3 minute read

Sunuş

Next Article
Özgürlük Gücü

Özgürlük Gücü

Özgürlük bir hayal, eşitlik imkansız, adalet zalimin sopası değildir. Bir hedefe varabilmek için ileriye doğru sürekli adım atmak gereklidir. Adımların sürekliliğinin sağlanabilmesi ise hangi zeminde yüründüğünün doğru analizini gerektirir.

Gelinen noktada oligarşik blokta baskın odak, AKP hükümetinin başını çektiği eğilim oldu. AKP hükümetinin bugünkü hükümran pozisyonuna cumhuriyetin CHP’nin iktidarda olduğu tek partili dönemini “köklü” bir eleştiriye tabi tutarak gelmesi ironik gözükebilir. Fakat bu durum burjuvazinin anti-demokratik, merkeziyetçi iktidar eğiliminin bir sonucudur. Türkiye’de burjuvazi, iktidarını sürdürebilmek ve sömürüyü arttırabilmek için mevcut sistemde restorasyon yapılmasına ihtiyaç duyuyordu. Kapitalist sistemin işleyişinin ve gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılması için bu görevi yerine getirebilecek güce sahip bir siyasi odağa ihtiyaç vardı. İhtiyaç olan yeni statükonun oluşturulması konusunda başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerle de konsensüse varılınca AKP, önce bir siyasi parti olarak, sonra da hükümet olarak hem teşkil edildi hem de desteklendi. AKP orijinal, kökeni olan bir parti değil, aslında bir ittifak partisi olarak kurulmuştu. Fakat AKP’nin destek ve müttefik güçleri tarafından yol verilen önderliği belli bir siyasi mücadele birikimine (geleneğine) sahip eski Milli Görüşçülerden oluşuyordu. Bugün AKP’ye hakim olan bu önderlik Erdoğan’la sembolize edili-

Advertisement

yor. İttifak partisinden bir ekibin (totaliter) önderliğine, bir ekibin önderliğinden “Erdoğan’ın liderliğine” doğru gitgide daha da merkeziyetçileşen bir yapıyla karşı karşıyayız. Hükümet, egemenler arasındaki mücadelede hasımlarına karşı aynı işçi sınıfına ve ezilenlere karşı kullandığı gibi devletin bütün imkanlarını kullanarak bir savaş başlattı. Yürüttüğü bu savaşın hedefi iktidarını kalıcılaştırmaktı. Savaşı yürüten merkezin çıkarlarının yanında yargının, yürütmenin ve parlamentonun burjuva sistem dahilindeki rutin işleyişleri bile anlamsızlaştırıldı.

Burjuva parlamentosu halkı aldatmaya çalışan bir tiyatro sahnesine benziyor. Kararlar (gözden uzakta) hiçbir denetime tabi olmayan oligarklar tarafından alınıyor ve parlamento tarafından halka yutturulmaya çalışılıyor. Egemen sınıflar tarafından yasaların etkilerinin, sonuçlarının denetlenmesi ve halk karşısında yöneticilerin yaptıklarının hesabını vermeleri, mevcut burjuva yasallığını da aşan bir pratikle engelleniyor. Zaten %10 seçim barajı, siyasi partiler kanunu ve sistem karşıtı muhalefete karşı baskı yasaları gibi düzenlemeler, anti-demokratik işleyişi garanti altına almaktadır. Bu antidemokratik yasalar ve işleyişle beraber burjuva partilerinin, egemen sınıfın (el koyduğu) tüm maddi gücü ve devletin baskı aygıtlarını kullanmasıyla beş yılda bir düzenlenen genel seçimler, sonucu önceden belli olan bir oyundan başka bir şey değildir. Oyunun kaçınılmaz bir şekilde kazananı burjuva partileri, kaybedeni ise seçimler oyununda figüran olarak konumlandırılmış olan işçi sınıfı ve ezilenlerdir. Burjuva medyası figüranın önce yönlendirilmesinde, sonra seçim sonuçlarını kabul etmesinde (sindirmesinde) rol almaktadır.

Parlamento seçimlerinde burjuvazinin kazanmasını istediği partinin medya aracılığıyla dolaylı ya da dolaysız sürekli propagandası yapılır. Geçtiğimiz on bir yılda egemenlerin iç çatışması nedeniyle burjuva medyası eski statükoyu ve yeni statükoyu savunanlar olarak ikiye bölündü. Süreç içinde yeni statüko üstün çıkınca AKP hükümeti; asker-sivil bürokrasinin iktidardaki eski baskın rolünü savunmaya devam eden burjuva medyasını, elinde bulundurduğu devlet iktidarının güçleriyle bastırmaya çalıştı. Hükümet kendisine muhalif medyayı bastırmak için gazetecilerin dinlenmesi, fişlemeler, tutuklamalar ve ekonomik yaptırımlar (vergi denetimi gibi

yöntemler) kullandı. Hükümet yanlısı medya da adeta yargının ve kolluk kuvvetlerinin propaganda faaliyetini yürüten ve yönlendiren uzantısı gibi çalıştı. Yeni statükonun gittikçe güçlendiği burjuva cumhuriyetinin son döneminin temel özelliği sistemin çürümüşlüğünün alenileşmesi ve geniş kitleler tarafından bu durumun bilince çıkarılmasıdır. Her ne kadar hakim düzen, iktidar partisi şahsında geniş kitleler tarafından onaylanıyor gözükse bile tartışma götürmez bir durum, toplumun çoğunluğunun mevcut yönetime çeşitli düzeylerde karşı olmasıdır.

Türkiye genelinde yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin de yönetilmek istemediği bir durum söz konusudur. Gezi ayaklanmasından önce böyle bir tespit yapsaydık sosyalist saflardan, fazla iyimser ya da hayalperest olduğumuza dair birçok eleştiriye maruz kalabilirdik. Oysa bugün bu gerçeklik zemini üzerinden birçok sosyalist örgüt yeni tartışmalar yapıyor ve yeni organizasyonlara girişiyor. Program, örgüt ve yöntem olmak üzere birbirine bağlı üç konuda sorunlarını çözerek güçlerini dizayn etmeleri, devrimcilerin önüne kaçınılmaz ve ertelenmez bir görev olarak dikilmiştir. Bu kitabı oluşturan parçalar halindeki yazılar, devrimci pratiğin sınaması eşliğinde değişik zamanlarda yazılmıştır. Yazıldıkları dönemin güncel gelişmelerine yanıt vermek amacıyla kaleme alınan yazılar, salt güncel olanın ötesinde bir amaca sahiptir. Çeşitli politik konu başlıkları altında devrim ve devrimci örgüt konusu farklı açılardan ele alınmıştır. Doğrudan devrimci örgütü tartışan yazılarda da uygulanan yöntemi ve varılması planlanan hedefi belirleyecek ideolojik-politik konular işlenmiştir. Bu yöntemle hedef ve hedefe ulaşmayı sağlayabilecek araç tartışılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle, teori-pratik bütünlüğüne gerek duyan bu kitabın amacına ulaşması noktasında en az yazar kadar okuyucular da öznedir. Umuyorum ki, bu kitap kendi tarihselliği açısından değerlendirilir ve okuyucuyla yaratıcı bir diyalog içinde devrimci bir süreci kolektif olarak inşa etme pratiğine mütevazı bir katkı sunabilir.

Ulaş Bayraktaroğlu 17 Eylül 2014

This article is from: