Tugva dergi

Page 1




ALİYA: CENNET YÜZLÜ BİLGE Trajediyi tebessüme dönüştüren adam. Tebessüme, zafere ve mutluluğa. Yüzyılımızın en destansı kahramanıdır o. Efsaneye şahitlik ettik hepimiz. İmanın adıdır Aliya. Tevekkülün adıdır Aliya. Sabrın adıdır Aliya. Aklın adıdır Aliya. Akılla kalbin bileşimi, yani gönlün adıdır Aliya. Cehennemlerden cennete çıkışın; yolun, izin, istikametin adıdır Aliya. Bir kabus filmi olarak tasarlanan ‘The End Bosna’, onunla ‘Mutlu Son’a dönüştü. Meşhur bir espridir: ‘Amerika’da niçin darbe olmaz?’; cevabını da soran verir: ‘Çünkü orada ABD Büyükelçiliği yoktur’ diye. Parlamentolarındaki koltukların üç yüz yıllık olmalarıyla övünen demokrasi havarisi mağrur İngilizler, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde bilmem kaç asırlık üç büyük imparatorluğu darmadağın ettiler: Rus Çarlığı (1917), Avusturya-Macar İmparatorluğu (1918). Çarları, sultanları, kralları; yani hanedanlıkları ortadan kaldırıp hepsinde de ‘halkın kendi kendini yönettiği cumhuriyeti’ getirmekle övündüler. Âla, pekâla. Bu tarihin üzerinden yaklaşık yüz sene geçmesine rağmen bugün dünyada krallıkla, kraliçelikle yönetilen tek ülke hangisidir acaba? Bu muhteşem mütekebbir üzerinde güneş batmaz imparatorluğun adı nedir? United Kingdom… Yani İngiliz İmparatorluğu. Kraliçeliği. Bir not daha; gidenler iyi bilir: 2015 yılı İngiltere’sinde dahi, tapu diye bir kavram yoktur. Bütün ülke kraliçe kaçıncı bilmem kimin özel mülküdür. Ev veya dükkân aldınız diyelim, bizdeki gibi Tapu Müdürlüğüne gidip tapu işlemi yaptıramazsınız efendim. Sadece İngiliz Sarayı’ndan kiralama onayı/icazeti alabilirsiniz, o kadar… Sevsinler! Fatih’in bölgeyi fethinden sonra öbek öbek bölük bölük kavim kavim İslâm’ı seçen Bosnalılar huzur içinde yaşamışlardı yüzyıllardır. Bosna Medeniyetti asırlarca; Bosna şehirdi, şiirdi; güfteydi besteydi; mimariydi estetikti; huzurdu güvendi. Batı, bunu siz İngilizlerin başını çektiği İngiliz-Alman-Fransız Koalisyonu anlayın, kendi içerinden bir topluğun beş asırdır Müslüman medenî huzurlu bir toplum olmasını hiçbir gün içine sindiremedi.

Bosna Batı’nın en doğusu, Doğu’nun en batısıydı. Yani ilk göz koyulacak, yani zincirin en uzak ve en zayıf halkasıydı. Dilleri hâlâ onların diliydi ya onlar Türk (Türk gibi, Türklerin dininden kültüründen) olmuşlardı. Bunun hesabı sorulmalıydı elbet. İşte o gün geliyordu. Geldi de. Vahşi Batı’nın egemenliğine girdi 1880’lerden itibaren bölge; o gün bugün trajedi ve dram tiyatrosudur artık yaşanılan.

Muasır yani çağdaş dünya, üç büyük trajediye şahit oldu yirminci yüzyılda; yaklaşık kırkar yıl arayla, üçünde de Müslüman kanı akıttılar oluk oluk. Yüzbinlerce canı yok ettiler: Çanakkale, Cezayir, Bosna. Batı Koalisyonu destekli Sırp kasapları, Yugoslavya Devleti’nden arta kalan silahlarla 1992-95 yılları arasında taş üstünde taş yani medeniyet eseri, omuz üstünde baş koymadılar. Uydudan neredeyse bir arı hareket etse gören, bir sinek vızıldasa duyan, Rize’de bahçesinde çay toplayan Fadime Teyzeyi bile takip eden Çağdaş Avrupa’nın gözleri önünde 312 bin, yazıyla üç yüz on iki bin insan hunharca katledildi, elli bin hanımefendiye tecavüz edildi. Üstelik öldürülenlerin otuz beş bini de çocuktu.


Emerson diyor ya hani; ‘kahramanları olaylar çıkartır’ diye. Aynen de öyle oldu: Bosna toplumu, bir öncü, bir lider, bir kahraman çıkarttı içlerinden: Aliya İzzetbegoviç. Yani İzzet Bey’in oğlu Ali. Aliya Bosna trajedisinin finalini tebessüme, selamete, huzura çıkartan kahramanın adıdır. Lider bir kitle heykeltıraşıdır der büyük özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek. Eyvallah. Aliya, faciaların ve katliamların beşiğinde yanıp kavrulan toplumunu, sabır sükun ve strateji; özetle iman imtihanından geçirerek selamet limanına ulaştıran kaptanın adıdır. Batı Koalisyonunun bölgedeki yüz yirmi yıllık bütün strateji taktik destek operasyonlarını ters yüz eden, yırtıp tarihin çöplüğüne atan adamdır Aliya. Dönüştüren değiştiren güzelleştiren adamdır o. Sadece toplumunu mu? Hayır. Öce dünyadaki bütün Boşnakları, sonra dünyadaki bütün Müslümanları, sonra da kalp taşıyan bütün yirminci yüzyıl insanını. Duruşu bakışı veya bir iki veciz ifadesiyle bütün dünyaya insanı, insanlığı, İslâm’ı hatırlattı Aliya. Dünyayı İslâmlamlaştıran, Müslümanları İslamlaştıran, içlerimizi arıtan durultan yıkayan adamın adıdır Aliya. Zulümle abad olunamayacağı denkleminin eşittiridir. Âli yüksek ulu değerli demek. Bu kavramlar zaten Aliya’nın ruhunu özetleyen kavramlardır. Kadim bir hüküm ‘insanların isimlerinden nasibi vardır’ der; el-hak, doğrudur deriz. Ama ekleriz de: ‘Soyadlarından da vardır!’ Aliya, toplumunun izzetidir de; doğrudur: Sadece Bosna’nın değil, bir buçuk milyar Müslümanın da haysiyeti şerefi izzetini temsil etti bir ömür o. Bütün krallıkları yüzyılın ilk çeyreğinde tarihin çöplüğüne gönderen, ülke sınırlarını elinde makasıyla atlastan kumaş gibi kesip biçen kraliçe yönetimli Büyük İngiltere İmparatorluğunun o meşhur strateji dehası, 1990’larda Avrupa’nın göbeğinden bir kralın yükselişini engelleyemedi; ne hazin… Aliya’nın varlığı onlara cürm-ü meşhuddur, suç üstüdür aslında. Batının ürettiği demokrasi, insan hakları, hümanizma gibi içi boş kavramlara suçüstü yapan adamdır Aliya. Her şeyi planlayan tasarlayan ve yapan Batı’nın, insanı unuttuğunu hatırlatan bir bilge adamdır Aliya. Kral çıplak’ı apaçık ispatın adıdır Aliya. Her şeyi bilen bilimin, insanı unutunca hiçbir şeyi bilemediğini ortaya koyan bilgenin adıdır Aliya. Gönülle buluşamayan çıplak aklın, ancak, fayda yerine vahşetlere, hizmet yerine dramlara zemin hazırlayabildiğini tek tek ispatlayan bilgenin adıdır Aliya. İki güzel terimimiz vardır bizim: Hulefa-i Raşidin / raşid halifeler, bununla Allah Resulü’nün ardından gelen Ebubekir, Ömer, Osman, Ali kastedilir. İkincisi de aşere-i mübeşşere / cennetle müjdelenen on kişi. Eğer mümkün olabilse, olmaz ya; yirminci yüzyıldan Hulefa-i Raşidin’e ve Aşere-i Mübeşşere’ye bir isim önerin denebilse mesela, benim, belki de milyonlarca kişinin ilk aklına gelecek isim, kuşkusuz Aliya İzzetbegoviç olacaktır. Olmalıdır da.

Ondan geriye kalan yedi cümlesini, tarihe not düşmek için buraya yazmak isterim; ilk cümlesi bomba tecavüz ve ölümlerle kuşatılan bir topluluğun çığlığıdır adeta: ‘Allah’a yemin ederim ki, biz köle olmayacağız.’ İkincisi bulunduğu, ait olduğu, iliklerine kadar hissettiği medeniyetin tanımını yaptığı cümleleridir: ‘Ben Müslümanım ve Müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir.’ Toplumuna topyekün savaş açan düşmanlarına karşı çevresine şu sözlerle moral verecektir: ‘Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.’ Barıştan yanadır daima, istediği oranda ölçüde hakkaniyette olmasa da: ‘Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir." Ve ekler: ‘Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız." Barış görüşmelerine çağrıldığında havaalanında söyledikleri küstah ve yalancı dünyanın suratına tokat gibidir adeta: "Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına." Altıncısı, ‘Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.’ Yedincisi ve sonuncusu, hepimizin kulağına bin kez küpe olması gereken bir hakikattir: ‘İslâm güzel de Müslümanlar nerede?’ Aliya bilgelik, tebessüm ve umudun adıdır. Umudun yani huzurun yani geleceğin. Yani cennetin. Cennet bakışlı adamdır. Cennet yüzlü cennet gözlü cennet gönüllü adamdır. Aliya; cennet yüzlü bilgemiz bizim.


ÜMMET COĞRAFYAMIZIN ÖKSÜZ ÇOCUĞU

FİLİSTİN

Mısır da doğmuş sonrasında yolu ülkemize düşmüş kardeşimiz Mohammed ALKHAWAJA'nın dilinden duymak istedik Filistin'i ve başladık dinlemeye...

-Mohammed Alkhawaja kimdir ? Mohammed: 1 Ekim 1992'de Mısırda doğdum. 1994'te Filistin' e taşındık. Liseden sonra İşletme Yönetimi okudum ve 2014'te İslam Ekonomisi ve Finansı üzerine yüksek lisansımı yapmak için Türkiye'ye geldim. -Biraz ailenizden de bizlere bahsedebilir misiniz ? Mohammed: Toplamda 4 kardeşiz. Benim bir abim, bir ablam ve küçük kız kardeşim var. Hepimizde öğrenciyiz. Babam devlet memuru, annem ise ev hanımıdır. -Filistin'in tarihiyle ilgili bize neler söylemek istersiniz ? Mohammed: Filistin hep birilerine bağlıydı. İngilizler işgal ettiler. Sonrasında İngilizler, İsrail'e söz verdiler,Filistin topraklarına devlet kurmak için. İngilizler yavaş yavaş torakları Yahudilere vermeye başladılar. Ardından katliamlara başladılar. 1948 de Filistinliler topraklarından çıkmak zorunda kaldılar ve İsrail kuruldu. 1967 de İsrail elde edememiş olduğu torakları elde etmiş oldu. Kudüs, Gazze, Batı Şeria... -Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Mohammed: Şehire göre değişiyor. Gazzede durumlar normal değil. Elektrik mesela 8 saat kesiliyor. Gazze kalabalık bir yer. Bu yüzden işşizlik meselesi var. Bunlar da durumu daha kötü yapıyor. -Göç etmeyi düşündünüz mü ? Mohammed: Malesef bir ara düşünmüştük. Orada iki türlü düşünüyor herkes. Kimileri göç etmek isterken kimileri de vazgeçmek istemiyor. Ama herkes çocuklarının geleceği için endişeleniyor.

-Kudüs kelimesi sizin için ne anlam ifade ediyor? Mohammed: 20 sene Filistinde yaşadım ama hiç göremedim. Sizlerin gitmesi daha kolay ama bizim için Kudüs' ü görmek bir hayal. Bizler sizden daha çok gitmek istiyoruz. Biz sadece Kudüs'ü fotoğraflardan görebiliyoruz... -Kudüs'te müslümanlara karşı gösterilen tavırlardan biraz bizlere bahsedebilir misiniz ? Mohammed: İsrail polisleri ile Filistinli siviller var orada.Yahudiler kızlara daha fazla engel çıkarıyor. Arama yapmak istiyorlar. Kız askerin gelip arama yapmaları isteniyor ama Yahudiler bunu kabul etmiyor. Bu durumları sizlerde duyuyorsunuz. Kaçmak isteyen kızlar olduğunda tekrar ateş açılıyor ve öldürülüyorlar. Yahudiler ibadeti engelliyorlar. Hayatı daha da zorlaştırıyorlar. Mesela evinizde duvar yıkıldı diyelim, tamir etmeniz yasak. "Başka ülkeye git para verelim" diye teklifler sunuyorlar. Ama Filistinliler gitmemeyi tercih ediyor. Kudüs'te 7-70 e herkesin islam mücadelesi verdiğini görebilirsiniz. -Peki diğer müslüman ülkelerden, yani bizlerden neler bekliyorsunuz ? Mohammed: 67 yıldır bekliyoruz doğrusu. Yemek para yardımı değil tam olarak bizim istediğimiz. Büyük duruşlar istiyoruz. Sağolun bu yardımlar için ama tek derdimiz bunlar değil. Bizimle savaşmayın ona da tamam ama olaylara bir müslümanca bakılmaya çalışılmalı. Bizler aramızda yardım konularını konuşmuyoruz artık diyebiliriz. Bu konulardan sıkıldık diyebiliriz. Nereden elektrik nereden doğal gaz getirebiliriz diye düşünüyoruz.Filistin sadece oranın meselesi olmamalı. Birleşelim. Birleşirsek bizler bundan güç alacağız ve daha da kuvvetleneceğiz. -Türkiye hakkında neler söylemek istersiniz ? Mohammed: Türkiyede olmaktan çok mutluyum. Ben şanslıyım, hep iyi insanlarla karşılaştım. Hepsi Filistin'i çok seviyor. Bazı Türkler topraklarımızı sattığımızı düşünüyor ve bizim görevimiz bunun yanlış olduğunu ispat etmek etmek. -Bizlere son olarak neler demek istersiniz ? Mohammed: Şükretmek için çok sebebiniz var. Mesela elektiriğiniz yarım saat kesilse bundan bile hemen şikayetçi olabilirsiniz. Ama düşünün bizlerin orada sadece 8 saat elektiriği var. Bazen daha da uzun süre... Hamd olsun diyeceksiniz, Hamd olsun... Bu anlamlı sohbet için de bizlere ders niteliğinde sözler sunuluyor aslında. Her sorumuza özenle cevap vermeye çalışan kardeşimiz Mohammed'e teşekkürlerimizi iletiyoruz. Onun en anlamlı kelimeleriyle yazımıza son vermek isterim; "Hamd olsun diyeceksiniz", Hamd olsun diyeceğiz...


OSMANLI’DA KÖLELİK


‘’Ve Kudüs şehri, gökte yapılıp yere indirilen şehir Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri…’’ Sezai Karakoç



Kudüs… Bulunduğumuz yüzyıldan kopuk ve insanı zamanda yolculuğa çıkaran bir atmosfere sahip ve öyle bir yer ki; etrafta ki her taşın, her kumun bir hikayesi var neredeyse. Nedir Kudüs’ü böylesine farklı ve kutsal kılan ? Tarihi boyunca kırk defa kuşatılmış, üçünde tamamen olmak üzere otuz iki defa yıkılmış, yirmi altı defa sahiplik değiştirmiş ve uğruna birçok devlet savaşmak zorunda kaldığı için kutsal kabul edilmiştir. Yahudi kaynaklarından alınan ve bir kısmı Müslüman tarihçilerle de benimsenen inanışlara göre Allah kainatı yaratmaya Kudüs’ten başlamış daha sonra bütün bir kainatı bu şehrin etrafında örgülemiştir. Hz. Adem yaratılacağı sırada Allah onun torağının bir kısmını bu şehirden almış ve daha sonra Kudüs’te ölen Hz. Adem ödünç aldığı bu toprağı Kudüs’e iade etmiştir. Yeryüzündeki üç büyük din içinde Kudüs ayrı bir öneme sahiptir. Kronolojik sıraya göre üç dinin gözünde Kudüs’ün neden bu kadar farklı ve kutsal olduğuna bakmakta bugün gelinen noktayı anlamak bakımından fayda vardır. Yahudilere göre Kudüs;Filistin’in Beni İsrail’e Allah tarafından vaat edilmiş topraklar olduğuna, dolayısıyla da kendilerinin bu topraklar üzerinde ilahi bir kanıda dayanan hakları olduğuna inanırlar. Bu inanç Eski Ahit’te üç ayrı yerde geçen ve Allah’ın Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup’a ‘görebildikleri bütün toprakların kendilerine ve evlatlarına vaat edilmiş’ olduğu yönündeki ayetlerine dayanır. Ayrıca Süleyman Mabedi’nin bu şehirde bulunması bu şehrin önemini arttırmıştır Hristiyanlara göre ise; Hz. İsa Kudüs’te Rabbine kavuşmuştur. Ahir zamanda Hz. İsa birinci defasında geldiği gibi yine Kudüs’e gelecek buradan insanlığa huzur ve barış dağıtacaktır. Ahirette de adalet kürsüsünü Kudüs’te ki Muallak Kayası’nın üzerine kuracaktır. İslam’ın kutsal şehirler hiyerarşisinde Kudüs, üçüncü sırada gelir. Mekke’deki bir ibadetin on bin, Medine’dekinin bin ve Kudüs’tekinin beş yüz kat sevabı olduğu şeklindeki hadis bu hiyerarşiyi ifade eder.


Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa'yı bağrında barındırması ve Resulullah (s.a.s.)'ın isra ve miraç mucizesine şahit olması bu üstünlüğün sebeplerinin başında gelir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: ‘’Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.." (İsra, 17/1) Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini bereketlendirdiğimiz ‘’ şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer Filistin topraklarıdır. Son yüzyılda Kudüs topraklarında yaşananlara bakarsak, Batılı kuvvetler Filistin topraklarında Siyonist İsrail Devleti’ni kurarak İslam’ı parçalama hedeflerinden vazgeçmemişlerdir. Siyonistler, batılılaşmış bir güruhla kendi menfaatlerini koruyacaklarını, İslam ümmetinin varlığına ve İslam ümmetinin inancına, İslam tarihinin 14 asır boyunca süren yayılışına karşı sürdürdükleri savaşı onlarla daha iyi bir şekilde başaracaklarına inanmışlardı. İslam toplumu, Filistin’de oynanan oyunların farkına varınca emperyalistler daha hızlı davranarak rejimleri değiştirdi, ümmetin uyanışına yönelik tüm düşünce ve ilkeleri altüst etti. Emperyalistler İslam ülkelerinin bir kısmında askeri darbeleri gerçekleştirdi diğer kısmında ise müdahalelerde bulundu. Bu yapılanların amacı İslam’ı tamamen tasfiye etmek, Batı’nın hedef ve gayelerine İslam ümmetinin bireyleri eliyle gerçekleştirmekti. 1967 Arap-İsrail savaşlarının ardından Kudüs’le birlikte coğrafyanın birçok yeri düştü. Geriye kalan bölge de tarih ve imanıyla tehlikeye maruz kalmaktadır. Ardından İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan ettiği dönemde de Kudüs bölünmüş olduğundan sadece Batı Kudüs İsrail’in başkentidir. İsrail Kudüs’ü başkent ilan etmesine rağmen diğer ülkeler bunu tanımamaktadır. Filistin yönetimine göre ise Doğu Kudüs Filistin’in başkentidir ve Batı Kudüs’ün daimi durumu da anlaşma konusu olmalıdır. İsrail, toprakları gasp edilen, en önemli parçası koparılan nesilden nesile sürgünlere mahkum edilen Filistin halkı için günlük ve daimi bir tehlikeyi oluşturmaktadır. Filistin halkı her gün emniyet güçleri tarafından uygulanan şiddete maruz kalmaktadır. İsrail’in her düzeyde ki yöneticileri tarafından uygulanan baskılar Filistin vatandaşını tehdit etmekte hatta içtiği suyunu evine ve köyüne gelen elektriğini ve eğitim alanında da ona her türlü zorlukları çıkarmaktadır. Tarih, bir çöp bidonunun arkasından babasının gölgesine sığınan, elinde kendini savunacak bir taş bile olmayan masum bir çocuk üzerine bir bölük asker gönderip alçakça kurşunlatan Yahudi’nin canavarlaşan vahşetine tanık oldu. Müslümanların ve tüm dünyanın gözü önünde Filistin’de yıllardır süren bu Siyonist cinayetlerin ve katliamların bir an önce durdurulması için etkin yaptırımlarda bulunmak gerekmektedir. Dahası Müslüman devletlerin Filistin’in yanında olduklarını tarihten gelen sorumlulukları gereği gür bir sesle dünyaya haykırmalıdırlar. Dualarımızda Filistin’i de unutmayalım!


• Bilindiği üzere insan vücudu uyurken bile enerji kaybetmekte, üstüne birde kahvaltı yapmadan evden çıkmak aşırı yorgunluğa sebep olmakta. Mutlaka kahvaltı yapılmalı ve enerji geri kazanılmalı.

• Uyandığımızda uyuşukluğumuzun gitmesi ,kan dolaşımının biraz hızlanması için 15-30 dakika sabah yürüyüşü veya spor yapmak zihnimize ve bedenimize iyi gelecektir.

Daha enerjik hissetmek için;

Büyük çoğunluğumuzun sorunu yorgunum, halsizim, uyuyamıyorum, uyanamıyorum… Peki daha zinde ve kendimizi daha uyanık hissetmek için neleri değiştiriyoruz bir düşünelim… Evet genelde pek değişiklik yapmıyoruz hep aynı tempo devam. Şimdi bahsedeceğim maddeleri uygularsak kendimizi gün içi halsizliklerinden bir nebze kurtarabiliriz.

YORGUN BEDEN


,

• Birde stres, kötü düşünceler bedenin yorgun düşmesine neden olan önemli faktörler. Gün içi sevdiğiniz aktiviteleri yapmak stresinizi azaltan ve ortadan kaldıran bir eylem olabilir.

• Yatmadan önce yine 15 dakika egzersiz çalışmaları yapmak uyumayı kolaylaştıracaktır.

• Geceleri aşırı yemek yemekten kaçınıp, erken uyumaya çalışın.

• Sabah kahvaltısını yaptın öğlen yemeğine kadar çok fazla acıkıp bir şeyler yeme istedeğin kalktı bu durumda ara öğün olarak kuruyemiş, meyve vs. yiyerek enerji kazanmış olacaksın.

• Bol bol su içmeyi unutmuyoruz elbette. Gün içinde su sişelerimizi yanımızdan ayırmayarak içtiğimiz su miktarını arttırabiliriz. En az 2 litre su tüketmeyi görev haline getirmek şart.

• Kahvaltı eşliğinde çay, kahve içilmesi demir emilimini engelleyeceğinden tüketilmemesi daha doğru olacaktır. Günün ilerleyen saatlerinde içilen bir fincan kahve zinde kalmaya daha çok yardımcı olacaktır.



+1

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) dünyanın en büyük ve en güçlü parçacık hızlandırıcısıdır. 2008 yılında İsviçre-Fransa sınırında, daha önce kullanılmış olan ve yerin 100m altında, çevresi 27 km uzunluğunda olan LEP tünelinde kurulan CERN, yüksek enerjili parçacık fiziği deneyleri yapılmasına imkân veren bir projedir. 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamının yaratılması amaçlanıyordu. Deney sırasında ise tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton huzmesi veriliyor.Işın demetleri ayrı istikametlerde,ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alıyor.Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları,kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.Fakat İsviçre'nin Cenevre kentindeki yeraltı tünelinde yapılan deneyde ilk kez çalıştırılan atom çarpıştırıcısı, bir ton helyumun tünele sızmasına yol açan elektrik bağlantısı arızası yüzünden kapatıldı. Daha sonrasında yapılacak olan asıl çarpıştırma operasyonunun provası olarak görülen "Atlas" adlı deneyde ise 1,18 trilyon elektrot volt gücünde,karşı yönlerde yol alan iki parçacık ışınının çarpışmayı doğurduğu açıklanmıştır. Çarpıştırıcının katedral büyüklüğündeki dev odasında bulunan belli başlı dört detektörden biri, ilk yüksek enerjili proton çarpışmasını dünya rekoru olarak kaydetmiştir. Deneyin başarılı olması halinde ise çarpışmalarda üretilmesi beklenen mikro kara delikler ve gizemli cisimlerin dünyayı yok edeceği ve solucan delikleri ile zamanda yolculuğun mümkün olabileceği söylentilerine rağmen CERN bilim insanları böyle bir durumun olamayacağını belirtmişlerdir. Yine de söylentiler akıllarda soru işareti bırakmaya yetmiştir.Dünyanın en büyük bilimsel deneyi olan "Büyük Patlama"da, 90'a yakın Türk araştırmacı da görev alıyor. CERN'deki çalışmalarını 5 yıldır aralıksız sürdüren Doç. Dr. Bilge Demirköz, iki yıl ATLAS detektörünün yapımında,çalıştırılmasında ve sorunların çözümünde ve binlerce fiber optik kablonun bağlanmasında çalıştığını anlattı. "Ben 2 yıl boyunca her gün kaskımı taktım, ucu demirli ayakkabılarımı giydim ve her gün yerin altına indim. Yani iki yıl boyunca gün yüzü görmedim" diyen Demirköz, bu süreçte yaşadıklarını şöyle anlattı: "İki yıl yerin altında inanılmaz tempoda kablolarla, ekipmanlarla yere eğilerek, dehliz gibi yerlerden geçerek detektörleri yaptık. Parçacıkların dışarı kaçmaması için dedektörleri adeta matruşkalar gibi içiçe geçirip arada boşluk bırakmayacak şekilde tasarladık. Bu süreçte, sabahları uyandığımda güneşe bakmamaya çalışıyordum. Kendimi o gün yine havanın kötü olacağına inandırıyordum. Çünkü erken saatte yerin altına inecektim ve çıktığımda yine güneş olmayacaktı. " diyen Demirköz özlemini de dile getirmiştir. Pozitif bilimin daha yeni keşfetmek istediği gerçekleri ,müslümanların klavuz kitabı KUR’AN, yaklaşık 14 asır önceden, bize ışık hızından daha hızlı iletişim olduğunu Mearic suresinde ihbar edip, bildirmiştir. Neyseki modern çağın bilginleri, müslümanların inancına yaklaşmışlardır.


EKLENECEK , işlemeyen Gençliğin rûhunu i hâline bir tarla gibi kend a ısırganlar, bırakırsanız, orad biter. dikenler yetişir SNELLMAN

Gençlerin yetişmesine önem veriniz; çünkü bu yolda en küçük ihmal, ülkenin yapısını ve geleceğini yok eder. Aristoteles

Dostlarım , do birbirine k st ile düşman arıştı diye yeise kapılmaya lım. Bir bü y ük dost var k i ondan va a d aldık. Yeisi, zulmü, kah rı yok edece ğiz. Muzaff er olacağız. Nurettin TOPÇU

İki şeyin elden gitmeden, değerini anlamak zordur: Biri sağlık, ötekide gençlikitr. Hz.Ali (R.A.)

Haklı olduğun rkma! mücadeleden ko ine Bilesin ki atın iyis e deli in is doru yiğidin iy derler. Şeyh Edebali

Gençliğinde bilgi ağ acını dikmeyen, yaşlılığın da rahatlayacağı bir gö lge bulamaz. Lucius A.SENECA

Ah gençlik, insan yalnız bir zaman sahip olur ona, ömrünün ge risinde de o nu çağırıp duru r. Andre Gide

En hayırlı genç o'dur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevasâtına esir olmayıp gaflete boğulmayandır. Said-i NURSÎ


BİR DAMLA DOKUNUŞ Kağıtla, herkes farklı sebeplerden bulu şturur mürekkebi. Kimse anlamaz, tek kelimen kalmazsa söyleye ceğin, ya da dermanın bitmişse, tükenmişse gidecek yollar, karşılıyor bizi bir kağıt ve mürekkep. Yazmak kimi zaman kendin olmakken, kimi zaman başkası olmaktır belki de. Dillendiremediğin ne varsa, bir kağ ıda dökülür harfler mürekkeple. Yüreğimizden dökülür tek bir kağıda hep si. Bastırılmış, susturulmuş duyguların en güzel yolu belki de yazmak . Yarımken, bütün olmak... Kalbin taşıyamadıklarını taşır bütün sayf alar. Peki ya sadece güzellikler tükendiğinde mi yazar insan ? Yeni güzellikler oluşturamaz mı mürekkebi ile ? Bembeyaz bir sayfayı, düşünceleri akta rarak doldurup anlamlaştırdığımı gördüğümden bu yana aşık olmuştum yazmaya. Mürekkebin bir damlası ile, bir çok kişiy e hayaller kurdurmak, hüzün yada mutluluk gibi değişik duygular yaşa tmak mutlu ediyor insanı. Bomboş bir kağıt sunulduğunda önüme mavi gökyüzüne sahipmişim gibi oluyor sanki. Onun gibi sonsuz hay aller, yeni mavi dünyamızı oluşturabiliyoruz o bembeyaz sayfa da. O dünya da ister kederli bir hava olur, ister mutlu… Kimi zaman da derman olmaya çalışırız yüreğinden acılarını dökememiş insanlar a. Her harfin gücünü görüyordum. Bir yan dan mürekkebin bitip gidişini izlerken, bir yandan da kağ ıda her dokunuşta ki o hissi yaşıyor insan. Seb ebin ne olursa olsun, ne kadar yazarsan yaz, hep bizi dinler kağıt. Fısıldamayı bırakmayacak kalem. Avuçlara bulaşmasına rağmen, Hıçkıracak tüm harfler mürekkep ile…


A

YÜREKTEN YANSIYANLAR


Ah gençlik.. Yeni hayaller,yeni umutlar,yeni bekleyişler... Daha nice şeyleri içeriyorsun içinde. Bizlerde liseli kardeşlerimize sorduk, küçük yada büyük tüm hayallerini. İşte yüreklerden yansıyanlar... -Hayalim, hayallerimin gerçekleşmesi.. (Hafsa Nur Birinci) -İyi bir basketbolcu olmak istiyorum. (İdil Kalan) -Satürn'ün halkasına oturup ayaklarımı sallamak istesem ? (Elif Şengül) -Nankör olmayan dostlar ve bebeklerin kıyıya vurmadığını hayal ediyorum. Aslında birde minibüste boş koltuk bulmak... (Rümeysa İpek) -Beşiktaşın her sene şampiyon olmasını istiyorum. (Berkay Keskin) -Çok yemek ama kilo almamak istiyorum. (Eda Nur Açılan) -Bir tostosum olsun, arkası yemeklerle dolu olsun ve onunla dünyayı gezeyim istiyorum.(Gamze Dönmez) -Her türlü kötülükten koruyan,hastalandığımda gece uyumayıp başımda bekleyen ve beni iyi bir insan olarak yetiştirmeye çabalayıp bu günlere getiren aileme, hayatım boyunca iyi bir evlat olabilmek istiyorum.Ülkemin gelişmesinde yararlı bir vatandaş olmak istiyorum. (Şevval Çalış) -Sadece 3 gün okul olsun istesem? (Sudenaz Çayıroğlu) -Ünlü bir iş adamı olmak ve herkesin beni alkışlamasını istiyorum.(Atakan Elik) -Dil üzerine iyi bir üniversitede okumak istiyorum. (Selin Başoğlu) -Heykelimi diktirmek istiyorum. (Yasin Berkay) -Çok ünlü bir Mangaka olup,Japonya'ya gitmek istiyorum. (Berka Akgün)


Ah türkülerimiz... İçlerinde ne hikayeler saklıyorlar. Belki de bu yüzdendir her dinleyişte yüreğimize dokunmalarının sebebi. Bizler de ilk olarak türküye emek vermiş kişilerden, ardından da saklanmış hikayelerden bahsetmek istedik.

NESET ERTAS. . Türk halk ozanı ve halk müziği şarkıcısı. Çocukluğu köyde geçmiş, ilkokul yıllarında ilk keman, sonrasında da bağlama çalmayı öğrenmiştir. Babasına olan sevgisini bir çok kez dillendirmiştir. Kendi ifadesi ile şu şekilde ifade eder; "Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız." Neşet Ertaş, ilk plağını "Neden Garip Garip Ötersin Bülbül" adı ile babası Muharrem Ertaş'a ait bir türküyle çıkarmıştır. Halk tarafından çok beğenildikten sonra diğer plaklarını çıkarmış, halk konserleri vermiştir. 1978 yılında alkol ve sigara kullanımından dolayı parmaklarından felç geçirir ve işsiz kalır. Kardeşinin daveti üzerine Almanya'ya gider ve tedavi olur. 2000 yılında İstanbul'da verdiği konserle sahne hayatına geri dönmüştür. Neşet Ertaş'ın yaşayan efsane olma hikayesine gelirsek; devlet sanatçılığı ünvanı kendisine sunulmuştu. "O dönem Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım." diyerek geri çevirmiştir. Bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda ders olarak okutulmuştur. Hayatı ve eserleri Doç. Dr. Erol Parlak tarafından iki ciltlik bir kitap halinde yayımlanmıştır. 25 Eylül 2012 tarihinde prostat kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi.Mezarı ise babası Muharrem Ertaş'ın yanındadır. Mezar taşında ise ''Sakin ol ha, insanoğlu. İncitme canı, her can bir kalp , hakk'a bağlı. İncitme canı, incitme.'' yazılıdır.

EVVELİM SEN OLDUN Neşet Ertaş’ın hayatında babası Muharrem Ertaş’ın ayrı bir yeri vardır. Sadece babası değil ustası olan Muharrem Ertaş’a olan sevgisi o kadar büyüktür ki Neşet Ertaş’ın son arzusu “babasının ayak ucuna gömülmek” olmuştur. Her baba-oğul gibi zaman zaman bazı sorunlar yaşayan bu büyük ozanların aralarında yaşanan şu olay, hem birbirlerine olan düşkünlüklerini hem de ozanlıklarını göstermesi açısından dikkat çekicidir.


Muharrem Ertaş, oğlu Neşet Ertaş’ın Leyla isimli bir kadınla evlenmesine ilk başından itibaren karşı çıkar. ama oğlu Neşet Ertaş karşı çıkarak evlenir. Oğlunun sözünü dinlememesi üzerine Muharrem Ertaş şu türküyü yakar: Temiz ruhlu saf kalplisin şöhretsin Hakkın vardır evlenmeye evladım Mevlam sana yapanları kahretsin Aslı bozuk alma dedim evladım Dokunsalar nazik tene kir gelir Bizden önce ceddimize ar gelir Köle olmak şanımıza zor gelir Sen aklını yitirmişsin evladım

Neşet Ertaş, kendisini yaralayan 'aslı bozuk'a, 'ana'yla cevap verir : Ulu arıyorsan analar ulu Sevmişiz biz onu olmuşuz kulu Analar insandır biz insanoğlu Aslı bozuk deme gel şu insana Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden Aslı bozuk deme gel şu insana Soracak olursan eğer ki benden Aslı bozuk deme gel şu insana Yazımızı felek yazdı Mevlâ’dan değil Senin dediklerin evladan değil Her hata suç bende Leylâ'dan değil Aslı bozuk deme gel şu insana

Muharrem Ertaş, oğlunun bu 'ulu ana' göndermesine boyun eğer ve: Küsmedim Neşedim kahrettim sana Baban değil miydim sormadın bana Olan olmuş yavrum ne deyim sana Sen aklını yitirmişin evladım

Bu şiirsel konuşma, Neşet'in Leyla ile evlenip ayrılmasından sonra da sürer. Bu kez, Neşet, Leyla'ya, hatanın kendisinde olduğunu söyler : Bilemedim kıymetini kadrini Hata benim günah benim suç benim Eliminen içtim derdin zehrini Hata benim günah benim suç benim Bir günden bir güne sormadım seni Körümüş gözlerim görmedim seni Boşa mecnun eylemişim ben beni Hata benim günah benim suç benim

Neşet Ertaş'la babası ve Leyla arasındaki bu hikayenin sonuçta ulaştığı yer ise Neşet Ertaş’ın şu mısralarındadır: Cahildim dünyanın rengine kandım Hayale aldandım boşuna yandım Seni ilelebet benimsin sandım Ölürüm sevdiğim zehirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Sözüm yok şu benden kırıldığına Gidip başka dala sarıldığına Gönlüm inanmıyor ayrıldığına Gözyaşım sen oldun kahırım sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Garibim can yıkıp gönül kırmadım Senden ayrı ben bir mekan kurmadım Daha bir gönüle ikrar vermedim Batınım sen oldun zahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin


MARİFETNAME Marifet neydi? Maşallah on parmağında on 'marifet 'varmış? Halkta Hakk'ı görmek derecesine ermek 'marifet'miydi? Şimdi bu yaptığında 'marifet' miydi? Yıllar sonra bile adını unutturmamaktı belki de 'marifet'. Ne dersiniz? “Cihan bağında ey âkıl budur makbul-i ins ve cin Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin” Gibi dillere yapışan ve yakışan güzel dizeleri yanında astronomiden matematiğe, tıbba, insan bedeninin gizemlerine, hastalıkların gizli özelliklerine, şifanın derinliklerine, sosyal bilimlere dair yararlı tespitleriyle uzun yıllardan beri ilgi odağı olmaya devam eden biridir Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri .Bir mutasavvıf, bir sosyolog, bir alim Marifeti çoktu, kalemi büyüktü,şanı büyüktü. Manzum ve düz yazı toplam on beş eser yazmış en önemlileri ise Divan ve Marifetname 'ydi. Tasavvufi konularla birlikte, fen bilimleri hakkında da geniş bilgileri kapsayan Marifetname adlı eser, ansiklopedik bir özellik taşımaktadır.İbrahim Hakkı, Marifetname'yi 1757'de 400 kitaptan yararlanarak yazdığını söylemiştir. Birbirinden farklı konuları ele alan bu kitapta belki de en ilgi çekici olan bölümler insanların uzuvlarıyla ilgili yapmış olduğu tespitlerdir.Ayrıca bu kitapta ilk defa bir alim tarafından Güneş Sistemi anlatılmıştır. Eser bir önsöz, üç büyük bölüm ve bir sonsöz ihtiva eder. Her bölüm daha alt bölümlere ayrılmıştır. Önsöz tamamen dinidir. Birinci bölüm, Fenn-i Evvel'dir. Allah'ın varlığını, birliğini anlattıktan sonra yalın ve bileşik cisimleri, madenleri, bitkileri ve nihayet insanı anlatır. Biraz geometri, biraz astronomi ve biraz da takvim konuları yer almaktadır. Coğrafyaya ait bölümde ise 100'den fazla ilin hangi enlem ve boylamda olduğunu göstermiştir. Ayrıca "Hiçbir çağda yerin döndüğüne inananlar eksik olmamıştır" demiştir. İkinci bölüm, Fenn-i Sani, anatomi, fizyoloji gibi bilimler yer alır. İnsan vücudunu estetik bakımdan inceleyerek, vücut yapısı ile huy arasındaki ilişkiye inanmış ve bu inancını da şiirle dillendirmiştir. Ayrıca bu bölümde ruh, sağlık ve ölümle ilgili geniş bir bilgi bulunmaktadır. Üçüncü bölüm, Fenn-i Salis, dini, ilahi ve felsefi içeriklidir.


Az Konuşma ve Sükunun Fazileti Bu zaman sükût zamanıdır. İnsan iki küçücük şeyin rehini olmuştur; biri yürek diğeri de dildir. Gerçi insanın sözlerinde kerametler vardır. Fakat belalardan kurtuluş susmaktadır. Dil insanın ölçeğidir. Bir arslandır ki, zincirden boşanması ziyan doğurur. Susmak vakarın kisvesi ve yaşamaya yetecek bir nimettir. Konuşmadıkça sözün tesirli olur. Konuştukça da sözün tesiri gider ve ona hükmedemezsin. Az konuşmak azardan emniyettir. Kimin sükutu uzun olursa onun kadri güzel olur. Kim her zaman insanların ayıplarını örterse onun da ayıpları örtülür ve kalplerin sevgilisi olur. Kim gıybet ve koğuculuk (laf taşıyıcılık) ederse, o bütün insanların nefretini kazanır. Çok konuşmak ayıp ve ar, dilini tutmaksa şeref ve vakardır. Dilin sükutu emniyet ve kalbin sükutu da irfan sebebidir. Dilin tehlikesi çoktur, zira o hedeften şaşmaz, hata etmez bir oktur. Diş taş, dil çakmak ve söz ateştir ki, söyleyen ahmaktır. Bu ateşten sözü dinleyen de ya pamuk dükkanı ya da barut deposudur. Şu halde pamuk ve baruta çakmak çakan, divaneden başka bir şey değildir. Üç şey bütün afetleri üzerine çeker: Biri şaka, diğeri mizah, öbürü de boş laftır. Gıybet edenin ve koğuculuk yapanın azabı şiddetli olur. İnsanlardan ve onların Rabbinden de uzak olur. Çok konuşmak dostlara halel getirir, yanlışlık ve bıkkınlık doğurur. Fazla laf ayıpları meydana çıkarır ve kalplerin düşmanlığını tahrik eder. Kim acı konuşursa, ondan dostları nefret eder. Gıybetle ahbaplık korkunç bir rezalet ve her yönden ağır bir utançtır. İnsanların en akıllısı kısır çekişme semtine uğramayan ve ahmakların işkence olan konuşmalarına karşı suskunluk sınırını aşmayandır. Sormanın kadri, bir nimetin kıymetinden daha fazladır. Hoş bir kelimenin faydası onu söyleyene aittir. Eğer bir sözde abartma ve sunilik varsa, kurtuluş onu söylememektir. Mizah dalkavukluk afetidir ve yapılan iyiliği başa kakmak da cömertliğin felaketidir. Konuşursan doğru konuş. Söz verirsen yerine getir. Yumuşak söz ve selamın yayılması üstün sünnetlerdendir. Yine yumuşak söz ve çokça selam vermek halkın sevgisini kazandırır. Devamlı güzel sözlü olmak insanı isteklerine ulaştırır. Dilin doğruluğu, insanın kurtuluş ve güvenliğidir. Çok laf dinlenme bıkkınlığı verir ve çok israr caydırma sebebidir. Sükutun çokluğu da vakarın sebebidir. Çok gülmek hafiflik ve ardır. Çokça mizah da, ithamları üzerine çeker. Yine çok gülmek kalbi öldürür. Çok şaka cahillik işaretidir. Lafız çokluğu mana eksikliğindendir. Susmak aklın hoş zineti ve cehaletin örtüsüdür. Güzel sözlü ve güleç yüzlü ol! Asla yalan söyleme, kendini rezil etme. Dili tatlı olan gönüllere taht kurar. Çok gülenin heybeti az olur. Mizahı çok olanın aklı hasta olur. Muhabbeti lazım olan, sözü yumuşak olandır. Gülmesi çok olanın kalbi ölür. Yalanı çok olanın doğrusu kesatlaşır. Sözleri doğru olanın güzelliği artar. Lafı az olanın günahları da azalır. Gıybet eden ve koğuculuk yapan yerilmiştir. Kendisiyle ilgisi olmayan şeylerle meşgul olan, ilgili olduğu şeylerden ayrı düşer. Çok şaka yapanın değeri ve itibarı azalır. Halktan şikayet eden Hakk’tan şikayet etmiş olup şükürsüz olur. Gizlileri, ayıpları araştıran kalplerin sevgisini kazanamaz. Kendini öven, kendini bıçakla kesmiş olur. Nefsini yeren selamet bulur. Susup da güvenlik ve kurtuluş bulan, konuşarak çok şey kazanandan farksızdır. Sözlerin doğruluğu, hal ve hareket inceliği, davranış güzelliği bahtiyarlık işaretidir. Kişi, diliyle insandır. Oysa ki, dili kendisine düşmandır. Cevabı kötü olan şeyleri söylemek, sonunda pişmanlık doğurur. Akıllı olanın, cahile güzel muamele ile yüzüne karşı yumuşaklık ve dostluk göstermesi, doktorun hastasına yaptığı muamele gibi onun aklına uygun olanı söylemesi lazımdır. Dedikoduyu bırakan gönül hoşluğunun ne olduğunu anlar. Susmak, zinet ve vakardır. Yalan, ayıp ve kara bir lekedir. Susmanın faydaları uçsuz bucaksızdır. En basit menfaati semayeyi kurtarmaktır. Canın mahvolması dilin ucuna bağlıdır. Sırrını sen sakla ki, sır emanet edilmez. Sırrını emanet eden selamet bulamaz. Sırrını saklarsan başın esenlikte olur. Sırrını açığa vurmanın sonu pişmanlıktır. Dostundan hiçbir şeyi esirgeme, lakin ona her sırrını söyleme..






SİYAH UYANIŞ Dedemin, gözlüğünü evde unuttuğunu farkettiğim anda çalmıştı telefon. Teyzemin konuşmalarından dedem olduğunu anlamıştım. Yine iş seyahatine çıkmıştı. Telefona beni çağırdıktan sonra; “Ne istiyorsun dedenden bakalım ?” diye sordu. Çekingen bir çocuk olduğumdan bir şey diyememiştim. Teyzem “ bisiklet istiyormuş” dedi birden yüksek sesle. Dedem duymuş muydu emin değildim. Duymamasını temenni etmişti yüreğim nedense. Aradan geçen bir hafta sonunda gelmişti nihayet evine. Yere kurulmuş sofraya oturdu herkes. Dedem “Odaya gidip gözlüklerimi getirir misin ?” diye sordu. Bu soruşta bir tuhaflık vardı. Küçük yüreğimle beni bekleyen sürprizin habercisi gibiydi bu soru. Evet, evet tam da öyleydi. Kapıyı açtığımda kırmızı kurdeleyle süslenmiş o dört tekerlekli bisiklet karşıladı beni. Gözlerim açıldı. Arkamı döndüğümde herkesin yüzünü çoktan tebessümlerin kapladığını gördüm. Dedemse, henüz tam rengini öğrenmediğim o gözleriyle mutluluğuma ortak oluyordu. Yeni bisikletimle biraz zaman geçirdikten sonra gözlerim yine dedeme takılmıştı. Gözlüklerini takmış, iki eliyle tuttuğu gazetesini okuyordu yine. Fakat az önce tebessüm dolu olan yüzünden eser yoktu sanki. Yanına gidip-gitmemekte karar vermeye çalışırken çoktan gözlüklerinin üstünden bana çevrilmişti o gözleri. Bakışından anlaşıldığı gibi neden onu seyrettiğimi anlamaya çalışıyordu. “Sanki üzgün gibisin dede” cümleleri çıktı ağzımdan. “Orada kötü bir şey mi yazıyor?” sorusunu da sormuştum devamında. Göz kapaklarını bir kere açıp kapayarak “gel” demek istediğini anlamıştım. Yanına oturur oturmaz “Burada bazen kötü haberler yazabilir.” diye başladığı cümlesiyle, gazetenin nasıl bir şey olduğunu, neler anlattığını ifade etmeye çalıştı. Konuşmanın sonuna her zamanki gibi “Her kötü şeye iyi bakabilmek..” kelimelerini eklemişti. O gece tuhaftı. Çocuk yüreğime ilk defa hüzün düşmüştü. Uykuya dalmayı başarabilene kadar ne olduğuna anlam verememiştim. İçeriden gelen seslerle aniden açılmıştı gözlerim. Saatleri henüz bilmiyordum. Kaçtı acaba saat ? Tuhaftı işte her şey ! Kalkıp usulca açtığım kapının arkasında, siyah manzarayla karşılaşmıştım. Gelmişti işte. Çat kapı.. Aniden, alıştırmadan.. Herkese gelişi böyle mi olurdu ölümün ? Seyahatlere defalarca çıkmış birine “gitmek” ilk defa yakışmamıştı. Birinin sehpaya çarptığını ve dedemin gözlüklerinin düştüğünü farkettim. Koştum.. Hüznü de, sevinci de gördüğüm gözleriyle, üstünden baktığı gözlükleri ilk defa avuçlarımda idi. Kıyafetlerim,ayakkabılarım, ellerim herkesten küçüktü ama o an hissettiğim acı herkesinkinden büyüktü. Her siyaha, beyaz bakmamı isteyen dedemin sözünü ilk defa dinleyemiyordum. Siyahın ne demek olduğunu giderek öğretmemeliydin. Olmuyor dedem ! Bu sefer beyaz bakamıyorum...











Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.