýmýz bile yaptý bu ayrýmý. Mihri Belli, 'Türk Solu' dergisine yazý yazmamý istedi benden. Dedim ki '40 yýllýk Ýtalyan Pirelli'yi alýp Türk Pirelli yaptýnýz. Philips'i alýp Türk Philips yaptýnýz. Solu bari Türklüðe mahkûm etmeyin' dedim ve yazmadým..."45

IV.4-) Mesela Anadolu('Daki Durum)! Somut örneklerden bazýlarýný hýzla sýralayarak ilerleyelim... * 1981 yýlý eylülünde sýkýyönetim komutanlýklarý muhtarlardan ev ve iþyeri adresi aldý Ýstanbul 1 No'lu Sýkýyönetim Mahkemesi'nin, mahalle muhtarlýklarýndan gayrimüslimlerin ev ve iþyerlerinin adreslerini gösteren listeler hazýrlamasýný istedi, muhtarlýklar da son teslim günü olan 27 Eylül'de gayrimüslimlerin isim ve adreslerini gösteren listeleri hazýrlayýp teslim ettiler!40 * "Öðretmen Emelia Pandelara, 'Biz 6-7 Eylül'ü anlatmadýk. Büyüyünce çocuklarýmýz kendileri görür,' dedik. 1974'te Kýbrýs meselesi olunca, o zaman bir þeyler anlatmamýzý beklediler, ama yine anlatmadýk. Biri 1960 diðeri 1964 doðumlu. Bazen soruyorlardý. Biz de bazý þeyleri anlatýyorduk. Bir gün büyük oðlum, 'Niçin gitmediniz?' dedi. 'Oðlum, burasý bizim vatanýmýz. Burada doðduk. Babalarýmýz buralý. Babanýn, benim iþim var. Bunlar tarihte her yerde olmuþ, olaðan þeyler. Biz de kaldýk' diye anlattýk"!41 * Hukuk fakültesinden mezun olan Diran Bakar, askerlik görevi sýrasýnda Denizli'de askeri hâkimlik yaptýðýný ve bu mesleði çok sevdiðini söylüyor. Ancak sivil yaþamda tayin olduðu yerlerde "Gâvur hâkim" diye çaðýrýrlar korkusuyla yargýç olamamýþ!42 * "Dimitri Frangopulo 'Yunanistan'la Türkiye arasýndaki iliþkilerden dolayý karpuz hep bizim baþýmýza patlýyor. O yüzden en çok Türkiye'nin Avrupa Birliði'ne girmesini istiyorum,' diyor"!43

IV.5-) Mesela Mübadiller! Lozan Antlaþmasý'ndaki "Mübadele" maddesi; "Mübadilleri"ni yaratmýþtýr... "Mübadele", "zafer" olarak sunulsa da; "Mübadiller"ler, topraðýndan kopartýlan kaybedenlerdir; gerçek bir trajedidir... Evet, evet trajedidir... Hem de, Ege'nin her iki yakasý için... Ýþte bir örnek: "Atina Devlet Tiyatrosu bile bir göçmen sýðýnaðýna dönüþmüþtü, çocuklar kostümleri kýyafet, anneler dekorlarý eþya yapýyordu... 73


Kurtuluþ

'Bu adaletsiz dünyaya/ Bu yaþadýðýmýz dünyaya/ Sormadý kimse bize/ Acaba gelmek ister miyiz diye?/ Unutuyorum ve mutluyum/ Bir þarký söylüyorum/ Þarký boðuluyor/ Göðsümün içinde, aðlýyorum./ Bana hayatýmý annem verdi/ Azrail onu her gün buduyor/ Aþk mutluluk getirir önce/ Sonra da bize iþkence eder./ Ýnsan mutlu olduðunda/ Çýlgýnca eðlenmek ister/ Ama baþa bela gelince/ Akýl da onunla birlikte gelir' Yýl 1922'dir... Halklarýn Mübadelesi Sözleþmesi tarihe özlemin adýný kanlý harflerle yazar. Ayrýlýklar yaradýr artýk. Aþklar yollara düþer. Yollara düþer hayatlar. Terk edilen topraklarýn naðmelerinde dillere düþer sevdalar. Yaþanacak tüm acýlarýn habercisi sözleþmeye göre, 'Türk topraklarýnda yerleþmiþ Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla Yunan topraklarýna yerleþmiþ, Müslüman dininden Yunan uyruklularýn, zorunlu mübadelesine giriþilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadýkça Türkiye'ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadýkça Yunanistan'a dönerek oraya yerleþemeyeceklerdir.' Türkiye'den 1 milyon 200 bin Rum, Yunanistan'dan da 600 bin Türk sökülüp atýlýr doðup büyüdükleri, umutlarýný yeþerttikleri, fiyakalý aþklarýna göz süzerek yürüdükleri, sevdalandýklarý, evlendikleri, ölülerini gömdükleri, her santimini týrnak týrnak kazdýklarý topraklardan. Dostlarýný, komþularýný ve doðduklarý yerleri bir daha görememenin acýsýný ölünceye kadar taþýyacaklarý bir yolculuða çýkarlar. Göçe zorlananlar bahçelerinde açan yaseminlerin kokusunu anýlarda býrakarak düþerler bilinmez bir yola. Ve sefaletle tanýþýrlar o yolda. 'Küçük bir kýz çocuðu hüngür hüngür aðlayan babasýný teselli etmeye çalýþýrken çocuk masumiyetiyle, 'Babacýðým neden aðlýyorsun ki?' diye sorar. En zaruri ihtiyaçlarýný karþýlayacak birkaç parça eþyadan baþka arabaya bir þey yüklemeye fýrsat bulamayan ve yaklaþmakta olan 'düþman' yüzünden ailesini derhâl oralardan uzaklaþtýrmak zorunda kalan baba, bir yandan gözyaþlarýný silmeye çalýþýr bir yandan da küçük kýzýný teselli eder, 'Kýzým' der, 'evimizi yurdumuzu býraktýk gidiyoruz. Biz gittikten sonra düþman gelir çiftliði talan eder. Allah bilir bir daha görür müyüz göremez miyiz?' Küçük kýz küçük ellerini açar ve elindeki anahtarlarý göstererek, 'babacýðým sen merak etme evden çýkarken kapýlarýn hepsini kilitledim anahtarlarý da yanýma aldým. Düþman içeri giremez, onlar

gittikten sonra tekrar evimize çiftliðimize döneriz' der. Yýl 1922'dir. Milyonlar için yaþamlarýnýn dönüm noktasý. Yunanistan'da 'Küçük Asya Felaketi' diye anýlan bu felaketin ardýndan kitleler hâlinde gelen zorunlu göçerler, ülkenin toplumsal ve kültürel yapýsýnda önemli deðiþikliklere neden olurlar. Yaþadýðý çevreden ayrýlmak zorunda kalan Rumlar, iþsizlik, açlýk ve sefaletle yüz yüzedirler artýk ve rebetlerle ayný toplumsal yaþamý paylaþýrlar. Göçerlerin büyük bir kýsmý Rebetlere katýlýr. Sýðýnmacý iþadamlarý da rebet müziðinin çalýndýðý kendi 'Kafe Aman'larýný açarlar. Böylece, o zamana kadar Yunanistan'da hapishane ve tekkelerin sýnýrlarý içinde kalan rebet müziði daha geniþ toplumsal çevrelerin duygularýný dile getirmeye baþlar. Rebetisler tarafýndan çalýp söylenen rebetiko ayrý bir yaþamý, davranýþ biçimini, bakýþý, duruþu karakterize eder. Rebetis kural dýþýdýr, asidir. Rebetis yoksuldur ve sisteme meydan okur. Eylemini ise müziðiyle, enstrümanýyla yapar..."46 Ýþte bir ikincisi daha: "Makedonya'dan gelenlerden farklý olarak hayvanlarýný yanlarýnda götürme þansý olmayan Giritliler, alabildikleri kadar eþyayý toplayarak yol hazýrlýklarýna baþladýlar. Girit'te birçok aile, týpký Makedonya ve Epir'de olduðu gibi adadan ayrýlmadan kýsa bir süre önce mezarlýklarý ziyaret etti. Ancak bu ziyaretlerde diðer baþka yerlerde rastlanmayan bir durum daha yaþandý. O da, kimi ailelerin özellikle de tekkelerdeki derviþlerin kendileri için önemli kiþilerin mezarlarýný açarak, cenazeleri veya en azýndan kemiklerini derin çukurlara nakletmeleriydi (...) Tüm amaç, artýk bu fani dünyada olmayanlarýn da kendileri gibi bu topraklardan sökülüp atýlmalarýnýn önüne geçmekti..."47 "Zafer" denilen mübadele ile bu trajediler yaþandý... Kolay mý?! Tarih 30 Ocak 1923... Yer: Lozan... "Nüfus Mübadelesi Sözleþmesi" imzalanýyor. Bu, 1.5 milyonu Rum, 600 bini Müslüman iki milyon yüz bin kiþiyi ilgilendiriyor. Rumlar Yunanistan'a gidecek, Müslümanlar Anadolu'ya gelecek. "Ben gitmek istemiyorum" deme haklarý yok. Anadolu'ya gelen altý yüz bin kiþi, "muhacir" kimliði ile kalabalýklara karýþýyor, yýllarca ne yaþadýklarýndan ne de düþüncelerinden söz ediyorlar. 1927-1928 arasýnda mübadillere seyahat 74


Kurtuluþ

yasaðý getiriliyor, bir mübadil bir kentten diðerine gidebilmek için muhtardan baþlayarak kaymakama uzanan bir yýðýn bürokratik iþlemi tamamlamak ve izin almak zorunda býrakýlýyor... "Muhacir" diye baþlayan "macýr"a dönüþen bir küçümseme sözcüðünü de týpký "gâvur tohumu" gibi taþýyor mübadiller...48 Walter Benjamin 'Tarih Kavramý Üzerine'de, tarihin galip gelenle yenik düþen için ayný þey olmadýðýný söyler: "Tarih galip gelen için bir zaferken yenik düþen için bir enkazdýr." Lozan Antlaþmasý da Türkiye için bir zaferdi, ancak Lozan mübadilleri için bir enkazdý. Geçmiþlerini, mülklerini geride býrakýp göç etmek zorunda kalan mübadiller zor koþullarda, gemilerde ölen bebeklerini denize atmak gibi deneyimler yaþayarak Türkiye'ye göç ettiler. Acýlar, göçten sonra da yaþam mücadelesi içinde devam etti. Peki bugün mübadil kimliði için ne söylenebilir?49 Bir kimliði tanýmlamaya çalýþýrken pek çok deðiþken söz konusu; ancak, devletle olan iliþkiler mübadil kimliðinin oluþmasýnda önemli bir etkendir... Bu baðlamda mübadiller, resmi ideoloji için "Türk"tü, sadece uzun yýllar Yunanistan'da kalmýþ olmanýn etkisiyle kültürel olarak farklýlýk gösteriyorlardý. Bu bakýþ açýsý, hem kendi içlerinde de homojen olmayan göçmenlerin mübadil kimliði altýnda toplanmasýna, hem de etnik kimliklerinin milli kimlik tarafýndan emilmesine neden oldu... Yani mübadillerin farklýlýðý/ çeþitliliði "Müslüman-Millilik" potasýnda/cenderesinde eritilerek yok edildi; Türkleþtirildi... Örneðin Girit'ten göçen ailenin Ýzmir'deki yýllarýnýn en yakýn sýrdaþý, "Benim Giritli limon aðacým" þarkýsý olur: "Benim Giritli limon aðacým seni nerelere dikeyim/ Dikeyim, dikeyim/ Seni kalbime dikeyim..." 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan antlaþmanýn ardýndan 2 milyona yakýn insan göç yollarýna düþtü. Anadolu'ya gelenlerin sayýsýnýn 500-600 bin arasýnda gidenlerin de bir milyon civarýnda olduðu tarihe not edildi. Bu rakamlar kayýt altýna alýndýðýnda yýl 1923'tü. Halklarý tarumar eden, kültürleri ayrýþtýran, insaný insandan koparýp hasret býrakan emperyalizm, cellat gibi baþucumuzda elini kolunu sallaya sallaya canlar almaya devam ediyor. Bu katilin sabýkasý yeni deðil. Anadolu'da ve karþý kýyýda beraber yaþayan canlarýn canýný söktü. Barýþ içinde, huzurla yaþayan halklarý bir-

birine düþürdü. Hüküm verildi: Mübadele... Fransýz Devrimi'yle birlikte tarihteki yerini alan "giyotin"lerin baþýnda duran bir cellat yýllar sonra günah çýkarýr. Kolay deðil, onca baþý bir hamlesiyle ayýrmýþtýr bedenden. Bir yanda suçluluk hissi öte yandan yaklaþan ölüm korkusuyla hesap verememe dürtüsü. Sonuçta kendini aklamak için, "Onlar suçluydu ama" der. Peki Anadolu ve karþý kýyýda yaþayan halklarýn suçu neydi de koparýldýlar kök saldýklarý yerlerden? Sevdiklerinin suretlerine, neden bir fotoðraf mahkûmiyeti verildi? Parantez içinde yazmak gerekir ise (olduðu yerde yabancý, geldiði yerde yabancý). Ýki vasiyet aktaralým parantezi açma adýna. Mübadele olgusunun ruhunu algýlama niyetine olmaz ise olmaz bir kitaptan, Kemal Yalçýn'ýn kaleme aldýðý, "Emanet Çeyiz" den... Karþýlýklý yer deðiþtirmeden payýna Anadolu düþen ve yaþamýnýn geri kalanýný, Denizli'nin Honaz Ýlçesi'nde geçiren Sabiha Yavuz'a sorulur: "Yunanistan'a gidiyorum. Sizin köye de uðrayacaðým. Köylülerinize bir þey diyecek misin?" "Bre, Kemal. Vraþto'da bizim evimiz vardý. Evimizin penceresi vardý. Penceresinde çiçeklerimiz olurdu. Söyle þimdi kalanlara, çiçeklerimizi kurutmasýnlar, sulasýnlar." Yunanistan'a göçen, Sinop Ayancýklý Yorgo da nice yýl geçirmiþtir yer deðiþtirmenin ardýndan. Benzer soru ona da yöneltilir: "Türkiye'ye gidiyorum. Türkler'e diyeceðin bir þey var mý?" "Bak þu bahçenin güzelliðine. Bu bahçede viþne, þeftali, armut çeþit çeþit çiçek var. Bu bahçede sadece viþne olsaydý bu kadar güzel olur muydu? Ýþte budur sözüm, tek meyveli bahçe olmaz." Evet "Macýr" derler Ege'nin çoðu yerinde mübadele göçmenlerine. Yaþadýklarý mahallenin adý "göçmen mahallesi" olur çoðu yerde. Kýz istendiyse göçmen mahallesinden, "macýrlar" dan denir, çarþýda pazarda "macýrýn oðlan" diye seslenirler. Bununla da bitmez, Midillili Ayvalýklýlar, Ayvalýklý Midillililer olduðunu biliriz. Alaçatýlý Giritliler'i duyar, Giritli Alaçatýlýlar'ý tanýrýz...50 Bu nedenle "Mübadillik" bir iç içe geçmiþliðin gerçek çok kültürcülüðü; yani "millilik" dayatmalarýnýn diyalektik inkârýdýr... IV.6-) Mesela Varlýk Vergisi! Varlýk Vergisi neydi? Bunun yanýtýný, Nadir Nadi þöyle veriyor: "Saraçoðlu Hükümeti 1942 75


Kurtuluþ

yýlý sonunda Varlýk Vergisi diye andýðýmýz ünlü kanunu TBMM'den çýkardý. Bu kanunun biri resmi, biri özel iki gerekçesi vardý. Resmi gerekçe devlet masraflarýna vatandaþlarýn varlýklarý oranýnda katýlmalarýný saðlamaktý. Oysa yüksek sesle anlatýlan özel gerekçeye göre bu kanun piyasayý azýnlýk unsurlarýndan kurtarýp Türklere açmak gibi ikinci bir amaç taþýyordu. Kanunun uygulanýþ þekli yazýk ki ikinci gerekçeyi doðrulamaktan öteye, ne hak, ne hukuk, ne sosyal adalet, hatta ne de ýrkçýlýk ilkeleri ile baðdaþmayacak derecede keyfi, totaliter bir zihniyeti açýða vurmuþ oldu. Milletçe büyük zarara uðramýþtýk, bu büyük zararýmýz da Atatürk'ün önderliði altýnda kurmaya çalýþtýðýmýz hukuk devleti ilkelerine bir tekme savurmuþ olmamýzdan ileri geliyordu. (...) Deðer mi idi bu? (...) Azýnlýklar arasýnda hayatýný günü gününe kazanan berber çýraðý, tornacý, kalfa, terzi gibi iþçiler de vardý. Hatta bunlarýn sayýsý varlýklýlarýn sayýsýný kat kat aþýyordu. Bunlarý toptan (...) vergiye baðlayan hükümet, tarlasýnda yarýcý çalýþtýran toprak aðalarýna, tekstil fabrikasý iþleten Adanalý zenginlere, devlete iþ gören komisyonculara, müteahhitlere hemen hiç dokunmadý." Evet, Varlýk Vergisi buydu. Hukuk devleti ilkeleriyle örtüþmeyen, antidemokratik bir vergi olarak tarihe geçti, ansiklopedilere geçti, azýnlýklarýn belleklerinde yer etti.51 Varlýk Vergisi, 12 Kasým 1942'de yürürlüðe girmiþti. O yýllarý þöyle bir hatýrlayalým. Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýydý. Hükümet, herkesten varlýklarý oranýnda ek vergi alacaktý. Ancak vergideki asýl amacýn azýnlýklarý hedeflediði söyleniyordu. Azýnlýklar kaygýlýydýlar. Böyle þey olamaz diyemiyorlardý. Dünyanýn ve Türkiye'nin þartlarý buna uygundu. Ýþ baþýnda Nazi Almanyasý'ndan esen rüzgârlarla barýþýk, üstelik onlarla dost bir hükümet vardý. Dahasý, (1941'de yalnýzca) gayrimüslim erkekler güya, askerlik adý altýnda toplanmýþ Anadolu'da çalýþma kamplarýna gönderilmiþlerdi. Varlýk Vergisi yasasý oylamasýndan önce, Baþbakan (Saraçoðlu) verginin amacýný açýklamýþtý. Söylenenler doðruydu. Yasanýn asýl hedefi azýnlýklardý. Ýþyerlerinin ve mal varlýklarýnýn el deðiþtirmesi saðlanacaktý. Açýkçasý, amaç ekonominin Türkleþtirilmesiydi. Yasa oy birliðiyle kabul edildi. Vergiyi eleþtiren olmamýþtý. Basýn da siyasi rüzgâra kapýlmýþ, destek vermiþti. Varlýk Vergisi'nin 'gizli amacý' uygulamanýn

baþlamasýyla belli oldu. Yasaya göre, her ilde vali baþkanlýðýnda takdir komisyonlarý oluþturuldu. Mükelleflerin din, mezhep, soy ve kökenleri dikkate alýnarak ayrý ayrý kodlanýp cetveller oluþturuldu. Müslümanlar (M), gayrimüslimler (G), ecnebiler/yabancýlar (E), dönmeler (D) gruplarýna ayrýldýlar. Takdir komisyonlarýnýn kararlarý vergiciliðin temel prensiplerinden uzak, alabildiðine keyfi ve verginin gizli amacýna uygundu. Vergiye itiraz yoktu, kararlar kesindi, yargýya kapalýydý. Kiliseler, okullar, hastaneler, hayýr kurumlarý bile vergilendirilmiþti. Kýsacasý, ýrkçý, ayýrýmcý, farklýya farklý uygulanan bir vergiydi. Vergilerin 15 gün içerisinde ödenmesi gerekiyordu. Gecikme faiziyle ikinci 15 günde de ödenmemiþse mükelleflerin tüm mal varlýklarý, icra yoluyla satýlýp borca mahsup ediliyordu. Buna raðmen borçlarý ödenemeyenlerin binlercesi toplama/ çalýþma kamplarýna gönderildi. Kamplarýn en ünlüsü Aþkale'ydi. Kamplara gönderilenlerin tamamýnýn gayrimüslimler olduðunu da söylemek isterim. Varlýk Vergisi yasasýnda (1943'te) yapýlan deðiþiklikle mükelleflere borçlarýnýn kalanýný ailelerinin yanýnda çalýþarak ödemeleri koþulu getirildi. 15.3.1944 tarihinde de sona erdi. Zaten artýk devamýna gerek yoktu, istenilen olmuþ, amaca ulaþýlmýþtý. Azýnlýklar iþlerini büyük oranda devretmiþlerdi. Dönemin Ýstanbul Defterdarý Faik Ökte; "Varlýk Vergisi Faciasý" ismiyle yayýmlanan anýlarýnda þunlarý yazýyor. "Varlýk Vergisi, Cumhuriyet tarihinin yüz kýzartan bir sayfasýdýr... Varlýk Vergisi'nde þoven milliyetçiliðin, ýrkçýlýðýn damgasý vardýr...Yan yana iki dükkânda çalýþan, ayný kirayý veren, ayný iþi yapan Müslim ve gayrimüslim iki vatandaþa tahakkuk ettiðimiz vergilerin arasýndaki ölçüsüz fark verginin ilaný günü foyamýzý meydana vurmuþtu... Bu dönemde asýl üzerinde durulacak nokta; Varlýk Vergisi'nin harp dolayýsýyla zaten sarsýntýlara maruz kalan ekonomimizi deprem gibi sarsmasýdýr... Fabrikalarý imalathaneleri durdurarak, ticarethaneleri kapatarak,.. Ya da bu iþlerden anlamayanlarýn ellerine geçirterek, güven ve emniyet havasýný allak bullak ederek, bu düzeni bizzat devlet altüst etmiþtir. Devletin vekar ve haysiyetine vurulan bu darbe dolayýsýyla baþta Baþbakan olmak üzere hepimizin toptan yüce divana sevk edilmeyiþimize hâlâ hayret ederim." Ýstanbul Defterdarý Faik Ökte bunlarý yazýyor. Varlýk Vergisi'nden önce gayrimüslimlerin iþ yaþamlarýný etkileyen baþka bir uygulama daha 76


Kurtuluþ

vardý. 1941 yýlýnýn Mayýs ayýndan itibaren, 2025 yaþýndan 45-50 yaþýna kadar babadan, oðula tüm gayrimüslimleri ani bir kararla "nafýa askerliði" ya da "amele taburlarý" denen, sözde askere aldýlar. Ýþyerlerinden, evlerinden, sokaklardan yakaladýklarýný, kamplarda topladýlar. Kahverengi elbiseler giydirilip, Anadolu'nun her tarafýna yol yapýmý, tünel açma gibi iþler için yollandýlar.52 Tüm bu olup bitenler konusunda 1940'larda Kazým Karabekir þöyle diyordu: "Türk kanýný emen azýnlýklar, bu tehlikeli unsurlar Anadolu'nun münasip yerlerine atýlmalýdýr. Onlardan boþ kalacak kâgir binalara, Türk unsuru oturmalýdýr." Hitler ünlü Kavgam adlý kitabýnda Almanya ve Avusturya'daki Yahudiler için þöyle diyordu: "Para iþleri ve ticaret tamamen onun tekeline geçer: fazla faiz istemesi ve tefeciliði de mukavemet görmeye baþlar. Onun tabii hayasýzlýðý gittikçe artar ve serveti kýskançlýða sebep olur. Yahudi'nin tahrik ettiði antipati açýk nefret hâlini alýr. Böylece ev sahibi ile misafir arasýnda bir uçurum açýlmýþ olur." Türk egemenleri de, týpký Alman büyük sermaye sýnýfý gibi kýskançlýktan bir türlü kurtulmamýþtý. Bütün mesele bu kýskançlýða bütün halký ortak etmekti. Bu da her zamanki gibi büyük "milliyetçilik" söylentileriyle gerçekleþecekti. Bir yandan da sol ve "halkçý" bir jargonla, aþýn kazanç vergilendirilmeliydi. Gittikçe huzursuzluða neden olan ekonomik krizin sorumlularý gayrimüslimlerdi. O hâlde, vurgunculuk devlet eliyle durdurulmalýydý. Ýlk aþamada, gayrimüslimlere ve aþýrý kazancý vergilendirilmesine yönelik kampanya hýzla geliþtirildi. Basýn bu operasyonda kendi rolünü aldý. Örneðin Ahmet Emin Yalman, kimlerin vergilendirilmesi gerektiðini açýk açýk söylüyordu: "Azýnlýklara mensup bir kesim tüccar bahþiþ vermeyi daha iyi bildikleri için... bir nevi kapitülasyonlara sahip bulunuyorlar. Azýnlýklarýn kanun harici muamele görmesi ve vergi kaçýrabilmesi devam ederse, Türk milletinin harici kapitülasyonlarý kaldýrmak için sarf ettiði, emekler, döktüðü kanlar heba olur." Dökülen kanlar heba olmadý ve Þükrü Saraçoðlu'nun "vatansever" çalýþmalarý sonucu Varlýk Vergisi Kanunu 11 Kasým 1942'de oy birliðiyle kabul edildi.53 Toparlarsak: Varlýk Vergisi'nden 13 yýl sonraki 6/7 Eylül Olaylarý ve 1964 göç uygulamasýyla, azýnlýklarýn ülkeleriyle olan baðlarýnýn

zedelenmesine, kopmasýna neden oldu. Beraberinde göçleri getirdi... IV.7-) Mesela 6-7 Eylül 1955! Eski TKP üyesi Sarkis Çerkezyan'ýn, "6-7 Eylül devlet tarafýndan düzenlenmiþ bir provokasyondu,"54 dediði talan harekâtý; sermayenin Türkleþtirilmesi yolundaki bir devlet operasyonuydu... Örneðin, 6-7 Eylül 1955 olaylarý sýrasýnda Yunanistan'ýn Ýstanbul Konsolosu olan emekli büyükelçi Viron Teodoropulos'a göre, dönemin Baþbakaný Adnan Menderes, o günlerde kendisini ziyaret eden Fener Patrikhanesi'nden bir heyete, olaylarýn beþ yýl öncesinden planlandýðýný söylemiþti.55 "6-7 Eylül Olaylarýnýn büyüklüðü asýl, 8 Eylül sabahý fark edildi. Hükümet, yakalanan suçlu sayýsýný 2 bin 57 olarak açýkladý ama bunlarýn bir kýsmý hakkýnda kanýt yoktu.56 Bir süre sonra salýverildiler. Asýl suçlular ise, zaten ortadan kaybolmuþlardý."57 6-7 Eylül 1955 tarihinde baþlatýlan saldýrýlara Kýbrýs'ta Rum-Türk çatýþmasýnýn bahane edildi. Mustafa Kemal'in Selanik'teki evine bomba atýldýðý haberiyle provokasyonun yaratýldýðý olaylar da 16 Rum, bir Ermeni yaþamýný yitirirken, 32 kiþi aðýr yaralandý, 4348 iþyeri, 110 otel, 23 okul, 21 fabrika, 73 kilise ve mezarlýk ile 1000'e yakýn ev tahrip edildi. Devletin açýkladýðý ekonomik zarar ise 69.5 milyon. Eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeþoðlu'nun gazeteci Fatih Güllapoðlu ile yaptýðý bir röportajda, "6-7 Eylül olaylarý Özel Harp Dairesi iþiydi. Ve muhteþem bir örgütlenmeydi. Amacýna da ulaþtý," dediði olaylarý yaþayanlar o günlerin acý izlerini hâlâ atlatamadý... V-) "Sonuç": Empatinin Yitiminine Karþý Geldik bugüne; hani "ikinci tür milliyetçilik"58 kapsamýnda sunularak ötekileþtirilen ve DYP Genel Baþkaný Mehmet Aðar'ýn, "Ben Diyarbakýr'ý vermeye deðil, Musul'u almaya çalýþýyorum" dediði59 "Kürt Meselesi"ne! Bu soru(n) giderek aðýrlaþýrken; geleceðin belirleneceði ekseni oluþturuyor; hem Anadolu'da hem de Ortadoðu'da... Artýk þunun görülmesi gerek; "Yekpare bir Türkiye imkânsýzlaþtý"!60 Klasik T."C" yurttaþý tanýmlarý ve pratiði giderek hükümsüzleþiyor... 77


Kurtuluþ

Bir kez daha altýný çizerek ekleyelim: "Türkiye Türklerindir" anlayýþý bu ülkede yaþayan insanlarý kardeþ yap(a)maz... Görülmesi, kavranmasý gerek: Bu topraklarýn tarihini, farklý dillere, farklý inançlara sahip topluluklarýný, birbirimizle nasýl harmanlandýðýmýzý ve nasýl sorunlar yaþadýðýmýzý genellikle bilmiyoruz. Daha kötüsü merak etmiyor ve bu bilgileri gereksiz görüyoruz. Oysa bu topraklarýn diðer renklerini bilmek, ayný zamanda kendimizi de doðru bilmenin anahtarýný oluþturuyor. Bilmek hem önyargýsýz olmayý hem de empati yapabilmeyi, yani kendimizi onlarýn yerine geçirerek, onlarýn gözüyle de sorunlara bakabilmeyi gerektiriyor. Bunu yapamamanýn bedeli ise, diðer milletlerin isminden hakaret üreten bir þovenizmin aramýzda güçlenerek dolaþabilmesi ve bunun kaçýnýlmaz parçasý olarak kendi yaþam kalitemiz ve güvencelerimizin gün günden azalmasýdýr. Soðukkanlý bir yüzleþmeye girdiðimizde bu noktada almamýz gereken epeyi mesafe olduðu kesin. Ne yazýk ki sadece bizimle de sýnýrlý olmayan bir zaaf bu. Ne yazýk ki dünyanýn tüm halklarýnýn bilgiye yönelme ve empati geliþtirme noktasýnda çok gerilere savrulduðu bir konjonktürde yaþýyoruz. Bu ise gazete haberlerinden bile gördüðümüz gibi dünyamýzý her gün daha da sorunlu hâle getiriyor. Milliyetçilik yükseldikçe sorunlarýmýzla soðukkanlý bir hesaplaþma yapabilme kapasitemizi de yitiriyoruz. Bütün dünyada görüldüðü gibi milliyetçilik ve dincilik geliþtikçe barýþtan, birlikte yaþama kültüründen uzaklaþýyoruz. Biz böyle geriye savruldukça milletlerimiz daha iyi koþullara ulaþamýyor tabii. Tam tersine, dünyayý, dünyaya geldiðimiz kimlikler ekseninde baktýðýmýz ve bu eksende birbirimize karþý önyargýlar yükselttiðimiz oranda hep birlikte daha güvensiz, daha çok sömürülen bir dünyaya mahkûm oluyoruz. Yeri geldi anýmsatalým: Arno Gruen, empatinin yitimini kötülüðün kaynaðý olarak görür; yazara göre soykýrýmýn ve milliyetçiliðin ardýnda yitirilmiþ "empati" duygusu vardýr... Evet, empatinin yitimini her türlü kötülüðün kaynaðýdýr. Saldýrganlýðýn, þiddetin, kitlesel kýyýmýn, soykýrýmýn, ýrkçýlýðýn ve milliyetçiliðin ardýnda hep bu yitirilmiþ bir "empati" duygusu vardýr. Auschiwitz'den Ruanda'ya, El Salvador'dan Kosova'ya, ABD'den Ortadoðu'ya

bütün þiddet alanlarýnda yaþananlarýn içinde bu yitik duygu vardýr... Nedir empati? "Ýçimizdeki insaniyetsizlikle aramýza duvar ören bir engeldir," der kýsaca Gruen ve yitim nedenini de þöyle tarif eder: "Eðer insan, zayýflýk olarak algýlamaya yöneltildiði için kendi acýsýný yaþayamazsa, bu acýyý baþka canlýlarda arama ihtiyacý duyacaktýr. Bu durumda insan kendi yâdsýnmýþ ve bastýrýlmýþ acýsýný yakalamak için baþkalarýný aþaðýlayacak, baþkalarýna iþkence edecek ve hasar verecektir. Ayný zamanda kendi ruhsal hasarýný gizlemek için de bu edimini inkâr edecektir. Ýnkâr, kurban durumunda olaný suçlu hâle getirir ve kurbanlarla suçlularý ayýrt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleþtirir: Kurbanlar suçlu, suçlular da kurban durumunda görülür."61 Evet Adenauer, "Tarih, önüne geçilebilecek, fakat geçilememiþ veya geçilmek istenmemiþ hatalarýn toplamýdýr," sözünde haklýysa, bunun sorumluluðunu yüklenmek zorundayýz. Çýkýþ yolunu, birbiriyle sorunlu toplumlarýn birbirlerini tanýmasýnda aramalýyýz... Bunun için yapýlmasý gerekenlerden kimliklerin dikey bölmesine karþý; eþitlikçi-özgürlük ütopyasýnýn yatay saflaþtýrýcýlýðýnýn enternasyonalist ülkülerine sarýlmaktýr... Bakýn ne der eski (gizli) TKP üyesi Sarkis Çerkezyan; "6-7 Eylül'de çok çektik. Ama bu halkýn çok iyiliðini gördük. Tehcirden kaçýp Karaman daðlarýna çýkan babamý, idam fermaný olmasýna raðmen sakladý Türk köylüsü. Eþimin cenazesine ta Silifke'den geldiler. Ermenistan'a yerleþecektim, býrakýp da gidemedim. Hem haným istemedi hem de 'yoldaþlarým' býrakmadý. Çünkü büyük düþlerimiz vardý..."62 Ýkincisi, "milliyetçilik/ yurtseverlik/ vatanseverlik" her neyse; onlarýn tümüne karþý halklarýn kardeþliðinden/ enternasyonalizmden yana olmaktýr... Üçüncüsü ezen ulustan olanlarýn, muktedirlerin, geleceði tasarlarken; Publius Syrus'un, "Vermesini bilmeyen, istemekte haksýzdýr," sözünü -tarihsel haksýzlýða maruz býrakýlanlarýn pozitif ayrýmcýlýk baðlamýnda- unutmamaktýr... Ve nihayet maðdurlarýn, affetmek üzerine bir kez daha düþünerek, durmadan; Lesbos'lu Pittakos'un, "Affetmek öç almaktan daha güçlüdür," uyarýsýný anýmsamak ve anýmsatmaktýr...

78


Kurtuluþ

1- 73 þairin Hýrant Dink için yazdýðý "Yetimler Aðýdý"ndan... 2- Hasan Bülent Kahraman, "Beyaz, Siyah, Gri Türkler ve Milliyetçilik", Radikal Ýki, 4 Mart 2007, s.5. 3- Baskýn Oran, Lozan Anlaþmasý'nda herhangi bir cemaat ismi zikredilmediðine ve T."C"nin bunu, "azýnlýklar" kapsamýna Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerini dâhil edecek tarzda yorumlayarak Süryani, Keldanî vb. gruplarý anlaþma kapsamý dýþýnda býraktýðýna dikkat çeker. (Baskýn Oran, Küreselleþme ve Azýnlýklar, Ankara, Ýmaj Yayýnlarý, 2001, ss.155-156.) 4- Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azýnlýklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, Ýstanbul: Donkiþot Yayýnlarý, 2001, s.11.) 5- Zehri Ýnanç (der.), Uluslar arasý Belgelerde Azýnlýk Haklarý, Ütopya Yayýnlarý, Ankara, 2004, ss.17-18. 6- Bu altkomisyonun adý, 1999'a dek "Ayýrýmcýlýðýn Önlenmesi ve Azýnlýklarýn Korunmasý Alt komisyonu" idi. 7- Akt. Ýnanç, agy. s.20. 8- Conrad P. Kottak, "ABD'de kadýnlar, Güney Afrika'da siyahlar sayýca çoðunluðu oluþturmakla birlikte gelir, yetke ve iktidar açýsýndan azýnlýktýrlar," diyor. "1992'de Müslüman olan etnik Arnavutlar, eski Yugoslavya'nýn bir bölgesi olan (þimdiki Sýrbistan ve Karadað) Kosova'da sayýca büyük çoðunluðu oluþturmalarýna karþýn (nüfusun yüzde 90'ý), siyasal azýnlýktý." (Conrad P. Kottak, Antropoloji: Ýnsan Çeþitliliðine Bir Bakýþ, Ütopya Yayýnlarý, Ankara, 2002, s.63.) 9- Sebastian Herkommer ve Max Koch, "The 'Underclass': A Misleading Concept and a Scientific Myth? Poverty and social exclusion as challanges to theories of class and social structure". Social Exclusion in Europe-Problems and Paradigms; P. Littlewood, I. Glorieux, S.Herkommer ve I. Jönsson (eds.) Hants (Ýngiltere) ve Vermont (ABD), Ashgate, 1999, ss.102-103. 10- Bu ifade, BM'nin benzeri çeþitli bildirgelerinde yer almaktadýr. Örneðin 1976'da ilan edilen "Halklarýn Haklarý Evrensel Bildirgesi"nin "azýnlýk haklarý"ný düzenleyen 6. Kýsmýnda "(belirtilen) haklarýn bir bütün olarak topluluðun meþru çýkarlarý gözetilerek uygulanmasý" gerektiði vurgulanmakta ve "devletin teritoryal bütünlüðü ve siyasal birliðine bir saldýrýyý meþru kýlmayacaðý"nýn (md. 21) altý çizilmektedir. ["Déclaration universelle des droits des peuples", P. Bercis, Guide des droits de l'homme, La conquête des libertés, Hachette, Paris, 1993, s.225.] 11- Alcida Rita Ramos, "Cutting through State and Class: Sources and Strategies of Self-Representation in Latin America" Indigenous Movements, Self-Representation and the State in Latin America, Kay B. Warren ve Jeane E. Jackson (der.) Austin: University of Texas Press, 2002, ss.252-253. 12- "Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azýnlýklara Mensup Kiþilerin Haklarý Bildirgesi", Ýnanç, a.y. içinde, s.65. 13- Ýnanç, a.y. s.67. 14- Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, Ýnkýlâp Kitabevi, 1993. 15- http://www.etymonline.com/in 16- Caner Fidaner, "Akdeniz mi, Ege mi?", Radikal Ýki, 7 Ocak 2007, s.10. 17- Oktay Sönmez, Cumhuriyet, "Karadeniz'de Yaþayanlar-1", 23 Ekim 2001, s.2. 18- Oktay Sönmez, Cumhuriyet, "Karadeniz'de Yaþayanlar...-2", 24 Ekim 2001, s.2. 19- Celal Baþlangýç, "Toprak Ýnsanýný Çaðýrdý", Radikal, 29 Aðustos 2005, s.7. 20- Cemil Koçak, Umûmi Müfettiþlikler (1927-1952), Ýletiþim Yay., 2003. 21- Ý. Gürþen Kafkas, "Uydurma 'Süryani Soykýrýmýna' Tepki", Cumhuriyet, 4 Kasým 2006, s.17. 22- Tevfik Ünaydýn, "Soykýrýma Uðrayanlar Türklerdir", Cumhuriyet, 3 Haziran 2002, s.2. 23- Hasan Cemal, "Soykýrým Diyen Tarihçiler Artýyor", Radikal, 25 Nisan 2005, s.6. 24- Halil Berktay, "1915'i Yeniden Düþünmek", Radikal, 27 Nisan 2004, s.9. 25- Rauf Orbay'ýn Hatýralarý, Yakýn Tarihimiz, Cilt: 3, s.179. 26- Bilal Þimþir, British Documents on Atatürk, Volume:I, Ankara 1973, s.171. 27- Kazým Karabekir, Ýstiklal Harbimiz, s.707. 28- Atatürk'ün TBMM Açýk ve Gizli Oturumlarýndaki Konuþmalarý, Cilt: I, s.59. 29- Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt:3, Vesikalar, Vesika 141-142, s.164-166. 30- Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt:3, Vesika 159-160, s.193-194. 31- Taner Akçam, "Ermeni Tabusu ve Mustafa Kemal", Binyýl Pazar, 8 Ekim 2000, s.11. 32- M. Ali Çelebi, "Büyükanýt, Ermeni Jenosidi Tasarýsý ve Nalbantlar", Gündem, 19 Þubat 2007, s.11. 33- Soner Yalçýn, "Çankaya Köþkü'nün Ýlk Sahibi Ermeni'ydi", Hürriyet, 25 Mart 2007, s.21. 34- "Mesrob II'den Tarihi Eleþtiri: Al Türk Milliyetçiliðini, Vur Ermeni Milliyetçiliðine", Milliyet, 10 Mart 2007, s.14. 35- Alev Coþkun, "Karadeniz'de Rum Çeteleri", Cumhuriyet, 16 Kasým 2006, s.9. 36- "Çalýþma alanýný Rize'den Ordu'ya kadar yaygýnlaþtýran Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Rumlara karþý "silahlý savunma"ya yöneldi. Bu amaçla ilk aþamada motorcu ve kayýkçýlar örgütlendi ve silahlandýrýldý. Yörenin sözü geçen ailelerinden Serdaroðullarý Akçaabat'ta; Tuzcu ve Mataracýoðullarý Rize-Hopa dolaylarýnda, Sarýalioðullarý ve Çakýroðullarý Of'ta kendi adamlarýný silahlandýrdýlar. Rumlarýn en etkin olduðu Giresun'da ise kendi baþýna çete kurmuþ olan kayýkçý Topal Osman, derneðe katýldý ve Rumlara karþý ciddi hizmetler gördü." (Alev Coþkun, "Pontus'un 'Çoðunluk' Giriþimi", Cumhuriyet, 17 Kasým 2006, s.9.) 37- Mustafa Kemal, Söylev, sadeleþtiren H.V. Velidedeoðlu, Cumhuriyet Kitaplarý, s.303-305

79


Kurtuluþ

38- Yahya Koçoðlu, "Gayrimüslim Hayatlar...(6)", Radikal, 31 Ocak 2003, s.4. 39- Ýsmail Esmeray, "Babam Ýsrail'e Göçü Reddetti", Hürriyet, 22 Ocak 2005, s.14. 40- Miyase Ýlknur, "Gayrimüslimler Tek Tek Fiþlendi", Cumhuriyet, 8 Eylül 2005, s.6. 41- Emelia Pandelara, "Gayrimüslim Hayatlar...(5)", Radikal, 30 Ocak 2003, s.4. 42- Yahya Koçoðlu, "Gayrimüslim Hayatlar...(1)", Radikal, 28 Ocak 2003, s.4. 43- Yahya Koçoðlu, "Gayrimüslim Hayatlar...(4)", Radikal, 29 Ocak 2003, s.4. 44- Yahya Koçoðlu, "Gayrimüslim Hayatlar...(7)", Radikal, 1 Þubat 2003, s.4. 45- Yahya Koçoðlu, "Gayrimüslim Hayatlar...(2): Eðer Biz Bulgursak Siz Yaðsýnýz", Radikal, 27 Ocak 2003, s.4. 46- Kostas Ferris, Ýki Gözüm Marika'm Rebetiko, çev: Fulyo Koçak, Literatür Yay., 2005. 47- Mehmet Ali Gökaçtý, Nüfus Mübadelesi: Kayýp Bir Kuþaðýn Hikâyesi, Ýletiþim Yay., 2. baský, 2003. 48- Berat Günçýkan, "Mübadelenin 80. Yýlýnda Savaþa Hayýr", Cumhuriyet, 30 Ocak 2003, s.7. 49- Kevser Can, "Lozan ve Mübadilleri", Radikal Ýki, 26 Kasým 2006, s.9. 50- Ozan Yayman, "Benim Giritli Limon Aðacým Seni Nerelere Dikeyim", Cumhuriyet Hafta Sonu, 27 Ocak 2007, s.6. 51- Yervant Özuzun, "Ayrýmcý Uygulamalar ve Sonuçlarý", Radikal Ýki, 17 Kasým 2002, s.4. 52- Yervant Özuzun, "Tamam Azýnlýk Biziz!", Radikal Ýki, 14 Kasým 2004, s.4. 53- Pýnar Selek, "Varlýk Vergisi ya da Kan Vergisi...", Ülkede Özgür Gündem, 6 Nisan 2005, s.8. 54- Yüksel Genç-Talip Kaynar, "Çerkezyan: Canýmýzý Aldýlar Malýmýzý Yaðma Ettiler", Ülkede Özgür Gündem, 7 Eylül 2006, s.4. 55- "Atina: 6-7 Eylül Planý Beþ Yýllýk", Radikal, 7 Eylül 2005, s.5. 56- Aziz Nesin, Hasan Ýzzettin Dinamo, Dr. Müeyyet, Can Boratav, Dr. Hulusi Dosdoðru, Dr. Nihat Sargýn, Kemal Tahir, Asým Bezirci, Faik Muzaffer Amaç, Aslan Kaynardað, Ýlhan Berktay gibi çok sayýda solcu olarak bilinen sanatçý, yazar gözaltýna alýndý. Daha sonra Ýstanbul Aðýr Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, sanýklar "delil yetersizliðinden" beraat ettiler. (Hatice Tuncer, "Olaylar DP'nin Kýþkýrtmasýydý", Cumhuriyet, 6 Eylül 2005, s.9.) 57- Altan Öymen, "Bu Olay Unutulmamalý", Radikal, 7 Eylül 2006, s.9. 58- J. Leca, Uluslar ve Milliyetçilik, çev: Siren Ýdemen, Metis Yay. 59- "Aðar'ý Tutabilene Aþkolsun!", Radikal, 14 Mart 2007, s.7. 60- Yunus Sözen, "Avrupa Birliði Sürecinde Kemalizm", Radikal Ýki, 4 Þubat 2007, s.8. 61- Arno Gruen, Empatinin Yitimi, Çev: Ýlknur Ýgan, Çitlembik Yayýnevi, 2007. 62- Sarkis Çerkezyan, "Annem Baþörtüsü Taktý, Türk Sandýlar", Radikal, 7 Eylül 2005, s.4.

80


dosya azýnlýklar

Sevr’den Lozan’a

Türkiye’nin Ulusal Azýnlýk Sorunu "Türkiye, yeni sýnýrlarýnýn saptanmasý için ulusal topluluklar ilkesinin uygulanmasýný kabul ettiðini bildirir. Uluslarýn kendi yazgýlarýna özgürce egemen olmak hakký Uluslararasý hukukça kesin bir ilke düzeyine yükseltilmiþtir. " (Osmanlý Hükümeti, 16 Temmuz 1920)

S

evr Antlaþmasý esas olarak savaþýn galipleri tarafýndan savaþýn maðluplarýna dayatýlan bir paket anlaþmadýr. Bu nedenle savaþa katýlýp da yenilen bütün devletlere imzalattýrýlmýþtýr. Osmanlý Ýmparatorluðu da Almanya'nýn yanýnda savaþa katýlarak yenilen devletlerden biri olduðu için baðlýyýcý bir mahiyettedir. Resmi tarih Sevr'in sadece Osmanlý Ýmparatorluðu'nun paylaþýmýna yönelik bir antlaþma olduðunu gösterme çabasýndadýr. Oysa bu antlaþma esas olarak emperyalistler tarafýndan dünyanýn yeniden paylaþýlmasý ve ulus devletlerin sýnýrlarýnýn yeniden çizilmesidir. Bu dünya birinci paylaþým savaþýndan savaþýn galibi olan çýkan Ýngiltere ayný zamanda yeni emperyalist bloðun da liderliðini üstlenmiþtir. Bunun farkýnda olan hem diðer emperyalist güçler ve hem de savaþta bir þekilde taraf olan diðer tüm ülkeler, savaþ sonrasýnýn ortaya çýkardýðý sorunlarýný Ýngiltere ile çözmek

Þaban Ýba 81


Kurtuluþ

zorunda olduðunun bilinciyle davranmýþtýr. Son olarak bu antlaþma bir dünyadaki bir bloklaþmayý, baþka bir ifadeyle Rusya'da gerçekleþen Ekim Devrimi nedeniyle baþlayan dünyada baþlayan yeni bir ayrýþma ve saflaþmanýn yarattýðý bir dönemin özgün koþullarýný belirlemiþtir. Kemalistler bu Antlaþmayý Türkiye'nin bölünmesi ve parçalanmasý olarak ilan etmiþler ve bu anlayýþ günümüze kadar devam eden Türk milliyetçiliðinin ve resmi ideolojinin en önemli argümanlarýndan birini oluþturmuþtur. Oysa ortada Birinci Dünya Emperyalist Savaþý'na katýlmýþ ve savaþtan yenilgiyle çýkmýþ bir imparatorluk vardýr. Çaðýný tamamlayarak yýkýlmasý kaçýnýlmaz hale gelen Osmanlý Ýmparatorluðu bu baðlamda savaþýn iki imparatorluðundan (diðeri de Çarlýk Rusya) biridir. Dünyayý yeniden paylaþmak için savaþan batýlý emperyalist bloklarýn en zayýf halkalarýný oluþturan bu iki Doðulu imparatorluktan birinde gerçekleþen devrim, hem savaþýn kýsa zamanda bitmesine yol açmýþ ve hem de dünya tarihinde yeni bir dönem baþlatmýþtýr. Ýkincisi, çok uluslu karakteriyle ötekine benzeyen yanlarý olan Osmanlý Ýmparatorluðu ise, parçalanarak daðýlmýþ ve yerine Mondros Mütarekesi'nin çizdiði sýnýrlar için kalan coðrafyada Türkiye Cumhuriyeti devleti ikame edilmiþti. Bu da, Türk ve Ýslam anlayýþý temelinde geliþen Kemalist Türk milliyetçiliðinin Osmanlý devletinin çok uluslu karakterini ortadan kaldýrarak egemen ulus ve devlet anlayýþýyla üniter bir devleti ikame etme þeklinde olmuþtu. Kemalistler bu amaçlarýna ulaþmak için kendi anlayýþlarýna aykýrý olan her türlü düþünceyi ya provoke etmiþler ya da onu bir þekilde yok etmeye çalýþmýþlardý. Sevr Antlaþmasýyla yapýlmak istenilen bu sonun yarattýðý siyasal ve toplumsal sorunlarýn çözümü için gereken ulusal, sýnýfsal, etnik, kültürel ve dinsel inisiyatiflerdi. Ýmparatorluðun bu yeni koþullarýnda kuþkusuz, Saltanatýn ve Halifeliðin devamýndan yana olanlar bu olayý "600 yýllýk bu imparatorluðun parçalanmasý ve bölünmesi" olarak deðerlendirecekler ve her þeye raðmen bu devletin devamý için savaþýn galipleriyle uzlaþmadan(onlarýn sunduðu dayatmalarý kabul etmekten) kaçýnmayacaklardý. Ýmparatorluðu savaþa sokarak onun sonunu hazýrlayan ve ayný zamanda konumunda olan bir partinin (Ýttihat ve Terakki Partisi) asker ve sivil kadrolarý, en örgütlü güç olmalarýnýn da avantajýyla devletin yeni bir ideolojik perspekti-

fle (Cumhuriyetçilikle) devam ettirilmesine çalýþacaklardý. Yüzyýllardan beri imparatorluða baðlý uluslarý oluþturan Yunanlýlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Kürtler, Araplar, Rumlar, Ermeniler vb. uluslarýn kimi savaþýn galiplerinin desteðiyle ve onlarla iþbirliði halinde, kimi kendi ulusal dinamikleriyle kendi kaderlerini tayin etmek için yoðun çabalar içine girmiþlerdi. Osmanlý Ýmparatorluðu'nun parçalanma veya bölünme hali üzerine yapýlan deðerlendirmelerin onu oluþturan uluslarýn konumlarýna göre deðiþiklik gösterebileceði aþikardý. Sözgelimi Türkler kendi ayak izlerini takip ederek eski sýnýrlarý kaybetmenin verdiði refleksle bölünmeyi bir tür küçülme olarak algýlarken; Ermeniler ve Kürtler kendi iradeleri dýþýnda sýnýrlarýn yeniden çizilmesi sürecini kendi vatanlarýnýn bölündüðü þekelinde deðerlendirmeleri doðal bir durumdu. Rumlar'ýn bin yýlardan beri yaþadýklarý vatanlarýndan sürüldüklerini, Araplarýn emperyalistler tarafýndan çizilen "cetvel devletlere" sahip olduklarýný, Çerkezlerin eski topraklarýna dönemediklerini, Asurilerin benzer bir akýbete maruz kaldýklarýný vb. sorunlarýn bu süreçte dillendirmeleri de doðaldý. Ya da imparatorluðu oluþturan Müslüman ve gayrimüslüm olanlarýn dinsel ve kültürel farklýlýklarý yeni koþullarda farklý reflekslere dönüþmesi de normal bir durumdu. Türkiye'de yaþanýlanlarýn özgün bir durum deðildi. Benzer durumda olan ve bir dünya savaþýna katýlarak yenilgiyle çýkmýþ bütün eski devletlerde de yaþanmaktaydý. Çünkü bütün bunlar emperyalistler tarafýndan dünyanýn yeniden paylaþýldýðý ve dünyanýn sýnýrlarýnýn yeniden çizildiði bir dönemde gerçekleþiyordu. 1-Sevr Antlaþmasý ve Azýnlýklar Osmanlý Devleti'nin Müttefik Devletlerle 10 Aðustos 1920 tarihinde imzaladýðý Sevr Antlaþmasý, "13 Bölüm" ve her bölümün çok sayýda "Kýsým" ve her kýsmýn "Kesim"lerini kapsayan, toplam 424 maddeden oluþan bir Antlaþma metniydi. Birinci Bölüm, "Milletler Cemiyeti Misaký'ný (Sözleþmesi) oluþturmaktadýr. Bu bölümde, o zamanlar merkezi Cenevre'de kurulan Milletler Cemiyeti'nin 26 maddelik sözleþmesinin ana hükümleri yer almaktadýr. Bu hükümler arasýnda konumuzu ilgilendiren 22. madde þöyledir: "Savaþtan sonra, daha önce kendilerini yöneten Devletlerin egemenliðine baðlý olmaktan çýkmýþ 82


Kurtuluþ

ve çaðdaþ dünyanýn özellikle güç koþullar altýnda kendi kendilerini yönetme yeteneðinden henüz yoksun haklarýn oluþturduðu sömürgelere ve ülkelere þu ilkeler uygulanýr: Bu halklarýn gönençleri ve geliþmeleri kutsal bir uygarlýk görevidir ve bu görevin yerine getirilmesi için iþbu Misak'a güvenceler konulmasý gerekir. Bu ilkenin uygulanmada gerçekleþtirilmesi için en iyi yöntem, bu halklarýn korumanlýðýný (vesayetini), kaynaklarý, görgüler ya da coðrafya durumlarý bakýmýndan, bu sorumluluðu yüklenmeðe en elveriþli bulunan ve bunu kabule razý olan uluslara emanet etmektedir. Bunlar, bu mandat'yý mandataire sýfatýyla ve Cemiyet adýna yapacaklardýr. Mandaterliðin niteliði, halkýn geliþme derecesine, ülkenin coðrafya durumuna, ekonomik koþullarýna ve buna benzer bütün öteki durumlara göre deðiþik olmasýný gerektirmektedir. Eskiden Osmanlý Ýmparatorluðu'na baðlý bulunan kimi toyluklar, kendi kendilerini yönetmeye yetenekli olacaklarý zamana kadar, yönetimlerine bir mandataire'in öðütleri ve yardýmý kýlavuz olmak koþuluyla, baðýmsýz uluslar olarak varlýklarý geçici nitelikte tanýnabilecek bir geliþme düzeyine eriþmiþlerdir. Mandatair'in seçilmesinde, her þeyden önce, bu topluluklarýn dilekleri göz önünde tutulmalýdýr."1 Erzurum Kongresinden itibaren Türk ulusal hareketinin de gündeminde bulunan ve imparatorluðu oluþturan Ermeni, Rum, Arap, Kürt, Asuri vb. uluslarýn manda talebi ve müttefik devletlerin mandaterlik konumlarý bu maddeye göre düzenlenmiþti. Ýkinci Bölüm, "Türkiye'nin Sýnýrlarý"ný, Üçüncü Bölüm "Siyasal Hükümleri" kapsýyordu. Bu bölümün Üçüncü Kesimi, Kürdistan baþlýðýný taþýyordu. Bu Kesim'deki 62, 63 ve 64.maddeler Kürdistan'la ilgili hükümleri kapsýyordu. Ayrýca Altýncý Kesim, Ermenistan, Yedinci Kesim'de Suriye, Irak ve Filistin baþlýðýný taþýyordu. Konumuzla baðlantýlý olduðu için bu Kesimin Ermenistan ile Irak ve Suriye hükümlerini özetlememiz gerekmektedir. Ermenistan'la ilgili olan hükümler 88-93 maddeleri kapsamaktadýr. Diðer bölümlerde irdelediðimiz gerek Türkiye'nin ve gerekse Ermenistan'ýn ABD mandaterliði ve daha da önemelisi Kuzey Kürdistan'ýn sýnýrlarýnýn belirlenmesi konusundaki tartýþmalarýn daha iyi anlaþýlmasý için Ermenistan'la ilgili olan bu maddelerin de özetlenmesi gerekmektedir. Bunlardan 4 madde önemlidir, diðer maddel-

er ise bu maddelere iliþkin detaylarý içermektedir. Söz konusu maddeler þöyledir: "Madde: 88 -Türkiye, öteki Müttefik Devletlerin yapmýþ olduklarý gibi, Ermenistan'ý özgür ve baðýmsýz bir Devlet olarak tanýdýðýný bildirir." "Madde: 89 -Öteki Batýlý Yüksek Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis illerinde (Vilayetlerinde), Türkiye ile Ermenistan arasýndaki sýnýrýn saptanmasý iþini ABD Baþkaný'nýn hakemliðine sunmayý ve bu konudaki kararýn olduðu kadar, Ermenistan'ýn denize çýkýþý ile sözü geçen sýnýra bitiþik bütün Osmanlý topraklarýnýn askersizleþtirilmesine iliþkin ileri sürebileceði bütün hükümleri kabul etmeyi karalaþtýrmýþlardýr." "Madde: 90 -89.madde uyarýnca sýnýr saptanmasý, sözü geçen Ýller (Vilayetler) topraklarýnýn tümünün ya da bir kesiminin Ermenistan'a aktarýlmasýna yol açacak olursa, Türkiye aktarýlan toprak üzerindeki bütün haklarýndan ve sýfatlarýndan, karar tarihinden baþlamak üzere geçerli olarak, vazgeçtiðini þimdiden bildirir. Ýþbu antlaþmanýn Türkiye'den ayrýlan topraklara uygulanacak hükümleri, o andan baþlayarak, bu topraklara da uygulanacaktýr." "Madde: 91 -89.maddede belirtilen topraðýn bir kesimimin Ermenistan'a aktarýlmasý durumunda, sözü geçen maddede öngörülen karardan sonra üç ay içinde, Ermenistan ile Türkiye arasýnda, bu kararýn ortaya çýkaracaðý sýnýr toprak (arazi) üzerinde çizmek için kuruluþ biçim daha sonra saptanacak, bir Sýnýrlandýrma Komisyon kurulacaktýr."2 Yedinci Kesim'deki Suriye ve Irak'la ilgili maddeler de þöyledir: "Madde:94 -Baðýtlý Yüksek Taraflar, kendi baþlarýn yaþacak duruma gelinceye kadar, bir mandaterin öðütleri ve yardýmý yönetimlerine yön vermek koþuluyla I.Bölümün 22.maddesinin 4.paragraf uyarýnca, Suriye ile Mezopotamya(Irak)'nýn baðýmsýz Devlet olarak geçici tanýnmalarý konusunda karara varmýþlardýr. "Ýþbu Antlaþmanýn yürürlüðe girmesinden baþlayarak on beþ gün içinde, 27.maddenin II/2.ve 3. fýkralarýnda tanýmlanan sýnýr çizgisini toprak (arazi) üzerinde saptamak üzere bir Komisyon kurulacaktýr. Bu Komisyon, Fransa, Ýngiltere ve Ýtalya'nýn her birince atanacak üç üye ile, Türkiye'nin atayacaðý bir üyeden olacaktýr. Bu Komisyona, gereðine göre, Suriye ili 83


Kurtuluþ

sýnýra iliþkin olarak Suriye'nin bir temsilcisi, Irak ile sýnýra iliþkin olarak Irak'ýn bir temsilcisi yardýmcý olacaktýr. Adý geçen devletlerin öteki sýnýrlarý ile Mandetaire'in seçimi, Baþlýca Müttefik devletlerce saptanacaktýr."3 Dördüncü Bölüm "Azýnlýklarýn Korunmasý" baþlýðýný taþýyordu. Bu bölüm 140-151 maddelerini kapsayan bu bölümün konumuzu ilgilendiren bazý maddeleri de þöyleydi: "Madde: 140 -Türkiye, 141., 145. ve 157. maddelerin kapsadýðý hükümlerin temel yasalar olarak tanýnmasýný ve hiçbir yasanýn, hiçbir tüzüðün ve hiçbir Padiþah Buyruðu'nun ya da resmi iþlemin, bu hükümlere aykýrý ya da bunlarla çeliþir olmamasýný, hiçbir yasanýn, hiçbir tüzüðün, hiçbir Padiþah Buyruðu'nun ve hiçbir resmi iþlemin söz konusu hükümlerden üstün sayýlmamasýný yüklenir. "Madde: 141 -Türkiye, Türkiye'de oturan herkesin, doðum, bir ulusal topluluktan olmak, dil, soy ya da din ayrýmý, yapýlmaksýzýn, yaþamlarýný ve özgürlüklerini korumayý, tam ve eksiksiz olarak saðlamayý yükümlenir. "Türkiye'de oturan herke, her inancýn, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açýkta ister özel olarak, özgürce yerine getirme hakkýna sahip olacaktýr. "Yukarýdaki paragrafta öngörülen hakkýn özgürce yerine getirilmesine karþý herhangi bir saldýrý, ilgili mezhep hangisi olursa osun, ayný cezalarla cezalandýrýlacaktýr. "Madde: 145 -Bütün Osmanlý uyruklarý, yasa önünde eþit olacaklar ve soy, dil ya da din ayrýðý gözetilmeksizin ayný yurttaþlýk (medeni) haklarýyla siyasal haklardan yararlanacaktýr. "Soy, din, inanç ya da mezhep ayrýðý, hiçbir Osmanlý uygununun yurttaþlýk haklarýyla(medeni haklarýyla) siyasal haklardan yararlanmasýna, özellikle kamu hizmetlerine ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlandýrma ya da çeþitli mesleklerde ve iþ kollarýnda çalýþma bakýmýndan, bir engel sayýlmayacaktýr. "Madde: 147 -Soy, dil ya da din bakýmýndan azýnlýklardan olan Osmanlý uyruklarý, hem hukuk bakýmýndan hem de uygulamada, öteki Osmanlý uyruklarýyla ayný iþlemlerden ve ayný güvencelerden yararlanacaklardýr. Bunlarýn, özellikle, baðýmsýz olarak ve Osmanlý makamlarý hiçbir biçimde karýþmaksýzýn, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayýr kurumlarýyla, dinsel ya da sosyal kurumular, ilk, orta

ve yüksek okullarla, baþka her çeþit öðretim kurumlarý -buralarda kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini özgürce uygulamak hakkýna da sahip olarak- kurmak, yönetmek ve denetlemek konularýnda eþit hakka sahip olacaklardýr." 4 2-Sevr Antlaþmasý'nýn Kürdistan Maddeleri Ermeniler ile Rumlarýn konumlarý "azýnlýklar" olarak ele alýnmýþ ve yeni demokratik hak ve özgürlükleri belirlenmiþ olmasýna karþýn, Kürtlerle ilgili hükümler bu düzeyde bile ele alýnmamýþ ve karmaþýk süreçler içinde sonu belirsiz çözüm yöntemleri uygulanmýþtýr. Daha doðrusu bu sorun o günkü tarihsel koþullar içerisinde emperyalistler tarafýndan çözümsüz býrakýlmýþtýr. Ancak her þeye karþýn Sevr Antlaþmasý'nýn Kürdistan'la ilgili bu maddeleri Kürtler açýsýndan bazý tarihsel önemde olgular da yaratmýþtýr. Bu baðlamda ve birinci olarak, Kürtler ilk kez uluslar arasý bir platformda kendi ulusal kimlikleri ve temsilcileri ile yer almýþlardýr. Ýkincisi Kürt sorunu ilk kez uluslar arasý bir platformda tartýþýlmýþ ve tarihsel olarak belgelenmiþtir. Üçüncüsü de, Sevr Antlaþmasý ayný zamanda Kürdistan'ýn bölünmesinin de resmi bir belgesi olmuþtur. Çünkü Sevr'de tanýmlanan sýnýrlar Lozan'da onaylanmýþtýr. Sevr Antlaþmasý'nýn "Siyasal Hükümler" baþlýðýyla hazýrlanan Bölüm-III'ün, Kesim-III'ü "Kürdistan" baþlýðýyla hazýrlanmýþtý. Bu kesimin Kürdistan'la ilgili 62. 63. ve 64.maddeleri þöyleydi: "Kürdistan "Madde: 62- Fýrat'ýn doðusunda, ileride saptanacak Ermenistan'ýn güney sýnýrýnýn güneyinde ve 27.maddenin II/2. ve 3. fýkralarýndaki tanýma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sýnýrýnýn kuzeyinde, Kürtlerin sayýca üstün bulunduðu bölgelerin yerel özerkliðini, iþbu Antlaþmanýn yürürlüðe konulmasýndan baþlayarak altý ay içinde, Ýstanbul toplanan ve Ýngiliz, Fransýz ve Ýtalyan hükümetlerinden her birinin atadýðý üç üyeden oluþan bir Komisyon hazýrlayacaktýr. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliði oluþamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince baðlý olduklarý hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azýnlýklarýn korunmasýna iliþkin tam güvenceleri de kapsayacaktýr; bu amaçla, Ýngiliz, Fransýz, Ýtalyan, Ýran'lý ve Kürt temsil84


Kurtuluþ

cilerden oluþan bir Komisyon incelemelerde bulunmak ve iþbu Antlaþma uyarýnca, Türkiye sýnýrýnýn Ýran sýnýrý ile birleþmesi durumlarýnda, Türkiye sýnýrýnda yapýlmasý gerekebilecek düzeltmeleri kararlaþtýrmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir. "Madde: 63- Osmanlý hükümeti, 62.maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarýný, kendisine bildirildiðinden baþlayarak üç ay içinde kabul etmeði ve yürürlüðe koymaðý þimdiden yükümlenir. Madde: 64- Ýþbu Antlaþmanýn yürürlüðe konuþundan bir yýl sonra, 62. maddede belirlenen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoðunluðunun Türkiye'den baðýmsýz olmak istediklerini kanýtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyi'ne baþvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bu baðýmsýzlýða yetenekli olduðu görüþüne varýrsa ve bu baðýmsýzlýðý onlara tanýmayý Türkiye'ye salýk verirse, Türkiye, bu ögütlemeye (tavsiyeye) uymaðý ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarýndan ve sýfatlarýndan vazgeçmeði, þimdiden yükümlenir. "Bu vazgeçmenin ayrýntýlarý Baþlýca Müttefik Devletlerle Türkiye arasýnda yapýlacak özel bir sözleþmeye konu olacaktýr. "Bu vazgeçme gerçekleþirse ve gerçekleþeceði zaman, Kürdistan'ýn þimdiye dek Musul Ýlinde (Vilayetinde) kalmýþ kesiminde oturan Kürtlerin, bu baðýmsýz Kürt Devletine kendi istekleriyle katýlmalarýna, Baþlýca Müttefik Devletlerce hiçbir karþý çýkýþta bulunulmayacaktýr."5 Antlaþmanýn bir Kesim'ini oluþturduðu için birbirleriyle baðlantýlý olarak hazýrlanan bu maddelerin yazýlýþ tarzý karmaþýktý ve ilk kez okunduðunda bile zor anlaþýlýyordu. Bu þekilde yazýlmasýnýn nedeni, maddelerin yoðun tartýþmalarýn sonunda bir uzlaþma metni haline gelmesi ve sorunun süreç içerisinde ve belirli aþamalar halinde çözümlenmesiydi. Daha doðrusu sorunun stratejik öneminden dolayý Müttefikler arasýndaki görüþ ayrýlýklarý, özellikle Ýngiltere'nin tavrýný geliþmelere göre ve süreç içerisinde netleþtirmesi; Kürtler arasýndaki farklýlýklar ve Kemalistlerin çözümü engellemeye yönelik çabalarý vb. geliþmeler çözümün sürüncemede kalmasýna yol açmýþtý. Bu nedenlerden dolayý 62, 63 ve 64. maddelerdeki tanýmlanan unsurlarý daha anlaþýlýr kýlmak için ayrýþtýrarak yorumlama ihtiyacý vardýr. Bu baðlamda 62.madde;

1- Bu maddelere göre öngörülen Kürt özerk bölgesi, kuzeyde ve daha sonra kararlaþtýrýlacak olan Ermenistan (bu sýnýrýn belirlenmesi görevi ABD baþkaný Wilson'un hakemliðine býrakýlmýþtý), doðuda Ýran, güneyde Suriye ile Irak sýnýrlarý arasýnda belirlenen küçük bir alaný kapsýyordu. Zira Antlaþmanýn 89.maddesine göre Wilson tarafýndan belirlenmiþ olan Ermenistan sýnýrý Bitlis, Þýtak, Muþ, Erzincan, Gümüþhane, Tirebolu'yu içine almýþtý. Antlaþmanýn 27/II paragrafýna göre güneyde Urfa, Antep, Birecik, Mardin Suriye'ye; 27/III paragrafýna göre Musul vilayeti de Irak'a; 27/III paragrafýna göre doðuda Türkiye-Ýran ile kuzey doðuda Türkiye-Rusya arasýnda eski sýnýrlar kabul edilmiþti. Güneyde ise Musul vilayeti Kürdistan sýnýrlarý içinde sayýlmakla birlikte, ancak baðýmsýz bir Kürt devleti kurulduðunda ve halký isterse kendi istekleriyle katýlmalarýný öngörüyordu. Böylelikle, öngörülen Kürt özerk bölgesi Siirt ve Hakkari'yi içine alan son derece küçük bir alaný kapsýyordu. 2- Kürtlerle Ermeniler arasýnda en önemli sorun olan sýnýr, Ermenistan devletinin kurulmasý ve ABD'nin mandaterliðini kabul etme koþuluna baðlý hale getirilmiþti. Dolayýsýyla bu þartlar gerçekleþmediði takdirde ABD Baþkaný Wilson tarafýndan çizilmiþ olan ve Kemalistlerin kontrolünde bulunan Ermenistan sýnýrý içinde kalan yerlerin Kürtlere verilmesi söz konusu deðildi. 3-Sýnýrlarý çizilmeye çalýþýlan bu küçük bölge "halkýnýn çoðunluðu Kürt olan bölgeler" olarak tanýmlanmýþ olmasýna raðmen, öngörülen þey esas olarak "yerel özerklik" planýydý. Bu plan, Süryani-Keldaniler yanýnda bölgedeki diðer etnik ve dinsel topluluklar için güvenceleri de içeriyordu. Bu amaçla, Ýngiliz, Fransýz, Ýtalyan, Ýran ve Kürt temsilcilerinden oluþan bir Komisyon yerinde incelemelerde bulunarak bir durum tespiti yapacaktý. 4- Bu "yerel özerklik planýný" hazýrlamak için Ýngiltere, Fransa ve Ýtalya hükümetlerinin tayin edecekleri üç kiþilik bir komisyon kurulacaktý. Ancak, bu komisyon antlaþmanýn imzalanmasýndan itibaren 6 ay içinde çalýþmalarýna baþlayacaktý. Ayrýca bu komisyon kararlarýný oybirliði ile alacak ve herhangi bir anlaþmazlýk halinde komisyon üyeleri sorunu kendi hükümetlerine götürecekti. Antlaþmanýn 63.maddesinin iki unsurundan biri, Osmanlý hükümetinin 62.maddede belirtilen komisyonun kararlarýna uymasýný, ikincisi 85


Kurtuluþ

de kendisine bildirildikten sonra üç ay içinde benimseyip uygulamakla yükümlü olmasýný hükme balamasýydý. Antlaþmanýn 64. maddesinin unsurlarý ise þöyleydi: 1- 62. maddede belirlenen bölgede yaþayan Kürtler, antlaþmanýn yürürlüðe girmesinden bir yýl içinde bu nüfusun çoðunluðunun Osmanlý devletinden ayrýlýp baðýmsýz bir devlet olmayý kabul etmesi halinde Milletler Cemiyetine baþvurabilecekti. Milletler Cemiyeti de Kürtlerin baðýmsýzlýk kazanma yeteneðine sahip olduklarýný uygun görmesi halinde kendilerine baðýmsýzlýk verilmesini Osmanlý Devletine tavsiye edebilecekti. 2- Osmanlý devletinin böyle bir tavsiyeyi kabul etmesi halinde ve bölgelerdeki bütün haklarýndan ve imtiyazlarýndan vazgeçmesi gerekecekti. Ancak böyle bir durumda, yani baðýmsýz bir Kürt devleti kurulduðunda þimdiye kadar Kürdistan'ýn Musul vilayetinde oturan Kürtlerin baðýmsýz Kürt devletine kendi istekleriyle katýlmalarý talebi olursa buna Müttefikler hiçbir itirazda bulanmayacaklardý. Görüldüðü gibi sorunun çözümü, son derece karmaþýk ve tam olarak belirlenemeyen aþamalardan geçen belirsiz bir süreci içermekteydi. Her þeyin son derce hýzlý geliþtiði, emperyalistlerin çýkarlarý doðrultusunda bölgede cetvel devletlerin kurulduðu o günkü koþullarda, böyle bir anlayýþla Kürt sorununun çözümlenmesi mümkün deðildi. Müttefikler arasýndaki var olan biri sürü anlaþmazlýk bir yana salt bu konuda bile ortaya çýkabilecek herhangi bir anlaþmazlýk iþi yýllarca sürüncemede býrakmaya yeterliydi. Nitekim Ýngilizlerin Irak üzerindeki planlarý, Fransýzlarýn Kemalistler anlaþma çabalarý, Ýtalyanlarýn konuya ilgisizlikleri vb. durumlar sorunun sürünceme kalmasýna yetmiþti. Son olarak, gerek Batý Ermenistan'ýn ve gerekse Kuzey ve Güney Kürdistan sorunlarýnýn çözümlenememesinde etkili olan iki temel unsurdan daha söz etmemiz gerekmektedir: Bunlardan biri, Mondros Ateþkesi'nin çizdiði sýnýrlarý kabullenerek Ankara'da BMM'ni kuran ve kendisini Osmanlý imparatorluðu'nun yerine ikame eden Kemalist hükümetin gösterdiði siyasi irade, Sevr Antlaþmasý'ný hýzla "ölü doðan bir belge" haline getirmiþti. Ýkincisi de, müttefiklerin ve özellikle Ýngilizlerin ve Fransýzlarýn bu konudaki isteksiz ve Kürtleri yalnýzlaþtýrma tutumlarýydý. Dolayýsýyla Sevr

Antlaþmasý'nýn Kürtlerle ilgili bu maddeleri uygulanmamýþ, daha doðrusu uygulanamamýþtý. 3-Sevr'e Karþý Osmanlý Hükümeti'nin Tutumu Osmanlý Hükümeti 16 Temmuz 1920'de kendisine verilen Antlaþma taslaðýna karþý görüþlerini yazýlý olarak sunmuþ ve ayný gün Ýstanbul'da Peyam-ý Sabah gazetesinde de yayýnlaþmýþtý. Bu uzun metin, Antlaþma tasarýsýnýn bazý bölümlerine yapýlan itirazlarý ve yorumlarý içermiþti. Çeþitli ana baþlýklar halinde yazýlan Hükümetin görüþlerinin konumuzu ilgilendiren bölümleri özetle þöyleydi: "Baþlangýç" bölümünde, Türkiye'nin savaþa "yabancý baskýsý" ile girdiðini, savaþ kazanýlmýþ bile olsaydý "Almanya'nýn etkisi altýna girecekti", Konferansýn baþýnda "yüce bir hak gözetirlilik" ile Türkiye'ye dayatýlan koþullarýn savaþý çýkaran ülkeler kadar "aðýr olmamasý umudunun verilmiþ" olmasýna raðmen buna uyulmamýþtýr. "Osmanlý devletine Bulgaristan, Macaristan ve Avusturya'ya ve hatta Almanya'ya kabul ettirilen koþulardan daha aðýr" koþullarý içermiþtir. "Hiç olmazsa eski müttefikleriyle eþit ölçüde iþlem görmesi gerekirdi. Antlaþma tasarýsýnýn kapsadýðý göze çarpýcý eþitliði, yalnýz 12 milyon Türk deðil, bütün Ýslam dünyasý yüreði sýzlayarak duyacaktýr". Antlaþma tasarýsý "þiddet bakýmýndan hiçbir þeyle karþýlaþtýrýlamaz. Çünkü, söz konusu edilen, gerçek bu devleti bölmekten baþka bir þey deðildir... Bu son derece haksýz kesip biçme ve çekip alma iþlemi... Yüzölçümü bakýmýndan, Osmanlý Ýmparatorluðu ülkesinin üçte ikisi böylece þimdiden kendisinden ayrýlmýþ olacak. Halkýnýn sayýsý bakýmýndan yitiði üçte ikiden aþaðý deðildir. Doðal zenginliklere ve kaynaklara gelince, bu bakýndan da yitiðin tutarý olaðanüstü büyüklüktedir. Fakat bu kadarla da yetinilmemektedir. Antlaþma tasarýsý bu ayýrma ve çekip alma iþlemleri ile kalmayýp, Osmanlý devletinin baðýmsýzlýðýna da en aðýr saldýrýlar içermektedir... Ya Müttefik Devletler, Türkiye'nin varlýðýný sürdürmesi düþüncesindedirler; böyle ise, ona yaþamak ve özgür ve sorumlu bir Devlet gibi haklarýna saygý göstererek, ödevlerini yerine getirmek olanaðýný vermek zorundadýrlar. Ya da, Müttefik Devletler, Türkiye'nin ortadan kalkmasýný istiyorlar; öyle ise, hükümlerini kendilerinin yürürlüðe koymalarý ve savunmasý bile dinlenilmemiþ olan hükümlüden, bu hükme imza 86


Kurtuluþ

özgürce egemen olmak hakký uluslararasý hukukça kesin bir ilke düzeyine yükseltilmiþtir. Bu hak, Uluslarýn Haklarýna ve Ödevlerine Ýliþkin Amerikan Bildirgesi'nde yazýlýdýr. Baþkan Wilson da bunu, Kongre'ye gönderdiði 18 Þubat 1918 tarihli mektubunda kesinlikle kabul ve ilan etmiþtir... Osmanlý Hükümeti, Milletler Cemiyeti Misaký'nýn özünü oluþturan hukuk kuralarýný genel bir biçimde kabul eylemekte olduðunu özellikle bildirir ve onlarý koymuþ ve ilan etmiþ devletlerin uygulamasýndan çekinmeyeceklerine güveni tamdýr..."9 "Ermenistan" baþlýkla bölümde þöyle deniliyordu: "Osmanlý Devleti ile Ermenistan arasýndaki sýnýrýn saptanmasý için, Osmanlý Hükümeti, söz konusu olan topraklara iliþkin olarak, ulusal topluluk ilkesine ve ekonomik, siyasal yaþam koþularýnýn saðlanmasýna saygý gösterilmesini ister. "Siyasal açýdan, Ermenistan'a katýlmak üzere Osmanlý Devletinden Müslüman halkýn ayrýlmasý, bir yandan Türkiye'nin soysal (ýrki) birliðine saldýrý ve öte yandan Ermenistan içinde sürekli bir anlaþmazlýk kaynaðý oluþturacaktýr. Türkler ve Kürtler Ermeni Cumhuriyeti içinde bir çoðunluk meydana getireceklerdir. Bu görüþler Ermeni kaynaklarýnýn bilgileriyle de doðrulanmýþtýr" denildikten sonra bölgedeki Ermeni ve Müslüman nüfus konusunda çeþitli istatistiki rakamlar veriliyordu. Daha sonra da "Bütün bu soysal(ýrki), siyasal ve ekonomik düþüncelerden, Ermenistan'ýn, eski Osmanlý Devleti-Rusya sýnýrýndan daha çok geniþletilmesine yer olmadýðý sonucunu ortaya çýkarmaktadýr. Türk-Ermeni sýnýr sorunu, gerçeklere dayanan görüþler üzerine kurulmuþtur. Eðer bu konuda bir anlaþmazlýk ortaya çýkarsa, uluslar arasý bir komisyon gerekli soruþturmayý yapmakla görevlendirilecektir."10 "Kürdistan" baþlýklý bölümde, "Padiþaha ayrýlmamak üzere baðlý olan Kürtlerin, hiçbir biçimde tam baðýmsýzlarýný istemedikleri ve gelecekte de istemeyecekleri gibi, üstelik Türk ulusu ile kendilerini birleþtiren baðlarýn gevþemesini bile istemeyeceklerine Osmanlý Hükümeti'ni inandýracak pek ciddi nedenler vardýr. Bununla birlikte, Osmanlý Hükümeti, halk bu isteði açýkladýðý vakit, Kürt ögesinin üstün bulunduðu topraklarda yerel özerklik kabulü ilkesini kabule hazýr olduðunu bildirir. Ancak, 62. maddede gösterilen sýnýr gerçek soysal (ýrki) duruma uymamaktadýr. Elazýð (Mamuretülaziz) ve Diyarbakýr illeriyle Siverek

koymasýný ve uygulanmasý konusunda kendileriyle iþbirliðinde bulunmasýný istememeleri gerekir."6 "Sorumluluk" bölümünde "Türkiye, savaþa katýlmýþ olmasý yüzünden kendisine düþen görevleri kabul etmeyi bir yükümlülük sayar... Türkiye yenilmiþ olduðu için, hukuk kurallarýnýn sýnýrý içinde, yenenlerin hükmünü kabul etmek zorundadýr. "Böyle olunca, Türkiye, uluslar arasý hukuka aykýrý eylemlerden doðan zarar ve ziyaný ve yýkýmlarý ödemek ve onarmak zorunluluðu ilkesini kabul eder. "Savaþ yasalarýna ve yapýla geliþ kurallarýna aykýrý eylemler iþlemiþ olan kiþilerin, Müttefik Devletler mahkemelerine verilmelerini de, hakkýn kaynaðý olan dünya hukuk vicdanýný gereklerine uygun olacaðý için, kabul eder. "Bundan baþka Türkiye, yadsýdýðý ve kýnadýðý, ancak sonuçlarýna katlanmak zorunda bulunduðu olaylarýn yeniden ortaya çakmayacaðý konusunda güvenceler vermek zorunluluðunu da kabul eder. "Türkiye'nin (...) Bu evrensel trajediye sürüklenmesi, ancak dýþarýdan buyruklar alan zorbalarýn itiþiyle meydana gelebilmiþtir... Ancak, Türkiye'de bir aralýk hükmünü sürdürmüþ olan devrimci bir derneðin yaptýklarý þeylerdir ki, böyle devrimci çetelerin baþka memleketlerde de cinayet iþledikleri görülmüþtür ve bugünde görülmektedir..."7 "Devletin En Temel Haklarý" bölümünde iki temel noktanýn üzerinde duruluyordu "a)Türkiye'nin, kendisine düþen ödevleri yerine getirebilmesi için gerekli birinci koþul, devlet, olarak temel haklarýnýn tanýnmasý ve bunlara saygý gösterilmesidir. Devletin en birinci hakký var olma hakkýdýr... b) Her ulus, hukukça ve hukuk karþýsýnda, Milletler Cemiyeti üyelerinden herhangi biriyle eþittir..." vurgularý yapýldýktan sonra "Uluslar ailesinin en küçük ve güçsüz üyesinin baðýmsýzlýðý ve eþit haklarý en büyük devletinki kadar saygýya deðer olmasýnýn adalet gereði olduðu" söyleniyordu. Daha sonra da "Ýþte, Osmanlý Devleti, bu büyük hukuk ilkesinin uygulanmasý ister ve Baþkan Wilson'un öne sürdüðü onikinci maddeyi tümüyle kabul ettiðini bildirir..."8 "Uluslarýn Kendi Yazgýlarýna Egemen Olmak Hakký" bölümünde þöyle deniliyordu: "Türkiye, yeni sýnýrlarýnýn saptanmasý için ulusal topluluklar ilkesinin uygulanmasýný kabul ettiðini bildirir. Uluslarýn kendi yazgýlarýna 87


Kurtuluþ

sancaðýnýn batý ve güney kesimleri Türk'tür. Yalnýz Diyarbakýr ilinin kuzey-batýsýndaki Dersim sancaðý Kürt'tür. "Kürt halký, özellikle Bitlis ve Van illeriyle Musul ilinin bir kesiminde yoðun bir durumdadýr. Oralarda ve özellikle Ýran'a komþu yerlerde ve Kuzey tarafýnda Kürtler çok sayýdadýr. Buna karþýlýk, Erbil, Altýn Köprü, Tozhomatu bölgelerinde çoðunluðu elde tutan Türkler oturmaktadýrlar. "Ulusal topluluklar (milliyetler) ilkesinin hakkiyle uygulanmasý gereken ve gerçeðe dayanýn þu sorunlarda (Suriye, Irak ve Hicaz) anlaþmazlýk olursa uluslararasý bir komisyon aracýlýðýyla durum incelenebilir."11 "Azýnlýklarýn Korunmasý" bölümünde "Türkiye, devletlerin ülkeleri içinde bulunan azýnlýklarýn korunmasýnýn kendileri için genel ve karþýlýklý bir ödev olduðunu kabul eder. Türkiye buna içtenlikte uymaða hazýrdýr... Osmanlý ülkeleri dýþýndaki Türk azýnlýklarýna da saðlanmasý durumunda 141-145 ve 147. maddeler hükümlerini temel kurallar olarak kabul etmeðe hazýrdýr"12 deniliyordu. "Bitiriþ" bölümünde "Bu yanýtta öne sürülen düþünceler en temel sorunlarla sýnýrlanmýþtýr. Sözü edilen düþünceler, yenilmiþ de olsa, hiçbir ulusa iliþkin olarak reddedilemeyecek ve yadsýnamayacak olan hak ve adalet ilkelerini her zaman büyük bir özenle izlemek kaygýsýndan esinlenmektedir. Bu duygulara dayanarak, Osmanlý Hükümeti, Müttefik Devletler'in yukarýdaki düþünceleri iyi karþýlayacaklarý ve bunun deðiþtirilmiþ olan bir antlaþma tasarýsýnýn öteki hükümlerinin görüþülmesini çok büyük ölçüde kolaylaþtýracaðýndan tam bir umut duymaktadýr"13 deniliyordu.

Saltanatý'nýn bütünlüðünün güvence altýna alýnmasýnýn Müttefiklerce üstlenildiði yolunda, Devletlerce kendisine 1914 yýlý Aðustosundan beri bildirilerde bulunulmuþtu... Osmanlý devletinin somluluðu o kadar geniþtir ki, bu sorumluluk, Müttefiklerin, Osmanlý ordularýna karþý elde ettikleri utkunun gerektirdiði özverilerle ölçülemez. Büyük bir deniz ulaþým yolunu kapayarak, bir yandan Rusya ve Romanya'nýn, öte yandan bunlarýn batýsýndaki müttefiklerinin ulaþýmýný kesmekle, Türkiye, en az iki yýl savaþýn uzamasýna ve Müttefiklerin milyonlara varan insan yaþamýyla yüzlerce milyarlýk yitiðe uðramalarýna yol açmýþtýr... Savaþ sýrasýnda, Osmanlý hükümetinin öldürme, göçürme (tehcir) ve kötü iþlemden oluþan fetih sonuçlarý, geçmiþte buna benzer yaptýðý eylemlerini fersah fersah aþmýþtýr. 1914 yýlýndan beri, Osmanlý hükümeti, düzmece bir devrime dayanan geçersiz bahanelerle -erkek, kadýn, çocuk- sekiz yüz bin Ermeni'yi topluca öldürerek ve iki yüz bin Rum ile iki yüz bin Ermeni'yi yurtlarýndan göç ettirerek sürmüþtür... Bu nedenler yüzünden, Müttefik Hükümetler Türk çoðunluðunun oturmakta olmadýðý topraklarý Türk boyunduruðundan kurtarmaða karar vermiþlerdir... Eðer Osmanlý hükümeti, Antlaþmayý imzadan kaçýnýrsa ve üstelik imzadan sonra, Anadolu'da söz geçirmesini yeniden kurmak ve Antlaþmanýn yürütülmesini saðlamak konusunda güçsüz bulunursa, Müttefikler, Antlaþmanýn maddelerine uygun olarak, bu kararý yeniden incelemek ve bu kez Türkleri Avrupa'dan sonsuzluða dek kovmak durumuna girebileceklerdir. Müttefik devletler, Osmanlý devletinin Antlaþma maddelerini kesinlikle kabul ettiðini ve imza niyetinde bulunduðunu bildirmek için on günlük bir süresi olduðunu Osmanlý temsilci heyetine bu yanýt belgesiyle bildirirler. Sözü geçen süre Temmuzun yirmi yedinci günü gece yarýsý sona erecektir. Eðer Antlaþma bu koþullar içinde imza edilmeyecek olursa, Müttefik Devletler durumun gereklerine uygun gördükleri önlemleri alacaklardýr". (14) denilmiþti. Müttefiklerin, Osmanlý hükümetinin mektubuna bir ültimatom niteliðinde verdikleri bu kesin yanýt üzerine 22 Temmuz 1920'de Padiþah Sultan VI. Mehmet Vahdettin baþkanlýðýnda Ýkinci Saltanat Þurasý toplanmýþ ve Sevr Barýþ Antlaþmasý'nýn hükümet tarafýndan imzalanmasýna karar verilmiþti. Aslýnda böyle bir kararý 1876 Anayasasý'na göre oluþan Meclis-i Mebusan'ýn almasý gerekiyordu, fakat Meclis 18

4- Ýtilaf Devletleri'nin Yanýtý ve Saltanat Þurasý Kararý Ýtilaf Devletleri bu mektuba zaman geçirmeksizin bir gün sonra (17 Temmuz'da) telgrafla yanýt vermiþlerdi. Müttefiklerin bir gün sonra, yani 17 Temmuz'da verdiði kýsa yanýtta son derece net ve kararlý bir tutum sergilenmiþti. Bu yanýtta özetle þunlar söylenmiþti: "Osmanlý Hükümetinin Dünya Savaþý'ndaki kendi sorumluluðunun, Müttefiklerinin sorumluluðundan daha hafif olduðu düþüncesini beslediði anlaþýlmaktadýr. Müttefikler, bu savý kabul edemezler... Türkiye, savaþýn sonuna deðin tarafsýzlýðýný korursa, Osmanlý 88


Kurtuluþ

Mart 1920'de çalýþmalarýna son vermiþ, yani kendisini feshetmiþti. Meclisin yeniden açýlmasý ve toplanmasý yeni bir seçim yapýlmasýný gerektirdiði için, bu antlaþmanýn Anayasanýn 7. maddesi ile Padiþaha verilen "Savaþ ilaný ve barýþ yapmak hakký" yetkisine dayanarak Padiþahýn baþkanlýðýnda Saltanat Þurasý'da denilen Yüce Kurul (Meclis-i Ali)'da görüþülmesi gerekmiþti. Saltanat Þurasý, Hükümet üyelerinden (Bakanlar Kurulu) baþka, Senato üyeleri, yüksek dereceli askerler ile anayasanýn gerekli kýldýðý devlet kurumlarýnýn temsilcilerinden oluþuyordu. Ancak önemi nedeniyle bu toplantýya, Kürt Teali Cemiyeti, Vilayet-i Þarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Ýzmir Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Adana Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Paþaeli Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de ikiþer temsilci ile katýlmýþlardý.15 Saltanat Þurasý'na katýlan örgütler ve örgütleri temsilen katýlanlarýn sayýsý þöyleydi: Süfera Heyeti, Vükela Heyeti, Ayan Heyeti, Þurayý Devlet Ýkinci Reisleri, Vükela ve süfera mazulleri, Þeyhülislam Efendi tarafýndan seçilen ilmiye ricalinden 6 kiþi, Bahriye Nazýrý Paþa tarafýndan seçilen Bahriye erkan ve ümerasýndan 4 kiþi; Dar-ül Hikmet-ül Ýslamiye tarafýndan seçilmiþ 2 kiþi; Fetvahane seçilmiþ 2 kiþi; Darülfünun þubelerinden seçilmiþ 15 kiþi; Baro'dan seçilmiþ 2 kiþi; Matbuat Cemiyeti'nden seçilmiþ 8 kiþi; Ticaret Odasý'ndan seçilmiþ 4 kiþi; Dar-ül Hilafet-ül Aliye medresesi müderrislerince seçilmiþ 4 kiþi; Vahdet-i Milliye'den 2 kiþi; Trabzon Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden 2 kiþi; Paþaeli Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden 2 kiþi; Milli Kongre'den 2 kiþi; Hürriyet ve Ýtilaf Fýrkasý'ndan 2 kiþi; Sulh ve Selamet Fýrkasý'ndan 2 kiþi; Adana Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyet'inden 2 kiþi; Milli Ahrar Fýrkasý'ndan 2 kiþi; Kürt Teali Cemiyet'inden 2 kiþi. Toplantýda önce resmi belgeler ile kabinenin 20 Temmuz 1920 günlü görüþme tutanaklarý okunmuþtu. Bu tutanaða hükümetin görüþü þöyle özetlenmiþti: "Osmanlý Saltanatý ve Hükümeti, bugün iki olasýlýk karþýsýnda bulunuyor: Ya, Antlaþmayý içerdiði aðýr ve korkunç koþullar ile kabul etmek, ya da red eylemek. Kabul edilirse, Ýstanbul, Osmanlý Saltanatý ve Ýslam Halifeliði baþkenti olarak kalmak üzere, bilinen sýnýrlar içinde bir küçük

Devlet varlýðýný koruyabilecektir... Antlaþma reddedilirse, þimdi Anadolu'da varolan savaþ durumu Marmara havzasýna da yeniden geri gelmekle, Osmanlý Saltanatý'na ve Osmanlý Hükümeti'ne son verilerek ve Müttefik Devletler hükümetinin yönetimini ellerine alarak... Nüfuz bölgelerinin kesin istila biçimine dönüþmesine meydan verilmiþ ve Devletin kalanýnýn son bölünüþü savaþýn geri gelmesinin doðal sonuçlarýndan bulunmuþ olacaktýr..."16 Daha sonra Hükümet adýna söz alan Baþbakan Damat Ferit Paþa þu kýsa konuþmayý yapmýþtý: "1700 yýl önce Roma Ýmparatorluðu'nun daðýlýþýndan beri tarih ikinci bir önemli olay karþýsýnda bulunuyor: Önceleri güçlü, görkemi ve ünü dünyayý sarmýþ olan koskoca Osmanlý Devleti, on yýllýk korkunç yanlýþlarla bugünkü acýklý duruma düþmüþtür. "Yenenler takýmýnýn, Osmanlý Devletini bir varlýk tanýnmasý, Padiþahýmýz Efendimiz Hazretleri'nin uðursuz savaþ son veren tahta çýkýþlarýndan beri, en güç zamanlarda gösterdikleri dayanýklýlýk ve akýllýca davranýþ ve Ýslamiyet ve uygarlýk dünyasýnýn Padiþahýmýzda duyduðu saygý v güven sonucudur. Yoksa Osmanlý Devletinin de varlýðýna son verilen Avusturya Ýmparatorluðu ile ayný durumda olmasý olasýlýðý vardý. Bugün var olma ya da yok olma sorunu karþýsýnda bulunuyoruz. Þimdiki durumun kökeni ve nedenleriyle etkenleri, bütün ayrýntýlarý ve her yönüyle herkesçe bilindiðinden ve barýþ sorunu yirmi aydan beri herkesçe incelenmiþ ve derinleþtirilmiþ olduðundan, burada bulunan saygý deðer kiþilerin kafasýnda oluþan kararýn sonucunu bildirmek yeterlidir. Eðer yok oluþu var oluþa üstün tutan varsa, söz aldýktan sonra düþünlerini sözlü ya da yazýlý olarak kýsaca bildirerek, tutanaðý imza etmesini dilerim. "Söz istemeyenler, Devletin var oluþunu ve varlýðýný sürdürmesini yok oluþa üstün tutanlardan sayýlacaktýr."17 Bunun üzerine yapýlan konuþmalarda hemen herkes Antlaþmanýn imzalanmasýndan yana olduðunu söylemiþ ve son olarak, Antlaþmaya imza konulmasýný kabul edenlerin ayaða kalkmalarýnýn Padiþahça emir ve ferman buyrulmasýyla, yüksek meclis tümüyle ayaða kalktýðýnda, sadece Topçu Feriki (Tümgenerali) Rýza Paþa çekimser olduðunu açýklamýþtý. Böylelikle Yüksek Meclis bir buçuk saatlik bu toplantýsýnýn ardýndan daðýlmýþ ve böylelikle 10 Aðustos 1920'de barýþ antlaþmasý Osmanlý 89


Kurtuluþ

Hükümeti delegasyonu tarafýndan Sevr'de imzalanmýþtý. Avrupa ve Amerikan basýn ajanslarý bu olayý, "Almanya, Avusturya ve Bulgaristan'dan sonra, Müttefikler son düþmaný ile de sonunda barýþ durumunu resmen ilan ettiler" þeklinde deðerlendirmiþti.18

senip güvence altýna alýnacaktýr."20 14 Aralýk'ta Ýtalyan temsilci Montana'nýn baþkanlýðýnda toplanan Alt Komisyon çalýþmalarýnda konu biraz daha detaylý olarak ele alýnmýþtýr. Esas olarak "azýnlýklar kavramý"nýn tartýþýldýðý Alt Komisyon'da Türkiye'yi temsil eden üyelerden Dr. Rýza Nur "Türkiye'de din azýnlýklarýnýn bulunduðunu fakat soy azýnlýklarýnýn bulunmadýðýn" söyleyerek "soy ya da din" þeklinde yapýlacak bir ayýrýma þiddetle karþý çýkmýþ ve azýnlýklarýn korunmasý prensibinin Avrupa azýnlýklar bazýnda ele alýnmasý gerektiðini" söylemiþtir. Rýza Nur, "Türkiye'de azýnlýklar sorununa her zaman Müslüman olmayanlarýn konu olduðunu" ve azýnlýklar teriminin Müslüman olmayanlar þeklinde düzenlemesinde ýsrar etmiþtir. Daha da ileri giden Nur, "Türkiye'de yalnýz Türklerin ve Kürtlerin bulunduðunu, Kürtlerin kaderinin Türklerin kaderiyle ortak olduðunu ve Kürtlerin azýnlýk haklardan yararlanmak istemediklerini" de iddia etmiþtir.21 23 Aralýk oturumunda Ýngiliz temsilci Sir Horace Rumbold'un tasarýda geçen "azýnlýklar" terimi yerine, "Türkiye'de oturan herkes" terimini koymasý halinde, öteki maddelerdeki "Müslüman olmayan azýnlýklar" teriminin kullanýlmasýný kabul edebileceklerini açýklamýþtýr. Bu önerinin 26 Aralýk oturumunda Türk temsilciler tarafýndan kabul edilmesi üzerine tartýþýlan taslak metin üzerindeki esas tartýþmalara son verilmiþtir. 16 kez toplanan Komisyonda azýnlýklarla ilgili maddelerin taraflarca kabul edilmesi üzerine taraflarý temsilen Lord Curzon ile Ýsmet Ýnönü 9 Ocak 1923 günü birer konuþma yapmýþlardýr. Curzon ve Ýnönü'nün tutanaklara geçen konuþmalarý özetle þöyledir: Ýlk sözü alan Curzon þunlarý söylemiþtir: "Müslüman olmayan azýnlýklar gibi Müslüman azýnlýklarýn da -Örneðin Kürtlerin, Çerkezlerin ve Araplarýn- tasarýdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarýnda direnmiþti. Türk temsilci heyeti, bu azýnlýklarýn korunmaya ihtiyaçlarý olmadýðýný ve Türk yönetimi altýnda bulunmaktan tamamiyle memnun olduklarýný söylemiþtir. Lord Curzon durumun gerçekten böyle olduðunu ummak istediðin söyledi. Ne olursa olsun Alt Komisyon bu inandýrýcý sözler üzerine koruma tedbirlerini, yanlýzca Müslüman olmayan azýnlýklarla sýnýrlandýrmayý kabul etmiþtir. Alt Komisyon, 2. maddenin, bu azýnlýklarý yeter ölçüde koruma yapýlacaðý umudun-

5- Lozan Antlaþmasý ve Azýnlýklarýn Korunmasý Lozan'da "azýnlýklarýn korunmasý"yla ilgili oturum 12 Aralýk 1922'de Lord Curzon baþkanlýðýnda açýlmýþtýr. Açýþ konuþmasýnda Curzon, sorunu "dinsel bir platform" anlayýþýyla ele alarak Türkiye'de yaþayan Hýristiyan azýnlýðýn savunuculuðunu yaparken, karþýsýna da Müslümanlarý bir blok olarak koymuþtur. Curzon, "Nasýl Hýristiyan azýnlýklar Asya'da ve baþka yerlerde korunmalarý zorunlu ise, Müslüman azýnlýklarýn da Avrupa'da korunmaya haklarý olduðunu bilinçli olarak düþünmekteyim" demiþtir. Bu baðlamda Yahudilerden, Rumlardan, Ermenilerden, Nasturilerden söz eden Curzon, Kürtlerden hiç söz etmemiþtir. Böylelikle Kürt sorununa Sevr'de "hassas davranan" Ýngilizler, Lozan'da adeta Kürtleri unutmuþ ve onlardan hiç söz etmemiþtir. Ýngilizlerin bu tutumu karþýsýnda Misak-ý Milli sýnýrlarý içinde bir Müslüman azýnlýk kavramýna karþý çýkan Türk Hükümeti de, Balkanlardaki (Yunanistan, Bulgaristan ve Sýrbistan) Müslüman azýnlýklarýn haklarýnýn korunmasýnda kendini taraf olarak görmüþtür.19 Kürtlerle ilgili sorunlar 13. bölümde anlattýðýmýz gibi sadece Musul sorunu tartýþýlýrken gündeme gelmiþtir. 13 Aralýk'taki oturumda konuþan Ýsmet Ýnönü, "Azýnlýk haklarý, Türk Hükümeti'nce son zamanlarda Avrupa'da yapýlmýþ anlaþmalarla belirtilen ayný esaslar üzerine ve ancak komþu ülkelerdeki Müslümanlarýn da ayný haklardan yararlanmalarý þartýyla kabul edilecektir" demiþtir. Ýnönü'nün görüþü Misak-ý Milli'nin 5. maddesiyle de örtüþen bir tutumuydu. Curzon'un açýklamasý da, Mart -1922'den itibaren Misak-ý Milli kararlarýný genel olarak onaylayan Ýngiltere'nin Türk Hükümeti'yle bilinçli bir uzlaþma çabasýydý. Türk Hükümeti'nin tutumuna kaynaklýk eden Misak-ý Milli kararlarýnýn 5. maddesi þöyleydi: "Madde 5 Müttefik Devletler ile düþmanlarý ve onlarýn kimi ortaklarý arasýnda yapýlan antlaþmalardaki ilkeler çerçevesinde, azýnlýklarýn haklarý, komþu ülkelerdeki Müslüman halklarýn da özdeþ haklardan yararlanmasý umudu ile, bizce de benim90


Kurtuluþ

dadýr. Lord Curzon buna pek güvenmemekle birlikte böyle olduðunu ummak istemektedir." Curzon'dan sonra söz alan Ýnönü'de þöyle konuþmuþtur: "Azýnlýk terimine sýnýrlý bir anlam verilmesi Müttefiklerce Türk Temsilci Heyeti'ne yapýlmýþ önemli bir taviz gibi gösterilmektedir. Türk Temsilci Heyeti durumu öyle görmemektedir. Türkiye'de hiçbir Müslüman azýnlýk yoktur; çünkü kurumasal olduðu kadar uygulamada da Müslüman nüfusun çeþitli unsurlarý arasýnda hiçbir ayýrým gözetilmemektedir. Ýsmet Paþa geleceðin bu umudu haklý çýkaracaðýna kesin olarak inanmaktadýr."22 Lozan Antlaþmasý'nýn Azýnlýklarýn Korunmasý'yla ilgili hükümleri III. Kesim'deki 37-45 maddelerine girmiþtir. Bu maddeler Sevr Antlaþmasý'nýn IV. Bölüm'de "Azýnlýklarýn Korunmasý" baþlýðýný taþýyan 140-151 maddelerinin yeni versiyonudur. Yani, Lozan Antlaþmasý'nýn "Azýnlýklarýn Korunmasý" baþlýðýyla ilgili maddelerinin tartýþmasý Sevr Antlaþmasý'nýn maddeleri üzerinden yapýlmýþ ve onlarýn bir tür redaksiyonu þeklinde sonuçlanmýþtýr. Alt Komisyon'da tartýþýlan taslak metnin 2. maddesinin birinci paragrafý þöyleydi: "Türk Hükümeti, doðum, ulusal topluluktan olma, dil, soy ya da din ayrýmý yapmaksýzýn, Türkiye'de oturan herkese hayatlarýný ve -kýsýtlamasýz dolaþým özgürlüðünü de kapsamak üzereözgürlerini tam olarak saðlamayý yüklenir. Türkiye'de oturan herkes, her inancýn, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açýkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkýna sahip olacaktýr. Bir önceki paragrafta öngörülen bu hakkýn serbestçe kullanýmýna aykýrý davranýþlar, söz konusu din (culte) ne olarsa olsun, ayný cezalarla cezalandýrýlacaktýr."23 Bu maddeye kaynaklýk eden Sevr Antlaþmasý'nýn 141. maddesi ise þöyledir: "Madde: 141 -Türkiye, Türkiye'de oturan herkesin, doðum, bir ulusal topluluktan olmak, dil, soy ya da din ayrýmý, yapýlmaksýzýn, yaþamlarýný ve özgürlüklerini korumayý, tam ve eksiksiz olarak saðlamayý yükümlenir. "Türkiye'de oturan herke, her inancýn, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açýkta ister özel olarak, özgürce yerine getirme hakkýna sahip olacaktýr. "Yukarýdaki paragrafta öngörülen hakkýn özgürce yerine getirilmesine karþý herhangi bir saldýrý, ilgili mezhep hangisi olursa osun, ayný

cezalarla cezalandýrýlacaktýr."24 Alt Komisyon'da uzlaþmaya varýlan taslak metnin 2. maddesi Lozan Barýþ Antlaþmasý'nýn "Azýnlýklarýn Korunmasý"yla ilgili III. Kesim'deki 38. Madde'nin birinci paragrafýna þöyle girmiþtir: "Madde 38 -Türkiye Hükümeti, doðum, milliyet, dil, soy ya da din ayýrdetmeksizin, Türk halkýnýn tümünün yaþam ve özgürlüklerini en geniþ biçimde, korumayý yükümlenir."25 Lozan Antlaþmasý ile Rumlarýn ve Ermenilerin azýnlýk haklarý saðlanmýþ, ancak Kürtlere Sevr'de tanýnan bazý haklar verilmemiþti. Kürtler, Türk Delegasyonu'nun talepleri doðrultusunda antlaþmanýn 38. maddesindeki "milliyet, dil, soy ya da din ayýrt etmeksizin" Türk halkýnýn "tümü" içinde sayýlmýþtý. Bu baðlamda Lozan antlaþmasý Kürt sorunu için bir dönüm noktasý olmuþ ve Meclisi Mebusan'dan beri sorgulanan Osmanlýlýk/Türklük formu tartýþmalarý da böylelikle son bulmuþtu. Çünkü Osmanlý devletinde Müslim ve Gayrimüslim ayrýmý çerçevesinde din, hangi etnik kökenden gelirse gelsin Müslüman bireyleri birbirine baðlayan temel öðeydi. Cumhuriyete geçiþle birlikte ise dinin yerini Türk Milliyetçiliði almaya baþlamýþtý. Kemalizm'de bu süreçte þekillenmiþ ve esas olarak Türk Milliyetçiliði temelinde geliþmiþti. Lozan Antlaþmasý'nda Kürtler esasa olarak Türklük formu içinde deðerlendirilmiþti. Türk Delegasyonu'ndan Trabzon Milletvekili Hasan Bey Mecliste yaptýðý konuþmada, "Ekalliyetler meselesi çok heyecanlý tartýþmalara yol açmýþ" olsa da "Misaký Milli de bu mesele halledilmiþ olduðundan" konferansta daha kolay çözümlendiðini belirtmiþti. Esas olarak Türk Hükümeti'nin görüþünü yansýtan Hasan Bey'in bu konuþmasý þöyleydi: "Ekalliyetler hukuku itibariyle gerek Düveli Ýtilafiye'nin hukuku ve gerek bitaraf devletlerin ayný hukukun bizim de kabul edeceðimiz Misaký Milli'mizde mevcuttur. Fakat son zamanda bir mesele hasýl oldu. O da ekalliyetler neye nazaran, diðer memleketlerde tadat edilen ekalliyetler yalnýz dini ekalliyetler deðil, ýrki, lisani ekalliyetler, bilhassa diðer memleketlerde ekalliyet ýrki, lisani, mesailden birini teþkil ediyor. Biz dedik ki, ekalliyet denince münhasýran bir nevi ekalliyet vardýr. O da gayrý müslim ekalliyetlerdir. Müslim namýyla bir gayrý ekalliyet bütün Türkiye'de mevcut deðildir. Ekalliyet denildiði zaman akla gayrý 91


Kurtuluþ

müslimler gelir. Irki ekalliyet, lisani ekalliyet biz de mevcut deðildir. Nitekim Misaký Millide de bu maddeyi yazarken bundan anladýðýmýz mana, tarihi anladýðýmýz manadýr. Gayrý müslim ekalliyetler kasdetmiþizdir. Hiçbir vakit ýrki, lisani ekalliyetler mevzubahis deðildir. Halbuki onlar diðer memleketlerde olduðu gibi ýrki, lisani ekalliyetler de mevzubahis etmek ve ayný hukukiyetin bu kýsým anasýra da verilmesinde ýsrar etmek ise de -Bizim noktai nazarýmýz kati idi- Bilahare sarfý nazar ettiler ve ekalliyet mesaili bugün gayrý müslim ekalliyeti mesaili olmak üzere meseledir. Mübadele ekalliyet nüfusu meselesi buna merbut meseledir." 26 Hasan Bey'in bu sözlerine karþý Kürt milletvekillerinden bir tepki gelmemiþti. Çünkü onlar da bu durumu daha baþýndan itibaren kabullenmiþ görünüyorlardý. Hasan Bey'in bu tespitleri daha Erzurum ve Sivas Kongrelerinden beri Kemalistlere egemen olan bir anlayýþtý. Kemalistlere göre bu sorun zaten Misaký Milli ile çözümlenmiþ sayýlýyordu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi de bu anlayýþý net biri þekilde açýklýyordu. Nizamname'nin birinci maddesi þöyleydi: "Madde 1- Devleti Aliye'i Osmaniye ile itilaf devletleri arasýnda kabul edilmiþ mütarekenamenin imza olunduðu 3 Ekim 1818 tarihindeki hudut dahilinde kalan ve her noktasýnda ekseriyeti Ýslamlar teþkil eden Osmanlý memleketleri yekdiðerinden ve Osmanlý topluluðundan parçalanmasý ve ayrýlmasý mümkün olmayan bir bütündür. Bilcümle Ýslam unsurlarý yekdiðerine karþý karþýlýklý hürmet ve fedakarlýk hissi ile doldurulmuþ ve ýrki durumu ve toplumsal ve çevresel þartlara saygýlý öz kardeþtirler."27 Lozan Konferansý'yla ilgili Mecliste açýklamalar yapan Baþbakan Hüseyin Rauf Bey, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey'in "Rauf Beyefendi Türklerin mukadderatýndan bahsedecek… Olsa olsa bu mecliste var ve bu mecliste bulunanlardan baþka Kürtlerin hukuku ve mukadderatýndan bahsediliyor bu neye müstenittir?" sorusuna verdiði yanýtta þunlarý söylemiþtir: "Malum-ý aliniz efendiler, Ýngiliz'lerin

Türkiye'de sakin Türk ve Kürtleri imha edebilmek için teþebbüsatlarýnýn hepsi bu iki necip milletin vahdeti karþýsýnda iflas etmiþtir. Her türlü mefsedetleri, din kardeþi, kan kardeþi, emel kardeþi olan insanlarýn karþýsýnda erimiþtir. En ziyade yýkmak için istihdaf ettikleri mühim nokta budur. Bu noktaya temas etmek ve bu noktada bizi vurmak istiyorlar. Buyurduðunuzu pekala biliyorum. Türkler namýna söz söyleyecek yegane insanlarýn bu meclis-i Ali'de olduðunu pekala takdir ediyorlar. Ancak bu emellerinden sarfýnazar etmiyorlar onun için her ekalliyet mevzubahis oldukta, lisan ekalliyeti, ýrk ekalliyete, bilmem ne çýkarýyorlar. Bu noktaya temas etmek vaziyeti týrmalamak istiyorlar. Bizim murahhaslarýmýz bu hususu bir daha ihtar etmek istemiþlerdir ki, Türkiye halký ile mukadderatlarý birdir, her þeyleri birdir, gayeleri dinleri birdir. Ekalliyetler bunlara teþmil olunamaz. Bugün Kürt için ekalliyet mevzuu bahis etmek Türk için ekalliyet bahsetmek demektir. Þu halde bu tamamen reddolunmuþtur. (Teþekkür olunur sesleri)28 Lozan'daki görüþmelerde Türk delegasyonu çifte standartçý bir tutum sergilemiþtir. Ýnönü, Musul müzakereleri yürütülürken, "TBMM Hükümeti Türklerin olduðu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü Kürtlerin gerçek ve meþru temsilcileri Milli meclise girmiþtir ve Türklerin temsilcileriyle ayný ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katýlmaktadýr" derken; Lozan'da azýnlýklarla ilgili sunulan tasarýnýn Müslüman azýnlýklarý da kapsamasýna karþý ayný Ýnönü, "Türkiye'de hiçbir Müslüman azýnlýk yoktur" demiþtir.29 Sevr'de Kürdistan Kuzey-Güney olarak ikiye bölünmüþ olmasýna karþýn Kürtlere bazý azýnlýk haklarý tanýnmýþtýr. Lozan'da ise Kürtler 38.maddenin birinci paragrafýyla "Türk halkýnýn tümü içerisinde" sayýlmýþtýr. Bu madde ancak sorunun çözümü ertelenerek özel görüþmelere býrakýlan Musul Sorunu dýþýnda Lozan'da Kürdistan'dan ve Kürtlerden hiçbir metinde söz edilmemiþtir.

92


Kurtuluþ

Dipnotlar: 1) Osmanlý Ýmparatorluðunun Çöküþ Belgeleri -Mondros Býrakýþmasý, Sevr antlaþmasý, Ýlgili Belgeler, s. 53-54, Seha L. Meray-Osman Olcay, AÜSBF Yayýnlarý, Ankara -1977 2) Age, s. 74 3) Age, s. 75 4) Age, s. 85-89 5) Age, s. 67-68 6) Age, s. 7-9, 7) Age, s.10 8) Age, s.11 9) Age, s.12 10) Age, s. 26 11) Age, s. 26 12) Age, s. 28 13) Age, s. 29-30 14) Age, s. 31-33 . 15) Cahit Kayra, Sevr Dosyasý, s. 156, Boyut kitaplarý, Ýstanbul -1997 16) Age, s. 36, 17) Age, s. 38 18) Age, s. 41 19) Hasan Yýldýz, Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, s.92, Heviya Gel Yayýnlarý Köln -1990 20) Ýsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaþmalarý, Cilt -I, s. 16, Türk Tarih Kurumu Yayýnlarý, Ýkinci Baský -1989 21) Hasan Yýldýz, Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, s. 95-96, Heviya Gel Yayýnlarý Köln -1990 22) Age, s. 95-96 23) Age, s. 96 24) Osmanlý Ýmparatorluðunun Çöküþ Belgeleri -Mondros Býrakýþmasý, Sevr Antlaþmasý, Ýlgili Belgeler, s. 85, Seha L. Meray-Osman Olcay, AÜSBF Yayýnlarý, Ankara -1977 25) Ýsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaþmalarý, Cilt -I, s. 95, Türk Tarih Kurumu Yayýnlarý, Ýkinci Baský -1989 26) TBMM Gizli Celse Zabýtlarý, Cilt-III, s. 1172-1173 27) Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt -3, s. 387, Ýkinci Baský, Kaynak Yayýnlarý, Ýstanbul -1999 28) TBMM Gizli Celse Zabýtlarý, Cilt-III, s. 1152-1153) 29) Aziz Aþan, Þeyh Sait Ayaklanmasý s. 100, Birinci Baský, Ýstanbul - 1991

93


dosya azýnlýklar

Etnisite ve Toplumsal Cinsiyetin Kesiþme Noktasýnda Bir Kimlik Ýnþasý

Poþalar Kimlik ve Etnik Kimlik Üzerine Kimlik "ben kimim" sorusuna bireysel ve toplumsal alanda verilen bilinçli bir cevap; ikili bir olgudur. Bireysel kimlik olgusu, her yerde ve her çeþit insanda ortaya çýkabilen, yaþanýlan hayata bir amaç katma kaygýsýndan doðar. Dünyanýn neresinde olursa olsun bir bireyin yaþadýðý hayata dair " Bu hayatýn anlamý nedir? Ne için yaþayacaðým? Sorularýna verdiði yanýt onun bireysel kimliðini tanýmlama çabasýdýr. Doðduðu andan itibaren içinde bulunduðu kültürel ortam tarafýndan þekillenen, deðiþtirilen ve þartlandýrýlan bireyin toplumsal olarak kendisine yüklenilen rolleri sorgulamaya baþlamasýyla bireysel kimlik arayýþý da baþlar. Kiþi, bireysel kimliðinin oluþumunda kendi payýnýn daha fazla olmasýný isteyebilir. Kimliðin toplumsal ucu ise kültürle içiçe geçmiþ durumdadýr. Birey kültürlenme süreci içerisinde neredeyse bir kalýp gibi "doðru" ve "yanlýþ" ; "iyi" ve "kötü" tanýmlamalarýyla normlarýný, tabularýný oluþturur. Bu nedenle bir grubun üyeleri tarafýndan kabul edilen davranýþ, tutum ve deðerler o grubun kültürü ise (Güvenç 1991: 102) toplumsal kimlik "ortalama" olma özelliði taþýr. Bu nedenle bireyin kendisi ve kimliði hakkýndaki kavrayýþý kendiliðinden, boþlukta, yaþadýðý toplum-

Tülin Bozkurt 94


Kurtuluþ

dan baðýmsýz olarak oluþmaz. Bu kavrayýþ çevre ile sürekli etkileþim sonucunda geliþip, deðiþir. Kýsacasý birey çevresinden gelen mesajlara göre kimliðini þekillendirir (Yumul 2001: 109). Bu nedenle kimliði, bireyin toplumsal olarak inþa edilmiþ tanýmlanýþý olarak tanýmlayabiliriz. Ancak toplumsallýðýn sýnýrlarý geniþlemesi, kimlik algýlarýný da çeþitlendirip farklýlaþtýrmaktadýr. Böylesine geniþleyen veya karmaþýklaþan toplumsal kategorilerde bir taraftan insanlarýn içerden (emik) kendilerine ve çevrelerine atfettikleri kimlikler deðiþmekte, diðer taraftan da aidiyet kategorileri çoðalmaktadýr. Bu durum birden çok kimliðin tesahup edilmeye baþlanmasýyla sonuçlanmaktadýr. Kimliðin bir "sorun" halini alýþý ise diðer insanlarla kurulan iliþkinin ve iletiþimin yoðunlaþmasýna paralel olarak, bu çeþitlenmeye dýþarýdan atýflarýn (etik) eklenmesiyle gerçekleþir ve bu aþamada kimlik daha dinamik ve organik ayný zamanda "tanýnma, tanýma" ve "aidiyet" olmak üzere çift bileþenli bir yapýya bürünür. Böylesi bir durumda birey, kendisinin sahiplendiði ama "öteki"lerin ona atfetmediði ya da ötekilerin atfettiði halde kedisinin benimsemediði kimlik ikilemleri arasýnda yolunu bulmaya çalýþýr (Aydýn 2001: 15-16). Kimlik söz konusu olduðunda belkide üzerinde en fazla tartýþýlan konu onun etnik boyutudur. 1960'lý yýllardan itibaren sosyal bilimler literatüründe yerini almaya baþlayan ve önem kazanan "etniklik/etnik kimlik", ilkin Spoonly tarafýndan kültürel bir gruba aidiyetin pozitif duygusu (Montserrat 1997: 1-2) olarak tanýmlanmýþ; fakat bir gruba ait olmak baþka grup/ gruplarý dýþlayýcý bir potansiyeli içinde taþýdýðýndan hatta bu potansiyel, yakýn zamanda Yugoslovya örneðinde olduðu gibi etnik temizliðe varan eylemlere dönüþtürüldüðünden, kavram kendisine yüklenilen olumsuz /negatif anlamlarla öne çýkmýþtýr (Eriksen 1997: 35-37). Etnisite, etnik grup olma ya da etnik kimlik üzerine birçok taným yapýlmýþ; etnik grup olabilmenin krite"rleri ortaya konmuþtur. Smith, etnik grubu, ortak soy miti, tarih ve kültürleri ile birlikte kara ile özdeþleþen ve dayanýþma duygusuna sahip insan nüfusu olarak ifade ederken, Fenton, etnisite ya da etnik grup olmayý, bireyin kendisini kendisi gibi olan diðerlerinden biri olarak görmesini saðlayan sosyal kolektif bir kimlik oluþumu olarak açýklamýþtýr (Fenton 2001: 8) ; yalnýz etnik kimliðin, bir grubun sabit sýnýrlarla çizilmiþ bir bir-

liði olmadýðý; daha öznel yani grubun kendini nasýl tanýmladýðý ile ilgili olduðu fikri Fredrick Barth tarafýndan derlenen ve ilk baskýsý 1969 yýlýnda yapýlan "Ethnic Groups and Boundaries" (Etnik Gruplar ve Sýnýrlarý) adlý çalýþmayla farklý boyutlarda tartýþýlmaya baþlanmýþtýr. Barth, etnik gruplarýn ne þekilde oluþtuðuna dair teorik ve pratik deðerlendirme yaparak etnisiteyi, bireyler ve gruplar arasýnda gerçekleþen etkileþim süreçlerinde ortaya çýkan bir tasarým olarak tanýmlamýþtýr (Barth 1991:7). Nagel de Barth gibi etnisitenin sýnýrlarla örülü olduðunu düþünenlerdendir. Nagel'e göre etnik sýnýrlar etnik üyenin belirli bir zaman ve yerde kim olduðunu ya da olmadýðýný belirler niteliktedir (Nagel 1998: 240); ancak Barth bu sýnýrlarýn fiziksel deðil psikolojik olduðunu düþünmektedir. Sabit deðiþmez ve töze dayalý bir oluþum olmayan, bireyler ve gruplar arasýnda gerçekleþen etkileþim süreçlerinde ortaya çýkan bir tasarým olan etnisitenin (Barth 1991: 9) tasarýmsal boyutu onu gerçek dýþý yapmaz. Çünkü etnisite, hem bir temele dayanýr hem de kurulur ve hem maddidir hem de sembolik. Þartlar deðiþtikçe etnik kategorilerin önemi, içeriði ve dayandýðý zemin de deðiþir. Bu nedenle etnisite kurulan bir olgudur; ama diðer taraftan etnisite insanlarýn soy, kültürel farklýlýk ve dile yükledikleri mutlak önemde yatan gerçek bir sosyal temele de sahiptir. Ayný zamanda siyasi ve ekonomik yapý baðlamlarýnda örgütlenip hayata geçirilebilir. Soy kavramý, etnisitenin nasýl sosyal temelli, kültürel olarak özenle iþlenmiþ ve sosyal bir zeminde kurulmuþ bir olgu olduðuna bir örnektir. Saðlam ya da zayýf akrabalýk sistemlerine sahip toplumlarda bu iliþkilerin hatýrlanabilmesi toplumda soy kavramýnýn oluþturulmasýyla saðlanýr. Fakat insanlarýn atalarýyla aralarýnda nasýl bir bað kurduklarý, soy kavramýnýn sosyal açýdan nasýl oluþturulduðuna ve kültürel açýdan nasýl iþlendiðine baðlýdýr. Ýnsanlar geçmiþlerinin bazý yönlerini hatýrlamayý ya da unutmayý tercih edebilirler ve atalarýndan bazýlarýný akýllarýndan çýkarmayý yeðleyebilirler. Ayný zamanda atalarýnýn kim olduklarý konusunda da çýkarcý bir þekilde davranabilirler. (Fenton 2001: 9) Etnisite gönüllü olarak kabul edilebilip, deðiþtirildiði gibi kategoriler üstünlüðünün gözetildiði toplumlarda bazýlarýnca yaratýlýp ötekilere dayatýlabilir de(Fenton 2001:11).Etnik bir grup, ortak tarihsel köken ya da ortak yaþa95


Kurtuluþ

ma biçimine sahip olduðu bir diðer gruptan kendisini rasyonel olarak çok çeþitli argümanlarý da kullanarak ayrýþtýrabilir ve hem kendisini hem de öteki grubu tanýmlayarak farklý yerlere koyabilir. Gruplar arasýna çizilen sýnýrlarda bazen dil, bazen dinsel pratikler, bazen tarihi, ekonomik yapý bazen de toplumsal cinsiyet ayrýþma aracýna dönüþebilir( Barth 2001: 8-14) Bu duruma örnek teþkil edecek bir grup Ankara ve Çankýrý Poþalarý'dýr. Katýlýmlý yöntem metoduyla antropolojik olarak incelediðim bu grup aslýnda yekparedir ama ekonomik nedenlerden dolayý Çankýrý'dan Ankara'ya göç etmiþtir. Bundan dolayý hem Ankara'da hem Çankýrý'da ayrý ayrý ele alýnmýþtýr. Halk arasýnda Elekçi Çingeneler olarak da adlandýrýlan Poþalar, "ötekinin ötekisi" kýlýnmýþ, damgalanmýþ "Çingene" tanýmýnýn içerdiði olumsuz muhteviyata karþý, kendilerini ayýrt etme stratejisi izleyerek kurgusal bir Poþa etnik kimliðini tasarlamýþlardýr. Bir baþka deyiþle kendilerini "temize çýkarmak ve çoðunluða kabul ettirmek adýna, Çingenelere yöneltilen "ötekileþtirici" vasýflardan soyutlanma uðraþýþý içine girmekte ve bu amaçla, ileride izlenecek olan toplumsal cinsiyet, emek süreci, dil, din öz tarih gibi araçlara baþvurmaktadýrlar. Bu araçlardan en belirleyici olaný "toplumsal cinsiyet"dir. Poþa grubunun þerefi ve haysiyeti, Poþa erkeklerin þerefine, erkeklerin þerefi ise kadýnlarýn namusuna sýký sýkýya baðlanmýþtýr. Bu doðrultuda grup kadýnlarýn bedenini katý kurallarla denetleme hakkýný kendinde görmektedir. Çünkü Poþalarda namus "kadýnlarýný oynatarak hatta "satarak para kazanan" Çingenelerden" ayrýþmanýn ve Çingene olarak nitelendirilmemenin kanýtýdýr.

beraber kullanýlmaktadýr2 (Andrews 1992: 197). Çingeneler sorumluluk, çalýþkanlýk ve ahlak gibi yükümlülükleri yerine getirmediklerine inanýldýðý için yaþadýklarý toplumlarýnda dýþlanan bir gruptur (Barth 2001: 34). Poþalarýn, Çingene bir grup olarak nitelendirildikleri halde bu kimliðini reddetmeleri ve yine bu kimliðe yüklenen olumsuz yargýlar üzerinden kendilerine yeni bir kimlik inþa etmelerinin temelinde yatan neden budur. Poþalar, kendileri dýþýndaki bütün insanlarý "Po" ve "Çingene" olmak üzere ikiye ayrý kategoride deðerlendirirler. Bir Kürt, Türk ya da Çerkes "Po" dur ama bir Çingene "Po" deðildir. Onlara göre hiçbir "Po" , kendi isteðiyle ya da evlilik yoluyla Poþa olamaz. Çünkü Poþalýk doðuþtan kan yoluyla sahip olunan bir özelliktir. Nadir olarak görülse de bir "Po" ile evlenilebilir ama bir Çingenenin böyle bir þansý yoktur. . Bu arada Çingene olarak kabul edip kendilerini soyutladýklarý özel bir grup da yoktur. Poþalar, kadýn oynatan, pis, hýrsýz, yersiz yurtsuz ve dilenci olan herkesi Çingene olarak kabul etmektedirler. Bu konuda "Po"larla hemfikir, hatta Çingenelere karþý onlardan daha acýmasýz yargýlarla donanmýþ durumdadýrlar. Poþalar, kendilerine atfedilen Çingenelik kimliðinden sýyrýlmak ve kendilerini Çingenelerden ayýrmak için beþ önemli referansa baþvururlar, bu referanslar ayný zamanda inþa edilen Poþa etnik kimliðinin beþ bileþenidir: Tarihsel köken (öz tarih anlayýþlarý) Elekçilik (geçim tarzý) Poþaca (dil) Alevilik (inanç sistemi) Namus timsali Poþa kadýnlar (toplumsal cinsiyet)

Poþalarda Kimlik Ýnþasý Türkiye'de aðýrlýkla Doðu ve Kuzey Doðu Anadolu Bölgesi'nde yaþayan Poþalar, elekkalbur yapýp satarak geçimini saðlayan yarýgöçer bir gruptur. Poþalar, Çingenelerle ile ilgili yapýlan çalýþmalarda Çingenelerin bir alt grubu olarak nitelendirilmektedir (Arayýcý). Poþa sözcüðünün anlamýna iliþkin kayda deðer tek veri, Ermenice'deki "Poþ" sýfatýdýr. Poþ, Ermenice'de boþ yani boþ gezen anlamýna gelir (Seropyan 2000: 22). Poþa sözcüðünün kaynaðýna iliþkin ulaþýlabilen bazý mitler1 yine sözcüðün "boþ, boþa gezen" anlamlarýna gönderme yapmaktadýr. Poþa sözcüðü birçok araþtýrmacý tarafýndan "Boþa" sözcüðüyle

Tarihsel Köken: Poþalarýn tarihsel kökeni konusunda bugüne kadar ortaya konulmuþ bilimsel bir veri bulunmamaktadýr. Poþalarýn dillerinde çok miktarda bulunan Ermenice sözcük ve 19. yüzyýl Ermenice kaynaklar onlarýn uzun yýllar Ermenilerle yan yana yaþadýðý noktasýnda ipuçlarý vermektedir. Poþalar arasýnda Ermenilerle kültürleþen ve Hýristiyanlýðý seçenlerine "Hay-Poþa" adý verilmektedir(Seropyan 2000: 22). Ankara Poþalarý, tarihsel kökenleri konusunda en ufak bir bilimsel bilgiye sahip deðildir. Bazýlarý kökenlerini Arabistan'a dayandýrmaktadýr. Bunlar yani "Arabistan kökenli" olduðunu 96


Kurtuluþ

söyleyen aileler ekonomik anlamda diðer Poþalardan farklýdýrlar. Örneðin, bu ailelerdeki büyükbabalar ve babalar devletin çeþitli kurumlarýnda memurluk yapmýþ ya da halen yapan kimselerdir. Ayrýca Çankýrý'da bu ailelere ait mezar taþlarýnýn üzerinde "Araboðlu / Arabkýzý" gibi ifadeler vardýr. Arabistan'ý adres gösteren bir öz tarih anlayýþý sadece Ankara ve Çankýrý Poþalarýna özgü bir argüman deðildir. Erkut'a göre Sivas'ta yaþayan Poþalar da tarihsel kökenlerini Arabistan'a dayandýrmaktadýrlar Erkut 2004: 1). Ankara'dakilerin aksine Çankýrý Poþalarýnýn kökenlerini Orta Asya'ya dayandýrmalarý durumu daha da çeliþik kýlmaktadýr bir o kadar da anlaþýlabilir. Çünkü Çankýrý'da yaþayan Poþa gençlerin büyük bir çoðunluðu Ülkü Ocaklarýna kayýtlýdýr ve MHP'ye sempati duymaktadýr. Çankýrý'daki Poþa erkeklerin býyýk býrakma biçimleriyle3 Ankara'dakiler arasýndaki farklýlýk ise aralarýndaki ideolojik ayrýþmayý gözler önüne serecek niteliktedir. Yaþadýklarý bölgelere uyarlanma çabasý içinde olan Poþalarýn muhafazakâr-milliyetçi bir siyasal aðýrlýða sahip Çankýrý'da kendilerini Orta Asya kökenli olarak ifade etmeleri grup açýsýndan rasyoneldir. Buradaki temel sorun Çingenelerden ayrýþma noktasý olarak belirlenen tarihsel köken konusunun saðlam hiçbir dayanaðýnýn bulunmamasýdýr. Arabistan ya da Orta Asya kökenli olmak, Poþalarýn, 'vatansýz, yurtsuz' gördükleri Çingenelerle aralarýndaki farklýlýða iþaret ettiði gibi bulunduklarý bölgelere göre dinsel ve tözsel bir prestij elde etme çabasýndan kaynaklanmaktadýr.

onlarý, iþe yaramaz, hýrsýz ve dilenci olarak gördükleri Çingenelerden ayýrt edici bir fonksiyonunun olduðuna inanmalarýdýr. Dil (Poþaca): Poþalarýn Ermenice konuþtuklarýna (Arayýcý 1999: 51) dair yaygýn kanýnýn aksine Poþalar kendi dillerine Poþaca adýný vermektedirler. Poþaca Çankýrý- Ali Bey Mahallesi'ndeki Poþalar arasýnda günlük konuþma dili olarak kullanýlmaya devam ederken Ankara-Ýsmet Paþa Mahallesi'nde neredeyse hiç konuþulmamaktadýr. Poþaca Ermenice'nin bir lehçesi mi yoksa baþlý baþýna bir dil mi bu sorulara dilbilimciler cevap bulabilirler fakat bu sözlü dilde Ermenice'den alýnma sözcükler vardýr yalnýz sözcüklerin aldýðý eklerin ve söz diziminin Türkçe olmasý bu dilin kurulanmýþ bir yanýnýn olduðunu düþündürtmektedir: " Muk" sözcüðü Poþaca'da sigara ; "Kýmel" fiili ise içmek anlamýna gelmektedir. Muk kýmelliyorum. (Sigara içiyorum.) Muk kýmelleyeceðim. (Sigara içeceðim.) Muk kýmelledim. (Sigara içtim.) Muk kýmellerim ya da (Sigara içerim) Muk kýmelleyelim mi? (Sigara içelim mi?) Din: Andrews'in "Türkiye'de Etnik Gruplar "adlý kitabý tüm eksikliklerine raðmen Türkiye'deki etnik gruplar üzerine yapýlmýþ en derli toplu çalýþma niteliðindedir. Bu kitapta Poþalarýn grup kimlikleri hakkýnda da bilgi veren Andrews (1992: 198) onlarýn dini kimliklerini Alevilik olarak nitelendirmiþtir. Arayýcý (1992: 42) Uras (1947: 147) ve Seropyan (2000: 22) ise Poþalarýn geçmiþte Hýristiyan olduklarýna dair bilgiler vermiþlerdir.4 Özkan'a göre ise bir kýsým Çingeneler, Yörüklerle ayni göç yollarýný kullandýklarý için Aleviliði onlardan öðrenmiþlerdir (Özkan 2000: 104). Poþalarýn, hangi tarihlerde ve hangi koþullar altýnda Aleviliði tercih ettiklerine dair herhangi bir bilimsel veri yoktur. Poþalarýn geçmiþte Hýristiyanlýk ile baðlarý olmuþ olsa bile (ki bu konuda herhangi bir tespitim olmadý) Aleviliði daha çok sosyo-ekonomik nedenlerden dolayý tercih etmiþ olabilirler. Þöyle ki; Bilici(2003: 69), Aleviliðin Ortadoðu, Mezopotamya ve Anadolu'da yaþayan halklar arasýnda en fazla göçebe, yarý göçebe yoksul Kürt ve Türkmen halklarý arasýnda yayýlan bir inanç sistemi olduðunu ifade etmekte ve bunu da Sunni Islam'in egemen yer-

Elekçilik: Poþalarýn ata mesleði olan "elekçilik" köy köy dolaþýlarak yapýlan bir meslektir. Tarým sektöründeki modernleþmeyle birlikte iþlevini yitiren el yapýmý eleklere paralel olarak iþlevsizleþen bu meslek önce Bohçacýlýða; ardýndan da motorize araçlarla yapýlan ve Poþalarýn "aktif satýþ" " adýný verdikleri bir tür ticarete evirilmiþtir. Seropyan (2000: 24), Poþalarýn elek yapýmýný Ermenilerden öðrendiklerini söylemektedir. Ankara ve Çankýrý Poþalarý da bu bilgiyi doðrulamaktadýr. Elekçilik Poþalar için atalarýnýn geçimlerini saðladýklarý bir meslek olmaktan öte onlarýn kimliklerinin önemli bir parçasýdýr. Poþalar kendilerini meslekleriyle özdeþleþtirmektedirler. Bunun en önemli nedeni ise mesleklerinin 97


Kurtuluþ

leþik sýnýflarýn ve devletlerin tercihi olmasýna baðlamaktadýr. Kaya ( 2003: 75-76) ise Aleviliðin göçebe topluluklar tarafýndan benimsenmesini Alevi inancýnýn sunni Ýslama göre daha esnek bir yapýya sahip olmasýna baðlamaktadýr. Kaya'nýn sözünü ettiði esneklik, ibadet kurallarýný kapsamaktadýr. Kaya'ya göre; Sunni Ýslam'daki "cami" olgusu sabit bir yerleþim yerini, yani yerleþikliði zorunlu kýlmaktadýr. Göçebe bir yaþam sürdüren insanlarýn her konup göçtükleri yere "cami" kurma ya da götürme þanslarý olmadýðý için Aleviler camiyi kendi Ýslam anlayýþlarýnýn içine almamýþlardýr. Buradan hareketle yarý göçebe bir hayat tarzýna sahip olan Poþalarýn, Aleviliði geçim biçimlerinden dolayý tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Çünkü Poþalarýn ata mesleði olan elekçilik, daha önce deðinildiði gibi Poþa erkek ve kadýnlarýnýn kollektif çalýþmasýyla gerçekleþtirilen bir iþtir. Poþalar yaptýklarý eleðin satýþý için köyleri dolaþmak zorundadýrlar. Eleðin satýþýný Poþa kadýn gerçekleþtirmektedir bu nedenle Poþalarýn cinsiyet iliþkilerini düzenleyici kurallar bakýmýndan Sunni müslümanlýða göre daha esnek olan Aleviliði (Shankland 2003: 31) çekici bulmalarý akla yatkýndýr. Poþalarýn göçebelikten kaynaklanan nedenlerden dolayý Alevi inancýna sempati duyduklarýný destekleyen birçok veri Ankara ve Çankýrý'da gözlenebilmiþtir. Bu çalýþmalar sýrasýnda, Poþalarýn yerleþik hayata geçmeye baþladýktan sonra Sünni Müslümanlýða doðru hýzlý bir geçiþ yaþadýklarýna tanýk oldum. Ankara ve Çankýrý'da yaþlý Poþalarýn evinde Halife Ali, On iki Ýmam ya da Hacý Bektaþ Veli sembollerine sýk sýk rastlanýrken 25-40 yaþ arasý daha genç Poþalarýn evlerinde Kuran'dan ayet ve dualarýn çerçeveletilip duvarlara asýlmýþtýr. Özellikle Ankara'da Poþa genç kýzlarýn birçoðu son bir yýlda tesettür giysileri giymekte; Poþa çocuklar Kuran kurslarýna gitmektedirler. Bu olgularý deðerlendirdiðimizde, Poþalar açýsýndan yerleþmeye paralel olarak baþlayan uyarlanma sürecinin AKP iktidarýyla beraber hýzlandýðýný söyleyebiliriz. Bu konuda 35 yaþlarýndaki bir Poþa'nýn söyledikleri oldukça kayda deðerdir. "Biz geçmiþte devrimciydik. Çok açýktan söylüyorum bu mahalle Dev-Yol sempatizanýydý. Biz Çingene olarak görülmüþ, itilmiþ, dýþlanmýþ bir halkýz ki solda durmak, sosyalist olmak bizim için kurtuluþ demekti. Olmadý. Hayal kýrýklýðýna uðradýk. Bir çözüm arayýþý içinde

þimdi Ýslam'a yöneliyoruz. Ýslam'ýn milliyet ayýrt etmeyen, birleþtirici bir yaný var. Bu bizim için bir çözüm. Ama bu demek deðil ki biz þüphelerimizden vazgeçtik. Aradýðýmýzý bulamama ihtimalimiz de var. Bizimkisi bir çözüm yolu, sadece. Þimdilik." (Ankara 2004) Poþalarýn Aleviliði ne kadar içselleþtirdikleri konusundaki bir ayrýntý da Alevi inancýna ait bir takým öðenin uygulandýðý konusudur. Aleviliðe özgü kabul edilen "Cem ayini, "Semah", "Aþure", "Halka namazý","Su orucu" gibi birçok ayin ve ritüelin Poþalar tarafýndan uygulanmamaktadýr. Poþalarýn Aleviliðe yönelik canlý tuttuklarý iki kurum "müsahiplik" ve "dedelik" kurumudur ki son yýllarda her ikisinin de çözülmeye baþladýðý, eski canlýlýðýný yitirmiþtir. Toplumsal Cinsiyet (Namus): Poþalar arasýnda çok sýk kullanýlan bir deyim vardýr: "Eþeðe Poþa karýsý olur musun diye sormuþlar, üç gün yemek yememiþ" diye. Bu deyim, Poþa kadýnlarýn aðýr yaþam koþullarýný özetler niteliktedir. Çünkü ataerkil Poþa ailesindeki iþbölümü cinsiyete göre yapýlandýrýlmýþtýr ve bu iþbölümünde neredeyse bütün iþ kadýnlara düþmüþtür. Poþa kadýnlar ata mesleði olarak nitelendirdikleri elekçilik ya da onu takiben ortaya çýkan bohçacýlýk iþlerinde aktif satýþý üstlenmiþ durumdadýrlar. Poþa erkekler ise eleðin yapýlmasýndan sorumludurlar. Bohçacýlýk iþinde ise herhangi bir paylaþým söz konusu deðildir. Satýlacak tekstil malzemelerinin seçilip, alýnmasýndan satýþýna kadar tüm iþi kadýnlar genellikle tek baþýna gerçekleþtirmektedir. Poþa kadýnlarýn çalýþkanlýklarý ve özverili davranýþlarý grubun kendisini tanýmlamak için her fýrsatta öne çýkardýðý bir olgudur. Poþalar özellikle grubu dýþarýdan tanýmak isteyen biriyle karþýlaþtýklarýnda kadýnlarýnýn bu özelliklerini hemen vurgulama ihtiyacý hissederler. Poþa kadýnlarýn çalýþkanlýklarý bir yana namuslarýna olan düþkünlükleri bir simge olarak her fýrsatta öne çýkarýlmaktadýr. Çünkü onlarýn namuslarý grupsal kimliklerinin sýnýrýný belirlemede en önemli araçtýr. Bu ölçüde Poþalar, bekâr kýzlarý için bakirelik, evli olanlar için sadakat, dul kalanlar için de sýký bir imsak þart koþmaktadýr. Ayný kurallar Poþa erkekler için geçerli deðildir. Birçok grupta olduðu gibi Poþalar'da da namusun korunmasýnýn en önemli göstergesi "bekâret zarýdýr". Poþa bir genç kýz, evleninceye 98


Kurtuluþ

kadar bekâretini yani namusunu özünde de grubun þerefini korumakla yükümlüdür. Grup içi evliliklerin (endogami) olduðu Poþalarda evlendirilecek kýzlara düðün esnasýnda mutlaka bekâret kontrolü yaptýrýlmaktadýr. Üç gün süren düðün sürecinin ilk aþamasý "niþan" , ikinci aþamasý "kýz ve erkek evlerindeki düðün eðlencesi"; en önemli olan üçüncü aþamasý ise evlenecek kýzýn tüm akraba kadýnlarýn gözü önünde bekâret kontrolünden geçeceði "hamam" aþamasýdýr. Evlenecek kýz hamama götürüldüðünde kýz ve erkek evindeki tüm davullar susmakta ve düðüne katýlan tüm Poþalar "müjdeli" haberi beklemeye baþlamaktadýr. Evlenecek çiftlerin tüm kadýn akrabalarýnýn tanýklýðýnda, evlenecek Poþa kýzlarý ebe tarafýndan kontrol edilmekte; kýzýn bakire olduðuna kanaat getiren ebe "temizdir" onayýný verdikten sonra ve bu haber düðün evlerine ulaþtýrýlmaktadýr. Haberin düðün evine ulaþmasýndan sonra davullar tekrar çalmaya baþlamaktadýr. Davullarýn tekrar çalmaya baþlamasý kýzýn bakireliðinin diðer Poþalara iletilmesi için bir araç niteliðindedir. Poþalar günümüzde bakirelik olgusunu kanýtlamak için "modern týbbýn bütün nimetlerinden" de yararlanmaktadýrlar. Evlendirilecek olan kýzlar, erkek tarafýnýn tercihi üzerine hamama deðil; bir jinekoloða da götürülebilmektedir. Poþalardaki bakirelik olgusu sadece yukarýda yapýlanlarla sýnýrlý kalmamaktadýr. Gerdek gecesinin ardýndan "bekâret çarþafý" denilen örtü kýz annesine götürülmektedir. Örtüyü alan ve kýzý bakire çýktýðý için tebrik edilen anne, örtüyü "bir gün kýzýna namus konusunda bir iftira atýlýrsa" kanýt olarak göstermek üzere saklamaktadýr. Poþa bir kýzýn bakire çýkmamasý durumunda kendisini bekleyen ceza öldüresiye dayak yemek ve gruptan soyutlanmaktýr. Böylesi bir durumda kalan kýz evinden dýþarý çýkamaz, çýktýðý zaman birçok kötü söz ve davranýþa maruz kalýr. Bu dýþlama mekanizmasýna kýzýn ailesi de dâhil edilir. Ayrýca Poþa düðünleri son derece masraflýdýr. Bu masraflarýn büyük bir çoðunluðunu erkek tarafý üstlenir. Evlenecek olan kýzýn "temiz" çýkmamasý durumunda erkek tarafý, düðün masraflarýný kýz babasýndan alýr ve onu kýzýný iyi "terbiye" edemediði için onu ekonomik olarak zor duruma düþürerek cezalandýrýr. Poþalarda kýzýn kiminle evlendirileceði konusunda söz sahibi olan babadýr. Babanýn

eviçi alanda mutlak bir hâkimiyeti göze çarpmaktadýr. Baba yoksa erkek kardeþler bu görevi üstlenirler. Baþlýk parasý mutlaka alýnmaktadýr ve baþlýk parasýnýn Poþalar arasýnda " kýz satma" olarak adlandýrýlmaktadýr. Poþa kýzlar çok küçük yaþlarda evlendirilmektedirler. Mahallede 12 yaþýnda evlenen genç Poþa kadýnlara rastlanýlmýþtýr. Poþa kýzlarýn bu adölesan evlilikleri Poþa genç erkekleri korumak maksatlýdýr. Bir Poþa, genç oðlunun hovardalýk yapmayýp düzenli bir hayat sürdürmesini istiyorsa onu hiç vakit kaybetmeden evlendirmektedir. Evlenen çift genelde kendi çekirdek ailesini kurmaktadýr. Poþa kýzlar üzerindeki denetim ve baský evlendikten sonra da boyut deðiþtirerek devam eder. Evli bir Poþa kadýný saçýný süpürge edip evini geçindirmeli, çocuk doðurup bakmalý ve kocasýna çok sadýk olmak zorundadýr. Kocasýný kaybeden bir Poþa kadýnýn baþka biriyle evlenmesi oldukça ender rastlanan bir durumdur. Poþa bir kadýn evliliðin erken dönemlerinde kocasýný kaybetse bile evlenmeyi göze alamamaktadýr. Kadýn cinselliðinin ve yaþama biçiminin erkeðin /ailenin þerefi ile özdeþleþtirildiði, kan baðýna dayalý akrabalýk sistemleri, kadýnýn tecridi ve denetlenmesinin bilinen örneklerinden birini sergilemektedir. Kadýnýn ahlak ve iffet ölçüsünün erkeðe, aileye ve topluluða baðlý olarak tanýmlandýðý bu deðer sistemleri, kadýnýn yaþamý ve cinselliðinin katý kurallar ile denetlenmesi üzerine kurgulanmýþtýr. Kan baðýna dayalý akrabalýk dünyasý ile dýþ dünya arasýndaki çatýþma ve düþmanlýðýn yansýmasý olan bu deðerler, kadýnla erkek arasýnda eþitsiz bir iliþki öngörmektedir. Aile þerefi adýna ahlaki deðerleri belirlenen, baþta cinselliði olmak üzere yaþamý denetlenen ve sýnýrlanan cins, erkek deðil sadece kadýnlardýr (Berktay 2000: 115). Poþalar için þeref ve namus kavramlarý cinsiyetler arasý iliþkilerin belirleyicisi olmakla beraber grubun kendisini tanýmlama sürecinde kilit bir nokta olarak göze çarpmaktadýr. Poþalar, Çingene olarak tanýmlanmama kaygýsýnýn bir sonucu olarak Poþa kadýnlarýn bedenleri üzerinden yine kadýnlarý (anneler, kaynanalar, yengeler, halalar vb.) kullanarak denetim kurmaktadýrlar. Kadýn grup içinde hem baský yapan, hem de baskýya maruz kalan bir konumdadýr. Kadýn grubun tanýmlanmasýnda ve "ahlaksýz" Çingenelerden ayrýþma noktasýnda 99


Kurtuluþ

bir kriteri tecessüm etmektedir ve grubun onuru/þerefi onun namusuna endekslenmiþ durumdadýr. Sonuç olarak; Poþalar etnik kimliklerini tasarlarken "namus", "öz tarih anlayýþý", "dil", "din","geçim biçimi" gibi bileþenlerden yararlanýrlar. Bu bileþenler içinde Poþalar tarafýndan en fazla öne çýkarýlan "kadýnlarýn namusu ve sadakati" olgusudur. Bunun nedenlerini þöyle özetleyebiliriz: Poþalar her ne kadar kökenlerini Arabistan ve Orta Asya'ya dayandýrsalar da kökenleri konusunda saðlam temelli bilgilere sahip deðillerdir ve bunun bilincindedirler. Elekçilik mesleði, hýrsýzlýk ve dilencilikle özdeþleþtirilen Çingeneliðe karþý bir kalkan görevindedir fakat toplumun çoðunluðu tarafýndan bu meslek de Çingenelere özgü kabul edilmektedir. Poþaca, Ermenice ile harmanlanarak oluþturulmuþ ve sadece Poþalara özgü bir dildir. Bu dil Romanca konuþan Çingenelerden ayrýþtýklarý anlamýna gelse de Poþalarýn geçmiþte Ermenilerle beraber yaþamalarý ve dillerindeki Ermenice etkisi varolan "öteki"klerine bir yensini eklemeleri demektir. Poþalarýn Alevi

kimlikleri yine dinsiz kabul ettikleri ve hatta Ýbrahim peygamberin ateþe atýlmasýnda sorunlu tuttuklarý Çingenelerle aralarýna sýnýr çizmek için kullandýklarý bir araçtýr. Fakat Alevilik, egemen sýnýflarýn tercihi olan Sünni Müslümanlýða karþý "öteki" pozisyonunda bulunan bir dinsel sistemdir. Kýsacasý Türkiye toplumu içinde "öteki" durumunda olan Poþalar, kendi içlerinde Çingeneleri "öteki"leþtirirken bir takým araçlar kullanmaktadýrlar. Ne var ki bu araçlarýn bir kýsmý saðlam temellerden yoksundur (tarihsel köken ve elekçilik), bir kýsmý da onlarýn "ötekilik"lerini ikiye katlayýp (Ermenice ve Alevilik), eklemlenmeye çalýþtýklarý toplumsal yapýdan onlarý uzaklaþtýrmaktadýr. Bu nedenle hem Çingenelerden ayrýþma hem de içinde yaþadýklarý toplumun baskýn deðerlerinden birisiyle örtüþme anlamýnda Poþalar tarafýndan öne çýkarýlacak en önemli bileþen "kadýnlarýn namusu ve sadakati" olgusudur. Bu nedenle Poþa etnik kimliðinin oluþumunda ve sýnýrlarýnýn korunmasýnda kullanýlan en önemli araç toplumsal cinsiyettir.

100


Kurtuluþ

1- Sivas kaynaklý bir anlatýya göre : " Sivasta zamanýnda bir Paþa varmýþ. Bu paþa, poþalarýn ne iþle meþgul olduklarýný sormuþ, onlarda sele sepet yaptýklarýný, davul zurna çaldýklarýný söylemiþler. Paþa, onlara 'sizin yaptýðýnýz iþ boþ iþ demiþ'. Baþka bir ifade ile sizin çalýþmalarýnýz 'boþa' . Ondan sonra boþ veya boþa çalýþanlar için 'boþa' kelimesi bir lakap olarak kullanýlmaya baþlanmýþ ve halk aðzýnda 'boþa' zamanla 'Poþa' ya dönüþmüþ"(Korkmaz 1985: 32; Erkut 2004: 2- Poþalara dair anlatýlan bir Ermeni efsanesi de yukarýdaki anlatýyla paralellik göstermektedir:"Poþalar kendilerine 'Lom' derler, ancak bu adý hiçbir þekilde izah edemezler. Poþa adlandýrýlmasýný ise þu kelime oyunu ile anlatýrlar. Tüm uluslarýn davetli olduklarý bir davette herkes yerlerini aldýktan sonra Poþalar gelmiþ, ancak yer olmadýðýndan onlara 'boþ-a, boþ-a (yani boþtur, boþunadýr) gidin' demiþler. Buradan da boþ-a, boþa, poþa adý oluþmuþ" (Seropyan 2000: 24). 3- MHP' nin (Milliyetçi Hareket Partisi) parti bayraðýnda kullanýlan üç hilal , parti sempazitanlarýnýn býyýk býrakma biçimine de yansýmýþtýr.Ýki kaþýn altýnda hilal þeklinde býrakýlan býyýk biçimi partiye duyduklarý sempatinin göstergesidir. 4- Ýsa peygamber bir gün Havariyundan birisiyle yemek yerler iken, havari Ýsa'ya bir ekmek parçasý sunmuþ. Bu ekmeðin içinden pis bir þey çýkmýþ. Ýsa peygamberin caný sýkýlmýþ ve baþýndan bir tutam saç alarak Havariye vermiþ. Havari hayretle Ýsa'nýn yüzüne bakmýþ ve bundan maksadýný anlayamamýþ. Bunun üzerine Ýsa, saçlarý alarak üstlerine haç çýkarmýþ takdis etmiþ. Havari de derhal elek örmeyi öðrenerek bundan sonra, ekmek yapýlacak unu temizlemek için elek örmeye baþlamýþ. Bu havarinin soyundan da Poþalar gelmiþ" (Paspati; Akt: Uras 1947: 8).

KAYNAKÇA ANDREWS, Peter Alfrod. Türkiye'de Etnik Gruplar. (Çev. Mustafa Küpüþoðlu), Ýstanbul, 1992 ARAYICI, Ali. Çingeneler. Ýstanbul, Ceylan Yayýncýlýk, 2001 AYDIN, S. Kimlik Sorunu, Ulusallýk ve Türk Kimliði, Ankara, Öteki Yayýnlarý, 2.Bsm. Nisan 1999 BERKTAY, Fatmagül. Tek Tanrýlý Dinler Karþýsýnda Kadýn. Ýstanbul, Metis Yayýnlarý, 2000 BÝLÝCÝ, Faruk. " Alevi-Bektaþi Ýlahiyatýnýn Günümüz Türkiyesindeki Ýþlevi" . Alevi Kimliði. E. Özdalga, C. Radvere, T. Olsson (Ed.), (Çev. Bilge Kurt Torun- Hayati Torun). Ýstanbul: Tarih Vakfý Yayýnlarý, 2003 BARTH, Fredrick." Etnik ve Kültürel Farklýlaþma". Etnik Kimlikler ve Sýnýrlarý, (Der. : Fredrick Barth), (Çev.:Ayhan Kaya- Seda Gürkan), Ankara,1991 ERIKSEN, Thomas. "Ethnicity, Race and Nation", Montserrat Guýbernau ve John Rex, Ethnicity Reader: Nationalism, Multiculturalism and Migration, Polity Pres, 1997. ERKUT, Ali. " Bir Alt Kültür Olarak Poþalar" www. akmb. gov.tr /turkce / books /turkkong4.4 / tk4.4.19.erkul.htm. FENTON, Steve. Etnisite. (Çev. Nihat Þad), Ankara: Fhoenix Yayýnlarý, 2001 GÜVENÇ, Bozkurt. Ýnsan ve Kültür. Ýstanbul, Remzi Kitabevi, 1991 KAYA, Hasan. Bir Baþka Gözle Alevilik-Kýzýlbaþlýk. Ýstanbul, Senfoni Yayýncýlýk, 2003 KORKMAZ, Abdullah. Poþalarýn Sosyal ve Kültürel Yapýsý. Ýstanbul Üniversitesi Bilimler Enstütüsü Sosyal Yapý- Sosyal Deðiþme Anabilim Dalý, Yayýmlanmamýþ Yüksek Lisans Tezi, Ýstanbul, 1985 MAALOUF, Amin. Ölümcül Kimlikler. (Çev. Aysel Bora), Ýstanbul: Yapý Kredi Yayýnlarý, 2002 NAGEL, Joane. " Constructing Etnicity: Creating an Recreating Ethnic Identiy and Culture", M.W. Hugley, New Tribalism The Resugence of Race and Ethnicity,London, McMýllan Pres,1998. REX John ve Montserrat Guýbernau. " Introduction", Montserrat Guýbernau ve John Rex, Ethnicity Reader: Nationalism, Multiculturalism and Migration, Polity Pres, 1997. SEROPYAN, Sarkis. "Hay-Poþalar". Tarih ve Toplum. cilt 33-34, sayý 203, Kasým 2000 URAS, Esat. "Poþalar = Elekçi Çingeneler Hakkýnda Sosyolojik Bir Etüd". Çýðýr Milli Dergisi, yýl 15, sayý, (177-180), Ankara, 1947

101


dosya azýnlýklar

Kültürel Kimliklerimiz ve Çok Kültürlülüðümüz Giriþ Akademik ve siyasal arenanýn son yýllardaki "favori ekürisi" hiç kuþkusuz "kimlik" ve "çokkültürlülük" kavramlarýdýr. Öyle ki, artýk her türlü kimlik algýsýnýn tanýnýp(!), çokkültürcülüðün zenginleþtirici hoþgörüsünden bahsetmek "aydýn" olmanýn þanýndan sayýlýyor. Ancak diðer yandan halklar arasýndaki çatýþmalarýn ve boðazlaþmalarýn artarak devam etmesi ve "en çokkültürcü" Batý ülkelerindeki yabancý düþmanlýðýnýn týrmanmasý ise görmezden geliniyor. Üstelik kimlikleri tanýyan çevrelerin samimiyetsizliðine ve yaþanan çatýþmalara paralel olarak halklar arasýndaki sýnýrlar ve uçurumlar giderek daha da derinleþiyor. Öyleyse bu geliþmelerin sorumlusu bir yandan tanýnýp folklorik bir malzeme olarak etnografya müzelerinin vazgeçilmez nesnesi, diðer yandan da çatýþmalarýn kaynaðý olan kimlikler mi? Etrafýmýzda olup bitenlere baktýðýmýzda, insanlarýn etnik olarak farklý olduklarýný düþündükleri gruplara karþý olan tahammülsüzlüklerinin artýk soykýrýmý aratmayan boðazlaþmalara gittiðini görebilmekteyiz. Üstelik bir zamanlar "ulus" fikri ya da "sosyalizm" çatýsý altýnda bir arada duran, özellikle "ulusu" için baþka "uluslar" ile çatýþmýþ olan halklarýn,

Ç.Ceyhan Suvari 102


Kurtuluþ

"küreselleþtiðimizin" ve "çokkültürlü" olduðumuzun sýk sýk hatýrlatýldýðý Yeni Dünya Düzeninde, kendi aralarýnda çatýþmaya baþladýklarýný Balkanlara, Kafkaslara ve Ortadoðu'ya baktýðýmýzda görebiliyoruz. O halde, sosyalist devletlerin sýnýf temelinde, diðer devletlerin de ulus fikri çerçevesinde bir araya getirdiði etnik gruplar nasýl oldu da karþý karþýya geldiler? Ýnsanlara ne oldu da, bir zamanlar "duygu birliði" yaptýðý kapý komþularýný düþmaný olarak görmeye baþladý? Bilhassa, bir zamanlarýn sosyalist ülkelerindeki devlet baþkanlarý ya da parti liderleri nasýl olup da, Doðu Bloðu'nun çözülmesinin hemen ertesinde eski ideolojilerinin tam zýttý olan etnik milliyetçi liderlere dönüþtüler? Bu þekilde çoðaltabileceðimiz sorulara vereceðimiz her türlü yanýtýn gerçekten yetersiz kalacaðýna inanýyorum. Yine de bu durumu kýsmen de olsa anlamak için etnisite kavramýna bir göz atmanýn yerinde olacaðýný düþünüyorum. Etnik Kimlik Etnik kimliklerin, türler arasýnda gözlemlenen doðal farklara dayalý bir sýnýflandýrma gibi görülmemesi gerektiði, tersine inþa edilen ve kurgulanan bir kavram olduðu önkabulü ile söze baþlýyorum. Ýnþa sürecinde, gruplar arasýnda nerede baþlayýp nerede sonlandýðý hiç kimse tarafýndan açýklanamayan ve doðal olmayan bir takým sýnýrlar çizilir. Çok basit bir yaklaþým olsa da anlatmaya çalýþtýðým durum için þöyle bir örnek verebilirim: Söz gelimi Türk ve Kürt kimliði için en önemli sýnýr kodu dil olarak kabul edilir. Oysa Mardinli bir Türk ve Kürt lisanlarý dýþýnda, kültürel olarak ilkinin Aydýnlý bir Türk'ten, ikincisinin ise Karslý bir Kürt'ten çok daha fazla hemþeri etnisiteler olan Süryani ve Araplarla benzeþmesi hiç de þaþýrtýcý deðildir. Bununla beraber, kimlikler arasýndaki sýnýrý belirleyen bu göreli farklýlýklar ve bunlarýn algýlanma biçimi halklar arasýnda (çoðunlukla) masum bir ötekileþtirme vasýtasý olarak daima kullanýlýr. Fenton, bu durumu sosyal bir sýnýflandýrma olarak görmektedir. "Sýnýrlarý gevþek veya sýký bir þekilde belirlenebilen halklar kendilerini kolektif olarak diðer halklardan ayýrt ederler. Dolayýsýyla etnisite iliþkiler içinde ortaya çýkan sosyal sýnýflandýrmalarla alakalýdýr" (Fenton 2001: 9). Smith'e (2002) göre, etnik kimlik inþasýnda baþvurulan referanslar arasýnda kolektif isim, ortak soy miti, ortak tarih, ortak kültür ve

dayanýþma duygusu baþta gelmektedir. Ancak insanlar gündelik hayatlarýnda, kimliklerini inþa eden bu referanslarý çok fazla akýllarýna getirmezler. Bunlar, özellikle ya törenler, ayinler ve kutlamalar gibi planlanmýþ durumlarda ve günlerde ya da gruplar arasý gerilim ve çatýþmalarýn yaþandýðý olaðanüstü durumlarda grup tarafýndan hatýrlanarak kimliðin yeniden inþasý ve sürdürülmesinde baþvurulan deðiþken referanslardýr. Nitekim ciddi krizlerin yaþandýðý dönemler, insanlar arasýnda, geleneksel bir yaþam tarzýna ve kimliðe karþý saldýrý olarak görülen her þeye karþý güçlü nefret ve intikam duygularýnýn ortaya çýkmasý açýsýndan uygun zeminler sunmaktadýr. "Kolektif bir isme tapýnmak, topluluðun sembolik imgelerini kullanmak, topluluk ve düþmanlarýnýn sterotiplerini yaratmak, rutin törenler ve bayramlar düzenlemek ve kurbanlar vermek, geçmiþteki olaylarý ve eski kahramanlarýn gösterdiði olaðanüstü baþarýlarý topluluk önünde anlatmak suretiyle, kadýn erkek herkesin, kendilerini bir topluluðun ve bu topluluðun kendi bireysel varlýklarýný aþan tarihsel kaderinin bir parçasý olarak hissedebilmeleri onlarýn doðal afetler ve insan vahþeti karþýsýnda duyduklarý yalnýzlýk ve güvensizlik duygusunu aþabilmelerini saðlamýþtýr" (Smith'den akt. Fenton 2001: 11). Günümüzde, akademik (özellikle tarihçiler) ve politik çevrelerin etnik kimlik tanýmlamasý için en fazla baþvurduklarý referansýn yukarýda bahsedilenlerin yaný sýra hatta onlardan daha çok "dil" olduðunu biliyoruz. Bu amaçla etimolojik çalýþmalarýn yürütüldüðü ve kendi etnik gruplarýnýn tarihsel köklerinin dilsel benzerlikler kullanýlarak tespit edilmeye çalýþýldýðý sayýsýz örnek vardýr. Bu anlamda Sümerlerin Türk olduðunun belirtildiði Türkdoðan'ýn (1999: 154) çalýþmasý ya da yine Sümerlerin Kürt olduðunun belirtildiði Bender'in (1995: 31) çalýþmasý iyi birer örnektir. Kuþkusuz dil kimliðin inþasýnda ve sürdürülmesinde hayati bir rol oynamaktadýr. Bireyler ayný dili konuþtuklarý insanlarla çok daha rahat iliþki kurarlar. Ýnsanlar ortak dil aracýlýðýyla birbirlerine meta ve bilgi akýþýný kolayca gerçekleþtirebilme imkanýna sahiptirler. Bu durum ayný dili konuþan insanlar arasýnda ortak bir duygu ve benzer davranýþ biçimleri geliþtirmesi açýsýndan önemlidir. Ama bu her zaman ve her yerde geçerli olan mutlak bir doðru deðildir. Özellikle ayný dili konuþtuklarý halde farklý din ve mezheplere sahip insanlarýn 103


Kurtuluþ

ortak dile raðmen, tek bir kimlik oluþturacak duygu birliðinden bahsetmek oldukça güçtür. Söz gelimi Nusayrilerde, Dürzilerde, Arapça konuþan Ortodoks Hýristiyanlarda ve Arapça konuþan Þiilerde ya da Sünnilerde ortak dil Arapça'dýr. Ancak inanç boyutunda birbirlerinden ayrýldýklarýndan ve tarihsel olarak günümüze kadar da süren aralarýndaki kanlý çatýþmalar da göz önüne alýndýðýnda, bahsi geçen gruplarý en azýndan taraflardan birinin dinini deðiþtirmesi söz konusu olmadýðý sürece tek bir kimlik altýnda bir araya getirmeyi seküler Arap milliyetçiliðinin dahi baþaramadýðý görülmektedir. Benzer örnekler Sýrpça, Türkçe, Ýngilizce, Rusça vs. konuþan halklar içindeki farklý din ve mezheplere mensup gruplar arsýnda da gösterilebilir. Etnisitenin, deðiþmeye, yeniden tanýmlanmaya ve doðruluðu tartýþýlmaya açýk; soy, kültür ve dil gibi özellikler etrafýnda tanýmlanmasýndan dolayý, kalýtsal, ezeli ve ebedi bir kavram olarak görmektense sosyal bir süreç olarak, insanlarýn, kolektif ya da bireysel açýdan sosyal yaþamlarýnda etraflarýna çektikleri hareketli sýnýrlar ve kimlikler olarak algýlamamýzýn daha doðru bir yaklaþým (Fenton 2001: 14) olduðunu söyleyebilirim. Nitekim, sosyal antropolojik açýdan da son zamanlarda kabul gören etnik kimlik tanýmý, tarihsel sürekliliði olan tözsel bir kavram olarak deðil, tarih içinde insanlarýn deðer bölüþümü ve karþýlýklý etkileþimi sürecinde, gruplarýn birbirlerini dýþlamasý ve ötekileþtirmesi ya da dahil etmesi gibi sosyal süreçlerin þekillendirdiði toplumsal bir kategori þeklindedir. Barth'a (2001: 18) göre, etnik grubun aidiyetini belirleyen unsurlar, objektif olarak nitelenen farklýlýklar deðil, toplumsal süreçte oluþan farklýlýklardýr. Barth, insanlarýn davranýþlarý açýsýndan ne denli farklý olurlarsa olsunlar, eðer kendilerini akraba bir topluluk olan B grubuna deðil de A grubuna ait hissediyorsa, bu tanýmlamayý kimsenin engelleyemeyeceðini belirtmektedir (Barth 2001: 18). Türk ve Kürt Kimlikleri Birer Etnik Kimlik midir? Kürt ve Türk kimliðini, sadece yaþadýðýmýz coðrafyanýn iki baþat kimliði olduðu için deðil, bundan daha da önemlisi son zamanlarda özellikle Irak'taki geliþmelere paralel olarak, gittikçe birbirinden uzaklaþtýðýný ve kabul etmesi acý verse de adeta çatýþmanýn eþiðine geldiðini

düþündüðüm için bu baþlýk altýnda antropolojik bir bakýþ açýsýyla yeniden tartýþmak istedim. Kendini Türk olarak tanýmlayan ve dýþarýdan da ayný isimle adlandýrýlan dünyadaki tek topluluðun Anadolu'daki ve Balkanlar'daki Türkçe konuþan gruplar olduðunu rahatlýkla söyleyebiliriz. Anadolu dýþýnda Türkçe'yle akraba diller konuþan Asya'daki halklarýn ise kendilerini Türk olarak adlandýrmadýklarý, bunun yerine Özbek, Kýrgýz, Türkmen, Kazak ve Azeri olarak algýladýklarý ve dýþarýda da bu adlarla tanýndýklarý bilinmektedir. Üstelik Sovyetler Birliði döneminde de ayný sistem çatýsý altýnda olduklarý halde, Sovyetler daðýldýktan sonra, Türkiye'de kendine "Turancý" diyen ýrkçý kesimi büyük bir hayal kýrýklýðýna uðratarak; "Türkiyeli aðabeylerimizin1 buyurduðu üzere, mademki hepimiz Türk'müþüz, birleþip bir Turan devleti kuralým" demediler. Dolayýsýyla söz konusu halklarýn, tüm farklýlýklarýný ve kendi kimlik algýlarýný göz ardý ederek homojen bir Türk kimliði altýnda toplamaya çalýþmak sadece bir fantezi olmaktan öteye geçememiþtir. Kaldý ki, bahsi geçen halklar dahi kendi içlerinde tek ve bütüncül bir kimliðin taþýyýcýsý deðillerdir. Söz gelimi Anadolu'daki Türkçe konuþan topluluða baktýðýmýzda, dinsel ya da mezhepsel olarak farklý kimlik algýlarýna sahip olduðunu görmekteyiz. Ayný þekilde Kürt kimliði de Türklük gibi tüm kapsayýcýlýk iddiasýna raðmen, içinde hem dilsel hem de dinsel ve mezhepsel farklýlýklarý ihtiva etmektedir. Kürt kimliði dinsel ve mezhepsel olarak Yezidiler, Zazaca ya da Kurmanci konuþan Aleviler, dilsel olarak Kurmançlar, Soranlar, Zazalar ve Goranlar olmak üzere farklý aidiyetlere bölünmüþtür. Hem Türk hem de Kürt tarihi incelendiðinde, günümüzde ayný kimlik altýnda tanýmlanan gruplarýn pek çok defa karþý karþýya geldiði görülmektedir. Söz gelimi tarihsel olarak bu çatýþmalar içinde gösterebileceðimiz Alevi Sünni zýtlaþmasýnýn sebepleri arasýnda, Sünni bir Türk ya da Kürt için Alevilerin, Hýristiyan ötekilerden bile daha "zararlý" dolayýsýyla "katli vacip" "sapkýn" bir topluluk olarak görülmesi önemli bir yer tutmaktaydý. Bu anlamda etnik kimlik tanýmlamasý için öne sürülen -ki bunlarý Türk ve Kürt kimliðini homojen bir kimlik olarak deðerlendiren yazar ve politik çevreler de kabul etmektedir- ortak soy, ortak ata, toplumsal bellek, duygu ve kader birliði gibi kriterleri dikkate aldýðýmýzda dahi 104


Kurtuluþ

yekpare, ezeli ve ebedi bir Türk ve Kürt kimliðinden bahsetmemiz mümkün görünmemektedir. Söz gelimi Sünni Türkler hatta Kürtler için Yavuz Sultan Selim, Þii Safevi Devleti'ni yenmiþ, Mýsýr'ý Osmanlý topraklarýna katarak Halifelik makamýný Ýstanbul'a getirmiþ biri olmasý hasebiyle grurla sahiplenilen atasal bir sembolken, ayný Yavuz, Aleviler açýsýndan atalarýný katleden, kalanlarý daðlara süren "lanet bir yezit"tir. Benzer þekilde Pir Sultan, Aleviler için Sünni Osmanlý "zulmüne" baþkaldýrmýþ inançlý bir Alevi "direniþçisi" iken, Sünni bir Türk için Osmanlý'nýn düzenini bozmaya yeltenmiþ bir Safevi "ajaný" idi. Dolayýsýyla her iki grubun söz konusu olaylar karþýsýnda Osmanlý Devleti'ne bakýþý da bu anlamda farklýdýr. Öte yandan genel olarak Kürtler için Bedirhan Bey ve sülalesi Kürt ulusçuluk fikirlerini baþlatan, ilk Kürt alfabesini oluþturan ve ilk Kürtçe gazeteyi çýkaran "ulusal bir kahraman" iken, Yezidiler açýsýndan tarihlerindeki en kanlý katliamýn mümessili olarak adý "küfürle" anýlmasý gereken bir þahsiyettir. Buraya kadar yazdýklarým, tek ve homojen bir Türk ve Kürt kimliðinden bahsedilemeyeceðini ortaya koymaktadýr. Diðer taraftan kimlik inþasýnda referans gösterilen kriterlerin de her zaman ve her yerde geçerli ve mutlak olmadýðýný, bunlarýn zamana ve mekana göre deðiþebileceðini hatta yeni kriterler icat edilerek mevcut kimlikler içinden yeni kimlikler çýkarýlabileceðini de toplumsal bir olgu olarak kabul etmemiz gerekiyor. Deðiþen Algýlar Kimlik algýsýnýn zamana ve mekâna göre deðiþebilmesi onun mutlak olmadýðýný gösteren önemli bir özelliðidir. Nitekim doksanlý yýllarýn baþýndan itibaren, Yugoslav kimliðinin bir anda parçalanarak yerini Sýrp, Hýrvat, Boþnak, Makedon kimliklerine býraktýðýna hep beraber þahit olduk. Benzer þekilde I. Dünya Savaþý sonunda yapay olarak üretilen Iraklý kimliðinin yerini þimdi Þii, Sünni, Kürt ve Türkmen kimliklerine devrini televizyondan canlý yayýnlar aracýlýðýyla izliyoruz. Ancak bu kimlik ayrýþmasýnýn bir sonu var mý? Elbette hayýr. Nitekim yine Irak üzerinden bakarsak Araplar ve Türkmenler Þii ve Sünni2, Kürtler Kurmanç (KDP) ve Soran (YNK), genel anlamda tüm Iraklýlar Ýslamcý ve laik þeklinde ayrýþma potansiyeline hatta gerilimine sahiptir. Anadolu'ya baktýðýmýzda ise, 1900'lü yýllarýn baþýnda

Müslüman kimliði altýnda Anadolu'nun diðer özgün kimlikleri olan Hýristiyan Ermeni ve Rumlara karþý beraber hareket eden Türk ve Kürtlerin, günümüzde kendilerinin adeta etnik bir çatýþmanýn eþiðine geldiðini görmek için "milli refleks" olarak pohpohlanan linç giriþimlerine bakmamýz yeterli olacaktýr. Kimlik tanýmlamasý insanlarýn bakýþ açýsý ve dünya görüþüne göre de deðiþebiliyor. 2006 yýlý içerisinde Fransa'da yaþanan olaylarla ilgili yorumlar anlatmaya çalýþtýðým durumu çok güzel özetliyor: Varoþlarýn ayaklanmasý (sýnýfsal), Müslüman-Hýristiyan çatýþmasý (dinsel), Doðu-Batý çatýþmasý (medeniyetler çatýþmasý) þeklinde pek çok farklý yorumla karþýlaþmýþtýk. Kimlik tanýmlamasýndaki bu 'engin göreliliði', mekân farklýlýðýnýn kimlik algýsý üzerindeki etkisinde de görmekteyiz. Zira Anadolu'nun Türk, Kürt, Çerkez, Alevi, Sünni vb þeklindeki heterojen kimlik yapýsýnýn, Batý ülkelerinde homojenleþtirilerek Türk, Müslüman, Ortadoðulu, Asyalý hatta Arap olarak toptanlaþtýrýlmasý, mekânsal algýnýn bir sonucudur. Ayný zamanda kimliklere yüklenen anlamlarýn da (özellikle kalýp yargýlarýn) zaman ve mekân içinde deðiþikliðe uðradýðýný söyleyebiliriz. Söz gelimi Vanlý bir Kürt, örneðin Ýzmir'de 'hýrsýz', 'tembel' ve bilumum 'pis iþlerin kaynaðý' olarak görülebilmekteyken, ayný Vanlý bu defa Van'da bulunmak zorunda olan Ýranlý bir mülteciye benzer olumsuz sýfatlara yaklaþabiliyor. Öte yandan Batý ülkelerinde yaþayan Ýzmirli, Vanlý ve Ýranlý hep birlikte yukarýda anýlan kalýp yargýlardan muzdarip olabiliyor. Aslýnda kimlik algýsýnýn deðiþken olduðunu anlamak için gurbete gitmeye de gerek yok; eminim çoðumuz gündelik hayat içinde þöyle bir diyaloðun þahidi hatta bizzat muhatabý olmuþuzdur: "Benim pek çok Alevi/Sünni-Kürt/Türk arkadaþým var. Çok iyi insanlar onlarý çok severim. Ama bizim mahalledekiler …!" Bu ve benzeri diyaloglarýn artýk, halklar arasýndaki masum bir ötekileþtirme söyleminin çok ötesinde, siyasal bir etnik ayýrýmcýlýða dayanan ideolojik yönlendirmelerin ürünü olduðunu söylemek sanýrým mübalaða olmayacaktýr. Kimlik Kaosu Dünyada yaþanan durumu dikkate alarak aslýnda tüm bunlarýn bir kimlik kaosu, ya da Eriksen'in ifadesiyle bir "kültür terörizmi" olduðunu söyleyebilir miyiz?. Düþünün ki, bir insan gündelik hayatýnda erkek/kadýn, 105


Kurtuluþ

homoseksüel/heteroseksüel, evli/bekâr, anne/baba, Doðulu/Batýlý, Kürt/Türk, Müslüman (Alevi/Sünni/ Þii vs) / Hýristiyan (Katolik/Protestan/Ortodoks vs.), iþçi/memur, köylü/kentli gibi pek çok kimliðe sahiptir. Ve doðal olarak dünyada, kimlik algýlarýndan herhangi birinin ya da birkaçýnýn gasp edilmediði tek bir insan dahi yoktur. Yani aslýnda egemen/baþat kimlik sahipleri de dahil tüm insanlar kimlik çeþitleri içinden en az birinden muzdariptirler. Üstelik kimlik maðduriyetine neden olan bu gasp ve hoþgörüsüzlük sadece resmi olan devlet ve kurumlarýnca deðil, bizzat bireysel düzeyde de yapýlabilir. Bu durum, bireysel ve kültürel haklarýn ya da kimlik sembollerinin gaspý þeklinde gerçek olabileceði gibi, egemen kimliklerin çeþitli þekillerde "iç ve dýþ düþmanlarca" kuþatýlmýþlýk paranoyasý ile mevcut kimliðin tutunum aracý olarak, sanal bir maðduriyet söylemi þeklinde de olabilir. Nitekim Türkiye'deki milliyetçi gruplar için, Türklerin dýþýnda kalan herkes "Türklüðü yok etmek için çalýþan gafillerdir", üstelik bu gafiller sadece dýþarýdaki gruplar deðil içerdeki "sözde vatandaþlar" olan Kürtler, gayrimüslimler hatta Çingeneler ve bunlarýn "yaltakçýsý sözde aydýnlar"dýr da. Dünyadaki tüm ulus devletlerin varlýðýný korumak ve sürdürmek için benzer bir þekilde yapay iç ve dýþ düþmanlar yaratarak halký sürekli bir paranoya altýnda birleþtirmeye çalýþmasý bilindik bir numaradýr. Dolayýsýyla gerçekte sadece ezilen kimlikler deðil, sürekli korku ve paranoya altýnda yaþatýlan egemen kimlik mensuplarýnýn mað-

duriyeti de söz konusu. Sonuç Buraya kadar söylediklerim, topluluklar arasýndaki farklýlýklarýn tamamen gereksiz olduðu ve çokkültürlülüðü yadsýdýðým þeklinde anlaþýlmamalý. Dünyada tek bir toprak parçasý yoktur ki, homojen bir kültüre ve kimliðe ev sahipliði yapsýn. Anadolu'da, farklý diller konuþan ve farklý dinlere mensup insanlarýn yaþadýðý köyler dahi mevcuttur. Dolayýsýyla sorun kültürel farklýlýklar da deðil, bizzat bu farklýlýklarý siyasal olarak deðerlendirip bunlarýn kesin, uzlaþmaz ve hatta ilahi bir yazgý olduðu iddiasý ile birbirine düþman kimlikleri yaratan milliyetçi, ulusalcý ve dinci referanslý ideolojilerdedir. Söz konusu ideolojilerle biçimlendirilmiþ topluluklar, kültürel farklýlýklarý kendi lehlerine bir üstünlük payesi olarak okumakla kalmýyor ayný zamanda ötekiler üzerinde egemenlik kurmayý tanrýsal bir hak olarak da görüyor. Toparlarsak, Yeni Dünya Düzeni içinde bize sunulan iki seçenek var: Ya etnik boðazlaþmalarla dünyamýzý birbirimize dar edeceðiz, ya da yeni bir egemenlik biçimi olan çokkültürcülük söyleminin cezbedici büyüsüne kapýlarak kansýz bir þekilde hakim kimliðe dahil olacaðýz. Oysa dünya farklý kültür ve kimliklerin iç içe geçtiði bir mekândýr. Dolayýsýyla farklýlýklarýmýzýn ne bir ayrýcalýk ne de birlikte yaþayabilmemizin önünde bir engel olmadýðý, bizzat beraber yaþamanýn gerekçesi olabileceði üçüncü bir alternatif her zaman vardýr.

106


Kurtuluþ

1- Türkiye'deki ýrkçý kesimlerin bu ülkelere aðabeyi rolünde yaklaþtýðýný göstermesi açýsýndan bkz. Türkdoðan'ýn (1999) "Etnik Sosyoloji" baþlýklý kitabý. 2- Þii ve Sünni Türkmenler arasýnda Telafer'de yaþanan son olaylar maalesef bu tespiti doðrulamaktadýr.

Kaynakça BARTH, Fredrik. (2001) Etnik Gruplar ve Sýnýrlarý, çev. Ayhan Kaya-Seda Gürkan, Ýstanbul, Baðlam Yayýncýlýk. BENDER, Cemþid. (1995), Kürt Tarihi ve Uygarlýðý, Ýstanbul, Kaynak Yayýnlarý. ERIKSEN, T.Hylland. (2001), Kültür Terörizmi, çev. A. Önder Otçu, Ýstanbul, Avesta Yayýnevi. FENTON, Steve. (2001), Etnisite, Irkçýlýk, Sýnýf ve Kültür, çev. Nihat Þad, Ankara, Phoenix Yayýnevi. SMITH, Anthony D. (2002), Uluslarýn Etnik Kökeni, çev. Sonay Bayramoðlu ve H. Kendir, Ankara, Dost Yayýnevi. TÜRKDOÐAN, Orhan. (1999), Etnik Sosyoloji, Ýstanbul, Timaþ Yayýnevi.

107


dosya azýnlýklar

Türkiye’de Etnik Sorun

"Bütün insanlar ayný cinse, homo sapiens'e ait olmalarýna raðmen, doðadan bu ortak çizgi, insanýn insaný reddetmekten vazgeçmediði bir özellik olmuþ ve insan, benzerini, yabancý görüntüsü altýnda tanýmamýþ veya yabancýnýn da insana ait özelliklerin tamamýna sahip olduðunu kabul etmemiþtir. Yunan felsefesi bile, Persliyi bir barbar, köleyi de konuþan bir alet olarak görüyordu. Eðer, bugün, bütün insanlarýn insan olduklarýný kabul etmek zorunda kaldýysak, gene de 'insanlýk dýþý' adýný verdiðimiz bir kategoriyi dýþtalamaktayýz." (Edgar Molin. Kaybolmuþ Paradigma, Ýnsan Doðasý.) Malatya'da, bir kitapçýya yapýlan kanlý saldýrý sonrasýnda, Baþbakan Recep Tayyip Erdoðan'ýn açýklamasý, 1923'ten sonra bütünüyle unutulan bir söylemi hatýrlatýrken, seksen yýlý aþkýn bir zamandýr sürdürülen geleneksel-resmi devlet açýklamalarýndan bir hayli farklý idi: "Kafatasý milliyetçiliðini biz kabul etmiyoruz. Ülkemizde bir defa 36 etnik unsur var. Ben açýk net konuþuyorum. Bir defa bunlar alt kimliktir. Ama 'üst kimlik nedir?' diye sorulursa, üst kimlik TC vatandaþlýðýdýr." (23 Nisan 2007 -

Ermeni bir yetim

XWE Metin Ayçiçek 108


Kurtuluþ

Hürriyet Gazetesi.) "Tayyip Erdoðan bu! Bugün söylediðini yarýn yutar; daha önce de alt kimlik - üst kimlik sorunu üzerinde durmuþ ve militarist-faþist-ulusalcý Kýzýl Elma savaþ blokunu kýzdýrmýþtý. Ama hemen sonra geri adým atarak üst kimlik tanýmýný belirleyici unsurun din (Ýslam) ortaklýðý olduðunu ileri sürerek, konuyu sulandýrmýþ, yeniden militarist cephenin milliyetçi-ýrkçý düþüncelerine teslim olmuþtu. Fakat bu kez konuþmasýnýn bir noktasýnda, bir önceki tartýþmada, üzerinden geriye dönüþü gerçekleþtirdiði din birliði köprüsünü yýkmaya çalýþýyordu sanki: "Ýnanç milliyetçiliði sakat bir þey... Biz inanç milliyetçiliðine de, dinsel milliyetçiliðe de karþýyýz. Benim ülkemde sadece Müslümanlar yaþamýyor. Müslüman olmayanlar da var" (23 Nisan 2007.) Hatýrlanacaðý üzere, Mustafa Kemal de, 1 Mayýs 1920 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptýðý konuþmada benzer þeyler söylemekte idi: "Yüce Meclisinizi oluþturan þahsiyetler yalnýz Türk deðildir, yalnýz Çerkez deðildir, yalnýz Kürt deðildir, yalnýz Laz deðildir. Hepsinin karýþýmý Müslüman içten bir topluluktur... Bu nedenle, koruma ve savunmasýna çalýþtýðýmýz millet, sadece bir öðeden ibaret deðildir. Deðiþik Müslüman öðeden (unsurdan) oluþmuþtur... Bu topluluðu oluþturan her bir Müslüman öðe, bizim kardeþimiz ve çýkarlarý tamamýyla müþterek olan vatandaþýmýzdýr ve yine kabul ettiðimiz esaslarýn ilk satýrlarýnda bu deðiþik Müslüman öðeler ki; vatandaþtýrlar, birbirlerine karþý saygý duyarlar ve biri diðerinin her türlü hukukuna (hakkýna), ýrki, içtimai ve coðrafi haklarýna daima saygýlý olduðunu tekrar vurguladýk ve cümlemiz bugün içtenlikle kabul ettik." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 1. TBMM'nde ve CHP Kurultayýnda (1919-1938), Türk Ýnkýlap Tarihi Enstitüsü Yayýný 1, 1966, Sayfa: 73-74) Þimdi Tayyip Erdoðan'ýn bu türden söylemlerinin önemi, 1921 Meclisinde de kabul gören ama Lozan'dan sonra artýk tamamýyla yasaklanan bir gerçeðin; Türkiye'de etnik gruplarýn varlýðý gerçeðinin yeniden devlet yönetimi (devletin bütünü olmasa da, hükümet) tarafýndan dillendiriliyor olmasýndadýr. Sorunun Türkiye'de nasýl büyük çatýþmalara kaynaklýk yaptýðý hatýrlanýrsa, bu tür bir söylemin önemi daha net anlaþýlabilir. Bilimde, bir toplumsal yaþamýn gerçeklerinin ne olduðu önemlidir; ama ne yazýk ki politikada bu gerçekliðin kimin

tarafýndan söylendiðinin daha önemli olduðunu biliyoruz. Azýnlýklar sorunu Cumhuriyet öncesinden, Osmanlý Devletinin artýk parçalanmaya yöneldiði dönemlerden itibaren Türklerin de gündemine girmeye baþladý. 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýndan itibaren, Doðu Sorunu, artýk daimi olarak Avrupa ülkelerinin politik gündemlerinin baþýnda yer almakta idi. Zayýflayan Osmanlý Ýmparatorluðunun topraklarýnda baþlatýlan toprak kapma savaþý, Avrupa ülkeleri arasýnda da ciddi çatýþmalara kaynaklýk yapacak kadar önemliydi. Osmanlý, Avrupa devletlerinin vesayeti altýna girmeye baþladýktan sonra, Osmanlý topraklarýnda yaþayan azýnlýklarýn korunmasý tarihi de baþlamýþ oldu. Ancak, bu süreçte Avrupa için Osmanlý topraklarýnda azýnlýk sorunu, esas olarak, Hýristiyan azýnlýðýn korunmasý anlayýþý çerçevesinde, aðýrlýklý olarak dinsel bir boyuttan hareketle baþladý. Polonya, 1699 yýlýnda, Osmanlý'daki Katolikler için giriþimde bulunma hakkýný elde etti. Kýrým savaþý (1854-56) sonunda Paris'de imzalanan (1856) Hýristiyan Azýnlýklarýn Haklarýný Koruma Antlaþmasý, esasýnda 19.yy azýnlýk haklarýný kollektif koruma sistemine de bir geçiþi oluþturdu.Gerçekte Osmanlý reform hareketleri olarak tanýmlanan ve esas olarak dýþ zorlamalarýn ürünü olan yeniden yapýlanma giriþimleri, bir yandan Osmanlý'dan koparýlacak kapitülasyonlarýn alanýný geniþletmek iken, bir diðer boyutu da (elbette temelde ve kesinlikle bu birinci amaca baðlý olarak) Osmanlý topraklarýnda yaþamakta olan dindaþ (Hýristiyan) haklarýnýn korunmasýný hedeflemekteydi. Ama imparatorluðun çöküþ döneminde pýtrak otu gibi boy gösteren 'ayrýlýkçý ulusal hareketler' , azýnlýk sorununa yepyeni bir boyut daha kazandýrdý: Dinsel azýnlýk haklarýnýn yaný sýra ulusal azýnlýk haklarýnýn da korunmasý düþüncesi geliþmeye baþladý. Bu geliþme sonucu ve elbette uzun bir süreç içerisinde büyük bedeller ödenerek elde edilen kazanýmlarla, artýk dinsel haklarýn yaný sýra sivil ve siyasal haklar da azýnlýk haklarýnýn korunma çerçevesi içine girdi. Türk toplumunda ise, böylesi bir tarihsel geliþim, yeni ulus-kimliðin ciddi bir toplumsalgenetik-bozukluða uðramasýna neden olmaktaydý: Kuzey Afrika, Makedonya, Trakya, Yunanistan, Arap Yarýmadasý topraklarýnda yaþanan ulusal geliþmeleri bir türlü anlayamamýþ; ümmet anlayýþýndan kopamamýþ bir 109


Kurtuluþ

ulus olarak Türk ulus kimliði, baðýmsýzlýk, ulusal özgürlük, azýnlýk, etnik kimlik ve benzeri kapsamdaki bütün kavramlarý bölücülük 'negatif' tanýmý altýnda toplayarak bir fobi yaratmýþtýr. 1922'lerden sonra, Sovyetler Birliði'nde iç savaþýn Bolþevikler lehine geliþmesi ve sosyalist rejimin giderek daha bir güçlü oturmasý nedeniyle, Avrupa'nýn güçlü bir tampon devlet olarak Türkiye'ye gereksiniminin artmasý sonucu ortaya çýkan yepyeni fýrsatlar, etnik azýnlýklara yönelik inkar anlayýþýný temel alan Lozan sistemini oluþturdu. Bunun bir etnik çatýþma sürecini baþlatacaðýný saptayan bazý aydýnlar, yeni toplumsal yapýlanmanýn temel aldýðý ulus tanýmlamasýnýn 'Türk' etnik yapýsý ile doldurulmasýnýn çatýþmalý bir sorun olduðunu dillendirmeye çalýþtýlar. Türk kavramýný bir 'ýrk' tanýmý olarak ele almak yanýlgýsýna düþseler de, bütün etnik zenginliði ile birlikte Anadolu'yu kucaklamak gibi, M. Kemal yönetiminden ciddi farklýlýk içeren bir anlayýþý ýsrarla savunmaktaydýlar. 1924-25 yýllarýnda ortaya atýlan Anadoluculuk savunucularý, "bazýlarý sýnýrlarýn ötesinde olan çeþitli vatanlarý ve yerel kültürleriyle bir ýrkýn adý olduðu için" Türk ulus tanýmýnýn, Anadolu topraklarýnda yaþayan diðer azýnlýklarý ifade edemeyeceði için ciddi sorunlar üretecek bir taným olduðunu dillendiriyorlardý. Bu durumda, toplumun bütününü kucaklayacak olan yeni ulus tanýmýnýn, anavatan olarak tanýmlanan "Anadolu" kavramý üzerinden geliþtirilmesi gerektiðini savlýyorlardý. Özdeþleþme, böylesi bir anavatan fikriyatý üzerinden gerçekleþtirilebilirdi. Bu nedenle bu grup "Biz Anadoluluyuz; Anadolu bizim vatanýmýzdýr; ulusumuz Anadolu ulusudur" sloganýný þiar edinmiþti. Bu düþünceler, Lozan öncesi Mustafa Kemal tarafýndan da onlarca kez dillendirilmiþ olan düþüncelerdi. Örneðin, Mustafa Kemal'in, Çerkes Ethem'in aðabeyi Reþit Bey'e Ankara'dan gönderdiði 7 Ocak 1920 tarihli telgrafta Çerkez halkýna yönelik þöyle övgüler dillendirmekteydi: "Bu din ve devletin saðlam bir uyruðu olan Çerkez kardeþlerimiz, hepimizin övdüðümüz baþ tacýmýzdýr. Asýl, bugün düþmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkez ve diðer din kardeþlerimizin elele vermesi, sarsýlmaz bir bütün oluþturmalarý, namus ve yaþamýmýzý kurtarmak için bir zorunluluktur." (Harp Tarihi Vesikalarý Dergisi, Sayý: 34, Belge no: 849.) 13 Aralýk 1918 tarihinde yayýnlanan,

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ilk toplantýsýnda alýnan kararlarýn birinci maddesi, Anadolu'da yaþayan halklarýn bütününü içeren bir ortak savunma anlayýþý ve buna denk gelen bir millet (Osmanlý milleti) tanýmý söz konusudur: "1- Vilayat-ý Þarkiyyede Türk ve Kürdün hukuk-i tarihiyye ve ýrkiyesi Osmanlýlýk milliyeti altýnda müctemi' ve her iki ýrkýn telif-i menafii -biri diðerinin hakkýna tecavüz etmeksizin de- kabil olduðu... (Diyarbakýr Tarihi, Þevket Beysanoðlu, Diyarbakýr Büyükþehir Belediyesi Yayýný, Cilt 1 S. 803.) 16 Ocak 1923 günü, Ýzmir'de, zamanýn ünlü gazetecileri ile yaptýðý bir söyleþide þu bildik konuþmayý yapmaktadýr: "Baþlýbaþýna bir Kürtlük düþünmektense, bizim Anayasa gereðince zaten bir tür yerel özerklikler oluþacaktýr. O halde hangi ilin halký Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan baþka Türkiye'nin halký sözkonusu olurken, onlarý da (Kürtleri) birlikte ifade etmek gerekir. Ýfade edilmedikleri zaman, bundan kendilerine ait sorun çýkarmalarý daima beklenir. Þimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Türklerin, hem de Kürtlerin yetkili vekillerinden (milletvekillerinden) oluþur ve bu iki unsur, bütün çýkarlarýný ve geleceklerini birleþtirmiþlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir þeydir.. Ayrý bir sýnýr çizmeye kalkýþmak doðru olmaz..." (Türk Tarihi Kurumu Arþivi, 1089 numaralý belge. Ýkibin'e Doðru Dergisi, Ýstanbul, 6 Kasým 1988, Sayý: 46.) "Din tarafýndan birleþtirilmiþ çok milliyetli Osmanlý Ýmparatorluðu ile politik konsensusla birleþtirilmiþ modern devlet arasýnda bir geçiþ devleti olarak (Andrews)" ortaya çýkan Türkiye Cumhuriyeti, ne yazýk ki Anadolu'nun emperyalizm tarafýndan iþgali döneminde ortaya çýkan halklarýn, kendi kimliklerinin kabulü üzerinden gerçekleþtirilebilecek çok kültürlü (çok etnik gruptan oluþan) bir toplum modeli olanaðýný doðru deðerlendirmek yerine, tercihini üniter bir toplum-devletten yana koydu. Yeni koþullarý fýrsatçý bir anlayýþla deðerlendiren Mustafa Kemal, tekçi (üniter) ulusal devleti oluþturacak farklýlýklarýn inkarýna dayalý politikasýný da hýzla inþa etmeye baþladý. Söylemini hýzla deðiþtirdi. Artýk, "mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlýþ tevsimler (adlandýrmalar)" diye tanýmladýðý Kürtlük, Çerkezlik, Lazlýk, Boþnaklýk gibi etnik kimlikleri, "birkaç düþman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden (eseften) baþka 110


Kurtuluþ

bir tesir hasýl etmemiþ", propaganda ürünü bir safsata olarak adlandýracaktýr. Osmanlý Milleti, Anadolu Milleti, Türkiye'nin Halký ulus gibi tanýmlara, baþlangýcýndaki bütünleþtirici özellik aþama aþama kaybettirilerek, etnik kimliklerin inkarý üzerinden üniter bir modele adým adým yaklaþýldý. Bir yandan, "bu millet efradý" diyerek "millet" kavramý içerisine soktuðu büyük etnik gruplar, diðer yandan kimliklerine iliþkin deðerler sulandýrýlýp muðlâklaþtýrýlarak, bütünü, "umum Türk camiasý gibi ayný müþterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar" genelleþtirmesi yapýlarak resmi düzlemde öz kimlikten yoksun býrakýldý. (Ýnan, Afet. Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazmalarý.) Artýk cumhuriyetin bütün politikalarý, bu muðlaklýk üzerinde inþa edilecek, etnik gruplar üzerinde asimilasyon, koþullara baðlý olarak þu ya da bu yönde anlamlandýrýlan biçimlerde sürdürülecektir. Lozan Antlaþmasý ve Türk-Bulgar Dostluk Anlaþmalarý, Türkiye'deki azýnlýk sorununu tartýþarak, esas olarak Türk hükümetinin görüþleri doðrultusunda bir karara varmýþtýr. Ülkede yaþayan Hýristiyanlarýn dýþýndaki Müslüman uyruk Türk sayýlarak 'sorun kökten çözümlenmiþtir." Müslüman olmayan halklardan da sadece Rum, Yahudi ve Ermeniler azýnlýk sayýlmýþtýr. Ama Hýristiyan olmalarýna raðmen Asuri-Süryani ve Keldaniler ya da Müslüman olmadýklarý halde Ezidiler, birer azýnlýk olarak düþünülmediði gibi ciddi bir tartýþma konusu bile olmamýþlardýr. Lozan'la birlikte Anadolu-Mezopotamya topraklarýnda yaþayan herkesin Türkleþtirilmesini amaçlayan Ýttihat-Terakkici devlet politikasý, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi politikasý olarak yeniden gündemleþtirilmiþtir. Batýlý iþgal kuvvetlerine karþý mücadele döneminde yakalanan birlik anlayýþý hýzla terkedilmiþ; bütün etnik farklýlýklar resmen yok sayýlarak, ýrkçý bir politika devletin resmi politikasý olarak Kemalizm adýyla yeniden inþa edilmiþtir. Bütün etnik farklýlýklarýn kesin reddi ve halklara yönelik açýlan savaþýn sýrrý bu inkarda yatmakta idi. Ýnkar anlayýþý, bir süre sonra yerini zoraki asimilasyona býrakacaktýr. Artýk ülkede tek renk egemendir: "Ben Türk elinin kahraman bir bucaðýndaným. Yazýk ki oraya Bekir diyarý diyorlar. Fakat özünde Türk diyarý idi. Bekir, sonradan ona alem olmuþ fakat biz

özdiyarýmýzýn ne olduðunu biliriz. Bizim diyarýmýz Oðuz Türk'ün has konaðýdýr, biz de bu yüce konaðýn çocuklarýyýz. Diyoruz ki: Türk eli büyüktür ve yeryüzünde yalnýz o büyüktür. Her yeri dolduran Türktür ve her yeri aydýnlatan Türkün yüzüdür. Diyarbekirli, Vanlý, Erzurumlu, Trabzonlu, Ýstanbullu, Trakyalý ve Makedonyalý hep bir ýrkýn evlatlarý, hep ayný cevherin damarlarýdýr... Türkün varlýðý bu köhne aleme yeni ufuklar açacak. Güneþ ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek!" (Diyarbakýr Gazetesi. 26 Eylül 1932) Artýk Cumhuriyet bütün kurumlarýyla bu anlayýþa göre örgütlenmekteydi: "Asli kurucu" ve "kurtarýcý" olan ordu, azýnlýk tehlikesi ve bölünme fobisini iþleyerek ve fiilen silah kullanma hakkýna dayanarak tek siyasal iktidar olarak varlýðýný inþa etmiþti. Yeniçeri ayaklanmalarýnýn hiçbirinde elde edilemeyen bir asker baþarýsý Cumhuriyet'te saðlanabilmiþti. OrduDevlet, egemenlik altýnda tuttuðu Cumhuriyet Meclislerinden çýkarttýðý yasalarla sistemin yasal zeminini örerken, Ýstiklal Mahkemeleri kalýntýsý Cumhuriyet'in yargý sistemi de, bu ýrkçý üniter yapýnýn üzerine þekillenmekteydi. Kemalist aydýn ise ideolojik üreticisi oldu. Örneðin Adalet Bakaný Mahmut Esat Bozkurt, "Kemalizm rejimi milliyetçidir. Bunun anlamý þudur: Her þey ve her þey önce Türk milleti içindir. Ýslamlýk, insanlýk, bundan sonra gelir" diyecek kadar pervasýz davranabilir. (Bozkurt, Mahmut Esat. Atatürk Ýhtilâli. Ý.Ü. Yay. 1940. s. 371.) Bu anlayýþ devletin resmi anlayýþý olarak sürdürülürken, esas olarak faþist hareket elinde daha da 'derinleþtirilmekte' idi. Faþist hareketin politikalarý ile devletin resmi politikalarý arasýnda özde bir farklýlýk olmamasýna raðmen, söylem, dýþ koþullara baðlý olarak zaman zaman farklýlaþmakta idi. (1944 Irkçýlýk Davasý örneðinde olduðu gibi.) Ama, etnik gruplara bakýþtaki bu ayrýmcýlýk ve inkar anlayýþý, Nihal Atsýz'ýn 'ötekine' bakýþýný özetleyen ünlü vasiyetnamesinde ifade ettiði içeriði hiç terk etmeden günümüze kadar aktý geldi: "Yaðmur Oðlum, Bugün tam bir buçuk yaþýndasýn. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatýyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak býrakýyorum. Öðütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düþman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düþmanýdýr. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlýlar 111


Kurtuluþ

tarihi düþmanlarýmýzdýr. Bulgarlar, Almanlar, Ýtalyanlar, Ýngilizler, Fransýzlar, Araplar, Sýrplar, Hýrvatlar, Ýspanyollar, Portekizler, Romenler yeni düþmanlarýmýzdýr. Japonlar, Afganlýlar ve Amerikalýlar yarýnki düþmanlarýmýzdýr. Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Abazalar, Boþnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düþmanlarýmýzdýr. Bu kadar çok düþmanla çarpýþmak için iyi hazýrlanmalý. Tanrý yardýmcýn olsun. (4 Mayýs 1941) (Kaynak: Güvenç, Bozkurt. Türk Kimliði. Kültür Tarihinin Kaynaklarý. Kültür Bakanlýðý Yay. 1994, s. 363.) Atsýz, bir faþistte var olan o bildik zehrini kusuyorken de olsa, kendi kaleminden, iç düþman olarak tanýmladýðý etnik gruplarýn varlýðýný itiraf etme 'bahtsýzlýðýndan' da kaçamamaktadýr. Ulus, azýnlýk, ulusal azýnlýk, etnik grup gibi kavramlar, özellikle Türkiye gibi toplumsal yapý bileþenleri çeþitlilik gösteren ülkelerde ciddi tartýþmalarýn konusunu oluþturur. Bu tartýþmalarýn bütününü bilimsel terminolojiye açýklýk getirmek amacýna yönelik olduðunu söylemek ne yazýk ki olanaklý deðildir. Tersine, tartýþmalarýn en önemli nedeni, politik amaçlarý içermektedir. Ben bu kýsa yazýda konunun kavramsal ayrýntýsý üzerine ciddi bir tartýþmaya girmeden, genel kabul görmüþ bir tanýmý esas alarak, daha çok Türkiye'de etnik gruplar kavramýyla konuyu iþlemeye çalýþacaðým. Ama kavramsal boyutta tartýþmalarýn hiç de küçümsenebilecek tartýþmalar olmadýðýný; tersine, uluslar arasý hukukun, genellikle bu tanýmlar üzerinden oluþturulduðu hatýrlanýrsa, kavramsal boyutun büyük öneme sahip olduðunu yine de vurgulamakta yarar var. Ama bu geniþlikte bir yazýyý bir dergi kapsamýna sýðdýrmanýn kolay olmayacaðýný biliyorum. Sorunu genel bir baþlýk ile hatýrlatarak geçmek istiyorum: Benzeri birçok politik kavramda olduðu gibi, ulusal azýnlýk kavramý da, uluslararasý literatürde tek bir anlama indirgenebilmiþ bir kavram deðildir. Böyle olmasýný beklemek de zaten olanaksýzdýr. Ama sorun üzerine yapýlan uluslar arasý boyutlu tartýþmalarda, birkaç taným, yaygýnca kullanýlmaktadýr. Kavramýn birinci yorumunda "azýnlýk", bir

ülkede yaþayan ve etnik, dilsel ve dinsel özellikleri nedeniyle çoðunluk yapýsýndan farklýlýk gösteren hal gruplarý, halk topluluklarýný ifade eder. Ýkinci yorumda 'azýnlýk' sözcüðü, her hangi bir ülke topraklarýnda yaþamalarýna raðmen, baþka bir 'akraba devleti' de bulunan halk topluluklarýný, etnik gruplarý kapsar. Bu tezin savunucularýna göre, örneðin, Türkiye'deki Ermeniler, Rumlar ya da Yunanistan'da Türkler bu taným içerisinden kabul görürler. Bu durumda, azýnlýðýn yaþadýðý devlete ev sahibi devlet (host state); ve kendi alt kimlik aidiyetine sahip grubun üst kimlik olarak egemen olduðu devlet ise, 'akraba devlet' (kin state) denir. Türkiye Cumhuriyeti, azýnlýklar sorununun tartýþýldýðý uluslar arasý platformlarda, Lozan'a atýfta bulunarak, bu hakkýn 'uluslararasý belgelerle statüsü saptanmýþ guruplar' için geçerli olduðunu iddia edebilmektedir. Bundan birkaç yýl öncesinde soru olarak ortaya atýlan bir geliþme, bugün gerçekleþerek Türkiye'nin önüne dikilmiþtir. Azýnlýklar sorununu bu taným üzerinden geçiþtirmeye çalýþan Türkiye'ye yöneltilen soru þöyle idi: Yukarýdaki tanýmda ýsrarlýsýnýz ama yarýn Güney Kürdistan'da da bir Kürt devleti kurulursa, tutumunuzu kararlý olarak þimdiki gibi sürdürecek misiniz? Þimdi bu sorunun altü yapýsýný oluþturan varsayým gerçeðe dönüþmüþ, Türkiye'nin hemen yanýnda, büyük devletlerin de kabul edeceði komþu bir Kürt devleti doðmaktadýr. Bu durumda, Türkiye'de yaþayan Kürt kökenliler yasal olarak "azýnlýk statüsü" tanýmý içerisine gireceklerdir. Azýnlýk tanýmýna iliþkin üçüncü yorum, "ulusal azýnlýk" sayýlabilmek için, objektif (nesnel) koþullarýn yaný sýra, öznel koþul olan azýnlýk bilincinin varlýðýný da istemektedir. Bu yorum, günümüzde yaygýnca ve güven içinde kullanýlabilen bir yorumdur. Bir baþka yorum ise, ABD, Ýngiltere ve Avrupa'daki çoðu ülke için göçmenlik kavramý üzerinden geliþtirilmeye çalýþýlmaktadýr. Etnik grup ya da etnik azýnlýk kavramýný, sosyolojik bir açýlýmla geniþ anlamda ya da somut bir ulusal hukuk çerçevesinde tanýmlayabiliriz. Hukuksal tanýmlar, azýnlýk sorununun yaþamýn bir paçasý olarak (canlý) tartýþýldýðý ülkelerin kendi ulusal yasalarýndan çok, uluslar arasý hukuk kurallarý çerçevesinde ele alýnmalýdýr. Bu konuda uluslar arasý anlaþmalar, 112


Kurtuluþ

içtihatlar; etnik azýnlýk sorunlarýnýn somut çözüm yöntemlerinden elde edilen deneyimler gibi ortak ölçütler çözme iradesine destek olabilir. Ancak, küreselleþTÝRme döneminin ulusal-uluslar arasý hukuk iliþkisini bozduðu Yugoslavya örneðine kadar her ulus-devlet, kendi ulusal yasalarýný dayatma gibi bir davranýþta sýnýr tanýmamakta idi. Ne var ki günümüzde, fiilen kullaným hakký, sadece, çýkarlarýna nasýl denk geliyorsa hukuku öyle kullanan emperyalist güçlü devletler tekelinde kalsa da, dünyanýn özgürlükler ve haklar baðlamýnda kazanýmlarý arasýnda sayýlabilecek bazý uluslar arasý hukuk tanýmlarýna (yasal kazanýmlar) ulaþýlabilmiþtir. Konuya iliþkin önemli bir uluslar arasý hukuk kararý, 1991 tarihinde AGÝK'in Cenevre'de gerçekleþtirdiði Azýnlýk Uzmanlarý Toplantýsý'nda alýnmýþ olan kararýdýr. Emperyalist devletlerin, sermayenin küreselleþmesi sürecinin isterlerine uygun olarak, dünyayý da politik olarak yeniden düzenlemek istemi (küreselleþTÝRme) sonrasýnda, özellikle Yugoslavya'nýn parçalanmasý planlarýnda yer alan bu kararýn hükmüne göre, ulusal azýnlýklar sorunu, artýk 'ulusal yetkiye' býrakýlmýyor. O zamana kadar geçerli olan bir ülkenin iç iþlerine dýþarýdan karýþmama prensibi (compentencenationale, domestic jurisdiction) yerine, uluslararasý toplumun meþru ilgi alaný kapsamýna girdiði sürece (ki burada tanýmlar net olmadýðý için, her þey bu ilgi kapsamý sýnýrlarý içerisine sokulabilir) tehdit altýnda olan ülke ya da ülkelerin ya da uluslar arasý kuruluþlarýn müdahale hakký fiilen ve BM kararlarý ile de resmen geçirilmiþ oluyordu. BM uzmanlarýndan Capotorti'nin tanýmý, hukuksal açýdan 'azýnlýk' kavamýnýn tanýmýnda sýkça baþvurulan temel ölçütlerden biridir. Capotorti bu nitelikleri þöyle açmaktadýr: a) Çeþitli bakýmlardan, o devlette yaþayan çoðunluktan farklý olmak. (Bu farklar günümüzde 'etnik, dinsel, dilsel' olarak ifade edilir.) b) Ülke genelinde sayýca azýnlýk olmak (Bu azýnlýðýn, ülkenin belli bir bölgesinde çoðunlukta olmasý durumu deðiþtirmez.) c) Siyasal kararlarýn alýmýnda (politik iktidarýn kullanýmýnda) baþat (dominant) olmamak. (Bazý ülkelerde azýnlýk bir grubun çoðunluk üzerinde iktidar olduðunu biliyoruz. Geçmiþte Irak'ta Sünnilerin Þii çoðunluk üzerinde; Güney Afrika'da apartheit döneminde Beyaz azýnlýðýn

Siyah çoðunluk üzerinde; günümüzde Suriye'de olduðu gibi). d)Yurttaþ olmak. c)Azýnlýk bilincine sahip olmak (Zira azýnlýk bilincine sahip deðilse, yani farklýlýðýný kimliðinin gerekçesi olarak görmüyorsa, azýnlýk kategorisinde deðerlendirilemez. "Azýnlýk kavramý uluslar arasý temel antlaþmalarda, 'farklý nitelikleri bulunan ve bu nitelikleri kimliðinin ayrýlmaz parçasý sayan' kiþiler varsa, o ülkede azýnlýk varlýðýna hükmedilir" biçiminde temel bir ilkeyle biçimlenir. Böylece kavram, devletlerin kendi yorumlarýna göre belirlenen bir biçimden ilk kez ayrýlýr. Bu düþünce daha sonraki anlaþmalarla daha da netleþtirilir. Örneðin, BM Ýnsan Haklarý Komitesi, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararasý Sözleþmesi'nin 27. maddesini yorumlarken, "azýnlýklarýn varlýklarýnýn ilgili devletlerin onlarý tanýyýp tanýmamalarýna baðlý olmadýðýný" özellikle vurgulayarak, azýnlýklarýn korunmasýna yönelik (salt söylemde de kalsa) özellikle vurgulamýþtýr. Yalnýz yukarýdaki tanýmda özellikle vurgulanmasý gereken bir husus vardýr: Azýnlýk bilincinin varlýðý, azýnlýk tanýmýnýn temel taþýdýr. 1991 Cenevre Azýnlýk Uzmanlarý Toplantýsýnda kabul gören bir karara göre: Toplumda var olan her farklýlýk, uluslar arasý hukukta ya da sosyal bilimde, bir azýnlýk varlýðý olarak kendiliðinden kabul görmez. Bir ülkenin sýnýrlarý içerisindeki bir etnik grup için, uluslar arasý antlaþmalarda azýnlýk kavramýna iliþkin tanýmlarda yer alan nesnel koþullarýn bütünü var olsa bile, grupta yaþayan bir 'azýnlýk bilinci' yoksa, o topluluða "azýnlýk" denemez. Azýnlýk statüsünün kabulü için, "azýnlýk bilinci"nin varlýðý þarttýr. Bir ülke sýnýrlarý içerisinde yaþayan her farklý kültür, alt kimlik tanýmý içerisinde kabul edilsin ya da edilmesin, doðal olarak kendi varlýðýný korumak, geliþtirmek ve yaþatmak isteyecektir. Fakat bu farklýlýðýn, toplumun bütününün ortak kimliðinin ifadesi olan üst kimlik karþýsýndaki duruþu, o toplumun (grubun, azýnlýðýn, kültürün) tanýmýnýn içeriðinin belirlenmesi açýsýndan çok önemlidir. Yaþatýlmak istenen þey salt gelenek, görenek ve ananelere iliþkin ise, bu sadece çok kültürlülüðü ifade eder ama bir azýnlýk kimlik talebinden (azýnlýk bilincinden) söz edemeyiz. Ama böylesi bir farklýlýk, kendini yaþatma çabasýný, üst kimliðe raðmen ve siyasal isteklerle ifade ediyorsa, 113


Kurtuluþ

burada bir azýnlýk kimlik talebinden, bir azýnlýktan söz edebiliriz. Azýnlýk hakký üzerine yürütülen bütün tartýþmalar, azýnlýk tanýmýnda anlaþma ile baþlar. Bu anlaþmanýn ilk koþulu ise, azýnlýk bilincidir. Bugün, konuya iliþkin bütün tartýþmalarýn odaðýnda yer alan uluslararasý belgelerden birisi Birleþmiþ Milletler Örgütü'nün Kiþisel ve Siyasal Haklar Sözleþmesi'dir. Bu Sözleþme'nin 27. maddesi þöyle der: "Etnik, dinsel ya da dilsel azýnlýklarýn bulunduðu devletlerde, bu azýnlýklara mensup kiþiler, kendi gruplarýnýn diðer üyeleriyle birlikte toplu olarak kendi kültürlerinden yararlanmak, kendi dillerini açýklamak ve uygulamak ya da kendi dillerini kullanmak hakkýndan mahrum edilemezler." Ayný kurumun 18 Aralýk 1992 tarihli, "Ulusal ya da Etnik Dinsel ve Dilsel Azýnlýklarýna Mensup Kiþilerin Haklarýna Ýliþkin Bildirge"si de azýnlýk haklarý konusunda getirdiði yeni standartlarla bir ilk olma özeliðine sahiptir. Bu Bildirge, azýnlýklara mensup kiþiler için þu temel haklarý, evrensel hukukun olmazsa olmaz koþullar olarak belirlemiþtir: "Azýnlýklara mensup kiþiler: a)Kendi kültürünü yaþama hakkýna; b)Kendi dinini, dilini öðrenme, öðretme, kullanma ve uygulama hakkýna; c)Kültürel, dinsel, sosyal, ekonomik ve kamu yaþantýsýna etkin biçimde katýlma hakkýna; d)Mensup bulunduðu azýnlýkla ilgili karar alma mekanizmasýna iþtirak etme, kendi derneklerini kurma ve bunlarý denetleme hakkýna; e)Kendi gruplarýna mensup olan bireylerle veya aþka devletlerin uyruðunda bulunmakla birlikte, ulusal ya da etnik, dinsel ve dilsel baðlarla baðlý bulunduklarý bireylerle, ayrýmcýlýk yapýlmadan, özgürce barýþçý iliþkiler içinde bulunma hakkýna sahiptir." Azýnlýk sorununa iliþkin uluslar arasý hukukun yapýlanmasýnda, artýk Avrupa cephesinde de ciddi birikimler söz konusudur. Avrupa Ýnsan Haklarý Sözleþmesi; Avrupa Sosyal Þartý; Helsinki Nihai Antlaþmasý; Avrupa Parlamentosu Temel Haklar ve Özgürlükler Bildirgesi; Kopenhag Ýlkeleri; Yeni Bir Avrupa Ýçin Paris Þartý; AGÝK Ýnsan Boyutu Konferansý Moskova Belgesi; Avrupa Þartý; Avrupa Bölge ve Azýnlýk Dilleri Sözleþmesi; Ulusal Azýnlýklarýn Korunmasý Hakkýndaki Çerçeve Sözleþmesi gibi belgeler azýnlýk hak-

larýna iliþkin çaðdaþ düzenlemelerin hukukunu da oluþturmaktadýrlar. Bu belgeler içerisinde en önemlilerinden birisi olan Avrupa Bölge ve Azýnlýk Dilleri Sözleþmesi, "Dil farklýlýklarý, Avrupa kültür mirasýnýn önemli bir mirasýdýr" maddesiyle düzenlemelerine baþlar. Bu Sözleþme, "bölge ve azýnlýk dilleri" tanýmýný þöyle açýklar: "a) Bir devletin belirli bir topraðýnda, nüfusun geri kalan bölümünde sayýca daha az olan bir grubu oluþturan ve o devletin uyruðu olanlarýn geleneksel olarak kullandýklarý; b) O devletin resmi dil ya da dillerinden farklý olan; c) O devletin resmi dil(ler)inin deðiþik aðýzlarýný ya da göçmenlerin dillerini içine almayan diller anlamýna gelir. Topraða baðlý olmayan diller: O devletin geri kalan halkýnýn kullandýðý dil ya da dillerden farklý olan, ancak geleneksel olarak o devletin topraklarý içinde kullanýlmakla birlikte, belirli bir bölge ile özdeþleþtirilemeyecek diller anlamýna gelir." Bir baþka önemli belgeden söz etmek, azýnlýk haklarý konusunun anlaþýlabilmesi açýsýndan bir zorunluluktur: Ulusal Azýnlýklarýn Korunmasý Hakkýnda Çerçeve Sözleþmesi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin çalýþmalarý sonucu hazýrlanan ve 1998 tarihinde yürürlüðe giren bu çerçeve sözleþmesi, azýnlýklarýn kültürel haklarý konusunda önemli ilkeler kabul etmiþtir: Herkesin istediði isme sahip olma ve kullanma hakký; kamu, yargý ve eðitim konularýnda yetkili makamlar dýþýndakilerle iliþkilerde istediði dili kullanma hakký; kiþinin kendi anadilini kullanma ve kültürel kurum tesis etme hakký. Sosyolojik açýdan sorunun ele alýnýþýnda çok daha farklý kriter ve yöntemlere gereksinim vardýr. Bir kere: Etnik gruplar, esas olarak endogamik topluluklardýr. Kendi kültürlerine iliþkin tanýmlamalarýnda kriter olarak "geçmiþten seçilmiþ ortak gelenekleri" temel alýrlar. Böylece grup olarak, ayný sýnýrlar içerisinde birlikte yaþadýklarý diðer halk topluluklarýndan duygu, düþünce ve davranýþ olarak farklýlaþýrlar. Etniklikten kastedilen her þey, bu farklýlaþma üzerinden inþa edilir. "O halde biz, grup kimliðinin doðasý, grubun özdeþleþtiði imaj ve grubun, baþka, genellikle de komþu gruplardan farklý olarak, bir sonraki kuþaklarda kendisini yeniden üretmesiyle ilgili özellik114


Kurtuluþ

leriyle ilgiliyiz." (Peter Alford Andrews.) Sýk yapýlan yanlýþlardan birisi, ulus ile etniklik olgularýnýn birbirine karýþtýrýlmasý biçiminde ortaya çýkmaktadýr. Türkiye söz konusu olduðunda, bu ön saptama daha bir önem ifade eder. Zira, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluþ yýllarýndan itibaren etnik anlamda Türk sözcüðü ile ulus anlamýnda Türk kavramý birbiriyle ayrýþtýrýlamayacak bir taným belirsizliði yaþamýþtýr. Ne yazýk ki bu belirsizlik, bir bilimsel yetmezlik sorunu ya da bilgisizlikten kaynaklý bir yanlýþtan deðil, ýrkçý-milliyetçi resmi devlet politikalarýnýn kaçýnýlmaz sonucu olarak ve bilinçli bir eylem olarak gerçekleþtirilmektedir. Cumhuriyet'in kuruluþunun içerdiði çeliþkilerden dolayý kaçýnýlmaz olarak sýrýtan ve bütün tanýmlarý zorlayan bu paradoksal duruma iyi bir örnek olarak, Tayyip Erdoðan'ýn yukarýya aktardýðým sözlerinin arasýnda yer alan þimdi aktaracaðým cümle verilebilir: "Ama 'üst kimlik nedir?' diye sorulursa, üst kimlik TC vatandaþlýðýdýr. Bunu herkesin istisnasýz kabul etmesi gerekir. Bu bizim Anayasa'daki ifadesiyle de anayasal vatandaþlýktaki ifadesiyle de ne ile noktalanýyor? Türklükle. Oradaki Türklük, bir etnik kimlik deðil. Oradaki bir Anayasal kimliktir. Bir yurttaþlýk ifadesi olarak kimliktir." Politikalarýný bir türlü demokratikleþtirememiþ, ýrkçý-milliyetçi öðelerden arýndýramamýþ olan, çok etnik gruba dayalý bir devletin politikacýlarýnda ve 'muhafazakar aydýnlarýnda' sýkça görülen bu zorlanma, yeniye yönelen deðil, eskide ýsrar eden bir anlayýþýn; geleneksel politikalardan bir türlü kurtulamayan muhafazakar bir kafanýn ürünü ve ifadesidir. Egemen ulus cephesinden dillenen "ama bölünme olmamalý; ama emperyalizmin oyununa gelerek parçalanmamalýyýz; ama tek resmi dil bizimki olmalý; ama eðitim haklarýn daraltmamak için azýnlýk eðitimi resmi dil ile verilmeli" türünden birlikçi görülen 'soldan' þerhlerin ayrýmsýz olarak bütünü altýnda da bu 'millici-milliyetçi' geleneksel-devletçi anlayýþ yatmaktadýr. Sonuç olarak her iki anlayýþýn kesiþtiði temel nokta: Türk kavramýnýn içeriðini geniþleterek, ötekiler üzerindeki asimilasyonu sürdürme noktasýndan baþka bir þey deðildir. Kimlik sorunun böylesine yoðun tartýþýlmasýný anlamayacak bir þey yok ortada. Tek cümle ile: Kimlik sorunu, azýnlýklar sorununun temelidir. Bu nedenle, azýnlýk kimliðini þerhsiz olarak kabulü söz konusu olmadan ve birleþme iradesi, kimliði özgürleþmiþ azýnlýklarýn özgür

iradesine býrakýlmadýðý sürece azýnlýklar sorunu elbette devam edecektir. Sorun azýnlýk haklarý olduðunda, konu kaçýnýlmaz olarak kimlik tanýmlamasýna gelip takýlacaktýr. Türkiye'de Baþbakan Erdoðan'ýn aðzýndan kaçýveren alt kimlik-üst kimlik tanýmlarýnýn gerçek devleti nasýl ayaða kaldýrdýðýný gördük. Militarizmin sivil tabaný (dalga geçmek için deðil ama gerçeðe daha uygun olduðu için, taban sözcüðü yerine, ayak kirini temizlemeye yarayan paspas sözcüðünü kullanmak daha doðru gibi geliyor) kýrmýzý alarma geçti. Kýzýl Elmacý, Anadolu Solcusu, Yurtsever Cepheci, MHP'li ve Perinçekçi ülkücü, ADD'li ýrkçýnýn hazýrladýðý koro, orduyu, milli birliði ve devlet bütünlüðünü yeniden tesise çaðýrdý. Devlet (ordu), topluma iliþkin yeniden tanýmlama yapmaya baþladý. 27 Nisan 2007 Muhtýrasý'nýn, "ne mutlu türküm" demeyenleri düþman ilan eden tanýmý böylesi bir görevin ifasý idi. Kimlik tanýmý, "kimsin?" sorusunun yanýtý olduðuna göre, bireyin özgün iradesine ve örgütlenmiþ toplumun iradesine göre yanýtlarla dýþavurulabilir. Bu nedenle, deðiþik sýnýflamalar altýnda kimlik tanýmlarýný açýklayabiliriz. Bu durumda örneðin, bireysel kimlik-kolektif kimlik; objektif kimlik-sübjektif kimlik; alt kimliküst kimlik; etnik kimlik-vatandaþlýk kimliði gibi tanýmlamalara ulaþýlabilir. Ancak hatýrlatmakta yarar var: Kimlik tanýmlamalarý, gerçekte çözüm iradesinin ortaya çýkardýðý çözümün adýdýr. Sorun kimlik tanýmýnýn kendisinden kaynaklanmamaktadýr; etnik azýnlýklar sorununa iliþkin çözüm iradesinin varlýðý ya da yokluðundan kaynaklanmaktadýr. Ama yine de tartýþmalarda sýkça kullanýldýðý için, kýsaca da olsa bu terimlerin tanýmlarýný vermekte yarar var: Bireysel ve kolektif kimlik: Bireysel kimlik, bir etnik topluluða mensup olan kiþinin kendine iliþkin tanýmýdýr. En temel ve yalýn kimlik tanýmlarýndan biridir. Topluluða aidiyet baðýný ifade eder. Bireyin topluluktan ayrý düþünülmesi söz konusu olmadýðýna göre, bireysel kimlik kolektif kimliðin temel özeliklerini içeren, toplulukla özdeþleþmiþ bir parçasýdýr. Dolayýsýyla birey kolektif kimlikle de anýlabilir. Bilindiði gibi, Cumhurbaþkaný Demirel, Ýnsan Haklarý Evrensel Bildirgesi, Kopenhag Kriterleri gibi uluslar arasý belgeler üzerinde azýnlýk sorununu yorumlarken, "birey hakký" 115


Kurtuluþ

olarak ulusal kimlik haklarýnýn bireysel düzeyde tanýnmasýný kabul etmekte, ama "grup þeyine hayýr!" diyerek azýnlýk sorununun bir gruptoplum-topluluk olduðu gerçeðini reddetmeye çalýþýyordu: "Bireysel olarak neden þikayet ediyorlarsa hepsini kabul ederim ama grup þeyini kabul etmem. Hepimiz Türk milletiyiz" (Demirel.) Yukarýda da söylediðim gibi, bu mantýk tutarsýzlýðýný anlayabilmek için o mantýk sisteminin dýþýna çýkarak bakmak gerekir. Bu mantýk tutarsýzlýðý, geliþim karþýsýnda direnme gücü giderek daha da kýrýlan, ancak, bundan dolayý ve buna raðmen gittikçe daha fazla artan bir egemenliðini kaybetme korkusu ile kývranan düþüncenin çeliþkisidir. Ýþçi sýnýfýna sendikal haklarýn tanýndýðý bir ülkede, birey olarak iþçinin sendikalara üye olmasýný ya da sendikal çalýþmalarda yer almasýný yasaklamak gibi bir tutumdur bu. Objektif ve sübjektif kimlik: Ýnsan, kendinden önce hazýrlanmýþ verili bir sosyoekonomik yapý içinde, adýna toplum dediðimiz örgütsel yapý içerisinde yaþam bulur. Sosyal bir varlýk olan insan, doðuþla birlikte bu topluma göre bir aidiyet tanýmý içerisinden kendini tanýmlar. Ýþte, insanlarýn doðuþtan sahip olduðu bu kimliðe objektif kimlik diyoruz. Mesela Fransýz toplumunda, Fransýz annebabadan doðan bir çocuk, sosyalizasyonunun ilk temel niteliklerini aldýðý bu toplumsal yapýlanmada biçimlenerek, Fransýz'dýr. Ama, sonradan ve bireyin kendi iradesiyle istediði; bilinçli bir tutumla kendisi için istediði kimlik ise sübjektif kimliktir. Sübjektif kimlik, objektif kimliðin kendisi olabileceði gibi, bir ülkenin anayasal vatandaþlýk baðý gibi bir üst kimlik de olabilir. Alt kimlik - üst kimlik: Etnik azýnlýk sorunlarýnýn yaþandýðý toplumlarda bir üst kimlik arayýþý söz konusu olduðunda, bireyin mensup olduðu gurubun kimliði alt kimlik olarak adlandýrýlýr. Alt kimlik, objektif kimliktir. Ama birden fazla alt kimliðin içinde eþitlenerek buluþtuðu ve ayný ülkede vatandaþlýk baðýnýn ifadesi olan yasal kimlik ise üst kimliktir. Elbette üst kimlik "kabule baðlý" bir kimliktir yani bir sübjektif kimliktir. Bu sistem günümüzde dünyanýn birçok ülkesinde uygulanmaktadýr.

Etnik ve vatandaþlýk kimlikleri: Etnik kimlik yukarýdaki tanýmlarda verdiðimiz objektif ve alt kimlik türüdür. Vatandaþlýk kimliði ise, daima kolektif olan, sübjektif bir üst kimliktir. Kimlikler baðlamýnda devlet ile azýnlýklar arasýndaki iliþki, bu kuruluþun ürettiði biçime göre sosyal ve siyasal sonuçlar üretecektir. Birinci durum, azýnlýktan bireyin, gönüllü olarak üst kimliði benimsemesi durumudur. Bu durumda elbette devletle birey arasýnda bir sorun yaþanmaz zira gerçekleþen þey gönüllü asimilasyondur. Ama, grubundan baðýmsýz olarak birey bunu kabul ettiðinde, doðal olarak içinden geldiði kendi grubuyla sýkýntýlar yaþama olasýlýðý çok büyük olacaktýr. Üstelik böylesi bir kazanýmýn, çoðunluk-azýnlýk iliþkisinde sorunlarý çözme yeteneði yoktur. Ya da yüzyýllar isteyen süreçlere gereksinim duyulabilir ki, örneðin deðiþik etnik gruplar üzerinde bu uygulamayý seksen küsur yýldýr sürdüren Türkiye'de bunun gerçekleþtirilemediðini görmek, bu savýn doðruluðunu kanýtlamak için fazlasýyla yeterlidir. Tersi de mümkündür: Birey, üst kimliði kabullenmeyerek alt (objektif) kimliðinde ýsrar edebilir. Bu durumda ise, azýnlýkla devlet arsýnda bir çatýþma durumunun yaþanmasý büyük olasýlýktýr. Bu durumda þiddet, tehcir, asimilasyon gibi araçlar soykýrýma kadar gidebilir. Elbette her uygulama, muadili bir tepkiyi yaratarak geliþecektir. Çoðunluk-azýnlýk iliþkilerinde kalýcý bir barýþýn saðlanabilmesi, taraflarýn iki ucuna da tatmin eden, irade birliðine dayalý bir anlaþma ile mümkündür. Bu ise, alt kimliklerin korunduðu ve üst kimlikte bütünleþmenin, azýnlýklar yararýna pozitif ayrýmcýlýðý da gözeten, eþitlenmiþ olanaklar içerisinde sürdürülen ve doðal asimilasyona açýk bir özgürlükçü demokratik ortamda yaþanmasýna olanak saðlayan politikalarla mümkün olabilecektir. Sorunu sadeleþtirerek elde ettiðimiz tanýmlarý bir yana koyarak toplumbilim yasalarý içinden inceleyecek olduðumuzda durum biraz karmaþýklaþacaktýr: Ayný siyasal ya da coðrafi ortamda birlikte yaþamakta olan etnik gruplara iliþkin tanýmlarýn kalýn çizgilerle birbirinden ayrýlamayacaðýný; karþýlýklý iliþkiler çerçevesinde (bu iliþkinin sýklýðý; yaygýnlýðý; gruplar arasý evlilik iliþkisinin yaþanýp yaþanmadýðý; ekonomik yaþam süreci içerisindeki 116


Kurtuluþ

konumlanýþlarý vb birçok faktöre baðlý olarak) sürekli olarak yaþanan bir adaptasyon sürecin de söz konusudur. Yani bir etnik grubun tanýmý, hem yaþanan döneme iliþkin yaygýnca görülen 'istisnalarý" nedeniyle (ki bu yaygýnlýkta ortaya çýkan bir farklýlýðýn istisna olarak adlandýrýlmasý olanaklý deðildir), hem de zaman içerisinde yaþadýðý deðiþim nedeniyle sýkça deðiþim gösterecektir. Grubun tanýmýný dolduran özelliklerde deðiþim söz konusu oldukça, etnik gruba iliþkin tanýmlarda da deðiþim söz kaçýnýlmaz olacaktýr. Etnikliðe iliþkin bir çalýþma, üç temel ölçütten yola çýkarak tanýmlarýna ulaþabilir: Birincisi, içerden bakýþ: Grup, kendisini hangi deðerler üzerinde yaþatmaktadýr? Grup kendisini nasýl tanýmlamaktadýr? Ýçeriden bakýþ yani etnik grubun kendini tanýmlamasý deðiþik karakteristik özelliklere ya da nedenlere baðlý olarak gerçekleþtirilebilir. Örneðin dinsel farklýlýk nedeniyle deðiþik inanç gruplarý arasýnda görülen evlilik yasaklarý; zorunlu sürgünlüðün yarattýðý gettolaþma türü zorunlu birliktelikler; atalardan alýnan dil ve benzeri kültürel mirasýn sürdürülmesi; gelenek farklýlýklarý üzerinden kendini tanýmlama gibi. Ayný ya da yakýn coðrafyalarda yaþayan halklarýn (yaþam koþullarýnýn da yaklaþýk ayný olmasý nedeniyle) benzer kültürel deðerlere sahip olmasý kaçýnýlmazdýr. Ama burada ortaklýklar olabildiðince farklýlaþtýrýlmaya çalýþýlýr. Örneðin çoðu halkýn tarihinde kýþtan bahara geçiþ olarak yorumlanan Newroz (Yeni gün), özellikle Kuzey Kürdistan Kürtlerinde Demirci Kawa'nýn zalim Dehak'a karþý baþkaldýrýsý, kölelikten kurtuluþ kavgasýnýn baþlatýldýðý bir tarihsel yoruma dayandýrýlýrken, ayný Newroz bir inanç etnisitesinde Halife Ali'nin doðum günü olarak; bir baþka kültürde ise insanlýða saðlýk ve saadet getirecek yeni günlerin habercisi olarak iki büyük ermiþ-melek olan Hýdýr ve Ýlyas'ýn buluþtuðu, gün olarak adlandýrýlýr. Etnik gruplarýn kendilerini tanýmladýklarý temel kimlik öðeleri dil; din ya da soy ortaklýðý olabilir. Elbette, bu türden bir kimlik öðesi tek baþýna belirleyici olamaz. Örneðin Kürtçe bilmediði halde Kürt kimliðinde ýsrar eden davranýþ ya da Alevi kültürünü hiç tanýmadýðý ve yaþamadýðý halde Alevi kimliði içerisinde yer alma biçimindeki davranýþ böylesi durumlara örnektir. Türkçe konuþan hatta Türkiye'de

Batý illerinde yaþayan Kürt kökenli bir gencin, 'zorla sürgün' anýlarý üzerinden þekillenen kimlik tanýmý, Ýstanbul'da benzerleriyle gruplaþmanýn biricik temeli de olabilir. Bir kimliði oluþturan tanýmlar, istisna olarak sadece bir kimlik öðesi etrafýnda biçimleneceði gibi (din ya da dil birliði vb.), birden fazla öðenin birlikte taným içerisinde yer aldýðý kimlik tarifleri daha yaygýndýr. Ama yine de dil ya da din ortaklýðý, kimliklerde dýþ ile ayrýmýn en net özellikleri olabilmektedir. Kendini farklý tanýmlama, ayrýmlaþtýrma, hangi nedenle ve hangi düzeyde gerçekleþtirilirse gerçekleþtirilsin, grubun toplumsal amacý sonuç olarak aynýdýr: Kendini yaþatma; kendini kültürel öðeleriyle birlikte yeniden üretme, kendini tekrar etme. Bu nedenle de, bu tür gruplarýn temel ortak özelliklerinden birisi, hepsinin, farklý düzeylerde de olsa, endogami iliþkisini yaþatma çabalarýdýr. Ýkincisi, dýþarýdan bakýþ: Dýþarýdakilerin gruba yönelik bakýþý ve grubu tanýmlayýþlarý nasýldýr? Dýþarýdan bakýþ, diðer topluluk ya da etnik gruplarýn, herhangi bir toplumsal gruba iliþkin, açýk ya da kapalý olarak farklýlýk ifade eden tanýmlarýný ifade eder. Bu türden tanýmlar, bazen yaþanan coðrafi bölgeye iliþkin, bazen o grupta 'varlýðýna inanýlan' ama büyük çoðunluðuyla grubun dýþýndan bir bakýþla uydurulmuþ olan 'özelliklere' iliþkin olabilir. Bu anlamda çok deðiþik alanlara özgü ve kendi içinde tutarsýzlýðý da içeren, ama çoðunlukla olumsuz deðerler üzerinden yapýlan tanýmlardýr. Elbette bu tanýmlarýn çoðunluk grubun (egemen ulusun) siyasal erkinden baðýmsýz olarak üretildiklerini söylemek olanaksýzdýr. Tersine bu türden aþaðýlayýcý, suçlayýcý, küçültücü tanýmlar doðrudan sistem egemenleri tarafýndan üretilerek piyasaya sürülürler. Çoðunlukla bireyi, etnik grup aidiyetinden koparmayý hedefleyen, açýk ya da gizli bir asimilasyon bu bilinçli uygulamanýn nedenidir. Örneðin Kürtlerin 'kuyruðu' ya da 'kafataslarýnýn kalýnlýðý'; Lazlarýn aptallýk düzeyine varan 'saflýklarý', Alevilerin 'mum söndüsü' ya da 'Sünnilerin yiyeceði yemeðin içerisine tükürmeleri' gibi yakýþtýrma-uydurma söylemler dýþarýdan bakýþa birer örnektir. Dýþ bakýþýn ürünü olarak ortaya atýlan bölgesel tanýmlamalar da sýkça görülen diðer örnektir. Karadeniz kýyýsýnda oturan herkesin Laz; 117


Kurtuluþ

Türkiye'nin doðusunda oturan herkesin Kürt; Trakya yakasýnda oturan herkesin 'Bulgar muhaciri" olarak tanýmlanmasý böyle bir bakýþýn ürünüdür. Geniþletilerek sulandýrýlmýþ olan bu tür tanýmlar, doðru etnik tanýmlara ulaþmayý zorlaþtýrýrlar. Karadeniz kýyýsýnda oturan herkes Laz deðildir ve Laz olmayan etnik gruplar, doðal olarak kendilerini ifade etmeyen bu etnik kimlik tanýmýný kabul etmezler. Kaldý ki, bu tür genelleyici tanýmlar, o bölgede oturan bir çok baþka etnik grubun da açýk inkarýný kolaylaþtýrýr. Genelleyici yaklaþýmlarýn yarattýðý, asimilasyona hizmet eden bu kavram kargaþasýný Karadeniz halklarýnda (Lazlar, Gürcüler, Hemþinliler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler vd.) açýk olarak gözlerken, Kafkas halklarý için de ayný kargaþanýn yaratýlmak istendiðini söylemek gerekir. Onlarca deðiþik etnik grubun yaþadýðý Kafkas bölgesindeki halklarýn bütünü 'çerkes' olarak tanýmlamaktan bugün bile kurtulabilmiþ deðiliz. Dýþarýdan tanýmlama genellikle etnik sosyal gruplarýn 'yaratýlýþ öykülerini' yeniden yazar. Dýþarýdan bakýþýn ürünü olan tanýmlamalarda sýkça görülen bir baþka biçim, etnik gruplarýn genetik özelliklere ("Lazlar iri burunludur; Kürtler kýllýdýr" vb.) ya da psikolojiksosyal davranýþ biçimlerine ("Yahudiler cimridir; Kürtler kabadýr; Lazlar sinirlidir" vb.) dayalý olarak da tanýmlanýrlar. Ama bütün bu tanýmlar, tanýmlanan grubun dilinin, dininin, gelenek ve törelerinin, kültürünün, tarihinin bilinmemesi nedeniyle, daima birbiriyle çeliþik deðerler olarak ortaya çýkarlar. 'Aptal' Laz'ýn ayný zamanda geliþkin zeka yeteneði isteyen alanlardaki baþarýsýna yönelik tanýmlar birlikte yer alsa da, bunlardan birincilere iliþkin (aþaðýlamaya iliþkin) olanlar daha yaygýn kullanýlýrlar. Yine sýkça, ayný tanýmlarýn deðiþik etnik gruplar için söylenebildiðini de gözlemekteyiz. Örneðin, "karný doyunca gözü yolda olur" sözü, Çingeneler için olduðu kadar Kürtler için de kullanýlýr. (Kürdün karný doyunca gözü ayakkabýsýnda olurmuþ" gibi deðiþik versiyonlarda söylenir.) Üçüncüsü, denge ya da dolayýmlama: Gruba yönelik grubun ve dýþýndakilerin taným farklýlýklarý arasýnda kurulmuþ iliþki biçimleridir. Gerçekte etnik azýnlýklar sorununun toplumsal anlamda en dinamik öðesini bu unsur oluþturur.

Etnik gruplara iliþkin tanýmlar kimlik konusunda belirsizliðe ya da genellemeciliðin her zaman içerdiði zayýflýklara sahip olabilirler. Ama buna raðmen etnik sorunda içerden ya da dýþarýdan bakýþ sonucu geliþtirilen tanýmlar, bu gruplar arasýnda kurulan toplumsal iliþkilerde ete kemiðe bürünen davranýþ biçimlerine yol açarlar. Çoðunluk ya da azýnlýk bütün etnik gruplarýn ortak iradeyle oluþturulmuþ bir ortak yaþam iradesi söz konusu yoksa, bir arada duruþ daima çatýþmalar ile birlikte olacaktýr. Türkiye'de, sonuncu Kürt isyaný olarak tanýmlanan PKK hareketine karþý, S.Demirel'in Cumhurbaþkanlýðý döneminde ifade ettiði '28 isyan" yukarýdaki saptamanýn açýk itirafýndan baþka bir þey deðildir. Çatýþma, birbirinden tecrit bir yaþam oluþturma; egemen çoðunluðun, inkar politikalarýnýn þartlandýrmasýyla ötekini gerçek yaþam içerisinde yok sayma ya da inkar ve imhaya karþý yaþam direniþi olarak azýnlýk isyanlarýna kadar uzanan deðiþik bir çok biçim gösterebilir. Egemen ulus (çoðunluk iktidarý), elindeki bütün iktidar araçlarýný kullanarak çatýþmayý sürdürür: "Bazý yöneticiler ve hatta akademisyenler etnik azýnlýklarýn kendi emik koþullarý içinde varolma haklarýnýn esasýnda bulunmadýðýný var saymýþ ve bunlarý tanýmlayan özelliklerin yasa, eðitim veya bilinçli yeniden tanýmlamalarla silinmeye çalýþýlmasýný amaçlamýþlardýr. Belli dillerde yayýn yapmanýn yasaklanmasý, böylesi zorlamalarýn en açýk örneðidir. Geçmiþte, grubun özgül bir toprak parçasýyla bütünleþmesini bozmak, etnik azýnlýðýn ana gövdesiyle baðlantýsýný engellemek ve ulusal bir kimliðin oluþumunu hýzlandýrmak için gruplar ülkenin baþka kesimlerine de nakledilmiþlerdir. Yeniden tanýmlama, belli gruplarýn varlýðýný inkar etmeye kadar gidebilir."(P. A. Andrews. Türkiye'de Etnik Gruplar. Ant Yayýnlarý.. s. 36.) Birinci bölümde kýsa notlar halinde sunmaya çalýþtýðým gibi, Cumhuriyet tarihi, yukarýda alýntýladýðým saptamanýn zengin birikim ve örnekleriyle doludur. Türkiye'de etnik yapýya iliþkin bilimsel çalýþmalar yok denecek kadar azdýr. Bunun biricik nedeni, egemen ulus iktidarý tarafýndan bu tür çalýþmalara yönelik yasak, sýnýrlama ya da engelleme tutumudur. Azýnlýklar sorunu, Türkiye'de hâlâ dokunulmazlýðý olan temel tabudur. Üstelik Avrupa Birliði'ne yönelik 2000 yýlýndan beri atýlan zorlama adýmlar bile, üstelik baþýndan itibaren kâðýt üzerinde kalmalarýna 118


Kurtuluþ

raðmen ancak 7 yýl dayanabilmiþ, nihayet 27 Nisan Muhtýra-Darbesi ile, Genel Kurmay Baþkaný'nýn aðzýyla, "Ne mutlu Türküm" demeyen herkes "devletin ve milletin düþmaný olarak ilan edilmiþlerdir. Deðiþik bilimsel çalýþmalar, üniter devletin ýrkçý tutumunun yaný sýra, yine bu tutumun bilinçli bir ürünü olan istatistik araþtýrmalar, nüfus sayým bilgileri gibi etnik azýnlýklarý yok sayan resmi çalýþmalarýn suskunluðu ile de ciddi bir engelleme ile karþý karþýya kalmýþlardýr. Örneðin nüfus çalýþmalarýnda anadillerin tespitine iliþkin soru sormak yasak olduðu için, günümüze kadar dil üzerinden bir saptama yapmaya yardýmcý olabilecek kaynaklar yoktu. Bu nedenlerle deðiþik bilimsel araþtýrmalarýn Türkiye'de etnik grup sayýsýna iliþkin belirlemelerinde küçük de olsa farklýlýklar söz konusudur. Türkiye'de Etnik Gruplar baþlýðýyla yapýlan çalýþmalardan en ciddisi Andrews'e aittir. Andrews, Türkiye'de 47 etnik grubun varlýðýný saptamýþtýr. Bu rakamý veri olarak almak daha doðru bir yaklaþým olabilir. Andrews'in çalýþmasýnda saptanan etnik gruplar þunlardýr: 1. Türkler (Sünni); 2. Türkler (Alevi); 3. Türkler (Sünni-Yörük); 4. Türkler (AleviYörük); 5. Türkmenler (Sünni); 6. Alevi Türkmenler; Alevi Tahtacýlar, ; Alevi Abdallar; 7. Azeri (Þii); 8. Azeri (Karapapak); 9. Uygurlar; 10: Kýrgýzlar; 11. Kazaklar; 12. Özbekler; 13. Özbek Tatarlarý; 14. Kýrým Tatarlarý; 15. Nogay Tatarlarý; 16.Balkarlar ve Karaçaylar; Kumuklar; 17. Bulgaristan'dan gelen Müslüman göçmenler; 18. Balkan ülkelerinden gelen Müslüman Göçmenler; 19. Daðýstanlý Müslüman göçmenler; 20. Sudanlýlar; 21. Estonlar; 22. Kürtler (Sünni); 23. Kürtler (Alevi); 24. Kürtler (Ezidi); 25. Zazalar (Sünni); 26. Zazalar (Alevi); 27. Ossetler; 28. Ermeniler; 29. Hemþinliler; 30. Arnavutlar; 31. Kuban Kazaklarý; 32. Ruslar (Molokanlar); 33. Polonezler; 34. Çingeneler; 35. Rumlar (Hýristiyan); 36. Rumca konuþan Müslümanlar; 37. Almanlar; 38. Araplar (Sünni); 39. Araplar (Nusayri-Alawi); 40. Araplar (Hýristiyan); 41. Yahudiler; 42. Süryaniler (Suriyeli Ortodoks Hýristiyanlar); 43. Keldaniler (Doðu Suriye Hýristiyanlarý); 44. Çerkesler; 46. Çeçen ve Ýnguþlar; 46. Gürcüler; 47. Lazlar. Bu etnik topluluklarýn tarihleri, yerleþim yerleri, kendilerinin kendilerini tanýmlarýnda

vurguladýklarý farklýlýklar, 'ötekilerin' bu etnik gruplar için yaptýklarý tanýmlar, bütün içindeki sayýsal yerleri birkaç dergiyi dolduracak kadar geniþ bir araþtýrma konusudur. Bu nedenle ayrýntýda bunlar üzerinde durmayacaðým. Bitirirken, azýnlýklara iliþkin olarak uluslararasý belgelerde yer alan haklarýn bir dökümünü yaparak yazýya son vermek istiyorum. Bu haklarýn, etnik çeþitlilik arz eden bütün çokuluslu-çok etnik gruplu-çok kültürlü toplumlarda gerekleþtirilmesinin, esas olarak iç dinamiklere baðlý bir mücadelenin ürünü olacaðýna inanmaktayým. Böylesi bir mücadele, bütün hak talepçilerinin birlikte yer alacaðý bir demokrasi cephesi örgütlenmesi ile mümkün olacaktýr. *Ulusal azýnlýk mensuplarý (ya da etnik gruplar), kendi aralarýnda ve sýnýr ötesindeki benzerleriyle, herhangi bir engel olmaksýzýn temas kurabilmeli ve iliþkilerini sürdürebilmelidirler. *Anadil, kiþi kimliðinin ayrýlmaz bir parçasýdýr. Kültürel kimliðin belirleyici öðesi olan anadilin kullanýlmasý, temel insan haklarý niteliðindedir. Anadilde eðitim görme hakký, yadsýnamaz temel bir haktýr. Azýnlýklara mensup herkesin kendi dilinde konuþma, kendi kültürüne sahip çýkma ve onu geliþtirme hakkýna karþý çýkýlamaz. Anadilleri, ülkenin resmi dilinden farklý olan birey ve topluluklarýn, kendi dilleriyle okulda öðrenme hakký haklarýnýn olduðu ve bu hakka saygý gösterilmesi gerektiði her devlet tarafýndan konusunda tam bir mutabakat oluþmuþtur. Ulusal azýnlýk mensuplarý, kendi anadillerinde bilgilendirme, bilgi deðiþ tokuþu yapma ve bilgilenme hakkýna sahiptirler. Ulusal azýnlýk mensuplarý, kendi anadillerinde din dersleri alma, bir dine inanma ve onu icra etme hakkýna sahiptirler. Azýnlýklarýn yaþadýðý ülkelerde, bunlara anadillerinin öðretilmesi ve bu dillerin mümkün olduðu ölçüde ve gereklilik duyulduðu oranda, resmi merciler nezdinde kullanýlmasýný saðlayacak önlemlerin alýnmasý, ilgili devletlerin ihmal kabul etmez görevidir. Ulusal azýnlýk mensuplarý, kendi anadillerinde din dersleri alma, bir dine inanma ve onu icra etme hakkýna sahiptirler. *Farklý ulusal topluluklarýn yaþadýðý ülkelerde ilgili devletler, azýnlýklarýn etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerinin korunmasýný 119


Kurtuluþ

saðlayacak önlemleri almakla yükümlüdürler. *Eðitim kurumlarýnda, tarih ve kültür öðretimi çerçevesinde ulusal azýnlýklarýn tarih ve kültürünün de okutulmasý azýnlýk haklarýndan sayýlmalýdýr. *Ulusal azýnlýklarýn kimlikleri ile dil ve kültürlerinin korunmasý ve geliþtirilmesi için tarihsel ve bölgesel veriler dikkate alýnarak bölgesel ya da özerk idareler kurulmasýný saðlayacak düzenlemeler yapmak ilgili devletlerin görevidir. *Farklý ulusal topluluklar ya da etnik gruplarýn yaþadýðý ülkelerde, hiçbir devlet, azýnlýklarýn asimile olmasýný kolaylaþtýracak düzenlemeler yapma hakkýna sahip deðildir. Bu yöndeki tasarruf, gayri meþru sayýlmalýdýr. Farklý ulusal ya da etnik topluluklarýn yaþadýðý ülkelerde, resmi dil ve kültürün dýþýn-

da kalan azýnlýk dil ve kültürlerini asimile edecek uygulamalar, uluslar arasý kamuoyundan bir dýþlama eylemi, bir kültürel soykýrým ve gayri meþru bir tasarruf olarak kabul edilmelidir. Uluslar arasý antlaþmalarda bir karar ya da kural olarak ifade edilmese de, bütün bunlarýn yaný sýra ve bunlardan daha vurgulu olarak söylenmesi gereken temel husus ise þudur: Farklý ulusal azýnlýk ya da etnik gruplarýn, her düzeyde siyasal karar süreçlerinde ve kurumlarýnda karara katýlým haklarýnýn olmasý, varlýklarýnýn olmazsa olmaz koþuludur. Anayasal güvence altýna alýnmýþ siyasal kimlik tanýmý yapýlmadan ve gerek bütüne iliþkin gerekse kendilerine yönelik siyasal karar süreçlerine katýlýmlarý eksiksiz olarak saðlanmadan, bir ülkede azýnlýk sorununun çözümü mümkün deðildir.

120


Kýzýldere Katliamýnýn Yýldönümü Dolayýsýyla

Görevlerimiz Üzerine

7

1 Hareketi diye bilinen hareketlerin oluþumu ve gerçekleþtirdikleri eylemler, 2.5 senelik bir zamaný kaplar. Ancak bu, Türkiye Sosyalist hareketinin tarihi içerisinde o zamana kadar bir biçimde devam eden hareket kendisi içinde farklýlýklarý olsa bile ana doðrultusu, ana akýþ yataðý ayný olan hareket- içerisinde bir kopuþ giriþimi diye de anlaþýlabilir. Ne derecede kopuþtur, ne derece eskisinden ayrýdýr? Esas olarak böyle bir giriþim diye almak lazým bunu. Birçok yazýlarýmýzda ifade edildiði gibi biz 74'ten sonra 76'dan itibaren bu hareketi deðerlendirmeye ve bu hareket üzerinden yeniden mücadeleye baþladýðýmýz tarihlerde, bu hareketi o zamana kadar var olan "kendi saðýndaki güçlerden medet umma" anlayýþýný yýkan, devlete açýktan karþý, "devlet baba" anlayýþýný yýkmaya yönelmiþ bir hareket diye nitelemiþ idik ve tabii ki devrimci dayanýþma ve yoldaþlýk duygularýnýn en yüksek olduðu bir eylemle de noktalanmýþ bir hareket diye nitelemiþ idik. Bu deðerlendirmeler tabii Kýzýldere 35 yýl önce yapýlmýþ ise, bu deðerlendirmelerin yapýldýðý tarih de o Kýzýldere'den bir dört sene daha sonra yapýlmýþ bir deðerlendirmedir, yani bir 30 sene önce yapýlmýþ olan deðerlendirmelerdir.

Ýrfan Cüre 121


Kurtuluþ

Ama bu zaman zarfýnda bu nitelemelerimize verdiðimiz anlamlar, içeriklerde deðiþimler olmuþtur. Olmamasý da zaten düþünülemez; çünkü olayýn kendisi deðiþmeyecek bir olgu olmasýna raðmen, Kýzýldere'de 10 devrimcinin devlet güçleri tarafýndan öldürülmesi deðiþmez bir olgu olmasýna raðmen, o eylemin aslýnda bir dönüm noktasý diye ifade ettiðimiz hareketin noktalandýðý bir yer olmasýna raðmen, zaman geçtikçe kendi yaþadýklarýmýzdan da yola çýkarak, dünya devrimlerinden de yola çýkarak deðerlendirilmesinde farklýlýklar olacaktýr, nitekim olmuþtur. Çünkü daima olaylarýn sýcaklýðýndan uzaklaþtýkça ve daha fazla teori ile meþgul oldukça, daha fazla dünya deneyleri ile kýyasladýkça, olaylarý daha geniþ bir panorama içerisinde görebildikçe, onun önemini de kendi göreceliliði içerisinde bir bakýþ geliþtirmek mümkün olabilmiþtir. Ama 1972 yýlýnýn 30 Mart'ýndan birkaç gün sonra eðer mesela bana sorsa idiniz 'nedir bu hareket?' diye, "dünyanýn tek devrimci hareketi, eþi benzeri görülmemiþ en büyük kahramanlýk eylemi" diye nitelerdim. Bu tabii benim o zamanki en samimi duygularýmý ifade ederdi, ama bu Marksist açýdan bakýldýðýnda anlaþýlabilir olsa, da kabul edilebilir bir deðerlendirme olmaz idi. Tamamýyla bir kiþinin haleti ruhiyesini yansýtan bir deðerlendirme olarak nitelendirilirdi. Oysa bugün bu duygularý bir tarafa atmýþ deðiliz ama bu hareketin veya benzeri hareketlerin dünyanýn baþka ülkelerinde de olduðunu, hangi kaynaklardan ortaya çýktýðýný yani özgül ve evrensel yanlarýný bu hareketin, ayný zamanda kullanýlan mücadele yöntemlerinin özgüllüklerini ve evrenselliklerini de görebilme þansýna sahibiz. Tabii ki her bir tarihsel dönemde bu harekete yapacaðýmýz referanslar da bir biçimde deðiþmektedir. Ama deðiþmeyen bir þey var. Gerçekten devrimciler arasýnda farklý görüþlere -farklý eðilimlere sahip devrimciler deðil sadece-, farklý örgütlere mensup devrimciler arasýnda, ama genel ana yataðý devrimcilik olan güçler arasýnda birbirlerini desteklemenin ve birbirleri için ölüme gitmeyi göze alan ve gerçekten ölüme giden devrimciler arasýndaki dayanýþmayý görüyoruz burada. Bu da öne çýkartýlmasý gereken bir tutum. Yani burada aslýnda 2 sene önceye kadar birbirleri ile rekabet halinde diye görülen hareketlerdi bunlar ve gerçekten de o zamanki bakýþ ile baktýðýmýz zaman eðer bir "rekabet"ten bahsedeceksek, "devrimci rekabet"

diye algýlanabilecek bir rekabetti bu. Aradaki teorik farklýlýklara, aradaki politik strateji farklýlýklarýna raðmen bu iki hareket THKO ve THKPC arasýnda bir rekabetten söz edilebilir, çünkü 'rekabet' anlayýþý da daha farklýydý o zaman. Ama böyle bir tarihsel geçiþ noktasýnda, kritik noktada bu rekabet deðil dayanýþma egemen olabilmiþtir. Rekabet deðil dayanýþmayý esas alan bir yaklaþým, THKPC kadrolarýnda ve ayný þekilde THKO kadrolarýnda hakim olabilmiþtir. Ýþte bizim sahip çýkmamýz gereken gelenek budur. Rekabet deðil, dayanýþma! Kýzýldere katliamý, Deniz, Yusuf, Hüseyin'in idam edilmesi ve 18 Mayýs'ta da TÝKKO'nun önderi Ýbrahim Kaypakkaya'nýn katledilmesi ile 71'e gerçekten fiili olarak önderlik etmiþ olan öncü kadrolar gitmiþlerdir; bu bir anlamda noktanýn konulduðu yerdir. Bir dönemin kapanmasý anlamýnda bu, devlet açýsýndan da bir noktadýr, bizim açýmýzdan da bir noktadýr. Çok daha uzun vadeli bir perspektif açýsýndan elbette ki bu, bir noktalý virgüldür, çünkü burada cümle, burada söz ve eylem bitmiþ deðil, tam tersine bir baþka evreye, aþamaya geçiþ için bir 'dur', 'es' iþareti anlamýna gelmiþtir. Devrimci dayanýþmayý ön plana çýkartmakla birlikte -her zaman için bizim esas almamýz gereken bir durum- bu, hiçbir zaman için sosyalistler arasýnda görüþ farklýlýklarýnýn önemsiz olduðunu, bir tarafa atmak gerektiðini vurgulayan bir tarzda yapýlmamalýdýr. Belirli bir zemin üzerinde, yani sosyalizmi, toplumsal hareketi esas alan ve iþçilerin egemenliðini tesis eden bir sistem diye düþünürsek, rekabet yerine dayanýþmayý, özel mülkiyet yerine toplum mülkiyetini ve burjuva demokrasisinden daha geniþ daha ileri bir demokrasi ve bunun tabii biçimleri olarak da temsili demokrasiye deðil doðrudan demokrasiye en yakýn olan tarzlarýný esas alan bir demokrasi, bu zeminde farklýlýklarýmýzý meþru görerek, ideolojik, politik her tür farklýlýklarýmýzý meþru görerek, bir dayanýþmadan söz etmek gerekiyor. Bunun dýþýndakilerle de dayanýþma göstereceðimiz yerler vardýr, ama en azýndan bu zemin içerisinde tereddütsüz, herhangi bir rekabeti ön plana getirmeyen rekabete yer býrakmayan bir durum olmalýdýr. 71 Yenilgisinin ardýndan 70'li yýllar diye anýlan dönemin toplumsal ve siyasal olaylarýnýn aktörü olacak hareketler, bir önceki dönemde önderlerden hemen sonra gelen ileri kadro ve militanlarýn öncülüðünde kurulmuþlardýr. Devrimci hareket hem geçmiþ dönemin halk 122


Kurtuluþ

içinde ve özellikle gençlikte efsaneleþen isimlerine muazzam sempatisi hem de bizatihi onlarýn ardýllarý olarak ortaya çýkan hareketlerin kendi mücadelelerinin bir sonucu olarak, alabildiðine yaygýnlaþtý ve kitleselleþti. Bu yaygýnlýk, hareketlerin ortalama ideolojik ve teorik seviyesinde düþüþü de beraberinde getirmiþtir. Bu olaðan bir durumdur. Bir hareket ne kadar fazla kitleselleþip ne kadar fazla yaygýnlaþýr ise, bu hareketin düzeyini temsil eden ortalamadan aþaðýya düþüþ de normaldir. Ama bunu olaðan kabul etmek, yapýlmasý gerekenleri unutturmamalýydý. Kadrolar, hareketin baþlangýçta var olan ve giderek yükselmesi gereken ideolojik ve teorik seviyesinin, geniþlemeye baðlý olarak düþmesini dengeleyecek ve giderek de tersine çevirecek bir çabanýn içinde olabilmeliydi. Geniþlemenin ve kitleselleþmenin hýzý fazlalaþtýkça, hiç deðilse ortalama seviyeyi korumak çabasý daha da artmalýydý. 76-80 dönemi, bir önceki dönemin ikinci dereceden kadrolarý ve ileri sempatizanlarýnýn önderlik pozisyonlarýný üstlendikleri bir dönemdir. Devrimci Yol, Kurtuluþ, çeþitli THKPC fraksiyonlarý, TKPML'nin çeþitli dallarý, vb. bütün bunlara önderlik eden insanlara bir bakýn, bunlarýn hemen hemen hepsi 1971 hareketinin önderlerinin altýnda olan ileri kadrolar, ileri militanlardýr. Bunlar tabii ki hem bir dezavantajla hem de bir avantajla iþe baþlamýþlardýr. Dezavantajý, yeni konumlarýna, sorumluluklarýna hazýrlanmýþ olmamalarý ve fiili olarak böyle bir görevin üstlenme göreviyle yüz yüze gelmeleridir. Bu dezavantaja raðmen, görevden kaçýnmamýþ ve devrimci sorumluluklarýnýn gereðini yapmýþlardýr. Avantajlý olduklarý yan ise þudur: 71' hareketi yenilmiþ olmasýna raðmen müthiþ bir prestij býraktýðý için, bugünden tahayyül etmesi zor olan bir sempati dalgasý yarattýðý için gittikleri her yerde hýzla örgütlenme ve yaygýnlaþma baþarýsý elde etmiþlerdir. Ama þurasý açýktýr: Özellikle Kýzýldere'de doruða çýkan devrimciler arasýndaki dayanýþma anlayýþý ve ruhunun yerine, 76'sonrasýnda bu duygunun yerine, onu aþaðýya çeken, kimi zaman da en dibe indiren REKABET geçmiþtir. Bu sefer 30 Mart 1972'de zirvede olan dayanýþmanýn yerini, 76' sonrasýnda hýzlý bir biçimde devrimciler arasýnda REKABET, üstelik de rekabetin en kör biçimleri almýþ, devrimciler birbirlerine silah çeker hale gelmiþler ve hatta bir-

birlerine þiddet uygulamýþlardýr. Dolayýsýyla 71'den biz o dersi (dayanýþma) çýkarmýþ olsak da, bu deðerlendirmelere aykýrý pratiklere de biz de bulaþtýk. Demek ki burada ilk elde sanýldýðý gibi gerçek bir ders çýkmýþ deðilmiþ. Bu dayanýþmanýn gereði, bu dayanýþmanýn ortaya koyabileceði ders rekabete denk gelmiyordu. "Bir daha asla devrimciler arasý þiddet kullanmayacaðýz ve kullanýlmasýna karþý mücadele edeceðiz" diyecek noktaya gelene kadar, bizler de -hiç de kaçýnýlmaz olmayanhatalarý baþlangýçta yaptýk. 71' hareketinin özelliklerinden biri olarak "saðýndan medet umma anlayýþýna darbe vurmuþtur" diye bir tespitte bulunduk. Bu saðýndan medet umma anlayýþýyla aslýnda kastedilen þudur: Devrimi yapacak olan, onun lokomotif gücü iþçi sýnýfýdýr; onun örgütlenmesi olmalýdýr anlayýþý yerine, devrimi bunun dýþýnda küçük burjuvaziye, küçük burjuvazinin asker kesimine havale eden, Kemalistleri ve cuntalarý öne getiren anlayýþtýr. Bu anlayýþa karþý kesin bir tavýr alýnmakla birlikte, Kemalizm ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluþuna iliþkin yanlýþ görüþler devam etmiþ ve Kemalistler bu kez de devrimin müttefiki olarak, "küçük burjuvazinin milliyetçilik temelindeki en sol anti-emperyalist tavrý" nitelemesiyle hak etmedikleri bir yere konmuþtur. Sonuçta bu anlamýyla da bir önceki dönemin anlayýþýndan bir kopuþtan çok, belki bir kopuþ çabasýndan söz edilebilir. Bugün bu hareketlerden çýkarýlacak dersler meselesine gelince, ön planda devrimci yoldaþlýk meselesinin olmasý bugün de buna ihtiyacýmýz olmasýndan deðildir sadece. Buna ihtiyacýmýz var ama bu ayný zamanda bugün yüz yüze olduðumuz görevlerle de ilgilidir. Örneðin bu hareketlerin yine 3 özelliðinden bahsederek gene dönüyorum. Ýkinci özellik; kendi saðýndan medet umma anlayýþýndan kopma giriþimi diye ifade ettiðimiz bu hareketlerin bu ders çýkmýþ ise ve bizim devamý olan hareketler olarak baþka bir þey yapmýþ olmamýz gerekirdi. Bunu Kurtuluþ ya da belli bir hareket için söylemiyorum, genel olarak sosyalistler için söylüyorum. Bu yapmýþ olmamýz gereken görev ise iþçi sýnýfýnýn politik olarak örgütlenme meselesi. Ýþçi sýnýfý partisinin kurulabilmiþ, iþçi sýnýfýnýn siyasi hareketinin ortaya çýkartýlmýþ ve sürdürülmüþ olmasý gerekirdi ki bu iþçi sýnýfýnýn gerek 70'li yýllar içerisinde gerek 80'li yýllar ve bugün de ayný þekilde zamanla politik karakter kazanan eylemlilikleri olmakla birlikte 123


Kurtuluþ

Türkiye'de proletaryanýn siyasal örgütlenmesi gerçekleþememiþ, bu anlamda yerleþik, kalýcý bir gelenek yaratýlamamýþtýr. Demek ki buradan bizim çýkartacaðýmýz týpký 71'de olduðu gibi bütün bir 71' sonrasý dönemi kapsayan bu 35 yýllýk dönemden çýkartýlacak bir ders de þudur; bizim önümüzde hala ve hala iþçi sýnýfýnýn örgütlenmesi görevi durmaktadýr. Bu görevi bir tarafa koyarak, bu görevi bir takým sarý sendikacýlara, bir takým pasifist ve reformistlere býrakarak, devrimci mücadele yürüttüðünü ileri sürmek mümkün deðildir. Bu görevi atlayarak sosyalizm mücadelesi sürdürmek mümkün deðildir. Dolayýsýyla bizim birinci görevimiz eðer marksizme baðlý bir sosyalizmden söz ediyor isek, eðer Marks'ýn adý ile baðlantýlý bir sosyalizmden söz etmeye devam edecek isek, iþçi sýnýfýnýn siyasal örgütlenmesi, yani sosyalist iþçi partisinin örgütlenmesi konusunda ýsrar etmektir. Bunun nasýl örgütlenmesi gerektiði, bunun için nelere yapmamýz gerektiðinin ayrýntýlý planlarý, ayrýntýlý tartýþmalarý ayrý bir baþlýk olsun. 35 yýllýk bir zaman içerisinde biz bunu baþaramadýk. Bu baþarýsýzlýkta hep düþmanýn deðil ayný zamanda bizim de kabahatimiz, sorumluluklarýmýz olduðunu bilerek konuþmak gerekiyor. Düþman geldi vurdu: 12 Mart'ta vurdu, 12 Eylül'de vurdu, 28 Þubat'ta vurdu… Vurdu vurdu vurulduk, ama bunun sonunda hep mi vurulduk? Biz bu arada bir þeyler yapacak durumda olmadýk mý? Yapmadýk mý ve yaptýysak ne kadarýný nasýl yaptýk? Bütün bunlarý tartýþmamýz lazým. Ama nihayetinde biz bugüne miras býrakabilecek bir politik iþçi hareketi ya da iþçi sýnýfýnýn politik örgütünden mahrumuz. Bu bir tarafa yazýlmalý. Ýkincisi yine bununla baðlantýlý olarak, 70'li yýllarý söylemiyorum bir bütün olarak 35 yýlý aldýðýmýz zaman buradan çýkartýlacak olan bir ders daha var idi. Kemalizmin tanýmýndan yola çýkan bir yanlýþlýktan, Kürt sorununda önümüze dolanan engellerden kurtulma meselesidir. Bu konuda maalesef doðruyu yakalayabilen az sayýdaki hareketlerden biri olduk. Kurtuluþ'tan bahsediyorum, Kurtuluþ dýþýnda da böyle deðerlendirme yapanlar oldu ama maalesef bu Türkiye sosyalistlerinin büyük bir kesimine þamil olamadý. Onlarýn hepsini kapsayacak bir hale gelemedi. Dolayýsýyla bu iþte Kemalizm deðerlendirmesi baðlamýnda, Kemalizm'e atfedilen özellikler dolayýsý ile her zaman için gerek Kürt sorununda gerek daha sonra gün-

demimize giren Ermeni sorununda, daha sonra bilincimize çýkarttýðýmýz ve bugün de sorunumuz olan Rum ve Süryani kýrýmlarýnda önümüze engel olarak çýkan bir ayak baðý olmuþtur. Ve en önemlisi de Kürt sorunu diyorum ama 20 yýl süren ve hala bugün de bir biçimde bitmemiþ olan ve yeniden alevlenme durumunda olan bir savaþta, gözümüzün önünde, yaný baþýmýzda cereyan eden bir savaþta, yani devlet ile Kürt devrimcileri arasýnda cereyan eden savaþta tarafsýz kalabilme yüzsüzlüðüne sahip olabilmek de ancak bu konudaki engeller yüzünden olabilmiþtir. Türkiye sosyalistlerinin alnýnda bu bir kara leke olarak duruyor ise, bunun nedeni 12 Eylül'de bizim yenilmiþ olmamýzla izah edilemeyecek kadar böyle derin ideolojik, teorik nedenleri vardýr, kavrayýþa iliþkin nedenleri vardýr. Bizim bazýlarýna göre iyi olmamýz genel durumu deðiþtirmiyor. 71'de gerçekten birbirleri ile rekabeti deðil dayanýþmayý ön plana çýkartan bir bilinç, haleti ruhiye ile ölüme giden arkadaþlarýn tutumunu benimsemek gerekiyor. Hem bu kendi partimiz içerisinde hem de genel olarak Türkiye açýsýndan. Ýkincisi önümüze Türkiye iþçi sýnýfýnýn politik örgütlenmesi görevini hiçbir þekilde savsaklamayacak bir þekilde koymamýz gerekiyor. Bir köylü devrimcisinin, küçük burjuvanýn görevi ya da onun eðilimleri iddiasý ne olursa olsun köylüleri örgütlemektir, küçük burjuva katmanlarý örgütlemektir ama bir komünistin görevi, kendisine Marksist teoriyi rehber edinen bir komünistin görevi ise onun siyasi olarak sýnýfsal içgüdü gibi kendi sýnýfýný örgütlemek olmalýdýr. 1970'lerin baþýnda olduðu gibi iþçi sýnýfýnýn Türkiye'de var olup olmadýðýný tartýþmýyoruz, tam tersine bunlar çoktan geçti. Bugün 2007 yýlýndayýz. Modern iþçi sýnýfý, iþçisi, iþsizi ile bir proletarya var, varoþlarda koca koca fabrika kentleri var. Bugün bizim ana görevimiz iþçi sýnýfýný örgütlemektir. Komünistlerin sahiplenmesi gereken görev budur. Biz bu göreve sahip çýktýðýmýz oranda iþçi sýnýfýnýn politik olarak örgütlenebilmesi için bizim propaganda yapmamýz gerekiyor. Bu doðrultuda örgütsel faaliyet sürdürmemiz gerekiyor. Elbette ki bu faaliyeti sürdürürken biz onlara Atatürk'ün kahramanlýklarýný, Köroðlu'nun zaferlerini anlatacak deðiliz; tam tersine oligarþik diktatörlüðün ortadan kaldýrýlmasý gerektiðini, bunun için ilk elde adýna askeri vesayet rejimi denilen, militarizm denen, sömürgecilik denen sistemin 124


Kurtuluþ

ortadan kaldýrýlmasý gerektiðini anlatmalýyýz. Ýþçi sýnýfýnýn politik bilinçlenmesi ve örgütlenmesi için sistemli bir faaliyet yürütmeliyiz. Yine "bir baþkasýný ezen halk özgür olamaz" ilkesini unutmadan, iþçi sýnýfýnýn enternasyonalist eðitimine gereken önemi vermeli, Kürt halkýnýn sömürge boyunduruðu altýnda tutulmasýna, Kürt halkýnýn hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesine karþý mücadelede yer almasýný saðlamalýyýz. Bu ne demektir? Bu, Kürdistan ulusal ve demokratik hareketi ile iþçi sýnýfý arasýnda hayali deðil, gerçek bir ittifakýn doðmasý demektir. Bunun temellerinin atýlmasý demektir. Bunun karþýlýðýnýn olmasý demektir. Demek ki biz ancak kendi gerçek görevlerimize sahip çýktýðýmýz oranda, enternasyonal görevlerimize de sahip çýkabiliriz. Bunu yapmadýðýmýz takdirde bizim görevlerimize sahip çýktýðýmýzdan söz etmek mümkün deðildir. Bir diðer nokta þudur: Gerek sýnýflar arasýndaki güçler dengesini gerekse var olan potansiyel politik öznelerin durumunu da hesaba katarak, bu görevlere layýk olabilmek için gerekli taktik esneklikleri ya da taktik adýmlarý nasýl atacaðýmýzýn hesabýný da yapmak gerekiyor. Bu çerçevede bugünkü görevimiz öncelikle kendimizi, sosyalistlerin kendisini politik mücadelede bir özne olarak kurmak meselesidir. Özne olarak kurmak ise, kendi görevlerimizi bir kenara býrakýp, gerçek politik öznelere sözde "akýl hocalýðý" yapmak deðildir. Kaldý ki, baþka öznelerin zaten kendi akýllarý da hocalarý var. Biz Batý yakasýnda bir iþçi hareketi bunun etrafýnda, bu temelde bir halk hareketi nasýl yaratacaðýz? "Barýþ Hareketi", "Demokrasi Hareketi" vb. halk hareketlerini nasýl yaratacaðýz? Bu sorulara hem teorik hem pratik çözümler ürettiðimiz ölçüde, sosyalistlerin kendilerini bir özne olarak kurmalarýndan söz etmek mümkündür. Bunu yaptýðýmýz zaman, þimdi önümüze sürülen uydurma görevleri de elimizin tersiyle itip gerçek görevlere sarýlmýþ

oluruz. Þu anda biz bu durumda mýyýz? Maalesef bu durumda deðiliz. Bu durumda olabilir miyiz? Olabiliriz. Nasýl olabiliriz? Bunlarý tartýþabilir isek, bunlarý her bir vesile ile gerek parti üyelerinin toplandýðý kurullarda, gerek parti dýþýnda basýnda yazýlý sözlü gerek çeþitli gruplarýn birlik ya da ittifak arayýþlarýnýn yapýldýðý toplantýlarda, sosyalist forum gibi forumlarda bunlarý tartýþtýðýmýz oranda, fikirlerimizi netleþtirdiðimiz oranda ve ana ekseni kaybetmeden bütün bunlarý yaptýðýmýz oranda ve tabii ki rekabeti deðil dayanýþmayý esas alan, bölünmeyi deðil birleþmeyi esas alan ama bu birleþmede de birbirimizin aðzýna tükürür gibi ayný þeyleri söyleyen ve tekrarlayan tek tip bir sosyalizm deðil tam tersine kendi zenginliði içerisinde özellikle feminen renklerini de içeren, çevreci renkleri de unutmayan bir sosyalizm anlayýþý içerisinde bunu yapmak mümkündür. Bu görevlere sahip çýkmak için bizim sesimizi çýkartmamýz gerekiyor. Sesini çýkartmayan bu görevlere sahip çýkamaz. Nerede olursa olsun fikri, politik, teorik bir tartýþma yoksa, görevlerin kavranmasýna iliþkin bir tartýþma yoksa orada bir durgunluk var demektir. Orada aslýnda durgunluk deðil, ölüm, bürokrasi, var olanýn korunmasý kaygýsý ile davranan bir rekabetçi anlayýþ var demektir. Dolayýsýyla bütün bunlarýn giderilebilmesi için sesimizi çýkartalým. Her gittiðimiz yerde soralým. Partimizin ittifak politikasý ne olmalýdýr? Bir komünistin ilk görevi ne olmalýdýr? Biz Marksist miyiz yoksa baþka bir þey miyiz? Biz sadece itaati esas alan örgütlenme miyiz yoksa gönüllülük esasý üzerine kurulmuþ, bir iþbölümü üzerinde yürüyen bir örgütlenme miyiz? Yani bütün bunlarý sorgulayan, tartýþan bir halde olmadýðýmýz takdirde, görevlere sahip çýkmaktan bahsedilemez. Bu coþkuyu, bu ýsrarý hepimizin göstermesi gerekiyor.

125


Devlet Üzerine Alternatif Teorik Görüþler

B

irleþik Devletlerde iktidar yapýsýný açýklamaya çalýþan beþ rakip teori vardýr. Kitaplarýmda geliþtirilen ve bu internet sayfasýnda tartýþýlan sýnýf egemenliði teorisi, sosyolog Michael Mann tarafýndan geliþtirilen Dört iktidar Aðý teorisi ile en uyumlu olanýdýr. Amerika'daki iktidara iliþkin diðer dört teori, Dört Að teorisi perspektifinden açýklanýr ve eleþtirilir. Onlarýn hem Batý Uygarlýðýnda genel iktidar teorilerini hem de Birleþik Devletlerde iktidar yapýsýnýn doðasý hakkýndaki iddialarýný yorumlayacaðým. Rakip görüþlerin ilki ve en ünlüsü, geçen üç yüzyýlýn klasik liberal teorisyenlerince geliþtirilmiþ genel toplum teorisinden kaynaklanan çoðulculuktur; Birleþik Devletler örneðinde, liberalizme dayanan teorisyenler, iktidarýn çok merkezi (ve dolayýsýyla çoðulculuk terimi) vardýr sonucuna varýrlar. Ýkinci alternatif ise, devlet özerkliði teorisidir. Bu, kýsmen kendi ordusu üzerindeki denetimi sayesinde hükümetin her zaman baðýmsýz bir güç olduðunu vurgulayan yeni Batý Uygarlýðýnýn genel bir teorisidir ve bundan dolayý Birleþik Devletlerde hükümetin en önemli iktidar merkezi olduðunu söyler. Üçüncüsü, büyük örgütlerin liderlerinin Birleþik

G.William Domhoff Çeviri: Ýrfan Cüre 126


Kurtuluþ

Devletler de dahil olmak üzere tüm büyük ölçekli toplumlara kaçýnýlmaz olarak egemen olduklarýný söyleyen seçkinler teorisidir. Ve nihayet özel mülk sahiplerinin Batý tarihi boyunca hakim olduklarýný söyleyen Marksizm vardýr. Teorinin savucularý doðal olarak Birleþik Devletlerde de sýnýf egemenliði olduðu sonucuna varýrlar. Bu teorileri aralarýndaki farklýlýklarý ve yetersizliklerini vurgulayarak tartýþmaya baþlamadan önce, bunlarýn bazý konularda, özellikle de analizin daha ampirik düzeyinde çakýþtýklarýný açýkça anlamak gerekir. Örneðin, çoðulcular, hükümet politikalarý konusunda çarpýþan çeþitli "çýkar gruplarýndan" söz ederler. Bu, iki rakip toplumsal sýnýf yani kapitalist ve iþçi sýnýflarý arasýndaki çatýþmaya yapýlan Marksist vurgudan çok farklý görünür. Ancak Marksistler, kapitalist sýnýfýn birbiriyle anlaþmazlýklarý olan "fraksiyonlarý" veya "kesimleri" olduðunu söylemeye devam ederler ve iþçi sýnýfýnýn çok katmanlý ve politik bakýmýndan kendi içinde bölünmüþ olduðunu vurgularlar. Çoðulcu görüþe göre, çeþitli konular etrafýnda çýkar gruplarý oluþur. Marksistler için ise, koalisyonlar esas olarak, kapitalizmin temelindeki konularda anlaþan sýnýf kesimleridir. Onlarýn çoðu kapitalist sýnýfýn çok büyük meseleler dýþýnda kendi politik hedefinde nadiren birleþmiþ olduðu ve iþçi sýnýfýnýn ise, pek sýk olmasa bile kapitalistlere karþý birleþik ve muhalif olduðu görüþünde anlaþýrlar. Yine onlarýn çoðu, çok sýk deðil ama bazen kapitalist sýnýfýn bu ya da þu kesimi ile iþçi sýnýfýnýn bu ya da þu kesimi arasýnda ittifaklar olduðunu kabul ederler. Bu nedenledir ki, çoðulcular ile Marksistler, verili bir konu hakkýnda kimin kimle mücadele ettiði hakkýnda pekala anlaþabilirler. Veya seçkinler teorisinin seçkin olan ile olmayan arasýndaki -bir tarafa diðer tarafa yapabilecekleri konusunda kýsýtlamalar koyduðu söylenen- "karþýlýklý baðýmlýlýk" üzerine vurgusunu alalým. Pek çok çoðulcu bu iddiayý kabul edecektir. Öte yandan, Marksistler karþýlýklý baðýmlýlýðý kabul etmeyecektir, çünkü onlar iki rakip sýnýf arasýndaki mücadeleyi herhangi bir geçici karþýlýklý baðýmlýlýktan daha temel olarak görmektedirler. Açýktýr ki, Marksistler, kapitalistlerin kar etmek için iþçilere ve iþçilerin de hayatta kalmak için iþe ihtiyacý olduðunu söyleyecektir ama bu tür bir keskin çeliþkiler takýmý, karþýlýklý baðýmlýk gibi

görünmez. Çoðulculuk: Çoðulculuk, yüksek okul kitaplarýnda ve kitle iletiþim araçlarýnda ileri sürülen iddialara ve birçok Amerikalýnýn inandýðý þeylere en fazla denk düþen teoridir. Onun en genel ilkesi ise, herhangi bir egemen sýnýf veya aðýrlýklý güce sahip kurumsal temeli olan bir seçkinler takýmýnýn olmadýðýdýr. Güç ve zenginlikte büyük eþitsizlikler vardýr, ama bunlar çeþitli gruplar arasýnda bölüþülmektedir. Bu demektir ki, bir hiyerarþi deðil, poliarþi vardýr. Çeþitli gruplar çeþitli konularda güç sahibidirler. Çoðulculuk, serbest pazar ekonomisi imajýna dayanýr. Politikacýlar seçim arenasýnda seçmenlerin desteðini almak için, kapitalistler pazarda müþteri kazanmak için nasýl birbirleriyle rekabet ediyorlarsa, birbirleriyle ayný biçimde rekabet ederler. Nasýl Pazar sistemi tüketiciye özgürlük ve hükümranlýk veriyorsa, politik sistem de seçmene hükümranlýk verir. Seçmenler ile seçilmiþ memurlar arasýndaki iliþkiye göre, hükümet, gruplar arasýndaki anlaþmazlýklarda tarafsýzdýr; yani kendine ait hiçbir çýkarý yoktur ve bundan dolayý kapitalist çýkar gruplarý arasýnda arabuluculuk yapabilir. Bu, bir uzlaþma hakemi veya bir yargýç gibidir. Bu bakýþ açýsýndan iktidar halkýn içinden fýþkýrmýþtýr. Demokratik kapitalist toplumlarda yurttaþlar, kamuoyunu etkilemek için gönüllü gruplar oluþtururlar, seçilmiþ görevliler arasýnda lobi faaliyeti yaparlar ve seçim süreçlerinde sempatik politik adaylar desteklerler. Çoðulcular, kamuoyu ile hükümet kararlarý arasýndaki korelâsyonu gösteren incelemeleri bu analizin bir kanýtý olarak zikrederler. Bazý gönüllü gruplar, baþka çýkarlar (yani çevre korumacý, tüketiciyi koruma ve sivil haklarý savunma) gruplarýna olduðu kadar, çoðu kez ekonomik çýkarlara dayalý pek iyi örgütlenmiþ çýkar gruplarýna (yani sanayiciler, bankerler ve sendikacýlar) dönüþürler. Bu çýkar gruplarý, özgül konulara baðlý olarak çeþitli koalisyonlar oluþtururlar. Burada çoðulcular, 1930'dan 1960'lara kadar iþçi sendikalarý veya 1970'lerde çevreciler ve tüketici haklarý savunucularý gibi ticari olmayan çýkar gruplarýnýn baþarýlarýný, kendi teorilerinin kanýtý olarak gösterirler. Çoðulcularýn çoðu, þirket liderlerinin hükümete hakim olmak için kendi aralarýnda bölündüklerine de inanýrlar. Þirket yöneticileri ve yöneticileri arasýnda çeþitli bölünmeler 127


Kurtuluþ

olduðunu ve þirketlerin sadece, kendi aralarýnda sýkça ileri sürdükleri dar çýkar gruplarý olarak örgütlendiklerini iddia ederler. Dört Að bakýþ açýsýndan çoðulculuk, en genelde eksik bulunur, çünkü tarihsel kayýtlar, onun liberal teoriye yani tarihin tümünü öz olarak "büyük harflerle yazýlmýþ kapitalizmdir" diyen teoriye dayalý görüþünü doðrulamamaktadýr (Mann, 1986, s. 534). Ýnsan toplumlarý, insanýn doðasýna iliþkin temel çoðulcu varsayým olan kendi çýkarlarýný azamiye çýkarmaya çalýþan bireylerle deðil, aksine tamamen eþitlikçi tarzda yiyeceði bölüþen küçük ortaklaþmacý insan gruplarý ile baþlar (Boehm, 1999). Bireyler Özel mülkiyeti tasarlayýp pazarý yaratýp, sonra da toplumsal sözleþme efsanesinde olduðu gibi hakem ve düzenleyici olarak devleti geliþtirmeye karar vermiþ deðildirler. Liberallerin iddia ettiði gibi, ne pazarlar ekonomik geliþime giden tek yoldular; ne de geçmiþin askeri imparatorluklarý ekonomik büyümenin sadece engelleyici parazitleriydiler. Onlar bazen böylesi büyümeleri teþvik etmiþlerdi. Dahasý, ekonomik pazar teorisine dayalý genel teori, pazarlarýn geliþebilmesinden önce bir normatif düzenleme çerçevesinin gerekli olduðunu anlayamamaktadýr. Pazarlarýn geliþmesi için düzenleyici baðlamý saðlayan dinsel ve politik örgütlerdi. Mann'ýn belirttiði gibi: Düzenlenmiþ rekabet, "doðal" deðildir. Eðer rekabet karþýlýklý kuþku ve saldýrý þeklinde dejenere olup, böylece anarþiye yol açmamalý ise, o zaman asýl insanlýða, güçlere ve çeþitli güç aktörlerinin mülk mücadelelerine saygý gösteren titiz ve ayrýntýlý toplumsal düzenlemeleri gerektirir (Mann, 1986, s. 534). Mann liberalizmin toplumsal sýnýflar ile devlet arasýndaki iliþki hakkýndaki görüþüyle ilgili olarak, onun devleti ve toplumsal sýnýflarý doðasý gereði karþýtlýk içinde görme eðiliminde olmasý nedeniyle, liberalizm karþýsýnda oldukça eleþtireldir: Liberalizm mülkiyet haklarýný bireylerin doðayý sömürmek, artýða el koymak ve onu kendi ailesi ve soyuna aktarmak mücadelesinden kaynaklanmýþ olarak görür. Bu bakýþ içinde kamu iktidarý, esas olarak özel mülkiyet haklarýna dýþsaldýr. Devlet mülkiyet haklarýný kurumsallaþtýrmak için düþünülebilir veya onlarý tehdit eden bir tehlike olarak görülebilir; fakat devlet, özel mülkiyet yaratmanýn bir

parçasý deðildir. Bununla birlikte tarihsel gerçekliðin bu olmadýðýný defalarca gördük. Özel mülkiyet ilk önce mücadeleler ve kamu iktidarý örgütlerinin parçalanma eðilimleri yoluyla ortaya çýktý ve nihayetinde her zaman arttý (Mann, 1986, s. 536). Her ne kadar liberalizm zaman ve mekân boyunca iktidar yapýlarýný anlamak için bir genel çerçeve olarak baþarýsýz olsa da, 1950'lerin ve 1960'larýn ilk yýllarýnýn birçok toplumsal bilimcisi, bir pazar ekonomisi ve demokratik seçim sistemine sahip ABD'nin özgül durumunda -çoðulculuk biçiminde- onun anlamlý olduðunu düþündüler. Ne var ki, 1960 ve 1970'lerin olaylarý, iktidar yapýlarýnýn araþtýrýlmasýyla iliþkili olarak, teorinin çekiciliðinin kýsmen bir on veya yirmi yýl kaybolmasýna neden olan ciddi sorular ortaya çýkardý. Bu noktada giderek daha fazla sayýda toplumsal bilimciye, þirketlerin hâkim güce sahip olmadýðý ve hükümetin genel kamu çýkarlarýna yanýt olmadýðý göründü. O zaman itibaren çoðulculuk, 1970'lerdeki çevre ve tüketici koruma hareketleri gibi çeþitli liberal çýkar gruplarýnýn görünüþteki baþarýlarý üzerine odaklanarak eski konumuna döndü. Hakikaten sivil haklar hareketi, feminist hareket ve diðer birey haklarý ve özgürlüleri için hareketler aracýlýðýyla yeni çýkar gruplarýnýn bazý gerçek zaferleri vardý, ama þirketler ve sýnýf iktidarýný ilgilendiren konularla iliþkili zaferler çok nadirdi. Bireysel haklarýn bir þey, ama yönetme konularýna iliþkin grup veya sýnýf gücü bambaþka bir þey olduðu yeterince vurgulanamaz. Ne de, kýsaca görüleceði gibi, çevresel ve tüketici hareketlerinin baþarýlarý çoðulculuk için kanýttýr. Revize edilmiþ çoðulcu görüþün yeni-çoðulculuk denen en ayrýntýlý ifadesi, "yeni liberalizmin" yurttaþ lobileri þeklinde ortaya çýkmakta olduðunu ileri sürer 8Berry, 1999). Bu görüþ, liberal gruplarýn çoðu kez kazandýðýný belirterek, vurguyu liberal gruplar ile Hýristiyan Saðý arasýnda kültürel deðerler üzerine yürütülen mücadelelere yapar, ama bu þirket iktidarýnýn analizinde uygun deðildir. Yeni çoðulcular, büyük vakýflarýn, özellikle Ford Vakfýnýn, yeni yurttaþ çýkar gruplarýnýn çoðunu mali olarak desteklemiþ olmasýný -ki bu onlarý baðýmsýz çýkar gruplarý deðil, þirket topluluðu içinde ýlýmlý yaratýklar yapar- takdir ederler. Ne var ki, bu teorisyenler, böylesi gruplarýn þimdi doðrudan aktarýlmýþ ve diðer yollardan toplan128


Kurtuluþ

mýþ paralar dolayýsýyla baðýmsýz olduklarýný söylerler. Aslýnda bu çýkar gruplarýnýn birçoðu, ironik biçimde þirket vakýflarý da dâhil olmak üzere vakýflara oldukça baðýmlý kalýrlar. Özellikle çevre gruplarý ve düþük gelirli azýnlýk gruplarýný savunma gruplarý, þirket topluluðunun ýlýmlýmuhafazakâr kampý içerisinde paraca vakýflara hala çok baðýmlýdýrlar. Bu örgütler üzerinde bir nüfuz olarak vakýf baðýþlarýnýn rolünü küçültme tavrý, herhangi bir örgütün yönetiminde keyfi paranýn önemini de inkâr eder. Tüm çevreci gruplar, bu yeni çoðulculuðun parçasý sayýlmaktadýr, ama politika formülasyonu olduðu kadarýyla ana gruplar, büyük vakýflar tarafýndan mali olarak desteklenmektedir ve politika planlama aðýnýn ýlýmlý-muhafazakâr kanadýnýn parçasýdýr (Domhoff, 2005, Bölüm 4; Robinson, 1993). Liberal ve sol çevrecilerin kamuoyunu çevre sorunlarý konusunda duyarlý kýldýklarý, verdikleri raporlar kitle iletiþim araçlarýnda yer bulan gözlem gruplarý yarattýklarý ve þirket topluluðu tarafýndan isteksizce kabul edilen kirlenme denetimi için yeni düþünce ve teknolojiler geliþtirdikleri elbette doðrudur. Ama 1975'den beri onlar, þirket topluluðu içerisinde en önemli politika grubu olan Ýþverenler Yuvarlak Masasý tarafýndan muhalefet edilen tek bir yasayý bile geçirememiþlerdir. Bir bütün olarak çevresel hareketler, özel olarak da liberal kanadý, bir güç anlamýnda kamuoyundaki ünlerinin düþündürttüðünden çok daha marjinaldirler. 1960'larýn hareketleri içinden doðup geliþen tüketici hareketi, 1967 ile 1974 arasýnda birçok tüketiciyi koruma yasasý çýkarttýrabilmiþtir (Vogel, 1989). Ne var ki, bu hikayede çýkar grubunu lehine gözlerin gördüðünden daha az kanýt var, çünkü ilgili iþverenler çýkar grubu ya yasama organýyla uzlaþmýþ ya da kabullenilebilir deðiþikler yapmasý için onu zorlamýþtýr. Gerçi ABD Ticaret Odasý alýþýlageldik ideolojik itirazlarýný kayda geçer; 1960'larýn tüketici koruma yasalarýndan hiçbirine iþ çevrelerinin muhalefeti yoktur veya çok azdýr, ki bu da þirket topluluðunun bu konulara iliþkin olarak rakip çýkar gruplarýndan herhangi biri karþýsýnda yenilgiye uðramadýðý anlamýna gelir (Domhoff, 1990, Bölüm 10). Bunu önemli istisnasý, otomobil sanayisini daha güvenli araba yapmaya zorlamakta baþarýlý bir çaba olan Ulusal Trafik ve Motorlu Araç Güvenliði Yasasýna karþý otomobil bu sanayinin itira-

zlarýdýr(Luger, 2000). Tüketici hareketinin en temel zayýflýðý, 1978'de onun bir Tüketici Koruma Ajansý kurulmasý için yaptýðý ýlýmlý öneri, Tüketici Sorunlarý Çalýþma Grubu aracýlýðýyla Ýþverenler Yuvarlak Masasý ve diðer þirket politika-planlama gruplarýnýn þiddetli muhalefetiyle karþýlaþýr karþýlamaz açýða çýktý. Baþkan Jimmy Carter'ýn desteðine raðmen, yasa Temsilciler Meclisinde muhafazakârlarýn blok oylarýyla reddedildi. Tüketici hareketi, o dönemde ileri sürdüðü yasa taleplerinin hiçbirinde baþarýlý olamadý. 1990'larýn doruk noktasýndan itibaren tüketici aktivistlerin baþarý ve baþarýsýzlýklarýný gözleyen bu hareketin en ayrýntýlý incelemesi, çoðulcularýn 1970'lerde baþlayan "yeni" düzenlemenin -çok daha geniþ bir dizi sanayi dalýný kapsýyor olsa da- önceki düzenleme biçimlerinden farklý olduðunu iddia etmelerinin yanlýþ olduðu sonucuna varýr (Maney & Bykerk, 1994). Daha genel olarak, bu incelemenin yazarlarý, 1970'lerde ticari olmayan çýkar gruplarýndaki artýþa raðmen, çýkar gruplarý içinde hâkim gücün ticaret (business) olduðu sonucuna varýr. Gerçekte yeni çoðulcularýn iddialarýnýn aksine, 1960'dan beri bir birleþik þirket topluluðu için tek anlamlý yenilgi, þirket liderlerinin hem hükümet düzenlemelerini geniþletmenin bir önceli hem de sendikalar için potansiyel bir müstahkem mevzi olarak þiddetle karþý çýktýklarý, 1970'de Meslek Güvenliði ve Saðlýk Ýdaresi'nin kurulmasýdýr. Burada bile bu yeni ajansýn tarihinin izlenmesi, lobi ve yasamayla ilgili faaliyetler yoluyla þirket iktidarýnýn koþullarýný göstermesi bakýmýndan öðreticidir: Ayrýntýlý incelemelerin gösterdiði gibi, 1980'lerde þirket topluluðu, ajansý, bilgi vermekte geciktirmeler, onun gücünü kýsýtlayan yasal tadilatlar, gücünü daha da azaltan yasal zaferler ve denetimlerin daha seyrek ve yüzeysel olmasýna yol açan bütçe kesintileri yoluyla "politik tutuklu" haline çevirmiþtir. Sanki bu olayý çoðulcular için daha da çetin yapmak için, bu deðiþikler, iþyeri güvenliði yasalarý lehinde kamuoyunun güçlü duygularýna gerçekleþti (Noble, 1986; Szasz, 1984). Kamuoyu görüþü ile yasama sonuçlarý arasýndaki karþýlýklý iliþkiler, zorunlu olarak çoðulcu görüþ için kanýt da deðildir. Böyle bir iddia, dev þirketlerin halkla iliþkiler bölümlerinden, örneðin dýþ politika veya ekonomi veya sendikalara iliþkin inançlar gibi belirli bir 129


Kurtuluþ

konuda kamuoyunu etkileme çabasýnda odaklanan sayýsýz ticari olmayan örgütlerle iliþkilerle uzmanlaþmýþ büyük þirketlere kadar uzanan bir görüþ biçimlendirme þebekesi aracýlýðýyla kamuoyunun görüþünü etkilemek için, þirket topluluðunun muazzam miktarlarda para harcadýðý gerçeðini dikkate almaz (Domhoff, 2002).Bu iddia, geniþ bir ekonomik programlar (iþsizlerin hükümetçe istihdamý, hükümetçe desteklenen saðlýk sigortalarý, daha yüksek asgari ücret) dizisi konusunda kamunun liberal önceliklerinin yerine getirilmediði olgusunu da görmezden gelir. Devlet Özerkliði Teorisi Washington'daki federal hükümet ve askeriye, Amerikan tarihinde II. Dünya Savaþý ve sonrasýna kadar görece önemsiz olduklarýndan dolayý, ABD'deki iktidar analizcilerinin pek çoðu, "sivil toplumun" özel gruplarý veya toplumsal sýnýflarýnýn devlete hakim olduðu öncülüyle baþlamýþlardýr. Nitekim onlarýn üzerinde odaklandýklarý konu, çeþitli çýkar gruplarý veya toplumsal sýnýflarýn göreceli iktidarý olmuþtur. Bu "toplum merkezci" analizcilerin pek çoðu, çoðulcu idiler. Bu demektir ki, devletin özel çýkarlarca denetimi, çok çeþitli gruplar iþin içine karýþtýðý için, esef edilecek bir þey deðildi. Akademik topluluk içindeki az sayýdaki muhalif analizci (Floyd Hunter, C. Wright Mills, Marksistler ve benim gibi Marksist olmayan sýnýf egemenliði teorisyenleri) ise, genel çoðulcu görüþle sadece iktidarýn bir azýnlýðýn elinde olduðunu söylemek anlamýnda çatýþtý. Bu azýnlýk, Mills için bir kurumsal seçkinler tabakasý, Marksistler için zengin kapitalistler, Hunter ve benim için de bu ikisinin bir karýþýmý idi. Yani muhalifler, çoðulcu olduklarý kadar toplum merkezciydiler ve devlet üzerine özel vurgu yapmýyorlardý. Genel baþlangýç noktasýnýn aksine, devlet özerkliði teorisyenleri, hakim gücün genel yurttaþlý veya bir hakim sýnýfta deðil, hükümette olduðunu ileri sürerler. Avrupalý usulünü izleyerek þimdi kendilerini tarihsel kurumsalcýlar diye adlandýran bu teorinin savunucularý, hükümetin toplumun geri kalan kýsmýndan baðýmsýzlýðýný vurgulamak için "hükümet"ten daha çok "devlet" tabirini kullanýyorlar. Çoðunlukla "özerklik" olarak adlandýrýlan bu devlet baðýmsýzlýðýnýn birbirinin içine geçmiþ çeþitli etkenlere göre olduðu söylenmektedir: 1) Ülke

içerisinde meþru zor kullanma tekeli; 2) ülkeyi yabancý rakiplerden savunmadaki emsalsiz rolü; 3) düzenleyici ve vergilendirici gücü. Bu güçleri sayesinde hükümet memurlarý, toplum içinde hem iþveren, iþçi hem de politik çevrelerle, bunlar devletle ayný amaçlarý paylaþýyorlarsa, koalisyonlara girebilirler. Devlet Özerkliði teorisyenleri, baðýmsýz uzmanlarýn devlet memurlarý için deðerli olan bilgilere sahip olmalarý nedeniyle, onlarýn güçlü olabileceklerine de inanmaktadýrlar. Devlet özerkliði teorisyenleri için, o halde, devlet kendi çýkarlarý -ki bunlar istikrar ve yayýlmadýr- içinde davranabilir ve davranýr. Kapitalist dünyada devletin liderleri, kapitalizmin saðlýðýný korumak ellerinden geleni yaparlar; bunu kapitalizmi ve kapitalistleri ilk ve herkesten önce düþünen olduklarý için deðil, kendi çýkarlarý devlet gelirleri ve mutlu bir sivil nüfusta yattýðý için yaparlar. Devlet özerkliði teorisyenleri, ilk kez nasýl "devlet kurma ve uluslararasý devlet sistemi mantýðýnýn, bir ekonomik veya sýnýfsal mantýða indirgenemez" olduðunu göstermiþ olmakla iftihar ederler (Orloff, 1993, s. 85). Gerçekte bu düþünce, çok az teoriysen için yeni idi. Örneðin, bu Dört Að teorisinin temelidir. Devlet özerkliði teorisyenleri, devletin her yerde ve her zaman güçlü ve baðýmsýz olduðunda ýsrar etmezler. Bazý anlarda ele geçirilebilir veya hâkimiyet altýna alýnabilir. Bundan dolayý onlar, en soyut düzeyde, devletin "potansiyel olarak özerk" olduðunu iddia ederler (Skocpol, 1979, s. 29; Skocpol, 1980). Burada sorun, onlarýn hiçbir zaman zikretmediði Mills'in çok önceden bunu önemli konu yapmýþ olduðu gerçeðini tamamen görmezden gelerek, bu düþünceyi tamamen kendilerinin ortaya attýklarýný iddia etmeleridir (Mills, 1956, s. 170, 277; Mills, 1962, s. 119). Böylece onlar kendilerini güya biricik ve yaratýcý yapacak bir yalancý þahit yarattýlar. Birleþik Devletlerde þirket hâkimiyeti olduðunu teslim etmenin bir yolu olarak geçerli olan potansiyel özerklik düþüncesiyle bile, onlar Amerikan devletine epeyce özerklik vermekte ýsrarlýdýrlar. Ne var ki, bu potansiyelin kendisini Birleþik Devletlerde gösterememesinin birçok nedeni vardýr. Devlet özerkliði ancak, bir devlet üniter ve memurlarýn ve özel örgütlerin temsilcilerine görece kapalý ise, mümkündür. Fakat Amerikan Hükümeti bunlarýn hiçbiri deðildir. Çünkü tarihsel nedenlerle 130


Kurtuluþ

(Bakýnýz: Dört Að teorisi üzerine belgede Amerikan tarihi tartýþmasý) bu, dýþsal etkenlere tamamen açýk ve dolayýsýyla seçimler yoluyla ve þirket topluluðu ve politika planlama aðý tarafýndan atanmalar yoluyla hâkim olunabilecek parçalý bir hükümettir. Özel sektör ile hükümet arasýndaki þirket liderlik grubunun üyelerince yapýlan hareket, þirket topluluðu ile devlet arasýndaki sýnýrý belirsizleþtirir ki, bu devlet özerkliði düþüncesine uymaz. Dahasý, hükümet dairelerinin çoðunda geniþ planlama bölümlerinin tarihsel nedenlerle olmayýþý, özel politika planlama aðýnýn alabildiðine geliþmesini mümkün kýldý. O zaman Amerikan hükümetinin ulusal, eyaletsel ve yerel düzeylere bölünmesi, çoðu kentlerde öylesine güçlü marazi koalisyonlarýn kurulmasýný açýklamaya da yardým eder. Ampirik düzeyde devlet özerkliði teorisyenleri, hükümet içerisindeki bir bölümün veya ajansýn gücünün göstergeleri olarak büyüyen bir bütçe ve artan memur sayýsýný kullanýrlar. Daha genel olarak federal hükümetin iddia edilen sürekli geniþlemesi, bazen devlet memurlarýnýn gücünün iyi bir kanýtý olarak belirtilir. Fakat devlet özerkliði teorisyenleri, federal bütçedeki artýþlarý ve ajanslardaki memurlarýn sayýsýný güç göstergesi olarak kullandýklarýnda üç nedenle hatalýdýrlar. Birincisi, bir hükümetin büyüklüðü, zorunlu olarak onun nasýl kontrol edileceði hakkýnda bir þey söylemez. Hükümet büyüyebilir ve yine de þirket topluluðu tarafýndan kontrol edilebilir. Bu nedenle tarihsel incelemelerin yerine ikame edilecek tek veya daha fazla güç göstergeleri yoktur. Ýkincisi, hükümetin 1960'dan itibaren 1990'lar boyunca büyümesi, kendisi için daha fazla kaynak ayýran bir baðýmsýz güçlü federal hükümet imajýna uymayan eyalet ve yerel düzeyde bir büyümeydi. Üçüncüsü, Federal Hükümet bütçelerine iliþkin en ayrýntýlý ve titiz incelemeler, bütçenin 1950'den 1977'ye kadar gayri safi milli hasýlanýn bir oraný olarak, enflasyon gibi çeþitli eðilim faktörleri hesaba katýldýðýnda yüzde 8,8 fiilen azaldýðýný göstermektedir (Berry & Lowery, 1987). Bu azalma, federal harcamalarýn gayri safi milli hasýlanýn yüzde 21.6'sýný bulduðu 1980'den, ayný rakamýn yüzde 18.7 olduðu 2000'e kadar düþmeye devam etti. Önemli bir kýsmý daha Afganistan ve Irak savaþlarý baþlamadan önce bile savunma harcamalarýndaki muazzam artýþ nedeniyle ve diðeri de devlet saðlýk sigortasý ve tarýmsal

ticaret sübvansiyonlarý nedeniyle de, oran, 21. yüzyýlýn ilk dört yýlýnda yeniden artmaya baþladý. Fakat hiç kimse Bush yönetiminin devlet özerkliðinin kanýtý olduðunu iddia edemez. Federal Hükümet memurlarýnýn sayýsýndaki artýþ eðilimleri de, devlet özerkliði teorisinin beklentileriyle çeliþir. Federal sivil ve askeri memurlarýn sayýsý, 1990'larda hem mutlak sayý olarak hem de ulusun nüfusuna oranla azaldý. Dahasý hükümet memurlarýnýn en fazla bölümü ordu ve onun iþlevleriyle iliþkilidir. Yürütme dalýndaki daireleri arasýndaki bir karþýlaþtýrmadan çýkan temel bulgu, askeri personel de hesaba katýldýðýnda tüm federal memurlarýn yarýsýndan fazlasýný istihdam eden Savunma bakanlýðý diðerlerini gölgede býrakýr. Sadece sivil memurlar hesaba katýlacak olsa, bu daire, yine de en yakýn rakiplerinden üç ile yedi misli daha büyüktür. Ve eðer eski muharip ve gaziler dairesi de, olmasý gerektiði gibi, askeriyenin bir parçasý sayýlýrsa, o zaman hükümetin sivil kýsmý tüm tablonun çok daha küçük bir parçasýdýr. Devlet özerkliði teorisyenlerince ileri sürülen ABD'de yeni kamu politikalarýnýn geliþtirilmesinde uzmanlarýn baðýmsýz bir rol oynadýðý iddiasý, bu uzmanlarýn þirket ve vakýflarca finanse edilen politika planlama aðýnýn bir parçasý olmalarý gerçeði tarafýndan çürütülmektedir. Devlet özerkliði teorisyenleri, uzmanlarýn yeni politik düþüncelerin birçoðunu saðladýklarý konusunda haklýdýrlar, ama en önemli uzmanlarýn politika planlama aðý içerisindeki örgütlerin bir veya birkaçý tarafýndan seçilmiþ ve mali olarak desteklenmiþ olduklarýný ve bunlarýn düþüncelerinin rapor ve önerilerde görünmeden önce þirket liderleri tarafýndan tartýþýlýp eleþtirildiðini görmüyorlar. Devlet özerkliði teorisyenleri dikkatlerini politik partilere ve özgül politik konularda grup farklýlýklarýna verdikleri zaman, çoðulcularýn benzeri haline geliyorlar. Bu durum, Amerikan toplumunda devlet özerkliði konusunda en baþarýlý kitapta yani Ýlerleme Çaðýný ele alan Skocpol'un (1992) Protecting Soldiers and Mothers: The Political Origins of Social Policy in the United States kitabýnda görülmektedir. Devlet özerkliði teorisi ABD'ne uygulandýðý zaman, ortada parlayan sýnýf çatýþmalarýný görmezden gelerek, çoðulculuk biçimine dönüþür. Amerikan devleti, elbetteki çok güçlüdür. 131


Kurtuluþ

Soru þudur: Bu devleti kim kontrol etmektedir? Devlet özerkliði teorisyenlerinin iddia ettiði gibi seçilmiþ görevlilier, atanmýþ görevliler ve kariyer yapmýþ memurlar mý? Sýnýf egemenliði teorisyenlerinin iddia ettiði gibi seçilmiþ görevlileri finanse eden ve atanmýþlarýn birçoðunu saðlayan þirket topluluðu mu? Ya da oðulcularýn iddia ettiði gibi politik partiler, seçimler, çýkar gruplarý, lobiler aracýlýðýyla Amerikan halký ve kamuoyu görüþünün gücü mü? Seçkinler Teorisi Günümüzün seçkinler teorisi, Dört Að teorisiyle bazý noktalarda çakýþýr ama diðer noktalarda çatýþýr. Günümüz seçkinler teorisyenlerinin kalkýþ noktasý, tüm modern toplumlarýn -ister þirketler, kar amaçlý olmayan isterse hükümet örgütleri olsun- bürokratik olarak yapýlanmýþ çok büyük örgütlerin liderlerinin (seçkin denilenlerin) hakimiyeti altýnda olduðudur. Ve seçkinler teorisyenleri diðer iktidar teorisyenleri gibi, ortalama yurttaþlarýn bazen, özellikle seçkinlerin kendi aralarýnda çatýþma içinde olduklarý zaman, seçkinlerin eylemlerini sýnýrlama yeteneðine sahip olduklarýný vurgular. Fakat seçkinler teorisi, sýnýflar veya sýnýf çatýþmasýna vurguyu Birleþik Devletlerde iktidarý tam anlamak için gerekli olandan pek çok daha az yapar. Bundan dolaydýr ki, Birleþik devletlerde þirket temelli mülk sahiplerinin ve menajerlerin kurumsal temelli seçkinler üzerinde egemenliðinin derecesini tam olarak deðerlendirmez. Örneðin, politik seçkinler içerisinde seçimle gelmiþ görevlilerin pek çoðu, baþlangýçtaki mali destekleri için zengin ailelere ve þirket liderlerine baðlýdýr; askeri liderler ise, yürütme üzerinde kontrolü ele geçirmiþ siviller tarafýndan atanýr. Seçkinler teorisi, Birleþik Devletlerde politika planlama aðýndaki ve diðer kar amaçlý olmayan örgütlerdeki sýnýfsal eðilimi de vurgulamamaktadýr, ki bu eðilim, bu örgütler içerisindeki liderler ve uzmanlarý þirket topluluðundaki liderlere ikincil [baðýmlý] kýlar. Sýnýf çatýþmasýný dikkate almamasý, seçkinler teorisini, þirketlerin hakim olduðu örgütler ile iþçi sýnýfý içindeki örgütler -özellikle sendikalar- arasýndaki farklýlýklarý önemsememeye götürür. Kapitalistler ve iþçi sýnýfý seçkinler teorisinin vurguladýðý þekliyle, birbirlerine ne yapabileceklerinin sýnýrlarýný koyan bir karþýlýklý baðýmlýlýk içindedir. Dahasý, sendika liderleri,

bir kere sendikalarý kurulduktan sonra, seçkinler teorisinin vurguladýðý gibi, þirket yönelimli örgütlerin liderleriyle iþ yaparlar. Ne var ki, sendika liderlerinin hedeflerinin birçoðu, sýnýfsal temelli olmaya devam eder. Onlar ile sendikalarý amansýz düþman olarak gören ve onlarý yok etmek için her þeyi yapabilen þirket liderleri arasýnda büyük çatýþma vardýr. Dahasý, sendika liderleri, þirket topluluðu tarafýndan tekrar tekrar yenilmiþlerdir, bu da onlarý en iyisinden ikincil seçkinler yapmýþtýr. Kapitalistlerin sendikalarý yok etme çabalarý aristokratik ve devlet seçkinleri tarafýndan kýsýtlanmýþ olduðu için sendika liderlerinin daha fazla güce sahip olduðu birçok Batý Avrupa ülkesinden farklý olarak, Birleþik Devletlerde þirketlerin sendikalara yönelik saldýrýna hiçbir kýsýtlama yoktur (Mann, 1993; Voss, 1993). Nitekim Birleþik Devletler ile diðer ülkeler arasýnda, seçkinler teorisini Birleþik Devletlerde baþka ülkelerden daha çok uygulanabilir kýlan farklýlýklar vardýr. Daha genel olarak, Amerikan þirket topluluðunun gücünü açýklayan örgütsel ve sýnýfsal teorilerin kavrayýþlarýnýn bir bileþimidir. Bu, örgütsel ve sýnýfsal kavrayýþlara yol açan teorilerin bir sentezini yaptýðý için Dört Að teorisinin daha büyük uygulanabilirliðinin olduðu yerdir. Kapitalizm, muazzam ekonomik kaynaklara ve politik iktidar için de potansiyele sahip bir mülk sahipleri sýnýfý yaratýr; ayrýca ücretler, karlar, çalýþma koþullarý, vergiler ve hükümet düzenlemeleri konusunda süre giden sýnýf çatýþmasý üretir. Buna karþýlýk, Birleþik Devletlerde þirket sahipleri, sýnýf kaynaklarýný birleþtiren ve meþrulaþtýran bir dizi örgüt yaratabilmiþtir ki, bu da onlarýn sýnýf mücadelesini sýnýrlamalarýný mümkün kýlmýþtýr. Amerika Birleþik Devletleri'nde sýnýf hâkimiyetine götüren þey, Amerikan örgütlerinin tepesindeki sýnýfsal ve örgütsel zorunluluklarýn karþýlýklý etkileþimidir. Marksizm Dört Að teorisi gibi, Marksizm, Amerika Birleþik Devletleri'nde iktidar teorisi için bir baþlangýç noktasý olduðu kadar Batý tarihinin de kapsamlý bir teorisidir. Bu bakýmdan iki teori, çoðulculuk, devlet özerkliði teorisi ve seçkinler teorisinden daha geneldirler. Marksizm, Karl Marx (1818-1883) ve Frederich Engels (18201895) tarafýndan yaratýlmýþtýr. Marksizmin her biri devasa edebiyat üreten en azýndan beþ yönü 132


Kurtuluþ

vardýr. Bunlar þunlardýr: Felsefi temelli, tarihin nasýl geliþtiðine iliþkin diyalektik teoridir; bunu Helgel'den ödünç almýþ ve sonra, fikirlerin çarpýþmasý deðil, maddi ve toplumsal çeliþkiyi tarihin motoru yaparak ters çevirmiþtir. Sýnýf egemenliðinin sosyolojik teorisi Kapitalizmin iþleyiþinin açýklanmasý Kapitalist toplumun ahlaki eleþtirisi Kapitalizmi ortadan kaldýrmak ve sosyalizmi kurmak için politik pratik Ýki nedenle bu bölümde sýnýf egemenliði teorisi ve kapitalizmin yerine sosyalizmin geçirilmesi politikalarý üzerinde odaklanýlacaktýr. Birincisi, belirli kaçýnýlmaz sonuçlar üzerinde ýsrar eden diyalektik tarih teorisi, 20. yüzyýlýn olaylarýn ýþýðýnda artýk Marksistlerin pek çoðu için bile inandýrýcý deðildir. Ýkincisi, kapitalizmin iç iþleyiþine iliþkin, emek deðer ve kar oranlarýnýn düþmesi teorisi gibi iddialarýn birçoðu, bir kenara atýlmýþtýr. Kapitalistlerin kar yapmak zorunda olduklarý ve yapacaklarýna ve sýnýf çatýþmasýna yapýlan vurgu, oldukça revaçtadýr ama bunlar burada tartýþýlan sosyolojik sýnýf egemenliði teorisi içerisine alýnabilir. En kestirmeden özüne bakacak olursak, teori, insanlarýn ihtiyaçlarýný karþýlamak üzere doða üzerindeki yaratýcý faaliyetiyle baþladýðýný söyler. Bu kalkýþ noktasý, Marksizmin insanlarýn üretici ve ilerici doðasýna vurgusuna ýþýk tutar. Alet ve makinelerin ("üretici güçler") yaratýlmasý, bireysel olarak tüketilebilecek olandan daha çok üretilebilmesine ve dolayýsýyla da fazlanýn (artýðýn) nasýl bölüþüleceðine iliþkin çatýþma potansiyeline yol açtý. Üretim güçleri geliþirken, makinelerin sahipliði ve kontrolüne ("üretim iliþkileri") iliþkin çatýþma artarken, iþbölümünde bir artýþ vardýr. Ýnsanlar mülk sahipleri ve mülksüzler olarak bölünürken, hem daha büyük genel üretkenlik hem de (tarihin çeþitli evrelerinde köle, serf, köylü ve en son olarak da "iþçi" olan) mülksüzlerin sömürüsünde artýþ vardýr. Tarih sýnýf mücadeleleri tarihidir derken Marx'ýn kastettiði budur. Sýnýf mücadelesi, Batý Uygarlýðýnýn itici gücüdür. "Tarihsel maddecilik" olarak bilinen bu çerçeve, "üretici güçlerin" geliþim düzeyinin "üretim iliþkilerinin" temel yapýsýný biçimlendirdiðini ileri sürer. Buna karþýlýk, üretim iliþkileri de politik kurumlarý, alýþkanlýklarý ve dünya hakkýndaki fikirleri biçimlendirir. Bazý

daha sonraki Marksistler, "üretim tarzý" (üretim güçleri ve iliþkilerinin birleþimi) ile politik ve ideolojik kurumlar arasýndaki iliþkiyi tartýþýrken, "temel" ve "üstyapý"dan söz ettiler. Diðerleri ise, "üretim iliþkilerinin" politik iliþkileri ima ettiðini, dolayýsýyla böyle bir ayrýma gerek olmadýðýný söylediler. Her iki halde de tarihsel materyalizm, insan varlýðýnýn "ekonomik" ve maddi yanýna öncelik vererek, içerisinde insanlarýn mal ve hizmetleri yarattýklarý tarihsel bakýmdan özgül yolun, onlarýn politik, dinsel ve felsefi sistemleri için temel olduðunu bildirir. Fakat bu, serbest pazar iktisatçýlarýnýn ve çoðulcular tarafýndan zaman içinde geriye yönelik olarak uzattýklarý kapitalist mantýðýn yani bireyler kendi çýkarlarýný artýrmaya çalýþýr veya en zengin insan olmak için çalýþýr diyen mantýðýn dar anlamýnda bir "ekonomik belirleyicilik" (determinizm) deðildir. Marx insanlarý, gerçek ekonomik determinist olan serbest pazar iktisatçýlarý ve liberallerden daha kooperatif ve ortaklaþmacý görüyordu. Bu sömürücü ve geçici ekonomik yapýnýn çerçevesi içerisinde, mülk sahipleri tarafýndan kendilerini ve kendi üretim araçlarý üzerindeki özel sahipliklerini korumak için bir "devlet" geliþtirildi. Sosyoekonomik sistem, kapitalizm denen üretimin oldukça ileri olduðu bir geliþim evresine ulaþýnca, ekonomik fazla (artýk), önceki toplumsal sistemlerde kullanýlan sömürünün doðrudan ve zor biçimleri yerine, pazar denilen görünüþte oldukça adil toplumsal kurum yoluyla iþçilerden "kar" olarak "çýkarýlýr". Ama pazar sistemi, gerçekte adil deðildir, çünkü her zaman gerekli olandan daha çok iþçi olduðu gerçeðine uygun olarak ücretleri bir geçinme düzeyine doðru aþaðýya çeken güçlü bir eðilim vardýr. Bir baþka deyiþle, hayatta kalmak için iþ güçlerini satmaya zorlanan iþçilerin güçsüzlüðü, pek çok iktisatçýnýn "serbest" pazar olarak kutladýðý ve karlarý mümkün kýlan þeyin temelini oluþturur. Kapitalistlerin insan emeðinden kar yapabilmesi için iþçilerin mülksüz ve güçsüz olmalarý gerektiði olgusu, liberaller/çoðulcular ile Marksistler arasýndaki hem teorik hem de ahlaki olarak baþlýca sorunlu noktalardan biridir. Çoðulcular, eþitlik ve toplumsal adalete ilgilerinden dolayý Marksistler için ahlaken saldýrý olan bu iddiayý inkar etmekte veya görmezden gelmektedir. Oldukça üretken ve esnek bir ekonomi örgütlemenin bir yöntemi olarak pazarýn tüm 133


Kurtuluþ

yararlýlýðýna karþýlýk, klasik Marksizm, onun sömürücü doðasýnýn iþçiler arasýnda hem psikolojik yabancýlaþma (onlarýn yaratýcý enerjilerinin sahiplerince denetleniyor olmasý nedeniyle) hem de toplumsal umutsuzluk (düþük ücretler ve kötü çalýþma koþullarý nedeniyle) þeklinde artan bir memnuniyetsizlik ürettiðini ileri sürmektedir. Ýþçiler kendi kötü durumlarýný kavradýkça, sendikalar ve politik partiler kurmak üzere bir araya gelirler. Bunalýmlar ve alýp baþýný giden enflasyonlar gibi ekonomik krizler baðlamýnda, daha adil ve daha insani bir toplumsal sistem örgütleme bilgi ve deneyime sahip olduklarýný da kavrarlar. Kapitalist sistemin yerine, içerisinde kooperatifler ve hükümet aracýlýðýyla üretim araçlarýna herkesin sahip olduðu, "sosyalizm" denen bir kooperatif sistemi geçirmek için mücadele ederler. Ek olarak, pazarýn yerine demokratik olarak seçilmiþ hükümetlerin yaptýðý demokratik planlama geçer. Yurttaþlar, plancýlarla yapýlan yerel toplantýlarda plana kendi katkýlarýnýn yaparlar. Her ne kadar iþçiler ilkin anlamasalar da, klasik Marksistlere göre sosyalizm ve daha sonra ileri bir aþama olarak komünizm kaçýnýlmazdýr; çünkü tamamen olgunlaþmýþ bir kapitalist sistem içinde geliþen ekonomik sorunlar ve toplumsal çatýþmalar çözülemez. Dolayýsýyla kapitalizm kendi yýkýmýnýn tohumlarýný kendi içinde taþýr, ama pazarýn görünüþteki adilliði ve kapitalist ideolojinin yaygýnlýðý, bu gerçeði iþçilerden gizler. Ýþçilerde kendi çýkarlarýnýn en iyi nerde olduðuna iliþkin ancak derece derece üstesinden gelinen bir "yanlýþ bilinçlilik" yaratýr. Marksist politik partilerin amacý, iþçilerin bu yanlýþ bilinçlerini aþmalarýna ve tarihsel sürecin iþçilere verdiði görev olan kapitalizmi ortadan kaldýrmalarýna yardým etmektir. (Burada belirtmek gerekir ki, Sovyetler Birliði'nin çöküþü ve Çin komünistlerinin bir pazar ekonomisine yönelmeleri, çaðdaþ Marksistleri kaçýnýlmazlýk varsayýmýný sorgulamaya götürmüþtür. Birçoklarý bu meseleyi yeniden düþünmektedir). Marksizmin iki kolu kapitalizmin yerine sosyalizmi geçirme çabasý içinde geliþti. Bir kol, sosyalizmi yasallaþtýrarak, seçim sistemi içinde çalýþmak ve parlamentoda çoðunluðu kazanmak mümkün diye düþündü. Seçmenlerin çoðunluðun kazanamayan bu yaklaþýmýn savunucularý, daha fazla dertsek kazanmak için platformlarýný yumuþatmak zorunda kaldýlar ve nihayetinde kapitalizmle uzlaþmalar yaptýlar.

Sosyal Demokrat diye tanýnýr oldular. Yüksek vergileri, genel saðlýk bakýmý, iyi emeklilik aylýklarý ve iþçilere diðer kolektif haklar saðlamak için kullanmaya çalýþtýlar. Diðer politik kol, parlamentolarýn aldatmaca olduðunu ve kapitalistlerin iktidarda kalmak için, týpký feodal bey ve krallarýn yaptýðý gibi, þiddet kullanacaðýný düþündü. Er ya da geç þiddetli bir çatýþma olacaktý. Bu görüþün savunucularý, hükümeti devirip, iktidarý alacak ve kapitalizmi zorla ortadan kaldýracak devrimci partileri savunuyorlardý. 20. Yüzyýldaki standart taþýyýcýsý, bu görevi baþarmýþ kiþi, I. Dünya Savaþý sýrasýnda Rusya'da Bolþevik Devrimin lideri Lenin idi. Devrimi yolu savunan bu Marksistler, Marksist-Leninist olarak tanýnmaya baþladýlar. Bolþevik Devrimini izleyerek onlar ve sosyal demokratlar birçok nedenden ötürü amansýz düþmanlar haline geldiler. Marksizmin eksikliklerine iliþkin söylenecek çok þey var. Bu belgeye ek olarak ayrýntýlý bir eleþtiri hazýrladým. (Bkz: EK) Sonuç Dört Að teorisinin üstün geldiði notadan bakýldýðýnda, devlet özerkliði teorisi ve Marksist teori iktidarýn örgütsel temeli olarak tek bir noktaya odaklanan (özerklik teorisyenleri için politik að, Marksistler içinse ekonomi) dar yaklaþýmlardýr. Devlet özerkliði teorisyenleri, devletin potansiyel olarak özerk olduðunu söylerken haklýdýr; Marksistler de kapitalist çaðda sýnýf egemenliði ve sýnýf çatýþmasý var derken haklýdýr, ama bu önemli görüþler, Dört Að teorisinde zaten içerilmektedirler. Dört Að teorisi, ayný zamanda bir sýnýf egemenliði teorisi için marksizmden daha iyidir, çünkü devletin potansiyel baðýmsýzlýðýný daha ciddiye alýr ve dinsel örgütlerin politikada sýkça önemli bir rol oynadýklarýný kabul eder. Daha genel olarak, Dört Að teorisi kapsamýnda Amerika Birleþik Devletlerinin bir sýnýf egemenliði teorisi, Amerikan iktidar yapýsýnýn daha esnek ve ayrýntýlý bir teorisini mümkün kýlar. Her þeyin sýnýf mücadelesi gözlüðünden görülebileceðini varsaymak eðilimi yoktur. Dört Að teorisi, Birleþik Devletlerde, politik arenada oldukça karþý-üretken olan marksizmden daha iyi bir politik eylem temeli saðlayabilir. Seçkinler teorisi, hem devlet özerkliði hem de Marksist teoriden daha geniþ açýlým sunan, örgütsel olarak temellenmiþ seçkinler üzerinde 134


Kurtuluþ

odaklanýrken haklýdýr, ama Dört Að teorisi tarafýndan bir genel baþlangýç noktasý olarak iþaret edilen dört ana örgütsel temeli belirlemez. Birleþik Devletlerdeki kapitalist sýnýfa gereken vurguyu da yapmaz. Seçkinler ile seçkin olmayanlar arasýndaki karþýlýklý baðýmlýlýðýna vurgusu nedeniyle, sýnýf çatýþmasýnýn önemini de zaten yeterince içermez. Çoðulculuk teorisi, ilkin, ileri kapitalist ülkelerde -gerçekten de gerekli olmayanmonarþi ve diktatörlüklerin olmadýðýnýn bir ifadesidir. Demokratik kapitalist ülkelerde özgürlüklerin ve seçim olanaklarýnýn günümüzde pek çok toplumda olmadýðýný vurgular. Bu anlamda, o daha çok Amerikan sisteminin bir savunusudur. Amerikan kapitalist demokrasisi mükemmel deðildir, der çoðulcular, fakat insanýn elinden ne kadar geliyorsa, o kadar iyidir. Çoðulcular, eðer demokrasiyi tüm alternatifleriyle kýyaslamazsanýz, büyük eþitsizlikler taþýr. Her ne kadar demokrasi her zaman alternatiflerine tercih edilir ve Birleþik Devletler'de toplanama ve ifade özgürlüðü olsa da, çoðulculuk bir genel teori olarak baþarýsýzdýr, çünkü bir pazar sistemi içerisindeki kurumlarýn ve tavýrlarýn tarihsel geçmiþe bir yansýtýlmasýna dayanýr. Birleþik Devletler örneðinde baþarýsýzdýr, çünkü yurttaþlarýn her gün konuþma ve oy verme hakký olsa bile, sýnýf egemenliði ve sýnýf çatýþmasý vardýr. Dahasý, bu teori, Kanada ve Batý Avrupa'da halkýn çok daha fazla seçme hakký ve sosyal haklarýnýn olduðu bir baðlamda Birleþik Devletler çoðulculuðunu selamlamasý nedeniyle de baþarýsýzdýr. Zenginlik ve gelir daðýlýmlarýný görmezden gelir ve þirket topluluðunun istediðini tam olarak alamadýðý nispeten az sayýdaki kimi örnekleri abartarak, kýsa erimli özgül meseleler etrafýndaki birçok politik çatýþma üzerine odaklanýr. EK: Bir Marksizm Eleþtirisi William Domhoff NOT: bu yazý, günümüz sosyolojisinde rakip iktidar teorileri üzerine daha genel bir yazýnýn ekidir. Tarihsel Materyalizm Dört Að Teorisi bakýþ açýsýndan, Marksizmin tarihsel materyalizme yaptýðý vurgu, zaman ve mekanlar boyunca iktidar

yapýlarýnýn karmaþýklýðýný ve çeþitliliðini anlamak için oldukça dar bir temeldir. Ýktidarýn nihayetinde üretim araçlarýnýn denetimi ve sahipliðinden kaynaklandýðý, bunu izleyen sýnýf mücadelesinin tarihin motoru olduðu görüþü, M.Ö. 3000 - 2300 yýllarýndaki uygarlýðýn kaynaklarýna uymaz; o zaman mülkiyetin çoðu devletin elindeydi ve sýnýf çatýþmasý yoktu: Ne askeri iliþkiler aðýnýn üstün olduðu 2500 yýllýk egemen imparatorluklar ne de Roman'ýn düþüþünden sonra "Hýristiyanlýk" denen ideolojik iliþkiler aðýnýn bir çerçeve yaratmak üzere soyluluk ordularýyla birleþtikleri zamanda vardý. Ki bir sýnýf yönetimli kapitalizm ve birbirine sýkýca sarýlmýþ bir ulus devletler sistemin bu çerçeve içerisinde öne çýkmaya baþlayacaktý. Kýsacasý, "üretim tarzýnýn" önceliði konusundaki Marksçý iddiaya uysun diye ne kadar geniþ anlamda kavranýrsa kavransýn, ekonomik güçlerin ne ilk ne de son kertede temel olduðu büyük tarih kesitler vardýr. Dahasý, yeni geliþmeleri anlamak bakýmýndan hakim sýnýflarýn eylemlerinin doðrudan üreticilerle -ki býrakalým kendilerini bir sýnýf olarak düþünmelerini, alabildiðine yerel ve hakim sýnýfa meydana okuyacak bir örgütsel temelden yoksun üreticilerle- herhangi bir "sýnýf mücadelesinden" çok daha önemli olduðu baþka çaðlar vardý. Devletin Kökeni ve Ýþlevi Marksistler için devlet, özel mülkiyeti koruyan bir egemenlik yapýsýdýr; kendi aralarýnda bu devlet egemenliðinin gerçekleþme yolu hakkýnda tartýþsalar da böyledir. Marx'ýn genel devlet görüþü, mantýken insan üretkenliðinin sonucudur. Daha önce belirtildiði gibi, bu üretkenlik tarafýndan yaratýlan fazla (artýk), kaçýnýlmaz olarak üretim iliþkileri ile güçleri arasýnda çatýþmaya, iþbölümünde bir artýþa, kaçýnýlmaz olarak sýnýf çatýþmasýna ve sonra da mülkiyetin savucusu olarak politik devletin yaratýlmasýna yol açar. Bu devlet teorisinin birçok sorunu vardýr. Birincisi, arkeolojik ve tarihsel kanýtlar, devletin kökeninin sýnýf mücadelesinde ve özel mülkiyetin artýþýnda olduðu iddiasýný doðrulamaz. Ýlk devletler, küçük toplumlar için bir bütün olarak tahýl ve yiyecek maddelerini depolamanýn bir genel yolunu bulma ihtiyacý bakýmýndan iþlevlere sahip olan dinsel ve politik kurumlarýn bir karýþýmý idi. Bu devletlerin, kent yaþamý, küçük avcý ve toplayýcý gruplarýn 135


Kurtuluþ

karþýlaþtýklarýyla kýyaslandýðýnda daha kalabalýk ve karmaþýk hale geldikçe, baþka düzenleyici iþlevleri de oldu. Ýkincisi, devletin doðasýndaki deðiþiklikler, genellikle toplumsal sýnýflar arasýndaki çatýþmaya uygun olarak toplumdaki deðiþikliklerin bir ürünü deðildir. Devletin doðasý üzerindeki en büyük etkilerden biri, göçebe gruplara ve daha sonra da rakip devletlere karþý ortak bir savunma ihtiyacý idi. Üçüncüsü, daha sonraki zamanlarda bile devletler, her zaman üretici sýnýflarýn boyun eðdirilmesi iþine karýþmýþ deðildir. Bazen egemen sýnýflar, Ortaçaðlarda olduðu gibi, doðrudan boyun eðdirme iþini kendileri yapmýþtýr (Mann, 1986, s. 391-392, 411). Dördüncüsü, devleti öylesine dar kavrayarak ve onun politik ve dinsel boyutlarýný görmeyerek, Marksizm, gruplar ve sýnýflarýn biçimlenmesinde yurtsever ve dinsel duygular potansiyelini en aza indirir. Bundan dolayýdýr ki, ortak toplumsal baðlarýn bir ülkedeki toplumsal sýnýflar içinde de varolabileceði güçlü ihtimalini deðerlendiremez. Beþincisi, Marksist devlet analizi, onun özel mülkiyeti korumaktaki iddia edilen orijinal rolüne vurgusuyla, temsili demokrasinin önemini küçümseme eðilimi yaratan devlet ile ekonomik sistem arasýnda yanlýþ bir benzeþime yol açar. Tüm Marksistler bunu izleyen argümaný kabul etmez ama birçoðu eder. Bu geniþ gruba göre, temsil demokrasi, Pazaryerinde yaratýlan ayný tip aldatmacadan geliþen bir yanýlsamadýr. Gerçek tarih üretim güçlerinin sahipliði ve kontrolünde olduðu zaman nasýl kapitalistler görünüþte adil pazar mekanizmasý aracýlýðýyla "iþçilerin sýrtýndan" artýk deðere el koyuyorsa, ayný þekilde özel mülkiyet sahiplerinin çýkarlarýna cevap veren bir devlet bürokrasi içinde büyük eylem bittiði zamanda, temsili demokrasi de iþçilerin politik gücüne görünüþte adil seçim mekanizmasýyla el koyar. Bu görüþ en iyi biçimde Stanley Moore'un A Critique of Capitalist Democracy [Bir Kapitalist Demokrasi Eleþtirisi] (1957) adlý, Marx, Engels ve Lenin'in devlet hakkýnda yazdýðý her þeyin titiz bir okumasý ve sentezine dayalý kitapta özetlenir. Bu, bazý Marksistlerin temsili demokrasiyi nasýl gördüklerini ve dolayýsýyla da bu Marksistlerin politikalarýný anlamak bakýmýndan çok önemidir. Buraya uzunca aktarýlmayý hak etmektedir: Burjuva demokratik devletin bu ayýrt edici

özellikleri, kapitalist ekonominin ayýrt edici özelliklerine karþýlýk gelir. Kapitalist ekonomi, toplumun bütün üyelerinin evrensel özgürlük ve eþitlik altýnda gönüllü olarak katýldýklarý bir dizi rekabetçi deðiþ-tokuþla kontrol ediliyor gözükür. Benzer biçimde burjuva demokratik devlet, toplumun bütün üyelerinin evrensel özgürlük ve eþitlik altýnda gönüllü olarak katýldýklarý bir dizi rekabetçi seçimle kontrol ediliyor gözükür. Fakat kapitalist deðiþ-tokuþun biçimsel özgürlük ve eþitliðinin altýnda, kapitalist sýnýf üyelerinin üretim araçlarý üzerindeki tekelinden kaynaklanan kapitalist üretimin maddi köleliði ve sömürüsü yatar. Ve burjuva demokratik seçimlerin biçimsel özgürlük ve eþitliðinin altýnda, kapitalist sýnýf temsilcilerinin (ajanlarýnýn) zor araçlarý üzerindeki tekelinden kaynaklanan bürokratik yönetimin maddi köleliði ve baskýsý yatar. Demokratik cumhuriyet, kapitalizm için en uygun (optimum) politik kabuktur, çünkü bürokratik yönetim ile evrensel oy hakký arasýndaki iliþki, kapitalist sömürü ile mal deðiþ-tokuþu arasýndaki iliþkiye denk düþen en uygun politik karþýlýktýr (Moore, 1957:87-88.). Bu analizin süregiden önemi, 1970'ler de ve 1980'lerdeki Marksist kuþaðýn düþünceleri üzerinde büyük bir etki yapan Marksist iktisatçý James O'Connor'ýn eserinde görünür. Kendisi hala radikal çevreciler ve küresel adalet hareketi mensuplarýnca dikkatlice okunan biridir. O'Connor "Birikim Krizi"(Accumulation Crisis -1984) kitabýnda bu meselelerde þöyle diyordu: Marksist teoride "liberal demokratik devlet", sýnýf mücadelesinde hala bir baþka kapitalist silahtýr. Bu böyledir, çünkü devletin demokratik biçimi, demokratik olmayan içeriðini gizler. Parlamenter kabuk içindeki demokrasi, devlet bürokratik çekirdeðindeki demokrasi yokluðunu gizler; parlamenter özgürlüðe pazardaki özgürlüðün politik karþýlýðý olarak ve hiyerarþik bürokrasiye de fabrikadaki kapitalist iþbölümün karþýlýðý olarak bakýlmaktadýr (O'Connor, 1984, s. 188). Bunun temsili demokrasi konusunda genelde Marksistlerin deðil, gerçekte MarksistLeninistlerin görüþünü olduðunu söyleyecek bazý Marksistler vardýr. Öyle de olsa, þu anki mesele, bu analizin yeni Marksistler tarafýndan Marksist görüþ olarak kabul edilmesi ve yukarýya aktarýlan O'Connor'ýn alýntýsýyla özdeþleþtirilmesidir. Bunun üzerinde 136


Kurtuluþ

düþünülmesi gereken önemli bir nokta olduðunu düþünüyorum; çünkü liberal özgürlüklerin iþçi sýnýfýný bastýrmak için gerçekte ince bir örtü olduðu düþüncesi, pazarýn doðasý gereði sömürücü olduðu düþüncesiyle birleþtiði zaman, liberal deðerler ve demokrasiyi küçümseme üretir ki, bu da Birleþik Devletlerin çok yanlýþ deðerlendirmesine yol açar. Bu, temsili demokrasinin tamamen bir aldatmaca olduðunu söyler. Sanýyorum bu, Marksistlerin liberallerle koalisyona girmesinin zorlaþtýran, Birleþik Devletlerde Marksist politikanýn ana sorunlarýndan biri olabilir. Temsili demokrasiyi bir aldatmaca olarak gören Marksistler için çözüm, "doðrudan demokrasi"dir; yani içerisinde insanlarýn temsilciler seçmedikleri, küçük yüz yüze gelebilecek gruplarýn kararlar almasýdýr. Bu aslýnda "Sovyet" terimi anlamýndadýr. Fakat tarihsel deneyim, böyle gruplarýn kendi içlerindeki Komünist Partisi üyelerince denetlenir hale geldiðini göstermektedir. Yeni Sol'da ve 1960'larýn kadýn hareketlerinde sýkça "katýlýmcý demokrasi gruplarý" olarak adlandýrýlan doðrudan demokrasi gruplarý içerisinde de sorunlar geliþti. Eþitler arasýnda açýk katýlýmý pekiþtirmek istemiþ olmalarýna raðmen, karizmatik veya kararlý üyelerce yönetilen gayri resmi iktidar yapýlarý geliþtirdiler. Sýkça daha güçsüz üyelerin hayal kýrýklýðýnýn artmasýna neden olan, grup kararlarýný biçimlendiren bir yapýsýzlýk tiranlýðý ortaya çýktý (Ellis, 1998, Chapter 6; Freeman, 1972). Bu deneyime dayanarak, liderlerin seçimler yoluyla seçilmesi, daha kötü sorunlardan kaçýnmak için gerekli görünmektedir. Bazý Marksistlerin yaptýðý gibi, seçilmiþ yasama meclisini küçümsemek yerine, Dört Að teorisi, yasama meclisinin yaratýlmasýný, monarþik devletin birliðinin bozulmasýnda ve böylece onun potansiyel özerkliðini sýnýrlamanýn bir ana etkeni olduðunu ileri sürmektedir. Bir baþka þekilde koyarsak, demokrasi ve yasama meclisi, bir otokratik devletin büyük potansiyel iktidarýna karþý az sayýdaki aðýrlýk noktalarýndan biridir. Ampirik araþtýrmalar kapitalist toplumlarda yasama meclislerinin çoðu kez -genelde ABD olduðu gibi- kapitalistlerin hâkimiyetinde olduðunu gösterse bile, bunlar, sýnýf hâkimiyetinin kaçýnýlmaz aldatmacalarý olarak bir kenara atýlmamalýdýr. Marksistlerin ve liberallerin üzerinde uzlaþacaklarý düþünce,

bu wev sayfasýnýn sosyal deðiþim bölümünde tartýþýlan biçimlerde yasama meclislerinin açýklýðýný geniþletmek olmalýdýr. Sosyalizmin Sorularý Klasik Marksistlerin öngördüðü planlý ekonomi hem üretkenlik hem de demokratik teþvik bakýmýndan iþler olabildiðini kanýtlayamadý. Bu baþarýsýzlýðýn birçok nedeni vardýr. Üretkenlik sorununun kökleri, karmaþýk bir tüketici ekonomisini yürütmek için gerekli bilginin geniþlik ve derinliðinin herhangi bir planlama bürokrasisi için çok büyük olgusunda yatar. Dahasý hiçbir planlama dairesi, hammaddelerin eriþilebilirliðindeki veya tüketici tercihlerindeki deðiþimlerde meydana gelecek ani deðiþiklikleri zaman olarak yeterli bir tarzda ele almak için varolan bilgiyi analiz edebilme yeteneðine hali hazýrda sahip deðildir. Sonuç, üretken olmayan bir ekonomidir. Plancýlar ve plan yöneticileri, eleþtiriye uðradýklarý zaman, tutumlu davranmaya ve kendi kotalarýný karþýlamalarýna izin verecek biçimde hile yapmaya baþlarlar. Sonuç, baþka fabrikalarýn ihtiyacý olan ham maddelerin ve kalitesiz ürünlerin istiflenmesidir. Bir baþka deyiþle, geniþ çaplý bürokrasilerle ilgili tüm potansiyel sorunlar iþe karýþýr. Ýktidar, en tepede artar. Yetenekleri tartýþmalý dost ve akrabalarý sorumlu mevkilere yerleþtirmek, önemli bilgileri rakip daire veya iþletmelerden saklamak ve kaynaklarýn yüksek düzeydeki memurlarýn kiþisel çýkarý için kullanýlmasý gibi rüþvet ve çürüme geliþir. Bütün bunlar, ekonominin baþarýsýzlýðýnýn ürettiði ahlaki sorunlara eklenir ve muazzam ekonomik verimsizlikleri çoðaltýr. Toplumsal bilimlerden ve tarihten doðan umut kýrýcý sonuç, Pazar dýþý planlamanýn demokratik toplumlarda bile iþleyemeyeceðidir. Nitekim ilerici ve diðer eþitlikçiler, kendi eþitlikçi hedeflerini gerçekleþtirmek için pazar aracýlýðýyla planlama yöntemleri geliþtirmiþlerdir. Tüm potansiyel zayýflýklarýna raðmen, temsili demokrasi çerçevesi içerisindeki bir planlý pazar sistemi, hem üretken hem de günümüz toplumlarýndan daha eþit olabilir; çünkü bu sistem, küçük ve sýnýrlý kararlar vermek üzere küçük bilgi parçalarýna sahip çok farklý insanlara dayanýr. Birçok çaðdaþ Marksist bu meseleleri yeniden düþünmektedir. "Pazar sosyalizmi" konusunda ilginç argümanlar vardýr (Elson, 137


Kurtuluþ

1998; Ollman, 1998). Marksist Politika Ýster sosyal demokrat ister Marksist-Leninist türü olsun, Marksist politika, birçok nedenden ötürü baþarýlý olamamýþtýr. Bu nedenlerin ilk ikisi bu eleþtiride daha önce tartýþýldý. Tekrarlarsak: Marksist politikanýn ana hedefine yani ekonomik sömürüye bir son verme hedefine ulaþma yöntemi olarak pazar dýþý planlama, büyük ülkelerdeki karmaþýk ekonomilerde iþlemez olduðunu kanýtlamýþtýr. Bazý Marksistlerin (en azýndan MarksistLeninistler, Troçkistler, Maoistler) temsili demokrasiyi küçümsemesi, demokratik kapitalist ülkelerde pek çok yurttaþa yabancýlaþan yýkýcý ve parlamento dýþý bir politika yaklaþýmýna götürmektedir. Bu iki ciddi meselenin ötesinde üç sorun daha vardýr: Marx'ýn a) kapitalizmin neden olduðu yanlýþ bilinçlilik, b) iç çeliþkilerine uygun olarak kapitalizmin kaçýnýlmaz baþarýsýzlýðý konularýnda haklý olduðuna tam inanç, çok manipülatif hale gelebilecek bir seçkinci düþünce biçimi üretebilir. Klasik marksizmde politikanýn anahtarý olarak kapitalizmin doðasýna yapýlan büyük vurgu, ülkeden ülkeye seçim sistemlerindeki farklýlýklarý ciddiyetle ele almayý güçleþtirmektedir. Amerikan seçim sisteminin yapýsal gerçeklerinin sol veya sað üçüncü partilerin aleyhinde çalýþtýðý düþüncesi, bu nedenle ekonomik sistem karþýsýnda klasik Marksistlerin kazandýðý üstünlüðe bir teorik meydan okuma olarak alýnmaktadýr. Üçüncü bir parti lehinde genel sol tercih, kapitalizm geliþtikçe kendi içerisindeki karþýt sýnýf güçlerinin kaçýnýlmaz olarak öne çýkacaðý, böylece toplumsal yapýnýn altýndaki gerilim ve "çeliþkileri" artýracaðýnda ýsrar eden diyalektik düþüncenin genel doðasý tarafýndan pekiþtirilmektedir. Bundan dolayý "çeliþkileri artýrmak" üzere Demokrat Parti'yi parçalayabilecek bir

üçüncü parti kurmak anlamlý olmaktadýr. Bu akýl yürütme ile, "iþler ne kadar kötü giderse, o kadar iyidir", çünkü krizler, kapitalizmin çöküþünü hýzlandýrýr. Bu tam da, 1917'den 1990'a kadar Birleþik Devletler içindeki ve dýþýndaki komünist hareketi kontrol eden Marksist-Leninistlerin inandýðý þeydir. Bu son noktanýn en aþýrý ifadesi, 1930'larýn baþýnda Alman Komünist Partisinin, Hitler'in yükseliþini durdurmak için sosyal demokratlarla bir koalisyona girmeyi reddederken kullandýðý slogandý:"Hitler'den sonra biz geliyoruz". Daha sonra Alman tarihinin acý biçimde kanýtlandýðý gibi, "ne kadar kötü o kadar iyi" teorisi, sol hareketi daðýtmakta politik baskýnýn gücünü korkunç biçimde küçümsemektedir. Daha yakýna gelip bize bakarsak, Birleþik Devletlerde komünistler, her ne kadar Demokrat Parti içerisindeki sendikalarla yakýn iliþkide kalmaya devam edeceklerini ýsrar belirtmiþ olsalar da, 1948'de Ýlerici Parti'nin kurulmasýnda merkezi bir rol oynadýlar. Fakat Moskova 1947'de bütün komünist partilerin emperyalist Marshall Planýna (Batý Avrupa ülkelerine yoðun mali yardým) muhalefet etmenin yollarýný bulmalarý gerektiði kararýný alýnca, Amerikan komünistleri, bunu en iyi yolunun üçüncü bir partiye yardým etmek olduðuna karar verdiler. Böyle bir partinin kazanamayacaðýný ve Demokratlarýn seçimi kaybetmelerine neden olacaðýný bildiklerinden, güçlü izolasyonist eðilimlerinden dolayý Marshall Planýna karþý çýkabileceðine inandýklarý Cumhuriyetçilere yardým etmek için hareket etmiþ olmalarý muhtemeldir. (*) Bu iki makale Amerika'yý Kim Yönetiyor? [Who Rules America?] adlý aþaðýdaki internet adresinden alýnarak çevrilmiþtir. http://sociology.ucsc.edu/whorulesamerica/t heory/alternative_theories.html http://sociology.ucsc.edu/whorulesamerica/t heory/marxism.html

138


Bu Gemide Hala Hepimize Yer Var

Deðerli yoldaþlar Yanlýþ bir zamanda bir araya gelip, içine saplandýðýmýz kriz durumuna bir çözüm aramaktayýz. Aramýzdaki bazý özel bilgi sahiplerinin dýþýnda hiç birimizin haberi olmayan, alttan alta mayalandýrýlan bir krizin ikinci dünya savaþýnýn baþlamasýna neden olan Avusturya Prensi Ferdinand'ýn bir Sýrp tarafýndan öldürülmesi gibi hareketimizin önde koþanlarýndan birinin iki cinsel taciz suçlamasýyla yüz yüze gelmesi geleneksel savunma reflekslerini harekete geçirip, hareketimizi on yýllarda kazandýðý mevzilerden birden bire geriye savuran bir mahiyet kazandý. Nasýl ki, Ferdinand'ýn öldürülmesi ikinci paylaþým savaþýnýn asýl nedenini oluþturmazsa bir yoldaþýmýzýn taciz suçlamasý altýnda kalmasý da böyle bir krize neden olamazdý. Nasýl ki, Alman emperyalizmi Versaille barýþýnda kaybettiklerini geri almak için saldýrgan bir blok oluþturmuþ ve saldýrýya geçmek için vesileler aramakta idiyse, bizim Versaille barýþýmýz diyemeyeceðimiz ama bazýlarýmýzda benzer motivasyonlar üreten yeniden bir araya geliþimiz bir iç egemenlik mücadelesini alttan alta örmeyi getirdi ve bu örgünün yarattýðý gerginlik bulduðu ilk fýrsatta bir patlamaya dönüþüp

Mahir Sayýn 139


Kurtuluþ

bizi genel bir krizin içine soktu. Krizin deðiþik boyutlarý vardýr. Birinci boyutu en görünenidir: Cins ayýrýmcýlýðýna karþý mücadelede çok ileri adýmlar attýðýmýzý sanarken ve iddia ederken öncülerimizden birinin yüz yüze geldiði bir cinsel taciz suçlamasýný gerektiði gibi ele alabilme þansýmýz olmadý. Organlarýmýzda çoðunluk olan bir eðilim sürecin normal iþleyiþine müdahale edip krizi tetikledi. Önce büyük bir kararlýlýkla sahip olduðu egemen pozisyona güvenerek her yönden ateþe baþlayan, ettiði laflarda hiçbir deðeri gözetmeyen arkadaþlarýmýz yüz yüze geldikleri basýncý göðüsleyemeyeceklerini görünce, attýklarý hiçbir adýmý geriye almaksýzýn bize ait olduðu söylenemeyecek olan "özür yoluyla özeleþtiri" yöntemini kullanarak sözde gerilimi yumuþatma gösterileri yaptý. Bu tutumlar gerilimi yumuþatmak deðil, daha sinsi metodlarla saldýrýyý sürdürmek olduðundan sorunu daha da kanserleþtirmekten daha fazla bir iþe yaramadý. Cinsel taciz denildi; Öyle bir kastým yok, öyle anlaþýldýysa özür dilerim denildi. Muhbir denildi; öyle demedim; öyle anlaþýldýysa özür dilerim denildi. Kendi amaçlarý için her þeyi mubah gören denildi, bunu duyan bile olmamýþ. Atýlmýþ adýmlarý geri almadan, en azýndan azýcýk özeleþtiri anlamýna gelecek bir laf etmeden, her þeyi karþýsýndakinin anlayýþsýzlýðýna yýkan bir özür dileme tarzýnýn iliþkileri yumuþatmasý nasýl mümkün olacaktý? Son yayýnladýklarý beþ imzalý ültimatomla, SDP tüzüðünde cinsel tacizin yaptýrýmý asgari olarak geçici uzaklaþtýrma olarak tespit edilmiþ iken, korumak istedikleri kiþi söz konusu olduðunda bunu özürle kapatmayý öngörerek saflarýmýzda burjuva düzeninden daha geri bir konumda ensestin toplum içerisinde örtülmesine benzer bir geriliðin yerleþtirilmesine onay vermiþlerdir. Böylece cins ayýrýmcýlýðýna karþý mücadele ilkemiz berhava edilmiþtir. Krizin bir baþka ögesini demokrasi ve iktidar anlayýþýndaki çarpýklýk, reddedip geride býraktýðýmýzý sandýðýmýz anlayýþýn yeniden karþýmýza dikilmesi oluþturmaktadýr. Bu anlayýþ çarpýklýðý cins ayrýmýcýlýðýna karþý mücadele ilkemizin berhava olmasýna da temellik eden nedeni oluþturmaktadýr. Bu denetlenmeden güvenilmesi gereken mitik iktidar anlayýþýnýn savunulmasýdýr. Azýnlýk egemenliðini çoðunluk ikitadrýnýn

yerine geçirme anlayýþýnýn bugünkü koþullardaki karþýlýðýný oluþturan bu anlayýþ, sosyalist demokrasi olarak tanýmladýðýmýz sosyalizm anlayýþýnýn dýþladýðý anlayýþý oluþturmaktadýr. Bu anlayýþ artýk tarihin gerisinde kalmaya mahkûmdur. Bu anlayýþa göre þekillenmiþ olan "sosyalist" iktidarlarýn kendiliklerinden yýkýlmalarýyla Marks, Engels ve lenin'in savunduðu sosyalizm anlayýþýyla fazla yakýnlýðýnýn olmadýðý anlaþýlmýþtýr. Bu sosyalizm anlayýþý artýk dünyanýn hiçbir yerinde toplumda ciddi etkiler yaratmamaktadýr. Biz kurtuluþ geleneði olarak daha siyaset sahnesinde kendimizi ilk tanýmlamalarýmýzdan baþlayarak bu anlayýþýn dýþýnda olduðumuzu ilan ettik. Tarih içerisinde reel sosyalizme alternatif bir çizgiyi sosyalist demokrasi diye tanýmladýk ama bunu eylemli olarak topluma, içine girdiðimiz iliþkilere anlatma yeteneðini gösteremedik. Hatta kendi içimizde egemen bir iliþki haline dönüþtüremedik. Burjuvazinin rekabet cangýlýnda komünal iliþkiler adasýný yaratmaya kalkýþmanýn ne denli zor bir iþi olduðunu elbette ki biliyorduk. Bu ormanda ilerlerken attýðým her adýmda bir bataklýða saplanabilme, bir zehirli havanýn kurbaný olma, akýl almaz kuvvetli akýntýlarýn savurup götürmesi ya da dipsiz çaðlayanlardan yuvarlanýp sakatlanýp, ölmek riskiyle de yüz yüze bulunduðumuzu biliyorduk. Ama bu cangýl aþýlmalýydý. Bu kararlýlýkla 12 Eylülün en karanlýk günlerinde yürüyüþe geçtik. Tahmin ettiðimiz ama somutunu bilmediðimiz risklerle yüz yüze gelip düþe kalka bugüne kadar ilerledik ve þimdi bir kez daha bu cangýlýn dayanýþma iliþkilerini berhava ettiði bir çukurun içine yuvarlandýk. Demokrasiye iliþkin deðerlerimiz aðýr bir sakatlanma geçirmiþtir. Ama bunu aþma irade ve enerjisine sahibiz. Tarih bunun tanýðýdýr. Aþtýðýmýz engeller aþacak olduklarýmýzýn güvencesidir. Yoldaþlar, Tarihimiz þerefli, meþakkatli akýl almaz emeklerin eseridir. Ama bugün iyi biliyoruz ki bu emeðin hakettiði bir sonuçla yüz yüze deðiliz. Onbinlerin yol göstericisi bir hareket deðiliz artýk. Bütün bir sol olarak marja sürüklenmiþ ve bu marjda da kendi içinde proletaryanýn içerisinde olamayacak kadar çok bölüklere ayrýlmýþ durumdayýz. Sanki tarihin tekerleði geriye döndü. 140


Kurtuluþ

Yüzbinlerle alanlarý kaplayan iþçiler yok artýk. On binlerle proletaryanýn çizgisinde ilerleyeceðine and içen geçlik yok artýk Binlerle proletarya saflarýna yönelen, onun organik bir parçasý olmaya çalýþan aydýnlar yok artýk. Türkiye'nin aydýnlarý eskiden soldaydý. Sahiden öylemiydi? Okumuþlarý diyelim ve okumuþlar içinde de en etkili olanlar galiba soldaydý. Biz sahiden komünizmi öðrenene kadar galiba aydýnlar solda olmaya devam etti. Örneðin Ýlhan Selçuk'a 60'lý yýllarda solcu deðildir deseniz kimse kabul etmezdi. Hâlbuki o zamanlardan hatýrlarým ki, kimi Kürtler ondan hiç hazzetmezler, ben de buna anlam veremezdim. Ne zaman ki milliyetler meselesini daha derinden idrak eder oldum, onun da ne mal olduðunu anlamaya baþladým. Uður Mumcu örneðin, sevip saygý duyduðum bir solcu idi. Ama demokrasi meselesini idrak ettikçe solcu deðil saðlam bir devletçi olduðunu, ittihat ve terakki geleneðini devam ettiren bir aydýn olduðunu gördüm. Zaten Ýttihat Ve Terakki, Mustafa Kemal ve þurekasý da öyle deðil miydi? Öyle veya böyle tarihte ilerici deðil miydiler? Toplumsal ileriye gidiþin ajanlarý deðil miydiler? Sahiden de inkar edilemeyecek bir modernizmi temsil ederler bunlar. Ama ya Süryanilere, Ermenilere, Rumlara yapýlan zulme, yok etme faaliyetlerine ne ad vereceðiz? Ýþçi sýnýfýna düþmanlýklarýný nereye koyacaðýz? Sürekli bir askeri rejim uygulamalarýný hangi kategori içinde deðerlendireceðiz? Tabi bir bakýþ açýsýna göre bunlarýn hepsini ilericilik, devrimcilik adýna bir yerlere yerleþtirmek mümkün idi. Ýnsaný bir yana koyup soyut insandan oluþan toplumu birim olarak ele aldýðýmýzda bütün bunlara anlam kazandýracak çerçeve ortaya çýkmýþ oluyordu. Her þey çocuklarýmýz içindi. Bizim de çocuklarýmýz için ödememiz gereken bir bedel olmalýydý elbette. Tarihin dolambaçlý yolunu kýsaltabilmenin ve dolaysýyla çekilecek acýlarýn azaltýlabilmesi için bizim acýlara katlanmamýz gerekiyordu. Biz acýlar çekecektik ama çocuklarýmýz torunlarýmýz müreffeh bir dünyada yaþayacaklardý. Bu iddialarýn sahiplerinin torunlarýnýn çocuklarýnýn da ayný koþullarda yaþadýklarý dünyamýza baktýðýmýzda nerede bu mantýðýn sakatlýðý diye sormadan geçmek doðru olmaya-

cak artýk. Nerede bu sakatlýk? Neden artýk önde gelen aydýnlarýn çoðunluðu bizden deðil? Neden Mamak mapusunda oðlu yaþýndaki askerin tokatýný yiyen Mümtaz Soysal bile sýkýyönetim ilan edilmesini isteyen bir yere geldi? Nerede iþçi sýnýfýmýz. Nerede gençliðimiz? Kim deðiþti? Onlar mý, biz mi? Hepimiz aslýnda. Deðiþmeyen tek þey kaldý: ceberrut devlet anlayýþýmýz. Hepimiz ceberrut devletten yana idik ama bizim daha iyi olan ceberrutumuzdan yana idik. Ne zaman ki, Þellefyan düþmanlýðýnýn arkasýna bütün Ermenileri gömmekten vazgeçip Ermeni katliamýný görür olduk, ne zaman ki, "ingilizlerin kýþkýrttýðý" Þeyh Said'in arkasýna kendi kaderini tayin hakkýný yere sermekten vazgeçtik, ne zamanki emperyalizme düþmanlýðýmýzý Ýttihat ve Terakki ve K.Atatürk geleneklerine uygun olarak, "emperyalizmin baðrýmýzdaki iþbirlikçileri gayri müslimler olarak" niteleyip, onlarýn çoðunluðunun proletaryanýn en ileri unsurlarýný oluþturduklarý gerçeðini görmeden sürdürdüðümüz "gavur düþmanlýðýnýn" sol versiyonunu bir yana koyduk ve Kürt halkýnýn kayýtsýz þartsýz kendi kaderini devlet kurma hakký olarak tanýdýk; ne zaman ki, iþçi sýnýfýnýn yerine partimizin denetimi altýnda sürecek olan bir devlet ve ona uygun bir sosyalizm anlayýþýndan vaz geçtik, ne zaman ki, sosyalizmi iþçi sýnýfýnýn kendisini egemen sýnýf olarak örgütlemesi olarak algýlamaya baþlayýp, devletin toplumun tepesinden ayak altýna gelmesi gerektiðini söyleyip "yüceliðine" halel getirdik, ne zaman ki, onun bilinmeyen bir gelecekte deðil, hemen sönmeye baþlayan bir devlet tipi olduðunun zorunluluðunu görüp "yarýn deðil, hemen þimdi!" diye, tüm iktidar, egemenlik baðýmlýlýk iliþkilerini sorgulayýp, kendi aramýzda kurduðumuz iliþkileri yarýna göre düzenlemeye kalkýþtýk, ne zaman ki, cinslerin eþitliðinin yarýn deðil bugün, dayanýþmanýn gerçekleþtirilmesinin "yarýn deðil bugün", rekabetin dýþlanmasýnýn "yarýn deðil bugün", halklarýn kardeþliðinin gerçekleþtirilmesinin "yarýn deðil bugün" zorunlu olduðunu iddia etmeye baþladýk, iþte o zaman saflarýmýz çatýr çatýr çatýrdamaya baþladý. "Ýþçi sýnýfý devrimcileri" arasýndan Musolliniler, 141


Kurtuluþ

Pilsudskiler çýkmaya, faþist saflara doðru yönelmeye baþladýlar. Kendisini solcu ilan eden ÝP'in ( baþýna milliyetçi isimli partinin baþkaný Kýzýl Elma faþist koalisyonunun liderliðine soyunup geleneksel faþistleri bile yaya býrakýrken) hiç yadýrgamadan ve saflarýnda hiçbir sarsýntýya yol açmadan neo faþist bir karakter kazandýðýna, Türkiye'nin sosyal demokrasisine yönelmiþ olan geleneksel tek parti diktatörlüðünün temsilcisi CHP'nin en eski faþistleri (ODTÜ ülkücü dernek baþkaný Ýlhan Kesici bireysel olarak, HÜR Parti genel baþkaný eski MHP militaný Yaþar Okuyan tüm partisiyle birlikte CHP'ye katýlma kararý aldý) bünyesinde toplamaya baþlamasý, MHP genel Baþkaný Devlet Bahçeli'nin "sosyal Demokrat" Ecevit ile sürdürdüðü uyumlu koalisyon sürecinde kendisinden çok þeyler öðrendiði için ona teþekkür etmesi toplumumuzun yadýrganmayan bir gerçekliði oldu. Mezarlýkta ýslýk çalarak gezenler, Kürt meselesini görmemek, ezen ezilen arasýndaki kavgada "üçüncü cephe" yaratmak gibi aþaðýlýk bir tarafsýzlýk pozisyonu üretme derdinde olanlar bütün bu faþistleþme sürecini, pop milliyetçilik olarak ele alýp kendilerini rahatlatýyorlardý. Ama yýllar sonra 15 yýl önce iþaret ettiðim noktaya adým adým sürüklendik. Oligarþinin bizi dýþta bir bölgesel savaþýn içine, içte de genelde diðer milliyetlere düþmanlýk özelde de Kürt düþmanlýðý ve þoven milliyetçilik, laik antilaik temeline dayanan bir bölünmenin içine sürüklemekte olduðu, bu saflaþmaya imkân vermeden ezen ezilen saflaþmasýný geliþtirmemiz gerektiðine iþaret etmekteydim. O günlere geldik ve geçen bu zaman içerisinde yapamadýklarýmýzýn faturasý þimdi karþýmýza içerde kriz dýþarýda çaresizlik olarak dikilmektedir. Karþýlaþtýðýmýz kriz durumu bir kaza deðildir. Nerede çok miktarda patlayýcý madde birikirse orada bir patlamanýn olmasý kaçýnýlmazdýr. Bizde de yýllardýr patlayýcý maddeler birikmektedir. Ne çok insanýmýzý dýþta býraktýðýmýzýn farkýna bile varmak istemiyoruz. ÖDP gibi bir projenin batýþýndaki sorumluluðumuzun hesabýný verebildik mi? Cümle alemi çoðulcu, nispi temsile dayalý, koalisyon fikriyatýyla örülmüþ, rekabeti dýþlayan, dayanýþmayý sadece isminde deðil sahici iliþkileri için esas alan bir zeminde birliðe davet ederken, kendimizin, Kurtuluþçular olarak birbirimize tahammül ede-

meyiþimizi doðru analiz edebildik mi? O zaman ortaya çýkan sorularýn yanýtlarýný doðru verebildik mi? Türkiye solunun yanlýþ bölünmüþlüðünün bir ifadesini oluþturduðunu söylediðimiz ve onun için yeniden yapýlanmanýn, yeniden bir saflaþmanýn gerekli olduðunu iddia ederken kendi içimizde ne çabuk devrimci reformcu, liberal ayýrýmlarýnýn ayrýlýklarýmýzýn ifadesi olmaya baþladýðýna dikkat ediyor muyuz? Gerçekten pratik içerisinden çýkan sonuçlarýyla bu ayýrýmlarýn kýsa vadede zarar ama uzun vadede yarar getireceðinin kanýtlarýný elde ettik mi? Yoksa geleneksel tasfiyeci sol söyleme dayalý yanýtlarla kendimizi tatmin mi ettik? Bunlarýn dýþýmýzdaki insanlar tarafýndan görülmediðini mi sanýyoruz? Bunlardan dolayý savunduðumuz görüþlerin itibarýnýn ayaklar altýna alýnmadýðýný mý sanýyoruz? Bir dönem solda gündem tayin eden hareket iken "Kurtuluþçulara güvenilmez" yargýsýnýn yaygýnlaþmasýnýn izahý sadece diðerlerinin sosyal þoven olmasýnda mý yatmaktadýr? Hayýr yoldaþlar, her sakat ticaretin getireceði iflaslar vardýr. Biz ayný yýkýlan Sovyetler birliðinin yüz yüze geldiði ikiyüzlü durumla yüz yüze gelmiþ bulunuyoruz. Sovyetlerde de emek en yüce deðerdi ama en tepede emekçiler deðil, onlarýn vekâletini kendisine kanun yoluyla ve o kanunlarýn zorla uygulatýcýsý olan toplumun üzerinde yükselen baskýcý devlet aygýtý aracýlýðýyla vermiþ bulunan bürokratlar oturmakta idi. Biz de birlik deyip parçalanan, cins ayýrýmcýlýðýna karþý mücadele deyip bünyesinde cereyan eden cinsel tacizlere tavýr alamayan, çoðulculuk, koalisyon fikriyatý, nispi temsil deyip, birbirini dýþlamak için çabucak devrimci reformcu kliþelerine baþvuran sözüyle özü tutarsýz bir konuma sürüklendik. Yoldaþlar oluþturduðumuz saðlam ideolojik temele layýk bir yapýlanmayý geliþtirmek elbette zor bir iþtir ama bunu gerçekleþtirmek ve yaptýðýmýz hatalarýn kaynaklarýný doðru tespit edip bunu halklarýmýza, hiçbir þeyden çekinmeden en açýk biçimde açýklayabilmeliyiz. Eleþtiri ve özeleþtiri bizim günlük tayýnýmýz olmalýdýr. Biz hatalarýmýzýn halk tarafýndan bilinmesinden korkacak burjuva partilerinden biri deðiliz. Bizim proletaryanýn çýkarlarýndan baþka temsil ettiðimiz herhangi bir baþka çýkar söz konusu deðildir. Bizim zaaflarýmýzýn proletarya tarafýndan bilinmesi, halk tarafýndan bilinmesi onlarý aþa142


Kurtuluþ

caðýmýzýn da güvencesini oluþturacaktýr. Yoldaþlar, Asla yanýna yaklaþmayacaðýmýz düþünce "kol kýrýlýr yen içinde, baþ kýrýlýr fes içinde kalýr anlayýþýdýr". Bizim proletaryaya sadakatýmýzýn tek güvencesi ona her an hesap vermeye hazýr, denetlenmeye açýk bir parti oluþumuzdadýr. Hatalarýmýzýn her an görülebileceði ve hesabýnýn sorulabileceði bir iliþkiler sistemi bizim biricik güvencemizdir. Bundan baþka sonuna kadar güvenebileceðimiz bir baþka mekanizma yoktur. Kimi arkadaþlarýmýz bu anlayýþýn tersine savrulmuþ görünmektedirler. Bu yoldan dönmek gerekir. Ýçinde yaþadýðýmýz krizden çýkmamýzda bu birinci derecede rol oynayacaktýr. Çoðulculuk düþüncesine alýþamamýþ olanlar eleþtiri karþýsýnda birden yerlerinden sýçramakta ve altýndan çýkýlamayacak derin düþmanlýklara sürüklendiðimiz düþüncesine savrulmaktadýrlar. Hayýr arkadaþlar buna alýþmalýyýz. Tartýþmalar sert geçebilir; sertliklere karþý birbirimizi uyararak ilerlemeliyiz. Bütün fýrtýnalý denizler nihayetinde durulur, fýrtýnalarýn olacaðýný bilenler fýrtýnalý denizlerde yelkenlerini nasýl idare edeceklerini de öðrenirler ve ilk karþýlaþtýklarý fýrtýnada yýrtýlan bir yelkene bakýp, gemi batýyor telaþýyla panik yaratýp denize atlamazlar. O atlanýlan deniz kurtuluþ deðildir. Orada boðulmak kesin bir kaderdir. Yýrtýlan yelkeni indirmek ya da yamalamak, geminin direklerine sarýlýp, yelkenlerin iplerini fýrtýnaya göre idare etmek sýnýf savaþý denizinin fýrtýnalarýna yelken açmýþ gemicilerin bilmesi gereken gerçeklerdir. Sabýrlý ve dayanýklý olun. Panik geliþtirmeyin. Daha bu gemi çok yüzer. Omurgasý

saðlamdýr. Her fýrtýna onu kýramaz. Kýramadý. Kýrýlmýþ gibi göründüðünde bile kalan parçalarý birleþtirip fýrtýnalara göðüs germek mümkün oldu. Þimdi de tarihimizde olduðu gibi krizi doðru deðerlendirerek, onu bir yeninin doðum sancýlarý olarak görerek, birbirimizle konuþamayacak hale gelmeden yönetmeyi becerebilmeliyiz. Aþýrý gururlu olmayalým. "Karizmamý çizdirmem" deyip, "bana yar olmayaný kimseye yar etmem" diyerek geminin tabanýný delmeye kalkýþmayalým. Delenin kendisi azgýn sulara kapýlacaktýr ama bu gemi yüzecektir. Bunda ustalaþmýþtýr. Onun deðerleri yerinde duruyor. Onlar yok olmadý. Naevigasyon ilmine olan katkýlarý ve azgýn sulara göre inþa edilmiþ gövdesi yüzmeye devam etmesini saðlayacaktýr. Ben denedim biliyorum. Sizler de deneyip öðreneceksiniz. Buna kuþkum yok. Ben tartýþmaktan bir an geri kalmadan bu saðlam geminin mürettebatý içerisinde olmaya devam edeceðim. Sizler de tartýþmadan bir an geri kalmayarak dayanýklý olun. Navigasyon ilminin gereklerini iyice öðrenip yerine getirerek arzu ediyorsanýz mürettebatýn onayýyla serdümen olun. Ama her daim mürettebata açýk bir güvertede bulunun. Hesap vermeyi kabul edecek kadar saðlam bir sýnýf mücadelesi neferi olduðunuzu gösterin. Bu gemide hala hepimize yer var... Selam ve saygýlarýmla Sosyalist Demokrasi Rehberimiz Olsun...

143


144


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.