Mucize Ruh- 4.sayı

Page 1

Sayı: 4

Ali Özgül- Elanur İncesu- Semanur İrga- Dicle Arslan- Okurlar Akademisi- Pelin Erdoğan- Abdullah Balkaş- Elif Atlı- Tuğçenur Ayas- Didem Elif.

>> Edebiyat, kültür, sanat dergisi.

Temmuz 2018


Kimiz Biz?

Mucize Ruh’un Mükemmel Okurları, Derginize Hoş geldiniz. Derginiz sizin yazılarınız ile siz ve diğer yazarların yazılarını bu-luşturuyor. Böylelikle derginin hem yazarı hem de en büyük okuru olmuş oluyorsunuz. Peki adımız neden Mucize Ruh? Her insanın içinde birikmişleri vardır. Her ne kadar bunları diğer insanlardan gizlemeye çalışsak da içimizden dökmek isteriz. Ve çoğu zaman bunları yazarız. İşte bu yazdıklarımız her zaman gün yüzüne çıkmayı bekler. İnsanın içindeki bu enfes ruh eğer yazılarını gün yüzüne çıkarırsa ruhu büyük bir mucize ile buluşmuş olur. Ve işte bu yüzden adımız Mucize Ruh’tur. GENEL YAYIN YÖNETMENİ/ DİZGİ-TASARIM: EMİR YAPICI KAPAK GÖRSELİ: Colin Rex Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. © Temmuz 2018



İÇİNDE 1

Fakat Güzel Sevdim

7

4Sanılgı

Dağınık Cümleler

10Bil!

12 Ben Aşkın Şairi

6

Tomris Uyar

11

Seni Görmemek


EKİLER 13

Sabahattin Ali

19

17

Bir Hayalim Vardı

16 Masumdum.

Tarlabaşında Bir Akşam. Silah sesi. Misafirim Ölüm.

21Güle Sor

26 Başkası

3. kısım

28 Necip Fazıl Kısakürek


Fakat Güzel Sevdim Fakat gözleri görmeyen birinin; Gökyüzüne umut dolu bakışları gibi baktım sana. Hapishane de ki birinin; Özgürce gezmeyi düşlediği kadar düşledim seni. Konuşamayan birinin; Şarkı söyleyeceği günleri beklemesi gibi bekledim seni. Bir yazarın; Yeni kitaplarında yazdığı kurgulu bir öykü gibi kurguladım seni. Kafese tıkılmış bir kuşun; Sayısız kanat çırpacağı günlere duyduğu hasreti duydum sana. Bir ressamın; Kendi gözünden doğaya can vermesi gibi can verdim sana. Bir şairin; Şiirlerini armağan ettiği kadına aşık olduğu gibi aşık oldum sana. Ve benim; Baktığım, düşlediğim, beklediğim, kurguladığım, hasret duyduğum, can verdiğim ve aşık olduğum Kadın Fakat en güzel ben sevdim...

Ali Özgül

1


David Schermann

2


3


Sanılgı Sanmak ve yanılgı arasında mekik dokuyor hayatımız. Bir insanı, bir ruhu, bir olayı... Hep bambaşka sanıyoruz aynı kapıya çıkacak durumları. Kaldır kafanı bak etrafına. Farklı bir şey var mı hayatında? Aşk, para, ihtiras hepsi palavra. İnsanlar konusunda ön yargılı olma. Kim iyi, kim kötü, sen kimde ne kadarsın, kim sende ne kadar? Anlarsın eninde sonunda. Farkına var hayatın. Daha fazla sanılgıya kapılma.

Elanur İncesu

4



|

, u n o e m r i t i y ç i h , a y r a v n u ğ Iu k u B u çoc a ğ u c o ç r i b Ie y ö n e S . r Ie z e m r i t i y bazıIarı . n u r o K . n u s r o y i benz Tomri s Uyar

6


Dağınık Cümleler Caniçim, Yine bir gece yarısı kalemimin mürekkebini de peşine takıp, kağıtlarımın sokaklarında mısralar halinde gezmişsin bakıyorum. Dayanmaz saçların rüzgara, kokunu ucuna öpücük kondurduğun burnuma armağan etmişsin. Boynunda bir yer var, ne zaman oradan öpecek olsam hızlanır nefes alıp verişin, işte buna da aşığım. Öyle daldan dala atlayan bir muhabbet hissettiklerim, derli toplu cümleler yok artık. Kafiye bekleme, konu bütünlüğü de. Olanca bütünleşmemize rağmen nasıl oluyor da bölük pörçük aktarıyorum o da ayrı dava. Neyse, caniçim. Bu gece de aklımın odalarında pervasızca gezip, kalbime sızmışsın bakıyorum. Bu arada bakıyorum bakıyorum diyorum çünkü sana bakmalara doyamıyorum, söyleyeyim bunu da. Uykuyu tersleyen gözlerini, geceyi aydınlatan gülüşünü öperim. Son.

Semanur İrga

7


8


Mitchell Hollander

9


Bil! Umut etmeyi bil. Küçücük şeylerden, mutlu olmayı bil. Adım atarken, doğru yerde olduğunu bil. Nefes aldığında, huzuru bulduğunu bil İlerledikçe, yaşamın seni acımasızca çürüteceğini bil. Zamana ayak uydurmayı bilç Etrafına doğru gözle baktığını bil Kalbinin nasıl atığını duy ve yine onu nasıl kullanabileceğini iyi bil. En önemlisi de, sen kendin olmayı bil. Çünkü eğer kendini kaybedersen, yaşamayı unutursun.

Dicle Arslan

10


ddddd

Seni Görememek, ölmeni hissetirmektir. Seni görememek, uykumdan rüyamın bölünmesidir. Abdullah Balkaş


Ben aşkın şairi, Sen aşkın sözleriydin. Abdullah Balkaş


n u k o d ü ğ lü ü t ö k e y e s m i k k e m e d “İyilik ri e h v e c k a c a p a y k lü ü t ö k l, i ğ e d k a mam ” . r i t k e m e d k a m içinde taşıma ttin A li |

abaha S , n a t y e Ş i k e d İçimiz

13


14


Gemma Capdevila

15


Masumdum Bu bahar daha bir başka sanki. Kuşlar uçuyor ama mutlu değilim. Çiçekler açıyor ama burnuma sadece ölü papatya kokuları geliyor. Kalbim kırık ama elini uzatan kimsem yok. Tam her şeyi yoluna koymuşken, tekrar sarpa sarıyor, tekrar yıkılıyor emeklerim rüyalarım, hayallerim. Bin bir parça oluyor yüreğim. Oysa ki küçükken daha güzeldi her şey. Daha güzeldi hayallerim. Ya da daha sakindi hayatım. En azından güvendiklerim vardı ya da karşılık beklemden sevenlerim. ruhum vardı benim. Kalbim vardı mesela. Ne kadar üzerseniz üzün, size inat mutlu olurdum. Şİmdi o kadar çabalamıyorum. Frk ederseniz çocuklarla mutluyum, ben çocukken mutluydum. Çocukluğuma gömdüğüm o güzel anıları umut ediyorum. Yaşayacağım ve o günün hayali ile her gün yanıp tutuşacağım. Çünkü ben çocukken daha MASUMDUM. DAHA GÜZELDİM. VE DAHA MUTLUYDUM

Elif Atlı

16


Bir Hayalim Vardı Bir hayalim vardı. Mavi göğün altında toplanacaktı tüm çocuklar. Ellerinde rengarenk balonlar, gülen gözlerle şarkılar söyleyeceklerdi dünyaya. Sevgi çiçekleri ekip, umut büyüteceklerdi insanlığa. Bir hayalim vardı, Çocuklar hiç ağlamayacaktı. Cenneti dünyaya getirecekti onlar. Eğer insanlık, cehennemi küçücük yüreklerine getirmeseydi. Eğer insanlık, o gülen gözleri acı bakışlara çevirmeseydi. Bir hayalim vardı; sevgiye, umuda, hayata dair. Eğer insanlık kendini gömmeseydi! (#Leyla’ya ve diğer güneşi söndürülmüş tüm umutlara)

Tuğçenur Ayas

17


18


Tarla Başın’da Bir Akşam. Silah Sesi. Misafirim Ölüm! Silah sesi. Yokuş aşağı koşuyorum. Çok hızlı. “Korkma!” diye sesleniyor köşedeki bakkal. Koşuyorum. Hâlâ. Korkuyorum. Ölmekten değil. Silah sesinden. Normalleştiremediğimden. Düşecek gibi oluyorum. Evim hiç de uzak değil. Yol uzadı; endişem, lastik yaptı zamanı, sünüyor önümde. Evime varamadım! Bir başka evin kapısına atacağım neredeyse kendimi. Vuracağım yumruğumu kapıya, diyeceğim, “aç kapını!” Hangi kapı olduğunu soracak mı? Sanmam. Bildiği tek bir kapı var; evine girer, evinden çıkar. Acıkınca yemek gibi. Hayat basit içgüdülerde. Zeka bozuyor işi. Neyse... Elimde torba. Sırtımda çanta. Çantamda bilgisayar. Ağırım. Dünyaya. Cehalet 19


çok hafif. Taşıyamayacağım kadar hafif. Sus, sırası değil şimdi düşünmenin, silah sesi kurşunlarken sağırlığımı! Koşuyorum. Koşuyorum. Hızlı. Çok hızlı. Düşecek gibiyim. Tökezlerim şimdi, yıkık dökük, kaldırım kenarında. Yığılsam mı yere? Ölmese şu kedi. İsabet etmese sek sek seken en akıllı kurşun. Önüne mi geçsem? Olmaz, korkuyorum ya ben. Ölmekten değil. Hep diyorum, unutuyorsun, normalleştiremediğimden o sesi. “Korkma!” diye seslendi yine bana bakkal. Köşedeki. Mahallenin. Sabahlara kadar açık ya hep. Gece kendisi, gündüz babası durur ya hep. Ne satıyor ki gece gece? Ekmek belki! Güldürme beni. Sabah alamayan, gece alsın diye mi? Ne satıyor ki gece gece? Silah sesinde yetişen bitki ölülerini mi? Uyuştursun diye tüm mutsuzlukları? Buldum işte! Tabii ya, ondan satıyor işte, uyuşturucu, uyuşturucu satıyor, uyuştursun diye mutsuzlukları! Yanılıyor.Mutsuzluk uyuşturulamaz. Kaşınır. Çok kaşınır. Zehir kana karışır. İşte öyle cansız kalınır. Bakkala desem böyle. Ne yapsam? Koşmayı mı bıraksam? Dönsem gerisin

geriye, desem, “öyle değil bu iş” diye.. *** Döndüm. “Korkuyorum!” dedim bakkala. “Ölmekten değil. Silah sesinden. Normalleştiremediğimden. Çocuk sesleri iyi. Araba sesleri bile iyi. Komşum Anjelika’nın sana seslenen bozuk Türkçesi de iyi... Silah sesinin yeri yok bu mahallede.” Bakıyor yüzüme pek tuhaf! Minik beyaz paketler. Raflarında. Renkli jelatinle kaplanınca pek de güzel gizlenir bisküvilerin arasında. Gören bilir. Bilen görür. Bunca tantana ondan işte. Kedilerin açlığı boğarken bu sokakları, uyuşturucuya gider porşeler, lamborciniler... Sevdalısı bitmeyecek o paketlerin, mutsuzluğun uyuşturulduğuna inananlar oldukça. Elimdeki torba. Sırtımdaki çanta. Çantamdaki bilgisayar. Ağırım. Bakkala. Cehaleti taşır o, zor gelmez hafif yük, yokuşa! Taşıyamayacağı kadar ağırım ona. Bu yüzden sildi beni kurşunu. Yanlış imlaydım busayfada. Şimdi yas tutun bir bakkalın tashihiyle son bulan hayatıma.

Pelin ERDOĞAN 15.12.2016 Tarlabaşı, TAKSİM

20


Güle Sor Ne zaman var olmaya başladığımı bilmiyorum. Kendimin farkına vardığımda bir formum oluşmuştu. Budanmaya hazır dallarım vardı. İnce, yemyeşil, içinde bütün ruhumun barındığı her biri çiçek açmaya kendini adamış dallarım. Ve kuşkusuz dikenlerim. Gül olmak böyle bir şeydi çünkü. Tüm biricikliğime, tüm eşsizliğime, tüm güzelliğime, tüm naifliğime rağmen; fütursuzca bana dokunanın canını yakacak kadar keskin dikenlerim vardı. Bakmayın şimdi bundan böyle çok doğal bir şeymiş gibi bahsettiğime. Öyle çok kolay olmadı dikenlerimle barışmak. O günü hiç unutamam. Kızıl, yeni uzama21


ya başlamış uçları kıvrık saçlarıyla Eylül anne babasının desteği olmadan yürümeye daha yeni yeni başlamıştı. Attığı her adımda duyduğu mutluluktan içim ne kadar da coşuyordu. Pembe açmış çiçeklerimden köklerime yayılan hazzı size anlatamam. Yeni açacağım çiçeklerin mis gibi kokması için varımı yoğumu ortaya koyacaktım. Derken hiç beklemediğim bir şey oldu. Dengesini yitiren Eylül yere kapaklanırken ona en yakın olan dalımı sımsıkı kavradı. İlk an hiçbir şey hissetmedim. Kırılan dalımın boynu büküklüğünü algılamam zaman aldı. Oysa budandığım zamanlarda, o keskin aleti daha bedenime vurmadan canım acımaya başlar benim. Bu işlemin daha güzel var olmam için en gerekli şey olduğunu bilsem de, kendi içimde çok zorlanırım. Her şeyden önce o kadar emek verdiğim parçamdan koparılmaya alışmam zaman alır. Biçimsiz kesilmiş halim içime oturur. Üzülürüm. Fakat o gün yürüme başarısının coşkusuyla kahkahalar atan Eylül, düşer düşmez kötü bir çığlık attı ve hemen arkasından başlayan ağ-

amasıyla yeri göğü inletti. Bir türlü susturamıyorlardı. Avuçlarından sızan kana bakakalmış dolu dehşet dolu gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Kırılan dalımın ilk defa kanaması beni afallatmıştı. O kıpkırmızı renk çiçeklerimin pembesini gölgede bırakmıştı. Kucaklayıp eve götürdüler Eylül’ü. Nihayet bir süre sonra sustu. Toprağı ıslatıp ona tatlı bir kızıllık veren kanımın neden tam da böyle bir zamanda dalım kırıldığında döküldüğüne anlam vermeye çalışıyordum. Ve neden Eylül’ü bu kadar üzmüştü bu. Kafam karışık olduğu için de bedenime yayılması gereken acıyı bir türlü hissedemiyordum. Öyle uzunca bir süre kırık bir şekilde dalım sarktı üzerime. Uğramıyorlardı yanıma. Birkaç gün geçmişti herhalde Eylül “Cızz,” diyerek geçti yanımdan içimi cızlatan bir ses tonuyla. O an sandım ki artık fark ederler de besleyemediğim kırılan dalımı benden ayrıştırırlar. Fark etmediler bile. “Evet annecim cızz,” diye tekrarladı

22


bedenini Eylül’e doğru bükmüş olan annesi. Aylarca ne dokundular ne de kokladılar beni. Çiçeklerimi bile toplamadılar. Sadece Eylül’ün babası bahçeyi suladığı zamanlarda uzaktan köklerime doğru tuttu hortumu. Hiçbir şey yapmadığım halde böylesine yok sayılmak kahretti ruhumu. Öylesine değersiz, öylesine güçsüz hissediyordum ki kendimi içimden bir türlü açmak gelmiyordu. Beni görmezden gelmelerine ne kadar içerlediysem de, bağlı olduğum topraktan aldığım güçle gül olmaktan vazgeçmedim. Dallarımı, dikenlerim ve çiçeklerimle her zamanki gibi var ettim kendimi. Aksi nasıl olunur bilmiyordum her şeyden önce. Aylar geçmişti. Eylül artık yalpalamadan yürüyebiliyordu. Ağzından dökülen kelimeler çoğalmış, anlaşılır bir hal almıştı. Annesinin “Annecim bak bu çiçeğin adı gül. Ne güzel kokuyor, kokla bak, “ diyerek çiçek açmış dallarımdan birini Eylül’e doğru eğmesiyle, aylardır donuklaşan içimde bir ürperme oldu. Kontrolsüz şekilde yayılan bir sıcak23

lığa bedenlendim. “Kokuyor. Gül. Kokuyor,” dedi Eylül koklamayı beceremeyen ama taklit etmeye çalışan mimikleriyle. Eylül’ün annesi keşke içimdeki bu sıcaklığa son verecek o cümleleri etmeseydi. “Evet annecim ama dikenleri çok sivri görüyor musun? Dikkatli dokunmalısın. Batarsa elin çok acır. Cızz.” Eylül yine tekrarladı “Diken. Cızz.” Hayatımın en zor anıydı. Avaz avaz bağırmak istiyordu ruhum. “Hayır ben asla kimseye zarar vermem, aslaaaa. . .” Ama biz güller insanlar gibi konuşmayız. Rüzgarın esintisine kendimizi bırakıp, acılarımıza rağmen esnemeye çalışırız. Esnemezsek kabullenemeyiz kendimizi. Kırılıp, savrulup, yok olup gideriz. Dikensiz bir gül olabilmenin çaresini inanın çok aradım. Fakat ne denediysem olmadı. Kendimi masum ve narin sanırken, bir o kadar da keskin ve tehlikeli olduğumu kabullenebilmem uzun zaman aldı. Hatta kimseye batmamasına, kimsenin canını yakmamasına rağmen o diken-


lerin bana olduğunu bilmek bile canımı acıttı. Biliyordum ya artık başkalarına zarar verebileceğimi. Kendimi bir türlü affedemiyordum. Zor oldu, inanın çok zor oldu ama sonunda bir gün anladım. Canilerin acıttığı canların o amansız çığlıkları ruhumun acısını bastıracak kadar yeryüzünü kapladığı an anladım. Bir annenin çocuğundan sakındığı o keskin dikenler beni ben yapıyordu. Onlar olmadan ben gül olamazdım ki. Dikenine rağmen bir canın güzel olabileceğine ve bunun bütün canlar için geçerli olabileceğine başka türlü insanları inandıramazdım ki.

Didem ELİF

24


B A Åž K A S I

3. K I S I M


Beynim zonkluyor, midem bulanıyordu. Tüm o görüntüler neyin nesiydi. Hemen bulunduğum odaya baktım. Bu oda o oda değildi. (Derin bir nefes) Gayet aydınlık ve temiz bir yerde yatıyordum. Ben ne o odada yaşayabilirim ne de o adamın yaptıklarını yapabilirim. Başkasının düşünü gördüm herhalde. Yatağımdan kalktım, masama doğru yöneldim. Masanın üzerinde duran defter açıktı ve ortasında bir kalem vardı. Yaşamaya dair samimi bulmadığım şeyleri yazmayı denerim. Pek başaralı olduğumu söyleyemem. Yazdıklarımı okurken genelde anlamsız bulur önemsemeden sayfaları çeviririm. Tekrar göz atmanın şu an iyi bir fikir olmadığını biliyorum ama yine de yapacağım. 1. Sayfa paragraf başı : Onca zaman sonra susmuştum. İnsanlığa dair cümleler kurmaktan çok fazla korkar olduğumdan…okuduklarım, çok tanıdık geliyor, tabi ki tanıdık gelecek, sen yazdın dedim kendime ama bu öyle bir tanıdıklık değil daha çok tanıklık gibi yapmamış da yapanı görmüş ama görmezden gelmek istemişim gibi. Bunlar o gölgenin ya

da oradaki o ziyaretçinin yazdıklarıydı. Uykuyla uyanıklık düşle gerçek iç içe girer gibi oldu bir an. Bu fikirler benim olamaz. Hemen pencereye koştum. İçimden bir ses; perdeyi aralama, çocuk gürültü diye söylese de onu hemen susturdum. Pencereyi açtım. Çocuklar şen kahkahalarla oynuyorlardı. İçeriye temiz hava girmesini çok önemli bir husus olarak gördüm ve pencereyi açık bıraktım. Yatağıma doğru bakarken, gözlerimi kapatıp açışımdaki o lahzada odamı ve yatağımı karanlık ve kirli görüp görmediğimi anlayamadım. Hemen odadan dışarıya çıktım. Sokaklarda amaçsızca dolaştım. Bir amacım olsun istiyordum ama yoktu, aklım bir türlü kendine gelemiyordu. Başım hala ağrıyor midem bulanıyordu. Yemek. İyi gelir. Nerden biliyorum bunu bilmem. Herhangi bir yere yemek yemeye girdim, çorba istedim, limonsuz diye ekledim. Bunu da hatırlıyorum o tanıklık etme duygusu, neler olduğunu anlayamadım. Çorbayı getiren güleç yüzlü çocuğun yüzüne iyice baktım, beni gördüğünden emin olmak istedim. Başka bir şey istediğimi

26


sanmış olacak ne almak istediğimi tekrar sordu. Bir şey diyemedim, yüzümdeki ifadeden sanırım güleçliğini kaybetti. Ben, gölge, ziyaretçi, defter, çorba bu dünyanın döndüğü ama benim durduğum an, benim değil onun, yani o ziyaretçinin ona da öyle olmuyor muydu? (Kafa karışıklığı) Çorbamı bitirmeden kalktım. Tekrar insanların arasına karışmalıydım. İnsan insanın ilacı, kurdu değil miydi o. Bana mı bakıyordu herkes, hayır bana kimse bakmıyordu. Hiç kimse bana bakmıyor. Hangisi daha kötü. Yokmuşum gibi yapıyorlar, birine çarpmalıyım, hafifçe omzuna çarptım birinin, özür diledim, o da özür diledi, gülümsedi ve bana tanıdık bir ifadeyle baktı ama ben bu ifadeyi nerden tanıdığımı çıkaramadım. Evedönmeye karar verdim, kapı gıcırtısıyla girdim içeri, yağlamam gerekecek, bazı sesler ve hatta kişiler hayatımızda o kadar çok sıradanlaşıp süreğenleşiyor ki onların varlığını hissetmez oluyoruz. Bu kez hissettim, tanıdım bu sesi. Nerden tanıdım, bilmiyorum. 27

(Son değil, devamı zihnimin benim de bilmediğim bir yerinde bekliyor. Onu arıyorum, bulduğumda kaldığı yerden devam edecek.) okurlar_akademisi


. t e i ll e b i n i ğ i d v e S a n ı r a l a k ş a b , k e m e Gizl . r i t k e m r e k v e r ü t k a a s s ı K fır l ı z a F p i Nec


/mucizeruhdergi

/mucizeruhdergi

/mucizeruhdergi.blogspot.com

MUCÄ°ZE RUH


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.