Kozmos Dergisi Sayı 1

Page 1

Fen Fakültesi öğrencilerinin dergisi, ücretsizdir.

Sayı: 1

KÜLTÜR - SANAT : Bir Mücadele Hikayesi Malala Yuzufzay Sayfa 22

Mars’a Gitmek Neden Önemli? sayfa 13-14

BİLİM İNSANLARINI TANIYALIM: İŞTE BUNLAR HEP MAYMUN... sayfa 4 - 8 Marie Curie sayfa 21 ÇEVREMİZDEKİ BİTKİLERİ TANIYALIM: Passiflora incarnata sayfa 20 YENİ YÖK YASASINDAN NELER ÇIKTI? sayfa 17

* Primatların genel özellikleri ve insanın evriminde bıraktıkları miras. *Az yavru, çok yaşam şansı *Beyin hacmi ve sinirsel esneklik *Tutunma *İnsansı Maymunlar

1


Merhaba, Yeni dergimiz Kozmos’un ilk sayısını çıkarırken, bilimsel üretimin toplumsal başlıklarla birleşebildiği, fakültemizin tüm bölümlerinden öğrencilerin bir araya gelerek disiplinler arası çalışmalar yürütebileceği, üretimlerimizi geleceğe taşıyacak bir imza atabilmek istedik geleceğe... Peki, biz kimiz? Bizler, yaşamımızı şekillendiren olguları bilimin ışığıyla arayanlarız... Bizler, okumanın ve öğrenmenin yetmediğini; paylaşmak ve ses çıkarmak gerektiğini savunanlarız... Bizler, yıllarca edindiğimiz bilgileri pratiğe taşıyabilmek ve bunu yaparken üretimlerimizin bizi ileriye taşıyan olacağını bilenleriz... Bizler, bilimsel düşüncenin sadece fakülte dersleriyle sınırlı tutulamayacağını düşünenleriz; yaşamın her alanına bilimin ve aydınlanmanın yayılması gerekliliğinin farkında olanlarız... Bizler, bir üniversitenin öğrencileriyiz ve paylaşarak, yazarak, konuşarak daha da büyümek, birlikte yarını şekillendirmek isteyenleriz... Bizler, bilimsel üretimin toplumsal başlıklardan ayrı tutulamayacağını düşünüyor ve çalışmalarımızı bu bağlamda ele alıyoruz. Kendimize biçtiğimiz misyon her zaman bilimi aydınlanmacı bir tavırla savunmak ve üniversitede bilimsel düşünceyi yaymak oldu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi öğrenci kulüpleri arasına 2011-2012 öğrenim yılı içerisinde katılan Bilimsel ve Sosyal Araştırmalar Kulübü olarak; kulübümüzü kurduğumuz ilk günden itibaren öğrencilerin kendi sunumlarıyla katkı koyduğu BİSAK Evrim Atölyesi ve Fizik Atölyesi, düzenlediğimiz panel ve seminerler ile birikimlerimizi oluşturmayı hedefledik. Şimdi ise bu birikimi daha fazla arkadaşımıza ulaştırmak, üretimlerimizi ortaklaştırmak ve geleceğe taşımak için kolları sıvadık. Daha önce fakültemizde hiç denenmemiş bir şeyi denemeye; fakültenin tüm bölümlerinden arkadaşlarımızın katkı koyduğu disiplinler arası bir dergi çıkartmaya karar verdik. Zorunlu Kimya derslerinin neden tartışılmadığı sorusunun gündeme gelebildiği, Fen Fakülteleri'nin kapatılmasının ve ara eleman yetiştiren mesleki bölümlerin tercih edilmesinin piyasaya daha iyi hizmet edeceğinin dillendirildiği ülkemizde, biliyoruz ki biz inat etmezsek ansızın "bilim" kelimesi de Wikipedia'da yasaklananlar arasında yerini alabilir. Bilimsel araştırmaların içinin boşaltılması çabasına karşın Fen Fakülteleri bilimsel üretimleriyle ve ilericiliğiyle öne çıkmalı, üniversitelerde aydınlanmanın önünü açabilmelidir.. Bugüne kadar fakültemizde bilimsel üretimlerin artması için gösterdiğimiz çabayı, bugünden sonra da inatla sürdüreceğiz. Dergimiz Kozmos'un fakültemize yeni bir heyecan ve enerji katması dileğiyle... Kozmos Yayın ve Düzenleme Kurulu : Hazal Destina Alarcın, Nazlı Eda Piyade, Murat Kaçar, Seval Bal, Selim Öztemel, Fırat Zencirci


İÇİNDEKİLER

İşte Bunlar Hep Maymun

4-8

Rosetta; Kuyruklu Yıldızdaki Yabancı

9-12

Mars’a Gitmek Neden Önemli?

13-14

Örücü Karıncalar

15-16

Yeni Yök Yasasından Neler Çıktı

17

Doğaya Aykırı Cinsi Münasebet!

18-19

Pasiflora incarnata

20

İlklere doymayan, kendini bilime adamış bir kadın... Marie Curie

21

Bir Mücadele Hikayesi : Malala Yuzufzay

22

Üniversite’de Neler Oluyor?

23

https://www.facebook.com/kozmosdergi https://www.facebook.com/kozmosdergi https://www.facebook.com/bisak2012 https://www.facebook.com/bisak2012


İŞTE BUNLAR HEP MAYMUN... Primatların genel özellikleri ve insanın evriminde bıraktıkları miras.

P

rimatlar memeli sınıfında bulunan birçok takımdan yalnızca bir tanesidir. 250’ye yakın farklı türü tanımlanan bu takımın insan dışındaki tüm üyelerine günlük hayatta “maymun” denilip geçildiğine şahit oluruz ve genellikle akıllara evrimsel olarak en yakın akrabamız olan şempanze gelir. Bu yanlışı gidermek için primat takımının ortak özelliklerini ve evrim sürecini inceleyelim. Bu evrim sürecinden insana miras kalan biyolojik ve davranışsal özelliklere bakalım. Ardından bizlerin de içinde bulunduğu hominidae(İnsansılar) ailesine odaklanacağız. Böylece bu yazıda primatların diğer memeli soylarından ayrıldığı 60 milyon yıl öncesinden(myö) insan soyunun yaşayan en yakın akrabaları olan şempanzelerden ayrılışına yani 6myö ye kadar insanın evrim izlerini takip etmiş olacağız. Her insan ya da biz dediğimizde bugünkü modern insan türü olan Homo sapiens’i kastettiğimizi şimdiden belirtelim. Memeli sınıfındaki canlıların kökeni yaklaşık 200 myö’sine dayanmaktadır. Primatlar ise 60-80 myö bu sınıfın içerisindeki soylardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Mesozoik dönemde(25065myö) dinozorların hakim olduğu bir dünya vardı. Ta ki mesozoik dönemini kapatan “kratesae-tersiyer” yok oluşuna kadar. K/T yok oluşu ile birlikte dinozorlar geride kuşlara uzanan bir dal bırakarak dünya sahnesinden silinmiş ve egemenliklerini

4

yitirmişlerdir. Dinozorların döneminde yeteri kadar alan bulamayan memeliler bundan sonra geniş bir yelpazede çeşitlenme yaşayacaklardır ve zamanla yeryüzündeki baskın türleri oluşturacaklardır. Dinozorlar döneminde memelilerin yavrularını sütle besleyen, sıcak kanlı canlılardı. Bu vahşi dünyada çoğu sularda bulunan memelilerin karada yaşayanları ise küçük vücut yapısına sahiptiler ve tehlikelerden kaçınmasına yardımcı olan gececi bir yaşamları vardı. Kökenleri 160 myö’sine uzanan plesentalı (Eteneli) memeliler ise yavrularının gelişimini vücut içine alarak korumanın başka bir yolunu bulmuşlardı. İşte primatlar bu eteneli soyundan gelmektedir ve dinozorların tarih sahnesinden silinmesinin ardından türeyen soylardan birisidir.


Ağaçlarda Yaşamak En eski primat fosili 55 myö’ye aittir. Ancak filogenetik çalışmalar 80 myö’sine işaret etmektedir. Büyük ihtimalle bügünkü ağaç sivri faresine benzeyen atalarımız avcılardan korunmak ve besin kaynağını bulabilmek için ağaç yaşamına adapte olmuşlardır. Ağaç yaşamı primatların evrimini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Bugün soyunu devam ettiren primatlardan %80’i hala yağmur ormanlarında yaşamaktadır. Ağaç yaşamındaki en büyük tehdit düşmektir, bu büyük bir seçilim kaynağıdır çünkü düşüşlerin ölümle sonlanma olasılığı yüksektir. Diğer yandan ağaçlar meyve ve böceklerle zengin bir besin kaynağıdır.

5


Primat türlerinde oluşan genetik ve kültürel çeşitlilik ya onları yavru verebilecek kadar uzun yaşatacaktır ya da bu özellikleri yeni bir yavruya aktarmadan canlı ölecektir. Bununla beraber hayatta kalmayı ağaçlarda yaşayarak başaran bu soylarda gözler oldukça öneli bir yer tutar. Avcı türler olmamalarına karşın gözleri arasındaki açı azalarak 3 boyutlu görüş sağlanmıştır. Öne dönmüş gözler ile ağaçlar ve dallar arasındaki mesafeyi ölçmek mümkün hale gelmiştir. Bir türü örnek vermek gerekirse insanda azami görülebilen açı 180 dereceye, tek seferde görülebilen görüntü ise 120 dereceye kadar düşmüştür. Bu durum arka kısmın savunmasız kalmasına yol açtığı için primatlardaki grup yaşamına geçişin en büyük etkilerinden biri olduğu düşünülmektedir. Ağaç yaşamında işitmenin de önemi artmaktadır. Hem cansız doğanın seslerinş duymak için, hem de ağaçlar arasında birbirini görmeyen bireylerin iletişimi için, örneğin gelen bir tehlikeyş bağırışlarla diğer üyelere iletmek. Görmek ve işitme duyularının öneminin artması ile birlikte, koku duyusunun önemi azalmıştır. Ağaçlarda yapılan hızlı hareketler, yavaş yayılan kimyasallara dayalı iletişimi önemsizleştirmektedir. Bügün insanda görme duyusunun %80 etkisinin olması ve %15’inin sese dayalı olması da bu kökenden gelmektedir. Dış kulağımız da atalarımızın izlerini taşımaktadır. İnsanların yaklaşık %10’nunda belirgin halde bulunmaya devam eden Darwin çıktısı bunlardan birisidir. Aynı zamanda diğer pek çok

6

primatda kullanılmaya devam eden dış kulak kasları insanda işlevsiz hale gelmiştir. Bu kaslar dış kulağı hareket ettirerek sese odaklanmaya ve ses yönünü tayin etmeye yardım eder. Pek azımız kulaklarımızı sadece sınırlı bir miktarda hareket ettirebiliriz, ancak bu kaslar bulunmaya devam etmektedir.

Az yavru, çok yaşam şansı Memelilerin neredeyse hepsinin yavrusunun süt ile beslendiğine değinmiştik. Plesentalı memelilerde ise yavrunun fiziksel gelişiminin büyük bir kısmının vücut içine alındığını biliyoruz. Bu yönelimin ağaç yaşamında daha önemli olduğunu görüyoruz. Çünkü ağaçlardan düşüp düşmemenin, bir ya hep ya hiç durumu olduğunu biliyoruz. Ağaçlarda tutunacak fiziksel gelişkinliğe veya onu kontrol edebilecek sinirsel gelişkinliğe sahip olmayan yavrular yaşayamayacakları için büyük ihtimalle gelişip yeni yavrular sağlayamayacaklardır. Bu durum yavrunun gelişkin doğması yönünde çok güçlü bir seçilim baskısı uygular. Gelişkinliğin sağlanamamasının pek çok yolu evrim sürecinde keşfedilmiştir. Rahimde geçirilen sürenin uzaması ve bir döldeki yavru sayısının azalması bunun en etkili yollarıdır. Bunu dışında yavru bakımının arttığını ve yaşam şansını arttırıcı alet kullanımı gibi çeşitli kültürlerin de primatlarda gelişkin olduğunu gözleriz. Tek döldeki yavru sayısının azalması bu kültürün daha etkili aktarılmasını sağladığı için seçilimsel olarak avantajlıdır, çünkü dişinin tek seferde az sayıda yavruyu koruması ve eğitmesi daha kolaydır.


Tüm bu sebepler sonucu bugünkü primatların genellikle bir dölde tek yavru verdiği gözlemlenmektedir. Tek yavru avantajı ile birlikte kültür geçişi kolaylık kazanmış ve seçilim bu yönde baskınlanmıştır. Yavru sayısının azalması ile birlikte çok sayıda memeye olan ihtiyaç ortadan kalkmaktadır. İhtiyaçların ortadan kalkması memelerin azalması yönündeki mutasyonların zararsız olması bir yana, bu organların oluşumuna ve devamlılığına sağlanacak enerjisinden tasarruf ettiği için avantajlıdır. Bu sebeple primat soyunda meme sayısının bir çifte düştüğünü gözlemleriz. Ancak bu mutasyonlar memeyi oluşturan tüm yapılar ile ilişkin gen parçalarını tamamen ortadan kaldırmamıştır, pasif durumda saklanırlar. Gen parçalarının yeniden bir mutasyon geçirmesi sonucu bazı durumlarda bu yapılar yeniden canlıda belirebilir. Bu duruma bir örnek insanda ortaya çıkan çok meme başlılık (politelia) atavizmidir. Dahası kimi örneklerde sadece meme başları değil, memenin ve süt bezlerinin de ikiden fazla oluşabildiği(polimasti ve süper polimasti) gözlemlenmiştir. Bu yeniden beliren yapılan rastgele noktalarda ortaya çıkmamaktadır. Bu noktalar tüm memeliler tarafından paylaşılan ve memelerin bulunduğu konumları ifade eden süt çizgileri üzerinde bulunması yine tesadüf değildir.

Beyin hacmi ve sinirsel esneklik Ağaçlarda dolaşmayı ve tutunmayı sağlayacak hünerli kol ve ellerin kontrol edilebilmesi, üç boyutlu bakışın işlenebilmesi ve sosyal yaşamın düzenlenmesi gelişmiş bir sinir sistemini gerektirir. Paralel gelişen bir özellik olarak gelişmiş sinir sistemi bu sebeple seçilimsel bir avantaja dönüşmüştür. Kasları kontrol eden motor bölgelerin ve düşünme ile karar verme işlevini yerine getiren frontal lobun geliştiği döller bu yüzden bu evrim sürecinde daha başarılı olmuşlardır. Primat

takımı diğer memeli sınıfı üyelerine göre daha büyük bir beyin hacmine sahiptir. Bu büyüklük vücuda oranla beyin hacmi büyüklüğünün kıyaslanmasıdır. Sadece basit bir hacim artışı değil, primat takımının başka bir özelliği de sinirsel esnekliğin artmış olmasıdır. Yani öğrenme kabiliyeti gelişmiştir ve hayatta kalmaya yardımcı pek çok bilgi öğrenilebilir hale gelmiştir. Bu değişimin kökeninde yine ağaç yaşamı olduğu düşünülmektedir. Ekvatoral bölgede bulunmanın ve yarattığı çeşitliliğin bir sonucu da olabilir. Ağaçlarda hangi yaprağın yeneceğini bilmek, hangi dalın sağlam olduğu ya da nerede hangi ağaçlar olduğu gibi bilgiler kalıtımsal bilgi ile aktarılamayacağı için içinde yaşanılan bu büyük çeşitliliğin öğrenmeyi kolaylaştırdığı bir kalıtımı seçmesi muhtemeldir.

Tutunma Ağaçlarda yaşamak dallara iyi tutunmayı da gerektirir. Primat türlerinde bu değişik şekillerde sağlanmaktadır. Makigllerde(lemurs) ve cadı makigillerde(tarsiers) sivri tırnakların ağaca saplanarak tutunmayı kolaylaştırdığını, bazen sağladığını görürüz. Bu ortak atamızın muhtemel tutunma biçimine yakın bir tutunma biçimi olabilir. Yeni dünya maymunlarında ise sivri tırnaklar yardımcı rolüne devam eder. Ancak asıl işlevi ağaçları kavramaya başlamış olan eller almıştır.

7


Aynı zamanda <yüksek ağaçlarda yaşayan bu soyda kuyruk beşinci bir tutunma uzvu olarak kullanılır ve diğer primatlara göre önemi çok daha büyüktür. Eski dünya maymunlarında ise baş parmağın diğer dört parmağa karşılık gelecek şekildeki biçiminin güçlendiği gözlemlenir. Adı üzerinde olan bu iki soy yaklaşık 35 myö Afrika ve Güney Amerika kıtalarında bulunarak birbirinden ayrılmıştır. Kıtalar arası geçişin nasıl sağlandığı ise tartışmalıdır. İnsansı maymunlarda eller daha da hünerlileşmiş ve alet kullanımı miktarı artmıştır.

İnsansı Maymunlar İnsan bu büyük primat takımı içerisinde insansı maymunlar (Hominidae) ailesindedir. Orangutan, goril ve şempanzeleri kapsayan bu aile gibonlara uzanan soydan 15-19 myö ayrılmıştır. Tahminlere göre iklim değişikliği sonucu yaşanan bu ayrılış, ağaçlardaki besinin azalması ve ağaçların seyrekleşmesi ile birlikte besim ortamının ağaçların alt dalları ile yere (toprağa) taşınarak soyunun devam ettiren bir soydan gelmektedir. Zor koşullarda zekanın ve alet kullanımının önemini arttırmış, yiyecek azlığı şempanzelere ve insanlara giden soyda işbirliği ve avcılığı desteklemiştir.

Ayağa kalkışın aşamaları ve kuyruğu kaybetme Beslenme ortamının aşağıya inmesinin etkilerinden bir tanesi de yerde hareket etme ihtiyacıdır. Seyrelmiş ağaçlarda birinden diğerine geçmek, yerdeki yiyeceklere ulaşmak için, herhangi bir tehditte kaçabilmek ve uzaklaşabilmek için zaman zaman ayağa kalkmak gerekmektedir. Daha doğrusu evrim sürecinde yer hareketine de adapte olanlar baskın gelecektir. İnsansı maymunlarda iki ayaklı hareket (bipedalizm) farklı biçimlerde açığa çıkar. Orangutanlar yaşamlarının çoğunu ağaçta geçirmeye devam etmektedirler

ve nadiren yer hareketi gözlenir. Asya’da bulunan orangutanların, Afrika’dan şuan bulundukları ormanlara göç ettikten sonra yer yaşamından tekrar ağaç yaşamına geçiş yaptıkları düşünülmektedir. Goriller ise zamanlarını çoğunu yerde geçirirler ve zaman zaman iki ayak üzerine kalkabilirler. Şempanzelerde bu durum daha da rahatıır, örneğin suya gşrmek zorunda kalan şempanzelerde uzun süreli ayakta duruş gözlemlenmiştir. İnsan türlerinde ise(Homo cinsi) fosiller zorunlu bir ayağa kalkış olduğunu göstermektedir. Bugün hala dört ayaklı hareket etmemiz doğal değildir ve insanda bu iki ayaklılığa geçişin getirdiği bir değişim zinciri gözlenmiştir. Ağaç yaşamında dengeyi koruma, savunma, avlanma, beslenme veya zaman zaman kur yapmak için kullanılan kuyruk, yer yaşamında eski işlevini kaybetmiştir. Dahası yer hareketinde ve iki ayaklı harekette sorun çıkarmaktadır. Kullanımı sonradan kesilen organlarda sık gördüğümüz bir yok olma gerçekleşmiştir. Gebelik sürecinde uzamaya başlayan kuyruğu, kontrollü hücre ölümü ile yok edecek genler ortaya çıkmıştır. Bu kalıtım hem ortaya çıkan sorunu ortadan kaldırdığı, hem de artık işlevsiz olan bir organa harcanacak enerjiyi engellediği için seçilmiş olması muhtemeldir. Kuyruk ortadan kalkmıştır ancak kuyruğun başlangıcı olan üç kemikli parça ortadan kalkmamıştır. Bu kemiklere kuyruk sokumu denildiğini hepimiz önceden işitmişizdir. İnsanda da iöe kıvrılarak bir destek yapısı olarak işlev değiştiren bu yapı kuyruklu atalarımızdan bize mirastır. Ama işler her zaman yolunda gitmez, eğer kontrollü hücre ölümünü gerçekleştirecek genler pasifleşirse, geç veya eksik çalışırsa fazladan bir kuyrukla doğum gerçekleşebilir ve geçmişin izleri açığa çıkabilir. Bu yazımızda primatların genel özelliklerini ve insanın biyolojik evrimine nasıl bir miras bıraktığını ele almaya çalıştık. Biliyoruz ki insanın primat kökeni yeni çevre koşulları ve kültürel evrimle etkileşimi ile insanı insan yapan sürecin başlangıcını hazırlamıştır.

Seval BAL İ.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Mikrobiyoloji Yüksek Lisans (BİSAK Evrim Atölyesi) Umut Can YILDIZ Boğaziçi Üniversitesi - Genetik (Evrimin Genleri Topluluğu)

8


ROSETTA ; KUYRUKLU YILDIZDAKİ YABANCI

1

799'da Napolyon önderliğindeki Fransız askerleri Mısır'da Nil deltasının yakınlarındaki Rosetta köyünde bir duvar yıktıkları sırada rastlantı eseri bir taş bulurlar. Antik Mısır döneminden kalma bu taşın üstünde üç farklı dilde (demotik, hiyeroglif ve antik yunanca) yazılmış bir antlaşma vardır. O zamana kadar çözülememiş olan demotik ve hiyeroglif alfabeleri bu Rosetta taşı sayesinde anlaşılabilmiş, büyük bir gizem ortadan kalkmış ve Mısır'da geçmişin kapıları aralanmıştır. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) 1993’te onaylanan ve 2004 yılında yolculuğa çıkan uzay aracına ve görevine Rosetta adını vermişti. Çünkü bu görev sayesinde bilim insanları Güneş Sistemimizin geçmişini, ilk zamanlarını ayıdınlatmayı amaçlıyorlar. Güneş Sisteminin oluşum sürecinde yıldızdan arta kalan materyaller açısal momentumun etkisiyle oluşturduğu gaz ve toz diski oluştururlar. Zamanla bu materyallerin çoğu kütle çekimi etkisiyle bir araya gelip gezegenleri ve uydularını meydana getirir. Geriye kalan daha az kütleli cisimler ise asteroitler ve kuyrukluyıldızlar olarak karşımıza çıkar. Neptün’ün de ötesine konumlanan kuyrukluyıldızlar primitif hallerini yitirmeden günümüze kadar gelmeleri açısından önem arzederler. Jeolojik bir süreç geçirmedikleri için eriyip yeniden katılaşmamışlar, böylece kendilerini oluşturan gaz ve tozun özellikleri düşük sıcaklıka korunmuştur. Bu durum kuyrukluyıldızları Güneş Sistemi’nin en eski cisimleri yapar. Dolayısıyla Güneş Sistemi’nin ilk zamanlarına dair bilgiler

içerirler.

Rosetta’nın görevi kısa adı 67P olan 67P/ Churyumov-Gerasimenko kuyrukluyıldızına inmek ve inceleme yapmaktı. Fakat 6.4 miyar km uzaklıktaki ve saatte 135,000km hızla giden 4km çapa sahip bir cisme ulaşmak pek kolay değil. En güçlü roketler bile bu kadar uzaktaki bir cisme doğrudan gidiş için yeterli değildir. Gezegenlerin kütleçekimsel etkilerinden faydalanmak gerekir. Yakın geçişler yapıp sapan etkisine benzer bir şekilde uzay aracına hız kazandırılır, hızlanmalar, açılar hesaplanır. Rosetta 10 yıllık yolculuğu sırasında 1 kere Mars’ın 3 kere ise Dünya’nın kütle çekiminden yararlanarak 67P’ye ulaşmış, bu süre içinde Güneşin etrafında 4 tur tamamlamıştır. Mayıs 2014’te 67P’ye yaklaşıp hızını ve yörüngesini ayarlamış, Ağustos 2014’te varışı gerçekleştirip haritalandırmaya, veriler göndermeye başlamış, 12 Kasım 2014 tarihinde ise Rosetta’dan ayrılan Philae aracı 7 saat süren inişini başarıyla gerçekleştirmiştir.

9


Güneş sisteminin içine doğru ilerleyen bir kuyruklu yıldıza yörüngesinde eşlik eden ve bir kuyrukluyıldıza inen ilk uzay aracı olmuştur. Kuyrukluyıldızın Güneş'e yaklaşmaya başlamasıyla ısınma sürecini de ilk kez incelenecek. Rosetta’nın bilimsel enstrümanlarını ve ne işe yaradıklarını sıralayacak olursak; - ALICE (Ultraviolet Imaging Spectrometer) yıldızın etrafındaki ve kuyruğundaki gazları analiz edecek. Kuyrukluyıldızdaki su ve karbondioksit çıkış oranını ölçecek. - CONSERT (Comet Nucleus Sounding Experiment by Radiowave Transmission) adı verilen alet radyo dalgaları ile kuyrukluyıldızın iç yapısı hakkında bilgi vermeyi amaçlıyor. - COSIMA (Cometary Secondary Ion Mass Analyser) kuyrukluyıldızdan yayılan toz parçacıklarının karakteristiklerini, 10

bileşenlerini, organik mi yoksa inorganik mi olduklarını inceleyecek. - GIADA (Grain Impact Analyser and Dust Accumulator) kuyrukluyıldızda çekirdekten çıkan ve güneş rüzgarları tarafından yansıtılan toz zerreciklerinin kütlesini, momentumunu, hız dağılımlarını ölçecek. - MIDAS (Micro-Imaging Dust Analysis System) kuyrukluyıldızın etrafındaki tozlu ortamın boyutunu, yoğunluğunu ve şeklini araştıracak. - MIRO (Microwave Instrument for the Rosetta Orbiter) ortamda bulunan gazların miktarını, yüzeyin buharlaşma hızını ve yüzey altı sıcaklığı ölçecek. - OSIRIS (Optical, Spectrocopic and Infrared Remote Imaging System) bir geniş açılı ve bir dar açılı kamerası ile ortamın fotoğraflarını çekecek.


- ROSINA (Rosetta Orbiter Spectrometer for Ion and Neutral Analysis) iki sensörü ile kuyrukluyıldızın atmosferinin ve iyonosferinin bileşenlerini belirleyecek, uyarılmış gazların hızlarını ve reaksiyonlarını inceleyecek. - RPC (Rosetta Plasma Consortium) beş adet sensörü ile çekirdeğin fiziksel özelliklerini, iç kısmının yapısını inceleyip kuyrukluyıldızın aktivitesini kayıt altına alacak. ayrıca kuyrukluyıldızin güneş rüzgarlarıyla etkileşimini incleyecek. - RSI (Radio Science Investigation) Uzay aracının radyo sinyal frekansındaki değişimleri kullanarak kuyrukluyıldızın çekirdeğinin kütlesini ve kütleçekimini ölçmek. Buradan çıkan sonuçlar ile yoğunluğunu ve iç yapısını anlamak. Bu verileri kullanarak arka uzantısının yapısını araştırmak ve kuyrukluyıldızın yörüngesini hesaplamak. (ayrıca bu araç, Rosetta 2010 yılında asteroid Lutetia’nın yanından geçerken onun kütlesini ve yoğunluğunu hesaplamış, 2006 ve 2010 yıllarında Dünya’ya yakın geçisi sırasında Güneş koronasını incelemiştir.) - VIRTIS (Visible and Infrared Thermal Imaging Spectrometer) katı yüzeyi haritalandırıp araştırmak, çekirdeğin arka uzantısının fiziksel özelliklerini ve karakteristiğini inceleyip en uygun iniş yerlerini tespit etmek göreviydi.

-CONSERT (Comet Nucleus Sounding Experiment by Radiowave Transmission) çekirdeğin içn yapısını araştıracak. Yörüngedeki Rosetta’nın üzerinde bulunan CONSERT aletinden çekirdeğe gönderilen radyo dalgalarının yansımasını yüzeydeki bu alet yakalayacak. - COSAC (Cometary Sampling and Composition experiment) iki gaz analiz aletinden biri. Elemental ve moleküler yapılarını inceleyerek kompleks organik molekülleri tanımlayacak. - PTOLEMY diğer gaz analiz aracı. Hafif elementlerin izotop oranlarını hassasiyetle ölçmeye yarıyor. - MUPUS (Multi-Purpose Sensors for Surface and Subsurface Science) aracın dışında birkaç yerinde bulunan ve yüzeyin sıcaklığını, termal ve mekanik özelliklerini belirlemeye yarayan alet. -ROLIS (Rosetta Lander Imaging System) yüksek çözünürlüklü ve panoramik çekim yapabilen, diğer aletlerin inceledikleri bölgelerin görüntülerini çeken bir ccd kamera. -ROMAP (Rosetta Lander Magnetometer and Plasma Monitor) bölgesel manyetik alanı ve kuyrukluyıldız-güneş rüzgarı etkileşimini izleyen bir manyetometre.

Rosetta 67P’nin yörüngesinde dolanırken yüzeye inen Philae’nin üzerindeki enstrümanlar;

-SD2 (Sample and Distribution Device) yüzeyi 20cm’den fazla delebilen bir araç. Örnekler toplayıp mikroskopla incelenmesini sağlıyor.

- APXS (Alpha X-ray Spectrometer) yere 4cm yakınlığında olan bu spektrometre ile saptanan alfa parçacıkları ve x-ışınları ile kuyrukluyıldızın yüzeyinin element kompozisyonu hakkında bilgi toplayacak.

-SESAME (Surface Electrical Sounding and Acoustic Monitoring Experiments) kuyrukluyıldızın dış katmanlarını inceleyen üç aletten oluşuyor. Bu aletlerden CASSE yüzeyde sesin nasıl gittiğine bakıyor. PP elektriksel karakteristiğe bakıyor ve DIM yüzeye geri düşen toz parçacıklarını ölçüyor.

- ÇIVA altı tane özdeş mikro kamera ile yüzeyin panoramik fotoğraflarını çekecek. Spektrometrik araştırmalar ile yüzeyden toplanan örneklerin kompozisyonu, yapısı ve albedo değeri araştırılacak.

11


Yüzeye inen Philae aracının üzerinde iki adet batarya var. İlki saatte 1000W güç verebilen ve 60 saat çalıştıktan sonra gücü biten, tek kullanımlık bataryaydı. Bu batarya bitmeden önce OSIRIS fotoğraflarını çekti, MUPUS, COSAC ve PTOLEMY’nin topladığı datalar ve son olarak CONSERT cıhazının ölçümleri Dünya’ya gönderdi ve Güneş’e yaklaşıp güneş panelleri yeterli ışığı alıp 2.bataryasını çalışacağı zaman (Ağustos 2015) gelene kadar araç uyku moduna geçti. Artık veriler analiz edilmeyi bekliyor. İlk incelemeler MUPUS aletinin yüzeyi beklenildiği kadar delemediğini çünkü yüzeyin çok sert bir buz tabakasından oluştuğunu gösteriyor. Aletin ölçtüğü sıcaklık -163C. PTOLEMY ve COSAC ise 67P’nin ince atmosferinde ilk organik molekülleri şimdiden buldu. Bu moleküllerin Amonyak ve Metanol gibi basit yapılar mı yoksa aminoasit gibi daha kompleks yapılar mı olduğu ise araştırılmakta. Uzun yıllardır asteroidlerde ve kuyrukluyıldızlarda organik moleküllerin olduğuna dair dolaylı yollardan tahminlerimiz vardı fakat şimdi elimizde somut bir veri var. Taylan Kasar Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü

Kaynaklar http://www.esa.int/Our_Activities/Space_Science/Rosetta http://www.space.com/topics/rosetta-spacecraft/ http://www.astronomy.com/news/2014/11/rosettas-philae-finds-hard-ice-and-organic-molecules

12


Marsa Gitmek Neden Önemli? Neden önemli? "Neden önemli?" Bu soru yeni keşifler üstündeyken sıkça sorulan bir sorudur. NASA Ay’a gidiş için hazırlık yaparken beli bir kısım bu durumu eleştiriyordu. Bazı bilim insanları!’da olayı ‘‘Ay’a gitmek bir avuç kum getirmekten başka neye yarar.’’ diye özetliyordu. Oysa bilimin en önemli konularından biridir evrenimizi keşfetmek ve bunu en iyi deneylerle desteklemek.

Aya yolculuk Sovyet Kozmonotu olan Yuri Alekseyeviç Gagarin’in uzaya çıkmasının ardından soğuk savaşın rekabetçi anlayışının getirisiyle ABD olayı bir adım daha yukarı taşıyarak Ay’a yolculuk için hızla kolları sıvadı. Ve NASA Uzay Yarışının bir parçası olarak 1969- 1974 arası Apollo Projesi gerçekleştirdi. Apollo ismi, Yunan tanrısı olan Apollon’dan gelir. Roma mitolojisine ise Apollo olarak geçmiştir. Apollo mitolojide müziğin, sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısıdır. Ayrıca kehanet yapan, bilici tanrıdır. Aynı zamanda kâhinlik yeteneğini diğer insanlara da transfer edebilir. Mitolojideki en önemli tanrılardan biri olan Apollon, Anadolu kökenlidir. Ama ne yazık ki bu keşif Anadolu’dan çok ama çok uzak başka bir kıtadan gelecektir.

muz 1969 günü saat 20:18’de (Eşgüdümlü Evrensel Zaman (UTC)) Ay’a inişini gerçekleştirir. İnişten 6 saat sonra, 21 Temmuz günü 01.56’da da Neil Armstrong Ay’a ayak basan ilk insan olmuştur. İnsanoğlu aya ayak bastı ve yanında kimilerine göre yalnızca bir avuç kum getirdi. Halbuki sürtünmesiz ortamda iki farklı ağırlıktaki cismi serbest bırakarak aynı anda düştüğünü gördü. Böylece Galileo’nun teorik deneyi de doğrulanmış oldu. ‘‘Dünyanın Doğuşu’’ adlı fotoğraf çekildiğinde bu soluk mavi gezegen, yani evimiz ilk kez karşımızdaydı. Ve haritalardaki gibi ülke ülke bölünmüş değildi. Bir bütündü.

Peki Şimdi Neden Mars? Belki insanlık tarihi için uzak ama Dünya tarihi için çok yakın bir tarihte, bundan 65 milyon yıl önce dünyadaki eko sistemin başına gelenleri biliyoruz. Dünya’ya düşen bir gök taşının nasıl bir felakete yol açtığını ve o zaman dünyanın efendisi olan dinozorları nasıl tarihten sildiğini de.

Biliyoruz ki bir gün hayat kaynağımız olan Güneş, hidrojeni helyuma çeviren nükleer Ay’a yolculuk malesef çok sancılı başlar, 27 füzyonunun tükenmesiyle önce ‘kırmızı dev’ Ocak 1967’de Apollo 1’in fırlatılış provası sonra da ‘beyaz cüce’ olacak. Bunun içinde sırasında 3 astronotun (Virgil Grissom, Edward yalnızca 1 milyar 750 milyon ile 3 milyar 250 Higgins White ve Roger Chaffe) ölümüne se- milyon yıl arası bir zamanımız olduğu öne bep olan bir kaza gerçekleşir. sürülmekte. Ardından sırasıyla Apollo 7-8-9-10’un uzay Olası dünyanın sonu senaryoları hep dışarıdan yolculukları yapılır ve sonra sıra Apollo 11’e da değil. Bizde gün geçtikçe dünyayı daha gelir. O artık insanın yuvadan başka bir yere yaşanmaz hale getiriyoruz. Küresel ısınma gitayak basacağı anın efsanesi olacaktır. tikçe artıyor, buzullar eriyor, atmosfer deliniyor dünya nüfusumuz kontrolsüz artıyor vs… Apollo 11 ile Neil Armstrong, Micheal Collins ve Edwin Eugene “Buzz” Aldrin Jr. ile 20 Tem-

13


Kısacası evimizi tüketiyoruz. En kısa zamanda bir şey kesin, oraya vardığımızda evreni daha yeni bir yaşanabilir bir yer bulmalıyız ya da iyi anlayacağız ve çözmeye bir adım daha yaşanabilecek bir yer kurmalıyız. Burada da yaklaşmış olacağız. en yakın yer olan güneş sisteminin dördüncü Selim Öztemel gezegeni Mars gezegeni bize gülümsüyor. Fizik Bölümü

Mars; ince atmosfer tabakası, vadi, çöl, volkan ve kutup bölgeleriyle Dünya ile yerbenzeri bir gezegen. Ayrıca dönem periyodu ve mevsim dönemleri de Dünya’ya çok benzer. İki adet de uydusu var. Ve Ruslar bu şirin gezegene yolculuğumuzu 2016 – 2020 yılları arasında düzenleneceğini iddia ediyor.

gönderilmiş ’a rs a M e c n ö a Dah süreleri: keşif araçları ve => 335 gün •Viking 1(1976) => 360 gün gün •Viking 2(1976) (2006) => 210 r e it rb O ce n sa is •Mars Reconna gün r (2008)=> 295 e d n a L ix n e o h •P n 012)=> 253 gü (2 r e d n a L ty si o •Curi Mars’a yolculuk, Mars’ın Dünya’ya 55 milyon km uzakta olması sebebiyle oldukça uzun sürüyor. Ancak bazı durumlarda bu süre daha da uzayabiliyor. Bizim bir mekiğimiz saatte 20.000 km hızla yol alsa 115 günde Mars’a varması gerekiyor fakat Dünya’nında, Mars’ında Güneş’in etrafında dönmesi sebebiyle, biz direkt nişan alıp oraya gittiğimizde Mars çoktan orayı terk etmiş oluyor. Yolculuk bu sebeple biraz daha zahmetli ve uzun sürüyor. Ancak buna rağmen yolculuğa katılıp Mars’a ayak basan ilk insanlar olabilmek için daha şimdiden 80 bini aşan başvuru var. Kim bilir bu kızıl gezegen belki bir gün evimiz olacak. Belki de hiçbir zaman olmayacak ama

14


ÖRÜCÜ KARINCALAR

O

rmanda yürürken yerden aldığımız bir avuç toprağa bakıp da ‘toprak işte’ deyip geçenlerden misiniz yoksa ‘her aldığımız bir avuç toprak ayrı bir gezegendir’ diyenlerden misiniz? Ben ikinci gruptanım! Ellerimizle tutabileceğimiz gezegenleri görebilenlerdenim.. Şöyle bir baktığımızda belki de çimlenmekte olan tohumdan tutun da envayi çeşit böceğe, binlerce mikroorganizmaya kadar neler görünür o elimizdeki gezegenlerde... Fakat benim en çok karıncalar ilgimi çeker. Yaşantılarıyla, azimleriyle ve toplumlarıyla yaptıklarını görünce diyorumki “ah boyutları bizim kadar olsaydı da gösterselerdi bize, gezegenimizde nasıl yaşanır?” İnsanoğlu karıncaların dünyasına yakından bakmaya başladığından beri 9500 tür buldu ve arayıp bulmaya da devam ediyor. Bulunmayı bekleyen 20binin üzerinde karınca türünün olduğunu da göz önüne aldığımızda kaba taslak bir hesap yaparsak dünya üzerinde 1015 karıncanın yaşadığı söyleyebiliriz. Bu da bize yaşamış ve yaşamakta olan insanlardan daha fazla bir nüfusla şuanda yaşamlarını sürdürdüklerini gösteriyor. Peki bu toplumların yapı taşları nelerdir, nasıl yaşamlarını sürdürürler, kimlerden oluşurlar dediğimizde karşımıza 3 kast çıkar; dişiler, işçiler ve erkekler. Karıncalar koloniler oluşturarak yaşarlar. Koloniyi başka bir koloniden ayrılan dişi bir karınca oluşturur ve bu kraliçe karınca olarak isimlendirilir. Ömrü boyunca 1 kez döllenir ve toplamda 150bin yumurta üretebilir. Erkek karınca çiftleşmekle görevlidir ve çiftleşmenin hemen ardından ölür. Dişi karıncaların da görevi yumurtalara bakmaktır. İşçi karıncalar ise kısır dişilerden oluşur ve koloninin tüm işleriyle bunlar sorumludur. Bazı karınca türlerinde koloni barınakları yani yuvalar nesilden nesile devredilir ve yüzlerce yıllık olanları yada yerden yüksekliği 2 metreyi bulan yuva ağızlarının olduğu koloni barınakları bulunmuştur.

Karıncalar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda çok ilginç özelliklere sahip karınca türleri olduğu ortaya çıkmıştır. Bu toplumsal canlılar, özelliklerinin çoğunu temel ihtiyaçlar olan ‘barınma’ ve ‘yemek’ için geliştirmişlerdir. Bal karıncaları, ordu karıncaları, örücü karıncalar, ateş karıncaları, hasat karıncaları, firavun karıncalar, çoban karıncalar bunlardan en ilginç olanlarıdır... Afrika ve Asya’nın örücü karıncalarının (Oecophylla sp.) barınaklarını nasıl yaptıklarını, nasıl bölgelerini koruduklarını yada nasıl haberleştiklerini incelersek kendimizi hiç de alışık olmadığımız bir dünyada buluruz. Bu karıncalar tropik ormanların ağaç tepelerinde yani ormanların çatı kısımlarında yaşarlar. Olgun kolonilerinin her birinde 200binden fazla işçi bulunur. Tünellerden ve çadırlardan oluşan barınaklarını oluşturmak için yaprakları çalıları ve bunun gibi malzemeleri kullanırlar. Her kolonide sadece bir kraliçe bulunur. İşçiler büyüklüklerine göre 2 gruba ayrılır; fizyolojik olarak iri olan grup koloninin günlük işlerinde görevlidir, fizyolojik olarak daha küçük grup ise yavrulara bakmakla görevlidir yani bakıcıdır. Koloni sınırlarına yakın yerlerde en yaşlı işçiler bulunur. Bunlar sınırları korumak için uçlarda yaşayarak savaşçı grubu oluştururlar. Koloni bir tehlikeyle karşılaştığı zaman bu grup savaşır ve gerekirse kendilerini feda ederler.

15


Örücü karınca kolonileri arasında meydan savaşları olduğu da görülmüştür. Birbirlerinin sınırlarına giren karıncaların savasçıları bölgeye sahip olmak için savaşa tutuşurlar. Hatta bu savaşlarda görülmüştür ki bazı karıncalar adeta canlı bomba gibi davranır. Karınlarının hemen üstündeki kası sıkıp kendisini patlatmak için düşman kolonisinin arasına girer ve kendisini patlatır. Karıncalarla insanlar arasındaki toplumsal farklardan biri burada ortaya çıkmaktadır. İnsanlar savaşa genç erkekleri gönderirken karıncalar yaşlı kadınları gönderirler. Fizyolojik olarak bakıldığında da dikkat çekici bir farklılık göze çarpar. İnsanlar görüntü ve sesle iletişim kurarken, karıncalar tat ve kokuyla iletişimi oluştururlar. Örücü karıncaların salgıladıkları beş farklı kimyasal maddeyle beş farklı anlama gelen seferberlik ilan ettikleri görülmüştür. Dilimize çevrildiğinde bu beş seferberlik ilanı; ‘düşman yakında’, ‘düşman uzakta’, ‘ulaşabileceğimiz yeni bir bölge keşfedildi’, ‘üzerine çadır yapmaya uygun yeni bir alan’ ve ‘yemek’dir. Örücü karıncaları örücü karınca yapan özellik yaprakları kullanarak çadır yapabiliyor olmalarıdır. Örücü karıncalar çadırlarını yani barınaklarını ağaç tepelerine yaparken muhteşem bir iş bölümü uygularlar. İlk önce çadır yapacak olan işciler birer yaprak getirir daha sonra her işçi karınca getirdiği yaprağı kıvırmaya başlar. Eğer büyük bir çadır yapılacaksa işçiler bellerinden birbirlerine tutunarak uzun örücü karınca zincirlerini oluşturlar ve büyük yaprakları kıvırmaya başlarlar. Bir yandan kıvırma işlemi devam ederken bir yandan da kıvırma işlenmine katılmayan işçiler larvaları getirir. Getirilen larvalar yaprakların kıvrılan kısımları üzerinde bir ileri bir geri adeta mekik dokurlar. Yapraklar üzerinde götürülüp getirilen larvalardan salgılanan ipekle çadırların yapım aşamasını bitirirler. İşte bu onlara ‘örücü’ karınca dememize sebep olan içgüdüsel yetenekleridir. Hepimiz işitmişizdir annelerimizden ‘ekmek kırıntısı dökme yere, bak karınca gelir sonra’ azarını, peki niye korkarız onlardan? He-

16

men olay mahaline damlayıp yere dökülen ekmeğimizi alacakları için mi? Belki de tam da şimdi annelerimize çaktırmadan yere ekmek kırıntıları dökmeliyiz… Nasıl olsa bir yerlerden onlarca karınca haber alacak ve yuvaya götürecek o kırıntıları. Belki de daha sonra binlerce karınca paylaşacak sizin ekmeğinizi... İşbirliğine ve yardımlaşmaya bakıldığında mükemmel olan bu toplumsal yapı milyonlarca yıldır devam etmektedir ve dünya yaşanabilir bir yer olarak kaldığı her saniye de devam edecektir... Mert KESİKTAŞ İÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Hidrobiyoloji Yüksek Lisans Öğrencisi


YENİ YÖK YASASINDAN NELER ÇIKTI? Geçtiğimiz aylarda mecliste kabul edilen torba yasayla beraber Yükseköğretim Kurumları kanunlarında da bazı önemli değişiklikler yapıldı. Peki Üniversite öğrencilerini yakından ilgilendiren bu değişiklikler neler? -Katlamalı harç sistemi -Tıp Fakülteleri Sağlık Bakanlığına Bağlanıyor atlamalı harç; lisans eğitimini uzatan öğrencil- Bir diğer başlık ise Tıp Fakültelerinin fiilen Sağlık er ve bir dersi birden fazla kez almış olanların Bakanlığına bağlanması. Yeni kanunla beraber katlanarak harç parası ödemesi anlamına geliyor. Sağlık Bakanlığı’na bağlı merkezi İstanbul’da olaKanuna göre artık bir ders normal öğrenim süre- cak bir Türkiye Sağlık Bilimleri Enstitüsü kuruluyor. si içinde; 3.kez alınıyorsa kredi başına katkı payı Türkiye’deki tüm tıp fakülteleri üzerinde tasarruf veya öğrenim ücretinin %50 fazlası, 4.kez alınıyor- yetkisine sahip olacak olan bu enstitü bir anlamsa kredi başına katkı payı veya öğrenim ücre- da ‘Sağlık YÖK’ü gibi hareket edecek. Enstitü istetinin %100 fazlası, okul uzadıysa aynı ders 1.kez diği doçent ya da profesörü istediği tıp fakültesalındığında kredi başına katkı payı veya öğrenim ine gönderip, tıp fakülteleri arasındaki kadrolarda ücretinin %100 fazlası, 2.kez alındığında kredi başı- oynama yapabilecek. na katkı payı veya öğrenim ücretinin %200 fazlası Söz konusu enstitünün mütevelli heyeti, Sağlık harç ödenecek. Bakanı, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, Rektör, Bakanın -Üniversiteden Atılma Geri Geliyor seçeceği bir üye ile YÖK tarafından seçilen bir proYeni yasada daha önceden kaldırılmış olan üniver- fesör olmak üzere toplam 5 üyeden oluşacak ve siteden atılma uygulaması da tekrar geri getiriliy- mütevelli heyetinin başkanı ise Sağlık Bakanı olaor. Kanunda yer alan madde 27’ye göre öğrencil- cak. er, her dönem için kayıt yaptırıp yaptırmadığına - Kimin Doçent Olacağına YÖK Karar Verecek bakılmaksızın; öğrenim süresi 2 yıl olan ön lisans Doçentlik unvanı verme yetkisi bağımsız bir kuprogramları 4 yılda, öğrenim süresi 4 yıl olan lisans rum olan Üniversiteler Arası Kurul’dan (ÜAK) programları 7 yılda, öğrenim süresi 5 yıl olan lisans alınarak YÖK’e devrediliyor. Doktora denkliği programlarını 8 yılda, öğrenim süresi 6 yıl olan ve doçentlik konusunu bağımsız bir kurul olan lisans programlarını ise 9 yılda tamamlamak zo- Üniversiteler Arası Kurul’dan (ÜAK) devralıyor. runda. Bu süreler içerisinde diploma alamayan Yani kimlerin doçent olacağına YÖK’ün karar vereöğrencilerin okulla ilişkisi kesilecek. Ayrıca hazırlık cek.Kanunla doktoralar konusundaki denklik de bölümlerine de sınırlama getiriliyor. Hazırlık ÜAK’dan alınarak YÖK’e devrediliyor. okuyanlar, en fazla 2 yıl öğrenim görebilecek, yıl -Özel Üniversitelerin Mütevelli Heyetini YÖK Beliriçerisinde hazırlığı geçemeyen öğrenciler üniversi- leyecek teden atılacak. Hazırlık okuma süresi ise ön lisans Yeni kanunla beraber devlet üniversitelerini de ve lisans bölümleri ile ilgili sınırlamaya dahil değil. paralı hale getiren YÖK özel üniversitelerde kimi -Üniversitelerde YÖK Ne İstiyorsa O Araştırılacak değişikliklere gidiyor.Artık özel üniversitelerin Üniversitelerde artık araştırma alanlarını YÖK be- mütevelli heyetini belirleme yetkisi YÖK tarafından lirleyecek. Yani bizlerin hangi konuda ne araştıra- devralınıyor. Vakıf üniversitelerinin mütevelli heyet cağını, ne kadar araştıracağını dönemin bilimsel üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından önerilecek gelişmeleri ve ihtiyaçları değil Yükseköğretim Ku- ve YÖK tarafından üye tamsayısının en az üçte iki rumları belirlemiş olacak. Kanun aynı zamanda çoğunluğunun oyu ile seçilecek. üniversiteyi istediği alanda çalışmaya zorlama ye- Söz konusu madde de aynı zamanda YÖK’e istediği tkisi de veriyor. üniversiteleri kapatabilme yetkisi de tanınıyor.

K

17


Doğaya Aykırı Cinsi Münasebet !

İ

nsanoğlu, en basitinden ,yaptığı konutlar ve fabrikalarla bile kendini doğadan günbegün izole etti. “İnsan” türünün, sadece Hayvanlar Aleminde bulunan bir memeli olduğu unutulup yepyeni, doğaüstü bir canlı grubu olarak görülmeye başlanıldı. Ve bu görüşün yansımalarından birisi olarak da, eşcinsellik "doğaya aykırı cinsi münasebette bulunma suçu" olarak yasalara geçti. Ancak insan doğası da diğer hayvanların doğasından çok farklı görülmemelidir. Hatta yapılan bir araştırma çok çarpıcı bir şekilde “Eşcinselliğin görülmediği hiçbir türün olmadığını*” bile iddia etmektedir. (*News-medical.net. 2006-1023. Retrieved 2007-09-10)

Eşcinsellik Genlerde Mi ? Neyin cinsel yönelimleri (Lezbiyen,Gey,Biseksüel vs…) belirlediği günümüzde halen gizemini korumaktadır. Genetik olarak konu ile ilgili pek çok araştırma yapılmıştır. Ancak genlerin her şeyi belirlememesi durumu (Epigenetik, Epitranskriptomik…), ve bir özellik = bir gen eşitsizliğinin olması, eşcinsellik gibi yönelimlerin ve davranışların çok kompleks olması gibi durumlardan ötürü çalışmalarda kesin sonuçlar yoktur. Ortaya atılan en bilindik hipotezlerden birisi “Xq28 Gen Bölgesi” üzerinedir. Amerikan bilim insanı Dean Hamer, 114 farklı eşcinsel aileden 456 bireyi, 403 mikrosatellit marker kullanarak genotipledi. Deneyden şöyle bir sonuç elde edilmiştir; X kromozomunun uzun kolunda bulunan Xq28 gen bölgesinin aktifliği /dizi homolojileri ile eşcinselliğin arasında bir bağlantının olabileceği sonucunu çıkarılmıştır.Yalnız bu araştırma, şöyle bir anlama gelmemektedir “Her Xq28 bölgesinde belli bir homolojiyi

18

barındıran birey eşcinseldir”. Bunu şöyle bir örneğe benzetebiliriz (hastalık ile bağdaştırmak her ne kadar yanlış olsa da), Birey kalıtımsal olarak kansere meyilli olabilir. Ancak o kişi hayatı boyunca hiç kanser olmayabilir. Yani gen taşınabilir ancak farklı sebeplerden dolayı (baskılanma, alternatif kesim, metilasyon vb…) gen çalışmayabilir.

Eşcinsellik neden elenmedi ? Bildiğimiz gibi evrim sürecinde canlılar, enerji açısından yük olabilecek organları ya da özellikleri kaybetme eğilimindedir.Örneğin primat atalarımız, ağaçlardan savan yaşamına indikçe ve ayakta durabilme becerilerini geliştirdikçe, eski yaşamlarındaki kadar kuyruk kullanımına ihtiyaç duymamışlardır. Ve de işe çok da fazla yaramayan bir kuyruk, enerji açısından bir yüktür. Ve bu şekilde yük olabilecek organlar genelde körelme eğilimindedir. Yalnız evrimin bu köreltmeyi bilinçli yapmadığını, deneme yanılma ile bulduğunu eklememiz gerekir.Bir diğer husus ise evrimin temelinin “soyun devamlılığı” ilkesine bağlı olmasıdır.


Aslında amaç üremek. Etkileyici renklerden tutun, gösterişli boynuzlara kadar… Ve biraz önce verdiğimiz enerji örneği de dahil. (Yani vücudun işe yaramayan organların yüklerinden kurtulması ,ve bu enerjiyi bile üremeye kanalize etmesi) hepsinin tek amacı vardır. Hayatta kalıp ve soyunu devam ettirmek. Peki nasıl oluyor da eşcinsellik elenmeden kalabiliyor ? İlk bakışta hiçbir avantajı varmış gibi görünmüyor. Çünkü bireylerin büyük çoğunluğu üremiyor. Kendi soylarını devam ettirip nesilden nesile aktarmıyor.İşte tam değinmek istediğim nokta da burası, eşcinsellik sadece günümüzde bir avuç türde görülen bir “anomali” değil, tam tersine, evrimsel sürecin ölümcül ve sert testine tabi tutulmuş ve milyonlarca yıldır direnebilmiş, dolayısıyla doğallaşmış bir davranışlar bütünüdür.

Peki ya nasıl / neden ? Eşcinsellik genleri: Bu gen(ler)in bir diğer ifadesi spermleri daha hızlı kılar.(Yani bir gen, spermin hızını arttırıyor.Ve bunun yanında da eşcinselliği taşıyor). Özellikle şempanzeler gibi çok eşli bir yaşam tarzı (sosyal yapı) söz konusu olduğunda spermin hızı kritik olabilir. Evlat edinme: Doğada da aşırı yaygın olarak görülen “evlat edinme”, evrimsel açıdan eşcinselliğin varlığını sürdürmesi için önemli bir yöntemdir. Çocuk sahibi olmanın tek yolu, biyolojik üreme değildir. Doğada da aşırı yaygın olarak görülen “evlat edinme”, evrimsel açıdan eşcinselliğin varlığını sürdürmesi için önemli bir yöntemdir. Zira evlat edinmede doğadaki türlerin bireylerinin eş bulmaya çabalama gibi ek bir enerji harcamaya ihtiyacı olmaz ve tüm enerjilerini evlat edindikleri yavruya ayırabilirler. Eğer ki evrimsel uyum başarısı yüksek bir bireyi evlat edinecek olurlarsa, vahşi doğada bu katlanarak artan bir avantajı doğurabilir ve böylece eşcinseller, evrimsel açıdan başarıya katkı sağlayabilirler. Akraba içi eşcinsellik: Bir diğer hipotez de, eşcinselliğin bireyleri desteklemek yerine

grupları ve grup yaşantısını desteklemesinden taban almaktadır. Örneğin en yakın akrabamız olan bonobo maymunlarında eşcinsellik, sosyal ilişkileri güçlendirmek için kullanılan bir araçtır. Samoa’da yapılan bir araştırma, eşcinsel erkeklerin yeğenlerine daha çok zaman ayırdığı ve ilgilendikleri görülmüştür. Bu da evrimsel biyoloji açısından oldukça önemli bir kavram olan “akraba seçimi” (kin selection) ile açıklanabilir. Eşcinsellik, evrimsel mekanizmalar tarafından desteklenmek için doğrudan bireyin evrimsel başarısını arttırmak zorunda değildir. Akrabaların veya grubun başarısını arttırması da yeterli olabilmektedir. Yavru bakan Lezbiyen Martılar: Bir martı türünde dişi martılar, erkek martılar ile çiftleşmekte ve yavru üretmektedir. Ancak yavrulara, erkeklerin yetersizliğine veya sayıca azlığına tepki olarak başka bir dişiyle ortak olarak bakmaktadırlar. Bu sırada aralarında cinsel ilişkiye benzer davranışlar da görülmüştür. Yani erkek, sadece bir üreme aracı olarak görülmekte, gerçek eş olaraksa dişiler görülmektedir. Yavrulara ‘dişiler ile beraber bakma’ olayı, türün devamı ve yavruların korunumu için bir avantaj sağlayacağından evrimde korunmuş olabilir. İnsanlık, diğer yaşam formlarından çok farklı değildir. Freddy Can IGIEBOR Biyoloji & Genetik Bölümü

19


Çevremizdeki Bitkileri Tanıyalım Passiflora incarnata

P

assiflora incarnata, Passifloraceae familyasının

bir çok türünden biridir. Passiflora bitkisinin çiçekleri at arabası ya da değirmen çarkına benzemesinden dolayı Türkçe ismi “çarkıfelek” olarak anılmaktadır. Passifloraceae, sarmaşıklar, çalılar ve ağaçlardan oluşur. Gövdeler, sarılıcı türlerde aksillar* tendrillere** sahiptir. Yapraklar basit, nadiren bileşik palmat, sıklıkla palmat loblu sarmal dizilişli, stipullu*** veya stipulsuzdur; petiyollerde genellikle ekstrafloral nektar**** bulunur. Çiçeklenme durumu, simöz veya tek çiçeklidir. Tohumlar endospermlidir.

Passifloraceae familyası, dünyanın her yerinde sub-

tropik ve tropik bölgelerinde yayılmıştır. Ekonomik önemi, bir çok türün süs bitkisi olarak yetiştirilmesi ve bazı Passiflora türünün meyvelerinin yenmesi familyanın ekonomik önemini oluşturur.

Passiflora incarnata’nın anavatanı Güney Amerikadır. Passiflora incarnata’nın da diğer türler gibi meyveleri yenebilir. Meyvelerinin herhangi bir zararı yoktur ama günde 2 taneden fazla yenmesi tavsiye edilmez. Aynı zamanda meyveleri içki, şerbet ve reçel yapımında kullanılır.

Bitkinin yapraklarının stres ve endişeyi azaltıcı etkisi olduğu düşünülmektedir ve çay yapımında da kullanılmaktadır. Fakat meyvesi gibi az tüketilmesi gereklidir.

Passiflora incarnata tıbbi olarakta kullanılır.

Günümüzde doğal kaynaklı bir ilaç olan Passiflora Şurubu, bu bitkiden elde edilen Passiflora ekstresi ile yapılmaktadır. *aksillar: Aksis labonun veya herhangi bir yapının üst yüzü vejetatif yaprağa en yakın koltuktaki çiçeklenme durumu. **tendril: Uzun, ipliksi, kıvrık dallar, bitkinin sarılması için adapte olmuştur. ***stipul: Yaprak benzeri çiftlerden biri, diken veya salgı şeklinde petiyolün herhangi bir tarafında bulunan değişikliğe uğramış yapı. ****ekstrafloral nektar: Bitkinin çiçekleri ya da çiçek dışındaki kısımları üzerinde yer alan, şeker içeren bir eriyik olan nektarı salgılayan beze, özelleşmiş hücre grubuna ya da trikoma verilen ad. Eğer nektaryumlar çiçekte ise floral nektaryum, çiçek dışında bir organda ise ekstrafloral nektaryum adını alır. Seran Kırkıncı Biyoloji Bölümü

20


Bilim İnsanlarını Tanıyalım İlklere doymayan, kendini bilime adamış bir kadın... Marie Curie

Marie Curie ve ya doğum adıyla Maria Salomea Skłodowska 1867’de Varşova’da dünyaya geldi. O dönemde çarlık sistemi ile yönetilen Varşova’da kadınların üniversite okuyabilmesi ya da teknik eğitim alabilmesi için yurt dışında gitmesi gerekiyordu, ancak Endüstri ve Tarım Müzesi adı altında gizlice kadınlara eğitim veren Polonya okulu sayesinde Marie bir süre ülkesinde eğitim gördü, ve ardından Paris’e ablasının yanına giderek eğitimine burada devam etti. 1894 yılında yine önemli bir fizikçi olan Pierre ile tanışıp evlenmesiyle Marie, Sklodowska kisinin kötü dokulara uygulanarak tedavide yerine “Curie” soyadını kullanmaya başladı. kullanılabileceği fikri de doğmaya başlamıştı. 1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan Marie bu fikre öncülük etti. Kansere karşı çok sonra 1897’de, daha önce Henri Becquerel’in duyurduğu; uranyum tuzlarının yaydığı etkili sonuçlar veren “radyoterapi”, uzun -sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak- yıllar boyunca milyonlarca insanın hayatını ışın üzerine detaylı araştırmalara başladı. kurtardı. Ancak bu başarılı gelişmeler kimi 1898 yılının başlarında toryumun da bu ışınları spekülasyonları da beraberinde getirmişti. yaydığını fark etti. ve bu noktadan sonra eşi Ziftli su reklamları kozmetikte kullanılan radyPierre ile bunun üzerine çalışmaya başladılar. um reklamları radyumun öldürücü etkisi orTemmuz 1898’de Curie’ler yeni radyoak- taya çıkınca birdenbire durduruldu. Örneğin tif bir element olan ve uranyumun radyoak- 1930’lu yıllarda doktorlar, saat fabrikalarında tif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu çalışan işçilerin büyük bir bölümünde kanbulduklarını duyurdular. Eylül 1898’de Fransız ser vakalarına rastladılar. Küçük bir fabrikakimyacı Eugène-Anatole Demarçay’ın spe- da, işçiler saat kadranına son şeklini vermek ktroskopi yöntemi ile tanımlanmasına yardım için radyum içeren boyalar kullanıyorlar ve ettiği, doğal radyoaktif element radyumu bu işlemi, fırçanın ucunu dilleriyle yalayarak duyurdular. gerçekleştiriyorlardı. Sonuçta, işçilerin çoğu Tüm bu çalışmalar devam ederken Marie, kemik kanserine yakalandı. 1904 yılında doktorasını vererek Fransa’da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan Aynı dönemlerde, Marie Curie de radyum tehilk kadın oldu. Aynı yıl radyoaktivite konusun- likesini fazlasıyla yaşamaya başladı. 1934’te daki araştırmalarından dolayı, Pierre Curie ve çok ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Uzun yıllar Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü’nü üzerinde çalıştığı radyum nedeniyle kan kanalarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın serine yakalanmıştı ve çok geçmeden 4 Haziolarak adını duyurdu. Ardından polonyum ran 1934’te gözlerini hayata yumdu. Hastalığı, ve radyum üzerine yaptığı çalışmalarla da aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına 1911’de Nobel Kimya Ödülü’nü alarak yine bir bağlandı. Öyle ki Curie’nin not defterleri bile ilke imza attı. o kadar çok radyasyona maruz kalmıştı ki, O dönem yoğun çalışmalar sürerken bir kurşun kaplı bölmelerde tutulup radyoaktif yandan da Radyumun dokuya verdiği zarar, koruma altında incelenebildi. araştırmacılar tarafından kabul edilmeye başlanmıştı. Aynı zamanda, radyumun et 21


Kültür - Sanat

BİR MÜCADELE HİKAYESİ: MALALA 2013 yılında Nobel Barış Ödülü’nün adayı olan ve 2014’te ödülü Kailash Satyarthi ile paylaşan Malala Yuzufzay; ülkesini, içinde yaşadığı toplumu ve toplumdaki değişimi, Taliban’ın filizlenmeye başladığı zamanları, Afganistan-Pakistan-Amerika üçgenini Christina Lamb ile beraber yazdığı Ben, Malala adlı kitabında anlatıyor. “Eğer bir adam, Fazlullah, her şeyi mahvedebiliyorsa, neden bir kız değiştiremesin?” diyor Malala. Mücadelesi yalnızca gericiliğe karşı savaşla sınırlı kalmıyor; görünür biri olmaya başladığından beri ona giydirilmeye çalışılan kimlikle de başa çıkmaya çalışıyor ve ülkesindeki savaşın sadece bir anda ortaya çıkan bir terör örgütüyle olmadığını anlatıyor kitabında. “Yolculuğa bir yılanın kuyruğunun sonunda başlarsın, kendini onun kafasında, bir zehir okyanusunda bulursun.” Gerici ideolojinin bir bölgeyi adım adım ele geçirişini, günlük yaşamda hissedilen Taliban korkusunu BBC Urdu internet sitesine yazdığı günlüklerle anlatmaya başladı bir kız çocuğu. Gül Makai rumuzuyla sesini yükselten ve gerçekleri dile getiren Malala Yusufzay, mücadelesine nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Kalemin ve kalemden çıkan sözcüklerin makineli tüfeklerden, tanklardan ya da helikopterlerden daha güçlü olabileceğini fark etmiştim. Nasıl mücadele edeceğimizi öğreniyorduk. Konuştuğumuzda ne kadar güçlü olabileceğimizi öğreniyorduk.” Hayali çağdaş, laik eğitim verilecek okullar açabilmek ve bu okullarda öğrencilere ücretsiz eğitim verebilmek olan bir babanın yetiştirdiği Malala Yuzufzay; babasının ve arkadaşlarının tartışmalarını dinleyerek, okula verecek kadar parası olmayan çocuklarla odasını, kitaplarını paylaşarak, çevresinde olan biten eşitsizliklerle mücadele etmesi gerektiğini öğrenerek büyüdü. Malala laikliği yayma konusunda öncü rolü üstlendiği, eğitime yönelik kampanyalar düzenlediği ve gittiği her yerde karşısına çıkan politikacılara, üst düzey görev üstlenen komutanlara, televizyon programlarına dürüstçe eleştiri getirebildiği için

22

Taliban ve ordu tarafından izlenmeye başladı. 2012 yılında, okul sonrası her zaman bindiği servis aracı iki kişi tarafından durduruldu ve Malala yakın mesafeden ateş edilerek vuruldu. Taliban sözcüsünün saldırıya dair açıklaması; “bu saldırıyı düzenledik çünkü bizim aleyhimizde konuşan herkes aynı şekilde saldırıya uğrar” oldu. Malala’nın deyişiyle “Taliban yürüttüğü kampanyaya küresel bir boyut kazandırmaktan başka bir şey yapamamıştı”. Onun adına imza kampanyaları düzenlendi. Birleşmiş Milletler toplantısında konuşma yaparken sadece delegelere değil, dünyanın her yerinde bir fark yaratabilecek insanlara seslendi: “Yoksulluk içinde yaşayan insanlara, çalışmaya zorlanan çocuklara, terörizm ya da eğitim eksikliği yüzünden sefalet çekenlere ulaşmak istiyordum. Yüreğimin derinliklerinde, benim sözlerimden cesaret alabilecek ve haklarını savunmaya çalışacak her çocuğa ulaşmayı umuyordum.” “Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız” diyen Malala, eşitsizliğe, haksızlığa uğrayan ve susturulan insanların sesi olmaya devam ediyor… Ecem Beytekin Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü


Üniversite’de Neler Oluyor? "Mesele '3-5 Ağaç Meselesi' Değil!" adlı söyleşi, Kuzey Ormanları Savunması'ndan temsilcilerin katılımıyla BİSAK tarafından düzenlendi. Biyoloji Bölümü Binası'nda gerçekleşen etkinlikte, 3.köprü ve 3.havalimanı projelerinin o bölgedeki ekosisteme verebileceği zararlar, Fatih Ormanı ve Validebağ gibi yeşil alanlarımıza yapılan betonlaştırma girişimleri konuşuldu ve neler yapılabileceği tartışıldı. SÜİAM Çalışma Grubu tarafından İktisat Ek-2 binasında düzenlenen “Ortadoğu’da Neler Oluyor?” konferansına siyasetçi ve akademisyen Erkan Baş ve Birgün Gazetesi Yazı İşleri Müdürü İbrahim Varlı panelist olarak katıldı. Ortadoğu’daki güncel sorunlar üzerine konuşulan konferansa ilgi oldukça yoğundu. Biyolojik Araştırmalar Laboratuvarı Kulübü tarafından İÜ Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünün kuruluşunun 80. yılına ithafen 17 Kasım 2014 tarihinde Riva’da gerçekleştirilen fidan dikme etkinliği ile Hatıra Ormanı oluşturuldu.

Etkinliklerin Düzenleyicileri ile iletişime geçmek isterseniz... Bilimsel ve Sosyal Araştırmalar Kulübü (BİSAK) : https://www. facebook.com/bisak2012 SÜİAM Çalışma Grubu : https:// www.facebook.com/iu.suiamcg Amatör Astronomlar Kulübü (AAK) : https://www.facebook.com/ amatorastronomlarkulubu Toplum Bilimleri Kulübü (TBK) : https://www.facebook.com/iu.tbk Biyolojik Araştırmalar Laboratuvarı Kulübü (BAL): https://www.facebook. com/groups/269619913082090 Çevre Koruma Kulübü (ÇKK) : https://www.facebook.com/ groups/22059961565

Çevre Koruma Kulübü üyeleri Alternatif Enerji konulu bir sunum gerçekleştirdi. Konuya dair yapılan sunumun ardından dinleyicilerle alternatif enerji kaynaklarına yönelik yapılabilecek çalışmalar tartışıldı. Amatör Astronomlar Kulübü haftalık etkinliklerine başladı. Öğrencilerin yoğun ilgisiyle geçen etkinliklerde çeşitli sunumlar, belgesel gösterimleri yapıldı. Haftalık etkinlikler bu dönem de devam ediyor. Toplum Bilimleri Kulübü, ülkemizde yaşanan iş kazaları sonucu gerçekleşen ölümlere, taşeron sistemine ve özelleştirmeye dikkat çekmek adına bir panel düzenledi. Panele üniversitemiz Jeofizik Mühendisliği Bölümü akademisyenlerinden Doç. Dr. Ferhat ÖZÇEP ve Umut-Sen adına Başaran AKSU konuşmacı olarak katıldılar.

23


KOZMOS bir sonraki sayıda yayınlamak üzere sizlerden gelecek yazıları bekliyor! Hertürlü katkı, eleştiri ve sorularınız için bizlere bisakdergi@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.