10 EKMEK & ÖZGÜRLÜK
Politika
TC’nin temel harcı Eski solcu liberallerin “dinle barışmak” dediği, Cumhuriyet’in “Türkİslam sentezi”ne iltica etmek Tektaş Ağaoğlu “Fikriyat” piyasamızda yüce dinimizin erdemlerini yeni keşfeden eski solcu arkadaşlardan geçilmiyor. “Halkımızın dini”nin ülkenin hâli ve geleceği için taşıdığı müspet potansiyellerin cazibesinden kama şan gözlere her gün yenileri ekleniyor. Beyinlere âdeta vahiyden gelen bir küşayişle, toplum hayatına, siyasete, ekonomiye ve dünya ahvâline dair eski cahiliye günlerinde kapıldıkları vahim hatalardan dönüp âhir ömürlerinde epeyce rahata ve ikbale eri yorlar. Hazretlerin hem eski, hem de solcu (!) olduk larının burjuva basında ısrarla tekrarlanıp vurgula nıyor olması, “medya arkası”nın malûm kasıtlarına pek bir uygun düşüyor.
“Kadrocular” ve liberaller Hemen hepsinin bu bapta hidayete ermiş küffar eda sıyla ileri sürdükleri görüşlerin ortak paydası, ülke nin hâli ve geleceği açısından dinin taşıdığı önemin hakkının verilmemiş ve hattâ zındıkça inkâr edilmiş olması. Topluma sundukları, uzatmadan, açık konuşalım, “Türkİslam sentezi” denilen şeyin ta kendisidir. Bazı şeyleri böyle pat diye yüze vurmak, tabii, hayret ve öfke uyandırır. Olsun. Zaten maksadımız budur. “Halka din lazımdır!” diyerekten kendi ütülenmiş akıllarıyla dünyayı aydınlatmaya kalkanları teşhir
üstlendiğimiz işlerden biridir. Bakın, şu alıntıyı –biraz uzun ama dikkatle ve sabırla okuyun: “Dün, Ayasofya, Bayezıt ve Şehzade Camileri emsali görülmemiş bir cemaatle dolu idi. Kadın, erkek, çoluk çocuk binlerce müslüman Eskişehir önünde şehit düşen mübarek din ve kan kardeşlerinin ruhu na ithaf edilen Mevlidi şeriflere iştirak için fevc fevc bu maabide koşuyordu... Dün birdenbire kendimi o heybetli cemaaatin içinde bulur bulmaz sandım ki yeniden hayata doğuyorum. On yaşından otuz iki yaşına kadar geçirdiğim meşhum bir devrin bütün tefsiratı bütün intibaatı birdenbire üstümden sıyrılı verdi; sanki bu devir bir kabustu ve ben birdenbire bu kabustan uyanıyordum... Rabbime bin kere hamd ü sena olsun ki, dünden beri hakikat ve selametin bir cami ile bir cemaat haricinde bulunmadığını biliyo rum. 510 senedir, garba uymak için açtığımız bütün o konferans salonlarında, halkı zorla topladığımız o miting meydanlarında görülen şeyler, işitilen sözler bir hocanın kıraat ettiği menkıbeden ve bu cemaatin sükutu önünde bana ne kadar yavan, vâhiy görün düler. Meğer biz içinden çıkdığımız hakiki âlemi bırakıp onun yanında kitaplardan öğrenilmiş sun’i bir âlem icat etmek istemişiz... Ve serhatlerimizde askerlerimiz bizi “Allah! Allah!” nidalarıyla müdafaa ettiği sırada biz Allah’tan başka şeylere inanmışız... Dün ilk defa olarak kemâli vuzûhla anladım ki, bizim on seneden beri bu halka yaptırmak istediğimiz şey ler, birer maymunluktan ibaretmiş. Niçin noktai azimetimiz bu camiler olmamış? Niçin bu cemaati bir sokak kalabalığı haline sokmaya çalışmışız? O cemaat ki bütün kuvvei câmiasını dininden alıyor, o cemaat ki koca bir ümmetin bir kısmıdır ve evi, barkı, yurdu, vatanı “cami” dir. Dün ilk defa olarak cahil ve âtıl bir kütle telakki ettiğimiz halk memle ketin münevverlerine bazı ulvi hakikatlerin sırrını öğretti. Bunlardan biri “kalbin akıldan üstün olduğu dur,” ikincisi “ sıdk ve hulus, iman ve itikat haricinde necat yolu bulunmadığıdır,” üçüncüsü “millet ile ümmet mevhumlarını birbirinden ayırmamak lazım geldiğidir.” (8 Nisan 1337 [1921]; Muallim Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, Osman Nuri Ergin, İstanbul, 2.Baskı, 2005) Bunları yazan, hepimizin çok iyi tanıdığı bir kimse: Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Seçkin bir Avrupai düşünürümüz, yazarımız, romancımız. “Halkımız bize kalbin akıldan üstün olduğunu öğretti” dediği günün birkaç yıl öncesine kadar Fecri Âti’nin sıdk tan ve hulûstan, iman ve itikatten nasipsizliğin her bir alâmetini sergileyen en estet, kozmopolit kale miydi. Bu yazının yazıldığı tarih 1921. Ondan sadece