Dayanışma sayı 2

Page 1

ŞİmDİ Halk Konuşacak ÖDP insanca yaşam, eşit, özgür, demokratik Türkiye için ‘Şimdi Halk Konuşacak’ merkezi siyasal faaliyetini Kartal Meydanı’ndaki buluşmayla başlattı. İşçiler, emekçiler, işsizler, kadınlar, gençler, emekliler İstanbul Kartal’da haksızlığa, yoksulluğa karşı yapılan kitlesel basın açıklamasında buluştu. Sırada 26 Aralık’ta yapılacak Ankara Piyangotepe, 24-25-2627 Aralık’ta Rize, Trabzon ve Fatsa buluşmaları var. m Yazısı Sayfa 2’de

1

YENİ BİR DEVRİMCİ SİYASET İÇİN

ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA HAREKETİ Her tür insani değerin yok edildiği, sermayenin kölesi haline getirildiği, boyun eğdirildiği bu köhnemiş düzene karşı; inandına direnenler geleceği bugünden başlayarak değiştirebilir. Bu ülkeyi özgürlüğün ve dayanışmanın devrimci sesiyle yeniden kurmaya çağırıyoruz. Şimdi bir araya gelmenin, omuz omuza olmanın, mücadelenin ve örgütlenmenin zamanıdır. m Yazısı Sayfa 8-9’da

Aralık 2009 - Sayı:2

TEKEL İŞÇİSİ DİRENİŞİN SİMGESİ Büyük sanayi kuruluşlarını özelleştirme yoluyla tasfiye ederek sermayeye peşkeş çeken politikalara TEKEL işçileri direnişle yanıt verdi.” Çeşitli illerden Ankara’ya gelen ve özelleştirme sonucu özlük haklarını kaybedecek 12 bin TEKEL işçisine polis biber gazı ve coplarla saldırdı. Hızını alamayan polis tekme, tokat ve yumruklarını da emekçilere karşı kullanırken işçileri Abdi İpekçi Parkı’nda bulunan havuza attı. m Yazısı Sayfa 6’da

Birarada Kardeşçe Yaşam İçin Işık Yaktık m Yazısı Sayfa 7’de

Emekçi Cinayetinin Sorumlusu Piyasacı Düzendir m Yazısı Sayfa 4’te

“Güleryüzlü Emperyalizm” Dünyayı Dolaşırken… m Yazısı Sayfa 11’de

Devlet Şiddetine, Erkek Şiddetine, Ekonomik Şiddete Son m Yazısı Sayfa 13’de


merhaba

2

Dayanışma’nın ikinci sayısıyla merhaba… Birinci sayının girişinde ülke siyasetinin gündem bombardımanı altında, insanları neredeyse her güne farklı bilinçlerle uyandıran bir atmosferde şekillendiğinden söz etmiş ve bu kaotik ortamı ortadan kaldırmanın devrimci mücadelenin yükselmesiyle gerçekleşeceğini ifade etmiştik. Aradan geçen zamanda ülkemizde yine birçok konu gündelik siyasetteki yerlerini aldı ve farklı düzeylerde tartışıldı. DTP’nin kapatılma davası ve çatışmalı sokak eylemleri, Afganistan’a asker gönderilmesi, emekli kuvvet komutanlarının “darbe günlükleri”nden dolayı sorgulanması, YÖK’ün katsayı kararının Danıştay tarafından reddedilmesi gibi konuların gündem oluşturduğu toplumsal tartışma iklimine dair Dayanışma’nın bu sayısında bazı değerlendirmelere yer verdik. Gazetemizin bu sayısında, ülkemizde bu dönemi karakterize eden temel siyasal tartışmaları ve halkımızın gerçek gündemi olan yoksulluk, işsizlik, açlık düzeninin eleştirisine ilişkin değerlendirme, haber ve yazıları bulacaksınız. İki sayımızın arasında kamu çalışanları sokakları doldurdu. Toplu sözleşmeli grev hakkı, eşit, özgür ve adil bir gelecek için alana çıkan emek örgütleri hayatı aksattı, kendisini güçlü bir şekilde hatırlatarak, toplumsal muhalefetin sesini bir kez daha duyurdu. Ekonomik krizin tüm tahribatıyla sürdüğü, ülkemizin gericilik ve bölgesel çatışmaların çok yönlü saldırıları karşısında kilitlendiği bir ortamda, bu kilidin emekçi halkımızın krize, işsizliğe, yoksulluğa, gericiliğe karşı eşit, özgür, ve demokratik bir ülkede bir ara yaşama çabasıyla kırılacağına inanan ÖDP “Şimdi Halk Konuşacak” faaliyetini başlattı. Faaliyetin ilk ayağı olarak İstanbul-Kartal’da miting düzenlendi; halk kürsüsü kuruldu, emekçiler kendi sözünü söyledi. Ülkenin tümüne yayılacak ve önümüzdeki dönemde emekten yana bir muhalefetin söylemlerini yaygınlaştıracak faaliyetin ikinci ayağı Ankara’da 26 Aralık’ta gerçekleştirilecek mitingle devam edecek. İlk sayının ardından birçok eleştiri aldık. Gazetemizin çıkışının illerde ve ilçelerde heyecan yarattığı ve önemli bir ihtiyacı karşıladığına dair görüşler iletildi. Bunların yanında, arkadaşlarımız gazetenin geliştirilmesi gereken, eksik olan noktalarına ilişkin bize düşüncelerini ulaştırdı. Dayanışma Gazetesi’nin yürüyüşünü olabildiğince az hata barındıran ve temel siyasal çizgimizin daha net ifade edilerek geliştirilmesine yarayan bir araç olarak sürdüreceğiz. Bu çabanın büyütülmesine yönelik, görüşlerini bildiren tüm okurlara teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki dönemde bu katkıların maksimum düzeyde sürmesini diliyoruz. Gazetemizin aşağıdaki e-posta adresini kullanarak görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. 2009’un son günlerini yaşıyoruz. Yeni bir yıla, yeni bir anlayışla, Özgürlük ve Dayanışma mücadelesinin yüklediği güncel ve tarihsel sorumluluklarla giriyoruz. 2010’un eşitlik, özgürlük ve devrim mücadelesinin büyütüldüğü bir yıl olmasını, ülkemizin devrimci mücadelenin ateşiyle ısınmasını umut ediyoruz.

6 Aralık'ta Kartal Meydanı’nda başlattık, sırada 26 Aralık'ta Ankara Piyangotepe buluşması var

ŞİMDİ HALK KONUŞACAK ÖDP, insanca yaşam, eşit, özgür, demokratik Türkiye için “Şimdi Halk Konuşacak” merkezi siyasi faaliyetini, Kartal Meydanı’ndaki buluşmayla başlattı. İstanbul Kartal’da binler haksızlığa ve yoksulluğa karşı yapılan kitlesel basın açıklamasında buluştu. Özgürlük ve Dayanışma Partisi, insanca yaşam, eşit, özgür, demokratik Türkiye için “Şimdi Halk Konuşacak” merkezi siyasi faaliyetini başlattı. Kartal Meydanı’nda 6 Aralık'ta bir araya gelen ezilenler, sömürüye, emperyalizme, işbirlikçilere, gericiliğe, faşizme, çetelere karşı haykırdı. Halkı suskunluğa mahkum ederek güçsüzleştirenlere, boyun eğdirenlere inat; işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, yok sayılanlar Kartal’da konuşmaya başladı. İşten atılan Migros işçileri, Sin-Ter işçileri, kentsel dönüşüm mağdurları, sel-deprem mağdurları, emekliler, ataması yapılamayan öğretmenler, emekçiler, işsizler, kadınların katıldığı basın açıklamasını ÖDP Genel Başkanı Alper Taş yaptı. Eyleme TKP ve EMEP ilçe örgütleri de destek verdi. HALK KONUŞUYOR Kartal buluşmasında Sin-Ter işçisi Ferit Yalçın, emekli Şevket Turan, ücretli öğretmen Zehra Çıplak, kentsel dönüşüm mağduru Adem Kaya, Esenyurt Belediyesi işçi direnişçisi Alişan Abalay, Gençlik Muhalefetinden Ekin Kara, Migros depolarında sendikalaştıkları için işten atılan Murat Bostancı söz aldı. Onlar, bu karanlık gidişatı durdurmanın ancak halkın kendi sözü ve eylemiyle yürüteceği mücadelenin gelişmesi ile mümkün olabileceğini biliyorlardı.

Sırada 26 Aralık'ta yapılacak Ankara Piyangotepe buluşması var. Şimdi, Özgürlük ve Dayanışma’nın devrimci sesiyle sokakları, mahalleri, iş yerlerini sararak geleceğe sahip çıkmanın günüdür.

Genel Başkan Alper Taş’ın 6 Aralık’ta Kartal Meydanı’nda Yapılan ‘Şimdi Halk Konuşacak’ Buluşmasında Yaptığı Konuşma İnsanca yaşam isteyenler, Ekmeğine, onuruna, kimliğine, geleceğine sahip çıkanlar merhaba! Bugün burada ÖDP olarak yeni bir yürüyüş başlatıyoruz. Buradan Türkiye’nin diğer illerine, ilçelerine, kasabalarına, mahallelerine uzanan bir yürüyüş başlatıyoruz. Yoksullarla, işsizlerle, sömürülenlerle, kimliği nedeniyle ötekileştirilenlerle buluşacak bir yürüyüş başlatıyoruz.

DAYANIŞMA

Onlar adına değil, onlarla birlikte yürümek istiyoruz. Onlarla konuşmak ve onların konuşmasını istiyoruz. ÖDP yüksek siyasetin labirentlerinde enerjisini tüketenlerin değil, bu düzenin ezdiği emekçilerin ve ezilenlerin kendi sözünü söylemesini ve kendi eylemini örgütlemesini isteyenlerin partisidir. ÖDP söz, yetki, karar, iktidar halka diyenlerin, üretenler yönetsin diyenlerin partisidir.

dayanisma@odp.org.tr

Yürüyeceğiz... Bu paralı siyaset düzenini, parayla ikti-

Okurlarımızın ve başka bir dünyadan umudunu kesmeyen herkesin yeni yılı kutlu olsun. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere.

darın, iktidar ile paranın kurulduğu siyaset düzenini değiştirmek için yürüyeceğiz. Yürüyeceğiz... Paranın, sermayenin iktidarını emeğin ve vicdanın gücüyle yenmek için yürüyeceğiz. Yürüyeceğiz... Siyaset diye önümüze konulan bu yap-boz oyununu derdest etmek için, seyirci konumuna çekilen siyasetin esas sahiplerini; işçileri, emekçileri, çiftçileri, yoksulları, dışlananları, işsizleri, gençleri ve kadınları siyasetin merkezine çekmek için yürüyeceğiz. Gerçeğin ve geleceğin korosunu oluşturmak için yürüyeceğiz. Başbakan Erdoğan yarın ABD’ye gidiyor; Nobel Barış Ödülü sahibi, savaş yanlısı Obama’nın yanına. Afganistan‘a daha fazla asker göndermeyi konuşacaklar.Türkiye’nin çatışmalarda aktif rol almasını konuşa-

m Yazısının Devamı Sayfa 3’te


3 diyor. Rahmetli İnönü’nün çizgisini anlayamamıştık ama Özal’ın çizgisi ‘ben zenginleri severim‘ çizgisi, özelleştirme çizgisi, kamunun tahribatı çizgisi, işte Sarıgül’ün çizgisi de bu.

caklar. Değil yeni asker göndermek, Türkiye Afganistan’daki bütün askerlerini çekmelidir. Başbakan Yeni Ortadoğu Projesi’nde bölgesel güç olma hesapları içinde Türkiye‘ye daha fazla rol verme rüşvetini kabul ederse bunun altından kalkamaz. Hep söyledik ve söyleyeceğiz; Türkiye ABD’nin bölge gücü olamaz. Türkiye ABD’ nin bölge karakolu olamaz.

Bazı liberal solcular da demokrasiyi inşa ediyor, darbelere karşı çıkıyor diye AKP’nin, Erdoğan’ın yanındalar. Bizi de yanlarına çağırıyorlar. Erdoğan’dan bir demokrasi kahramanı yaratmaya çalışıyorlar.

Ankara’da büyük bir kavga var; iktidar kavgası. Emperyalizme bağımlılık ve sömürü politikalarını sürdürme konusunda anlaşan egemen güçler ve sınıflar bu politikayı kim yürütecek üzerine mücadele ediyorlar. Emperyalist-kapitalist düzenin yeni biçimini savunanlarla eski biçimini savunanlar kapışıyor. Bu arada onların kavgasından anladık ki bütün yurttaşlar dinleniyormuş. Ülkemizi tam bir hapishaneye çevirmişler. Sosyal devlet olması gereken devletimiz tam bir röntgenci devlet olmuş. Orayı burayı gizlice dinleyenlere sesleniyoruz; açların, yoksulların, işsizlerin sesini dinleyin. Bu seslere kayıtsız kalırsanız bu ses sizi boğacaktır. Bu sesleri polis copuyla, gazıyla susturamayacaksınız. Sevgili Dostlar, İşsizlik ve yoksulluk ülkemizin en önemli gündemidir.

Peki, AKP nasıl ortaya çıktı? Ne zaman ortaya çıktı? AKP’nin önünü, Siyasal İslam’ın önünü 12 Eylülcüler açmadı mı? Bunlara yürü ya kulum denmedi mi?

yalı ekonomik politikaların bir sonucudur yoksulluk ve işsizlik. Çözüm; bozulan gelir ve servet dağılımını yeniden düzenleyecek toplumsal ihtiyaçlara göre belirlenmiş ekonomik politikalardadır. Çare var! Çalışma saatleri kısaltılsın, fazla çalışma uygulaması yasaklansın. Ücret kaybı olmadan, haftalık çalışma saati 35 saate düşürülsün. Kamu istihdamı artırılsın.

Ama biz bu gündemi konuşamıyoruz. Her gün rakamlar açıklanıyor. Açlık sınırının altındakilerin sayısı 2008‘de %14 arttı. 275 liralık açlık sınırının altında yaşayanların sayısı 374 bin. 2008 yılı verilerine göre tam 11 milyon 933 bin kişi 767 TL olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor.

Bu kaynaklar işsizlere ve yoksullara aktarılsın.

AKP başarıdan söz ediyor;

Eğitim ve sağlık parasız olsun.

2002‘de işsizlik %7,2 iken, şu an %13,4. Hükümet‘in açıkladığı orta vadeli programda işsizlik daha da yükselecek.

AKP "Kriz bizi teğet geçecek" dedi.

Bir de iş bulma umudunu kaybeden 1 milyon 860 bin insan var. Sayı böylece %19‘u buluyor. Bu mu başarı? Türkiye ekonomisi giderek küçülüyor. Ekonomi Türkiye tarihinin en büyük küçülme sürecini yaşadı. Hoş, önceki dönemlerdeki büyüme de hormonlu bir büyümeydi. Büyümenin nedeni kapasite artırımıydı. 3 işçinin yapacağı iş 1 işçiye yaptırılarak sağlanan büyüme işsizliği azaltmıyor, sömürüyü artırıyordu. Bütçe açığı 60 milyar TL. Bu açığı bizden aldıkları vergilerle kapatıyorlar. Vergiyi ücretliler ödüyor. Bankaların ve holdinglerin ödediği kurumlar vergisinin oranı %9‘u buluyor. Ey Hükümet; daha ne kadar emekçinin, yoksulun sırtına bineceksiniz? Hükümet’in tek başarısı bankacılıkta. Bankaların karları artmış, bankacılıkta kriz olmamış. Nasıl olsun artık; 2001 krizinde bu halk 50 milyar dolar ödemedi mi? Bunları kurtarmadı mı? Yemediğimiz yemeğin hesabını bizler ödemedik mi? İşsizliğe de çare var, yoksulluğa da çare var. Ama çareyi sömürenlerden, sermayeden, zenginlerden yana olanlar bulamaz. Başbakan muhalefet partilerine seslenip, işsizliğe çareniz varsa açıklayın, gereğini yapmazsam siyaseti bırakırım demişti. Biz açıkladık ama bizi duymadı. Çünkü zengin, sermaye dostu AKP, yoksul, emek dostu ÖDP’nin önerdiği çözüm önerilerini görmez, görse bile hayata geçiremez. Özelleştirmeci, piyasacı, özel çıkara da-

Kamunun sosyal harcamaları artırılsın. Bunun için belirli bir düzeyde serveti olanlardan servet vergisi alınsın.

Asgari ücret vergiden muaf tutulsun. Her yurttaşa yurttaşlık geliri ödensin.

Teğet geçmek bir yana kriz emekçileri göbekten vurdu. Hükümet krizi dış kaynaklı göstererek "Bu bizim eserimiz değildir" dedi. Bütün dünyada krize kaynaklık eden politikalar, özelleştirmeci, borçlanmaya dayalı, piyasacı politikalar değil mi? Yıllardır bu politikaları daha öncekilerden aldığı mirasla AKP yürütmüyor mu, yürütmedi mi? AKP piyasa tanrısına tapıyor. AKP’nin dini imanı para. İsviçre’deki minare yasağından bile fırsatçılık çıkartmaya çalışıyorlar. Minare fırsatıyla yeşil dolarları, kara paraları İstanbul’a çekmeye çalışıyorlar. Din ve vicdan özgürlüğü temel bir haktır. Biz minare yasağına karşıyız. Ama samimi olmak lazım. İsviçre’deki yasağı eleştirirken kendi ülkenizde de Alevilerin yaşadığı yerlere cami yaptırmayacaksınız. Cemevlerini ibadethane kabul edeceksiniz. Minare yasağına karşı gelirken, burada da kiliselerin önündeki engelleri kaldıracaksınız. Evet, AKP’nin dini imanı para; Bunlar, kendi halinde ‘bir hırka, bir lokma‘ felsefesiyle yaşayan dindarları bu sistemin, piyasanın içine öyle çektiler ki, ‘önce para, önce bu dünya anlayışı‘ onların hayat felsefesi oldu. Artık dünya malına gözleri doymuyor, onlara onların anladığı dille sesleniyoruz: Ey AKP’liler, Ey Erdoğan! soruyoruz; Ne yapacaksınız o kadar dünya malını? Ahirete mi götüreceksiniz? Bu dünyanın mallarına bu kadar tapmak

niye? Siz bu dünyanın nimetlerine tapacaksınız, yoksullara öteki dünyayı göstereceksiniz. Sizlere han-hamam, yoksullara din-iman. Yok öyle yağma! Halkımız bu dünyada insanca yaşamak istiyor. Ey vicdandan, ahlaktan, maneviyattan söz edenler; şunu bilin ki, kapitalizmi, piyasayı, yani sömürüyü savunarak ahlaklı ve vicdanlı olamazsınız. Gerçek inananların yeri sosyalistlerin, devrimcilerin yanıdır. AKP’nin sahte demokrasi oyunu bir kez daha açığa çıktı. Rektörlük ve dekanlık seçimlerinde en az oy alan adayları atadılar. Bunların demokrasi anlayışı kurumların başına kendi yandaşlarını getirmekle sınırlıymış, yoksa o kurumları demokratikleştirmek gibi bir dertleri yok. Bunlar kendi cemaatlerine, kendi partililerine Müslüman. AKP’ye nasıl muhalefet edileceği önemli. AKP’nin nasıl bir mücadele ile yıkılacağı önemli. AKP’ye karşı cuntacılık hevesine kapılanların aklıyla bu ülke düze çıkmaz. Aksine daha çok batağa saplanır. Halkımız şunu bilmelidir ki, AKP’yi yıkacak olan ortak mücadelemizdir. AKP’yi, emekçilerin ve ezilenlerin dayanışma içindeki mücadelesi yıkacaktır. Tıpkı 25 Kasım‘da görüldüğü gibi. Kamu çalışanları işçiler ve öğrencilerle birlikte bir günlük grevle AKP’yi uyardı. Sözde demokrat Başbakan hemen grevi yasa dışı ilan etti. Ama kamu çalışanları Başbakan’ın tepkilerine pabuç bırakmadı. İşte AKP’ye karşı mücadelenin yolu budur. Bugün Türkiye’yi yeniden kurmak lazım. Türkiye’yi yeniden kuracak güç ve memlekete lazım olan güç bağımsız devrimci sosyalist bir harekettir. At iziyle it izinin birbirine karıştığı bugünlerde böyle bir hareket elzemdir. Bugün, sol fikirlerin içi boşaltılıyor. Sol adına ortaya çıkartılanlara bakılarak sol mahkum ediliyor. Sol itibarsızlaştırılıyor. Maalesef bugün solu bu solcuların elinden kurtarmak gerekiyor. İşte CHP solculuğu işte Onur Öymen, işte ona sahip çıkan Deniz Baykal ve CHP... Bugün Kürt sorununu Dersim katliamı tarzıyla çözmeyi önerebiliyor. İşte yeni bir kahraman olarak önümüze sürülen Kılıçdaroğlu kılıcını çekiyor gibi gösteriyor ama hemen kınına sokuyor.

Yeşil kuşak stratejisi bunları büyüttü. Daha sonra yeşil kuşak stratejisi önemini kaybetti, Ilımlı İslam stratejisi emperyalizm tarafından sahneye konuldu. Yeşil kuşak stratejisinin ürünü Refah Partisi’nin yerini Ilımlı İslam stratejisinin ürünü AKP aldı. AKP, 28 Şubat post-modern darbesinin ürünü değil mi? Bunlar bu darbeyle alaşağı edilen hocaları Erbakan’ı satmadılar mı? Yeni döneme el pençe durmadılar mı? Erdoğan milletvekili bile değilken ABD Başkanı tarafından Beyaz Saray‘da ağırlanmadı mı? AKP açılımlardan söz ediyor. Kürt açılımı, Alevi açılımı ve şimdi de Roman açılımı. AKP hükümeti Romanların hayatında tarihsel öneme sahip yaşam alanı olan Sulukule’yi yerle bir etmedi mi? Şimdi Roman açılımından söz ediyor. Alevi açılımı için habire çalıştaylar düzenleniyor. Ama Aleviler 8 Kasım’da İstanbul’da yüz binleri toplayarak açılımın çerçevesini çizdi. İstediğin kadar çalıştay yap ama Alevilerin talepleri çok net. Cemevlerinin ibadethane statüsüne kavuşturulması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Madımak’ın müze yapılması.. Bırak çalıştayları, var mısın bunları yapmaya ey AKP... Kürt açılımında somut bir gelişme yok. Bol bol açılımın iyiliği anlatılıyor. Ama açılımda gelinen nokta DTP’nin kapatılması, linç kampanyalarının başlaması olmuştur. DTP’nin kapatılması parti kapatma ayıbının yanı sıra Kürt sorununu daha da derinleştirecektir. Kürt sorununda tarihsel bir eşikteyiz. Ya eşitlik temelinde sorunu çözeceğiz, bir arada yaşamı güçlendireceğiz. Ya da kapıda bizi bekleyen bir iç çatışmadır. Böyle tehlikeli bir gidişatı engellemek devrimci bir görevdir. Etnik barışı savunmak bir arada yaşamı savunmak bizim görevimizdir. Bugün ülkemizin devrimci bir açılıma ihtiyacı var. Devrimcilerin olmadığı bir ülkeyi hedeflediler ama yarattıkları ülke ortada. Devrimciler haklı çıktı. Bu memlekette herkes konuşuyor, memleketi bu hale getirenler utanmazca konuşuyor. Onlar konuştukça sömürü de karanlık da devam edecek. Şimdi devrimciler konuşacak, şimdi halk konuşacak. Şimdi devrimciler halkla birlikte konuşacak.

İşte değişim hareketi adıyla ortaya çıkan Sarıgül.

Halkımızı yok sayanlar bilsinler ki BİZ VARIZ.

İnönü ve Özal çizgisini sürdüreceğiz

İşçileri, işsizleri, kadınları, gençleri yok sayanlar bilsinler ki BİZ VARIZ.


4

EMEKÇİ CİNAYETİNİN SORUMLUSU PİYASACI DÜZENDİR Bursa'da yaşanan grizu patlaması nedeniyle 19 maden emekçisi hayatını kaybetti. Emeğe reva görülen yaşam koşulları bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildi Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesi Devecikonağı beldesinde bir maden ocağında meydana gelen grizu patlaması sonucunda 19 maden emekçisi hayatını kaybetti. ÖDP Bursa İl Örgütü, olaydan sonra yaptığı açıklamada, parti olarak ailelerin ve işçilerin yanında olacağını kaydederek, başta hayatını kaybeden 19 emekçinin ailesi ve yakınları olmak üzere tüm halka başsağlığı diledi. Açıklamada, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de depremler, seller, iş kazaları ya da beklenmedik başka doğal afetler olabileceğini, ancak alınacak önlemlerle kayıpları en aza indirme olanağı bulunduğunu belirten ÖDP Bursa İl Başkanı Ahmet Öztürk, “Aynı şekilde bir maden ocağında metan gazı oluşumunu engelleme imkânınız olmasa da metan gazının ocakta birikmesini ve patlamaya dönüşmesini önleme imkânı vardır. Gaz birikmesini önleyici ve tahliye edici kanallarınız varsa, gaz ölçüm ve alarm üniteniz

mevcutsa, olağan dışı durumda tahliye planınız varsa can kayıplarını ya önler ya da en aza indirirsiniz. Eğer işçi sağlığı ve iş güvenliğine özen gösterilirse bu tip patlamalar, iş cinayetleri olağan bir durum olmaktan çıkar istisnai bir hal alır” dedi. Timsah gözyaşları ÖDP Bursa İl Başkanı Öztürk, iş kazaları ve cinayetlerinde bir yılda kaybedilen insan sayısının savaş ortamında kaybedilen insan sayısına yaklaştığına dikkat çektiği açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Yetkili ve sorumlu kişilerce sarf edilen hamasi sözlerin ve timsah gözyaşlarının hiçbir karşılığı yoktur. Bu kazanın da sebebi; emeğe, insana yatırım yapmadan emekçileri köle gibi, karın tokluğuna

ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA ALMANYA 9. KONGRESİNDE BULUŞTU Özgürlük ve Dayanışma Almanya Platformu 12-13 Aralık günleri Almanya´nın Wüppertal şehrinde 9. Kongresini gerçekleştirdi. Kongreye devrimci gençler yoğun katılım gösterdi. 12 Aralık günü hazırlanan ÖD Almanya tüzük taslağı üzerinde yürütülen yoğunluklu tartışmanın ardından üzerine genel görüş alınan tüzük taslağı kongreye katılan ÖD Almanya üyelerinin oylarıyla kabul edildi. 13 Aralık günü ÖD Almanya‘nın yeniden yapılandırılması ve örgütsel sorunların tartışıldığı bir gün oldu. Kongrede özgürlüklerin düşler kurmak, dayanışmanın devrimci bir eylem gerçekliği ve barışın kardeşliğe uzanan bir köprü olduğunun ve sevginin insanları yaşama bağladığının unutulmaması gerekliğiliği vurgulandı.

Kongreye sunulan bir karar önergesiyle; ÖDP ve ÖD-Almanya’nın göçmenlikten kaynaklanan sorunların çözümü için, Avrupa Sol Parti ve Almanya Sol Parti ilişkilerinde karşılıklı iş birliğinin geliştirilmesi karar altına alındı. Kongreye Türkiye‘den ÖDP MYK Üyesi ve KESK eski başkanı İsmail Hakkı Tombul konuk olarak katılarak bir konuşma yaptı.

Politik eksen olarak, Almanya´da sosyal hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına ve ırkçılığa karşı bütün demokratik kurum ve kuruluşlarla birlikte eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir toplumsal yaşam oluşturulması için "Göçmenlerin Sol Kürsüsünün" yaratılması kongrenin belirleyici yönü oldu.

Daha sonra Meclis ve Disiplin Kurulu seçimi ne geçildi ve ve Özgürlük ve Dayanışma Almanya Platformu meclisine 2’si yedek 17 kişi ve 3 Disiplin Kurulu üyesi seçildi. Secim sonuçlarının açıklanmasından sonra, hep birlikte "İnadına Aşk, İnadına Devrim ve Sosyalizm" sloganları atıldı

ANTALYA BİR UTANÇTAN KURTULDU Antalya'nın Döşemealtı İlçesi'ne bağlı Nebiler Köyü'ndeki Kenan Evren İlköğretim Okulu'nun adı Osman Ali Cingöz İlköğretim Okulu olarak değiştirildi. ÖDP Antalya İl Örgütü'nün de Ağustos sonunda okul önünde yaptığı “Artık yeter, bu utançla yaşamak istemiyoruz” eyleminin ardından Eğitim-Sen Antalya Şubesi de Kenan Evren İlköğretim Okulu'nun adının Fakir Baykurt İlköğretim Okulu olarak değiştirilmesini istemişti.Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü başvurunun ardından yaptığı değerlendirmede okula Osman Ali Cingöz adını verdi.

çalıştıran piyasacı düzendir. Artık yeter. En yüce varlık olan emek için, insanı insanca yaşatmak için işletme karlarından küçücük bir fedakârlık bile bu şekilde kayıpları önleyecek iken, karından hiçbir feragatta bulunmaksızın, asgari çalışma şartlarına bile uymadan madeni işleten zihniyet bu cinayetlerin sorumlusudur.” Sorumlular bir an önce yargılanmasını ve cezalandırılmasını isteyen Öztürk, “Özgürlük ve Dayanışma Partisi olarak yeni iş cinayetlerinin, can kayıplarının olmaması için hükümeti, Çalışma Bakanlığı’nı sorumluluğunu yerine getirmeye çağırıyoruz. Kaybettiklerimizi unutmayacağız, unutturmayacağız” dedi.

24-25-26-27 Aralık’ta Rize, Trabzon ve Fatsa’da Halk Konuşacak Konu ile ilgili açıklama yapan ÖDP Rize İl Başkanı Yaşar Aydın ülke genelinde başlattıkları kampanya ile yurttaşın yaşadığı gerçek gündeme işaret etmek istediklerini söyleyerek, "Ülkemizde iç çatışmalar, yoksulluk, işsizlik yaşanırken iktidar ve mecliste bulunan partiler kayıkçı dövüşü yapmayı tercih ediyorlar. Biz ÖDP olarak ülkemizin yaşadığı gerçek gündemi öne çıkarmak ve mağdurların sözünü yükseltmek için tüm Türkiye’de alana çıkı-yoruz" diye konuştu. Rize‘de başlangıç 24 Aralık‘ta ÖDP İl Başkanı Yaşar Aydın faaliyetin Rize ayağının 24 Aralık‘ta başlatılacağını söyleyerek şöyle devam etti: "24 Aralık Perşembe günü Genel Başkanımız Rize’ye gelecek. Rize merkezde sendikaları dost partileri ve demokratik örgütleri ziyaret edecek. Hem kampanyayı anlatacak hem de ilimizin sorunları ile ilgili bilgi alacak." Ali Asker Pazar‘da ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın 25 Aralık Cuma günü Pazar ve Fındıklı‘da bir dizi toplantıya katılacağını söyleyen İl Başkanı Yaşar Aydın, "25 Aralık Cuma günü Pazar’da bir de Halk buluşması organize ettik. Burada Genel Başkanımız Alper Taş’ın yanında halkımızın gür sesi Ozan Ali Asker arkadaşımız da bizlerle birlikte olacak. Tüm yurttaşlarımızı bu buluşmamıza katılamaya çağırıyorum" diye konuştu.


5

M E M LE K E T M A N Z A R A S I

Bir hesap yapalım. Son günlerde can verenlerin sayısı: 1 (molotofla yaralanıp ölen kız) + 1 (Diyarbakır’daki gösteride silahla öldürülen öğrenci) + 7 (PKK’nin nedense günler sonra üstlendiği saldırıda hayatını kaybeden askerler) + 19 (Bursa’daki maden kazasında can veren madenciler) +3 (Kilis’te taş ocağında ölen 3 işçi) : Toplam 31 kurban. Her haliyle ve her yanda sürmekte olan bir savaşın mağdurları bunlar. Ana dilini konuşma arzusuyla ölen ve öldüren insanların dünyasındayız ne yazık ki. Bir de ana ocağına her akşam ekmek götürebilmek için can veren işçilerin ve onları üç kuruş fazla kâr için ölüme göndermekte tereddüt etmeyen patronların dünyası... Bunlar aynı gün, aynı gazetelerin baş sayfalarını paylaşırken, birileri bize, “bunları toplamayın, acıları ve haksızlıkları toplamayın” diyor. Bölün diyorlar, acıları ve gözyaşlarını bölün, çıkarın ve ayrı raflara dizin. Tuhaflıklar ülkesindeyiz. Darbeye karşı aslanlar gibi mücadele ettiğini söyleyen AK pak partililer, sokaklardan cuntacı Kenan Evren’in adı silinmesin diye çırpınıyorlar. Ergenekonculukla suçlanan CHP’ liler ise o ismi kaldırmaya çalışıyor. 12 Eylül darbesi, dincileri ve AKP zihniyetini aslan sütüyle beslediği için şimdi diyet borçlarını ödüyorlar ve darbeye ne kadar da bağlı olduklarını gösteriyorlar. AK pak demokrasi böyle oluyor memleketimizde. Milleti her konuda şaşkına çevirmekte üzerilerine yok. Alın size domuz gribi vakası. Bakan Recep bey, “aşı olun” diye sıkıştırır, Başbakan Recep bey ise, “sakın ha” diye çıkışır. Ve cümle cemaatin aklı karışır. Ama net olan bir şey var: Domuz gribinden ölenlerin neredeyse tamamı düşük gelir grubuna ait. Yoksulluk, salgın hastalıklara daha kolay yakalanmaya imkan verir. Tam bu salgın geçti derken, şimdilerde virüsün karakter değiştirdiği ve yeni bir görüntüyle gelmekte olduğu söyleniyor. Gerçi hükümetimiz, buna karşı her tür tedbiri aldığını söyledi, ama… Yoksulların durumu değişmediği için bu lanet virüs gelip yine onları bulacak.

Ama, çok şükür inanç özgürlüğünde anlaşıyoruz. İsviçre’de minare yasağına karşı çıkmak gerektiği konusunda kimse tereddüt etmedi. Gerçi bu inanç özgürlüğünü Avrupa’da savunurken, memleket sınırları içine taşımak gerektiği konusunda yine anlaşmazlık noktasına geliyoruz. AK pak özgürlük anlayışı bu sınırın aşılmasından rahatsız oluyor. Ramazan ayında oruç tutmadığı için ölen insanlarmış, saç uzatıp küpe taktığı için bu ülkenin bilim yuvası üniversitelerinde linç edilen gençlermiş, din derslerinin zorunlu olmasıymış, cemevlerinin ibadethane değil de öylesine bir hane sayılmasıymış veya Hıristiyan yurttaşlarımızın kilise başvurularının reddedilmesiymiş… “Geçin böyle konuları, Başbakanımızın huzurunu bozmayın” diyorlar bize. Bu ülkede yazılması muteber olan konular belirlenmiş, gerisi önemsiz sayılıyor. Mesela, emek sendikaları ve meslek odaları son yılların en büyük mitingini 21 Kasım’da Ankara’da gerçekleştirdi, ama Taraf gazetesi buna tek bir satır ayırmadı. Miting hükümetin ekonomik zihniyetine karşı yapılıyordu. Ama aynı gün başyazar Ahmet Altan, merkez medyanın “ahlaksız” olduğunu bastıra bastıra yazıyor ve bu ahlaksız gazetelerin bazı haberleri görmezden geldiğini söylüyordu. Bir sonraki gün baktığınızda aynı gazetenin hiçbir yazarının da bu konuya değinmediğini görüyorsunuz. Ama binlerin işçi mitingini görmeyen bu “ahlaklı” gazete, o gün Malezya’daki bir camide yapılan toplu sünnet törenini haber yapabiliyordu, üstelik fotoğraflı. Aynı “ahlaklı” körlüğü, geçen ay üniversitelere yapılan atamalarda da gördük.YÖK ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önseçimlerde en az oy Bölsek de aynı acı. Hiç azalmıyor. Yine Kürt sorununu çözmek gerekiyor. İşçiler ve emekçiler sömürülmesin ve iki ekmek için ölüme razı köleler halinde yaşamasın. Hasretimiz bu bizim.

alan adayları dekanlık ve rektörlük görevlerine getirmekte tereddüt etmedi. Hani bunlar Erdoğan Teziç ve Ahmet Necdet Sezer döneminde bu tür uygulamalarda bağırır çağırır, itiraz ederlerdi? Ne oldu? YÖK Başkanlığı’nı alınca, artık sorunlar bitmiş mi oldu onlar için? Peki her şeye “ahlaksız” ve “faşist” yaftasıyla saldıran Taraf yazarlarının

Ahmet Türk sonrasında haklı olarak sordu: “Madem öyle, ‘Ergenekon’un avukatıyız’ diyen CHP veya ‘Türk’ün kanı içinde boğulacaklar’ diyen MHP hakkında neden kapatma davası açılmıyor?” Cevap: Bu siyasi bir karardır. Devlet siyaseti.

demokratik sesine ne oldu? Veya bu konularda birkaç yıl önce canla başla yazılar yazan “demokrat” yazarlar (mesela Yeni Şafak veya Zaman gazetesindekiler) neden tek -evet tek- bir satır yazma gereği duymadılar? Bu soruların cevabı önemli değil. Tek bir sonuç var: Bu çerçevenin içindekiler hala ahlaklı ve demokrat sayıyorlar kendilerini. AKP’nin barış konusunda iyi niyetli olmadığını söylediğimizde de kızıyorlar bize. Bu meseleyi 10 Kasım günü Meclis’e getiren AKP o gün gereksiz bir gerginliğin doğacağını bilmiyor muydu? Evet, bu gerginlik sayesinde, şimdi, “biz çok istiyoruz ama karşımızda ciddi bir tepki var” deme bahanesine sarılabiliyorlar ve böylece bu açılım meselesini belirsiz bir geleceğe erteliyorlar. Hem bu gündemden vazgeçmediklerini söylüyor, hem de karşılarına ciddi bir tepkinin çıkmasını özellikle istiyorlar sanki. Öcalan’ın hücresini küçülterek, göstericilere silahla ateş ederek, İzmir’deki DTP konvoyuna saldırıya açık kapı bırakarak, kötü bir siyaset güdüyorlar. Ve bu kötü siyasete ne yazık ki Kürt muhalefeti de ayak uyduruyor ve yanlış yöntemlerle tepki veriyor, yanlış siyasetler geliştirerek sorunun çözüm imkanlarını güçleştiriyor.

AKP’li Bakan, DTP’nin kapatılabileceğini söyledi ve Anayasa Mahkemesi iki yıldır rafta bekleyen dosyayı hemen açarak on gün içinde partiyi kapattı. Bu ne şiddet, bu ne hız... Kapatma gerekçeleri arasında, bir yöneticinin “terör örgütünü” övmesi, başka bir yöneticinin ise Türklerden “kan içinde boğulacaklar” diye söz etmesi gösteriliyordu. Ahmet Türk sonrasında haklı olarak sordu: “Madem öyle, ‘Ergenekon’un avukatıyız’ diyen CHP veya ‘Türk’ün kanı içinde boğulacaklar’ diyen MHP hakkında neden kapatma davası açılmıyor?” Cevap: Bu siyasi bir karardır. Devlet siyaseti. Kürt meselesinde günah çıkaranlar kervanına Başbakan Erdoğan ve Devlet Bakanı Bülent Arınç’tan sonra “milli” sanatçılardan Serdar Ortaç da katıldı. Biraz geç oldu ama olsun. On yıl kadar önce bir konuşmasında Kürtçe şarkı söyleyeceğini dile getiren Ahmet Kaya’mıza arsızca saldıranların, çatal bıçak ve nefret savuranların başında gelmiş, hızını alamayıp sahneye çıkarak marş söylemişti. Geçenlerde bir röportajında, bu olaydan duyduğu pişmanlığı dile getirerek, artık kendisinin değiştiğini söyledi. Gerçi bu pişmanlık beyanına, eski karabiber klibinde bir kadının göbeğinde zeytin yemiş olmasını da eklemiş durumda Serdar Ortaç. Herhalde bu zihniyetin, pişmanlıklar arasında sınıflandırma yapmak ve sebep olduğu her ızdırabın bir benzerini kendi ruhunda hissetmesi gerektiğini anlamak için de bir on yıl geçmesi gerekiyor. Aynı süre, AKP’liler için de geçerli. Demokratik açılım yapacağız deyip bu toplumun beklentilerini yükseltmenin ama sonra da bunu tarümar ederek, sokaklarda insanlarımızın birbirine kurşun sıkacak duruma gelmesinin vebali büyüktür. Siyasetin nefes alma alanlarını tıkadıktan sonra sokakta oluşan tepkileri milliyetçi hezeyanlarla bastırtmanın vebali büyüktür. Bunları da anlayacaklar. Ama biz, bölme ve çıkarma işlemini bizi eksiltmek için kullananlara karşı devrimci matematiğin hakkını verelim. Yeter ki, toplama ve dayanışma işleminin yürekli matematiğini dünya aleme gösterebilelim. İnatla ve sükunetle. Bilekle ve bilinçle.


6 Özelleştirme Sonucu Özlük Haklarını Kaybedecek Tekel İşçilerine Polis Saldırdı

Ücretler ve Sermaye ile Emek Arasındaki Mücadele* Karl Marx 1. Ücretlerdeki düşmeye karşı işçilerin gösterdikleri dönemsel direnmenin ve bunların ücretleri artırma yolundaki dönemsel girişimlerinin ücretlilik sistemine ayrılmazcasına bağlı olduğunu ve bu durumu emeğin metalar tarafından emilmesi olgusunun dayattığını ve bu yüzden de bunun, fiyatların genel hareketini düzenleyen yasalara bağımlı olduğunu gösterdikten; ayrıca, ücretlerdeki genel bir yükselmenin metaların ortalama fiyatlarını ya da değerlerini etkilemeyeceğini gösterdikten sonra, artık soru, sermaye ile emek arasındaki bu ardı arkası gelmez mücadelede sermayenin ne ölçüde başarılı olabileceğidir. Bunu bir genellemeyle yanıtlayacağım, ve diyeceğim ki, emeğin pazar fiyatı, bütün öteki metaların pazar fiyatı gibi uzun vadede kendi değerine uyacaktır; ve bundan dolayı, bütün iniş ve çıkışlara karşın, ve işçi ne yaparsa yapsın, ortalama olarak ancak kendi emeğinin değerini alacaktır, ki bu değer, bakımı ve yeniden üretilmesi için gerekli olan geçim araçlarının –ki bu geçim araçlarının değerini de, sonuçta, üretilmeleri için gerekli olan emek miktarı düzenler– değeri ile belirlenen kendi işgücünün değeridir. Ama bazı belirli özellikler vardır ki, işgücünün değerini, yani emeğin değerini bütün öteki metaların değerlerinden ayırdederler. İşgücünün değeri, biri salt fiziksel, ötekisi ise tarihsel ya da toplumsal olan iki öğeden oluşur. İşgücü değerinin en uç sınırını fiziksel öğe belirler, yani bu demektir ki, işçi sınıfının geçinmesi, ve yeniden üremesi, fiziksel varlığını sürdürmesi için, yaşamak ve çoğalmak için vazgeçilmez olan geçim araçlarını alması gerekir. Bu vazgeçilmez geçim araçlarının değeri, buna göre emek değerinin en uç sınırını meydana getirir. Öte yandan, işgününün uzunluğu da, çok esnek olsa bile, bir uç sınıra sahiptir. Bu uç sınırları belirleyen şey, işçinin fiziksel kuvvetidir. İşçinin yaşamsal kuvvetinin günlük harcanması belli bir ölçüyü aşarsa, günbegün yeniden harcanamaz. Bununla birlikte, dediğimiz gibi, bu sınır çok esnektir. Hızlı bir biçimde peşpeşe gelen sağlıklı ve kısa ömürlü nesiller, emek pazarını, bir dizi güçlü ve uzun ömürlü nesiller kadar iyi bir biçimde besleyebilir. Salt fizyolojik olan bu öğe yanında, her ülkede emeğin değeri, geleneksel yaşam düzeyi ile de belirlenir. Bu yaşam düzeyi, yalnız fiziksel yaşamdan ibaret olmayıp, insanların içinde yaşadıkları ve içinde yetiştirilmiş oldukları toplumsal koşullardan doğan bazı gereksinmelerin doyurulmasıdır. (...) Ama kârlara gelince, bunların asgarisini belirleyecek bir yasa yoktur. Onların düşüşlerindeki son sınırın ne olduğunu söyleyemeyiz. Peki bu sınırı neden saptayamıyoruz? Çünkü ücretlerin asgarisini saptayabildiğimiz halde, azamisini saptayamıyoruz. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, işgücünün sınırları belli olduğunda, kârların azamisi, ücretlerin fiziksel asgarisine tekabül eder; ve ücretler belli olduğunda, kârların azamisi, işgününün işçinin fiziksel gücünün dayanabileceği sınıra kadar uzatılmasına tekabül eder. Demek ki, kârın azamisi, ücretin fiziksel asgarisi ve işgününün fiziksel azamisi ile sınırlıdır. Açıktır ki, azami kâr oranının bu iki sınırı arasında, değişebilen sınırsız bir ıskala yer alır. Kâr oranının fiili ölçüsü, sermaye ile emek arasındaki kesintisiz mücadele tarafından belirlenir; kapitalist durmadan ücretleri fiziksel asgariye düşürmeye ve işgününü fiziksel azamiye çıkarmaya çabalar, oysa işçi sürekli olarak karşıt yönde bir baskı yapar. Böylece sorun, mücadele eden tarafların karşılıklı güçler dengesine indirgenir. * Başlık Dayanışma Gazetesi tarafından koyulmuştur. Marx’tan yaptığımız bu aktarma, Ücret, Fiyat ve Kâr adlı kitabın “Sermaye ile Emek Arasındaki Mücadele ve Bunun Sonuçları” bölümünden alınmıştır. Bu bölüm, önceki sayıda bazı pasajlarını aktardığımız, “Ücretleri Yükseltmek Ya da Düşmelerine Karşı Koymak Yolundaki Belli Başlı Girişimler” bölümünden hemen sonra gelmektedir. (K. Marx-F. Engels, Seçme Yapıtlar Cilt: 2 içinde, Sol Yayınları, Birinci Baskı: Temmuz 1977, sf. 85-87) Bu bölümün devamına önümüzdeki sayıda yer verilecektir.

TEKEL İŞÇİSİ DİRENİŞİN SİMGESİ Çeşitli illerden Ankara'ya gelen ve özelleştirme sonucu özlük haklarını kaybedecek 12 bin TEKEL işçisine polis biber gazı ve copla saldırdı. Hızını alamayan polis biber gazı ve copun yanı sıra tekme, tokat ve yumruklarını da emekçilere karşı kullanırken bazı işçileri Abdi İpekçi Parkı’nda bulunan havuza attı. AKP Hükümetinin aldığı kararla işyerleri kapatılacak olan ve günlerdir Ankara'da direnişte olan TEKEL işçilerine polis saldırdı. Özelleştirme nedeniyle iş yerleri kapatılıp özlük hakları 4/C (sözleşmeli personel) kapsamında başka kamu kuruluşlarına nakledilmek istenen binlerce Tekel emekçisi AKP Genel Merkezi ve Abdi İpekçi Parkı'nda eylem yaparken protestonun ikinci ve üçüncü gününde de polis şiddetine uğradı. Çeşitli illerden 106 otobüsle Ankara'ya gelen 12 bin Tekel işçisi AKP önünde ve Abdi İpekçi Parkı’nda sloganlarla hükümeti protesto ederken 2 Tekel işçisi de işyerlerinin kapatılmasını protesto etmek için soyundu. Özelleştirilen Tekel fabrikalarında çalışan işçiler başka kamu kuruluşlarına 4-C statüsüyle nakledilmeye karşı çıkıyorlar. Biber gazı ve cop AKP önünde bekleyen işçilerin bir bölümü ilk günün akşamı sendikanın direktifiyle Atatürk Spor Salonu’na götürülerek geceyi burada geçirmeleri sağlandı. Protestoların ikinci günü sabah saatlerinde diğer grupla birleşmek üzere Abdi İpekçi Parkı’na gelen işçilere polis biber gazı ve copla müdahale etti. Polis şiddetinden çok sayıda emekçi yaralanırken yaralılar dahil işçilerin Abdi İpekçi Parkı'ndan çıkmasına izin verilmedi. Hak arayan emekçiler sık sık “Tayyip Allah belanı versin”, “Direne direne kazanacağız”, “AKP’nin imamı kaça sattın bu halkı” sloganları atttı. Biber gazı, cop, tekme, yumruk TEKEL işçilerinin Ankara direnişinin üçüncü gününde de emekçiler polis şiddeti ile karşı karşı karşıya kaldı. Polis, geceyi Abdi İpekçi Parkı’nda geçiren 7 bin işçi ve milletvekillerine biber gazı ve tazyikli suyla saldırdı. Saldırıda hızını alamayan Ankara polisi tekme, tokat ve yumruklarını da kullanarak bazı işçileri Abdi İpekçi Parkı'nda bulunan ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Haydar İLKER: TEKEL İŞÇİSİ YALNIZ DEĞİLDİR AKP günlerdir kontrolden çıkmış bir halde emekçilere saldırıyor. İstanbul'da hakkını arayan İtfaiyeciler, 25 Kasım'daki uyarı grevine katıldığı için görevden uzaklaştırılan arkadaşlarına sahip çıkan emekçiler, işine, aşına sahip çıkmak için Ankara sokaklarında direnen TEKEL işçileri polisin saldırısıyla susturulmaya çalışıldı. Eğer, AKP'nin amacı işçilere zulüm etmekse bunu başardı. TEKEL işçileri polis şiddeti ile havuza 'döküldü', parkın dışına 'sürüldü', gaz bombaları ile hastanelik edildi. Suyun, çamurun içerisinde geceyi korumak için yaptıkları çadırları başlarına yıkıldı. AKP bu başarısından dolayı polislerini kutlayabilir! AKP'nin amacı TEKEL işçilerini susturmaksa, işte onu başaramadı. İşçiler el ele verip yine yürüdü. Bu kez seslerini daha da büyüterek, öfkelerini çoğaltarak yürüdüler.

havuza attı. Havuza atılan işçilere tazyikli su sıkmaya devam etti. Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türkel'in de aralarında olduğu çok sayıda işçi gözaltına alınırken, Türk-İş, "insanlık dışı" olarak nitelendirdiği müdahale için "Ankara’yı bir 'korku şehri' haline getiren müdahalenin ve uygulanan şiddetin dozunu haklı gösterebilecek hiçbir gerekçe yoktur” dedi. ÖDP'den destek Ankara'da günlerdir hak arayışındaki TEKEL işçilerine ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Haydar İlker, Ankara İl Başkanı Cevat Özdemir ve ÖDP üyeleri de destek ziyaretinde bulundu. Tek Gıda İş’e bağlı olarak Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya akın eden Tekel işçilerinin soğuk ve yağmurlu havadaki direnişine birçok siyasi parti ve demokratik kitle örgütü destek verdi. İzmir'den protesto Öte yandan ÖDP İzmir İl Örgütü, çeşitli siyasi partilerin de destek verdiği bir eylemle polisin Ankara'da TEKEL işçilerine karşı gerçekleştirdiği saldırıları protesto etti. 4/C Statüsü Çeşitli kamu kurumlarında 4/C statüsü ile istihdam edilen geçici işçiler Bakanlar Kurulu kararı ile işe alınıyor. Her yıl işte çıkarılıp performansa göre yeniden işe alınan işçilerin maaşı, aynı işi yapan kadrolu personele göre yüzde 30-40 daha düşük. Lise mezunu bir geçici işçi, asgari geçim indirimi dahil 730 TL alıyor. Aynı statüdeki bir memurun ise maaşı yaklaşık bin 100 lira. Kamudaki bu ayrımcılığın sebebi 4/C'lilerdeki statü belirsizliği. Bu kapsamdaki kişiler ne kamu işçisi sayılıyor ne de devlet memuru. Her yıl Bakanlar Kurulu kararı ile kamu kurumları için toplam 21 bin 193 geçici işçi kadrosu ilan ediliyor. Tayyip Erdoğan bilmeli işine, ekmeğine, çocuklarının geleceğine sahip çıkan işçilerin yürüyüşünü polis barikatları ile durduramazlar; işçilerin sesini gaz bombaları ile kesemezler. Bu yürüyüş barikatları aşar bu ses duvarları yıkar! Bu tablo 'özelleştirelim güzelleştirelim', 'babalar gibi satarım' diyen tüccar zihniyetinin eseridir. Özelleştirmelere başından bu yana karşı çıkarken, özelleştirmenin işsizliğini arttıracağını, taşerona iş verme, geçici, yarım zamanlı işler, ücretsiz aile işçiliğini yaygınlaştırarak, sömürüyü arttıracağını söylüyoruz. Kamu kurumlarını sermayeye peşkeş çekip, işçilerin haklarını gasp etmeye çalışanlar bu politikalarını zorla ve baskıyla kabul ettiremeyecektir. AKP işçilerin, emekçilerin sesinden ve öfkesinden korksun, AKP'yi emekçilerin mücadelesi yıkacaktır. Baskılara ve hür tür zorbalığa karşı haklı mücadelesinde TEKEL işçilerin yanında olmaya, mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz.


7

Batman'da İşçi Filmleri Festivali

ÖDP Genel Başkanı Alper Taş;

BİR DEMOKRASİ AYIBI DAHA

DTP'nin kapatılması Türkiye'deki demokrasi anlayışının sakatlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Kürt halkının kendi taleplerine sahip çıkan bütün partiler kapatılmıştır. Parti kapatma demokratik mücadele alanını kapatmak anlamına gelmektedir. Kapatma kararı siyasidir. AKP her ne kadar ‘biz parti kapatmalara karşıyız‘ dese de, kapatma kararının oluşmasında AKP’nin önemli bir payı vardır. AKP günlerdir DTP’yi hedef haline getirmiş, ‘Batasuna‘ örneğiyle kapatılmanın adeta gerekçesini hazırlamıştır.

AKP kendisine yönelik kapatma davası söz konusu olduğunda, parti kapatmaları zorlaştırmaya dönük çalışmalar yapacağını söylemişti. Ancak kapatma tehlikesini atlattıktan sonra bu konuda hiçbir adım atmadı. Bu durum ‘kendine müslüman‘ AKP’nin sözde demokratlığının ve samimiyetsizliğinin göstergesidir. DTP’nin kapatılması sorunu daha da derinleştirecek, barış umutlarını azaltacaktır. Son günlerde içerisine girdiğimiz şiddet cenderesi ‘açılım‘ süreciyle başlayan umutların bir hayal kırıklığına doğru yönelmesi sonu-

Batman da düzenlenen 1. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali,TARİŞ ve Fatsa belgesellerinin gösterimi ve ÖDP Parti Meclisi üyesi Cemal Çakıcı'nın konuşmasının ardından sona erdi. Toplam 32 kısa ve uzun metrajlı film gösteriminin yapıldığı festivalde Devrimci Yol’un TARİŞ ve Fatsa'da verdiği mücadeleleri konu alan belgeseller en çok ilgi çeken yapımlar oldu. Batman 1. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali'ne ÖDP'den de Parti Meclisi üyesi Cemal Çakıcı ve Merhamet Şahin katıldı. Festivalin son gününde ‘Kürt Sorunu’ hakkında bir konuşma yapan ÖDP Parti Meclisi üyesi Cemal Çakıcı, kimliklerin özgürleşmesinin emeğin özgürleşmesinden bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi.

cunu ortaya çıkarmıştır. Umutların azalması aynı zamanda bir arada yaşama arzusunun da azalmasına yol açmaktadır. Bugün kapatılma ‘iyi oldu‘ diyenlerin yani çözümsüzlükte ısrar edenlerin, savaştan ve ölümlerden yana olanların sesi daha çok çıkıyor; ancak bütün bu güçlere karşı barış ve kardeşlik isteyenler mutlaka bu toprakların kaderini değiştirecektir. Türkiye’nin kardeşliğini, eşit, özgür ve demokratik geleceğini birlikte kuracağız.

BİRARADA KARDEŞÇE YAŞAM İÇİN IŞIK YAKTIK İstanbul Tramvay durağında barış ve kardeşliğe ışık yakıldı, mumlarla barış yazıldı. ÖDP, EMEP ve Halkevleri tarafından düzenlenen yürüyüşte, kardeşlik ışığını büyütme çağrısı yapıldı. ÖDP, EMEP ve Halkevleri tarafından İstanbul‘da düzenlenen ‘Barışa ve Kardeşliğe Işık Yakıyoruz‘ yürüşü yağmura rağmen çoşkuya gerçekleştirildi. TEKEL işçilerine uygulanan polis şiddetinin kınandığı eylemde ortak açıklamayı ÖDP Genel Başkanı Alper Taş okudu. Bugün buraya ellerimizdeki ışıklarla geldik, bu ışıklar ırkçılık ve faşizm karşısında dimdik ayakta durmanın, kardeşlikte direnmenin ve özgürlük isteklerimizin ışıkları olacaktır, diyen Taş, son günlerde yükselen şiddetin barış umutlarını azalttığını umudunu yitirmeyenlerin bu yürüyüşün kardeşlik ve barış umutlarını çoğaltmak için bir adım olduğunu ifade ederek, ışığı büyütme çağrısı yaptı. Bir iç savaş ortamının yaratıldığını, halkın birbirinden koparılmaya çalışıldığını belirten Taş şunları kaydetti, "Bu bölünme ve parçalanma içerisinde son günlerde yükseltilen Kürt düşmanlığı ve

milliyetçi/faşizan kışkırtmalar sonucunda çatışmalar uç vermeye başlıyor. ‘Ya sev ya terk et‘ faşist zihniyeti halkların birbirinden uzaklaşmasına neden oluyor. Çeteler, karanlık güçler oluşturdukları bu puslu havada sokak aralarında silah dağıtıyorlar. Aynı sokakta aynı yoksulluk ve çaresizliğe mahkum olarak ayakta durmaya çalışan insanlar birbirine düşürülmek isteniyor. Düzen güçleri bütün sorunları ancak ellerindeki tek alet olan çekiçle çözebileceğini sanmaya devam ediyor. DTP tabelası yere indiğinde, daha fazla öldürdüklerinde, daha fazla yasakladıklarında sorunun ortadan kalkacağını sanıyorlar." Barış Hakların Birlikte Gelecek Arayışının Sonucu Olacaktır Alper Taş, AKP‘nin, düzen güçlerinin barışı ve kardeşliğini sağlamayacağının altını çizerken, barış ve kardeşlik ancak halkların birlikte gelecek arayışının sonucu olabileceğini belirtti.Taş, "Bugün adım atın demeye geldik, barış ve kardeşlik için adım atmaya geldik. Halkları birbirine düşürenlere karşı bir arada yaşamın, kardeşliğin barikatlarını kuracağımızı söylemeye geldik. Bugün buraya kardeşlik isteyenleri sesimize ses katmaya

çağırmaya geldik. Umutluyuz, bu umudu büyütmeye kararlıyız. Ülkemizi ırkçı, şovenist, inkarcı, imhacı karanlık güçlere terk etmemeye kararlıyız. Nazım‘ın da dediği gibi, ‘Onlar umudun düşmanıdır, sevgilim; akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilin gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: çürüyen diş, dökülen et, bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle‘ bu topraklarda kardeşlik ve barış..."dedi.


8

Yeni Bir Devrimci Siyaset İçin

ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA HAREKETİ

geliştirmesi ile sağlanabilir. Bu anlamda Partimiz aşağıdan yukarıya bütün yapısını mücadele alanlarına dayanarak tüm yapısını birim örgütleri temelinde oluşturulacaktır. Seçme-seçilme ilişkilerinin doğrudan birimler üzerinden gerçekleşeceği, birimlerin kendi temsilcilerini seçerek Parti organlarını geri çağırma ilkesi doğrultusunda aşağıdan yukarıya oluşturacağı, taban inisiyatifini ve demokrasisini esas alan bir şekilde Partimizi yeniden kuracağız. Bu yöndeki bir yeniden yapılanma Partimiz ve sol için bir zihniyet devrimi olacaktır.

Ülkemizdeki bütün gelişmeler sermaye yanlısı gerici ve faşist akımlar tarafından belirleniyor. Emekçi halk kesimleri yıllardır bu sağ akımların emperyalizmin güdümünde uyguladıkları politikalarla sömürülüyor. Ezilen halk kesimlerinin özgürlük ve eşitlik arzusu baskı, zor ve asimilasyon politikaları ile bastırılıyor. Birbirine karşıtlık içerisindeymiş gibi görünen tüm düzen siyasetleri konu emekçilerin hakları, demokrasi ve geliştirilmesi özgürlüklerin olduğunda, sermaye düzeninin devamı için birleşiyorlar. Son yıllarda emperyalizmin küresel politikaları doğrultusunda yaşanan 'değişim' süreci ile sermayenin bugünkü ihtiyaçlarına uygun olarak yapılanan devlet eski ve yeni arasındaki bir çatışma zemini de ortaya çıkardı. Emperyalizme bağımlı liberal muhafazakar çizginin hegemonyası altındaki bu süreç sözde demokrasi ve özgürlük söylemleri altında emekçi halk kesimlerine karşı vahşi bir sömürü uygularken eğitimden sağlığa tüm kamu hizmetleri ticarileşiyor, kamunun malları özelleştirme ile sermayeye peşkeş çekiliyor. Bu gelişmeler doğrultusunda sol içerisinde de kapitalizmin eski ve yeni düzeni arasındaki saflaşmalara paralellik taşıyan kimi gelişmeler yaşanıyor. Sol adına ortaya çıkan bir kesim AKP eliyle yürütülen küresel değişim programından yana tavır alırken liberal muhafazakar iktidar bloku ile bütünleşmeyi 'yeni sol' olarak sunmaya çalışıyor. Devrimci bir siyasetin yeterince güçlenmediği bu koşullarda toplum her tür düzen içi sağ akımların etkisi altına alınmaya çalışılıyor. Bugün yeni bir devrimci siyasetin geliştirilmesine ihtiyaç var. Solun kendisini devrimci anlamda yenileyerek aşabilmesini mümkün kılacak bir örgütsel ve politik yeniden inşa süreci emperyalizme bağımlı olarak gelişen yeni devlet yapısına karşı mücadele içerisinde gelişecektir. Bunu da ancak kendi özgücüne güvenerek bağımsız devrimci bir siyaset gerçekleştirilebilir. Bunun için, bugün yapılması gereken ise ÖDP'nin politik ve örgütsel anlamda kendisini yenileyerek aşabilmesi yönünde adımlar atılmasıdır. 6. Olağan Büyük Kongre bu anlamdaki bir başlangıç noktası olarak gerçekleşmiş, bu kongrede alınan kararlar ile partimizin toplumsal mücadeleler içerisinde 'özgürlük ve dayanışma hareketi'ne dönüşerek ye-

nilenmesi yeni dönemin yol haritası olarak ortaya çıkarılmıştır. Önümüzde ikili bir görev durmaktadır; 'örgütü örgütlemek' ve 'toplumu örgütlemek'. Kuşkusuz bunlar birbirinden ayrı görevler değildir, örgütün örgütlenmesi toplumun örgütlenmesi mücadelesi içerisinde birlikte gerçekleşecektir. Örgütsel Yeniden İnşa Partimiz kuruluşundan bugüne gelen mücadelesi içerisinde pek çok olumlu deney ve birikim ortaya çıkarmakla birlikte eksik ve zaaflarından kaynaklanan sorunlarla da yüz yüze kalmıştır. Bu sorunların başında örgütün örgütlenememesi meselesi gelmektedir. ÖDP önümüzdeki dönemde bir mücadele örgütü olarak kendini inşa edecektir. Bunun ilk adımı da geçtiğimiz ay başlattığımız 'üye güncellenmesi' çalışmasıdır. Üyeliklerin güncellenmesi teknik bir konu değil Partimizin önümüzdeki dönemdeki örgütlenme ve mücadele sürecinin ilk adımıdır. Üye yenilenmesi çalışması bir yanıyla parti-üye ilişkisinin güncelenmesini içermektedir. Kuruluşundan bugüne kadar partimize üye olmuş, gönül vermiş, dostluk yoldaşlık etmiş bütün herkesle, Partimizin Kongremizde karar altına aldığımız yeni yönelimleri doğrultusunda, mücadeleye davet edilmesidir. Ev ev, mahalle mahalle dolaşarak yürütülecek bu çalışma, günümüzde bütün alanlara yayılan yabancılaşmanın kırılması parti-üye ilişkilerinin ve üyelerin kendi arasındaki ilişkilerin devrimci tarzda yeniden kurulması bakımından önemsenerek yürütülmelidir. Üye yenilenmesi çalışması diğer yönüyle de önümüzdeki dönem temel örgütlenme tarzımız olacak birim örgütlülüklerin kurulmasını amaçlamalıdır. Her üyemiz bir mücadele birimi olan çalışma ya da

yaşam alanı içerisinde kendisini ifade etmelidir. Birim temelli örgütlenme sokak sokak mahalle mahalle hayatı örgütlememiz demektir. Birim temelli örgütlenme örgütsel demokrasi imkanlarını çoğaltacağı gibi aynı zamanda toplumsal ilişkilerin geliştirilmesini de sağlayacaktır.

Sol Toplumsallaşarak Yenilenecek Partimiz ve sol açısından büyük en büyük zaaf emekçi halk sınıfları içerisinde örgütlülüğün zayıflığı ve politik olarak etkisizliğidir. Solun ülkenin kaderi hakkında söz sahibi olabilmesi ancak halkın içerisindeki varlığının gelişmesi ve politik etkinliğinin artması ile sağlanabilir.

Üye yenilenmesi aynı zamanda önümüzdeki aylarda gerçekleştirecek olduğumuz tüzük değişikliğinin de temellerini oluşturacaktır. ÖDP'nin parti ve hareket olarak örgütlenmesi kuşkusuz kendi içindeki örgütsel zaafları aşarak kendini

Partimiz ve sol açısından önümüzdeki dönemin en temel sorunu kitleleri devrimci düşünceler etrafında kazanabilecek bir örgütlenme ve çalışma tarzının geliştirilmesidir. Mücadele içinde kurulmayan hiçbir örgütün etkili olma

Solun kendisini devrimci anlamda yenileyerek aşabilmesini mümkün kılacak bir örgütsel ve politik yeniden inşa süreci emperyalizme bağımlı olarak gelişen yeni devlet yapısına karşı mücadele içerisinde gelişecektir. Bunu da ancak kendi özgücüne güvenerek bağımsız devrimci bir siyaset gerçekleştirilebilir.


9

Devrimci fikirler, ancak kazanılmak istenen kitlelerin hayattaki somut sorunlarını, onlara ilişkin gereksinimlerini, psikolojilerini gözeterek onlara uygun şekilde yeniden üretilebildiğinde gerçek devrimci fikirler haline gelebilir. Bugün hayatın ve mücadelenin her alanında ortaya çıkarmamız, yeniden üretmemiz gereken de bu siyaset anlayışıdır.

şansı yoktur. Önümüzdeki dönemin örgütlenme modeli tartışması da kağıt üzerinde yapılacak değişikliklerle gerçekleşmeyecektir. Bu yönde bir çabanın, mücadelenin geliştirilmesi süreci aynı zamanda Partimizin yeniden örgütlenmesi süreci olarak görülmelidir. Ayağını toplumsal mücadele zeminlerine basamayan bir hareketin sözünün etkili olma şansı yoktur. Devrimci fikirler, ancak kazanılmak istenen kitlelerin hayattaki somut sorunlarını, onlara ilişkin gereksinimlerini, psikolojilerini gözeterek onlara uygun şekilde yeniden üretilebildiğinde gerçek devrimci fikirler haline gelebilir. Bugün hayatın ve mücadelenin her alanında ortaya çıkarmamız, yeniden üretmemiz gereken de bu siyaset anlayışıdır. Partimiz bugünkü il ilçe binaları üzerine kurulu mekansal siyasetin yerine, yerelden ve yerinden bir siyaseti,

bunun araçlarını yaratarak hayatın bütün gözeneklerine işleyen bir siyasi, ahlaki, kültürel hareket bütünlüğünü sağlayarak mücadele etmelidir. Yeniden Kurulacak Bir Ülkeyi Aşkla Örmek İçin Eşitlik, Özgürlük, Devrim... Türkiye emperyalizmin, sömürünün ve gericiliğin cenderesinde karanlık bir geleceğe doğru yol alıyor. Böylesi bir karanlığı yaşıyor olmamızın tek nedeni devrimci bir siyasetin bugün yeterince güçlü olmamasıdır. O nedenle bu sömürü düzeninden kurtuluşun tek yolu vardır, o da devrimci mücadeledir. Bugün devrimci bir siyasetin geliştirilmesine ihtiyaç var, sermayenin saldırılarına karşı emekçilerin hakları için direnen; ezilen halk kesimlerinin demokrasi ve özgürlük taleplerini savunan; emperyalizmin tahakkümüne ve gericiliğe başkaldıran bir devrimci siyasete ihtiyaç var. Evet, bugün devrimci siyasetin kendisini yenileyerek aşmasına ihtiyaç var; emekçi halk kesimleri içerisinde örgütlenerek, halkın kendi sözü ve eylemiyle geleceği hakkında söz sahibi olmasının kanallarını açarak, toplumu eşitlikçi, dayanışmacı değerlerle yeniden kurmak için emek vererek gerçekleşecek devrimci bir yenilenmeye ihtiyaç var. Che Guevara, devrimler yalnızca silahla yapılmaz, insana olan inançla

Başka türlüsünü yapabilmek mümkün. Bunun yolu örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçiyor. Her tür insanı değerin yok edildiği, sermayenin kölesi haline getirildiği, boyun eğdirildiği bu köhnemiş düzene karşı; inadına direnenler geleceği bugünden başlayarak değiştirebilir. Bu ülkeyi özgürlüğün ve dayanışmanın devrimci sesiyle yeniden kurmaya çağırıyoruz... Şimdi, bir araya gelmenin, omuz omuza olmanın, mücadelenin ve örgütlenmenin zamanıdır. Şimdi inadımızda ısrar zamanıdır.

yapılır. İnsanın başka türlüsünü de yapabileceğine olan inançtır bu, der. Başka türlüsünü yapabilmek mümkün. Bunun yolu örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçiyor. Her tür insanı değerin yok edildiği, sermayenin kölesi haline getirildiği, boyun eğdirildiği bu köhnemiş düzene karşı; inadına direnenler geleceği bugünden başlayarak değiştirebilir.

Bu ülkeyi özgürlüğün ve dayanışmanın devrimci sesiyle yeniden kurmaya çağırıyoruz... Şimdi, bir araya gelmenin, omuz omuza olmanın, mücadelenin ve örgütlenmenin zamanıdır. Şimdi inadımızda ısrar zamanıdır. İnadına Aşk... İnadına Devrim... İnadına Sosyalizm.

Şekerde Altı Fabrika Daha Özelleştirildi Kamu ve ülke kaynaklarını sermayeye peşkeş çeken özelleştirmeler sürüyor. Sırada diğer şeker fabrikaları, elektrik dağıtımı, köprüler ve otoyollar var. Bu yılın Eylül ayında Hükümet tarafından açıklanan 2010–2012 yıllarını kapsayacak Orta Vadeli Program’a özelleştirmeler açısından baktığımızda anlaşılmaktadır ki özelleştirmelerle ülke ve kamu kaynaklarının talanı sürecek. Bu plana göre, kamu elektrik dağıtımı hizmeti ve şeker üretimi alanlarından çekilecek, telekomünikasyon ve liman işletmeciliğindeki kamu payı azaltılacak, Ziraat Bankasındaki kamu hisselerinin bir bölümü “halka arz” yöntemiyle satılacak. Buna göre Elektrik Üretim AŞ’ye (EÜAŞ) ait tam 56 akarsu santrali, Menderes Elektrik Dağıtım AŞ ve Türk Şeker’de denilen Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’ye ait Malatya, Erzincan, Elazığ ve Elbistan Şeker Fabrikaları özelleştirilecek. Aynı kapsamdaki 2010 yılı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı programına göre de TEKEL’e ait Çamaltı ve Ayvalık tuzlaları, Kazakistan JTI Central Asia LLP Şirketi’nde bulunan yüzde 20 oranındaki kamu hissesi, Başkent Doğalgaz Dağıtım AŞ’nin yüzde 80 hissesine tekabül eden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ait hisseler, Boğaziçi Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Edirne - İstanbul - Ankara Otoyolu, İzmirAydın Otoyolu, Pozantı - Tarsus - Mersin Otoyolu,Tarsus - Adana - Gaziantep Otoyolu, Toprakkale İskenderun Otoyolu, Gaziantep - Şanlıurfa Otoyolu, İzmir - Çeşme Otoyolu, İzmir ve Ankara Çevre Otoyolu, Çamlıbel Elektrik Dağıtım AŞ, Fırat Elektrik Dağıtım AŞ, Uludağ Elektrik Dağıtım AŞ, Vangölü Elektrik Dağıtım AŞ önümüzdeki yıl içinde özelleştirilecek. Bir süre önce, 9 Aralık’ta ise, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Sümer Holdinge ait Tümaş Türk Mühendislik Müşavirlik ve Müteahhitlik AŞ sermayesinin yüzde 49’unu ve Türk Arap Gübre AŞ’nin yüzde 20 oranındaki iştirak payını “hisse satış” yöntemi ve “pazarlık usulü” ile özelleştirmek üzere ihale edeceğini açıklamış bulunuyor.

Şeker’de kuruluş Türkiye’de şekerin öyküsü, 5 Nisan 1925’te kamuya ait Şeker Fabrikaları kurulmasına ilişkin yasa ile başlar. Bu kapsamda Aralık 1925’te kamuya ait Alpullu Şeker Fabrikası’nın temeli atıldı, on bir ay sonra işletmeye açıldı. 25 Ocak 1926’da ise şeker, petrol ve benzinde yabancı egemenliğine son veren ve yerli tekel oluşumunu öngören yasa kabul edildi. 1926’da, şekerde tek özel teşebbüs olan ve yerel üreticilerce kurulan Uşak Şeker Fabrikası işletmeye açıldı. 1933 yılına kadar ülke şeker gereksinimi bu iki fabrikanın üretimi ile karşılandı, daha sonra yeni şeker fabrikaları kuruldu. Bu arada dönemin ulusal bankalarının bazılarının ortaklığı ile iki şirket oluşturuldu. Bunlardan Anadolu Şeker Fabrikaları TAŞ, 1933’te Eskişehir Şeker Fabrikasını işletmeye açtı. Diğer şirket olan Turhal Şeker Fabrikası TAŞ de, 1934’te Turhal Şeker Fabrikasını işletmeye açtı. Daha sonra tarımsal, teknik ve idari çalışmaların tek merkezden koordinasyonu ve kaynakların birleştirilmesi amacıyla ayrı şirketler halindeki dört şeker fabrikası, üç ulusal bankanın eşit paylarla ortak oldukları Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ çatısı altında toplandı. Artan şeker gereksinimi dolayısıyla 1951 yılında hazırlanan Şeker Sanayiinin Tevsi Programı ile yeni şeker fabrikaları kurulması gündeme gelmiş ve ayrıca kooperatifleşme süreci başlatılmıştır. 1951–1956 yıllarını kapsayan dönemde on bir yeni şeker fabrikası (Susurluk, Burdur, Amasya, Konya, Kütahya, Adapazarı, Burdur, Susurluk, Kayseri, Erzurum, Erzincan, Elazığ ve Malatya); 1953 yılında ise “Pancar Kooperatifleri Bankası” Şekerbank kuruldu. 1962 yılında Ankara Şeker Fabrikası, 1963’te Kastamonu, 1977’de Afyon, 1982’de Muş ve Ilgın, 1983’de Bor, 1984’te Ağrı ve 1985 yılında da Elbistan Şeker Fabrikaları üretime başladı. Daha sonra 1989’da Erciş, Ereğli ve Çarşamba Şeker Fabrikaları, 1991’de Çorum, 1993’te Kars, 1998’de Yozgat, 2001 yılında da Kırşehir

Şeker Fabrikaları üretime başladı. Şeker’de çözülüş ve özelleştirme Şeker Fabrikalarının geçmiş dönemlerden kalan kuruluşlarının tamamlandığı yol olan 2001, aynı zamanda Dünya Bankası ve IMF ile yapılan anlaşmalar uyarınca şekerde özelleştirme uygulamalarına hız verildiği bir yıl olmuştur. Daha önce 1992’de Şeker Sigorta, 1993’te Şekerbank, 1995’te Konya Şeker Fabrikası özelleştirilmişti. 2001’de ise Şeker Fabrikaları ve ayrıca ETİ Holding ile Çelbor ve MKEK’in bazı işletmeleri özelleştirme kapsamına alındı.Yine 2001’de Şeker Yasası TBMM’de kabul edilerek şekerde serbestleştirme / liberalizasyon doğrultusunda önemli bir adım daha atıldı. 2003’te ise Türkşeker’in bağlı ortaklık ve iştiraklerindeki hisseleri özelleştirme programına alındı. 2004’te Amasya Şeker Fabrikası özelleştirildi. 4 Ocak 2005’te Şeker Kurumu ve idari birimler Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırıldı. Yine 2005’te Adapazarı Şeker Fabrikası özelleştirildi. En son 9 Aralık 2009’da, pancardan şeker üreten ve bu sektörde yaklaşık olarak % 70 paya sahip olan Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait 25 şeker fabrikasından Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba Şeker Fabrikalarının özelleştirme ihalesi yapılarak özel bir firmaya satışı yoluyla bu kuruluşların özelleştirme işlemlerinin tamamlanması doğrultusunda adım atıldı. Böylece şeker, pancar ve tarımsal üretim ve hizmetlerin sermaye talanına açılması yönünde bir adım daha atılmış oldu. “Babalar gibi satarız”,“Türkiye’yi pazarlamakla mükellefiz” diyenlerin kamusal üretim, mülkiyet ve hizmetleri yani topluma ait olan kaynak ve hizmetleri özelleştirmesine karşı mücadelenin geliştirilmesi gereği ise bütün açıklığıyla orta yerde duruyor. “Her şey satıldı” bitti kolaylığına kapılmamak gerekiyor. Hem özelleştirmeye karşı mücadele, hem de kamusal üretim, mülkiyet ve kamusal hizmet savunusuna kararlılıkla devam etmek gerekiyor.


10

25 Kasım’da hayat durdu Türkiye genelinde iki milyonun üzerinde kamu emekçisinin katıldığı uyarı grevinde İstanbul ve Ankara'da tüm tren seferleri durdu, hastaneler acil servisler dışında çalışmadı. Öğretmenler derslere girmedi. Otoyol gişeleri ve vergi dairelerinde de hizmet verilmedi. AKP Hükümeti ile toplu sözleşme ve sendikal haklar konusunda anlaşamayan kamu sendikalarının 25 Kasım'da gerçekleştirdiği bir günlük uyarı grevine 2 milyondan fazla kamu emekçisi katıldı. Grevden en çok ulaşım etkilenirken başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye genelinde bir çok ilde hayat durdu. Demiryolu ulaşımı yapılmadı. Hastanelerde ise sadece acil servisler hizmet verdi. Otoyol gişeleri ve vergi daireleri de çalışmadı. Öğretmenler derslere girmedi. İL İL UYARI GREVİ

İSTANBUL- Toplu sözleşme ve grev hakkı, insanca ücret, güvenceli iş, nitelikli kamu hizmetleri talepleriyle tüm yurtta uyarı grevine çıkan kamu emekçileri İstanbul'da Çapa Tıp Fakültesi ve Sirkeci'de toplanarak iki ayrı koldan Beyazıt Meydanı'na yürüdü. Kamu emekçilerine ÖDP, TKP, EMEP, Türk-İş'e bağlı bazı sendikaların emekçileri, DİSK destek verirken burada yapılan basın açıklaması ve miting Grup Yorum'un şarkıları ile son buldu.

gerçekleştirdi. İzmir'deki bir çok hastanede acil servisler dışında poliklinik hizmetleri uyarı grevi ile dururken, İzmirli emekçiler vergi daireleri, sosyal güvenlik merkezleri, adliyeler, vergi daireleri, Posta İşleme Merkezi ve PTT'lerde greve çıktı. BES üyesi emekçiler İzmir Mavi ve 9 Eylül trenlerinin seferlerini durdururken, Tüm Bel Sen üyeleri de belediyelerde işi bıraktı. Greve yürüyüşle alana giren EMEP, ÖDP, TKP de destek verdi.

BURSA- Kamu emekçilerinin bir günlük uyarı grevi nedeniyle düzenlenen eyleme Bursa'da da yaklaşık 3 bin kişi katıldı. Kent Meydanı’ndan Fomara Meydanı’na kadar gerçekleşen yürüyüşün coşkulu ve kalabalık olması dikkati çekti.

ANKARA- Grev nedeniyle kamu emekçileri saat 10.30'dan itibaren Ziya Gökalp Caddesi’ni trafiğe kapatarak toplanmaya başladı. Çeşitli noktalardan toplanarak yürüyen tüm katılımcıların gelmesi ile yaklaşık 5000 kişilik bir kalabalık oluştu. ÖDP Ankara il Örgütü de Yüksel Caddesi’nde toplandıktan sonra, Mithatpaşa Caddesi’ni trafiğe kapatarak alana girdi. Oldukça coşkulu ve genç bir kortejle alana giren ÖDP, uzun sure sendika kortejlerinden alkış aldı.

ZONGULDAK- Zonguldak’ta bir günlük greve katılım çok yüksekti. Kamu emekçileri günün erken saatlerinde iş yerlerinde toplandı, daha sonra Madenci anıtı önüne bir yürüyüş gerçekleştirildi. Zonguldak'taki eyleme ÖDP, TKP, EMEP, Baro, Hemşireler Derneği ve Türk-İş destek veren örgütler oldu. Konuşmalardan sonra yaklaşık 2 bin kamu emekçisi Valilik önüne kadar sloganlarla yürüdü.

İZMİR- Greve çıkan binlerce emekçi İzmir'de de hayatı durdurdu. Konak‘a yürüyen emekçiler burada bir eylem

ANTALYA- Kamu emekçilerinin grevli, toplusözleşmeli sendika hakkı ve demokratik bir çalışma yaşamı

Emekçiler 25 Kasımda Alanlardaydı KESK ve Türkiye Kamu Sen’in ortak çağrısı ile kamu emekçileri 25 Kasım’da bir günlük “uyarı grevi” gerçekleştirdi. Emekçi halkın yaşamlarını karartan, geleceklerini yok eden kamu alanının tasfiye politikalarını uygulayan AKP’ye karşı yapılan eyleme kamu emekçilerinin desteği, son dönemde solda yaşanan liberal savrulmalara rağmen mücadelenin sınıf ekseninde yürütülmesi gerektiğini bir kez daha göstermiştir. AKP iktidarı krizi fırsata çevirerek emekçiler açısından krizin tahribatlarını daha da ağırlaştıran ekonomik politikaları uygulamaktan çekinmiyor. Eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere temel kamusal hizmetlerin ticarileştirildiği, sosyal güvenliğin tasfiye edildiği, esnek ve güvencesiz istihdamın alabildiğine yaygınlaştırıldığı bir dönemde kamu sendikaları üzerinden örgütlenen uyarı grevinde tasfiye ve özelleştirme politikalarına karşı ortak bir talep oluşturulması beklentisi istenen düzeye ulaşmasa da alandaki boşluktan kaynaklı olarak gündeme oluşturabilmiştir. Eksiklikler taşımasına rağmen

talebiyle yaptıkları uyarı grevine Antalya'da da katılım büyük oldu. Sabah erken saatlerden itibaren işyerlerinin önünde toplanan kamu emekçileri, Güllük Caddesi'ni trafiğe kapatarak Yavuz Özcan Parkı’na kadar sloganlarla yürüdü. Buradaki basın açıklamasına ÖDP Antalya İl Örgütü ve Gençlik Muhalefeti bayrak ve sloganlarıyla katılarak destek verdi. SİVAS- Sosyal Güvenlik Kurumu önünde toplanan kamu emekçileri, bir çok siyasi parti ve demokratik kitle örgütünün desteğiyle Cumhuriyet Meydanı'na kadar memur cenazesini temsil eden tabut taşıdı.

KOCAELİKESK, Eğitim-İş, TMMOB, ÖDP, TKP, EMEP, SDP, SEH, Halkevleri,Yurtsever Cephe İşçi Birliği üyeleri Saat 11.30‘da Merkez Bankası kavşağından İnsan Hakları Parkı'na yürüdü. Emekçiler burada bir basın açıklaması yaptı ve sloganlarla hükümeti protesto etti. GAZİANTEP- Kırkayak Parkı’nda yapılan eyleme, DİSK, TÜMTİS, TKP, EMEP ve ÖDP de destek verdi. Eylemde konuşan KESK Dönem Sözcüsü Ali Ersönmez, "Bu grevi hak ettiniz. Sermaye yanlısı politikalarınızla ülkeyi krize soktunuz. Sizin şaibeli rakamlarınızla yüzde 15, gerçekte yüzde 20’ler seviyesinde işsizliğe yol açtınız” dedi. NİĞDE- 25 Kasım Grev Platformu’nun çağrısı ile Niğde Hükümet Meydanı’nda kurulan grev çadırında bir araya gelen emekçiler burada bir basın açıklaması yaptı ve hükümeti protesto etti. Niğde'de de okullar, hastaneler ve bir çok kamu kurumunda emekçiler grevdeydi.

DİYARBAKIR- Grev ilk olarak önceki gece 03:30 da demiryolu işçilerinin gara "Bu işyerinde grev var" pankartı asmasıyla başladı. Mesai saatinin gelmesiyle, okullar başta olmak üzere tüm kamu kurumlarının önünde emekçiler grev pankartlarını asarak eylemlerine başladı. Öğretmenler önceden belirlenen okulların önünde toplanarak sloganlar ve halaylarla eyleme başladılar, daha sonra İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanıldı. Emekçiler şehrin farklı noktalarından Dağkapı Meydanı’nda toplanmak üzere yürüyüşe geçti. Öğle saatlerinde meydanda buluşan emekçiler burada bir basın açıklaması yaptı.

MANİSA/SALİHLİ- KESK ve Kamu-Sen‘in çağrısıyla bir araya gelen kamu emekçileri, Eğitim-Sen önünde sabah saatlerinde, davullar zurnalar eşliğinde halaylar çekerek yürüyüşe geçti. ÖDP, TKP, EMEP, DHF, TÜMBELSEN'in temsilcilerinin de destek verdiği eylemde kamu emekçileri sloganlar eşliğinde basın açıklaması yaptı. SAMSUN- Sabah saatlerinde DSİ VII. Bölge Müdürlüğü önünde toplanan ESM, Enerji-Sen, Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen üyeleri burada sloganlar atarak hükümeti protesto etti. İş bırakma eylemine TKP, ÖDP, EMEP, Sosyalist Parti ve çeşitli demokratik kitle örgütleri destek verdi.

emekçiler işkollarının farklı taleplerini alanlara taşımış ve genel hatlarıyla AKP’yi uyarmıştır. Türkiye Kamu Sen’in vizite çıkma veya alan eylemini güçlendirme şeklinde kitlesinin yaklaşık % 10’unu harekete geçirmesi beklenildiği gibi “uyarı grevinin” KESK üzerinden örgütlenmesini beraberinde getirmiştir. Son yıllarda KESK’te yaşanan daralmaya rağmen sendikal dinamiklerin katkısı alan eyleminin başarısında önemli bir etkendir. Eylem alanda görünürlük boyutu ile son yılların en yüksek katılımlı eylemlerinden biridir. Güncel ekonomik krizinin emekçilerin yaşamlarında yıkıcı etkilerinin yaşandığı bir süreçte bundan sonra yapılması gereken topyekûn bir mücadelenin gereklerini yerine getirmektir. Böylesi bir süreçte en geniş emekçi kesimlerini harekete geçirmesi gereken emek örgütlerinin yan yana gelerek emekçilerin yaşamlarına dokunan ortak talepler etrafında mücadeleyi yükseltmekten başka seçenekleri yoktur.


11

LatİN AMERİKA’NIN SOSYALİZME DOĞRU HAREKETİ DEVAM EDİYOR Emperyalizme karşı sol bir alternatif, Amerika'nın yanı başında boy vermeye devam ediyor. Uzun yıllardır her tür baskıya rağmen ayakta kalan ve direnen Küba artık yalnız değil. Küba ile birlikte son yıllarda Latin Amerika'da gerçekleşen sol iktidar deneyleri ve toplumsal muhalefetteki yükselme, emperyalist-kapitalist düzene karşı bir alternatif inşası olarak gelişiyor. 21. yüzyılın sosyalizm arayışlarının en canlı ve dinamik gelişmelerinin yaşandığı kıtada halkın kalbi solda atmaya devam ediyor. Son olarak Uruguay'da eski gerilla lideri Tupamarolar'ın kurucularından Jose Mujica devlet başkanı olurken Bolivya'da Evo Morales tekrar başkanlığa seçildi. Uruguay'da Eski Gerilla Lideri Jose Mujica İktidarda 'Emperyalizme Karşı Bağımsızlık Savaşı Yürütüyoruz' Uruguay'da yapılan seçimlerin ardından, oyların yüzde 50'sinden fazlasını alan, Jose Mujica devlet başkanı olarak seçildi. Mujica, 1960'lardaki Küba devriminden esinlenerek kurulan, adını sömürgecilere karşı çete savaşı veren yerli lideri Tupac Amaru’ dan alan Tupamarolar hareketinin kurucuları arasında yer alıyor. 1971'de mahkum edilen Mujica, 15 yıl süren mahkumiyet hayatında işkencelere maruz kalmış ve tek kişilik hücrede tutulmuştu. Banka soygunlarından, büyük yiyecek kamyonlarını ele geçirip yoksul mahallelerde yiyecek dağıtılmasına kadar çok sayıda eylemleri, yoksullar arasında yoğun sempati yarattı. Çok yoğun baskılara rağmen uzun süre ele geçmediler. 'EmMujica, 1960'lardaki Küba devriminden esinlenerek kurulan, adını sömürgecilere karşı çete savaşı veren yerli lideri Tupac Amaru'dan alan Tupamarolar hareketinin kurucuları arasında yer alıyor.

Güleryüzlü Emperyalizm Dünyayı Dolaşırken… ABD başkanı Barack Obama'nın 9 günlük Asya gezisi oldukça başarısız bir biçimde sonuçlandı.

İki yol vardı: değişime devam etmek ya da geçmişe geri dönmek, siz ilkini seçtiniz”

peryalizme karşı bağımsızlık savaşı' sürdürdüğünü söyleyen hareketin tartışmasız iki lideri ise 1990'da ölen Raul Sendic ve Mujika idi. 1970'lerdeki askeri cunta yönetimi sırasında yakalanıp cezaevlerine konan Tupamarolar hareketinin liderleri 1987'de özgürlüklerine kavuştuklarında, Montevideo sokaklarında binlerce kişi tarafından karşılandılar. İlk seçimlerde Montevideo belediye başkanlığını kazandılar ve son seçimlerde de Uruguay tarihinde ilk defa iktidara gelen sol hükümetin içinde yer alan Mujica Tarım Bakanlığı yaptı. Neo liberalizme karşı sert çıkışlarıyla bilinen o Mujica, şimdi devlet başkanlığı koltuğunda. Bolivya'da Morales Yüzde 62 Oyla Tekrar Başkan ‘Sosyalizme Doğru Hareket Hızlanacak' Bolivya’da yapılan genel seçimlerde devlet başkanı Evo Morales aldığı yüzde 62 oyla yeniden devlet başkanı seçildi. Morales’in partisi Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) ise parlamentonun her iki kanadında da çoğunluğu elde etti. Morales’in en yakın rakibi Manfred Reyes Villa yüzde 23 oranında oy alırken, seçimler muhalefet açısından büyük bir darbe oldu. Seçimlerin ardından Bolivya halkı 'Tekrar Evo' sloganları ile sokağa çıktı. Morales seçimlerin ardından yaptığı konuşmada, “şu anda görevim bu değişim yürüyüşünü hızlandırmaktır. İki yol vardı: değişime devam etmek ya da geçmişe geri dönmek, siz ilkini seçtiniz” diyerek, sosyalizme doğru hareketin hızlanacağını ifade etti. Anayasayı değiştirecek üçte ikilik çoğunluğu da elde eden Morales hükümetinin, radikal dönüşümlere hız vermesi beklenirken, muhalefet ise sadece Santa Cruz’da Morales ve MAS’tan daha fazla oy alabildi.

Obama’ya süklüm püklüm, silik bir lider portresi çizdiği konusunda ciddi eleştiriler yöneltildi. Özellikle gezinin Çin ayağı çok önemliydi. Obama, icraatının daha ilk yılında Pekin'e ayak basan başkan unvanını alırken, dünyanın tek süper gücüyle yükselen gücünü bir araya getiren görüşmeler için tüm dünyanın gözü Çin'e çevrildi. Özellikle G-2 lafını ağızlarına almamalarına karşın Obama seçilmeden önceki "çok kutuplu dünya" söylemine uygun biçimde iki ülke arasında İki taraf da karşısındakine temel sorunları gündemine ciddi zarar verecek güce alan bir komite gereğini dile sahip ama bir şartla; ken- getirdi.

disi de aynı ölçüde bir mağÇin'in duriyeti kabullenirse.

Obama'ya önceki başkan ziyaretleri ölçüsünde bir hüsn-ü kabul gösterdiği söylenemez. Bunun bir ölçüsü, Obama'ya tüm Çin halkına hitap edecek bir zemin yaratılmaması, sadece Şanghay'da okul çocuklarıyla yapılan bir sohbetle yetinilmesiydi.

Çin yetkilileri Obama ayak basmadan doların tepetaklak oluşundan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Bilindiği gibi Çin, ABD'nin devasa açıklarının bir numaralı finansörü. Çin'in 2.3 trilyon dolar civarındaki rezervlerinin %60'ı dolar cinsinden. Bu, Soğuk savaş dönemindeki nükleer güç temelli "dehşet dengesine" benzer bir tedirginlik yaratacak düzeyde. İki taraf da karşısındakine ciddi zarar verecek güce sahip ama bir şartla; kendisi de aynı ölçüde bir mağduriyeti kabullenirse. Bu konuda da Obama alttan aldı, güçlü doların kendileri için de en önemli amaç olduğunun altını çizdi. Belki de en önemlisi hassas konular Taiwan, Tibet, Sincan Uygur bölgesi laflarını ağzına bile almadı. Bu belirtilerden ABD'nin emperyalist konumunu terk ettiği sonucunu çıkarmamak lazım. ABD Clinton döneminden aşina olduğumuz "liberal enternasyonalizm" adı verilebilecek stratejiye dönüş yapıyor. Enternasyonal bir kapitalizmin daha bir güler yüzle savunulması. ABD'nin bisiklet tekerleğine benzer biçimde her ülkeyle, her bölgeyle ilişkiyi kendisi kuran "müstesna" bir konumda bulunması. Ama bu ikili ilişkilerde Bush dönemine göre daha uzlaşıya yatkın bir profil çizilmesi. Tabii Obama'nın Clinton'un daha canlı, girişken imajına karşın efendi, dinlemeye yatkın imajı "şahinleri" rahatsız ediyor. Yoksa hatırlanırsa Clinton dönemi Balkanlar'ın ABD eliyle kan gölüne döndüğü, Irak üzerinden bombaların eksik olmadığı, Somali'de vahşete tanık olunduğu zamanlardı. Obama da Afganistan işgalini sona erdirmek bir yana derinleştirme yolunda. Pakistan'ı da tam anlamıyla işin içine çekmeye bakıyor. Tüm sözlere karşın Irak işgalinde de hızlı bir çekilme trafiği işlemiyor. Kısaca emperyalizmin güler yüzlüsünün, kara derilisinin daha makbul olduğunu söylemek mümkün değil. Hele kriz döneminde bile ABD'nin silahlanma harcamalarının 605 milyar doları bulduğu düşünülürse, bu paraların dünya halklarının hayrına kullanılacağını düşünmek için fazla iyimser olmak gerek...


12

tarihten...tarihten...tarihten...tarihten...tarihten...tarihten...tarihten...tarihten...

MARAŞ OLAYLARI... FAŞİZMİN KATLİAMCI YÜZÜ 31 yıl önce 24 Aralık 1978’de, Maraş'da MHP'li faşistlerin kontrgerilladan aldığı destekle gerçekleştirdiği katliamda resmi rakamlara göre 111 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı, yüzlerce ev, işyeri yakıldı ve yıkıldı. Binlerce solcu, Alevi Maraş’ı terk etti. Maraş Katliamı’nın arka planında neler yatıyordu? 1978 yılı ekonomik krizler, işçi grevleri, devrimci mahalle direnişleri ve bu direnişlere faşist çetelerin saldırılarının arttığı bir yıldı. ‘Yönetenlerin yönetememe krizi’ burjuva partileri arasında dalaşmaları artırıyor; hükümet, CHP ve Adalet Partisi arasında el değiştiriyordu. ‘Döviz sorunu’, enerji krizi, petrol yokluğu, dalga dalga devam eden grevler, tüm ülkeyi saran devrimci mücadele, egemen sınıflar tarafından kabul edilemez görülüyor, sıkıyönetim isteniyor,‘halkın örgütlenmesinin önüne geçilmesi’ çağrıları artıyordu. Dış konjonktürde ise, İran’da Humeyni öncülüğünde başlayan mücadeleyle, ABD kuklası Şah Rıza Pehlevi’nin saltanatının sonu yaklaşıyor, Kıbrıs ve Ege sorunu, ABD’nin Ortadoğu ve petrollerine müdahale planları, Sovyetler Birliği karşısında NATO’nun ‘ileri karakol’ rolünde bulunan Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ortamı, ‘askeri müdahale’nin gerekçelerinin yolunu açıyordu. Devlet içinde örgütlenen kontrgerilla, MHP’li faşistlerle işbirliğini artırarak Türkiye’yi sıkıyönetim ve darbe koşullarına hazırlıyordu.

24 Aralık 1978 günü Maraş’ta bir sinemada gösterime giren bir film bahane edilerek başlatılan faşist katliamda 4 gün içinde 111 kişi vahşice öldürüldü, yüzlerce insan yaralandı. Maraş’ın Alevi, solcu mahalleleri yakıldı ve kent harabeye döndü. 25 Aralık gecesi toplanan Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’inde katıldığı toplantıda “olayları engellemek” için 13 ilde sıkıyönetim kararı aldı. Böylelikle Türkiye’yi 12 Eylül faşist darbesine götürecek sürecin en büyük adımı atılmış oldu. Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın görevden alınmasıyla yerine getirilen Hasan Fehmi Güneş’in daha sonra yaptığı açıklamalarda “MİT ve Emniyet bu konuda bizlere istihbarat vermemiştir” demesi, olaylarda askerin ve emniyet güçlerinin katliama seyirci kalmaları, katliamın faşist darbe projesinin ön adımı olduğunu açıklığa kavuşturdu. Maraş Katliamı sırasında Maraş Emniyet Müdürü’nün daha sonraki Özal, Çiller ve 90’lı yılların en karanlık döneminin ve ardından da Tayyip Erdoğan hükümetlerinin ‘değişmez’ İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu olması ‘derin’ ilişkilenmelerin neler olduğunu da göstermesi açısından ilginçtir. Maraş, Çorum, Malatya, Sivas gerici, faşist militanların egemen sınıfların elinin altında katliamlarda kullanmak için birer vurucu güç olarak- beslendiğinin somut örnekleridir.

Devletin Öç Alma Projesi:

1 9 A R A L I K K AT L İ A M I

19 Aralık 2000 günü 20 cezaevinde yapılan operasyonda 30 devrimci katledilmiş, 237 devrimci de yaralanmıştı. 12 Eylül döneminde ‘H tipi özel cezaevi’ projesi sonrasında başlayan ‘F tipi özel cezaevleri’, devletin genel olarak devrimci harekete yönelik öç alma refleksinin bir ürünü olarak gündeme geldi. ‘Özel tip cezaevleri’ projesinin son halkası olan F tipi cezaevlerinde, devrimcilerin yaşam koşulları hücre ve tecrit esaslarıyla sınırlanıp, yalnızlaştırma ve izolasyonla kuşatıldı.

F Tipi cezaevlerinde tecrit ve hapishane koşullarını protesto için 20 Ekim 2000 tarihinde başlayan açlık grevine karşı DSP-MHP-ANAP Hükümeti ‘derin devlet’ yönlendirmeli bir operasyonla yanıt verdi. Devlet tarafından ‘Hayata Dönüş’ adı verilen operasyon sonrasında açlık grevi ölüm orucuna dönüşerek yıllarca devam etti; 122 devrimci yaşamını kaybetti, yüzlercesi sakat kaldı.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’dür. Sayıları 8,5 milyonu bulan ülkemizdeki engellilerin sorunları yalnızca yılda bir gün dile getirilmekle çözülemeyecek kadar büyük. Kaldı ki iktidar yetkilileri 3 Aralık’ları sorunların ve çözüm önerilerinin tartışıldığı bir gün olmaktan çok, kendi propagandaları ve engelliler üzerinden yaptıkları şov gününe çevirmiş durumdalar. Buna karşı çıkanları ideolojik davranmakla suçlayan AKP iktidarının yetkilileri, Başbakanlık korumalarının Engelliler Konfederasyonu Başkanı’nın ağzını kapatma girişiminde olduğu gibi aykırı seslere karşı tahammül dahi edemiyorlar. Resmi istatistiklere göre Türkiye’de nüfusun yüzde 12.29’unu oluşturduğu belirtilen engellilerin eğitimi ve istihdamına ayrılan para Gayri Safi Milli Hâsıla’nın yalnızca on binde dördüdür. Genel nüfusun yüzde 10-15’i okuryazar değilken bu oran engellilerde yüzde 97’dir. İşsizlik oranı genelde yüzde 15-20 kadarken engellilerin yalnızca yüzde 5’i çalışma olanağı bulabilmekte olup, yüzde 95’i bu olanaktan yoksundur. Bu çarpıcı rakamları çoğaltmak mümkün. Bu ve benzeri rakamlar ülkemizde engellilerle engelli olmayanlar arasındaki korkunç eşitsizliği göz önüne sermektedir. O halde ülkemiz engellilerinin en temel mücadele hedefleri eşitliktir. Engellilik bir kader, bir alın yazısı, bir takdiri ilahi ve kaçınılmaz bir durum değil, nedenleri ve sonuçları bakımından toplumsal ve sınıfsal yönü olan bir olgudur. Çünkü başlıca engellilik nedenleri iş kazaları, trafik kazaları, akraba evlilikleri, savaşlar, şiddet, cehalet, sefalet ve ülkemizde her biri felakete dönüşen doğal afetlerdir. Bunların sonuçlarının ortadan kaldırılması ya da en aza indirilmesi merkezi ve yerel yönetimlerin toplum yararına karar almaları ve uygulamalarıyla sağlanabilir. Ülkemizdeki gibi yoksulluk, yolsuzluk, soygun ve sömürü düzeninin egemen olduğu yerlerde iktidarlar geniş toplum kesimleri yerine, temsilcisi oldukları egemen sınıfların yararına olan politikalar uygularlar. Yüzde 90’ından çoğu emekçi sınıfa mensup, ülkemiz engellilerinin ve demokratik engelli örgütlenmelerinin yeri emekçi halkın ve emekçi halk örgütlerinin yanı başı hatta içidir. Toplumun diğer kesimlerinde olduğu gibi engellilik alanında da sorunların çözümünün ana halkası, sihirli formülü, örgütlenmek ve kendi kaderleriyle ilgili konularda söz yetki ve karar sahibi olmaktır. Bu nedenle engelliler konfederasyonu, ona bağlı federasyonlar ve dernekler bünyesinde örgütlenen demokratik engelli hareketi her etkinliğinde, her eyleminde “söz, yetki, karar engellilere” diye haykırmaktadırlar. Engelliliğin azaltılıp giderek ortadan kaldırılması ve engellilikten kaynaklı sorunların çözümü, engellilerin kendileriyle ilgili politikaların oluşturulup uygulanmasının her aşamasında örgütleri aracılığıyla süreçlere katılmaları, söz yetki ve karar sahibi olmalarıyla olanaklıdır. Diğer emek örgütlerinin ve emekten yana siyasal güçler ve partilerin, toplumsal ve sınıfsal bir olgu olan engellilik sorunlarına karşı daha duyarlı olmalarının gerektiği, demokratik engelli örgütlenmeleriyle daha yakın ve iç içe bir mücadele yürütmeleri zorunludur.


13

“DEVLET ŞİDDETİNE, ERKEK ŞİDDETİNE, EKONOMİK ŞİDDETE SON!”

ŞİMDİ ŞİDDETLE HESAPLAŞMA ZAMANIDIR!!!(*) Dominik Cumhuriyetinde İktidarı ele geçiren Rafael Trujillo Diktatörlüğüne Diren Patria, Minerva ve Maria Teresa adlı üç kız kardeş 25 Kasım 1960 yılında, tecavüz edilip öldürüldüler. Mirabal kardeşlerin “suçu” ülkelerini soluksuz bırakan zulme dur demeleriydi. Her kadın gibi direnmenin bedelini önce bedenleri ile ödediler… Birleşmiş Milletler 1999 yılında, 25 Kasım'ı "Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan etti ve Mirabal Kardeşler kadına yönelik şiddetin sembolü olarak ölümsüzleştiler. Şiddet sarmalında tükenen hayatlarımız krizin yarattığı ekonomik saldırıyla daha da çekilmez hale gelmiştir. Zaten işsiz olanımız eve iyice kaparak çaresizleşirken, çalışanlarımız işsiz kalmakta, daha az ücretle, daha uzun saatler boyunca, güvencesiz ve esnek çalışmaya zorlanmaktadır. Biz kadınlar eve hapis, şiddete mecbur olmak istemiyoruz! Biz kadınlar namus sebebiyle sokak ortasında katledilmekte, katilimiz cezasız kalsın diye intihara zorlanmaktayız. Adaletine sığındığımız yargı ise, katilimizi iyi halden serbest bırakırken, biz de “bekâret” vasfı aramakta, ev emekçisi olanımızı kocasının temizlikçisi addederek tazminata mahkûm edebilmektedir. Adaletin bile cinsiyetçi olduğu bir ülkede kadınların daha yüksek sesle haykırmalarının tam vaktidir. AKP hükümeti cinsiyetçi ve baskıcı bir hükümettir. AKP iktidarında daha çok kadın hapse atılmış, daha çok kadın gözaltına alınmıştır. Kardeşimiz güler zere bile öleceğinden neredeyse emin olunmadan serbest bırakılmamıştır. KESK’li kadınlar sendikal faaliyetleri sebebiyle tutuklandılar. AKP, kadın cinayetlerinin bir numaralı sanığıdır. 2009 yılının ilk 7 ayında 953 kadın öldürülmüştür. Hükümet bu durumu sessizce izlemektedir. Biz kadınlar, kazananı belirsiz ama kaybedeni mutlaka kadın olan savaşlara, namus ve intihar kisvesi altındaki kadın katliamlarına, her türlü ayrımcılığa, yok sayılmaya, sokaklarda ürkerek dolaşmaya, krizin yükünü sırtımızda taşımaya, yoksullaştırılmaya, güvencesiz yaşamlara yani bize yönelen her türlü şiddete “artık yeter” diyoruz.

Biz kadınlar yıllardır dili yasak, kendi yasak Kürt kadınının acısını yüreklerimizde duyarak, bir kamyon kasasında boğularak can veren kız kardeşlerimize içimiz yanarak, sevdikleri ya da sevmedikleri erkeklerce katledilen demet öğretmenle dilek hemşireyi kalbimizde taşıyarak haykırıyoruz: devlet şiddetine, erkek şiddetine ve ekonomik şiddete karşı sokaktayız! Haydi kadınlar, şimdi ömürlerimize döşeli o mayınları sökme zamanıdır, şimdi şiddetin her türüne dur deme zamanıdır. Şimdi şiddete kurban verdiğimiz tüm kadınlar için kadınca ağıtlar yakma, ağıtlarımızı öfkeyle ve inançla harmanlayıp sokakta olma zamanıdır. Şimdi şiddetle hesaplaşma zamanıdır…” (*) ÖDP Genel Kadın Koordinasyonu’nun 25 Kasım’a ilişkin açıklamasından

O tarihten bu yana dünyanın her yerinde yüzlerce kadın örgütü tarafından 25 Kasım günü kadınlara ve kız çocuklara yönelik şiddete son verilmesi ve her tür şiddetten uzak yaşama hakkına saygı gösterilmesi için mücadele yürütüyoruz. İstanbul: ÖDPli kadınlar, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü kapsamında ilçeler bazında 7 Kasım’da Ümraniye’de, 21 Kasım’da Okmeydanı’nda panel, müzik dinletisi, film gösterimi, 22 Kasım’da Kadıköy’de panel ve film gösterimi, 22 Kasım’da Küçükçekmece’de söyleşi etkinlikleri gerçekleştirdiler. 23 Kasım’da ise Kartallı kadınlar, Kartal Kadın Plat-

formu ile birlikte her yıl olduğu gibi meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirdiler. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Kadın İnisiyatifi” ile birlikte yapılan ortak eyleme ÖDP’li Kadınlar ”DEVLET ŞİDDETİNE, EKONOMİK ŞİDDETE, ERKEK ŞİDDETİNE SON!” yazılı dövizlerle katıldılar. Samsun: 18-24 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen ’25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü Etkinlikleri’ kapsamında 18 Kasım’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneğini ziyaret edildi. 21 Kasım’da bildiri dağıtımı, aynı gün parti binasında film gösterimi, şiir ve müzik dinletisi yaptık. 23 Kasım’da 'Samsun Kadın Buluşması' kadın yürüyüşü Halkevci Kadınlar, Kadın Emeği, SP, ÖDP, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifi, Türkiye Gerçeği, Bağımsız Kadınlar, Tıp Öğrencisi Kadınlardan oluşan “Samsun Kadın Buluşması”yla Çiftlik Caddesinden Mecidiye'ye Konak Sineması önüne kadın zinciri yaparak yüründü ve Konak Sineması önünde yarım saatlik oturma eylemi yapıldı. 24 Kasım’da da KESK’li kadınların açıklamasına destek verildi ve program tamamlandı.

İzmir: İzmir Kadın Platformunun düzenlediği 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla Konak Meydanı’nda toplanıp basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamanın ardından Konak İskelesi’nden vapurla Karşıyaka’ya geçen kadınları Karşıyaka ve Bornovalı kadınlar şarkı, türkü ve sloganlarla karşıladı. Karşıyaka çarşısını kadar yüründükten sonra bir basın açıklaması da burada gerçekleştirildi.

Ankara: ÖDP’li Kadınların da içinde yer aldığı Ankara Kadın Platformu 25 Kasım etkinlikleri bir haftaya yaydı. Bildiri dağıtımı, afişleme ve Yüksel Caddesi’nde stantlar açıldı. 25 Kasım günü Ankara Kadın Platformu bileşenleri Ziya Gökalp Caddesi’nden YKM binasının önüne kalabalık bir şekilde yürüdüler.YKM önünde polisin barikat kurmasına ve 2 kez biber gazı sıkılmasına kadınlar güçlü bir direniş gösterdiler. 3 saatlik barikatın ardından sloganlar ile Yüksel Caddesi’ne yürüyen kadınlar burada yapılan basın açıklamasının ardından eylemi sonlandırdılar. Ayrıca Keçiören Dayanışma Evi’nde kadınlarla 25 Kasım’a ilişkin sunum ve söyleşi de bu hafta içerisinde yapıldı. Bursa: 24 Kasım’da ÖDP’li Kadınların da içinde yer aldığı etkinlikte önce halka bildiri dağıtıldı, ardından Kızılay Kan Merkezi önünden Orhangazi Parkı’na kadar mumlarla yürüyüş yapıldı. 25 Kasım’da Bursa Kadın Platformu olarak Fomara Meydanında stant kuruldu ve saat 18:00’de Bursa Kadın Platformu bileşenleri olarak kent meydanında yürüyüş yapıldı.

Kadınlar Sevgi ile bir araya geldi İstanbul Tabip Odası'nda biraraya gelen ÖDP 'li kadınlar dünyada ve Türkiye'de kadın mücadelesini ele aldı. Etkinliğin onur konuğu ise ÖDP Parti Meclisi Üyesi Sevgi Göğçe oldu.

İstanbul'da geçmişten geleceği ka-dın mücadelesi etkinliğinde bir araya gelen ÖDP'li kadınlar, Sevgi Göğçe'nin onur konuğu olduğu toplantıda dünya-da ve Türkiye'de kadın mücadelesini tartıştı. İstanbul Tabip Odası'nda gerçekleşen ve yaklaşık 100 kadının biraraya geldiği etkinlikte kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ne zaman ve nasıl başladığı, hangi evrelerden geçe-rek geliştiğini anlatan filmlerin gösterimi yapıldı. Etkinliğin onur konuğu ise Sevgi Göğçe oldu. Etkinliğin beş yıllık periyodlarla dünya çapında eylemlerin örgütlendiği Dünya Kadın Yürüyüşü ile ilgili bölümünde, 2005 yılındaki DKY organizasyonu sırasında KESK Kadın

Sekreteri olarak Türkiye sözcülüğünü üstlenmiş olan Sevgi Göğçe, o döne-me ilişkin çalışmaları anlattı. 2000 ve 2005 yılları arasında yapılan yürüyüş-ler arasındaki farkı anlatan Göğçe, kadın mücadelesinin giderek politikleşen eksenini değerlendirdi. Kadınlar arası dayanışma ve ‘birlikte iş yapma’ kültürünün ne denli üretici bir dinamiği olduğunu anlatan Göğçe, Türkiye'deki kadın mücadelesinin dinamizmini Latin Amerika ülkelerindeki kadınların mücadelesine benzeterek, çeşitli farklılıklara rağmen kadınların bir arada çok şeyi değiştirebileceğini vurguladı.

Esin Yelekçi’nin sunumu ve Çiçek Çatalkaya’nın ileriye dönük hedefleri somutlayan konuşması ile süren etkinlikte kadınlar, Hayal Sarıpınar ve Anadolu Müzik Topluluğu’nun türküleri ile de duygulu anlar yaşadı. Etkinliğe Gençlik Muhalefeti, SES Aksaray ve Bakırköy Şubeleri, BES 2 ve 3 nolu şubeler, Eğitim-Sen 2 ve 8 nolu şubeler, Ankara Eğitim-Sen ile birlikte İstanbul ve Ankara’dan çok sayıda ÖDP'li kadın katıldı. Etkinliğe ayrıca Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, Sosyalist Parti MYK üyesi Gülseren Pusatlıoğlu ve Emekçi Hareket Partisi’nden kadınlar da katıldı.


14

YÖK, Danışma Kurulları İle Üniversite Yönetimlerini Patronlara Devrediyor YÖK’ün bu çalışması üniversiteleri sermaye için bilim üreten, insan yetiştiren, özel şirketlerin mükemmelliğini sağlayan, piyasanın sorunlarına yanıt arayan bir tarza büründürecektir. Böylelikle, üniversitelerde verilen eğitimin akademik normlardan arındırılarak “piyasa toplumu”nun baskıcı anlayışına teslim edilmesi sonucu doğacaktır. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) geçtiğimiz ay hazırladığı yönetmelik taslağıyla üniversitelerin yönetim süreçlerinde “Danışma Kurulları” adlı bir yapı oluşturarak üniversitelerin mali, idari ve akademik yapısına ait kararlara Sanayi ve Ticaret Odası Başkanları, Milli Eğitim Müdürleri, İl-İlçe Belediye Başkanları’nı ve “özel inisiyatiflerle belirlenen” sivil toplum kuruluşlarını dahil etmeye hazırlanıyor. “Yükseköğretim Kurumlarında gerek akademik, gerek idari faaliyetler açısından, yüksek ve sürdürülebilir kalitede hizmetlerin sağlanabilmesinde daha rasyonel ve verimli sonuçlara ulaşabilmek için, yükseköğretim kurumlarının dışındaki paydaşların da katılacağı "Danışma Kurulları'nın oluşturulması ve bunların ortak çalışma ilkelerini belirlemek” olarak ifade edilen kurulun amacı, YÖK’ün on yıllardır üniversiteler üzerindeki vesayetini başka bir noktaya taşımanın en net göstergesi konumunda. Önümüzdeki dönemde üniversitelerin idari ve akademik yapısının sermayeyle daha fazla ilişki içerisinde olmasının, işverenlerin üniversite yönetimlerinde karar süreçlerine dahil edilmesinin hedeflendiği yönetmelik şu anda taslak halde bekletiliyor. Yasalaşması için kısa süre içerisinde TBMM’ye gelmesi beklenen yönetmelikle, öğrencilerin on yıllardır dile getirdiği özerk-demokratik üniversite yerine akademi

dışındaki piyasa unsurları üniversite yönetimlerine katılacak. YÖK’ün bu çalışması üniversiteleri sermaye için bilim üreten, insan yetiştiren, özel şirketlerin mükemmelliğini sağlayan, piyasanın sorunlarına yanıt arayan bir tarza büründürecektir. Böylelikle, üniversitelerde verilen eğitimin akademik normlardan arındırılarak “piyasa toplumu”nun baskıcı anlayışına teslim edilmesi sonucu doğacaktır. Taslakta geçen “özel inisiyatiflerle belirlenen sivil toplum kuruluşlarının katılımı” ifadesinden de demokrasi beklemek yanılgıdır. Bu kurumları belirleyecek “özel inisiyatifler” şu anda üniversiteyi AKP inisiyatifiyle dolduran kadrolardan başkası değildir. AKP, üniversiteler üzerindeki bu müdahalesiyle kendisine yakın gerici kuruluşları akademiye farklı bir yoldan sokmanın hesabını yapıyor, kurmak istediği piyasa düzeniyle uyumlu bir yönetim anlayışını her alanda oluşturmaya çalışıyor. AKP’nin ve YÖK’ün üniversiteleri şekillendirmesine karşı kulak verilmesi gereken tek ses, bilimin, eşitliğin, özerk ve demokratik üniversite talebinin seslendiriciliğini yapan üniversite bileşenlerinin sesidir. Parasız, bilimsel, demokratik eğitimi elde etmenin yolu, eşit, özgür ve demokratik Türkiye mücadelesinin sesini güçlendirmekten geçmektedir.

YÖK’ÜN KATSAYI OYUNUNA DANIŞTAY ENGELİ AKP iktidarı, İmam Hatip Lisesi mezunlarının önünü açacak katsayı kararına karşı gelişen direnci içine sindiremiyor AKP, Danıştay’ın YÖK’ün “katsayı uygulamasını kaldıran kararını” durduran kararının ardından kopardığı gürültüyle birlikte, bir süredir devam etmekte olan hükümetin yargı üzerindeki baskısına dair tartışmalar alevlendi. 12 Eylül’ün ürünü olan YÖK’ü üniversitelerin piyasalaştırılması ve gericileştirmesi görevleriyle donatan AKP iktidarı, İmam Hatip Lisesi mezunlarının önünü açacak katsayı kararına karşı gelişen direnci içine sindiremiyor. Danıştay’ın kararından sonra yapılan açıklamalar ise işin tuzu biberi oldu. Bülent Arınç’ın: “bayramdan sonra bakarız… ne Danıştay kalacak..” açıklamaları AKP’nin kuvvetler ayrılığı ilkesine nasıl baktığını gözler önüne seriyor. Diğer taraftan eğitim sistemindeki sorunların katsayı tartışmalarına sıkıştırılması ise ayrı bir sorun. Sorunun laik bir ülkede imam hatip okullarının olup olmayacağı sorunu olmasının yanında özerk ve bilimsel üniversitenin önündeki engellerin başında gelen YÖK’ün kaldırılması talepleri de duymazlıktan geliniyor. Katsayı kararıyla birlikte imam hatiplilerin üniversitelerin tüm bölümlerine girişinin ve bilimin muhafazakarlaştırılmasının önünü açmak isteyen YÖK’ün ne kadar bağımsız bir kurul olduğu da gözler önüne bir kez daha serildi.

AÇLIK SINIRI 778 LİRA Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Kasım ayı verilerine göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 778 TL, yoksulluk sınırı 2 bin 533 TL oldu. Türk-İş, Kasım 2009 açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı. Buna göre, dört kişilik bir ailenin insan onuruna yaraşır geçim düzeyi sağlayabilmek için yapması gereken günlük harcama tutarı günlük asgari ücretin yaklaşık 5 katına ulaşarak, 85 TL düzeyine çıktı. 2009 itibariyle Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin sağlıklı

ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken aylık harcama tutarı 777,53 TL oldu. Gıda ile birlikte yapılması zorunlu olan kira, yakacak, elektrik, su harcamalarının yanı sıra konut, ulaşım, giyim, sağlık, eğitim vb harcamalar da dikkate alındığında, insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeyi sağlamak için yapılması gereken harcama tutarı ise 2 bin 532,68 TL olarak hesaplandı. Söz konusu dönemde, halen geçerli olan asgari ücretten bir aylık çalışmanın karşılığı olarak ele geçen tutarı ise sadece 546,48 TL


15

ŞİKE, MAFYA, BAHİS…

KÜRESEL KAPİTALİZMİN OYUNU Kapitalizmin 1980’lerden sonra yaşadığı kabuk değişimi sistemin birikim modelinin değişimini de beraberinde getirdi. Sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması, yeni yatırım alanlarının yaratılması ve finans oligarşisinin sahip olduğu aktiflerin kaynağının ne olduğuna bakılmaksızın uluslararası dolaşıma aktarılması bu değişimin belli başlı esasları idi. Böylelikle gelişkin kapitalist ülkelerin merkeze sıkışmış sermayedarlarına, eskinin sosyalist ülkelerinin yeni türedi zenginlerine, üçüncü dünyanın petrol şeyhlerine, kaçakçılarına da karlarına kar katabilmelerinin, kayıt dışı gelirlerini dolaşıma sokarak aklayabilmelerinin önü de açılmış oluyordu. Sonuçta bankacılık, iletişim ve turizm gibi alt hizmet sektörleri bu süreçten en çok nasiplenen yatırım(!) alanları oldular. Spor özelikle de futbol tam da bu noktada söz konusu bileşenlerin bir kesişme noktası haline geldi. Çünkü futbol hem kitlesel olarak tüketilebilir bir nesne, hem başka malların üretiminde kullanılabilecek bir meta hem de ideolojik olarak kullanılabilecek bir aygıt olarak sayısız imkanlar sağlayabilen bir “oyun”du. Ayrıca futbol “piyasanın” denetimsiz, belirsiz bir ilişki ağı çerçevesinde şekillenmiş oluşu küresel “oyunculara” özelleştirmelerden, taşeronlaştırmadan, uyuşturucudan, silah kaçakçılığından, insan ticaretinden ve benzeri işlerden sağlanan ne kadar “haram” para varsa o kadarını sisteme entegre etme olanağı tanıyordu. Nitekim bankadan, medyaya, siyasetten ekonomiye her taşın altından çıkan ve kibarca(!) “çok uluslu global aktörler” olarak tanımlanan kim varsa ya kulüp satın aldılar ya da o kulüplerin ortağı oldular. Berlusconi, Agnelli, Abromovic gibi şahıslar ilk akla gelenler. 24 Ocak kararları ile birlikte küresel kapitalizmin yeni yapılanmasına dahil olmaya çalışan Türkiye’de de yaşanan süreç bundan çok farklı olmadı. Hatta Türkiye komünizme karşı verdiği “mücadeleler” nedeniyle kapitalistler açısından soğuk savaş döneminin en “itibarlı” ülkesi ve bilumum kaçakçılığın geçiş noktası olması hasebiyle çok

Nurettin Güven’ler, Hasbi Menteşoğlu’lar, Cem Uzan’lar, Alaattin Çakıcı’lar kulüp başkanı, “hatırlı” kişi, idareci sıfatlarıyla piyasaya girdiler.

Futbol “piyasanın” denetimsiz, belirsiz bir ilişki ağı çerçevesinde şekillenmiş oluşu küresel “oyunculara” özelleştirmelerden, taşeronlaştırmadan, uyuşturucudan, silah kaçakçılığından, insan ticaretinden ve benzeri işlerden sağlanan ne kadar “haram” para varsa o kadarını sisteme entegre etme olanağı tanıyordu.

daha “renkli” futbol piyasasına sahip oldu. Bu ülkenin devrimcilerine, sosyalistlerine reva gördükleri zulüm nedeniyle yaptıkları “ufak” çaplı kaçakçılıklar, dolandırıcılıklar görmezden gelinmiş Nurettin Güven’ler, Hasbi Menteşoğlu’lar, Cem Uzan’lar, Alaattin Çakıcı’lar kulüp başkanı, “hatırlı” kişi, idareci sıfatlarıyla piyasaya girdiler. Bu tipler aynı zamanda “yatırımcı”, “girişimci”, “işadamı” kimlikleriyle dönemin ihracatçı büyüme modeline uygun şahsiyetler de olduklarından başta Özal olmak üzere neredeyse bütün yetkililer tarafından kollandılar. 1980’lerin ortalarından başlayan bu gelişmeler doğal olarak futbol piyasasının karlı bir yatırım alanı olarak gelişmesine ve kayıt dışı ekonominin futbol piyasasının olmazsa olmazına dönüşmesine yol açtı. 1990’larda televizyonların, büyük patronların da işe dahil olması ile birlikte sektör iyice şişti. Ayrıca futbolun sağladığı nüfuzu oya tahvil etmenin ne derece faydalı bir siyasal yatırım olduğunu fark eden vekiller, belediye başkanları da “işe” el atınca temaşa zevki had safhaya varan bir “oyun” çıktı meydana. Bu oyun sahada oynanan oyunun yanında çok daha zevkli ve çekişmeli idi aslında(!) Müthiş bir rant savaşı vardı ve taraflar rantın daha büyüğünü ellerine geçirebilmek için bildikleri bütün taktikleri deniyorlardı. Hakem ayarlamalar, futbolculara teşvik primi aktarmalar, naklen yayın hakları ve dolayısıyla reklam gelirlerinin çoğunu kapmak için rüşvet dağıtmalar ve akla gelebilecek ne varsa. Ve doğal olarak futbol futbol olmaktan çoktan çıkmıştı artık. Ne çare ki sakallı adamın söyledikleri yine bir bela gibi çıkıverdi karşılarına. Rant savaşı kızıştıkça rekabet de kızışıyor ancak artık piyasada kârlar artmıyor, azalıyordu.Yani kapitalizmin azalan kâr oranları yasası işliyordu yine. Kârın, rantın olmadığı yerde

bu tiplerin işi olmazdı doğal olarak, usul usul ortadan kaybolmaya başladılar. Ama kulüpleri öyle bir borçlandırmışlardı ki çekip gittiklerinde o kulüplerin çoğu zaten kümeyi boylamıştı. Kalanlar ise zaten bu sistemi kanıksamış ve içselleştirmiş olanlardı. Bugün Dünyada da Türkiye’de de futbol hala küresel kapitalizmin en karlı oyun alanlarından birisidir. Geçmişten farkı sistemin kendisini daha rafine hale getirmiş olmasıdır. Ancak bu bile UEFA patronlarının da kontrol altına almak zorunda kaldıkları gibi en az 200 tane maçın şaibe altında oluşunu engelleyememektedir.

Hakem ayarlamalar, futbolculara teşvik primi aktarmalar, naklen yayın hakları ve dolayısıyla reklam gelirlerinin çoğunu kapmak için rüşvet dağıtmalar ve akla gelebilecek ne varsa.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi Adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Alper TAŞ

ÖZGÜRLÜK VE DAYNIŞMA PARTİSİ GENEL MERKEZİ GMK Bulvarı 87/18 Maltepe/Ankara Tel: 0312 2317232 - 2313312 Fax: 0312 2320347 www.odp.org.tr - E-posta: odp@odp.org.tr



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.