Yeni Bir Son

Page 1

Yeni Bir Son

adımizi Adımizi Yayıncılık


Birinci Baskı: 2012

Kitabı Adı: Yeni Bir Son Yazar: adımizi Yazarİrtibat: adimizlerikarikatur@gmail.com Bu eserin tüm hakları ve mesuliyeti kitabı benimseyen herkese aittir. Kapak Tasarımı: adımizi Basım Tarihi: Şubat 2012 Matbaa: Adımizi-Ankara


Düşük bir ihtimâli gerçekleştirebilir mi bir hayâl ordusu ya da yakın olduğu hâlde o kente gidilebilir mi bir hafta sonu? Ne bileyim; bir mimiğin dünyanın bir ucundan kalkıp getirebilir mi beni sana? Aynı dünyada savaşsız yaşanabilir mi ya da ?


Nesne... Herhangi bir nesne... Seni arıyordum , bir kelime olmanı dilerken. Çünkü o zaman herhangi bir dilin sözlüğünde alfabetik sıraya göre arardım seni. Ya da bir köy bir kasaba olsan Kurak...Yıpranmış... Kullanılmayan bir arazi olsan, Bir atlastan görebilirdim seni. Yıldız olman bile işimi kolaylaştırabilirdi. Oysa insan olunca ne zor... Kelimelerden , şehirlerden , hatta yıldızlardan bile uzaksın bu yüzden .


Bak yine minyatür bir savaş çıktı. Ne olur bize gelmesin kurşunları. Martılara da gelmesin, çocuklara da... Kendimiz için bir senaryo yazmak nasıl olurdu ? Mesela yalan olsa, uyutulacak olsa, okurken komik gelse, gülsek şöyle ayıplarımızdan çekinmesek, gerçekten sevebilsek... İşte yine bizi hedef alıyor silahlar. Bizi vurmasınlar ne olur, kendilerini de... Kaçabiliriz inan ki uydurabilsek kırık bir hikaye .


Görmek istediğim tek yer voli mahalleleriydi, dalyanlardı. Yüzlerce kayıkçının halatlarıyla yaklaştığı bir yer, bir anı kadar uzak. Oysa yakın gibi görünen bir şehire de benzerdi... Çarşının ortasında “çamışgel” diye bağıran esmer insanların suratlarıyla bütün ağaçlar, “bir ekmek alıver de gel”diyen anneme benzerdi . Birden o tanıdık yağmurlar sırtını dönüverdi bana . Limandan soğuk bir dalga yüzüme çarptı. Martılar beni sorguya çektiler. Söyledim onlara: “akşam çıkan rüzgarla dağılacağını bile bile yaptım kumdan kaleleri” Güldüler... Beni serbest bıraktıklarında, ellerim kadardı ay ve şehrin tam tepesinden aşağıya doğru indikçe yoksul semtlerinin üzerini örtüyordu sis . Düşündüm de edep yerleri miydi şehrin fakir mahalleleri . Üşüten bir rüzgarla deniz çekildi. Uyanıverdi kapı önü kedileri. Silik suluboya resimleri gibiydi gece. Yeni bir sabaha dek yorgunluğumu sakladım köşe yastığımda .


Yosunları görüyor musun ? Ya kuşları denizlerin . İşte bu köprünün altı acılık deresi, burası onların kulübesi . Çocuklar orada silah atarlardı ve çocuklara sıkılırdı kurşunlar . Kuşlar kaçışırdı ellerinde, hüngür hüngür ağlardı kan içinde kaldırımlar . Lânetli bir şarkı söylerdi o çocuklar. Gün ışıyıncaya uyurlardı sokaklarda hepsi bir iş peşindedir . Kumar , hırsızlık ya da intihar... Gördükçe onları çoğalırdı acıları evrenin. Ondördünde iki çocuk anası kadınları, küçük kuyular açıp kömür avlardı kocaları . Akşama eve kimse dönmeyebilir . Eşek ve katırlarıyla sabahleyin, kimseler görmeden akar giderdi hayatları. Oynayan çocuklarına bağırırdı görevliler; öldürüldü tenhada onların tüm umutları . Bu insanlar ki kelebekleri en iyi tanırlar, gökkuşağının kanadıdır barakaları. Sahiden her an şarkı söyler, en sessiz ağaçları .


sen Elleri bağlanmış birisi gibisin çok uzakta bir şehirde dönüş bileti olmayan , hiçkimsenin tanımadığı, ve tek bir kelime onların dilini konuşamayan. Fırtınanın mahsur bıraktığı yabani otlardan biri, tek bir bulut gökyüzüne takılı kalmış, ölmeye adanmış bir kurban, tek tanrısı kendinden başka biri olmayan birine üstelik. Daha önce yaşamış ve sevmiştin hayatı. Gözlerinin içinden koklamıştın tüm o bahar çiçeklerini , şiddetli bir baş ağrısı gelip yerleşinceye dek gözbebeklerine ve mesafeler kokuları çok dağıtıyor. Gece olunca uykudan uyanıp sebepsiz ; ne olacağını düşünen biri. Tüm gün boyunca adımını atmadan sokağa , herşeyi unutmaya çabaladıkça hatırlayan biri.


Bu tipi bitinceye dek huzurlu bir mağaraya saklamalı kendini. Savaş alanının ortasında tarafsız bir er gibisin Uzak, sis içinde ve kaybolmuş cesaretinin erittiği, saçma sapan hayaller içindesin Bir an herşeyi anlamsızlaştırır ve onları kaybedersin. Canını sıkan ne varsa görmezden gelirsin delirmemek için. Oysa neden bu kadar korkar delirmekten insan , dışarısı bir tımarhaneyken hatta. Bütün bunları yeniden görmen çok fazla zamanını almayacak ve her defasında yeniden düşecek zırhların kumdan kalelerini yıktığında rüzgâr ve dalgalar , bir kez daha yıkılacaksın. Bence delir! Bence bağır istediğin kadar! “İşte bu!”, “işte orada!” diye kepaze et onları. Susup öldürmekten kendini her zaman daha iyidir bu .


Damla için Kardhula mu diyor, senin burnunun sahibi yok, oysa muhakkak ellerin bir yerden alınmıştır. Kim bilir belki bir kuşun yüreğinden...'


göç İnsan bazen çok pis kokar. Ne yapsa saklayamaz kendini. Sesini unutturacak bir ses arar -gürültü gibi bir şey işteneresinden dokunsa ona, hep eksilerek kaybolur. Bir şeyi, dokunsa kıracak gibi bir ses, -sessizlik gibi bir şey işteHayır, değişen bir ses değil duyduğu. Yıllardır aynı şey, alışıldık hüznü kışların. Kışın gürültüsü bu kızaran kulaklarında, ben gün gibi işitiyorum . Her akşam aynı hayâlle uyuduğunu ben bilmiyor muyum ? Ama insan bazen dağılacak gibi olur, -eti etine değse cehennemSahi hiç cehenneme kışın giden olur mu ?


Saklanmak eski bir çocukluk korkusundan önceden görülmüş bir şey değildi ama nedense silâhları donandığından beri adamlar, bu kasabada huzur dindi . Utanmadan arar aynı numarayı ve karşısındaki ona buz gibi bir sesle yaklaşır kulakları kızarır bazen duyduğu bu kış çığlığı mıdır? Onun yalanladığı bir başka şeyse, her daim kış olduğudur. Hava soğudu , bu kadar yeter . haydi, başka bir şiire gidelim...


Sahil Çıkmazı Sokak 1. Nereye baksam yaz sonu çıkıyor karşıma 2. Çıkmaz sokak yaz sonu gecesinden geçiyor Istanbul'da.

3. Denize çıkmak için kayboluyorum sokak aralarında


4. Gece trenlerinin geçtiği bir köprüden sarkarak aşağı eski sokaklarını dolaşıyorum yeldeğirmeninin

5. Bakıyorum denizi aradığım sokağın adına sahil çıkmazı.

6. Hiç denizi olmayan bir kente gidiyorum


Bir Evde Yaşamak

Cem İçin, Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan bir kuş uçuverdi... Ona bu yaşadıkları ağırdı. Alçacıktan bir taş battı ayağına, güneş halâ iğne iğne yakmaktaydı. Onun tüm elbiselerini giydim, tüm anılarını gördüm. Onun gibi yaşadığım bu günün sonunda, bütün bir günden daha ağırdım.


Ne olur bu gece çölü göreyim rüyâmda. Susuz ve bitkin olayım ölüme yakın. Sabah uyanayım yeni bir yağmur henüz başlasın. Kalkıp bir bardak serin su içeyim; akrepsiz. Canım gökkuşaklarını görmek istemiyor. Bisiklete binişleri hâlâ gözümün önünde çocukların. Aklıma sevgisiz bir şeyler, eksik geldiğinde, durup bir şeyler yazamıyorum yazık. Bir öyküyü fısıldamak, görmediğin o adam ve bir başka andan düşen. Gece iyice ilerliyor kendini sıkı tut sabaha uyanmam gerekecek. Sabah uyanayım, çölde olsun , akrepsiz .


Papatyayı kurtarma telâşı... Papatyaları kurtarma telâşı bu. Sardunyaları da. Bir rüzgârın taşıdığı kent, deniz kokusu ayaklarımı öylesine bastığım çıplak tenlerine dokunduğum bir yer. Tümüyle görebileceğim kadar yüksekteyim. Hiç olmaz mı dediğim neydi? Neydi bu uzun yürüyüşe çıkaran beni, koparan biraz biraz eksilten artıran? Baktım da güneşe kapamış güzel yaşlı kadınlar şemsiyelerini. Onların entarileri, tarat bezleri, aspirinleri. Oysa çocuklar şemsiyelerini açmışlar güneşe. Yeni bir başlangıç mı bizimki.


Gürültülü patırtılı kalabalık Istanbul otobüsleri. “İneceğim duraklara hazırlıklı mısın?” diyorum ses yok! Öylesine bir kağıda not edilmiş dudaklar. Yırtık yarısı yazılmamış adresler. Silinmiş son üç numarası bir telefonun, yine de arıyorum. Aradıklarım boşa çıkıyor, boşları arıyorum. Bir yerde muhakkak bir hata yapıyorum. Kitaplar sedir sedir, gün gün kitaplar. Bir ucundan sen yakmışsın bir ucundan ben. Boş bir çöp bidonu rastgele inlemekte düşerken yokuş aşağı. Gözlerin içinde karanfil ışıkları. Sırlarımı açtığım bulutlar sır oldu. Yağmur gizliden bile yağmıyor. Akşam olsa bir tur atsak sefaları, Kadıköy'den ev tutma heyecanları, “bırak allah aşkına kardeşim işin mi yok?” uykuları. Günlük vitaminler, günlük nazlar niyazlar, akşam rüzgârlarına hasret yazlar. İşte tüm bu çabam su bardağı Senin içindeki papatyayı kurtarma telâşı, sardunyayı da...


Gerentofobi

Henüz o kadar büyümedim Sana bir tarih öyküsü anlatayım Şöyle baş parmağı havaya kalkıp Sana iyi bir ders vereyim. Ben hiçbir şeyden korkmam hayatta Bunu yapmaktan korktuğum kadar Phobos kimseye nasip etmesin, böylesine kocaman olmayı…


Ankara. Benim bütün eski alışkanlıklarım. Parçalanmış bir güvercini birleştirme çabası, daha da değil.... Başka da yok, ellerime, ceplerime doldurmuşum. Şöyle bir yükseğinde unutulmuş denizinden tutulan balıkları. Ankara, çıpasının üzerine nazar boncuğu. Düğümünü kesen kimdi o kanlı elleriyle? biliyorum: “bütün iktidarlar gibi ağır ağır dolaşan anıların diktatörlüğü” Ankara, en eski kentimden bir önceki yani; benim bütün alışkanlıklarım. Varsayılmayan bir kara gövde, üzerimde defalarca gidip gelen. Ankara İlk erkeğimden bir önceki.


Haziran çiçeğine gökyüzünün gölgesi düşmüş. Düşmüş üzerime gözlerinin gölgesi. Rahatsız değilim bu karanlığından. Sanki uzaklardan akıyor zaman. Biz sesini duyuyoruz seninle. Ama işte hızla geçiyor günler gölgesinde sevişmelerin. Sıkılmış değilim serinliğinden. Bütün ayların ilk günlerinden daha yakın ol bana; iş saatlerinden ve tatil günlerinden. Bir gün gel kentime; burada sessizliğin gölgesi var, Burada! Sokağımda. Sessizce gel, kırma susuşumun cesaretini. Korkmuş değilim yalnızlığından. Yalnızlığınla cesaretlendir beni.


Gözlersiz çizdim kendimi, adını da değiştirdim, hiç bir şey fark etmedi. bir kaç gece sonra kurtlanan bir kitaptan izledim seni. pat diye önüme düşen bir gökdelen karanlığında bir ses... bir kadın tabanca çıkardı çantadan orgazm gibi bir ses BAM! Sonra koşarak kovaladım beni arayacağın o günü bacakları uzundu, yetişemiyordum. defter de kurtlandı biliyorum sana laf taşıyor haytalar. altını çiziyorum, iki mevsim daha var.


ayy Kesik bir ağaçtan bir orman fışkırıyordu/Seni gördüğümde yağmur bir cümle kurmuştu/ben sürüklenip giderken.


İyi Günler geçiyordu yanımızdan Sen berbere girmiştin. Herkes herkesi konforcu diye suçluyordu Sigortası tam yatmıyordu hiç birimizin Sonra herkes bir eline dört silah aldı Kapıların ardına gizlendiler.

Ölgün yaz çiçeklerinin arasında Selam verdim Geçip gitmekte olan İyi Günler'e Kara döpiyesi içinde Şöyle dedi bana; “Dönmemek üzere” “Dönmemek üzere”


Önceden çok incinmiş bir çocuk Onu affet Herkese değer bu taşlar Ona biraz daha çok.


İşçinin Körlüğü Şuradaki kuşu görüyorum Yarım bıraktığın elmayı da öyle Gözlerimi kapatıp yürüyebildiğime göre Önümü de görebiliyorum Sonra ellerim ayaklarım gövdem yerli yerinde Yalnız gündüzü göremiyorum


08:45 bir kadın evden kalp ağrısıyla çıktı/ kalbinin yerinde bir şiir atıyordu çünkü. 09:10 saate doğru hızla yürürken/ adını söyledi/ ne yumuşaktı adı/ bir gece içmiş, o yumuşak adında uyumuştu. (adres olmadığından bir postacıya ya da simitçiye soramıyordu/ saate yürümesi bu yüzden.) 14:bir şeyler saat on dördü bir şeyler geçiyordu/ bir şeylere/ bir şeylere/ benzetiyordu onu. 16:00 ne kadar bekleyebilirdi daha/ habersiz bir buluşmacıyı./ az sonra kuşlarda gidecekti. 19:13 alfabenin en yumuşak harfiydi/ Roma'dan asla gelmeyecek olan.


Kent Kırıldı Herkesin elinde çerçeveler vardı. Tüm saksılar kırılmıştı Ankara'da.


yapraklarla anlaşırdık biz çıplak ağaçlar çok şey anlatırdı.


Biterken 96 Ağustos Sustuğum yerde bir çocuk otuyor. Çocukluğunda tanımamış olduğum. Otuyor sahile inen yolda, demek ki sustuğum yer denize çıkıyor. Yanından geçip gidiyorum. Deniz dalgalı. 06 Temmuz Yanlış zamanlı bir bakışla karşılaşıyoruz. Burada bir ip çözülüyor. Demek ki hiç bağlanmayacak bir söz veriyorum. Tutulmayacak sözler zorundalıktan verilir. 09 Eylül Orhan Gencebay söylüyor: 'Sevecekmiş Gibisin'. Bütün meseleler o an için kısa bir yolculukla yer değiştiriyor. Bir sonraki tarihi yazmaya korkuyorum.


09 Aralık Bir direnişi geziyoruz. Ayakkabılarımız su alıyor. 10 Ocak Bitti mi bitmedi diyen bir seyyar satıcı. Hoşgeldin, evine. 10 Nisan Kış bitmemiş belli, say bakalım kaç mevsim kaldı geriye? Yürüsem sana doğru, yüzümü yüzüne koysam, tamam biri senin olsun ama bir mevsimimiz daha var!


Dokunmak bitti ellerinize. (Ĺ&#x;ubatikibinoniki)



“koklasam saçlarını bir gece ta fecre kadar” diye okuyordu. “Okuma be abla, yürü eve gidelim.” diye inledim. “Yeni bir son iyidir yeni bir başlangıç kadar. Yürü biten mevsimlere gidelim.” Böylelikle yürüdük yolun sonuna dek.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.