Kadro 1

Page 1


Sayfa 2

Sayfa 2

KADRO dergisi, 1932-1934 arasında 3 yıl boyunca yayın yaptı. Temel işlevi devam eden demokratik devrim sürecini anlamak, tartışmak ve izah etmekti.

Başta Şevket Süreyya Aydemir olmak üzere, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Mehmet Şevki Yazman’dan oluşan “KADROcular” bu derginin hem kurucuları hem de yazarlarıydılar. Atatürkçülük ile Sosyalizmin arasındaki duvarları yıkan bir işlevi olduğu için bu hareket daha o günlerden hem bazı sosyalist kesimlerden hem de sermaye çevrelerinden yoğun eleştiri aldılar. Atatürk’ün desteklerine rağmen KADRO 36. sayısından sonra kapatıldı. Devlet içerisindeki kireçlenme Atatürk’e rağmen Atatürk döneminde başlamıştı. Bu hareket sonrasında Doğan Avcıoğlu’nun YÖN ve DEVRİM dergileri ile devam etti dersek yanlış olmaz. Nitekim KADRO dergisinin başındaki isim olan Şevket Süreyya Aydemir de YÖN dergisine destek vermiş, yazılar yazmıştır. Sözün özü... Bu geleneği, “Yeniden KADRO” diyerek devam ettirme kararlılığındayız. Herkese Merhaba!


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 3

İÇİNDEKİLER 5 Uğur Mumcu neden öldürüldü?

34 Muz Cumhuriyetinin Muz Mahkemeleri

6 Kara çarşafın kökeni 8 Ha gayret Kılıçdaroğlu! Başbakan birinci yardımcısı olacaksın

36 İsmet Paşa ve çok partili demokrasi 39 İyi ki bilimsel sosyalistim

11 MHP'liler Öcalan'ın özgürlüğünü mü istiyor?

42 Hatırla! Hatırla Mayıs’ın 27’sini

12 Tayyip gidici, peki sonrası?

48 Kuantum ışınlanma rekoru kırıldı! Peki sırada ne var?

14 Cemaat AKP’yi niye öptü?

50 Tarihte bu ay

16 Sattırmeycez! 18 Nazlı Ilıcak’ı ters köşe eden ‘tutanak’lar 20 Cumhuriyet Eylemlerinden Haziran Ayaklanması’na

54 Kültür Sanat 58 Bulmaca

23 Doğan Avcıoğlu ve kökleri tarihte devrimci teori

Genel Yayın Yönetmeni Osman Budak Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Coşkun Turgut Editör Ersoy Münevis Yayın Kurulu Tekin Tek, Meftun Bulunmaz, Mehmet Esmer, Ayşe Meral, Kubilay Kızıldenizli, Av. Sedef Ünal, Mustafa Solak, Murat Kula



Osman BUDAK Türkiye’nin karşıdevrim sürecini 10 yıllık periyotlarla incelediğimizde her periyodun cumhuriyetin yıkılışında ayrı birer aşama olduğunu saptarız. 50’ler ilk yıkımı oluşturur. DP iktidarı ile geçen bu yıllarda komprador burjuva haline gelen feodal unsurlar, gericiliği hortlattıkları gibi Türkiye’yi NATO’ya dahil ederek emperyalist hegemonyaya kapıları açtılar. 60’lar, bu süreçte görece ileri bir atılım oldu. 27 Mayıs’la gelen özgürlükçü ortamda sol hareket gelişti ve 68 kuşağının doğmasına olanak tanıdı. 70’ler, 12 Mart cuntası ile başladı. 27 Mayıs’ın intikamı alındı ve gladyo güdümündeki MC hükümetlerinin ülkeyi iç savaşa sürmesi ile geçti. 80’ler ise 12 Eylül darbesi ile başladı. Tüm ilerici unsurlar biçildi ve Türkiye tam anlamı ile serbest piyasaya açıldı. 90’lara gelindiğinde Mafya-Tarikat-Gladyo iktidarı açık bir şekilde kurulmuştu. Nitekim 1996 yılında yaşanan Susurluk kazasında bu kirli ittifak gün yüzüne çıktı. Tüm bunlara rağmen cumhuriyetçi güçler, sistem için hala tehdit oluşturuyordu. Gladyo bu dönemde, suikastlarla iktidarını güçlendirmeye çalıştı. Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun gibi aydınlar hep bu dönemde katledildi. Bunun sonraki 10 yıla hazırlık olduğu 1 Mart 2003 tezkeresi ile ortaya çıktı. Özellikle Uğur Mumcu’nun PKK üzerine yoğunlaştığı ve bir kitap hazırlığında olduğu dönemde şehit edilmesi anlamlıdır. Bugün, bu 60 yıllık plan can çekişiyor. Halk hareketi yükseliyor. Egemenler birbirine düştü ve en önemlisi gladyonun bizzat kendisi olan ABD tüm dünyada hem askeri hem ekonomik olarak yenilgi üstüne yenilgi alıyor. 2010’lar bu sarsıntı ile geçecek olsa da… 2020’ler bizimdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.


Sayfa 6

Sayfa 6

Kara çarşafın kökeni Serdar Kaan KORKMAZGİL

G

Araplarda ne İslam öncesinde ne de İslam'ın ilk dönemlerinde çarşaf giyildiğine dair hiçbir ericilerin bir kesimi çarşafın Ahzap surebilgi-kayıt yoktur. Eski din kitaplarında da nasi 59. ayetinde geçen cilbab olduğunu öne süfaka olarak verilen giysi listelerinde çarşaf rerler. Yalandır. geçmez. Dolayısıyla çarşafın İslam'a çok sonra girdiğinde bir şüphe yoktur. Ahzap 59. Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle Tefsirlerde Ayşe'nin ferace giydiği belirtilir. Nide cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerletekim İfk hadisesini anlatan Ayşe'ye ait hadisrini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarıte de ferace geçer: na, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağış"...Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal orlayıcıdır, çok merhamet edicidir. dunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için Cilbab, dış elbisedir ama çarşafla ilgisi yoktur. diğer konak yerine götürürdü, beni görünce 2 parça değil, tek parça gömlektir ve kadınlar tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na dönecekullanabildiği gibi erkekler de kullanır. Erkekğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyanlerin kullandığına dair hadisler de vardır. İşte dım, hemen feracemle yüzümü örtbiri: tüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, (Cilbabı [gömleği] haram olan erkeğin namazı öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrıkabul olmaz.) [Bezzar] şıyorlardı...." Osmanlı'da da kadınlar ferace giyerlerdi. Ferace, uzun, yakalı, saçları örtecek yaşmağı olan, eteğe kadar uzanan manto benzeri dış giysiydi. Osmanlı'da çarşaf: Çarşafa Osman-


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 7

lı'da 19. Yüzyılın sonlarında rastlanmaya başlanır. Yani Anadolu Müslümanlarında çarşafın tarihi 150 yılı bulmaz. İlk olarak Tanzimat döneminde hacca gidenlerin İranlı hacılardan görerek getirmeleriyle ülkeye girmiştir. Ancak başlangıçta tutulmamış ve din çevrelerince bidat olarak nitelenmiştir. Zaman içinde çarşaf kullananların sayısında artış yaşanmış, 1870'lerde yaygınlaşmıştır. Sultan 2. Abdülhamit tarafından İslam'da yeri olmadığı ve çarşaf giyenin erkek mi kadın mı olduğunun anlaşılmadığı gerekçesiyle yasaklanmıştır. Ancak 1913'de Rumeli'deki Ortodoks ve Yahudilerin giyimlerinden alışkanlık kazanan muhacirlerin göçüyle yeniden yayılmaya başlamıştır. (Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi)

Tabletlerden ortaya çıkarıldığına göre Sümer -Akad döneminde tapınak fahişelerinin yani kutsal rahibelerin örtüleri çarşaf şeklindeydi ve yüzü, başı örterdi. O dönemde halk açık giyerken, fahişeler kapanırdı, aynı Tevrat'ta bahsedildiği gibi. Ta ki Asurlulara kadar. Asur yasalarından anlaşıldığı üzere, Asurlular tam tersini uygulamaya geçtiler. Fahişelerin açık olmasını, fahişe olmayan kadınların ise kapanmasını şart koşar. - İster evli kadınlar, ister dul kadınlar, veya Assur'lu kadınlar olsun sokağa çıkarlarken başlarını açmayacaklardır. Adamın kızları... ya bir şal, ya bir ... veya bir Gulinu ile örtüneceklerdir.

Çarşafın kökeni paganlara dayanır

- Fahişe örtülü değildir, başı açıktır. Örtülü bir fahişeyi gören olursa, onu tutuklayacak, şaMüslümanlara Yahudi ve Hristiyanlardan ge- hitler bulacak; onu saray mahkemesine götüçen çarşafın bu 3 dinle de ilgisi yoktur. Hristi- recek, ziynetlerini almayacaklar, onu yakalayan (sadece) elbisesini alacaktır. (Örtülü fayanlığa ve Museviliğe de paganlardan geçmiştir. Tevrat'ta peçe fahişe giysisi olarak an- hişeye) elli sopa vuracaklar, başına zift dökecekler. latılır. Tekvin/38/14. Tamar üzerindeki dul giysilerini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu. Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlenmesine izin verilmediğini görmüştü. 15. Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.

Aynı Asurluların yaptığı değişiklik gibi zaman içinde Yahudiler ve ardından Hristiyanlar da giyim şeklini değiştirdiler ve örtündüler. İslam'da o yolu izledi. Suriye ve civarındaki gayrimüslim giysileri Müslümanlara da intikal etti ve günümüzde sanki hakiki Müslüman kadın giysisi çarşafmış gibi halka pompalandı. Öyle ki başörtülü, türbanlı hatta pardesülü kadının giyimini bile yetersiz görerek eleştirecek ve çarşafı dayatacak derecede yaygınlaştı.


Sayfa 8

Sayfa 8

Ha gayret Kılıçdaroğlu! Başbakan birinci yardımcısı olacaksın Mehmet ESMER

O

rtalık toz duman rüşvet, irtikap, yolsuzluk diz boyu. Kısacası lağım patlamış vaziyette. AKP iktidarı sallantıda, yıkıldı yıkılacak. Bir fiskelik canı var adeta. Hükümet kendisini tezgaha getiren polisleri görevden almaya yetişemiyor. Neden böyle oldu sorusuna cevabın hattı hesabı yok. En belirgin olanlar ise "Fetullah GülenTayyip Erdoğan arasında iktidar savaşı, yiyicilikte anlaşamadılar, Amerika İran-Türkiye ilişkilerine ayar veriyor" gelsin yorumlar ve analizler. Yandaş ve yalaka basının estirdiği rüzgarın tozu dumanı altında "hizmet eri Fetullah, mağdur Tayyip" eksenli imalat gündemle sistem halk hareketinin gazabından kurtarılmaya çalışılıyor. Ancak halk hareketini bastırmak isteyenlerinde değerlendirmeleri var. 8 Eylül'de Antalya 5. Uluslararası Terörizm Ve Sınır Aşan Suçlar Sempozyumunda konuşan polis şeflerinin değerlendirmelerinden kısa bir özeti buraya alıyorum. En büyük toplumsal olaylardan biri Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü'nden Dr. Murat Gözübenli sempozyumda Gezi Parkı olaylarının ülke tarihinde görülen en büyük ve en geniş toplum-

sal olaylardan biri olduğunu, daha önce hiçbir şekilde bir araya gelmeyen grupların birlikte eylem yaptığını dile getirdi. Gezi eylemlerine 3,5 milyon kişi katıldı Gezi Parkı olaylarının bilançosu hakkında da değerlendirmede bulunan Dr. Gözübenli, 2 aylık sürede Bayburt hariç 80 ilde 4 bin 725 eylem yapıldığını, eylemlere yaklaşık 3 milyon 545 bin kişinin katıldığını aktardı. (Asıl katılımın 11 milyon olarak tespit edildiğini biliyoruz.) Gezi benzeri eylemlere hazırlıklı olalım

Emniyet teşkilatının hazırlıksız yakalandığı Gezi Parkı benzeri olayların her zaman olabileceğini dile getiren Dr. Gözübenli rakamları eksik söylüyor. Polis şeflerinin rakamları söylediklerinin çok üstünde elbette. Medya önünde her şey söylenmeyeceğine göre durum anlaşılıyor tabii. Dikkat


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 9

çeken olgular ise eylemlerde "yan yana gelemez" denilenlerin büyük birlikteliği, yaygınlığıve sürekliliğe yapılan vurgu. Buraya kadar yazılanları Türkiye'nin ana muhalefetle "görevli partisi" CHP liderliği bilmiyor mu, görmüyor mu? dersiniz. Elbette biliyorlar ve görüyorlar. Görevli parti deyimini özellikle yazıyorum, çünkü. Amerikalılarla 3 ayda 4 görüşme

Vatanseverlere bin bir türlü tezgah kurarak esir alan süper Nato görevlisi Fetullahçı çetenin eleTayyip Erdoğan bile Amerika'ya "savaş" açmış- manlarına avukatlık yapan Kılıçdaroğlu'na o yeken CHP liderliği kapıları aşındırıyor adeta. Ön- meklerde havuç gösteriliyor belli ki. cekileri saymıyoruz. 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD'de 23 Eylülde bir heyet Amerika'ya giderek kapıyı verdiği konferansta, "AKP liderleriyle anlaşarak açıyor. Sonrasında sömürge valisi havasındaki Türk Ordusu'nu kafeslediklerini" anlatan CIA elçi Ricci ile gece yarısı otelde bir gizli görüşajanı Barkey, Amerika'nın Sesi Radyosundan me, peşinden Kılıçdaroğlu'nun malum Amerika havucu söylemiş. ziyareti. Bitmedi daha, elçi hazretleriyle gizlemeye ne Amerika'nın Sesi'nden Mehtap Çolak Yılmaz'ın gerek var deyip açık açık tekrar görüşme, rezi- sorularını yanıtlayan Henri Barkey'e göre, Adadansta. let ve Kalkınma Partisi yaklaşan yerel seçimlerHa babam yemek yiyorlar Amerikan elçisiyle. de İstanbul ve Ankara gibi şehirleri kaybedebiYemek müzikleri son günlerde çok revaçta olan lir, ancak yine de bu durum Recep Tayyip Erdoenstrümental parçalar olsa gerek. ğan'ın cumhurbaşkanlığının yolunu tıkamaz ve eğer isterse Abdullah Gül partinin başına geçeNeredeyse iki yıldan bu yana Türkiye'nin dört rek başbakan olabilir". bir yanında Milli Anayasa Forumları yapılıyor on Bu yazının başlığını Kılıçdaroğlu'na başbakan binlere varan katılımlarda yurtsever CHP millet- yardımcılığı önerilmiş olabileceğini düşünerek vekilleri dahil yüzlerce aydının çabası ile ihanet yazmıştım.Bol keseden mi attım acaba. anayasası çöpe atılıyor. CİA şefinin konuşmasında herkesin yeri belirBu mücadeleden ve 19 Mayıs, 29 Ekim, 10 Ka- lenmiş. sım'larda alanlara inen milletten alınan destekle CHP iki belediyelik kapabilir. Milli Merkez kuruluyor. Amerika için sıkıntı yok. Kılıçdaroğlu değil mi Bütün toplantılarda CHP liderliğine vatanımıza ikide bir Tayyip Erdoğan'ı Abdullah Gül'e şikakarşı yürütülen emperyalist saldırganlığı göğüs- yet eden. lemek ve milli bir hükümet kurmak için formüller İstanbul'da hiç yok. "Niçin Türkiye Birleşik Devöneriliyor, çağrılar yapılıyor. letleri" olmasın diyen bir başkan adayı Sarıgül Tık yok. var. Amerikan karşıtlığının yüzde yüzlere vardığı, Havuç var da sopa yok mu denecektir. seçenek yaratmakta en çok zorlandıkları bir dö- Sopaya sonra bakarız. nemde Kılıçdaroğlu hayasızca denecek bir aşkla emperyalist sofralarında arzı endam ediyor. Seçenek yok mu?


Sayfa 10

Biliyorum bu yazıyı okuyanların bir kısmından "ama başka seçenek yok ki, önce AKP yıkılsın da" yollu sızlanmaları duyar gibiyim. Emperyalistlere karşı neredeyse iki yüz yılı bulan vatan ve hürriyet mücadelesinin süreçleri bu yazının çapını aşar. Tek cümleyle ''Tam Bağımsız Türkiye'' bu mücadelenin program özetidir. Uygulayacak kuvvette vardır. Emperyalistler ve işbirlikçilerini bir kez daha "mahv-ı nabut edecek olan bu milletin, son beş yıldır bayramlarını savunarak meydanlarda olan milyonları,özelleştirme yağmasına ve emeğine yapılan saldırıya karşı grevde, direnişte

Sayfa 10

"Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyerek çarpışan işçi sınıfı, ve kamu çalışanları, vatansever bir gençlik ve onun örgütü, saldırı gördükçe büyüyen basın yayın organları, neredeyse altı yıldır Fetullah'çı Süper Nato elemanlarının esir ettiği zindanlarda kahramanca direnerek tertipleri açığa çıkaran, yargılayanları sanık sandalyesine oturtan devrimci aydınlarımız, yurtsever subaylarımız ve en önemlisi milletimizin önüne iktidar seçeneğini yarım yüzyıla yakın tecrübesiyle koyan, öncü parti vardır. O parti henüz size gelmemişse yakındır, kulağınız kapıda olsun.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 11

MHP'liler Öcalan'ın özgürlüğünü mü istiyor? Coşkun TURGUT

B

ildiğiniz üzere Aydınlık Gazetesi ulaştığı yeni bilgilere dayanarak PKK terör örgütünün lideri hakkında yeni bir yazı dizisine başladı. Bu yazı dizisi, Abdullah Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde itiraf ettiklerinin ve devletin karşısında nasıl diz çöktüğünün kısa bir öyküsü gibi. Devletime hizmet etmeye hazırım, örgütü ben hallederim, kürtçülüğü bitiririm, hizmet aşkımı görün diyen Öcalan'ın, aciz portresini çizen Aydınlık; Öcalan'ın özgürlüğünün yolunun yapılmaya çalışıldığı böyle bir dönemde, sistemin itibarlılaştırma çabalarının da haksızlığını tekrar ortaya koyuyor.

nün olmazsa olmaz barış seçeneği olarak dayatılır hale getirdiğini anlatan bu yayınlara , MHP çevresinden tepki gelmesi bir hayli şaşırttı. MHP'ye yakınlığı ile bilinen Ortadoğu Gazetesi Aydınlık'ın yazı dizisini ''Öcalan'ı aklama ve AKP'yi haklı gösterme'' çabası olarak okuyucularına sunarken haberde bir de Doğu Perinçek ile Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını paylaşıyor olması olaya ilgi çekmek ve karamalamaya çalışmak dışında, bu yersiz ve manasız tepki, akıllara şu soruyu getiriyor: MHP'li Ortadoğu, Öcalan'ın özgürlüğünü mü istiyor? Eğer istemiyorsa aklını mı şaşırmış?

AKP'nin, tabiri caizse devletin uşağı olmaya ha- Salt Kürt düşmanlığı yapan ve Kürd'ü kucaklazır adamı ''Kürt sorunu'nun'' çözümü için olmaz- yamayan milliyetçiliğin en az Kürt milliyetçiliği kadar bölücü olduğunu bir kez daha hatırlatalım sa olmaz adam haline getirdiğini ve özgürlüğüen iyisi.


Sayfa 12

Sayfa 12

Tayyip gidici, peki sonrası? Mustafa SOLAK

H

nuz?" sorusunu Kılıçdaroğlu "Hükümetin bileceği iş" diye yanıtlamıştır. "Paralel devlet var mı?" aziran'da ayaklanan halkımız ve Suriye sorusuna karşı "paralel devlet yolsuzluk yapanhalkının gerici ÖSO, El Kaide gibi çetelere karşı lardır" diyerek Erdoğan'ın bile gerisine düşmüş, direnci sayesinde AKP'nin ülke içi ve dışı politi"Cemaat,devlet içinde paralel devlet olmuştur" kalarına önemli bir set çekmiş, ABD gözünde diyememiştir. Kılıçdaroğlu "bakanlar kurulundaki kullanılabilirliği sorgulanmaya başlamıştı. Hazideğişiklikten memnun musunuz" sorusuna randa korku duvarını aşan halkımız Gülen-Gül"hayır yetmez, hükümet istifa etmeli" diyemedi. Erdoğan cephesinde de gedik açarak birbirleriHalk "hükümet istifa" eylemlerine başlamışken ne bakışlarını değiştirmeye başlattı. Deyim yeKılıçdaroğlu kendisine yöneltilen "neden meyrindeyse halkımız birbirine düşürmüştür. Gülen danlara çıkmıyorsunuz" sorusuna da "bu olay kendine bağlı emniyet müdürleri aracılığıyla CHP'ye mal edilir" demiştir. Halbuki muhalefetin operasyona başlamıştır. 17 Aralık tarihi Gülen görevi halk hareketinin içinde yer alarak ve başıve Erdoğan cephelerinin geri dönülemez şekilde na geçerek halka iktidar alternatifi sunmak değil kılıçları çektiği günün adıdır. midir? Kılıçdaroğlu halk hareketinden korkmaktadır. Ekonomik bozukluğun üzerine yıkılmasınErdoğan'ın dokunulamaz adam olmadığı Erdodan ve bunun üstesinden gelecek bir programığan Bayraktar'ın "başbakanın talimatıyla imzalanın olmamasından dolayı halk hareketinden kordım, kendisi de istifa etmeli" sözleriyle ortaya kuyor olmasın? Çünkü duyarlı, ayağa kalkan konmuştur. Bundan sonra Erdoğan'a karşı seshalk ekonomik sıkıntılara çare olamayan CHP'yi ler yükselecektir. AKP'den istifalar başlamıştır. de iktidardan indirebilir diye mi korkuyor? Muhalefetin bu duruma nasıl bakmaktadır? MHP lideri Bahçeli sessizliğe bürünmüş, belki de kaset operasyonunun kendisine uzanabileceğini düşünerek böyle davranmış olabilir. CHP meseleye sadece yolsuzluk cephesinden bakarak yolsuzluk yapanların otaya çıkarılmasının ötesinde "hükümet istifa" diyememektedir. Ayrıca "Erdoğan'ın hedefindeki herkesle işbirliği yapabiliriz" diyen Kılıçdaroğlu Cemaatin bu operasyonlardaki rolüne değinmemekte ve işbirliğinin kapısını açık bırakmaktadır. CHP'nin cemaate dokunmayacağı 25 Aralık tarihinde CNNTürk'te programa katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun sözleriyle netleşmiştir.

CHP ve MHP Haziran ayaklanmasındaki gibi halk hareketinin içinde yer almayacaklarını ortaya koymaktadır. Gülen ve Erdoğan kavgasında bundan sonra hangi senaryolar olabilir ve muhalefet ve halk hangi konumlanmada olmalıdır?

1) Birinci senaryo: Abdullah Gül sessizliğe bürünmüş, Erdoğan'ın karizma kaybıyla yerine AKP'nin başına gelmeye hazırlanmaktadır. Hırsızlıkların sorumlusu Erdoğan görülerek AKP'nin başından uzaklaştırılması ve yerine Gül'ün gelmesi sağlanabilir. Güllü bir AKP'nin Gülen'e bir itirazı olmayacağı ortadadır. Böyle bir durumda Gül'e itirazı olmayan CHP, oy oranı düşmüş AKP ile ittifak kurabilir veya sessiz kalaGazetecilerin "hükümetin istifasını istiyor musurak örtülü destekte bulunabilir.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 13

2) İkinci senaryo: AKP parçalanır. Gül AKP içinden bazı milletvekilleriyle yeni bir parti kurarak başına geçebilir. Böyle bir durumda CHP ile ittifak daha olasıdır. Çünkü üzerinde "gerici", "hırsız" yaftası olmayan yeni bir parti CHP tabanına daha kolay kabul ettirilebilir. 3) Üçüncü senaryo: AKP itibarsızlaşarak küçülür, içinden milletvekilleriyle yeni bir parti kurulur. CHP bu yeni parti ile olmasa da Gülen ve Abdullah Gül'ün açık veya örtülü desteğiyle hükümet kurar.

Görüldüğü gibi senaryoların hepsinde CHP, iktidarın dışında veya bir parçası olarak, sonuçta yeni iktidara açık veya örtülü destek veren bir konumda. Çünkü Gülen'in Erdoğan'la kavgasında CHP oklarını sadece Tayyip'e çevirerek gericiliği diğer kanatları Gül ve Gülen'e toz kondurmadığı gibi "işbirliği yapabiliriz" de demektedir. ABD büyükelçisi ile de sık biraraya gelerek emperyalizmle sıkıntısı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu senaryolara CHP tabanının itirazı olmayacak mı? "Gericiler arasında tercih yapılamaz"

demeyecek mi? Ya da "CHP hele bir iktidara gelsin de....." denilip sineye mi çekecektir. Eğer böyle ise buradan CHP istikrarlı bir iktidar çıkmaz. Çünkü kamuculuktan, aydınlanmacılıktan, bağımsızlıktan yana halk vardır. Halkı pasif, her türlü iktidar alternatifine ikna edilecek bir varlık gibi gören anlayış bir süre sonra halk kayasına çarpacaktır. 2 yıldır milyonları bulan kitlesellikle mücadele eden halk gericiliğe sessiz, piyasadan yana bir CHP'ye de izin vermeyecektir. Halkın karşısına özelleştirmelere tavır alan, kamuculuğa, devletçiliğe sahip çıkan bir anlayışla

çıkmayan CHP iktidar da olsa halkın huzursuzluğuna engel olamayarak itibar kaybedecektir. CHP, arkasında ABD'nin olduğu Gül ve Gülen birlikteliğinden uzak durmalıdır. CHP'nin, MHP'nin kurtuluşu emperyalist senaryolara hayır diyen, laikliğe sahip çıkan, kamucu partilerle ve halk hareketiyle birleşmektir. Gül, Gülen gibi gericilere karşı çıkmayan CHP ve MHP iktidarın bir parçası da olsa bir süre sonra hızla küçülecektir ama halk hareketi kendi iktidarını ortaya çıkaracaktır.


Sayfa 14

Sayfa 14

Cemaat AKP'yi niye öptü? Murat KULA

K

avganın geçmişi eskiye dayanıyor ama gürültüsü yeni çıkıyor.

Peki dershane konusunda ortalık durulmuşken cemaat neden düğmeye bastı?

Adalet Bakanı Sadullah Ergin Hatay Belediye Başkanlığına aday oldu. Dolayısıyla bakanlık Cemaat ile Erdoğan arasında ilk belirgin ters görevini bırakması gerekiyordu. Başbakan ise düşme Mavi Marmara olayında yaşandı. bütçe görüşmelerinin bitmesinin ardından yerel seçimlerde aday olan bakanların yerine yenileriErdoğan'ın Mavi Marmara'ya verdiği destek İsni atayacaktı. Anlaşılıyor ki kendini koalisyon rail operasyonuyla hezimete dönüşünce Fethulortağı olarak gören cemaat Adalet Bakanlığını lah Gülen tarafından açıktan eleştirildi. istedi. Oysa Cemaat'in adliye ve emniyet içindeArdından 2 yıl önce KCK soruşturmasını yürü- ki kadrolaşması uzun süredir Başbakan'ı huzursuz ediyordu. ten savcı Mit Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifadeye çağırdı. Ancak Tayyip Erdoğan gece yarısı çıİki yıl önce Hakan Fidan'ın ifadeye çağırılmasını kardığı yasayla müsteşarını ifade vermekten takip eden hafta İstanbul Emniyetinde üst düzey kurtardı. bir tasfiye gerçekleşmiş ve ismi cemaatle birlikte anılan bazı emniyet müdürleri pasif göreve Geçen yıl "Türkçe Olimpiyatlarında" Başbakan'ın Fethullah Gülen'e yaptığı Türkiye'ye dön atanmıştı. Bu şartlarda Adalet bakanlığını vermek Erdoğan açısından kabul edilemezdi. Erçağrısı aslına bir meydan okumaydı. Gitgide gerilen ilişkiler Tayyip Erdoğan'ın dershaneleri doğan Adalet Bakanlığına çekirdek kadrosundan Bekir Bozdağ'ı getirerek cemaate meydan kapatma açıklamasının ardından kavgaya döokudu. nüştü. Peki, neden şimdi? Öncelikle şu tespiti aklımızın bir köşesine koyalım. Büyüyen hiçbir güç dağılmaz. AKP'nin dağılma süreci geçen yıl 19 Mayıs'ta TGB'nin 19 Mayıs yürüyüşüyle başladı.

Anlaşılıyor ki Erdoğan kimin bakan olacağına ben karar veririm tavrını benimsedi ve cemaat bu operasyonla kimin bakan kalacağına da biz karar veririz mesajını verdi.

Yapılan operasyonda hedef alınan bakanların Erdoğan'ın çekirdek kadrosu olması bir sonraki aşamanın Erdoğan olduğu mesajını veriyor.

29 Ekim'de Ankara'da ilk kez halk, kitlesel olarak biber gazı ve TOMA'lara direndi ve Anıtkabir'e yürüdü. Ardından Aralık ve Nisan aylarında Ancak Erdoğan geri adım atmadı. Hatta karşı Silivri'de direniş iradesi çelikleşti ve GEZİ olayhamle yaparak koalisyonu fiilen bozdu. larında tüm ülkeye yayıldı.

Adalet, Ulaştırma ve Aile Bakanları aday oldukAKP'deki düşüşü hızlandıran ve çözülmeyi başları için değişti bu beklenen hamleydi. latan ise hiç kuşkusuz Gezi eylemleridir. İçişleri, Avrupa Birliği, Çevre ve Şehircilik, Eko-


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 15

nomi Bakanlığı Erdoğan'ın güvenilir isimleriydi ve operasyon sonucu değişti; bu ise cemaatin hamlesiydi.

Peki; Gençlik ve Spor ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji bakanları neden değişti? Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç hükümette Cemaate en yakın isimdi. Koalisyonun bozulduğunun nişanesi olarak bakanlıktan alındı.

Ancak bundan sonra iki taraf da yeni ittifak arayışları içine girecektir. Bu süreçte yeni saf değiştirmeler yeni konumlanmalar beklenmelidir. İdris Naim Şahin ve Erdoğan Bayraktar'ın istifaları bu yönde anlaşılmalıdır.

Ne yapmalı? Hükümetin yarısı yıkılmıştır. Ancak Erdoğan kendiliğinden veya seçim kaybederek iktidarı Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yakın bir bırakmaz. Erdoğan'ın kaderini belirleyecek güç isimdi. Son olarak Hacca beraber gitmişlerdi. halk hareketidir. Ancak hiçbir iktidar alternatifi Onun durduk yere görevden alınması ise Cum- oluşmadan yıkılmaz. Kitleleri harekete geçirehurbaşkanı'na verilen bir mesajdı. cek kıvılcım iktidar alternatifinin oluşmasıdır. Unutulmamalıdır ki devrim bir yıkma eylemi deGelinen noktada Tayyip Erdoğan artık yalnızdır ğil yeniden kurma eylemidir. Yeni hükümet seve bunun farkındadır. Dahası yeni kabineyi çeneği olgunlaştığında ve halk hareketini arkaaçıklamak için gece yarısına kadar beklemesi sına aldığında hiçbir iktidar buna direnemez. yapmayı düşündüğü bazı değişikliklerin CumTencere tava çalanlarla değil halkın parasını hurbaşkanından döndüğünü göstermektedir. çalanlarla mücadele edecek bir milli hükümet kurmak için çalışmak her yurtseverin görevidir. Peki, bundan sonra ne olur? Erdoğan'ın bundan sonra Cemaat'le ittifakı söz konusu olmaz çünkü ortada güven kalmamıştır.


Sayfa 16

Sayfa 16

Sattırmeycez! Ayşe MERAL

A

h yavrıım gözümün nuru yüremin ışığı bidenem torunum, hani sana geçenlede de yazmıştım mekdubumda, dağa çıktıydı işçimiz, kövlümüz . Hökümat dağa çıkmeyene gulek vemeyo, ova da bizi dinlemeyo, bari dağa çıkam da, belkim depeleden sesimiz ta iyi duyulu didik. Yook yavrıım bu hökümat ne işçiyi dinneyo, ne kövlüyü. Eşgiyayı anlayıp dinneyo da, bizi dinnemeyo ! Didiğim didik, çaldığım düdük deyo ! Satçem diyo da başka bişey demeyo ! Sanki bubasından galdı, miresyedi gibi satı savıveriyo milletin malını ! Bubasından galsa bubası mezarından çıkıp kovalaa böyle hayırsızı ! Yavrıım sen de bilip durun, farbikaları, limanları, madenleri, ocakları, ormanlamızı, suyumuzu, dağımızı milletin her bişeyini sattı üç otuz paraya yandeşlene, cavırın ecnebisine! Sata sata bitirdi gari yavrulamızın ekmek teknesini . Ah yavrım Millet ne iş yapcek, ne yiycek ne iççek ? Ne ekcen de, ne biççen ? Özelleştircem deyip, ganimet gibi savurup duru . Sankim işgal kuvvetleri gelmiş de talan eder melmeketi ! Milletin sabrı tükendi, sabır daşı çatledi yav-

rım. İşçilemiz 100 günü geçti ayakta, gari canlara yetti . Yavrıım bak sen şu işe, 3 çocuk yap, 3 öğün sade simit ye deyip milletin gırtlağına dokuz düğüm atanlaa, milletin hakkından kendilene dokuz garın açmışlaa ! Dokuzu da hep aç, yiyip yiyip heç doymemişlee ! Millet ayağına çetik bulamezken, bunna ayakabı gutulana istiflemişle miliyon miliyon dolarları ! Yolsuzluk, ürüşüvet, yağma, talan, ortalık almış başını gitmiş. Nerden buldun diye sordurmeyo da, niye bulundu diye saydırıp duru hökümatın başı ! Yaaa, milletin evlatlanı bübe fişeği ile furduru, kızlı erkekli ayırmadan zopalatıp gazlakene, onnan evlatları panka gibi makinalada para sayıp durumuş ! Hanidir hep bunnarı anlatıp duru diye hapislera attıla ulusalganalımızın gazatacılanı, bak şinci herşeyleri ortalık yere döküldü. Yavrrım, köyde artık herkeşle Ulusalganalı izleyo, kaavede başka ganal açılmeyo . *** Gari evde oturamaz olduk Efe Fatma ninenle, çadırı beklee dururuz evlaatlamızın yanında. 29 Aralıkda miting vaa burda, Sattırmeycez deye . Coni'nin başına çoval geçiren arkedeşlenle beraber geliverisin gari sen de.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 17

Melmekete sahip çıkmak hepimizin boynu borcu. Gari sattırmeycez, yedirmeycez milletin malını, yetimin haggını. Farbikalara madenlere sahip çıkmak, vatana, bayrağa sahip çıkmaktır yavrıım.. Bunna barabar yiyip, sonna birbirlerini yirken, Efe Fatma ninen "yisinle birbirleeni, oh işlee ayna çal çal oyne" deyip, oynadı durdu. Göçmen Baryam da ona alkış dutup,"abe yiyelim içelim çekinmeyelim, abe yiyelim içelim çekilmeyelim"deyip barmak şakletip göbek attı bi haftadır . Efe Fatma ninen, Gıl Emne'ye,"seninkilee malı götürmüş, gidiyolaaa"dedikçe, Gıl Emne hülüüüğ diye ağleyınce, Gıl Emneye gıcık olan Baaddin de:"sus gız, hüykürüp durma pıçakleycem şinci" deyip bıçaklaanı bileyip durdu. Yete gari oynayıp durman didim, köy yanıyo oynencek zaman değil. Yavrım ortalık pis gokudan geçilmeyo, bunna kendileeni gurtarma derdine düşüp, birbirlenin suçlanı, ayıplanı açıp durular. Muhalefetin başı da biri gidekene, aynı yolun yolcusu öbürüne yaneşip duru. Yiyicileen efendisinin gapısına gidip, huzuruna çıkıp duru !

Gel o yanna gitme, orda pislik vaa buleşme diyip duranları da dinnemeyo, burnunun dikine ! Yaa yavrım bunna gidici de yerine ne gelcek asıl mesele bu gari. *** Efe Fatma ninen geldi gine böğün, almış eline süpürgeyi, gari bunnarı süpürme vakti geldi de geçip duru dedi. Galktık gari ayağa, gine sen ben temizleycez bu pisliği deye. Milletcek topunu biz süpürüp atcez deliğe .. Temizlik imandan gelir yavrıım . İmansızla kirlettile koca melmeketi . Yıktılaa Cumhuriyetimizi Gari iş yine millete düştü yavrım. Bunna yıkılıyolaa. Yıkılceklee . Yıkceez. Hepiciğini süpürcez. Yeniden Atatürkümüzün Cumhuriyetini kurcez . Milli hükümetimizi kurcez. Kurcez elbettene. Gözel günne görcez yavrıım . Gözel gözleenden öperim, senin de, Coni'nin başına çoval geçiren arkedeşlenin de Goca ninen Aaşe


Sayfa 18

Sayfa 18

Nazlı Ilıcak'ı ters köşe eden

'tutanak'lar Tekin TEK

Y

ıl 1972. 19 Ekim akşamıydı. Gazeteden eve yeni dönmüştü. Dinlenmeye fırsat bulamamıştı ki kapı çaldı. Açtığında karşısında orta yaşlı bir bayan vardı. -"Bu daire kiralık mı" diye sordu.

Peki gözaltına alınan kimdi, neyin nesiydi? Yazının girişinde ifade edildiği gibi gazeteden eve döner dönmez gözaltına alınmıştı. O bir gazeteciydi. Tek silahı kalemdi. Yazının sonuna doğru kendisini de anımsayacaksınız.... Biz Ziverbey Köşkü'ne dönelim, kaldığımız yerden devam edelim...

-"Hayır" dedi ve kapıyı kapadı.

Gözleri kapalı getirilmişti işkence üssüne. Kan lekeli bir er pijaması verdiler. Üstüne giydi. ArBeş dakika geçmeden yine kapı çalmıştı. Açtıdından önüne düşen saçlarını kestiler, sıfıra tığında bu kez karşısında dört polis vardı. Gözalraşladılar. Bir de el ve ayak bileklerine zincir tına alındı ve meşhur Ziverbey Köşkü'ne (Zihni vurdular. Paşa) götürüldü. Hani o kontrgerillanın işkence merkezi...

Falaka...


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 19

Psikolojik baskı... Dayak... Belki de saklanan işkence yöntemleri... Tam bir ay boyunca...

Her cümlenin sondan ikinci kelimesinin birinci harfi alt alta yazılınca bir mesaj ortaya çıkıyordu: "İşkence altındayım." Gazeteci, işkence altında sorguya tutulduğunu akrostiş yöntemini uygulayarak ifşa etmişti. Nazlı Ilıcak ise farkında olmadan Tercüman gazetesinde işkence belgelerini yayımlamış olmuştu.

Çaresizdi. Ne yapmalıydı nasıl direnmeliydi? Başucuna konan kağıt ve kalemden anlaşılıyordu ki, ifade almak istiyorlardı. O dönemde sorgulamadan, araştırmadan, kişinin görüşüne başvurmaya gerek duymadan gaAma istedikleri gibi bir ifade... zetecilik yaptığını sanan Nazlı Ilıcak hiç değişmemişti. Ilıcak, bugün de savcılar tarafından Nasıl mı? sızdırılan sahte belgeler ve "bilgi"lerle haber yapmaya devam ediyor hala... Suçlamaları kabul eden bir ifade...

Peki bunca işkenceye maruz kalan ve zekice bir Darbe örgütleyen toplantılar ve komünizmi getir- taktikle kontrgerilla ve kalemşörlerini ters köşeme amacı taşıyan... ye yatıran bu gazeteci kimdi? Sonunda istediklerini vermişti ama... Amasına gelmeden önce 15 yıl sonrasına gidelim. Yıl 1986... Tercüman gazetesinde bir yazı dizisi... "12 Mart Cuntacıları" başlıklı... Yazan Nazlı Ilıcak... "Darbeci"lerin ifade "tutanaklarını yayımlamıştı. İşte "darbe"nin belgeleri...

Fakat tam 9 gün sonra Tercüman'da yer alan metnin aynısı Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Ama bir farkla... İşkence altında bu ifadeleri vermek zorunda kalan gazeteci, hem kontrgerillayı hem de Nazlı Ilıcak'ı ters köşeye yatırmıştı. Cumhuriyet'te yayımlanan haberde, metinler akrostiş yöntemiyle verilmişti.

Beş yıl önce 21 Mart 2008 tarihinde Ergenekon tertibi kapsamında gözaltına alınmıştı. İki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 21 Haziran 2010 tarihinde hayata gözlerini yuman o gazeteci, "Ziverbey Köşkü" adlı kitabı yazan İlhan Selçuk'un ta kendisiydi...


Sayfa 20

Sayfa 20

Cumhuriyet Eylemlerinden Haziran Ayaklanması’na Kubilay KIZILDENİZLİ

B

Şimdi hepsinin boynunda o vebal sallanmaktadır, halkın o enerjisini satanlar, heba edenler ir hata iki kez tekrar edilecek mi acaba? Türkiye’nin başına son 5 yıldır gelen ne varsa, Tarih söylendiği gibi tekerrürden mi ibaret? sorumludur!

Sanmıyoruz, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu Sağ-sol kavramı 2007’de nasıl “milli-gayri milli” sananlar “verili koşulların devamından yana ayrımının önüne geçtiyse şimdi de aynı plan uyolanlardır” gulanmaya çalışılmaktadır. Biz ise böyle düşünenlerden değiliz bir başka ifadeyle “kaderci” değiliz, önüne çözüm diye konan paketi bilmeden anlamadan kabul etmeyiz. Neydi o hata, anımsayalım.

Milyonlar 2007’de ayağa kalktı, Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Trabzon, Hatay… Görkemli ve umur dolu bir eylemdi ve hafızlarda Cumhuriyet Eylemleri olarak kaldı. Halk geleceğine el koyuyordu ve gidecek daha çok mesafesi vardı. Dedik ki “tamam gidiyor Türkiye halkının başına Peki, nedir bu “Milli-Gayri Milli” saflaşması ve musallat olan bu çete!” gerekli midir? Ardından sattılar o halkın enerjisini, “sağcılar MHP’ye, solcular CHP’ye” diye.

Gereklidir.

Kimler sattı biliyor musunuz, askeriyle, demok- Ve bu saflaşma emperyalizm çağının en can ratik kitle yöneticisiyle, kürsüleri yönetenlerce… alıcı saflaşmasıdır çünkü mill devletini savunamayanlar üzerinde devrim yapacak bir ülkeye Halkın güvendiği kim varsa, hangi aydın varsa de sahip olamazlar. sattı halkın o enerjisini ve çağlayanlar boş yere denizlere aktı, yok oldu:

Devrimin sathı, milli devletlerdir.

Aradan sıyrılan yine AKP oldu.

Bugün emperyalizmin bu bölme tehdidine karşı


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 21

Türkiye halkını sadece millicilik zemininde birleştirebilirsiniz. Emperyalizmi, tüm milli kuvvetlerle ancak bu zeminde birleşerek kovabilirsiniz. Deniz Gezmiş’in dediği gibi “Sağ-Sol Yok, Boykot var” ve bu günümüzde daha da geçerlidir. Halkın 2007’deki o olağanüstü enerjisini “sağcılar MHP’ye Solcular CHP’ye” ikilemine hapsedenler halk hareketine ihanet etmişlerdir. Peki, bugün durum farklı mı? Bakınız toplumun algısı dönüştürülüyor, Haziran Halk Ayaklanması ABD projelerinin dayanağına dönüştürülüyor.

Bir yandan Mustafa Sarıgül’ün şahsında yürütülen Fettullah Gülen cemaatiyle yapıldığı söylenen oy karşılığı anlaşmalar, diğer yandan HDK (PKK) ile Büyükşehir oyları karşılığında İstanbul’da dört belediyenin PKK’lı adaylara teslim edilmesi planları tam da budur. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi sürüklediği yer, ona biçilen rol emperyalist merkezlerde yapılan planların sonucudur. “Ne olursa olsun AKP’den kurtulalım” planları bile değildir, bu plan ABD planlarının AKP’den sonra kesintisiz uygulanmasının sağlamak amacıyla yapılmış ve uygulamaya konmuştur. Ama bu planlar başarısızlığa mahkûmdur. Aynı 2007’deki gibi.

Dün Ataşehir’de yapılan bir forumda CHP, seçim döneAydınlık Gazetesi mine girdiğimiz bu Genel Yayın Yö18 aylık süreçte netmeni İlker Yübelli ki yönünü Avrasya’dan Emperyalist Batı’ya cel’in sorusu çok anlamlıdır. “Abdocanlar ve doğru dönmüş durumda. Ali İsmail’ler bunun için mi öldüler?” Ulusal ve uluslararası ölçekte yaptıklarına baktı- Bu büyük halk hareketini CHP üzerinden Ameğınızda bu fotoğrafı görebilirsiniz. rikan planlarına kanalize etmeye çalışanlar bilmelidirler ki ne bu halk 2007’deki halktır ne de Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti ve bu ziyarette bu ülkenin vicdanı olan örgütlü devrimcileri bu “Nato’ya ve ABD’ye bağlılık taahhüdü, Fettullah plana izin vereceklerdir. Gülen Cemaati’nin resmi kurumlarıyla ABD’de yapılan toplantılar ve daha bir ay önce ABD Bü- PKK-ABD-Fettullah üçlüsüne hizmet edecek yükelçisi Riccardione’yle Ankara bir otel odasın- hiçbir plana teslim olmayacağımız gibi, bunu da gizlice yaptığı görüşme hep bu toplumu halka anlatmaktan ve bu planı bozguna uğrat“sol”dan ABD projeleri lehine dönüştürme çalış- maktan vazgeçmeyeceğiz. malarının planlarıdır. CHP’nin atanan yöneticileri şunu bilmelidirler, İstanbul’da ise bu plan belediye başkanlığı se- bu planı durduracak örgütlü güç tam karşılarınçimlerinde yürütülüyor, hayat buluyor. da durmaktadır ve bu nedenle kapılar ardında


Sayfa 22

yaptıkları anlaşmaları halka açıklayamamaktadırlar.

Sayfa 22

Bu halk 2013 yılında Atatürk’te birleşerek çözümü zaten önümüze koydu.

Şunu herkes bilmelidir, gizli yapılan her şey ayı- Çözümü ABD’de kapılarında, Fettullah icazetlebını da içinde taşır. rinde, PKK’nın kanlı oylarında arayanlar, bir zahmet dönüp bu fotoğrafa bakınız. Ve biz bu ayıba halkımızı alet ettirmeyeceğiz, Haziran Ayaklanması ile doruğa çıkan taleplerin Gördüğünüz şey ya sizi başı dik bir ülkenin basit ikilemlere sıkıştırılmasına izin vermeyece- onurlu iktidar sahibi yapar yada sizi ezer geçer. ğiz. Bizim size sunduğumuz ikilem de budur.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 23

Doğan Avcıoğlu ve kökleri tarihte devrimci teori Mehmet ULUSOY

K

üresel Karşıdevrimin yarattığı en büyük tahribat, tarih bilincinin yok edilmesidir. "Toplum bilimlerinin tacı", bütün bilimlerin gelişme yatağı tarih, bugünün ve geleceğin aydınlatılması temel amacından kopartılıp adeta bir fanteziye, bir şarlatanlık ve laf ebeliği malzemesine dönüştürüldü. Küreselleşme ve Yeni Ortaçağ teorisyenlerinin en yaman tezgahlarından, ideolojik operasyonlarından biridir bu.

Böylece tarih, emperyalizm ve gericiliğin, bilim düşmanlığının bilinç kirletme ve yalan üretmede keyfince yağmaladığı rastgele bilgiler yığını bir depo olarak görülmekte, gösterilmek istenmektedir. Tahsilli cehaletin ve laf cambazlığının/ şarlatanlığın yüceltildiği bu yeni ortaçağ kültürü; bu küreselci hurafe, eğitilmiş yobazlık nasıl yaratıldı ve egemen hale geldi? Kuşkusuz, neoliberal Küreselleşme programının ilk hedefini oluşturan ulusal devletleri yok etme stratejisi gereği ulusal tarihlerin "gayrimeşru", "ırkçısoykırımcı", "uydurma" ilan edilmesiyle başladı süreç. Bu, aynı zamanda, aydınlanma akılcılığının ve çağdaş evrensel tarihin ve tarih anlayışının da tersyüz edilmesi, hatta inkar edilmesiydi. Küresel karşıdevrimin ideolojik ve kültürel teorisi postmodernizmin, akılcılığı ve bilimselliği reddederken, bilimsel düşüncenin temel mantığı olan nesnellik ve nedensellik ilkesini, yani tarihselliği, tarihin ileri doğru akışını da reddeden

tezleri, bu küresel projenin ideolojik-felsefi temelini oluşturuyordu. Türkiye'de ise, bilim ve tarih dışılık, bu neoliberal-postmodern teorilerle tanışmadan önce nesnel olarak oluşmuştu. Özellikle 1970'lerden sonra Türk solunda maceracı-anarşizan eğilimlerle birlikte gelişen ve genel olarak tarihe karşı ilgisizlik, dolayısıyla kendi ulusal tarihimizden kopma ve ona karşı önyargılı yaklaşımlar, bu tarih dışılığın düşünsel ve kültürel zeminini oluşturuyordu. Ne var ki aynı anlayış, ulusal tarih ve kültüre sırt çevrilirken Avrupa, Rus tarihlerini öğrenmeye önem veriyordu. Tarihsel nedensellik-


Sayfa 24

Sayfa 24


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 25

ten kopan bu anlayış, 1990'larda neoliberalizm ve postmodernizmin sistemleşmiş teorilerinin etkisiyle birleşince daha da pekişti. Batı merkezci neoliberal tarihçiliğe Türk aydınındaki bu özenti, genlerimizde güçlü bir şekilde var olan ve henüz temizlenmemiş Tanzimatçılığın yeniden canlanmasıydı. Solun bir kısmının neoliberalizm ve postmodernizmin etki alanında liberal sol ve neosol olarak yakın tarihte geçirdiği dönüşüm sonucu, artık, ne Türkiye sosyalizm tarihinin, ne 200 yıllık çağdaşlaşma ve Türk Devrimi tarihinin ve hele hele ulusal tarihin, Türklerin tarihinin hiçbir önemi kalmadı! Aydınlanma düşmanlığının temel düşünsel kaynağı Nietzsche'nin "Tarih ve gelecek yoktur, yaşanan an her şeydir" sözü ya da liberalizmin büyük ideologlarından Karl Popper'in tarihselliği ve nedenselliği otoriterlik ve totaliterlik olarak gören ve reddeden yaklaşımı tarih yıkıcılığının yol gösterici ilkeleri haline geldi. Liberal sol çevrelerin bu yeni dönemde; teorilerinin temeline tarih bilimini, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi koyan Marks, Engels ve Lenin'i, oturttukları baş köşeden kovarak, yerine Nietzsche'yi, Popper'i, Foucault'u yerleştirmeleri bu açıdan öğreticidir.

siz, ama gerçekte Türk Devriminin ve Türklerin büyük tarihini yazmaya gömülmüş, derin, hummalı bir çalışma içindedir; ve zamanla dört nala yarışmaktadır... Çünkü o, Türk Devriminin ve Türk aydınının nerede tıkandığını, neyin araştırılıp ortaya çıkarılması ve bilinçlere kazınması gerektiğini çok iyi biliyordu. Evet, bu olağanüstü birikimli, çok yönlü, çalışkan ve üretken büyük devrimci, Doğan Avcıoğlu'ydu. Avcıoğlu, 12 Mart darbesinden 1983'te ölümüne kadarki 12 yıllık ömründe; 1974-75'te 3 ciltlik Milli Kurtuluş Tarihi (1839-1995) ve 1978-1982'de 6 ciltlik Türklerin Tarihi'ni yazarak Türkiye devrim tarihine yeri doldurulmaz eserlerle büyük katkılar yaptı.* Sanki bugünleri görmüştü; bütün enerjisini, iradesini, yakalandığı kansere rağmen, bu tarihsel görevini tamamlamaya yoğunlaştırmıştı. *Türklerin Tarihi'ni bugüne kadar 5 cilt olarak biliyorduk; 6. Cildinin de bulunduğunu sevinerek öğrendik, yayımlanmasını dört gözle bekliyoruz.

27 Mayıs Kurucu Meclis'inde yer alan, 196267'de Türkiye'nin en büyük aydınlanma atılımı Yön dergisi ve Yön Hareketine önderlik eden, yöneten Avcıoğlu, 1968'de yayımladığı Türkiye'nin Düzeni kitabıyla 68 Hareketinin ateşleyicisidir. Sosyalist Kültür Derneği'nin kurucuların1960'ların devrimci yükselişindeki seçkin yeri dandır. 1960'lara damgasını vuran teorik ve pratik çalışmaları, Avcıoğlu'nun seçkin devrimci Türk solu, 1970'ler ve 80'lerde, ulusal değerler- kişiliğinin somut göstergesidir. Bu çalışmaların den, ulusal kültür ve tarihten kopup uzaklaşırtarihsel önemi, özellikle bugünden bakıldığında ken ve tarih konusunda derin bir cehalet içine çok daha iyi anlaşılmaktadır. Gerek Yön Hareyuvarlanıp kırk dokuz parçaya bölünürken... Bir ketindeki önder rolüyle, gerekse Türkiye'nin Düaydın vardır, görünüşte köşesine çekilmiş, ses- zeni kitabı ve Devrim dergisindeki yazılarıyla


Sayfa 26

Sayfa 26

Kemalizm ve Sosyalizm arasında Milli Demokratik Devrim temelinde kurduğu köprü, kopmaz bütünlük, günümüzün devrimci strateji ve programına da yol gösterir niteliktedir. Özellikle, Yön Bildirisi ve Yön dergisi ile, sosyalist, halkçı ve milliyetçi Türkiye'nin bütün ilerici potansiyelini temsil eden aydınları ortak bir dergi çevresinde ve düşünsel eksende birleştirmesi, bugünkü ulusal devrimci birliğin Türkiye'ye özgülüğünün modelini oluşturmuştur. Avcıoğlu'nun, Kemalizm ve Sosyalizm ilişkisini en iyi ve kapsamlı ortaya koyan Milli Kurtuluş Tarihi kitabının, özellikle Türkiye'nin ulusal yıkım ve sömürgeleşme tehdidiyle yüzyüze geldiği son 15 yıldır, yurtsever, ulusalcı aydınların temel başvuru kaynaklarından biri haline gelmesi bir tesadüf değildir. Avcıoğlu'nun "Kemalist sosyalizm" projesi ve MDD Türk Devrimini, Kemalizmi sosyalizme bağlayan bu süreklilik ve bütünlük, 1960'lar Türkiye devrimci hareketinin bütün öncü kadrolarının büyük ölçüde benimsediği bir gerçeklikti. Bu, aynı zamanda antiemperyalizm ve çağdaşlaşma olarak algılanan Türk milliyetçiliği ile sosyalizm arasındaki kopmaz bağı da açıklıyordu. Avcıoğlu'nun buradaki, onu herkesten bir adım öne çıkaran seçkin yeri, sosyalizmi Türkiye'nin özgünlüğüne dayandırmadaki bilinçli ve kararlı tavrı, dahası Türkiye toplumunu ve tarihini bizzat araştırmaya yönelerek pratikte de kanıtlamış olmasıdır.

Avcıoğlu'nun devrim projesini "Kemalist sosyalizm" olarak tanımlaması; Türkiye'nin milli Demokratik Devrimi olan Kemalist Devrimi tamamlayarak"arasız" sosyalizme ilerlemenin en özgün ifadesiydi. Bu tanımlamanın kökleri, 1910'lardaki Selanik İşçi Federasyonu'na bağlı –İttihat ve Terakki'nin desteklediği- Rasim Haşmet, Ali Canip (Yöntem), Kazım Nami (Duru), Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Zekeriya Sertel'lerin temsil ettiği Türkçü-halkçı sosyalistlere

kadar dayanır. Daha yakın tarihteki doğrudan devamlılık ilişkisi ise, Yön Hareketi'nin, Şevket Süreyya Aydemir'lerin 1930'larda çıkardığı sosyalist Kadro dergisi ve Kadro Hareketi ile olan benzerliğidir. Özetle Avcıoğlu'nun düşünceleri ve eserleri; Türkiye'nin, kendine has, ulusal ve toplumsal dinamiklerine dayanarak ancak başarılabilecek bir sosyalizm modeli için temel bir başvuru kaynağı olduğu kesindir. 12 Mart kırılması ve solun Kemalist Devrim mirasından kopması 12 Mart'a giden süreçte; haklı olarak, 27 Mayıs'ın devrimci enerjisinin "Filipin tipi demokrasi"ye, yani göstermelik demokrasiye feda edildiğine inanan Avcıoğlu, yarım kalan 27 Mayıs Devrimi'nin "asker-sivil aydın zümre"ye dayanarak daha köklü bir atılımla tamamlanmasını hedefliyordu. Ne var ki, Jön Türk geleneğinin, aydına, gençliğe ve askere dayanan devrim mo-


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 27

delinin 27 Mayıs'la birlikte sona erdiğini "Son Jön Türk" Doğan Avcıoğlu göremedi. Çünkü kapitalizm ve kapitalist piyasa ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, işçi sınıfı ve diğer toplumsal sınıflar eylemleriyle birlikte tarih sahnesine siyasi bir özne olarak çıkmaya başlamıştı. 1968'lerde yükselen köylü hareketleri, öğretmen ve memurların kitlesel eylemleri, 15-16 Haziran işçi direnişi bunun somut ve en çarpıcı kanıtlarıydı. 12 Mart yenilgisi ile birlikte asker ve sivil aydın kesime dayanan devrim modeli sona eriyordu. 12 Mart deneyimi, Doğan Avcıoğlu'nun da Kemalist ve sosyalist devrimci çevreler üzerindeki siyasi etkisini bir dönem için bitirdi; ve bu dönem 1971'lerden 2000'lere kadar sürdü.

solun geniş bir kesimi Kemalist Devrim mirasından ve ulusal tarihten kopmaya başladı. 1970 ve 80'lerin tablosuna bakıldığında denebilir ki, gerçekte "gözden düşen" Avcıoğlu değildir, Kemalizm-sosyalizm birlikteliği ve sürekliliğidir, ulusal devrim mirasıdır; geçmiş devrimci mirasa sahip çıkma temel devrimci ilkesinin terk edilmesidir. Yani sorun, solun savrulduğu; tarihine sırt çeviren, Kemalist Devrim mirasını küçümseyen yanlış ideolojik ve siyasi hattır. Derin tarih bilincinden çıkan dahice öngörüler

30-40 yıl sonra bugün daha yüksek bir bilinçle geçmişe baktığımızda ise, siyasi yenilginin Avcıoğlu olağanüstü entelektüel enerjisini hiç düAvcıoğlu'nun siyasi olarak gözden düştüğü 12 şürmediğini aksine daha da yükselttiğini görüMart süreci, ya da 12 Mart kırılması, aynı zamanda Kemalizm ile sosyalizm arasında köprü- yoruz. Çünkü, 30 yıl sonraki bugünü öngörebilen Avcıoğlu, strateji ve program olarak haklı lerin yıkılması süreciydi. Bu kırılmayla birlikte,


Say覺 1, Ocak 2014 Sayfa 28


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 29

olduğuna kuşkusuz inanmaktadır; ancak sorun dayandığı toplumsal sınıflar, yöntemler ve taktiklerdedir. Bu taktik hatalarının da, öyle anlaşılıyor ki daha sonra görmüştür. Bu ruh hali ile 1960'lardaki en temel tartışma konularını araştırıp aydınlatmaya yoğunlaşır; ve büyük ölçüde de başarılı olmuştur.

Avcıoğlu'nun bu kahince öngörülerinin neredeyse tamamının bugün bire bir gerçekleştiğini söylemeye bile gerek yok. Yukarıda belirttiğimiz gibi Avcıoğlu'nun tarihçiliği, tarihe odaklanması, hayatın dışında, soyut bir tarihçilik değildi; aksine hayatın ihtiyaçlarından kaynaklanıyordu. 1960 ve 70'lerin toplumsal, siyasi pratiğinin aynı zamanda bir sonucuydu diyebiliriz. Yani Avcıoğlu, araştırma konularının öncelik-sonralık sıralamasında da, araştırma konusunu ele alırken de Marksist (Tarihsel Materyalist) bir yöntem izlemiştir. Öncelikle somut ve en yakıcı sorun ele alınmıştır. O yıllardaki önemli tartışmalardan biri, ATÜT'çü İdris Küçükömer ve yandaşlarının, -bugün de Halil Berktay, Taner Akçam vb'lerin savunduğu- Kurtuluş Savaşı'nın İngilizlere karşı antiemperyalist bir savaş olmadığı, bir Türk-Yunan savaşı olduğu tezi üzerineydi. Yani sorun, Türkiye'nin son iki yüzyıllık yarı sömürgeleşmesine karşı antiemperyalist ve ulusal bağımsızlık mücadelesi tarihinin niteliklerinin bütün yönleriyle açıklığa kavuşturulmasıydı.

Sosyalist ve Kemalist sol ise, onu 30 yıl geriden izlemektedir. Avcıoğlu Türkiye'nin tarihi ile önümüzdeki devrim süreci arasında öylesine güçlü bir bağ kurar ki, Milli Kurtuluş Tarihi başlığının altına "1838'den 1995'e" diye yazar. Kendisi 1983'te ölen bir insan bunu niye yapsın? Çünkü, Türkiye'nin yarı sömürgeleşme sürecini ve hangi dinamiklerle bundan nasıl kurtulunabileceğini çok iyi bilmektedir; öngörülerinde de o kadar emindir. Kitabın önsözünde belirtiyor: "[İnönü] 1963'te imzaladığı Ankara Antlaşması'nda Lozan'da mücadeleyle elde edilen haklardan vazgeçmiş, Avrupa ekonomik Topluluğu içinde serbest ticareti kabul etmiştir. 1995'lerde Türkiye, Avrupa'nın Ortak Pazar'ı olacaktır."(1) I. Cildin önsözünde 1974'te yazdığı şu dahice Bu iki yüz yıllık tarihin emperyalizm öngörüyü neye borçluyuz; elbette derin tarih (karşıdevrim) ve devrim dinamiklerinin gelişim bilgisine ve tarih bilincine: tarihinin yazılması o kadar önemliydi ki, Türkiye 1 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul Matba- devriminin bütün stratejik, siyasi, programatik ası, İstanbul 1974, s. XII. temelleri, kökleri bu tarihin içinde gömülüydü. Bu nedenle Avcıoğlu "Milli Kurtuluş Devrimi'nin "Türk işçileri Avrupa yolunu tutarken, yakın bir daha yazılmadığı inancındayız" derken çok gelecekte Avrupalı işadamları ve levantenler haklıydı. yeniden kıyı şehirlerimizi dolduracaklar. Tanzimatçı Ali Paşa'nın projesi, günümüzün koşulla- Batı merkezci ATÜT'cü tarihçilik ve bilimsel rında gerçekleşebilecektir. Avrupalının ikinci tarihçilik sınıf saydığı sanayi ile Avrupa insanının dinlendirme ve eğlendirme sanayi ülkemizde kurula- Avcıoğlu'nun buraya kadar anlatmayı denediğicaktır. Enternasyonalist sermayenin çok milletli miz çalışmalarının esasını, devrimci siyasi faalişirketlerinin planlarına göre ekonomi gelişecek- yetlerini saymazsak, Türklerin tarihinin son iki tir. Türkiye Avrupa'nın parçası olacak, fakat Av- yüz yıllık yakın tarih kesiti oluşturuyordu. Oysa, rupa'yla eşit olmayacaktır. Bağımsızlığın yerini gerek Türkiye'nin ve onun içinden doğduğu, bin yıllık tarihe damgasını vuran Selçuklu ve Osuyduluk alacaktır."(2) manlının toplumsal-ekonomik, kültürel yapısı, gerekse Selçuklu ve Osmanlı toplumlarının 2 Avcıoğlu, age, s. 15.


Sayfa 30

oluşmasında belirleyici rol oynayan Türk kavimlerinin İslam ve İslam öncesi gelişim dinamikleri incelenmeden yakın tarih de sağlam temeller üzerine kurulamazdı. Daha da önemlisi, bugüne kadar Türklerin tarihi üzerine bir çok araştırma, inceleme yapmış ve Batılı tarihçilerin Batı merkezci ırkçı yaklaşımları bütün bu tarih yazımlarına derinlemesine sinmiştir. Örneğin, 1960'ların Osmanlı ve Asya toplumları üzerine tartışmalarda, Batı merkezci tarihçiliğin tipik ifadesi olan Asya Tipi Üretim Tarzı'nı (ATÜT) savunan İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu'ların ileri sürdüğü tezlere göre, Doğu toplumları merkezi despotiktir, durağandır. Batı'daki gibi feodalizm yoktur, kapitalizm ve özgür bireyin gelişmesine elverişli değildir. Temel çelişme, merkezi devlet bürokrasisi (kapıkulu) ile çevre (halk) arasındadır. Bugün Kemal Karpat, Şerif Mardin gibi liberal ve gerici tarihçiler, bu tezlerle, AKP iktidara gelişini, çevrenin merkeze (bürokratik seçkinci, vesayetçi sınıfa) karşı "devrimi" olarak selamlıyorlar. Arnold Toynbee gibi Batı merkezci tarihçiliğin temsilcileri, Avrupa ile Doğu toplumları arasındaki iddia ettikleri "değişmez" farklılığa dayanarak, Doğu toplumlarında, akılcılığın, kapitalizmin ve demokratik devrimlerin imkânsız olduğunu savundular. Bu teze göre Doğu toplumlarının kendi geleneksel kültürleri içinde kalıp, Batının bilim, sanayi ve teknolojisine karşı Do-

Sayfa 30

ğu'nun, "manevi değerlere dayanan" geleneksel kültür ve tarımı esas alan bir işbölümüne razı olması, "bu kendine özgü kültürüyle övünme" ama zinhar bilimi öğrenmeye kalkmaması gerektiği teorisini işlediler. Günümüzdeki postmodernizmin teorileştirdiği "kültürelcilik", Huntington'ın Medeniyetler Çatışması olarak kitabını yazdığı "kültürler çatışması" tam da bu değil mi? Oysa, Marks'ın Avrupa'da kapitalizmin ve feodalizmin gelişmesinden bazı biçimsel farklılıkları vurgulamak için kullandığı ve ayrıca incelenmesi gerektiğini belirttiği Asya Tipi Üretim Tarzı diye bir şey yoktu. Bütün farklılık, feodal üretim ilişkilerinde, merkezi feodal devlet otoritesi ile yerel feodal otoriteler (derebeylikler) arasındaki ilişkinin farklılığından kaynaklanıyordu. Bütün bu nedenlerle, Batı merkezci tarihçilik, Avcıoğlu'nun altını çizerek belirttiği gibi "antiemperyalist bir bilinç ve bilimsel yöntemle" mahkum edilmeden Türklerin ve Asya uluslarının gerçek tarihinin yazılması mümkün değildi. Ve bu tarih, Avcıoğlu'nun vurguladığı ve Atatürk'ün öncülük ettiği gibi antiemperyalist devrimci bir bilinçle yazılabilirdi. Atatürk'ün tarihçiliği, Osmanlıcı tarihçilik ve Türklerin Tarihi İşte Avcıoğlu, Batı merkezci tarihçiliğe karşı, aynı zamanda Atatürk'ün de vasiyeti olan bu devrimci görevi üstlenir. Bilindiği gibi Atatürk'ün


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 31

gösterdiği için Türklüğü güçlendiren bir din olmuştur' denilerek İslam öncesi ve İslam sonrası birbirine bağlanır. (...) Atatürk döneminden farklı olarak kültür ve uygarlık birbirinden ayrılır. (...) Türk düşüncesinin temellerinde 'beylik gururu' bulunduğu anlatılır. Eski Türk topluluğunda toprak ve öteki alanlarda özel mülkiyetin var Bilindiği gibi, Kemalist Devrim, Kurtuluş Savaşı olduğu açıklanır ve özel mülkiyetin kişi hak ve ve Cumhuriyet'in ilanından sonra ikinci büyük özgürlüklerinin garantisi olduğu özenle vurgulaatılımını 1930'larda gerçekleştirdi. Tarih (Türk nır. Eski Türklerde güneşin doğduğu yer, 'sol' Tarih Kurumu), Dil (Türk Dil Kurumu), Bilim ve kutsal sayıldığı halde, bu 'sağ kutsaldır' diye (universite reformu), Kültür (Halkevleri) çalışçevrilir."(3) maları ve Planlı Devletçilik bu atılımın ana momentleridir. Hepsi de birbirini tamamlayan, zo- 3 Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, s. 23-24 (dipnot). runlu kılan; aydınlanmacı (laik), bilimsel, halkçı ve kamucu nitelikteki bu devrimci paket, özellik- 1960 ve 70'lerdeki fikri tartışmaları yaşayanlar, Osmanlı ve Türk tarihi üzerine tezlerin ideolojik le Türk ulusal tarihinin emperyalist yalan ve çarpıtmalardan, Eski Ahit (Tevrat) tarihçiliğinin ve siyasi oluşumlar üzerinde ne kadar etkili olduğun bilirler. İşte Avcıoğlu'nun yaptığı, tarih devamı Osmanlıcı hurafe ve uydurmalardan arındırılarak bilimsel bir temele oturmasının gü- üzerindeki gerici gölgeleri, hurafeyi, çarpıtmaları ve cehaleti temizleme girişimiydi. vencesini oluşturuyordu. Nitekim 1930'larda yayımlanan Türk Tarihinin Anahatları ve ilköğ"Tarihsiz ulus" Türklerin büyük tarihi retim ve liselerde okutulan 4 ciltlik Tarih kitabı bu bilimsel-laik ulusal tarih anlayışının ürünü Avcıoğlu Türklerin Tarihi'ne girerken Birinci Cilidi. din girişinde, Emperyalist, gerici, Osmanlıcı vb Ancak 1940'lardan sonra, bir yanıyla Turancılı- bilimsel olmayan tarih anlayışlarının eleştirel toplu bir bilançosunu çıkarır. Şöyle der orağa, diğer yanıyla Türk-İslam Sentezi'ne dayanan ırkçı ve gerici tarih anlayışlarının egemen da: "Atatürk'ün uygarlık içinde bir yer arama çabası, Osmanlı ve Batı düşüncesine karşı bir hale gelmesiyle 1930'lardaki antiemperyalist bilimsel tarihçilik adım adım tasfiye edilerek ye- tepkiden kaynaklanır. 18. yüzyıldan sonra dünniden Batı merkezci bir eksene kayıldı. 1970'le- ya egemenliğine yönelen Avrupa için, 'Dünya Tarihi', Batı Avrupa tarihi diye anılır. Avrupa re gelindiğinde İbrahim Kafesoğlu'ların temsil ettiği tarihçilik, artık Amerikan güdümlü milliyet- ulusları tarihsel uluslardır; ötekiler 'tarihsiz ulusçiliğin savunduğu Türk-İslam Sentezci bir çizgi- lar'dır. Engels bile bazı yazılarında, Hegel'in etkisiyle, 'tarihsel uluslar'ın yanı sıra, gerici ve ye girmişti. Avcıoğlu Türklerin Tarihi'nin I. Cildinde bu bilim dışı tarihçiliği çok öğretici bir bi- yok olmaya mahkum 'tarihsiz uluslar' ile barbar uluslardan söz eder."(4) çimde şöyle özetler: 1930'larda önderlik ettiği, Türk Tarih Kurumu'un 1932 ve 1937'de iki büyük uluslar arası kongre ile belgelenen Türk Tarih Tezi çalışmalarının amacı da aynıydı: Batılı tarihçilerin Türkleri ikinci sınıf gören ve aşağılayan tezlerinin çürütülmesi.

"1976'da Lise I'de okutulan KafesoğluDeliorman tarihinde Orta Asya'ya verilen pay büyük ölçüde genişletilir. Sümer ve Hititlerin Türk kökenli olmasından vazgeçilir. Tarih, 'İslamcı', 'Türkçü' görüşle işlenir. 'Yalnız İslam dini Türklerin çok eski inançlarıyla uygunluk

4 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Birinci Kitap, Tekin Yayınevi, İstanbul 1999, s. 7-8. Atatürk'ün Misakı Millici / "Türkiyeci" milliyetçiliği ve Türk kimliğinin siyasi niteliği Türklerin Tarihi, bugünkü; a) Türk siyasi kimliği-


Sayfa 32

Sayfa 32

dele ulusal bir çerçeve içinde veriliyor ve belki daha uzun bir süre verilecek. (...) Dünya kapitalist sisteminin zincirlerini kırarak iç pazarı bağımsızlaştırmak ulusal bir görev. Fakat günümüzde bağımsız ve bütünleşmiş bir pazarın kapitalist pazar olma olanağı yok. Bu görev sosyalizmi kuracak toplumsal güçlere düşüyor. Proletarya iç içe geçmiş, daha doğrusu bütünleşmiş ulusal ve toplumsal devrimi, iç ve dış bütün antiemperyalist güçlerle elele, kendi öncülüğünde gerçekleştirme durumunda. İşte özde sosyalist böyle bir milliyetçilik söz konusu. Özellikle, Orta Asya'yı anayurt olarak gören Tu- Günümüzde başarılı devrimleri ve en köklü dörancı tarih anlayışına karşı, Kemalizmin Anado- nüşümleri böyle bir milliyetçilikle sosyalizmi bülu (Türkiye) merkezli milliyetçiliğini özenle vur- tünleştiren uluslar gerçekleştirdi. ..."(6) gular. Türklerin Tarihi, bir bakıma baştan sona, 6 Avcıoğlu, age, s. 86-87 (dipnot). neden 20. yüzyılın başına kadar millet olmadığını, olamadığını kanıtlamaya dayanır. Aynı şey Sovyet coğrafyasındaki, Orta Asya'daki Türk toplulukları için de geçerlidir."Atatürk'ün tarih savı, Milli Misak sınırları içindeki 'Türkiye halkı'nın tarihini kurmayı amaçlar. CHP programı vatan kavramını, 'topraklarının derinliklerinde yapıtlarıyla, bugün üstünde yaşanan siyasal sınırlarla çevrilmiş kutsal yurt' diye tanımlar. Turancı anlayışta ise vatan, 'tutsak Türklerin' yaşadıkları alanları da kapsar. (...) Türk tarih savında, Orta Asya, Türklerin geçmişte yaşadıkları yurttur. (...) Turancı tarih 'tutsak Türklere' ağırlık verir. Atatürkçü tarih, bugünkü Türkiye toprakları üzerindeki bütün geçmiş tarihe sahip çıkar; Hitit, İyonya vb uygarlıklarını benimser; Turancı tarih ise, yadsır."(5) ni, bu siyasi kimliğin tarihte oynadığı önemli rolü küçümseyen neoliberal tarihçiliğe; b) Milletlerin ve Türk milletinin tarihsel, çağdaş bir olgu olduğunu reddedip, Türklerin tarihin başından beri millet kimliğine sahip olduğunu iddia eden ırkçı-Turancı milliyetçiliğe; ve c) Uluslaşmayı reddeden, İslam ümmetini böldüğünü iddia eden, birliğin ancak İslam kimliği ile mümkün olduğunu savunan şeriatçılara karşı 30 yıl önceden verilmiş en kapsamlı bilimsel cevaptır dersek pek yanılmış olmayız.

5 Avcıoğlu, age, s. 29. Son olarak, Avcıoğlu'nun, Türkiye solu ve milliyetçilik konusunda son derece yetkin, kavratıcı, ikna edici şu değerlendirmesiyle makalemizi noktalayalım: "Milliyetçiliğe, bugün ona en az layık olanlar sahip çıkmaya çalışıyorlar. İlerici çevrelerde ise milliyetçilik genellikle kuşkuyla karşılanıyor ve biraz 'demode' sayılıyor. Oysa toplumsal müca-


Say覺 1, Ocak 2014 Sayfa 33


Sayfa 34

Sayfa 34

Muz Cumhuriyetinin Muz Mahkemeleri Av. Sedef ÜNAL

A

nayasa Mahkemesi'nin, Mustafa Balbay'ın tutukluluğuna ilişkin vermiş olduğu ihlal kararı gündeme "bomba" gibi düştü. Ardından Balbay'ın tahliye edilmesi ile, yıllardır süren esareti, "Özel Yetkili Mahkeme"nin Balbay hakkında verdiği 34 yıllık mahkumiyet kararı kesinleşinceye kadar, son bulmuş oldu.

olacaktı. Fakat "Yüksek" Mahkeme, dünya hukuk tarihinde bir ilke imza atarak, temel hak ve özgürlüklerle ilgili vermiş olduğu iptal kararının, bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine hükmetmiş, bu bir yılda yasama organına düzenleme yapmak için süre tanımıştı. Anayasa Mahkemesi'nin, kendisini adil bir mahkeme olarak lanse etmeye çalışırken aslında iktidara süre vererek hukuksuzluğun devamına yol açtığını, bununla beraber tahliye kararının önünde engel olmadığını ve mutlaka verilmesi gerektiğini, fakat yerel mahkemenin bu bir yıla sığınarak tahliyeleri reddettiği için, hukuki bir skandalın söz konusu olduğunu ifade etmiştik.

Hatırlatmak isterim ki, Anayasa Mahkemesi, Temmuz ayında vermiş olduğu kararda, Terörle Mücadele Yasası kapsamındaki suçlar isnat edilen sanıkların tutukluluk süresinin iki kat olarak uygulanmasına ilişkin düzenlemeyi iptal etmişti. Böylece, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer Anayasa Mahkemesi'nin tutukluluk süresini on alan maksimum tutukluluk süresinin beş yıl olayıla çıkartan yasa maddesini iptal kararından bileceğine ilişkin düzenleme, herkes için geçerli


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 35

sonra, CMK'daki beş yıllık sürenin uygulanarak, bu süreyi aşan tutukluluğu bulunan sanıkların derhal tahliye edilmesi gerekirken, hukuk yine uygulanmamış ve tahliye talepleri reddedilmiştir. Hukuk davası değil intikam ve muhalifleri etkisizleştirme operasyonu olan Ergenekon (ve türevi) davalardaki "mahkemelerin", siyasi hesaplara ters düştüğünde emredici hükümleri uygulamayacak kadar adları gibi "özel" oldukları bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 5 Ağustos 2013 günü özel yetkili mahkemenin kararını açıkladığı gün, henüz karar verilmeden önce, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları doğrultusunda müvekkillerimizin tahliyesi için tahliye dilekçelerimizi sunmuştuk. "Mahkeme" heyeti, dilekçelerimizle ilgili herhangi bir ara karar tesis etmeden telaşla nihai kararı açıklamaya başlamıştır. O gün Ulusal Kanal ekranlarında da ifade ettiğim gibi, hukuken kendilerine dayanak yapacakları kavram "hükmen tutuklu" kavramı olacaktır. Ceza Hukuku doktrininde mevcut olmayan bu kavram, Yargıtay'ın son yıllardaki kararlarında dillendirilmekte, yerel mahkeme tarafından karar verilen dosyalarda tutuklu bulunanların artık "tutuklu" statüsünde değil "hükmen tutuklu" statüsünde oldukları, dolayısıyla maksimum tutukluluk sürelerinin hesaplarında bu periyodun göz önüne alınmayacağı ifade edilmektedir. Bunun anlamı, dosya Yargıtay aşamasında iken yıllarca bekletilerek sanıkların tutukluluk hallerinin devam ettirilebileceğidir! Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması da hukuken kılıf bulmuş olacaktır. Gerçi yerel "Mahkeme" tahliye taleplerinin reddi gerekçesinde henüz bu kılıfı kullanmamış, iptal kararının yürürlüğünün ertelenmiş olması noktasına bel bağlamıştır. Dönelim Balbay kararına...Anayasa Mahkemesi gerekçesinde, Anayasa'nın seçme ve seçilme, siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67. Maddesine, tutukluluk süresiyle ilgili de 19. Maddesine aykırılık olduğuna karar verdi. Öncelikle belirtmek gerekir ki, hukuken hiç kimse-

nin özgürlüğü diğerininkinden daha değerli görülemez. Bir milletvekilinin siyasi faaliyette bulunma hakkı olduğu kadar, diğer insanların da aynı hakkı bulunmaktadır; siyasi faaliyette bulunmak milletvekillerine özgü bir hak değildir. Siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlali belirlemesinin milletvekillerine özgü imiş gibi yorumlanması, aynı davada iki siyasi parti genel başkanının (Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan) da bulunduğunu hatırlarsak, açıkça hatalı olmasının yanı sıra ayıptır. Bundan başka, Anayasa Mahkemesi'nin Balbay kararında tutukluluğun makul süreyi aşması sebebiyle de ihlal kararı vermiş olması, Temmuz ayındaki kararını destekleyen mahiyettedir. O karardan itibaren beş yılını dolduran tüm tutukluların tahliyesi gerekirken, Anayasa Mahkemesi'nin yürürlüğü bir yıl erteleyen skandal kararına sığınan tahliye taleplerinin reddi kararları ile, Ergenekon tutsakları hala esaret hayatlarına devam etmektedirler. Cumhuriyet yıkıcısı olduğunu tespit ettiği iktidar partisinin kapatılması yerine Hazine yardımının budanması şeklinde yaptırımı uygun gören "Yüksek Mahkeme"nin kararları ve yorumları, bizi artık şaşırtmamaktadır. Hukuken, Temmuz 2013'teki Anayasa Mahkemesi kararı ile tutukluluk süreleri beş yıldan uzun süren herkesin derhal tahliyesi gerekirken halen esaret altında bulunan Ergenekon tutsaklarının, Balbay'ın tahliyesinden sonra tutsaklıklarının devam etmesi skandal üstüne skandal olacaktır.


Sayfa 36

Sayfa 36

İsmet Paşa ve çok partili demokrasi Dr. M. Galip BAYSAN

S

on günlerde Siyasi partilerimizin Orduya karşı yaptıkları, daha çok planlı ve şov amaçlı çıkışlarında bol bol demokrasi kavramını kullanmaları bizi hem memnun ediyor, hem de üzüyor. Mutluluğumuzun nedeni, artık siyasilerimiz ve ulusumuzun hiçbir engel tanımadan yıllarca büyük özlem duyduğumuz çoğunlukçu demokratik sisteme olan bağlılıklarını vurgulamalarıdır. Üzüntümüzün nedeni ise; bütün pozitif iddialara rağmen, lider kadroların bırakın Türk Ulusunu, kendi partilerinde bile demokratik açılım yapmayı başaramamaları ve lider saltanatının alabildiğine genişletmeleri ve partilerini diktatörce yönetmeleri olmuştur. Bilindiği gibi çağdaş bir demokrasi ülkemizde büyük tereddütlerden sonra ve çok zor şartlar altında ve Türk Ordusu tarafından kurulmuştur. Atatürk'ün çok istediği çok partili demokratik düzen; 1924 yılı Kasım ayında kurulan ve 1925 Haziran ayında kapatılan"Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" ve Temmuz 1930'da kurulup aynı yılın Aralık ayında kendini fesheden "Serbest Cumhuriyet Fırkası" denemelerinden sonra bir daha gündeme getirilmedi. Her iki denemenin başarısız olmasının en önemli nedeni, İrtica tehdidi ve yapılan İnkılâpların "Şeyh Sait" ve "Menemen" isyanları gibi gerici ayaklandırmalara karşı korunma mecburiyetiydi. Atatürk'ün ölümünden hemen sonra başlayan

2.nci Dünya Savaşı ve ülkenin içinde bulunduğu zor şartlar, Türkiye'de çoğunlukçu demokratik düzene geçiş çalışmalarının ertelenmesinin nedeni oldu. Savaşın son yıllarında bütün dünyada yeniden alevlenen özgürlükler ve çoğunlukçu demokrasi anlayışı Türkiye ve Türk liderlerini de etkiledi. Bu konuda özellikle Devlet Başkanı İsmet İnönü'nün tutum ve davranışları sonucu etkileyen en önemli faktör olmuştur. Çok partili siyasi düzene geçişin hikâyesi oldukça ilginçtir. Biz bu yazı dizisi içinde sizlere bu ilginç hikâyeyi belgelere dayanarak anlatmaya çalışacağız. Savaşın sonuna doğru Türkiye'nin politikası iyice belirginleşmiş ve Türkiye Batılılar tarafına kaymıştı. 1944'te Mihver devletleriyle ilişkiler kesildi ve yeniden düzenlenecek Birleşmiş Milletlere üye olabilmek için 23 Şubat 1945'de Almanya'ya savaş ilan edilerek bir gün sonra (25 Şubat 1945'de) Birleşmiş Milletler Beyannamesi imzalandı. Savaş sonunda Türkiye, askeri, sosyal, siyasi ve en önemlisi de ekonomik menfaatlerinin Batı Dünyasında olduğunu anlamıştı. Bu nedenle milli menfaatlerini geliştirmenin en iyi yolu, Batı Dünyasına daha fazla yaklaşmaktı. İtalya ve Almanya gibi ülkelerdeki tek parti idarelerinin ortadan kalkması, Birleşmiş Milletlere giriş ve batıya daha fazla yaklaşma Türkiye'de tek parti rejiminin temellerini sarstı.(1) Birleşmiş Milletler Anayasasını kabul etmekle Türkiye bu anayasasının demokratik prensiplerine uygun, daha hür bir rejime geçmeyi taahhüt


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 37

etmiş oluyordu. San Francisco'da, 25 Nisan–25 Haziran 1945 tarihleri arasında, daha önce Yalta Konferansında kararlaştırılan esaslar dahilinde Birleşmiş Milletler Anayasasının hazırlanması için yapılan konferansa katılan Türk delegesi, Reuters Ajansı muhabirine Türkiye'de Cumhuriyet rejiminin siyasi bakımdan kesinlikle modern demokrasi yolunda ilerlediğini, Türk Anayasasının en ileri ülkelerin anayasaları ile kıyaslanabileceğini, hatta bazılarından üstün bile olduğunu belirtiyor ve harpten sonra Türkiye'de her türlü demokratik cereyanların gelişmesine müsaade edileceğini söylüyordu.(2)

1945 yılı 23 Şubatta Türkiye'nin Almanya'ya savaş ilan ettiğini ve bunun Birleşmiş Milletlere katılma şartlarından biri olduğunu biliyoruz. Bu olaydan iki hafta kadar önce 4–11 Şubat 1945 tarihleri arasında Kırım'ın Yalta şehrinde Müttefikler arasında bir toplantı yapılmıştı. Bu ünlü toplantıda Boğazlar konusunda "statünün Sovyet Rusya lehine değiştirilmesine, bu meselenin Dışişleri Bakanları tarafından ele alınmasına, bu durumdan Türkiye'nin de haberdar edilmesine" karar verildi.(3) Bu konferansın hemen ardından Sovyetler 19 Mart 1945'te, 1925 tarihli Türk-Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık pakt'ını feshettiler ve Türkiye'ye bir nota verdiler. Bu noBu mesajdan anlaşılacağı gibi, Türkiye batıtada; "özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında ya, "biz batılılaşma yolundayız ve demokratik ortaya çıkan esaslı değişmeler sebebiyle, bu yaşama geçişte ileri hamleler yapmak istiyoantlaşma artık yeni şartlara uymamakta ve ciddi ruz" derken, hür-liberal batılı ülkelerin merkez değişikliklere ihtiyaç göstermekteolarak oluşturulacak yenidünyada kenarda kal- dir" deniliyordu.(4) Unutmamak gerekir ki feshemak istemediğini de ortaya koyuyordu. Bunun dilen antlaşma en büyük nedeni CHP liderlerinin Demokrasi bir "ittifak" veya "işbirliği" antlaşmasını dearzusundan çok ülkenin karşı karşıya olduğu ğil,"saldırmazlık" antlaşması idi ve Sovyetler siyasi gelişmeler ve yeni Süper Güç Sovyetler gelecek amaçları için, uluslararası yasal bir Birliğinden gelen tehdit'ti. sorumluluktan kendilerini sıyırmak istiyorlardı.


Sayfa 38

Savaşın sonlarına doğru Türkiye'nin sivil-asker yöneticileri bütün dikkatlerini Sovyetler-Alman muharebeleri üzerinde yoğunlaştırmışlardı. 1944 yazında Almanya'nın askeri durumu iyice kötüye gitmeye başlayınca, Türkiye müttefikler ile ilişkilerini düzeltmek için 2 Ağustos 1944'te Almanya ile diplomatik münasebetlerini kesti. Ancak Sovyetlerin Türkiye'yi savaşa sokma arzusu gerçekleşmemiş ve bu ülke ile ilişkiler soğumaya başlamıştı. Sovyetlerin Doğu Avrupa'da gittikçe tek hâkim güç haline gelmeleri, Türkiye'yi fazlasıyla ürkütüyordu. Bu nedenle 1944 sonbaharında İngilizler Yunanistan'a asker çıkarmaya başladıkları vakit, Türkiye bundan memnunluk duymuş ve Balkanlarda Yunanistan'la yeniden işbirliği sağlamak için, 12 ada üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını Yunan Hükümetine bildirmişti.(5) 1945 yılı 7 Haziranında Sovyetler Türk Hükümetine bir nota vererek korkulan talihsiz hamleyi yaptı. Türk Hükümetinin 4 Nisan'da antlaşmanın yenilenmesi için yapılacak teklifleri hüsnüniyetle tetkike hazır olduğunu belirten yumuşak notasına verilen bu cevapta Sovyetler bu ittifakın şartı olarak Kars ve Ardahan bölgelerinin Rusya'ya terki ile Boğazlarda Sovyetlere üs verilmesini ileri sürdüler. Molotov notayı veren Türk Büyükelçisine, "Bu toprakları size 1921'de terk ettiğimiz zaman Sovyetler Birliği zayıftı" demiştir.(6) Boğazlar meselesi aynı yıl 17 Temmuz–2 Ağustos tarihleri arasında Berlin yakınlarında Potsdam'da yapılan Konferansta da ortaya atıldı. Konferansın ilk günlerinden itibaren Sovyetler İtalyan sömürgelerinden biri vasıtasıyla Akdeniz'e yerleşmek ve boğazları kontrol etmek istediklerini belli ettiler. Bunun üzerine Churchill, Sovyet isteklerinin, Bulgaristan'a Sovyet kıtalarının yığılmasının ve Sovyet basınının Türkiye'ye karşı hücumlarının bu ülkede büyük bir korku ve endişeye sebebiyet verdiğini, Rusya'nın boğazlar meselesini Türkiye ile baş başa kalarak çözümlemeye çalışmasını tasvip etme-

Sayfa 38

diğini belirtti. Molotov cevabında, Türkiye'nin kendisinin Rusya ile ittifak için teşebbüse geçtiğini, Rusya'nın da şart olarak sınırların tashihini yani Kars ve Ardahan'ın Ruslara verilmesini ileri sürdüğünü, çünkü bu iki bölgenin 1921 Moskova Antlaşmasıyla Rusya'dan koparılıp alınmış olduğunu söyledi. Boğazlarda üs meselesine gelince, Molotov, bunda bir gariplik olmadığını, zira Türkiye ile Çarlık Rusyası ile 1805 ve 1833'de aynı nitelikte antlaşmalar imzalandığını ifade etti. Churchill de buna cevap olarak "İngiltere'nin Türkiye'yi bu Sovyet isteklerini kabule zorlamayacağını" belirtti.(7) Konferansta Rusların isteği kabul edilmedi. Amerika ve İngiltere, Ruslar için ancak Boğazlardan tam geçiş serbestîsine sahip olmasına taraftardılar. Mesele hakkında karar alınmayıp, her devletin kendi görüşünü Türkiye'ye bildirmesine karar verildi.(8)


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 39

İyi ki Bilimsel sosyalistim Meftun BULUNMAZ

K

afasında ilk düşüncelerin nasıl oluşmaya başladığını hatırlamaya çalıştı. Zengin ve yoksul çelişkisi ile başlayan, sistemi sorgulamaya kadar giden düşünceler. Panait İstrati, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kafka, Turgenyev, Dostoyevski gibi yazarları okudukça; bugüne kadar doğru bildiklerini sorgulamaya başladığını farketti. En sarsıcısı; Marksist felsefe ile, giderek yeni bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren sosyalizm ile tanışması oldu.

rine, Çin'de hem İngiliz, Japon, Amerikan Emperyalistlerine, hem de Guomindang hükümetine karşı savaşarak sosyalizmi uygulamaya geçmişlerdi. Hepsinin ortak yanı, bir yandan Milli Bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı verirken, ülke içindeki gerici ve işbirlikçilere karşı savaşarak yeni bir dünya inşa etmeleriydi. Hepsi de emperyalist kuşatma altındaydı. Ama, tek bir sosyalizm tanımı ve uygulaması yoktu. Üstelik, bazılarında burjuvalaşma ve kapitalist sisteme geri dönüş başlamıştı.

Bu sırada Aydınlık Hareketi ile tanıştı. Diğer sosyalist hareketlerden farklı olarak; hem sosyalizmi savunuyor, hem Milli Demokratik Devrim İyi de; sosyalizmin ustaları ve uygulayıcılarını diyerek sosyalizme geçişi sanki öteliyordu. Hep, farklı farklı yorumlayan siyasi hareketlerinhemen sosyalist devrime geçmek savunulurpartilerin hangisi veya hangi ülkenin sosyalizm ken. Kurtuluş Savaşı ile ülkemizin İngiliz Emuygulaması daha doğruydu. Sovyet Devrimi mi, peryalizmi'ne karşı verdiği destansı mücadele Arnavutluk, Küba, Vietnam örneği mi, Çin'in ve Kemalist Devrim'in 6 Ok ilkesi parti prograköylü ayaklanması olarak yorumlanan eşsiz demının en başına yazılmıştı. "Bağımsızlık, Devneyimi mi, hangisi? rim, Sosyalizm" temel slogan ve ilkeydi. Sosyalistler Rusya'da; Çarlık yönetimine, Arnavutluk'ta İtalyan faşizmine, Küba'da Amerikancı Batista hükümetine, Vietnam'da önce Fransız, sonrada Amerikan emperyalistle-

Önce; yurdumuz Amerikan boyunduruğundan kurtarılacak, sonra 1938'lerden başlayarak karşı devrimin saldırıları ile geriletilen ve yıkılan Kemalist Devrim ta-


Sayfa 40

Sayfa 40

mamlanacak, böylece açılan demokratik ve öz- şartlara göre gelişen, değişen, kendi diyalektiği gürlük kanalları ile sosyalizme doğru yol alına- içinde tarihsel materyalist düşünceyi savunan caktı. Kısaca, hoppala sosyalizm yoktu. bir ideoloji değil miydi? Demek ki, önce ulusalcı, sonra evrenselci oluBu kadar mı? Hayır; sosyalizme yapılan teorik nacaktı. İlk iş; emperyalizmin ülkemize saldırırkatkılarla, Marks'ın 19 yy. için geçerli olan ama ken hedef aldığı, Mustafa Kemal ve devrimleriemperyalizm çağına uymayan görüşleri yerine, ne, ulusal bayrağa, ulusal kimliğe, vd. sahip çıayağı ülkesine basan, kendi milli mücadelesin- kılacaktı. den dersler çıkaran, emperyalizmin tek kutuplu dünyasına karşı, ezilen dünya gerçeği ile politi- Önce; Mustafa Kemal'in yaptığı gibi işbirlikçi ka üreten, yeniden milli kurtuluş savaşları dösaltanat yıkılacak, bağımsızlık kazanılacaktı. neminin başlayacağını Sonra da; yarım kalöngören politikaları mış, sekteye uğratılmış hem savunuyor, hem 6 Ok olarak tanımlanan ülkenin gündemine sodevrim ilkeleri uygulakuyordu. nacak, yıkılan Cumhuriyet yeniden kurulacak, Peki, Enternasyonalizm liberalizmin bütün uyneresindeydi bunun? gulamaları yürürlükten Yani, sosyalizmin temel ve hafızalardan kazınailkelerini mi inkar etmecak, insanca ve dayaliydik? O zaman sosyanışmacı bir kültür oluşlist olunabilir miydi? turulacak, eşit ve paylaYoksa, parti sağa kayıp şımcı ilişkiler yeniden sosyalizmden vaz mı canlandırılacak, insana, geçiyordu? Bayrak, ordoğaya, çevreye aykırı du, andımız, Türklük, gelişme modellerine ulusallık savunularak son verilerek, tarımsal, solcu, sosyalist olunabiköysel, kentsel yapılaşlir miydi? ma yeniden ve uygar bir düzenlemeye gidileEnternasyonalizm, yani cekti. Bunlar yapılırken, evrenselliği savunabilemperyalizmin tüm ahmek için önce bir ulusal lakı, kültürü, kurumları, devletinin olması gerekilişki biçimi devletin alt tiğini öğrendi. Evrenselve üst kurumlarından liğe ne/kim olarak katılabilecektik yoksa? Butemizlenecek, geri dönüş yolları tıkanacaktı. nun için önce milli kimliğine, kültürüne, değerlerine, en önemlisi tarihine sahip çıkmak gereki- Sonrasında, bu uygun koşullarda sosyalizme yordu. Küresel denen, emperyalizmin tek kugeçiş için toplum hazırlanacak, adım adım sostuplu dünyasında milli kimliğini inkar etmek, yok yalizm inşa edilecekti. olmak, hiç olmak demekti.5 Durdu, düşündü ve kendi kendisine gülümsedi: "İyi ki Aydınlıkçı olmuşum, iyi ki Bilimsel Sosyalizme gelince; durağan, değişmez, bir sosyalistim" dedi. dogma, tanrı buyruğu olmayan, güne, ülkeye,



“HATIRLA, HATIRLA MAYIS’IN 27’SİNİ”

Mayıs ayında, belki de pek çoğumuz tarafından bilinmeyen adıyla, İnönü Gezi Parkı’nda başlayan sonrasında yurdun dört bir yanına yayılan eylemler, acı sonuçları kadar renkli görüntüleriyle de dikkat çekti.

Ersoy MÜNEVİS

E

ylemcilerin, polis’ in orantısız güç kullanımından zarar görmemek için yararlandığı gaz maskeleri, baretler ve deniz gözlükleri kadar göze çarpan diğer bir malzeme ise aslında bir çizgi roman eseri olan V for Vendetta’nın kahramanı “V”’nin kullandığı “Guy Fawkes” maskeleri idi. Hikâyesini Alan Moore’un yazdığı, David Lloyd'un ise çizgileştirdiği, kahramanıyla aynı ismi taşıyan çizgi roman, 2005 yılında ABD – Almanya ortak yapımı olarak sinemaya uyarlandı. Film 2006 yılında gösterime girdikten sonra V’nin dünya kamuoyunun daha geniş bir kesimi tarafından tanınır hale gelmesini sağladı. Uluslararası hasılatı 130 milyon doları aşan filmin bu başarısının ve V’nin dünyanın büyük bir kesimi tarafından tanınır hale gelmesinin belki de en önemli sebeplerinden biri, özgürlük peşinde olan kitlelere ilham kaynağı olmasıydı. Filmin Türkiye afişinde kullanılan “Sonsuza dek! Özgürlük!” sloganı, Larry ve Andy Wachowski biraderlerin senaryolaştırdığı filmin verdiği ilhamın kısa bir özeti niteliğindeydi.


Geleceğin İngiltere’sinde (2020) geçen filmde, diktatör bir rejime karşı tek başına başkaldıran V’nin, bu başkaldırısının toplumsal bir hale gelişi konu edilir. Film; Hugo Weaving’in canlandırdığı V’nin, yine Natalie Portman’ın canlandırdığı Evey Hammond’u kurtarmasıyla başlasa da asıl hikâye, derin bir yapı tarafından teröre maruz bırakılan İngiltere’de, baskıcı bir yönetimin; medyanın da büyük katkılarıyla, halka kurtarıcı gibi sunularak, iktidara gelmesinin sağlanmasıyla başlar. V hem bu derin yapının yarattığı terörün mağdurlarından hem de diktatör rejimin yarattığı baskı ortamının tüm İngiltere halkı gibi muhataplarından biridir. Oynanan oyunu ilk o fark eder ve ilk o başkaldırır. Remember, remember, the fifth of november! (Hatırla, 5 Kasımı hatırla!) sloganıyla diktatör yönetime karşı bir takım eylemler gerçekleştirirken, halkın da harekete geçmesini sağlar. Hem bu slogan hem de yüzünde bulunan maske ile 5 Kasım 1965 tarihinde, Muhafazakâr Kral I. James ve tüm aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihinde “Barut Komplosu” olarak bilinen Parlamento binasının bombalanması girişiminin kahramanı Guy Fawkes’i diğer bilinen adıyla Guido Fawkes’i işaret eder. Guy Fawkes; 13 Nisan 1570 tarihinde İngiltere’nin York şehrinde doğmuş Katolik bir İngiliz askeriydi. 1593’te Katolik olmuş ve İspanyol ordusunun Hollanda da bulunan birliğine katılmıştı. 1604’te yurduna döndüğünde Robert Catesby ile tanıştı ve birlikte “Barut Komplosu” olarak bilinen planı hazırladılar ve planın gerçekleşmesinde aktif olarak rol aldı.


Sayfa 44

Barut komplosu; İngiltere devlet yönetiminde ve Katolik monarşik rejimde devrim yapmak amacındaki on iki devrimcinin her sene Ekim veya Kasım ayında Westminister Sarayı’ndaki İngiliz Parlamento binasında düzenlenen aristokrasi zirvesinde, kimi iddialara göre binanın havaya uçurulmasını, kimi iddialara göre ise Kraliyet ailesini ve Protestan devlet adamlarını etkisiz hale getirmeyi ve halkı ayaklandırmayı hedef alan bir girişimdi. Eylemcilerden birinin saray çevresinden tanıdığı bir yakınına 5 Kasım 1605 günü saray çevresinde olmaması yönünde ki uyarısının kraliyet çevrelerine sızması sonucu Guy Fawkes 5 Kasım gece yarısı parlamento binasının mahseninde bol mik-

Sayfa 44

tarda dolu barut fıçısı ile yakalandığı iddia edilmektedir. Yakalanan Guy Fawkes, ağır işkencelere maruz kaldıktan sonra mahkemece vatan hainliğinden idam edilmesine karar verilmiş ve 31 Ocak 1606’da Westminister Sarayının hemen karşısında asılarak idam edilmiştir. Guy Fawkes’in İngiliz tarihinin en büyük “vatan haini” olduğu söylense de kimi çevreler tarafından da, onun bu eylemlerinin baskıcı bir yönetime karşı reform hareketi girişimi olduğu da iddia edilir. Günümüzde, her yıl 5 Kasım gecesinde Birleşik Krallık ve krallığa bağlı diğer eyaletlerde eylemin başarısızlığa uğratılması, belki de politik özelliği unutulmuş olacak ki eğlence amacıyla şenliklerle kutlanır. Guy Fawkes Gecesi, Kutlama Ateşi Gecesi, Havai Fişek Gecesi, Barut Gecesi ve Komplo Gecesi isimleriyle de anılan şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve Guy Fawkes maskesi takılmış saman dolu kuklalar yakılır, Fawkes maskeli çocuklar sokaklarda dolaşarak “Penny fort the Guy?” (Guy için bir kuruş lütfen?) diyerek para toplarlar.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 45

Elbette ki filmin kahramanı V, İngilizlerle aynı fikirde değildir. O, Fawkes’in diktatör bir yönetime karşı reform ve özgürlük mücadelesi veren bir kahraman olduğunu düşünmektedir. Filmin unutulmaz sahnelerinden birinde kullandığı sözleriyle özgürlük hareketinin gerekliliğini, özgürlüğün hayati öneme sahip olduğunu ve özgürlüğü kısıtlayan kişi ve etkenlere karşı dikkatli olunması gerektiğini vurgular. O; özgürlüklerin korkulara kurban edilmemesi gerektiğini, insanların hükümetlerinden değil, hükümetlerin insanlardan korkması gerektiğini öğütler.

“Hatırla, 5 kasım gecesini hatırla Barutu, ihaneti ve komployu Hiç bir neden bilmiyorum ki gerektirsin Barut komplosunun unutulmasını” kurşun girmiştir ama fikirlerine kurşun işlememiştir.

Bu yönüyle V dolayısıyla Guy Fawkes;, toplumsal otoritenin, zorbalığın, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini reddeden ancak ülkemizde yaygın görüşle terörizmle eş değer görülen anarşizminde sembolü haline gelmiştir. Öyle ki otoriter rejimlere karşı yapılan eylemlerin birçoğunda bu maskeyi kullanan eylemcilere rastlamak mümkündür. Neredeyse her bir sahnesi şiirsel bir anlatımla sarmalanmış filmin sonunda V, halkın korkularından sıyrılmasını, derin uykulardan uyanmasını sağlamış, özgürlük için gereken temelleri atmıştır. Bir sene önce sadece kapalı devre TV yayını yapan yayıncı kuruluşu basarak duyurduğu, 5 Kasım’da Parlamento Binası önünde toplanılması isteği, halk tarafından, gereken desteği görmüş ve binlerce kişi diktatörü devirmek üzere ve yüzlerinde Guy Fawkes maskesiyle asker barikatını da aşarak parlamento önünde toplanmıştır. V diktatörden intikamını aldığı halde, yaşamını yitirmiştir. O maskenin altında etten daha fazlası vardır, bir fikir vardır ve vücuduna onlarca

Filmin en önemli repliklerinden birinde söylediği “Bize insanları değil fikirleri hatırlamamız söylendi. Çünkü bir adam yenilebilir, yakalanabilir, öldürülebilir, unutulabilir. Fakat bir fikir 400 yıl sonra bile hala dünyayı değiştirebilir.” şeklinde ki sözlerle anlattığı gibi, kendisi ölmüştür ama o özgürlük fikrini bir kere yeşertmiştir.


Sayfa 46

Sayfa 46

Artık korkun kalmadı, özgürsün...

Aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız gerçekleri öğrenmişsinizdir...

Binalar semboldür, yok etmenin bir sembolü. Sembollere insanlar güç verir, tek başına semboller anlamsızdır, ama yeterli sayıda insanla binaları (sembolleri) havaya uçurmak, dünyayı değiştirir.

Bu maskenin altında bir yüz var. Ancak benim değil. Ne altındaki kaslardan daha benimdir o yüz, ne de altındaki kemiklerden. Bu maskenin altında etten daha fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var, Bay Creedy! Ve fikirlere kurşun işlemez!

Hep daha fazlasını istediğimiz için elimizdekileri kaybettik. Bay Creedy!

Cahilliklerini örtmek için fazla konuşmak ve bilgili gibi gözükmek isteyenlerin yaptığı tek şey saçmalıktır.

Çalmak malın sahibinden olur. eleştirenden çalamazsın, benim yaptığım sadece temizlemekti..

Çünkü sözler yerine kaba kuvvet kullanılabilse de kelimeler kudretini hep koruyacaktır ! Kelimeler anlama ulaşmanın yollarını ve dinleyenlere hakikatin telaffuzu gösterir.

Dans edilemeden yapılan devrim yapılmaya değer değildir.

Dünyadaki herkesin isteyeceği bir şey biliyorum: Özgürlük!

Eğer bir konu hakkında bilgin yoksa ve bunu söyleyemiyorsan yapacağın en doğru şey susmaktır.

Fazla konuşmak insanın ne kadar fazla bilgisi olduğunu değil sadece ne kadar geveze olduğunu gösterir.

Gerçeğin gücü ile yaşadığım sürece kainatı bile fethedebilirim...

Hareketinizden suçlanacak biz değiliz... Bunu kanıtladınız... Bu yüzden kötülüğün üstüne şeker serpeceğiz...

Hatırla, hatırla, 5 Kasım gününü hatırla, patlamayı, ihaneti ve komployu, bu ihaneti unutmak için hiçbir neden bulamıyorum.


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 47

İnsanlar hükümetlerinden değil, hükümetler insanlardan korkmalıdır...

Kimliğimi ve ne olduğumu başarıyla gizlemem sadece amacıma hizmet etmek içindir...

Konuşmaya çalışılan her yerde coplar söz alıncaya kadar sözler her zaman gücünü korumaya devam eder...

Korku, bu hükümetin esas aracı haline geldi.

Özgür olmak herkesin hakkıdır ama özgürlükleri kısıtlamak sadece tanrının elinden gelir.

Rastlantı diye bir şey yoktur. Rastlantı aldatmacası vardır.

Şiddet iyi yönde kullanılabilir.

Tanrı gibi ben de işimi şansa bırakmam ve rastlantıya inanmam...

Ve sen bütün alçaklığını ortaya çıkardın ve yine sen kutsallığı kullanarak eziyet ettin. Aziz kılığına girerek şeytanın rolünü üstlendin.

Verilecek tek karar intikamdır. Bir kan davası, ve bir amacı var boşuna değil. Değerler ve dürüstlük vakti geldiğinde kazanacak, ve zulüm son bulacak biliyorum.

Yeryüzündeki tek gerçek mutluluk, kendi sahte kimliğimizin zindanından kaçabilmektir.

Bize insanları değil fikirleri hatırlamamız söylendi. Çünkü bir adam yenilebilir, yakalanabilir, öldürülebilir, unutulabilir. Fakat bir fikir 400 yıl sonra bile hala dünyayı değiştirebilir. Fikirlerin gücüne ilk elden tanık oldum. Fikirler uğruna ölen ve öldüren insanlar gördüm. Ama bir fikre dokunamaz, tutamaz hatta öpemezsiniz. Fikirler kanamaz, acı çekmez ve sevmezler. Ve özlediğim şey bir fikir değil, bir adam. 5 Kasım’ı bana hatırlatan adam... Asla unutmayacağım adam...

Bir insanı öldürebilirsiniz, işkence yapabilirsiniz ama fikirlerini asla değiştiremezsiniz.

Affetmek iyi insanların, intikamıdır...

Çünkü o haklıydı. Bu ülkenin şu anda bir binadan fazlasına ihtiyacı var. Bu ülkenin umuda ihtiyacı var.

Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ölmeyi tercih ederim.

Dünyanın iyi yönde değiştiğini hiç görmedim...

Siyasiler gerçeği saklamak için, sanatçılar gerçeği ortaya çıkarmak için yalan söylerler...


Sayfa 48

Sayfa 48

Kuantum ışınlanma rekoru kırıldı! Peki sırada ne var? BİLİM TEKNOLOJİ

U

luslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip, Kanarya Adaları'ndan La Palma ve Tenerife arasında bir kuantum bitini (qubit) tam 143 km'lik uzaklığa ışınlamayı başardı. Dikkate değer olan bu uzaklık aynı zamanda alçak yörünge uydularının dünyaya olan uzaklığına eşit. Yani başka bir deyişle artık teorik olarak uydu tabanlı bir kuantum iletişim ağının kurulmaması için hiç bir sebep kalmadı. Işınlanma denildiğinde aklını

za hemen Star Trek ve Chocolate Factory'deki ışınlanma sahneleri gelmesin. Fakat konsept hemen hemen aynı. Temel olarak bilim adamları La Palma'da bazı fotonları yoğunlaştırarak çok güçlü bir lazer yardımıyla bu fotonlardan birini Tenerife'deki alı cıya gönderiyor. Daha sonra bu ilk fotonun kuantum seviyesi değiştiğinde, ikinci fotonun kuantum seviyesi de 143 km uzakta olmasına rağ-


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 49

men herhangi bir gecikme olmaksızın ışıktan daha hızlı bir şekilde değişiyor. Yani burada fiziksel bir maddenin ışınlanmasından değil, maddelerin kuantum seviyelerinin transferinden bahsediyoruz.

Teorik olarak kuantum ağına bağlı olan her işlemci ya da bilgisayar yoğunlaştırılmış fotonlar aracılığıyla bu ağdaki diğer tüm bilgisayarlara anında bağlanabilir. Bir sonraki aşama ise ışınlanan qubitleri alabilen ve iletebilen bir uydu fırlatmak olabilir. Bu tabi ki kolay bir işlem değil ve büyük ihtimalle önümüzdeki bir kaç yılda olamayacak, fakat buna rağmen teknolojilerimiz Peki bu rekorun bize ne faydası olacak? hızla ilerliyor. Sadece iki yıl önce Çinli araştırBununla ilgili en basit uygulama kuantum krip- ma ekibinin kuantum ışınlanmasında kırdığı rekor 16 km iken, bu yılın ilk çeyreğinde kendi tografi. Kuantum mekaniği kanunlarına göre rekorlarını kırarak fotonları 97 km uzağa ışınlakriptografik bir anahtarı güvenli bir şekilde transfer etmenin en iyi yolu bir çift yoğunlaştırıl- mışlardı. Ve şimdi bir kaç ay sonra bu rekor mış foton kanalı olarak kabul ediliyor. Bu şekil- 143 km'ye taşındı. Gelişmeler bu hızda devam de yapılan bir transferin herhangi birisi tarafın- ederse belkide yazıda bahsettiğimiz şeylere çok da uzak değiliz, ne dersiniz? dan izlenmesi fiziksel olarak imkansız oluyor. Bu özellikleriyle uydu tabanlı kuantum iletişim ağı, devletlerin yüksek güvenlikli iletişim sıraÖmer Gençay sında kullanmak isteyecekleri bir teknoloji gibi Bilim.org görünüyor. Ayrıca bu kuantum iletişim ağı uzun vadede kuantum bilgisayarlar tarafından oluşturulacak ana internet omurgasının altyapısını sağlayabilir.


Sayfa 50

Sayfa 50

1 OCAK 1985 KDV'li ( Katma Değer Vergili ) yaşam başladı.

5 OCAK 1929 Anadolu-Bağdat ve Mersin-Tarsus demiryolları ile Haydarpaşa Garı devletleştirildi.

2 OCAK 1936

9 OCAK

1964 Yazar Halide Edip Adıvar öldü. .

10 OCAK 1921 1. İnönü Zaferi; Albay İsmet Bey komutasında Türk ordusu, Yunan ordusu ile, İnönü'de karşı karşıya geldiler. Yunan ordusu yenildi.

Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi.

3 OCAK 1925

14 OCAK 1923

İtalya'da Benitto Musolini bütün yetkileri elinde topladı.

11 OCAK 1929 6 OCAK 1969

Türkiye'de eski yazılı kitapları yeni harflere çevirmek için Dil Encümeni bünyesinde bir komisyon kuruldu.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni (ODTÜ) ziyaret eden Amerikan Büyükelçisi Robert Komer'in makam otoOCAK 1934 mobili öğrenciler Osmanlı Devleti ile tarafından yakıldı. Sevr Antlaşması'nı imzalayan Yunanistan'ın eski başbakaOCAK 1924 nı Elefterios VenizeMilli Eğitim Bakanlılos, Atatürk'ü Nobel ğı yabancı okulların binaları içindeki dini Barış Ödülü'ne alamet ve işaretlerin aday gösterdi OCAK 1960 Amerikan Ajansı'nın kaldırılması için genelge yayımladı. yıllık raporunda OCAK 1993 Türk basını için, Irak'a karşı başlatıOCAK 1784 "Doğrudan doğruya lan ikinci harekâta Osmanlı Devleti'nin İncirlik Üssü'nden sansür mevcut olkalkan "Çekiç Güç" Rusya'nın Kırım'ı mamakla beraber, sıkı kanunlar basın ilhakını bir "sened" uçakları da katıldı. ile resmen tanıması üzerinde kontrole yol açmaktadır" dendi.

12

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, İzmir'de öldü.

15 OCAK 1952

18

19 OCAK 1970

4

8

1875 Karaköy-Beyoğlu arasında Tünel hizmete girdi. Tünel dünyanın en eski üçüncü ve en küçük metrosuydu.

Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'nin Kuzey AtlanOCAK 1954 tik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) giri- Yabancı Sermaye Yasası Meclis'te kaşini onayladı. bul edildi.

7

13

17 OCAK

16 OCAK 1956

Beyaz Kelebekler müzik grubu yılında bugün Adapazarı yakınlarında kaza geçirdi ve sanatçılardan üçü yanarak öldü.

Uluslararası Basın Enstitüsü Türkiye'de OCAK 1921 basına baskı yapılİlk Teşkilat-ı Esasidığını açıkladı. ye (Anayasa) kabul edildi.

20


Sayı 1, Ocak 2014 Sayfa 51

26 OCAK 1948 Kurtuluş Savaşı komutanlarından Orgeneral Kazım Karabekir öldü.

.

27 OCAK 1954 Köy Enstitüleri kapatıldı.

28 OCAK 1971 21 OCAK

1952

İzmir'de gençler Amerikan 6. Filo'sunu protesto ettiler; 20 genç gözaltına alındı.

30 OCAK 2004

Kapatılan RP'ye Milli Savunma Bayönelik ''Kayıp Trilyon Davası''nda kanlığı, Kore'de 34 Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu otosubay, 46 astsubay mahkum olan Saamobiline yerleştiridet Partisi Genel ve 1252 erin şehit len bombanın patlaolduğunu açıkladı. Başkanı Necmettin ması sonucu yaşaOCAK 1923 Erbakan, Saadet mını yitirdi. Partisi üyeliği ve Mustafa Kemal PaOCAK 1580 genel başkanlık göşa İzmir'de Latife İstanbul Rasadharevinden ayrıldı. Hanım'la evlendi. nesi III. Murat taraOCAK 2001 fından yıktırıldı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 4 koruması ve şoförü, silahlı saldırıda şehit edildi.

24 OCAK 1993

29

22

24

25 OCAK 1938 23 OCAK

1896

Fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen, kendi adı verilen cihazı buldu.

İzmir Telefon İşletmesinin hükümetçe satın alınmasına dair sözleşme Ankara'da imzalandı.

31 OCAK 1990 Atatürkçü Düşünce Derneği ve Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Muammer Aksoy, evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.


Sayfa 52

Sayfa 52



Sayfa 54

Sayfa 54

TİYATRO

YAŞAMAYA DAİR Genco Erkal'ın Nazım Hikmet tutkusunun yeni ürünü olan "Yaşamaya Dair - Bursa Cezaevi'nden Mektuplar" adlı müzikli gösterisi, tiyatroseverler ile buluşuyor. Nazım Hikmet'in ölümünün 50. yıldönümü için Genco Erkal'ın uyarlayıp yönettiği oyunda, Tülay Günal da oynuyor. Piyano ve viyolonsel eşliğinde oynanacak oyunda, başta Fazıl Say ve Zülfü Livaneli olmak üzere değişik bestecilerin Nazım şarkıları da seslendirilecek. Ağırlıklı olarak ozanın Bursa Cezaevi'ndeki yaşamını, eşi Piraye Hanım'a olan tutkusunu anlatan oyun, daha sonra sürgün yılları ve vatan hasretine odaklanarak, destansı yaşamından izlenimlerle noktalanıyor. 04 Ocak 2014 20:30 Caddebostan Kültür Merkezi, İstanbul 14 Ocak 2014 20:30 Trump Kültür ve Gösteri Merkezi, İstanbul

23 Ocak 2014 20:30 KKM Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahnesi, İstanbul 26 Ocak 2014 18:30 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, İstanbul İÇERDEKİLER Levent Kırca'nın yönettiği, 4 hikayeden olu şan "İçerdekiler" oyunu sizlerle buluşmaya


Sayfa 55

Sayfa 55

devam ediyor.

larak nasıl suikasta uğradığı anlatılmaktadır. Gürdal Mumcu ve çocuklarının cenazeye kadar Oyunlaştıran ve Yöneten: Levent Kırca yaşadıkları, Gürdal Mumcu’nun gözüyle anlatılKaynak Kitaplar: Semih Çetin’in Bir İhanetin maktadır. Öyküsü, Tuncay Özkan’ın Hapiste Yatacak Olanlara Öğütler, Güldal Mumcu’nun İçimden 24 Ocak 2014 20:30 Geçen Zaman, Nilgül Doğan’ın Adını Siz Koyun, Gülşah Balbay’ın bir röportajından ve Er- Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, İstanbul genekon davasının tutuklu sanığı Yarbay Mustafa Dönmez’in bir röportajından esinlenilmiştir. Müzik: Fazıl Say Adı geçen oyun Kültür Bakanlığı’nca desteklenmektedir. 1. Hikâye: Gülşah Balbay Mustafa Balbay'ın eşidir. Balbay Ergenekon kapsamında tutuklanınca... Karısı ve çocukları açısından, bir de hapisteki Balbay açısından anlatılan bir hasret hikâyesi. "Bir Tek Hasretin İlacı Yok" başlığı altında anlatılıyor. 2. Hikâye: Amiral Semih Çetin, " Balyoz" başlıklı tutukluluk öyküsünde hapiste olduğu için kızının düğününe katılamayacaktır. Bakanlıktan kızının nikahını Hasdal Cezaevi’nde yapılabilmesi için müsaade alır. Tutuklular tarafından cezaevi süslenir. Ve Amiral Semih Çetin kızının ve damadının düğününü cezaevinde gerçekleştirir. Düğün alayı evine dönerken sonunda amiral de hücresine döner.

KALPAK

İkinci Dünya Savaşı’nın son günleri, Alman3. Hikâye: Bu öykümüz de Tuncay Özkan'ın ya’nın mağlubiyetinin belirginleşmeye başladığı kaleme aldığı "Hapiste Yatacak Olana Öğütler" zamanlarda, Elsbeth, evine sığınan bir kitabından oluşmaktadır. Tuncay pratik bilgiler Rus askeri olan Kalpak’ı saklamaktadır. Birlikte aktarmaktadır seyircilere. Örneğin, çamaşırları geçirilen vakitler, savaşın acı yüzüyle birleştiçamaşır suyuyla elde yıkamaları halinde elleri ğinde, Elsbeth ve Kalpak’ın birbirleriyle ilişkileri zarar görmektedir. Önce ayaklarıyla yıkamayı enteresan bir evrim geçirecektir. Savaş yalnızkeşfederler. Bunun adını da "Topukmatik" ko- ca düşman iki taraf arasında verilmez şüphesiz. Asıl savaş insanın, özellikle de bir kadının kenyuyorlar. Ne var ki deterjan ve çamaşır suyu ayaklarını da yıpratmaktadır... Tuncay bir keşif disiyle verdiği savaştır. yapar, çamaşırlar su bidonuna konulur. Ve ortada çalkalanarak yıkanır. Böylece hapishane- 17-18-24-25 Ocak 2014 20:00 18-19-25-26 Ocak 2014 15:00 de çamaşır makinesi icat edilmiştir. Çamaşırı BEYKOZ AHMET MİTHAT EFENDİ SAHNESİ yıkayan kişi bidonu sağa sola sallayarak hem spor yapmakta hem de kendisine zarar verme28-29-30 Ocak 2014 20:00 den çamaşırlarını temizlemektedir. KÜÇÜK SAHNE 4. Hikâye: Dördüncü hikâyemiz de Gürdal Mumcu'nun anılarından oluşmaktadır. Eşi Uğur 10-11 Ocak 2014 20:00 Mumcu ile birlikte bir gün evden çıkarken, ön- 12 Ocak 2014 15:00 den giden Uğur Mumcu’nun arabasının patlatı- ZEYTİNBURNU SAHNESİ


Sayfa 56

Sayfa 56

KONSER MOĞOLLAR Türk rock müziğinin efsane grubu Moğollar, 4 Ocak'ta KadıköySahne'de sevenleriyle buluşuyor. DJ Set: Ozzy (Rock FM) Türkiye'de rock müzik tarihinin en önemli grubu olan Moğollar, 1967 yılının sonunda başladığı yolculuğuna hala devam ediyor. Anadolu pop müziğinin en önemli temsilcilerinden biri olan grup aynı zamanda bu kavramın da isim babasıdır. 1971 yılında Fransa'da yayımladıkları albüm ile Charles Cros Academy Ödülü'nü (aynı ödülü bir yıl önce Jimi Hendrix, bir yıl sonra ise Pink Floyd almıştır) alan grup, müzik kariyerinin bir bölümünü de yurt dışında geçirdi. Tarihi boyunca Cem Karaca, Barış Manço, Selda gibi dönemin önemli vokalistiyle çalışan Moğollar; 1970'lerin sonlarına doğru ülke koşulları müzik yapmanın mümkün olmadığı hale geldiği için dağılmak durumunda kaldı. 1993 yılında başlatılan bir imza kampanyası sonucu yeniden bir araya gelen gruba klavyede Serhat Ersöz katıldı ve 2008 yılında gruba vokalist olarak Cem Karaca'nın oğlu Emrah Karaca eklendi. 2010 yılında grubun davulcusu Engin Yörükoğlu'nun kansere yenik düşmesinin ardından gruba Kemal Küçükbakkal katıldı. Türk müziğinin 45 yıllık çınarı, bu yıllara 23 adet 45'lik ve 11 adet stüdyo albümü sığdırdı. Grubun hala üretiyor ve hala sahne alıyor olmasının sırrı samimiyetlerinde gizli... 04 Ocak 2014 22:30 KadıköySahne, İstanbul

FAZIL SAY’LA CAZ Fazıl Say'ın klasik piyano yapıtları, Serenad Bağcan'ın sesinde caz versiyonu ile yine Fazıl Say'ın tuşlarında hayata geçecek. Bu sene "Fazıl Say'la Caz" başlığı altında Kültür Üniversitesi'nde dinleyicilerle buluşacak olan Say, solo piyanosuyla caz çeşitlemelerinin yanı sıra Serenad Bağcan'ın eşliğiyle İlk Şarkılar projesini seslendirecektir. Yirmi yıl önce Metin Altıok'tan Nazım Hikmet'e, Can Yücel'den Ömer Hayyam'a ünlü şairlerin şiirlerini besteleyen Fazıl Say'ın İlk Şarkılar projesinde Serenad Bağcan solist olarak yer almaktadır." 07 Ocak 2014 19:30 İKÜ Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi, İstanbul


Sayfa 57

Sayfa 57

SİNEMA 47 Ronin 3D Yapımı: 2013 ABD Tür:Aksiyon , Dram , Fantastik Süre:119 Dak. Yönetmen:Carl Rinsch Oyuncular:Keanu Reeves , Rinko Kikuchi , Cary-Hiroyuki Tagawa , Hiroyuki Sanada , Yorick van Wageningen Senaryo:Chris Morgan , Walter Hamada , Hossein Amini Yapımcı:Erwin Stoff , Scott Stuber 47 Ronin adlı samuray çetesinin ustası öldürülünce ekip dağılır ve ekipte yer alan herkes işsiz kalır. Rakip çetenin lideri Kira tarafından gerçekleştirilen bu suç elbette ki karşılıksız kalmayacaktır. 47 Ronin in sadık elemanları Oishi ve Kai bir araya gelerek kanunsuz ve acımasız bir intikam planının peşine düşerler. Bu yolculukta yalnız olmayan ikilinin yanında, korkunç hesaplar peşinde olan Kira nın yok olmasını isteyenler kalabalık bir grup yer alacaktır. 47 samuray savaşçısı, hayatlarını arkalarında bırakarak dünyanın en tehlikeli insanı Lord Kira nın kalesine doğru ilerlemeye başlar.

Düğün Dernek Yapımı:2013 TÜRKİYE Tür:Aile , Komedi Süre:106 Dak. Yönetmen:Selçuk Aydemir Oyuncular:Ahmet Kural , Murat Cemcir , Rasim Öztekin , Devrim Yakut , Barış Yıldız Senaryo:Selçuk Aydemir Yapımcı:Necati Akpınar Sivas ın Esenyurt köyünde yaşayan İsmail in oğlu Tarık bir gün yurt dışından çıkagelir. Önce her zamanki gibi bir memleket hasreti gibi görünse de bu ziyaretin altındaki esas neden çabuk ortaya çıkar. Tarık görevli olarak çalıştığı Letonya da Monica adlı bir kızla beraberdir ve aynı ülkede çalışmak için tek yol evlenmeleridir! Kendisinin olurunu almaya gelen oğlunu düğünsüz evlendirmemeye kararlı olan İsmail, Tüpçü Fikreti, Çetin i ve köyün öğretmeni Saffet i seferber ederek elde avuçta para yokken 10 gün içerisinde sazlı-sözlü bir düğün hazırlığı içerisine girer.


Sayfa 58

Sayfa 58

SUDOKU

KARE KARALAMACA




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.