5 minute read

İktidar İlişkileri ve Rekabet Üzerine

Next Article
Sunuş

Sunuş

Sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla iktidar ilişkileri toplumu bir ağ gibi sarmaya başladı. İnsanın insan üzerindeki egemenliği, toplumu yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye böldü. İlkel komünal toplumda toplumun tümü siyasal özneydi. Köleci toplumla beraber toplumun çoğunluğu siyasal nesneye dönüştü. Egemen sınıfların toplumun kaderi üzerindeki iktidarı ezilenlerin kendi yaşamları üzerinde iktidarsızlığıdır. İlk sınıflı toplumdaki (köleci toplum) daha basit hiyerarşik yapı, son sınıflı toplum kapitalist düzende ayrıntılı, derinlikli ve çok yönlü yönetim yapısına dönüştü. Köle ile efendi arasında net bir statü farkı vardır. Köleci toplumda hiyerarşik yapının temeli kölenin efendisinin malı olmasına dayanarak biçimlenmektedir. Kapitalist toplumda ise işçi tüm kapitalistlere aittir. İşçi emek gücünü hangi kapitaliste satacağı konusunda özgürdür fakat emek gücünü sermaye sınıfına satmak zorundadır. Kapitalist devlet sürekli “her yurttaşın yasalar karşısında eşit olduğuna” dair aldatıcı bir propaganda yapmaktadır. Artı değer sömürüsünü de sermayenin egemenliğini garanti altına alan eşitsizliğin yasaları karşısında eşitlik, sömürü düzeninin makyajından başka bir şey değildir. Köle-

ci devlet ile kapitalist devlet arasında temel erekleri açısından fark yoktur. İkisi de üretenlerin sömürülmesine, asalak azınlığın toplum üzerindeki egemenliğine ve eşitsizliğine dayanır.

Advertisement

İlk sınıflı toplumlar için rahiplerin, askeri şeflerin politikacılara dönüşmesinden bahsedebiliriz. Üretim artışı toplumsallaşma sürecini hızlandırmış ve toplumsal yapı genişlemiştir. İktidar gücü genişleyen sosyoekonomik yapıya hâkim olabilmek için daha fazla ve çeşitli yönetim mekanizmaları oluşturmuştur. Bu yönetim ve kontrol mekanizmalarının yürütücü unsuru politikacıdır. Burjuva politikacısı halkı yönetmeyi, baskı altında tutmayı ve siyasal nesne haline getirmeyi meslek edinmiştir. Politikacı halkın siyasal iradesine el koymak ve teslim almak amacıyla çalışmaktadır.

Aristoteles insanlar arasında eşitsizliğin doğal olduğunu savunuyordu. Köle “aşağı”, efendi ise ondan daha üstün bir varlıktı. Üstün olanların “aşağı ve değersiz” olanları yönetmesi gerekiyordu. Bu tespitlerine dayanarak Aristoteles yönetenlerin ve yönetilenlerin doğal koşulların sonucu, zorunlu olarak var olduklarını öne sürmüştü. Bununla birlikte insanın doğası gereği siyasal özne olma eğilimi taşıdığın ve bu nedenle zoon politikon (siyasal hayvan) olduğunu belirtmekteydi. Ona göre insan ancak devlet içinde yaşarsa siyasal özne haline gelebilirdi. Siyasal özne olabilecek sınıf; köleler, kadınlar ve politikayla uğraşabilecek zamanı olmayan esnaf, emekçi, zanaatkârlar dışında kalanlardı. Aristoteles, “yurttaş”ı devlet yönetimine katılma yeteneği ve olanağı olan kimse olarak tarif ediyordu. Üretenler ve çalışanlar devlet yönetimine katılamazdı, onlar devletin asli unsuru değildi, nesne-araç konumundaydı. Aristoteles “yurttaş” kavramıyla devletin sahibi, ayrıcalıklı, egemen sınıfı anlatıyordu. Günümüzde bu ayrıcalıklı “yurttaş sınıfı” burjuvazidir. Kapitalist devletin yasaları burjuvaziyi korumakta, sahte “demokrasisi” burjuvazi için işlemektedir. Sistemin çalışmasını sağlayan politikacı, sınıflı toplumlar tarihinin yönetme tecrübelerinin birikimiyle iktidar yöntemlerini uygulamaktadır.

Burjuva iktidarının yöntemleri yönetme arzusunun biçimlendirdiği kişilikte somutlaşır. İktidar gücüne tapan sınıflı toplum karakteri herkesi kendi konumuna karşı tehdit olarak görür. Herkesin tehdit olarak algılanması tehditlere karşı önlem almayı gerektirir.

Algılanan tehdidin engellenmesi amacıyla tüm toplumu saran iktidar mekanizmaları denetim ve kontrol sağlamak için teşkil edilir. Bu mekanizmalar kontrol edenlerin de kontrol edildiği, baskıyı uygulayanların da baskı tehdidi altında olduğu bütünlüklü iktidar sistemini yaratır. İktidar örüntüsü ezen ve ezilen tüm sınıfları kapsamaktadır. Maddi üretim süreci ve sosyal ilişkiler burjuva iktidarın denetleyici erkine tabi olur. Kapitalist sistem kendini toplumsal yaşama uygun yegane düzenleyici güç olarak işçi sınıfı ve ezilenlere dayatmaktadır. Sömürü ve baskı ezilenlerin zorunlu kaderiymiş gibi yutturulmaya çalışılmaktadır. Sömürü düzeninin iktidarını güçlendirdiği zemin toplumsal güvensizlik ortamıdır. Bu ortamı oluşturmak için burjuvazi ideolojik aygıtları vasıtasıyla bireyciliği ve insanların birbirine güvenmemesini savunan hipotezlerin propagandasını sürekli yapmaktadır. Anti-demokratik seçim sistemi, merkeziyetçi-hiyerarşik yönetim yapısı, toplumsal güvensizliği körüklemektedir.

Parlamentarist sistem halkın iradesine el koyma üzerine kurulu olduğu için anti-demokratiktir. Fidel Castro’nun gerçek demokrasiye ilişkin yaklaşımı şöyledir: “Gerçek demokrasiye tüm yurttaşlar, özel haklarını güçlerini başkasına devretmeden, seslerini doğrudan duyurabildiği zaman ulaşacağına inanıyorum; oysa burjuva demokrasilerinde yurttaşlar güçlerini, seçildiği andan itibaren kendi istediğini yapabilen bir adama dört yıl ya da daha fazla bir süreyle devretmek zorundadır.” (Fidel Castro, Socialist Revolution, Mart-Nisan 1970, Sayı 2). Burjuva parlamentarizminin sonuçlarını işçi sınıfı ve ezilenler Türkiye’de AKP hükümeti iktidarında yaşamaktadır. Burjuva politikacılarının halka yegane alternatif olarak dayatılmasının yanı sıra kitlelerin yönetim süreçlerine katılma isteği sistem tarafından tehdit olarak algılanmaktadır. Burjuvazi nezdinde en iyi yönetim halkın en az katıldığı yönetimdir. Toplumsal örgütlenmede hiyerarşi ne kadar çok kuvvetlendirilirse (bürokrasi arttırılırsa) halk üzerinde burjuvazinin iktidarı o kadar çok kuvvetlenmektedir. Düzen insanların birbirine güvenmesi yerine iktidar aygıtlarını ikame etmeye çalışmaktadır.

Rekabetin körüklenmesi toplumsal dayanışmayı dinamitlemekte, dayanışma azaldıkça insan yalnızlaşmakta ve kendini sömüren sistemi yeniden üreten basit bir parça haline gelmektedir. İşçi ça-

lışacak iş bulmak için başka bir işçiyle rekabete zorlanır. Burjuvazi emek gücü sömürüsünü arttırarak iş bulma olanaklarını kısıtlar ve yedek işçi ordusunun oluşmasını sağlar. İşçiler arasında iş bulma rekabeti onları sömüren kapitalist sistemi güçlendirmektedir. İş bulma rekabeti ne kadar artarsa ücretler o kadar düşer. Burjuvazinin işten çıkarma tehdidiyle işçileri ağır çalışma koşullarına razı etmesi kolaylaşır. Kapitalist toplumun bütün hücrelerinde etkinleşen rekabetçi ilişkiler halkın bir kısmının yoksulluk ve sefalet içinde, diğer kısmınınsa sistemin sunduğu kırıntılarla yaşamasına neden olmaktadır.

Kontrol sistemi, baskı aygıtları ve rekabetçi ilişkiler birbirini besler ve birbirinin varlık koşullarını oluşturur. Rekabet baskı aygıtlarının denetiminde sömürü sisteminin kontrol aygıtları tarafından kullanılmaktadır. Burjuva politikacısı hem bu süreci yürütür hem de bu sürecin yürütülmesini kuvvetlendirmek için halkın onayını almaya çalışır. Bu yolda her tür farklılığı (din, etnik köken, cinsiyet, ırk, vb.) kullanarak işçi sınıfı ve ezilenlerin örgütlenmesini bölmeye çalışır. Türkiye’de kapitalist devlet Sünni mezhebini resmi dini ideoloji olarak benimseyerek Alevilerle Sünnileri böldü. Devlet oluşturduğu ayrımcı statükodan “koruma” politikasıyla Aleviler ve Sünniler üzerinde hegemonyasını oluşturdu. Bu iki kesim sistem tarafından karşı karşıya getirildi, bu yöntemle yönetildi, baskı altında tutuldu ve sömürüldü. Kapitalist devlet için ideal tip, iktidara itaat eden Türk, Sünni vatandaştır. Burjuva iktidara itaat ve hizmet etmek vatandaşın diğer farklı özelliklerini sistem nazarında nispeten önemsizleştirebilir fakat ideal vatandaş tipini oluşturan özelliklere sahip olanlara tanınan ayrıcalıklar ayrımcılığın sürdürülmesini mümkün kıldığından dolayı egemenler açısından vazgeçilmez uygulamalardır. Böylece farklı toplumsal aidiyetlere sahip kesimler sistem karşıtı muhalefet potansiyellerini aralarında sürdürdükleri rekabetle tüketecektir. Bununla birlikte aralarında süren hasımlık devletin “koruyucu” hâkimliğine (hegemonyasına) onları muhtaç bırakacaktır.

Burjuvazi insanlar arasındaki rekabetin toplumsal gelişmenin önünü açtığını savunmaktadır. Oysa bu durumun tersine, insanlar arasında kurulan dayanışma ilişkileriyle üretim artmış ve toplumların gelişmesi mümkün olmuştur. Ezen ve ezilen sınıflar arasında-

ki rekabet, savaşım, ezilenler ve emekçi sınıflar lehine sonuçlandığında daha ileri sosyoekonomik toplumsal formasyona geçilebilmiştir. Burjuvazi devlet iktidarını tümüyle tesis ettiği ve mutlak hâkimiyetini sağladığı zaman feodal düzene karşı peşinden sürüklediği ezilenlere kendi egemenliğini, baskı ve sömürü koşullarını dayattı. İşçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşları yolunda rekabet etmeleri gereken yegâne sınıf burjuvazidir. Halk kendi arasında dayanışmayı, burjuvaziye karşı rekabeti büyütmelidir. Halk arasında rekabetçi ilişkileri savunmak objektif olarak burjuva düzenini savunmaktır. Bu nedenle devrimci proletarya rekabetin tümüyle sonlandırıldığı dayanışmanın gittikçe büyütüldüğü örgütlenmeyi teşkil etmelidir.

23 Şubat 2014 Edirne F Tipi Hapishanesi

This article is from: