Kurtuluş Dergi Say-3

Page 1

yeni te or

ik-pol iti

k sosy alist de rgi

Kurtuluþ Bütün Ülkelerin Ýþçileri ve Ezilen Halklarý Birleþin!

Sayý: 3 Þubat 2006

Erginbay Yayýncýlýk Yeni Kurtuluþ Teorik - Politik Sosyalist Dergi (Yerel Süreli Yayýn) Fiyatý: 3 YTL Erginbay Yayýncýlýk Adýna Sahibi: Hüseyin Bektaþ Sorumlu Yazýiþleri Müdürü: H.Cengiz Gültekin Yönetim Yeri: Hasanpaþa Mah. Ulusuluk Sok. No: 4/2 Kadýköy/Ýstanbul Havaleler için: Cengiz Gültekin adýna Ankara PTT Yeniþehir þubesi 5155325 nolu posta çeki hesabý


Kurtuluþ’tan Merhaba! Uzunca bir aradan sonra dergimizin yeni sayýsýný sizlerle buluþturduk. Bu sayýyla birlikte yaþadýðýmýz bir dizi aksaklýðýn üstesinden gelerek dergimizi belirlenen periyodunda düzenli olarak yayýnlamayý hedefliyoruz. Kurtuluþ dergisi önümüzdeki dönem, yeni biçim ve içeriðiyle iki ayda bir yayýnlanacak. Her yeni sayýda güncel ve o sayýnýn dosya konusunu oluþturan yazýlar yer alacak. Bu sayýmýzda dosya konusu olarak “Ulusal Sol” baþlýðýný seçtik. Meselenin tarihsel ve güncel yanlarýyla ele alýnmaya çalýþýldýðý bütünlüklü bir kompozisyonu sizlere sunmaya çalýþtýk. Sosyalist hareketin içinde bulunduðu “politik krizin” ülkemiz özgülündeki önemli bir yansýmasý olarak gördüðümüz bu konuyla ilgili varolan “zihin bulanýklýðýna” proleter sosyalist bir hattan cevap üretmeye çalýþtýk. Dergimizi ilgiyle okuyacaðýnýzdan eminiz. Yeni sayýda buluþmak umuduyla.

Ýçindekiler 3 Panorama..........................................................................................04 3 N. Baykal Yeni Liberalizm Yeni Muhafazakarlar.............................07 3 M. Kahya Sosyalist Hareket ve Milliyetçilik...................................15 3 M. Sayýn TC’de Milliyetçilik ve Demokrasi.....................................26 3 R. Turan Sosyalizm, Ulusalcýlýk ve “Türksolu”..............................39 3 Ý. Cüre Yurtseverler ve Enternasyonalizm......................................49 3 Ý.T. Þahinoðlu Denize Düþünce Sarýlýnan Yýlan..............................54 3 G. Taþyakan Gençlik Hareketi ve Ulusal Sol..................................61 3 N. Baykal Vatanseverlik Üzerine......................................................67 3 M. Kahya Bölgesel Devrim ve Halklarýn Birlik Olanaklarý..............74 3 E. Sauermann “Gýlgamýþ Mirasý”na Giriþ........................................79


Kurtuluþ

S

on dört beþ aydýr, dünyada bölgede ve Türkiye'de yaþanan geliþmeler, ezme ezilme iliþkilerinin ve sömürünün olmadýðý, eþitlikçi ve özgürlükçü bir dünya için mücadele edenler yönünden kötümser olmanýn yanýnda, iyimserliði arttýracak geliþmelere de iþaret ediyor. Dünya-tarihsel bir toplum için mücadele edenlerin içinde yaþadýklarý dünya, bölge ve ülkenin somut koþullarýndan hareketle, en umutsuz görünen ve en kötümser durumlarda dahi, iyimser olmayý güçlendirecek en küçük bir olanaðý ve olasýlýðý deðerlendirmekle yükümlü olduklarýný söylemek, olsa olsa görev hatýrlatmasý yapmak anlamýna geliyor. Verili olandan kopuþ imkanlarýný deðerlendiremeyenlerin, özledikleri "yeni bir dünya"yý "kesintisiz devrim" süreçleriyle gerçekleþtirmesi mümkün deðildir. Ýradi müdahale, nesnelliðin geleceðe dair içinde barýndýrdýðý olanaklarý harekete geçirmenin bir katalizörü ise, o görevin gereðini yerine getirmeyen bir itici kuvvetin, varlýðý ile yokluðu arasýndaki fark, nesnellik tarafýndan ortadan kaldýrýlarak görünmez hale gelir. O nedenle en kötümser durumlarda dahi, iyimser olmayý güçlendirecek nüveleri geliþmeleri içinden bulup çýkarmak, o nüveleri geliþtirip güçlendirmek "daha güzel ve yaþanýlasý bir dünya" için, "gökyüzünü fethe çýkanlarýn" görevidir. Bu görevin bilinci ve bilgisi ile hareket edenler öncelikle yeryüzünü fetih için verili olaný deðiþtirip dönüþtürme iradesini ortaya çýkarmakla yükümlüdürler. Dünya, bölge ve ülkedeki geliþmeler, þimdi böyle bir iradenin gerekliliðini zorunlu kýlýyor.

panorama

Son dönemde Bolivya, Þili ve Filistin'de yapýlan seçimler, anti ABD eksenli hareketlerin seçim baþarýlarý ile sonuçlandý. Bolivya'da "koka iþçisi" Evo Morales, "Sosyalist Hareket Partisi"nin adayý olarak girdiði devlet baþkanlýðý seçimlerinde, birinci turda yüzde ellinin üzerinde oy alarak zaferini ilan etti. Seçim kampanyasýný Bolivya yerlilerinin ve yoksullarýn sesi ve sözcüsü olarak yürüten Morales, seçildikten sonra ilk resmi ziyaretini Küba'ya yaptý. Venezuelle devlet baþkaný Çhawez'le dostluklarý seçim öncesine dayanýyor. Antiemperyalist bir duruþ ve Latin Amerika'nýn birliði perspektifi her ikisinin de ortak karakterini oluþturuyor. Þili'deki devlet baþkanlýðý seçimlerini ise, faþist Pinosche döneminde Allende'nin askeri danýþmaný olan babasýný iþkencede kaybetmiþ, kendisi de Pinosche diktatörlüðünün iþkence tezgahlarýndan geçmiþ, bir dönem sürgün hayatý yaþamýþ, seçim kampanyasýnda "ateist, feminist, sosyalist ve dul" olduðunu katolik muhafazakar bir kültürle þekillenen Þili'de dobra dobra açýklamaktan çekinmemiþ olan "sol birlik"in adayý Michelle Bachelet kazandý. Bu iki ülkedeki seçim sonuçlarý, sýnýf temelli olmasa da, anti-emperyalist daha çok da anti ABD eksenli Latin Amerika'ya özgü yeni yoksullar hareketine dayalý bir sol dalganýn, kýtanýn daha baþka ülkelerini de içine alarak geniþlemeye devam edeceðini gösteriyor. Yazýn Meksika'da bu yýlýn sonbaharýnda da Nikaragua'da yapýlacak seçimlerde de solun adaylarýnýn kazanacaðý þimdiden öngörülüyor. Latin Amerika'daki anti emperyalist daha çok da 4


Kurtuluþ anti ABD yeni yoksullar hareketi zemininde geliþen sol dalgadan hareketle, bugünden kýtanýn sosyalistleþtiðini ilan etmek, Marksist bakýþ açýsýndan ne kadar anti bilimsel ve doðru deðilse, bu geliþmeyi küçümsemek ve geliþmenin seyrini ve yönünü gözardý ederek bu dalganýn emperyalizmi gerileten ve sosyalizme doðru bir süreci hýzlandýran yanýný görmemek de, bir o kadar doðru olmadýðý gibi, ayný zamanda geleceðe dair ortaya çýkan imkanlarý gözardý etmek olur.

oldukça önemlidir. Bugün, Kürt Özgürlük Hareketi ile iliþkilerde temel sorun, PKK'nin ABD'ye karþý nasýl bir tutum alacaðý deðil, ABD'nin Kürt Özgürlük Hareketi'ne yönelik saldýrýsýný önlemektir. Baþbakan Erdoðan'ýn, "kürt sorunu" vardýr açýklamasý, baþta militarist çevreler olmak üzere statükocu güçlerin tepkilerine yol açtý. AB müzakere sürecinde, ordunun toplum ve siyaset üzerindeki belirleyici rolünün azaltýlmasý ihtimali, resmi politikalarýn dýþýna çýkan her giriþim ve açýklamanýn, bu tepkilerin oluþmasýna bir vesile yapýlmasýna neden oluyor . Ordu, þimdiye kadar elde ettiði imtiyazlý konumu kaybetmekten korkuyor. Bu korku, bölgesel bir güç merkezi olmada "etkisizleþme" korkusuyla daha da pekiþiyor. Anti militarist muhalefet o nedenle oligarþinin boy hedefi haline gelmiþtir. Kontrgerillayý ve elemanlarýný en yüksek rütbeli subaylarýn açýktan savunuyor oluþlarý, TCK'nýn 301'inci maddesinin "orduya hakaret" gerekçesiyle yoðun olarak iþletiliyor oluþu, bu korkularýn sonucudur. Militarizme karþý mücadele o nedenle bugün çok daha fazla öne çýkarýlmak zorundadýr.

Filistin'de gerçekleþen seçimleri ise ABD'nin, "terörist örgütler" listesinde yer alan ve Ýslam'a dayalý dinsel bir ideoloji ile hareket eden Hamas kazandý. Hamas'ýn kazanmasý, Filistin özgürlük mücadelesinin baþlangýcýndan bu yana ana örgütü durumunda olan El Fetih'in, sürüklendiði "yolsuzluk" bataðýna bir tepkiyi içermesi yanýnda, ABD'nin bölge politikalarýna, özelde de Ýsrail-Filistin politikasýna tepkiyi de içeriyor. Hamas'ýn seçim zaferi, ABD'nin bölgeye yönelik politikalarýnda iþinin daha da zorlaþacaðýný gösteriyor. Diðer yandan geniþletilmiþ Ortadoðu ve Kuzey Afrika projesi kapsamýnda ABD emperyalizmi, Ýran ve Suriye'yi çökertme planlarýný adým adým uygulamaya koymuþ bulunuyor. TC, oligarþinin çýkarlarý doðrultusunda, ABD-Ýsrail bloðuyla birlikte hareket ederek, Ýsrail'le birlikte bölgede güç merkezi olmak için, bu planýn bir parçasý olmaya aday görünüyor. Ýran'a karþý uygulamaya konulan emperyalist saldýrý planýnda, Türkiye'nin nasýl bir rol oynayacaðý bölgedeki dengelerin, pazarlýklarýn ve sürecin ortaya çýkaracaðý yeni geliþmelerin seyrine baðlý olarak þekilleneceðe benziyor. Oligarþi, bölgede tehlikeli geliþmelere yol açacak, Ýran'a karþý bu emperyalist saldýrý planýnda, yayýlmacý amaçlarla ve PKK'yi imha etme karþýlýðýnda, maceraya atýlmaya oldukça istekli görünüyor. Haziran ayýnda Doðu Akdeniz'de gerçekleþtirilecek olan, "Nükleer Silah Üreten Ülkelerle Mücadele" tatbikatýna Türkiye ev sahipliði yapacak. "Bu tatbikatýn hedefinin Ýran" olduðu, ABD Deniz Piyadeleri Komutaný Hagee tarafýndan açýklanmýþ bulunuyor.

Bu süreçte, TUSÝAD'la hükümetin iliþkileri de iniþli çýkýþlý bir seyir izliyor. Bazý konularda iliþkilerdeki gerilim artarken, bazý konularda yaþanan gerilimler yumuþatýlýyor. Ama düne göre, sermaye çevrelerinin hükümete yönelik eleþtirileri artmýþ bulunuyor. Askeri-endüstriyel kompleksle organik iliþki içerisinde olan sermaye çevrelerinin, sýcak siyasal geliþmelerin ateþinde yanmaya niyetli olmadýklarý görünüyor. Hükümetle aralarýna bir mesafe koymalarý, çýkarlarý gereði, konjonktürü yarasýz beresiz atlatma refleksinin bir sonucu olarak tezahür ediyor. Ancak, sermaye çevrelerinin hükümetle aralarýna koyduklarý mesafe, hükümeti sarsýcý ve gözden çýkarýcý bir içerik taþýmýyor. Çünkü, ekonomik veriler, krizden çýkýlmadýðýnýn, politik bir istikrarsýzlýk durumunda krizin tetikleneceðinin iþaretleriyle dolu. Kimi makro göstergelerdeki iyimser duruma karþý, artan cari açýk ve sýcak para hareketleri, sermaye çevrelerinin kaygýlarýný daha da arttýrýyor. Ýþsizlik büyüyor. ÝMF politikalarý sonucu tarýmda çalýþanlarýn durumu gittikçe daha kötüleþiyor. Neoliberalizm, özelleþtirme aracýyla iþçi sýnýfýna saldýrýsýný sürdürmeye devam ediyor. Özelleþtirmelere karþý yürütülen mücadele, iþçi sýnýfýnýn üretimden gelen gücünü kullandýðý, topyekün ve birleþik bir mücadele olmaktan çok, "ateþin düþtüðü yer" de kýsmi ve parçalý bir mücadele olarak yürütülüyor. Tekel iþletmelerinin özelleþtirilmesi kapsamýnda, iþletmelerin tek tek kapatýlmasýna karþý, tekel iþçilerinin mücadelesi de ayný "kaderle" yüz yüze kalýyor. Çalýþan kesimin uzlaþmacý sendikalarla hak elde etme olanaklarý sýfýrlanmýþ bulunuyor. Sendikal hareket, bu uzlaþma ve milliyetçi söylemleri bayraklaþtýran tutumuyla sisteme karþý militan bir iþçi

Kürt Özgürlük Hareketi'nin, Ýran'a saldýrý planý çerçevesinde ABD ile Türkiye arasýnda temel pazarlýk konusu olduðu artýk herkes tarafýndan biliniyor. Kürt Özgürlük Hareketi'nin ýsrarla sürdürdüðü, "halklarýn kardeþliði" perspektifli barýþçý çözüm önerilerini duymazlýktan gelerek, hem yeni bir "kürt savaþý"ný týrmandýran hem de Türkiye'yi Ýran'a karþý düþmanca bir konuma sürükleyen Türkiye egemenlerinin bu politikalarý, ne bölge halklarýnýn ne de Türkiye halklarýnýn çýkarýna deðildir. O nedenle militarist çevrelerin ve ABD'nin kürt özgürlük hareketine yönelik politikalarýný boþa çýkarmak, Türkiye'nin Ýran macerasýna sürüklenmesinin önüne geçmek demektir. Bu durum bile, Kürt Özgürlük Hareketi ile stratejik ittifakýn, anti oligarþik ve anti emperyalist içeriðini göstermek bakýmýndan 5


Kurtuluþ hareketi örgütlemekten oldukça uzakta duruyor. Örgütlü sermaye çevreleri karþýsýnda örgütsüz olan iþçi sýnýfý, mevcut gidiþata sýnýf çýkarlarý ve perspektifiyle müdahale edemiyor. Bu durumda sermaye çevrelerinin istekleri kolayca ekonomik sürecin politikalarý haline geliyor.

Cumhurbaþkanlýðý seçimi, neredeyse siyasal bir kriz haline geldi. CHP: "bu parlamentonun cumhurbaþkanýný seçemeyeceðini, 2006 yýlýnda bir erken seçime gidilerek, cumhurbaþkanýnýn oluþacak bu yeni parlamento tarafýndan seçilmesi" istemiyle bir kampanya yürütüyor. Dokunulmazlýk sorunu, "mal ve servet beyaný" tartýþmalarý, cumhurbaþkanlýðý seçimine endeksli olarak yapýlýyor. Laik - anti laik kavgasý cumhurbaþkanlýðý seçimi üzerinden yeniden gündemleþtiriliyor. "siyasal istikrar için baþkanlýk seçimine geçilmesini" savunanlarda var. Bu toz duman fýrtýnasý içinde hiç kimse, 12 Eylül'ün bir ürünü olan anayasadan, o anayasanýn deðiþtirilmesinden sözetmiyor. 12 Eylül anayasasýnýn "temsilde adalet" ilkesini hiçe sayan ve kürtlerin parlamentoda temsilini önlemek için konulmuþ olan % 10 seçim barajýnýn kaldýrýlmasýna ya da oranýn daha aþaðýlara çekilmesine ne AKP ne de sistem içi diðer muhalefet partileri yanaþýyor. Bugünkü parlamentonun cumhurbaþkaný seçmesine deðil, parlamentoda kürtlerin ve sosyalistlerin temsil edilmemeleri için yasalar aracýlýðýyla konulan barikatlara itiraz edilmelidir. Seçim barajýnýn tamamen kaldýrýlmasýna yönelik yürütülecek mücadele, "12 Eylül Anayasasýnýn bütün sonuçlarý ile ortadan kaldýrýlmasý" ve kürt sorununun demokratik çözümü için yürütülen mücadeleye doðrudan baðlýdýr.

Þemdinli olaylarý, yirmi yýldýr sivil halka karþý sürdürülen savaþýn kirli yüzünün bir tarafýný bütün çýplaklýðýyla gözler önüne serdi. Umut Kitapevi'ni bombaladýktan sonra kaçmaya çalýþan Jitem (Jit) elemanlarý Þemdinli halký tarafýndan suçüstü yakalandý. Devletin gizli savaþ aygýtlarý ile yürüttüðü sivillere yönelik terör faaliyetlerinin üstünü örten AB þalý, Þemdinli halký tarafýndan kaldýrýlýnca, gizli savaþ ahtapotunun kollarýndan birisi ortaya çýktý. Ortaya çýkan bu ahtapot kolunun iþaret parmaðý iþin merkezinin Ankara olduðunu gösteriyordu. Devletin kara kutusu haline gelen gizli savaþ ahtapotunun merkezi daðýtýlmadýkça, Susurluk da olduðu gibi Þemdinli'de de bir kolunun ortaya çýkarýlmasý, yeni Susurluklar ve Þemdinli'ler olmasýný önlemeyecektir. Þemdinli olaylarý ve M. Ali Aðca'nýn tahliye skandalý, kontrgerilla faaliyetlerini yeniden gündeme taþýdý. Özel Harp Dairesi (Özel Kuvvetler Komutanlýðý)nin eski komutanlarý bir bir "icraatlarýný" ifþa ederken, geliþmeler karþýsýnda Genel Kurmay bir açýklama yaparak, bu gizli savaþ örgütünü savundu. Genel Kurmay açýklamasýnda: "..... çok hassas görevler icra etmek üzere soðuk harp döneminde teþkil edilmiþ" olan bu gizli savaþ örgütünün, "yýpratýlmamasý"ný istedi. "icra edilen hassas görevler"in ne türden "hassasiyetler" taþýdýðý ve icracýlarýnýn kimlerden oluþturulduðu, Susurluk ve Þemdinli ile kamuoyu tarafýndan bilinen bir gerçeklik haline geldi. Aðca'nýn erken tahliye skandalý üzerine, bu ülkede yýllarca baþbakanlýk yapmýþ Bülent Ecevit: "Aðca'yý cezaevinden kaçýranlar kimlerse, erken tahliye edenlerde onlardýr. Tahliyenin arkasýnda derin devlet var." diyerek , devletin kara kutusu haline gelen bu gizli savaþ ahtapotunun varlýðýný bir kez daha teyit etti. Görünen o ki, Susurluk'tan Þemdinli'ye deðiþen bir þey yok! Deðiþmesi istenen þey için, unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Devletin kara kutusunun açýlýp, gizli savaþ ahtapotunun sinir merkezi açýða çýkarýlmadan, kürt sorununda çözüme yönelik adýmlar atýlamayacaðý gibi yeni Susurluk ve Þemdinli'lerin olmasýnýn önüne de geçilemez. Bu durumda militarizmin geriletilmesinin de olanaðý yoktur. "Gizli savaþ örgütlerinin daðýtýlmasý" talebiyle yürütülecek mücadele, genel demokrasi mücadelesinin temel önemde bir parçasý haline gelmiþtir.

Geliþmelerin gösterdiði , ne iç politikada ne de dýþ politikada hükümetin belirleyici güç olmadýðýdýr. "AKP'den demokrasi, kürt sorununda çözüm beklemenin de, militarist, milliyetçi, anti kürt gidiþten esas olarak onu sorumlu tutmanýn da hedeften þaþma olduðu" görülerek, oligarþiyi doðrudan hedef alan bir mücadele yürütülmek zorundadýr. Bugünkü hükümetin alternatifi, onun saðýnda yer alan güçlerdir. Siyaset arenasýnda pazarlananlar, allanýp pullanarak sahneye çýkarýlanlar milliyetçi, faþist, profaþist güçlerdir. Siyaset cambazlarý sahne aldýkça bu durum daha da belirginleþiyor. Milliyetçi yükseliþ hükümeti de etkisi altýna alýyor. O nedenle hükümet, kürtler, sosyalistler, demokratlar hatta liberaller üzerinde dahi baskýlarý giderek arttýrýyor. Bu hükümetin solunda bir alternatif yoktur. CHP'nin sol olup olmadýðý tartýþmasý bir yana, statükonun savunucusu ve devletçi bir parti olarak CHP giderek eriyor. Hükümetin solunda bir alternatif boþluðu ortada duruyor. Bu boþluk, ancak sistem dýþý sol güçler tarafýndan doldurulabilir. Sosyalist Hareketle Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadele birliðini saðlayacak, ortak bir mücadele aracý olarak anti-emperyalist demokrasi cephesinin oluþturulmasý halinde, nesnelliðin yarattýðý kötümserliði gelecek için iyimserliðe çevirmenin imkanlarý önümüzde duruyor.

2007 ilkbaharýnda yapýlacak Cumhurbaþkanlýðý seçimleri gündemin bir baþka sýcak geliþmesini oluþturuyor. 2007 sonbaharýnda yapýlacak genel seçimlerin erkene alýnmasý tartýþmasý da, cumhurbaþkanlýðý seçimleri dolayýmýyla siyasetin gündemine taþýndý.

Gelecek Kurtuluþ'ta buluþmak umuduyla....

6


Kurtuluþ

Yeni Liberalizm Yeni Muhafazakarlar

B

u giriþle birlikte, daha doðrusu çeliþik gibi olan ama son tahlilde ayný temele oturan iki kavramla ilintili, kýsa da olsa bir þeyler söylemeden devam etmek her þeyden önce anlaþýlýr olmakta zorlanma sonucu doðurabilecektir. Pek arka planlara dalmasakta kelime anlamlarýyla farklý içeriklere sahip liberal ve muhafazakar kelimeleri ve anlattýklarý üzerinde durmak yararlý olabilecektir. Liberal, konuyla baðlantýlý olarak, açýk fikirli, serbest fikirli, hür fikirli anlamýna geliyor. Ayný þekilde muhafazakar ise tutucu anlamýna geliyor. Dolayýsýyla günümüz koþullarýnda, sanki iki ayrý eðilimi anlatýyor olmasý gereken kavramlarýn ayný temelde buluþmalarý, bir çeliþkiyi deðil dünya ve ülke koþullarýnda sýnýf mücadelesinin ulaþtýðý boyutlarý anlatýyor. Çünkü hem 'liberal' ve hem de 'muhafazakar' olmak son tahlilde sýnýf çýkarlarýnýn bir ifadesi. Bu nedenle sorun kendi baðlamýnda ele alýnmalý, soyutlamalara ulaþmadan her somut olgu kendi içeriðiyle ele alýnmalýdýr. Yani görünürde bazý farklarýn, gerçekte ayný sýnýfsal temellere ve çýkarlara hizmet amaçlý olduðu göz ardý edilmemelidir. Yukarýda söylediklerimiz dünya planýnda bir baþka vakýaya tekabül ediyor. Emperyalizmin geliþme sürecine baðlý olarak hegemonya pekiþtirme araçlarý ve yine buradan hareketle oluþturduðu politikalar her ne kadar þu veya bu biçimde isimler alsalar da, içerik bir bütün olarak deðiþmeden kalýyor. Nitekim bu baðlamda ayný kavramlarý 'küreselleþme' ve içerdiklerine baðlamadan düþünmek, anlatýcý olmayacaðý gibi durumu, koþullarý, koþullarýn asli ve tali unsurlarýný görebilmemiz olanaklarýný ellerimizden çekip alabilecektir.

N. Baykal 7


Kurtuluþ Gerçekten de dünya planýnda ki geliþmeleri ve sýnýf hegemonyasýný tüm alanlarýyla kavramadan veya tek bir olguyla açýklama çabasýna girerek içine düþeceðimiz hata, dünden bugüne irdelenmesi ve açýklanmasý gereken unsurlarýn zaten bilinir olduðu varsayýmlarýna dayanýr. Dolayýsýyla bir kolaycýlýktýr.

olsun pek hayra alamet geliþmeler deðildirler. Böyle durumlarda ise Fuller' ýn daha doðrusu ABD' nin B planýnýn ne olduðu öncelikle akla takýlýyor. Takýlýyor takýlmasýna da, bu takýntýya cevap olabilecek 'açýklamalar' da askerlerden geliyor. Bu kýsým bize iliþkin. Biliyoruz ki özellikle Berlin Duvarý' nýn çöküþünden sonra, yeni(neo) liberal politikalar eþliðinde eski iki süper güce dayalý denge yerini tek süper güce býraktý. Artýk ayan beyan ortadýr ki soðuk Savaþ'ýn galibi ABD'dir. Artýk bu yeni süper güç küresel düzeyde hemen tüm politikalarýn belirleyicisidir. Dünya O' nun direktifleri doðrultusunda þekillenmektedir. Küreselleþme dünyanýn ABD güdümünde bir iþ alaný haline getirilmiþtir. IMF, Dünya Bankasý, OECD, Dünya Ticaret Örgütü ABD patronajý altýnda iþ gören yönetim organlarý gibidirler. Dolayýsýyla da diðer ülkelerin hükümetleri bu patronajýn yönelimlerine uygun davranýþlar sergilemek durumundadýrlar.

Özellikle Bush Baþkan olduktan sonra, daha önceleri Yeni Muhafazakarlarca dile getirilen tüm talepler bir bir uygulama alaný bulmaya baþladýlar. Gerçekten de günü anlayabilmek dün söylenenleri hatýrlamaktan geçmektedir. Adeta güne iliþkin veriler tuðla tuðla üzerine yerleþtirilmiþ gibidir. Esasý da önce de belirttiðimiz gibi sýnýf temelli farklý eðilimlerin yansýmasýnda yatmaktadýr. Daha çok önceleri bugün ABD politikalarýnýn yansýmalarý olan konularýn strateji uzmanlarý tarafýndan 1990' lý yýllarýn baþýnda dile getirilmiþ olmalarý, bir tesadüf deðil sadece gerçeðin tezahürleridir. Daha o dönemde bugüne ýþýk tutan sözler 'Biz Ýslam köktenciliðini dönüþtürmeli, onlarý liberalleþtirmeliyiz' þeklindedir. Bush' la hayat bulan bu politikalar Türkiye özelinde daha çarpýcý veriler sunmaktadýr. ABD istihbaratýnýn önemli simalarýndan Orta-Doðu, Türkiye ve Ýslam uzmanlarýndan Graham Fuller 2000 yýlýnda Türkiye ile ilgili yorumunda, özellikle sonuçlardan bakýldýðýnda, bir bilici gibi ifadeler kullanmaktadýr:

Her ne kadar ABD' nin karþýsýnda onun gücüyle boy ölçüþebilecek bir rakip görünmüyor olsa da, gelecek baðlamýnda kýsa zamanda oluþturulmuþ gibi görünen hegemonya büyük zedelenmeler yaþamaktadýr. Üstelik bu zedelenmeler her þeye karþýn Dünya planýnda etkili güçler tarafýndan deðil pek kaale alýnmayan güçler tarafýndan oluþturulmaktadýr. ABD' nin fütursuz giriþimleri gerek Irak'ta olsun, gerekse Afganistan da olsun oldukça çarpýcý handikaplarla yüz yüzedir. Ayrýca bir bütün olarak ABD'nin ekonomik olsun, askeri olsun ortaklýk arayýþlarý O'nun için bir baþka olumsuzluk nedenidir. Tüm bunlar ötesinde kendi ekonomik performansý da, buradan öteye omuzlamayý hedeflediði iþleri gerçekleþtirme olanaklarý sunmaktan oldukça uzaktýr.

"Türkiye, yakýn gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe...Kökleri geçmiþe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (Ecevit liderliðindeki 57. Hükümetten söz ediliyor) partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ýlýmlý islamcý, geniþ tabanlý bir siyasi oluþuma gidecek. Bazý etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluþuma katýlacak. Yeni oluþum kartopu gibi büyüyüp geliþecek. Türkiye' de yakýn gelecekte ýlýmlý Ýslamcýlarýn yanýnda Ýslami söylemlere ters düþmeyen ýlýmlý sol bir parti de Meclis'e sokulacak."

Liberalizm Yaþamýn diðer alanlarý bir yana, gerek politika gerekse iktisat baðlamýnda liberalizm, esas olarak bireye öncelik veren bir içeriðe sahiptir. Bireysel özgürlükler iktisadi olarak son tahlilde nasýl kamu yararýna sonuçlanacaksa, devletin bireysel özgürlükler karþýsýnda sýnýrlandýrýlmasý da yine bir bütün olarak hem bireyin ve hem de toplumun yararýna olacaktýr. Laissez-faire (býrakýn yapsýnlar), laissez-passer' de(býrakýn geçsinler)ifadesini bulan bu anlayýþ, felsefi planda da bireyi öne alan bir yaklaþým tarzýna sahiptir. Feodallere karþý mücadeleyi kazanmýþ burjuvazinin temel görüþlerinin dile getirildiði bu yaklaþým, bu baðlamda da sýnýfsal bir konumlanýþ anlamýna gelmektedir. Sözgelimi Ýngiltere de atýlmak istenen liberal adýmlar ancak toprak sahiplerinin çýkarlarýnýn geriletilmesi yoluyla yaþam bulabileceði için, parlamentoda feodallerin siyasi tekellerini kýrabilmek öncelikli bir görev haline getirilmiþtir. Yani

Görüldüðü gibi bir öngörüden çok sanki bir tarih yazýmý söz konusu. Nelerin olacaðýný deðil neler yapýlacaðýný anlatan satýrlardan söz etmek daha da doðru. Çünkü hemen harfi harfine söylenenler hayatta karþýlýk bulmuþlardýr. Bir anlamda bunda çok tuhaf bir yan da yoktur. Artýk tek kutuplu Dünyanýn efendisi Amerika'dýr, dolayýsýyla geleceðe iliþkin öngörüler geleceðin inþasý çabalarý olarak algýlanmalýdýr. Yine satýrlar hatýrlandýðýnda günümüz koþullarýnda olan bitenler geleceðe iliþkin ipuçlarýný vermektedirler. Özellikle partilerden 'istifalarýn' dile gelmesi bire bir örtüþmese de, üretilen ýlýmlý Ýslam bazýndaki geliþmelerden de bir hoþnutsuzluðu anlatmaktadýr. Yine Baþbakanýn 'düðmeye basýldý' saptamasý olsun, 'stand by' ýn imzalanmasýnýn gecikmesi 8


Kurtuluþ liberalizm burada da görüldüðü gibi sýnýf çeliþkileri, sýnýf çýkarlarýnýn ve sýnýf mücadelesinin uygun bir tarihsel momentte ifade bulmasýdýr.

önermeleri deðiþmiþtir. Çünkü kapitalizmin tekelci aþamasýnda 'özgürlük eðilimi yerini egemenlik eðilimine' býrakmýþtýr. Liberalizmi yenileyen faktör burada aranmak durumundadýr. Yani tarihsel geliþme, sýnýf mücadelesinin ulaþtýðý boyutlar ve bu mücadelenin doðurduðu sonuçlar þüphe yok ki durumun gerektirdiði ürünlerle bizleri yüz yüze býrakmaktadýrlar.

Klasik iktisatçýlarýn iktisadi dünyaya iliþkin yaklaþýmlarý neredeyse bire bir ölçülerle, bu anlayýþýn savunucularý tarafýndan siyasal yaþam için de ileri sürülmüþtür. Sorunu böyle ele alanlara göre, var olan doðal düzene müdahale edilmemelidir. Çünkü iktisadi alanda varolan bu doðal düzen kendi dengelerini de oluþturur. Sorun buradan, öteye doðal dengeye kendiliðinden ulaþacak iktisadi alanda, iktisat yasalarýnýn keþfedilmesidir. Çünkü bunlar insanýn yaratýlýþýna uygun yasalardýr. Ve 'homo economicus en az zahmetle en çok kazanç saðlamaktan baþka bir amaç gütmeyen akýl sahibi bir varlýktýr'.

Yeni Liberalizm Üzerine Yukarýda da ifade ettiðimiz gibi, liberalizmin savunulamaz bir hale gelmesi sýnýf çýkarlarýnýn, siyasal harmoni göz ardý edilmeden, yeni bir versiyonla ileri sürülmesi sonucunu doðurdu. Tabir yerindeyse liberalizm 'reforma' uðratýldý ve tekrar kullanýlabilir bir hüviyet kazandýrýldý. Ama bizim burada da ele alacaðýmýz geliþmeler esas olarak sýnýf mücadelesi planýnda sosyalizmin bir hegemonya yitimi yaþadýðý döneme iliþkindir. Her ne kadar liberalizmin açmazlarý olarak algýlanan alanlardan, sözgelimi devletin müdahalesi gibi, iktisadi ve hukuki olarak uygun yönelimlerle kurtulmak bir yol olarak görülse de, sorun sýnýf çýkarlarý ve mücadelesi bazýnda algýlanmak durumundadýr.

Demek ki buradan öteye sorun, insanýn en çok özgürlük tanýnmasý gereken bir iktisadi karar birimi olarak ele alýnmasý ve sistemin bu temel üzerine inþa edilmesidir. Yani baþta devlet, bireyler arasýnda rekabetin özgürce iþleyebilmesi için, müdahaleden kaçýnmak zorundadýr. Müdahaleden uzak bir biçimde yaþanacak rekabetçi ortam insanlar için en elveriþli sonuçlarý ortaya çýkaracaktýr. Bu anlayýþa göre müdahaleden uzak bir ekonomide üretim ile tüketim arasýndaki denge fiyat mekanizmasýyla, emek ve sermaye arzý ile talebinin de gelir mekanizmalarý ile ayarlanacaðý varsayýlýr. Þüphe yok ki ayný müdahaleden uzak yaþam tasarruf yatýrým dengesini de kendiliðinden oluþturacaktýr.

Emperyalist-kapitalist dünyanýn esas olarak ekonomide 1973'ten 90' lý yýllara yaþadýðý kriz, gerçeklik telaffuz edilmeden, 'resesyon' olarak niteleniyordu. Bu, kriz tespitinin 'düþman' karþýsýnda zayýflatýcý etkilerinden, sýyrýlabilmenin ürünüydü. Oysa bazý kriterler söz konusu olduðunda daha önce yaþanan büyük krizleri aratmayan veriler oldukça çarpýcý boyutlardaydý. Sanayi üretiminde %10' lara varan düþüþ, uluslararasý ticaretin %13 daralmasý ve iþsizlikte ulaþýlan rakamlar bunlarýn somut örnekleridir. Þüphe yok ki bu tutum salt bir sýnýf mücadelesi taktiði olarak anlaþýlamaz. En az bunun kadar etkili bir diðer olgu da durumun geçici olarak algýlanmasýydý. Dolayýsýyla da bir süre sonra aþýlabilecek bir arýza olarak görülüyordu. Özellikle reel sosyalizmin çöküþe yöneldiði koþullar, diðer yüzüyle de emperyalist-kapitalist dünyanýn kendi durumunu sorgulamasý ve istikrarsýzlýðýn nedenini araþtýrmak cevaplarýn da üretilmesi anlamýna geliyordu. Ekonomi de istikrara yönelik bu adýmlar, þüphe yok ki siyasi hegemonyadan baðýmsýz düþünülemezler. Bu baðlamda ABD'de Reagan ve Bush, Ýngiltere de Thatcher'ýn 'serbest piyasacý' iktidarlarý somut göstergeler oldular.

Sýnýf çýkarlarý göz ardý edilmeden meseleye iliþkin bir belirleme yapmak gerekirse, kýskançlýkla benimsenen ve uygulanmaya çalýþýlan bu ilkeler, bilimi deðil kendiliðindenliði esas alýyorlardý. Her þeye karþýn özellikle iktisadi alanda bu yaklaþýma en büyük darbe yine iktisadi bir olgu ile geldi. Sözünü ettiðimiz dönem 1929 bunalýmý ve onun bu teori üzerinde yarattýðý kuþkulardýr. Gerçekten de bu bunalým üzerine müdahale fikri ve ortaya çýkan dengesizliklerin ortadan kaldýrýlabileceði düþüncesi etkili oldu. Burada öncelikle zikredilmesi gereken isim Keynes' tir. Ama yine sýnýf mücadelesi baðlamýnda dönemin koþullarý ve sosyalizmin hegemonik geliþimi bu görüþlerin eski gücüyle savunulamamasýnda önemli bir faktör olmuþtur. Siyasal planda öðretinin geliþimi, doðrudan sýnýf mücadelesinin bir yansýmasýydý, yani monarþik mutlakýyetçiliðe karþý liberal burjuvazinin mücadelesi çerçevesinde þekillenme söz konusuydu. Siyasal planda burjuvazinin, sýnýf mücadelesinin düzeyine ve taraflarýn güçlerine baðlý olarak, serbest rekabete tekabül eden ileriye dönük önermeleriyle, güne iliþkin

Aslýnda daha sonra Latin Amerika'yý bir laboratuar gibi ele alan ve Türkiye'de de uygulamaya sokulan adýmlar bu politika deðiþikliklerinin ürünüdür. Bu politikalarýn yönlendiricileri ise Dünya Bankasý ve IMF oldular. Aslýnda Küreselleþme kavramýnda da 9


Kurtuluþ ifadesini bulan bu politikalar emperyalizmin yeni koþullara uygun soygun ve talan rejiminin adýdýr. Dünya Bankasý ve IMF'nin Latin Amerika ve Türkiye de yaþam bulan reçeteleri, hem uygulamalarý ve hem de sonuçlarý itibariyle, esas olarak mali sermayenin dünya planýnda yaþadýðý týkanmaya çözüm arayýþlarýdýr. Bu nedenle de uygulamalar adeta tek tiptir: 'Liberalleþme sizi yoksulluktan kurtarýr. Devleti ekonomiden uzaklaþtýrýn. Özel sektör, yani bizim aktörlerimiz size refah getirir' biçimindedir.

dönüþ yapan ülkeler için söyleyebileceðim 3 þey vardý: Özelleþtirme, özelleþtirme, özelleþtirme. Fakat yanýlýyordum. Hukuk düzeninin özelleþtirmeden muhtemelen daha temel bir nokta olduðu ortaya çýktý.' Zaten bu yaklaþým deðiþik bir varyantýyla kendini, bir ara 'Tarihin Sonu' nu getiren Francis Fukuyama'nýn, devlet bazýnda yaptýðý dönüþte de gösteriyor. Çünkü artýk O' nun için özellikle 11Eylül sonrasý temel mesele 'devletin nasýl küçültüleceði deðil, nasýl yapýlandýrýlacaðýdýr.'

Eðer uygulamaya iliþkin söylediðimizi açmak gerekirse reçete þunlarý içeriyordu. Öncelikle karma ekonominin tasfiyesi ve yine buna baðlý olarak plan fikrinin terk edilmesi. Her türlü devlet müdahalesinin kötü, piyasa mekanizmasýnýn ise tek çýkar yol olmasý nedeniyle KÝT'lerin yok pahasýna özelleþtirilmesi, ithalat kýsýtlamalarýnýn kaldýrýlmasý, tarýmsal desteklerin gereksizliði, atýlan adýmlarýn ayrýlmaz parçalarýydýlar. Yine mali sermayenin isterlerine baðlý olarak, uluslararasý sermaye ve döviz iþlemlerinin serbest býrakýlmasý, borsanýn kurulmasý veya daha yetkin bir hale getirilmesi. Bunlara baðlý olarak da devletin tahvil ihracý yoluyla borçlandýrýlmasý ve yüksek reel faiz reçetenin olmazsa olmazlarýydý.

Aslýnda krize çözüm olarak önerilen yollarýn daha derin krizlerin oluþmasýna kapý araladýðý, salt ortaya çýkan krizlerle deðil yukarýda da dile getirdiðimiz ifadelerle görülüyor. Üstelik bunlar, krizlerin yolunun nasýl kesileceði yolunda ahkam kesen, yeni-liberalizmin usta sözcüleridir. Bu ekonomik tezlerin siyasi sonuçlarýnýn ne denli aðýr felaketlere yol açtýðý, ayrýca irdelenmesi gereken bir konudur ki sýnýf baðlamýndan koparýlarak anlaþýlabilmesi hiç mümkün deðildir. Bir yanýyla Ülkede yaþadýðýmýz bu koþullar bildik verilerle bizleri yüz yüze getireceði gibi, sorunu kavrama kolaylýðý da saðlayabilecektir. 24 Ocak Kararlarý Ülkede yeni-liberal stratejinin gündeme giriþi 24 Ocak 1980 tarihlidir. Bu tarih ki Özal' la anýlýr, adeta ülke tüm geçmiþ geleneksel yaklaþýmlarýndan uzaklaþtýrýlmýþ, bire bir yeni-liberal önermelerin yaþama geçirilmeye baþlandýðý bir evre olmuþtur. Daha Demirel Baþbakanken Özal tarafýndan tam 25 yýl önce hazýrlanan kararlar, bugün her ne kadar önemlerine uygun bir þekilde ele alýnmýyor olsalar da, bir baþlangýç olarak unutulmasý güç baþka verilerle desteklendiðinde çok daha anlaþýlýr olacaktýr. Bir baþka 25 yýl öncesi 'olayýn' yani 12 Eylül' ün hatýrlanmasý, daha da doðrusu kararlarýn yaþam bulabilmesi gerekli olan operasyonun hatýrlanmasý, kararlarýn muhtevasýyla ilgili olarak çok daha anlatýcý bir yol olacaktýr. Döneme karakterini veren olgular, toplumun tüm sýnýflarýný, ekonomik yapýlanmasýný, siyasal harmonisini, kültürel þekilleniþini derinden etkilemiþtir. Bugün her ne kadar çok gerilerde kalmýþ gibi olduysa da, o tarihten bu yana olan biten her þey tekrar tekrar mercek altýna alýnmak durumundadýr. Hele yeni-liberalizm baðlamýnda ortaya çýkan sonuçlarýn nedenlerini bulabilmek doðrudan bu dönemin kavranmasýyla mümkündür.

Bu yeni-liberal önermelerin sonuçlarý ayrýmsýz tüm ülkelerde ayný sonuçlarý verdi. Baþtan yüksek reel faiz ve özelleþtirilen þirketlerin ucuzluðu nedeniyle bu ülkelere döviz aktý. Bu döviz bolluðu ithalatý ucuzlatarak geçici bir refah yaþanmasýna neden oldu. Fakat gerek dýþarýdan gelen sermayeye ödenen yüksek meblaðlar, gerekse yabancý sermayeye satýlan büyük kamu iþletmeleri yoluyla ortaya çýkan kar transferleri bütçeyi ve yine bunun yanýnda milli geliri olumsuz bir þekilde etkiledi. Bunlar yanýnda düþük döviz kuruyla ortaya çýkan ithalat patlamasý büyük cari açýklara neden oldu. Bu durum söz konusu ekonomilerin, var olan baðýmlýlýk nedeniyle kýrýlgan bir yapýnýn oluþmasýný da kaçýnýlmaz kýldý. Gerek 1997 Uzakdoðu krizi gerek ardýndan oluþan krizler bu kýrýlgan yapýnýn ürünleriydiler. Bu politikalarýn uzantýsý olan hemen tüm ekonomilerde þu veya bu düzeyde bu krizlerin etkileri görüldü. Bizim örneðimiz en çarpýcý olanlardan biridir. Ama bize geçmeden önce yeni-liberalizmin duayeni Milton Friedman' ýn 2001'de özeleþtiri baðlamýnda söyledikleri, aslýnda esasa iliþkin bir özeleþtiri gibi deðil, egemen bakýþýn sarsýlmaz yoluna taþ döþemek olarak görülmelidir. Yine de dünün olmazsa olmazlarýnýn bir çýrpýda güverteden fýrlatýlýp atýlmasý egemenlerin nasýl çürük tahtalar üzerine kaleler inþa ettiklerini göstermektedir. Friedman þöyle diyor: '10 yýl öncesine kadar sosyalizmden

24 Ocak Kararlarý olarak bilinen ekonomi programý, 70'li yýllara kadar sürdürülen ve esasý da 'devlet korumasý altýnda sermaye birikim tarzý' yerine baþka yönelimler içine girilmesidir. Bu yaklaþým egemenlerin yeni bir sermaye birikimi giriþiminin ilk adýmýdýr. Bu giriþimin temelinde de korunmuþ bir iç 10


Kurtuluþ pazar ve devlet desteði yerine, dünya pazarýyla yeniliberal anlayýþla bütünleþme hedefidir. Nitekim bu yolda atýlan adýmlar bu hedefle doðrudan baðlantýlý sonuçlar üretmiþlerdir.

borcun ulaþtýðý boyutlardýr. Bir yýðýn palavraya karþýn ödenebilir olmaktan çýkan borçlar, sýcak paraya baðýmlýlýkla ekonominin kýrýlgan bir yapýya dönüþmesine neden olmuþtur. Tüm bunlar yanýnda alt sýnýflarýn alabildiðine yoksullaþtýrýlmasý bu politikalarýn kaçýnýlmaz bir sonucu olarak belirtilmelidir.

Fakat þu da bir gerçektir ki yeni bir yapýlanmaya yönelik adýmlar bir diðer yüzüyle, yeni bir sýnýflar arasý güç ve iliþki zemini de demektir. Yani gerek dünya planýndaki geliþmeler, gerekse ülkede mücadelelerin bir ürünü olarak bir bütün olarak emekçiler tarafýndan kazanýlan mevziler, egemenler bazýnda yeni adýmlar için birer engel haline geldiklerinden, tek tek geri alýnmak için uygun ortamlar yaratýldý. Zaten 70' li yýllarýn ortalarýnda kapitalizmin içine girdiði kriz her boyutuyla kendini ülkede de gösterdiði için, egemenler çeþitli giriþimlerle iþçi sýnýfýnýn kazanmýþ olduðu mevzilerin geri alýnmasý için bir takým adýmlar atmaya baþladýlar. Yani 24 Ocak ve 12 Eylül egemenlerin saldýrýsýnýn iki ayrý yüzüdür. Ama temelde ayný hedefe yönelik olduklarý da bir o kadar açýktýr.

Daha baþtan da belirttiðimiz gibi bu yeni-liberal saldýrý yaþamýn her alanýnda þu veya bu düzeyde etkilerini göstermiþtir, bu nedenle sorunu salt iþçi sýnýfý baðlamýnda ele almak durumu yeterince kavratýcý olmayacaktýr. Sosyalizme kadro planýnda desteði olsun, toplumsal muhalefet içinde tuttuðu yer olsun geçmiþte öðrenci gençlik önemli bir rol oynamaktaydý. Oysa özellikle Özal' ýn ben zenginleri severim temelinde dile getirdiði felsefesi sadece öðrenci gençliði deðil, bir bütün olarak aydýnlarý da etkilemiþtir. Her ne kadar baþtan egemenler planýnda bu politikalara bir karþýtlýk dile gelmiþ olsa da, hükümet olma olanaðý bulan her siyasal parti 24 Ocak' ýn devamcýsý olmuþtur. Dolayýsýyla bu yeni-liberal saldýrýnýn bir bütün olarak egemenlerin saldýrýsý olduðu oldukça açýktýr. Bu nedenle bunlara karþý üretilecek taktikler bu gerçekliði gören bir yerden olmak zorundadýr. Bugün de her ne kadar farklý bir hükümet yönetimde olsa da,yürüttüðü politikalarýn da gösterdiði gibi esasa deðgin bir farklýlýk yoktur temel emperyal dünyaya entegrasyondur ve iþler bu temelde yürütülmektedir.

Gerçekten de sözünü ettiðimiz adýmlar, sonuçtan bakýldýðýnda daha bir berrak görüldüðü gibi, sýnýf düþmaný yüzü kadar, dünya kapitalizmiyle entegrasyon hedefleriyle, doðrudan baðlantýlý olmuþtur. Dünyadaki örneklerinden farklý olmayan bir þekilde, özelleþtirmelerle sýnýfýn tüm kazanýmlarýný kaybettirmeye yönelik adýmlarý bir yana, geleceðe dönük bir yýðýn handikabýnda temelleri atýlmýþtýr. Sendikasýzlaþtýrma, kamu hizmetlerinin özelleþtirilmesi, iþsizliðin yolunun açýlmasý bir çýrpýda sayýlabilecek örneklerdir. Yine unutulmadan belirtilmesi gereken bir baþka örnekse 'esnekleþme' adýmlarýyla patron-iþçi 'dayanýþmasýnýn' kaçýnýlmaz hale getirilmesi, diðer yüzüyle sýnýf dayanýþmasýnýn zaafa uðratýlmasýdýr. Unutulmadan belirtilmesi gereken önemli bir adým da, tarýmýn dünya kapitalizminin isterlerine tabi hale getirilerek köylülüðün yoksullaþtýrýlmasý ve emekçilerin muhtemel güç birliklerinin önünün kapatýlmaya çalýþýlmasýdýr. Bir kez daha belirtmek gerekir ki tüm bu adýmlar 12 Eylül' ün aðýr baský koþullarýnda yaþam bulmuþlardýr. Bugün hala o dönemde temelleri atýlan politikalar sürdürülmeye çalýþýlmaktadýr. Oysa 24 Ocak' la uygulamaya konan yeni-liberal adýmlar bir yýðýn baþarýsýzlýða da uðramýþlardýr. Biliyoruz ki 24 Ocak ayný zamanda ekonomik krizden çýkýþ ve ekonomiyi istikrara kavuþturma reçetesidir. Oysa art arda yaþanan 1994, 1999 ve 2001 krizleri bu tarihlere kadar hiç görülmeyen bir derinlikte olmuþlardýr. Her ne kadar keyfi göstergelerle çeþitli alanlarda parlak tablolar ortaya konsa da ödemeler dengesinde görülen açýk yeni bir krizinde habercisidir. Yine belirtilmeden geçilmemesi gereken önemli bir faktör dýþ

Aslýnda gerek Dünya planýnda üst üste yaþanan krizler, gerekse döneme uygun üretilen politik ve askeri taktikler adeta kendi sýnýrlarýna gelip dayanmýþlardýr. Salt Fukuyama' dan aktardýklarýmýz deðil, bu ana eðilimin açmazlarýný gören sözgelimi Stiglitz gibi muteber þahýslarýn tutumlarý da oldukça çarpýcýdýrlar. Ama tüm bunlar yanýnda ABD' nin kendi attýðý adýmlar sonucu yaþadýðý tecrit çok daha önemli bir göstergedir. Özellikle Baþkan Bush' un takýmýnýn içine düþtüðü açmazlar, kendileri kabul etmeseler de geri çekilmeleri ciddi uyarýlardýr. Zaten oldukça keskin laflarýna karþýn önceki adýmlarýný tekrarlama güçlerinin olmadýðý hemen her gün kendini gösteren açýk bir vakýadýr. Bu nedenle durumu daha da aydýnlatacak ve buradan öteye geliþmelere ýþýk tutacak bir þekilde Bush takýmýný yani yenimuhafazakarlarý ele almak yararlý olacaktýr. Yeni Muhafazakarlýk Eðer kýsa bir þekilde muhafazakarlýðýn ortaya çýkýþýna deðinmek gerekirse; Fransa da devrim yýllarýnda Jakoben uygulamalara bakmak ve onlarýn eski toplumun kural ve deðerlerine yönelik saldýrýlarýna karþý bir tepki olduðunu, belirtmek gerekir. Bu nedenle sýnýfsal bir saptamayla ifade etmek gerekirse 11


Kurtuluþ en kaba ifadesiyle, burjuvazinin yýkýlan dünyayla bað kurarak yani feodallerle ittifaký savunan kesiminin, Jakoben atýlýma karþý çýkan bir eðilimidir demek, gerçeði ifade etmek olacaktýr. Bu baðlamda Fransýz devriminin bir anlamda içeriði olan aydýnlanma ve moderniteye karþý bir tepki hareketidir. Yine bu nedenle muhafazakarlýk eski kurumlarýn yeni düzende de korunmasý ve zamanýn eskitmesine býrakýlmasýný, daha doðrudan söylemek gerekirse, evrimci bir yol önermesidir. Ama yine þüphe yok ki süreç içinde muhafazakarlýk, bir burjuva eðilim olarak sýnýfsal konumlanýþýnda, koþullarýn gerektirdiði deðiþikliklerle varolmaya devam etmiþtir.

gelerini savunmak ve savaþýn yeni teknolojilerle mümkün olacak dönüþümü boyunca Amerikan üstünlüðünü korumak üzere 'demokratik barýþ kuþaklarýný' güvenlik altýna almak ve geniþletmektir." Görüldüðü gibi geleceðe yönelik adýmlar belirgin bir tarzda raporda ifadesini bulmuþlardýr. Yine bu baðlamda PNAC tarafýndan yayýnlanan'Ýlkelerin Ýlaný' isimli bildirgeyi imzalayan isimlerde geleceðe referans olabilecek faktörlerdir. Bir kaçýndan söz etmek durumu anlatmaya yeterli olabilecektir: Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Zalmay Khalilzad, Richard Cheney. Bu isimlerin uygulamalar da aldýklarý yer bir yana, geleceðe dönük öngörüler babýndan 1997 yýlýnda Baþkan Clinton' a gönderilen mektupta söylenenler oldukça çarpýcýdýrlar. Gerçekten de ne yapýlmasý gerektiði yolunda söylenenler daha sonra yaptýklarýný anlatmaktadýr. Burada artýk devamý mektubun içeriðiyle getirmek çok daha uygun olacaktýr. Buna göre "Afganistan ve Irak' a müdahale edilmesi, Ýran ve Suriye'nin etkisizleþtirilmesi, Ýsrail'in desteklenmesi ve askeri harcamalarýn arttýrýlmasý" gibi bir dizi baþlýk söz konusudur. Bu söylenenlerden sonra 'Ýlkeler Bildirgesi' nin son bölümünü buraya almak ve yine bu saptamalarý 'Yeni Muhafazakarlar' ýn misyonlarýyla tamamlamak da oldukça öðretici olacaktýr. 'Bildirge' esas olarak 'krizler gerçekleþmeden duruma müdahaleyi' ve yine bununla birlikte 'Amerikan liderliðinin' önemine iþaret ederken bu perspektif ýþýðýnda ulaþýlan dört sonucu þöyle sýralýyor:

Burada konu, sorunun bir belirleyicisinden yani dinden bahsetmeden, yeterince anlaþýlýr olamaz. Çünkü din muhafazakarlýðýn olmazsa olmazlarýndandýr. Ýstikrar ve bir otorite aracý olarak din tek kelimeyle önemli bir fonksiyon üstlenir. Ama yine bununla birlikte týpký Bush' un akýl hocalarýnýn yaptýðý gibi nispeten modern sayýlabilecek bir yoruma uðratýlýr, tabir yerindeyse din dünyevi kýlýnýr. Özetle söylemek gerekirse din, kapitalizmin bir engeli olmaktan çýkarýlýr ve kapitalizmin geliþimi için bir unsur haline dönüþtürülür. Nitekim 2000 seçimlerinde iktidara gelen Bush ekibinin karakteristik özelliði; 'Hýristiyan köktenciliði ile yeni muhafazakar ekibi' birleþtirmiþ olmasýdýr. Hýristiyan köktenciliðin temsilcisi hükümette Adalet Bakaný John Ascroft iken, yeni muhafazakar eðilimin temsilcisi Savunma Bakaný Paul Wolfowitz' dir. Ayný Wolfowitz bugünse Dünya Bankasý Baþkanýdýr.

"Eðer bugün küresel sorumluluklarýmýzý yerine getireceksek, gelecek için silahlý güçlerimizi modernize etmeliyiz ve savunma harcamalarýný önemli miktarda arttýrmalýyýz.

Yeni muhafazakarlarýn ortaya çýkýþý, þekilleniþleri, onlarýn görüþlerinin bir ifadesi olan ve bugünde hala ABD' nin global politikalarýna yön veren 'Project for New American Century'(PNAC) (Yeni Amerikan Yüzyýlý Projesi) adlý raporla iliþkilidir. Onlara göre 'Clinton döneminin bitmesiyle neo-liberal ve geleneksel realist politikalar son bulmuþtur'. Yine artýk bu politikalar yerine 'önleyici vuruþ stratejisi'ni esas alan politikalar gereklidir. Bu bakýþ açýsýný bugün artýk daha da doðrudan deðerlendirme olanaklarýna sahibiz. Çünkü Bush' un ilk dönemi uygulanan politikalar bu yaklaþýmýn açýk ürünleridir. Rapor' dan aktaracaðýmýz satýrlar çok daha öðreticidirler:

Demokratik müttefiklerimizle olan baðlarýmýzý güçlendirmeliyiz; çýkarlarýmýza ve deðerlerimize düþman rejimlere meyden okumalýyýz. Yurt dýþýnda politik ve ekonomik özgürlük davasýný geliþtirmeliyiz. Güvenliðimize, baþarýmýza, ilkelerimize dost olan bir uluslar arasý düzenin korunmasý ve geniþletilmesi konusunda Amerikan' ýn eþsiz rolünün sorumluluðunu kabul etmeliyiz."

"Amerikan' in stratejik hedefi Sovyetler Birliði' nin güçlenmesini engellemek olagelmiþti, bugünün görevi Amerikan çýkarlarýna ve ideallerine hizmet eden uluslar arasý bir güvenlik ortamýný korumaktýr. Soðuk Savaþ döneminde ordunun görevi Sovyet yayýlmacýlýðýný önlemekti. Bugün ordunun görevi ise yeni bir büyük gücün rakip olarak geliþmesini önlemek, Avrupa, Doðu Asya ve Ortadoðu'nun kilit böl-

Özellikle 11 Eylül eylemi yani ikiz kulelere saldýrý sonrasý, tezlerin doðrulandýðýný varsayan yeni muhafazakarlar, ýsrarla 'Yeni Amerikan Yüzyýlý Projesi' nde dile getirilen dört misyona atýfta bulunur oldular. Kýsaca özetlemek gerekirse söylenenler þunlarý içeriyordu: 12


Kurtuluþ "1 Anavatanýn Savunulmasý. Birinci olarak, Amerika anavatanýný savunmalýdýr. Soðuk Savaþ boyunca, nükleer caydýrýcýlýk anavatanýn savunulmasýndaki en önemli noktaydý, bu durum halen devam etmektedir... 2. Büyük Savaþlar. Birleþik Devletler eþzamanlý ve büyük ölçekli savaþlar için süratle ve çok sayýda konuþlanabilecek ve kazanabilecek; ayýn zamanda ileri üslerin bulunmadýðý bölgelerdeki beklenmedik acil durumlara yanýt verebilecek yeterli miktarda askeri gücü elinde tutmalýdýr... 3. Asayiþ Görevleri. Pentagon, büyük savaþ kampanyalarýna gerek kalmadan bugünkü barýþý koruyacak güçleri elinde bulundurmalýdýr... 4. ABD Silahlý Kuvvetleri' nin dönüþtürülmesi. Son olarak, Pentagon, geliþmiþ teknolojinin askeri sistemlerde kullanýlmaya baþlanmasýnýn ateþlediði 'askerlikteki devrimi' artýk kendi çýkarlarý için kullanmaya baþlamalýdýr..."

olumsuz etkileyecek her türlü güce karþý anayasal düzenlemelerle jandarma rolü üstlenen' bir ulus devlet özlemidir bu. Bu sorumlulukla davranacak ulus devletlerin temel görevi de 'piyasa ve rekabetçi pazarlarýn korunmasý' dýr. Diðer bir ifadeyle dünya planýnda ABD hegemonyasýný pekiþtirmek bu ulus devletlerin asli görevi olacaktýr. Buradaki ulus kavramý anti-emperyalizmi deðil, ABD iþbirlikçiliðini anlatmaktadýr. Yine bu yeni savunma stratejisi ABD egemenliðini tüm diðer uluslarýn önüne koyan ve adeta bir alt üst iliþkisini pekiþtiren anlayýþla, egemen konumun devamýný saðlayacak tedbirler içeriyor. Bu baðlamda da strateji omurgasýyla aslýnda, kestirme bir yolla önlemlerin neler olacaðýný þekillendiriyor: "ABD 'yi doðrudan bir saldýrýdan korumak, küresel düzeyde stratejik eriþim ve hareket özgürlüðünü korumak, ittifaklarý ve iþbirliklerini güçlendirmek, ABD ve müttefiklerinin güvenliðini koruyacak uluslararasý bir sistem oluþturmak" Yani ABD'nin önüne koyduðu yol haritasýný dikensiz bir gül bahçesine çevirmek bu 'yeni savunma stratejisi' nin temel görevidir. Aslýnda stratejinin adý da gerçek amacýn gizlenmesinden baþka bir þeyi içermiyor. Dünyanýn bir numaralý gücünün savunmasýndan söz edilirken bilinen gerçekler bir yana, ýsrarla ABD saldýrýlarý bu isim altýnda gizlenmeye çalýþýlýyor. Yine sözde özgürlüklerin savunusu altýnda ABD hegemonyasý pekiþtirilmeye çalýþýlýyor.

Daha öncede belirttiðimiz gibi kavramlar farklý þeyler anlatýyor olsalar da aslýnda temelde emperyalist kapitalist dünyanýn, global çerçevede yürütmek istedikleri politikalara iþaret ediyorlar. Buna hegemonya baðlamýnda daha yazýnýn baþlarýnda iþaret etmiþtik. Buradan hareketle gerek liberalizm, gerekse yeni muhafazakarlar üzerine söylediklerimizi hatýrlayarak bir farka iþaret etmek gerekirse, bugüne kadar pratik örneklerden hareketle de çok rahatlýkla konuyu belirginleþtirebiliriz: Nasýl yeni liberaller esas olarak küresel pazara iliþkin önlemlerde iktisadi araçlara öncelik veriyorlarsa, ayný þekilde bunlardan farklý olarak yeni muhafazakarlar, 'zor kullanmak, rejimleri deðiþtirmek, açýk iþgal (Irak ve Afganistan) ve darbe düzenlemek(Venezüella) gibi siyasi ve askeri araçlarý da devreye sokan' bir yaklaþým sergiliyorlar. Yani sorun hegemonyada isterlerin ayný olmasý, fakat buraya ulaþabilmek için yürütülecek yollarda ortaya çýkan farklarda yatmaktadýr. Bir kez daha unutmadan söylemek gerekirse konu; Lenin'in tekeller ve emperyalizm üzerine belirlemeleri ýþýðýnda algýlanmak durumundadýr.

Bu stratejinin temel saptamasý; ABD'nin kendine rakip olabilecek bir gücün ortaya çýkmasýna engel olma kararlýlýðýnýn ifade edilmesidir. Yine bunun yanýnda ABD'nin hareket yeteneði ve herhangi bir yere ulaþýmýnýn engellenemeyecek koþullarýnýn oluþturulmasý ikinci temel yönelimdir. ABD tüm bu yöntemler ve politikalarý yaþama geçirirken kendi meþruiyeti dýþýnda hiçbir meþruiyeti tanýmamaktadýr. Bu nedenle 'Savunma Stratejisinde' Birleþmiþ Milletler, NATO ve BM Güvenlik Konseyi gibi kurumlardan hiç söz edilmiyor.

Yeni Durum Artýk ABD'nin yeni savunma stratejisi eski söylemi de aþarak, bir dünya 'egemeni' tavrýný yansýtýyor. Daha önce imparatorluk politikalarýný hissettiren tavýr, buradan öteye yeni savunma stratejisi ile durumu adeta perçinliyor. Yaþanan olaðan üstü koþullar ayný zamanda, yeni strateji ile ABD' ye bu koþullar ile baðlantýlý görevler yüklüyor. Rumsfeld' in imzasýný taþýyan 'Savunma Stratejisi' ulus devletin güçlendirilmesini öneriyor. Týpký Francis Fukuyama'nýn son kitabý 'Devletin Ýnþasý' n da anlattýðý gibi. Yani 'sermayenin verimliliðini ve karlýlýðýný

Ama bu güne kadar yürütülen politikalarýn da gösterdiði gibi, bu stratejide önemli bir yer tutan konu, terörizmle savaþ baðlamýnda; 'terörizme karþý savaþýn aslýnda radikal Ýslamla ýlýmlý Ýslam arasýnda bir iç savaþ olduðunun tüm Müslümanlara anlatýlmasý' olduðu sarih bir halde sunuluyor. Gerek ABD' nin son dönem yürüttüðü operasyonlar, gerekse terörizme yaklaþýmý kýsa erimde denetim altýna alýnmak istenen bölge konusunda tereddüde yer býrakmýyor. Tüm geliþmeler ABD'nin doðrudan Avrasya' yý hedeflediðini gösteriyor. Oluþturulmaya çalýþýlan geniþ ittifaklar, dünyaya yayýlan üsler, çeþitli iþbirlik13


Kurtuluþ leri ve baðýmlý devletlerle ABD'nin Avrasya da bir imparatorluk peþinde olduðu artýk bir su geçirmez gerçekliktir. Ama bu madalyonun bir yüzüdür.

planýnda siyasi belirlemeler de bulunurken, hem ABD' nin ulaþtýðý gücü, hem bu güce dayanarak attýðý adýmlarý ve tüm bunlara baðlý olarak ABD'nin üst üste içine düþtüðü açmazlarý görmek ve bunlara baðlý olarak taktikler üretmek zorunluluðu söz konusudur. Böyle bir yaklaþým sergilemeden üretilecek politikalar ya hedef þaþýrmasýna ya da gerçekliðin göz ardý edilmesine neden olabileceklerdir. ABD attýðý tüm adýmlarda sadece günün deðil geleceðin hesaplarýyla davranmaktadýr. Dolayýsýyla bu uzun perspektifli politikalara karþý çýkýþlar da ayný içerikle ele alýnmak durumundadýrlar. Sorunu böyle irdelememek kýsa erimli hesaplar içine girmek, bir diðer görünümüyle sýnýf mücadelelerinin karmaþasý içinde kaybolmak anlamýna da gelecektir. Bu baðlamda bir bütün olarak emperyalist kapitalist dünya düþünüldüðünde okun sivri ucu ABD' ye çevrilmek zorundadýr. Bu gerçeklik görülemedikçe ne düþman içinde çeliþkilerden yararlanmak ne de tutarlý ittifaklar oluþturabilmek olanaklarý vardýr. Özellikle bölge de sapla samanýn karýþtýrýldýðý bir evrede bu uyanýklýk içinde olmamak, bir bütün olarak emperyalizmin özel olarak da ABD emperyalizminin ekmeðine yað sürmek olacaktýr. Yine ülke de ABD baðlamýnda geliþtirilen milliyetçiliðin son tahlilde Kürtler dolayýmýyla gündeme girdiðinin görülememesi, tutarlý bir anti-emperyalizmin ancak enternasyonalist bir içerikle savunulduðunda ittifaklar açýsýndan önem kazanacaðý, bir baþka vakýadýr. Dolayýsýyla bölgede bir anti emperyalist cephenin oluþturulmasýna yönelik adýmlar ayný zamanda, günün koþullarý da düþünüldüðünde, anti-þovenist bir mücadeleyle paralel bir tarzda ele alýnmalýdýr.

Madalyonun diðer yüzüyse, ABD'nin dünya planýnda yaþadýðý tecrittir. En yakýn müttefikleriyle yaþadýðý çeliþkiler, her þeye karþýn dünya planýnda engellenemeyen yeni güçlerin ortaya çýkýþý, kapitalizmin eþitsiz geliþiminin ürettiði yeni sorunlar ve her þeyden önemlisi ABD'nin iþgale yöneldiði alanlarda içine düþtüðü bataklýðýn derinleþmesi ve direniþ güçlerinin etkilerinin geniþlemesi ABD' nin hedeflerine pek kolay ulaþamayacaðý yolunda oldukça ciddi emareler olarak algýlanmalýdýrlar. Ama tüm bu söylediklerimizden daha önemli olan kýsým ABD'nin kendi yaþadýðý problemlerdir. Dünyanýn en büyük ekonomisi ayný zamanda en büyük açýklarýn ekonomisidir. Bu durum diðer yüzüyle dünya üzerinden geçinen bir yapýyý anlatmaktadýr. Yine dünyanýn gerek en yüksek askeri harcamalarýna, gerekse en yüksek askeri teknolojisine sahip olan ülke iþgal ettiði yerlere gönderecek asker bulmada güçlük çekmektedir. Dolayýsýyla Pazar paylaþýmýnýn asli gerekleri her geçen gün ABD'yi fazlasýyla zorluyor olmaktadýr. Þüphesiz buradan ABD'nin kendiliðinden gerileyeceðini çýkarmak saðlýklý bir sonuç olmayacaktýr. Buradaki saptama ABD'nin yüz yüze olduðu çýkýþsýzlýk ve devrimci rotanýn tayininde göz önüne alýnmasý gereken unsurlarýn öne çýkarýlmasýdýr. Buradan öteye gerek global planda, gerekse ülke

* * *

14


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Sosyalist Hareket ve Milliyetçilik -1-

K

onunun kapsamý göz önüne alýndýðýnda, bir dergi yazýsýnýn sýnýrlý hacmi içinde, sosyalist hareket-milliyetçilik iliþkisini bütün yönleri ve baðlantýlarýyla, teorik-politik-kültürel geçiþkenlikleri içinde, irdelemenin güçlüðü açýktýr. Milliyetçilikle sosyalizmin sembiyotik iliþkisi, Türkiye sosyalist hareketine özgü bir durum deðildir. Kapitalist üretim iliþkileriyle birlikte modern sýnýflarýn ortaya çýkýþý ve burjuvazinin egemen sýnýf olarak örgütlenmesi, uluslaþma sürecinin ulusal pazarlarýn kontrol ve denetimini saðlamak için, ulus devletler biçiminde tamamlanmasý, ayný zamanda burjuvaziye karþý proleteryanýn mücadelesinin baþladýðý tarihsel bir evredir. Batýda, kapitalist üretim iliþkilerinin feodal üretim iliþkilerinin yerini almaya baþladýðý tarihsel evrede burjuvazi, tarihsel olarak devrimci bir sýnýf olma niteliði ile, toplumun diðer ezilen sýnýflarýný, kendi sýnýf çýkarlarýnýn bir ifadesi olarak þekillendirdiði siyasal hedefler doðrultusunda, yol alan "zafer arabasýnýn" peþine taktý. Batý toplumlarýnýn tümünde bu süreç eþ zamanlý olarak yaþanmadý. Hatta burjuvazi, Avrupa'nýn her yerinde hep devrimci yöntemlerle hedefine ulaþamadý. Bir çok ülkede feodal aristokrasi ile uzlaþarak egemen sýnýf olma pozisyonunu elde etti. Ulus devletlerin oluþum süreci, yeni toplumun içinde farklý çýkarlara sahip sýnýflarýn birbirleriyle mücadele etmeye baþladýðý bir süreç olarakta yaþanmaya baþladý. Kapitalist üretim iliþkileriyle birlikte, bu üretim iliþkilerinin ortaya çýkardýðý iki temel sýnýftan birisi olan proleterya, tarihin dönüþtürücü

Mustafa Kahya 15


Kurtuluþ yeni devrimci sýnýfý olarak yeni bir toplum hedefiyle ve kendi bayraðýyla mücadeleye atýldý.

1914'den önce Alman Sosyal Demokrat partisinin sol kanadýnda yer alan Konrad HAENÝSCH savaþ çýktýðýnda, "yýllardan sonra ilk kez, sesinin olanca gücüyle Alman milli marþýnýn nakaratlarýný söyleyebileceði, 1914 Agustos'unun kendisi için iç rahatlatýcý bir boþalma aný olduðunu" itiraf etmiþtir. Alman Sosyal Demokrat partisinin bu geleneði daha sonraki yýllarda da devam ettirildi. Nazi'lerin Almanya'da iktidar olduðu 1933 yýlýnda, Alman Sosyal Demokrat partisinin Nazi'ler tarafýndan kapatýlmasýndan 14 gün önce, Berlin'de bulunan parti yürütme kurulu, yurtdýþýna kaçmýþ olan Vogel ve Wels gibi seçkin sosyal demokratlarý, "Nazi hükümetine karþý çok olumsuz bir tavýr takýndýklarý" gerekçesiyle parti önderliðinden ihraç etmiþtir. Nazi'lerin saldýrgan milliyetçiliðini kýnamaya yanaþmayan Lothar ERDMANN gibi sosyal demokratlar, "sosyal demokrasi için milliyetçiliðin gerekli olduðunu" savundular. Sosyal demokrat önderlerden bazýlarý, II. paylaþým savaþý sonrasýnda "Nazi'ler tarafýndan yöneltilen bir Almanya'nýn, müttefiklerin zaferiyle parçalanmýþ bir Almanya'dan daha iyi olduðunu" öne sürdüler.

Kapitalizmin rekabetçi döneminde, devrimci bir sýnýf olma özelliðini taþýyan burjuvazi, tekelci kapitalist geliþmenin ortaya çýkmasýyla birlikte siyasal olarak gericileþti. Bu süreçte, kapitalist ülkelerin sömürge ve yarý sömürge ülkelere mal ihracýnýn yerini giderek sermaye ihracý aldý. Doðu Avrupa, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin pre kapitalist (feodal, Asyatik vb.) toplumsal iliþkileri, kapitalizmin emperyalizm evresinde, hýzla çözülmeye baþladý. Deniz aþýrý sömürge imparatorluklarýndan farklý olarak, toplumsal iliþkilerin despotik merkezi siyasal otoritenin belirleyiciliðiyle þekillendiði "iç imparatorluklar" (çarlýk Rusyasý, Osmanlý imparatorluðu, Avusturya-Macaristan imparatorluðu) birbir yýkýlma sürecine girdiler. Emperyalist güçler arasýnda dünya pazarlarýnýn paylaþýlmasý yönünde artan rekabet ve çeliþki, dünya savaþlarý olarak adlandýrýlan emperyalist paylaþým savaþlarýný kaçýnýlmaz hale getirdi. Proleterya, kendi bayraðýnda yazýlý olan, "Bütün Ülkelerin Ýþçileri Birleþin!" þiarý ile burjuvaziye karþý enternasyonal bir mücadele yürütürken, önderleri ve politik örgütleri aracýlýðýyla, uluslaþma sürecinde burjuvazinin ideolojisi olarak þekillenen milliyetçiliðin etkilerine açýk hale getirildi. Belirli tarihsel anlarda da milliyetçilik ideolojisinin yörüngesine sokularak, "ulusal dar görüþlülüðün" girdabýna sürüklendi.

I. paylaþým savaþý öncesi sosyalist hareket içinde belirgin hale gelen, bu "yurtsever ulusçuluk, ulusalcý sol"çizgi, yalnýzca Alman sosyalistlerine has bir durum deðildir. Alman Sosyal Demokrat partisi üzerinde daha çok durmamýzýn nedeni, o dönemde Alman sosyalist hareketinin dünya sosyalist hareketi içinde belirleyici konumda oluþudur. II.Enternasyonal partilerinin bir çoðunda, özelliklede Avrupa'nýn sömürgelere sahip hemen hemen her ülkesinin sosyalist partilerinde de ayný durum görülür. II. Enternasyonali, proleteryanýn Enternasyonalist ilkelerinden uzaklaþtýran bu "milliyetçilik" zehiri, proleteryayý, savaþý kendi burjuvazisi ve egemenlerine karþý iç savaþa dönüþtürme pozisyonundan alýkoydu. Farklý uluslardan proleterler, milliyetçi ön yargýlarla kendi emparyalist burjuvazilerinin saflarýnda savaþa girerek, birbirlerinin kurbaný oldular.

Kapitalizmin tekelci aþamasýnda, emperyalistler arasý Pazar paylaþýmý için rekabetin arttýðý ve sürecin Pazar paylaþým savaþlarýna doðru evrildiði bir dönemde, Alman Sosyal Demokrat partisi, "Sosyal yurtseverlik" argümaný ile kendi emperyalist burjuvazisinin safýnda yer alarak, enternasyonalizm yerine sosyal þoven bir kulvara sürüklendi. 1914 Aðustos'unda, Alman Sosyal Demokrat partisinin parlemonto grubu Reichstag'da savaþ bütçesini onayladý. Pek çok ünlü Sosyal Demokrat önder bu tutumu, "Sosyal Demokrat partinin ulusal anlamda güvenirliðini kanýtlamasý" olarak savundu. Alman Sosyal Demokrat partisine içsel olan, "proleteryanýn mücadelesinde Alman'larýn üstünlüðü" tezi, Alman Sosyal Demokrat partisinin efsane önderlerinden August BEBEL tarafýndan ileri sürüldü. Bebel, Alman üstünlüðüne öylesine inanýyordu ki, "Alman Sosyalist hareketinin dünyanýn en önemli Sosyalist hareketi olmasý raslantý deðildir. Modern toplumun yasalarýný keþfedenlerin Alman olmasý bir raslantý deðildir." Diyecek kadar, Alman olarak üstün olma vasfýný öne çýkarýr.

Baþka nedenlerin yanýnda, sosyalist harekete musallat olan bu ulusalcý yönelim, II. Enternasyonalin parçalanmasýný getiren belirleyici faktörlerden birisiydi. Bu geliþmelerin sonucu olarak, Lenin'in önderliðindeki Bolþevik partisinin öncülüðünde, II. Enternasyonalden kopan enternasyonalist partiler III: Enternasnoyali kurdular. 1917 Ekim devrimi, batýnýn proleteryasýyla, doðunun ezilen halklarý arasýnda bir mücadele köprüsü oluþturarak, enternasyonalizm bayraðýna "Bütün Ülkelerin Ýþçileri ve Ezilen Halklar Birleþin!" þiarýný yazdýrdý. III. Enternasyonal, proleteryanýn sosyalizm davasýyla, ezilen halklarýn emperyalizme karþý sömürgecilikten kurtuluþ davasýný birleþtirerek, emperyalizme ve 16


Kurtuluþ kapitalizme karþý mücadelede yeni bir çýðýr açtý. Ne varki, III. Enternasyonalin I. Kongresinde, ulusal sorunlara iliþkin yaklaþýmlar, teorik formülasyonlar ve eklektik sözcük yýðýnýndan öteye programatik ve politik bir içerikle ele alýnamadý.

likle iliþkisi doðru kavranamaz. Türkiye sosyalist hareketinin milliyetçilikle iliþkisini salt "kendine özgü" bir durum olarak görmek onun dünya sosyalist hareketi ile baðlantýlarýný gözardý etmek olur. Bu durumun yaratacaðý bütünlüklü deðerlendirme eksikliði ve sakýncalar biryana, sosyalist harekete musallat olan milliyetçilik belasýna karþý ideolojik mücadelenin yürütülmeside "kendine özgü" bir duruma dönüþerek sakatlanýr. Türkiye sosyalist hareketinin ilk kadrolarýndan bazýlarýnýn, Osmanlý imparatorluðunun I. pazar paylaþým savaþýnda yanýnda savaþa girdiði Almanya'da öðrenim görenlerden, bazýlarýnýn da, esas olarak "güvenlik gerekçesiyle ve emperyalizmin geriletilmesi" hedefiyle milli mücadeleyi destekleyen Sovyetler Birliðine, "suyu aramaya gidenlerden" oluþmasýnýn, Türkiye sosyalist hareketinin ortaya çýkýþýndan itibaren milliyetçi etkilere açýk þekillenmesinde, temel önemde bir rolü vardýr.

III. Enternasyonalin II. Ve III. Kongrelerinde Lenin ve Hindistan delegesi Roy'un çabalarýyla, sosyalizm mücadelesi ile ezilen halklarýn emperyalizme karþý mücadelesi, somut politik bir program çerçevesinde "demokratik bir programa sahip ulusal hareketlerin devrimci ulusal hareketler olduðu ve bu hareketlerle proleteryanýn ittifaký" savunularak birleþtirildi. Bu yaklaþýmýn sonucu olarak, 1920 yýlýnda Bakü'de, "I. Doðu halklarý kurultayý" toplandý. Ne varki, III.Enternasyonal de içinden çýkýp geldiði II.Enternasyonalin izlerinden ve gölgesinden kurtulamadý. II.Kongresindeki ulusal ve sömürgeler sorununa dair programatik yaklaþýmlar, politik bir deglerasyon olmaktan öte yaþam içinde bir karþýlýk bulamadý. I.si gerçekleþtirilen doðu halkarý kurultayýnýn II.si hiç bir zaman toplanamadý. Avrupa'dan, özellikle de Almanya'dan devrim beklentisinin boþ bir hayal haline gelmesiyle, "tek ülkede sosyalizm" zorunluluðunun ortaya çýkardýðý zorluklarla yüzyüze kalýnmasý, III.Enternasyonali hýzla "Sovyet'leri savunma örgütü" haline getirdi. Enternasyonal iliþkilerinin yerini devletten devlete iliþkiler aldý. II.Enternasyonali çürüten "ulusalcýlýk zehiri", farklý tarihsel koþullarda, farklý yöntem ve araçlarla ve farklý argümanlarla, III.Enternasyonali de çürüttü. Enternasyonal dayanýþmanýn yerini, Sovyet devletinin çýkarlarý ve güvenliði, daha sonralarý da Çin'in, Yugoslavya'nýn, Arnavutluk'un çýkarlarý ve güvenliði aldý.

Dünya sosyalist hareketindeki milliyetçi çizgiye kýsaca deðindikten sonra, bu çizgi ile baðlantýlý Türkiye sosyalist hareketinin çýkýþýndan itibaren milliyetçilikle iliþkisine geçebiliriz. 1900'lu Yýllar ve Cumhuriyetin Kuruluþ Dönemi Örgütlü baþlangýcý 1908 sonrasý Selanik Sosyalist Ýþçi Federasyonuna ve ÝÞTÝRAK gazetesine dayanan Türkiye sosyalist hareketi, milliyetçilik ve solculuk arasýnda gidip gelen bir baþlangýç süreci içinde þekillenmiþtir. Zaman zaman bu iki hareketin ayný saflarda buluþtuðuda olmuþtur. Alman Sosyalistlerinden Parvus'un Türkiye'nin mali durumuyla ilgili yazýlarý, tefrika halinde milliyetçi "Türk Yurdu" dergisinde yayýnlanmýþtýr. Parvus, "kolonyalizm yýkýlmadan sosyalizmin kurulamayacaðý" düþüncesi nedeniyle, Ýttihatçýlar tarafýndan kendilerine yakýn görülen bir sosyalist düþünürdür. Yine Türk'çülüðün ideologlarýndan Ziya GÖKALP'in "Yeni Felsefe Mecmuasý" dergisinde sosyalistlerinde yazmasý, milliyetçi ideoloji ile sosyalistlerin yakýn iliþki içinde olduðunu göstermek bakýmýndan önemlidir. O tarihlerde Türk milliyetçiliðinin "sosyal programý"nýn sosyalist fikirlerin etkisi altýnda þekillendiði de söylenebilir. Sosyalist hareketin daha sonraki önderlerinden Mustafa SUPHÝ, Þevtet Süreyya AYDEMÝR ve Ethem NEJAT o yýllarda Türk'çü-ittihatçý çizgide yer almýþlardýr.

Kýsaca yukarda özet olarak anlatýlan sosyalist hareketin milliyetçilikle baðlantýlý tarihinin ilk evresinde, burjuvazinin sahneye çýkýþýyla birlikte onun mezar kazýcýsý olan proleteryanýn da yeni bir toplum hedefiyle, tarihin yeni devrimci sýnýfý olarak mücadele sahnesine çýktýðýný; burjuvazinin, egemen sýnýf olmanýn olanaklarýyla proleteryayý, önderleri ve örgütleri aracýlýðýyla "milliyetçilik zehiri" vasýtasýyla nasýl "ulusal dar görüþlü" hale getirerek, kendi enternasyonalist amaçlarýndan uzaklaþtýrdýðýný gördük. "Sol ulusalcýlýðýn" ve soyalist hareket milliyetçilik iliþkisinin Türkiye'ye has bir durum olmadýðý, milliyetçilikle sosyalist hareket arasýndaki sembiyotik iliþkinin, proleteryanýn ve sosyalist hareketin dünya ölçeðinde ortaya çýkýþýyla birlikte oluþtuðu, bu iliþkinin tarihsel köklerinin ve teorik-politik besin kaynaðýnýn sosyalist hareketin tarihine içsel olduðu görülmeden, Türkiye sosyalist hareketinin milliyetçi-

"Sosyalistlerin Türk milliyetçileriyle örgütsel düzeydeki iliþkileri, 1912'de eski ittihatçýlar tarafýndan kurulan Milli Meþrutiyet Fýrkasý'nda açýkca görülür. Bu siyasi oluþum, Meþrutiyet döneminde programýnda açýk milliyetçi (Türk'çü) ilkelere yer veren ilk partidir. Mustafa SUPHÝ, bu partide faal görev yapmýþtýr. Siyasý hayatta fazla bir varlýk 17


Kurtuluþ gösteremeyen ve kýsa sürede faaliyetine son veren bu partinin en etkili faaliyeti, esasen Ýttihat ve Terakki'nin etkisinde olan Türk Yurdu dergi çevresi ile birlikte Ýstihlak-ý Milli Cemiyeti ni kurmasý olmuþtur." (Modern Türkye'de Siyasi DüþünceMilliyetçilik cilt 4 sayfa 442,Suavi AYDIN, Ýletiþim Yayýnlarý) O dönemin bir çok sosyalisti, bu gibi milliyetçi dernek ve partilerde çalýþmýþlardýr.

etkili oldu. "Enver Paþa Moskava'ya gittikten sonra Mustafa Kemal Paþaya yazdýðý mektupta 'Ýslam Ýhtilal Cemiyetleri Ýttihadý' projesini açmýþ ve Mustafa Kemal paþa bu giriþimi genel olarak onaylamýþtýr." (Modern Türkiye'de siyasi Düþünce-Milliyetçilik, cilt 4 sayfa 443, Suavi AYDIN, Ýletiþim Yayýnlarý) Ýttihat ve Terakkinin önderlerinden Halil Paþa ve adamlarýnýn Bakü'de bir "Türk Komünist Partisi" kurduðu da iddia edilmektedir. Enver ve Halil Paþalar, 1920 yýlýnda Bakü'de gerçekleþtirilen "Doðu Halklarý Kurultayý"nada katýlmýþlardýr. Bu kurultaya delege olarak Halk Ýþtirakiyün Fýrkasý baþkaný Mustafa SUPHÝ'de katýlmýþtýr. Bu tarihten sonra Anadolu'daki Ýttihatçýlar, "Halk Þüralar Fýrkasý Programý" üretme yönünde giriþimlere baþlamýþlardýr. Bu giriþimlerin ilginç olan tarafý, Mustafa SUPHÝ, Ethem NEJAT ve arkadaþlarýnýn Mustafa Kemal'e güvenerek Anadolu'ya geçmek için Trabzon'a geldiklerinde, Karadenizde boðularak katledilmelerinin; Çerkez Ethem'in tasfiye edilmesinin ve resmi bir "Türkiye Komünist Fýrkasý" kurulmasýnýn sonrasýnda baþlamasýdýr. Bütün bu olup bitenlere karþý, Mustafa Kemal'e ve Milli Mücadeleye Sovyetler Birliðinin desteði devam etmiþtir.

Osmanlý Ýmparatorluðunun çözülüþ sürecinde "batýlýlaþmayý" bir tür "anti batý" fobisiyle, "devleti kurtarma" düþüncesinin bir gereði olarak savunan Genç Osmanlý'lar, bu düþüncenin politik formülasyonu olarak "Ýttihat-ý Anasýr" hedefi ile hareket ettiler. Önce Yunanistan'ýn, Balkan savaþlarýnýn sonucunda da Sýrbistan, Makedonya ve Bulgaristan'ýn baðýmsýzlýklarýna kavuþmasýyla, Jön Türk'ler olarak ÝslamcýTürk'çü bir ideolojik yöneliþe girdiler. Ýttihat ve Terakki, ilk yýllarýnda içinde (Ýslamcý-LiberalMilliyetçi) bir çok akýmý barýndýran heterojen bir yapýdaydý. Balkan savaþlarýndan sonra Türk'çü (Turan'cý) bir ideolojik homojenliðe doðru evrildi. Almanya'nýn yanýnda I.paylaþým savaþýna giren Osmanlý'nýn, yönetici elitini oluþturan Ýttihatçýlar, konjektürün bir neticesi olarak kýsa süreli bir "Ýslam Ýttiha dý" arayýþýnada girdiler. Bu süreçte "o taraftakiler" olarak görülen Müslüman olmayan halklara yönelik, "topraklarýndan ve mallarýndan etme" yönünde bir "temizlik" baþlatýldý. 1915 yýlýnda Ermeni halkýna karþý uygulanan Tehcir Politikalarý sonucu 1 milyonun üzerinde Ermeni öldürüldü. Bu soykýrýmdan amaçlanan, Ermeni vatandaþlarýn topraklarýnýn müslümanlýk zemininde Türk'leþtirilmesiydi. Ayný zamanda ticareti ellerinde bulunduran Ermeni ve Rum'larýn mallarýna ve þirketlerine el konularak, mülkiyetin zor ve kýyým yoluyla el deðiþtirerek Türk'leþtirilmesiydi.

Sovyetler'in Milli Mücadeleye desteði ideolojik olmaktan çok taktiktir. "1922 Eylül ayýnda 'Türk Halkýna Barýþ' baþlýklý bir bildiride, 'Türk Hükümeti iþçi ve köylülerin hükümeti deðil, subay sýnýfýnýn ve Entellektüellerin hükümetidir. Ve bizim ideallerimize denk düþmeyen bir hükümettir' deniyordu. Ve FUAT SABÝT beyin yaptýðý sýnýfsal tahlilin III. Enternasyonal tarafýndan da benimsendiði anlaþýlýyor! Bu aþamada III. Enternasyonalin ve Sovyetler Birliði Hükümetinin, 'ideallerine ters düþen bir hükümeti'desteklemeye iten nedenler üzerinde durmak gerekiyor. Sorunun cevabýný KARL RADEK kýsmende olsa veriyor. KARL RADEK 1922 Ekim'inde yazdýðý bir makalede þunlarý söylüyor: 'Rusya Türkiye'yi destekledi, çünkü ilk baþta uluslar arasý emperyalizm tarafýndan sömürülen ve ezilen Doðu Halklarýný güçlendiren herþey ayný tehlikeye maruz olan Sovyet Rusya'yý da güçlendirir. Ve ikinci olarak, Rusya, Rusya'ya hububat taþýyan ve Rusya'dan petrol taþýyan gemilerin güvenliði ile pek yakýndan ilgiliydi. Çünkü Ýngiliz Amiralinin emirleriyle bu taþýma mümkün olmayacaktý.' (Fikret BAÞKAYA, Paradigmanýn Ýflasý, sayfa 116-117)

"Milliyetçiliðin siyasi bir proje olarak formülasyonunda Rusya Türk'leri ve Rusya'dan gelen Muhacirler(Yusuf AKCURA vb.) dikkate deðer bir rol oynadýlar. Herþeye raðmen, bir ideoloji olarak milliyetçiliðin esas itibari ile yönetici sýnýf katýnda kaldýðýnýn, oldum olasý asýl milliyetçi olanýn devlet aygýtýnýn adamlarý olduðunun bilinmesidir." (Fikret BAÞKAYA, Yediyüz, sayfa 280 Özgür Üniversite Yayýnlarý) I. Dünya savaþý yenilgisinin arkasýndan Sovyetler Birliðine kaçan ve orada önce Turanist emellerle hareket eden, sonralarý ise Turanist emellerinin gerçekleþme olanaðýnýn olmadýðýný görerek Sovyet yöneticileriyle iliþkiler geliþtiren Enver Paþa, Anadolu'daki Ýttihatçý kadrolarýn "sola" kaymalarýnda

Sosyalist hareketin örgütlü olarak ortaya çýkýþýndan itibaren, milliyetçi ideoloji ile sürekli bir geçiþkenlik iliþkisi gösteren geliþim seyri izlemesi, burjuva milliyetçiliðinin ittihat ve terakki devamcýsý milli mücadele sürecinde bu iliþkinin daha da 18


Kurtuluþ pekiþmesine neden olmuþtur. Bu mücadeleden "sosyal devrim beklentisi" düþlerine kapýlandar dahi olmuþtur. Dünyanýn yeniden paylaþýlmasý için girilen savaþýn taraflarýndan birisi içinde yer alýnmasý, yer alýnan tarafýn yenilmesi ile birlikte, yenen tarafýn iþgaliyle karþý karþýya kalýnmasý, milli mücadelenin anti emperyalist bir mücadele gibi gösterilmesine ve algýlanýlmasýna neden olmuþtur. Sovyet hükümetinin desteði, bu algýnýn pekiþmesinde ve giderek "sol"la kemalizmin örtüþmesinde önemli bir etkendir. Sosyalist hareketin o yýllardaki önderlerinden Þefik Hüsnü, milli mücadeleye biçtiði rolü ve beklentilerini anlatýrken nasýl bir ruh hali içinde olunduðunu da sergiliyor: "Gerçi biz baþlangýçta henüz siyasi inançlarý ve sýnýfsal nitelikleri biçimlenmemiþ, ülkücü önderlerin kurtuluþ savaþýmýzý gereði gibi baþardýklarýný ve deðeri inkar edilmez bir siyasi devrimi baþlattýklarýný dikkate alarak cumhuriyet yöneticilerine geniþ bir kredi açmýþtýk. Bizim gibi halký yoksul ve orta hallilerden ibaret olan bir ulusun yabancý kapitalizmin sömürü ve egemenliðinden uzak kalmasýnýn ancak ulusun büyük çoðunluðunu oluþturan iþçi ve köylü sýnýflardan güç alan, ortaklaþa yaþayýþa dayanan ekonomik kuruluþlarla mümkün olabileceðini ileri sürüyor ve yazýlarýmýzda bu yönde devrimimizin derinleþtirilmesini hükümetimizden diliyorduk. Bölyece kaderimizi elinde tutanlara, bizi kurtuluþa götürecek en kestirme yolu gösterdiðimiz kanýsýndayýz." (Þefik Hüsnüden aktaran, Geçmiþin Deðerlendirilmesi ve Öncü Savaþý, sayfa 23, Kurtuluþ Sosyalist Dergi yayýnlarý) Milli mücadelenin niteliðine iliþkin bu ve benzeri yaklaþýmlarýn daha ileriki yýllarda tezahürü "kemalizmle sosyalizm arasýnda aþýlmaz duvarlar yoktur" oldu.

karþý efsanevi baþarý elde edilmiþtir ! Savaþ süresinde iþgalci emperyalist ülkelerle sürekli olarak iþbirliði arayýþlarýný sürdüren Mustafa Kemal, Yunan ordusunun yenilip Anadolu'dan çýkarýlmasýyla birlikte yürürlüðe koyacaðý ekonomi politikalarda emperyalistlere güven verici olmak durumundaydý. Lozan barýþ görüþmeleri 4 Þubat 1923'te kesilerek, 17 Þubat 1923'te Ýzmir'de Ýktisat kongresi toplandý. Kongre, baþta emperyalist devletler olmak üzere yerli burjuvaziye güven vermeyi amaçlýyordu. Lozan görüþmelerinin yarýda kesilmesinin temel nedeni buydu. Koçgiri'deki isyanýn ezilmesinden sonra, 1925 yýlýnda Þeyh Sait isyaný bastýrýlýp isyanýn önderleri idam edilmiþtir. Þeyh Sait isyaný bahane edilerek çýkarýlan takrir-i sükun yasasýyla birlikte muhalefete karþý tam bir terör süreci baþlatýlmýþ, milletvekillerinden oluþan istiklal mahkemeleri kemalist rejimin kýyým makineleri olarak çalýþmýþtýr. 1927 komünist tevkifatýnda rejim tutuklananlara hafif cezalar vererek sisteme entegre etme taktiðiyle hareket etmiþtir. Vedat Nedim Tör ve arkadaþlarý Þefik Hüsnü ekibini ihbar etmiþlerdir. Vedat Nedim Tör, Þevket Süreyya Aydemir ve Ýsmail Hüsrev Tökin daha sonra "kadro" hareketinin kurucularý olmuþlardýr. Aslýnda ihbarcýlar ve ihbar edilenlerin kemalist harekete bakýþýnda köklü farklýlýklar yoktur. Komünist kadrolarla kemalist hareket arasýnda , sosyalist hareketle milliyetçi ideoloji arasýnda tam bir ünsiyet iliþkisi vardýr. Vedat Nedim Törle Þevket Süreyya Aydemir bu iliþkinin altýný çizerler. Durum öyle vahim bir hal almýþtýr ki, komintern, Þefik Hüsnü dýþýndaki tüm TKP yönetimini milliyetçilikle suçlamak zorunda kalmýþtýr.

Cumhuriyetin ilanýyla birlikte, daha önce verdiði sözleri unutan Mustafa Kemal, Osmanlý geleneðinin devamcýsý olarak tam bir istibdadi yönetime geçmiþtir. Milli mücadele döneminde Sovyetler Birliðinin desteðini saðlamak için bir yandan sahici olanlarýný yok ederken, diðer yandan resmi komunist partisi kurdurmuþ, kürtlerin milli mücadeleye katýlýmýný saðlamak ve kürt aþiretleri ve beyleriyle ittifak yapmak için "kürtlerin eþit haklara sahip olacaðý" vaatlerinde bulunmuþtur. Diðer yandan savaþ içinde emperyalistlerle iliþkileri sýklaþtýrmaya çalýþmýþ, sivas kongresinde "medeni bir ülkenin, özellikle de ABD'nin mandasý olmayý tercih ettiðini" bizzat ABD temsilcilerine bildirmiþtir. Ýþgalci emperyalist ülkelerin hiçbirisiyle (Maraþ, Gaziantep, Urfa, Adýyaman bölgelerinde Fransýzlarla kýsmi çatýþmalar dýþýnda) bir savaþa girmemiþ, esas olarak Yunanistan'a karþý bir savaþ yürütmüþtür. Yunanistan'ýn arkasýndaki emperyalist güçler, Sovyet tehlikesi nedeniyle desteklerini çekince "yedi düvele"

Þevket Süreyya bu noktaya nasýl gelindiðini þöyle anlatýyor "milliyetçilik isnadý doðruydu. Ben ilk gençlik yýllarýmda turancýydým. Kýzýlelmayý bulmak için Azerbaycan'a gitmiþtim. Bugün ayný kampta deðilim. Ama bende milliyetçiliðin aðýr bir tortusu kalmýþtýr. 1925'te TKP'nin siyasi büro sekreteriydim. TKP'de baðýmsýzlýk mücadelesini kominterne karþý ilk ben açtým... Komünist Partileri içinde milliyetçilik ilk defa TKP içinde baþlamýþtýr. Bunu kendime bir paye vermek için deðil, bir gerçeði tespit etmek için söylüyorum." (Aktaran Suavi Aydýn, Modern Türkiyede Siyasal Düþünce - Milliyetçilik, Cilt 4 sayfa 444, Ýletiþim yayýnlarý) Türkiye sosyalist hareketinin kemalist hareketle iliþkisini ve içiçeliðini belirleyen etmenlere, Cumhuriyetin ilanýndan sonra Halifeliðin ve Hilafetin 19


Kurtuluþ kaldýrýlmasý gibi "ilericilik" sayýlan uygulamalarda eklenmiþtir. Bu iliþki, Þefik Hüsnü'nün kemalizmle iliþkileri yeniden ele aldýðý deklarasyona kadar bütün örgütü kapsayan bir iliþki olarak geliþmiþtir.

lerinin ve delegelerinin verdikleri bilgiler ve yönlendirmelerle komintern, Kürt ayaklanmalarýný "feodal ve karþý devrimci kürtlerin Ýngilizler tarafýndan tezgahlanan hareketleri" olarak niteliyor. Bununlada kalýnmýyor, daha ileri gidilerek "Kürt ayaklanmasý, Ýngiliz emperyalizminin ortadoðudaki yeni bir saldýrý manevrasýdýr" saptamasý yapýlýyor. Milliyetçilikle malül sosyalist hareketin, kemalizmin resmi tez ve politikalarý dýþýnda baðýmsýz bir politik davranýþ ve duruþ gösteremediði görülüyor.

Bu dönemde TKP'nin, kürt sorunu ve geliþen kürt ayaklanmalarýna karþý tutumu, kemalist iktidarýn tutumundan farklý deðildir. Mustafa Kemal, milli mücadelenin baþlarýnda, Sevr anlaþmasýnýn kürtlere tanýdýðý haklarýn tanýnacaðýný, ancak öncelikle Yunan ordusunun yenilgiye uðratýlmasýnýn zorunlu olduðunu söylüyor. Türk ulusundan hiç söz etmiyor. Türk-Kürt kardeþliðine ve "Osmanlý Milleti"ne vurgu yapýyor. Mustafa Kemal bir yandan, "oysa din namus sahibi büyükler yaþadýkça Kürt ve Türk'ün birbirinden ayrýlmaz iki öz kardeþ olarak yaþamakta devam edeceði ve hilafet etrafýnda sarsýlmaz bir vücut halinde kalacaðý"ný söylerken diðer yandan Malatya'da ki 15. alay komutaný Ýlyas Bey'e, "Kürtlük makamýnýn kökünden sökülüp atýlmasýný" yazýyor. Ama, Amasya Tamimi'nde Kürtlerle ilgili olarak protokolün birinci maddesinde, "Kürtlerin ulusal ve sosyal haklarýnýn tanýnacaðý" yönünde bir ibare yer alýyor. Bütün bu eklektik tutum ve yaklaþýmlar Kürt aþiret liderlerini ve Kürt beylerini milli mücadeleye katma çabasýnýn bir gereði olarak sergileniyor. 1921'de Koçgiri halk hareketi eziliyor. Kürt dernek ve cemiyetleri kapanýyor. 1 Kasým 1922 tarihinde Mustafa Kemal mecliste, "Kurulan devletin bir Türk devleti" olduðunu ilan ediyor.

Bu durumun tek istisnasý var: Dr. Hikmet Kývýlcýmlý. Hikmet Kývýlcým'lý, "vurucu güç" tezleriyle genel anlamda kemalist hareketi olumlayarak, kemalist hareketin, "anti-emperyalist ve anti-kapitalist" olduðunu söylüyor. Ancak TKP çizgisinden farklý olarak, "Kürdistan'ýn bir sömürge olduðu" tespitinden hareketle, "Gerek kültür, gerekse idare yönünden kemalizmin Kürdistan'da takip ettiði gaye orada bir kürt halkýnýn varlýðýný inkar etmek bu varlýðý her hususta yok etmek ve susturmaktýr. Ýdari ve kültürel keyfiyetin hedefi budur." (Hikmet Kývýlcýmlý, Ýthiyat Kuvvet: Milliyet (Þark), Yol yayýnlarý), tespitini yapýyor. Bu tespitiyle TKP çizgisinden net olarak bir ayýrýlýk gösteriyor. 1930'lý Yýllar, Kalkýnmacýlýk, Türkçülük ve Kadro Hareketi Türkiye siyasal düþünce tarihinde önemli bir yeri olan kadro dergisi, Ocak 1932 tarihinde çýkarýlýyor. Ocak 1935 tarihinde de yayýn hayatýný sonlandýrýyor. Bu üç yýllýk yayýn hayatý süresince "kemalizmin ideolojisini biçimlendirme" misyonu ile hareket ediyor. Kemalist hareket bu yýllarda "Güneþ Türk Dil Teorisi" ve "Türk Tarih Tezleri" ile, Osmanlýya dayalý tarih ve kültür geleneðinden bir kopuþu örgütlemeye yöneliyor. Osmanlý'nýn politik ve idari geleneðini sürdürürken, tarih ve kültür sorununda yeni açýlýmlar yapýlmasý, modernleþmek ve eski toplumsal iliþkilerin çözülmesini hýzlandýrmak bakýmýndan zorunlu görülüyor. Ulus devletin tekçi argümanlarla inþaasý kemalist hareketi bu türden adýmlar atmaya yöneltiyor. Milli Mücadele ve onun önderi Mustafa Kemal, hurafeler yaratýlarak efsaneleþtiriliyor. Mustafa Kemal, "ebedi þef" mertebesiyle payelendiriliyor.

Koçgiri halk hareketi, "hilafet ve padiþah" düþmaný ilan edilerek bastýrýlýrken, 1925'teki Þeyh Sait ayaklanmasý, "hilafet ve saltanatý geri getirme" giriþimi olarak görülüp eziliyor. Aðrý Kürt ayaklanmasý da ayný gerekçelerle bastýrýlýyor. Kürtlere yönelik, "ekonomik düzeyde entegrasyon kültürel olarak asimilasyon" politikasý devreye sokuluyor. Daha sonraki yýllarda uygulamaya konulacak olan "inkar ve imha" politikalarýnýn zemini, bu süreçte hazýrlanýyor. Ekonomik entegrasyon ve kültürel olarak asimilasyon politikasýnýn bir sonucu olarak kürtler, mecburi iskana tabi tutuluyor. Devletin militarist geleneði, kürt sorunu üzerinden pekiþtiriliyor. "Türk devletinin baþlangýçtan itibaren militarist, otoriter, baskýcý, antidemokratik bir nitelik kazanmasýnda kürt sorunu önemli bir aðýrlýða sahip olmuþtur. Devletin militarist yönünün aðýr basmasý, 'güçlü bir ordu' besleme zorunluluðu sadece dýþ düþmanlarýn 'sürekli ve yakýn tehlike' oluþturuyor olmalarýyla açýklanamaz." (Fikret Baþkaya, Paradigmanýn Ýflasý, Sayfa 99)

Cumhuriyetin aydýnlarý, resmi ideoloji üretmeye soyunuyor. Bu amaçla yakýn tarih tahrif ediliyor. Milli mücadelenin gerçek dýþý bir versiyonu üretiliyor. Son tahlilde emperyalizme bir uzlaþma hareketi olan milli mücadele, "mazlum halklara kurtuluþ yolunu gösteren ilk antiemperyalist hareket" olarak tanýmlanýyor. Halkçýlýk, milliyetçilik, devletçilik ideolojik ilkeler haline getirilerek, anayasanýn temel prensipleri olarak formüle ediliyor. Kemalist

TKP, Kürt isyanlarýnýn ezilmesinde ve kürtlere yönelik baský, yasaklama ve terör uygulamalarýnda Mustafa Kemal'e tam destek veriyor. TKP yönetici20


Kurtuluþ halkçýlýðýn esinlendiði pozitivizm bir burjuva ideolojisidir. Pozitivizme göre, toplumsal yaþamda doðal bir uyum vardýr. Toplumda gerçekleþen herþey doðal ve normaldir. Toplumu deðiþtirmeye yönelik çabalar boþunadýr. Herhangi bir müdahale toplumun dengesini bozar. Statükoya uyum esastýr.

Kadro hareketi, ulusçuluðu tarihi materyalizm içine yerleþtiren, emperyalizmin analizinde Lenin'den etkilenen, pozitivist-modernizmi savunan, temel çeliþkinin sanayileþmiþ ve sanayileþmemiþ ülkeler arasýnda olduðu yaklaþýmýyla "temel çeliþkinin emperyalist ülkelerle sömürge ülkeler (proleter uluslar) arasýnda olduðu" tezinin teorisyeni Sultan Galiyef'le ideolojik bir referans kuran, gelir ve kaynaklarýn burjuvazinin hegemonyasýna býrakýlmasýna karþý çýkan, eklektik radikal ulusçu sol bir akýmdýr. Ulusçu solun Türkiye'deki ilk köklü ve sistematik savunucularýdýr. 1960'lý yýllarýn Yön ve Devrim hareketinin tezlerini, 30 yýl önce ilk dile getirenler Kadroculardýr.

1929 Dünya Krizinin de etkisiyle "devletçilik yoluyla kalkýnma" ekonomide temel politik bir argüman haline getiriliyor. Devletçiliðin iþleyebilmesi için, ulusla halkýn eþitlenmesi gerekiyor; eþitleniyor. Türk Ulusu ya da halký, "imtiyazsýz, sýnýfsýz bir topluluk" olarak tarifleniyor. Meslek dayanýþmasý ve mesleklere göre þekillenen toplumsal uyum (korporatizm) halkçýlýðýn temel iþleyiþ kuralý olarak tarif ediliyor. Pozitivzm ve Ziya Gökalp'in halkçýlýk felsefesi, bir yönüyle, yeni koþullarda yeni duruma uygun hale getirilerek Kemalist halkçýlýk oluþturuluyor.

Kadro Hareketi, sürdürülen Kemalist Ýnkýlabýn, o yýllarda inkýlaplarýn seyrine ve icaplarýna göre izah iþidir. Kadroculara göre, "siyasal baðýmsýzlýk saðlanmýþtýr. Artýk yapýlmasý gereken iktisadi baðýmsýzlýðýn kazanýlmasýyla inkýlabýn tamamlanmasýdýr". Türkiye Sosyalist Hareketinin, 20'li yýllardan sonra, görüþlerinden etkilendiði ve kadrocularýn görüþ ve yaklaþýmlarýnda bu etkinin izlerinin belirgin olarak görüldüðü "milli komünizm" savunucusu Galiyef'den söz etmemek, sosyalist hareketin milliyetçilik ve ideolojik baðlantýsýný eksik býrakmak olur.

Turan'la Orta Asya steplerinde Türk birliði aramanýn, Enver Paþa deneyi ile, boþ bir hayal olduðu görüldüðü için, Türkçülük, "Türk Tarih ve Güneþ dil Teorisi tezleri ile Anadolu topraklarýnda aranmaya baþlanýyor. Bu saçma tez ve teorilerle Kemalist milliyetçilik, kültürel zeminin dýþýna çýkarýlarak ýrkçý bir muhteva kazanýyor. Bu tezlerle tüm uygarlýklarýn kaynaðýnýn Türkler olduðu, bütün dillerinde Türkçeden türediði ileri sürülüyor. Kök'de Anadolu'da aranýyor. Antik Anadolu ve Mezopotamya Uygarlýklarý Türk olarak niteleniyor. "Sümer türkçesi, Eti Türkçesi vb." gibi uyduruk tezlerle antropolojiye, epistomolojiye, etnolojiye bilimsel katkýlar yapýlýyor! Bu bilimsel tezler (!) sonucu, Kürtlerin Türk olduðu iddiasý, bilimsel kanýtlarla (!) kolayca ileri sürülmeye baþlanýyor.

"Sovyet geleneðinde'Milli Demokratik devrim' hareketleri olarak nitelendirilen modern ulus- devlet giriþimlerinin sosyalist yorumu Galiyefizm biçiminde karþýmýza çýkar. Zira, özellikle batýya karþý 'Milli Demokratik Devrim' yoluyla modern devlet oluþturma çabalarýnýn esasýnda yatan üç kavramsal çerçeve, anti-emperyalizm ve milli kurtuluþçuluk, devlet esasý olarak milliyetçilik ve mazlum milletler söylemi, Galiyef'çi programýn parçalarýdýr." (Modern Türkiye'de Siyasal Düþünce - Milliyetçilik Cilt 4, Syf. 446, Suavi Aydýn, Ýletiþim Yayýnlarý)

Kadro dergisi, "sýnýfsýz, imtiyazsýz bir toplumla kapitalist olmayan yoldan kalkýnma" stratejisini temel ideolojik argüman olarak ileri sürüyor. Kadro dergisinin omurgasýný oluþturanlar (Vedat Nedim Tör, Þevket Sürayya Aydemir, Ýsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge) sosyalist hareketin eski kadrolarýdýr. Bu durum bile sosyalist hareketin kemalist hareketle iliþkisini ve iç içeliðini ve zaman zaman birbirleriyle geçiþkenlik içinde olduklarýný göstermek bakýmýndan anlamlýdýr. Kadro dergisi yazarlarý, kapitalist olmayan yoldan, devletçilik yöntemiyle kalkýnmanýn, sosyalizm ve kapitalizm dýþý üçüncü bir yol olduðunu savunuyorlardý. Esas amaçlarýný bir kitle hareketi yaratmak deðil, devleti yöneten kadrolarý eðitmek olarak tarifliyorlardý. Bir yönüyle yönetici elitin ideolojik olarak donatýlmasýný kendilerine görev edinmiþlerdi. Çünkü "üçüncü yol" ancak devlet eliyle ve devleti idare eden kadrolar tarafýnda gerçekleþtirilebilirdi.

Galiyefçilik sosyalist hareket içinde milliyetçi bir sapmadýr. Bir yönüyle döneminin "üçüncü dünyacýlýðý"dýr. Galiyefçiliðin kavramsal içeriðiyle 1960'larda Türkiye Sosyalist Hareketinde ortaya çýkan MDD (Milli Demokratik Devrim) Hareketinin argümanlarýnýn örtüþmesi bir tesadüf deðildir. Türkiye Sol Hareketindeki bu eðilim, "Galiyef'çi olmadýðýný, temel stratejik yönelimlerinin Marksizm Leninizmin kuramsal yapýsýna uygun ve Türkiye'nin koþullarýna ayarlanmýþ bir yaklaþým olduðunu" iddia etsede tezleri hedef, çeliþki ve izlenecek yol konusunda Galiyef'in tezleri ile uyumludur. Bir Tatar Marksisti olan Sultan Galiyef, tezleriyle 1920'lerden itibaren Türkiye Sosyalist Hareketini etkilemiþtir. 1920'li yýllarýn sosyalist hareketinden gelen 21


Kurtuluþ Kadro yazarlarý, kemalizmi kuramsallaþtýrmaya yönelmiþde olsalar, "üçüncü yol" tezini oluþtururken Galiyef'in kuramsal yaklaþýmlarýndan beslenmiþlerdir. Türkiye Sosyalist Hareketine baþlangýcýndan bu yana içsel olan, "kendine özgücülük" ve "üçüncü dünyacýlýk" kuramýnýn temel teorik referanslarý ilk kez Sultan Galiyef tarafýndan oluþturulmuþtur. "Ulusal Komünizm" anlayýþý Galiyef'in kuramsal yaklaþýmlarý üzerinden ulaþtýðý komünizme dair temel formülasyonudur. Galiyef, "sömürge halklarýn, özelde de Rusya'daki müslüman halklarýn, proleter, emperyalistlerin ve Rusya'nýn ise burjuva olduðu" deðerlendirmesiyle modern toplumun sýnýfsal tanýmlamalarýný uluslar düzlemine ikame ederek, "müslüman Türk ülkelerindeki milliyetçi hareketlerin, gerçek sosyal ihtilal hareketleri niteliði taþýdýklarý" gibi bir tezi ileri sürmüþtür.

bir toplum" olmanýn özdeyiþi haline gelen "biz bize benzeriz" tezi, Türkiye Sosyalist Hareketi tarihinde, her dönemde ve her koþulda, yön verici bir iþleve sahip olmuþtur. "Özgüllük" tezi Kemalist aydýnlardan Celal Nuri tarafýndan daha 1923 yýlýnda inþaa edilmeye baþlanmýþtýr. Sosyalizme sempati ile bakan Celal Nuri, "Asya'nýn ve özellikle Türkiye'nin farklý bir yaþam biçimi, tarihi ve toplumsal koþullarý bulunmasý nedeniyle, bu 'özgül' durumun gereði olarak sosyal sýnýflara dayalý parti oluþumlarýnýn olamayacaðýný" ileri sürmüþtür. "Özgünlük" ve "özgücülük" teorisinin inþaasý giriþimi, kemalizmin farklý ve bu topraklara has bir dünya görüþü olduðunu ileri sürerek, "imtiyazsýz sýnýfsýz bir toplum" saçmalýðýna politik ve felsefi meþruiyet saðlama çabasýdýr.. Bu tez, islamýn sosyalizm olduðuna dair iddalara kadar vardýrýlan görüþünde temel dayanaðýný oluþturur. Ne yazikki, bu görüþü ortaya atanlarda sosyalisttir. Osmanlý Sosyalist Fýrkasý yayýný Ýþtirak gazetesinde bu görüþ ciddi ciddi savunulmuþtur. Mütareke döneminde kurulan Türkiye Sosyalist Fýrkasý'nýn çýkardýðý Ýdrak gazetesinin ilk sayýsýnýn baþ yazýsý ve parti beyannamesinde de, "Türkiye'nin islam dininin hükümlerinden dolayý ezelden beri sosyalist bir ülke olduðu" iddia edilmiþtir.

Galiyef'in gerçek hedefi, sosyal nitelikli olarak gördüðü bu milliyetçi Türk hareketlerini birleþtirerek, "bir Turan Federasyonu" kurmaktýr. Bolþevik Partisi önderliðinde gerçekleþtirilen Ekim Devrimi Galiyef'e göre: "Uluslararasý iliþkiler bakýmýndan mevcut tahakküm iliþkisinin devamý"ydý. Üçüncü dünya özelde de Türk dünyasý milliyetçiliði, Galiyef tarafýndan Marksist terminolojiyle sarmalanmýþtýr. Emperyalist ve tahakkümcü uluslarla proleter uluslarýn arasýndaki temel çeliþkinin çözümü Galiyef'e göre, "sömürge ve yarý sömürgelerin metropoller üzerinde diktatöryasý"yla sonuçlanacaktýr! Bu yaklaþýmda Marksizmin tersine, tarihin ilerletici öznesi sýnýf deðil ulustur. O nedenle Galiyef batýda gerçekleþtirilecek proleterya devrimlerinin mevcut durumu deðiþtireceðine inanmaz. 1960'lý Yýllar Milliyetçilik, Milli Cephe, Kemalizm ve Sol Marksist-Leninist devrim kuramý ve politik mücadelenin temel tezlerinden birisi, "somut koþullarýn somut analizine" dayalý devrim stratejisi ve o stratejiye uygun politik mücadeledir. Türkiye Sosyalist Hareketinde "somut koþullarýn somut analizi" evrensellikten kopuk "özgüllük" teorisine dönüþtürülmüþtür. Türkiye'nin "özgüllüðü" tezi bütün evrensel baðlantýlarýndan koparýlarak hem Türkiye saðý hem de Türkiye solu tarafýndan fetiþleþtirilen temel hareket yöntemi olmuþtur. Sol da evrenselci eðilimlerin güçsüzlüðü, sosyal demokrat olma zeminin dahi, Ýttihat ve Terakki devamcýsý olan Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi'nde aranmasýna yol açmýþtýr.

Kemalizmin güçlü etkisinin sonucu olarak, "kendine özgülük" ve "özgünlük" tezleri 1960 sonrasý sol ve sosyalist hareketin en belirgin özelliklerinden birisini oluþturmuþtur. 60'lý yýllarýn ilk yarýsýný ideolojik ve kavramsal olarak belirliyen iki temel hareket vardýr. Yön (sonra Devrim) ve TÝP(Türkiye Ýþçi Partisi). Yön Hareketi, 27 mayýs 60 darbesinin sonucunda oluþan 61 anayasasýnýn görece olarak yarattýðý "özgürlük" ortamýndan da yararlanak kemalist ilkeleri marksizmden esinlenerek yeniden tarif etmeye giriþmiþtir. Yön dergisine göre, "Türkiye'in temel meselesi iktisadi kalkýnmaydý. Mustafa Kemal hareketinin en büyük eksikliði "ekonomi politikasýnýn yanlýþ seçilmesi" idi. Kapitalist geliþme yolu seçilerek yanlýþ yapýlmýþtý. Kemalizm hedefleri açýsýndan sosyalist bir yola girmeliydi. "Sosyalizm, kemalizmin devletçilik, halkçýlýk, milliyetçilik ve inklapçýlýk ilkelerinin en tabi sonucuydu. Yapýlmasý gereken þey bu ilkeleri sosyalist bir yöneliþle yeniden tarif etmekti."(Doðan Avcýoðlu'ndan aktaran Gökhan Atýlgan, Yön-Devrim Hareketi, Tüstav yayýnlarý, Sayfa 49)

Sosyalist hareket ise bu kopukluðu, milliyetçilikle referanslý kendi geçmiþinin bir sonucu olarak, kemalizmin güçlü etkisiyle þekillenen bir hareket olarak yaþamýþtýr. Atatürk'ün deyiþiyle, "sýnýfsýz imtiyazsýz

Kadro hareketinin izlerini taþýyan (Þevket Süreyya Yön'ünde yazarýdýr) ancak yeni dönemin koþullarýna göre kemalist ilkelere yeni içerik kazandýrma giriþimi olarak Yön, halkçýlýðý "sýnýfsýz, 22


Kurtuluþ zümresiz, kaynaþmýþ kitle" yerine, "iþçi ve köylülerden oluþan emekçi kesimlerden yana" bir politika; devletçiliði, halkçý politikalarýn yolu; milliyetçiliði, emperyalizme karþý mücadelenin ve tam baðýmsýzlýðýn ilkesi olarak tarif ediyordu. Yön hareketindeki kemalist ilkelere içerik kazandýrma yaklaþýmý, farklý kulvarlarda görünen TÝP'e de sirayet etmiþti. TÝP'in yöneticilerinden Behice Boran, "Atatürk'çülere çaðrý" baþlýklý makalesinde: "Atatürk ilkelerini..... birbirine baðlý, bir bütün halinde ele alýnca ve bu ilkeleri toplum hayatýnýn, yapýsýnýn bütün bölümlerine çeliþmelere düþmeksizin teþmih edince (geniþletince), ister istemez sosyalist bir sisteme gidilmiþ olur. Atatürk ilkelerinin mantýki ve zaruri neticesi sosyalizmdir. Bunun içindir ki ... Atatürk ilkelerine sosyalizmin habercileri, tam sistemleþtirilmemiþ 'çekingen bir sosyalizm' demiþtim" (Gökhan Atýlgan, YönDevrim Hareketi, Tüstav Yayýnlarý, Sayfa 53 ) açýklamasýyla, kemalizmi bir tür sosyalizm olarak nitelendiriyordu.

aþmýþtýr. Sorunu Kürt sorunu olarak tanýmlama cesareti gösteren Avcýoðlu, sorunun çözümü için daha ileri gidememiþtir. TÝP ise, Kürt sorununu o yýllarda, "doðu sorunu" olarak ele alýyordu.

Yöncüler, TÝP'in savunduðundan farklý olarak topluma yön verecek olan þeyin, marksizmin önerdiði gibi sýnýflar arasýndaki mücadele deðil, toplumun iktisadi yapýsýndaki deðiþiklikler olacaðýný ileri sürmüþler, bununda iktisadi kalkýnmadan geçtiðini, o nedenle sýnýflardan çok "zinde güçlere" (asker, bürokrat, sivil aydýn zümre) dayalý bir devrim gerektiðini savunmuþlardýr.

TÝP ile devrim anlayýþý bakýmýndan ayrýlan YÖNDevrim hareketi, Mihri Belli önderliðindeki TKP'li bir grupla, "milli demokratik devrim" formulasyonu aracýlýðýyla buluþmuþtu. Mihri Belli, milli demokratik devrim konusundaki görüþlerini E. Tüfekçi imzasýyla ilk kez Yön dergisinde yazdýðý makalelerle açýklamýþtýr. Bu yaklaþým, 60'larýn 2. yarýsýnda sosyalist hareketin temel tartýþma konusu olan, "sosyalist devrim-milli demokratik devrim" saflaþmasýnýn baþlangýcýný oluþturur.

Yön-Devrim Hareketinin önerdiði program, antiemperyalist "milli devrimci" ya da "milli demokratik" bir programdý. Her þey milli olmalýydý: "Milli ekonomi, milli demokrasi, milli dýþ politika" ama herþey! "Doðan Avcýoðlu, emperyalizme karþý 'milletçe mücadele' olarak tanýmladýðý milli kurtuluþ devriminin 'milli kurtuluþ cephesi' tarafýndan yürütülmesi gerektiðini söylüyordu. Ýþçi ve köylüler; öðretmen, subayý ve memuruyla orta sýnýflardan gelen aydýnlar; gençlik; 'ilerici kuvvetlerin anayasadanda kuvvetli teminatý' durumundaki ordu; küçük sanatkarlar ve milli bir ekonomiden çýkarý olan burjuvalar 'milli kurtuluþ cephesi'nin unsurlarýydý." (Gökhan Atýlgan, Yön-Devrim hareketi, Tüstav yayýnlarý, Sayfa 115)

Kemalizmle Marksizmi eklemleyerek oluþturulan düþüncelerin hareketi olarak nitelenebilecek yönün baþyazarý Doðan Avcýoðlu. "Marksizmi bilmeden sosyal bilimleri, çaðýmýzý, tarihimizi ve Türkiye'nin kalkýnma meselelerini zerrece anlamanýn imkaný yoktur." diyerek bir doðruya parmak basmýþ ancak bu doðru üzerinden kemalizmle marksizmi sentezlemeye yönelmiþtir. Yöncüler, vatan ve milleti kurtarma dürtüsüyle hareket ettiklerine inandýklarý Jön Türkler, Ýttihatçýlar, Kemalistler ve Kadrocularý "milliyetçi devrimciler" olarak adlandýrýp, kendilerini onlarýn mirasçýsý olarak tanýmlamýþlardýr. Onlara göre milliyetçilik "bir ulus-devlet" olarak inþaa edilmiþ "Türkiye Cumhuriyetinde yaþayan toplumun çaðdaþ medeniyetler seviyesine çýkarýlmasý, milleti kalkýndýrmak, tam baðýmsýz olarak geri kalmýþlýktan çýkmak"tý. Emperyalist milliyetçiliðin karþýsýnda bir de "sosyalist milliyetçilik" olmalýydý !

Aslýnda devrim stratejilerinin farklýlýðýna raðmen milliyetçilik ve kemalizmle iliþki bakýmýndan Yön ile TÝP arasýnda köklü bir fark yoktu. Tartýþma neredeyse, "sosyalist olunmaksýzýn milliyetçi olunamaz ya da tersinden milliyetçi olunmadan sosyalist olunamaz." mahiyetinde totolojik bir hale getirilmiþti. TÝP'in o dönemdeki genel baþkaný Mehmet Ali Aybar, 1964 yýlýnda kýbrýs sorununu irdeleyen partinin genel yönetim kurulu toplantýsýnda, "kurtuluþ þavaþý Türkiye'sine yaraþýr bir politikaya, Atatürk'ün milli misakçý, kýskançlýkla 'istiklalci' politikalarýna mutlaka dönülecektir." dediðinde, TÝP'in kemalizmle baðlantýlý milliyetçi bir yönelim içinde olduðunu da göstermiþ oluyordu. Mehmet Ali Aybar 1964 yýlýnda Ankara'daki Yön bürosuna gelerek, "Türkiye'deki bütün ileri zinde kuvvetler birleþmelidir"dediðinde ise, TÝP'in girdiði yeni yönelimide belirginleþtirmiþ oldu. Bu geliþmeler sonucu TÝP ve Yön hareketi Doðan Avcýoðlu'nun, "2. milli kurtuluþ savaþý" formülünde birleþtiler. Bu birleþme, özellikle tip içindeki ayrýlýklarla birlikte, daha sonraki yýllarda tekrar bir mesafelenmeyle sonuçlanacaktý. Üzerinde durulmasý gereken nokta, birbirinden çok farklý devrim strateji-

1960'lý yýllarda yeniden Türkiye'nin gündemine giren Kürt sorunu, milliyetçilik ilkesini söyleminin merkezi kavramlarýndan birisi haline getiren Yön'cülerin temel gerilim noktalarýndan birisini oluþturuyordu. Doðan Avcýoðlu bu gerilimi, "resmi tez ne olursa olsun bir Kürt meselesi vardýr" diyerek 23


Kurtuluþ leri savunanlarýn, kemalizm baðlantýlý milliyetçi söylemlerle buluþabilmeleridir. Sosyalist hareketin damarýnda dolaþan milliyetçilik, kendi içindeki bütün farklýlýklarýn örtüsü olma misyonuyla, sosyalist hareketi sosyal þoven bir karaktere büründürmüþtür.

savundu. O, milli kurutluþ mücadelesinin sosyalist bir parti öncülüðünde yürütülmesini ve sosyalist mücadeleyle milli kurtuluþ mücadelesinin birbirinden ayrý düþünülemeyeceðinin ileri sürüyordu. TÝP'ten ayrýlan Mihri Belli ve arkadaþlarý 1967 yýlý Kasým'ýnda "Türksolu" dergisini yayýmlamaya baþladýlar. "Türksolu" dergisinin eki olarak yayýnlanan bir broþürde M. Belli, "Çaðýn sosyalist devrim ve milli kurutuluþ devrimleri çaðý olduðunu" belirtiyordu. Daha sonraki bir yazýsýnda da Türkiye'nin toplumsal bir analizini yaparak bu analiz üzerinden ortaya çýkan olumsuz görüntünün, "Türkiye'nin ABD'ye uyduluk politikasýyla tamamlandýðý" bunun ise "Mustafa Kemal'in millici politikasýyla çeliþtiðini" söylüyordu. M. Belli, "ilk baþarýlý milli kurutuluþ savaþýnda emperyalizmi yenmiþ olan ordunun þanlý askeri geleneðine raðmen, bu ordunun kemalist subay kadrosuna raðmen "emperyalizmin çýkarlarýný savunan bir görüntü sergilendiðini iþaret ediyordu.

"Eski tüfeklerden" doktor Hikmet Kývýlcým'lý bu dönemde, 1954 yýlý sonrasý kurduðu Vatan Partisi programýný 1960'dan itibaren "kuva-yi milliyeciliðimiz" olarak adlandýrýp, 1937'li yýllarda kemalizmle kurduðu yakýnlaþmayý sürdürmeye devam eder. Doðan Avcýoðlu'nun "zinde güçleri", Kývýlcýmlý'da "vurucu güç"tür. 60'larda, Çin Komünist Partisi'nin Sovyetler birliðiyle çekiþme ve çeliþkilerinin bir sonucu olarak ürettiði "üç dünya teorisi"de, milliyetçiliðin yeni bir versiyonu olarak, Türkiye Sosyalist Hareketinde etkili olmaya baþlamýþtý. Bu teoriye göre dünya üçe ayrýlýyordu: "Ýki süper güç" olarak adlandýrýlan "Sovyet Sosyal emperyalizmi" ve ABD emperyalizmi birinci dünyayý; Avrupa devletleri ve Japonya gibi ülkeler 2. dünyayý, dünyanýn geri kalan ülkeleride 3. dünyayý oluþturuyordu. Dünya ölçeðinde baþ çeliþki, "iki süper güçle üçüncü dünya arasýndaki çeliþki" olarak tarif ediliyor, 2 süper güçten hangisinin daha tehlikeli olduðunu ise Çin'in dýþ politikasý belirliyordu. "3. dünyacýlýðýn" temel motive edici argümaný anti-emperyalizmdi. Milliyetçiliðin, anti-emperyalizm kýlýfýyla sosyalist harekete sirayet etme koþullarý, oldukça arttý.

Mihri Belli, diðer "milli cephe"cilerden ve kemalizmi marksizme eklemleme giriþimcilerinden farklý olarak: "Türkiye gibi birden fazla etnik topluluðu barýndýran bir ülkede kültür alanýnda güdülen gerici politika, kültürel baský þeklinde tezahür eder. Kardeþliði tarih önünde sýnavdan geçmiþ Kürt halkýnýn etnik özelliðini inkar eden faþizan bir politika, halkýmýzýn gerçek birlik ve dayanýþmasýný baltalayan ve ancak yurdumuzun düþmanlarýnýn ekmeðine yað süren bir deve kuþu politikasý olarak Türkiye'nin gerçek çýkarlarýna aykýrýdýr." (aktaran Suavi Aydýn, Modern Türkiyede Siyasal Düþünce -Milliyetçilik, Cilt 4, Sayfa 471) diyerek Kürt sorununa yönelik tavrýný ortaya koymuþtu.

Milli demokratik devrim tezi, Çin'in "3.dünyacýlýðý" tezi ile birlikte, kendisine yeni dayanaklar buldu. Sosyalistler, sosyalist olduklarý için, emek sömürüsünden kalkarak tüm ezme ve ezilme iliþkilerine karþý olduklarý için anti emperyalist olurlarken, "3. dünyacý"lar anti-emperyalist olduklarý için solcudurlar. Solculuklarýda milliyetçilikle bulamaç haline gelmiþ bir solculuktur. Türkiye sosyalist hareketinde 60'lý yýllarda belirgin olarak ortaya çýkan anti-emperyalizm, kemalist kýlýklý milliyetçilikle lekelenmiþti. Bunun böyle olmasýnda D. Avcýoðlu, M. Soysal, Ý. Selçuk gibi yazar kadrosuna sahip, Yön-Devrim hareketinin etkileri oldukça belirleyicidir.

Mihri Belli, "Kemalizmi demokratik devrim yolunda atýlmýþ halkçý bir ilk adým olarak" görür. Ordunun mensuplarýný, "Güney Amerika'nýn kendi halkýndan kopuk ordularýnýn yaldýzlý ünüformalý operet subaylarýndan" ayýrýr. Milli Demokratik devrimde, "küçük burjuva reformistleri" olarak gördüðü kemalistleri devrim ittifakýnýn içine koyar. "Kim.... kemalizm kolundan gelen devrimcilerle sosyalizm kolundan gelen devrimciler arasýnda güçbirliðini baltalayacak bir davranýþta bulunuyorsa, o (.....) emperyalizmin ve vatan satýcýlarýnýn ekmeðine yað sürmektedir"(M Belli'den aktaran Suavi Aydýn, Modern Türkiye'de siyasal düþünceMilliyetçilik sayfa 473, Ýletiþim yayýnlarý) diyerek, bu düþüncesinin belirgin bir biçimde altýný çizer.

TÝP içindeki Milli Demokratik Devrim- Sosyalist Devrim ayrýþmasýnda gençlik Mihri Belli'nin önderliðini yaptýðý MDD tezinin yanýnda yer almýþtýr. Bu tartýþmalar bir yana, TÝP'in programý sosyalist bir program deðildir. Programda sosyalizm sözcüðü dahi yoktu. M. Ali Aybar, "2. milli kurtuluþ mücadelesi" anlayýþýna karþý deðildi. Bu anlayýþýn gereði olarak düþünülen "milli bir cephe" oluþturma giriþimlerinide

27 Mart 1968 yýlýnda Mihri Belli önderliðinde Dev-Güç (Devrimci Güçler Birliði) oluþur. Dev-Güç, bir miting düzenler. Bu mitinge, o zamana kadar TÝP 24


Kurtuluþ içinde faaliyet gösteren FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) genel baþkaný Doðu Perinçek'te katýlýr. Bunun üzerine önce M. Belli yanlýlarý sonrada D. Perinçek ve grubu TÝP'ten tasfiye edilirler. Tasfiye edilenler 1 Kasým 1968 tarihinde "Aydýnlýk Dergisi"ni çýkarmaya baþlarlar. "Aydýnlýk Dergisi" ni, Milli Demokratik Devrim tezinin teorik yayýn organý olarak iþlevlendirirler. FKF, MDD'ci gençlerin yönetimindedir. 1969 yýlýnda ise örgüt bütünüyle MDD'ci gençlerin denetimine geçer. FKF, Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF) kýsa adýyla Dev-Genç adýný alýr. 1970 baþlarýnda MDD hareketinin içinde çýkan ve Dev-Genç'e egemen olan güçlü eðilim giderek radikalleþir. Bu eðilime mensup iki grup, Mihri Belli'den kopar. Bunlardan birisi, Perinçek'in önderliðini yaptýðý ve çýkardýklarý yayýn nedeniyle kýsaca PDA (Proleter Devrimci Aydýnýlýk) cýlar olarak adlandýrýlan gruptur. Diðeri ise, Mahir Çayan önderliðinde THKP-C örgütünü oluþturmaya yönelir. "Türksolu" dergisi PDA'cýlarýn eline geçer. M. Belli bunu üzerine "Türkiye Solu" dergisini çýkarmaya baþlar. PDA grubu 1970 yýlýnda TÝÝKP (Türkiye Ýhtilalci Ýþçi Köylü Partisi) adýyla partileþir. Dev-Genç içinde yer alan bir baþka grup Deniz Gezmiþ, Hüseyin Ýnan, Yusuf Aslan önderliðinde THKO (Türkiye Halk Kurtuluþ Ordusu) adýyla bir baþka örgütü kurar.

THKP-C, sistemi ve devleti karþýlarýna alarak, Türkiye sosyalist hareketindeki "kendi saðýndan medet umma anlayýþýyla" bir kopuþ saðlarlar. Sosyalist hareket içinde yeni bir çýðýr açan bu ihtilalci hareketlerde de, kemalizmin ve milliyetçiliðin izleri belirgin olarak görülür. Ýçinden çýktýklarý sosyalist hareketin gölgesi, bu ihtilalci hareketlerin üzerinede düþer. Ýbrahim Kaypakkaya, kemalizme sert eleþtiriler yönelterek, kemalizmi faþizm olarak nitelendirir. Ancak, Çin tezlerinin etkisiyle baþka bir milliyetçi esintinin etksine girer. THKO militanlarý ise daha çok Deniz Gezmiþ'in sözleri ile, "Ýkinci bir milli kurtuluþ savaþý verdiklerini, Atatürk'ün kaldýðý yerden devam ettiklerini" söyleyerek, bir biçimde kemalizmle iliþkilerini sürdürürler. Zaten mahkemelerdeki savunmalarý ve "Türkiye Devriminin Yolu" adlý kýsa bir broþürün dýþýnda THKO'ya ait tazýlý bir belgede yoktur. O dönemde gençlik içinde etkili ve yaygýn iliþkilere sahip olan THKP-C ise, görüþlerini Mahir Çayan'ýn kaleme aldýðý "Kesintisiz 1-2"de formüle eder. Mahir Çayan kemalizmi, "küçük burjuvazinin emperyalizme karþý sol radikal tavýr alýþý" olarak tanýmlar ve kemalizmi, "Devrimin dolaysýz müttefikleri" içine koyar. 71 silahlý direniþinin ihtilalci hareketleri, "Türk ve Kürt halklarýnýn kardeþliði" perspektifiyle hareket etselerde, sosyalist hareketin geleniðine içsel olan kemalizm ve milliyetçilikle köklü bir kopuþ saðlayamamýþlardýr. Bu durum, onlarýn Kürdistan'ýn farklý ve sömürge bir ülke olduðu gerçeðini görmelerini engeller.

Aydýnlýk hareketinin sosyalist hareket içindeki milliyetçi yönelimde özel bir yeri vardýr. PDA ve Doðu Perinçek çizgisinin bu yönü, 70'li yýllar içinde ele alýnacaktýr. Daha sonra TÝÝKP'den ayrýlan Ýbrahim Kaypakkaya önderliðinde oluþan TÝKKO (Türkiye Ýþçi Köylü Kurtuluþ Ordusu) ile birlikte THKO ve

(Devam edecek)

* * *

25


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

TC’de Milliyetçilik ve Demokrasi Çok kolay! Tüm yapmanýz gereken, insanlara saldýrýya uðradýðýný söyleyip, barýþ için uðraþanlarý da yurtseverlikten yoksunluk ve ülkeyi tehlikeye atmakla suçlamaktýr. Hermann Göring Hitler ve Musolini'nin Öðretmeni Atatürk ve Devlette Çetecilik Mirasý Emperyalizmin dünya üzerindeki egemenlik sistemini yenilemeye yönelmesine paralel olarak kimi kavramlarda da doðru ya da yanlýþ deðiþiklikler olmaya baþladý. Ýþçi sýnýfý, sýnýf mücadelesi, ulus, ulus devlet, baðýmlýlýk, emperyalizm vb yer yer yeniden tanýmlanmaya, kimileri iþlevsel bir kavram olmaktan çýkarýlmaya çalýþýldý. Bunlarýn kimi sosyalist düþünceye nihai darbeleri indirme sevdasý ile yapýlýrken, kimileri de eski kavram ve kavrayýþlarýn yeni durumlarý yeteri açýklýkla ortaya koyamamasýnýn sonucu olarak gündeme geldiler. Ulus ve ulus devletler üzerine olan tartýþmalarý globalizm kavramýyla birlikte bu son kategori içerisinde görmek gerekir. Geleneksel ulus teorisini tüm durumlarý açýklamaktan uzak özelliði, ulusun ne olduðu ve haliyle de ne olmalarý gerektiði üzerine olan tartýþmalarý da peþinde sürükledi. Bu tartýþmalar demokrasi ve enternasyonalizm düþüncelerine katkýda bulunurken kimileri de geleneksel ulusal topluluklarýn haklarýný inkar ya da emperyalist hegemonyanýn haklý çýkarýlmasýnýn argümanlarýný taþýmaktaydýlar. Bir imparatorluk mirasýndan gelen TC, aslýnda o

Mahir Sayýn 26


Kurtuluþ

imparatorluktan bir kopuþa deðil, dünyayý paylaþmak üzere bir taraf olarak içine girilen savaþta yenilen taraf olarak imparatorluðun bir parçasýný kurtarmaya tekabül eder. Bilinçli bir abartmadan baþka bir þey olmayan "yedi düvele" karþý verilen "anti emperyalist kurtuluþ savaþý" bir anlamda dimyata pirince giderken elde bir parça bulgurla kalma durumuna tekabül eder. Üstyapýdaki kimi deðiþiklikler bir abartmadan öteye gitmez ve özünde devrim adýný hakkedecek hemen hiçbir yanlarý yoktur. Zaten o dönemde de bunlar ihtilal diye deðil inkýlap diye anýlýrlar. "Devrim"1 haline geliþleri ihtilal kelimesinin sulandýrýlmýþ bu versiyonunun icadýndan sonradýr. Bunlarýn, Osmanlýnýn Kanuni'den sonra içine girdiði düþüþ seyrine çözüm bulma amacýnýn ifadesi olan reformlar silsilesinin bir devamýný oluþturduðunu söylemek, devrim abartmasýný tersine doðru bükmek anlamýna gelmez. Cumhuriyetin bu çarpýtýlmýþ tanýmlarý içerisinde en çok sorun yaratan çarpýtmalarýndan birini de ulus meselesi oluþturur. Tabi mesele sadece taným dünyasýna ait bir sorun deðil ayný zamanda yaþanan hayatta da on binlerce insan hayatýna mal olan, bin bir acýnýn yaþanmasýna ve hepsinden kötüsü de aðýr bir travma altýnda yaþayan bir toplumun üretilmesine neden olmuþ devam etmekte olan pratiklerdir.

Ýmparatorluklar fetihlerini böyle rasyonalize etmiþlerdir; ve nihayet milliyetçilik de ayný temeli kullanmýþtýr. Milliyetçilik siyasi meþruiyet üretmenin aracý olarak demokrasiyi de bir araca dönüþtürmede kullanýlabilir. Nitekim K. Atatürk saltanata karþý Cumhuriyet ilan etmiþtir ama demokrasiyi cumhuriyetin bekasý için de bir tehlike olarak görmüþtür. Aslýnda böyle bir benzeþikliði bürokratik sosyalist iktidarlarda aynen izlemekteyiz. Demokrasi proletarya iktidarý için bir tehdit olarak kabul edilmekte ama bu da apaçýk ikrar edilemediði için demokrasiye bin bir uydurma tarifler biçilmeye çalýþýlmaktadýr. Sosyalizmle demokrasi iliþkisini kavramaya çalýþýrken bu paralelliði sürekli akýlda tutmakta yarar vardýr. Anadolu gibi bir yerde ve tarihin o zamanda homojen bir toplum yaratmak topluma tam anlamýyla deli gömleði giydirmekle mümkündü. K. Atatürk de zaten öyle yapmaya çalýþtý. Gömleðin giydirilmek istendiði halk itiraz ettikçe de þiddetin dozu akýl almaz boyutlara ulaþtý. Kurtuluþ savaþýnda verilen kayýplarýn kat be kat fazlasý cumhuriyeti yerleþtirmek için, esasýnda Atatürkçü diktatörlüðü ayakta tutmak için verildi.

Nasýl dinler korku üzerine kurulmuþsa milliyetçilik de, ardýnda baþka þeyler saklanýrken ortaklaþtýrýlmýþ bir korku üzerine kurulmuþtur. Marksist görüþ milliyetçiliðin, burjuvanýn belli bir pazarý kendisine ayýrmasýnýn ideolojik ifadesi oluðunu kabul eder. Ancak milliyetçi söylemde bu hiç de doðrudan görünmez. Öne çýkan aslýnda insanlarýn pek de sevgi olarak algýlamalarýna olanak olmayan vatan, toprak, bayrak, millet sevgisi gibi kavramlar olur. Sevgi olarak adlandýrýlanlar aslýnda üretilen bir korkunun baþka kelimelerle ifadesinden baþka bir þey deðildir.

Türkiye'de yaþanan tüm sorunlarýn anasýnýn milli meseleler yumaðýndan oluþtuðunu söylemek ilk bakýþta tarihsel materyalizm öðretisine ters düþer gibi görünecek olsa da, bunun sýnýf sorunlarýný sarýp sarmalayan bir kabuk olduðunu tespit ettiðimizde ortada bir terslik kalmaz. Burjuvazinin kendi sýnýf egemenliðini ulus çerçevesinde kurarken eski topluma ait bir çok çeliþkiyi kendi çýkarýna en uygun biçimde çözdüðü bilinen bir arihsel gerçekliktir. Ne var ki, Türk ulus devletinin ortaya çýkýþý, Türk milliyetçiliðinin bu çerçevede þekilleniþi eski toplum içindeki çeliþkileri çözmek deðil, yeni kurulan topluma akýl almaz çeliþkilerin eskileriyle birlikte taþýnmasý anlamýna gelir. Zaten Türk milliyetçiliðinin ortaya çýkýþýný sýk sýk yapýldýðý gibi ezilen uluslarýn milliyetçiliðinin þekillenmesine benzetmek büyük bir yanýlgý oluþturmaktadýr. Bir imparatorluk mirasýný sürdürmenin ideolojisi olarak þekillenen bu milliyetçilik türü tarihsel olarak varolan bütün gerilikleri bünyesinde taþýmýþtýr. Hatta o kadar ki, Atatürk, Hitlerin, Musolini ve kendisinin öðretmeni olduðu þeklindeki "iltifatýný" kazanacak kadar faþizme yakýn görülmüþtür.2 Bu anlamda Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geliþiminde karþýsýnda bulduðu en bir-

Ýslam bunun için iyi bir örnek sunar. Ýnsanlar tanrý aþkýndan söz ederken, kime neye aþýk olduklarýný, neden aþýk olduklarýný belki de hiç izah edemezler. Ama cehennemde yanma korkusunu yaþanmýþçasýna tüm bir detayýyla karþýnýza dikebilirler. Cehennem korkusu isim deðiþtirip tanrý aþký olur. Milliyetçiliðin arkasýna yerleþtirilen korku da "düþmanlarýn saldýrýsýdýr". Tarih gerçekten sürekli bir "düþmanlar arasý mücadelenin" sahnesi olmuþtur. Yaþanan somut iliþkiler, insanlara bundan baþkasýný göstermez. Düþmanlýklarýn tekrarýnýn sýklýðý nedenlerinin irdelenmesine fýrsat býrakmaz. Düþmanlýk vardýr, süreklidir ve bundan korunmak gerekmektedir! Devlet kendisini böyle rasyonalize etmiþtir; 27


Kurtuluþ

Milliyetçilik Sadece Solu Bölmez Sosyalizmi Demokrasiden Uzaklara Savurur Kurtuluþ Hareketinin oluþtuðu yýllarda, sonradan Dev Yolu oluþturan arkadaþlarla aramýzdaki ayrýlýðýn diðer politik ve sübjektif faktörlerinin yanýnda en baþta gelenlerinden birini ve bugün de hala devam etmekte olanýný milliyetçilik/Kemalistlik konusu oluþturuyordu. Meselenin adý o gün de Kürt meselesi idi, bugün de. Ama bu mesele elbette Kürt meselesi deðil. Kürt, Kürdistan, Laz, Lazistan, Gürcü, Gürcistan, Ermeni, Ermenistan vb vb meseleleridir. Tabi o kadarla da kalmaz; esasýnda bu bir demokrasi anlayýþý meselesidir. Kürt meselesi olarak sivrilen milliyetçilik meselesi üzerinden bir ayrýlýðýn ne kadar gerçek bir ayrýlýk olduðunu tarih kanýtladý. Ayrýlýkta saflarý pekiþtirebilmenin kötü bir yöntemi olarak "Mahiri inkar ediyorlar" (o zamanlar bizim inkar edip onlarýnsa savunduklarý hiçbir þeyi savunmadýklarý 12 Eylül geldiðinde daha net olarak ortaya çýkmýþtýr ama bu da yanýlsama dünyasýnda yaþamaya devam eden insanlar için hiç uyarýcý olmamýþtýr) duygusal ajitasyonun yanýnda Kürtlerin ayrý örgütlenmesini, Kürdistan meselesini arkadaþlar bizim üzerimize bir "vatan hainliði" suçlamasý olarak fýrlatarak, tabanda egemen olan milliyetçiliðe eðilimli ideolojinin ürettiði þoven önyargýlarý bize karþý harekete geçirirken, kimsenin aklýna günün birinde Kürtlerin bir ordu kuracaðý ve TC'ye karþý 15-20 yýlý aþan bir gerilla savaþýný sürdüreceði gelmediði gibi, o zamana kadar da zaten demokratik devrim yapýp Kürtlerin kaderini "proletaryanýn çýkarlarýna uygun biçimde" tayin edeceklerinden de þüphe yoktu! Böyle bir ayrýlýðý yaþamanýn ne ölçüde doðru olduðunu anlamak isteyene tarih gösterdi. Ama tüm geliþmelere raðmen milliyetçiliðin aptallaþtýrmasýndan kurtulup da anlayabilenlerin sayýsýnýn azlýðýna bakýldýðýnda bir yüzyýlý yanýlsama içinde geçirebilmenin nasýl mümkün olabildiðine þaþýrmamak elde deðil. Elbette insanýn, yer yüzündeki nizamý gökyüzüne taþýmasýnýn ve egemenlik-baðýmlýlýk iliþkilerini ilahileþtirmesinin ifadesinden baþka bir þey olmayan tanrý fikrine bin yýllardýr inanýyor olmasýna þaþmadýktan sonra buna da þaþmamak gerekir. Milliyetçilik de din kadar maddi gerçeklerle insan zihninde üretilmiþ kurgusal gerçeklerin yer deðiþtirmesine neden olan bir düþünüþ biçimidir. Ve tabi dinden daha dar olmasý ve fanatiklikte de ondan aþaðý kalmamak dolaysýyla da insanlarý birbirine daha çok düþman edip daha çok kýrdýran bir anlayýþ, kavrayýþ biçimidir.

incil engel yine Türk milliyetçiliði ve Türk ulus þekillenmesinin kendisi olmuþtur. Ezilen uluslarýn milliyetçiliði zulme karþý bir isyan ifadesi taþýmak dolaysýyla demokratik bir yana sahip olsalar da, tüm milliyetçilikler ilk bakýþta görülemeyen ama geliþimini tamamladýkça mazlumlarý zalime dönüþtürebilen insanlýk düþmaný bir özü içlerinde taþýrlar.3 TC'de demokrasinin geliþmesine öncülük edecek sýnýflarýn zayýflýðý, hem alt hem de üst sýnýflar arasýndaki demokrasi bilincinin geliþmemiþ olmasý, demokrasi uðruna örgütlü mücadelelerin cýlýzlýðý, deðiþik milliyetleri zorla egemenliði altýnda tutan beþ milyon kilometre kareye yayýlan bir imparatorluðu bir arada tutmak için geliþtirilmiþ totaliter ideolojinin býraktýðý miras gibi faktörler elbette ki demokrasinin geliþmemiþliðinin nedenleri arasýnda sayýlmasý gerekir. Ve bunlarýn tümü Türk milliyetçiliðinin demokrasiyi durdurmasýnda onun iþini kolaylaþtýrýcý faktörler olarak rol alýrlar. Ekim devriminin ardýndan dünya kapitalizminin ona karþý oynadýðý oyunlar ortamýnda kurulan cumhuriyet, bu gerginlikler ortamýnda ve Avrupa'yý faþizmin sardýðý bir evrede demokrasiyle ilgilenme þansýna dýþ faktörler itibariyle de zaten pek sahip deðildi. Atatürkçüler de demokrasi konusunda kendilerini dönemle mukayese ederek savunurlar. Ýkinci paylaþým savaþýnýn ardýndan dünyada esen demokrasi rüzgarlarýna baðlý olarak çok partili rejime geçme zorunluluðu ile yüz yüze gelmesine karþýn, Atatürkçülük ve Alman faþizminden aldýðý feyzle, soðuk savaþýn yarattýðý gericilik ortamýnda demokrasisini þekillendirdi. ABD'nin dünya üzerinde komünizmi geriletme oyunlarýnýn basit bir aracý olarak TC bir kere daha iç çetelerin devleti oldu. Derin devlet denilen olgu aslýnda cumhuriyetin ittihat terakkiden devraldýðý teþkilatý mahsusa devletinden baþka bir þey deðildir. Ýttihat ve Terakki Osmanlýyý bir iç çeteyle yönetti ve K. Atatürk de bu geleneði Cumhuriyette sürdürdü. Atatürkçülüðün TC'ne en büyük mirasý iþte bu devleti bir iç çeteyle yönetme mirasýdýr. Laiklik, harf devrimi þapka devrimi gibi devrim maskaralýklarý ise tarihsel geliþme ile Atatürkçü deformasyona uðramadan nasýl olsa gerçekleþecek olan iþlerdi. (Dönemin her reformunu negatif görmemek gerekirse de harflerin ve þapkanýn deðiþtirilmesiyle toplumun ne kazanmýþ olduðunu anlamak da olanaklý deðil.) Bunlarla TC'nin kazandýðý baskýcý bir rejimden baþka bir þey olmadýðýný söylemek yanlýþ olmaz. Ýttihat ve Terakki, Atatürk geleneði içinde þekillenin çete devleti anlayýþý ABD emperyalizmiyle girilen iliþkiler içinde çaðdaþ biçimini özel harp devletiyle taçlandýrmýþ oldu.

Çevremizin sosyalizm adýna milliyetçilik damgasýný yemiþ, bir elitin egemenliðini sosyalizm olarak algýlama ( bu durum Sovyetleri ya da Çini, 28


Kurtuluþ

revizyonist vb diye eleþtirince hiçbir deðiþiklik yaratmýyordu) sonucu bu milliyetçiliðin hiç farkýnda olmadan gönül rahatlýðý içinde olan insanlarla kuþatýlmýþ olduðumuzu fark etmemiz ona karþý mücadeleyi de bizim için kesintisiz bir görev haline getirdi. Zaten kopuþ bir kere yaþandýktan sonra karþý tarafýn gösterdiði reaksiyon da kopuþu gerçekleþtirenlerin enerjisine katýlmakta ve aralýk büyümekte idi.

aymazlýðý aklý baþýnda bir insanýn göstereceðini kabul etmek zordur ama milliyetçiliðin aptallaþtýrýcý etkisi bilindiðinde þaþýlacak bir þey kalmaz. Bir kez Kürtlerin kendilerini senden baðýmsýz olarak tanýmlama hakkýný tanýmadýn mý artýk onun milliyetçiliðinden baþlar ýrkçýlýðýndan çýkar ve emperyalizmin oyunlarýný nasýl tezgahladýðýný keþfetmekte gecikmez ve tabi parti binalarýna astýðýn Atatürk resimlerini de toplumsal realitenin, kitleyle bað kurmanýn gereklerinden biri olarak kabul eder çýkarsýn! Bir komünist için utanç nedeni olmasý gereken Atatürk resmi asmak milli bir solcu için kitle çalýþmasýnýn inceliklerinden biri olarak rahatlýkla benimsenebilir. Böyle bir mantýk çerçevesi insanda kendine ait deðerleri, daha sonra ulaþýlmak üzere bir yana býrakýp baþka deðerlerle ilerlemenin meþru olduðu vicdani rahatlýðýný yaratýr. Burasý milliyetçilikle elitizm ve demokrasi karþýtlýðýnýn buluþtuklarýn alanlardan biridir.

Sözünü ettiðimiz ayrýlýktan 20 yýl sonra, Türkiye'nin iç savaþ yaþadýðý, "sosyalizmin" yýkýldýðý, tek kutuplu dünyanýn oluþtuðu koþullarda yeniden ayný parti içerisinde bir araya geldiðimizde, tarih bizim milliyetçiliðe karþý açtýðýmýz sancaðýn haklýlýðýný bir kez daha kanýtladý. Ama yine ilk ayrýlýkta olduðu gibi Atatürkçülüðün etkisinde olanlar (özünde mesele bir kül olarak ele alýndýðýnda bunun soy popülizm olduðunu ifade etmek gerekir) yine ayný insanlarý "Kürtçülükten" mahkum edip toptan partiden attýlar.

Atatürkçülük ile sosyalistlerin önemli bir kesiminin demokrasi meselesindeki duyarsýzlýðýnda ortak paydayý milli meselelerin oluþturduðunu görürüz. Atatürkçülük içinde yedi düvelin saldýrýsý altýnda iç gericilikle mücadele etmek zorunluluðu ve dolaysýyla karþý devrimin "demokrasiyi" gericiliðin bir aracý olarak kullanmasýnýn önüne geçilmesi gerekçesi vardýr, milliyetçiliðe bir biçimde duçar olmuþ sosyalistler içinde ayný gerekçe iþlemektedir. Emperyalizme karþý mücadele iç gericiliðe karþý mücadeleden ayrýlmamalý ve emperyalizme karþý devrimci güçler zaafa uðratýlmamalýdýr. Ýlk bakýþta doðru diye kabul edilebilecek olan bu kavramlaþtýrma, neyin, niçin zaaf olarak görüldüðü noktasýndan eleþtiriye tabi tutulduðunda milliyetçilik temelinden geliþen bir demokrasi karþýtlýðýyla yüz yüze geliriz. Kürtlerin ayrý örgüt kurmasý kolayca milliyetçilik olarak nitelendi. Nasýl devlet Kürt varlýðýný hiçbir þekilde tanýmýyor idiyse, milliyetçiliðin etkisi altýndaki sosyalistler de onlarýn kendi farklýlýklarýný örgütlemelerine tahammül edemiyor ve bunu doðrudan söyleyemeyip, proletaryanýn saflarýný bölünmesine karþý çýktýklarýný ve saflarý bölenin Kürt milliyetçiliði olduðun hemencecik söyleyebiliyorlardý. Birkaç türlü aldatmaca bir arada kullanýlýr burada.

Yaþadýðýmýz günlerde ulusalcý sol olarak, Türksolu, Doðu Perinçek'in ÝP'si gibi neo-faþist partilere iþaret edilmekte ve haliyle milliyetçiliðin etkisinde olan asýl geniþ çevre ihmal edilmiþ olmaktadýr. Militarist ve ýrkçý ideolojilerini anti-emperyalizm dolayýmýyla sergilemekte ve Kürtlere deðil "emperyalizmin iþbirlikçisi olan PKK'ye" karþý olduklarýný anlatmaktadýrlar!4 Aslýnda günümüzün bütün ýrkçýlarý da aynýsýný yaparlar. Afrika'da yaþamaya devam eden siyah adama karþý olmadýklarýný, hatta tatillerini Afrika'da geçirdiklerini bile söyleme utanmazlýðýn gösterirler. Bizim ýrkçýlarýmýz da Kürtlere karþý olmadýklarýný, onlarla kardeþ olduklarýný, ancak PKK'nin þusuna busuna karþý olduklarýný anlatýrlar. Neo-faþistlerin bu apaçýk ýrkçý tutumlarýnýn gizlenecek yaný kalmadýðý için solun diðer sektörleri onlara karþý tutum konusunda ortaklaþýrlar ancak Kürtlerin aktif olarak yürüttükleri mücadele karþýsýnda benzer argümanlarý kullanmaktan da kendilerini alamazlar. Örneðin bizim çatýþma içine düþtüðümüz çevre açýk ifadelerle Kürt meselesini tanýdýðýný, bu meselenin çözümünden yana olduðunu söyler ama kendi üyelerinden, faþistlerin, sömürgecilerin hedef tahtasý haline getirmiþ olduklarý Akýn Birdal'ý TRUVA ATI olarak nitelemek talihsizliðini gösterirler. Böyle bir iddia bir yandan Kürtleri düþman ilan etmek, diðer taraftan da sömürgeciliðe karsý halklarýn kardeþliði ve dayanýþmasý için kararlý mücadele eden bir militaný düþmanýn casusu olarak ilan etmek gibi iki katlý bir cürüme tekabül eder. Bu kadar

Öncelikle sanki proletaryanýn birleþmiþ güçleri var ve iktidarý sarsýyor da, Kürtler bu mücadeleyi bölmektedirler. O meçhul proletarya biriliðini solun türlü-çeþitli örgütlerinin bölmüþ olduðu gerçeðini atlayýp Kürtlere gelmenin biraz zor olmasý gerekirdi. Ve tabi Kürtlerin ayrý örgütledikleri "Kürt proletaryasý" ile ayrý örgütler çerçevesinde eylem birliði geliþtirmek ve yaþamý birlikte dönüþtürmek olanaklý 29


Kurtuluþ

olamaz mýydý? Olamaz! Bu nokta hem demokrasi anlayýþýnýn nasýl kýsýr kaldýðýný hem de milliyetçiliðin burada nasýl rol oynadýðýný ortaya koyar. Üstelik ayný argümanlar Kürtlerin devlete karþý yürüttüðü 20 yýllýk savaþýn ardýndan da söylemeye devam ediliyorsa artýk meselenin su götürür tarafý kalmaz. Kürtlere karþý olma tutumunun toplumsal ve örgütsel iliþkilerin tanýmýný da belirleyen bir faktör rolü oynadýðýný kabul etmek gerekir.

Milliyetçiliðe eðilimli/yurtsever akýmlarda görülen en önemli þikayet, "herkesin Kürt sorunun kuyruðuna takýlmasý, pkk yi eleþtirmemesi ve hatta herkesin geçmiþinde bir Kürtlük bulmaya kalkýþmasý" vs olmaktadýr. Bu þikayetlerin kendisi milliyetçiliðe ya da bir baþka ulusun varolma hakkýna karþý duruþu açýkça ortaya koyar. Eskiden Kürtlüklerini ifade etmekten imtina eden insanlarýn verilen mücadelenin ürünü olarak kendilerini ifade etmenin keyfini yaþamaya baþlamýþ olmalarý egemen ulus perspektifinden bakanlarýn gururuna dokunmakta, "kendileri Türk milliyetçiliðini reddederken", Kürtlerin "milliyetçiliðe" yönelmeleri kendilerine yapýlan bir adaletsizlik, vefa bilmezlik olarak gelmektedir. Bu ruh hali içinde de Kürtler arasýnda en sivri örnekler seçilip egemen sýnýflarýn ideolojik hegemonya oluþturmak için yaptýklarý gibi büyük bir tehlikenin eþiðinde olunduðu ilan edilmektedir. Bu provokatif bir mantýktýr. Egemen sýnýflar da yýðýnlarý sürekli olarak olan ya da olmayan iç ve dýþ tehdit altýnda tutarak düþünmelerini engelledikleri gibi kendi etraflarýnda toplanýlmasýný da saðlamaya çalýþýrlar. Bu bir ideolojik hegemonya kurma yöntemidir. Olmayan ya da tehlike olarak alýnamayacak iþleri mikroskop altýnda büyütüp insanlarý telaþa verme yöntemidir bu. Sosyal þovenler de kendi konumlarýný saðlamlaþtýrabilmek için Kürt meselesinde bulduklarý her imkaný kullanmaktan geri kalmaz ve bunu masum eleþtiri hakkýný kullanma fikrinin arkasýna saklamaya çalýþýrlar.

Kürtlere karþý oluþ (tabi bu PKK'ye karþý oluþtur!) örgüt içi anlayýþlarý belirler. Demokrasi konusunda söylenen onca lafa karþýn, partinin yarýya yakýný bir çýrpýda partiden atýlabilecek ölçüde demokrasi anlayýþý ayaklar altýna alýnýr. Kürtlere karþý oluþ toplumsal iliþkileri de belirler ve ezen ezilen arasýndaki iliþkilerde yeni bir tutum alýþ belirlenir. Kürt meselesinin söz konusu olmadýðý yerde bu "sosyalistler" ezene karþý ezilenlerin yanýndadýrlar ama Kürtlerin mücadelesinde ikisinden de eþit derecede uzaktadýrlar. Bu çok standartlýlýk sosyalizmin batýþýnýn da ana faktörünü oluþturmuþtur. Kürt meselesine karþý tutum alýþ nasýl ki toplumun önemli bir kesimini faþizme yakýn bir anlayýþa sürüklemiþtir, sosyalistleri de benzer bir biçimde demokrasiyle mesafeyi açmaya götürmüþtür.5 Sosyalist harekette önemli zaaf noktalarýndan birini de anti-emperyalizmin kavranýþýnýn zaaflarýnda görmek gerekir. Milliyetçilik ve geleneksel gavur düþmanlýðý zemininden emperyalizme karþý çýkýþ dikkatle analiz edilip uzak durulmadýðý takdirde at iziyle it izinin birbirine karýþmasý her zaman olanaklýdýr. Bu izlerin karýþmasý olgusuna bir Kürt meselesinde rastladýðýmýz gibi emperyalizm meselesinde de rastlamak mümkün olmaktadýr. Burada solcularla milliyetçileri benzer argümanlar içerisine çeken yurtseverlik anlayýþý olmaktadýr. Marksist anlayýþ açýsýndan sosyal yurtseverlik (sosyal patriotizm) bir sapmadýr ama Marksistler egemen ideolojinin kabuklarýný kýramadýklarý ölçüde, krizin olmadýðý dönemlerde masum görünen yurtseverlik anlayýþýný sosyalist anlayýþa eklemlemiþler ve kriz dönemlerinde de bunun apacýk bir sosyal þovenizm olarak karþýlarýna dikilmesini engelleyememiþler ya da milliyetçiliðin bir parçasý haline geldiklerinden dolayý engellenecek bir þey görmemiþlerdir.

Ama kendilerini tutamadýklarýnda Kürt mücadelesine öncülük eden örgütü apaçýk düþman ilan etmekten geri kalmazlar. Akýn Birdal'a Truva Atý diyebilmek iþte bu duygunun kontrolsüz hale gelmesidir. Bu mantýðýn apaçýk Kürt düþmanlýðý olduðu ve sol içerisinde yaygýnlaþtýrýlmak dolaysýyla da solun kendi hayat alanýný þovenizmin istilasýna açýk hale getirdiðini iyi görmek gerekir. Her akým kendi hayat alanýný konsolide ederek varolma þansýna sahip olur. Baþkalarýnýn hayat alanýna nüfuz edeceðini sanýrken kendisini av haline getirmek iþte bu verdiðimiz örnekteki gibi cereyan eder. *** Milliyetçilikle mücadele etmek gerektiðini tüm sosyalistler söylerler elbette. Dolaysýyla bu ifade hiç de özel bir görevi anlatmaz görünür. Ancak bu mücadelenin mahiyetine bakýldýðýnda yine içinde olunan milliyetçiliðin kanýtý olarak ötekinin mil-

Sosyal þovenizm öylesine kök salmýþ durumdadýr ki, "sosyalist saflarda" çok ciddi bir "Kürt kuyrukçuluðu" tehlikesinin çýðýrtkanlýðýna sýk sýk rastlarýz.

30


Kurtuluþ

liyetçiliði ile savaþýlmakta olduðu görülür. Egemen ideolojiyle savaþ sivri ucu oluþturan faþizme yönelir ve egemen ulus milliyetçiliðinin incelmiþ biçimleri görülmez ve anti-emperyalizm söyleminden beslenen bir yurtseverlik kabuðu içerisinde insanlara sosyalizm olarak sunulur. Musolini ve Hitlerin buna benzer retorikler geliþtirmiþ olmasý hiç de uyarýcý olmaz. Olmaz zira onlarýn "zaten" burjuvazinin akýmlarý olduðu, kendilerinin ise burjuvayla çatýþma içinde olduklarý söylemi benzerliklerin "sýnýfsal muhtevasýnýn farklýlýðý" dolayýsýyla kýyaslanmasýna imkan vermez. Aþikar ki, bu bir aldanmacadýr ama aldanan farkýnda deðildir. Milliyetçiliðe karþý mücadelede egemen ulus milliyetçiliðin sivri ucu olan faþizme gözleri dikmek ve ötekinin milliyetçiliðiyle uðraþma milliyetçiliði sosyalistler için de fark edilmez hale getirir. Milliyetçiliðin temel kurgusunda da zaten bu vardýr: ötekine karþý alýnan tutum. Her ne kadar milliyetçiliðin bir aidiyet duygusuyla ortaya çýktýðý sanýlsa da milliyetçiliðin ve ulusun evriminin tarihi göstermektedir ki, her ikisini de temelde belirleyen "ötekinin" varlýðý ve yarattýðý tehlikedir. Tüm yazýlý tarihte de bu böyledir. Egemen sýnýf kendisini hep ötekinin yarattýðý tehdit üzerine kurmuþtur. Dolaysýyla kendini savunmayý en doðal hakký olarak kabul eden insan, "saldýrana karþý" bir aidiyeti geliþtirmeyi de doðal bir durum olarak benimsemiþtir.

dýþýnda kalan önemli bir kesim de Makyavelizm'e lanet okurlar. "Son günahý ortadan kaldýrmak için islenecek günahýn günah olmadýðý" düþüncesini dinsel gericiliðin günahlarýnýn yýkanmasýnýn açýklamasý olduðunu bilir, amacýn araçlarý meþrulaþtýramayacaðýný savunurlar. Bütün bunlarý sosyalistler bugün keþfetmiyorlar ve bunlar sosyalistlerden önce tutarlý olmak derdinde olan insanlarca etik bir mesele olarak ele alýnmýþtýr. Araçlarýn kimin eline geçerse onun amacýna uygun olarak kullanýlabileceði savý tarih tarafýndan birçok kez yalanlanmýþ ve tersi durumlarýn olabileceðini de, yani uygunsuz araçlarýn amacýn yeniden ve araca uyum göstererek þekillenmesine de neden olduðunu göstermiþtir. Sosyalizmlerin yýkýlýþ tarihini bu geliþimin örneði olarak görebiliriz. Egemen sýnýfa karþý mücadelede alýnacak tedbirlerin de bu amaç araç iliþkisine uygun olmasý icap eder. Ýç ve dýþ düþmana karþý alýnan tedbirlerin egemen sýnýf olarak örgütlenecek olan iþçi sýnýfýna karþý iþlemesini engelleyecek mahiyette olmalarý gerekir. Tek ölçütün iþ ve dýþ düþmana karþý olmak olduðu durumda tarih gösterdi ki, belki proletaryanýn da onayýyla alýnmýþ tedbirler proletaryaya karþý da iþlemekte ve onu egemen sýnýf olmaktan tabi sýnýf durumuna, tedbirleri uygulama durumunda olan "öncü"yü de egemen zümre durumuna getirmektedir.

Kapitalizmin þafaðýnda kendi av alanýný çitlerle çevirmenin derdinde olan burjuvazi bu aidiyeti tarihsel olarak ortaya çýkmýþ olan milliyet temellerini kullanarak milliyetçilik yoluyla gerçekleþtirmiþtir.

Mekanizmanýn adým adým nasýl gerçekleþtiðini irdelemek alýnabilecek karþý tedbirleri de ortaya koyar. Bu tedbirler ikilidir. Biri mücadeleyi yürüten örgütlerin anlayýþ ve yapýlanmasýyla, diðeri de sosyalist toplumsal ve siyasal iliþkilerin tanýmlanmasýyla ilgilidir. Tehlikeler her iki düzeyde de mevcuttur.

Milliyetçiliðin kendisini ötekine karþý meþru savunma üzerine kurmasý gibi elitist sosyalizm anlayýþý da ayný temelden kendisine haklýlýk kazandýrýr. "Emperyalizmin saldýrýsý ve onun içimizdeki uzantýlarý" bizi onlara karþý tedbirler geliþtirme zorunda býrakýr. Böyle tehlikeler yok mudur? Elbette vardýr. Milliyetçilikte ve milletler durumunda olduðu gibi bir biriyle rekabet eden, ve birbirini dýþlayan yapýlarýn olduðu durumda birbirine karþý müdahaleler de olacaktýr. Mesele haliyle bu müdahalelere karþý mücadele edip etmeme meselesi deðildir. Ezilen sýnýflarýn egemen sýnýf olarak örgütlenmesi zaten bir mücadeleyi baþlatýr ve ezilenlerin tüm azýnlýk egemenliklerini ortadan kaldýrýncaya kadar devam eder. Burada sorulan soru bu mücadelenin yolu yordamýnýn ne olacaðýdýr.

Sýnýflý toplumlarda toplumsal ve siyasal iliþkilere bakarak küçük bir azýnlýðýn tüm bir toplumu nasýl denetimi altýna aldýðýný ve nispeten istikrarlý bir durum oluþturduðunu anlamak mümkündür. Ne var ki buradan çýkarýlacak ders benzerinin proletarya tarafýndan gerçekleþtirilmesi deðil, tam tersine böyle bir yapýdan nasýl uzak kalýnabileceðinin yolunu bulmaktýr. Þimdiye kadarki deneyde burjuvaziden olumlu ders çýkarýldý, azýnlýk gücüyle toplumun nasýl denetim altýnda tutulacaðýnýn ilmi geliþtirilmeye çalýþýldý ve bu "ilmi" faaliyetin sonucu "sosyalizm" sýrtýmýza aðýr bir kambur yükleyerek battý. Þimdi yapýlacak olan bu kamburun altýnda ezilmeden, hem iþ ve dýþ düþmanýn bizi mücadele edemez duruma getirmesi ve yenilgiye sürüklemesini engelleyecek

Mücadele süreci içerisinde düþmanýn seni eðitmesine ve kendine benzetmesine izin vermeyeceksin. Aslýnda sadece sosyalistler deðil onlarýn 31


Kurtuluþ

hem de bu düþmanýn bizi kendisine dönüþtürerek yenilgimize neden olmayacak formülasyonu bulmakta. Ama bunu yeniden bulmayacaðýz. Bu sosyalizm olarak Marx'tan beri savunulagelen ama iktidar olunmasýyla birlikte içerik deðiþtiren öðretiden baþkasý deðildir.

þu ya da bu nedenle sarsýldýðý ya da kýrýldýðý durumlarda þiddet tekeli kopup alternatif olmaya niyetlenen "ahaliyi" hizaya getirir. Egemen sýnýf hiçbir zaman ideolojik hegemonyanýn dýþýna çýkan "ahaliye", "siz çizginin ötesine geçtiðiniz için sizi cezalandýracaðým" demez, "iç ve dýþ düþmanlarýn oynadýklarý oyunlar sonucu kimi sapkýnlarýn toplumun huzurunu bozduðunu ve huzurun geri getirilmesi için halktan alýnan yetkiyle bozguncularýn en aðýr biçimde cezalandýrýlacaðý" ilan edilir. Bu kliþe feodal, kapitalist ya da sosyalist söylemde aynen tekrarlanýr. Deðiþiklik, millet, halk, toplum, proletarya gibi kelimelerde ve bozguncularýn türleri üzerine olur.

Paris komününe "proletarya diktatörlüðü" diyen ve bu proletarya diktatörlüðünün burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik olduðunu anlatan öðreti ortadadýr. Ama nedir bu diktatörlük ve demokrasi? Yaþanan deneylerle benzeþik bir þey anlatacak isek bir anlamý yok. Yaþanandan apayrý olan bir teori yüzyýldan fazla bir zamandýr ki, varolmaya devam ediyor. Bu öðreti kendini en þok Paris Komünü üzerine anlatmýþtýr.

Paris komününü deðerlendiren Marks ve Engels onun erdemlerinden olduðu kadar hatalarýndan da dersler çýkardýlar.

Anlatýlanda iki temel öðe olmazsa olmazý oluþturur: Kurulacak iliþkilerde (her düzeyde)

Onun en temel üç hatasýna iþaret ettiler:

(a) rekabetin dýþlanýp dayanýþmanýn temel ölçüt olarak alýnmasý ve

(a) Versaille üzerine gidip eski rejimin sorumlularýný tutuklamamak ve böylece direniþ kabiliyetini kýrmamak

(b) bu dayanýþma iliþkilerinin bozulmasýna yol aþabilecek olan toplumun üzerinde yükselebilecek yapýlara izin verilmeden, onlarýn yerine getirebileceði savlanan olumlu fonksiyonlarýn toplumun bünyesinde ve denetimi altýnda þekillendirilmesi.

(b) Merkez bankasýna el koyup o zamana dek olan toplumsal birikimi proletaryanýn hizmetine sunmamak. (c) Komünü tüm Fransa'ya yayarak bir komün aðý geliþtirememek

Yaþanan ve yýkýlan sosyalizm deneyleri bu iki olmazsa olmazý da tam anlamýyla reddedip yerine tersini geçirmiþtir.

Onun erdemleri olarak da þunlarý saydýlar:

Dayanýþma, yerini içerde verimlilik prensibine baðlý "sosyalist rekabete", dýþarda da kapitalizmle rekabete býrakmýþtýr. Kapitalizmle mücadele onun alanýnda yapýldýðýnda kazanýlsa da kaybedilse de ona benzeme zorunluluðunu içinde taþýr. Toplumun üzerinde yükselen ve toplumu denetlemeye olanak veren yapýlar kapitalizmdekinden daha tekelci bir biçimde yaratýlmýþlar ve bu durum proletaryayý yönetilen sýnýf durumuna düþürmüþtür. Burjuvazi egemenliðini iki temel öðeye dayanarak gerçekleþtirir. Biri ideolojik hegemonya diðeri de þiddet tekelini elinde tutmak ve bu tekeli koruyacak yapýlanmalara sahip olmak. Ýdeolojik hegemonya baþka þeyler yanýnda þiddet tekelinin toplum tarafýndan da kýsmen ya da tümden onaylanmasýný saðlar. Bu ideolojik hegemonya sayesinde oluþturulan yapýlar hegemonyanýn esas olarak iþlemeye devam ettiði durumlarda nispeten rutin bir iþleyiþ gösterir ve bir þiddet uygulama tekeli olduðunu yansýtmaz, tam tersine bireyin huzur içinde yasamasýnýn gereði olarak kabullenirler. Ancak ideolojik hegemonyanýn

(a) Düzenli ordunun yerine tüm halkýn örgütlenmesini geçirip iç ve dýþ güvenliði onun yerine getirmesini saðlamak (b) Profesyonel olarak kalacak bürokratik kurumlarý proletaryanýn denetimi altýna sokmak Bu ve benzeri tedbirlerin temel mantýðýný Komünist Manifestoda ilan ettikleri gibi proletaryanýn egemen sýnýf olarak örgütlenmesi ve toplum üzerinde, toplumu dýþarýdan denetleyebilecek hiçbir yapýnýn oluþmasýna olanak vermemek oluþturmaktadýr. Bu koþullar altýnda örgütlenme özgürlüðü ve proletaryanýn egemen sýnýf konumu kimse tarafýndan bozulamayacak yapýsal bir özellik kazanýr. Atatürkçülüðün Keskinleþtirdiði Üçlü Çatýþma ve Demokrasinin Boðulmasý Osmanlý, tüm imparatorluklar gibi çok uluslu bir devlet olmak dolaysýyla herhangi bir ulusu/milliyeti öne çýkarmaktan ziyade islami topluluklarý ve 32


Kurtuluþ

Müslümanlar dýþýnda da devlete sadakati esas alan bir yapýlanmaya sahipti. Avrupa'da geliþen milliyetçilik hareketleri Osmanlýnýn Balkanlardaki topraklarýnda yaþayan topluluklarýn uluslaþmasýný kuvvetle etkilerken, Türkler henüz bu geliþmelere yabancý idiler. Onlar ulusal isyanlarý, baþka devletlerin Osmanlýya karþý gerçekleþtirdikleri kýþkýrtmalarýn sonucu olarak almakta idiler. Bu mantýk öylesine yerleþmiþtir ki, milliyetçiler deðiþik milletlerin kendi kaderlerini tayin etmeye giriþmelerini kendilerine, Osmanlýya ihanet olarak görürken, sosyalistler de bu milletlerin kurtuluþ mücadelelerini emperyalist devletlerin bir tür oyun olarak görmekten geri kalmazlar. Ve hala bugün de Kürt ve Ermeni meselelerine de yine ayný savunma noktasýndan bakarak emperyalist oyunlarý keþfetmek ve onlara karþý savunma yollarýný aramaktan kendilerini alamazlar. Haliyle emperyalizmin Ortadoðu'daki en saðlam iþbirlikçilerinden biri olan TC'ye karþý mücadele etmek deðil, tam tersine ona payanda olmaktadýrlar.

bünyesinde taþýyarak korkular temelinde kurulmuþ bir dehþet devletinden söz etmek doðru olur. Güçlü devlet geleneðine sahip devletimiz denildiðinde ne anlamak gerekir? Örneðin Hollanda devleti mi güçlüdür yoksa TC mi? Halkýna nefes aldýrmamak, kendini halka karþý her an korumak anlamýnda elbette ki TC diyeceðiz ama bu devletin hiç de güçlü olduðunu göstermez. Tersine kendisini öylesine güçsüz hisseder ki, toplumdaki her kýpýrdanýþ karþýsýnda kendisinin yýkýlabileceði korkusu içinde þiddet aygýtlarýný harekete geçirir. Güçlü olan devlet ideolojik hegemonyaya dayanan halkýnýn onayýný almýþ ve dolaysýyla toplum tabanýnda olan hareketlilik karþýsýnda yýkýlma korkusunu taþýmayan devlete demek gerekir. Bu anlamda Hollanda devleti TC ile ölçülemeyecek derecede güçlüdür. Bu taným biçimi içerisinde Türk devletlerinin geleneðinin güçlüden ziyade zalim, baskýcý nitelemesiyle tarif edilmesi maksadýn doðru dile getirilmesi aþýsýndan çok daha doðru olur. Ayrýca bu dillendiriþ "devlet baba" gibi sýfatlarýn gerçekte ne anlama geldiðinin anlaþýlmasýný da kolaylaþtýrýr. Devletin babalýðýndan evde kimseye söz hakký tanýmayýp bütün iktidarý kendisine toplamýþ olma özelliði olarak bir babalýk tasviri durumu daha iyi anlatýr. Diðer baba çaðrýþýmlarý, çocuklarýna bakan, þefkatli vs gibi nitelemeleri içinde taþýr gibi göründükçe bir yanýlsamanýn üretilmesi anlamýna gelir.

Kurtuluþ savaþý öylesine abartýlmýþtýr ki, buradan TC devletinin çok özel ve güzel olduðuna dair Marksizmin hiçbir yanýna sýðmayacak teoriler de üretilmiþtir. Bunlardan biri kerim devlettir. TC üzerine yapýlan analizlerde zaman zaman Osmanlý üzerine uydurulmuþ mitlerden yola çýkýlýr. Aslýnda bu iddialar tarihsel analizden deðil, günümüzde görülmek istenen olgularý tarihsel olarak temellendirme (teleoloji) çabalarýndan baþka bir þey deðildir. Ordunun üretimle baðý dolaysýyla tarihsel olarak ilerici bir rol oynadýðý ve bu geleneði de Cumhuriyet ordusunun devraldýðý gibi en gerici türden teoriler, kerim, güçlü devlet geleneði gibi tersyüz edilmiþ mitlerle yan yana gider.

Osmanlýnýn son yýllarýnda iktidar sahibi olan Ýttihat ve Terakki Partisi baþlangýçtaki tereddütlerinden sonra Türk milliyetçiliðini kendisine eksen olarak aldý. Cumhuriyet ise bu geç kalmýþ milliyetçiliði Mustafa Kemal'in belirlemeleri çerçevesinde resmi ideoloji haline getirdi. Bu geliþimin bir özelliði geç kalmýþ olmak ise, diðer özelliði de onlarca milliyetin yaþadýðý topraklarda resmi ideoloji olarak þekilleniyor olmasý idi.

Örneðin sýk rastlanan ve devlet analizlerinde önemli bir yer tutan iddialardan biri TC'nin güçlü bir devlet geleneðini miras almýþ olduðudur. Ancak bu bile da gerçeði yansýtmaz. Devletin büyük topraklara yayýlmýþ olmasý hiç de güçlü bir devletin olduðunu ortaya koymaz. Osmanlýnýn güçlü olduðu dönem Fatih, Yavuz ve kanuni dönemleridir.6 Bu dönemde üç kýtaya yayýlan bir imparatorluk haline gelmiþtir ancak Kanuniden sonraki 300 yýl boyunca sermayesini yiyen bir tüccardan çok farklý bir konumda da deðildir. Devlet kendini koruyabilmek için sürekli bir yollar arama durumundadýr. Yani ortada güçlü deðil, ayakta zor duran bir devlet vardýr. Ve TC'nin kuruluþunu uzun bir devlet geleneðine baðlayabilecek olsak da bunun güçlü devlet geleneði olduðunu halký ezmenin dýþýnda söylemek olanaðý yoktur. Tam tersine güçsüzlüðün getirdiði çeþitli korkularý

Geç kalmýþlýk bir zaman sorunu deðil, bir toplumsal mesele oluþturmaktadýr. Kendi pazarýna sahip çýkmaya kalkýþabilecek ve böyle bir pazarýn yarattýðý güç ile iktidar talep edebilecek bir burjuvazi yoktur ortada. Zayýf bir ticaret burjuvazisi Osmanlý subaylarýnýn etrafýnda toplanmýþ durumdadýr. Hatta denebilir ki, devleti batýran Osmanlý subaylarý kurtuluþ için ve kurtuluþtan sonra da onlarý kendi etrafýnda durmaya da zorlamýþtýr. Ýktidar sahipleri hem bir imparatorluk mirasýna sahiptir hem de geliþmiþ bir millet bilinci yoktur. Atatürkçülük bu bilinci yaratmanýn içinde þekillenecektir. Atatürkçülüðün yüz yüze bulunduðu 33


Kurtuluþ

sorun sadece bu deðil, ayný zamanda burjuva toplumsal iliþkileri de yaratmaktýr.

lik kurma çabalarý geliþtirildikçe Kürtler haklý olarak isyan ederler. Kürtler isyan ettikçe Türkçülük kýzýþtýrýlýr. Kürtlerin ve tüm diðer milliyetlerden olan halklarýn köklerinin Türk olduðunu kanýtlamak üzere en ýrkçý argümanlara baþ vurulur (bu arada Türklerin antropolojik özelliklerinin tespiti için Avrupa'dan araçlar da getirtilir, on binlerce insanýn kafataslarý ölçülür, Mimar Sinan bile mezarýnda rahat býrakýlmaz!), kötü ünlü "Türk tarih tezi" yaratýlýr. En þoven ifadeler insanlarýn zihinlerine kazýnýr: Bir Türk Dünyaya bedeldir! Ne mutlu Türküm Diyene! Muhtaç olduðun kudret damarlarýndaki asil kanda mevcuttur! Ama diðer yandan da "biz adam olmayýz!" demeye devam eden travmatik bir "ulusal þuur" üretilir.

Bu görev Kemal Atatürk ve çevresini üç yönlü çarpýþmaya sokar: Yeni toplumsal iliþkileri yaratabilmek için laisizm7 þeriatçýlýk çatýþmasý biçiminde þekillenen ezici çoðunluðu oluþturan geleneksel topluma karþý verilen mücadele; Merkez erkinin zaafa uðramasýna yol aþabilecek sýnýf mücadelesinin durdurulmasý amacýyla günün itibarlý akýmý komünizme karþý geliþtirilen mücadele ve Türk milletini þekillendirmek üzere diðer milliyetlerin yok edilmesine yönelik çok yönlü mücadele.

*** Diðer milliyetlere karþý yürütülen mücadele yeni bir þey deðildir. Ýttihat ve Terakki Cemiyeti Türk milliyetçiliðini esas almaya karar verdikten sonra Türk burjuvasýný da yaratma görevini üstlenmiþ ve daha sonra da örnekleri görüleceði gibi Müslüman olmayanlarý iktisadi alandan temizleme faaliyetine giriþmiþtir. Bu konuda "Türklük bileþimi" tartýþmalý Selanik burjuvazisinin8 Ýttihat ve Terakki Cemiyeti içinde belirleyici bir rol oynadýðý bilinen bir gerçektir. Kemal Atatürk'ün de Selanikli olmasý ayný burjuvazi için herhalde mutlu bir tesadüfü oluþturur. Ermenilerin ve daha sonra Türk olmayan diðer milliyetlerin yok ediliþlerini,9 Osmanlý geleneðinden miras alýnmýþ Türk tipi sermaye birikiminin biçimi olarak ele almak gerekir. Osmanlý hazinesinin en belirgin girdisini talan oluþturuyordu. Türk burjuvazisi de talanýn bir türü olarak diðer milliyetleri sürerek, fiilen yok ederek ilkel sermaye birikimini gerçekleþtirme yoluna girmiþtir denilebilir.

Milliyetçilik bir kez yaygýn bir ideoloji haline geldikten sonra, kurgusu gereði burjuvaya ihtiyaç duymadan da diðer sýnýflar tarafýndan taþýnýr olmuþtur. Bu onun iyice sýnýflardan baðýmsýz ortak bir "duygu" gibi algýlanmasýna, kendini emziren bir bebek gibi katkýda bulunmuþtur. Türk milliyetçiliði diðerleri karþýsýndaki konumlanýþýný kasýtlý olarak öylesine abartmýþtýr ki, Türkiye cumhuriyetini kurma içini "yedi düvele karþý verilmiþ bir savaþýn" eseri haline getirmiþtir; Yani bütün dünya Türk'e düþmandý; her taraftan kuþatýlmýþtý; her an bir saldýrýya uðrayabilirdi! Türk milliyetçiliði de kanýný iþte bu "feci kuþatmadan" aldý. Vatanýn koruyucu merkezinin iþlerini bozabilecek her þey, düþmanlarýn iþine yarayacaktý ve bunu yapanlar da ancak düþmanlarýn içerdeki uzantýlarý olabilirdi. Çoðunluðu oluþturan muhalefete karþý böylece en kuvvetli silah ele geçirilmiþ oluyordu.

Türk milliyetçiliðinin þekillenmesine diðer milliyetlere karþý alýnacak tutum en belirgin damgasýný vuracaktýr. Aslýnda diðerlerine karþý duruþ bütün milliyetçiliklerin varoluþ temelini oluþturur. Lozan antlaþmasýnýn izin verdiði gayri Müslimlerin dýþýnda (Ýstanbul ve Bozcaada ile sýnýrlýdýr) tüm Hýristiyan Rumlar Yunanistan'a gönderilirler. Bu Türk topraklarýný "temizleme" düþüncesine temellik eder. Sürülen Rumlarýn Hýristiyan oluþlarý milliyet sorununu örtmez. Her ne kadar adý "nüfus mübadelesi" olsa da bu Rumlarýn sürgünü olarak bilinir. Apaçýk bir ýrkçýlýktýr bu.

Herkesle savaþan bir ülke(!) milliyetçiliðin þekillenmesinde peþ peþe yeni motivasyonlar kazandý. Önce nüfus mübadelesi yapýldý. Milyonlarca insan yer deðiþtirdi. Rum gitti, Türk geldi. Yetmedi "Ýngiliz emperyalistlerinin kýþkýrttýklarý Kürtler" ayaklandýlar! Düþman fena halde içeriden çalýþýyordu, dolaysýyla ona karþý en zecri tedbirlerin alýnmasý zorunluydu.Her dönemde ayný gerekçe yapýlan zulmü sözde rasyonel kýlýyordu: Böylesine tehlikeli bir durumda milletin ve devletin bekasý için demokrasi ertelenebilirdi. Kapitalizm, komünizm, feodalite, herkes ama herkes TC'ne karþý her an bir þey yapmaktaydý. Ýþte bu hezeyan içinde þekillendi Türk milliyetçiliði.

Bundan daha keskini Kürtlere ve diðer ulusal azýnlýklara karþý alýnan tavýrla ortaya çýkar. Kürtlere verilen özerklik sözleri tutulmayýp merkezi egemen34


Kurtuluþ

TC tarihini boydan boya saran bir baþka önemli olgu da Osmanlý da olduðu gibi Cumhuriyette de aydýnýn kapýkulu olarak yetiþmesidir. Aydýn kelimesine kaynaklýk etmiþ olan Fransýz devriminde aydýn varolan sisteme muhalefet içerisinde yetiþmiþti. Aydýn eski rejime karþý duran zihin iþçisiydi. Osmanlýda ise gelenek, kellesini almamýþ ise muhalifi bile kapýkulu yapýp cebine harçlýðýný devletin koymasý üzerine kurulmuþtu ve TC devraldýðý bir þok baþka miras gibi bunu da devraldý. Cumhuriyet "Aydýný"ný kendisi yetiþtirdi. Feodal bir sisteme karþý burjuva bir sistemi savunuyor olmak dolaysýyla kendisini Fransýz devrimiyle, hatta jakobenlerle baðlantýlý gösterebilen Atatürkçülük ve eseri TC "aydýnlattýðý" insanlarýn zihinlerinde kendisini Fransýz devrimi üzerinden moderniteye baðlayýp rasyonalize olabildi. Bu ayný rasyonalizasyon biçimi varolan sosyalizmin karakteri dolaysýyla komünistlerin zihinlerinde de kendisine yer bulabildi.

masýnýn aracý olmaz, burjuva ya da proleter olsun, muhalefet hareketinin düþüncesi olur idi. Ne var ki, çaðdaþ düþünce Atatürkçülük tarafýndan kastre edilerek devlet katýna yükseltilir iken, muhalefet feodal düþünceye kalmýþ idi. Zira Komünist hareket de Atatürkçülükten yediði darbelere raðmen ona karsý çoðunlukla olumlu bir tutum takýnarak muhalefet deðil iktidar savunucusu safta görülmek durumunda kalmýþ idi. Çaðdaþ düþünce, özel olarak demokrasi düþüncesi böylece hem muhalefet hem devlet tarafýndan kuþatma altýna alýnmýþ oluyor idi. Geriye dönük muhalefetin zaman zaman aðzýndan çýkan demokrasi ifadesinin de demokrasiyle bir alakasýnýn olmasý olanaklý deðildi. Toplumu kul olarak tarifleyenlerin özgür bireyler arasý toplumsal sözleþmenin ifadesi olan demokrasiyle kurabileceði yakýnlýk ancak kendilerin iktidara gelebilmek için serbest çalýþma imkanlarýna sahip olmalarý olabilirdi. Türkiye'de demokrasi düþüncesinin geliþimi aþýsýndan bu belirleme son derece önemli bir noktayý oluþturur. Sosyalist hareket de kendisini bu girdabýn içinde buldu. Ýki temel nedenle demokrasi düþüncesinin geliþtirilmesinin odaðý olamadý: Biri sosyalizmin dünya þapýnda kazandýðý bürokratik özellik, diðeri de kendisini burjuvazi ile feodalizm arasýnda sýkýþmýþ bulmasý ve birçok durumda iktidara destek verme ihtiyacýný duymasýdýr.

Dünya çapýnda bürokratik bir özellik kazanmýþ olan sosyalizm akýmý çoðulculuðu burjuvaya atfederek, sosyalist bir demokrasinin kanallarýný týkamýþ, bununla da kalmayarak kurulan bürokratik merkeziyetçi anlayýþa sosyalist demokrasi adýný da takmýþtý. Bu anlayýþ mutlak merkeziyetçi Osmanlý geleneðinden gelen Türk toplumu için hiç yabancý bir yaklaþým deðildi. Modern temellerde kurulma iddialarýna karþý cumhuriyet ayný geleneði yeni biçimler içinde tekrarlýyordu. Bu anlayýþ aþýsýndan farklý varoluþun meþruiyeti kabul edilemezdi. Her farklý varoluþ ancak bir hastalýða, bir sapmaya, düþmanýn içerideki bir uzantýsýna tekabül edebilirdi. Bu açýdan millet kavramý, Atatürk'ün "veciz" ifadesiyle "imtiyazsýz ve sýnýfsýz bir toplum" için gereken ideolojik zemini veriyordu. Farklýlýk bir hastalýk, farklýlýklarýn dile getirilmesi ise, hastalýk yaymaktan baþka bir anlama gelemezdi. Bu da ancak milletin düþmanlarýnýn eseri olabilirdi.

Çoðunluk iktidarý olacaðýný iddia ederken bir azýnlýk iktidarý kuran sosyalizm, iktidarý kaybetmemek için bürokratik bir sosyalizm anlayýþý geliþtirme zaruretiyle yüz yüze gelip bünyesinde hiçbir demokrasiye yer býrakmadý ve bu Türkiye sosyalizmine de aynýyla yansýdý. Dolaysýyla sosyalist hareketimiz demokrasi savunacak bir malzemeden daha baþtan yoksundu. Onun için de kendisini feodalizme karþý mücadeleye ve kalkýnmaya verdi. Ve kalkýnma konusunda da Kemalistlerin merkezi planlamaya yatkýnlýklarýný gördükçe de kendini bir baþka türlü yakýn hissetti onlara; böylece ikinci bir tuzaða daha düþmüþ oldu. Her þeyi devletin elinde toplamak, örgütlenme özgürlüðünü ortadan kaldýrýp, tekelci bir yapý kurmak ve tek bir partiyi devletle özdeþ hale getirmek sosyalizme de uygun görünen bir iþti.

Türk milliyetçiliði her dönemde, her türlü özgür düþüncenin geliþiminin önündeki birincil engeli oluþturmuþtur. Elbette feodal bir rejimin egemen olduðu durumda devletin Kemalist cumhuriyetten daha özgürlükçü olacaðýný söylemek olanaklý olamaz. Ama özgürlük düþüncesi daha avantajlý bir konumda bulunur idi. Aydýn özgürlüðün, demokrasinin savunucusu, zayýf konumda bulunduðunun bilinciyle diðer milliyetlere karþý ýrkçý düþünceleri deðil tersine dayanýþma iliþkisinin geliþmesine katkýlý olacak demokratik düþünceleri daha bir kuvvetle savunmak zorunluluðu ile yüz yüze olacaktý. Bu durumda çaðdaþ düþünce Atatürkçülük kýlýðýna sokulup devletin savun-

Bu durumda iktidarýn iþi sosyalistler karþýsýnda çok kolaylaþýyordu. Muhalefetin ana gövdesini feodaller oluþturuyordu. Onlar karþýsýnda Atatürkçülük savunulmak zorundaydý! Savunuldukça da iktidarýn zulmü, despotik anlayýþý savunulmuþ oluyordu. Ama sosyalizmin bundan bir sýkýntýsý yoktu, zira kendisi de tam böyle düþünüyordu. 35


Kurtuluþ

Ama "feodalizm" sosyalistlere de Kemalistlere de kötü bir oyun oynadý. 1950'de DP iktidara geldiðinde Ýslamcý düþünceyi kendi etrafýnda toplarken, kapitalist iliþkilerin de en hýzlý yayýcýsý olarak karþýlarýna dikildi. Bu kez Atatürkçülük muhalefete düþmüþ ama karþýsýnda doðrudan bir feodalizm deðil, feodal burjuva ittifaký vardý. Atatürkçülüðün yetiþtirdiði "milli burjuva" da bir çýrpýda karþýsýna geçmiþti. Cumhuriyet sürdürülüyordu. Bu kez muhalefette kalan Atatürkçülük, devlet katýnda kaybetmemiþ olduðu en önemli kuruma, orduya sarýldý ve gerçek bir muhalefet olma, tabandan gelen tepkinin örgütleyicisi ve demokrasinin savunucusu olma olanaðýný muhalefette de yitirmiþ oldu. Ýktidarý elde edenler yýðýnlar gözünde iktidardaki muhalefet konumunu koruyor ve yýðýn desteðini korumayý muhalefetin özelliðinden yararlanarak sürdürüyorlardý. Bugünkü AKP iktidarý da bu tarihi çizgiyi bir kere daha hayata geçirmiþ görünüyor. Ve Atatürkçüler hala devletin koruyuculuðu görevini orduyla birlikte sürdürmeye devam ediyorlar. Hem de artýk "sosyal demokrat" olduklarý halde!

kalmýþtýr. SSCB'de kurulan sosyalizm de ezenin ezilenin olmadýðý bir toplumu kuracaktý; ne var ki, demokrasiyi tanýma fýrsatý bulamadan kendi halký tarafýndan yýkýlmak durumunda kaldý. Cumhuriyet yýkýlmadý ama kuruluþunun üzerinden 80 yýl geçtikten sonra islamcý bir iktidara sahip oldu.

Batýda milliyetçilik, demokrasi mücadeleleriyle yan yana büyümüþtü. Her ne kadar o da "düþmana karþý milli birlik ve beraberliði" gerçekleþtirmenin yolu olarak, erki merkezin elinde toplama rasyoneline sahipse de, alt sýnýflarýn demokrasi mücadelesinin ürettiði yerel kurumlarýn iktidarlarýný ellerinden sýyýrýp almak kolay bir iþ olamazdý. Aðýr bedeller ödenerek elde edilmiþ haklarýn sökülüp alýnmasý, benzer bedellerin ödenmesini de zorunlu kýlacaktý kuþkusuz. Ve demokrasi mücadelesinin çekirdeðini oluþturan sosyalizm mücadelesi, geri alma giriþimini burjuvaziye onu tümden iktidardan mahrum ederek de ödetebilirdi. Dolaysýyla demokrasinin uzun mücadele süreçleri içerisinde kurumlaþtýrýlmýþ olmasý, burjuvaziyi toplumsal rýzayý kazanma zorunluluðu ile yüz yüze býrakmakta ve milliyetçiliðini ister istemez varolanla birleþtirmek, Atatürkçülüðün gösterdiði türden bir merkeziyetçilikten uzak kalmaya da zorlamaktaydý. Toplumsal rýzayý elde etmek bir anlamda varoluþunun koþulunu oluþturmuþtu. Türk milliyetçiliðinin egemen ifadesi olarak Atatürkçülük ise ne böyle bir demokrasi mücadelesinin içinden gelmiþti ne de karþýsýnda konsensus oluþturabileceði/oluþturmak zorunluluðunu duyacaðý demokrasi mücadelesinin ürünü olan bir toplumsal yapý vardý. Ayný sosyalizmin bir azýnlýk iktidarý olarak ortaya çýkýþýnýn ürettiði tarihsel kader gibi, Atatürkçülük de sürekli çaðdaþ bir toplum yaratacaðýný söylerken, kuruluþunun üzerinden geçen seksen yýl sonra hala demokrasiyi tanýmayan bir ülkenin yaratýcýsý ve resmi ideolojisi olmak durumunda

Geriye esas olarak Müslüman milliyetler kaldý. Ayrýca uluslarýn dört bir yaný sardýðý durumda, Kürt, Arap, Laz, Çerkez topluluklarýný Atatürk'ün yaptýðý gibi en ezelden beri Türk olduklarýna ikna etmek olanaklý deðildi. Ýslamýn yarattýðý kültürel yakýnlýðý bir biçimde kullanmak mümkün olsa da o alaný bir baþka muhalefet türünün iþgal etmiþ olmasý Atatürkçülüðü açmazda býrakýyor ve ortak kültür öðesini yeniden üretmeyi zorunlu kýlýyordu. Yani tam olmayacak bir duaya amin denilmekteydi. Bu tür bir uluslaþma Türkiye Cumhuriyetinin yüzölçümünün 776 000km² olmasýný saðladý ama bu alanýn korunmasý için metrekare baþýna düþen masraflarý da akýl almaz bir boyuta yükseltti. Ýþin zorluðu atýlan her adýmda toplumun denetim altýnda tutulmasý masraflarýný da giderek artýrmasýnda yatýyordu. 1925'ten 1938'e kadar olan 22 Kürt isyaný vesilesiyle olan kayýplarýn ne kadar olduðunu bilebilmek olanaklý deðilse de son Kürt isyanýnýn 15 yýllýnda ortaya çýkan kayýplarýn rutin elde tutma ve bastýrma masraflarýna ilaveten ek bir 600 milyar dolara ulaþtýðý iddia edilmektedir. Yuvarlak hesap kiþi baþýna düþen kayýp 15 yýlda on bin dolar civarýndadýr. Ýþte budur Türk sömürgeciliðinin Türkiye halklarýna basit ekonomik maliyeti. Elbette bunun bir de manevi maliyeti var. Manevi maliyetini hesaplamak imkansýz olsa da hasta bir toplum üretilmesine gidildiðini söylemek abartma olmaz. K. Atatürk'ün Garp medeniyetini yakalamak üzere baþlattýðý inkýlap seksen yýllýk yürüyüþünde her an saldýrýya uðrama korkusu altýnda yaþayan, Ýslamcýlar

Ulus devlet homojenlik istiyor ama K.Atatürk bu iþi o kadar geç bir devirde yapýyor ki, bu homojenliði yaratma giriþimi ülkeyi cehenneme çeviriyor. Uluslaþmanýn yeni baþladýðý bir çaðda böyle bir homojenlik yaratmak henüz diðer yapýlarýn yerleþmemiþliði dolaysýyla daha kolay idi. Deðiþik kültürlerden insanlarýn tek bir ulusal taným içerisinde birleþtirilmesi daha kolay idi. Ancak uluslarýn þekillendiði ve hele de Anadolu'da yaþayan tüm topluluklarýn bir baþka alanda uluslaþmakta olduklarý gerçeði Anadolu'yu tek bir renge boyama olanaðýný vermiyordu. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler sürme ve soykýrým ile ortadan kaldýrýldýlar.

36


Kurtuluþ

tarafýndan yönetilen "laik" bir toplum yaratma baþarýsýný gösterdi. Bu inkýlap olmasa daha mý kötü durumda olurdu Anadolu insanlarý?

yaratýlan Türk burjuvazisi için deðil ama Anadolu halklarý için bir kazaným olduðunu söylemek oldukça zorlaþýyor. Cumhuriyet iktidarý yerine feodal bir iktidara karþý mücadele edilmiþ olunsaydý belki bugün burjuva ve sosyalist anlamlarý içerisinde demokrasiyi tanýyan bir Türkiye'de yaþýyor olacaktýk; kim bilir! En azýndan þunu söyleyebiliriz ki, bu toplumda çok daha fazla tutarlý demokrat ve ciddi bir demokrasi mücadelesi var olabilecekti.

TC devletinin altýnda hayata gözlerini aþmýþ ve devlet olarak onu tanýmýþ olan insanýn özgürlük için talebi olsa bile bu despotik çerçeveyi yok sayan bir noktadan düþünmeye baþlamasý oldukça zor bir iþtir. Bundan bambaþka bir devletin olabileceði, iktidarýn deðiþik kuvvetler arasýnda paylaþýldýðý, paylaþýlan iktidarýn da herhangi bir elit tarafýndan deðil, sürekli denetim altýnda bulunanlarca icra edildiði ve hatta bu icraya günlük müdahaleler yoluyla doðrudan kendini yönetime (doðrudan demokrasiye) ilerlenebileceðini tasarlamak hayal gücünün epey geniþ olmasýný gerektirir. Böylesine geniþ bir hayal gücünün iþleyemediði durumdaysa somut akýl, varolan yapýnýn nasýl daha demokratik ve halk lehine iþletilir olacaðýný düþünmekten öteye gidemez. Gidemediði için de eski devleti parçalamaktan söz edecek olsa da bu boþ laftan öteye gitmez ve eski devleti sýnýfsal temelinin farklý olduðu iddiasý üzerinde yeniden kurmaya mahkum olur. Yaþanan sosyalizm deneyleri de bize bu bilançoyu verdi.

Þeriatçý-Laik gerilimi içinde þekillenen Türk siyaseti bir bütün olarak solun da çok önemli bir kesimini içererek milliyetçilik limanýna demir atmýþ oldu. Siyasi arenada milliyetçilik türleri birbiriyle rekabet edip duruyor. Sözde ümmetçi olanlarý da milliyetçi olmak üzere, faþistlerin çeþitlerinden baþlayan bir yelpaze sola doðru uzanýyor, sosyal demokrasiyi faþist zihniyete yakýn bir yere taþýrken sosyalist olarak nitelenenler de "milliyetçi sosyalistlikten" "sosyalist yurtseverlere" kadar bir yelpaze oluþturuyor. Sosyalizmin sosyalizm olabilmek açýsýndan temel görevi bu milliyetçi çeperi kýrýp sosyalizm, demokrasi ve enternasyonalizm baðlantýlarýný yeniden kuran bir sosyalizm anlayýþýna ulaþmaktýr.

Bütün bu bilançoya bakýldýðýnda Cumhuriyetin,

* * * 1. Ýhtilal (revolution) kavramýnýn "devrim" kelimesiyle karþýlanmasýyla birlikte deðiþik türden kaymalarýn da kolaylaþtýrýldýðýný görürüz. Artýk devrim güya ihtilali karþýlarken, ondan türeyen devrimci bir adým daha atar ve komünist kelimesiyle de ciddi bir biçimde eþitlenir. Böylece "devrimciler" ortak bir paydada bir araya gelirler. Komünistlerde devrimcidir; kemalistler de! Elbette bu kimilerine çok akýllýca bir politika olarak da görünür. Böylelikle komünizme reaksiyon duyan insanlarýn bir biçimde ona baðlanmasý saðlanmaktadýr. Gerçekten de komünist olanlarýn birçoðu kemalist deðil midir? Komünist olanlarýn daha önce kemalist olmalarýnda pek þaþýlacak bir durum yoktur. Devletin resmi ideolojisine göre eðitilen insanlarýn kemalist olmasý pek þaþýlacak bir durum deðildir. Ancak meseleyi bir de tersinden görmekte yarar var elbette. Kemalizmden kopup komünist olan insanlar benimsenen "devrimci" süreklilik içerisinde kopmalarý gereken þoven bir ideolojiden kopamaz duruma da gelmektedirler. Durum tam bir karmaþadýr. Örneði Devrimci Ýþçi Sendikalara Konfederasyonunu Ýhtilalci Ýþçi sendikalarý konfederasyonu diye tercüme etmek olanaklý mýdýr? Bu kasýtlý tutumdur ki, inkýlabý ihtilal haline getiriverir. Ama bunun reformlarý devrim diye yutturmak anlamýna geldiðini düþündüðümüzde, solun reformist kesiminin kendisinin nasýl radikal dönüþümcü olarak görmeye devam ettiðini ve en radikal kesimlerinin de reformcu anlayýþla ihtilalci anlayýþý nasýl içiçe yaþatmakta olduklarýný da biraz daha iyi anlarýz. 2. Devrim Tarihi dersinde bu hakikati bize aktaran tarih hocamýz prof. Hamza Eroðlu'nu sýnýftan atacak kadar öfkelenmiþ idik. Böylesine acý bir hakikati "devrimci" Mustafa Kemal için kabullenebilmek, biz "devrimcilerin" demokrasi ve iþçi sýnýfý devrimciliði konularýnda daha epey bir ders görmesini gerektirmekteydi. Hala bu devrimcilik türünün birçok versiyonu sol siyasi sahnede önemlice bir yer tutmaya devam etmektedir. 3. Bu halen mücadele halinde olan haklar açýsýndan dersler çýkarýlmasý gereken çok önemli bir noktayý oluþturur. Dünyanýn bir çok yerinde mazlum olarak acýlarýna katýldýðýmýz sömürge ve ezilen ulus mücadelelerinin ardýndan iktidara gelindiðinde diðer farklý olanlara karþý alýnan tutumlar sürdürülen mücadeleler üzerine daha bir dikkatle eðilmeyi gerekli kýlar. Tüm insanlýðýn vicdanýnda büyük bir yara olan Yahudi katliamlarýný yaþayan insanlarýn bizzatihi kendileri ve çocuklarý dünyanýn en baþta gelen ýrkçý devletlerinden biri olan Ýsraili kurmuþlardýr. Kürdistan bünyesinde deðiþik milliyetleri barýndýrmak dolaysýyla milliyetçiliðin bu dönüþtürücü etkisine karþý zamanýnda acil önlemler almaz ise benzeri acýlarýn yaþanacaðý bir ülke olabilir.

37


Kurtuluþ 4. Milliyetçiler için demokrasi ne kadar araç konumunda ise, tüm milliyetçi "solcularýn" da karakteristik bir biçimde demokrasiyle de pek ilgilenmediklerini görürüz. Demokrasiyle ilgilendikleri alan kendi karþýlarýndakini eleþtirme alanýdýr. Ancak böyle eleþtiriler yaparken militarizmin savunuculuðunu üstlenecek kadar da kendi çeliþkilerinin farkýnda olmazlar; yada bunu görmezden gelmekte bir sýkýntý duymazlar. Üst belirleyen olarak milliyetçiliðin aðýrlýðý o kadar çoktur ki, demokrasi konusu bu üst belirleyen karþýsýnda önemli bir sorun olma özelliðini kendiliðinden kaybeder. 5. Bu faþist geliþme ilginç bir biçimde eski parti ortaklarýmýzca "pop milliyetçilik" nitelemesiyle yumuþatýlmaya kalkýþýlmýþtýr. Artýk bunun mezarlýktan geçerken korkudan ýslýk çalmaya mý benzetmek gerekir, yoksa milliyetçilik üzerinden kurulan akrabalýk köprüsünün yarattýðý bir hoþgörü diye mi nitelemek gerekir, tartýþýlabilir. Ama aðýr basanýn milliyetçiliðin ne tür sorunlarý birlikte sürüklediðinin farkýnda olunmamasý olarak görünmektedir. 6. Ortacaðýn batýlý devletleriyle mukayese edildiðinde son derece merkezi bir yapýnýn oluþu kuþkusuz bir güç ifadesidir. O dönemin feodal parçalanmasýnýn üzerinde yükselen avrupa devletleri Osmanlýnýn bu yapýsý karþýsýnda tutunamazlar. Ancak burada güç sorunun doðru biçimde ele almak açýsýndan Makyavellinin önemli bir tesbitini dile getirmekte yarar vardýr. Makyavelli batýlý devletlerin Osmanlýya göre kolay yenilebileceðini ancak daha sonra ele geçirilmesi gereken parçalarýn çokuluðu nedeniyle elde tutulmasýnýn çok zor olduðunu, buna mukabil Osmanlýnýn merkezileþmesinin yüksekliði dolaysýyla yenilmesin oldukça zor olduðunu, ama bir kez yenildiðinde de geriye muzaffer olana direnebilecek pek birþeyin kalmayacaðýný ifade eder. 7. Laiklik gerçek anlamda dinin devlet iþlerinden ayrýlmasý olarak ele alýnmamýþ, dinin kurulan cumhuriyetin hizmetine sokulmasý olarak alýnmýþtýr. Devlet denetimi altýnda toplumun denetiminin bir aracý olarak kullanýlmaya devam eden dinin zaman içerisinde devlet tarafýndan kurulan okullar aracýlýðýyla yayýldýðýna tanýk olunur. Atatürkçülere göre böyle olmasa idi gericilik dini kullanacaktý. Ama ne için? Toplumu yönetmek için! Atatürkçüler de aynýsýný yapmýþlardýr. Atatürkçülerin fazladan iddialarý, bu sayede toplumun modernleþtirildiðidir. Ne var ki, bu modernleþmenin Türkiye'ye 80 yýl sonra islamcý bir hükümet hediye ettiðini göstermekteyiz. 8. Ýma edilen Sabetaycýlýk meselesidir. Sabetaycýlýðýn Türk burjuvazisinin ve Türk devletinin oluþumda belli bir rol oynadýðýna kuþku yok. Bu etkinin hangi boyutlarda olduðunu dakik olarak kestirmek pek olanaklý görünmemektedir. Ancak Sabetaycýlýðýn "bize" karþý (bu biz'in kim olduðu duruma göre deðiþmektedir.) geliþtirilmiþ bir siyonist ya da yahudi numarasý olduðunu iddia etmek önemli ölçüde ýrkçýlýk içerdiði gibi, sermaye iktidarý sorununun da bulandýrýlmasýna hizmet ettiði kanýsýndayým. Türk burjuvazisinin tümünün sabetaycý olduðunu varsaysak bile, bunun deðiþtireceði ne olabilir? 9. Hýrýstiyan Karamanlý Türklerin de Rumlarla birlikte Yunanistan'a sürülmeleri "laik cumhuriyetin" laikliðinin türü üzerine düþünmeyi zorunlu kýlmaktadýr. Hele Hýristiyan Türkler sürülürken, Müslüman Rumlarýn kalmasýna ses çýkarýlmadýðý düþünülünce laiklik yerine koyu bir dinsel ayýrýmcýlýk politikasýnýn izlendiðini görürüz. Kemalist laikliðin sorgulanmasý için kuskusuz tek neden bu deðildir. Din eðitimin tek bir mezhebin görüsü olarak devlet eliyle yaygýnlaþtýrýlmasýný laiklik kavramýnýn içerisinde ifade etmek olanaklý deðildir. Din ve devlet iþi ayrýlmamýþ, Atatürkçülüðe baðlý bir din yaygýnlaþtýrýlmaya çalýþýlmýþtýr; Bu laisizm deðildir. Sonuçlarý da ortadadýr zaten.

38


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Sosyalizm, Ulusalcýlýk ve “Türksolu” Tarihsel Bir Hatýrlatma ürkiye'de sosyalist hareketin var oluþundan bu yana hemen her dönemde ulusalcý-millici bir damar var oldu. Kemalizm, bu ulusalcý damarýn temel esin kaynaðý oldu ve ideolojik altyapýsýný oluþturdu. Kemalizm'in ilericiliðine, antiemperyalistliðine dair yapýlan vurgular, Lenin Sovyetlerinin Anadolu'da süren mücadeleye verdiði destekle güç kazandý. Kominternin Kürt aþiretlerine karþý Kemalist iktidarýn verdiði þiddetli mücadeleyi desteklemesi ve feodal kalýntýlarýn tasfiyesi olarak ele almasý, ilerleyen dönemde Sovyetlerin giderek artan güvenlik ihtiyacý sosyalist dünya ile Kemalizm'in arasýnda bir baþka köprünün oluþturulmasý sonucunu doðurdu. Türkiye'de sosyalist hareketin kendini Kemalizm'den ayýramamasý, onun geliþiminde son derece önemli sorunlar yarattý. Eski TKP'den, THKP'ye, THKO'ya ve oradan günümüze kadar bu etkilenme sürgit devam etti. Sosyalist hareketin doðuþundan bu yana oluþan bu etkileþim Türkiye sosyalizminin doðumsal anomalilerinin en önemlisi olarak ortaya çýktý. Türkiye sosyalizmi Kemalizm'in sorgulanmasý gereken modernist söyleminden ve eylemlerinden fazlasýyla etkilenerek Kemalizm'in politik etkisi altýnda kaldý. Ne var ki etkisi altýnda kaldýðý hareket burjuva demokratik bir içerikten alabildiðine uzaktý.

T

Osmanlýdan Cumhuriyete burjuvazinin ortaya çýkýþý, ortaya çýkarken edindiði nitelik sosyalist hareketin karakterinin oluþumunda önemli etkiler yarattý. Esasen Burjuvazinin bu süreci alabildiðine "atipik" özellikler arz etmekteydi. Osmanlý burjuvazisi, Osmanlýnýn hem devamcýsý ve hem de

Rýdvan Turan 39


Kurtuluþ mirasçýsý ve kurtarýcýsý olma misyonuna sahipti. Bu misyon nedeniyle uzun yýllar burjuvazi, baðýmsýz bir programa sahip olamadý. Burjuvazinin Genç Osmanlýlardan Ýttihat ve Terakki'ye kadar hemen hiçbir örgütlenmesi "aþaðýdan bir hareket" olma kimliðine sahip deðildi. Burjuvazinin önderliðinde alt sýnýflarýn da içinde olduðu bir kalkýþma hiçbir zaman söz konusu olmadý. Reformlar batýdaki gibi "toplumsal bir uyanýþ" sürecinde deðil, devletin çözülüþ sürecinde yapýlmaya çalýþýlmýþtý. Osmanlý'da reformlarýn esasý, çok uluslu bir devlet olan Osmanlý devletini ayakta tutmak, bölünmesini ve parçalanmasýný engellemekti. Burjuvazi bu siyasal süreçte daðýlmanýn engellenmesi ve halife sultanýn Ýngiliz hegemonyasýndan kurtarýlmasý için, yani monarþi için çaba sarf etti. Genç Osmanlýlara ve Ýttihat ve Terakki'ye kadar bu böyle sürdü. Burjuvazi iþ birlikçi karakteri nedeniyle, ta baþtan, iþçi sýnýfýna ve köylülüðe düþmanca davranmýþ, toplumsal deðiþimlerde iþçi ve köylü sýnýflarý bir ittifak gücü olarak ele almamýþtý. Diðer bir yandan Kapitülasyonlar güçlü bir iç pazarýn yaratýlmasýnda ve sermaye birikiminin saðlanmasýnda önemli bir engel teþkil etmiþti. Ýç pazarýn büyük kýsmý, ticaretle uðraþan gayri müslim Osmanlý vatandaþlarý ve emperyalistlerce fethedilmiþ durumdaydý. Süren savaþlar, soykýrým ve sürgünler üretken nüfusu azaltmýþ, kaynaklarýn erimesine yol açmýþtý. Bu durum ülke çapýnda ekonomik ve siyasi bir buhrana neden oldu. Bu nedenlerden dolayý ulusal pazara hakim milli bir burjuvazinin oluþumu mümkün olmamýþ, burjuvazi doðuþ aþamasýnda iþbirlikçi bir niteliði derhal kazanmýþtý.

vazi tasfiye edilmiþtir. Bu iktisaden bir gerilemeye yol açarken, Türk burjuvazisinin geliþimi, açýsýndan bir olanak saðlamýþtýr. Türkiye geç bir uluslaþma yaþamýþtýr ve bu uluslaþma sürecinin esasý olan milliyetçilik ideolojisi, dýþtan çok içte verilen savaþlar ile þekillenmeye baþlamýþtýr. Ýçte verilen savaþlarýn kýyýcýlýðý dýþta verilen savaþlardan çok daha fazla olmuþtur. Sadece Þeyh Sait ayaklanmasýnda ölenlerin sayýsý milli mücadeledeki ölümlerden fazladýr. Ve daha birçok ayaklanma olmuþtur. Þeyh Sait ayaklanmasýndan sonra çýkarýlan Takrir-i Sükûn Kanunu Türk devlet geleneðinin oluþumunda önem arz eden bir süreçtir. Þeyh Sait ayaklanmasý bahane gösterilerek her türlü demokratik hak yok sayýlmýþ ve devlet biçimi neredeyse açýk bir diktatörlük biçimine bürünmüþtür. Kürtlere karþý kýyýcýlýk Türk devlet geleneðinin oluþmasýnda ve bu geleneðin devamýnda önemli bir etkendir. Dün ümmet ideolojisi ile bir arada tutulmaya çalýþýlan farklý uluslar baðýmsýzlýklarýný kazanmýþ, Anadolu'da kalanlar ise, ümmetçiliðin yerine patolojik bir milliyetçilik ikame edilerek bir arada tutulmak istenmiþtir. Yeni bir resmi ideolojinin yaratýlmasý için 600 seneyi aþkýn Osmanlý geleneði yok sayýlarak ideolojik-tarihsel referanslar orta Asya'ya dayandýrýlmýþtýr. Bu durum içte verilen savaþla birleþtiðindeyse ortaya çýkan þoven bir milliyetçilik, yabancý düþmanlýðý, Türk usulü bir modernleþme ve batýlýlaþmadýr. Sosyalist hareket iþte bu momentte Kemalizm'den kendini ayýrmayý baþaramamýþtýr. Sosyalist hareket bu erken döneminde politik olarak Kemalizm'in etkisi altýnda kaldý ve politikalarýný destekledi. Yukarda sayýlan tüm açmazlarýna karþýn Kemalizm, sosyalist hareket tarafýndan devrimde müttefik güç olarak ele alýnacak kadar da yakýn görülmüþtür. Kabaca söz ettiðimiz bu kimi özellikler sosyalist hareketin geliþiminde önemli etkiler yaratmýþtýr. Bu etkilenmenin en baþýnda þüphe yok ki, ulusal mesele karþýsýndaki tutum gelmektedir. Ayrýca devlet, iþçi sýnýfý devrimi, kendi saðýndan devrim beklentisi gibi meselelerde de bu etki çok açýk seçik izlenmektedir. Sosyalist hareketin çok büyük bir kýsmý bu anlamda Kemalizm'le bir kopuþma yaþayamamýþtýr. Bu nedenle de ulusal sol damar canlýlýðýný ve etkinliðini sürdürmektedir. Ulusal solculuk kuþkusuz Türkiye'ye özgü bir olgu deðildir. 2. enternasyonal partileri, 1. Paylaþým savaþý'nda burjuvazinin savaþ bütçelerine evet derken hem ulusal solculuðun güzel bir örneðini vermiþ, hem de tarihsel ihanetlerini milyonlarca emekçinin yok edilmesiyle tescil etmiþ oldular.

Türkiye burjuvazisi Avrupa burjuvazisinin doðuþunda olduðu gibi, demokratik hak ve özgürlüklerin feodalizme karþý savunucusu olma görevini yerine getirememiþti. Osmanlýda burjuvazinin geliþmeye baþladýðý 1800'lü yýllarýn ikinci yarýsý, dünyada tekelciliðin ve siyasi gericiliðin yaþanmaya baþladýðý yýllardýr. Türkiye burjuvazisinin doðumundan itibaren, iþçi ve köylü deðil, ordu ve bürokrasi siyasal deðiþimlerin esas gücü olarak görülmüþtü. Bu durum da iþbirlikçiliðin ve yukardan aþaðý topluma þekil verme geleneðinin güçlenmesine, bürokrasi ve otoriterizmin geliþmesine neden olmuþtu. Bu temel niteliklerin, cumhuriyetle birlikte deðiþime uðradýðýndan bahsedilemez. Cumhuriyetin ilaný bu sürecin siyasal bir uzantýsý olarak devam etmiþtir. Cumhuriyet ülke içinde istibdadý aratmayan bir diktatörlüðe evrilmiþ, azýnlýklar, Kürtler, komünistler devletin þiddetiyle karþýlaþmýþlardýr. Azýnlýklarýn mallarýna el konulmasý ve zorla göçertilmesi ve katledilmesi (baþta Ermeniler ve Rumlar) ile birlikte gayrimüslim burju-

Türkiye'de 68 dönemi anti-emperyalizmin, Kemalist ulusçuluk argümanlarýyla politik alanda 40


Kurtuluþ temsil olduðu ve kitleselleþtiði bir dönem olarak belirginleþti. Dev genç'in önderliðindeki gençlik hareketi kendi saðýndan devrim beklentisini önemli ölçüde kýrmýþ ve kendi örgütsel ve politik etkisine dayanarak devrime yürüme hedefine ulaþmýþ olsa da Kemalizm'den bir kopuþma saðlayamamýþtýr, aslýnda böyle bir amaç da söz konusu deðildir. O dönemde gerek gençlik hareketi gerek sosyalist örgütler Kemalizmi sýnýfsal temelde doðru bir analize tabi tutamamýþtýr. Ayný ana kaynaktan beslenen THKPC Kemalizm'i devrimde bir müttefik olarak ele alýrken TÝKKO Kemalizmi faþizm olarak nitelendirmiþtir. Ýlerleyen yýllarda Kürt meselesinin kavranmasý bu kopuþun saðlanmasýnýn asli etkenlerinden biri olacaktýr.

ideolojik olarak çarpýtýlmasý oluþturmaktadýr. Elbette bu tespit, doðal olarak sermayeyi (bir kýsmýný olsa da) ve orduyu emperyalizme karþý kurumlar olarak ele almakta, Kemalizmin çimentosunu oluþturduðu bu ittifaka karþý olan hemen her türlü gücü de emperyalizmle iþbirliði içinde olduðu gerekçesiyle düþman görmektedir. Sosyalistler, Kürtler böyle güçlerdir. Bu kýsým aþaðýda tartýþýlmaya devam edilecektir. Türkiye'de ulusal sol bir damarýn giderek güç kazandýðý, ülkedeki hakim siyasal atmosfer ve sosyalizmin kavranmasýndaki sorunlar nedeniyle dün bu kulvarda olmayan güçlerin de ürettikleri politikalarla objektif olarak bu kulvara girmeye baþladýklarý açýk olarak görülmektedir. Mersin'deki bayrak provakasyonuna sosyalist hareketin kimi sektörlerinin verdiði tepki bunun açýk kanýtý niteliðindedir. Bayraða saygý, ulusal sembollere verilmesi gereken deðer ve önem bazý sosyalist gruplarýn yayýnlarýnda yazýldý, çizildi. TKP'den DHKP'ye kadar birçok grubun analizlerinde giderek artan bir ulusal sol etkinin yer aldýðý açýkça görülmeye baþladý. Türkiye'de ulusal sol eðilimlerin en uçtaki örneklerinden biri kendini Türksolu olarak ifadelendiren gruptur. Geçen yýllarda üniversitelerde devrimcilere yönelik saldýrýlarda, ülkü ocaklý faþistlerle birlikte boy gösteren bu gruba ve siyasal anlayýþýna karþý üniversiteler baþta olmak üzere her alanda öncelikle ideolojik bir mücadelenin baþlatýlmasý gerekmektedir. Bu açýdan bu grubun "manifesto" adýyla yayýmladýðý metin deðerlendirilmeye ihtiyaç gösteren bir metindir. Adýndan da belli olduðu üzere bu ekip kendini "sol" olarak görmekte ve "solda" tariflemektedir. Bu öyle bir soldur ki, sýrtýný Kuvayý Milliye'ye dayamýþ, milli mücadelenin ve M. Kemalin antiemperyalistliðinden zerrece þüphe duymaksýzýn bir elinde ulusal sol versiyonuyla bir antiemperyalizm, diðer elinde ulusal sol versiyonuyla bir antikapitalizm olan ve fakat enternasyonalizmden nasiplenmemiþ bir soldur. Faþist ideolojilerde olduðu gibi tarihin çöp tenekesinde iþe yarar tüm parçalarý çýkarýp eklektik bir biçimde yan yana getirip yapýþtýrarak yeni bir ideoloji yaratmak mümkün olabilir. Türksolu da böyle yapmýþtýr. Bu, iktidara gelmeden önce kapitalistlerden hesap sorma vaadini ortaya atan, iktidarý aldýktan sonra ise kapitalistlerden yana tüm ülkeyi yeniden yapýlandýran Mussolini ya da Hitler eklektisizminden farklý deðildir. Politikaya bu pragmatizm üzerinden bakanlar için bir sorun olmayabilir, nitekim M. Kemal'de bu pragmatizm ve eklektisizm ziyadesiyle vardýr. Ancak "sol" olmaktan, "antiemperyalist", "antikapitalist" "sosyalist" olma iddialarýndan kalkan bir politik eksen bizim meseleyi bilimsel sosyalizm ölçütüyle tartýþmamýzý gerektirir.

*** Kapitalizm içinde olduðumuz çaðda yerel deðil, global bir olgudur. Dün ulusal sýnýrlar içindeki kapitalist iliþkiler, artýk tüm dünyaya egemen duruma gelmiþtir. Dünya az sayýda kapitalist tekel tarafýndan paylaþýlmýþ, sermaye ihracý olaðanüstü düzeylere çýkmýþ ve dünya pazarlarýný yönlendirenler dünya siyasetini de yönlendirmeye baþlamýþlardýr. Kapitalizmin emperyalizm çaðýnda tüm dünyaya egemen olmasý ayný zamanda sýnýfsal çeliþkilerin de ulusal sýnýrlarýn dýþýna çýkmasý anlamýna gelir. Baþka bir deyiþle sermaye karþýsýnda dünyanýn her yerindeki iþçinin konumu aynýlaþmýþ yani baþka bir deyiþle söyleyecek sözü aynýlaþmýþtýr. Ýþte evvela böyle bir ortamda verilecek bir sosyalizm mücadelesi öncelikle iki þeyi öne çýkarmak zorundadýr: Birincisi ulusal sýnýrlarla kendisini sýnýrlandýrmayý/tanýmlamayý reddetmelidir. Ýkincisi farklý uluslardan sýnýfdaþlarýyla dayanýþmayý hedeflemelidir. Sermaye uluslar arasý hale geldikçe sermaye karþýtý mücadele de enternasyonalist bir içerikle geliþmek ve yeni biçimler almak zorundadýr. Aslýnda bilimsel sosyalizm mücadelenin doðal seyri ulusal bir sosyalizm anlayýþýný reddeder. Her türlü ulusalcý anlayýþ temel referansýný ulusallýktan, ulusal sýnýrlardan, ulusal aidiyetlerden alýr. Sosyalizm ise meselelere ulusal açýdan deðil sýnýfsal açýdan bakar. Bu nedenle sosyalizm mücadelesi enternasyonalist olmak zorundadýr. Bu bir tercih deðil bilimsel bir zorunluluktur. Türkiye'de ulusal sol damarýn argümanlarýna renk veren asli unsurlardan biri Türkiye'nin emperyalizm tarafýndan sömürülmekte olan mazlum bir millet olduðu tespitidir. Dolayýsýyla emperyalizme karþý koyabilmek bir sömürge ulusun yapacaðý gibi milli olan tüm deðerlerin ve güçlerin bir cephede yan yana gelmesiyle mümkün olacaktýr. Milli sermaye, milli ordu vb… Böyle bir mücadele hattýnýn temel referansýný da "Kurtuluþ Savaþý" olarak tarif edilen mücadelenin 41


Kurtuluþ “Türksolu” Oligarþinin Soludur Aslýnda Türksolu'nun manifestosu, gerek iç tutarlýlýðý açýsýndan, gerekse sýnýf mücadeleleri tarihi açýsýndan sýnandýðýnda ayakta kalmasý mümkün olmayan bir metindir. Ancak burada çok genel olarak ulusal solculuðun ve bu arada da Türksolu'nun eklektisizminin ve tutarsýzlýðýnýn esasýný teþkil eden 3 esas mesele üzerinde durulacaktýr.

devletin devamýdýr. Lozan'da Osmanlýyla ilgili yükümlülüklerin benimsenmesiyle bu durum kabul edilmiþtir. Elbette bu gerçeði fark edebilmek için süreci Yunanlýlarýn Ýzmir'e çýkmasýyla deðil, 1. Paylaþým savaþý hatta balkan savaþlarýyla baþlatmak gerekmektedir. Diðer yandan bu savaþýn antiemperyalistliði de bir efsanedir. Mesele Yunanistan'ýn Ýngiltere desteðiyle Anadolu'ya iþgal hareketini baþlatmalarýyla baþlamýþtýr. Ancak Bolþevik tehdidinin giderek güçlenmesiyle birlikte Ýngiltere açýsýndan esas sorun Bolþevizm'in etkinliðinin güçlenmesini engellemek ve bunu yaparken de hem ticaret yollarýný ve hem de sömürgelerini korumak olmuþtur. Bu nedenle kýsa süre sonra Ýngiltere'nin Yunanistan'a olan desteði sona erdi. Ardýndan diðer devletler Anadolu'dan çekildi. Hatta Ýtalyanlarýn giderken silahlarýný Türklere sattýklarý söylenmektedir. Emperyalizme karþý verildiði iddiasýna sahip olan savaþ, Türkler ve Yunanlýlar arasýnda geçti. Alaþehir kongresinin, Yunan iþgaline iliþkin Ýngiliz generaline yazdýðý mektupta yer alan itirazý, iþgalin Yunanlýlar tarafýndan gerçekleþtirilmiþ olmasýndan kaynaklanmaktadýr. Ýþgali eðer Ýngilizler gerçekleþtirmiþ olsa sorun olmayacaktýr. Milli mücadelede buna benzer örnekler çokça verilebilir. Bunlar Milli Mücadelenin antiemperyalist bir içerikten alabildiðine mahrum olduðunun kanýtlarýdýr. Kaldý ki emperyalizme karþý verildiði ve baþarýya ulaþtýðý iddia edilen savaþtan sonra Türkiye'deki üretim iliþkilerinde ve de emperyalizmle Türkiye arasýndaki iliþkide bir deðiþikliðin olmasý beklenmez mi? Böyle bir durum da söz konusu olmamýþtýr. Dün ne oluyor idiyse devam etmiþtir. Ekonomik olarak emperyalizmle sömürü ve baðýmlýlýðý tarif eden iliþki biçiminde bir deðiþme olmamýþtýr. Ýzmir iktisat kongresiyle de görülmüþtür ki aslýnda batý emperyalist kapitalizmiyle bir kapýþma ve hesaplaþma deðil, emperyalizme baðýmlýlýk üzerinden yeni bir konsensüs saðlanmýþtýr.

1. Ulusal Sol ve Türksolu Kemalizm'e ve Milli Mücadeleye Dair Anlatýlan Efsanelerden Beslenmektedir Tartýþmaya iliþkin ilk ve temel mesele Kemalizm'in ve milli mücadelenin niteliðine dönüktür. Türk resmi ideolojisinde gerek "milli mücadele" olgusu ve gerekse Kemalizm gerçek anlamda efsane haline dönüþtürülmüþtür. Ýþte bu efsanedir ki solu önemli ölçüde etkileyerek Kemalizm'le, ulusalcýlýkla malul bir sol anlayýþýn ortaya çýkmasýna zemin hazýrlamýþtýr. Efsanenin en önemli kýsmýný kuþkusuz milli mücadelenin yedi düvele karþý verilmiþ bir antiemperyalist ulusal kurtuluþ mücadelesi olduðu oluþturmaktadýr. Bu iddia doðal olarak M. Kemali, mazlum uluslara ulusal kurtuluþ mücadeleleri yolunu gösteren bir devrimci önder olarak tarif ve tespit ederek devam etmektedir. Ulusal solun ve bu arada da Türksolu çevresinin temel dayanaðý da budur. Esasta ise milli mücadele diye tarif edilen süreç kendi içinde bir süreç deðil, 1. paylaþým savaþýnýn tarihsel sürekliliðidir. Osmanlý devleti 1. paylaþým savaþýna Almanya yanýnda katýlmýþ olan ve yeniden paylaþýlan pastadan pay almak amacýna sahip bir devlettir. Bu yönelimi nedeniyle de gerek eski sömürgelerini devam ettirmek ve gerekse de yeni sömürü olanaklarý elde etmek için savaþa girdi. 1. Paylaþým savaþýna bu saiklerle girilmesinde rol oynayan Ýttihatçýlarýn büyük bir kýsmý imparatorluðun daðýlmasýndan sonra da yönetici olarak milli mücadelede yerlerini aldýlar. Ýttihatçýlýk kendini kurumsal olmasa da düþünsel ve politik olarak milli mücadelede devam ettirdi. Dolayýsýyla Osmanlý Türk bürokrasisi için 1912'de Balkan savaþlarýyla baþlayan süreç kesintisiz olarak 1. Paylaþým savaþý ve ardýndan milli mücadeleye taþýnmýþ oldu. Bu açýdan bakýldýðýnda "milli mücadele" mazlum bir ulusun direniþi deðil, esasen 1. paylaþým savaþýyla baþlayan ve dünyayý yeniden paylaþma sevdasýnda olan egemen sýnýflarýn yenilgi ve iþgal sürecinin bir parçasýdýr. Emperyalist bir paylaþým savaþýna taraf olarak katýlmýþ bir devletin ulusal kurtuluþ savaþý verdiðini iddia etmek doðru olmaz. Dünyanýn paylaþýmý peþinde koþarken, yenilip iþgal altýna girildiðini gözardý ederek, "mazlum millet" noktasýndan baþlayarak bu tarihsel kesit ele alýnamaz. Çünkü bizatihi bu devlet saldýrgan olan ve diðer mazlum uluslarýn haklarýna tecavüz eden bir

Dahasý milli mücadeleye, -efsanelerde anlatýldýðý gibi- Türk halkýnýn caný gönülden katýldýðý gibi bir durum gerçekçi deðildir. Zaten alt sýnýflar yýllardan beri savaþmakta, yoksulluktan, açlýktan ve hastalýktan telef olmaktadýr. Askerden kaçýþlar ise hat safhadadýr. Bu ortamda eþrafýn mücadeleye katýlýmýnýn esas nedeni de mallarý müsadere edilen Ermeni ve Rumlarýn geri dönecekleri kuþkusudur. Alt sýnýflar ise bu savaþa Ýstiklal Mahkemelerinde idam edilmemek için gitmek zorunda kalmýþlardýr. Buna raðmen kimi yazarlara göre idam edilenlerin sayýsý savaþta ölenlerden daha fazladýr. Bu çerçevede Kemalizm'i tarifleyecek olan en genel olgu Kemalizm'in "batýlýlaþmacý" yönüdür. Bu 42


Kurtuluþ genel olgu savaþ sonrasý kendini ekonomik, siyasal, toplumsal atýlýmlarla tahkim etmiþ ve Kemalizm de bu nedenle nitelikçe daha belirgin bir þekle evrilmiþtir. Daha önce de tartýþtýðýmýz gibi bu batýlýlaþmacýlýk olgusu þekillenmekte olan milliyetçilik akýmýnýn bir sonucu olarak, cýlýz ticaret burjuvazisi ve ayný sýnýfsal çýkarlara sahip unsurlarýn, yani asker, bürokrat ve aydýn kesimin siyasal çýkar ve tasarruflarý doðrultusunda þekillenmiþtir. Zaten batýlýlaþmadan murat, batýya özgü bir siyasalekonomik-toplumsal yaþayýþtýr. Batýlýlaþma ekonomik olarak kapitalizmi öngörmektedir, bu nedenle iç pazara hükmeden güçlü bir burjuva sýnýfýnýn ve ulus devletin yaratýlmasý gerekmektedir. Yunan iþgalin kýrýlmasý, sýnýfsal gerekçelerle iþgale karþý olan bütün iç ve dýþ dinamiklerin seferber edilmesiyle olasýdýr. Bu nedenle dýþarýda Sovyetler Birliði ile içeride de komünistlerle Kürtlerle, þeyhlerle ve diðer muhaliflerle iþbirliðine gidilmiþtir. Yine ulus devletin kurulmasý ve iç pazarýn yaratýlmasý buna uygun bir ideolojiyi, milliyetçilik ideolojisinin üretilmesini zorunlu kýlmýþtýr. Kapitalizmin yaratýlmasý ve geliþmesi için sanayi burjuvazisine ihtiyaç vardýr; ancak yeterli bir geliþkinliðe sahip olmadýðý için, bu sýnýfýn yaratýlmasý ve geliþtirilmesi gerekecektir. Bu nedenle liberalizmin savunusu yapýlmýþ, ama sanayinin devlet katýlýmý olmadan geliþmeyeceði görüldüðünde devletin iþin içine girmesi, devletçilik adýyla savunulmuþtur. Devlet, bizzat kâr getirmeyecek alanlara yatýrým yaparak o sektörü kârlý kýlmýþ, sektörden sanayicilere ucuz ara mal saðlamýþ, gümrük duvarlarý yaratarak, gerekli sektörlere sübvansiyonlar saðlayarak, kâra geçen sektörleri sanayicilere devrederek bir sanayi burjuvazisi yaratmaya çalýþmýþtýr. Devletin müdahale ederek burjuvaziyi geliþtirmesi sanki kapitalizmle sosyalizm arasýnda bir baþka ekonomik modelmiþ gibi yine yeni efsanelerle pazarlanmýþ ve adýna da karma ekonomi denmiþtir. Sanayi burjuvazisinin geliþimi için bütün iþçi eylemlerini grevleri yasaklamýþ, komünistleri tutuklamýþ, bu yolda Ýtalyan faþizminin bütün gerici yasal düzenlemelerini uygulamaya koymuþtur. Yine bu amaca uygun bir hukuki üstyapý Avrupa'dan ithal edilmiþ; bu yeni sisteme uygun bir toplumsal düzen de tepeden inme bir þekilde uygulanmaya baþlanmýþ; kýlýk kýyafet, yazý, ölçü-tartý deðiþimleri yasal düzenlemelerle mecbur kýlýnmýþtýr. Ayrýca hem bu icraatlarýn yapýlmasý için, hem de dünyadaki hakim yönelimin 1929 Bunalýmý sonrasý (faþizmin yükseliþi) her türden özgürlükçü anlayýþýn yadsýnmasýný doðurduðu için bütün muhaliflerin ve hatta düzen içi muhaliflerin dahi tasfiyeleri saðlanmýþtýr. Bütün siyasal, ekonomik, toplumsal tercihler malum amaç doðrultusunda iç ve dýþ siyasal koþullarýn belirleyiciliðinde ortaya çýkmýþtýr. Hiç kuþku yok ki Kemalizm

batýlýlaþma amaçlý bir içeriðe sahip olduðu için, onun antiemperyalistliði de þüphe doludur. Ayrýca M Kemalin Amerikan mandasýný talep etmesi de onun antiemperyalistliði hakkýnda fikir vericidir. Bu yazýnýn amacý ulusal sol/Türksolu/devletin resmi ideolojisiyle köklü bir hesaplaþma yapmak deðil bazý hatýrlatmalar yaparak bu ideolojik konseptin zayýflýðýna iþaret etmektir. Meseleye bir defa bu ana kadar kurulmuþ resmi ideolojik-tarihsel konseptten deðil bu eksenden bakacak olursak Türksolu'nun tüm tarihsel ve güncel siyasal paradigmasýnýn daðýldýðýný görürüz. Elbette daðýlan sadece Türksolu'nun deðil, tüm ulusal solcularýn ve bu arada devletin resmi ideolojik konseptidir. Kemalizm Türkiye burjuvazisinin resmi tarihsel ve ideolojik argümanýdýr. Bu temel referansla siyaset yapanlarýn da iþçi sýnýfý ve emekçi halklarýn siyasetini deðil burjuvazinin siyasetini güdecekleri açýktýr. Kemalizm'le siyasal kopuþma saðlanamamasý demek esas olarak devlet politikalarýyla kopuþamamak demektir. 2. Ulusal Solcularýn ve Türksolu'nun Anti-Emperyalizm Anlayýþý Devletin Resmi Ýdeolojisinin Kendisidir. "Türksolu çaðýmýzda temel meselenin emperyalizmden kurtulmak olduðunu" savunmaktadýr. Fakat bu anlayýþýn antiemperyalizmi çok açýdan sakat ve çeliþiktir. Ýlk sakatlýk antiemperyalist söylemin temelinin "Milli Mücadeleye" dayandýrýlmasýndan kaynaklanmaktadýr. Bu sakatlýðýn kaynaðýndan yukarda bahsettik. Diðer temel sakatlýk emperyalizmTürkiye denkleminin kuruluþundan kaynaklanmaktadýr. Esasen bu güncel sakatlýðýn temeli de yukarda kýsaca tartýþmaya çalýþtýðýmýz tarihsel sakatlýk ve efsanelerdir. Mesele o biçimiyle konulmuþtur ki Türkiye emperyalist sistem tarafýndan sömürülen mazlum, sömürge bir ülkedir. Dolayýsýyla emperyalizme karþý milli bir baþkaldýrý örgütlemek ve emperyalizmi ülkeden kovmak esas mesele halindedir. Bu mesele ideolojik sapkýnlýðýn yanýnda ülkenin siyasal ve sosyal durumunu doðru tespit edememekle iliþkilidir. Gerçekten de dört bir yaný, dýþta emperyalist devletlerle içte ise emperyalizmin uþaklarý olan Kürtler, komünistler, aydýnlarla çevrili olan ve yok edilmek istenen "mazlum ülke" tespiti, Türkiye'de ulusal solcular ve aðýrlýkla MHP tarafýndan temsil edilen faþist hareketin arasýndaki en geçiþken hat ve ortak ideolojik motiftir. Faþistler yýllarca bu ülkede bunu savunagelmiþler ve bu ana ideolojik motiften yararlanarak ta devrimcilere ve aydýnlara saldýrmýþlardýr. Tüm bu saldýrýlar, mazlum bir ulusun iç ve dýþ düþmanlara karþý verdiði kurtuluþ mücadelesi, meþru bir reaksiyon olarak savunulmuþtur. Ulusal solcular ile faþistlerin bu ortak ideolojik zeminde buluþmalarýnýn esas nedeni her iki kesimin 43


Kurtuluþ de ayný tarihsel-ideolojik zemine ayaklarýný basmalarýndan kaynak almaktadýr. Bu zemin ayný zamanda Türkiye'de burjuvazinin de tarihsel-ideolojik zeminidir. Bu zemine iliþkin itirazlarýmýzý sunduk. Bugün açýsýndan ise durum þudur: Türkiye emperyalizme baðýmlý ve emperyalizm tarafýndan sömürülmekte olan bir ülkedir, bu tespit doðrudur, ancak mesele bundan ibaret deðildir. Türkiye ayný zamanda, bölgede askeri, siyasal ve ekonomik olarak güç merkezi olmak amacýnda olan bir devlettir. Burada güç merkezi olmanýn koþulu ise AB'ye tam üye olmaktan ve ABD'nin bölgesel çýkarlarýna eklemlenmekten geçmektedir. Bölgesel güç merkezi olmak demek, ekonomik ve siyasal olarak bölgedeki siyasal ortamýn esas yönlendiricisi ve sömürgen gücü olmakta emperyalizmle iþ birliði yapmak demektir. Bu durum bizzat Türkiye oligarþisinin ve militarizminin çýkarlarý gereðidir. Denklemi yeniden kurmak gerekmektedir. Ortada emperyalizm tarafýndan eþit derecede periþan edilmekte olan Ortadoðu halklarý ve Türkiye gerçeði yoktur. Emperyalizm tarafýndan periþan edilen Ortadoðu halklarýdýr, onlarýn periþan edilmesinde Türk devleti, askeri ve ekonomik gücüyle emperyalizmle bir düzeyde iþ birliði içindedir. Fakat bu durum Türkiye'nin de emperyalizm tarafýndan sömürüldüðü gerçeðini ortadan kaldýrmaz. Yani milli mücadelenin antiemperyalistliðine dönük yukarýdaki tartýþmada olduðu gibi söylersek, Türkiye bölgede, emperyalistler arasýndaki paylaþýmdan kendisine pay çýkarabilmek için politik hesaplar yapan ve emperyalizmle iþbirliði içinde olan bir devlettir. Dolayýsýyla emperyalizme karþý Türkiye'nin ulusal bir kurtuluþ mücadelesi vermesi diye bir þey masaldan öte bir anlam taþýmaz. Türkiye kýrmýzý çizgileri nedeniyle ABD ile kimi çeliþkiler yaþasa da bunlarýn hemen hiçbiri uzlaþmaz niteliðe sahip deðildir. BOP senaryosunda Türkiye'nin oynayacaðý rol açýk olarak belirlenmiþtir. Bunun için Türkiye'nin itirazlarý senaryonun kendisine deðil, kimi küçük repliklere iliþkindir. Bu durum Irak'ýn iþgalinde görülmüþ durumdadýr, olasý Ýran ve Suriye müdahaleleri ile de bu durum açýkça görülecektir. Siyasal durum böyle iken ve Türkiye'nin sermayesi ile askeriyesi ile bu siyasal tablonun içinde olduðu açýk olarak görünmekteyken Türkiye'nin Irak halklarý gibi, Gandi'nin Hindistan'ý gibi, Ho Chi Minh'in Vietnam'ý gibi Angola, Mozambik gibi ulusal kurtuluþ mücadelesi veren bir ulus olduðu nasýl iddia edilebilir. Türkiye devleti bir ulus devlettir. Siyasi sýnýrlarla çevrili bir ulusal pazarý, bu pazarda faaliyet sürdüren yerli ve yabancý sermaye gruplarý vardýr. Ayrýca Türkiye kapitalizmi tekelci aþamaya gelmiþ durumdadýr. Tekeller kimi faaliyet kollarýnda esas belirleyen durumuna gelmiþlerdir. Ayný zamanda Türk devleti sömürgeci bir niteliðe sahiptir ve diðer

üç bölge devletinde olduðu gibi Türk devletinin de en önemli iç ve dýþ politik belirleyenlerinin baþýnda bu sömürgeci iliþkiler gelmektedir. Sömürgenin siyasi, askeri idaresi, ekonomik olarak sömürülmesi, dili, kültürü üzerindeki asimilasyoncu politikalar ve daha sayýlabilecek birçok olgu Türkiye'nin iç ve dýþ politikalarýnýn esas belirleyenlerindendir. Özgün bir durum olarak emperyalizme baðýmlý olan Türkiye, diðer yandan bir baþka ulus üzerinde sömürgeci bir tahakküm kurmuþtur. Ulusal solun ve Türksolu'nun görmezden geldiði esas olgu da budur. Karþýmýzda duran ABD emperyalizmi baþta olmak üzere emperyalizmin bölgesel çýkarlarýna eklemlenen ve bu vasýta ile emperyalist paylaþýmdan pay uman ve bölgede güç merkezi olmaya çalýþan, bu arada bizatihi bir sömürgeye sahip olan egemen ve saldýrganmilitarist bir ulus devlettir. Böyle bir devlette milli burjuvazi, milli ordu vb. aramak öküz altýnda buzaðý aramaktýr. Türkiye'de burjuvazi, ordu, devlet örgütlenmesi doðuþlarýndan itibaren iþbirlikçi bir karakter kazanmýþtýr. Bu durumu ispatlamak için OYAK'ýn baþlý baþýna bir tekel haline gelmiþ olmasýnýn ve ticari iliþkilerinin içinde uluslararasý sermayenin tuttuðu önemli yerin, askeriyenin derin ABD iliþkilerinin, Türkiye oligarþisinin ekonomik ve siyasi olarak emperyalizmle içinde olduðu ortaklýðýn çetelesini çýkarmaya gerek yoktur. Bu durum Türkiye'de egemen üretim iliþkileri, sýnýflar ve devlet denklemi nedeniyle yapýsal olarak böyledir. Yani þu aný bir yana býrakalým, iþbirlikçilik ordu ya da sermaye için yapýsal bir durumdur ve doðumsaldýr. Bu nedenle, emperyalizme karþý mücadele kendi iþbirlikçi egemen sýnýflarýna karþý ve onlarýn silahlý aygýtýna karþý mücadele olmaksýzýn mümkün deðildir. Türksolu'nun tespitleri Kürt meselesi söz konusu olduðunda faþistlerin ruhuna rahmet okutacak kadar kafatasçý, ýrkçý hale dönüþmektedir. Ulusal solun ve özelde de Türksolu'nun "halklarýn kurtuluþu mücadelesi, yeryüzündeki tüm ezilen uluslar, kendi tarihleri, kendi dilleri, kendi dinleri ve kendi renkleri ile vardýr" tespitleri Kürt meselesi gündeme gelince bir anda buharlaþmaktadýr. Elbette Kürtlerin ezilen bir ulus olduðunu kabul etmek bu faþist anlayýþýn tüm politikalarýný paçavraya çevirecektir. Bu biçimiyle aslýnda ulusal solculuðun panzehirini enternasyonalist politikalar bu arada Kürt halkýyla dayanýþma oluþturmaktadýr. Türksolu bu konuda devletten ve hatta deðme faþistlerden daha gerici durumdadýr. Sola ait son kýrýntýlar da bu mesele ile yok olmuþtur. Devlet Kürtlerin varlýðýný kabul etmek zorunda kalmýþ, kart kurt mitoslarý tarihe karýþmýþtýr. Kürtçe diye bir dil istense de istenmese de kabul edilmiþtir. Devlet bununla birlikte, kürlerin kabul ettiði bazý haklarýnýn kolektif olarak kullanýlmasýný engellemek, örgütleri 44


Kurtuluþ ile Kürt halkýnýn arasýndaki iliþkinin koparýlmasýný saðlamaya çalýþmaktadýr. Türksolu ise Kürt diye bir kimlik tanýmamakta, Kürt müzisyenlerin müziklerini dinlememe, lahmacun, çið köfte yememe, Kürtlerden alýþ veriþ yapmama çaðrýlarý yapmaktadýr. Kürtlerin göç ettikleri yerlerin, demografik yapýsýný araþtýrmakta, bunun Türkiye'nin Kürtler tarafýndan ele geçirilme faaliyetinin aþamalarý olduðunu savunmakta ve her Türk oðlu ve Türk kýzýný bu duruma karþý mücadeleye çaðýrmaktadýr. Türksolu'na göre Kürt meselesi emperyalistlerin mazlum Türkiye devletini parçalamak için uydurduðu bir fitnedir. Meselenin tarihsel arka planý, Osmanlýdan Cumhuriyete kadar Kürt kýyýmlarý, milli mücadelede Kürtlere vaat edilen ama sonradan tutulmayan sözler ve haklar ve dünyanýn devletsiz ve parçalara bölünmüþ en büyük ulusunun devlet kurma hakký vb. hiçbir anlamý yoktur. Türksolu'nun her ulus için öngördüðü "kendi tarihinden ve kültüründen çaðdaþ bir uygarlýk çýkarma" hakkýnýn istisnasý Kürtlerdir. Oysa sýnýf mücadeleleri tarihi göstermiþtir ki bir ulusu ezen ulusta özgür olamaz. Portekiz'in sömürülmesi, Ýspanya ulusunun özgürleþmesi önündeki en önemli engellerden olmuþtur. Ezen, her tür askeri, siyasal olanaðýný, toplumsal ortamýný ezme ve sömürme sürecini devam ettirmek için kullanacaktýr. Yasalarýný, kamu düzenini bu gerçeðe göre düzenleyecektir. Türkiye'de de Türk halkýnýn esaretinin en önemli nedenlerinden biri, Kürt halkýný bastýrmayý, onunla mücadeleyi görev edinmiþ olan devletin derinliklerindeki özel savaþ aygýtýnýn belirlediði yasal, gayri yasal tüm eylemlerin kamusal hayatý bir cezaevine dönüþtürmüþ olmasýdýr. Bu nedenle Kürtlerin özgürlüðü Türklerin de özgürlüðü demektir.

geçmeli bunlarda batý kaynaklý olduðu için reddedilmelidir. Artýk bu noktadan sonra bu metni yazanlarýn ve savunanlarýn akýl saðlýðýndan da þüphe etmek gerekmekte… Ulusal sol anlayýþ çeliþkiyi sýnýflar arasýnda deðil uluslararasýnda görmektedir. Emperyalizmin ulusu ve ulus devleti yok etmek istediði tespitine dayanarak ulus devletin ve ulusal deðerlerin savunusunu yapmakta ve tüm dünyaya da bunu önermektedir. AB, ÝMF, DB, bölgesel ticari ortaklýklar vb gibi emperyalist kurumlarýn ülkelerin ulusal egemenliðinin bir kýsmýný "kendi üzerine" aldýðý ortadadýr. Örneðin uluslar arasý Tahkim yasasý ulusal hukuktan önce gelmektedir. Buna raðmen, ulus devlet olgusunun bir bütün olarak ortadan kalktýðý iddiasý farklý uluslarýn egemen sýnýflarý arasýndaki çeliþkilerin ortadan kalkmýþ olduðunu iddia etmek anlamýna gelmektedir. Bu durum, ancak komünist bir dünya devleti ile yani rekabetin yerini dayanýþmanýn aldýðý, sýnýrlarýn ve sýnýflarýn ortadan kalktýðý bir ortamla mümkün olabilir. O ana kadar, ne türlü uluslar arasý anlaþmalar, federasyonlar, birlikler kurulursa kurulsun, egemen sýnýflar arasý çeliþkilerin ortadan kalkmasýný saðlayamaz. Zira tüm bu birlik, federasyon vb.nin özünde konsantre halde kapitalist rekabet vardýr. Esasýnda sermayenin küreselleþmesi karþýsýnda ulus devlet bazý açýlardan engel teþkil etse de tersinden sermayenin küreselleþmesinde de rol oynamaktadýr. Bu açýdan tek baþýna sermayenin küreselleþmesinin ulusal devletleri ortadan kaldýracaðýný iddia etmekten çok lehte ve aleyhte bir birleþik etkiden bahsetmek doðru görünmektedir. Ayrýca ulus devletin kaybedeceði etkinliði, ulus devletin ortadan kaybolmasý olarak görmekten ziyade sermayenin küreselleþmesiyle kýsmen fonksiyon deðiþtirmesi olarak ele almak doðru görünmektedir. Sosyal devlet anlayýþý, saðlýk, eðitim politikalarýnda deðiþim ulus devletin kendisini deðil, iþlevini deðiþtirmektedir. Ayrýca dünya çapýnda giderek artan silahlanma ve çatýþma tehlikeleri tersinden devletin askeri ve bürokratik olarak güçlenmesine olanak saðlamaktan baþka iþe yaramaz. Mesele Türkiye olduðunda, Ortadoðu'da güç merkezi olmaya çalýþan, Ortadoðu'da emperyalizmin jandarmasý olan ve savaþa hazýr devasa bir orduya ve bürokrasiye sahip, ayrýca da bir sömürgeye sahip olan bir devletin emperyalizm tarafýndan yok edileceðine inanmak akli deðildir. Dünya çapýnda henüz küreselleþme nedeniyle ortadan kalkmýþ bir ulus devlet örneði yoktur. Türkiye'de ulus devletin sönümleneceði korkusu daha çok askeri ve sivil bürokrasinin sýnýfsal konumlarýný kaybetme korkusundan kaynak almaktadýr.

Türksolu'nun manifestosunun pasajlarý ilerlediðinde açýkça görülen bir baþka açmaz, giderek emperyalizm karþýtlýðýnýn "batý karþýtlýðý" biçimini almasýdýr. Denmektedir ki, "Türksolu'nun antiemperyalizmi Batý uygarlýðýnýn sadece ekonomik yönüne yönelik bir karþý çýkýþ olmadýðý, Onun tüm deðerleri ister istemez kapitalizmin ve emperyalizmin halk düþmaný karakteri ile belirlenmiþ olduðu için batý medeniyetine tümüyle karþý çýkýþ olduðu" (abç) (Türksolu- Manifesto) anlatýlmaktadýr. Mesele burada batý uygarlýðý ve emperyalizm karþýtlýðýndan çýkarak reaksiyoner bir insanlýðýn kolektif birikimlerini ve iþçi sýnýfýnýn kazanýmlarýný reddetmek anlamýna bürünmektedir. Örneðin Avrupa'da binlerce iþçi ve emekçinin, yaþamlarýyla sonuca ulaþan devrim ve sýnýf mücadelelerinin kazanýmlarýnýn batý medeniyetine ait olduðu için reddedilmesi sol adýna þarlatanlýk yapmaktýr. Elbette eðer tutarlý olunacaksa "Fransýz icadý" olan ve Türkiye'de de Türksolu'nun sýký sýkýya sarýldýðý ulus devlet ve milliyetçilikten vaz 45


Kurtuluþ Ulusal solcularýn ve bu arada Türksolu'nun emperyalizm konusundaki açmazlardan biri de Türkiye'de emperyalizme (batý uygarlýðýna) karþý mücadelenin milliyetçilik bayraðý altýnda sürdürüleceði tespitidir. Bu anlayýþ her ne kadar iþçi emekçi lafý etse de, aslýnda Türkiye'yi kaynaþmýþ, sýnýfsal çeliþkileri olmayan bir bütün olarak görmektedir. Bu görüþ topluma bakýnca sýnýflarý deðil, ayný ulusun bireylerini görür.1 Ezilen bir ulusun görmezden gelinmesi, ezilen sýnýflarýn da görmezden gelinmesiyle devam etmektedir. Bunu açýkça ifade etmeseler de, proletarya ile burjuvazinin ayný milliyetçilik bayraðý altýnda yan yana gelmesi - günümüz için konuþursakproletaryanýn burjuvazinin bayraðýnýn altýna geçmesi anlamýna gelir. Türkiye'de uzlaþmaz çýkarlara sahip sýnýflar vardýr. Proletarya (bu arada giderek erimekle birlikte yoksul köylülük) ve burjuvazi. Bu iki kesimin esas olarak yaþama bakýþlarý, hayatý kavrayýþlarý ve nihayetinde çýkarlarý birbirine zýttýr. Ancak ayný milliyetçilik bayraðý altýnda buluþmak bu ülkede Sabancýlarýn, Koçlarýn ve onlarýn devletinin, faþist örgütlerin yýllardýr savunageldikleri bir politikadýr. "Ayný ulusun evlatlarýyýz greve, direniþe, anarþiye ne gerek var"? Diye yýllardýr vaaz edenler bu güçlerdir. Ulusal sol bu arada Türksolu özelleþtirme yapan patronla, özelleþtirme ile iþinden atýlan iþçinin ayný milliyetçilik ve ayný antiemperyalizm bayraðý altýnda toplanmasýný vaaz etmektedir. Sormak gerekir hangi antiemperyalizm gerçek hangisi sanaldýr. Özelleþtirmeye karþý çýkarken son analizde neo-liberalizme ve emperyalist küreselleþmeye karþý çýkan iþçilerinki mi? Patronunki mi? Onun devletininki mi?

ve siyasal olarak ayrý devlet biçiminde örgütlenmelerini savunmak zorundadýr.2 Bu bir tercihten öte siyasal bir zorunluluktur. Sömürgesinden mahrum edilmiþ bir ülkede sýnýfsal çeliþkiler derinleþecek, metropol ülkeye artý deðer akýþý kesilecek, sömürgeyi elde tutmak için üretilen milliyetçi þoven ideolojik ortam zayýflayacaktýr. Bu nedenle enternasyonalizm hem ezilen ulusun ve hem de ezen ulusun iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu için ve rekabetler dünyasýnýn yerine dayanýþma dünyasýnýn getirilebilmesi için bir zorunluluktur. Sýnýf mücadeleleri tarihinde buna benzer çok sayýda örnek vardýr. Analizlerdeki diðer sorun, "emperyalizmi yendikten sonra baðýmsýz bir devlet kurma amacý" diye bir amacýn konulmasýdýr. Bu mesele emperyalizm ve enternasyonalizm anlayýþýyla son derecede yakýndan iliþkili bir meseledir. (Sanýrýz emperyalizmi yenmek denildiðinde anlatýlmak istenen ülkeden kovulmasý oluyor.) Böyle bir antiemperyalist mücadelenin ve böyle bir kazanýmýn tarihsel bir kanýtý yoktur, olamaz da. Emperyalizm bir ülkeden kovulduktan sonra hiçbir ülke baðýmsýz olmamýþ, kendine emperyalizm karþýtý bloklar aramýþtýr. Vietnam zafer sonrasý sosyalist bloða dahil olmuþtur. Angola, Mozambik vb için de durum böyledir. Zaten bu baþarýlar daima enternasyonal bir destekle kazanýlmýþtýr. Bunun tersi söz konusu dahi deðildir. Kaldý ki Türksolu "Atatürk'ün tam baðýmsýzlýk kavramýnýn Türksolu'nun antiemperyalist bakýþ açýsýný en iyi yansýtan kavram" (Türksolu- Manifesto) olduðu söylenmektedir. Mesele böylece bir defa daha karýþmaktadýr. Zira M Kemalin bu kavramýnýn ardýnda, emperyalizmle çatýþma deðil, yeni bir mutabakat ve batýlýlaþma yer almaktadýr.

Türkiye'yi kaynaþmýþ bir bütün olarak gören ulusal sol anlayýþ, ülkeler arasýndaki çeliþkilerin de ulusal çeliþkiler olduðunu, mücadelenin esas olarak milletler arasýnda geçtiði görüþüne yaslanmaktadýr. Bu milliyetçi bir görüþtür ve 9 Iþýkta da, Kavgamda da çokça yazýlýp çizilmiþtir. Elbette meseleye böyle bakýnca da milletler arasýnda bir enternasyonal dayanýþmadan söz etmek olanaklý deðildir. Oysa milletler arasýndaymýþ gibi görünen çeliþki de asli olarak sýnýfsal bir çeliþkidir. Ezen ulusun egemen sýnýflarý hem kendi ulusundan proleterleri ve hem de ezilen ulusu ezmektedir. Bununla birlikte ezen uluslarýn proleterleri ezilen ulusu sömürmekte bir dereceye kadar kendi egemenleriyle iþ birliði içindedirler. Zira metropol ülkenin egemenleri, kendi içinde bir iþçi aristokrasisi yaratýp, refahý bir ölçüde kendi iþçi sýnýfý içinde daðýtýp yýðýnsal iþçi grevlerini engellemek çabasýndadýr. Bu durum ezen ulusun iþçi sýnýfýnýn sýnýf bilincine kavuþmasýnda ciddi bir engel teþkil eder. Bu nedenle ezen ulusun sýnýf bilinci almýþ olan iþçi sýnýfý, ezilen ulusun mücadelesini desteklemek, sömürgenin sömüren ülkeden ayrýlmasýný talep etmek

3. Ulusal Solun "Sosyalizm" Anlayýþý "Nasyonal Sosyalizm"dir. Üçüncü bir temel mesele de sosyalizme ve devrime iliþkin görüþlerde yatmaktadýr. Türksolu "Emperyalizme karþý verilen mücadele, ülke içinde antikapitalist bir düzen kurmaya yönelmedikçe yenilgi kaçýnýlmazdýr. (abç) "Dolayýsýyla tutarlý antiemperyalizm ancak kapitalizm karþýtlýðý ve alternatif sosyalist bir düzenle mümkündür." (abç) Ve "Türksolu, Türkiye'de devrim yapma (abç) kararlýlýðýnýn ideolojisidir." (Türksolu- Manifesto) tespiti yaparak eklektisizmine devam ediyor. Yani Türksolu, önce emperyalizm ülkeden kovulmalý, ardýndan antiemperyalist mücadele emperyalistlerin ülkelerine taþýnmalý, emperyalizm yenildikten sonra, baðýmsýz kalýnmamalý ve ülkede sosyalizm kurulmalýdýr diyor. Sosyalizme verdiði önemi göstermek babýndan da, tutarlý antiemperyalizmin ancak kapitalizm karþýtlýðý 46


Kurtuluþ ve alternatif sosyalist bir düzenle mümkün olacaðýný ekliyor. Evvela sosyalist olduðu iddiasýnda olan bir anlayýþ için antiemperyalist mücadele, baðýmsýzlýk ve sosyalizm mücadelesi arasýnda aþamalý bir süreç tayin etmek ya bu iþi bilmemek ve sýnýf mücadeleleri tarihinden nasiplenmemek ya da sosyalizmi süs olsun diye sona eklemek anlamýna gelmekte. Fakat bununla beraber esas mesele sosyalizmin algýlanýþýna dönük bir meseledir. Türksolu, sosyalist düzenin Türkiye'de emekçi sýnýflar tarafýndan kurulacaðýný ve Kuvayý Milliye'nin, "halk-ordu-aydýn" ittifakýnýn, gençliði de katarak geliþtirilmesini savunmaktadýr. Öncelikle "Milli Mücadelede" böyle bir ittifak söz konusu deðildir. Milli Mücadelede ordu ve bürokrasi egemen güç, halk yani yoksul köylülük ise savaþlara sürülen güç olmuþtur. Anadolu köylüsü savaþa hiçte gönüllü katýlmamýþ, yasalarýn ve istiklal mahkemelerinin gücü ile cepheye gönderilmiþlerdir. Hele ki halkýn, asker ve aydýn diye ifade edilen bürokrat kesimle, bir mücadelenin ortak ve eþit belirleyeni olduðunu iddia etmek açýkça tarihi tahrif etmektir. 1912 den beri savaþan yoksul köylülük periþan düþmüþ ve savaþa ancak askeri ve yasal zorla "ikna" olmuþlardýr. Diðer yandan gençliðin de yer aldýðý böyle bir ittifakta Türksolu'nun kafasý, mirasçýsý olduklarý Ýttihatçýlar gibi çalýþmaktadýr. Açýk ki ideolojik öncü diye emekçiler tarif edilmiþ olsa da böyle bir ittifakta kimlerin egemen olacaðý açýkça ortadadýr, bu da silahlý güçten baþkasý deðildir. Bu görüþ, tam anlamýyla Ýttihatçýlarýn ve Kemalizm'in yukardan iþ bitirme geleneðinin (halka dayanmayan, halkýn kendi kaderini tayin etme olanaðýnýn elinden alýndýðý ve halkýn yalnýzca savaþ gücünden yararlanmayý amaçlayan) devamýdýr. Kaldý ki ordu ve bürokrasi devrim saflarýnda deðil, karþý devrim saflarýnda mütalaa edilebilir. Zira her iki güçte burjuvazinin gücüdür, devletin gücüdür. Belli ki Türksolu devrimi burjuvaziye karþý planlamamaktadýr. Diðer derin bir problem, sosyalizmi bir ulusal mesele gibi ele almaktýr. Bu tüm ulusal sol akýmlarýn ortak noktasýdýr. Sosyalizm bugün neredeyse ulusal olmaktan çok, bölgesel ve dünyasal bir meseledir. Yani emperyalizmi hedef almaksýzýn ve uluslararasý dayanýþmayý imar etmeksizin gerçekleþtirilemez, gerçekleþse de ayakta duramaz. Dolayýsýyla dünyanýn diðer halklarýyla arada enternasyonal bir dayanýþmayý gerekli kýlar. Sosyalizm mücadelesi burjuva devlet aygýtýnýn parçalanmasýný hedef almak zorundadýr. Çünkü burjuva devlet aygýtý, ordu ve bürokrasi, burjuva sýnýf egemenliðinin dolayýmsýz araçlarýdýr. Ve emperyalizm döneminde bu araçlarýn barýþçýl bir biçimde dönüþmesi olanaksýzdýr, hayaldir. Mevcut üretim iliþkileri de ancak bir siyasal devrimle deðiþtirilebilir. Ayný zamanda sosyalist devrimlerin asýl ve enternasyonal amacý dünyada sosyalizmin kurulmasýdýr

yani komünizmdir. Meseleyi böyle koymak kaçýnýlmaz bir enternasyonal dayanýþmayý ve halklar arasý kardeþliði gerektirmektedir. Ulusal sýnýrlarý, ulusal sembolleri yýkýlacak ve yok olacak olarak görmektir, onlarýn sýnýfsal kökenlerini deþifre edebilmektir. Devrimciler önce kendi ülkelerinde devrim yapmakla mükellef olsalar da bu, devrim meselesine ulusal bir perspektiften bakacaklarý anlamýna gelemez. Çünkü devrimciler koskoca bir dünya halklarý ve iþçi sýnýfýnýn üyeleri olarak yaþama bakarlar. O yüzden Venezüella'daki, Bolivya'daki kavga kavgamýz, kazanç kazancýmýzdýr. Ulusal sol bu arada Türksolu esas itibarla "Nasyonal Sosyalizmin" savunusunu yapmaktadýrlar. Nasyonal sosyalizmin de ulusal solun da referans olarak ele aldýklarý þeyler tarihin çöp tenekesinde iþ yarayacak her þeydir. Kimi zaman sosyalizmi, kimi zaman ulusalcýlýðý, kimi zaman ýrkçýlýðý, kimi zaman kapitalizmi savunmaktadýrlar. Siyasi iktidarý ele alana kadar kapitalizme küfür eden, iþçi sýnýfýnýn yanýnda olduðunu vaaz eden ve toplumsal eþitlikten dem vuran Hitler, burjuvaziden icazet alýp iktidarý ele aldýktan sonra gerçek yüzünü göstermiþtir. Ulusal solun özelde Türksolu'nun manifestosu ile Hitler'in kavgamý arasýnda fark gerçekten son derece zayýftýr. Türksolu ulusal sol akýmýn en uç temsilcilerinden biri olduðu için yazýnýn aðýrlýklý konusu ulusal sol nezdinde Türksolu grubu oldu. Detaylý bir polemikten ziyade adý geçen grubun görüþlerinin ana hatlarýna temas etmeye çalýþtýk. Görüþlerin ana hatlarýyla analizinden de gördüðümüz üzere bu grubun görüþlerinin karakteristikleri þunlardýr: 1. Görüþler bilimsel sosyalizmle uzak yakýn bir iliþki içinde deðildir. Görüþler gerek kendi iç tutarlýðý açýsýndan gerekse sýnýf mücadeleleri tarihi açýsýndan sýnandýðýnda, tutarsýzlýðý ve eklektikliði görülmektedir. 2. Görüþlerin genelinde halklar arasý dostluðu dýþta tutan saldýrgan ve þoven bir milliyetçilik vardýr. 3. Görüþler sol kisve altýnda burjuva ideolojisinin militan bir biçimde savunulmasýdýr. 4. Görüþler meþrulaþtýrýlmak için tarihin yoðun biçimde çarpýtýldýðý ideolojik resmi bir tarih anlayýþýna dayanýlmýþtýr. 5. Gerek bu tarih anlayýþý, gerekse ideolojik açýdan eklektik, tutarsýz ve iþe yarar tüm tarihsel ve siyasal ögelerin toplanmasýna dayanan bir ideoloji yaratma anlayýþý faþist hareketlerin kullandýklarý bir ideolojikleþtirme ve çarpýtma yöntemidir. 47


Kurtuluþ 6. Ýdeoloji imar etme biçimi olduðu gibi, imar edilen ideolojinin içeriði gereðince de bu anlayýþ faþist bir anlayýþtýr. Faþizmin sol kisve altýnda meþrulaþtýrýlmasýdýr.

lesinin, enternasyonalizmin, halklarýn özgürlük mücadelesinin seyri açýsýndan son derece tehlikelidir. Bu durum sýnýf mücadelesinin kazanýmlarýnýn egemen sýnýflara devri anlamýna gelir. Türksolu, ÝP vb gibi grup ve anlayýþlar sýnýf karþýtlarýmýzdýr, egemen sýnýflarýn güçleridir. Ancak ulusal sol argümanlara giderek daha fazla dayanan yukarda telaffuz ettiðimiz bazý gruplarýn politikalarýyla yapýcý bir polemiði geliþtirmek, onlarý yollarýndan alýkoymak ve ulusal sol cephenin geliþimine izin vermemek gerekmektedir. Bilmek gerekir ki ulusal solculuðun en tesirli panzehiri, enternasyonalist bir sosyalizmin teorik ve pratik olarak savunulmasý ve bu hattýn güçlendirilmesidir.

7. Gerek genel pratikleri, gerek üniversitelerdeki saldýrgan tutumlarý da göz önüne alýnýrsa, bu grubun özel savaþ aygýtýnýn paramiliter bir kolunu teþkil ettiði ve bu niteliðin giderek daha da geliþtireceklerinin emareleri mevcuttur. Sonuç Olarak Sosyalist harekette deðiþik renkleriyle hakim olan ulusal sol, politik ve örgütsel düzeyde geliþim halindedir. Bu damarýn geliþimi sosyalizm mücade-

* * * 1. Oysa modern kapitalist bir toplum bireylerden deðil, sýnýflardan kalkýlarak analiz edilebilir. Toplumun bireylerin toplamýndan oluþtuðunu iddia eden sav burjuva ideolojisine aittir. Oysa insanlar bir defa toplumsal sýnýflar biçiminde örgütlendiklerinde bireylerin toplamýndan daha öte bir þey halini alýrlar. Bu þeyin amaçlarý hedefleri, motivasyonlarý tek tek bireylerin amaç hedef ve motivasyonlarýnýn toplamýndan çok farklýdýr. Bu ancak, analiz bir toplumsal sýnýf üzerinden yapýldýðýnda anlam kazanabilir. Buna raðmen meselenin bu biçimde konuluþu, sýnýfsal gerçeði örterek toplumun geliþiminin kaynaðýnda kiþileri görmeye varýr. Toplumda sýnýflar deðil iyi ve kötüler vardýr. Eðer insanlar iþlerini iyi yapsalar, iþçi vardiyasýnda en iyi biçimde çalýþsa, öðretmen iyi evlatlar yetiþtirse toplum ileri gidecektir. Herkes evinin önünü temizlese þehir tertemiz kalacaktýr. Meselenin böyle konuluþunun siyasal anlamý yalnýzca iþçi sýnýfýna sermaye için daha çok daha çok çalýþýn demektir. Oysa ki toplumda asalak sýnýflarýn varlýðý tüm bu analizleri boþa çýkarýr. 2. Komünistler esasen bir ve bütün bir devletten yanadýrlar. Çünkü böyle bir devlette iþçi sýnýfýnýn nitel ve nicel olarak geliþim ve örgütlenme olanaklarý daha fazladýr. Bu durumun istisnasý ulusal bir ezme ezilme iliþkisinin yaþanýyor olmasýdýr. Bu durumda ezilen ulusun ayrýlma ve baðýmsýz devlet kurma hakký vardýr. Ezen ulusun sosyalistleri ise böyle bir durumun varlýðý karþýsýnda, ayrýlma hakkýnýn ve siyasal ayrý devlet kurma hakkýnýn savunusunu yapmalýdýr. Komünistler, ancak bu savunuyu yaptýklarýnda, yýllardan beri ezilen ulusun, ezen ulus emekçilerine ve komünistlerine karþý oluþmuþ olan güvensizliðinin ortadan kalkmasý mümkün olabilir. O noktada iliþkinin belirleyeni ezilen ulus olacaktýr. Ancak ezilen ulus eðer kendilerinin ayný devlette siyasal eþit özne olarak temsil edildiklerini düþünüyor iseler kararýný birlikte yaþamaktan yana vermelidirler, böyle düþünmüyor iseler tek çözüm ayrý devlet kurmak için ayrýlmaktýr. Ayrýlma hakkýnýn kullanýlmasýna ezilen ulus karar vermelidir. Bu hakkýn kullanýlmasýnda ulusal dar görüþlülüðe de düþmemek gerekir.

48


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Yurtseverler ve Enternasyonalistler

K

omünistler, ayrýca, vatan ve milliyeti kaldýrmayý istemekle de suçlanýyorlar. Ýþçilerin vataný yoktur. Onlardan sahip olmadýklarý bir þeyi alamayýz (Marx-Engels) Üçüncü Enternasyonale katýlmak isteyen her parti, sadece açýk sosyal yurtseverliði deðil, fakat sosyal pasifizmin sahtelik ve ikiyüzlülüðünü de teþhir etmekle yükümlüdür. (Lenin, 3. Enternasyonale Katýlma Koþullarý, 6. madde) Herkes kendi yurdunu savunma hak ve görevine sahiptir; gerçek enternasyonalizm, bu hakký, benimki ile savaþ içinde bulunan uluslar da içinde, bütün uluslar sosyalistlerine tanýmaya dayanýr (Kautsky) Bu anlamda her komünistin ülkesini sevmede bir baþka ülkenin komünistinden aþaðý kalmama hakký (ve sorumluluðu) olmakla birlikte, yurtseverliðin bir siyasal karakter olarak "bütün ülkelerin iþçileri"ne eþit daðýlabileceðini asla düþünmemek gerekir." (Kemal Okuyan) Yurtseverlik ve enternasyonalizm, sosyalist hareketi dün olduðu gibi bugün de uðraþtýran konularýn baþýnda yer alýyor. Dünya iþçi sýnýfýnýn birliði, dayanýþmasý ve ortak mücadelesi yerine yurtseverliði geçiren politik çizgiler, sosyalist hareketin tarihinde olduðu gibi günümüzde varolmaya devam ediyorlar. Dahasý bu ikisinin birbirini tamamlayan tutumlar olduðunu iddia edenler,sözde diyalektik laf cambazlýklarýyla iç içe geçirenler, birinin azlýðýnýn diðerinin de azlýðý anlamýna geleceðini ileri sürenler, yurtseverliðin sosyalizme verdiði bunca zarardan

Ýrfan Cüre 49


Kurtuluþ sonra, hiç de az deðil. Dahasý, tarih sanki tekrarlanmaktadýr.

dir. Türkiye'de sosyalizm adýna yola çýkan parti ve hareketlerin çoðunun daha baþýndan kýsýtlanmýþ, sakatlanmýþ ve velayet altýna alýnmýþ olmasýnýn temel nedenlerinden biri de budur.

Konumuzun tipik örneklerinden TKP'yi kýsaca bu baðlamda ele alacaðýz. Türkiye'de ulusal sol veya ulusal sosyalizm dendiðinde akla gelen partilerden biri de TKP'dir. Bu partinin edebiyatýnda dile gelen ulusal söylem, arýzi ya da tesadüfi olmayýp, Konferans ve MK kararlarýnda yer alan düþünülüp tartýþýlmýþ teorik ve politik argümanlara dayanmaktadýr. Bunlar TKP Kasým 2004 Konferans Raporunun 15. maddesinde özel olarak ele alýnmýþtýr.

TKP, bir ulusa deðil de ulusun yaþadýðý topraða, ülkeye atýfta bulunan bir kavramýn yani yurtseverlik kimliðinin yeniden üretiminin ana üssü olmaktan söz etmesine raðmen, bizim söze milliyetçilik, kemalizm ve misak-ý milliden baþlamamýz þaþýrtýcý gelmemelidir. Çünkü TKP'nin ana üssü olmak istediði yurtseverlik üretiminin tarlasý da, fabrikasý da, çerçevesi de bunlardýr. Ve TKP bu bütünlüðü ayný yerde paragrafýn devamýnda açýkça ortaya koymakta ve egemenlik, yurtseverlik, ülke çýkarý gibi kavramlarýn her ne kadar burjuvaziye ait olsalar da, komünist içerikle doldurulabileceði ve kullanýlabileceðini ileri sürmektedir:

"Yurtseverlik anti-emperyalist mücadelede öne çýkarýlmasý, biçim verilmesi ve yeniden üretilmesi gereken bir kimliktir. TKP bu yeniden üretimin ana üssü haline gelecektir" diye baþlayan bu bölümde, egemenlik, yurtseverlik, ülke çýkarý, ülke güvenliði kavramlarý el alýnmakta; emperyalizme karþý mücadelede güçlenmek için bu kavramlarda netleþmek ve bunlarý yerli yerine oturtmak gereðine iþaret edildikten sonra, bu netleþme çabasýnýn varacaðý sonuçlar ve TKP'nin hangi çerçevede yer alacaðý da belirtilmektedir:

"Egemenlik, yurtseverlik, ülke çýkarý ve ülke güvenliði gibi kavramlarýn Türkiye Cumhuriyeti'yle sonuçlananý dahil bütün burjuva devrimlerinde ve ulus-devlet inþa süreçlerinde ortaya çýkmasý ve yerleþmesi, bu kavramlarýn içeriðinin ancak burjuvaca ve bu sýnýfýn çýkarlarýna göre doldurulabileceði anlamýna gelmez. Bu kavramlarýn hepsinin komünistçe anlamlandýrýlmasý, iliþkilendirilmesi ve kullanýlmasý mümkündür"(agy).

"Siyasal ve ideolojik çizgisi ne kadar baðýmsýz olursa olsun, her komünist hareket, günümüz koþullarýnda bile, belirli bir ulus-devlet modelini ve bu modelin kimi yerleþik duyarlýlýklarýný veri almak zorundadýr. Bu, herhangi bir tercih meselesi deðil, tarihsel olarak þekillenmiþ zorunlu bir temeldir. Hiçbir siyasal hareket önce boþ bir kaðýt hazýrlayýp kendini onun üzerinde konumlandýramaz"(agy).

Peki ama nedir yurt? Deðiþik anlamlarda kullanýlan yurt, insanýn doðup büyüdüðü, yaþadýðý yer olabilir; evi-ocaðý olabilir. Saðlýk yurdu, öðrenci yurdu gibi tedavi ve barýnma yerleri olabilir. Ve nihayet göçebe (Türk) kavimlerin çadýrý ve konakladýðý yer olabilir. Böylesi yerlere özel bir sevginin nereden geldiðini ve bunlarý sevme yükümlülüðü olup olmadýðý tartýþmasýný bir kenara býrakalým. Çünkü yurtseverlerin bize sevmemizi öðütledikleri yurt, yukarýda sayýlan anlamlarýn dýþýnda bir politik birimi anlatan ve deyim yerindeyse bize sunulmuþ bir politik kimliðin zemini anlamýndaki bir yurttur. Ve yurtseverlik, o yurdun sadece sevilmesini deðil, onun uðruna kendini feda etmeyi ve baþkalarýna karþý onu ölümüne savunmayý öngören sorumluluk ve yükümlülükleri kapsayan bir politik kimliktir. Dahasý, yurtseverlik, insanýn olasý diðer kimlikleri veya benimsediði toplumsal, kültürel, politik, dinsel vb. deðerler içinde ilk sýrayý yurda vermeyi ima eder. Yani olasý çeliþkili ve tereddütlü durumlarda tercihin ikirciksiz biçimde kendisinden yana yapýlmasýný ister. O halde politik bir kavram olarak yurtseverlik, belli bir toprak parçasýna ait olmak ve onu sevmekten çok ötede bir anlama sahiptir. Burada aidiyet, göçebenin çadýrýný kurduðu yer, köy, kasaba ve bir kent gibi bir insanýn somutça yaþayýp test edebileceði ekonomik,

Daha en baþýndan partinin kendi siyasal ve ideolojik baðýmsýzlýðýný hiçbir tereddüde yer býrakmaksýzýn hangi duyarlýklarla sýnýrlamýþ olduðunu, daha doðrusu böyle bir baðýmsýzlýða sahip çýkmadýðýný görmüþ oluyoruz: Ulus devlet modeli ve modelin yerleþik duyarlýlýklarýyla sýnýrýný çizen TKP'nin bu sözlerinin tercümesi, onun Türkiye Cumhuriyetini ve kemalizm, misak-ý milli, bayrak, vatan ve benzeri duyarlýlýklarýný veri olarak aldýðýdýr. Elbette bunlarý veri almak, iki anlama gelebilirdi: Birincisi, dönüþtürülmesi gereken gerçekliðe ait özellikler olarak anlamak, ikincisi, bunlara dokunmamak, getirdiði kýsýtlamalarý kabullenmek ve hatta yeniden üretimine ve sürdürülmesine katýlmak. Hiçbir siyasi hareketin kendini boþ bir kaðýt üzerinde konumlandýrmayacaðýný söylerken de, ikinci yorumu doðruladýklarýný görüyoruz. Bir kez çerçeveyi böyle çizdikten sonra arkasýndan neler geleceðini kestirmek zor olmasa gerek. Zorunlu olduðu ileri sürülen bu temel, ayný ya da deðiþik argümanlarla yeniden üretilmekte, pekiþtirilmekte ve gelecek kuþaklara devredilmekte50


Kurtuluþ toplumsal, kültürel birimlere deðildir; aksine böylesi birimlere duyulan veya duyulmuþ olduðu varsayýlan bir sevginin, bir faninin ömründe hiç görmeyeceði coðrafi mekanlarý ve bunun üzerinde kurulu bir politik birime kadar geniþletilmesidir ki, bu da ancak burjuvazinin feodalizme karþý mücadelesinde geliþtirdiði kavramlara ve ideolojiye denk düþmektedir.

milliyetçilik, gerek referans noktalarý gerekse ima ettikleriyle ayný gerçekliðin deðiþik veçhelerini dile getiren farklý kavramlardýr. Tabii bu farklýlýðýn nereye kadar ve ne anlamda olduðunu da ayrýca incelemek gerekecek. Yaþanan tarihsel örnekler, burjuva egemenliðinin, onun ideolojik hegemonyasýnýn temel kavramlarý arasýndaki farklýklarýn kritik dönemeç noktalarýnda, özellikle de kriz anlarýnda silindiðini göstermektedir. Buna iliþkin en çarpýcý örnek, Birinci Emperyalist Paylaþým Savaþý öncesi ve sýrasýnda alýnan yurtsever tavýrlardýr ki, bu da Ýkinci Enternasyonalin sonunu getirmiþtir. Yurtseverlik, savaþ zamanýnda kendi burjuvazisinin bayraðý altýnda baþka uluslardan sýnýf kardeþlerini boðazlamanýn, baþka halklarý sömürge boyunduruðuna almanýn adý olagelmiþtir. Fakat savaþ ve kriz zamanlarý dýþýnda yurtseverliðin farklý bir görünüm sergileyen ve daha mülayim, daha gevþek bir milliyetçilik türü olarak boy göstermesi, iþin aslýný deðiþtiremez. O da þudur: Yurtseverlik, konuþan öznenin yani "bizim" milliyetçiliðimiz iken, ayný özne açýsýndan baþkalarýnýn yurtseverliði ise, milliyetçiliktir.

Yurtseverlik, o zamana kadar feodal beylere veya tanrýnýn yeryüzündeki gölgesi hükümdar ailelerine serf ve tebaa olarak baðýmlý olan olanlarýn, bütün insanlarýn "hür ve eþit" doðduðunu vaaz eden burjuvazinin yeni düzenini olumlayan ideoloji olarak ortaya çýkmýþtýr. Burjuva toplumunu ve bir bütün olarak ideolojisini olumlayan bir kavram olarak yurtseverlik, milliyetçiliðe göre daha olumlu çaðrýþýmlar yaptýrmakta, daha "insani, uygar ve barýþçý" bir görüntü çizmektedir. Üstelik yurdu sevmek, kendi yurdunun baþkalarýnýn yurdundan daha deðerli ve öncelikli olduðunu ima etse de, baþkalarýnýnkini doðrudan aþaðýlamadýðý ve düþman ilan etmediði için doðal da gelmektedir. Elbette bu doðallýk, kapitalist toplumda hakim düþünceler çerçevesinde bir doðallýktýr. Bir toplumdaki hakim düþünceler, nihayetinde o toplumda egemen olan sýnýfýn düþünceleridir. Ýkna ve eðitim-öðretim yöntemlerinin yaný sýra doðrudan zor araçlarýnýn da kullanýldýðý bir ideolojik tabi kýlma sürecinde tüm topluma egemen olan burjuva ideolojisi, o toplumdaki çeþitli toplumsal sýnýf ve katmanlara, kültürel, etnik ya da dinsel topluluklara ait kimi kavramlarý, simgeleri, kýsacasý ideolojik ögeleri de kendi ideolojisine eklemleyerek egemenliðini pekiþtirir. Bu eklemlenme iþleminin, aslýnda tek yanlý olmadýðýný, çok yönlü bir etkileþim içinde gerçekleþtiðini geçerken belirtelim.

Baþta yurtseverlik olmak üzere, egemenlik, ülke çýkarý gibi kavramlarýn komünistlerce nasýl anlamlandýrýlabileceðini kavramak için bugünkü TKP'nin yaptýklarýnýn ve yapacaklarýný sonucunu beklemeye gerek yok. Türkiye sosyalist hareketi tarihi, tam da bu pratiðin zengin örnekleriyle doludur. Yurtseverlik ile sosyalizm arasýnda kurulan köprülerin, sosyalist hareketi devrimci enternasyonalizme deðil, aksine kemalizme ve devlete baðladýðýný biliyoruz. Bu noktada iyi bir TKP'linin yapabileceði, bize kendilerinin yurtseverliðinin milliyetçiliðe kaymayacaðý vaadinde bulunmaktan daha fazla bir þey deðildir. Bir an için TKP'nin devlet-devrim-sosyalizm anlayýþý meselelerinde marksist zeminde olduðunu varsaysak bile, burjuvaziye ait kavramlarýn, burjuva ideolojisinin temel ögelerinin komünist ideolojiye eklemlenmesinden doðacak olan þeyin en alasýndan ancak popülizm olabileceðini, normal koþullarda ise bunun düpedüz bir pragmatizme tekabül edeceðini söyleyebiliriz. Kaldý ki, gerek ta baþýndan kendini TC devletinin hassasiyetlerine teslim eden yaklaþýmý, gerekse TC içerisindeki ulusal ve demokratik sorunlardaki tezleri ve konumuyla TKP, geçmiþtekileri aratmayacak bir despotik-milliyetçi sosyalizm zemininde durmaktadýr. Yurtseverliðin burjuvazinin peþinde sýnýf kardeþlerini boðazlamanýn bayraðý olmasýnýn tek nedeni, bunu yapanlarýn zaten o boðazlaþmadan çok önce devrimden çark edip sýnýf uzlaþmacýlýðýna, sosyal demokrasiye evrilmeleri deðildir. Ayný zamanda yurtseverlik ve ona ait ögelerin, kitlesel iþçi partilerini devrimden vazgeçirmeye götürmüþ

TKP elbette ki, yurtseverlik kavramýnýn burjuva bir kavram olduðunu biliyor ve zaten bunu da ayný yerde belirtiyor. Üstelik bunu bir bütünlük içinde yani birbirinin tamamlayan kavramlar sýrasý içinde yapmaya çalýþýyor. Neyi anlatýyordu yukarýdaki pasajda? "Egemenlik, yurtseverlik, ülke çýkarý ve ülke güvenliði gibi" kavramlarýn, baþka yerlerde olduðu gibi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluþ sürecinde de yine burjuvazinin kavramlarý olarak ortaya çýkýp yerleþtiðini. Tabii o cümlede sayýlmayan ama "gibi" kategorisine giren milliyetçilik, Türk milliyetçiliði, kemalizm, Ermeni ve Rumlar baþta olmak üzere diðer halkalara düþmanlýðýn ifadesi "içerden ve dýþarýda düþmanla çevrili bir ulus", Kürt inkarcýlýðý, vatan-millet-sakarya kavramlarýný da unutmamak gerekir. Her ikisi de burjuvaziye ait olan yurtseverlik ve 51


Kurtuluþ olmasýný da bu olgunun bir baþka yaný olarak görmek gerekiyor. Yurtseverliðin fazlasý veya derininin, iþçi sýnýflarýný ve devrimcileri daha fazla proletarya enternasyonalizmine ve halklararasý dayanýþmaya götürdüðü, ispatlanmamýþ bir iddiadan baþka bir þey deðildir. Komünistlerin görevi, egemenlik, yurtseverlik, ülke güvenliðine sarýlmak deðil, bunlarýn açýklanmasý, deþifre edilmesi ve eleþtirisi üzerinden karþý bir ideolojik hegemonya kurmaktýr.

gerek geçmiþte gerekse günümüzdeki iliþkisinde bu hiyerarþide nerede durmaktadýr? TC'yi emperyalizmin baskýsý ve kuþatmasý altýnda bir ulus devlet olarak görmek baþkadýr; emperyalizmle iç içe geçmiþ, bölgesel bir güç ve emperyalist sistemdeki güç iliþkilerinin yarattýðý çatlaklarda kendine bir manevra alaný açacak büyüklükte bir devlet olarak görmek baþkadýr. Hele de bu ulus devletin bir de sömürgesi olduðunu saptamak, durumun kavranmasýný daha da kolaylaþtýracaktýr.

Ne var ki, ezilen, baðýmlý ya da sömürge altýnda tutulan bir halkýn/ulusun yurtseverliði/milliyetçiliði ile ezenlerinki arasýnda bir ayrým yapmak gereðini elbette unutmamak gerekiyor. Ezenin milliyetçiliði demokrasinin zerresini taþýmazken, ezileninki bir haksýzlýða, baskýya karþý çýktýðý sürece ve o çerçevede demokratik ögeler taþýr. Fakat nihayetinde onunda bu haksýzlýðýn ortadan kaldýrýlmasýnýn koþullarý yaratýldýðýnda ve hatta bizatihi kendisinin ulusal özgürlük sürecinde baþka halklara, özellikle de kendi içindeki azýnlýklara yönelik bir baský, ezme ve dýþlamayý içerdiðini unutmamak gerekiyor. Komünistlerin bütün bunlarý deðerlendirirken esas alacaklarý ölçüt, söz konusu hareketlerin dünya demokrasi ve devrim mücadelesindeki nesnel konumlarýdýr.

TKP, ýsrarlý biçimde gözünü yurtseverliðe dikmiþtir; neden mi? "Türkiye toplumunun farklý sýnýf kitleleri içinde ve farklý ideolojik siyasal geleneklerinde prestij ve otoritesini koruyan yurtseverlik temasý, sosyalist iktidar mücadelesine yeni olanaklar açacak karakterdedir"(agy). Yurtseverliðin (vatanseverliðin), sosyalist iktidar mücadelesinde (bu ne demekse?) hangi yeni olanaklarý açacaðýný sorarak, TKP'nin mantýðýný sergilemeye devam edebilirdik. Ancak yukarýya aktardýðýmýz cümleyi izleyen paragraf, TKP'nin nereye oynadýðýný ve ne olmak istediðini açýk seçik ortaya koyduðu için, bu yazýnýn sýnýrlarý içinde ve þimdilik buna bir nokta koyabiliriz.

TKP, Türkiye'de solun zayýf olduðu dönemlerde bile kurutulmasý imkansýz bir yurtseverlik alanýndan söz etmekte ve bu alanda komünist hegemonya kurulmasýndan söze etmektedir. Adý geçen o yurtseverlik alanýnýn neyin mirasý olduðuna iliþkin eleþtirel bir yaklaþýmý elbette bulmak mümkün deðildir. Çünkü TKP, emperyalist-kapitalist sistemin "içinde bulunduðumuz evresinde" piramidin tepesinde bulunmayan ulus devletlerin manevra alanlarýnýn giderek kýsýtlandýðýndan þikayetle, bu durumun antiemperyalist mücadeleyi her zamankinden daha önemli kýldýðýný ileri sürmekte ve nihayet þöyle demektedir:

Ve nihayet o malum paragraf þöyle diyor: "Ancak bu noktada solun yakýn dönemde toplum nezdinde belirginleþen kimi özellikleri bu açýdan ek bir çaba gösterilmesini gerektirmektedir. Kürt dayanýþmacýlýðýnýn toplum genelinde sol kimliðin bir parçasý olarak algýlanmasýnda iki sorunlu nokta bulunmaktadýr. Bunlardan birincisi ayrýlýkçýlýk baþlýðýdýr. Ýkinci nokta ise Kürt siyasetlerinin emperyalizm yanlýsý konumlarýdýr. Bu sorunlar hafife alýnamaz. Bilinmelidir ki, TKP'nin Türkiye'nin bölünmesine ve emperyalizme karþý duruyor olmasý toplumsal algýdaki sorunlarý çözmeye yetmemektedir. Bu noktada, çok açýk bir biçimde "TKP-Kürt emekçileri" denklemi çözülmek zorundadýr. Ancak komünist kimlikle temsil edilen bir Kürt emekçi dinamiðinin üretilmesi durumunda bu engel aþýlacaktýr"(agy)

"Emperyalist süreçler burjuva siyasetinde özerk alanlarý daralttýðý ölçüde yurtseverlik daha fazla solun hegemonya alanýna kaymaktadýr. Özetle emperyalizmin güncel yönelimleri, yurtseverlikle enternasyonalizm arasýndaki örtüþmeyi geliþtirmektedir" (agy)

Ne demek Kürt dayanýþmacýlýðý? Kürt Özgürlük Hareketiyle ittifak içinde olmak, Kürt halkýnýn ulusal ve demokratik taleplerini ikircimsiz savunmak. Toplum genelinde bu dayanýþma sola ait bir özellik olarak algýlandýðý için, TKP'ye ek bir çaba harcamayý gerektirecek bir iþ çýkartýyormuþ. Ne iþi? "Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini desteklemek, onlarla dayanýþmak için ille de solcu, sosyalist olamaya gerek yok; bir burjuva liberali, bir burjuva demokratý

Yurtseverlikten enternasyonalizme nasýl atlandýðý burada izah edilmemekle birlikte, emperyalizmin kýsýtlamalarýna maruz kalanlarýn dayanýþmasýnýn ima edildiðini düþünebiliriz. TKP madem emperyalist sistemde piramidal bir yapý benzetmesi yaptý, biz bunu devam ettirelim. Acaba TC bu piramidin neresindedir? Ve TC ulus devleti, emperyalizmle 52


Kurtuluþ da bunu yapabilir ve yapmalýdýr" diye ek bir ikna, ajitasyon ve propaganda faaliyeti mi? Yoksa, "ey necip millet, biz adýmýz ve sanýmýzla komünist partisi olarak, asla ve katiyetle bölücülüðe ortak olmuyoruz" diye ek bir yurtsever ajitasyon mu? Hangisi? TKP'nin hangisini tercih ettiði o kadar açýk ki,söylemeye gerek var mý?

yurtsever cepheler kuran TKP, Kürt emekçilerine ne diyecektir? Nasýl seslenecektir? Yanýtý bir önceki maddenin son cümlesindedir (Konferans Raporu, madde 14): TKP'nin Kürt emekçileri içinde yürüteceði örgütlenme çalýþmalarýnda ulusal hak ve talepler deðil anti-emperyalist ve sýnýfsal eksenler belirleyici olacaktýr (agy).

Demek TKP'nin þu "ayrýlýkçýlýk" sorununa cevabý bu. Elbette bunu da bihakkýn yapmasý için, döne dolana Kürt siyasetlerinin emperyalizm yanlýlýðýný özellikle vurgulayacaktýr.TKP, TC'nin bölünmesine de emperyalizme de (belli ki bu bölücülük de emperyalizmin iþi) karþý olsa da, yine de eksik kalan bir þeyler var! Þu bizim necip Türk milleti belli ki, bunlar böyle dese de inanma, ne de olsa adý komünist partisi diyebilir. Bu bölücülüðe gerçekten karþý olduðunu kanýtlamak istiyorsan, þu Kürt emekçilerini örgütle de, içimiz rahat etsin diyor olabilir mi acaba? Evet komünist kimlikli bir Kürt emekçi dinamiði üretildiðinde (yani Kürt emekçileri TKP'nin etki alanýna sokulduðunda) engel aþýlacak.

Genelde yurtseverliði öne alýrken, iþ Kürtlere gelince sýnýfsal eksen belirleyici oluveriyor. Ve o mahut cephenin yurtseverliði, (emekçi de olsa) Kürtlerin kendi yurtlarýný sevmelerine izin vermiyor. TC'nin egemenliðini savunurken, Kürtlerin de kendilerini ayrý bir ulus olarak kurmalarýna, kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerine itiraz ediyor. TKP'nin yükselttiði "egemenlik, yurtseverlik ve ülke çýkarý"na benzer talepler, Kürt halkýndan yükseldiði zaman ayrýlýkçýlýk sayýlýyor. Bu Marx-Engels-Lenin adlarýyla baðlantýlý bir komünist anlayýþýn deðil, ancak anti-demokratik, despotik ve ikameci reel sosyalist anlayýþlarýn bir uzantýsý olabilir. Bu tür bir sözde komünizm, elbette sömürgeciliðin bir aleti olmaktan ileri gidemez.

Peki anti-emperyalist mücadeleyi yurtseverlik sancaðýný yükselterek yapmak isteyen ve bunun için

* * *

53


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Türkiye’de Milliyetçi Sol Ýdeoloji:

Denize Düþünce Sarýlýnan Yýlan

M

illiyetçi veya ayný anlama gelmek üzere ulusalcý sol ideoloji, dünyada olduðu gibi Türkiye'de de nüfuzunu arttýrmaya devam ediyor. Ancak bu ideolojinin tüm temsilcilerinin iþgal ettikleri politik pozisyonlarýn türdeþliðinden bahsedebilmenin mümkün olmadýðý açýktýr. Latin Amerika'da bu akýmýn en belirgin temsilcilerinden olan Chavez'in pratiðinde söz konusu ideolojinin bileþimlerinden birisi olan milliyetçilik ayaðý karþýsýnda, diðer bileþim olan solculuk ayaðýnýn giderek daha fazla aðýr bastýðý görülebilirken, Türkiye'de genellikle durum tersine geliþiyor. Milliyetçi Solculuk Türkiye'de genellikle devletçiliðe ve þovenizme dönük uç vermektedir. Genellikle diyoruz; çünkü Türkiye'deki Milliyetçi Solcularýn hepsinin ayný politik eksende deðerlendirilmesi mümkün görünmüyor. Bu ideolojik çerçeveye dahil olan Ýþçi Partisi ile TKP'nin milliyetçilik dozajlarý ayný olmadýðý gibi, örneðin yine ayný çerçevede yer alan Haklar ve Özgürlükler cephesinin devlet karþýsýndaki pozisyonuyla ÝP ve TKP'nin bu düzlemdeki pozisyonlarý farklýlaþýyor. Öyleyse milliyetçi sol ideolojinin politika düzleminde neden ve nasýl farklý biçimlerde temsil edilebildiðinin açýklanmasý gerekiyor. Bu yazýnýn birinci amacý budur. Diðer yandan tüm farklý (devletçi, reformist veya devrimci) politik temsillerine raðmen bu ideolojiye yaþama ve geliþme zemini sunan kimi yapýsal faktörlerin bulunduðunun da görülmesi gerekiyor. Kapitalizmin 1970'lerden bu yana yaþamakta olduðu köklü yapýsal dönüþüm ve bu dönüþümün toplumsal

Ýlker T. Þahinoðlu 54


Kurtuluþ ve politik sonuçlarýndan baðýmsýz olarak milliyetçi solculuðun yükseliþinin açýklanmasý da eksikli kalacaktýr. Dolayýsýyla yazýnýn ikinci amacý da bu nesnel dönüþümlerin ve toplumsal sonuçlarýnýn milliyetçi solun yükseliþi üzerindeki etkilerini incelemektir.

açýkça sosyalist olmayan ideolojiye -yani ulusal ideolojiye- olumsuz anlam atfetmeyen Lenin, bu ideolojik çerçeveyle iliþkilenmeyi önerir. Ezilen halklarýn ulusalcý ideolojisini bu tutum üzerinden politik düzeyde solculaþtýrmaya soyunur.

Yazýnýn son bölümünde ise Türkiyeli Marksistlerin, yine Türkiye'deki milliyetçi solla nasýl mücadele etmeleri gerektiði konusunda kimi fikirler öne sürülecektir.

Lenin'in ezenlerin milliyetçiliði ile ezilenlerin milliyetçiliðini politik olarak ayýran bu yaklaþýmý ezilenlerin verili ideolojileri karþýsýnda Marksist tutumun ne olmasý gerektiði konusunda zengin ipuçlarý sunar. Hikmet Kývýlcýmlý bu tutumu teorileþtirmeye soyunur. Kývýlcýmlý'ya göre homo sapiens'ten bu yana insan türü yaþam karþýsýnda toplumsal varlýðýný anlamlandýrabilmek için "kutsallaþtýrma prosesi"ne ihtiyaç duyar. Kývýlcýmlý'ya göre kadim tarihte dinin yerine getirdiði bu iþlevi modern tarihte ideolojiler yerine getirir ve bu ihtiyaç sýnýfsýz topluma yani özgür bireylerin toplumunun kuruluþuna kadar varolmaya devam edecektir. Kývýlcýmlý, bu kavrayýþýndan dolayý ezilenlerin verili ideolojilerini topyekun reddetmek yerine, bu ideolojilerle sosyalist ideoloji arasýnda bir köprü inþa etme meselesine özel önem verir. Kývýlcýmlý'nýn Eyüp Sultan Konuþmasý da "Allah - Peygamber ve Kitap" baþlýklý çalýþmasý da bu konuya verdiði önemin somut örnekleridir. Teorik kavrayýþý gereði ateist ve -Küçükaydýn'ýn deyiþiyleanasyonalist olmak zorunda olan bir Marksist, ezilenlerin verili ideolojileri karþýsýnda pozisyon belirlerken politik parametrelerden hareket eder. Çünkü ezilenlerin verili ideolojileriyle sosyalist ideoloji arasýnda inþa edilen köprünün ezilenlerin ve sömürülenlerin ezenlere ve sömürenlere karþý politik düzeydeki birliðini saðlamaktan baþkaca bir amacý olamaz. Lenin'in, "Bütün dünyanýn iþçileri birleþin" þiarýný "Bütün dünyanýn iþçileri ve ezilen halklarý birleþin" þiarýna dönüþtürmesi de ayný politik güdünün sonucu olarak anlaþýlmalýdýr.

Bir Ýdeoloji Olarak "Milliyetçi Sol" Milliyetçi Solculuk, bugün ifadesini bulduðu þekliyle yeni ve çaðdaþ bir ideolojidir. Her ne kadar Ulusal Kurtuluþçuluk, Milli Demokratik Devrimcilik veya BAAS'çýlýk gibi iki kutuplu dünyaya özgü ideolojik-politik çizgiler arasýnda kimi benzerlikler ve ideolojik ortaklýklar bulunabilse de Milliyetçi Sol muhtevasý itibariyle bu sayýlanlardan farklýlaþmaktadýr. Muhteva farklýlýðýnýn esas nedeni ise öncekiler iki kutuplu dünya koþullarýnda þekillenmiþ ideolojik çizgilerken, Milliyetçi Solun doðuþunun Berlin Duvarý'nýn sonrasýna denk düþmesidir. Aradaki devasa konjonktür farklýlýðý ve buna baðlý olarak beslendikleri politik ve ideolojik çeliþkilerin farklý olmasý, Milliyetçi Solu, Milli Demokratik Devrimcilik veya BAAS'çýlýk gibi akýmlardan köklü bir biçimde ayýrmaktadýr. Milliyetçi Sol akýmýn ideolojik dayanaklarýný tartýþmaya geçmeden önce, genel olarak ideoloji meselesine iliþkin kavrayýþýmýzý belirginleþtirmemiz Milliyetçi Sol ideoloji karþýsýndaki pozisyonumuzun daha iyi anlaþýlmasý için gereklidir. Bilindiði gibi Marx ve Engels ideolojileri olumsuzlayarak yanlýþ bilinç olarak tanýmlamýþlardý. Ýdeolojiye olumlu anlam atfeden ilk Marksist Lenin olmuþtur. Bolþevik Partisi'nin önderi, egemenler tarafýndan üretilen burjuva ideolojisi karþýsýnda iþçilerin ve ezilenlerin sosyalist ideolojiyle donanmaya ihtiyaçlarý olduðunu vurgulaþmýþtý. Bu bahiste, Ne Yapmalý'da görüþlerini þöyle ifade etmiþtir: "Çalýþan yýðýnlarýn hareketlerinin süreci içerisinde kendi baþlarýna formüle edecekleri baðýmsýz bir ideolojiden sözedilemeyeceðine göre, tek seçenek þu oluyor -ya burjuva ideoloisi, ya da sosyalist ideoloji". Açýktýr ki, Lenin politik mücadele veren Marksistlerin bir sosyalist ideoloji üretmeleri ve bunu ezilen ve sömürülen kitlelere taþýmalarý gerektiðini söyler. Ýlerleyen dönemde, sömürgeciliðe karþý verilen ulusal kurtuluþ savaþlarý söz konusu olduðunda Lenin'in ikili modelin -ya burjuva ideolojisi, ya sosyalist ideoloji- sýnýrlarýný zorladýðý görülür. Ezilen uluslarýn sömürgeciliðe karþý savaþlarýnda sahiplendikleri ve

Genel olarak milliyetçi ideoloji karþýsýnda pozisyon belirlerken de konjonktürel politik parametrelerden hareket etmek gerekir. Yoksa her Marksist, milliyetçiliðin de bu ideolojinin kendisine dayanak yaptýðý ulus veya milletin de, burjuva ideolojisinin savunduðu gibi ezelden beri varolmadýklarýný bilir. Millet ve milliyetçilik üzerine, özellikle 80'lerden sonra yayýmlanmýþ zengin bir literatür mevcuttur. Milliyetçi ideolojinin kendisini referansla kurduðu ulusun ne asli ne de deðiþmez birim olduðunu belirten Hobsbawm, "(...) analitik düzlemde milliyetçilik milletlerden önce gelir. Milletler, devletleri ve milliyetçilikleri yaratmaz, doðru olan bunun tam tersidir" diyerek, ulusun ve ulus oluþum sürecinin kapitalizmin egemen üretim tarzý haline dönüþmesi süreciyle eþzamanlý olduðunun altýný çizmektedir. 55


Kurtuluþ Ayný süreç, Ernest Gellner tarafýndan ise þöyle ifade edilmektedir: "Sorun ulusçuluðun türdeþliði deðildir.(...) Türdeþliðe duyulan nesnel gereksinim, ulusçulukta yansýmasýný bulur.(...) Modern bir sanayi devleti ancak standart bir kültüre sahip ve birbirinin yerini tutabilecek bir nüfusla iþlev görebilir. (...) Ulusçuluk her ne kadar kendini öyle sunsa da, uyuyan eski potansiyel gücün uyanýþý deðildir. Ulusçuluk aslýnda, her biri devletçe korunan, derinlemesine içselleþtirilmiþ eðitime baðlý, üst kültürlere dayalý yeni bir toplumsal örgütlenme biçiminin sonucudur." Gellner, Engels'in tarihi olan uluslarýn ancak devletleþebileceði, geri kalanlarýnýn ise yok olacaðý savýný -ki bu savýn isabetsiz olduðu tarih tarafýndan kanýtlanmýþtýr, düzelterek ayaklarý üzerine oturtur: "Ýnsanlarý doðal ve Tanrý vergisiymiþ gibi tasnif etmenin bir tarzý olarak uluslar bir efsanedir; ulusçuluk, önceden varolan kültürleri alarak onlarý bazen bir ulusa çevirir, bazen de bu kültürleri engeller ve çoðu kez onlarý yok eder. Ýþte gerçek budur." Benedict Anderson'a göre ise 18 ve 19. yy'da yeni ulusal bilincin geliþimi, "yeni bir üretim ve üretim iliþkileri sistemi (kapitalizm), bir iletiþim teknolojisi (matbaa) ve insanlýðýn kaçýnýlmaz kaderi dilsel çeþitlilik arasýndaki yarý rastlantýsal ama altüst edici etkileþim nedeniyle mümkün oldu." Anderson da týpký Hobsbawm ve Gellner gibi, uluslarýn yaratýlmýþ "hayali politik cemaatler" olduðuna iþaret ederek, ulusun "yavaþ yavaþ þekillenen bir görüþ çerçevesi olmaktan çok, bilinçli olarak yönelinilecek bir hedef halini" aldýðýna dikkat çekmektedir.

si olabilmiþtir . Öyleyse verili bir ideolojinin adýna veya efsanelerine deðil, verili bir durumda kimler tarafýndan, ne amaçla kullanýldýðýna ve bu kullanýmýn iktidar iliþkileri içinde nesnel olarak hangi konuma tekabül ettiðine bakarak tutum almak gerekir. Gerek ideoloji hakkýnda, gerekse de milliyetçiliðin ortaya çýkýþýna iliþkin olarak bu genel çerçeveyi çizdikten sonra, artýk milliyetçi sol ideoloji özgülünde tartýþmaya baþlayabiliriz. Tartýþmamýza þu sorular kaynak teþkil edebilir: Milliyetçi solculuk, yeni bir tür milliyetçilik midir yoksa solculuðun güncel formlarýndan birisi olarak mý anlaþýlmalýdýr? Hatta þu da sorulabilir: Milliyetçi solculuðun solculuðundan bahsetmek anlamlý mýdýr? Solculuðun bir siyasal hareketi tanýmlamak üzere ilk kez kullanýlmasýnýn Fransýz Devrimi'ne denk geldiðini biliyoruz. Fransýz Kurucu Meclisi'nin bileþiminde bulunan siyasi eðilimlerin parlamentodaki konumlanýþlarýna göre meclis baþkanýnýn solunda kalan ve devrimi en son noktasýna kadar sürdürmek gerektiðini savunan Jakobenler, ilk kez "solcu" olarak tanýmlanan siyasi özneler oldular. Küçük burjuva radikalizminin siyasal temsilini üstlenen Robespierre ve Danton gibi siyasetçilerin önderliðinde mücadele veren Jakobenler, mevcut iktidara karþý en etkin muhalefet pratiðini sergiledikleri gibi, özel mülkiyete iliþkin kýsýtlamalarý savunarak kapitalizm ve daha çok da serbest piyasa ekonomisi karþýsýnda da muhalif tutum takýnmýþlardý. Ýlerleyen tarihsel süreçte de kapitalizme bir bütün olarak veya yol açtýðý kimi toplumsal sonuçlarý üzerinden köktenci veya reformist olarak muhalefet eden her siyasi akým solcu olarak tanýmlandý. Kapitalizme þu ya da bu düzeyde eleþtiri getiren Marksist, Anarþist, Sosyal-Demokrat, Radikal Demokrat, Feminist, Ekolojist, Ulusal Kurtuluþçu, Küreselleþme Karþýtý, Anti-Militarist vb. tüm ideolojik akýmlar solun içinde tanýmlandýlar. Dolayýsýyla bir Marksisti, hem devrimci politik faaliyetiyle ve hedefleriyle hem de sahip olduðu teorik çerçevesiyle (tarihsel materyalizm ve diyaletik materyalizm) tüm diðer solcu ya da saðcý politik akýmlardan net biçimde ayýrt edebilmek mümkünken, bir siyasi akýmýn solculuðunu tartýþýrken; yaslandýðý teorik çerçeveyi fazla önemsemeksizin ideolojik çizgisinin kapitalizm eleþtirisi içerip içermediðine bakarak deðerlendirmek yeterli görünmektedir. Bu anlamda kapitalizmi; yarattýðý ekolojik tahribat üzerinden eleþtirenler, cinsiyet ayrýmcýlýðýný yeniden ürettiði için eleþtirenler, gerçek bir demokrasiye izin vermediði için eleþtirenler, devletli bir sistem olduðu eleþtirenler, emperyalist tahakküme yol açarak azgeliþmiþliðin sürekliliðine neden olduðu için eleþtirenler, militarizme yol açtýðý

Tam anlamýyla bir kimlik inþasý olan uluslarýn yaratýlmasý süreci ise, M. Hroch tarafýndan üç ayrý evre üzerinden tarif edilmektedir: "A evresinde, entelektüel seçkinler bir halk grubunun dilsel, kültürel, toplumsal ve olasýlýkla tarihsel niteliklerini araþtýrýr. Sonraki B evresinde, daha fazla siyasallaþmýþ eylemciler ve profesyonel aydýn kesimi bu ilk entelektüel çýkýþlarý toparlayýp kitlelerin ulusal bilincini uyandýrmaya çalýþýr. C evresiyle kitlesel bir ulusal hareket oluþacaktýr." Kuþkusuz üç aþaðý beþ yukarý ayný evrelerden geçerek kurulan milliyetçilikler, 20. yüzyýl boyunca farklý politik pozisyon alýþlara kaynaklýk etmiþtir. Üçüncü Dünya'da sömürgecilik karþýtý mücadelede, geliþmiþ kapitalist ülkelerde ise faþist iþgale karþý verilen direniþ hareketlerinde devrimci bir politik muhteva kazanan milliyetçilik, Fransa'nýn, Ýngiltere'nin veya Ýspanya'nýn sömürgeci politikalarýna referans teþkil ettiðinde veya Almanya'nýn elinde Yahudiler, Çingeneler, Slavlar vb. karþýsýnda bir soykýrým ideolojisi olarak kullanýldýðýnda insanlýk tarihinin en gerici ve en faþist politik pratiðinin ifade56


Kurtuluþ için eleþtirenler, sosyal adaleti engellediði için eleþtirenler, sömürgeciliðe -veya yeni sömürgeciliðeneden olduðu için eleþtirenler, sýnýfsal sömürü ve baský mekanizmalarýný yeniden ürettiði için eleþtirenler vb. tüm ideolojik akýmlarýn mensuplarýný solcular kümesi içinde ele almak mümkündür.

olduðu coðrafyalarda Milliyetçi Solculuk, devrimci bir eylem hattýný ortaya çýkarma potansiyelini içinde barýndýrýrken, açýk emperyalist müdahalenin olmadýðý coðrafyalarda ise sanal karakterde bir dýþ tehdit edebiyatý üzerinden devletin verili kurumlarýnda suyun baþýný tutan egemenlerin iktidarýný güçlendirmeye hizmet etmektedir. Örneðin Irak'ta olasý bir Milliyetçi Sol hareket pekala devrimcilik üretebilecekken, zaten egemenlerinin emperyalizmle iliþkisi karþýlýklý çýkar esasý üzerinden oluþmuþ Türkiye gibi ülkelerde bu ideolojik akýmýn temsilciliðine soyunmak ya karþýdevrimci ya da reformist olarak devlete yedeklenmek sonucunu doðurmaktadýr. Dolayýsýyla Milliyetçi Sola iliþkin pozisyon belirlerken de ezenlerin Milliyetçi Soluyla ezilenlerin Milliyetçi Solunu birbirinden ayýrmak gerekmektedir.

Bu çerçevede Milliyetçi Solun da, devletin paramiliter gücü haline dönüþmedikçe ve faþist, ýrkçý vb. pratikler sergilemediði sürece, bir tür kapitalizm eleþtirisine sahip olmasý göz önünde bulundurularak solcu olarak adlandýrýlmasý kabul edilebilir bir yaklaþýmdýr. Burada þunun altýný özellikle çizelim: Milliyetçi Solun solcu kabul edilmesi söz konusu akýmýn verili bir coðrafyadaki temsilcisinin sahip olduðu program üzerinden deðil -çünkü bunun politik açýdan bir önemi yoktur- izlediði güncel politikalar üzerinden mümkün olabilir. Milliyetçi Solcu ideolojik akýmýn temsilcilerinin, neo-liberal politikalara, özelleþtirmelere, yoksullaþmaya, sendikasýzlaþtýrmaya, emperyalist tahakküm iliþkilerine karþý politikalar izlediði bilinmektedir. Bu baþlýklar üzerinden öne çýkarttýðý politikalar, söz konusu ideolojik akýmýn solcu yanýný oluþturmaktadýr. Daha çok iktisadi baþlýklar üzerinden temellendirilmiþ bu türden bir solculuðun tamamen hafife alýnmamasý da gerekir. Çünkü Venezuella'daki Chavez Hükümeti örneðinde de görüldüðü gibi, Milliyetçi Sol sosyalizme doðru da uç verme potansiyellerini taþýmaktadýr. Bu bahiste, Güneþ Çelikkol'un Uruguay'daki neo-liberal politikalara eklemlenen sosyalist Tabare Vazquez hükümetini eleþtirirken dile getirdiði saptamasýnýn dikkate alýnmasý gerekiyor: "Tarihin þu garip cilvesine bakýn siz: Baþý dik bir ülkede yaþama arzusuyla yola çýkan milliyetçiler IMF'ye tepki vererek baþladýklarý serüvenlerini liberalizme ve hattâ kapitalizme karþý pozisyon alarak devam ettirir, ekoloji ve feminizm, doðrudan katýlým gibi baþlýklara yönelir ve tüm bunlarý uluslararasý, kýtasal bir ölçekte tartýþmaya açarken Sosyalist gelenekten yetiþenler ise serbest piyasa ekonomisinin gönüllü savunucularý kesildiler."

Yazýnýn son bölümünde Türkiye'deki Milliyetçi Sol akýmlar daha yakýndan incelenecektir. Ancak bundan önce, Milliyetçi Solculuðu günümüz dünyasýnda varolabilir kýlan nesnel faktörlere yakýndan bakmak aydýnlatýcý olacaktýr. Kapitalizmin Yapýsal Dönüþümü ve Milliyetçi Sol Milliyetçi Sol genel hatlarýyla bir tepki hareketi olma hüviyeti gösteriyor. Milliyetçi Solun tepki vererek üzerinden antici bir siyaset yürüttüðü baþlýklar, kýsmen yukarýda da belirttiðimiz gibi þunlardan oluþuyor: Neo-liberal politikalar, küreselleþmecilik ideolojisi, kimlik siyasetleri, yeni toplumsal hareketler (feminizm, çevrecilik, anti-militarizm vs.) ve en genel kapsamýyla postmodernizm. Milliyetçi Sol, ulusal kalkýnmacýlýk (kamuculuk vb.), ulusdevletçilik, geleneksel sendikalizm, laisizm-aydýnlanmacýlýk ile en genel kapsamýyla modernizm savunuculuðu yaparak bu baþlýklarda mücadele veriyor. Sayýlan iki kutubun savunageldiði baþlýklarýn her biri hakkýnda Marksizmin de söyleyecek sözleri bulunuyor. Ama yazýnýn kapsamý gereði bunlara deðinmeyecek ve Milliyetçi Sol üzerinde odaklanmaya devam edeceðiz.

Milliyetçi Solun milliyetçi yaný ise, iktisadi düzlemde baðýmsýzlýkçý kalkýnma paradigmasýný benimsemesine ve siyasal düzlemde ise ulus-devlet ile onun kurumlarýnýn korunmasý stratejisine dayanmaktadýr. Milliyetçi Sol bu stratejisini, modernist, kalkýnmacý ve aydýnlanmacý söylemden beslenerek oluþturmaktadýr. Ulus-devleti ve kurumlarýný korumak için ulusal bir cephe oluþturmayý temel politik manivela olarak benimsemektedir. Bu manivela, Milliyetçi Solu ulus-devleti ve ulusal birliði tehdit eden her türden dinamiðe karþý pozisyon alma çabasýna itmektedir. Emperyalizmin açýk müdahalesinin söz konusu

Dikkat edilirse Milliyetçi Sol'un kendisini karþýsýnda konumlandýrdýðý baþlýklarýn hemen hepsi yaklaþýk 30 yýldýr politik gündeme dahil olmaya baþlamýþ baþlýklardýr. Milliyetçi Sol'un güç kazanmasý ve belirgin bir kuvvete dönüþmesi ise esas olarak Berlin Duvarý'nýn yýkýlmasýný izleyen döneme, özellikle de son 6-7 yýla denk düþer. Dolayýsýyla Milliyetçi Solu anlayabilmek için bu akýmýn reaksiyon verdiði baþlýklarýn ortaya çýkýþýna neden olan yapýsal süreçlerin ele alýnmasýnda fayda bulunmaktadýr.

57


Kurtuluþ Öncelikle þunu belirtelim: Üstyapýnýn en üst düzeyinde bulunan ideoloji alanýnýn üretimin maddi tarzýnda meydana gelen deðiþimlerden doðrudan etkilenebilmektedir. Yani özellikle kimlik siyasetlerinin ve yeni toplumsal hareketlerin ortaya çýkýþýnýn veya ulus-devletin eski fonksiyonlarýný yitirmesinin üretimin maddi tarzýndaki yapýsal dönüþümlerle yakýndan ilgisi vardýr. Bu olgularýn örneðin yalnýzca sosyalizm deneyimlerinin yýkýlmasýyla veya sýnýf mücadelesinde meydana gelen güç kaymasýyla açýklanmasý yetersiz kalmaktadýr.

boyunduruðundan kurtulma arayýþýna itmektedir. Sermaye ulus-devlete bir polis olarak ihtiyaç duyarken, ayný ulus-devletin ekonomiye burnunu sokmasýný istememektedir. Küreselleþmeci ideoloji, bu yapýsal dönüþümün sonucunda ortaya çýkmýþtýr. Bu yapýsal dönüþümün toplumsal sonuçlarý da vardýr. Keza yeni üretim organizasyonunda eski ve daha büyük ölçekli cemaatleþme modellerinin iþlevselliði sýkýntýya girmiþ gözükmektedir. Fordist modelden farklý olarak þebeke þeklinde örgütlenme eðiliminde olan esnek yapýda örneðin iþgücü piyasasýna dahil olabilmek için, daha küçük ölçekli cemaat formlarý çok daha iþlevsel olabilmektedir. Ekonomik iþlevsellikleri giderek artan küçük ölçekli cemaatlerin, ekonomik iþlevleriyle doðru orantýlý olarak politika ve ideoloji alanlarýnda belirleyiciliklerinin günden güne arttýðý gözlemlenmektedir. Kimlikler siyasetinin beslendiði maddi zemin budur.

Üretimin maddi tarzýndaki deðiþimlerden kastettiðimiz, özellikle üretken güçler alanýnda meydana gelen teknolojik geliþmelerdir. Bu konu üzerine önemli eserler veren Carlota Perez'in þemasýna göre kapitalizmin beþ uzun dalgasýndan bahsedebilmek mümkündür. Birinci dalga 1770-80'lerden 183040'lara kadar sürmüþtür. Bu dalganýn yükselme (refah) dönemini endüstri devrimi; daralma (bunalým) dönemini ise erken mekanizasyon tanýmlamaktadýr. Ýkinci dalga, 1830'lardan 1880-90'lara kadardýr. Buhar gücüne dayalý makineleþmenin yükselme dönemini oluþturduðu bu dalga "Büyük Depresyon"a girilmesiyle iniþe geçmiþtir. 1880-90'lardan 1930-40'lara kadar süren üçüncü dalga elektrikli aðýr teknolojiye dayanmaktadýr. Fordizm'e dayanan dördüncü dalga 1940'lardan 1980-90'lara kadar sürmüþtür. Yeni enformasyon teknolojilerinin geliþtirildiði ve içinde bulunulan dönem ise beþinci dalgaya iþaret etmektedir . Manuel Castells, enformatik teknolojisinin geliþiminin kapitalizmin topyekün yeniden yapýlanmasý sonucunu doðurduðunu söylerken haklý görünmektedir .

Ulaþýlan teknolojik düzeyin üretim yaparken doðayý kirletmeme olanaðýný doðurmasý çevreci hareketi, esnek istihdam modelleriyle kadýn emek gücünün daha fazla oranda mal veya hizmet üretimine katýlmasý feminist hareketi geliþtirmektedir. Yeni iþgücü esnekliði biçimlerinin, yeni emek kontrolü biçimleri, yeni emek sömürüsü biçimleri, dolayýsýyla da cins ve ýrk üzerinde yeni baský biçimlerini de beraberinde getirdiði açýktýr. Bu noktada dikkat çekmek istediðimiz konu, üretken güçlerdeki bu köklü deðiþmenin kapitalist üretim iliþkilerini deðiþtirmediðidir. Sömürü iliþkileri durduðu yerde durmaktadýr, dahasý sömürü oranlarý ve buna baðlý olarak yoksulluk küresel düzeyde iyiden iyiye artmýþtýr. Küresel yoksullaþma, küresel ölçekte göç hareketlerini doðurmakta, iþin ve ekmeðin olduðu yerlere doðru göç edenler ise buralarda çeþitli dýþlanma mekanizmalarýna tabi olmakta, ucuz iþgücü olarak deðerlendirilmektedir. Ücret düzeylerini düþüren göçmenlere karþý faþizm güçlenmekte, göçmenler ise kendi hareket biçimlerini yaratmaktadýr.

Geliþen enformasyon teknolojisine baðlý olarak üretimin maddi iliþkilerinde yaþanan "mekansal parçalanma" (üretimin desantralizasyonu) ile üretim sürecinde kaynaðýný bulan ve Sermaye-MetaSermaye döngüsüne damgasýný vuran zamansal hýzlanma, insan'ýn maddi yaþamýnda olduðu gibi onun toplumsal algý düzeyinde de köklü bir dönüþüme yol açmýþtýr. Günümüz insaný, olaylara bütünsel bakma yetisini kaybetmektedir. Richard Sennett'in vurguladýðý gibi, üretimin aldýðý yeni biçimde toplumsal zaman algýsý olarak "uzun vade" ortadan kalkmýþtýr. Postmodernizm iþte bu maddi zeminden beslenmektedir.

Ýþte Milliyetçi Sol üretken güçlerde yaþanan deðiþimlerin, sömürülenler ve ezilenler açýsýndan ortaya çýkan olumsuz toplumsal sonuçlarýna bir tepki hareketi olarak ortaya çýkmaktadýr. Kimilerinin öne sürdüðü gibi, Milliyetçi Solun bu geliþmelere dair reaksiyonunun tarihin tekerleðini geri çevirme çabasý olarak anlaþýlmasý doðru deðildir. Sömürülenlerin ve ezilenlerin politik mücadeleleri tarih boyunca benzeri özellikler göstermiþtir. Bu çerçevede, Osmanlý tarihi boyunca meydana gelmiþ tüm halk ayaklanmalarýnýn devletin merkezileþmesine ve feodalizmin kurumsal-

Ha keza, ulus-devletin iþlevselliðini belli açýlardan yitirmesi de ayný maddi nedenden kaynaklanmaktadýr. Ulus-devlet nasýl ulusal pazar ihtiyacýndan doðmuþsa, teknolojinin ulaþtýðý seviye açýsýndan bugün artýk mümkün hale gelen küresel pazar ve küresel fabrika ihtiyacý, sermayeyi ulus-devletin 58


Kurtuluþ laþmasýna karþý olduðu veya iþçi hareketlerinin ilk devrimci eylem formunun makine kýrýcýlýk biçiminde gerçekleþtiði hatýrlanabilir.

devrimci kanadý da bulunuyor. Kürt Özgürlük Hareketi'yle mesafeli dursa ve çoðu kez þovenizme savrulsa da, devletle uzlaþmaz biçimde savaþan Haklar ve Özgürlükler Cephesi bu çizginin devrimci kanadýný temsil ediyor. Ýzlediði devrimci mücadele çizgisi HÖC'ü ülkenin en fazla ezilen ve en fazla horlanan kesimleriyle etkileþim içine sokabiliyor. Türban baþlýðýnda "laikçi" bir tutuma teslim olmayarak ezilenlerin yanýnda saf tutma konusundaki ýsrarýyla bu çizginin diðer bileþenlerinden ayrýlýyor. Ne var ki, HÖC de týpký ÝP ve Türk Solu gibi, Cumhuriyet'in kuruluþunda anti-emperyalist olduðu ve "baðýmsýzlýðýn" esas olarak Menderes'ten sonra yitirildiðini anlatan Kemalist resmi tarih anlatýmýný benimsiyor. Kemalizmin tutarlý bir biçimde uyguladýðý antikomünist, iþçi hareketi karþýtý, Kürtlere karþý asimilasyoncu, sömürgeci ve anti-demokratik politikalarýnýn içerdiði gerici boyutu göremiyor.

Milliyetçi Solun politik pozisyonu, a) kapitalizmin yeni formunda ortaya çýkan yeni tahakküm iliþkileri içinde ezilen pozisyonunda olan göçmenleri, kadýnlarý, azýnlýklarý, dýþlananlarý, örgütlü olmayan iþçileri vb. kapsayamadýðý, b) ulus-devleti koruma kaygýsýyla kendi egemenlerine karþý savaþmayý býrakýp dýþ mihrak edebiyatýna baþvurduðu durumlarda problemli hale gelmektedir. Chavez, Güneþ Çelikkol'un aktardýðýna göre bu problemleri aþma gayretindeyken, Türkiye'deki birçok Milliyetçi Solcu bu açýdan problemli bir politik duruþ sergilemektedir. Chavez ezilenlerin Milliyetçi Solculuðunu yapmaya çalýþýrken, Türkiye'deki örneklerin, birkaç istisna dýþýnda, daha çok egemenlerin Milliyetçi Solculuðunu yaptýðý görülüyor.

Doðucu-Kalkýnmacý ideolojik çizgiye en son dahil olan çevre ise "Bugün de ülkemiz Mütareke günlerinde olduðu gibi kuþatýlmýþ durumdadýr. Þu günlerde, ülkemiz ve halkýmýz, Mustafa Kemal'in Samsun'a çýktýðý andaki kadar büyük bir felaketle yüz yüzedir" diyerek "Kutsal Ýkinci Milli Kurtuluþ Hareketini" baþlattýðýný ilan eden Halkýn Kurtuluþ Partisi. Bu çevrenin yeni parti kuruluþuyla birlikte HÖC gibi devrimci bir ulusalcýlýðý mý temsil edeceðini, yoksa daha düzen içi bir pratiðe mi meyledeceðini þimdiden kestirmek güç. Ancak açýk olan þey þu ki; HKP'nin kuruluþu Marksizm dýþý bir düzleme denk düþüyor.

Türkiye'de Milliyetçi Sol Türkiye'de Milliyetçi Sol; doðucu ve batýcý, devrimci ve reformist versiyonlarýyla geniþ bir yelpazeyi içermek suretiyle siyaset sahnesindeki konumunu pekiþtiriyor. Uzunca bir süre yalnýzca "devletin sol içindeki truva atý" sýfatýyla anýlan Ýþçi Partisi ile özdeþleþmiþ olan bu akým, bugün hem daha geniþ hem de çok daha heterojen bir özellik gösteriyor. Bileþenlerini Marksizm alanýndan devþiriyor olmasýndan ötürü, bu Marksizm dýþý ideolojik-politik akýmý tasnif etmek önem kazanýyor. Milliyetçi Sol'un ideolojik düzlemde modernist ilerlemeci perspektifte ortaklaþan iki farklý kaynaktan beslendiði görülüyor: 1) Doðucu-Kalkýnmacý Ýdeoloji, 2) Batýcý-Aydýnlanmacý Ýdeoloji.

Milliyetçi Sol'un bileþeni olan diðer ana çizgi ise Batýcý-Aydýnlanmacý ideolojiden besleniyor. Bilindiði gibi Aydýnlanma felsefesi doðrusal bir ilerleme fikriyatýna dayanýyor ve insan aklýný ilerlemenin merkezine yerleþtiriyor. Buna göre, toplumlarýn geliþmesi insan aklýnýn geliþmesinin sonucunda mümkün görülüyor. Bu yüzden Aydýnlanmacýlýða göre, geleneksel olan yapýnýn modern olana, metafizik olan düþüncenin pozitivist olana doðru engellenemez bir evrim halinde olduðu kabul ediliyor. Tam da bu nedenle, pozitivist aklýn ýþýðýnda kendini ulus-devlet olarak örgütleyen sanayileþmiþ, demokratik batý toplumlarýnda "ileri"lik halinin cisimleþtiði kabul ediliyor.

Ýlk çizgi, ABD'nin ve AB'nin temsil ettiði "batý medeniyeti"ni karþýsýna alan bir milliyetçilik projesi öneriyor. Bu anlamda Ortadoðu'daki veya Kafkaslardaki direniþ odaklarýyla laik olmak kaydýyla kendini rahatlýkla özdeþleþtirebiliyor. Sosyalizme ise iktisadi bir kalkýnma projesi olarak referansta bulunmakla yetiniyor. Misak-ý Milli'cilikten taviz vermeyen Doðucu-Kalkýnmacý ideoloji, Kemalizme anti-emperyalist ve ilerici bir içerik atfediyor. ÝP ve Türksolu çevreleri bu çizginin karþý-devrimci bileþenleri olarak sivriliyor. Karþý-devrimci politik duruþlarý bu çevreleri Genelkurmay'ýn yedek gücü haline dönüþtürüyor. Söz konusu çevreler Kürt sorunu konusunda ise AB eksenli kýsmi ve göstermelik açýlýmlar yapan devlet politikasýnýn bile gerisinde kalan tutumlara savruluyorlar.

Türkiye'deki Batýcý-Aydýnlanmacý ideolojik akýmlarýn, AB'yi emperyalist olarak nitelendirmeleri, Doðucu-Kalkýnmacýlarýn yaptýðý gibi "Avrupa Medeniyeti"ne karþý çýkma anlamýný taþýmýyor. Tersine yüzlerini insan aklýnýn yarattýðý "evrensel" deðerleri temsil ettiðini düþündükleri Batý'ya dönüyorlar. Bu akýmlar için, Ortadoðu "geri olan"ý temsil

Ancak Doðucu-Kalkýnmacý ideolojik hattýn 59


Kurtuluþ Sonuç Olarak Günümüz dünyasýnda Milliyetçi Solculuðun Latin Amerika'daki birkaç örnek dýþýnda Marksizme dönük uç vermediði açýktýr. Komünist parti geleneðinin Avrupa'daki temsilcilerinin büyük bir kýsmýnýn meylettiði Milliyetçi Solculuðun, buralarda yoksul proleterleri ve ezilenleri içeremediði görülüyor. Fransýz Komünist Partisi'nin banliyö isyanlarýný neredeyse gündemine bile almamasý, Kýbrýs'taki AKEL'in faþistlerin kuyruðuna takýlarak Kýbrýs Türklerinin ortaya çýkardýklarý iradeyle bütünleþmemeleri bu bahiste akla gelen ilk örnekler.

ediyor. Kürt, Arap, Acem halklarýný geri halklar olarak kabul eden Batýcý-Aydýnlanmacý akýmlar, geri halklarýn inanç sistemi olan Ýslâm'a bayrak açarken, bir baþka egemen sýnýf ideolojisi ve modern zaman dini olan laikçiliðe sýký sýkýya sarýlmaktan gocunmuyorlar. Aklý ve inanç sistemlerini tarihsel ve toplumsal koþullarýndan baðýmsýzlaþtýrarak ele aldýklarý için Marksizm dýþýna düþen BatýcýAydýnlanmacýlar, tam da bu nedenle ezilenlerden ve sömürülenlerden yana olamýyorlar. Gericiliðin yegane kaynaðýnýn emperyalist kapitalist sistem ve bu sistemin efendilerinin olduðunu görememeye baþlýyorlar. Neticede objektif olarak emperyalist güçlerin salgýladýklarý ideolojilere eklemleniyorlar.

Milliyetçi Sol'un Türkiye'deki temsilcileri açýsýndan ise durum çok daha vahimdir. Kürt Ulusal Sorunu ortada dururken, Milliyetçi Solculuðun kapýsý doðrudan ezen ulus milliyetçiliðine ve þovenizme açýlýyor. Türk Solu gibi ekipler þovenizme savrulmanýn boyutlarýný da aþarak MHP'nin bile ilerisinde faþist tutumlar sergilemekte bahis görmüyor. Devrimci pratiði þüphe götürmeyen ve devlet karþýsýnda ikirciksiz tutum takýnan HÖC'ün þovenizmi ise Trabzon'daki linç giriþiminin ardýndan Kürt Özgürlük Hareketi'yle iliþkilerinin olmadýðýný ýsrarla savunarak kendilerini "aklama" giriþimlerinde de, yine Kürt Hareketi'yle girdikleri fiziki mücadelelerde de ortaya çýkýyor. Halkevleri siyasal faaliyetine sanki Kürt Sorunu hiç yokmuþ gibi devam ederken, HKP, Kürt Sorununun 1930'larda Hikmet Kývýlcýmlý tarafýndan teorik planda çözüldüðünü öne sürerek, önemli olanýn bu çözümü hayata geçirmek olduðunu söyleyebiliyor. TKP ise programýndan uluslarýn kendi kaderini tayin hakkýný çýkarýyor.

Bu akýmýn ülkemizdeki en önemli temsilcisi TKP olarak görülüyor. ÝP ve Türk Solu ile kýyaslandýðýnda Kemalizmi, Türk bayraðýný, Orduyu söylem düzeyinde yüksek sesle sahiplenmeyi tercih etmeyen TKP, iþ pratiðe geldiðinde devletle ve devlet güçleriyle karþý karþýya gelmemek konusunda onlardan aþaðý kalmýyor. Tam da bu nedenle Kürt sorunu konusunda soyut bir "halklarýn kardeþliði" propagandasý yapmanýn ötesine gitmiyor. Yine de, gerek Kürt Özgürlük Hareketi'yle gerekse de Türkiye Devrimci Hareketi'yle dünyasýný tamamen ayýrmýþ olsa da TKP'nin ÝP ve Türk Solu gibi karþý-devrimci bir faaliyet yürütmediðini teslim etmemiz gerekiyor. TKP, bugün açýk biçimde reformist bir politik hattý temsil ediyor. Batýcý-Aydýnlanmacý akýmýn devrimciler alanýnda kalan temsilciliðine ise son dönemde Halkevleri'nin soyunduðu gözlemleniyor. Her ne kadar, TKP'den farklý olarak sömürülenlerin dünyasýna yakýn olmak konusunda ýsrarlý bir pratik gösteriyor olsa da, Halkevleri'nin de "laikçilik" ve "aydýnlanmacýlýk" konusunda TKP'den farklý bir tutum almadýðý gözlemleniyor. Ancak devrimciler alanýnda yer almasýndan ötürü, Halkevleri, TKP'nin aksine sokak gösterilerinde devlet güçleriyle karþý karþýya gelmekten çekinmiyor. Keza yine ayný nedenle ideolojik referanslarýný Kýta Avrupasý'ndan çok, Latin Amerika'dan bulmayý tercih ediyor. Ne var ki, Halkevleri, gerek Kürt sorunu konusunda, gerekse de Ortadoðu halklarýnýn mücadelelerine bakýþ konusunda TKP'den farklý bir tutum geliþtirmiyor.

Bu akýma karþý teorik-politik mücadeleyi yükseltmek Marksistlerin en güncel görevlerinden birisi olarak öne çýkýyor. Mücadelenin ise farklý düzeyleri bulunuyor. Teorik düzlemde, aydýnlanma düþüncesinin felsefi temelleriyle diyalektik materyalizmin, aklý merkezine alan pozitivist ilerleme düþüncesi ile tarihsel maddeciliðin baðdaþmaz yönlerini göstermeye dönük bir üretime giriþmek söz konusu mücadelenin bir boyutunu oluþturmalý. Diðer yandan, ideolojik düzlemde ise resmi ideolojiyle, Kemalizmle hesaplaþmayý tekrar gündeme getirmek son derece önemli. Çünkü reel sosyalizmin yýkýlmasýyla beraber denize düþenlerin sarýldýðý bu yýlan özellikle Türkiye özgülünde çok ama çok zehirli…

* * *

60


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Gençlik Hareketi ve Ulusal Sol

U

lusallýk üzerine bugünlerde nice methiyeler, iddialar ve baðýrýþ çaðýrýþlar duymak mümkün. Bir kýyamettir kopuyor!

Büyük Türk ulusal onurunun ayaklar altýna alýndýðýndan /çiðnendiðinden dem vuranlar mý ararsýnýz? Türk ulusunun kendi öz solunu her türden emperyalistlere ve iþbirlikçilerine karþý yeniden inþa etmesi gerektiðini anlatanlarý mý? Elbette ki ulusallýðýn politika alanýna tercümesi kavramýn bütün koþullardan baðýmsýz, uzay boþluðunda bir cisim olarak tanýmlanmasýyla mümkün olmuyor. Hiç þüphesiz ki bu 'cismin' aðýrlýðý, boyutu, geniþliði ve zaman içerisindeki kapladýðý yeri, tanýmýnýn içerisine yerleþtirmek gerekiyor. Dolayýsýyla kavramýn analiz yöntemi ve birçok deðiþkeni anlamýnda derin deðiþikliklere sebep oluyor. Ve bu sorunun boyutu hemen her düzlemde farklý özellikler kazanýyor.

Geçen yýl Ekim ayýnda sonsuzluða uðurladýðýmýz Umut Göllü yoldaþýn gazete satýþýndaki bu resmi, Denizli SDP'nin standýna müdahale etmeye çalýþan Ýþçi Partili'lerin saldýrýsýndan hemen sonra çekilmiþtir. ÝP'lilerin müdahalesi, SDP'liler tarafýndan boþa çýkartýlmýþ ve faaliyet kesintisiz biçimde sürdürülmüþtür. Gençlik Hareketi ve Ulusal Sol ile ilgili bir yazý için oldukça anlamlý olacaðýný düþünüyorum. Umut Göllü yoldaþýn anýsýna, saygýlarla...

Hiç kuþkusuz ki bu tartýþmalarda müthiþ bir kavram karmaþasý ve dezenformasyona rastlamak mümkün. Ancak öncelikli sorun þu; nereden geliyor bu Ulusallýk… Ve tabi neyin alternatifi olarak. 1970'li yýllarla birlikte kapitalizmin küresel ölçekte yöneldiði neo-liberalizm ve onu takip eden yýllarda reel sosyalizmin çöküþünün bu sürece sunduðu katký ile birlikte ilan edilen 'kesin' galibiyet hiç kuþkusuz ki topluma dolaysýz olarak yansýdý. Burada kamusal olanýn yerini, bireysel olanýn aldýðý bir deðiþim sürecinin dolaysýz sonuçlarý da devreye girdi. Bu toplam sistemden hoþnutsuz, giderek yal-

Gökhan Taþyakan 61


Kurtuluþ nýzlaþma süreci içerisinde olan ve çok yönlü olarak bunalým dinamiklerinin geliþmeye baþladýðý toplumsal bir diziliþe neden oldu. Bu hem moral ve kültür deðerleri açýsýndan hem de ekonomi ve politika açýsýndan katlanýlmasý zor bir yaþamý beraberinde getirdi. Ýþsizliðin giderek arttýðý, hukuk, kültür, eðitim, saðlýk vb. normlarýnýn giderek deðiþmeye yüz tuttuðu bir dünya ile karþý karþýya kaldý insanlýk... Sosyalizmin yitirdiði prestij kaybý da tüm bu yaþananlarla alt alta getirildiðinde alternatifsiz bir kýsýr döngü ile sorun kendini yeniden-üreten bir hal alarak boyutlandý. Ve bu ivme bugün halen varlýðýný güçlenerek devam ettirmektedir.

Dünya ölçeðinde geliþen neo-milliyetçilik, profaþizm vb. benzeri kavramlarla ifade edilmeye çalýþýlan yaklaþým kaynaðýný kimlik tartýþmalarýndan almaktadýrlar. Yukarýda tarif etmeye çalýþtýðýmýz neoliberalizmin topluma dolaysýz olarak yansýttýðý sonuçlar "yalnýzlýk paradigmasýnýn" çözümü olarak milliyetçiliðin yeniden tahkim olmasýnýn koþullarýný oluþturdu. Yalnýzlaþan ve giderek umutlarýný tüketen yýðýnlarýn dünya genelinde yönelmiþ olduðu yeni-milliyetçilik kuramsal çerçevede ele alýndýðýnda sorunlarýn öz çocuðu olmasý gerçeðinin ýskalanmasýna da neden oldu. Bu tutum Avrupa'da ve yaklaþýk olarak bütün ezen uluslarda yabancý iþçi düþmanlýðý, göçmen sorunu vb. dinamiklerle rahatlýkla kendi karþýlýklarýný ve karþýtlýklarýný oluþturdu.

Türkiye siyasi tarihinin de yakýn geçmiþine bakýldýðýnda bu durumun derin izleriyle karþýlaþmamýz mümkün. 1980'li yýllarla birlikte Turgut Özal'la tanýþtýðýmýz Yeni Dünya Düzeninin çok yönlü kapitalist deðiþim sürecinin dolaysýz sonuçlarý AKP iktidarýna kadar iki baþlýk altýnda iki çizgi mücadelesi olarak varlýðýný devam ettirdi. Çeyrek asýrlýk yakýn siyasi geçmiþin aðýrlýklý olarak öne çýkan iki yaklaþýmýný liberalizm ve milliyetçilik kýskacýnda ele almak bugünün tartýþmasýný dünle buluþturmanýn en doðru yöntemi olacaktýr.

Bu tespitin anlamý ise iki çizgi mücadelesinin dinamiklerini bizlere sunmasý açýsýndan deðer kazanmaktadýr. Elbette ki her iki çizginin de birbirleri ile çatýþan yanlarý olduðu gibi iç içe geçen yanlarý da mevcuttur. (Neo-liberalizmin ulus-devleti ortadan kaldýrmakta kararlý olduðu ve milliyetçiliði dýþsallaþtýrdýðý gibi bir iddiaya sahip deðiliz) Burada daha çok aynýlaþan deðil farklýlaþan yanlarýný öne çýkartarak meseleye ele almaya çalýþacaðýz...

Burada neo-liberalizm çizgisinin temel temsilcileri olan ANAP ve AKP iktidarlarýnýn öne çýkan yanlarýný saptamak gerekiyor.

Özel savaþ konsepti döneminde Çiller'in vatan için.... diye baþlattýðý her sözü ezilen sýnýflar için iki sonuç üretti. Birincisi biraz daha fazla açlýk ve sefalet, ikincisi manevi olarak tartýþýlmaz bir 'doyum' ve tabi ki içi boþ bir 'ulusal onur'. Milliyetçiliðin Türkiye'de ki karþýlýðý hiç kuþkusuz ki katýksýz bir Kürt düþmanlýðý anlamýna gelmektedir. Ancak meselenin küresel bapta önem kazanmasý 'basit' bir Kürt düþmanlýðýyla sýnýrlandýrýlamaz. Sorunun analitik çerçevesi milliyetçiliðin neo-liberalizmin kimliksizleþtirici etkisine karþý yeniden-ürettiði kimlik tanýmýnda yatmaktadýr. Aksi bir yaklaþým kirli savaþýn en çok boyutlandýðý 92-93 özel savaþ konseptiyle birlikte faþizmin iktidara yerleþmesini mümkün kýlardý. Ancak MHP'nin iktidar ortaklýðýna yükseldiði, yani kitleleri en fazla etkisi altýna aldýðý dönem koþullar itibariyle 'barýþ' sürecine denk gelmektedir. Bu durumun temel nedeni MHP'nin koþullara uygun bir pro-faþist söylemi bu konjonktür içerisinde yakalayabilmesinden kaynaklanmaktadýr.

Birincisi her iki iktidarda kapitalist deðiþim sürecinin sýnýrlarýný çok yönlü olarak geliþtirmeyi hedeflemekte, görece bir geçici ekonomik 'ferahlama' saðlamakta, 'tek' baþýna iktidar olmayý baþarmakta, özelleþtirme, dýþ politika, AB süreci, Kürt sorunu vb. konularda kapitalizmin kurallarýna göre oynamayý becermekte son derece benzer yanlara sahip. Bu koþullarýn toplamýnýn somut ifadesine bakýldýðýnda dünya emperyalist-kapitalizmiyle entegrasyon sürecinin daha hýzlý geliþtiðini tespit etmek de yerinde olacaktýr. Bu baðlamda ANAP ve AKP iktidarlarýnýn, neo-liberalizmin bütün koþullarýný ülke siyasetine taþýmakta olduðu gerçeðiyle yüz yüze kalmaktayýz. Ýkincisi milliyetçi çizginin geliþimi içerisindeki birkaç temel olgudan bahsedeceksek eðer elbette ki Kürt sorunundaki yaklaþým ilk planda ele alýnmalýdýr. Ancak milliyetçilik olgusunun konjonktürel olmasýnýn yaný sýra farklý bir itiraz noktasýný içerisinde barýndýran daha doðrusu meseleyi küresel düzeye yükselten bir boyutu da bulunmaktadýr. MHP'nin iktidar ortaðý olmasý ile karþý karþýya kalýnan bu gerçeðin karakteristik özelliðini yine neo-liberalizmden tarif etmek uygun olacaktýr.

Hiç kuþkusuz ki Kürt Özgürlük Hareketi'nin yükselen mücadelesini "faþizm gelecek" heyulalarýyla bastýrmaya çalýþan yaklaþýmýn sosyal-þoven karakterini açýða çýkartan temel olguda burada yatmaktadýr. Yani sorun ülkede sadece bir ezilen ulus mücadelesi olmasýyla açýklanamaz. Çok daha kapsamlý ve 'karmaþýk' bir süreçten bahsediyoruz demektir. 62


Kurtuluþ Liberalizm ve milliyetçilik arasýna sýkýþan ülke siyasetinin sosyalist harekete dolaysýz biçimde yansýdýðýný tespit etmek gerekmektedir. Ulusal ve liberal solun 'sol tandansýyla' birlikte benzer bir geliþim seyri izlemesi de bu açýdan þaþýrtýcý deðildir. Ancak burada her iki kavramýnda sosyalist ideoloji ile araçsal, dýþsal bir iliþki kurduðunu belirtmek yerinde olacaktýr.

adýmýza böyle yapmak istemeyiz. Enternasyonalist bir tutum alýþý herkes kendi cephesinden tarif etmektedir. Bu durum Türkiye devletinin analizi arasýndaki farklardan ve elbette ki daha çok Kürt sorunu baðlamýnda ele alýnan ulusal sorun tartýþmalarýndan ileri gelmektedir. Son süreçte ulusal sol bir yaklaþýmýn sosyalist hareket içerisinde artan bir eðilim taþýdýðý da aþikardýr. Meseleye tarihsel açýdan da bakýldýðýnda Türkiye'de sosyalist hareketin kendisini uzunca bir süre Kemalizm'den ayrýþtýramadýðý görülecektir.

Sosyalist hareketi giderek derinleþen bir ayrýþma süreci beklemektedir. Ulusal ve liberal solun ötesinde enternasyonalist bir solda kendisini yeniden ifade etmeye baþlamaktadýr. Ancak burada belirtmek gerekir ki enternasyonal sol kavramý ulusal yada liberal kavramlarýyla özdeþ olarak görülemez. Çünkü enternasyonalizmin sosyalist ideoloji ile kurduðu iliþki araçsal yada dýþsal deðildir. Enternasyonalizm sosyalist ideoloji ile kurucu bir iliþki içerisindedir. Bu açýdan sosyalist ideolojiden enternasyonalizmi koparýp atmak zaten olasý deðildir.

Osmanlý'dan, cumhuriyete uzanan seyir içerisinde devralýnan devlet geleneðinin etkileri yoðun biçimde günümüze kadar taþýnmýþtýr. Geçmiþ dönemde tüm cihana yayýlan bir ümmet anlayýþý ile süslenen 'mistik' hava, kendisini Kýzýl Elma formülasyonunda bulmuþ ve milliyetçilik sosuyla harmanlanan yeni dönemin dolaysýz yansýmalarý 'elde kalan' farklý uluslarýn boðazlanma eðilimlerini güçlendirmiþtir. Ulusdevletin inþasý sürecinde ortaya çýkan bu zorlama milliyetçilik anlayýþý çarpýk bir kapitalistleþme süreciyle bütünleþerek bugünlere taþýnmýþtýr. Milli mücadele yýllarýnýn analizinde de karþýmýza çýkan tablo dýþtan çok iç mücadele ile uðraþýldýðýný göstermektedir. Bu durum anti-emperyalist tutum alýþta Kemalizm'in niteliðini göstermektedir. Ancak 68 kuþaðýna kadar sosyalist harekete rengini veren "kendi saðýndan medet umma" anlayýþýnýn da etkisiyle Kuvayý Milliye ruhu sosyalist hareket tarafýndan yeniden canlandýrýlmaya çalýþýlmýþtýr. Her ne kadar 68 ile birlikte "kendi saðýndan medet umma" anlayýþýndan kopulmuþsa da bir bütün olarak Kemalizm açýsýndan ayný þeyi söylemek mümkün deðildir. Dolayýsýyla ulusalcýlýk Türkiye sosyalist hareketine de içsel bir olgu olarak görülmelidir.

Ancak Türkiye'deki 'anti-emperyalist' bir mücadele çizgisi 'ayýrým' çizgilerini flulaþtýrmakta ve adeta sapla saman birbirine karýþmaktadýr. Bu topraklarda ABD emperyalizmine karþý halklarýn kardeþliðini savunmayan hiçbir çeþit sola rastlanamamaktadýr. Sorunun düðümlendiði yerde burasý deðildir zaten. Bu durumun oluþmasýnda temel bir 'suçlu' aramak gerekirse, bu ülkede neredeyse bütün sorunlarýn düðüm noktasý haline gelen Kürt sorununu ilan etmek gerekmektedir. Sosyal-þovenizmi bu kadar cazip hale getirerek sosyalist harekete pazarlamanýn aksi bir olanaðý da yoktur zaten... Geçmiþten günümüze varlýðýný devam ettiren ulusalcý yaklaþýmlarýn sosyalist ideolojiye deðil ama sosyalist harekete içsel bir olgu olduðu vurgulanmalýdýr. Ulusal bir solculuk anlayýþý sadece bu topraklarda deðil -2. enternasyonal partilerinin 1. paylaþým savaþýna yaklaþýmlarýnda görüldüðü gibi- farklý ülkelerde de tarihsel bir gelenek taþýmaktadýr. Zaten Lenin'in ulusal sorun meselesine iliþkin yaklaþýmlarýnýn ana kaynaðýný sosyalizm adýna 'ata topraklarýnýn savunmasý' sloganýyla milyonlarca iþçi, emekçinin katledilmesine onay verenlere karþý yürüttüðü ideolojik mücadele oluþturmaktadýr. TKP'den günümüze sosyal þovenizmin tarihsel geliþimini de bu baðlamda kavramak gerekir. Bu yaklaþým deðiþik biçimlerde bugün eskisinden çok daha güçlü ve 'bilinçli' bir tercih olarak varlýðýný devam ettirmektedir. Sosyalist hareketin büyük bir kýsmý þovenizmle maluldür. Bu açýdan hareket bir bütün olarak enternasyonalizmin sýnavýndan geçirilmek zorundadýr. Aksi bir yaklaþým elinde satýrý, sopasý, býçaðýyla devrimcilere saldýran ÝP ve Türk Solu gibi akýmlarý sosyalist harekete davet eder bir nitelik taþýmaktadýr ki, biz kendi

Bu tartýþmada dikkat çekici olan bir özellikte AKP iktidarýyla birlikte Türkiye sosyalist hareketinde ulusal solcu bir bakýþ açýsýnýn kendisini güçlendirme olgusudur. Bu minvalde yürütmeye çalýþacaðýmýz tartýþma içerisinde Türk Solu ve ÝP gibi akýmlar yer almayacaktýr. Bu akýmlarý ele almak bu açýdan baþka bir yazýnýn konusu olmalýdýr. Çünkü yukarýda belirttiðimiz gibi bu akýmlar sosyalist hareketin organik bir parçasý olarak ele alýnmamalýdýr. Ancak yinede bu akýmlarýn güçlendiðini tespit etmek yerinde olacaktýr. AKP hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte yeniden alevlenen Avrupa Birliði tartýþmalarýnda radikal bir toplumsal yarýlmanýn yaþandýðý tespit edilmelidir. Bu saflaþmaya rengini veren þey egemen olan sað ve sol liberallerin AB yanlýsý söylemi ile muhalif olan sað ve sol ulusalcýlarýn AB karþýtý 63


Kurtuluþ söylemidir. Birincisinin sað yorumu küreselleþen dünya ile entegrasyon sürecinin geliþtirilmesi ihtiyacý baðlamýnda bir deðiþim süreci, sol yorumu ise AB içerisinde Avrupa iþçi sýnýfýyla ortak bir mücadele sürecinin geliþtirilme olanaklarý olarak karþýmýza çýkýyor. Ýkincinin sað yorumu büyük Türk ulusal deðerlerinin geliþtirilmesi ve batý ülkelerinin dayatmalarýna boyun eðmeyerek ülkenin kendi yürüyüþ hattýný belirlemesi -örneðin Güney Kürdistan'ý iþgal etmesi vb.- sol yorumu ise 'vatan satýlamaz' sloganý etrafýnda politik güçlerin yan yana getirilmesi süreci olarak tarifleniyor.

Türkiyeliliði bir üst kimlik olarak belirleyerek tartýþmanýn içerisinden çýkmaya çalýþýyor. Bir alýntýyla tartýþmamýza devam etmeye çalýþalým. *_ Kürt yoksullarýný Türkiye emekçi sýnýflarýnýn bir parçasý olarak görmek, Türkiye Kürtlerini Ortadoðu'daki Kürt halkýnýn bir parçasý olarak görmekten daha devrimci bir zemin yaratmaktadýr. *_ Kürt ulusal hareketi bir karmaþa ve kafa karýþýklýðý olarak hakim çizgi konumundadýr ve Kürt solu fiilen tasfiye olmuþtur.

MHP gibi bir takým faþist odaklarýn ürettiði ýrkçý politikalar bir yana, taþýdýðý 'muhalif' kimliðiyle örgütlenmesini þekillendirmeye çalýþan politik akýmlarýn sol söylemleri baþka bir tehlikeye iþaret etmektedir. Burada net olarak belirtmek gerekir ki meseleye bakýþ ulusalcýlaþtýkça, sýnýfsal niteliðinden uzaklaþmaktadýr. Ýþçi sýnýfýnýn kendi burjuvaziyle el ele vermesi sol adýna, sosyalizm adýna istenebilmektedir. Ýþçi sýnýfýnýn bu tutumdan etkilenmediðini iddia etmek ise zor görünmektedir. Örneðin özelleþtirilen fabrikasýný 'vatan' olarak gören iþçi, o sebepten yani 'vatan satýlamaz' olduðu için kendi fabrikasýnýn da satýlmamasýný istemektedir.

*_ Kürt sorunu, Türkiye'de mücadele eden Kürt ve Türk sosyalistleri için bir yoksul emekçi sorunudur. Kýrýn ve kentin yoksullarý sorunu yaþayan toplumsal kesimlerdir. *_ Burada önemli olan þunun iyi anlaþýlmasýdýr: solun iþçi sýnýfýnda güç kazanmasý, iþçi sýnýfýmýzýn önemli ve dinamik bir kesimi olan Kürt emekçilerini de örgütleyerek baþarýlabilir.1 Yazýnýn bütününe sirayet eden öznelci bakýþ açýsý alýntý yaptýðýmýz bölümde de kendisini göstermektedir. Bu temelde baþlýklar halinde yaptýðýmýz alýntýlarda oldukça çarpýcý tespitlere rastlamaktayýz. Merak ettiðimiz konu þu yazarýmýz istediði için mi Kürt yoksullarýný Ortadoðu'daki Kürt halkýnýn deðil de Türkiye emekçi sýnýflarýnýn bir parçasý olarak görmemiz gerekmektedir? - Herhalde Kürt yoksullarý dýþýnda kalan Kürtleri de Ortadoðu'nun bir parçasý olarak görmeliyiz- Yoksa nesnel olarak durum mu böyledir? Kürt yoksullarýný, Türkiye emekçi sýnýflarýnýn içerisine yerleþtirmek için önümüze konulmuþ olan tek gerekçe yazarýmýzýn isteði. Ancak bu analiz bu kadar basit olarak ele alýnamaz. Öyleyse bu bakýþ açýsýnýn þekillendiði yer neresidir? Ezilen bir ulus olarak varlýðýný devam ettiren Kürt ulusunun karþý karþýya bulunduðu nesnellik ile çeliþki halinde bulunan bu tespite rengini veren þey Misak-ý Milli anlayýþýnýn bir çeþit türevi olarak karþýmýza çýkmaktadýr. Ayrýca Kürt solunun fiilen tasfiye olduðunu belirten yazýnýn devamýnda bahsedilen Kürt ve Türk sosyalistlerinden anlamamýz gereken þey eðer TKP'nin kendisi ise yazarýmýz ciddi bir yanýlgý içerisindedir. Kürt Özgürlük Hareketi katýlalým yada katýlmayalým kendisini "demokratik sosyalizm" þiarý etrafýnda ifade etmektedir. Ve bu açýdan da Ortadoðu baðlamýnda özgürlükçü bir çizginin temsilcisi konumundadýr. Ayrýca yazarýmýzýn Kürt Özgürlük Hareketini eleþtirdiði kafa karýþýklýðý zannedersek kendisinde de bulunmaktadýr. Aksi taktirde iþçi

Liberalizmin ürettiði "yalnýzlýk paradigmasýna" alternatif olarak ortaya çýkan ulusal solcu anlayýþ, enternasyonalist bir bakýþ açýsýyla meseleye yaklaþan sosyalist hareketlerin örgütlenme kanallarýný da dolaysýz olarak týkamaktadýr. Çünkü 'revaçta' olanýn muhalefet yeni bir kimlik tanýmýyla etkinlik kazanmaktadýr. Bu durum sosyalist hareketin bütünü açýsýndan ciddi bir kýrýlma yaratmaktadýr. Ulusalcýlýktan nemalanma çabasý ise adeta gören gözleri kör etmektedir. Ulusal sol bir platforma kayan sosyalist hareketin büyük bir kýsmýnýn yalnýzlýk paradigmasýna karþý ürettiði çözüm bir kimlik belirme ihtiyacýyla destekleniyor ve meseleye iliþkin yaklaþýmýn teorik temelleri bu düzlemde kendi karþýlýðýný üretiyor. Geniþ toplumsal kesimlerin siyaset sahnesinden uzaklaþarak kimliksizleþtiði tespitine dayanan bu teorik çözümleme, karþýsýna yeni bir kimlik tanýmýný koyarak çýkýþ olanaklarý arýyor. Bu durum kah 'Baðýmsýz Türkiye' sloganý etrafýnda kendisini þekillendiriyor, kah 'Yurtsever Cephe' açýlýmýnda somut bir form kazanýyor. Yaþanan bu kýrýlma, kendisini elbette ki Kürt Özgürlük Hareketinin niteliðinin deðiþtiði tespitiyle doðrudan alakalý olarak ifade ediyor. Þaþýlasý bir biçimde Türkiye sosyalist hareketinin bir bölümü 64


Kurtuluþ sýnýfýmýzýn önemli ve dinamik bir kesimi olarak Kürt "emekçilerini" görmesi izah edilemez. Yada -kendisi her ne kadar belirtmese de- Marks'ýn iþçi ve emekçileri açýk bir biçimde tanýmladýðý teorik tespitlere temelden itirazý bulunmaktadýr. Emekçi sýnýflarýn içerisine iþçi sýnýfýný yerleþtirmek bir þey, iþçi sýnýfý içerisine emekçi sýnýflarýn bütününü yerleþtirmek ise baþka bir þeydir. Bu açýdan Marksist literatürün yeniden gözden geçirilmesi yazarýmýz için bir zorunluluk gibi durmaktadýr. Sosyalist devrim anlayýþý temel itibariyle, iþçi sýnýfý ile emekçi sýnýflarý özdeþ olarak görmenin bir sonucu olarak þekilleniyorsa buna diyecek bir þeyimiz yok. Ancak burada belirtmek gerekir ki TKP'nin her fýrsatta devrimcidemokrat tanýmý ile eleþtirdiði demokratik devrim perspektifine sahip akýmlarla yürüttüðü tartýþmanýn nesnel bir zemini görünen o ki bulunmamaktadýr. Sorunun kendisi iþçi sýnýfýnýn, Kürt ulusunun vb.lerinin tarifindeki bu öznelci bakýþ açýsýndan kaynaklanmaktadýr.

dahi öngörülebilmektedir. Bu savrulma Türkiye egemen sýnýflarýyla iþbirliðini dolaysýz olarak beraberinde getirmektedir. Tehlikeli olan kýsmý da zaten burasýdýr. Sosyalizm adýna Kürtlere ait dükkanlardan alýþ-veriþ yapmayýn vb. çaðrýlarda bulunan þarlatanlarý ise zaten saymayalým... Uzunca dönemdir gençlik hareketinin gündemi de anti-emperyalist bir mücadele çizgisiyle harmanlanmaktadýr. ABD'nin Geniþletilmiþ Ortadoðu ve Kuzey Afrika projesinde kapsamýnda baþlatmýþ olduðu iþgal süreci, aksi bir yönelime de zaten izin vermemektedir. Burada gençlik hareketinin bu yönelimine iliþkin bir itiraz da doðru deðildir. Elbette bizim açýmýzdan da ülke ve dünya gündeminden baðýmsýz bir siyaset üretmek apolitik bir yaklaþýma neden olurdu. Ancak burada asýl tartýþma konusu yapacaðýmýz þey yukarýda ana hatlarýyla açmaya çalýþtýðýmýz baþlýklarýn bütünüyle gençlik hareketine taþýnmasý sorunudur. Dolayýsýyla ulusal sol tartýþmasý bu alanda da etkin bir biçimde kendisini göstermektedir. Ve hiç þüphesiz ki bu durum gençlik hareketi içerisinde varolan genel sorunlara dolaysýz etki etmektedir.

Sosyalist hareketin önemli bir bölümünde öznelcilik hakim pozisyondadýr. Burada bir alýntý ile eleþtirdiðimiz TKP sadece bir örnektir. Ancak ulusal solcu bir bakýþ açýsýnýn somut olarak yansýdýðý DHKP-C, TKÝP, HKP gibi bir çok hareket de ayný baðlamda ele alýnabilir.

Gençliðin en ortaklaþýlan tanýmý herhalde "kimlik edinme süreci" olarak tarif edilebilir. Dolayýsýyla kimlik edinme süreci genel bir doðruyu kapsadýðý gibi konjonktürel kimi yaklaþýmlarý da beraberinde getirecektir. Uzay boþluðundan tekrar politika alanýna geri dönersek eðer ulusalcý bir çizginin geliþimi ilk etapta gençlik kesimlerinde karþýlýk yaratmaktadýr.

Enternasyonalizm denilince ilk akla gelen Irak'la, Nepal'le, Filistin'le yada Küba'yla dayanýþma olmaktadýr. Elbette ki nerede bir ezme ve ezilme iliþkisi varsa komünistler orayla dayanýþma içerisindedirler. Ve komünistler dünyanýn bütün halklarýný kardeþ olarak görürler. Bu doðrudur. Ancak ilginç olan kýsmý bütün dünya halklarý için geçerli olan kýsmýn yaný baþýmýzdaki Kürt halký için bir türlü geçerli olmamasý sorunudur. Bu durum Misak-ý Milli anlayýþýnýn sosyalist harekete dolaysýz olarak yansýmasýndan kaynaklanmaktadýr. Kürt ulusunu kendi emekçilerinin organik parçasý olarak görmek demek enternasyonalist bir dayanýþmanýn yerine kendisini ikame etmek demektir. Dolayýsýyla kendisini sorunun fiili çözücüsü olarak ilan eden bakýþ açýsý ayrý örgütlenen bir ulusun temsilcisini de fiiliyatta reddetmektedir. Enternasyonalizmi bu kadar karmaþýk hale getiren temel olguda burada yatmaktadýr.

1980'li yýllar ile birlikte gençliðin bugünkü tanýmý nedir diye soracak olsaydýk Yuppie -Young Urban Professionel-2 kavramýnýn üzerinden atlamamýz pek mümkün olamazdý herhalde. Bu durum ise elbette ki tesadüfi bir yaklaþýmdan kaynaklanmýyordu. Neo-liberalizmin tüm dünyayý saran etkisi gençliði de benzer bir "yalnýzlýk paradigmasýyla" karþý karþýya býraktý. Kimlik edinme süreci içerisinde olan bireyin yaþadýðý bu çeliþki, niteliðinde de sorunlu bir deðiþime neden oldu. Her dönem isyancý bir gelenek taþýyan gençlik geri çekilme sürecinin en aðýr sonuçlarýyla karþý karþýya kalarak kendi yaþadýðý 'boþluðun' boyutunu bizlere gösterdi.

Anti-emperyalist mücadele çizgisinin ulusalcý bir temelde inþa olmasýnýn yarattýðý karmaþa sosyalist hareketin politik düzlemini de belirlemektedir. Kimliksizleþen topluma kimlik verme çabasý bu düzlemin temel yönelimini oluþturmaktadýr. Bu baðlamda anti-emperyalizm, ABD ve AB gibi emperyalist metropollere karþý mücadele vurgusuyla þekillenirken yerli savaþ sanayisinin desteklenmesi

Yaþanan bu boþluk çeþitli düzeylerde ulusalcý bir çizgiyle dolduruldu. Gençlik kitleleri üzerinde ciddi bir etkinlik saðlayan ulusalcýlýk gücünü yeni bir kimlik tanýmýndan alarak yakýn siyasi tarihin gençlik hareketine yön veren en etkin politik öznesi haline geldi.

65


Kurtuluþ Gençlik politikalarýna formüle edilen ulusalcý yaklaþýmlar bir bütün olarak sosyalist gençlik hareketinin yan yana geliþinde dahi çeþitli düzeylerde sorunlara yol açmaktadýr. Somut olarak örneklemek gerekirse 6 Kasým eylemlerinde dahi Kürt sorunu gençlik hareketini býçak gibi ikiye bölmektedir. Kürt gençliði ile beraber ayný alaný paylaþmayacaðýný ilan eden gruplarýn sayýsý azýmsanmayacak düzeydedir. Sorun bu baðlamda incelendiðinde yukarýdaki tartýþma baþlýklarýnýn bütünü katlanarak gençlik alanýna yansýmaktadýr.

gençliðin gösterdiði tablo iktidar olanla, muhalif olanýn iç içe geçtiði son derece karmaþýk bir tabloyu önümüze sunmaktadýr. Bu tablo içerisinden etkin bir devrimci gençlik hareketi çýkartabilmek ise oldukça zor görünmektedir. Statükocu bir anlayýþýn her geçen gün güçlendiði analizine dayanan bir tartýþma elbette ki alternatiflerini ortaya çýkartmakla yükümlüdür. Ulusalcýlýðýn anti-emperyalist bir karakter taþýdýðý safsatalarýna aldýrmaksýzýn Türk ve Kürt gençliðinin mücadele birliðini yaratacak bir alternatif ortaya çýkartýlamadýðý müddetçe yukarýda ana hatlarýyla özetlemeye çalýþtýðýmýz tablonun içerisinden çýkmak mümkün gözükmemektedir. Sosyal-þoven bir bakýþ açýsýnýn gençlik hareketi içerisinde kýrýlabilmesinin de dinamiði budur. Güçlü bir anti-emperyalist mücadeleyi örgütlemenin ve doðru temellere oturtmanýn yolu da buradan geçmektedir. Aksi bir durum ise her geçen kendisini farklý biçim ve formlarda üretmeye devam edecektir. Ve üretmektedir.

Kürt Özgürlük Hareketinin emperyalizmin bir piyonu olduðu sloganý gençlik kesimlerini sosyalizm perspektifinden hýzla uzaklaþtýrmaktadýr. Sosyalizm adýna anadilde eðitim talebine dahi karþý çýkan bakýþ açýsý tehlikeli bir sürece iþaret etmektedir. 'Bölücülük' karþýsýnda 'vatan savunmasýna' geçen, 'ayrýlýkçýlýk' baþlýðýyla "Türkiye'nin bölünmesine ve emperyalizme karþý olduðunu" ilan edenlerle sosyalist hareketin ve gençlik hareketinin yeniden inþasýný tartýþmak zor gözükmektedir. Bütün bu tespitlerden sonra Kürt halkýný hedef kitlesi haline getiren bakýþ açýsý ezen ulus milliyetçiliðinin tipik bir örneðini bizlere sunmaktadýr. Bu temelden ele alýndýðýnda ulusalcý solun ürettiði kavramlar bütünü ideolojik bir tartýþmaya tabi tutulmak durumundadýr.

Bu alternatifin üzerinde elbette ki büyük zorluklar bulunmaktadýr. Ancak Türk ve Kürt gençliðinin mücadele birliði baþarýlamadan varolan bu þoven havayý kýrabilmek zor gözükmektedir. Enternasyonalizm sýnavý kendisini Kürt sorunu baðlamýnda konumlandýrmaktadýr. Ulusalcý solun panzehiri, enternasyonalist soldur. Enternasyonalizm temelinde bir gençlik hareketi için Türk ve Kürt gençliðinin mücadele birliðini yaratalým...

Uður Mumcu anmasýna kalpaklarýyla katýlan gençlerin, YÖK'ü yeniden sahiplenen Atatürkçü

* * * 1. Sol ve Kürtler/Mehmet Kuzugil -Sol Dergisi- alýntýlar yazýnýn farklý paragraflarýndan yapýlmýþtýr. 2. Genç, þehirli, profesyonel kelimelerinden türetilen bu kavram geçmiþ dönemin hippi kavramýna da gönderme yapmaktaydý. Ýsyancý çocuklarýn aksine dönem artýk Yuppie'lerin dönemiydi.

66


ulusal sol

dosya

Kurtuluþ

Vatanseverlik Üzerine

R

adikal'in köþe yazarý, (bir zamanlar Milletvekili, Bakan) Hasan Celal Güzel 'Demokrasi mi, vatanseverlik mi' baþlýklý makalesinde aydýnlardan yakýnýrken; "Türkiye' de aydýnýmýzýn en büyük sorunu, demokrasiyle vatanseverliði birbirine zýt kavramlar olarak kabul etmesidir. Türk aydýnlarý, þu açmazla karþý karþýya býrakýlmýþlardýr: Ya, vatanýn, devletin, milletin bölünmez bütünlüðünü savunacaklar ve bu taktirde 'demokrasi ve insan haklarý aleyhtarý' ilan edilecekler; ya da demokrasi insan hak ve hürriyetlerini savunacaklar ve bu takdirde de 'Sevr ve irtica taraftarý' kabul edileceklerdir." saptamasýný yapýyor. Çok kabaca meseleye yaklaþýldýðýnda, ülke de olan biten gariplikler nedeniyle, pekte haksýz deðil demek mümkün. Ama yüzeyselliði aþýp bazý sorular sormaya baþladýðýmýzda her þey karmakarýþýk oluyor. Sözgelimi, aydýn kim? Demokrasiden ne anlaþýlýyor ? Vatansever (veya yurtsever) hangi sýnýrlardan hareket ediyor, sevilen vatan kimin? Yine millet(veya ulus) kavramý ne anlatýyor ? Bu sorular ve yine bunlardan ayrýlmasý güç konular gündeme geldiðinde, genelde merkez saðda tavýr içinde olan yazarla dilde birleþebilmek dahi güç. Devrimciler bir yana O' nun kendi saflarýnda bulunduklarýyla bile ortak bir dilde buluþabilmesi oldukça zor. Özellikle toplumsal, siyasal olgular ele alýnýp açýklanmaya çalýþýlýrken hareket noktasýnýn, durumu açýklayabilme özelliðine sahip olmasý gerekiyor. Bu nedenle önce meseleye hangi zaviyeden bakýldýðý önem kazanýyor. Bu dikkat gösterilmediðinde ise sapla samanýn karýþtýrýlmamasý oldukça güçleþiyor. Sosyalizmin hegemonya yitirdiði koþullar kýsa erimde, ulus devletin öneminin kalmadýðý ve yine

N. Baykal 67


Kurtuluþ bununla birlikte artýk küreselleþen dünyada emperyalizmin güdümüne girmenin tek yol olduðu yolunda propagandalar ortalýðý kapladý. Yine hatýrlansýn ayný dönem tarihin bile sonuna gelindiði saptamalarýna yol açýyordu. Oysa çok kýsa bir zaman dilimi sonrasý tüm bunlarýn bir ham hayal olduklarý ortaya çýktý. Çünkü tüm bu saptama ve saptamalardan çýkan sonuçlar, son tahlilde emperyalizmin çýkarlarýna hizmet eden bir kafa karýþýklýðý üretmek dýþýnda bir þeye hizmet etmiyorlardý. Gerçekten de 'Yeni Dünya Düzeni' ki, o da emperyalizmin ebedi egemenliði anlamýna geliyordu, doðrudan emperyalizmin isterlerinin ifadesi, ayný zamanda öne çýkan emperyalizm içi çeliþkilerin bir tarzda dýþa vurumuydu. Ama tarih düþünüldüðünde kayda düþülmeyecek bir an çabuk geçti ve taþlar yerli yerine oturmaya baþladýlar. Ama bir durumdan diðerine intikal hemen her zaman ayný hýzla olmuyor ve Hasan Celal Güzel'in yakýnmalarýnda da görüldüðü gibi bir yýðýn karmaþaya neden oluyor. Bunlar egemenler saflarýnda olan þeylerse, fazla hayýflanmaya da gerek yok demek mümkün. Fakat ayný karmaþa þu veya bu düzeyde devrimcilerin saflarýna da nüfuz etmeye yüz tuttuysa üzerinde bir nebze de olsa durmak kaçýnýlmaz oluyor. Çünkü Hasan Celal'in yakýndýðý karmaþa bir þekilde bizleri de etkileme gücüne kavuþuyor. Doðaldýr ki bu konularda yeterli titizliklerin gösterilmemesi, kurulacak politik hatta, mücadele örgütlerinde, seçilecek müttefiklerde karmaþayý da kaçýnýlmaz kýlýyor. Üstelik hem anti-emperyalist mücadelenin isterleri, hem de özgürlük mücadelesinin isterleri kavramlarýn daha bir titizlikle seçilmesi gereðiyle bizleri yüz yüze býrakýyor.

emperyalizmin rakipsiz kalmasý saflarýnda karmaþýklaþmasýna neden olmuþtur. Belki bundan da önemli deðiþiklik, ayný zamanda sosyalizm saflarýnda þekillenmeye yüz tutan, yeni anti-emperyalist konseptir ki bugün Amerikan'ýn 'arka bahçesinde' boy veriyor. Gerçekten de Latin Amerika da geliþen ABD karþýtý hükümetler, bu karþýtlýklarýný hemen her alanda sergilemekten kaçýnmýyorlar. Dolayýsýyla bu somutluðuyla geliþmeler ise doðrudan enternasyonalist bir içerik taþýmak durumunda oluyorlar. Daha yeni Küba, Venezüella, Bolivya arasýndaki yakýnlaþmalar, ABD'nin ticari önerilerine karþý çýkýþlarda ortak davranýþlarda saðlanan görünümler, ÝMF' ye takýnýlan tavýrlar bu yönelimin somut tezahürleridir. Tüm bunlar sadece geleceðe umudun güçlenmesi anlamýna gelmiyor, yarattýklarý etkilerle mücadelelerin zengin bir içeriðe de kavuþmasýna yardýmcý oluyorlar. Bir yanýyla da geçmiþin ezberlerini bozuyorlar. Þüphe yok ki sosyalizmin yaþadýðý bu derin bunalým bir yanýyla tek baþýna yaþanan 'yýkýntýya' da baðlanamaz. Bu yýkýntýnýn ipuçlarý çok daha önceleri hemen her düzeyde kendini gösteriyordu. Dolayýsýyla bugün krizi aþmak üzere atýlan hemen her adýmýn geçmiþte saðlam temelleri vardýr. Ama emperyalizmin geçici bir evre de yarattýðý halüsinasyon ve yine buna baðlý kurduðu hegemonya, krizin aþýlmasýnýn önündeki en büyük güçlüðü oluþturuyor. Bu nedenle emperyalizme karþý mücadeleyi saðlam sýnýflar temeline oturtmayan her giriþim peþinen yedeklenme tehlikesini içinde barýndýrýyor. Bu nedenle zaten hem dünya planýnda ve hem de ülke koþullarýnda anti-emperyalist hat yeterli titizlikle kurulmadýðýnda, egemenlerin politikalarýna teslim olma tehlikesi kendini dayatýyor. Bazen de AB örneðinde olduðu gibi bir emperyalist güce dayanarak, demokrasi aranabiliyor, dolayýsýyla yine Hasan Celal' in söylediði yere geliyoruz. Gerçekten bu anlamda kavramlar mý sorunlu, yoksa konumlanýþ mý, sorularýna açýk cevaplar vermek gerekiyor. Ayný zamanda da emperyalizme karþý olmak hangi sýnýf veya sýnýflarýn çýkarýna, yandaþ olmak ise hangi sýnýflarýn çýkarýna bunlarý açýk seçik cevaplamak gerekiyor. Ancak bundan sonra kavramlar bu konumlanýþlara göre kullanýldýðýnda bir anlam kazanýr oluyorlar. Ama yine biz bu kavramlarýn da sýnýfsal bir içerikleri olduðu gerçeðini hem unutmadan ve hem de gizlemeden konuþmak durumundayýz. Özellikle milletin oluþumu ve yine bunun türevleri tarihsel olarak burjuva devrimlerin ürünleridir. Milletlerin tarih arenasýna çýktýklarý dönemle, emperyalizmin þekillendiði bir dönemde kavramlar ayný olsalar da çok farklý çýkarlara hizmet edebilirler. Yukarýda da sözünü ettiðimiz gibi ulus devletlerin iþinin bittiði tespitini yapanlar, diðer yandan kendi ulus devlet-

'Reel Sosyalist Sistemin' çöküþüyle birlikte, hemen tüm dünyanýn konumlanýþýnda büyük deðiþikliklere neden oldu. Konumuz itibariyle düþünüldüðünde belki de en büyük darbeyi emperyalizme karþý ulusal kurtuluþ mücadelesi veren güçler aldý. Sonuçlar kendini hemen dünyanýn her yanýnda gösterdiler. Sadece öne çýkan ulusal mücadeleler açýsýndan bile sonuçlar oldukça çarpýcýdýrlar. Zaten karmaþaya neden olan da bir yanýyla budur. Çünkü emperyalizme karþý olmasý gereken mücadele emperyalizmin desteðini içeriyorsa bunda bir tuhaflýk vardýr. Her ne kadar geçmiþte özellikle 'sosyal emperyalizm' saptamalarý bir takým karmaþaya neden oluyorlarsa da, kurulan saflar belirgin, çýkarlar somut temellere dayanýyorlardý. Ýsrail-Filistin mücadelesinde olduðu gibi Ýsrail' le Amerika, Filistin' le 'Sosyalist Sistem' müttefiktirler. Ayný þekilde dünya planýnda devrimcilerin tavýr alýþlarý bundan pek farklý deðildir. Oysa günün tuhaflýðý Amerikan'ýn stratejik müttefiki Ýsrail'e karþý mücadelesinde FKÖ Amerika' dan yardým ummaktadýr. Bir anlamda 68


Kurtuluþ lerinin çýkarlarýný savunmakta hiç beis görmüyorlardý.

'inkarýdýr'." Bugün hala yukarýda sözünü ettiðimiz gerçekleri tekrarlamak, adeta günümüzde de geçmiþten yeterli dersler çýkarmak bir yana, bugün ayný tutarsýzlýklarýn tekrarýna bir cevap olabilmek içindir. Bizler burjuvazinin terk ettiði veya içini boþalttýðý bir takým kavramlarý, geliþigüzel kullanma durumunda olursak, þu bir gerçek ki hem yürünecek yol ve hem de kullanýlacak araçlar konusunda kafa karýþýklýðý yaratmak dýþýnda bir sonuç alamayýz. Yine bu durum bir kez daha gösteriyor ki geçmiþin saðlýklý deðerlendirmesi temelinde geliþecek bir politik hat bizim gerçek yürüyüþ hattýmýz olabilecektir. Bu baðlamda bugünün Ýþçi Partisi' ne ön gelen siyasi geleneði ve savunduðu çizgiyi hatýrlamak oldukça öðretici olacaktýr. Ama yine unutmamak gerekir ki onlarýn savunduklarý bir iç tutarlýlýða sahiptir. Ýç tutarlýlýða sahip olmalarý bir bütün olarak tutarsýz olmalarý önünde bir engel yaratmamýþtýr.

Yine Hasan Celal'in deðindiði demokrasi ve vatanseverlik meselesi var. Sanki bunlar birbirine karþýt kavramlar gibi ele alýnýyorlar diyor. Yani demokrasiden söz etmek vatanseverlikten uzaklaþma, ayný þekilde vatanseverlikten söz etmek ise demokrasiden uzaklaþma olarak algýlanýyor diyor. Oysa hem kendine hem de bu konuda ýsrarlý olanlara haksýzlýk ediyor. Çünkü demokrasinin bir kavram olarak gün ýþýðýna çýktýðý antik Yunan Medeniyeti bir yana konduðunda bugün gündemi iþgal eden demokrasi söylemi doðrudan burjuva demokratik devrimlerin ürünüdür. Dolayýsýyla bugün de bu baðlamla demokrasiden söz edenler ayný zamanda sýnýfsal ardýþýklýðý sürdürmektedirler. Çünkü yine ayný baðlamda vatan söylemi de burjuva demokratik devrimleri döneminin ürünüdür. Hatta amiyane bir tarzda bizde de kullanýlan 'vatan millet Sakarya' ayný felsefenin ifadeleri olarak algýlanmalýdýrlar. Dolayýsýyla birbirine karþýt deðil, bilakis birbirini tamamlayan kavramlardýr. Eðer sýnýfsal açýlýma devam edeceksek, bu kavramlar doðrudan pazarýn birliði ile birleþtirilmek zorundadýrlar. Yani burjuvazinin sýnýfsal egemenliðinin bir diðer ifadesi olan kendi pazarýna hakim olma anlayýþýnýn bu somutta tezahürü olarak algýlamak durumundayýz. Bu anlamda da zaten demokrasi ve vatanseverlik birbirinin karþýsýna dikilemeyecek kavramlardýr. Çünkü demokraside bir devlet biçimi olarak sýnýfsal çýkarlarla baðlý bir olgudur. Geçerken söylemek gerekirse eðer, her ne kadar bir kavram olarak halkýn yönetimi anlamýna geliyorsa da esasta;demokrasi egemen sýnýf içindir. Devamýnda ise ezilenler için bir diktatörlüktür. Bunu unutmak veya unutturmak isteyenler hem yakýnýlan karýþýklýðý ortaya çýkaranlara ve hem de kendileri egemenler saflarýndayken bunu örtmek için lafta demokrat olanlara söylenecek çok þey yoktur.

'Proleter Devrimci Aydýnlýk'ta ifadesini bulan bu çizgi, özellikle 'sosyal emperyalizm' saptamalarýyla uyumlu olarak, öyle bir vatan millet savunuculuðu içine girmiþtir ki bu konularda egemen sýnýflarý yaya býrakmýþlardýr. Bu yurtseverlikleriyle hem ülke de egemenlere yol gösterip, hem de oldukça geniþ tuttuklarý sosyal emperyalizmin iþbirlikçilerine karþý mücadeleyi yükselttiklerinde, bugün rahatlýkla trajikomik olarak niteleyebileceðimiz bir konumlanýþ içine girmiþlerdir. Gerçi ilginçtir bugün de deðiþik varyasyonlarýyla benzer savunular içinde olan bu siyasi hareket sosyalizm saflarý içinde hiçbir itibara sahip deðildir. Dün büyük bir yurtsever þevkle, sosyal emperyalizme karþý bir önlem olarak, 4. Orduyu Kürdistan üzerine konuþlandýrýrken bu gün yine deðiþik nedenlerle de olsa öyle bir vatanseverlik içindedirler ki yine bu yaklaþým da ezilen bir ulusa ve onun yurduna iliþkin hiçbir emare yoktur. Hem de yine tüm bunlar enternasyonalizm adýnadýr.

Ama çok daha önemlisi artýk týpký eþitlik, özgürlük, kardeþlik sloganlarý geminin bordasýndan attýðý gibi, dünya pazarýna doðru geniþleyen kapitalizm, artýk hem demokrasi ve hem de yurtseverliði bir anlamda rafa kaldýrmak durumundadýr. Biliyoruz ki demokrasi geliþen tekelci dünyayla çeliþir. Tekelci kapitalizmin egemenliði 'siyasi üst yapýnýn da demokrasiden siyasi gericiliðe deðiþimi' anlamýna gelir. Zaten meseleyi böyle koymak bir bütün olarak tarihsel geliþmeyi doðru okumak zorunluluðuyla bizleri karþý karþýya getirir. Çünkü Lenin' in dediði gibi: " Emperyalizm hem dýþ hem de iç siyasette demokrasiyi yýkmaya doðru, gericiliðe doðru mücadele eder. Bu anlamda emperyalizm söz getirmez bir biçimde genel olarak demokrasinin

Günümüzde de ülkede sosyalistlerin denek taþý Kürt Ulusal Mücadelesine karþý takýndýklarý tutumdur demek yanlýþ bir yaklaþým olmayacaktýr. Hemen her düzeyde mücadele, sürece karakterine veren bu unsurla ya örtüþmek ya da karþý karþýya gelmek durumundadýr. Konunun doðrudan politik olup olmamasýnýn bir önemi yoktur. Çünkü çeliþkilerin ulaþtýðý boyutlar hemen her düzeyi keser bir mahiyet arz etmektedir. Yukarýda yurtseverlikten söz ederken bir biçimde konuya deðinmiþtik. Ezen ulusun yurtseverliði bir takým söylemlerde önem kazanýp öne çýkarken ezilenlere býrakalým böyle bir hak tanýmayý, býrakalým enternasyonalizmi, bir de üstüne üstlük devrimci mücadeleyi bölmek suçlamasý 69


Kurtuluþ yöneltilebilmektedir. Hem de ezen ulus komünistlerine düþen görevler unutularak.

bir yana koyalým). Burada 'Kürt emekçilerin mücadele içindeki bilenmiþliklerinden' söz ediliyor ama bu mücadelenin ne mücadelesi olduðu söylenmiyor. Ama esas olarak 'Kürt emekçilerinden' söz edildiðine göre o yakada sürdürülen mücadeleden söz ediliyor olsa gerek, yani ulusal mücadeleden. Ama belli ki bunlarýn da artýk önderliðini TKP yapmak zorundadýr. Hangi güç ve yetenekleriyle sorusuna ise burada yer yoktur. Çünkü gerçek görmek isteyenler için ayan beyan ortadadýr. Ve buradan öteye egemen ulus þovenizminin tüm izleri kendini ortaya koymaktadýr. Çünkü 'Sol' gerçeði bir türlü ama gerçekle uyuþmayan bir türlü bulmuþtur ve bir süreç analizinden sonra þöyle bir saptama içindedir:

Günün 'Yurtseveri' TKP' den söz etmekteyiz. Onlar gerçekten yurtseverlikte hem oldukça mesafe almýþlar ve hem de bir o kadar tutarsýzdýrlar. Onlara göre demokratik devrim savunusu içinde olanlar- ki onlarýn görüþlerinden pek haberdar olmadýklarý için keyfi belirlemelerle onlara izafeten de konuþmaktadýrlar: 'Madem ki emperyalizmin kýskacýndaki bir yarý feodal ülke olarak Türkiye'nin iç dinamikleri dumura uðratýlmýþ, sýnýfsal kompozisyonu geri bir noktadadýr, bugün için gündemimizi demokratik devrim oluþturmaktadýr.'saptamasýný yapmaktadýrlar. Böyle bir saptamayla bir takým sonuçlara ulaþan 'Sol' dergisi nevi þahsýna münhasýr bir stratejik hat çizmektedir. Bu hatta sýnýf analizlerinin yerini bir takým kavramlar almaktadýr. Þöyle söylenmektedir: "…Türkiye' de sosyalist bir iktidarý önceleyecek dönüþüm projesinin içeriði ve tarzý da bugün teorik bir öngörü olmanýn ötesine geçmiþtir. Türkiye de önümüzdeki dönem bir iç dinamikten söz edilecekse bunu tamamlayan anahtar sözcükler 'yurtsever' ve 'emekçi' olacaktýr. Çünkü Türkiye'nin farklý emperyalist odaklarla girdiði iliþkinin derinleþmesi anti-emperyalist içerikli bir sýnýfsal ayrýþmayý dayatmaktadýr. Bu anlamda Türkiye'nin gündemindeki dönüþüm adlý adýnca sosyalist devrimdir."

"Kürt dinamiði de restorasyon sürecinin bu dinamiðe uyguladýðý basýnç ve hareketin kendi tercihleri doðrultusunda bir sýnýfsal kristalleþmeye maruz kalmýþtýr. Bu zamana kadar Kürt hareketinin liderliðini üstlenen çizgi bu saflaþmada tercihini kapitalist sýnýflarýn temsilciliðine soyunma yönünde kullanmýþtýr." Akla 'Allah akýllara seza versin' demekten baþka bir þey gelmiyor. Bu kafa 'Kandil Dað'ýnda dolaþmakla Ýstiklal caddesinde dergi satmayý devrimci mücadele açýsýndan kýyaslayan bir 'dinamiði' esas alan bir anlayýþla meseleye yaklaþýyor, dolayýsýyla da pek saðlýklý yaklaþamýyor. Dinamik eksiltmekte üstüne rakip tanýmayan bu çizgi bir diðer yandan da 'sürecin yurtsever karakterinden (ne demekse ?) milliyetçi solun resmi söylemden farký olmayan demagojik þoven çizginin besleneceðini öngörmek olasýdýr.' gibi akýl almaz inciler yumurtluyor. Eðer söylediðiniz gibiyse 'sürecin bu yurtsever karakterinden' kuþkulanmak gerekmez mi? Yukarýda da belirttiðimiz gibi bugün yurtseverliði gündeme sokan ve saðlýklý denebilecek tahlillerden söz edilemese de bu konuyla ilgili konuþulmadýðý anlamýna da gelmiyor. Bu boþluðu gören 'Sol' doldurmayý unutmuyor ama pek baþarýlý olduðundan da söz etmek olanaðý yok.

Alýntý yaptýðýmýz satýrlar devrimci bir dili deðil akademik bir söylemi, fakat nesnellikle baðý koparýlmýþ bir üslubu esas almaktadýr. Önce geçmiþte kalmýþ tartýþmalara da vakýf olunamadýðý için, baðý koparýlamayacak olsa da demokratik devrimi feodalizme baðlayan ve kendine özgü iç dinamiklerden hareketle sosyalist devrime yönelen bu anlayýþ; nasýl bir sýnýflar mevzilenmesi savunduðunu ortaya koyamadan üst perdeden konuþmaktadýr. Veya geçmiþte nasýl bir devrim ve sýnýf mevzilenmesi savunuyorlardý da, hangi koþullar deðiþti dünden farklý olarak 'yurtsever' ve 'emekçi' sözcükleri anahtar haline geldiler, anlayabilmek oldukça güçtür. Sözgelimi ulusal sorunun ('Sol' sadece ezen ulusun ulusal sorununun 'farkýndadýr') çözümünün demokratik devrimin bir görevi olduðunun farkýnda deðildir. Abartmadan söylemek gerekirse aslýnda böyle bir sorunun bile farkýnda deðildir demek daha da uygun olacaktýr. Çünkü yine 'Sol'a göre 'Komünist hareket, önümüzdeki dönemin yani Türkiye sosyalist devriminin yükseleceði anti- emperyalist bir zeminin en önemli parçalarýndan birini yýllardýr mücadele içindeki bilenmiþlikleriyle Kürt emekçileri oluþturacaktýr.' (Anlaþýlmasý oldukça güç bir cümle ama bunu

'Sol' a göre AB'ye teslimiyeti kaçýnýlmaz gören Türkiye burjuvazisi artýk eski silahlarýyla iþ yapamaz bir durumdadýr. Çünkü süreç uzadýkça 'ülke çýkarlarý,ülke güvenliði ve egemenliði' söylemi koþullarýn dayatmasýyla tersine bir rüzgara neden olmaktadýrlar. Bu nedenle de "Türkiye'de kitlelerin siyasete duyarlýlýðýný ülke çýkarlarý söylemine endeksleyen burjuva siyasetini ciddi bir krizin beklediðini söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Sonuca ulaþtýkça kendi meþruiyet zeminlerini ortadan kaldýran politikalardan baðýmsýzlaþarak bir ölçüde baþýboþlaþtýðýný söyleyebileceðimiz ülke çýkarlarý söylemi her an ser70


Kurtuluþ maye sýnýfýný vurabilecek serseri kurþun haline dönmüþ bulunuyor." Dolayýsýyla bu saptamalarýn sonuçlarý için öyle uzun uzadýya kafa yorma gereði de yoktur. Ama bu durum yani ülke siyasetinde 'ülke çýkarlarý söylemiyle iþ yapma durumu' halen politikada önemli bir yer tutmaktadýr. Bu nedenle 'söylem kitleler nezdinde hala ülke siyasetine dönük ilginin üretildiði ana kanalý oluþturmaya devam etmektedir.' Yine 'Sol' a göre, ülkenin içinde bulunduðu süreç 'ülke solu tarafýndan iyi okunamamaktadýr.' Dolayýsýyla bu "Yanlýþ okuma, solu kestirme pratik çözümlere ittiði oranda solun geniþ kesimleri pragmatist ve güncelci bir kulvara sürüklenmiþ görünmektedir. (Ama)Bugün sol içerisinde saymanýn bile mümkün olmadýðý ulusal solcular ise müttefiklerinin ihanetine uðramýþ görünmektedirler" Niçin mi? Çünkü; AB süreci nedeniyle artýk burjuvazi vatan millet Sakarya edebiyatý yapabilme durumunda deðildir. Ýnciler buradan öteye de devam etmektedir. Tüm bu tespitlerden sonra ulaþýlan sonuç ise þöyledir:"…tüm veriler Türkiye' de devrimci siyasal krizin yalýn bir emek-sermaye çeliþkisinden ya da demokrasi mücadelesinden doðmayacaðýný göstermiþtir." Devrimci krizin 'yalýn bir emek-sermaye çeliþkisinden doðacaðýný' kimin söylediðini bilmiyoruz ama bu karmaþýk söylemin 'yurtsever cephe' için bir arka plan oluþturmaya çalýþtýðýný anlýyoruz. Anlýyoruz anlamasýna da bu durumun ne türden strateji ve sýnýflar mevzilenmesi deðiþikliðine yol açtýðýný, anlatýlmadýðý için anlamakta güçlük çekiyoruz. Bizim bu güçlüðü aþabilmemiz için 'Sol' yeterince olmasa da yardýmcý olmaya çalýþýyor.

sorununa yaklaþýmý ile, son tahlilde 'ulusal solculardan' farkýný pek anlayamadýðýmýz 'Sol' da durumun farkýna vararak olsa gerek, sýnýf analizlerinden uzak sýnýf temellerine oturmayan derin stratejisinin zayýflýðýyla, okurlarýný ikna etmeye çalýþýyor ve þunlarý söylüyor:"Yurtseverliðin bu ülkede yerleþtirilmesi kaçýnýlmaz olarak milliyetçiliðin alanýnýn daraltýlmasý anlamýna gelmekle birlikte, milliyetçilikten rol çalmak olarak deðerlendirilemez." Bizi inandýrsa da kendi okuyucularýný bu konuda ikna etmesi oldukça güç. Hayýr söylediklerinin iç tutarlýlýðý veya tutarsýzlýðý baðlamýnda deðil. Son aldýðýmýz cümlenin birkaç satýr altýnda 'yurtseverlik için dediler' baþlýðýyla söylenenler oldukça ilginç ve ilginç olduðu kadar yaklaþýmýn gerçek yüzünü gösterir bir içeriðe sahipler. Konuyla ilgili yapýlan bir sorgulama da, bakýn sorulan kiþi, yurtseverliði nasýl anlamýþ ve nasýl anlatýyor: "Baþka bir açýdan yurtseverlik utangaç, milli aþýrýlýklarý törpülenmiþ bir milliyetçiliktir. Baþka bazý deðerlerle birlikte savunulduðunda bu utangaç milliyetçilik sola zarar vermez, yarar getirir." Oysa bu durumunun uzaktan yakýndan farkýnda olamadan, Kürtlerle ilgili kestirme çözümlere ulaþan 'Sol' onlarý bir çýrpýda 'kapitalist sýnýflarýn sözcüsü' konumuna, hiçbir saðlýklý gerekçe göstermeden, oturtmuþtur. Üstelik 'yurtseverliði' de bir söylem olarak onlarýn ellerinden alma çabasýndayken, analizlerinin sonuçlarýyla bir kez daha hesaplaþmasý gerekmez mi ? Yurtseverliði saðlam sayýlabilecek temellere oturtmaya çalýþan 'Sol' kendine saðlam zeminler kurabilmek için, 150 yýllýk Komünizm tarihinin tamamýnda yurtseverliðin kendini dayattýðý, yolunda bir takým tespitler yaparken Marx' a kadar uzanmaktadýr. "Hareketin geliþmiþ kapitalist ülkelere sýkýþtýðý ilk dönemlerde bile, Marx' ýn yurtsever görevlerin tatlý sürprizleriyle karþýlaþtýðý" yolunda belirlemeler de bulunurken, bir baþka bedahete de deðinmeden geçilemez: "…yurtseverliðin bir siyasal karakter olarak 'bütün ülkelerin iþçileri'ne eþit daðýlabileceðini asla düþünmemek gerekir." Belli ki bu ulvi görevin fazlasý yalnýz Türkiye iþçi sýnýfýna düþüyor. Her ne kadar bu topraklar da Kürtler de varsa bilinmelidir ki iþçi sýnýfýnýn vataný yoktur. Yurtseverliði savunmanýn gereði anlatýlýrken, kurulan analojide Ýlginç: "Sýnýfsýz sömürüsüz topluma giderken, sosyalist devletin en önemli araçlardan birisi olduðunu söylerken anarþistler karþýsýnda boynumuzu nasýl bükmüyorsak" yurtseverlik savunusu için de ayný þey geçerlidir. Bazý küçük ayrýntýlarý göz ardý ediyor 'Sol': 'devlet olmayan devlet gibi.' Ama yine bunun yanýnda niçin milletin çýkarlarýný deðil de iþçi sýnýfýnýn çýkarlarýný sosyalistlerin savunduðunu anlatmýyor. Yine sosyalizmin enternasyonalizminin ne

"Sol tam da bu yüzden tarihsel bir fýrsata sahip görünmektedir. Bunca sene anti-komünizmin ana besini olan ülke çýkarlarý egemenlik vatanýn bölünmezliði söylemi bu kez burjuva iktidarýnýn tepesinde sallanan keskin bir kýlýç görünümündedir. Baðýmsýz ve iktidar sahibi devlet söylemine halkçý ve yurtsever bir içerikle müdahale etmenin bu kýlýcý biraz daha bileylemesi mümkündür. Bu bir fýrsat olmanýn ötesinde bir zorunluluk olarak da deðerlendirilmelidir." Alýntý uzun ama muhteva oldukça dar. Ve yeni bir þey de söylemiyor. Bu nedenle son tahlilde her gereksiz tekrar gibi totoloji oluyor.Yani burjuvazinin boþta býraktýðý bazý görevlere talip olarak kitleleri yönlendirme çabasý söz konusu. Bu nedenle de her ne kadar devrimcilik adýna yapýlsa da, devrimci bir hatla baðdaþabilir bir tutum deðil. Çünkü milliyetçilik baðlamýnda, koþullar ve durum 'Sol'a göre þöyledir: "…sermaye sýnýfýnýn her zaman bir rezerv olarak canlý tuttuðu milliyetçi söylemin sýnýfsal karakterini, AB'ciliðini ve ABD'ciliðini sergilemek için bundan daha uygun bir zamanýn gelmesi çok zor görünmektedir." Tüm bu yaklaþýmlarý, özellikle Kürt Ulusal 71


Kurtuluþ anlattýðýný anlamaktan uzak, mantýkla baðdaþmasý güç bir söylem tutturuyor. Yine kendine özgü vecizelerden yararlanabilmemiz için hiçte cimri davranmýyor:"Ýnsan çok devrimci olunca nasýl 'sol sapma' olmuyorsa çok yurtsever olunca milliyetçi olmaz." Bir kez daha akýllara seza. Biz 'çok devrimciliði' anlamakta güçlük çekiyoruz ama, devrimciliðin azý nasýl oluyor ve ona ne deniyor, bundan 'Sol' hiç söz etmediði için aydýnlanamýyoruz. Belli ki bu türden sorulara da cevaplar verilmeye baþlandýðýnda literatür oldukça zenginleþecektir.

iliþkisine yer yok. Daha doðrusu yer var da dar geliyor. Çünkü her þeyin sorumlusu kadiri mutlak emperyalizm imdada yetiþiyor:"Türkiye Türküyle Kürdüyle yeniden emperyalizme baðýmlý hale geldi." deniyor. Emperyalizme karþý yurtseverlikten baþka bir þey gözü görmeyen 'Sol', pek nesnel olduðu söylenemez tespitleriyle, literatürü oldukça zorlayarak anlamsýz sonuçlara ulaþýyor. Sonuçlar bilgisizliðini sergileme yeteneðinin ipuçlarýný da veriyor. Ve yine onlara göre "…Kürt milliyetçiliðinin Kürtlere…Türk milliyetçiliðinin Türklere bir hayrý dokunmuyor." Bu saptamalara birkaç yönüyle katýlmak mümkün deðil.Ama þu bir gerçek ki ilk olarak; Türk egemenlerine bir hayrý var ki dünden bugüne bu temelde propaganda devam ediyor. Ýkinci olarak; enternasyonalizm ezen ve ezilen ulus milliyetçiliði arasýnda ayniyet oluþturmaya baþladýðýnda, enternasyonalizm olmaktan çýkar. Çünkü ezilen ulus milliyetçiliði demokratik bir muhteva taþýr.

'Sol' o denli geliþigüzel yazmaktadýr, ki birkaç satýr arayla birbirini ortadan kaldýran fikirler sýk sýk ortaya çýkmaktadýr. Kendimizi bu evrede 'yurtseverlik bahsiyle sýnýrladýðýmýz için bu konuyla ilgili bir örneði aktarmak yararlý olacaktýr. Hýzlý sosyalist devrimci 'Sol' ' milli demokratik devrim' den de hiçbir þey anlamadýðý için veya ezberleri doðrultusunda þöyle belirlemelerde bulunmaktadýr:"…milli demokratik devrim çizgisi iþçi sýnýfý ve yoksul köylülüðü düpedüz milliyetçi bir ideolojik hatta yerleþtirmiþtir." Bu satýrdan biraz aþaðýya inildiðinde ise bizleri bir baþka vecize beklemektedir. "Yurtseverliði anlamlandýrmanýn tek yolu onu devrim stratejisine yerleþtirmektir. Stratejiniz ne denli saðlamsa, bütün devrimci hareketler için gündemde olan milliyetçilik tehlikesinden o denli uzak durmuþ olursunuz." 'Milli demokratik devrim'de (adý üzerinde devrim) yurtseverlik hangi stratejiye yerleþtirilmiþtir ki, 'Sol'un stratejisinden farklý sonuçlar ortaya çýkmaktadýr. Veya yurtseverliðe 'anlam' kazandýrabilmek için, 'Sol' yazarý mý olmak gerekmektedir.

'Sol' burjuvazinin kendine ait olduðunu sandýðý ideolojik motifleri ele alarak, mücadele alanlarýnda, burjuvaziyi þaþkýn ve çaresiz bir hale düþürdüðü kanaatindedir. Sözü edilen ve burjuvaziyi þaþkýn bir hale düþüren konu ise yukarýdan beri sözünü ettiðimiz 'yurtseverlik' tir. Dolayýsýyla ve içine düþtüðü 'çaresizlik' nedeniyle bunun karþýsýna 'milliyetçiliði dikmeye çalýþýyormuþ'. Günaydýn dememek elde deðil. Ama tarihe bu denli taþýnmaya meraklý 'Sol'a sormak gerekmez mi, burjuvazi bu silahý ne zaman daðarcýðýndan çýkardý diye. Üstelik ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel geliþmelerin de bir sonucu olarak buna islamýn da eklendiðini görebilmek için büyüteç kullanma gereði mi var ? Her þey bir yana üç senedir tek baþýna hükümet olan partinin 'ideolojik motifi' Ýslam deðilmidir.? Bu baðlam da faþistlerle, siyasal islamýn çeliþkisi ve parsel kavgasý hemen her alanda kendini göstermiyor mu? Ama öznelliði ve egosantrik yaklaþýmýyla 'Sol' ýsrarla burjuvazinin kendinden, yani 'Sol' dan baþka bir tehlike görmediði yolundaki saptamalarý ispatlayabilmek için akla sýðmaz analizler yapýp gerçekliði alt üst etmektedir.

Kürtlerin kendi kaderini tayýn hakkýndan söz edebilme yeteneðine sahip olamayan 'Sol' týpký egemenler gibi 'Türklerin ve Kürtlerin ortak vataný'n dan söz ediyor. Yine ezen ve ezilen ayrýmýndan uzak soyut bir Türk-Kürt kardeþliðinden dem vuran 'Sol' durumu da oldukça 'bilimsel' bir tarzda açýklamaktadýr:"Çünkü, Türk-Kürt kardeþliði, baþka topraklarda pek rastlanmayacak türden bir kardeþliktir." Niçin böyledir, sorusuna aklý baþýnda bir cevap olanaðý pek yoktur. Çünkü Kürtlerin uzun zaman bu ülke de Bir Türk boyu olduðu anlatýldý. Oysa Kürtlerin yaþadýðý baþka coðrafyalarda adý üzerinde Kürt olduklarý söylendi. Oralarda sözgelimi kardeþlik, gerçeklik kendi adýyla dile geldiði için mi, söz konusu olmuyor? Yoksa egemen ulus þovenizmi bir yerlere sýzdýðý için mi bu kardeþlik söylemi bu denli yaygýnlýk kazanýyor. Üstelik bir diðer yandan da: "Üzerinde yaþanan vatan topraðý, emperyalist iþgalden ortak vatan olarak kurtarýldý. Ne ki, kurtarýlan toprak parçasý barýþ döneminde ortak vatan olmadý."saptamasý yapýlýyor. Yanlýþ anlamamak gerekiyor. Burada da ezen ezilen

'Sol'un aklý fikri emperyalizme karþý mücadele için 'toplumsal formasyonun bütünü üzerinden konuþmak ve de kapsayýcý bir söylemi tutturmak'týr. Bunun içinde 'Tamamen sýnýf temeline dayalý, etnik ve ulusal ayrýmcýlýðýn her türlüsünü reddeden bir proletarya yurtseverliði' peþinde koþmaktadýr. Akla, erkek egemen dünya da, erkeklerin kadýnlarla zaten eþit olduklarýný anlatan erkekler geliyor. Onlarýn söylemi de zaten yasalar diye baþlýyor. Yasalar eksikte olsa cins ayrýmcýlýðýna karþý çýkýyorlar, oysa ezilen ulusla ilgili olarak bu türden dayanaklar da yoksa, bu 72


Kurtuluþ eþitlik hangi 'proletarya yurtseverliði' temelinde gerçekleþtirilecektir? Ayrýca eþit olmayanlarýn eþitliði için, en azýndan kadýnlar söz konusu olduðunda pozitif ayrýmcýlýktan söz ediliyor, siz neler öneriyorsunuz? Ama bu türden sorular sorabilmek için öncelikle bir ulusal sorun tespiti ve yine bununla birlikte bu soruna özgü çözümleri dile getirmek gerekir, ayrýca belirmeye gerek yok ki bu türden çözümler, egemenler gibi birlikten baþka bir yol yok yerine, enternasyonalist bir içerik taþýmak zorundadýr ve bu nedenle de atýlmasý istenen adýmlar gönüllülük temelinde olmalýdýr. Özellikle bu konuda aðýrlýklý görev ezen ulus komünistlerine düþmektedir.

önce. Yani meseleyi 'sol' dan öðrenmemiþler. Ama biz biliyoruz ki onlarýn yurtseverliðinin muhtevasý olsun, yurtla kastedilen coðrafya olsun oldukça farklý. Bunlarýn 'Sol'a bir þeyler anlatmasý ise oldukça zor. Ayrýca özellikle dünya ve bölgede ortaya çýkan geliþmeler nedeniyle mücadele koþullarý oldukça aðýr. Bunun yanýnda geliþmelerin egemenlere sunduðu olanaklar nedeniyle bir yýðýn mücadele aracýný yitirmiþ durumdalar. Ama þu da bir gerçek ki, emperyalizmle baðlarýnýn düzenden daha sýký olduðunu söylemek, hem güç ve hem de hakkaniyete uygun deðil. Çünkü ayný coðrafya da ayný temelde emperyalizmle ortaklaþanlar var ve gelinen nokta da aslýnda onlarýn mücadele olanaklarýný kýsýtlýyorlar, zeminlerini daraltýyorlar. Buna karþýn takýndýklarý tavýr baðýmsýz bir hattý muhafaza çabasýdýr. Tüm bunlarý görmekten uzak 'Sol' un anlayýþýyla enternasyonalist iliþkiler oluþturulabilir mi ? Daha da doðrusu bu yaklaþýmýn enternasyonalizmle bir iliþkisi var mý ?

Yaptýðýmýz saptamalarla uzaktan yakýndan bir ilgisi olmayan 'Sol' oldukça keyfi analizlerle ve ulusal meselenin hiç farkýnda olmayarak, tipik egemen ulus ferdi gibi konuþmaktadýr. Dolayýsýyla O'nun birlik arayýþý aslýnda karþýtlýk anlamýna gelmektedir. Aklý fikri Kürt emekçilerindedir ama, Kürt emekçilerini örgütlemiþ olanlarý görmezden gelmek O'nun asli görevi gibidir. Þu sözleri enternasyonalist bir anlayýþla, hem anlamak ve hem de yorumlamak oldukça güçtür. "Düzenin tekerine kitlesel bir halk isyaný ile çomak sokan ve sosyalist öðeler barýndýran iddialý bir silahlý özneden bu kez emperyalistlerle düzenin kendisinden belki de daha sýký baðlarý olan belli bir 'demokratik' yapýya evrilmiþtir bu tehdit." Buradaki tehditle kastedilen ulusal hareket. Ýlginçtir açýk alanda onlar da kendilerine 'yurtsever' diyorlar. Üstelikte her ne kadar emperyalizmin ve ülke kapitalizminin bugünkü verilerine dayandýrmasalar da kendilerini böyle isimlendirmeleri 'Sol'dan epey

Gerçi kendilerini ýsrarla yurtsever olarak niteleyenleri biz, enternasyonalist bir temelde, yani komünizm temelinde eleþtirmeye çalýþýyoruz. 'Sol'un Yalçýn Küçük'le ünsiyetini de düþündüðünde insan elde olmadan Küçük tarzýnda düþünmeye itiliyor. Biliniyor ki Yalçýn Küçük akla gelmedik ilintileri akla gelmedik noktalardan kurabilme yeteneðine sahip biridir. Yine elde olmadan bu denli yurtseverlikten söz edenlerin 'yurtlarý' konusunda insan kuþkulanmadan edemiyor. Acaba bu denli yurtseverlik ne türden bir eksikliðin ürünü veya 'komünistlerin vataný yoktur' belgisini mi ispatlamaya çalýþýyorlar ? Bu kadar nostalji insana acaba dedirtiyor.

* * *

73


Kurtuluþ

Bölgesel Devrim ve Halklarýn Birlik Olanaklarý -IABD emperyalizmi, emperyalist-kapitalist sistem içinde hegemonyasýný pekiþtirmek ve stratejikl müttefiki Ýsrail'in güvenliðini saðlayarak, Ýsrail'in bölgede güç merkezi olmasýnýn önündeki engelleri kaldýrmak için bölge üzerindeki denetimini arttýrma yönünde ürettiði politikalar gereði, Ýran ve Suriye'yi çökerme planlarýný adým adým uygulamaya koyuyor. Türkiye ise, geniþletilmiþ Ortadoðu ve Kuzey Afrika projesinde aldýðý role uygun olarak, oligarþinin çýkarlarý doðrultusunda, Ýsrail'le birklikte bölgede güç merkezi olma yolunda ABD-Ýsrail bloðuyla birlikte hareket ediyor. Bölgeye ve Ýran'a yönelik bu iliþkiler yumaðý içinde PKK, ABD ile Türkiye arasýnda temel pazarlýk konusu oluyor. Türkiye oligarþisi, özeldede militarist güçler, Ýran'a yönelik bir saldýrý planýnda, yayýlmacý amaçlarla ve PKK'nin imha edilmesi karþýlýðýnda yer almaya hevesli görünüyor. Türkiye egemenleri, bir yandan da yeni bir "Kürt savaþý" ný týrmandýrýyor. Operasyonlar birbirini izliyor. Üstelik bu savaþý týrmandýrma konsepti, Kürt sorununda yeni bir evreye geçildiði süreçte gerçekleþtiriliyor. Güneyde Kürt Federe Devleti'nin giderek resmileþtiði, Celal Talabani'nin Irak devlet baþkaný olduðu, Türkiye'nin "kýrmýzý çizgileri" nin silikleþtiði, Barzani ve Talabani ile TC'nin iliþkilerinin yeniden kurulduðu, güneydeki fiili Kürt oluþumunun tanýnmasý yönünde TC'nin politika deðiþikliklerine gittiði, Baþbakan'ýn "Kürt sorunu" ndan söz ettiði bir süreçte...

Mustafa Kahya

Genel Kurmay, ABD'nin PKK'ye silahla saldýr74


Kurtuluþ ma konusundaki çekincelerine anlayýþ gösterirken, ABD de, TSK'nýn baþlatacaðý yeni bir savaþa diyeceðinin olmadýðýný ifade etti.

Bugün Ortadoðu'da olup biteni "11 Eylül vak'asý" ile açýklayarak rahat edenlere, petrol ve hegemonya savaþlarýnýn çok önceden hazýrlandýðýný göstermek yararlýdýr. Bu, "terörizm, kitle imha silahlarý, insan haklarý ihlali v.b." bahanelerini çürütmek için gereklidir. Nitekim bu anlaþmanýn imzacýsý R.Perle, 1984'de, Türk-ABD Yüksek Savunma Konseyi 4. Dönem toplantýsýnda, kehanete benzer bir açýklama yapmýþtý: "Er veya geç, Amerika Ortadoðu'da bir ülke tarafýndan yardýma çaðrýlacak." Acaba Perle, daha o sýralarda ABD'nin, Saddam'ý, onun etrafýný saran CÝA ajanlarý eliyle Kuweyt'i iþgale kýþkýrttýðýný ve kýþkýrtýlan Saddam'ýn böylece oyuna getirildiðini mi ima etmiþti? Bunu bilemeyiz. Ama bu sözlerden çýkan þu sonucu biliyoruz: ABD emperyalizmi daha o zaman, Basra'yý ele geçirmeye çoktan karar vermiþti.

Eðer durum buysa, biz yalnýz yeni bir kirli savaþla deðil, Büyük Orta Doðu Projesi'nin hedeflerine doðru tehlikeli ilk adýmlarla yüz yüzeyiz demektir. Bugünün sýcak geliþmelerini analiz etmeden önce, bugünün þekillenip geliþtiði yakýn geçmiþe göz atmakta yarar var. -IIBirinci Basra savaþýna Türkiye'nin neden "ortak" olamadýðý üzerinde pek fazla durulmadý. Þimdi önce bu sorunu ele alalým. 1979-80 yýllarýnýn olaylarýný yalnýz baþlýklarýyla anýmsayalým: Ýran'da Humeyni "devrimi".

Biz yeniden Muþ ve Batman üslerine dönelim. Bu arada söz konusu üslerin aðýr bombardýman ve kargo uçaklarýnýn iniþ ve kalkýþýna uygun inþa edildiðini anýmsatalým.

Ýran-Irak savaþý. Polonya'da Solidarnoþ ayaklanmasý. Sovyetlerin Afganistan'ý iþgali. Türkiye'de 12 Eylül darbesi...

Bilindiði gibi 1950 baþlarýnda, Türkiye, Ýran, Irak ve Pakistan'ýn da üye olduðu CENTO, Sovyetler Birliði'ni Basra ve Hint Okyanusu'ndan tecrit ederek kuþatan saldýrgan bir pakt olarak kuruldu. Bunun önemi neydi? Bunun önemini anlamak için þu sayýlara bakmak yeterlidir: CENTO ülkelerinin hava sahalarýný Sovyet uçaklarýna kapatmasýyla, bir Sovyet uçaðýnýn Basra'ya uçabilmek için 13 bin millik bir yol katetmesi gerekli olmuþtu. Oysa Ýncirlik'ten kalkan bir uçak Basra'ya yalnýzca bin millik bir mesafe katediyordu.

Reagan'ýn "yýldýzlar savaþý"ný ilan etmesi ve "komünizmi tarihin çöplüðüne gömeceðini" açýklamasý ile simgelenen "ikinci soðuk savaþ" dönemi böyle baþladý ve 80 ortasýnda Gorbaçov'un iktidara gelmesiyle birlikte, Sovyetler "çöküþ" aþamasýna girdi. Yukarda sýralanan olaylar "ikinci soðuk savaþ"ýn stratejik çatýþmalarýydý. Bütün bunlarýn Ortadoðu sorunlarýyla ilgisi var mýydý? Elbette vardý. Daha o yýllarda, 80 baþlarýnda ABD Basra Körfezini, bir kere daha ve bu defa büyük bir vurguyla kendi "güvenlik alaný" olarak ilan etmiþ, ABD-Sovyet donanmalarý Hürmüz açýklarýnda karþýlýklý mevzilenmiþti.

CENTO Ýran'da Humeyni "devrimiyle" çöktü. Bu Sovyetlerin kuþatýlmasýnda stratejik bir gedik açtý. Hemen ayný dönemde SSCB Afganistan'ý iþgal etti. Böylece SSCB'nin Basra'dan tecrit edilmesi bütünüyle olanaksýz hale geldi. Çünkü o zamana kadar Basra'ya 13 bin mil uzakta olan SSCB, Afganistan iþgaliyle birlikte Basra'nýn yakýnýndaydý artýk. Sovyet uçaklarý yalnýzca 500 mil uçarak Basra'ya ulaþabiliyorlardý.

1982 yýlýnda "Co-Located Operation Bases" yani "Zincirleme Harekat Üsleri" (COB) anlaþmasý Türkiye ile ABD arasýnda imzalandý. Anlaþma metninin altýnda hepimizin tanýdýðý bir isim ve bir Türk orgeneralinin ismi vardý: Richard Perle ve Genel Kurmay 2. Baþkaný Org. Öztorun.

Ýþte bu stratejik deðiþikliðe ABD Muþ ve Batman üsleriyle karþýlýk verdi. Muþ ile Tahran arasý 500 ve Batman'la Basra arasý 700 mildi.

Bu anlaþmayla biri Muþ'ta ve öteki de Batman'da olmak üzere NATO kýlýfý altýnda iki saldýrý üssü ABD'ye verilmiþti. Bu üsler hangi amaçla kurulmuþtu? 1984 yýlýnda ABD Kongresi Araþtýrma Merkezi Savunma Bölümü Baþkaný Richard Grimmet þöyle diyordu: "Muþ ve Batman'da kurduðumuz üsler Basra Körfezinin istikrarýný garanti ediyor."

Þimdi durum ne? SSCB yok. Afganistan ve Irak ABD iþgali altýnda. ABD Basra'da. Bütün bu büyük savaþ manevralarý ve karþýlýklý darbeler ortamýnda Kürt Özgürlük Hareketi'nin rolünü gözden kaçýrmamak gerekir. 75


Kurtuluþ Kaynaklar, Richard Perle'nin 1980 sonlarýnda Muþ ve Batman üslerini gezdiðini bildiriyor. Birinci Basra savaþý eþikte. Ýþte bu sýrada emperyalizmin bu sinir merkezinde büyük bir patlama oldu. Kürt Özgürlük Hareketi bu sinir merkezini felce uðrattý. 1982 yýlýnda Türk militarizmiyle, 12 Eylülcü generallerle COB anlaþmasýný imzalayan, Muþ ve Batman üslerini kuran ABD emperyalizminin hesap edemediði büyük bir geliþmeydi bu. Bugün büyük bir sorumsuzluk ve hatta utanmazlýkla Kürt Özgürlük Hareketi'ni karalayan ulusalcýlar ve onlarýn peþine takýlmýþ olan ulusal solcular, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ABD emperyalizminin Türk militarizmiyle birlikte giriþtiði stratejik Ortadoðu saldýrýsýna vurduðu aðýr darbeden habersizler. Söz konusu anlaþmada imzasý bulunan Genel Kurmay'ýn, daha sonra Genel Kurmay baþkanlýðýný yapan Necip Toruntay'ýn, 1989 yýlýnda Birinci Basra Savaþý'na Özal'a raðmen Türkiye'nin katýlmasýna karþý çýkýþýnýn ve istifa etmek zorunda kalýþýnýn altýnda yatan, diðer nedenlerin yaný sýra tüm bu Amerikan üslerini kuþatan ve askeri bir harekatýn cephe gerisini elde tutan Kürt Özgürlükçü güçlerinin varlýðý deðil mi?

eþiðinde V.Ý.Lenin tarafýndan, K.Marks'ýn öðretisi temelinde geliþtirilen Emperyalizm teorisinin ortaya koyduðu kapitalizmin tekelci aþamasýna özgü geliþmelerdir. Dünya kapitalizminin bugünkü özellikleri ve baþlýca geliþme yönleri bir yanýyla hiç kuþkusuz ki akademik bir sorundur. Günümüzde pek çok marksist akademisyen küreselleþme süreçlerini, tekellerin ulus devletlerin sýnýrlarýný aþma sürecinde geçirdikleri deðiþimleri, bilimsel-teknik geliþmelerin artýk-deðer elde etme süreçlerine yaptýðý etkileri, iþçi sýnýfýnýn bileþimindeki deðiþiklikleri ve daha pek çok yeni sorunlarý, her þeyden önce de ekolojik dengedeki bozulmalarýn muhtemel sonuçlarýný ve çeliþkiler yumaðýna dönen dünya sosyo-ekonomik yapýsýnda cinsiyetçiliðin yeni boyutlarýný, kýsaca entelektüel yaþamýmýzýn temel sorunlarýný canlý bir þekilde tartýþýyorlar. Politik mücadele içinde olan hiçbir devrimci bu tartýþmalara yabancý kalamaz. Ancak her akademik tartýþma, doðasý gereði ucu açýk bir tartýþmadýr. Örneðin Lenin, henüz akademisyenler arasýnda canlý tartýþmalarýn yürüdüðü bir dönemde emperyalizm sorununu ele alýrken, bu sorunun uzun ve hatta sonu gelmez tartýþmalarýn konusu olduðunu yazmýþtý. Ama ayný Lenin, bütün bilimsel, akademik tartýþmalarýn önünü kesmeksizin, bu sorunu politik açýdan ele almak gerektiðini, bilimsel, akademik tartýþma süre giderken, birikmiþ bilgiler ýþýðýnda acil politik sonuçlar çýkartmanýn zorunlu olduðunu göstermiþti.

Tarih emperyalizme karþý yalnýzca baðýranýn deðil, eylemli, örgütlü ve etkili rol oynayanlarýn anti emperyalist adýna layýk olduðunu yazar. Hiç kuþkusuz deðerli olan bir mitingle 1 Mart tezkeresinin TBMM'den geçmemesindeki katkýlarýný göklere çýkaranlar, Birinci Irak Savaþý'na "bir koyup on alma" hevesine kapýlan Özal hükümetinin neden ortak olamadýðýný, bu tarihsel olayda Kürt Özgürlük Hareketinin öyle miting, yürüyüþ, sempozyum filan deðil, gerçek bir caydýrýcý güçle nasýl bir engel yarattýðýný düþünmelidirler.

Lenin'in emperyalizm olgusundan çýkarttýðý politik sonuçlar neydi? Her þeyden önce, kapitalizmin tekelci aþamasýnda az sayýda emperyalist ülke arasýnda, dünya pazarlarýný yeniden paylaþmak amacýyla keskin ve uzlaþmaz bir rekabetin zorunlu olduðu, bu rekabetin ise emperyalist paylaþým savaþlarýný kaçýnýlmaz kýlacaðý düþüncesini kilit sonuç olarak ortaya kondu. Buradan ise, daha sonra Ekim devrimi ile doðrulanacak olan þu sonuca vardý: Emperyalizm sosyalizmin arifesidir.

O günlerden bu yana büyük bir emperyalist deðiþim oldu. 1989 Basra Savaþý gerçekte "soðuk savaþa" Sovyetlerin yenilgisiyle son verdi ve yeni, fakat kendine özgü bir üçüncü paylaþým döneminin bölgesel savaþlar zincirine yol açtý. -IIIYukarda yazdýklarýmýz ABD emperyalizminin Basra petrollerine el koyma, bölgedeki en büyük müttefiki Ýsrail'in hegemon konumunu güvenceye alma ve 1990 öncesinde esas olarak Sovyetler Birliði'ni geriletme, 90 sonrasýnda ise öteki emperyalist merkezlere -Almanya ve Fransa'nýn baþýný çektiði AB'ye ve Japonya'ya- üstün gelme ve günümüzde bunlara ek olarak da Þanghay 6'lýsýnýn motor güçlerini -baþta Çin ve sonra da Rusya'yý- durdurma politikasýnýn 11 Eylül Ýkiz Kuleler olayý ile hiçbir ilgisi olmadýðýný vurguluyor. Karþý karþýya olduðumuz geliþmeler daha Birinci Paylaþým Savaþý

Türkiye sosyalist hareketi 12 Eylülden beri yalnýz örgütsel ve politik bakýmdan aðýr darbeler yemekle kalmadý. Sosyalistlerin entelektüel, akademik potansiyelleri de aðýr darbeler yedi. Bu koþullarda biz, elbette bizim dýþýmýzda yürüyen tartýþmalarý küçümsemek þöyle dursun, bunlara büyük bir önem vermeliyiz. Ama, tarihin önümüze koyduðu görevler, günümüzün hýzlý geliþmeleri hesaba katýlýrsa, bizlere bu tartýþmalarýn sonuçlanmasýný bekleme lüksünü vermiyor. Lenin'in dediði gibi biz, bütün entelektüel riskleri göze alarak, "her zaman yeni olan eski 76


Kurtuluþ düþüncelerle" emperyalizmin çaðdaþ görünüm biçimlerinden acil politik sonuçlar çýkartmak zorundayýz.

yerindeyse, "sahipsiz bir pazar" durumuna geldi. Ukrayna'dan, Baltýk Cumhuriyetlerine, Balkanlardan, Doðu Avrupa devletlerine, Rusya'nýn kendisinden eski Asya Sovyet Cumhuriyetlerine kadar kýtasal bir alan kapitalizme açýldý. Bu kadar deðil. O ana kadar ulusal pazarlarýný büyük ölçüde Batý ülkelerine kapayan bir dizi "üçüncü dünya" ülkesi, örneðin Irak, Yemen, Suriye ve ötekiler Sovyetlerin çökmesiyle birlikte dünya kapitalist pazarýnýn doðrudan bir parçasý haline geldi.

Bugün durum ne? Kimi sol akademisyenler her ne kadar "emperyalizm" kavramýný kullanmaktan kaçýnýyor ise de, biz, var olan, açýk, tartýþmasýz olgularý hesaba kattýðýmýz zaman günümüz tekelci kapitalizminin, ne denli yeni özellikler taþýyor olursa olsun, bugün de emperyalizm olarak nitelenmesinin doðru olduðunu düþünüyoruz. Lenin'in vaktiyle 20. yüzyýl kapitalizminin analizinden çýkardýðý temel politik sonuçlar, kimi yeni özellikleriyle birlikte esas olarak günümüzde de geçerlidir.

O güne kadar reel sosyalizmin egemen olduðu ülkelerin ve o ülkelerle ekonomik iliþkilere aðýrlýk veren "üçüncü dünya" ülkelerinin bir anda, hatta beklenmedik bir anda dünya kapitalist pazarýnýn organik bir parçasý haline gelmesi nasýl bir durumdu? Bu, emperyalizm açýsýndan henüz paylaþýlmamýþ milyonlarca sömürülecek emekçiye sahip dev bir pazar demekti. Paylaþýlmamýþ pazarlar paylaþýlýr! Böylece dünya kapitalist devleri, bu "sahipsiz pazarlarý" fethe çýktýlar.

Günümüzde de emperyalist merkezler arasýnda keskin ve uzlaþmaz bir pazar paylaþým rekabeti sürüyor ve bu rekabet, geçmiþten farklý olarak, bu emperyalist merkezler arasýnda olmasa da, ayný emperyalist merkezlerin birbirlerinin zararýna yürüttükleri bölgesel savaþlarý kaçýnýlmaz kýlýyor. Buradan nasýl bir sonuç çýkarabiliriz? Sanýrýz, buradan çýkarýlacak sonuç, dünya devrimiyle doðrudan bir bað kurulamasa da, bütün bölgesel savaþlarýn, ayný zamanda bölgesel devrimlerin þafaðý olduðu sonucudur.

Üçüncü paylaþým rekabeti ve bu rekabetin yol açtýðý bölgesel emperyalist savaþlar iþte bu tarihsel geliþmenin sonucudur.

Tamda bu noktada, bölgede nesnel olarak ortaya çýkan devrim olanaðý ve emperyalist-kapitalist sistemden kopuþ imkanlarý, öznel durum nedeniyle bir hayali düþünce gibi duruyor. Subjektif faktörler baz alýndýðýnda, bölgesel devrim, neredeyse imkansýzýn teorisi olarak görünüyor. Determinist yaklaþýmlar, nesnel durumun kaçýnýlmaz olarak kendi mantýki sonucunu yaratacaðý gibi kaderci bir düþünceyle hareket ediyorlar. Subjektif faktörlerin durumundan hareketle, nesnelliði gözardý ederek "bölgede böyle bir imkan yok" teziyle, "nesnel durum uygun ama ortada özne yok. Varolan öznelerde islami tandanslý. O nedenle görünür gelecekte bölgesel devrim imkansýzdýr" tezi, birbirinin zýttý gibi görünselerde birbirini besleyerek, bölgesel devrim olanaklarýný gözardý ediyor.

Bu paylaþým rekabeti ve bölgesel savaþlar dönemine girilirken, dünyada baþlýca üç emperyalist merkez vardý: ABD, Japonya ve AB'ye egemen AlmanyaFransa...Bu üç emperyalist merkez arasýnda ABD rakipsiz askeri bir güç olduðu için yeni paylaþýmda avantajlý bir konuma sahip oldu. Gerçi Almanya Hýrvatistan'ý kýþkýrtarak Yugoslavya'yý parçaladý, Demokratik Almanya'yý ilhak etti. AB ülkeleri, Doðu Avrupa ülkelerini "uygar sömürgecilere" has bir yöntemle AB'ye kattý. Ama buna karþýlýk ABD, tüm rakiplerinin kalbine yönelen stratejik bir saldýrýyý baþlattý. Petrol ve enerji alanlarýna, kavþaklarýna teker teker el koymaya baþladý. Ýnsanlýk bir dizi bölgesel savaþlara tanýk oldu. Burada yeni olan bir olgu var. Þanghay altýlýsý. Þu sýralar Çin'in dünya pazarlarýnda, özellikle Asya pazarlarýnda þaþýrtýcý ataðý tüm emperyalist merkezleri kaygýlandýrýyor. Geçmiþte Sovyet ekonomisine karþý uygulanan ve bu ülkede sosyalist ekonominin çarpýklaþmasýnda ve krizinde önemli bir rol oynayan ekonomik abluka yerine Çin pazarýna sermaye ihraç etmenin ciddi bedeli bu kapitalist ülkelerin önüne gelmiþ bulunuyor. Çin pazarýný paylaþmaya kalkýþan emperyalist ülkeler, þimdi dünya pazarýný Çinle paylaþmak zorunda kalmanýn sorunlarýný yaþýyor.

Nesnel durumun uygunluðu, sosyalistlerin önüne bu nesnelliðin ortaya çýkardýðý görev tarifini koyar. "Somut koþullarýn, somut analizi" bu koþullar üzerinden bir devrim imkanýný gündemleþtiren öznelerin varlýðýný, nesnelliðe iradi müdahale araçlarýnýn yaratýlmasýný ve hedefe yönelik güçler mevzilenmesinin oluþturulmasýný zorunlu kýlar. -IVSSCB 1991 yýlýnda çözülüp, tarihe karýþtýðý zaman, daha önce "reel sosyalizm"in hüküm sürdüðü muazzam bir ekonomik alan, kendiliðinden, deyim

Bu olguyu görmeden, þu anda Þanghay altýlýsýnýn bileþenlerinden Kýrgýzistan'da ve Özbekistan'da olan77


Kurtuluþ larý anlamak mümkün olamaz. Afganistan ve Irak iþgalinin devamýdýr bütün bu olaylar. ABD'nin Özbekistan'da askeri üsler elde ettiðini ve þu anda müttefiki olan eski komünist Kerimov'un iktidarýný korumakla, onun yerine daha saðlam bir müttefik getirme þýklarý arasýnda bocaladýðýný kaydetmekle yetinelim.

emperyalizmin onlarý birbirlerine düþürerek, yaþadýklarý topraklarý birer kapitalist pazar olarak ele geçirmek amacýyla yaktýklarý savaþ ateþleridir. Irak'ta süren savaþ, þu günlerde bizim yaþadýðýmýz topraklarda bir kere daha yayýlýyor. Asker ve gerilla tabutlarý yeniden topraða veriliyor. ABD emperyalizmi, Ýran'a yönelik bir savaþ tehdidini devreye sokuyor.

Bütün bunlardan çýkan sonuç nedir? Þudur: Üçüncü paylaþým rekabeti, "kadife devrimlere" tanýk olan Ukrayna'dan, Gürcistan'a, buralardan Kýrgýzistan ve Özbekistan'a kadar dünyanýn büyük alanlarýna daha þimdiden yayýlmýþ bulunuyor. Artýk iyice anlaþýlýyor ki, Afganistan ve Irak iþgalleri yalnýzca bir baþlangýçtýr. Suriye ve Ýran, Ermenistan ve Asya ülkeleri bölgesel emperyalist savaþlarýn alanýdýr artýk.

Emperyalizmin ve yerli egemenlerin gücü karþýsýnda halklarýn özgürlük ve barýþ mücadelesi eþitsiz koþullarda sürüyor. Bu mücadele umutsuz mu? Eðer her halk, kendini öteki halklardan yalýtlarsa, emperyalizmin onlarý birbirlerine düþürme politikasý karþýsýnda çaresiz kalýnýrsa, bu mücadelelerin umutsuz bir dava haline gelmesi kaçýnýlmazdýr. Halklarýn emperyalizme karþý güçlü bir anti emperyalist cephe kurmasý biricik çaredir.

Bu tablo neyi gösteriyor? Bize kalýrsa bu tablo, þiddetten arýnmýþ, milli ve etnik düþmanlýklardan temizlenmiþ, demokratik bir insanlýk birliðinin iyi niyetli çaðrýlarla, orijinal ve çekici projelerle saðlanamayacaðýný gösteriyor.

Bunun olanaklarý var mý? Marksist teori bu olanaklarýn varlýðýný görmemize izin veriyor. Komünist Manifestoda nasýl ki, Marks ve Engels, kapitalizmin kendi mezar kazýcýlarýný kendi elleriyle yarattýðýný yazarak, sýnýf mücadelesi diyalektiðini parlak bir þekilde ortaya koyduysa, emperyalizm çaðýnda da Lenin emperyalist savaþ ateþlerini yakanlarýn kendi sonlarýný hazýrlayacak olan koþullarý yarattýðýný kanýtlamýþtý.

Gerçi henüz emperyalizm gerçeðini derinlemesine kavrayamamýþ, bütün bu çatýþma ve savaþlarýn, etnik ve milli boðazlaþmalarýn emperyalizm çaðýnda kaçýnýlmaz olduðu gerçeðini bilincine sindirememiþ savaþ karþýtlarýnýn ya da "pasifistlerin", kýsaca sorunlarý kaðýt üstündeki projelerle çözmek isteyenlerin birer "sivil toplum" ya da kamu oyu gücü olduklarýný inkar edemeyiz. Onlarýn çaðrýlarý, eðer devrimci güçler doðru bildikleri yolda kararlý adýmlarla yürürlerse, sanýlandan da öte maddi bir güce dönüþebilir. Biz onlarý, kendi devrimci yolumuzda, geçmiþten farklý olarak, birer engel olarak deðil, emperyalist saldýrganlýðý göðüslemede birer müttefik olarak görüyoruz.

Günümüzde de emperyalizme karþý savaþýn diyalektiði gözlerimizin önündedir. Kaðýt üzerinde halklar arasýnda dostluk projeleri deðil, fakat bölgesel emperyalist savaþlarýn dinamiði halklarýn bölgesel birliklerini zorluyor. Bölgesel emperyalist savaþlar madem ki kaçýnýlmazdýr, madem ki bölgesel emperyalist savaþlar tüm bölge emekçi halklarýný boyunduruk altýna almayý amaçlamaktadýr, o halde halklarýn bölgesel çaplý enternasyonal birlikleri, dayanýþmalarý ve gelecekte ortak siyasal örgütlenmeleri ve ortak "devlet olmayan devletleri" bu halklarýn gündemindedir. Emperyalizm bizzat, halklarýn özgürlük ve kurtuluþunu onlarýn gündemine getirmiþtir.

Barýþ çaðrýlarýnýn, ancak kendi öz güçlerini koruyabilen, barýþý elde etme adýna kendilerine dayatýlan eþitsiz, haksýz ve emperyalist barýþa teslim olmayan güçler tarafýndan yapýldýðý zaman amacýna ulaþacaðý tarihin öðrettiði bir gerçek. Bu tarihsel gerçek, bizim coðrafyamýzda, Kürt halkýnýn deneyimiyle bir kez daha kanýtlanmýþtýr. Deneyimli halklar emperyalizm gerçeðini, bir çok aydýndan farklý olarak hücrelerinde duyuyorlar ve onlar, en parlak teorilerden çok daha etkili bir sýnýfsal ön seziyle emperyalizmin savaþ demek olduðunu biliyorlar.

Ufku çýplak gözle seyreden, ufukta savaþtan, yýkýmdan, ezilmiþlikten ve emperyalizmin gücünden baþka bir þey göremez. Ama bilimsel marksist teorinin dürbünüyle ufka bakanlar, orada heyecan verici, umut verici, iyimserlik aþýlayýcý çok þey göreceklerdir.

Þimdi bu halklarýn önünde duran temel sorun,

* * * 78


Kurtuluþ

“Gýlgamýþ’ýn Mirasý” Kitabýna Giriþ* * Siyasal bilimci Prof. Dr. Ekkehard Sauermann'ýn bu giriþ yazýsý, Abdullah Öcalan'ýn Almanca "Gilgameschs Erben" [Gýlgamýþ'ýn Mirasý] adýyla yayýnlanan "Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlýða" kitabýnda yer almaktadýr.

B

u kapsamlý kitap yüksek iddia ve etki gücüne sahip bir çaðdaþ tarihsel belgedir: Ulusal ve uluslararasý ölçülerde önemli toplumsal iþlevleri niteleyen özelikler ve yeteneklere sahip günümüzün bir þahsiyeti, bu kitapla kendini dinlettiriyor. Abdullah Öcalan burada kendisine geniþ bir kamusal etki saðlayabilecek ruhun (Geist) mükemmel bir keskinliði ve derinliðini (Geist) ortaya koyuyor. Fakat o, sonuç olarak kendisinin [yarattýðý] politik etkiden tamamen tecrit edilmiþtir ve fiziksel ve ruhsal imha tehdidi altýndadýr. Bir çok aydýn, zamanýnýn ruhuna karþý çýkan ver bu yüzden kovuþturulan, hapsedilen ve öldürülen ve böylece insan uygarlýðýnýn çatýþmalý tarihine örnek olarak geçen tarihsel þahsiyetlere hayranlýk duyuyorlar. Bu tür þahsiyetlerin sözlerine özel eðilim gösterilmesi, onlarýn düþünsel yapýtlarýnýn yaþamlarý sýrasýnda kamuoyundan yasaklanmasý ve çoðu kez de ancak ölümlerinden çok uzun yýllar sonra insanlýða ulaþmalarýndan dolayýdýr. Bu tür yapýtlarýn okunmasýnda ufakçý, bilgiç bir tavra yer yoktur. Okuma sýrasýndaki sabýr ve anlayýþ, bu tür yapýtlarýn olaðanüstü koþullar altýnda ortaya çýktýðý bilgisinden kaynaklanýr. Bundan dolayý bu tür bir yapýtý okuma ve ona özel bir dikkat harcama içgüdüsü, kovuþturmaya uðramýþ yazarla ahlaki ve düþünsel bir dayanýþmayla baðlantýlýdýr. Abdullah Öcalan'ýn kitabý da bu gelenek içerisinde yer alýr ve bu onun burada sunulan yapýtýna eðilmeyi dayatan bir nedendir.

Ekkehard Sauermann

Bu yapýtýn daha önceki sayýsýz öncelleri karþýsýnda güncel üstünlüðü, onun Abdullah Öcalan'ýn çað-

Çeviri: Ýrfan Cüre 79


Kurtuluþ daþlarý, taraftarlarý ve mücadele arkadaþlarýnýn hepsine doðrudan yönelmesi ve zamanýmýzýn acil varlýkyokluk sorularýnýn yanýtlanmasýnda bir yol bulmakta yardýmcý olmasýdýr.

Abdullah Öcalan kendisinin bugüne kadarki ve þimdiki mücadelesini, toplumsal geliþiminin bir öznesi olarak kabul edilmesi ve korunmasýný ortaya koymaktadýr. Buradan da kendi onuru korumak ve insanlýðýn onurunu savunmak için kendilerine benzer bir geliþim süreci geçirmek nesnel olarak dayatýlan herkesle köprü kurmaktadýr. Onun diyalogu bu bireysel ve ayný zamanda toplumsal sürece yöneliktir.

Bununla baðlantýlý olarak yapýta politik yaklaþým, esas olarak ölüm cezasýna mahkum edilmiþ, Türkiye'deki deðiþen hukuksal duruma raðmen bu tehditten henüz kurtulamamýþ ve Ýmralý adasýnda çevresinde sadece askeri gardiyanlar olan tek baþýna bir tutuklu olarak manevi ve fiziksel olarak hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda bulunan bu yazarla düþünsel ve pratik etkili bir dayanýþma gösterme þansýný gizlemektedir. Yazýlarý bu hayatta kalma mücadelesinin sonucudur; bakýþýný kendi bireysel varlýðý üzerinden Kürt halkýnýn, Ortadoðu halklarýnýn ve nihayet tüm insanlýðýn yaþamýna ve hayatta kalmasýna yönelten yazarýn iþitilmedik ruhsal ve manevi gerilim ve çabasýný belgeler. Kendi kaderiyle ilgili aþýrý tehditler karþýsýnda bile Abdullah Öcalan, yüksek bir gözetleme kulesinden bakarak Kürt halkýnýn ve ayný zamanda tüm dünya toplumunun kaderi üzerine eðilip yoðunlaþacak gücü ve büyüklüðü bulabiliyor.

Kamuoyu önünde tartýþma olanaklarý kendisine kapatýlmýþ olduðu ve bir suskunluk duvarýyla çevrilmek ve tam tecrit edilmek istendiði için, Öcalan bu yazýlar aracýlýðýyla diyalog hazýrlýðýna yoðunlaþýyor. Diyalogsal karakterinin bir sonucu olarak, yapýtýnýn iki cildi de bitmiþ ve olgunlaþmýþ olarak deðil, aksine bir atölye kitabý (taslak) olarak kavranmalýdýr. Öcalan, bu yazýlarý sadece okumakla kalmayýp aksine onlarla aktif ve eleþtirel olarak hesaplaþmak isteyen okurlarý, ortak olarak kendi düþünce atölyesine çekiyor. Yazýlarýn bu diyalog ve taslak kitap karakterinden, diyalog türü bir konuþmada alýþýldýk olduðu üzere, defalarca tekrarlama ve vurgulamalarý da içeren bir döngüsel tarz gibi baþkaca sonuçlar da ortaya çýkýyor: Bu yapýtý olabildiðince hýzlý bir biçimde okuyup hedefe gelmek isteyen kimse, þaþkýnlýða düþebilir. Fakat buna karþýlýk bu alýþýlmadýk yazarla zahmetli ve yaratýcý bir diyaloga kendini verenler ise, tüm bir yollar aðýný oluþturan bu yan ve arka yollardan kazançlý çýkarlar.

Bu alýþýlmadýk yoðunlaþma süreçlerinin sonuçlarý, meydan okuyucu, kýþkýrtýcý, kýsmen yanýltýcý ve þoke edicidir; ama baþtan aþaðý da yapýcý ve üretkendir. Onun kazanmýþ olduðu sorunlara bakýþ ve bilgilerin çoðuna, egemen kitlesel düþünce çarpýtmasý karþýsýnda kendi baðýmsýzlýklarýný korumuþ ve buna karþý yaratýcý araçlar bulmuþ olan herkes de ulaþabilir.

Burada söz konusu olan, 18. yüzyýlýn büyük doða bilimcisi ve filozofu George Christpoh Lichtenberg'in dediði gibi, bir kafanýn bir kitapla çarpýþmasýndan çýkan ses sadece kitapta deðil, aksine okuyucunun kafasýnda da etkisini gösterir denen türden yapýtlardan biridir. Bu okuma için en hazýrlýklý okuyucu, Bush Hükümetince ilan edilen, Afganistan'da ve Irak'ta baþlayýp tüm dünyayý kapsayan kesintisiz savaþýn insanlýðý tehdidi karþýsýnda kendisini derinlemesine bir yaþam bilançosu çýkarmakla yükümlü gören okurlardýr ki, bu temelde Abdullah Öcalan'ýn bilançosu ve bakýþýyla eþit haklý ve bilinçli özneler olarak hesaplaþabilirler.

Yazar, birçok çaðdaþýyla paylaþtýðý bu deneyim ufkunun ötesine geçerek, yapýtýný bölgesel ve uluslararasý düzlemde kazandýðý yoðun politik ve toplumsal deneyimle besler. Bu mücadele ve yaþam deneyimi hazinesini, aþýrý bireysel yükle zorlanmalara raðmen, týpký önce yüksek ateþ ve sonra aþýrý soðutma þeklindeki çeliðin sertleþtirilmesi gibi, derinleþtirmektedir. Burada önemli olan sadece yazarýn bu tarzda elde ettiði düþünsel ve politik sonuçlar deðildir. Aðýrlýklý olarak ve belli ölçüde kendine özgü anlamýyla, Onun bu doðrultuda kat ettiði yoldur. Abdullah Öcalan için söz konusu olan sadece belli bir hedefe ulaþmak deðil, aksine okuyucularýný kendi yolunda yanýna alýp, yapýcý bir çýkýþ yolu bulma çabasýnda kendi deneyimlerini ve bilgilerini onlara aktarmaktýr. Tam da bu alanda bir diyaloga girmek istemektedir. Bu yapýt, kendi tarihlerinin öznesi olmaya çaðrýlan kendi Kürt halkýndan ve baþka halklardan mücadele yoldaþlarý, kadýnlar ve erkeklerle büyük kapsamlý bir diyalog denemesidir.

Kürt Halkýnýn Tarihsel Geliþimi, Þimdiki Durumu ve Geleceði Yazar yazýlarýyla ve kendisinin bugüne kadarki politikasýný açýkça tartýþarak, Kürt kurtuluþ hareketindeki yoldaþlarýna, mücadelelerini programatik, stratejik ve taktik olarak sürdürmeleri için tarihsel bir bakýþ çerçevesinde somut düþünceler iletme olanaðýný deðerlendirmektedir. Bu yapýt, partisinden fiziksel olarak ayrýlmýþ ama kendisini onunla en sýký biçimde baðlý hisseden Kürdistan Ýþçi Partisi (PKK)1 eski Baþkanýnýn bir mirasýdýr. Bu yolla O, Kürt 80


Kurtuluþ Kurtuluþ Hareketinin üyelerine ve yandaþlarýna kendisinin olaðanüstü koþullar ve dayatmalar altýnda kazanmýþ olduðu bilgi hazinesini aktarmaya çalýþmaktadýr.

den reddedilmesi gerektiði sonucuna ulaþýyor. Yazar, uluslarýn ve ulus-devletlerin dünya politikasý bakýmýndan rolünün gerilediði ve bunun yerine federal yapýlara doðru dünya çapýnda bir geliþimin gerçekleþmekte olduðundan hareket ediyor. Bu arka plan karþýsýnda Öcalan, bir çözüm yolu görüyor: Kürt halkýnýn yaþadýðý ülkelerin demokratik birliðine dayanan yol.

Yazar, Kürt sorununun gerek doðru kavranmasý gerekse onun dayattýðý görevlerin pratikçe yerine getirilmesi için temeldeki yaklaþým tarzýnýn belirleyici olduðundan hareket ediyor. Bu sorunun açýklanmasý ve çözümü için ortaya konmuþ bugüne kadarki denemeler, onun deðerlendirmesine göre, daha baþýndan itibaren yanlýþ ve yanýltýcýdýr. Öcalan, Kürtlük olgusunun bir kara boþluk gibi olduðunu, Kürt gerçekliði çevresinde yanlýþ tasarýmlar ve kavramlar oluþturulduðunu ve örneðin, Kürt olgusunu bir ulus veya sömürge ya da yarý-sömürge olarak tanýmlamanýn düþüncesizlik olduðunu ileri sürmektedir. Yazar, Kürt halkýnýn tarihsel ve güncel trajedisinin, tarihte nerdeyse bir baþka halkýnýn hiç yaþamadýðý kadar sürekli ve ayný zamanda sýk sýk çok sayýda iþgaller, yýkýmlar ve savaþlara katlanmaktan oluþtuðunu etkili biçimde tasvir etmektedir. Buna göre deðiþken Kürt tarihi içinde kültürel ve politik kazanýmlar hedefleme þansý çok az vardý. Bunun yerine Kürt halký sürekli olarak, kendi fiziksel varlýðýný sýnýr tanýmayan iþgallere ve yaðmalara karþý korumaya yoðunlaþmak zorundaydý. Böyle bir durumda ileriye yönelik hiçbir ses dinleyici bulamaz ve hiçbir yaratýcýlýk geliþemezdi.

Onun için bu, Ortadoðu'daki verili sýnýrlarýn tarihsel bir olgu olarak kabul edilmesi ve bu ülkeler içinde temel haklar ve demokrasi uðruna bir mücadele yürütülmesi anlamýna geliyor. Böyle bir mücadelenin sonucu olarak, tüm halklarýn birlik ve özgürlük özlemlerini gerçekleþtiren, Avrupa Birliði türünde bir kurum olan bir demokratik Ortadoðu kurulabilir. Askeri çatýþmalar yerine bir politik demokratik platformun dayatýlmasý, içerde ve dýþarýda þiddet kullanmak yerine çok yönlü diyaloglarla ilgili sonuçlar bu perspektiften çýkmaktadýr. Öcalan, sadece böyle bir yolun Kürt halkýnýn hayati çýkarlarýna denk düþtüðünü kanýtlamaya çalýþmýyor. Buradan hareketle, Kürtlerin aktif çabalarýyla böyle bir barýþçý ve demokratik geliþimde Ortadoðu'nun üç büyük ulusu arasýnda bir köprü iþlevi görebilmeleri konusuna yöneliyor. Tam da coðrafi, tarihsel ve toplumsal durumlarý gereði Ortadoðu tarihinin bu yeni aþamasýnda geleceðe yönelik demokratik bir güç oluþturabilecek ve hem kendi kurtuluþlarýna hizmet edecek hem de komþu halklarý demokratik bir çözüm sürecine baðlayacak bir mücadelenin özneleri olabilecek olanlar, Kürtlerdir. Abdullah Öcalan, kendi tarih anlayýþýna göre Kürtlerin ilk uygarlýðýn kurulmasýnda oynadýklarý kilit rol ile tüm Ortadoðu'da bir demokratik uygarlýk biçimi kurmakta oynayabilecekleri kilit rol arasýnda bir paralellik kuruyor. Onun görüþüne göre, bölge halklarýnýn tüm tarihleri boyunca umut ettikleri bir altýn anahtar, þimdi Kürt halkýnýn elindedir.

Bu dramatik tasvir, Öcalan'ýn tekrar tekrar vurguladýðý saptamasýyla yani Kürtlerin uygarlýk tarihinin baþlangýcýnda belirleyici bir rol oynamýþ olduklarý saptamasýyla bir karþýtlýk oluþturur. Öcalan, kendi halkýnýn Mezopotamya kültürü üzerinde özellikle derin bir etkisi olduðundan ve böylece bir çaðýn kültürünü yaratmýþ olduðu, bu kültürün uygarlýk tarihini bugünkü ABD ve Avrupa Birliðine (AB) atfedilebilecek olan çok daha kapsamlý ve kalýcý biçimde etkilediðinden hareket ediyor. Öcalan Kendi Halký Ýçin Hangi Güncel ve Geleceðe Yönelik Çözüm Yollarý Geliþtiriyor? Ýlkin Kürt halkýnýn (özellikler Türkiye'de) tarihinde olduðu gibi bugün de "ne savaþ ne barýþ" olarak tanýmlanabilecek bir durumda bulunduðundan hareket ediyor. Bu sürekli olaðanüstü hal, normallik kazanmýþ. Buradan kaynaklanan patlamaya hazýr durum, acilen bir çýkýþ yolunu gerektiriyor.

Kürdistan Ýþçi Partisinin (PKK) Rolü Üzerine Öcalan, PKK'nin Kürt halkýnýn ayrýlmaz bir parçasý olduðundan, dolayýsýyla onun hem zayýf hem de güçlü yanlarýný taþýdýðýndan, geliþim süreci içinde sürekli olarak hem iç hem de dýþ iki yönlü sorunlarla karþýlaþtýðýndan hareket eder. PKK'nin kuruluþunun tarihsel gerekliliðini, yazar, Kürtlerin çýkarlarýný tutarlýca temsil edebilecek bir politik hareketin yokluðuyla açýklar. Bu eksiklik, onun deðerlendirmesine göre, dinin isyancý geleneklerine uygun manevi halk hareketi bakýmýndan da söz konusuydu. Öcalan, PKK'nin hem politik iþlev görmek hem de manevi iþleve denk gelecek bir

Kürt kurtuluþ hareketinin uzun ve dramatik deneyimlerinin ve derinlemesine düþünmelerin meyvesi olarak, Öcalan, herhangi bir milliyetçi ve ayrýlýkçý çýkýþ yolunun stratejik ve ilkesel nedenler81


Kurtuluþ eþdeðer yaratmak zorunda kaldýðýný söylemek istiyor. Ýkinci iþlevle ilgili olarak yazar, Kürt kurtuluþ hareketini Ortadoðu tarihinde peygamberlerin önderlik ettiði hareketlerle kýyaslar. Ýsa'nýn ancak binbir çabayla oniki havariyi bir araya getirebildiði, fakat onlarýn etrafýnda da bir mucize bekleyen sayýsýz yoksul ve kölenin toplanmýþ olduðu ve bu temelde tarihin en büyük din mücadelesinin ortaya çýktýðýna atýfta bulunur.

görmektedir. Bunun bölgesel ve dünya çapýndaki anlamýnýn ötesinde Öcalan, bu yönelim içinde kurtuluþ hareketinin dýþ ve iç sorunlarýnýn çözümü (ki bu ona perspektif olarak yeni iþ yapma yeteneði bahþeder) için güçlü bir itilim vermektedir. Bu baðlamda yazar dikkatini özellikle Türkiye'ye yöneltir; burada 1993'ten 1996'ya kadar devletin teröre karþý önlemleri vasýtasýyla 4000 köy ve mezra boþaltýlmýþ ve binlerce masum insan öldürülmüþ, Kürt illerine ekonomik ambargo konmuþ ve çok yaygýn askeri operasyonlar yapýlmýþtýr. Öcalan, bunun bölge tarihinin en karanlýk ve en acýlý dönemi olduðunu saptar ve burada Türk yönetiminin de bizzat kendi iþi üzerindeki kontrolünü kaybettiði varsayar. Þubat 1998'de Türk devleti bu çýlgýnlýða bir son vermeyi hazýrlamak için sýnýrlý bir deneme yapmasýndan sonra, PKK de tek yanlý olarak bir ateþkes ilan etti. 2 Eylül 1999 tarihli bir çaðrýda PKK önderliði, askeri geri çekilmeyi düzenledi ve devam eden dönemde kendisini salt savunma stratejisiyle sýnýrladý. Öcalan, ondan bu yana bir tür ateþkesin hüküm sürdüðü ve her iki tarafýn da bir düþünme evresinde olduklarýný saptar.2 Bu pat (satrançta baþa baþa hali) durumunun olumsuz bir biçimde kaldýrýlmasý, politik inisiyatifin týpký 1996'ya kadar askeri týrmandýrma döneminde olduðu gibi ulusal ve uluslararasý çerçevede aþýrý sað yelpazeye armaðan edilmesine yol açar diye deðerlendiriyor. Bu baðlamda Öcalan, PKK'nin ilkesel ve stratejik olarak barýþçý ve demokratik bir uzlaþýya hazýr olduðunu açýklar, ama ayný zamanda da Kürt halkýnýn öz savunma hak ve yükümlülüðü olduðunu belirtir.

PKK'nin havari ve peygamberler hareketiyle bu ortaklýðý, Öcalan'ýn anlayýþýna göre, Orta ve Yakýndoðu'nun genel olarak mistik atmosferinden gelir. Bu nedenledir ki, Batýnýn modern örgüt biçimleri bu bölge için model olamazlar. Yazar, PKK' yi bu baðlamda bir yarý modern sosyalist örgütle bir klasik Ortadoðulu kimliðin bir sentezi olarak niteler. Onun deðerlendirmesine göre, PKK'nin gücü kadar zayýflýklarý da bu sentezde yatmaktadýr. Her ne kadar yazar PKK tarihindeki bir dizi olaylarý ve sorunlarý ele almakla birlikte, yapýtýn ikinci cildiyle sistematik bir PKK tarihi ortaya koymamaktadýr. Bu örgütün geliþim tarihinin iþlenmesinin karþýsýnda, Öcalan'ýn seçmeci, kýsa öykü tarzýnda ve öznel olarak abartýlmýþ ortaya koyuþ tarzý durmaktadýr. Buradan da sonuçta baþka þeylerin yaný sýra, PKK'nin geliþiminde çeþitli aþama ve evrelerin analiziyle ilgili oldukça önemli boþluklar ortaya çýkar. PKK'nin geliþimine iliþkin anlatým ve deðerlendirmelerin çok seçmeci karakterinin bir nedeni, açýktýr ki, Öcalan'ýn bu sorunu ele alýþýnýn, olgunlaþmýþ politik ve örgütsel dönüþümün tarihsel bir gerekçelendirmesini hedeflemiþ olmasýnda yatmaktadýr. Bu gözlem kulesinden bakýþla, O, kurtuluþ hareketinin bugüne kadarki muazzam çabalarýný ve acýsýný çektiði dramatik gerilemeleri abartarak öne çýkarýr. O, bunu kýsmen hareketin olgunlaþmamasýna baðlar, ama ona ihanet ve iþbirliði olaylarýný da yükler. PKK'nin belli hatalarýnýn mahkum edilmesinde, bu örgütün eski genel sekreteri çok ileri gider. Nitekim zaman zaman çetelerin geliþtiði ve sayýsýz masumun canýna mal olan ve büyük politik ve ahlaki zararlara yol açan haksýz savaþ tedbirleri uygulandýðýndan söz eder. Bunun merkezi ana nedenlerinden birini, meþru savunma stratejisinin teorik olarak yeterince temellendirilmemiþ olmasýnda görür. Bu koþul altýnda askeri yönetimin küçük burjuva mantýðýnýn ve sorumsuz yeteneksizliðin bir sonucu olarak çeteleþme karþýsýnda ancak yetersiz etkide bulunabilmeleri mümkün olmuþtur. Bu giderek artan eksikliðin aþýlmasý için tayin edici temeli Öcalan, merkezinde demokratik bir uygarlýða ilkesel ve stratejik yönelim olan bir yenilenme sürecinde

Bu bakýþ açýsýndan Kürt kurtuluþ hareketinin geçmiþteki belli askeri eylemlerini özsavunma hakkýnýn ötesine geçtikleri ve bunun sonucu olarak asýl hedeflerinden uzaklaþtýklarý ve böylece aþýrý sað Türk güçlerinin ve onun uluslararasý kýþkýrtýcýlarýnýn eline oynadýklarý için mahkum eder. Yazar, özsavunmanýn haklý ve zorunlu olduðu koþullarý ve nedenleri özel olarak belirtir. Özsavunmanýn hukuk devleti koþullarý (her þeyden önce insan haklarý ve uluslararasý hukukun baðlayýcýlýðý) dahil bir demokratik uygarlýðýn gerçekleþtirilmesi ana göreviyle uyumlu olarak gerçekleþtirilebilmesi için uyulmasý gerekli ilkeleri ve araçlarý belirtir. Yapýtýn Özyaþamsal Özellikleri PKK tarihine iliþkin anlatýmlarýnýn seçmeci ve özellikle çok öznel karakterde olmasýnýn bir baþka nedeni, açýktýr ki, tam da bu sorunsalý ele alýþta yazýlarýnýn ön planýna geçen çok güçlü özyaþamsal bakýþ açýsýdýr. Öcalan'ýn toplam iki ciltlik yazýlarýnda bir açýdan özyaþamsal bir yapýt söz konusudur. 82


Kurtuluþ Burada doðrudan özyaþamsal ifadeler çoðunlukla (PKK ile ilgili pasajlar istisna olmak üzere) görece çok az ve temkinlidir; fakat yazarýn yazýlarýnda ifade ettiði kendi dünyaya bakýþý hakkýnda kapsamlý bilgilerle organik olarak baðlantýlýdýr.

da böyle bir hukuksal savunma metni çerçevesinde kendi örgütü içerisindeki suçlarýn hukuksal sorumluluðunu üstlenemeyeceðini göz önünde bulundurmak gerekir. Abdullah Öcalan'ýn Tarih Görüþü Bir bakýma bu iki cilt uygarlýk tarihine orijinal ve kendine özgü bir katký ve dolayýsýyla baþlý baþýna bir tarih çalýþmasýdýr. Yazar Ortadoðu uygarlýk tarihini örnek olarak alýr ve bu açýdan da tüm insanlýk tarihini ele alýr. Ortadoðu bölgesini özel olarak göz önünde bulundurarak insanlýðýn þu andaki durumunu ve geleceðini ve ayný zamanda bu tarihsel baðlam içinde Kürt halkýnýn tarihini, durumunu ve geleceðini analiz eder.

Özyaþamsal yön, ilgilisi kendisini hem þikayetçi sanýk hem de savcý olan bir þahsiyet olarak sunduðu için, yazýlarýn hukuksal savunma olarak iþlevi çerçevesinde bir rol oynamaktadýr. Yazýlarýn geniþ bir kamuoyunu aydýnlatma aracý olarak rolü bakýmýndan da, yazarýn davranýþýnýn kiþisel nedenleri ve deneyimlerini görünür kýlmak anlamlýdýr. Ama Öcalan'ýn kendi kendini tasvirinin yöneldiði adres, kendisinin aidiyet hissettiði ve þahsi mirasçýsý olan Kürt hareketidir; bu öyle bir mirastýr ki, verilen ölüm cezasý nedeniyle onun vasiyeti de olabilirdi.

Abdullah Öcalan, hümanizm ve demokrasinin kurulmasý ve bunlarýn sürekli tehlikeyle karþýlaþmasýný ve kendi tarih bakýþýnýn ölçütleriyle bunlarýn kabul ettirilmesi ve korunmasý için mücadeleyi özellikle öne çýkarýr.

Öcalan'ýn kendini tanýtýmýnýn içeriði ve ayný zamanda türü ve tarzý okuyucu için özel bir çabayý gerektiriyor. Burada Öcalan'ýn kendisi hakkýnda söylediklerinin ruhsal ve fiziksel bir hayatta kalma mücadelesinin aþýrý olaðanüstü durumunda söylenmiþ olduðu anlamak önemlidir. Burada önemli olan, onun sadece kendi yaþamý için mücadele etmeye deðil, aksine bu olaðanüstü tehdit koþullarýnda yaþam ile yaratýcý düþünce ve yaratma konusunda iradesini alabildiðine yoðunlaþtýrmaya karar vermiþ olmasýdýr. Kürt halký ve PKK karþýsýnda bu gerilimli durumda daha da artmýþ bir sorumluluk hissetmesi ve bu doðrultuda optimal biçimde etkili olmak istemesi, onun buradaki motivasyonunda merkezi bir rol oynamaktadýr. Öcalan'ýn PKK'nin geliþimini deðerlendirirken, baþarýlarda kendi olumlu payýna özel bir dikkat bahþetmesi, kuþkusuz, her þeyden önce kendisinin yokluðunu PKK'nin yönlendirilmesi ve faaliyetinde nüfuz kazanmak için kullanmaya çalýþan eleþtirmenler ve rakiplerle hesaplaþma dayatmasý yüzündendir.

Bu, bu yapýtýn, kurucu özelliði budur. Hümanizm ve demokrasi konusunda tutkulu bir inancý içerir; üstelik bu tür inanç bildirimlerinde sýkça görüldüðü gibi sloganvari ve baðlayýcý olmayan anlamda da deðil. Abdullah Öcalan, hümanizm ve demokrasinin geliþimi ve gerçekleþmesi için, örneðin kadýnýn ve ezilen halklarýn rolünün takdir edilmesi gibi, özel yükümlülükleri ve açýk seçik ölçütleri belirtir. Öcalan'ýn görece kapsamlý tarih görüþü, konularý itibarýyla kýyaslanabilecek birçok tarih çalýþmasýndan belli noktalarda tamamen farklý bir dizi üstünlük taþýr. Yazarýn bu sorunsala güçlü iç baðlýlýðý þeklindeki genel üstünlüðünü ve kendisinin dinsel ve politik köktenciliðe karþý hümanist ve ilkesel bakýþýný, düþüncelerinin sorunsal zenginliði ve dilinin gücü ve canlýlýðý pekiþtirmektedir. Bu tür bir tasvir meydan okur, itkilere neden olur ve düþünmeye ve yazarla üretken bir diyaloga zorlar.

PKK'nin büyük hata ve eksiklikleriyle hesaplaþmasý çerçevesinde kendi payýný deðerlendirirken, kendi baþarýlarýný baþarýsýzlýklarýndan çok daha açýk ve somut biçimde ortaya koymaktadýr. Öcalan, özeleþtiriye çok deðer biçmekte ve genel olarak bir özeleþtirel yaklaþýmýn zorunluluðunu kabul etmektedir. Fakat sonuçlarý, kendisine atfedilen kahramanlýða ilkesel olarak zarar vermeyecek þekilde çok genel ve kýsmen de mistik kalmaktadýr. Kendisince çok sert biçimde mahkum edilen zaman zaman çetecilik eðilimiyle ilgili olarak kendi sorumluluðunu, doðrudan veya dolaylý imalarla, söz konusu savaþçýlarýn kendisinin emirlerine ve çabalarýna aykýrý davranmýþ olmasýna indirgemektedir. Bu ifadeler görece belirsizdir. Yine de bu konuyla ilgili olarak, Öcalan'ýn tam

Bu yapýtýn okurlarýnýn bilimsel bir eðitimden geçmiþ insanlar mý, politik eylemciler mi ya da ilgi duyan amatörler mi olduðundan baðýmsýz olarak, bu kitabý ciddi olarak ele alan biri, bu süreçten deðiþmiþ, heyecanlanmýþ, düþünceli, zenginleþmiþ ve elbette ki karþý çýkmaya davet edilmiþ olarak çýkacaktýr. Bu yapýtýn bu potansiyel etkileme gücü, yazar için söz konusu olanýn, Ortadoðu ve Kürt sorunu hakkýnda ille de bir tarih kitabý yazmak olmamasýna dayanýr. Onun için söz konusu olan, tercihen, insan83


Kurtuluþ lýðýn uygarlýk krizini aþmasýnda saklý, bu bölgedeki tehdit edici çatýþmalar için güncel ve geleceðe yönelik çözüm yollarýdýr. Böylesine alabildiðine gerilimli ve karmaþýk bir tarih çalýþmasý yapmaya giriþmek, uzmanlardan oluþan bir yazarlar kolektifi veya böyle önemli bir yayýnla yaþamýnýn çalýþmasýný taçlandýrmak isteyen bir deneyimli tarihçi için bile cesaret isteyen bir proje olurdu. Böyle bir projenin gerçekleþtirilmesinde tayin edici rol, bilimsel yaklaþýmýn türü ve tarzýna, metodolojiye düþer. Öcalan tarafýndan uygulanan metodoloji, kendisinin özel konusu ve isteklerince güçlü biçimde belirlenmiþtir.

lerin karþý çýkacaðýný ve çok küçük bir adým da olsa her bir baþarýnýn ancak bu gayri-insani güçlere karþý, hümanist ve demokratik güçleri ikna, kazanma ve seferber etme temelinde, hedefe kilitlenmiþ ve kararlý mücadeleyle elde edilebileceðinin bilincindedir. Yýkýcý güçlerin nitelenmesinde Öcalan, nesnelleþtiren bir araþtýrma yapma çabasýndadýr. Nitekim örnek olarak kendisine ve PKK'ye karþý yapýlan komplonun açýða çýkartýlmasýnda ABD ve bazý AB devletleri yönetici güçlerinin açýk seçik rolünü belirtir. Ayný zamanda bu devletlerde varolan ve Ortadoðu'da bir demokratik uygarlýðýn gerçekleþtirilmesinde kullanýlabilecek demokratik potansiyeli vurgular. Bu vurgulama kýsmen öyle güçlüdür ki, O'nun bu devletlerde olanak olarak gördüðü örnek oluþturan etkinin sanki güncel ve olumlu iþleyen bir olgu olduðu þeklinde bir yanlýþ yorumu mümkündür.

Öcalan, Kürt halký dahil bu bölge halklarýnýn geçmiþin ayak baðlarýna takýlý kaldýðý ve aþýrý güncel görevlerin üstesinden gelme konusunda kötürümleþtiði ve bunun sonucu olarak da yayýlmacý süper güçlerin nesnesi bir role mahkum olduklarýndan hareket eder. Bu durumun nitelenmesi gerçi baþtan aþaðý gerçekçidir ama, ayný zamanda da kurtuluþu ancak bir mucize saðlayabilir izlenimi uyandýracak denli de dramatiktir.

Ortadoðu'da yaratýcý uygarlýksal güçlerin geliþmesi bakýmýndan Avrupa uygarlýðýnýn demokratik potansiyelinin kullanýlmasý Öcalan için öylesine önemlidir ki, bu potansiyelin açýða çýkarýlmasý ve biçimlendirilmesinin, bu bölge halklarýnýn baþlýca iþi olmasý gerektiðini ýsrarla vurgular. Bu iþi gerçekleþtirebilecek bölgesel ve ulusal güçleri görülür ve belirgin yapmak, Öcalan'ýn büyük manevi ve politik gerilim yaþamasýna neden olmaktadýr; çünkü ne de olsa, kendisi bu güçlerin güncel yeteneksizliði hakkýndaki dramatik deðerlendirmesiyle belli ölçüde iyimser bir ifadeyi baþtan engellemiþti. Bu görünürde çözümsüz olan sorunu bir çözüme yaklaþtýrabilmek için, Öcalan, yüceltme, dramatize etme ve efsaneleþtirme olmaksýzýn uygulanamaz olan bir kendine özgü bakýþ tarzý geliþtirmektedir.

Bu yukarýdan kuþbakýþý gözlemden hareketle Öcalan, yapýtýnýn ana temasýný, yani bu durumdan bir çýkýþ yolu bulma ve bu halklara bir tarihsel þans verme þeklindeki temel düþüncelerini geliþtirir. Öcalan'ýn bir "tarihsel mucize" üzerine bu kilitlenmesi, onun metodolojik yaklaþým tarzýna da alabildiðine damgasýný vurur. Burada onun tasarladýðý hedefler, tayin edici bir rol oynar. Yazar, insanlýðýn her þeyden önce bilimsel-teknik devrimin kazanýmlarýnca belirlenen uygarlýðýn bir geliþim evresinde bulunduðundan hareket eder. O, bu evrede dünya halklar topluluðunu, potansiyel bakýmdan kendisinin tüm ulusal, uluslar arasý ve bölgesel düzeydeki iþlerini uygarca çözecek durumda görür. Yani demokratik hak ve toplum normlarý temelinde hümanist ve demokratik olarak. Öcalan, böyle bir çerçeve içinde Kürt halkýnýn yaþam sorunlarýný üstelik de içinde yer aldýklarý her bir ülkede çözmenin temel olanaklarýný görür. Þimdi belirtildiði gibi, O, Kürt halkýnýn kurtuluþ mücadelesinden genel olarak salt milliyetçi çözümleri reddetmek sonucunu çýkarýr. Öcalan, böylece kendi halkýna özel bir yola da karþý çýkar. Ama halkýna bu doðrultuda bir itilim vermek, iyi bir örnekle öne geçirmek ve böylece yapýcý bir iþaret vermek için özel bir sorumluluk yükler.

Bu bakýþ tarzýnýn ayýrt edici özelliklerinden biri, bu bölgedeki neolitik çað [cilalý taþ devri] olgusuna ve kendi deðerlendirmesine göre hala etkili olan ve köylük ortamlarda kendini gösteren ilkel komünal topluma ait koþullara radikal bir biçimde sarýlmasýdýr. Burada belli ki, Öcalan'ýn belli bir süre reel sosyalizme kýsmen umut baðlamýþ olmasý ve onun tarihsel eksiklikleri ve yýkýlýþýndan hayal kýrýklýðýna uðrayarak alternatif sosyalist kaynaklar aramakta olmasý bir rol oynar. Öcalan tarih bakýþýný elbette bu cilalý taþ devri geliþim evresiyle sýnýrlamaz. Sýnýflý toplumlarýn daha sonraki geliþiminin insanlýðýn uygarlýk tarihinde zorunlu bir geçiþ evresi olarak rol oynadýðý kabul eder. Ama bu sömürü toplumlarýnýn, özellikle de onlarýn neden olduklarý insanýn ideolojik deformasyonlarý karþýsýna ilkel komünal toplumsal embriyon biçimini, tekrar tekrar ezilenlerin ve sömürülenlerin

Böyle bir yol bölge halklarýnýn ve tüm dünya topluluðunun çýkarlarýyla ilkelsel olarak çakýþtýðý için, Öcalan, burada geleceðe dönük gittikçe artan bir baþarý görür. Yazar, böyle yapýcý bir yola, güçlü yýkýcý yani milliyetçi, emperyalist ve iþbirlikçi güç84


Kurtuluþ anýmsama ve dayanma gücünde sürekli potansiyel bir karþý aðýrlýk olarak koyar. Bu yaklaþýmý Öcalan, þimdi Ortadoðu'da ve özellikle Kürt halký içinde cilalý taþ devrine ait varoluþ ve bilinç biçimlerinin mevcut olduðu tezine de dayandýrýr. Bunlarda eski kültürün hayatta kalma gücünün ve dolayýsýyla bu bölgenin köylü halklarýndaki yabancý etkiler karþýsýnda baþarýlý bir direnmenin kararlaþtýrýcý önemde bir nedenini görür.

Bir baþka eleþtiri noktasý, Sümerlerde ilkel komünal toplum düzenine ve ayný zamanda köleci toplumun oluþumuna -sözde- gereðinden az deðer verilmesidir. Yazarýn bu tarihsel embriyo biçimlerine özel bir dikkat harcamasýndan özellikle çýkan sonuç, Onun Ortadoðu'da ve özellikle de Kürt halký içinde þu anda varolan ve kendi deðerlendirmesine göre demokratik bir alternatif için güçlü bir hareket geliþtirebilecek embriyo halindeki oluþumlarý hissetmesidir.

Öte yandan Öcalan Ortadoðu halklarýnýn gelecekteki yaratýcý gücüne iliþkin tarihsel iyimserliðini toplumsal altüst oluþ zamanlarýnda düþüncelerin ve direniþteki kiþiliklerin rolüne yüksek deðer biçmesine dayandýrýr. Bu bakýþ açýsý altýnda Ortadoðu'daki peygamberlere özel bir dikkat gösterir. Bununla ilgili olarak yapýtýnda Nasýra'lý Ýsa ile peygamber Muhammet'in rolleri üzerine kayda deðer incelemeler yapmýþtýr. Bu türden tasvirlerde Öcalan, özellikle etkileyici ve þiirsel bir dil kullanýr. Ele alýp incelediði direniþ hareketleri listesine PKK' yi ve peygambersel direniþ savaþçýlarý dizisine de kendi þahsýný yerleþtirir.

Burada Öcalan'ýn Marksizmle iliþkisi müphemdir (ambivalent). Uygarlýk tarihini ele alýrken yazar, Marksist tarih biliminin maddeci yaklaþýmýný uygular; þöyle ki, üretici güçler ile üretim iliþkileri arasýndaki diyalektiði yöntembilimsel temel olarak alýp, bu yöntemle de tarihsel üretim tarzlarýnýn sürekli olarak birbirilerini izliyor olarak kavrar. Tam da bu sayede, uzlaþmaz toplumsal iliþkileri nitelemesi ve ezilenlerin ve sömürülenlerin nesnel olarak koþulanmýþ sýnýf mücadelesiyle ilgili sonuçlar çýkartmasý mümkün olmaktadýr. Öcalan toplumsal üstyapýyý bu maddi olarak egemen iliþkilerden türettiði sürece Marksist tarih görüþü mutabakat halindedir. Marks'a göre maddi olarak koþullanmýþ üretim tarzlarýnýn birbirlerini izlemesi hiçbir þekilde otomatik ve mekanik deðildir. Marks bu silsile içinde tarihte baþlýca süreklilik çizgisini görürken, Öcalan toplumsal üstyapýnýn -özellikle ideoloji ve devletin- özgül sürekliliðine, kendine özgü bir aðýrlýk ve kendine özgü bir yasallýk atfetmektedir.

Bu yaklaþým tarzýnýn sonucu olarak, Öcalan'ýn, süregelen tarihsel ve güncel konularý birbirine baðlamasý ve böylece büyük tarihsel zaman aralýklarýný dev adýmlarla aþmasý mümkün olduðundan, kendisini Sokrat, Ýbrahim, Nuh, Zerdüþt, Ýsa ve Muhammet silsilesi içine tarihin bireysel öznesi olarak yerleþtirmek, onun için sorun deðildir. Burada tayin edici önemde olan onun bakýþ noktasýdýr ki, buna göre, tarihsel bir altüst döneminde geleceðe yönelik bir halk hareketinin tepesinde bulunmuþ olmalarý ve þanlý bir geçmiþi þanlý bir geleceðe baðlamak istemeleri olgusu, kendisiyle bu þahsiyetleri birleþtirir. Böyle kahramanca paralellikler kurmada, bu tarihsel þahsiyetlere saygýnýn Öcalan için hiçbir özel tutukluluða neden olmamasý, kendisinin kiþisel oluþumu içinde, emekçi insanlarý tarihsiz nesneler derekesine indiren geçmiþin tüm ideolojik ayak baðlarýndan kurtulmuþ olduðuna iliþkin gururlu özgüvenin bir sonucudur.

Buradan çýkan sonuç ise, kendisinin uygarlýk tarihiyle ilgili taslaðýnda bir yanda çeþitli toplumsal geliþim evrelerinin somut tarihsel ele alýnýþý ile öte yanda sömürücü devletin ve sömürücü ideolojinin ve ayný zamanda sosyal, politik ve özellikle ideolojik karþý hareketin (onlarý temsil eden önder þahsiyetler dahil) soyut, tarih üstü ele alýnýþý arasýnda bir kopukluktur. Bu iradeci çerçeve içinde Öcalan, reel sosyalizmin devletlerini Sümerlerin sömürücü devletiyle ayný düzeye getirmek ve -kýsýtlamalarla da olsaMarksizmi sömürücü ideolojilerin yaný baþýna koymakta zorluk çekmemektedir.

Kendisinin özellikle iki nitelik -ilerici düþüncelerin ve halka baðlý þahsiyetlerin tarihi ilerleten rolleri- üzerine yönelimli tarih görüþü için yazar, burada bilimsel bir çalýþmanýn, kendi deðerlendirmesine göre, sömürücü sýnýflarýn ve sömürgecilik yönelimli Avrupa merkezciliðinin bakýþ açýsýnýn damgasýný taþýyan bu konuya iliþkin daha önceki tüm yayýnlardan ilkesel olarak tamamen farklý bir çalýþmanýn söz konusu olduðunu ileri sürer. Bu gözlem kulesinden hareketle de Marksist tarih görüþünde, ideoloji ve ilerici þahsiyetlerin rolünün -kendisinin yanlýþ varsayýmýna göre- önemsenmemesini eleþtirir.

Öcalan'ýn Marksizm hakkýndaki ifadeleri, Marks(ve onun yaratýcý ardýllarý) tarafýndan geliþtirilen ve uygulanan toplumsal analiz yöntembiliminin hangi ikna ve etki gücüne sahip olduðunu bir kez daha kanýtlamaktadýr. Öcalan da kendi tarihi inceleme yöntemini ve tarihsel varsayýmlarýndan bazýlarýný buraya dayandýrmaktadýr. Ama ayný zamanda bu ifadeler, Marksist düþüncelerin Ona ve Marksist hareketin birçok militanýna hangi seçmeci, indirgemeci ve kabalaþtýrýlmýþ biçimler içinde 85


Kurtuluþ aktarýlmýþ olduðunu da kanýtlamaktadýr. Öcalan belli ki, üstyapý olgularýnýn baðýmsýz rolünü -burada her þeyden önce de ideolojinin ve özel olarak da dininin ve bu çevrede ilerici þahsiyetlerin tarihsel rolünü- ele alan tarih, felsefe ve sosyoloji alanýnda çok sayýdaki Marksist bilim adamlarý ve kadýnlarýný tanýma fýrsatýný bulamamýþtýr.

makas deðiþtirmiþti. 1991'de zamanýn Baþkaný baba Bush, ilk kez kamuoyunda ABD liderliðinin merkezi hedefinin yeni bir dünya düzeni kurmak olduðunu ilan etmiþti. O zaman Irak'a karþý yürütülen savaþla bu hedefe askeri olarak adým atýlmýþtý. O andan itibaren görünen o ki, ABD'nin kayýtsýz þartsýz liderliðinde ilan edilen Yeni Düzen Düzeni savaþ -yani Yeni Dünya Savaþ Düzeni- yoluyla kuruluyor olsa gerek. Yugoslavya'ya karþý 1999'daki NATO savaþýyla ABD'nin muazzam askeri nüfuz kazanmasý, doðrudan Avrupa bölgesinde kendini dayattý. Dünya politikasýndaki bu çok önemli deðiþiklik, Öcalan tarafýndan genel olarak analiz edilmemektedir. Böylece demokratik bir dünya düzenin insanlýk perspektifi üzerine yapýcý düþünceleri yine de hükümsüz olmamakta ve kendisinin buraya yönelik tarihsel düþünce yürütmesinin deðeri düþmemektedir.

Bu koþullar dikkate alýndýðýnda, yazarýn Marksist öðretinin yorumu ve uygulanmasý iliþkin yetersizliðine daha az ve Marksizmi benimseme sürecinde kendisince kaçýnýlmaz olarak benimsenen Marksizmin yöntembilimsel yönlerini kullanmaya hazýr olmasýna ise çok daha fazla iþaret etmek gerekir. Yeni Bir Dünya Düzeninin Baþýnda Programatik Yönelim Kürt kurtuluþ hareketi için programatik ve stratejik-taktik yönelim ilk ciltte açýlmakta ve ikinci ciltte de geniþ bir yer tutmaktadýr. Bu yönelim, yapýtýn çok kapsamlý ve karmaþýk ele alýnmasý, her þeyden önce Kürt sorununun tarihsel ve dünya politikasý bakýmdan ortaya konmasý suretiyle bir profil kazanmaktadýr. Böylece pragmatik bir görünüþün aksi bir etki yapmakta ve Öcalan'ýn bu özel çabasý, tarihsel onur ve düþünsel derinlik kazanmaktadýr. Özellikle de bu profile içerik olarak damgasýný basan þey, Öcalan'ýn tarihsel gezintisinin anýlarýný, artýk insanlýðýn geliþim tarihinde demokratik bir dünya uygarlýðý hedefinin gündeme girdiði ve böylece Kürt kurtuluþ hareketinin hedeflerinin belirlenmesinde de tayin edici olduðu þeklinde bir sonuca baðlamasýdýr. Bu, Abdullah Öcalan'ýn programatik düþüncelerinin ekseni ve ana noktasýdýr.

Fakat dünya politikasýndaki bu yýkýcý geliþim doðrultusundan, dünya politikasý, Ortadoðu ve özel olarak da Kürt halký için bir demokratik alternatifi gerçekleþtirmenin tarzý ve aþamalarýyla ilgili zorunlu olarak sonuçlar çýkmýþ olsa gerek. Bu sonuçlar, sadece stratejik ve taktik yönelim ve seferberlik için deðil, aksine özellikle kurtuluþ hareketinin program hedefleri bakýmýndan merkezi bir öneme sahiptir. Öcalan'ýn yapýtý bu açýdan esas olarak 1989/90 dönemiyle bitmiþ olsaydý, güncelliði daha da yüksek tarihsel bir belge söz konusu olmuþ olurdu. Fakat burada sunulan yapýt 2001 yýlýnýn ilk yarýsýnda yazýlmýþ olduðu için, yazarýn, güncel geliþim için tayin edici önemdeki bu yýla kadar geçen on yýllýk dönemi de analitik olarak inceleme iddiasýnda olduðu gibi bir izlenim doðabilir. Öcalan'ýn yapýtýnda bu en yeni dönemin incelenmesinde kullanýlabilecek ve güncel düþünceleri ifade eden bir sürü imalar ve tahminler vardýr. Bu her þeyden önce yazarýn ABD'nin de dahil olduðu kapitalizmi ilkesel olarak eleþtirisine denk düþer. Ýkinci ciltte de Öcalan'ýn kendisine karþý yapýlan komplo örneðinde, ABD ve belli NATO üyesi devletlerin liderliklerinin halklarýn barýþ ve güvenliðini tehdit edici rolünü ortaya koyarken bir güncelleþme yapýlmaktadýr. Fakat bir taraftan bu düþünceler, Öcalan'ýn baþka tarihsel dönemler için denk düþecek bir temelli analizin yerini tutmazlar; öte taraftan da analiz boþluðu kendine özgü belirsizliði yüzünden, Öcalan demokratik bir dünya düzeni alternatifini bir yandan geleceðe iliþkin perspektif ve diðer yandan da zaten tamamlanmakta olan güncel bir gerçekleþme olarak nitelerken, bir güvensizliðe (tereddüde) yol açmaktadýr. Buradan ortaya çýkacak potansiyel tehlike, Öcalan'ýn bu deðerlendirmesi ile Michael Hardt ve Antonio Negri gibi yazarlarla bir komþuluðunun kurulabilir olmasýdýr. Bu iki yazar "Yeni Dünya Düzeni: Ýmparatorluk" adlý kitaptan

Fakat tam da bu noktadan þu sorun ortaya çýkar: Birinci cildin bitimine 2 Temmuz 2001 tarihi atýlmýþ, ikinci cildin sonunda ise, "11 Nisan -28 Aðustos 2001 (Ýmralý Kapalý Tutukevi)" yazýlmýþtýr. Birinci cildin ana düþünceleri yine de 1989/90'da Soðuk Savaþýn bitimine kadar olan tarihsel döneme atýfta bulmakta ve geleceðe yönelik demokratik bir dünya düzeni görüþüyle bitmektedir. Böylece yazar, bu zamanda soðuk savaþa böyle yapýcý bir alternatifin elle tutulurcasýna yakýnlaþmýþ gözüktüðü tarihsel bir durumu yansýtýr. Fakat Amerika Birleþik Devletleri liderliðinin tam da bu zamanda, yeni bir düþman imajýna kilitlenip sadece soðuk savaþ deðil, aksine soðuk savaþýn çeþitli devletler arasýnda barýþ içinde bir arada yaþamayý istikrarlýlaþtýran yönünü ortadan kaldýran ve yýkýcý yanlarýný daha da geliþtirmek için kararlý biçimde 86


Kurtuluþ sorumludurlar; bu kitapta onlar, küreselleþmiþ bir imparatorluk vaaz edip ABD'ne bir ideallik etkisi (Vorbildwirkung) atfederek, barýþ ve kurtuluþ hareketlerini yönsüzleþtirip politik olarak silahsýzlandýrýyorlar.

izmin rahminden doðmuþ olmasýnýn izlerini taþýyan haliyle bir alt evresi- diye ýsrarlý biçimde tarihsel olarak göreceleþtirdiði bilgisine sahip deðil diye suçlanamaz. Reel sosyalizm içinde çalýþan taraftarlarýnýn çoðundan farklý olarak, Marks'a, bu sosyalist evrenin idealleþtirilmesi tamamen yabancý bir þeydi. Tam da bu konunun yetkili uzmanlarý büyük ölçüde iflas ettiler; üstelik reel sosyalizm zamanýnda deðil, aksine onun yenilgisinden sonra. Bu aþýrý yüklenme ve savunma durumunda bu Marksist olarak yetiþmiþ þahsiyetlerin çoðu, yaþadýklarý baþarýsýzlýðý bilimsel yöntemle derinlemesine analiz ederek durumu düzeltmeye çalýþmak yerine Marks'tan vazgeçtiler. Böylece de Abdullah Öcalan gibi Marksist öðreti ve hareketin sempatizanlarýný yüzüstü býraktýlar. Tam da bu temel duygu, yani belli umutlar baðladýðý Marksist hareketteki güçler ve þahsiyetler tarafýndan yüzüstü býrakýldýðý ve kendini kendi bireysel gücüyle baþ baþa býrakýlmýþ gördüðü duygusu, açýkça temel noktalarda Öcalan'ýn çalýþmasýna damgasýný vurmaktadýr. Bu tutum özellikle onun kendisine yönelik komplo çerçevesinde eski Sovyetler Birliði temsilcilerinden gördüðü ihanet üzerine ifadeleriyle açýk seçik belgelenmektedir.

Daha da sakýncalý olaný ise, ABD'nin güya dünya politikasý bakýmýndan demokrasi özü hakkýnda Öcalan'ýn düþüncelerinden kasýtlý seçme yapmak suretiyle, Irak'a karþý iki yüzlü savaþ kýþkýrtýcýlýðý, "bölgenin demokratikleþmesi" giriþimi olarak haklý diye desteklenebilir olmasýdýr. Öcalan'ýn güncel tarihsel analizinin Soðuk Savaþýn bitiminden hemen sonraki zamana baðlýlýðýnýn bir baþka ortaya çýkýþ biçimi, onun reel sosyalizm ve ulusal kurtuluþ hareketini deðerlendiriþidir. Onun tarihsel analizinin bir meziyeti ýþýk ve gölgenin hem karþýtlýðýný hem de birlikteliðini iþlemek ve canlý biçimde tasvir etmek iken, reel sosyalizmi yenilgisini dikkate alarak deðerlendirmesi müphem (ambivalent) ve çoðu kez kabalaþtýran, aðaçtan yontma gibidir. Bu, küresel emperyalist saldýrý dikkate alýndýðýnda, tüm karþýt güçlerin olabildiðinde saðlam bir analizi zorunlu hale geldiðinden, politik ve bilimsel olarak da sorunludur. Diðer birçok radikal ilgililerinde olduðunda gibi, Onun reel sosyalizme iliþkin olumsuz deðerlendirmesinde belli ki, acý kiþisel hayal kýrýklýðý ve bu büyük yenilgi karþýsýnda tarihsel bir mesafe olmayýþý bir rol oynamaktadýr. Yazarýn bu sorunsala iliþkin ifadeleri, bu olgunun ve onun tarihsel yenilgisinin özel derin nedenlerinin ayrýntýlý bir bilimsel analizinin hala yapýlmamýþ olduðunun iþaretini veriyor. Çalýþma koþullarýný dikkate aldýðýmýzda Öcalan'dan kitabýnda bu alanda yapýcý ve ilerletici bir katkýda bulunmasýný istemek, çok aþýrý bir beklenti olurdu. Her þeyden önce, sosyalizm altýnda ve aslýnda böyle bir görev için yetiþmiþ bilim adamalarýnýn büyük bir bölümü, bu göreve hiç talip olmadýlar.

Öcalan'ýn örnek aldýðý birçok öncü savaþçý ve militanlar zindan koþullarýnda Karl Marks'ýn "Kapital"ini okuyup incelemiþ ve bundan derin bir tarih ve gelecek anlayýþý için içerik ve yöntemsel tezler çýkartmýþ iken, Öcalan, kendi hayal kýrýklýðý nedeniyle "Kapital"e karþý bir alternatif aramakta ve taa ilk kaynaða gidecek bir baþka çýkýþ noktasý seçmektedir. Eleþtirel saptamalar Abdullah Öcalan'ýn güncel tarihsel ve geleceðe iliþkin ifadelerini küçümsemeyi deðil, aksine, yazarýn kendisinin davet ettiði diyalogun anlamýna uygun olarak, bu ifadeleri kýsmen göreceleþtirmeyi hedeflemektedir. Böylece burada sunulan yapýtýn bir taslak çalýþma (atölye kitabý) karakteri, tam da bu güncel ve geleceðe yönelik sorunsalda özellikle açýk seçik olduðundan hareket edebiliriz. Ama tarihin kendisi de burada bir atölye sürecindedir.

Öcalan her þeyden önce Marks'ýn sosyalist geliþim aþamasýný -yeni bir toplum biçiminin kapital-

* * * 1. Kürdistan Ýþçi Partisi (PKK) 2002 yýlýnda 8. Parti Kongresinde kendi kendini feshetti. Onun yerine ayný yýl Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi (KADEK) kuruldu; bu parti deðil, aksine içerisinde çeþitli partilerin ve baþkalarýnýn yaný sýra sanat ve edebiyat alanlarýndan kitle örgütlerinin demokratik olarak birleþtiði bir kongredir. Abdullah Öcalan'ýn iki ciltte baþlanmýþ olan analiz KADEK içinde politik pratikte ifadesini bulmaktadýr. Buna iliþkin olarak ikinci cildin ekindeki KADEK Baþkanlýk Konseyi üyesi Duran Kalkan ile yapýlan röportaja bakýnýz. 2. Sonradan eklenen güncel not: ABD ve Ýngiltere'nin Irak savaþýna hazýrlýklarý sýrasýnda Türk Ordusu durumu kendi lehlerine istismar ederek Ocak 2003'de KADEK'in Kürdistan'ýn Türkiye ve Güney Kürdistan (Kuzey Irak) bölümlerindeki mevzilerine karþý bir saldýrý baþlattý. KADEK birlikleri kendilerini savunma önlemleriyle sýnýrladýlar; ama Türkiye'yi de askeri operasyonu geniþletmeye karþý uyardýlar. Bu çatýþmalara paralel olarak Abdullah Öcalan aðýrlaþtýrýlmýþ tutukluluk koþullarýyla oniki haftadan daha fazla bir süre tam tecrit edildi ve avukatlarýyla her türlü baðý kesildi.

87


KurtuluĂž

88


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.