Eylul

Page 1


2004 senesinde Blackmetal.gen.tr adı altında kurulan sitemiz, 4–5 ay sonra tüm metal müzik dinleyicilerine hitap etmesi amacıyla alınan bir kararla www.metaltr. net adını alarak, daha geniş bir kitleye ulaşırken, çok daha geniş bir arşive sahip oldu.

tagram’ ın sahne aldığı 2008 yılında düzenlenen UniRock Festivali’ nin ve aynı sene içerisinde düzenlenen, Tiamat’ ın sahne aldığı ve 68 bin bilet kesilen Zeytinli Rock Festivali’ nin de basın sponsorluğu MetalTR’ ye aittir.

Sitenin kuruluşuyla birlikte ilk işimiz yerli amatör gruplara konserler organize etmek oldu ve ilk konserimizi Black Metal Night Gecesi olarak düzenledik. 300’ e yakın bilet kesilen bu ilk konserimizde, 4 yerli grubun katılımıyla güzel ve unutulmaz bir geceye imza attık.

4. yıl şerefimize 2008’de çıtayı biraz daha yükselterek yerli grupların yanı sıra 2 tane de yabancı konser düzenledik. Bunlardan ilki Bronx barda düzenlendiğimiz MetalTR 4. Yıl Konseri oldu ve Bosnalı Agonize grubuyla Fransalı Bloody Sign gruplarını ağırladık. Ve daha sonraki 4 yıl 2. versiyon konserimiz ise Dorock barda oldu ve Yunanlı Overgarven ve Transcending Bizarre? grupları sahne aldı. MetalTR bu konserlerin ardından yeni projeleri için çalışma dönemine girmiş ve Ekim ayıyla birlikte yeni projeleriyle metal müzik dinleyicilerinin karşısına Dorock barda düzenlediği yerli grup konserleriyle yeniden çıkmıştır.

MetalTR olarak o günden bugüne yaklaşık 100’ e yakın konser düzenledik. Aynı zamanda Türkiye genelinde birçok ilde yapılan 250’ den fazla konsere destek ve basın sponsoru olduk ve olmaya da devam etmekteyiz. Tüm bu destek çalışmalarımızdan ötürü MetalTR bugüne kadar TV, dergi ve afişler olmak üzere birçok basın kuruluşunda yer aldı ve almaya devam ediyor. Bunlardan bir kaçını sıralamak gerekirse; CNN TV, Dream TV, Zor, Yüxexes ve Headbang dergileri, PC Net, Açık Radyo ( Beton ) gibi… MetalTR, 4 yılı aşkın bir süredir düzenlenen birçok yabancı konser ve festivale destek olmuş, elinden gelen bütün çabayı göstererek ülkemiz adına bu müziği destekler nitelikteki inandığı bütün çalışmaların içinde gururla yer almıştır. 2004 senesinden bu yana Pentagram, Therion, Marduk, Behemoth, Rotting Crist, Overgarven, Orphaned Land, Haggard, Moonspell, Anathema, Exodus, Vader, Epica, To Die For, Apocalyptica, Sodom, Necrophagist, Samael, Evergrey, Amon Amarth gibi birçok yabancı konsere sponsor olmuş ve afişlerde yer almıştır. Sponsorluğunu üstlendiğimiz yabancı grupların katıldığı festivaller ise şu şekilde; Slayer, In Flames, Doro, Overkill, Sick It Of All, Alev, gibi gruplarının sahne aldığı Rock Republic Festival’ i. Yine aynı şekilde Moonspell, Udo, Madball, Last Hope, Born From Pain gibi yabancı grupları ağırladığımız ülkemizin bir diğer en iyi festivallerinden olan Summer Rocks Festivali’ nin basın sponsoru MetalTR idi.. Hemen ardından birçok yerli grubun yanı sıra Opeth, Testament, Dark Tranquillity, Orphaned Land ve Pen-

2009 senesine geldiğimizde, yeni bir yıl, yeni bir başlangıç olması açısından konser mekânını değiştirmiş ve Ocak ayı ile birlikte yeni mekânı Battery Rock Arena ( Eski Katharsis ) olmuştur. MetalTR sadece müzik alanında değil, farklı birçok etkinliğin içinde de yer almış hatta bunlardan bazılarına öncülük dahi etmiştir. Türkiye genelinde toplam 5 ilin katılımıyla gerçekleştirdiği ‘ Geleceğine Sahip Çık ‘ kampanyasıyla kendi alanında bir ilke imza atmış ve Ardahan ile Mardin illerindeki iki ayrı okula yardım kampanyası düzenleyerek, oradaki minik kardeşlerinin yüzlerini güldürmeyi bir nebzede olsa başarmıştır. Bu konuda sitesinin tüm üyelerinden inanılmaz büyük bir destek gören MetalTR, tüm ailesiyle bu noktada gurur duymakta ve bu kampanyalarının devam edeceğini gururla söyleyebilmektedir. 40 bini aşkın üyesine en iyi hizmeti sunmaya çalışan MetalTR Ailesi tahmin edilebileceği gibi geniş bir kadrodan oluşmaktadır. Haber, kritik, çeviri, biyografi, röportaj ve köşe yazarlarıyla oldukça güçlü bir aileye sahiptir. Zaman zaman farklı nedenlerle bu kadro değişiklik gösterip yeniden yapılansa da, etik bakış açısından, özgün ve doğru haberci kimliğinden asla ödün vermemiştir.

www.metaltr.net


Genel Yayın Yönetmeni Güven CEYLAN Reklam karanlikoda@metaltr.net Editor Ebru Ekşi koeditor@metaltr.net Yazarlar Ümit Gündoğdu Ece Tuğba Saka Ebru Ekşi Kerem Göktay Alp Kılınç Oktay Ateş Mert Atila Çağrı Kaçar Dilara Akmil Gökay Hazinedaroğlu Doğukan Binici

Grafik Tasarım Güven CEYLAN gloom@metaltr.net Webmaster Kerem Göktay kerem@goktay.com Web çözüm ortağı MetalTR www.metaltr.net

Benliğinizi keyfi sefa surlarına sürükleyecek müzikalitenin ıslatılmış parmaklarla ilerletircesine sahici olan Eylül sayısının dopdolu içeriğiyle karşınıza dikilmenin gururuyla merhaba! Evet, Sayın KARANLIK ODA takipçileri (edindiğimiz sayısal göstergelerden aldığımız naçizane kendine güvenle ve de takdire şair niteliklere sizlerce, okuyucularımızla ulaştırılan bir sayının daha yayımlanabilinmiş olması rahatlığıyla bizlerde sizleri devamızı getirenler olarak adlandırıyoruz) yazın zor şartlarında gece gündüz demeyerek ikisini birbirine katarak sizlere MetalTR ailesi olarak teminat verebileceğimiz yepyeni bir sayıyla kucak açıyoruz. Görsel yönden de katkı sağlayanlarımızın fotoğrafladığı sahnelerle gerçekçi bir etki yarattığımız dergimizin bu sayısında festival kritikleri, makaleler formatımızın yadsınamaz parçası röportajlar ve de birçok çalışmamız mevcuduyla burada. Death metal ya da İsveç! Kemikleşen çağrışımın devlerinden Unleashed ve herkes adına limiti aşmış merak edilenleri dökmeye hazırlanmış sorularla Volkan! Karanlık sayfalara konuk edilen geçmişten Enthroned ve de günümüzden Dagor Dagorath. Ülkemizin medarı iftarlarından Dreamtone, Let it Flow, UÇK ve yeni kadrosu ve albümü akabinde sıcağı sıcağına gecenin nemli sıcağında sıcacık cevaplarıyla Insistence. Bizlerden biri sayılmanın ötesinde bizlerden olan Sean Parker ile uğruna vazgeçtiği İstanbul dolaylarından Sean Parker Band civarına uğrayan söyleşimiz ve kardeş topraklardan işittiğimiz 3,14 röportajımız da mevcut. Hell Within, All That Remains, Hypnogaja ve daha birçoğu… Mevsimsel sıcaklığın coşkusu zirveye yanaşırken simgelenen eller havada süzülüp müziği iliklerimize işlerken sadece eğlenmek ve de paylaşmak isterken bazı şartlarda şekli şemasına bakmaksızın her şeyine tenezzül etmekte ayrım göstermediklerinizden bazılarınız olageldiğimizin dışında iblis kılıfına sokulup yemininizle lanetlenirken bile ‘yine de gene de’ varız dercesine kutladık Uni-Rock Open Air festi. Ayrıca fotoğrafladık ve yazdık kalıcılığını daim etmek adına. Ağustosta da eğlenenlerimiz ve anı kareleyenlerimiz oldu Foça’da, Rock Tatilinde. İstanbul’da ekstrem metalin eskimeyenlerini, Fait No More, ağırlayanlara minnet duyabilecek ruhaniyete sahiplerimiz de sizleri yok sayarcasına eğlendi ve koşulsuz yazdı hissettiklerini. Sınırlarımızı aşıp dışarıda da sürdürdük eylem olarak algıladığınız serüvenlerimizi. W:O:A kritiğiyle bizleri anlamlandırdığınız kadarıyla kalamayan ufkumuzu açtık sizlere hem bizden biriyle (Laçin T.) hem de kendi cephenizde anlaşmayı asla beceremeyeceğiniz ONLARDAN biriyle (UMF Roger) de. Biyografiler, makaleler, son bulan ve devamı gelecek olan diziler; corpse paint nasıl yapılır? & Dünya’da metal, dinlenenin anlaşılmasına katkı getiren sizlere de dinlettiren kritikler; Ethereal Sin & VOIVOD- Infını. Sayımızın değişmez yer sahipleri, festival görev alanından tanıma fırsatına nail olduğumuz karanlık karelerin hâkimlerinden, Faruk Geyran ve sanatı. Evet, kısacası olabilecek tahminlerini aşan içeriğimizle Eylül ayınızı doyurmaya hazırlanmış sayımızla afiyetler diliyoruz ve aradan çekilmenin vakti geldi denildiğini kulak arkası etmeden kendimizi dergimiz ve siz arasından çekiyoruz. Görüşmek üzere. Ebru EKŞİ Editör

© Karanlık Oda Magazin 2009


Slipknot ve Stone Sour’un frontmeni Corey Taylor Kasım’da nişanlısı Stephanie ile dünya evine giriyor.Bu Taylor’ın ikinci evliliği olacak. Taylor,ünlü İngiliz gazetesi Daily Star’a verdiği röportaj da “Ben ve Stephanie 13 Kasım da evleniyoruz.Çocuklar ve Slipknot orada olacak” açıklamasını yaptı.Nişanlısı Stephanie’nin eğlence sektörün de 5-6 yıldır çalıştığını ve kendisiyle turnelere geldiğini belirtti.

Dave Grohl(Foo Fighters - ex-Nirvana),Joshua Homme(Q.O.T.S) ve John Paul Jones(Led Zeppelin) yeni bir proje ile karşımıza çıkıyor.Grubun adı Them Crooked Vultures. Grup başlangıç albümlerinin son rütuşlarının konulduğunu açıkladı.Grup “Never Deserved The Future” isimli ilk albümünü 23 Eylül’de Interscope Records etiketiyle piyasaya sürecek.. Mustis (gerçek adı: Øyvind Mustaparta) dün (30 Ağustos’ta) bir bildiri yayınlayarak açığa alındığını bildirmişti. Bunun nedeninin birçok şarkının kendisi tarafından yazılmasına rağmen Dimmu Borgir’ın bu şarkıları onun adına kaydettirmemiş olmasından kaynaklandığını söylemişti. Yine Mustis’in dediğine göre, “Tek tek şarkı adı vermeyeceğim ama şunu diyebilirm ki “Puritanical Euphoric Misanthropia’ ve ‘In Sorte Diaobli’ benim parçalarım olmasaydı oldukça değişik olacaktı. Maalesef iletişim sürecinde korkunç açıklar oluştu ve bunun bu şekilde neden olduğunu bulmakta zorlanırken, bu sorunu profesyonel ve makul bir şekilde çözmeye çalışırken kendimi duvardan duvara vurulurken buldum. Çözüme ilişkin ilişkin sorularım ve soruşturmalarım benim sonunda gruptan kovulmama neden oldu. Bununla ilgili tartışma bile yapılmadı sadece bir mesajla “hoşçakal” demişler o kadar.” ICS Vortex (Gerçek adı: Simen Hestnæs) henüz bu ayrılıkla ilgili bir açıklama yapmadı. Dimmu Borgir’ın resmi web sitesinde ise bugün yayınlanan aşağıdaki açıklama yer aldı: “Vortex ve Mustis ile yollarımızı ayırdığımızı sizlere duyurmak isteriz. Her neyse, gruptaki yaratıcı güç oldukça sağlam, hatta belki de şimdiye dek olduğundan çok daha sağlam. Daha önce de söylendiği gibi, biz bir sonraki albümümüz üzerinde çalışıyoruz ve Dimmu Borgir’da yeni bir çağa başlamaya hazırız.”

Ünlü İngiliz magazin dergisi Kerrang’ın ev sahipliği yaptığı gece de 13 dalda yer alan ödüllerin kazananları açıklandı.Kerrang ödülleri Londra’da Guitar Hero’nun organize ettiği gizli bir mekanda sahiplerini buldu.O günkü geceye damgasına vuran isim ise iki dalda aldığı ödülü evine götüren Corey Taylor oldu.Ödüller 13 dalda sahiplerini bulurken kazanamayıp eli boş dönenlerin ise hüzünleri yüzlerinden okunuyordu.


Decadence’dan Yeni Albüm “Chargepoint” İsveçli melodic thrash metal grubu Decadence yeni albümü “Chargepoint”i piyasaya sürmeye hazırlanıyor.Japon plak şirketi Spiritual Beast etiketiyle Ekim ayında yayınlanacak olan yeni albümün dağıtımını ise Universal müzik firması yapacak.Özel bir sürpriz parça içeren albüm grubun 5. resmi stüdyo albümü olacak ve grup bu albüm için İsveç’in başkenti Stockholm’da özel bir parti düzenliyor.

Unirock Festival ekibinden yepyeni bir festival! Unirock Extreme Festivali 3 ekimde 7 grup ile gerçekleşecek ve ilk açıklanan gruplar “Kalmah, Graveworm ve Legion Of The Damned” Biletler şuan için indirimli satılmakta Ayrıntıları MetalTR forum başlığından bulabilirsiniz.

Velvet Revolver’ın efsanevi gitaristi Slash yeni solo albümünü çıkarmaya hazırlanıyor.Albümün 2010 Nisan ayının sonlarına doğru piyasaya sürüleceği açıklamalar arasında yer alıyor. Yayınladığı güncelleştirme de “Solo albümün kayıtlarını Nisan ayının sonlarına doğru bitirmek istiyorum.Albümün adı “Basically Done” olacak. Şunu söylemem gerekir ki kayıtlar çok güzel gidiyor.” açıklamasını yaptı.

EPISODE 13 @ NORDIC BLACK METAL FESTIVAL (KOPENHAG-DANİMARKA) EPISODE 13 21 kasımda Danimarka’nın Kopenhag şehrinde gerçekleşecek olan “Nordic Black Metal” festivalinde sahne alacak. Festival “The Rock” adlı mekanda gerçekleşecek. www.the-rock.dk www.episode-13.com 17 Temmuz 2009 tarihinde Unirock Open Air Festival kapsamında ülkemizi ziyaret eden Arch Enemy vokali Angela Gossow, sitemiz grafiker,fotoğrafçı, admini `GlooM``Güven Ceylan` tarafından çekilen resimlerden bazılarını grubun resmi myspace profilinin bloglarında yayınladı... Grubun GlooM tarafından çekilen resimler, İstanbul konseri, konser süresinde yaşananlar ve dinleyiciler hakkında yaptıkları yorumlar MySpace’deki bloglarında yayınladılar. Ayrıntılar sitede.




Röportajı Unleashed grubunun bateristi Anders ile gerçekleştirdik. Röportaja başlamadan önce grubun takipcilerine kısa bilgiler verelim, İsveç Death Metali’nin öncülerinden Unleashed 1989’da İsveç’te kuruldu. Grup ilk döneminde Death Metal, günümüzde ise Viking mitleri ve savaş temalı şarkılar yapmaktadır. Kadrosu: Johnny Hedlund - Bass, Vokaller (Nihilist (Swe)) Fredrik Folkare - Lead Gitar (Siebenbürgen, Incardine, Scudiero) Tomas Måsgard – Ritim Gitar (Julie Laughs Nomore) Anders Schultz - Davul


Diskografisi: The Utter Dark - Demo, 1990 ....Revenge - Demo, 1990 Century Media Promo Kaset - Demo, 1990 In The Eyes Of Death - Split, 1991 And The Laughter Has Died... Demo, 1991 Where No Life Dwells - Albüm, 1991 Shadows in the Deep - Albüm, 1992 Live In Vienna ‘93 - Konser Albümü, 1993 Across the Open Sea - Albüm, 1993

Victory - Albüm, 1995 Eastern Blood - Hail To Poland - Konser Albümü, 1996 Warrior - Albüm, 1997 Hell’s Unleashed - Albüm, 2002 ...And We Shall Triumph In Victory Boxed set, 2003 Sworn Allegiance - Albüm, 2004 Midvinterblot Albüm, 2006 Hammer Battalion - Albüm, 2008 Viking Raids 1991–2004 - Best of/ Compilation, 2008 Immortal Glory


Volkan: Grup olarak gerçek anlamda adınızı 91’deki “Where No Life Dwells” albümüyle duyurdunuz. Kendinize has Death Metal sound’unuz var. “Across The Open Sea” albümü ve “Live in Vienna” albümleriyle daha geniş kitlelere yayıldınız. “To Aasgard We Fly” ve Judas Priest cover’ı “Breaking The Law” da büyük etken sanırım… Bu iki şarkı MTV’de yer alan Headbangers Ball’da birçok kez yer aldı ve benim de Unleashed’ı tanımam bu sayede oldu. “Across The Open Sea” albümünden beri sizi takip ettiğimi belirterek sorulara geçmek istiyorum. Andres: Teşekkürler Volkan. Karşımızda ciddi bir hayranımız olduğunu bilmek çok güzel! İsveç Death Metal’i denilince akla gelen ilk gruplardan birisiniz. 93’de dinlediğim “Across The Open Sea” veya 08’de dinlediğim “Hammer Battalion” bana aynı hazzı veriyor. Taviz vermeden müziğinizi yapıyorsunuz. İsveç’te -isim vermeyeyim- birçok grup tarzını değiştirerek veya piyasanın isteğine boyun eğerek tanındı ve iyi yerlere geldi. Sizin taviz vermemeniz sayesinde aynı Unleashed’i dinlemekten büyük keyif alıyorum. Fakat siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Andres: Yıllar önce kararlaştırdığımız şeyin yolunu bulması ve senden bunları duymak da gerçekten çok güzel! Grubun sound’unu koruması kararını grupla beraber daha yolun başında almıştık. Elbette müziğimizi geliştirmeye çalışıyoruz ama öte yandan birileri daima Unleashed kaydını ilk dinlemede tanıyabilmeli diye düşünüyoruz. Volkan: Zaman zaman albümlerde cover’lara yer veriyorsunuz. Önü-

müzdeki albüm çalışmalarında yine bir cover çalışması görebilecek miyiz? Andres: Aslında şu an için hiçbir şey daha planlanmadı. Kimse ne olacağını bilemez… Volkan: Daha önce de dediğimiz gibi, Unleashed’in nerede duyulsa bu Unleashed diyebileceğimiz türden kendine has gitar riffleri var. Böyle gruplar dünyada çok az… Eleman değişikliğine rağmen bu sound’u korumayı nasıl başardınız? Andres: Daha ilk başlardaki fikir ve planlarımıza uygun şekilde gerçekleşiyor. Zaten kadronun sağlamlaşmasını sağlayacak değişiklikler dışında çok da fazla değişiklik yapmadık kadroda. Volkan: Daha sonra çıkarttığınız “Victory” albümüyle yerinizi iyice sağlamlaştırdınız. Sonrasında çıkan EP ve albümler grubun ivmesini yükseltmekte yetersiz kaldı gibi gözükse de 2006’daki “Midvinterblut” ile dinleyicileriniz olarak bizler “geri döndük” mesajını aldık. Bu albüm benim için eski Unleashed, özlediğim Unleashed’ın dönüşü demekti… Ardından yayınladığınız “Hammer Battalion” ise bana göre gelmiş geçmiş en iyi Unleashed albümü. İçinde boş şarkı yok! Daha alalı bir sene bile olmamasına rağmen en az yüz kere dinlediğim bir albüm. Uzun zamandan beri, dinlediğim şarkıları ezberleme huyumu kaybetmiştim. Bu albüm onu da değiştirdi. Bütün şarkılara eşlik edebildiğim mükemmel bir albüm. “Midvinterblut” albümü ile yakaladığınız başarıyı , “Hammer Battalion” ile yükselttiniz. “Hammer Battalion”un Unleashed hayranları tarafından “Midvinterblut”u geçtiği izlenimini aldınız mı?


Andres: Açıkçası biz bu şekilde olduğunu umuyoruz ve bize göre biz aynı duyguları ve aynı sound’u devam ettirerek daha uç noktaya taşıdık ve daha doğal şekilde geliştirdik. Umarız sizler de bunu fark ederek albüme gereken değeri verirsiniz diye umuyoruz. Volkan: “Hammer Battalion” albümüyle birlikte ilk resmi klibinizi çektiniz. Ki bence olağanüstü olmuş. Nasıl tepkiler aldınız ve yeni bir klip bekleyebilir miyiz? Eğer çekilecekse hangi şarkıyı düşünüyorsunuz?

mak bizi çok memnun eder! Maalesef henüz bu konuda hiçbir ayarlama yok ancak eminim bu bir gün olacak! Volkan: Geçmişten bugüne birçok ünlü grupla turnelere çıktınız. Bu turnelerden en çok keyif aldığınız hangisiydi? Andres: Uzun yıllardır pek çok muhteşem grupla takılıp birlikte turnelere çıktığımızı ve bundan oldukça fazla keyif aldığımızı düşünecek olursak bu soruya cevap vermek çok zor. Bu yüzden bir şey diyemeyeceğim.

Andres: Çok teşekkür ederim Volkan! Biz de bu klipten fazlasıyla memnunuz. Şimdiye kadar gelen tepkiler de oldukça iyiydi. Bu olumlu tepkileri görünce, bir başka klip daha çekeceğimize eminim ama sanıyorum bu klip bir sonraki albümü bekleyecek.

Volkan: Old school Death Metal’i yapan gruplar çok azaldı. Yeni gruplar da genellikle bu tarzı tercih etmiyorlar. Siz Death Metal’in geleceğini nasıl görüyorsunuz ve yeni nesil gruplardan beğendiğiniz varmı?

Andres: Evet dediğin gibi biz şu an bile hala turnedeyiz, Paganfest’te. Ama bu turne sonrasında bütün kış boyunca bir sonraki albüm için çalışmaya başlayacağız.

Volkan: Cevapların için çok teşekkür ederim Andres. En kısa sürede seni sahnede görmek dileğiyle!

Andres: Bence senin görüşünün aksine Volkan, Old School Death Metal’i hala sağlam bir şekilde ayakta duruyVolkan: Albüm çıkalı çok uzun bir zaor ve hatta büyümeye de devam ediman olmadı ve sürekli turnedesiniz. yor. Bu nedenle biz bu konuda endişe Yeni albüm çalışmalarına başladınız mı duymuyoruz. Eğer ayağını sağlam veya böyle bir proje var mı? basarsan, kalıcı olursun!

Volkan: Turnelerden bahsetmişken Türkiye’de Old School Death Metal dinleyen eski kitlede birçok hayranınız var. Daha önce Türkiye’ye geldiniz mi veya konser vermek gibi bir düşünceniz var mı? Paganfest’i Türkiye’de görmeyi gerçekten çok isterdim. Andres: Bunu duymak gerçekten güzel. Elbette oraya gelip sizlere çal-

Andres: Ben teşekkür ederim Volkan! Umarım kısa süre içerisinde Türk dinleyicilerimizle buluşma imkânımız olur! İsveç in kökenli gruplarından belki en önemlisi, benim için yeri çok farklı olan Unleashed ile röportajımız bu kadar. Son bir tavsiye ‘Hammer Battalion’ u kesinlikle dinlemelisiniz. Röportaj: Volkan Güngör Çeviri: Dilara Akmil - Ece T. Saka


Geçtiğimiz aylarda “Times of Distress” adlı demolarını MySpace blogları vasıtasıyla ücretsiz indirime açan ve son albümleri “Yetzer Ha’ra” için geçtiğimiz günlerde Alman Twilight Vertrieb ile anlaşma imzalayan İsrailli Senfonik Black Metalciler “Dagor Dagorath” ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dagor Dagorath’ı daha yakından tanımak için buyrun röportajımıza;


Merhaba Vorog. Ümit: Röportaj teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ediyorum. Dagor Dagorath cephesinde durumlar nasıl? Keyfiniz yerinde mi? Vorog: Teşekkürler Ümit, hepimiz iyiyiz! Ümit: Dagor Dagorath biyografisine sitemizde yer vereceğiz ancak biyografi dışında grubu bir de senin cümlelerinle tanımak isterim. Bize biraz Dagor Dagorath’dan bahsedebilir misin? Grup ismi olarak neden Dagor Dagorath (Savaşların savaşı) adını seçtiniz? Vorog: Grubumuz 2003 yılı dolaylarında ben ve iki yoldaşım Getman Azach ve Mizgir tarafından kuruldu. Bu ismi seçtik çünkü Dagor Dagorath kişisel savaşın bir çeşidi ve bu yönüyle bize tamamen uyuyor.

2007 yılında kaydetmeye başladınız. Albümün bu yaz yayınlanacak olmasının sebebi nedir? 2 senelik bir bekleme, materyallerin tam olarak toplanamamasından mı yoksa albüm için kayıt firması bulunamaması mı kaynaklanıyor? Vorog: Çok fazla zaman almasının birçok farklı sebebi vardı. Öncelikli olarak hafta sonları kayıtlar üzerinde çalıştık, değişikliklere uğrattık, mix ve mastering için farklı stüdyolarda birkaç kez çaldık ve tabii ki bizi tatmin edecek bir firma bulmak epey zaman aldı. Ümit: MySpace sayfanızda yayınlanan konserlerinizden kaydedilmiş birçok video var. Bunun dışında bir de promo video mevcut. Ancak sen de takdir edersin ki kaliteli müzik yapan bir grup için bunlar yeterli değil. Dagor Dagorath’ın yeni albümle birlikte bir video projesi var mı?

Vorog: Hayır, şu an için az da olsa profesyonel videomuz mevcut. Bu konu Ümit: Öncelikle ilk merak ettiğim konu kolay bir hadise değil ve aynı zamanda tabi ki albüm. Bununla ilgili ilk sorum pahalı da bir süreç. Benim tanıdığım albümün ismiyle ilgili. “Yetzer Ha’Ra” ne kaliteli olup da hala videosu olmayan anlama geliyor? Bunun dışında albümün gruplar da var. Fakat eminim ki bu albüm içeriği nedir? Genel olarak daha önceki için olmasa da gelecek albümler için çalışmalarınızda şarkı sözlerinin Paganizm çokça videomuz olacaktır. ve savaşlarla ilgili olduğunu biliyorum. Ancak daha detaylı bilgi alabilir miyim? Ümit: Sitede yer alan live videolardan bahsetmişken konuyla ilgili olarak biraz Vorog: “Yetzer Ha’Ra” bizim ilk uzun da konserlere değinmek istiyorum. soluklu albümümüz. İbranice’de şeytana Şu ana kadar Dagor Dagorath hangi eğilimli olmayı, bir çeşit şeytanı ve konserlerde yer aldı? Konser vermek için hepimizin içinde onun var oluşunu arzu İsrail dışında herhangi bir ülkeden teklif etmeyi içeriyor. “Yetzer Ha’Ra” kavramsal aldınız mı? bir albüm değil fakat albüm başlığı olarak içerdiği ana fikri çok iyi temsil Vorog: İsrail’deki pek çok farklı grupla eden bir ifade. Demo’da kullandığımız aynı sahneyi paylaştık. İsrail dışından sözler Paganizm ve savaşlarla ilgili değil. bazı teklifler aldık fakat bazılarımız Bununla beraber, sözlerin kendi yolunuzu bunu yapamayacak kadar meşguldü ve bulmanız ve içinizdeki kişisel şeytanla dolayısıyla biz de oralarda çalamadık. olan mücadeleleriniz gibi daha derin noktalarla alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Ümit: Psychopatia Sexualis’in (Davul) gruptan ayrılma sebepleri nelerdi? Ümit: İkinci sorum ise albümün Sanırım tatsız bir olay değil. Çünkü kayıt aşaması ile ilgili. Biyografinizde albüm kayıtlarında tekrar konuk sanatçı okuduğum kadarıyla “Yetzer Ha’Ra“yı olarak yer aldı?




Vorog: Ana sebep; onun diğer işleriyle meşgul olmasıydı ve gruba istediğimiz kadar özen gösterememesiydi. Ama kendisi hala albüm kayıtlarında bize yardımcı oluyor ve gerçekten hem iyi bir davulcu hem de iyi bir arkadaş. Ümit: MySpace sayfanızda mükemmel bir Folk/Black çalışma olan “The First Battle” isimli çalışmayı dinledim. Gerçekten çok iyi iş çıkartmışsınız. Yeni albümde de buna benzer parçalar olacak mı? Vorog: Hayır, yeni albümde Folk ve Pagan tarzda birkaç parça olacak. “Yetzer Ha`Ra” da Death riffleriyle klavyenin senfonisini kaynaştırarak farklı bir yol izledik. Aynı zamanda akustik gitar da kullandık, ama haklısınız güzel bir parça oldu ve biz de bu parçayı canlı çalarken çok keyif alıyoruz. Ümit: Biraz da daha önce yapmış olduğunuz çalışmalardan bahsetmek istiyorum. 2005 yılında bir demo yayınladınız. Ardından 2007 (Times Of Distress) ve 2008 (Olokun) yıllarında demo’da yer alan parçalar Split albümlerle tekrar yayınlandı. Split çalışmaları nasıl gerçekleşti. Splitlerde yer alan “Azagatel” ve “Firth of Damnation” gruplarıyla nasıl temasa geçtiniz? Vorog: Yanlış hatırlamıyorsam kayıt şirketi bize bu gruplarla çalmayı teklif etti, biz de onların müziklerini beğendik. Ümit: Demo’da yer alan parçalar Split çalışmalar için yeniden mi kaydedildi yoksa orjinal halleriyle mi yayınlandı? Vorog: Hayır, yeniden kaydetmedik, biz yolumuza devam etmeye karar verdik ve yeni şarkıların yazımı konusunda kafa yormaya başladık. Bu sıralar demo’dan bir şarkıyı yeniden kaydetme kararı aldık. Belki ilerleyen çalışmalarda kullanırız.

Vorog: Vokalist arıyorduk çünkü ben gitara odaklanmak istiyordum. Larion bize katılana kadar, biz zaten vokal kayıtlarını bitirmiştik fakat albümde yine de onun clean vokalini duyabilirsiniz. Biz Larion’un bir sonraki albümde de yer almasını istiyoruz. Larion, Dagor Dagorath için kıymetli bir görev üstlendi ve o bizim canlı performanslarımıza ve yeni fikirlerimize daha fazla enerji katıyor. Ümit: Daha önce araştırmamız için size yönelltiğimiz “Corpse Paint” sorularına kısaca röportajımızda da değinmek istiyorum. Corpse Paint sizin için ne anlam ifade ediyor? Black Metal’de gerekli bir materyal mi yoksa sadece bir imaj mı? Vorog: Daha önce söylediğim gibi, Corpse Paint kendinizi doğrudan ifade etmenizi sağlayan bir başka araçtır. Bana göre Black Metal için çok önemli bir öğedir, onunla gerçek havayı yakalıyorsunuz. Benim için Corpse Paint kullanmak, kişiliğimin farklı ve gizli tarafını göstermeme olanak sağlayan bir şeydir. Ümit: Bir soru da ülkenizdeki Metal müzik camiasıyla ilgili. Bu da yapmakta olduğumuz bir diğer araştırma. İsrail’de Metal müzik nasıl karşılanıyor, İsrail asıllı en popüler gruplar hangileri, Metal ile ilgili dergiler, cafeler, barlar mevcut mu? İsrail’de Metal müziğin gelişimi ne durumda ve son olarak İsrail’deki Metal müziğin çıkış noktası hangi dönemlerde oldu? Vorog: Bildiğiniz gibi İsrail, Avrupa’dan çok ayrı, küçük bir ülke fakat burada pek çok grup mevcut. Buradaki en popüler tarzlar bence metalcore ve nu-metal… İsrail’deki metal camiası, Avrupa ve Amerika’dakilere kıyasla – popüler olmanın çok kolay olduğu bir yer olduğundan – çok yapmacık bir camia. Salem ve Orphaned Land gibi dünyaca bilinen bazı gruplar var. Öte yandan yalnız bir tane basılı metal dergisi ve kendini metale adamış bazı websiteler var.

Ümit: Gruba geçtiğimiz sene katılan Larion’un gruptaki görevi tam olarak nedir? Live performanslar dışında albümde de bir katkısı olacak mı? Ümit: Müzikle ilgili son sorum ise, Dagor


Dagorath’ın geleceğe yönelik planları ve hedefleri nelerdir?

Dagor Dagorath ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı : Konserde çılgına dönen insanları sahnede izlemek Vorog: Şu anda yeni materyaller Hangi grupla aynı sahnede olmayı üzerinde çalışmaya başladık fakat düşlüyor?: Cradle of filth… Konserleri bunları konuşmak için daha çok erken. daima harika. Önümüzdeki yaz mevsiminde İsrail’de bazı Satın Aldığı İlk Albüm: Pantera - Cowboys konserlere katılacağız, belki bazı Avrupa From Hell organizasyonlarında da çıkabiliriz. Hep Satın Aldığı Son Albüm: Arch Enemy- Rise birlikte göreceğiz… Of The Tyrants Ümit: Müzik dışında iki sorum olacak bunlardan ilki: Dagor Dagorath elemanları müzik dışındaki hayatlarında nelerle uğraşır? Müziğinizle para kazanıyor musunuz? Vorog: Müziğimizle para kazanmıyoruz, istiyor ve umut ediyoruz fakat henüz bunu gerçekleştiremedik. Herkesin para kazanmak için düzenli bir işi var ve bunun yanında bazılarımız okumakla meşgul… Gördüğünüz gibi çok meşgul bir grubuz :D Ümit: İkinci sorum biraz politik ve konumuzun dışında. Ancak yine de tarafsız bir şekilde sormak istiyorum. İsrailli bir grup olarak yıllardır süregelen İsrail-Filistin çatışması hakkında sizin düşünceleriniz nedir? Vorog: Politik saçmalıklardan konuşmayı gerçekten istemiyorum. VOROG Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Ibanez and Framus guitar, Laboga amp, Boss Gt6 multi Doğum Tarihi ve Yeri: 10.85 Ukrayna Favori Grupları: Her zaman değişiyor, bence şimdilik; Satyricon, Devildriver, Watain… Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: Kitap okuma, arkadaşlarla içme Favori İçki: Vodka, bira, arak (raki?) Favori Yemek: Etli olan her şey En iyi Dagor Dagorath Parçası: Henüz yazılmadı En İyi Dagor Dagorath Konseri: Bence ilk konserdi, en iyi değildi belki ama en heyecanlısıydı.

LARION Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Shure SM series, Sennheiser. Doğum Tarihi ve Yeri: 11/1984 Ukrayna Favori Grupları: Emperor/Dissection/ Urgehal/Azaghal vb. Favori Albümleri: Hepsi :D Favori Müzisyen: Jon R.I.Chaos Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: kitap okuma,film izleme,tartışma Favori İçki: Pils,Guinness, Meyve Suyu Favori Yemek: Geniyle oynanmamış şeyler :D En iyi Dagor Dagorath Parçası: Şimdilik Maze of Madness En İyi Dagor Dagorath Konseri: Henüz yok :D Dagor Dagorath ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı: Tüm yaşadığım anlar unutulmaz geçiyor. Hangi grupla aynı sahnede olmayı düşlüyor?: Dissection Satın Aldığı İlk Albüm: Death-hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Satın Aldığı Son Albüm: Emperor – bütün collection /remastered Hayat Felsefesi: Dünyanın ağından zihninizi sakının! Verdiğiniz cevaplar için çok teşekkürler Vorog! Umarım en kısa süre içerisinde “Yetzer Ha’ra”yı dinleme fırsatı buluruz. Röportaj: Ümit Gündoğdu Çeviri: Ece T. Saka & Oktay Ateş


AZERBAYCAN’IN SESİ: 3,14… Dünya’da Metal Müzik isimli çalışmamızda bu ay bize Azerbaycan’daki Metal Müzik piyasası ile ilgili bilgiler veren ve geçtiğimiz günlerde sitemizde biyografisi yayınlanan “3,14…” bu sayıda bizlerle. Dergimizi okuduğunuz bu günler içerisinde piyasaya sürülmesi beklenen “Neizbejnost” adlı albümlerinin ardından bugünlerde Alman Metal Hammer dergisi ile bir röportaj yapmaya hazırlanan grubun gitaristi Emin ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.


Merhaba Emin; Ümit: Öncelikle hem bize “Dünya da Metal” projemizde yardımcı olduğun için, hem de röportaj teklifimizi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Kardeşimiz Azerbaycan’dan bir grupla röportaj yapmak gerçekten büyük bir zevk olacak. Umarım “3,14...” olarak keyfiniz yerindedir? Emin: Teşekkürler, umarız sizler de iyisinizdir. Ümit: Grubun 7 senelik bir geçmişi var. “Dissonance” grubunda yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı “3,14...”ün temellerinin atıldığını biliyorum. Biyografinizi sitemizde yayınladık ancak okuyucular için grubun kuruluş hikâyesini biraz daha detaylı olarak öğrenebilir miyiz? Ne gibi anlaşmazlıklar yaşandı ve yeni bir başlangıç yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Emin: Aslında, çok büyük bir sorun yoktu! Şimdi anlıyoruz ki, o grupla ilgili tüm planlarımızı hayata geçiremezdik. “Dissonance” grubunda başarılı olamayan üyeler olarak grubun devam etmesini sağlayabilecek ve grubu güçlü kılacak taze fikirlere ihtiyacımız vardı. Bu yüzden, en yakın zamanda grubun dağılması hususunda hemfikir olduk. Ümit: Grubun kuruluş yıllarında grubun tarzı yine Doom Metal miydi? Yoksa çeşitli tarzlar denenerek grup zamanla Doom Metal üzerinde mi yoğunlaştı? Bununla ilgi biyografinizde detaylı bir açıklama bulamadım. Bu konu hakkında biraz bilgi verebilir misin? Emin: Önemli değil! İlk yıllarda Doom çalmıyorduk. Hiçbirimiz şarkı söylememişti, bunu daha yumuşak bir yapıda müzik yapan bayan vokallerle – biraz da alternatif olarak nitelendirebileceğimiz bir tarzda gerçekleştirdik. Belirli bir tarzımız yoktu ve bu yüzden bu konu hakkında pek bir bilgi yok. Ümit: Grubun ilk oluşumunda “Alma Mater” adını kullandınız. Grubun adının “3,14...” olarak değiştirilmesindeki sebep neydi? Emin: Alma Mater sadece bir başlangıçtı. Bizler büyüyorduk ve doğal olarak zevklerimiz de değişmeye başlamıştı. Ben ve Max, Doom gibi daha sert bir müzik yapmak istiyorduk. Bu yüzden, bu durumu Alma Mater’dan koparıp kendi düzenimizi – 3,14… ü kurmamız gerekti. Ümit: Neden 3,14…? Emin: Çünkü bu, sonsuzluğun/sınırsızlığın sayısıdır! Ve başka hangi şey Doom’u tarz olarak daha iyi ifade edebilir ki? Ümit: Grubun kuruluş yıllarında Seva, daha sonra da Nurana bayan vokal olarak görev

yaptı. Doom Metal gruplarında bayan vokal etkisi sıkça görülen bir durumdur. İlerleyen zamanda grupta tamamen Max’in vokallere geçmesi ve bayan vokal etkisinin ortadan kalkmasına neden ihtiyaç duyuldu? Emin: O dönemde canlı performanslar açısından bizi izleyenlerin moral/motivasyon olarak kendini kaptırabileceği daha gerçekçi bir şeyler düşündük. Ana sebep budur. Hepimiz Doom grupların bayan vokallerle çalışmaktan hoşlandığını biliyoruz, fakat bayanlarla çalışmak çok zor bir durum :D Ümit: Davulcu konusunda baya sıkıntı yaşamışsınız ve kayıtlarınızda davullar bilgisayar üzerinden yapılmış. Şu an grupta bir davulcu arayışı var mı? Yoksa “3,14...” yoluna bu şekilde mi devam edecek? En önemli sorun canlı performanslarda ne gibi bir çözüm bulunuyor? Emin: Davulcu bizim için sorundan ziyade bir lanet :D Daima davulcu konusunda arayıştayız! Bu konum için birini bulmak gerçekten zor, çünkü bizimle çalmak isteyen biri sıkı kayıt programlarını görünce yakın zamanda grupla ilişkisini kesiyor. Umarız bir gün bizle uzun süre çalabilecek bir davulcu buluruz. Albümlerin yanında canlı performanslarda da drum-machine ile çalıyoruz. Ümit: Şarkı sözlerinizden biraz bahsetmek istiyorum. Doom Metal’in en büyük öğesi acı ve bu acılara haykırış sizin şarkı sözlerinizde de ön planda. Ancak şarkı sözleriniz Rusça olduğundan (umarım yanılmıyorumdur) anlamak biraz zor. “3,14...”ün şarkı sözlerinin teması hakkında bize biraz bilgi verebilir misin? Emin: Şarkı sözlerimiz genelde acıyı, acı çekmeyi, mutsuzluğu işliyoruz; çoğunlukla insanların ahlaksızlıklarını ifade ediyoruz. Tüm insanların sırlarını ve karanlık düşüncelerini, eylemlerini açığa vurmaya çalışıyoruz. Her şarkının içinde mutlak surette insanların ahlaksızlığından izler bulabilirsiniz. Ümit: Şarkı sözlerinden konu açılmışken, ileride İngilizce, Azerice ve hatta Türkçe bir şarkı yapmayı düşünüyor musunuz? Emin: Hangi dilde şarkı söylediğimizin bizim için önemi yok. Bizce önemli olan ana unsur, insanlara anlatmak istediğimiz her şeyi anlatabilmektir ve bunu bir tek mükemmel derecede bildiğimiz Rusça ile yapabiliyoruz. Sizin de gördüğünüz üzere şarkı sözü yazmadaki en temel şey; hangi dilde yazdığınız değil, nasıl yazdığınızdır. Ümit: Biraz da kayıtlarınızdan bahsetmek istiyorum. Demo çalışmanız “Eto Eshe Nachalo” ve promo çalışmanız “Neizbejnost”un


kayıt süreçlerinden bahseder misin? Nerede kaydedildi, düzenleme ve mixler kimin tarafından yapıldı, kimlerin emeği geçti? Emin: “Eto Eshe Nachalo” nun kayıt hikâyesi çok ilginç; çünkü biz bu parçayı Max’in çalıştığı müzik marketi akşam kapatmasından sonra orada çaldık. Kayıtlarda Max’in dükkânda satmakta olduğu aletleri kullandık (bu olaydan dolayı hala kovulmadı :D). İşte bu bizim ilk deneyimimizdi. Ama güzeldi, herkes beğenmişti. İnsanların bizi tanımaya başlamasını bu kayda borçluyuz. İlk albümümüz “Neizbejnost”u tüm gruplarda olduğu gibi biz de profesyonel bir stüdyoda, profesyonel kişilerce kaydettik. Uzun bir süre bu albümü yayınlayamadık çünkü parasal sorunlarımız vardı. En yakın zamanda bu sorunları aştık ve ilk albümümüzü çıkardık. Ümit: “Eto Eshe Nachalo” ve “Neizbejnost” çevrenizden ve internet ortamından gelen tepkiler nasıl? Ne gibi yorumlar aldınız? Emin: Herhangi olumsuz bir yorumla karşılaşmadık. Tek olumsuzluk Doom’un ülkemizde yaygın bir tür olmayışı. Ümit: Azerbaycan’daki Metal Müzik piyasası üzerine geçtiğimiz günlerde sizinle güzel bir söyleşi yapmıştık. Ancak bunu bir de “3,14...” açısından sormak istiyorum. Azerbaycan dinleyicisinin “3,14...”e yaklaşımı nasıl? Emin: Dinleyiciler bizi seviyor. Neredeyse tüm Azeri rock forumlarında öncü bir grubuz. Bir de yaptığımız işleri sürekli olarak takip eden bir hayran kitlemiz var ve onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyoruz. Ümit: Canlı performanslara değinelim biraz da... “3,14...” bu güne kadar kaç gösteride yer aldı? Bunu röportajımızın sonundaki ankette de soracağım ancak burada daha detaylı bilgi almak istedim. Konserleriniz nasıl geçiyor ve siz bu konserleri nasıl değerlendirirsiniz? Emin: Her konsere çok ciddi şekilde hazırlanıyoruz ve sınırlarımızı zorluyoruz. Ve bizce seyircilerimiz de konserlerimizi değerli kılması gereken unsurlardan biri. Ümit: Türkiye hakkında ki düşüncelerini de öğrenmek isterim. Kültürel açıdan kökenlerimiz, dillerimiz ve çoğu örf âdetimiz birbirine bağlı. Türkiye’yi diğer ülkelere göre daha iyi tanıdığını düşünüyorum. Biraz bize sizin gözünüzden Türkiye’yi anlatır mısın? Bu arada hiç Türkiye’de bulunan grup üyesi oldu mu? Emin: Türkiye’nin çok gelişmiş müzikal zevkleri ve tarzlarıyla çok güzel bir ülke olduğunu biliyoruz. Sizler metal gruplarının gelişmesi ve ilerlemesi için onlara fırsat tanıyorsunuz. Ama

maalesef, biz burada bundan yoksunuz. Klavyecimiz Emin ülkenizi sık sık ziyaret edenlerden. Döndüğünde daima ruh hali çok iyi oluyor ve misafirperverliğinizden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Ümit: Kültür dışında biraz da müzik açısından sormak istiyorum. Türkiye’de bildiğin ve takip ettiğin Metal müzik grupları var mı? Türk Metal piyasası hakkında yorumlarınız nelerdir? Emin: Pentagram, Mor ve Ötesi, Almora ve Azeri vokalisti olan Raging Faction. Bunlar bizim bildiğimiz, yaptıkları işleri takdir ettiğimiz, çok kaliteli müzisyenler. Ümit: Son olarak grup üyelerinin özel yaşantılarına değinmek istiyorum. Müzik dışında “3,14...” üyeleri nelerle uğraşıyor? Kimler öğrenci, kimler çalışıyor ve ne işle meşgul? Emin: Max ve Elshan – Bir müzik markette satış elemanı olarak çalışıyorlar. Emin (gitar) – Orduda çalışıyor. Emin (klavye) – Hem üniversitede okuyor hem de AFFA (Azerbaycan Futbol Federesyonu ) ‘da çalışıyor. Anket Max: Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Yamaha RBX 375 Doğum Tarihi ve Yeri: 26.06.1985, Azerbaycan, Bakü En Beğendiği Gruplar: Agatha Kristi, My Dying Bride, Moonspell, Tiamat En Beğendiği Albümler: “Opium” – Agatha Kristi, “Back side of the Earth” – Smyslovie Gallutsinatsii, “34.788%...Complete” – My Dying Bride En Beğendiği Müzisyen: Herhangi biri yok. Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: Savaşmak En Sevdiği İçki: Pepsi En Sevdiği Yemek: Yenebilir durumda olan herşey En İyi 3,14… Parçası: “3,14…”, “Pereotsenka Tsennostey”, “Plachushiy Angel” En İyi 3,14… Konseri: Hepsi 3,14… ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı: Tüm Albümlerin Kayıt Aşaması Unutulmaz Hangi grupla sahne almayı düşlüyor?: My Dying Bride Satın Aldığı İlk Albüm: Üzgünüm, hatırlamıyorum Son Satın Aldığı Albüm: Her şeyi İnternetten İndiririm Hayat Felsefesi: Kendinize ve başkalarına karşı dürüst olun! Emin (gitar):


Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Ibanez 370 DX + EMG 81, 85 Doğum Tarihi ve Yeri: 27.07.1982, Azerbaycan, Bakü En Beğendiği Gruplar: Anathema, My Dying Bride, Moonspell, Tiamat, Deicide En Beğendiği Albümler: “A Deeper kind of Slumber” – Tiamat, “Draconian Times” – Paradise Lost, “34.788%...Complete” – My Dying Bride, “Alternative 4” – Anathema, “Once Upon The Cross” - Deicide En Beğendiği Müzisyen: Herhangi biri yok. Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: Kitap okumak. En Sevdiği İçki: Sek Şarap En Sevdiği Yiyecek: Et En İyi 3,14… Parçası: “3,14…”, “Chelovecheskiy Faktor” En İyi 3,14… Konseri: Hepsi 3,14… ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı: Albüm Kayıtları Hangi grupla sahne almayı düşlüyor?: My Dying Bride Satın Aldığı İlk Albüm: “Maniya Velichiya” (1985) - Ariya Son Satın Aldığı Albüm: Her şeyi internetten indiriyorum Hayat Felsefesi: Vicdanınızın sesini dinleyin ve size nelere mal olacağını görün! Emin (klavye): Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Korg Pa 2 Xpro, Yamaha PSR-S700 Doğum Tarihi ve Yeri: 28.09.1991, Azerbaycan, Bakü En Beğendiği Gruplar: Anathema, My Dying Bride, Katatonia, Novembers Doom, Paradise Lost En Beğendiği Albümler: “Hindisght” (2008) – Anathema, “The Great Cold Distance” (2005) – Katatonia, “Songs of Darkness, Words of Light” (2004) – My Dying Bride, “The Novella Reservoir” (2007) – Novembers Doom, “Portrait of a Dream” (2005) – 1000 Funerals En Beğendiği Müzisyen: En beğendiğim gruplarda çalan müzisyenler Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: seyahat etmek, balık tutmak, futbol oynamak En Sevdiği İçki: Kırmızı Şarap En Sevdiği Yemek: Balık, pizza, Azeri yemekleri En İyi 3,14… Parçası: “Chelovecheskiy Faktor” En İyi 3,14… Konseri: Dark Line Underground, Şubat 2009 3,14… ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı: 3,14… ile beraber olduğum her an benim için unutulmazdır. Hangi grupla sahne almayı düşlüyor?: Anathema, My Dying Bride, Katatonia, Novembers Doom, Paradise Lost Satın Aldığı İlk Albüm: Hatırlamıyorum Son Satın Aldığı Albüm: “For lies I sire” – My Dying Bride Hayat Felsefesi: Güçlü ol ve hayatı yaşa!

Elshan: Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Ibanez RG 1570 MRR Team J.Craft ,J&D JD907S, BOSS GT-8 Doğum Tarihi ve Yeri:15.09.1987, Azerbaycan, Bakü En Beğendiği Gruplar: Amatory, Killswitch Engage, Pantera, Horizon8, Machine Head, Caliban, Cannibal Corpse, Korea, Slayer, Spawn Of Possession, Death, AC/DC En Beğendiği Albümler: “Neizbejnost” (2004) – Amatory,“Mer de Noms” (2000) – A Perfect Circle,“High Voltage” (Australian) (1975) AC-DC,‘Throught the Ashes of the Empires” (2004) - Machine Head,“The Undying Darkness” (2006) – Caliban,“Turbo” (1986) - Judas Priest,“As Daylight Dies” (2006) Killswitch Engage, En Beğendiği Müzisyen: Steve Vai Boş Zamanlardaki Faaliyetleri: Yok En Sevdiği İçki: Martini, Beyaz Şarap, Rus Vodkası En Sevdiği Yemek: Tavuk, pilav En İyi 3,14… Parçası: Egocentrizm En İyi 3,14… Konseri: Dark Line Underground, February 2009 3,14… ile Yaşadığı En Unutulmaz Anı: Yok Hangi grupla sahne almayı düşlüyor?: Yok Satın Aldığı İlk Albüm: Metallica - S&M (1999) Son Satın Aldığı Albüm: Deep Purple Machine Head Hayat Felsefesi: Yok Röportaj,biyografi: Oktay ATEŞ


Sean Parker Röportajı O yaratıcılığını şartlara göre şekillendirmeyen bir müzisyen… İngiltere’deki müzikal geçmişini geride bırakıp, Taksim’in ve Kadıköy’ün arka sokaklarındaki yeni yaşantısına kısa sürede ayak uyduran Sean Parker, son dönemde adından sıkça söz ettiren bir müzisyen olmaya başladı. Bizde bu seyyah müzisyeni sayfalarımıza konuk etmeye karar verdik ve kendisiyle sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik.


Merhabalar Sean; Ümit: Umarım keyifler yerindedir. İlk birkaç sorum Sean Parker Band ile ilgili olacak, daha sonrasında Sean Parker’ı özel olarak tanıtmaya çalışacağım. Türk insanını çok iyi tanıyorsun yazılarından bunu rahatça anlayabiliyorum. Ülkem insanının samimiyeti meşhurdur. Ben de mümkün olduğunca samimi bir şekilde soracağım sorularımı. Umarım bunu anlayışla karşılarsın Özellikle sormak istediğim bir şey var. Öncelikle senin çok ilginç bir insan olduğunu düşündüğümü söylemeden edemeyeceğim. Neden dersen, İngiltere gibi müzikal imkânları Türkiye’ye göre çok daha fazla olan ve icra ettiğin müziğin çok daha olağan karşılandığı bir ülkeyi bırakıp da Türkiye’de müzik yapmak nereden esti? Bunu çok merak ediyorum. İlk sorum bu... Sean: Türklere olan zaafımın yanı sıra dünya’nın gittikçe küçüldüğünü görebiliyorum ve her nerede olursan ol yaratıcılık dürtünü takip edebiliyorsun. İcraatların merkezini terk etmen çalıştığın her şeyden vazgeçmek zorunda olduğun anlamına gelmiyor zaten. Ayrıca İstanbul yazmak ve yaşamak için inanılmaz ilham verici bir yer.

Ümit: Geçtiğimiz sene yayınladığınız çok farklı bir albüm var. Öncelikle bundan başlayalım. “A Gun to the Temple” çok değişik bir karışım. Dinleyen ve yorumlarını aldığım insanlar albümde çok değişik tarzların olmasından hayli memnun. Birbirine yakın ancak müzikal anlamda farklılıklar gösteren tarzda parçaları bir albümde toplama fikri nereden çıktı? Sean: Bu sadece 2006 senesinden İstanbul albümün ve 2007den Transport EP nin bir devamıydı. İlk olarak oldukça indie yapıda (independent rock), düşük tonlu ve birazda olağandışıydı. Bu seferkinin daha güçlü bir sounda sahip her nasılsa ulaşılır olmasını istedim. Ayrıca Spirits gibi psikedelik disko punk ve Whose gibi daha uysal şeylerle sahip duruşta olmasını da.

Ümit: Bu konuyla ilgili diğer bir sorum ise, Sean Parker Band’ın tarzını adlandırmaya kalkarsak bunu nasıl adlandırabilirsin? Sean: Today’s Zaman Sanatsal Rock olarak tanımlıyor ve bu beni yeterince mutlu kılıyor. Akıllara The Fall, Roxy Music ve Devo’yu getiriyor. Ümit: Grupta yer alan üyelerden sanırım en bilinen isim, grubun bateristi Murat can Akçay (Magick, Tushe). Grup üyeleri ve albüm kayıtlarında yer alan sanatçılar hakkında biraz bilgi verebilir misin? Sean: A Gun To The Temple Tünel’deki SG stüdyolarında ortak yapımcı, mühendis olup birtakım ek gitar performansıyla eşlik eden Sertaç Güler ile kaydedildi. Pis Yabancı’dan Matthew Lemon da klarnette ve Whose ile Cascade’nin gitar sololarında yardımcı oldu. İstanbul’da her müzisyen tarafından bilinen Fehmi Suda yaklaşık bir yıllık bassistimiz olarak kadroda yer almaktadır. Çalmaya alışkın olduğum It adlı grubun bassisti Bob Lanz da Spit It Out’un orijinal bas çizgisini grubumuza taşıdı. Sarp Şahin ve Erdem Yener’in de yeni albümde yer almasını diliyorum. Ümit: Sean Parker Band’ın kuruluş hikâyesi nedir? Bu proje nasıl ortaya çıktı? Sean: Canlı performans sergilemek bir güven meselesi ve ben bunu A Gun To The Temple tamamlandıktan sonra kazandım ve bununla bir grup kurmanın vakti geldiğini fark edebildim. İlk gitaristimiz olan Kenan Doğru ve benim öğrencim olup yeteneklerini işitebildiğim birkaç diğer müzisyenle birlikte gruptan zevk aldık. Bir süreliğine döner kapı politikasıyla işler yürüdü; taki Ayşe Akarsu (Sultan) beni MCA ya, davulcu Banu Aydın beni Fehmi’ye tanıtana ve Fransalı lead gitaristimiz Thomas Patron Tayland için görevini tamamlamış olana kadar. Daha sonra gitarımı kaptım ve böylelikle bugünkü vücudumuzu bulduk. Ümit: Grubun isminden dolayı hiç tepki aldınız mı? Kişisel bir isim altında kurulan gruplar Türkiye’de


biraz tepki toplayabiliyor. Bununla ilgili herhangi olumsuz bir yorum geldi mi dinleyicilerden? Sean: Grubu bu adla anıyoruz; çünkü şarkıları ben yazıyorum, dahası her iki albümde de herşeyi ben çalıyorum, ayrıca şimdiye kadarki en uzun süreli dayanan grup üyeside kendimim. Bu durumda herşey dürüstçe işliyor diyebiliriz. Eğer birinin bunla ilgili bir problemi olursa, bundan beni haberdar etmesinler.

Ümit: “A Gun to the Temple” için benim duyduğum yorumlar çok olumlu. Peki, yakın zamanda yeni bir albüm gelecek mi ve bu albüm de “A Gun to the Temple” gibi farklı tarzlar mı barındıracak? Sean: Gelecek albümün adı FlAMINGO olacak ve şuanda kayıt aşamasında. Ağustos ayında Ghetto’da büyük bir sandal partisiyle yayımlamayı umuyoruz. Soundumuz farklı ve şimdiki idyosenkratik uzakta – canlı performans gücü olan ve delip geçen bir kadroyuz. Bugünlerde fazlasıyla Morphine, Talking Heads, Simon & Garfunkel, Lightning Bolt ve nasıl sonuçlanacağını bilenleri dinliyoruz. Punky, boğuk, oldukça ahenkli, soyut soloları ve Fehmi’nin gergedanla güreşen yılana benzer performansıyla bezenmiş bir çalışma oldu.

Ümit: Şimdi biraz daha kişisel sorulara geçmek istiyorum. Myspace ve Facebook gibi blog sitelerinde biyografin mevcut. Ancak şu ana kadar takip etmemiş okuyucular için bir de Sean Parker’ı kendi sözleriyle bize tanıtır mısın? Sean: Sean, doğum adıma ilaven eklediğim bir isimdir. Beş yaşımdan beri sahip olduğum kekemeliğimden ve B sesini kolay seslendiremeyişimden ötürü bu adı kullanmaya başladım. Şuan 34 yaşımdayım Ümit: Türkiye’de Shaft, Kemancı gibi Rock müziğin mabedi olarak sayılabilecek yerlerde çaldın. Birçok dinleyiciye müzik ziyafeti verdin ve bu mekanlarda sık sık bulunuyorsun bildiğim kadarıyla. Gerek icra ettiğin müziğe, gerekse müzik dışındaki Sean Parker’a tepkiler nasıl?

Sean: Yüzüme karşı mı yoksa arkamdan söylenenleri mi işitmek istersin? Bazıları oldukça pozitif ve destekleyici; fakat bu iş için oldukça kalın bir deriye sahip olman gerekir. Ben biraz açık sözlü biriyim bu nedenle söylemekten hiç çekinmeyen biri de olarak genelde bilindik, popüler mekânlarda – Kemancı, Shaft gibi- cover grupları Ümit: Grupla ilgili son soru olarak, ileriye dönük yer almakta diyebilirim. Bir canlı performans planlarınız hakkında biraz bilgi alabilir miyiz? grubu öncüsü olmaktan oldukça memnunum ve bunun sonlandırmayacağım. Dogzstar ve Peyote Sean: Önümüzde yeni bir albüm ve tabii ki gibi mekânları önemli kılan nedenlerdir. Bir takım Ghetto’daki (umarım ki bunu için Black Schwart insanlar neden Türk müzik yaptığımı bana sorup iyileşmiş olur) başlıca şov, Eylülde Yedikule’de kendi müziğim üzerinde odaklanmam gerektiğini Eclectica festivali- Gold Blade, Malice In ve sözüm ona sahnemi Türk müzisyenlerden uzağa Wonderland ve diğerleriyle birlikte- ve İstanbul’daki taşımam gerektiğini tavsiye etmekteler. Evime yani favori mekânımız olan Dogzstar’da bir başka ülkeme dönemin gerekliliğinden bahsediyorlar. şovumuz daha mevcut olmakta. NTV’deki Gece Gündüz adlı programda ve Cine 5’te performans sergilememiz görüşülmekte. Ayrıca harika bir Ümit: İstanbullDogs isimli yazında Türkiye’deki şahsiyet olan Ahmet Durakçı ve Adam Walton Rock kültürünü çok iyi takip ettiğini ve gereksiz ile YÖN radyo’da Pena Şov’da ve çalışmalarının popülariteye tepkili olduğunu görmek mümkün. Bu fanı olduğumuz ve Flamingo’yu şovunda yazı için seni tebrik etmek isterim. Türkiye’deki sergileyebileceğimizi düşündüğümüz BBC DJ’de de Rock ve Metal kültürü hakkındaki düşüncelerini yer almamız söz konusudur. biraz da bizim okurlarımızla paylaşır mısın?



(Not: Sean Parker’ın İstanbullDogs yazısını okumak isteyenler için: http://www.resetmagazine. net/resetsayi36/muzik/IstanbullDogs-2009.html) Sean: Her hafta yeni parçalarla karşılaşıyor ya da gerçekten sevebildiğim parçalarla – ve sevdim mi gerçekten bu şarkıları seviyorum-. Dinleyici genelde iyi insanlardan oluşmakta, fakat üzülerek söylüyorum ki gerçek bir pogoya rastlamak çok zor. Bugünlerde yazın oldukça mükemmel olan Dorock rock severler ve müzisyenler için gerçek bir merkez. Burayı bu kadar güzel kılan herkesin birbirini tanıması ve herkesin birbiri gruplarında performans sergilemesidir diyebilirim. Ayrıca Türklerin sahip olduğu yapmacıksız kibarlıktan ötürü kimse kimsenin üstü açık bir tarzda birbirlerinin şovlarını, albümünü ve müziğini eleştirmiyor. Ayrıca NME gibi alternatif rock müziğe dair haftalık bir gazetenin yayımlanmasını da görmek oldukça keyif verici.

Ümit: “A Gun to the Temple” albümündeki tüm besteler sana ait. Peki, bundan sonraki albümlerde Türkçe bir parça yapmayı düşünüyor musun? Mesela Türk Rock’ının eski gruplarının parçalarından bir cover çalışma olabilir mi? Sean: Hehehe. Bunun için Türkçem yeterli sayılmaz! Warzone’da iki Türkçe satır mevcut ve Flamingo’dan (heavy olanların en iyilerinden) ritmik bir başarı niteliğindeki Starting A Fight’ta da birkaç tane mevcut. Bugünlerde sözlerim ve müziğim biraz daha ritmik türde, bu nedenle fazla bir anlam aramayın içlerinde. Eğer iyi bir gitarist olsaydım Moğollar’dan enstrümantal bir parça olan 2578 (?) ve Manço ve Koray’dan birçok parça coverlamak isterdim. Asla bilemezsin!

Ümit: Çok zevkli bir röportaj oldu Sean. Teşekkür ederim bize zaman ayrıdığın için. Son olarak anket sorularımızı da cevaplarsan memnun olacağım. Senin eklemek istediğin son birşey var mı? Sean: Sakın www.myspace.com/seanparkeristanbul sitesini unutmayın!

Anket soruları: Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Dünya’daki en kötü thrash Japon Jackson parçası. Pahalı bir tane almak için ara sıra gitarımı kırıyorum da. Doğum yeri ve Tarihi: 19 Mayıs 1975, Exeter, Birleşik Krallık Favori Grupları: The Flaming Lips, Queens Of The Stone Age, Talking Heads, The Clash Favori Albümler: The Flaming Lips ‘The Soft Bulletin’, David Bowie ‘Low’, Talking Heads ‘More Songs Abour Buildings And Food’, MGMT ‘Oracular Spectacular’, Athena ‘Herşey Yolunda’ Hayranı Olduğunuz Müzisyen: David Bowie Boş Vakitlerdeki Uğraşları: İngilizce öğretmek Favori İçeceği: Efes Pilsen. Ya da süt Favori Yiyeceği: Türk ev yapımı olan her şey Sean Parker Band’ın En İyi Olarak Değerlendirdiği Parçası: Spit It Out. Ya da Spirits Sean Parker Band’ın En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: Dogzstar, Haziran 2009 Sean Parker Band ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: İstanbul Kültür Üniversitesi’nin yanan sahnesinde iki Rus kız arkadaşım ve MTV temsilcileri yanında ve kâğıt bardakta Jack Daniels eşliğindeki şov. Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz? : The Flaming Lips, The Rolling Stones ya da Fugazi İlk Aldığı Albüm: Fine Young Cannibals ‘The Raw And The Cooked’ Son Aldığı Albüm: Tom Waits ‘Franks Wild Years’ Son Olarak Hayat Felsefesi: Yaptığın şeylerden çok yapmadıklarına daha çok üzüleceksin…

Cevapların için teşekkürler Sean Teşekkürler Ümit

Röportaj: Ümit Gündoğdu Çeviri: Ece Tuğba Saka, Ebru Ekşi Fotoğraflar: Semra Uygun




Dünya üstünde adından söz ettirmeyi başarmış her grubun sahip olduğu bir yetenek vardır. Tanrı vergisidir, herkes bunu başaramaz. Bazen dinlemek çok kolaydır bazen saatler sürer içine sindirmek o grupların şarkılarını. Bir farklılık yaratmışlardır, yaptıkları müziklere adlarını kazımışlardır. Herkese ilham vermişlerdir, öncülük etmişlerdir. Onların bu başarısının ardında kesinlikle yapacakları işin sonunu düşünmeden başladıkları deneyselcilik vardır. Dünden bugüne, işine deneysel bir yaklaşımla başlayan her insan mutlaka büyük bir ödül almıştır. Bilimde, edebiyatta, sanatta ve hatta savaşta. Deneyselcilik olmasaydı, insanoğlu olduğu yerde sayardı ve hiçbir ilerleme kaydedemezdi. İnsanlar öncüleri olmadan büyük boşluklara düşerlerdi. Bu her yerde böyledir: Peygamberler dine öncülük eder, komutanlar askerlerine öncülük eder, politikacılar da halka. Baktığımızda hepsinin insan olduğu (politikacılar hakkında bir daha düşünmek gerekir) apaçıkken, neden bazıları yön verir, bazıları yönlendirilir? Çünkü sözünü ettiğim “yön veren bazıları” farklı ve yeni şeyler denemeye hazırdır. Yeni şeyler dener, yeni şeylerden söz eder yada eski şeyleri farklı yönlerden insanlara anlatır. Ama kendine ait bir tarzı vardır, bir cesareti vardır yapmak istedikleri hakkında ve bunu yaptığında işte gerçekten öncü olur. Fransızca “Avant Garde” teriminin dilimizdeki karşılığı “öncü birlik”tir. İngilizcedeki karşılığı “advance guard” ve hatta Lehçe’de “awangarda” diye bilinir. Tüm bu sözünü ettiğim deneyselcilik için kullanılan kelimelerdir bunlar. Deneyselcilik tam şu vakitte bu hareketle başladı diyemeyeyiz çünkü bu tekerleğin icadına kadar geriye gidebilir. Özellikle müzik gibi evrensel bir olgunun deneyselliğinin ne zaman başladığının tarihini vermeye kalkmak çok yanlış olur. Çünkü müzik zaten deneyseldir. En başından sonuna kadar. Blues’dan Rock’n Roll’a, Saykodelikten Heavy Metal’e, atılan her adım deneyselciliğin sonucudur. Müzikte arayışlar olmasa tek düze bir anlayışımız olurdu. Her grubun deneysel bir yanı vardır. Ama bazı gruplar tarz olarak Avant Garde’ı seçiyor. Bu tanımı kullanan gruplar gerek enstrümanlarda gerek şarkı yapılarında farklılıklara gidiyorlar. Standart olan şarkı yapılarını bozup, kilise müziğini sirk müziğine katıyorlar, diş fırçasını enstrüman olarak kullanıyorlar. Belirli bir amaç gütmeden, kendi arayışları üzerine üretirler. Dur bir şarkı


yazayım hit olsun, bu şarkıda pogo yapılsın, insanlar kafalarını vuracak beton arasın düşüncesinde değil de daha çok ben yapayım anlayan anlar gerisi pek de önemli değil mantığıyla yaparlar bu işi. Avant Garde metalin özü de buradadır. Genelde avant gardı benimseyen grupların diğer tarzlara da hâkim olması gerekir. Çünkü sıradan olanın dışına çıkmak için sıradanın ne olduğunu bilmeleri gerekir. Müzik dehası dediğimiz bazı isimler tam olarak bu işle uğraşıyor. Mesela Buzz Ozbourne, Dave Lombardo ya da Mike Patton gibi isimler. Günümzde birçok avant garde grubu, bu ve bunun gibi isimlerin projelerine olan hayranlıkları sayesinde müziğe ilgi duymuşlar. Birçok grup birbirinin devamı olarak görülmekte ve bir kişinin birden çok projesi mevcut. Çok fazla gruptan söz edemeyeceğim ama adını bu tarza kazımış olan birkaç isimden de söz etmeden geçemeyeceğim. The Melvins, 1982 yılından günümüze kadar aktifliğini sürdürmüş grup. Buzz Ozbourne ve Dale Crover grubun değişmeyen üyeleriyken, birçok farklı isimle çalışmışlardır. Tam 17 tane albüme sahip olan türünün en harika adamlarından oluşan grup son konserlerinde 2 baterist ile birlikte sahneye çıkmışlardır. Mr. Bungle, 1985 yılında Kuzey Kaliforniya da çocuklara eğitim amaçlı gösterilen videonun kahramanın adını alarak kuruldu. Grupta uzun süre bulunan kişiler Mike Patton, Trey Spruance, Trevor Dunn, Danny Heifetz ve Clinton Mckinnon. Grup kurulduğu tarihten 2004 yılına kadar aktif kaldı ve 3 demo 3 de stüdyo albümü çıkardı. Grubun dağılışı, grup elemanlarının farklı projelerde başarı sağlaması ve artık gruba eskisi kadar önem verememesi yüzünden gerçekleşti. Mr. Bungle üyeleri birçok yeni projeye adını yazdırmanın yanında, hayranlarının da kendi gruplarını kurmasında teşvik edici bir rol oynadı. Birçok konuda ilklerin sahibi olarak Mr. Bungle gösterilebilir.

Secret Chiefs 3, Mr. Bungle elemanı Trey Spruance’ın bir diğer projesi. Farisi ve Arap müziğinden etkilenen grup aynı zamanda death metalden elektroniğe bir çok tarzı bünyesinde bulundurarak 7 albüm çıkardı. 1995 yılından bu güne kadar aktifliği devam ettirmiş bir grup. Fantomas, 1998 yılında Kaliforniya’da kurulmuş olan grup. Faith No More’


un dağılışından hemen sonra kurulan grup bünyesinde Mike Patton’ı, Trevor Dunn, Buzz Ozbourne ve Dave Lombardo gibi isimleri barındırıyor. Grup, experimental ve noise üzerine devrim niteliğinde albümler çıkarmıştır. 2001 yılında The Director’s Cut adlı albümünde birçok film müziğine kendi yorumlarını katarak yer vermiştir. 1 split, 5 tane de stüdyo albümüne sahipler. Dog Fashion Disco, 1996-2007 yılları arasında aktif olmuş, üyeleri aynı Mr. Bungle gibi birçok farklı projeye imza atmış gruptur. Saykodelikten sirk müziğine birçok tınıyı müziğinde bulunduran grubun şarkı sözleri son derece hicivsel bir özellik taşır. En çok etkilendikleri grubun Mr. Bungle olduğunu söylerler. Grup, Todd Smith, Jasan Stepp, Brian “Wendy” White, John Ensminger, Jeff Siegel ve Matt Rippetoe’ dan oluşmuştur. 10 albüme sahiptirler. Grup dağıldıktan sonra birçok projeye zemin hazırlamıştır, mesela, Todd Smitt, Jasan Step ve Sohn Ensminger’ın yeni projesi olarak Polkadot Cadaver kuruldu. Purgatory Dance Party tek albümleri… Gözden kaçırılmaması gereken bir avant garde grubu. Bir başka grup: The Alter Boys. Jason Popson, Todd Smith, Mike Martini, Matt Rippetoe, Jeff Siegel, Craig Martini ve Eric Matthews’ in yanında Jackass’ten tanıdığımız Ryan Dunn’ ın vokaliyle can bulan bu grup 2004 ten bu yana aktifliğini sürdürmekte. 2005 te tek albümleri olan “The Exotic Sound of the Alter Boys” u piyasaya çıkarmışlardır. Bunların dışında Norveçli Ulver, Endonezyalı Kekal gibi bu tarza sonradan adapte olanlar olmuştur. Birçok grup tarzını belirlerken sadece deneyselciliği kullanmayıp, diğer tarzları da benimsediklerinden söz etmişlerdir. Meshuggah gibi, Ram-Zet gibi… Artık etrafımızda çok fazla deneysel müzik yapan grup var. Ülkemizde de her geçen gün artan sayısına dikkat çekmek lazım. Zira etrafta “Ben deneysel yapıyorum siz anlamadınız” diye geçinen birçok başarısız gruba rastlayabilirsiniz. Avant gard yapmak kadar, iyisini ayırt etmesi de zor olabiliyor. Ama eğer iyi gruplara rastlarsanız bu müzikten çok büyük haz alacağınıza garanti verebilirim. Hazırlayan: Dilara Akmil


Enthroned Röportajı Belçika’dan dünyaya açılan karanlık yüzler onlar… Yüzleri gibi geçmişleri, müzikleri, lirikleri de karanlıkla dolu… Okult kültürünün ve Black Metal’in harmanlanmasıyla ortaya çıkan bir Kuzey efsanesi Enthroned… Cernunnos’un hayata gözlerini kapamasından, Nebiros’un kendi yolunu çizmesine kadar birçok detaylı konuda grubun frontman’i Nornagest’den samimi cevaplar aldık. Dilerseniz lafı fazla uzatmadan röportajımızın içeriğine geçelim.


Merhaba Nornagest! Ümit: Türkiye’den selamlar. Röportaj teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Belçika’nın en iyi Black Metal gruplarından birisiyle röportaj yapmak gerçekten büyük bir onur... Konuyu fazla uzatmadan sorularıma başlamak istiyorum.

Grubun kuruluşundaki orjinal kadro ile çıkartılan demo çalışma birçok firmanın ilgisini çekmiş ve kısa zamanda bir split bir de albüm çalışması gelmiş. O dönemde yeni bir grup olarak Enthroned’in çok çabuk tanınmasının sebepleri nelerdi? Nornagest: Diğerleri” dediğimiz kişilere dönüp baktğımız zaman Enthroned farklıydı ve daha bir sürü getirisi oldu. O bizim kendimizden bir parça olacaktı ve açıkçası asla özgün ve farklı olmayı denemedik. Tam tersine kendimiz olmak istedik. Ortaya çıkan ürün de bizim içimizden/ ruhumuzdan gelenlerdi. Belki de onun bu etmeni Enthroned’un şu anki bulunduğu yeri sağladı. Ümit: Gruba senin ve Nebiros’un dâhil olmasıyla az önce bahsettiğimiz hızlı yükseliş, 3 yıl gibi kısa bir sürede Enthroned’i sınırları zorlayan bir grup haline getirdi. O dönemde birçok köklü Black Metal grubuyla aynı sahneyi paylaştınız ve Enthroned’in sahne gösterileri çok popüler olmuştu. Sen ve Nebiros gruba kaltıldıktan sonra grubun gidişhatı nasıl değişti ve Enthroned nasıl bu seviyeye geldi? Nornagest: Kendisini işine adayan taze kan gerekliydi ve bu, ben ve Nebiros’un gruba katılımıyla bir üst seviyeye taşındı(hala da taşınıyor). Eğer ‘sanatın’ bir dalıyla, felsefeyle veya yapmak istediğiniz her neyse bence işine kendini adama, gruptaki herhangi bir kişiden daha önemlidir. Ve bu bizim için daima ‘salt müzik’ten daha önemli olmuştur. Ümit: Biyografinizde Nebiros’dan korkunç bir müzisyen olarak bahsediyorsunuz. Bunun

sebebi nedir? Nebiros’dan bahsetmişken 2000 yılında gruptan ayrılmasının sebebi neydi? Nornagest: Nebiros harika bir müzisyen ve iyi bir arkadaştı. Ama insanlar değişir ve o da görüşleri ve zevkleri değişen o insanlardan biriydi. Bu nedenle onunla devam edemezdik, fakat hala bağlantımız sürüyor. Ayrılığının başlıca sebebi ise Enthroned’un ilişkili olduğundan farklı hedeflerinin ve müzikal zevklerinin olmasıydı. Ümit: Yine grubun ilk dönemlerinde Ancient Rites ile bir split ve turne projeleriniz olmuş. Ancient Rites ile yaptığınız çalışmalardan ve iki grup arasındaki ilişkilerden biraz detaylı bahsedebilir misin? Nornagest: Grubun ilk zamanlarından beri Ancient Rites ile güzel bir bağlantımız vardı ve bu çalışmanın öncesinde de zaten arkadaştık. Proje de doğal olarak bunun bir getirisi oldu. Öte yandan iki grup da birbirini daima desteklemiştir fakat yıllar geçtikçe iki grubun da farklı yollar izlemesiyle aradaki eski bağ kalmadı. Ümit: 1997 yılında grubun belki de en acı hatırası olan Cernunnos’un intiharı gerçekleşiyor. Bu intiharın sebepleri hakkında herhangi bir fikriniz var mı? Ve bu durum Enthroned’i grup üyelerinin duyduğu üzüntü dışında nasıl etkiledi? Nornagest: Cernunnos benim en iyi arkadaşımdı, gerçek bir kardeşti benim için. İntiharının sebepleri daha önce binlerce kez açıklandı ve doğrusunu söylemek gerekirse, onun gidişi hakkındaki detayları tekrar tekrar açmak hoşuma gitmiyor. Onun ruhu daima bizimle. Kendisi bizim için bir kardeş gibi, önceden de öyleydi ve daima öyle olacak! Ümit: Enthroned birçok Black Metal grubunda olduğu gibi kadrosunda bir hayli değişiklik yapan bir grup. Özellikle davulcu konusunda grubun kadrosunda epeyce değişiklik olmuş. Bu kadar sık eleman değişikliklerini hangi sebeplere bağlıyorsun?


Nornagest: Kendini Enthroned’a 100% veremeyen biriyle karşılaştığımızda ya o farklı bir yol izliyor ya da biz bunu yapıyoruz. Konsept, müzik, gruba olan bağlılık ve kendini işine adama durumu, kişisel olarak gruba bir şeyler katmak kadar çok şey içeriyor. Bu havayı yakalayamayan veya uyum sağlayamayan biriyle karşılaşırsak görev değişikliği kaçınılmaz oluyor. Ne yazık ki, bu sorun her grupta var ve gelecekte endişe verici olan bu durumun asla ne zaman neler getireceğini bilemezsiniz. Ümit: Şarkı sözlerinizde “satanizm” öğelerini bolca kullanıyorsunuz. Günümüzde bir çok grup “Satanizm” konusunu sadece imaj olarak kullanmakta. Şarkı sözlerinizde kullandığınız öğeler sizin inançlarınızı mı yansıtıyor yoksa bu sadece bir imaj mı? Nornagest: Satanizm” benim kişisel bir tercihim. Grup ise yoğun bir şekilde Okültizm’den besleniyor ve Enthroned’un genel düşüncesi, içimizden herhangi birinin inancını veya zihniyetini yansıtıyor. Bizler gerçekten görüntüyü umursamıyoruz, bu tamamen bir saçmalık ve eğer böyle yaparsam kendimi yapmacık veya özenti olarak yaftalamış olurum. Ümit: Bu konuyla ilgili bir başka sorum da “satanizm” öğelerini sadece imaj olarak kullanan gruplar hakkındaki düşüncen nedir? Nornagest: Yukarıda da dediğim gibi: Bu yapmacıklar ve özentilerin işidir! Aklıselim biri neden sırf “sert görünmek” için böyle bir şey yapsın ki? Eğer grup, şeytani görüntüyü sadece görüntü olarak kullandığını açıkça beyan ederse ben de bunu kabullenebilirim. En azından onların ikiyüzlü bebeler olmadığı benim için az da olsa ispatlanmış olur. Ümit: Genelde Black Metal ile ilgili olarak son günlerde dünyadaki bir çok grupla yaptığımız bir çalışma var. Çalışmanın konusu ise Corpse Paint hakkında. Senin de bu konuda düşüncelerini öğrenmek istiyorum. Corpse Paint Enthroned için ne

ifade ediyor? Sence Corpse Paint, Black Metal için sadece bir materyal mi, yoksa Black Metal’in özünde olan bir olgumu? Nornagest: Esasen Corpse Paint, ne Black Metal’den ne King Diamond’dan ne de Kiss’ten geliyor. Ritual Paint, İsa’dan önce de falcılar, cadılar, büyücüler vb. tarafından kullanılıyordu. Onlarla oluşturdukları armoni ve varlıklar birbirini etkiliyor, tamamlıyor ve onlara tapınıyorlar. Kaynağın oradan geldiğini söyleyebiliriz. Ümit: Biraz da yeni albümden bahsetmek istiyorum. Bildiğim kadarıyla “Pentagrammaton”un kayıtlarına geçtiğimiz aylarda başladınız. Şu anda albüm için son durum nedir? Ne zaman yayınlanacak? Ve yeni albümle beraber Enthroned’in tarzında herhangi bir değişim olacak mı? Nornagest: ’’Pentagrammaton” , 2010’un başlarında Ragain Records etiketiyle piyasada olacak. Henüz tam tarih veremiyoruz bu konuda. Tüm söyleyebileceğim, bana göre “Tetra Karcist” ve ikinci albümümüz “Towards the Skullthrone of Satan” dan da beslenen bir albüm. Bu yüzden, saf Enthroned’un dışında, “Pentagrammaton” daki ana düşünce, grubun ilk yıllarından son albüme kadar geçen süreçte kullanılan ögelerle birlikte yükselen bir çalışma olacak. Ümit: Geçtiğimiz sene Napalm Records ile yollarınızı ayırıp Regain Records ile çalışmaya başladınız. Napalm Records ile uzun süreli bir çalışmanız oldu. Ayrılma sebebiniz bir anlaşmazlık mı yoksa sözleşmenizin bitmesi mi? Regain Records ile ilgili düşüncelerin neler? Nornagest: Ragain bize daha iyi bir anlaşma sundu ve biz de kabul ettik. Napalm ile iyi işler çıkardık fakat biz başka bir şeyler daha denemek istedik ve dürüstçe söylemem gerekirse gerçekleşmesi gereken bu bir sonraki adım Ragain’di ve doğru bir adımdı. Ragain, grubun duruşunu, zihniyetini 100% benimseyerek destekledi. Bu gözle bakarsak, onlar da bizim tüm desteğimize sahipler.



Ümit: Bu senenin başında yayınlanan Teksaslı Black Metal grubu Absu’nun albümüne konuk vokal olarak destek verdin. Albümde bir çok konuk sanatçı yer aldı. Bu teklif sana nasıl geldi ve kayıt süreci nasıldı? Nornagest: Proscriptor benim eski bir arkadaşım ve benden Absu’nun bir sonraki albümünde katılmam için teklif getirdi ve ben de tereddütsüz kabul ettim. Absu, sanatsal kimliklerine saygı duyduğum ve desteklediğim bir grup. Kayıt aşaması, ortam daha rahat olduğundan dolayı Brüksel’deki kendi stüdyomuzda gerçekleşti. Kayıt süreci, sesimin ve sınırlarımın yettiği ölçüde kendimi kullanarak elde ettiğim tam özgürlüğü de katarak gayet iyi geçti. Bu yüzden, bir işi yaparken belli bir kurala göre hareket ederseniz tüm duygularınızı ortaya koyabilirsiniz. Ümit: Son sorum ise Enthroned’in önümüzdeki günlerde yapacağı turneler hakkında. Temmuz ve Ağustos aylarında ülkenizde iki konser vereceksiniz. Bunlar dışında turne planlarınız nedir? Nornagest: Bahsettiğin son iki konserden sonra kararımız, kesinlikle odak noktamızın “Pentagrammaton” un kayıt süreci olması yönünde. Gelecek yıl için henüz çalmadığımız denizaşırı ülkeler de dâhil bazı teklifler alıyoruz.

Ümit: Muhteşem bir röportaj olduğu kanaatindeyim ve sorulara çok hızlı bir şekilde cevap verdiğin için ayrıca teşekkür ederim. Umarım mesajlaşmalarımız sırasında seninde dile getirdiğin gibi bir gün sizi Türkiye’de izleme şansımız olur. Son olarak anket sorularını cevaplamanı isteyeceğim. Herşey için teşekkürler


Nornagest.

Anket: Gruptaki Görevin: Ana vokal ve gitar Enstrümanın( Marka, Model): Jackson Kelly ngst-1 Doğum Yerin ve Tarihi: Belçika, Gent – 06/10/6023 BC En Beğendiğin Gruplar: Kreator, Sarcofago, Beherit, The Velvet Underground, Dead can Dance, Iron Maiden En Beğendiğin Albümler: Funeral Mist “Salvation”, Mayhem “De Mysteriis dom Satanas”, Beherit “Engram”, Dead can Dance “Serpent’s egg”, Suicide Commando “Axis of Evil” En Beğendiğin Müzisyenler: Steve Di Giorgio, Hans Zimmer, Pete Sandoval, Adrian Smith, Marc Knofler Boş Zamanlardaki Faaliyetlerin: Okült / Eski zaman incelemeleri, Çizim, DTP, İççizim En sevdiğin içecek: Bira, Guarana En Sevdiğin Yemek: Asya Mutfağı En iyi Enthroned Albümü: “ Tetra Karcist” En İyi Enhtroned Konseri: Belo Horizonte Brazil – 2008 Enthroned ile yaşadığın en unutulmaz hatıran: Hepsi… Aynı sahneyi paylaşmak istediğin grup(lar): Sarcofago, Beherit İlk aldığın albüm(ler): Kiss “ Creatures of the Night”, AC/DC “For those about to Rock” Son aldığın albüm(ler): Necrophobic “Death to All” Hayat Felsefen: “…Tüm kural dilediğini yapmak olmalı…”

Röportaj: Ümit Gündoğdu Çeviri: Ece Tuğba Saka, Oktay Ateş


Les Légions Noires (The Black Legions) Les Légions Noires (The Black Legions), Fransız Black Metal gruplarının oluşturduğu ve günümüzde aktif olmayan bir topluluktur. Bu topluluk Black Metal sahnesine tam anlamıyla 1993 -1994 yıllarında çıkmıştır. Gruplar albümlerini çok az sayıda yayınlamışlar ve bu sayı en çok 88 baskı ya da daha azdır. Bunun sebebi Les Légions Noires (LLN) tarafından çıkarılan albümlerin anlaşılmaz, karmaşık ve pahalı olması, aşırıya kaçması ve çıkan yayınların her birinin kült klasikler arasında bulunmasıdır. Bu sebeplerden dolayı albümleri elde etmek, hem kendi dönemlerinde hem de şuan da bir hayli zordur. Ancak kopyalarının çoğu günümüzde internet üzerinden sirküle halde bulunmaktadır. Her LLN yayını ya bir demo ya da en az iki grup tarafından yapılan split şeklinde olmalıydı. Bu sebepten dolayı LLN gruplarından biri olan Mütiilation in 1996 yılında çıkardığı “Vampires Of Black Imperial Blood” adlı LP bunların dışında tutulmuştur. LLN in en çok bilinen ve merkezi yapısını oluşturan gruplar; Vlad Tepes (adını 15.yy da yaşamış Wallachian prensinden alır), Belketre, Mütiilation, Torgeist ve Moëvöt dur.

yüzüne çıkmamış ve söylentiden ibaret olduğu düşünülen demoların kopyaları, insanların onların yaşamlarını sorgulamalarının temel nedenlerinden biri olmuştur. Bir diğer örnek grup ise Trörkrvisätänsrökrëh. Bu grubun bir demosu LLN üyeleri tarafından internetten dağıtılmaktadır. LLN gruplarının yarısı hala müzik yapmakta ama sadece LLN gruplarına dağıtmaktadır. LLN böylesine fetiş bir topluluk olduğu için haklarında birçok söylenti vardır. Başlıcalarından biri onların kale (şato) de yaşadıkları ve kayıtlarını burada yaptıklarıdır. Bu efsane Meyhna’ch’ın malikânesinin şato gibi eski bir yapıda olduğu görüldükten ve ebeveynlerinin evi olduğu anlaşıldıktan sonra sık sık çürütülmüştür. Diğer bir söylenti ise bir başka LLN projesi olan Mogoutre grubunun demolarını, sıçanın içine sokulan bir mikrofonla kaydettikleridir. Yanlış anlama ve yanlış yorumlamanın sonucu bir hayli söylenti vardır. LLN grupları özellikle Vlad TepeS en çok bootleg yapan Black Metal gruplarındandır. Birçok ünlü grubun kayıtları halen bu şekildedir. GRUPLAR :

Vlad Tepes LLN içerisine girmek isteyenler, toplulukta sözü geçen gruplar ve/veya grup üyelerinin oluşturduğu solo ya da yan projeler de çalıştırılarak değerlendirilirdi. Seviss, Vermyapre Kommando, Satanicum Tenebrae, Aakon Keetreh ve Dzlarv gibi gruplar bu strateji ile LLN içine dâhil edilenlerin bir kısmını teşkil etmiştir. Bünyesinde 20-30 grup bulunduran LLN içerisinde çoğu zaman tartışmalarda yaşanmış ve kimi gruplar topluluğa yanlış yapmışlardır. Vermeth ve Vrasagaerhtvuula bu kötü etiketin yapıştırıldığı iki grup olarak göze çarpar. Bunların sonucunda topluluk 1998 yılında dağılmıştır ve çoğu grup ile projeden bir haber alınamamıştır. Meyhna’ch LLN içerisinde bulunan gruplardan günümüzde yoluna devam eden sadece Mütiilation kalmıştır. Bu grup ise 1996 yılında kurucusu Willy (Meyhna’ch) Roussel in sorunları (uyuşturucu olarak bilinir) nedeniyle LLN den atılmıştır. Çoğu insanın şüphe içinde olmasına rağmen LLN şarkılarının çoğunun varlığı söylentiye dayalıdır. Örneğin, Boreb. Mevcut olan birkaç Boreb şarkısı söylentisi, LLN in üyesi içermemesi ve bunun bir şaka olması nedeniyle birçok kez tartışıldı. Aslında bu gruplar tarafından su

Aäkon Këëtrëh Belkètre Belathuzur (pre-Satanicum Tenebrae) Black Murder Boreb Brenoritvrezorkre Dzlvarv Moëvöt Mogoutre Mütiilation Norzbgorobtre Satanicum Tenebrae Seviss Susvourtre Torgeist Torture Vagézaryavtre Vérmyapre Kommando Vlad Tepes Vutreemamabre Vzaeurvbtr Project Beraeabtre Project Bvrolarimnambde Project Chaos Project Clairon Project Dvnaebkre Project Errance & Tristesse Project Medieval Spectral Project Necro Paris Catacombes Project Psyche Project Sadie mae Glutz


Project Project Project Project Project

Valerie Vampire Vladre Vrueamte Vzakpre Vemekr

THE BLACK LEGIONS BEYANIDIR.. Eğer İsa Mesih için bir şey olmamız gerekseydi onun son nefesi olurduk. Eğer bu dünya için bir şey olmamız gerekseydi onun alacakaranlığı, değişmez alacakaranlığı olurduk. Şimdi geçmişte kalan bir zaman var. Black Metal’in; Şeytan’ın gururu olduğu zamanda, tek amacının tanrıyı ve iğrenç yaratıklarını lanetlemek ve yok etmek olduğu kasvetli bir sanatın gerçekten Kötülüğe adandığı zaman. Fakat bugün BLACK METAL ifadesi hala bir şey ifade ediyor mu? Black Metal artık hiçbir şey ifade edemez. Şeytan’ın utancı haline geldi. Buna yol açan işe yaramaz solucanlar, sahte Satanistler, hainler ve her çeşit p.çler, sanatımızı aşağılamak için toplandılar. Daha da kötüsü bu sanatı saf boka çevirmede başarılı oldular. Görüntünün, paranın, popülerliğin parçası oldular. Şu an inançlarımızla yapacak bir şeyi olmayan aptallar BLACK METAL yayınlarına mağazalardan sahip oluyorlar. Çünkü Gerçek Black Metal’in karanlıkta kalması gerektiğini anlamayan dönek markalar affı olmayan hatalar yapıyorlar. Bu doğduğu yerdedir. Dışarı çıkmaması gereken sonunda geri dönecek olan. Black METAL yaradılışındaki zamanına ters olarak herkesin müziği olmuş. Tüm yapılar, etiketler, dergiler, daha kötüsü grupların kendileri diğer insanların müzik stilleri gibi vesikalaşmış. Gruplar -kokuşmuş ve tahammül edilemez BLACK/ DEATH ve BLACK/DOOM gibi karışımlar yaparak, orijinal BLACK METAL stilini yitirerek, Satanizmle ilgisi olmayan (nazizm, viking kültürü) ideolojilerle- kendilerini ifşa etmişlerdir. Black Metal diğer türlerle karıştırılmamalıdır. Acı Çekmek P.Ç duygusu değildir ve bizim sanatımız kendi acımızın dışavurumudur. Babamız Efendi Şeytan bizi; Satanizm’i ve BLACK METAL’i bu bulaşıcı insan salgınından arındırmayla görevlendirdi. Eziyet başladı. Daha çok ve daha korkunç hale gelecek. tüm bu pislikle, siyahlıkla, basitçe çalabildiklerini düşünen sahtekarların tamamı imha edilene kadar sürecek.

...Hepiniz Şeytan’a ve Black Metal’e güldüğünüz için katledileceksiniz. Karanlık savaş yeni başlamadı, halen devam ediyor ve son kalan kokuşmuş kanında boğulana değin devam edecek. Kendi basit yöntemlerinizle bizi durdurabileceğinizi düşündünüz. Ancak size ne? Anlamadınız mı? Biz sizin kokuşmuş dünyanıza değil karanlığa aidiz. Bizler Şeytan’ın ölümsüz çocuklarıyız. Asil Siyah Kan’ın savaşçılarıyız... Ne bir şey ne de bir kimse bizi durdurabilir. Ne olursa olsun savaşmaya devam edeceğiz. Bu yüce kan damarlarımızda aktığı sürece, Karanlık Savaşa önderlik edeceğiz. Ta ki görevimiz tamamlanana kadar. Ne bir kimseden ne de bir şeyden korkarız. Sadece Şeytan’a ve kendimize hesap veririz. Birimizi, ikimizi, üçümüzü öldürün! Ve öldürülen bir kardeşimiz için Şeytanın bir çocuğu doğsun ve kardeşinin kanlı kılıcını kuşanıp savaş meydanında onu temsil etsin. Daha fazla zaman geçecek, daha korkunç geçecek, bizler müziksel ve ruhsal olarak Kaos dönene dek, yok edilişten sonra, tanrıyı ve onun kirli insanlarını toz ettikten sonra, kendi kanımızı babamıza, Şeytan’a vereceğiz. Bu yüzden, O’na, Karanlık Savaş’ımıza, Black Metal’e inanmıyorsanız; bizden uzak durun ve korkun. Sizin sonunuzun karanlık umuduyuz biz. Kimsenin inançlarımıza daha fazla gülemediği bir gün gelecek, zayıflar; onu ve yaradılışını diz çökerken görecek. Sahte tanrının ışığıyla öldürülenler, kokuşmuş oluşumları yok edecek olanlar, Satanizm’i ve Black Metal’i savunacaklar; bize katılın, tanrının ve insanlığın son alacakaranlığına hazırlanın. Yalnızlık, Keder, Umutsuzluk ve Nefret içindeki Kara Yıkımın alacakaranlığına hazırlanın... March to the Black Holocaust ! The Black Legions Hazırlayan: Alp S. Yaka



INSISTENCE Onlar kısa zamanda çok yol alan bir grup ve eminim ki daha iyi yerlere gelecekler. Hatta daha dün 29 Temmuz Testament konserinin ön grubu olarak açıklandılar. Tıpkı daha önce Exodus ve Caliban konserlerinde olduğu gibi bu konserde de seyirciyi ısıtmak için en iyi tercih olduklarını söylemek sanırım yanlış olmaz. Evet, bahsettiğim grup İstanbul’un en iyi gruplarından biri Insistence... Onlarla keyifli, matrak ve bir o kadar da ciddi bir röportaj yaptık. Ümit: Selam Beyler, gece yarısı röportajına hoş geldiniz. Biraz geç oldu ama kusura bakmayın artık. (saat gece 00.14)

Bulut’un kadroya katılımı nasıl oldu biraz da bunun hakkında detay alalım? Aytuğ: Çağrı grubun ilk kadrosundan beri var olan bir şahsiyet. Ondan önce Barış adlı bir arkadaşla 2 prova yaptıksa da Çağrı olayın başlangıcından beri var. Bulut’u ve Çağatay’ı internetten bulduk. Çağrı: Valla ben hemen kendi açımdan söyleyeyim. ilk şarkı Drain’ i bir forumda yayınladılar, orda dinledim çok beğendim, sonrasında sanırım Aytuğ ile şarkının güzelliği hakkında konuşuyorduk ki Aytuğ çalıp çalamayacağımı sordu ben de çalarım dedim gaz bir şekilde :D Çağatay: O konuda da ben bir şeyler söylemek istiyorum…

Çağatay: Selam Murat: Selam Bulut: Selam

Ümit: Sürpriz bir konuk daha katılıyor röportaja soru sormakta bana yardımcı olacak bu arada lafınızı bölüyorum…

Ümit: Evet Beyler ilk sorum biyografiden pek fazla bilgi alamadığım grubun kuruluşu hakkında. Klasik bir sorudur ama biraz daha detaylı alabilir miyiz grubun kuruluş hikâyesini?

(KopuK gelir…)

Murat: Insistence 2006’da Aytuğ ile bendeniz tarafından kuruldu. Önceleri bir proje olarak başladık sonra bu işin grup olabileceğini düşündük işte çeşitli arkadaşlarla çalıştık. Asıl kadroya 2007 yazında ulaştık ve o kadro ile bir albüm kaydına girdik. Ümit: Ben seni kuruluş konusunda biraz daha sıkıştıracağım. Fikir nasıl ortaya atıldı tam olarak sizi etkileyen şeyler ne oldu? Murat: Oo bu güzel soru :D Aytuğ ile eski arkadaşız biz bir gün bir konserdeydik kimin hatırlamıyorum belki Aytuğ hatırlar. Aytuğ dedi ki “Bir parça yaptım basgitarını versene kayıt etmek istiyorum”. Sonra bir şekilde ulaştırdım gitarı kayıt etti falan bana internet üstünden yolladı. Sonra dedim ki “Abi süper olmuş, ben buna söz yazarım. Vokal okuyacak adam da buluruz”. Oradan aldı yürüdü işte. :) Ümit: Hah abi bunu istiyorum ben işte arkadaş ortamında muhabbetteyiz burada :) Murat: Belki Aytuğ’ un ekleyeceği vardır bu konuda benim unuttuğum :) Aytuğ: Aynen anlattığı gibi oldu. Ümit: Evet ikinci soruya geçiyorum. Şimdi kadroyu oturtmak için bir kaç elemanla çalışmışsınız. Son olarak grubun şuandaki kadrosu oturmuş yerine. Çağrı, Çağatay ve

Çağatay: Bir gün Insistence’ ın Myspace adresine bakarken vokal aradıklarını gördüm. Zaten daha önceden severek dinlediğim bir gruptu. Şarkıları dinledim ve mesaj attım. Murat benimle irtibata geçen kişi oldu. Bir gün prova yapabileceğimizi söyledi, bende “Tamam” dedim. Provayı yaptık ve Insistence’ a dâhil oldum. Ümit: Hemen kabul ettiler mi? Aytuğ: Çok çaresizdik :D Zaten bir tek Çato vardı aday :D Ümit: Adamda da iyi ses var hakkını yememek lazım :D Çağatay: Benden önce denenen arkadaşlarımız olmuş, fakat nedense beni aldılar :D Murat: Aslında çok aday vardı. Hatta pop star usulü bir seçme yapmayı bile düşündük bir ara :) Ümit: hehehehe Murat: Eski blackçiler, doomcular… Şarkılara bakmadan mesaj yolluyorlardı… Eğer her başvuranı gerçekten çağırsaydık denemede cidden Popstardaki gibi görüntüler ortaya çıkabilirdi :)… Ama Çato’ yu bir akşam görmeye gittim ilk görüşmemizdi. O akşam onun olacağını zaten hissetmiştim üstelik daha dinlemeden… Çağatay: Hadi ya… Ben gayet hazırlandım da gittim


provaya fakat Ümit şu tepkiyi hayatım boyunca unutamayacağım bunu da sana belirteyim ki hiç bir zaman kimseyle paylaşmadım bunu. İlk olarak “I Regard” adlı şarkıyı çaldık provada şarkı bittikten sonra Çağrı’ nın tepkisi şu oldu. “Abi gayet *mına koyduk olayın süper oldu”. İşte o anda verilen o tepkiyi unutmam hiç bir zaman. Ümit: Adamlar baştan fark etmiş senin aranan kan olduğunu… Çağatay: Neyse geçelim hadi bu konuyu nasıl toplayacaksın bu röportajı onu merak ediyorum :D (merak etme Çağatay hannibal var burada :D) Ümit: Abi dur soru bitmedi Bulut ne oldu? Murat: Ben askerdeydim bilmiyorum tüm sorumlu Çağrı ile Aytuğ :) Aytuğ: Bizim grupta kadro problemi her zaman olmuştur… Yani o problemleri anlatırsak bu röportaj bitmez… Ümit: Bulut nasıl dâhil oldu? Aytuğ: Gitarist arıyorduk, internete ilanlar falan bıraktık. Sonra Bulut geldi baktık mükemmel bir yetenek… Bulut: :D Aytuğ: Bak gülebiliyor aynı zamanda :D

Murat: O bilmez o hikayeleri. Haydi devam yeni sorulara… Çağrı: Ne lan sansasyonel olay bana söylesene :D Çağatay: Abi ben söyleyeyim Bulut’la aramızda duygusal bir yakınlaşma var :D (Ve millet yarılır.) Bulut: Beni karıştırma… Ümit: Grubun kadrosunu oturttunuz kayıt öncesi tabi ki konserler olmuştur. Albümlere değinmeden önce biraz seyirciyle en çok bütünleştiğiniz yerlerden konserlerden ve festivallerden bahsedelim. Nerelerde sahne aldınız bu güne kadar? Murat: Dorock, Exodus ile Studio Live, Kemancı, Uni-Rock(2008), Caliban ile Studio Live. Aslında fazla konser vermiş bir grup değiliz ama prestijli konserlerdi Exodus ve Caliban’ın altında çaldık. Uni-rock Festival’de çaldık geçen sene olağanüstüydü bizim için çok keyif aldık ve seyircilerle bütünleştik. O kadar insanın bizim parçalarımızı bildiğini görmek bile eşsizdi. Ümit: Bende oradaydım… Neyse bu alakasız oldu… Murat: O zaman biz sana bir soru soralım. Nasıldı performans?

(gülüşmeler) Çağrı: Bulut bizim üçüncü ikinci gitaristimiz değil mi?.. Rakam bile komik oldu üçüncü ikinci gitaristimiz…:D Murat: Üçüncü abi… Ümit: :D Aytuğ: Yani onun hikâyesi de böyle… Ümit: Tamamdır grup kuruldu, kadro oturdu artık… Murat: Perde arkası bir şey istiyor musun Ümit? Bu konu ile ilgili… Ümit: Yok abi yeterince açık oldu her şey bundan fazlası askerlik anısına girer. Murat: Peki sen kaybettin gayet sansasyoneldi bundan sonra istesen de söylemem :D Ümit: Ajanımız var grupta nasıl olsa ben alırım ondan bir şeyler :D Çağatay: :D:D (Çağatay aynı zamanda MetalTR’ de röportaj / kritik bölümünde görevli)

Çağrı: he bok atayım hemen… Millet Türkiye’nin en büyük “Wall of Death”’i falan diyor kendi konserlerinde olanlara, ama en büyük “Wall of Death” bizim Uni-Rock performansında olmuştur… :D:D Ümit: Evet o Wall of Death’ de kolumdan yaralanmıştım. Hayvanın biri baştan aşağı tırnak atmıştı koluma… Çağrı: O yüzden diğer Wall of Death’ lerle lütfen karıştırılmasın bizimki.. :D Aytuğ: Sahneden çiğ köfte dağıtmak lazım… Ümit: Seyirciyle temas çok önemli bir şey bunu yapan tüm gruplar çok iyi yerlere gelebiliyor. Siz bunu çok iyi yapan bir grupsunuz bunu kabul etmek gerek. Zaten çok da fazla seyirciyle içli dışlı olan pek grup yoktu festivalde… Aytuğ: Hepsi Rock Star ya ondandır… Arda: Yeni kadro ile yeni bir klip olacak mı?



Çağatay: Olacak… Şöyle diyelim olmasını istiyoruz. Ümit: İstek yapabiliyor muyuz? Clouds’ a mutlaka klip çekin derim. Çağatay: Klip olacak fakat klipten önce yapmamız gereken şarkılar var diyelim. Murat: Clouds güçlü bir aday olabilir video için. Bu konuyu konuşurken grubun iş ahlakı hakkında bir şey diyebilirim… Biz bir şey gerçekleştikten sonra “Yaptık” demekten hoşlanan adamlarız teker teker. “Yapacağız, edeceğiz” demek böyle açıklamalar yapmak biraz sorunlu… Ümit: Ki bunun örneklerini çok görüyoruz… Murat: O yüzden video konusuna şöyle diyelim yapmak istiyoruz hem de çok çünkü yararını çok gördük. Ümit: Ben ufak bir şey eklemek istiyorum burada. Çağatay sabah söyledi parçanın yayınlandığını bana ve inanın sabahtan beri rahat 10 15 kere dinlemişimdir parçayı. Ki çokta fazla core ile alakalı bir insan değilim. Çağatay: Şarkıda “Core” temaları var evet. Ümit: Çok akıcı bir parça Çağatay’la sabah konuşurken de söyledim “Türkiye standartlarının üzerinde bir parça”. O yüzden mütevazi bir tavsiye olarak bu parçaya klip çekmenizi isterim şahsen. Çağatay: Öncelikle değerli yorumun için teşekkür ederim. Şarkıyı yaptıktan sonra içimize sindiğini görmek mutluluk verici. Klip konusunda tekrar belirttiğimiz gibi önce şarkı yapacağız, durmadan. Bu doğrultuda aralarından klip için en uygun şarkıyı seçeceğiz. Her parçamız gibi “Clouds” da tabi ki bir adaydır. Ümit: Neyse Arda’nın klip sorusundan sonra ben tekrar konserlere geri dönüş yapmak istiyorum. Bu sene teklifler var mı ya da belirlenmiş konserler? Çağatay: Belirlenen konser 18 Temmuz Dorock konseri var. Core Party 2’ de sahne alacağız. Geri kalan vaktimizi şarkı yaparak geçireceğiz ama güzel bir teklif alırsak her zaman hazır bir grubuz. Murat: Ben kendi adıma diyebilirim ki İzmir’e gidip çalmayı çok istiyorum. Kontakta olduğumuz organizasyonlar var gidebiliriz İzmir’e yakın zamanda…(gelin gelin (hannibal_king)) Ümit: İzmir kış aylarına doğru baya hareketlenir, umarım olur istediğin Murat.

Ümit: Şimdi en can alıcı nokta yeni albüme değinelim biraz. Yeni parça yayınlandı diğerleri ne durumda albüm konusunda ne diyebilirsiniz ne zaman çıkar ne zaman dinleriz ne gibi materyaller olacak? Çağatay: yine ben cevap versem mi? :D Murat: Aytuğ kaptan da çok net verirdi buna cevap… :D Ama sen ver hadi. Ümit: Aytuğ, Bulut ve Çağrı uçtu galiba :D Aytuğ: Murat cevaplasın. Murat: Herkes birbirine atıyor :D :D Peki ben cevaplıyorum… Elimizde birikmiş bayağı materyal var yeni döneme ait yeni dönemden kastım Çağatay ile başladığımız dönem… Murat: Bu parçalardan kaydettiğimiz ilkini Myspace sayfamızdan yayınladık . Geri kalanını yayınlar mıyız bilemiyorum ama yazı kayıt ile geçireceğimizi düşünüyorum tabi bu kayıtlar albüm kalitesinde olmayacak demo tadında çalışmalar olacak. İşte deneyeceğiz ve göreceğiz bakalım albüm olabilecek mi bu parçalar… Ama kışın bir hareketlenme yaşayacağımız aşikâr her anlamda… Çağatay: Kasım ayında Murat’la ufak bir turumuz olabilir bu konu ile ilgili… Murat: Evet onları da yaptıktan sonra açıklarız tabii ki :) Ümit: Soracağım soru bununla ilgili olabilir sanırım. Sabah Çağatay ile konuşurken yurt dışıyla ilgili bazı planlarınız olduğundan bahsetti. Bunlar hakkında biraz bilgi almak mümkün mü? Murat: Plandan öte umutlarımız var diyelim. Bu işi tutkuyla yapan ülkedeki her grup gibi. İlk albüm ile tecrübe ettik, bu sınırlar içinde maksimum neler yapabileceğimizi şirketler anlamında. O yüzden ürettiklerimizi koltuğumuzun altına alıp bu işe değer verecek şirketlerle kontağa geçebiliriz. Eğer her şey yolunda giderse. Çağatay: Yurtdışı planımız şundan doğdu, bildiğin gibi Türkiye’nin şartları ortada ve yaptığımız tarza göre düşünürsek sanırım yurtdışında bu işi sırtlayabilecek şirket sayısı ülkemizdekine göre daha fazla. Bu işi bizim adımıza takip eden yurtdışında insanlar da var. Ümit: Ciddi anlamda müzik yapan bir grubu yürüten en önemli faktör dinleyici. Sizin dinleyiciyle olan diyalogunuz ve aldığınız tepkiler ne durumda?


Murat: Çato çok tepki alıyormuş yeni eleman olduğu için.. Çağatay: Şarkıyı dün ekledik ve bugün 300 dinlenmeyi geçti Myspace sitemizde 70000 kez tıklanmış durumda… Genelde tepkiler bana geliyor hakikaten. Sanırım en son katılan ben olduğum için. Murat: Ben internet üstündeki tepkileri takip ediyorum ama hep bir şüphe var içimde, mesela bu dinlenme sayısı ve tıklanmalarla ilgili bu konunun konserlerde ne kadar gerçek olup olmadığını anlayabiliriz diye düşünüyorum, ama orada da dengesizlik var. Festivalde şarkınızın sözlerini bilen insanları gördükten 2 ay sonra önemli bir grubun altında çalarken “bu adamların bu sahnede ne işi var” bakışlarını görmek de mümkün. İşte bu konudaki karışık düşüncelerim de bunlar :) Ümit: Normal bunlar, yurdumun şartlarında… Murat: Yani bu tepkileri ölçmek çok zor. Ümit: Bu biraz da yapılan reklama bağlı sanırım. Murat:Sürekliliği nasıl sağlayacağız o problem tek bizim değil herhalde. Dünya’daki tüm müzisyenlerin problemi.

elbette başka sosyal faydaları vardır. Bazen onlar hoşuna gider insanın yaptığı asıl işi unutur. Ama bizde parola hiç değişmez, önce müzik. Ümit: Zaten bir grup bu ambiyansı yakaladığı zaman gerisi geliyor. Bir de ben şunu gördüm sizde az önce Aytuğ girdi bu konuya demo çıkarttık diye Rock Star olduk havası yok. Murat: Çünkü değiliz :) Çağatay: Geçen test ettik bunu… :D Murat: Nerede ettik lan? Ümit: Nasıl oldu o? Çağatay: Seninle taksimde yürürken kimse bize bakmadı onun yerine önümüzde yürüyen Ferhat Güzel’e baktı. Hatırlasana. :D Murat: Begüm olağanüstü parça olmuş bu arada. Ferhat abiye saygılar. (gülüşmeler) Ümit: Dur abi müziğin bu ciddi yönüne girmişken bir de bu Rock Star gruplarımız hakkındaki yorumlarınızı alalım. Türkiye’deki Rock-Metal piyasası hakkındaki görüşlerinize başvuralım? Aytuğ: Türkiye’de öyle bir piyasa yok!

Ümit: Tam benim soracağım soruya denk geldin.

Çağrı: Hepsini çok seviyoruz, beğenerek dinliyoruz... :D

Murat: Bu arada monologa dönüştü. Çağrı, Aytuğ ve Bulut ses verin arada siz de :D

Aytuğ: Herkes arkadaşının grubunu dinliyor! Bizi dinleyenlerde bizim arkadaşlarımızdır zaten…

Bulut: Çok güzel gidiyor bozmak istemedim. Ümit: 2 senelik bir geçmişi olan bir grupsunuz ancak bu 2 sene zarfında diğer gruplara kıyasla çok ciddi işler yaptığınızı düşünüyorum. Çok fazla konser vermediğinizi söyledin. Ancak sahne aldığınız gösteriler de ülkemiz şartlarına göre son derece kaliteli. Az önce bahsettiğin bu sürekliliği nasıl sağladınız şu ana kadar hem kendi içinizde hem de dinleyiciye karşı? Aytuğ: Grup, kurulusundan bu yana, kadrosal alanda bir çok sorunla karşılaşsa da, müzik hep sürekli oldu. Yeni gelen her eleman hazır bir müzik buldu. Grubun ivmeli bir şekilde bu zamana kadar gelmesinin nedeni; içimizdeki müzik aşkı diyelim. :D Nasıl güzel cevap değil mi? Murat: Harika (gülüşmeler) Murat: Hep müzik ilk sırada geldi. Bu işin

Çağatay: Türkiye’de bu iş Eurovision oylaması gibi gidiyor yıllardır. Tek cümle budur! Ümit: Oo derin bir yorum geldi. Murat: Ben arkadaşım olmasa da birçoğunu takip etmeye çalışıyorum. Beğendiklerimi sayabilirim :D Çağatay: Ben de takip ediyorum özellikle İstanbul “Core Crew” ile Türkiye’deki Core altyapılı gruplara karşılıksız destek vermeye gayret gösteriyorum bildiğiniz üzere. Ümit: Evet takip ettiğiniz grupları da alalım kısaca, özellikle takdir ettiğiniz gruplar hakkında biraz yorum da katabilirseniz çok güzel olur. Aytuğ: Metallica’yı çok seviyoruz. Slayer… Ümit: Türk olacak Türk… (gülüşmeler)


Murat: Dreamtone seviyorum ben ayrıca Manisalı Stoutchild (umarım doğru yazmışımdır) bir de Disenchant vardı harikalardır. Catafalque’nin albüm prodüksiyonlarını çok seviyorum, ama canlı performans konusunda eleştirebiliriz. Vokalleri özellikle…

soup metal…

Çağatay: Definitive, Mosh Pit Project, Travma, And I Exist, Chopsaw Slamming Flesh aklıma gelen gruplar…

Çağatay: Yurtdışında bu işi yapan bir arkadaşıma “Hush” adlı şarkıyı gönderdiğimde what kind of metal demişti bana… Cevap verememiştim :D (gülüşmeler) Çağatay: Bu sebeple tarz olarak sınırlandırmıyoruz kendimizi! Insistence metal diyelim o yüzden.

Aytuğ: Arkadaşlarımızı dinliyoruz yani kısaca :D Ümit: Definitive hatırladığım kadarıyla Murder King’ in gitaristinin grubuydu. Murat: Davulcumuz Çağrı da davulcusudur! Şaka bir yana herkes dinlemeli Definitive’ i Çağatay: Definitive candır! Ayrıca sessiz giden ama iyi müzik yapan “Cerebral Corrosion” da tavsiye ederim. Ümit: Tarzınızdan bahsedelim biraz. Core öğeleri barındırıyor ama tam olarak adlandırmak gerekirse siz ne dersiniz? Aytuğ: Insistence metal derim ben, tarzımız

Çağrı: Bu kadar :D Aytuğ: What kind of metal? Çağatay: Hangimiz what kind of metal değiliz ki? (gülüşmeler)

Murat: Tamam dedik. İçinde her tür metal öğeleri barındıran bir tarz elbette yeni akım metalinden etkileniyoruz bunu yaparken. Ümit: Psyco Epic Doom Black’i duyduktan sonra her tarz kabulümdür :D Murat: Evet sıradaki :D Ümit: Grup üyeleri müzik dışında ne yapar bunu öğrenelim kısaca? Çağrı: Spor, okul, köpek bakmak… İşetmek, sıçtırtmak, beslemek, karpuz yedirmek şu anki gibi…


Murat: Ben mezunum. Mesleğim ekonometrist / siyaset bilimci… Diplomalarda böyle yazıyor, ama ticaret yapıyorum şu anda başarılı da olduğum söylenemez… Bulut: Köpek +1 :D Çağatay: Ben Kafakabin adında taksimde bulunan stüdyomun işletmesini yapıyorum. Her ne kadar iş olarak saysak da bunu aslında her zaman müziğin içinde kalıyorum. Aytuğ: Ben astronomi mezunuyum. Ümit: Astronominin bölümü de mi var? Çağrı: Ben de düzgün cevaplıyım en iyisi… Hukuk fakültesini hala bitirmeye çalışıyorum… Davul dersi veriyorum, salon sporu ile uğraşıyorum… Astroloji değil, Astronomi... Murat: Var tabi hem de baya köklü bir bölümdür zor mezun olunur… Aytuğ: Falla alakası yok (Gülüşmeler) Ümit: Röportaj MetalTR de yayınlanacak MetalTR hakkındaki düşüncelerinizi almadan

bitirmek olmaz. Murat: Bana özel soru sanırım :) MetalTR deyince aklıma yerli gruplara destek ol sloganı geliyor. Bu konu hakkında baya uzun konuşabilirim ama özet olarak bu safi yaklaşım bile benim hoşuma gidiyor. Çağatay: MetalTR’nin Türk gruplarına verdiği desteği biliyoruz. Eskiden beri takip ediyoruz. Bu işi gerçek anlamda iyi yapan oluşumlardan biridir. Sitede bize yer verdiğiniz için teşekkür ederiz. Ayrıca Insistence hakkında gelişmeleri takip etmek için http://www.myspace.com/insistencemetal adlı sitemizi ziyaret ediniz. Ümit: Çok sağ olun beyler zaman ayırdığınız için. Umarım en kısa sürede hak ettiğiniz yere gelirsiniz ki geleceğinizi düşünüyorum bunun için de hem kendi çabamla hem de site olarak elimizden gelen desteği vermeye çalışacağımıza inanabilirsiniz. (Saat gece 02.00) Myspace Sayfası: http://www.myspace.com/insistencemetal http://www.insistencemetal.com


Hypnogaja Röportajı Here Comes The Rain adlı cover çalışmasıyla tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun bir hayran kitlesine ulaşan Hypnogaja, yeni albüm öncesi ve sonrası ile ilgili sorularımıza grubun solisti Jason aracılığıyla cevap verdi. Gelin Hypnogaja’yı kendi ağızlarından dinleyelim;


Ümit: Hypnogaja nasıl? Albümle ilgili herşey yolunda mı? Umarız herhangi şansızlık olmayacaktır. Jason: Herşey yolunda gitmektedir, teşekkürler. Yeni albüm 30 Haziran 2009 da çıktı ve biz bununla bayağı bir meşguldük. Ümit: Web sitenizde biyografinize baktığım kadarıyla grubun ne zaman kurulduğuna dair herhangi bir bilgi göremedim. Nezaman kurulduğunu ve bu fikri kimin bulduğunu bilmek isteriz. Kuruluş dönemi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Jason: Gruba klavyecimiz Mark Nubar Donikian ile başladik ve Sean “Dr.” Brooks ta ayrıca bir klavyecidir. İlk albümümüz Revolution’u 1999 yılının Eylül ayında piyasaya sunduk. Tarzı elektronik bir albümdü, aynı zamanda bir stüdyo projemizde vardı. 2000 senesinde, tamamiyle canlı ritm bölümünü de ekledik, (gitaristimiz ve sozyazarı Jeeve katıldığı zaman) böylece gösterilere çıkmaya başladık. Mark, Jeeve ve ben gerçekten özel, yaratıcı bir bağ oluşturduk (uzun vadeli ortağımız John Scott ile birlikte) ve şarkılarımızı yazdık ve insanların bugün kü Hypnogaja”yi tanımlayan şarkılar çıktı. Kill Switch EP’si (2003 Ağustos) bizim ilk olarak ortaya çıkardığımız yaşayan, nefes alan bir rock grubunun dinleyecilerinin karşısına ilk çıkış albümüdür. 2004 te Adrian Barnardo davulcu olarak grubumuza katıldı. Aynı sene içinde Below Sunset albümünün şarkılarını hazırlarken, California ve Nevada’da yerel olarak gösterilerimize devam ettik. 2004 kışında ilk Amerika turnemiz için uçağa bindik ve Below Sunset albümü 2005 Mayıs ta marketlerde yerini aldı. 2008 yılının tamamını Truth Decay albümü için söz yazıp kayıt yapmakla geçirdik. Ek olarakta line-up ımızda Bryan Farrar basitsimiz olarak yer aldı. Ümit: “Audio From Last Night’s Dream” albümünün ardından iki sene gibi bir zaman geçtikten sonra yeni albüm “Truth Decay” çıkacak. Websitenizde yazılanlara göre internetten ücretsiz olarak indirilebilinecek. Peki; bu albüm için neden böyle bir girişimde bulundunuz? Jason: Bu yeniçağın müzik piyasasına böyle bir kucaklama yapmak istedik. Truth Decay albümü resmi olarak çıktı ve tüm online dünyadaki satış yerlerinden indirilebilir. Fakat hala şarkılarımızı elimizden geldiği kadarıyla internetten ücertsiz olarak dağıtmaya çalışıyoruz ki gerektiğinde insanların satın almadan önce dinlemelerini istiyoruz. Bütün herşey müziği elde etmek ve her yere bunu yaymak degil mi zaten? Ümit: “Truth Decay” albümünden tam olarak ne ummamız gerekir? Diğer albümlerden farkı nedir? Bunun hakkında da bizi bilgilendirir misiniz? Jason: Her zaman yeni esin kaynakları ve yeni soundlar aramaktayız. Aynı albümü bir kere daha çıkarma niyetinde değiliz ve öyle olmaması içinde cok sıkı çalışıyoruz. Fakat yazılanlar ve müzikal olarak perform edilenler aynı tarz olduğu için her zaman albümler ve şarkılar arasında bir bağ vardır. “Truth Decay” albümü için cidden cok heyecanlıyız, çünkü bütün şarkılarımız ve tema tamamiyle bağlantılı oldu ve kiyamet ve şimdiki ile aynı olmayan bir dinyada yeniden doğum hakkında bir hikâyedir bu. Bir ask hikâyesi gibi bilimkurgu ögesi içeriyor bu albüm. Daha önce yaptığımız tüm çalışmlarımızdan tamamiyle farklı bir albüm.


Ümit: “Here Comes The Rain Again” isimli cover şarkınıla adınız duyuldu ülkemizde. Fakat kolaylıkla diyebilirim ki; “Below Sunset” albümünde gerçekten harika şarkılarınız var. Mesela bir “put Your Hate On Me “ , bir “Unspoken” , “Silver Star “ … Şarkıları var ki dinlerken “iyi şeyler neden hep erken bitiyor” dedirtiyorlar. Asıl sormak istediğim ise bahsettiğim cover parçasıyla alakalı çok fazla eleştri veya yorum aloyor musunuz yoksa sadece bizim ülkemize ait bir şey mi bu? Jason: Cover’ladığımız parça Eurythmics grubunun popüler şarkılarından biridir. Bu parçayı önceleri defalarca çaldık ve eninde sonunda kendi tarzımızda bir kayıt yapmaya karar verdik, kendi tarzımızda yeniden canlandırmaya yeniden dinletmeye… “Below Sunset” albümünün üzerine yapılmış bir şarkı değil, fakat gerçekten mutluyuz bu durumdan. Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama cidden cok iyi bir şekilde müziğimizi dünyaya insanlara yaydık. Harika bir duygu bu... Ümit: Hypnogaja’ nin birçok soundtrack çalışması var. Bunlar hakkında biraz bilgi alabilir miyiz? Jason: Unlu TV şovlarında, dizilerinde, filmlerinde ve bilgisayar oyunlarında şarkılarımız çıktığı için çok şanslıyız ( America’s Next Top Model, Sex and the City, Las Vegas, Cold Creek Manor, Valentine The Devil May Cry 4, FlatOut: Ultimate Carnage). Ümit: Grubun tarzı hakkında cok fazla yorum yazılıyor. Kendi tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Jason: Yaratıcılıkta sınır olduğuna inanmıyoruz. Tarzlar her zaman artistlerin yarattığı çizgilerdir. Sanırım biz alternatif rock grubuyuz, fakat bu tanımlama bizi gerçekten tasvir etmiyor, çünkü soundumuzda cok fazla etki yarattık. Ümit: Sahnelerle ilgili bir soru sormak istiyorum. Okduğum üzere Amerikada birçok yerde sahne aldınız,


“Truth Decay” albümü ile ilgili herhangi bir turne planınız var mı? Avrupadan herhangi bir teklif geldi mi? Jason: Amerikada kesinlikle yeniden bir tur düzenleyeceğiz ve Amerika dışında herhangi bir yerden teklifide değerlendirmek isteriz tabi ki. Ümit: Bir live albüm veya DVD çıkarmayı düşünüyor musunuz? Sizleri sahnede henüz göremeyen hayranlarınıza şimdiden verebileceğiniz güzel haberler var mı? Jason: 2006’da ilk live albümümüzü çıkardık ; “Acoustic Sunset – Live at The Longhouse” . DVDyi ise ileriki zamanlarda çıkarmayı düşünüyoruz, o güne kadar yapılmış en iyi sahne şovlarımızı bu dvd de toparlayacağız. Ümit: Jason, Hypnogaja nin hedeflerini bizimle paylaşır mısın? Jason: En büyük hedefimizi sevdiğimiz müziğimizi yapmaya devam etmek ve çıtayı her zaman yüksek tutmak. Bütün içtenliğimle ümit ediyorum ki diğer insanlarda müziğimizi seveceklerdir ve hayran kitlemiz büyüyecektir. Çok teşekkürler Jason. Umarım daha önceki albümlerinizde olduğu gibi bu albümünüzde de başarı yakalarsınız ve bir gün sizleri Türkiye’de izleme şansına sahip oluruz. Röportaj: Ümit Gündoğdu Çeviri: Mert Atila, Ece Tuğba Saka


Dreamtone Röportajı 2006 yılında Türk Progresif - Power Metal grubu DREAMTONE ile Yunan ses sanatçısı IRIS MAVRAKI tarafından ortak bir grup projesi olarak kurulan Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND, ilk albümleri “Reversing Time” ile dinleyenlere kliseleşmis orkestral projelerin dışında kalan, senfonik bir Rock Metal ziyafeti sunmuştu. Projenin başarısına inanan ve albüme konuk olan, günümüz Power Metali’nin dev sesi Hansi Kürsch (BLIND GUARDIAN), Dark-Progresif Metalin en önemli vokalistlerinden Tom Englund (EVERGREY), Progresif Rock ve Metalin sıra dışı sanatçıları Mike Baker ve Gary Wehrkamp (SHADOW GALLERY) ve senfonik zenginliği sağlayan Philarmonia Istanbul Orchestra ise “Reversing Time” ın özgünlüğünü arttıran ögeleriydi. “Reversing Time” dünya basınında 70’den fazla olumlu (8/10 veya üzeri) kritik ve 30’dan fazla röportaj ile de kendisinden sözettirdi. Türkiye’de türünün nadir (belki de tek) ve en önemli örneklerinden olan, geçmişte BLIND GUARDIAN, DREAM THEATER, MEGADETH, ANATHEMA, HAGGARD, OPETH gibi isimlerle turlamış ve sahne paylaşmış olan DREAMTONE ile kariyerinde PINK FLOYD ile beraber çalmaktan, senfoni orkestralarıyla Yunanistan ve Türkiye’yi turlamaya kadar, pek çok farklı başarısı bulunan IRIS MAVRAKI’nin yarattığı Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND, Kasım 2007 tarihinde, dünyanın önde gelen metal eksenli plak şirketlerinden AFM Records (Almanya) ailesinde, JON OLIVA’S PAIN, CIRCLE II CIRCLE, MASTERPLAN, DORO, UDO gibi isimlerin yanındaki yerini aldı. “Reversing Time” albümünden sadece iki parçanın miksajlı halini dinleyen firma yetkilileri, gruba bir anlaşma ile gelmekte gecikmemişlerdi. Kayıtları ATM Stüdyoları’nda, Erim Arkman ve Alp Turaç (Sertab Erener ile 2003 Eurovision şarkı yarışmasını da kazanan ses ekibi) tarafından gerçekleştirilirken, Philarmonia Istanbul Orchestra kayıtları MIAM Stüdyoları, albüm miksajı ise IN FLAMES, EVERGREY, HAMMERFALL gibi grupların da adresi olan, İsveç’teki Division One Studios’da tamamlandı. Mastering aşamasını, dünyanın en önemli mastering stüdyolarının başında gelen Sterling Sound gerçekleştirirken, mastering mühendisliğini AVRIL LAVIGNE, AEROSMITH, DURAN DURAN, INXS, SANTANA, SKID ROW gibi pek çok efsane ile çalışmış olan Leon Zervos üstlendi. “Reversing Time” albümünün yarattığı sükse ile, 2-4 Ekim 2009 tarihlerinde, Baarlo (Hollanda) kentinde gerçekleştirilecek olan, türünün en prestijli festivallerinden ProgPower Europe’a da davet edilen Dreamtone & Iris Mavraki’s NEVERLAND, şuan Türkiye kapsamında konserler vermekte ve yine Erim Arkman ile, 2009 yılı içerisinde AFM Records etiketiyle yayımlanacak olan yeni albümü üzerinde çalışmaktadır. Sizler için grupla bir röportaj yaptık… Çağrı: Selamlar Onur. Nasıl gidiyor hayat bu sıcaktan kavrulduğumuz günlerde?

Onur: Selamlar, biraz yoğunca geçiyor bu yaz, kayıt, diğer işler vs. derken Temmuzun sonuna geldik. Genel olarak herşey yolunda :D Çağrı: Şu anda Neverland 2 için çalışıyorsunuz. Çalışmalar nasıl gidiyor? Neden Iris Mavraki ile tekrar bir albümde buluşma kararı aldınız? Ben açıkçası tek bir albümde kalacağını düşünüyordum. Emrecan: Çalışmalar oldukça iyi gidiyor. Müzik dışında birçoğumuz hem çalışıp hem okuduğu için dönem dönem zaman yaratmakta zorlanıyoruz, fakat şuana kadar herşey sorunsuz ilerledi. Şuana kadar davullar, baslar, gitarlar ve vokallerin büyük bir kısmı kaydedildi. Iris ile tekrar çalışıyoruz, çünkü Iris Neverland projesinin diğer ana ortağı :=) Neverland projesi bizim ve onun ortak fikriydi ve daha uzun süre beraber çalışacağız gibi görünüyor. Çağrı: Neverland albümünüzde Hansi Kürsch, Mike Barker, Gary Wehrkamp ve Tom Englund’ı konuk müzisyenler olarak davet ettiniz. Bu müzisyenleri albüme davet etme fikri nerden çıktı ve onlarla çalışmak nasıldı? Emrecan: Yanılmıyorsam bu Neverland 1’in besteleme aşamasında aklımıza geldi. Projeyi nasıl daha farklı ve heyecan verici bir hale getirebiliriz diye düşünüyorduk. Birden aklımıza sevdiğimiz ve bizim müzikal gelişimimizde büyük rol oynamış belli başlı sanatçıları albüme konuk olarak davet etme fikri ortaya çıktı. Bu süreç sonunda ise Hansi, Mike, Gary ve Tom albümümüzde konuk olup bizi onurlandırdılar. Bu insanlarla çalışmak herşeyden önce ilham vericiydi. Sonuçta yıllar boyunca dinlediğiniz insanlar albümünüzde parçalarınıza eşlik ediyor :D Bu açıdan çok güzel bir deneyimdi. Bu süreç boyunca onlardan da birçok şeyi öğrenme fırsatımız oldu ve artık belli bir arkadaşlığımız var. Sonuç olarak bizim için çok keyifliydi diyebilirim. Çağrı: Sizleri tanımayan insanlar için biraz başa dönelim isterseniz. Dreamtone nasıl oluştu? İlk kurulduğu günden bugüne kadar neler değişti bunları anlatabilir misin? Onur: Müzik yapma fikrinden çok heyecanlanan insanların bir araya gelmesiyle oluştu diyebiliriz. Beraber ilk çalışmaya başladığımız zamandan beri tabii ki farklı insanlarla tanışıp birlikte çalma fırsatımız oldu, ayrılmalar ve yeni tanışmalar yaşadık. Bunların hepsi grubu bulunduğu güne getiren, yaşanması gereken süreçler. Bu süreçte tabii ki her yapılan işle biraz daha tecrübe kazanıp enstrümanınıza ve grup kimyasına biraz daha hâkim oluyorsunuz. Değişmeyen şeyler daha önemli bu yüzden belki de. Grup içinde ilk günden beri hepimiz çok yakın arkadaşlarız ve birlikte çalışmaktan çok keyif alıyoruz. En önemlisi de bu sanırım. Çağrı: Oganalp’ in sesi bana Hansi’ yi (Blind Guardian) anımsatıyor, bu konuda olumlu veya olumsuz bi eleştiri aldınız mı? Emrecan: Benim şahsi görüşüm Oganalp’in se-


sinin Hansi’ninkine benzemediği. Yorumlama anlamında benzer yanları olabilir. Belki bu tarz yorumların gelmesinin sebebi de budur, ancak benim görüşüm benzemedikleri yönünde. Onur: Emrecan gibi düşünüyorum ben de. Oganalp’in vokal tarzının Hansi’ye benzetilmesinin nedeni ikisinin benzer eğitimlerden geçmiş ve benzer sanatçılardan etkilenmiş olmalarından kaynaklanıyor. Ses tonu olarak baktığınızdaysa ikisi oldukça farklılar. Bu konuda dışarıdan da olumsuz bir yorum almadık doğrusu. Ama Hansi Oganalp’in en severek dinlediği vokalistlerden biri, zaman zaman ona bu benzetmeyle takılıyoruz biz de. Çağrı: Ghostwall Records sizin şirketiniz, neden bir şirket gereği duydunuz? Emrecan: 2006 yılının başlarında ilk albümümüz Sojourn’u basıp dağıtacak bir plak şirketi ararken istediğimiz gibi bir firma bulamamıştık. Albümü bizimle ilgilenmeyecek bir firmaya da vermek istemediğimizden kendi plak şirketimizi kurma kararı aldık. Aslında Ghostwall Records grup elemanları olarak birlikte çalıştığımız Kardanadam Medya’nın alt kolu. Çağrı: Pek konser vermeyi sevmiyorsunuz sanırım. Sizi çok fazla sahnelerde göremiyoruz. Gerçi önemli grupların alt grubu olarak(en son Jon Oliva’s Pain) görüyoruz ama onun dışında pek göremiyoruz. Bunun

nedeni nedir? Emrecan: Aslına bakarsan konser vermeyi gerçekten çok seviyoruz :D Hatta grup olarak en keyif aldığımız şey olabilir. Çok fazla konsere çıkamamamızın sebebi tekliflerle alakalı. Genelde gelen teklifler yeteri kadar tatmin edici olmuyor. Yol parası bile karşılanmayınca gelip çalmak çok kolay değil. İyi teklifler geldiği sürece her zaman her yerde çalmaya hazırız. Onur: Belki biraz daha açabiliriz bu durumu. Dinleyilere iyi bir konser sunabilmek için yüklü bir donanımı yanımızda taşımamız gerekiyor. Tabii ki her grupta olduğu gibi bize yardım eden arkadaşlarımız da var. Dolayısıyla konserlere gidilirken ciddi bir sayıda insan tarafından efor sarfediliyor. Genellikle bu konuyu hiç dile getirmemeye çalışıyoruz, ama en basit şekliyle 10 kişilik bir ekiple ve minimum ekipmanla bir konsere katılmamızın maliyeti bile ciddi rakamlara ulaşıyor. Organizasyonlar bu konularda ilgisiz kalırsa gruplar için konser vermek ciddi bir yük haline geliyor sonuçta. Tabii ki elimizden geldiğince konserlere çıkmaya çalışıyoruz, canlı çalmayı çok seviyoruz grup olarak. Çağrı: 2 ve 4 Ekim tarihleri arasında Hollanda’daki ProgPower festivaline katılacaksınız Neverland olarak. Bundan başka belli olan bir konseriniz var mı? Emrecan: Çok büyük ihtimalle ProgPower öncesinde Türkiye’de konserlerimiz olacak.


Bunların hepsi şu an hazırlık aşamasında, ama detayları yaz aylarının sonlarına doğru belli olacak. Yine bir önceki soruda belirttiğim gibi elimizden geldiğince çok şehirde Neverland konserleri vermeye çalışacağız. Çağrı: Oganalp’in Auralı Migren’i sizi hiç konser sırasında rahatsız etti mi? Sahnedeyken veya kayıt aşamasında hiç böyle bir şeyle karşılaştınız mı? Onur: Çok ince bir soru olmuş bu :D Sahnede bir problem yaşamadık bu konuda; ama bazen Oganalp’in çok zor durumları idare etmesi gerektiği oldu (yüksek ateşle sahneye çıkıp gücünü sonuna kadar harcadığını biliyorum). Provalarda ve kayıtlarda bazen sıkıntı olabiliyor tabii. O zaman sahnede yapamadığı tüm nazı yapıyor haha. Gerçekten zor bir durum ama idare etmeyi başarıyor Oganalp. Çağrı: Shadow Gallery grubuyla olan yakınlığınızı biraz açıklayabilir misin anladığım kadarıyla sizi destekleyen bir grup. Yanlış anlamamışımdır umarım. Onur: Shadow Gallery bizim eskiden beri çok severek dinlediğimiz bir grup. Carved in Stone’u saatlerce tekrar tekrar dinlediğimi hatırlıyorum. Şimdi ortak çalışmalara imza atabilmiş olmak çok heyecan verici bu yüzden. İlk olarak Sojourn’da Gary’den hikâye anlatıcı olmasını rica etmiştik. Olumlu cevap verdiğinde de çok şaşırıp mutlu olmuştuk açıkcası. Sojourn’ün prodüksiyonu bitince onlara da gönderdik albümden. Gary oldukça beğendiğini ve daha sonraki çalışmalarda enstrümanıyla da bize destek olabileceğini belirtti. Dolayısıyla Reversing Time’ı bestelerken ilk demoları onlara gönderip Mike’ın da bize katılmak isteyip istemeyeceğini sorduk. Mike doğrudan “reversing time” parçasını ona ayırmamızı, başkasına vermemizi söyleyen bir epostayla cevapladı bizi. Bizi de cesaretlendirdi bu durum. Böylece aramızda daha güçlü bir iletişim oluştu. Ölümünden önce son seslendirdiği parça oldu bu. Gerçekten çok iyi bir insan ve harika bir solistti, aramızdan ayrılmış olması müzik piyasası için çok büyük bir kayıp. Beraber çalışabilmiş olmak gurur verici. Gary ile hala zaman zaman görüşüp fikir alış verişinde bulunuyoruz, pek çok konuda tecrübesi ve tavsiyeleriyle yardımcı oluyor bizlere. Çağrı: Tekrar Neverland projesine geri dönecek olursak, şunu sormak istiyorum. Dreamtone ne zaman eskisi gibi kendi başına albüm yapacak? Onur: Bu soruyu sorman gerçekten çok iyi oldu. Ciddi karışıklıklara neden olabiliyor bu durum. Neverland aslında bir proje değil, Dreamtone’un uluslar arası piyasada bilindiği adı. Yeni albüm de Neverland adıyla çıkacak. Dreamtone ve Neverland arasında müzikal olarak da bir fark yok esasen, yeni çalışmalarımızda Iris’de sesiyle bizlere destek oluyor sadece. Unforeseen Reflections’dan bu yana yaptığımız çalışmalarda senfonik öğeler hep ciddi bir yer kapladı, Neverland dönemiyle birlikte bu alanı daha da genişletmeye başladık. Soruya geri dönersek, Dreamtone aslında eskisi gibi kendi başına albüm yapıyor, yeni albümde Reversing Time’a göre biraz daha sertleşiyoruz hatta :D

Çağrı: Biz dinleyici olarak dreamtone müziğini Progressive / Power Metal olarak adlandırıyoruz. Siz yaptığınız müziği nasıl adlandırıyorsunuz? Onur: Grup içinde besteler pek çok farklı kişiden gelip, ortak bir şekilde geliştiriliyor. İlgi alanlarımız çok farklı olduğu için de belli bir türe sadık kalamayabiliyoruz. Bu nedenle müziği anlatırken rock/metal olarak nitelemeye çalışıyoruz. Dinleyiciler müziği dinledikçe daha detaylı tanımlamaları doğru bir şekilde yapıyorlar. Biz de önceden etiketler koyarak bu süreci belli bir kanala yönlendirmek istemiyoruz genellikle. Çağrı: Dreamtone’da bir şarkının ortaya çıkması nasıl oluyor? Lirikleri kim yazıyor, müziği kim yapıyor veya hepiniz birlikte mi yapıyorsunuz? Onur: Genellikle ben, Oganalp veya Burak bir parça taslağını grubun geri kalanına sunuyoruz. Bu noktadan itibaren çalışmalar hep beraber değerlendirilip rafine ediliyor. Lirikleri Oganalp yazıyor, zaman zaman aklına takılan şeyler olursa beraber tartışıyoruz. Reversing Time’la beraber konuk sanatçılar da liriklere katkıda bulunmaya başladılar. Çağrı: Dreamtone elemanları müzik dışında neler yapıyor? Bildiğim kadarıyla hepinizin bitirmeye çalıştığı bir okulu var. Müzik ve okulu aynı anda götürmek sizleri zorluyor mu? Emrecan: Dreamtone elemanları müzik dışında çok fazla şeyle uğraşıyor :D Bascımız Can TAİ’de çalışıp bir yandan ODTÜ’de yükseklisansına devam ediyor. Emrecan yine ODTÜ’de yükseklisansına devam edip üç firmada birden çalışıyor. Ogan ağırlıklı olarak Kardandam Medya’nın işleriyle ilgileniyor. Güney’in kendi kurmuş olduğu bir firması var. Burak ise bir yandan ODTÜ’de lisansına devam edip aynı zamanda beste işleri alıp onlarda çalışıyor. Onur: Yüksek lisansımı tamamlamaya çalışıyorum ben de. ODTÜ’de araştırma görevlisi olarak çalışıyorum bir taraftan da. İş yoğunluklarının arttığı dönemler biraz bunaltıcı olabiliyor tabii ki, ama grup genellikle ağır basıyor haha. Şu ana kadar zorlandığımız anlarda da bir şekilde birlikte götürmeyi başarabildik, bundan sonra da aynı şekilde devam etmeye çalışacağız. Çağrı: Türkiye’deki ve Dünya’daki Metal Müzik hakkında ne düşünüyorsunuz? Klasik soru ama olsun mahsuru yok sanırım. Onur: Gerçekten de çok konuşulan bir konu. Okuduğum ve duyduğum birçok yorumun aksine yapılan iyi işlerin kalitesinin daha da arttığını düşünüyorum ben. Son yıllarda piyasaya giren grup sayısı oldukça arttı ve artık daha ciddi bir rekabet ortamı var. İşin ticari yönüne bakarsak müzik piyasası genel olarak çok zor bir durumda tabii ki. Internet neredeyse tüm şirketleri ciddi sorunların içine soktu, bu sorunlar da gruplara yansıyor kaçınılmaz olarak. Yine de internetin yaygın kullanımıyla beraber daha çok insan bu tür müzikle ilgilenmeye başladı. Son yıllarda


amatör grup sayısında ciddi bir artış olduğunu gözlemlemişsindir sen de. Grup sayısının artması aslında metal müziğe olan ilginin de arttığını gösteriyor. Son Türkiye turnesinde Akerfeldt’in seyirciye “aranızdan kaç kişinin grubu var?” diye sorduğunda bütün salonun el kaldırması bu durumun kanıtı gibi aslında :D Laf olsun diye müzik yapan grupların çıkmaya başladığı doğru elbette. Öte yandan pek çok yeni başarılı grup da bu şekilde keşfediliyor. Piyasanın nereye varacağını bilemiyorum (açıkcası pek parlak bir ticari gelecek görünmüyor), ama iyi işler çıkmaya her zaman devam edecek. Çağrı: Benim soracaklarım bu kadar sizin bu röportajı okuyanları söylemek istediğiniz bir şey var mı? Onur: Buraya kadar okudukları için teşekkür ediyorum öncelikle :D Ayrıca güzel sorular için de teşekkür ederim. Son olarak, grupla ilgili gelişmeleri takip etmek isteyenler için internet sayfalarımızın ve myspace hesabımızın adreslerini hatırlatayım: www.in-neverland.com www.myspace.com/neverlandofficial Görüşmek üzere! Anket: Can Dedekarginoğlu (Bas Gitar) Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Mayones Elegance 6 Custom, Warwick Corvette Standard, SansAmp Bass Driver DI, BBE Sonic Maximizer Stomp Pedal, Ampeg Head & Enclosures, Hiwatt Cabinets. Doğum yeri ve Tarihi: Ankara, 21/03/1984 Favori Müzisyenleri / Grupları: J. S. Bach, Tomaso Albinoni, S. V. Rachmaninoff, Fryderyk Chopin, Pink Floyd, Tupac Amaru Shakur, Queen, Jeff Buckley, Muse, Opeth, In Flames, Soilwork, Symphony X, Queensryche, Dream Theater, Mr. Big, Massive Attack, Moloko, Thievery Corporation, Lamb, Jamiroquai, Joshua Redman, Keith Jarrett, Miles Davis, E.S.T., Jaco Pastorius, Marcus Miller, Victor Wooten, Bootsy Collins, Anthony Jackson, Larry Graham, Snoop Dogg, Erykah Badu, Cypress Hill, Ludacris, N.E.R.D., Incubus, The Strokes, Lily Allen, Green Day, James Taylor, Placebo, Red Hot Chili Peppers, ZZ Top, Tower of Power, Chris Rea, Radiohead, Mor ve Ötesi. Favori Albümler: Pink Floyd – Meddle, The Final Cut, Mor ve Ötesi – Büyük Düşler, Symphony X – V, Ayreon – The Human Equation, Outkast - Speakerboxxx-The Love Below, Jeff Buckley – Grace, Dream Theater – Images & Words, 2Pac – All Eyez on Me, E.S.T – From Gagarin’s Point of View, Porcupine Tree – Fear Of A Blank Planet, Muse – Origin of Symmetry, Opeth – Blackwater Park, Queensryche – Hear In The Now Frontier Hayranı Olduğunuz Müzisyen: Jaco Pastorius Boş Vakitlerdeki Uğraşları: Film/dizi izlemek, Bol bol uyumak, ufak tefek koleksiyon çabaları, yazı çizi denemeleri. Favori İçeceği: Sprite Favori Yiyeceği: Makarna, Salata

Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Dreamtone & Iris Mavraki’s Neverland – Reversing Time Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: 2007 İstanbul Blind Guardian w/ Dreamtone Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: Blind Guardian Türkiye Turnesi’nin tamamı! Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Yan projeler (Foreplay), kişisel çalışmalar. Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: Bu güne kadar hayranı olduğum bir çok grupla çalabilme, tanışma fırsatım oldu. Ancak ek olarak özellikle Symphony X’le beraber çalmak isterdim. İlk Aldığı Albüm: Metallica – And Justice For All... (siyah kapak!!) Son Aldığı Albüm: Jeff Buckley - Live at Sin-é Son Olarak Hayat Felsefesi: Uzun bir süredir düstur edindiğim söz “olduğu kadar”dı. Ancak son dönemlerde favorim (herkesten özür dileyerek yazıyorum) “s.kerler” oldu. Emrecan Sevdin (Bateri) Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Tama Starclassic Maple davullar, Sabian ve İstanbul ziller, Pearl Eliminator pedallar ve Vic Firth 5A bagetler. Doğum yeri ve Tarihi: 8 Temmuz 1985, Kütahya Favori Grupları: Dream Theater, Metallica, Blind Guardian, Iron Maiden, Rush, Opeth, In Flames, Porcupine Tree, Aerosmith Favori Albümler: Metropolis Part II: Scenes from a Memory (Dream Theater), Master of Puppets (Metallica), Powerslave (Iron Maiden), Nightfall in the Middle Earth (Blind Guardian), Fear of a Blank Planet (Porcupine Tree) Hayranı Olduğunuz Müzisyen: Mike Portnoy Boş Vakitlerdeki Uğraşları: Büyük bir sinema fanıyım. Genelde film izlerim, fırsat buldukça da kitap okumaya çalışırım. Favori İçeceği: Alkolsüz olarak vişne suyu :D. Alkollü ise viski. Favori Yiyeceği: Güzel herhangi bir kebap. Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Dreamtone & Iris Mavraki’s Neverland adı altında çıkardığımız “Reversing Time” bana gore şu ana kadarki en iyi albümümüz. Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: 6 Mayıs 2009, Blind Guardian İstanbul Konseri. O konserde neredeyse herşey sorunsuz gitmişti ve seyircinin bize verdiği destek harikaydı. Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: Bu gerçekten çok zor bir soru çünkü bir sürü unutulmaz anımız var. Bana gore en önemlisi 2004 yılında gruba girmeden hemen önce Ogan ve Onur ile yaptığımız ilk provaydı. O provadan sonra hayatım tamamen değişti diyebilirim. Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Şu an için başka bir müzikal faaliyetim yok. Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: Metallica, Iron Maiden ve Rush ile sahne almayı çok isterim. İlk Aldığı Albüm: Michael Jackson’ın Blood on the Dance Floor albümü. Metal albümü olarak ise Iron Maiden, Live after Death. Son Aldığı Albüm: Opeth - Watershed Son Olarak Hayat Felsefesi: Burada Blade Runner’dan bir alıntı yapayim. “All those mo-


ments will be lost in time, like tears in the rain” Kısaca mümkün olduğunca anı yaşamak diyebilirim. Carpe diem :D

zorlamak.

Güney Özsan (Klavye)

Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Genellikle Shure SM 58 ve SM 86. Kayıtlarda Neumann. Doğum yeri ve Tarihi: Ankara, 1982 Favori Grupları: Blind Guardian, Savage Garden, Laço Tayfa, Metallica, vs vs. Favori Albümler: Nightfall in Middle Earth, A Soundtract to the Wheel of Time, Kingdom of Heaven OST, Baldur’s Gate OST, vs. Hayranı Olduğunuz Müzisyen: O kadar çok ki… Boş Vakitlerdeki Uğraşları: Freelancer Discovery Modu Topluluğunda Klan lideriyim, bilgisayar oyunları, müzik, grafik tasarım, içmek ve sevdiklerimle beraber olmak keyifli. Favori İçeceği: Smirnoff North, Coca Cola Favori Yiyeceği: Açken her şey güzel. Tokken meyveler. Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Unforeseen Reflections çünkü en çok cesaret gerektiren deliliği onda yapmıştım. Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: Blind Guardian Turnesi ya da Hacettepe Hürock Fest 2008. Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: O kadar çok anım var ki grubun logosunun dövmesini kolumda taşıyorum. Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Freelancer oyununu modları için müzik yapıyorum. Oyun Müzikleri. Ayrıca ara sıra kendi eğlencem için şarkılar yaptığım da oluyor. Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: İstediğim her grupla aldım. Bundan sonra ya oturup izlemek istediğim gruplar ya da gidip çalmak istediğim mekânlar var. İlk Aldığı Albüm: Iron Maiden – Somewhere in

Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Korg Triton Pro Doğum yeri ve Tarihi: Ankara 17/03/1981 Favori Grupları: Chemical Brothers, Daft Punk, Metallica, Pink Floyd, Portishead, Radiohead, Sade, Zakkum Favori Albümler: Alicia Keys - 2007 - As I Am, Dream Theatre - Awake, Ilhan Ersahin - Love Trio, Michael Jackson - Dangerous, Pink Floyd - The Wall, Portishead - Portishead, Royksopp Junior, Sade - Love Deluxe Hayranı Olduğunuz Müzisyen: Bach, Beethoven, Mariah Carey Boş Vakitlerdeki Uğraşları: Gezmek, Saki oynamak, Yüzmek Favori İçeceği: Hare Likör Favori Yiyeceği: Bal Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Snowfall Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: 2009 Opeth Ankara konseri açılışı Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: Gobelhaus partileri Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Oda ve senfoni orkestraları için beste çalışmaları, Elektronik beste ve remixler, Miksaj ve prodüksiyon Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: Geriye kalanlardan Nine Inch Nails ve Nightwish. İlk Aldığı Albüm: Ace of Base - Happy Nation Son Aldığı Albüm: Igor Stravinsky - A Portrait Son Olarak Hayat Felsefesi: Bağımsız yaşamak, çok çalışmak, içinden gelenleri sonuna kadar

Oganalp Canatan (Vokal)


Time. 89 kış aylarında almıştım. Son Aldığı Albüm: Samimi olarak hatırlamıyorum. Çok kuvvetle muhtemel bir soundtrackti. Son Olarak Hayat Felsefesi: Ne ekersen onu biçersin. Burak Kahraman (Gitar) Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Ibanez Rg370 Doğum yeri ve Tarihi: Ankara 1986 Favori Grupları: Dream Theater, Pain of Salvation, Pink Floyd, Neal Morse Favori Albümler: Scenes from a memory (Dream Theater), One hour by the concrete lake (Pain of Salvation), Rhtym of time (Jordan Rudess) , Dark side of the moon (Pink Floyd) Hayranı Olduğunuz Müzisyen: Hepsini saymam mümkün değil ama en son onu dinlediğim için Jordan Rudess diyeyim Boş Vakitlerdeki Uğraşları: Yeni enstrüman öğrenmek, Seyahat etmek, Bilardo oynamak Favori İçeceği: çay Favori Yiyeceği: her türlü kebap Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Neverland 2 Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: Blind Guardian’la olan İzmir konseri Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: Blind Guardian elemanlarına hediye ettiğimiz rakıları ‘sek içmeyin’ diye uyarmamız üzerine birayla karıştırmaları ve zum olmaları :D Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Timesailor Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: Pain of Salvation İlk Aldığı Albüm: Metallica-Black Son Aldığı Albüm: Hande Yener-Hayrola :D

Son Olarak Hayat Felsefesi: gezelim görelim Onur Özkoç (Gitar) Kullandığınız Enstrüman (Marka, Model): Mayones Setius Pro Custom, Ibanez RG470 Doğum yeri ve Tarihi: Bolu, 1984 Favori Grupları: Aerosmith, In Flames, Beatles, Shadow Gallery, abba Favori Albümler: Nine Lives (Aerosmith), The Last Epic (A.C.T.) Clayman (In Flames), Once (Nightwish), Tyranny (Shadow Gallery) Hayranı Olduğunuz Müzisyen: Jeff Scott Soto, Andy Timmons Boş Vakitlerdeki Uğraşları: 3d modelleme, mimarlık, fotoğraf, Pro Evolution Soccer Favori İçeceği: ice tea limon, safari Favori Yiyeceği: şiş kebap, fajita Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Albümü: Reversing Time (Neverland) Dreamtone’nun En İyi Olarak Değerlendirdiği Konseri: 2009 Opeth Ankara açılışı Dreamtone ile Yaşadığı En Unutulmaz Anısı: Genellikle hep beraberiz zaten, yine de özel bir şey söylemem gerekirse Blind Guardian turnesi ve Rodos gezisi diyebilirim Dreamtone dışında müzikal faaliyet(leri): Eğlence amaçlı yaptığım işler dışında devam eden bir proje yok Hangi Gruplarla Sahne Almak İstersiniz?: In Flames İlk Aldığı Albüm: Metallica - The Black Album Son Aldığı Albüm: the rolling stones - a bigger bang Son Olarak Hayat Felsefesi: uyumadan da yaşanıyor bir şekilde Röportaj: Çağrı Kaçar



VADER Avrupa’da Death Metalin en başarılı ve en köklü gruplarındandır. Gerek Polonya’ya has sert gitarlar ve davul, gerekse Thrash, Death ve Black Metal soundlarını oldukça müthiş bir biçimde organize eden bir gruptur. Grup,1983 yılında Olzstyn’de ilk olarak ‘Unleashed’ adı altında kuruldu. Grup ilk kurulduğunda kadroda Piotr Wiwczarek (Peter) (Basgitar),Zbigniew ‘Vika’ Wroblevski (Gitar),Peter Tomaszewski (Vokal) bulunmaktaydı. Grup, sadece 3 yıl boyunca ‘Unleashed’ adı altında kurulmaktan başka bir şey yapamadı.1985 yılında Vokal Peter Tomazewski yaşamını yitirdi. 1986 yılında grubun adı ‘Vader’ olarak değiştirildi. Vokalde Robert Czarneta, basgitarda Robert Struczewski, davulda Grzegorz Jackowski, gitarlarda ise Zbigniew ‘Vika’ Wroblevski ve Peter (Lead gitar) yer aldılar. İlk demoları olan Tyrani Piekel, aynı yıl çıkarıldı. Yine aynı yıl Live in Decay demosunu yayınladılar.1987 yılında davulcu Jackowski ile basgitarist Robert Struczewski gruptan ayrılırlar. Grup sıkıntılar içinde yollarına devam ederlerken,1988 yılında vokalist Robert Czarneta gruptan ayrılır. Bu an, Vader için ikinci bir kabuk değiştirme zamanı olacaktır. Yine 1988 yılında Peter, Robert’ın boşluğunu kendisi vokali devralarak doldurur. Aynı yıl davula Krzysztof Raczkowski ve basgitara Jacek Kalisz dâhil olur. 1989 yılının Mart ayında ise grup, üçüncü demoları olan Necrolust’u kaydederler. Grup, ertesi yıl Death Metalin deyim yerindeyse ‘Kral’ları olmaya ilk adım attığı Morbid Reich demosunu yayınlarlar. Grup logosu yeniden düzenlenlenip bu demoda yer aldı. Artık herşey yolunda gidiyor denirken 1991 yılında bas gitarist Jacek gruptan ayrılır ve yerine Piotr Kuziola gruba katılır. Yine 1991 yılında gruptaki ritim gitar eksikliği Jaroslaw Labineiec ile doldurulur. Grubun son kadrosu ise Peter (Gitar/Vokal), Krzysztof (Davul), Piotr (Bas Gitar) ve Jaroslaw (Gitar) şeklindedir. Herşey yolundayken 1992 yılında basgitarist Piotr gruptan ayrılarak yerini 1993’te tekrar Jacek’e teslim eder. 1993 yılının Kasım ayında grup ilk stüdyo albümleri olan ‘The Ultimate Incantation’ ‘ı Earache Records etiketiyle yayınlarlar. Albüm, thrash metalin death metal esintileriyle yoğrulduğu başarılı bir albüm olarak dikkat çeker. Albümün yayınlanmasından kısa bir süre sonra bas gitarist Jacek gruptan ayrılır ve yerini Leszek Rakowski alır. Ertesi yıl grup canlı performans albümleri olan The Darkest Age’i yayınlarlar. Albümde bir de Slayer’ın Hell Awaits parçası bulunmaktadır. Bu albüm daha sonra 1996,1997 ve 1998 yıllarında yeniden piyasaya sürülmüştür. 1994 yılında ise grubun yükselişini perçinleyen Sothis isimli EP lerini yayınlarlar. Bu EP de 1996 ve 1998

yıllarında yeniden piyasaya sürülmüştür. 1995 yılında ise An Act Of Darkness Single’ını yayınlarlar. Single ile aynı adı taşıyan parça ile Depeche Mode’un I Feel You parçasını barındıran bu Single’dan sonra 1995 yılında Vader’ın efsane niteliğindeki De Profundis albümü yayınlanır. 1997 yılında Japonya’da iki bonus parça ve Depeche Mode yorumuyla yeniden piyasaya sürülür. Aynı şekilde 2003 yılında Avrupa’da sadece Depeche Mode yorumuyla yeniden yayınlanır. Amerika’da ise enstrümental versiyonuyla tekrar yayınlanır. Kendi yarattıkları tarzlarıyla yollarına emin adımlarla devam eden grup, ertesi yıl Kreator, Dark Angel, Sodom, Terrorizer gibi gruplardan seçtiği parçalarla oluşturduğu Cover (Yorum) albümü Future of the Past’ı 3 Kasım’da yayınlarlar. 1997 yılında gitarist Jaroslaw gruptan ayrılır ve yerine Mauser kadroya dâhil olur. Bu değişiklikten hemen sonra grup albüm hazırlıklarına başlar ve aynı yılın ilk günlerinde Carnal / Black To The Blind’ı,13 Ocak’ta ise Black To The Blind’ı yayınlarlar. Avrupa’da artık bu albümle iyiden iyiye tanınmaya başlayan grup, başarılarını ertesi yıl yine Ocak ayında çıkardıkları toplama albümleri Reborn In Chaos ile devam ettirirler. 2000,2004 ve 2006 yıllarında yeniden düzenlenerek piyasaya sürülen albümün 2000 yılı versiyonunda ayrıca iki de yorumladığı parça (Possessed / Death Metal ve Morbid Angel / Immortal Rites) bulunmaktadır. Aynı yıl Kasım ayında Kingdom EP lerini yayınlayan grup, yine hızlı bir biçimde yollarına devam ederek, EP nin ardınan Japonya’da verdikleri konseri; hem albüm olarak (Live In Japan / 30 Kasım), hem de VHS formatında (Vision And Voice / Aralık) yayınlarlar. 2000 yılının başlarında Xeper / North Single’ını yayınlayan grup,9 Mayıs’ta 5. Stüdyo albümleri olan Litany’i yayınladılar. Albümün Japonya versiyonunda ise iki bonus parça bulunmaktadır. Ertesi yıl ise grup Reing Forever World EP sini yayınlar. EP nin prodüktörlüğünü Peter, düzenlemesini ise Piotr Lukaszewski yapmıştır. EP nin yayınlanmasından kısa bir süre sonra bas gitarist Leszek Rakowski gruptan ayrılarak yerine Konrad Karchut dâhil olur. Bu bas gitarist değişikliğinden sonra yeni albüm için stüdyoya giren Vader, 2002 yılında ilk önce Angel of Death single albümünü, birkaç ay sonra da Metal Blade Records etiketiyle Revelations albümünü yayınlarlar (4 Haziran). Albümün ‘Limited Edition’ versiyonunda Son of Fire parçası ile Reign Forever World EP sinden 3 parça yer almaktadır (Reign Forever World, Frozen Paths ve Privilege of the Gods). Albümden yaklaşık 3 hafta sonra, 1998 yılında Krakov konserinin VHS konser videosu, ekstra materyallerle yeniden düzenlenerek ‘More Vision And the Voice’ adıyla DVD formatında yeniden piyasaya sürüldü. Aynı yıl 24 Eylül’de cover parçalarının, konserde çalınan parçaların ve en iyi parçalarının toparlandığı toplama albümü Armageddon yayınlandı. Grup, peşpeşe albümlerle Death Metal piyasasındaki yerini iyice sağlamlaştırır. Bu olumlu gelişmeler ardı ardına devam ederken yine bas gitarist değişikliği gerçekleşir. 2003


yılında Konrad Karchut gruptan ayrılarak; Dies Irae, Behemoth, Devilyn, Virgin Snatch gibi Polonya’nın önde gelen gruplarında basgitar çalan Marcin Nowak (Novy) gruba dâhil olur ve grup için deyim yerindeyse ‘İkinci Evrim’ dönemi başlamıştır.2003 yılı öncesindeki Vader, daha çok Thrash Metal ağırlıklı bir hava içerisindeydi. Fakat 2003 yılı sonrasında grup daha çok Death Metal tonlarına ağırlık verecek, hatta yer yer Black Metal esintilerini de parçalarına dâhil edip, kendi tarzlarını apaçık şekilde ilan edeceklerdi. 2003 yılındaki bu gitarist değişikliğinden sonra, aynı yıl Blood EP sini yayınlayan grup, ertesi yıl 25 Ağustos’ta Beware the Beast single albümünü yayınladılar. Bu single’da Dark Transmission un farklı versiyonu ile yine aynı parçanın klibi ve stüdyo kayıtlarının videosu bulunmaktaydı. Çok geçmeden 20 Eylül’de ise Thrash Metal ile Death Metal’in ölçülü bir biçimde harmonize edildiği, yer yer Black Metal esintilerini de gördüğümüz ve çoğu dinleyici tarafından favori olarak gösterildiği ‘Şaheser Albüm The Beast’ Metal Blade Records etiketiyle yayınlandı. 20 Ekim’de ise Krakow TV stüdyosunun yayınladığı konserlerinin ve Metalmania 2003 Festivalindeki performasnlarının yer aldığı ‘Night of the Apocalypse’ DVD’sini yayınladılar.2005 yılında davulcu Krzysztof Raczkowski alkol bağımlılığı sebebiyle gruptan ayrılır. Aynı yıl 18 Ağustos’ta hayatını kaybeder. Dies Irae’de beraber çalan ve iyi arkadaşı olan Mauser; davulcunun alkol bağımlılığı sebebiyle Vader’dan ayrıldığını, alkol bağımlılığından kurtulmak adına müthiş bir savaş verdiğini ve en sonunda yenildiğini söylemektedir. Vader, boşalan davulcu boşluğunu, Polonya’nın önde gelen davulcularından; Dimmu Borgir, Vesania gibi gruplarda baget sallayan Dariusz Brzozowski (Daray) ile doldurur. Aynı yıl Kasım ayında The Art of War EP’sini yayınladılar. EP’deki Para Bellum ve Banners of the Wind intro parçalarını Vesania’nın klavyecisi Siegmar tarafından hazırlanmıştır. Çıkardığı albümlerle ve yarattıkları Blackened Death/ Thrash Metal tarzlarıyla yollarına emin adımlarla devam eden grup, 2006 yılında isimlerini metal müzikseverlerin hafızalarına kazıyacak ‘Impressions In Blood’ albümlerini Regain Records etiketiyle yayınladılar. Albümün Japonya versiyonunda Slayer’ın Raining Blood yorumu bulunmaktadır. Ertesi yıl 15 Ekim’de Varşova konserinin, biyografilerinin ve ekstra videoların bulunduğu ‘And Blood Was Shed In Warsaw’ DVD si yayınlanır. Konuk sanatçı olarak Orion’un da bulunduğu konser,5 Kasım’da Kuzey Amerika’da yeniden düzenlenerek piyasaya sürülür. 2008 yılının 14 Ocağında v.666 Single albümü yayınlanır. Bu single,Vader’ın 26 yıllık kalitesini,en harika parçalarını yeniden düzenleyerek dinleyicilere arz edeceği ‘XXV’ toplama albümünün habercisidir adeta.Bu Single albümü takiben aynı yıl ‘Lead Us!!!’ ve ‘The Upcoming Chaos’

EP lerini peşpeşe yayınlarlar.Lead Us EP sinde grubun The Witcher oyunu için yazdığı parça ‘Sword Of The Witcher’ bulunmaktadır. Son EP nin ismi ise gerçekten ‘Gelecek Kaos’ un belirtisidir deyim yerindeyse. EP de Carnal, Incarnation ve Crucified Ones parçalarının yeniden düzenlenmiş hali bulunmaktadır. …Ve 12 Haziran 2008 yılında, grubun 26 yıllık tarihine ışık tutabilecek ve ‘Kutsal Death Metal Kitabı’ niteliğindeki ‘XXV’ albümü yayınlanır. Albüm, 2 CD ve 1 ekstra DVD içerir. Konuk sanatçı olarak klavyede Siegmar (Vesania),Blood of Kingu parçasında vokal olarak Seth (Severe Torture),Wyrocznia parçasında vokal olarak Roman Kostrewski (KAT),Fear of Napalm parçasında vokal olarak Piercien (Dead Infection) ve yine Fear of Napalm parçasında bas gitarist olarak Hal (Dead Infection) yer almaktadır. Albümün kapak tasarımını ise grupta bas gitarist olarak bulunmuş Jacek yapmıştır. Bu albümden sonra grupta sorunlar yaşanmaya başlamış ve Peter haricindeki elemanlar (Novy, Mauser ve Daray) gruptan ayrılmışlardır. Bu olayla birlikte, birçok müziksever tarafından grubun dağıldığı söylentileri ortaya atılmıştır. Aynı yıl Peter, gitara Waclaw Kielytka (Decapitated),bas gitara Tomasz Rejek (Incantation) ve davula Pawel Jaroszewicz (Crionics)’i dahil ederek bu karışıklığa son vermiş, yeni albüm hazırlıklarına başlamıştır. Grup,2009 yılının 21 Ağustos’unda yine tarzlarından ödün vermediklerini bir kez daha ispat ettikleri ‘Necropolis’ albümünü Nuclear Blast Records etiketiyle yayınladılar. Din karşıtı, karanlık, savaşlar ve sihir temalı sözler ve Blackened Death/Thrash Metal’in yaratıcısı olarak Death Metal tarihinde önemli bir yol katetmiş ve dünya üzerinde birçok gruba müzikleriyle, şarkılarıyla verdiği mesajlarıyla öncülük etmiş, isimlerinin Flemenkçe anlamı gibi ‘BABA’ bir grup olan Vader’ın etkilendiği gruplar, Thrash Metalin ‘baba’larından biri olan Slayer ve Heavy Metal’in ‘baba’sı Black Sabbath’tır. …Ve kendileri de Death Metal’in ‘BABA’larından biri olarak yollarına emin adımlarla devam etmektedir… Hazırlayan: Kerem Sargın



L

et It Flow, 2003 yılında İzmir’de kuruldu. 2006 yılının Mart ayında grubun ilk albümü “The Momentary Touches to the Depths”, Hammer Müzik etiketiyle yayınlandı ve dünya çapında birçok dergi ve webzine’den olumlu yorumlar aldı. “Desires Lost” adlı parçaya çekilen klip, hala ulusal tv kanallari ve internet üzerinde yayınlanmaktadır. Gruptaki kadro değişikliğinden sonra, şu anki kadrosuyla 2007 sonbaharında 2. albümleri “Meanings”in 13 parçasını Stüdyo Negatif’te (www.studyonegatif.com) kaydeden ve miksleyen grup, bu albümde yaylı, vurmalı ve üflemeli enstrümanlarıyla yer alan konuk müzisyenlerle çalıştı. Albümün mastering’i, Finlandiya’da, Finnvox Stüdyoları’nda (www.finnvox.fi) Mika Jussila tarafından gerçekleştirildi. Yeni albümlerinden “Grey Man” adli parçaya, “Terminal” www.t-ist.com tarafından bir de video klip çekildi. Grup bugünlerde, ulusal tv kanallarında, radyo programlarında ve dergilerde ikinci albümlerinin promosyonu ile ilgilenmektedir. Bizler de bu fırsattan faydalanarak grubu daha iyi tanımak isteyen hayranları için grupla bağlantıya geçerek bir röportaj gerçekleştirdik… Çağrı: Selamlar Let it Flow ailesi röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İzmir’in bu dayanılmaz sıcağında neler yapıyorsunuz? Can: Selamlar. Teklif için biz teşekkür ederiz. Sıcaktan kurtulmak için başka yerlere kaçıyoruz. Deniz, durağanlık ve müzik şeklinde geçiyor zaman.

Çağrı: Let it Flow İzmir’de tanınan sevilen bir grup, ama Türkiye genelinde pek tanınmıyor maalesef o yüzden biraz Let it Flow’ u anlatmanızı isteyebilir miyim, nasıl kuruldu, şu ana kadar neler yaptı? Can: Let It Flow, hayatla haşır neşir oldukça dibimize çöken ağır tortuyu hafifletme çabasından doğan bir oluşumdur. Şu ana kadar, bilincimizin kuytularında yatanı, ifade edilmesi güç olanı, korkutan ve acı vereni, kısacası derinlerde kalmış bulanık çağrışımları anlatan iki albüm çalışması oldu.


Çağrı: Kalıcı bir bayan vokal Let it Flow için sanırım hiç olmadı demek doğru olur diye düşünüyorum. Sizde sanırım artık kalıcı bir bayan vokal işinden vazgeçtiniz ve “Meanings” albümüzde bayan vokal yok (frail Wings, Stange Blue hariç). Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Can: Saptaman doğru, malesef o konuda şans bizden yana olmadı. Boş durmaktansa elimizdekilerle yapmaya çalıştığımız işi sürdürmeye gayret gösterdik. Güzel de oldu.

Çağrı: Sizce “The Momentary Touches to the Depths” ile “Meanings” arasındaki benzerlikler ve farklılıklar neler? Can: Her iki albümde de derinlerde ne varsa onları deşmeye çalıştık. Fakat Meanings daha öfkeli bir anımıza denk geldi sanırım; ilkiyse daha kırılgan. Yine de hüzün kalıcı oldu, çünkü hüzünlenecek şeyler bitmektense artıyor. Ayrıca Meanings’in müzikal açıdan daha olgun bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanı sıra TMTTTD, her ne kadar Meanings kadar vurucu olsa da özümsenmesi daha kolay olan bi çalışmaydı; diğerini anlamak biraz daha özen gerektiriyor.

Çağrı: “Meanings” için gelen eleştiriler şu ana kadar ne yönde? Can: Kimisi melankoliyi kaybettiğimizi söylüyor, kimisi de müziğimizin bariz biçimde geliştiğini. Fakat gördüğümüz kadarıyla, dinleyicilerin ağır basan beklentisi hüzünlü şarkılar üstüne peri kızı sesleri duymaktı. Malesef sunmak istediğimiz bunun ötesinde birşeyler.

Çağrı: Artık Let it Flow yeni bir albüm yapmalı diye düşünüyorum ben, ama siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Yeni bir albüm çalışması var mı? Can: Tabi ki içimizi dökmek ve üretmek isteği asla son bulmuyor. Şu an için net bir plan yok, ama kışın yeni çalışmalar için kampa gireceğiz. Malum, Kasım yaklaşıyor.

Çağrı: Pek fazla konser veren bir grup değilsiniz bunu sebebi nedir? Ayrıca şu anda belirlenmiş bir konseriniz var mı? Can: Bunun sebebi kesinlikle organizasyonların kısıtlı olması. Ayrıca iş, güç, askerlik nedeniyle 2009 konser anlamında verimsiz geçti.


Çağrı: Let it Flow’ da şarkılar nasıl meydana geliyor, lirikler nasıl yazılıyor, kimlerden veya nelerden etkileniliyor? Can: Besteleri Özgün yazıyor, sözleri Can yazıyor. Düzenlemeleri hep beraber yapıyoruz. Kimi zaman söz üzerine beste, kimi zaman da tam tersi oluyor. Bazen bestenin düzenlenme aşamasında sözler çıkıyor, o zaman cuk oturuyor. Bizi üzenlerden, kızdıranlardan, kıranlardan, kendine bağımlı yapanlardan, toplumdan, yabancılaşmadan, politikadan, doğadan, müzikten, edebiyattan, sinemadan, son olarak da alkolden ilham alıyoruz.

Çağrı: Grup elemanlarının Let it Flow’ da müzik yapmak dışında başka neler yapıyorlar? Can: Başka gruplarla müzik yapmak, başka sanatlarla ilgilenmek, Karşıyaka’da toplanıp içmek, sohbet etmek, keşfettiğimiz yeni gruplardan konuşmak... Sanırım müzik dışında çok heyecanlı bir hayatımız yok.


Çağrı: Ülkemizdeki Metal Müziğin gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Can: Yıllardır kayda değer bir gelişme yok. Sadece artık daha kolay kayıt alınabiliyor, daha kolay reklam yapılabiliyor (internet), dolayısıyla daha çok grup türüyor. Ama yaratıcılık konusunda pek bir ilerleme yok.

Çağrı: Sorularımı yanıtladığınız için çok teşekkür ederim, son olarak MetalTR üyelerine söylemek istedikleriniz alabilir miyim? Can: Biz teşekkür ederiz. Tüm MetalTr ekibi ve takipçilerine selamlar. Belki adımlarımız ağır, ama düzenin kıyısında yaşayan için zaman nakit değildir. Bir kulağınız bizde olsun. Röportaj: Çağrı Kaçar



Bloodbound 2004 yılının yazında iki eski arkadaş, Tomas Olsson ve Fredrik Bergh müzikal kökenlerine geri dönme kararı alıp metal bir oluşum olan BLOODBOUND’ı kurdular. Yaptıkları demoyu herhangi bir sözleşme teklifi almak için birçok kayıt şirketine gönderdiler. İki haftanın ardından teklifler gelmeye ve grubun boyunu aşacak sayıya ulaşmaya başladı. Avrupa kıtasından Metal Heaven ile ve Asya kıtasından da Marquee/Avalon ile sözleşmeler imzalandı. 2005 yılında kaydına başlanan debut albümleri “Nosferatu”, 2006 senesi başlarında yayımlandı ve dünyanın dört bir yanından bu büyük başarının sonuçları olumlu eleştirilerle desteklendi. Bu albüm grubun Arch Enemy, Dark Tranquillity, Evergrey, Pretty Maids, Sabato ve benzer diğer ünlü isimle sahne almasını sağladı. Albümün başarısı grubu Brezilya’dan Rock Machine Records ve bu yılın ardından Rusya’dan Mystic Empire ile anlaşmaya götürdü. 2006 senesi turneleri boyunca grup kadrosunda birtakım ayrılıklar ve yeni eleman girişleri yaşandı. Değişen elemanlar: Kristian Andrén (Wuthering Heights, Memento Mori, Tad Morose), Johan Sohlberg (The Storyteller), Jörgen Andersson (Baltimoore) ve Markus Albertson (Seven Sins, Tad Morose) gibi isimler oldu. Turne sonrasında grubun asıl vokali URBAN BREED, solo projesi üzerine %100 odaklanmak adına gruptan ayrılma kararı aldı. Düzensiz ve telaşlı geçen bir yılın ardından grubun gerçek bir düzene ihtiyacı olduğu fark edildi ve Thomas’ın küçük kardeşi Henrik Olsson (gitar) ve Johan Sohlberg’a (bas) kadroya daimi birer eleman olarak katılmaları için teklif götürüldü. 2006 senesinin sonunda gerçekleşen bu gelişme teklifin olumlu yanıtıyla pekiştirildi ve grup ikinci stüdyo albümü olan “Book of the Dead’in” çalışmalarına başlamış oldu. Yalnız grubun lead vokal mevkisinin hala boş olması grubu bu göreve yakışır bir eleman arama yönünde bir süreliğine daha meşgul etti. Birçok arama ve prova dinlemeler sonrasında grup, 2007 Ocak başında kadroya dâhil olan Alman kökenli Michael Bormann (Zeno, Bonfire) teklifte bulunma kararı aldı. “Book of

the Dead”, 2007 Ocak ve şubat boyunca kaydedilip 25 Mayıs 2007de de yayımlandı. Book of Dead başarısı grubun adını İsveç resmi müzik listelerinde 66. sıraya taşıdı. 2. albümün çıkışından belli bir süre sonra grup, Michael’ın yoğun programıyla birlikte gelecek sahnelerin hepsinin çıkartılabilmesinin imkânsız olduğunu fark etti. Urban Breed’in kadroda yer alıp turnenin performanslarını bitirene kadar gruba yardım etme isteği sonuç olarak kendisini kadronun daimi vokali olmasını sağladı. Şimdiye kadar sahip olunanın büyük başarısı yayılmaya başladı ve grup, HAMMERFALL’ın “Nights of Glory” adlı Avrupa turnesinde ve kendilerine oldukça büyük bir kalabalığın önünde performans sergileme şansı veren 2007 HammerFall Ocean Crusade’da bulunma şansını yakaladı. Gruptan oldukça etkilen HammerFall vokali Joacim Cans, dergideki röportajlarında eğer HammerFall dağılırsa Bloodbound’da vokal olarak yer almak isteyebileceğini belirtti. 2007 senesi grubun İsveç Rock festivali gibi büyük festivallerde yer aldığı önemli bir sene oldu. Ayrıca Bloodbound, senfonik bir orkestra eşliğinde performans sergilediği en büyük Festlerden biri olan “Bollnas festival’in” headlinerı olarak IRON MAIDEN’ın ilk vokali Paul Dianno’un MAIDEN klasikleriyle eşliğiyle yer aldı. Bu Paul’un tam teşekkülü bir orkestra eşliğinde Maiden klasiklerini seslendirdiği ilk an olarak kayıtlarda yerini aldı. 2007 yılı sonunda grup 3. stüdyo albümleri için çalışmaya koyuldu. Üçüncü albüm çalışmaları devam ederken grup, 2008 yazı boyunca birçok festivalde yer aldı. Grubun kariyerinin en ilginç yaşananlarından bir tanesi olarak anılan ise Çek Cumhuriyeti’nde 2o bin metal kafanın önünde gerçekleşen Masters of Rock oldu. 2008 senesinin sonunda grup, Blistering Records ile dünya genelinde geçerli bir sözleşme imzaladı ve kasımdan aralığa kadar zaman alan üçüncü albüm “Tabula Rasa” yayımlanmış oldu. Yeni albüm grubun daha orijinal ve modern bir soundla tanıştırdı. Tabula Rasa, Avrupa; Amerika ve Asya’da Mart/Nisan 2009 tarihinde yayımlandı ve albüm çıkışı akabinde grup tekrardan Nisan ayında HammerFall için düzenlenen büyük bir Avrupa turnesinde yaklaşık 10 Avrupa ülkesinin karşısına çıktı.


Grubun adının manasından bahsedecek olursak; BLOODBOUND ortaçağda insanların kollarını keserek akıttıkları ve karıştırdıkları kanla yapılan kanlı bir yemin olarak anılmaktadır. Herkes kendi kanını bir diğeriyle karıştırıp kan kardeşliğe adım atarmış. Bu yemin asla bozulamaz ve ölümden sonra bile devam edermiş. Grup üyeleri URBAN BREED - Lead Vokal İsim: Urban Breed Enstrüman: vokal Müziğe başlama yaşı: 14 Doğum tarihi: Şubat Doğum yeri: Badelunda, İsveç Boyu: 182 cm Göz rengi: mavi Kurucu olduğu diğer gruplar: Pyramaze, Tad Morose

Favorileri Grup/Albüm: Peter Gabriel - Secret World Live, Queensrÿche - Rage For Order Şarkıcılar: Bob Catley, Ronnie James Dio Film: The Name Of The Rose Yemek: Mellow Mushroom Pizza Yazar: Terry Pratchett Tatil: tatil olduğu sürece Tabula Rasa’daki favori parçası: Take One Favori mekânı: Z7, Pratteln TV şovları: Futurama, Farscape & Lost Hobileri: kumarbazlık En hatırda kalıcı konseri: Aerosmith Pump, Stock-



holm -90 Müzisyen olmasaydı ne olurdu: başka hiçbir şey! TOMAS OLSSON - Lead & Ritim Gitar İsim: Tomas Olsson Enstrüman: Gitar Müziğe başlama yaşı: 13 Doğum tarihi: 16 Ocak 1975 Doğum yeri: Bollnäs, İsveç Boyu: 178 cm Göz rengi: mavi Saç rengi: sarı Kardeşi: iki erkek kardeş İlk grubu: Karma Diğer gruplar: Street Talk Favorileri Grup/Albüm: AC/DC - Back In Black, Iron Maiden - The Number Of The Beast Gitarist: Angus Young, Joe Satriani, Stevie Ray Vaughan, Yngwie Malmsteen, Zakk Wylde Film: The Godfather, Lord Of The Rings Yemek: İtalyan mutfağından her şey Kitap: The Dirt - Motley Crue Tatil: yaz dönüm tatili Tabula Rasa’daki favori parçası: Sweet Dreams of Madness Favori mekânı: Budokan, Tokyo TV şovları: The Office, The Chappelle Show Hobileri: gitar, balık tutmak, snowboard En hatırda kalıcı konseri: AC/DC in Copenhagen, Denmark -91 Müzisyen olmasaydı ne olurdu: derin deniz serbest dalgıcı Ekipman Gitarları: ESP & LTD Guitars exclusively, ESP SV-Standard, ESP Eclipse I CTM FR Amfileri: Line6, Marshall Kablolar: D’Addario 9–46, 10–52 Pick: Jim Dunlop Jazz iyi XL

Doğum yeri: Bollnäs, İsveç Boyu: 170 cm Göz rengi: mavi Saç rengi: şuan siyah Kardeşi: 1 kız kardeş İlk grubu: Forceline Diğer grupları: Street Talk Favorileri Artist: Robert John “Mutt” Lange, Journey, The Eagles, Fleetwood Mac, Prince, AC/DC, Def Leppard, Within Temptation, Iron Maiden, Judas Priest Film: Shawshank Redemption Yemek: Çin mutfağı Kitap: çeşitli kitaplar Tatil: her gün Tabula Rasa’daki favori parçası: The Crying Kitten Favori mekânı: iyi dinleyiciye sahip herhangi bir yer TV şovları: The Office Hobileri: balık tutmak, müzik En hatırda kalıcı konseri: Bloodbound - Universiada Hall, Sofya, Bulgaristan, Nisan 10, 2009. Müzisyen olmasaydı ne olurdu: söz yazarı Ekipman Ebony & Ivory PELLE ÅKERLIND - Davul & Back Vokal İsim: Pelle Åkerlind Enstrüman: davul Müziğe başlama yaşı: 8 Doğum tarihi: Eylül, 1972 Doğum yeri: Söderhamn, İsveç Boyu: 187 cm Göz rengi: mavi Saç rengi: esmer Kardeşi: 1 erkek kardeş, 1 kız kardeş ve bazı üvey erkek ve kız kardeş İlk grubu: 4 vultures (8 yaşındayken bu isim oldukça çekiciydi...) Diğer gruplar: Morgana Lefay, Lednote, Rocktools

FREDRICK BERGH İsim: Fredrik Bergh Enstrüman: klavye Müziğe başlama yaşı: kemanı rastgele bulup aileme terör estirmeye başladığım 7li yaşlar diyelim. Doğum tarihi: February 13, 1972

Favorileri Grup/Albüm: var - 90125, Meshuggah Chaosphere, Anthrax - Among the living Davulcular: Vinnie Colaiuta, Tomas Haake Film: Lord Of The Rings, The Green Mile Yemek: yağlı yemekler


Kitap: Dean R. Koontz - Watchers, Michael Crichton - Prey Tatil: her an olabilir; ama yılbaşlarından nefret ederim! Tabula Rasa’daki favori parçası: Sweet dreams of madness Favori mekânı: Hammersmith Odeon London TV şovları: Friends Hobileri: gitar çalmak, müzik yapmak En hatırda kalıcı konseri: Metallica Solnahallen, Sweden -86 Müzisyen olmasaydı ne olurdu: jinekolog Ekipman Davul: Premier, Yamaha Ziller: Istanbul Mehmet Cymbals Bagetler: Goodwood 5b

ESP Eclipse I CTM Amfileri: Mesa Boogie, Line6 Kablolar: D’Addario 10–46 Picks: Stone JOHAN SOHLBERG - Bas & Back Vokal İsim: Johan Sohlberg Enstrüman: Bas Müziğe başlama yaşı: yaklaşık olarak 7 Doğum tarihi: Aralık 27 Doğum yeri: Gävle, İsveç Boyu: 180 cm Göz rengi: mavi-gri-yeşilimsi… her ne haltsa Saç rengi: koyu sarı Kardeşi: 1 erkek kardeş İlk grubu: Bad Habit Diğer grupları: The Storyteller, ACe of DC, Emerald

HENRIK OLSSON - Ritim Guitar İsim: Henrik Olsson Enstrüman: Gitar Müziğe başlama yaşı: keman/7, gitar/12 Doğum tarihi: Haziran 27, 1977 Doğum yeri: Sandviken, İsveç Boyu: 182 cm Göz rengi: mavi Saç rengi: sarı Kardeşi: 2 erkek kardeş Diğer grupları: Antibiotica Favorileri Grup/Albüm: AC/DC, Black Crows, Miles Davis Gitaristler: John Abercrombie, Scott Hendersson, Angus Young, Pat Metheny Film: Matrix Yemek: İtalyan mutfağı Kitap: Arto Paasilinna - Adam & Eva Tatil: yılbaşı Nosferatu’daki favori parçası: Nosferatu Favori mekânı: Budokan, Tokyo TV şovları: The Office, American Choppers, Myth Busters Hobileri: gitar, fotoğraf, yemek yapmak En hatırda kalıcı konseri: Slayer -92 Müzisyen olmasaydı ne olurdu: gitar üreten Ekipman Gitarları: ESP & LTD Guitars exclusively,

Favorileri Grup/Albüm: E.L.O, City Boy, Vanden Plas Bassistler: Geezer Butler Film: Shawshank Redemption Yemek: ET Kitap: birçok Tatil: oda ne? Tabula Rasa’daki favori parçası: Take One Favori mekânı: her yer (kalabalık olduğu sürece) TV şovları: yok Hobileri: bir delilik yapmak En hatırda kalıcı konseri: Even call between Dio, Sthlm -84 and Pink Floyd, Gothenburg -94 Müzisyen olmasaydı ne olurdu: müzik ekipmanı ve aleti satmak Ekipman Basgitarları: ESP & LTD Basses exclusively, LTD F-415FM Amfileri: Hartke Kablolar: Metal Picks: var Hazırlayan: Ebru Ekşi


Hell Within röportajı Hell Within, 2002’de 5 müzisyenle birlikte sert ve saldırgan müzik yapmak amacıyla kuruldu. Grup bir araya geldiğinin ilk iki yılını Massachusetts’te yerel ortamlarda boy gösterdi ve doğu kıyısı turunu kendi finanse etti. Bu faaliyetlerin neticesinde dikkat çekmeye başlayan grup sonraki dönemde Lifeforce Records ile anlaştı. Hell Within, Lifeforce Records ile 2004 Temmuz ayında ilk albümlerinin beste çalışmaları sırasında anlaştı. Yine aynı yılın Kasım ayında yapımcı John Ellis ile birlikte stüdyoya girdiler. Grubun çıkış albümü “Asylum of the Human Predator” 2005 Nisan ayında tüm dünyada dinleyenlerle buluştu. Albümün kapağını da Mario Gaza hazırladı. Bu albümle birlikte artık yeni bir dönem başlamıştı ve durmak nedir bilmeden ardı arkasına turne programları başlamıştı. Hell Within bu dönemde üç tanesi ülke çapında, beş tanesi de doğu kıyısı turu olmak üzere sahnedeydi. Bu turnelerde Manntis, God Dethroned, Nightrage, Thine Eyes Bleed, Byzantine, The Autumn Offering, The Human Abstract gibi gruplarla aynı sahneyi paylaştılar. Tüm bu sert turnelerin ardındaki bir başka güzel gelişme de grubun Killswitch Productions’tan Ian McFarland (Messuggah, Agnostic Front, Cannae) ın dikkatini çekmiş olmasıydı. Ian ve Hell Within “Asylum of the Human Predator” albümünden “Bleeding me Black” parçasını en uygun video parçası olarak karar verdiler. Klip,2006 ilkbaharında yayınlandı. “Asylum of the Human Predator” turnesi bittikten sonra grup, ikinci albümlerinin hazırlıkları için bir köşeye çekildi. Hell Within bu albüm üzerinde beş ay kadar çalıştı ve yine John Ellis ile birlikte

stüdyoya girdiler. Kayıtları tamamladıktan sonra da albümün görsel tasarımı için Paul Romano (Mastadon, Trivium, vs…) ile temasa geçildi. Hell Within’in yeni albümü “Shadows of Vanity” 2007 Mayıs ayında piyasaya sürüldü ve dinleyiciler tarafından oldukça kabul gördü. Böylece yine albümün tanıtım konserleri zamanı gelmişti. “Shadows of Vanity’’ piyasaya sürüldüğünden beri grup iki tanesi ülke çapında, üç tane de doğu kıyısı turnesi olmak üzere türlü gruplarla sahne aldı. Bunların arasında Forever in Terror ve Ashes Of Your Enemy gibi gruplar vardı. Hell Within, ülke çapında verdiği sayısız konserlerle aynı zamanda aynı şirkette bulunan arkadaşları Hand to Hand ile vites büyütmeye başladı. Hell Within’den Tony ile yaptığımız keyifli sohbeti aşağıda bulabilirsiniz… Çağrı: Türkiye’den selamlar Tony! Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Şu günlerde neler yapıyorsunuz? Tony: Sorun yok, şu anda kendi kayıt şirketimizi oluşturma ve yeni kayıtların yazımı durumları söz konusu. Durmaksızın devam eden konserlerin yorgunluğuna rağmen geriden bizi gazlayan yeni kayıtlar üzerinde de sıkı bir çalışmamız var. Çağrı: Ülkemizde sizi tanımayanlar için grup hakkında biraz bahsedebilir misin? Tony: Beş kişilik bir metal grubuyuz. 2002’den beri beraberiz. Hell Within, ilk anlaşmasını 2004’te Lifeforce Records ile imzaladı. İlk albümümüz “Asylum of the Human Predator” 2005 yılında piyasaya sürdük. Daha sonra 2007’de ikinci albümümüz “Shadows OF Vanity’’ yayınladık. 2005 yılından itibaren de pek çok turne düzenledik.


Çağrı: “TWYTCH” adıyla kurulduğunuzdan beri grupta pek çok şey değişti; üyeler, grubun ismi, vs… Bu konuda bizi bilgilendirir misin? Tony: Twytch diğer gruptan(Hell Within) ne daha fazla ne de daha az. Hatta Twytch yıllarını Hell Within ile bağdaştıracak herhangi bir bağ bulamıyorum. İkisi de farklı yapıda gruplar. Hell Within,Twytch yıllarından kalan herhangi bir parçayı da çalmadı(çalmıyor). Twytch 2002’de son buldu ve Hell Within doğdu. Çağrı: Hell Within iki albümde iki farklı vokalistle çalıştı. İlk albümde, çok fazla brutal ve scream vokal kullanıyordunuz, ama şu anda clean vokal daha ön planda. Bunun sebebi vokalist değişimi mi? Tony: İşte bu nokta insanların kafasının karıştığı bir durum. İki albümde de aynı vokalist Matt Mc Cheseny vardı. Kendisi ikinci albümde sadece vokal tarzını değiştirmişti. Asıl vokalistimiz dışında asla başka biriyle çalışmadık. Yeni albümde de yeni vokalistimiz JJ Long’ un performansını göreceksiniz. Çağrı: Ve gruptaki pek çok eleman değişikliğinin sebebini merak ediyorum? Bu konuya da biraz değinebilir miyiz? Tony: Hell Within’in eski bassisti ve davulcusu bir canlı performans elemanlarından başka bir şey değildi. Grubun liderlik ve müzik vasfına dair gerekli olan söz/ beste yazımı konusunda herhangi bir katkıları yoktu. Tek işlevleri canlı performans için sahneye çıkıp çalmaktı. Esasında değiştirdiğimiz tek müzisyen vokalistimizdi. Matt Mc Chesney, daha büyük fırsatlar peşinde koşacağını söyleyerek gruptan ayrıldı ve yoluna devam etti. JJ Long ilk iki albümden sonra gruba dâhil oldu. Sonunda sadece canlı performans elemanları olmayan, sürekliliği olan bassist ve davulcuya kavuştuğumuzu düşünüyorum. Doğruyu söylemek gerekirse şu anda Isaias ve ben, grup içersinde geçmiş elemanlarla olduğumuzdan çok daha mutluyuz.

Çağrı: Yeni albüm üzerinde çalışmalarınız var mı? Çalışıyorsanız, biraz ipucu alabilir miyiz? Tony: Evet, yeni albüm üzerinde çalışmaktayız. Yeni albümümüz, tüm dünyada Nisan 2010’da piyasada olacak. Şu anda 5 şarkıyı tamamladık ve Aralık ayına dek yazmaya devam edeceğiz. Aralık ayında Pete Ruchtco (kaydını yaptıkları: Bury Your Dead, Seamless) ile birlikte stüdyoda olacağuz. Bu albüm için oldukça heyecanlıyız çünkü bu çalışma tam bir ekip ürünü oldu. Yeni elemanlarımız bizimle birlikte şarkı yazıyorlar ve müzik üzerinde kafa yoruyorlar. Bu albüm yaptığımız en müzikal ve acımasız çalışma olacak diyebilirim! Çağrı: Tarzınızı ne olarak nitelendiriyorsunuz? Tony: Metal Çağrı: Dünyadaki metal müzik piyasasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tony: Metalin gidebileceğinden daha fazla yol aldığını düşünüyorum. Belki de şu anda bulunduğu nokta, doruk noktası da olabilir. Şu anki durum, metalin çok geniş bir topluluğa sahip olduğunu gösteriyor. Herkes metalin farklı tarzlarını birleştirip bir ürün ortaya koyuyor. İnsanlar daha farklıyı yapma konusunda daha kaygılı bir ruh halindeler. Sonuç olarak bugün metal müzik, ‘vaktini boşa harcamak’ anlayışını yere sermiştir. İlerleyen dönemdeki tek endişem ise sert ve kaliteli müziklerin verilip verilemeyeceği konusundadır. Çağrı: Türkiye hakkında neler biliyorsunuz? Buralardan hiç konser teklifi aldınız mı? Tony: Türkiye’yi bildiğim pek söylenemez. Oraya gelip çalmayı isterim. Herhangi bir sebepten ötürü denizaşırı ülkelerde hiç bulunmadık. İlerleyen turnelerde denizaşırı ülkelere öncelik vermek istiyoruz. Anket:


Tony Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Dean Razor Back V, Mesa Boogie Dual Rectifier and a Marshal 1960 4x12 Doğum Tarihi ve Yeri: 10/17/77 Lynn Ma En Sevdiği Gruplar: Metallica, Slayer, Pantera En Sevdiği Albümler: And Justice For All, God Hates US All En Sevdiği Müzisyen: Dime Bag Darrel Boş Zamanlarındaki Faaliyetleri: Sürücü Kursu Eğitmeni En Sevdiği İçki: Jack ve Kola En Sevdiği Yemek: Biftek Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmayı Düşlüyor?: Slayer ve Metallica İlk Satın Aldığı Albüm: Iron Maiden “Somewhere IN Time” Son Satın Aldığı Albüm: Killswitch Engage: 2 Hayat Felsefesi: Yolunuza neyin çıktığının hiçbir önemi yok; kişi isterse onu alt edebilir. Gerekli olan tek şey; o kişinin bunu yapmaya gönüllü olmasıdır. Derek Jay (Davul) Kullandığı Ekipman (Marka, Model): For a drumkit i have a 7 piece Ddrum Dominion Series swamp ash red burst finish, I also use zildjian cymbals which are made up of a custom and z custom series cymbals, for bass drum pedals I use DW 5000 pedals and also pro mark 5A sticks Doğum Tarihi ve Yeri: 10 Mart 1983, Port Chester New York En Sevdiği Gruplar: Fear Factory, Metallica, Opeth, Pantera, Slayer, Sepultura, Amon Amarth, Machine Head En Sevdiği Albümler: Obsolete (Fear Factory) Master of Puppets(Metallica), Far Beyond Driven(Pantera), Reign in Blood(Slayer), The Blackening(MachineHead), Still Life(Opeth) En Sevdiği Müzisyen: Mikael AkerfeldtGuitar/Vocals Opeth En Sevdiği İçki: Killian’s Irish Red En Sevdiği Yemek: Kim bifteği sevmez ki? Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmayı Düşlüyor?:Şu an aktif olsaydı Pantera ol-

urdu ama bugün için Slayer ya da Metallica İlk Satın Aldığı Albüm: Dookie(Green Day) Son Satın Aldığı Albüm: Twighlight of the Thunder God (Amon Amarth) Hayat Felsefesi: Hayattan öğrendiğim en önemli şey; onun çok kısa olduğu ve önemsiz şeyler için endişelenmemek gerektiği, hayatı dolu dolu yaşayın ve sizi mutlu eden şeyleri yapın, çünkü hiçbir şey mutsuz olmaya değmez. J.J. (Vokal) Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Shure Beta 58 Wireless Mic Doğum Tarihi ve Yeri: 19 Mart 1981 Winchester, MA En Sevdiği Gruplar: Pantera, Slayer, Killswitch Engage, All That Remains, Metallica, Unearth, etc... En Sevdiği Albümler: Metallica - “Master of Puppets”, Killswitch Engage “Alive or Just Breathing”, All That Remains - “The Fall of Ideals” En Sevdiği Müzisyen: Maynard James Kennan Boş Zamanlarındaki Faaliyetleri: Yağlı boya yapan ressam/Görsel sanatçı En Sevdiği İçki: Harpoon IPA En Sevdiği Yemek: Makarna, biftek, Tavuk, Pizza Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmayı Düşlüyor?: All That Remains İlk Satın Aldığı Albüm: “Kill Em All” by Metallica Son Satın Aldığı Albüm: “Overcome” by All That Remains Hayat Felsefesi: ‘Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına da yapmayın!’ Derek Garabedian (Bassist) Kullandığı Ekipman (Marka, Model):Peavey Millennium Bass, Behringer kabin ve Behringer head Doğum Tarihi ve Yeri: 21 Eylül 1984 Waltham Massachusetts En Sevdiği Gruplar: August Burns Red, Thy Art Is Murder, Between The Buried And Me, Lamb Of God En Sevdiği Albümler : Colors from Be-


tween The Buried and Me En Sevdiği Müzisyen: Victor Wooten Boş Zamanlarındaki Faaliyetleri: İlk yardımda çalışıyorum En Sevdiği İçki : Sam Adams En Sevdiği Yemek: Taco Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmayı Düşlüyor?: Buried and Me ya da Lamb of God! İlk Satın Aldığı Albüm: Prodigy fat of the land Son Satın Aldığı Albüm: Black Dahlia Murder Hayat Felsefesi: Yok Isaias Martinez (Gitar) Kullandığı Ekipman (Marka, Model): Mesa Boogie, BC Rich, D”addario Strings, Coors Light Doğum Tarihi ve Yeri: 15 Eylül 1976, Santiago, Dominik Cumhuriyeti En Sevdiği Gruplar: Slayer, Pantera, Metallica,

Megadeth, Blood For Blood, Sworn Enemy En Sevdiği Albümler: Vulgar Display of Power, Rust in Piece, As Real As It Gets , ..And Justice For All En Sevdiği Müzisyen: Dimebag Darrell Boş Zamanlarındaki Faaliyetleri: Lise Seviyesi Öğretmen En Sevdiği İçki: Long Islands En Sevdiği Yemek: Platanos Amarillo con Queso frito y salchichones Hangi Grupla Aynı Sahnede Olmayı Düşlüyor?: Slayer İlk Satın Aldığı Albüm: Straight Outta Compton by NWA Son Satın Aldığı Albüm: Hazardous Mutation by Municipal Waste Hayat Felsefesi: Hayatı yaşa ve yaşat! Röportaj: Çağrı Kaçar


DÜNYA’DA METAL MÜZİK – 2. BÖLÜM Hazırlayanlar: MetalTR Röportaj ve Çeviri Kadrosu Geçtiğimiz sayıda sizlere Birmanya, Tacikistan ve Suriye’deki Metal Müzik piyasasından bahsetmiştik. Bu ay yine birbirinden ilginç beş ülkeye yönelttiğimiz yolculuğumuzda dört farklı grup üyeleriyle ülkelerindeki metal müzik üzerine konuştuk. Bu keyifli araştırmamızın ilk durağı olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin karışık piyasasına rağmen ayakta kalmayı başaran grubu Nervecell’in gitaristi Barney Riberio ile söyleşimize başlıyoruz; I- Birleşik Arap Emirlikleri’nde Metal: Evet bu sayımızda başlangıç durağımız Birleşik Arap Emirlikleri… Orta Doğu’da Basra Körfezi ve Umman Körfezi kıyısında, Umman ile Suudi Arabistan arasında yer alan, nüfusunun %96’sı müslüman olan petrol zengini bu ülke monarşi ile yönetilen 7 federasyondan oluşuyor. “Yok artık! B.A.E.’nde de mi metal müzik grupları var?!?” demeyin… Ülkedeki neredeyse tek öncü grup Nervecell gitaristi Barney Ribeiro ile sizler için söyleşi yaptık.

Merhaba Barney. Öncelikle araştırmamıza yaptığın katkılar için teşekkür ederek söze başlamak istiyorum. Birleşik Arap Emirlikleri, gerek dini, gerekse coğrafyası nedeniyle ülkemize oldukça yakın bir ülke olmasına rağmen, bir o kadar Türk dinleyicilerin piyasasından bihaber olduğu bir ülke… Bu sebeple, sizin ülkenizdeki Metal piyasasını okurlarımıza daha iyi tanıtabilmek için ülkenizde metal müziğin ortaya çıkışı, öncü gruplar/isimler hakkında bize bilgi verebilir misin? Merhaba! B.A.E.’de metal müzik ilk defa 2004 öncesinde çeşitli okul ve üniversite gruplarının yerel konser etkinliklerinde ve barlarda sahne almasıyla görüldü. Açıkçası bu etkinlikler son derece amatördü ve ‘kendin pişir kendin ye’ tarzı gösteriler olduğundan medyanın hiçbir şekilde desteğini göremezdiniz. Metal müziğin buralarda tanınmaya ve kabul görmeye başlaması 2001 yılı gibiydi ve gruplar arası çekişme yeni başlamıştı. Bunun sonucu olarak da gruplar form tutmaya ve konserlerde yer almaya başladılar. B.A.E.’deki metal müzik öncüleri konusuna değinecek olursam; 2000 yılından beri burada bu işi yapmaya çalışan bir grup olarak NERVECELL’in bu konudaki tek öncü olduğunu söyleyebilirim. Gerçekten buradaki kitlenin hiçlikten nasıl iyi yöne doğru yol aldığına tanık oldum. Elbette buradaki metal müziğin kat etmesi gereken daha çok yol var fakat NERVECELL’in sınırları yıkmasıyla ve dışarı açılıp müziğini pazarlamasıyla gördük ki, gerçekten buna inanırsanız yapabilirsiniz.

Peki Barney, B.A.E.’ndeki bir grubun karşılaştığı/karşılaşacağı sıkıntılar nelerdir? Nedir sizi gerçekten zorlayan faktörler? Dürüst olmak gerekirse buradaki metal gruplarının şartları diğer komşu ülkelerden daha iyi. Demek istediğim, en azından burada yürürken giydiğimiz tişörtlerden ve uzun saçlarımızdan dolayı polis tarafından durdurulmuyoruz. Sanırım buradaki tek gerçek zorluk, prova yapmak için bir stüdyo bulmak. Herhangi bir sponsor bulmak da zor çünkü onlar da metal müziğe destek vermek istemiyorlar. Eminim siz de ‘B.A.E. gerçek bir ticaret ülkesi’ diyorsunuzdur ama buradaki medya metal gruplarını şaka gibi görüyor. Tabii ki onlara bunun tersi olduğunu


kanıtlama görevinin gruplara düştüğüne inanıyorum.

Yolda yürürken uzun saçınız ya da üzerinizdeki tişörtler yüzünden polis tarafından durdurulmuyorsunuz. Ama peki ya halkın size bakışı? Onlar müziğimiz ve icra edenler hakkında ne düşünüyor/nasıl davranıyor? Söylediğim gibi, müziğin bu çeşidi onlar için hala yeni. Eminim hala öğrenecek çok şey var ama buradaki insanlar genelde bunu hemen kabulleniyorlar gibi gözüküyor. Yani demek istediğim son birkaç yıldır Dubai’de harika metal gruplarının gelip burada çaldığına tanık olduk. Bu yüzden tahmin ediyorum ki bu tarz kabul görmeye başladı ve bence bu harika bir başlangıç.

Bunu duymak gerçekten çok güzel. Özellikle bazı ülkelerde karşılaştığımız ve duyduğumuz birçok aksi durum, hatta geçen günlerde basına yansıyan komşu ülkeniz Suudi Arabistan’da haklarında idam kararı verilen metalcileri göz önünde bulundurursak, B.A.E. bu konuda diğer müslüman ülkelerden çok farklı bir gidişata sahip diyebiliriz. Karşılaştığınız sıkıntıların başında stüdyoların eksikliğinden bahsetmiştin. Peki B.A.E.’nde çalabileceğiniz mekanlar/barlar var mı? Ya dinleyici? Düzenlenen gösterilere katılım nasıl? Metal müzik için özel bir mekan ya da bar yok fakat bizler haftada en az bir kez metal temalı geceler için sahne alıyoruz. Bu da burada oldukça yeni. Esasında dışarı çıkıp metalci görmek, bir şeyler içmek ve şehirde metal müzik dinlemek istiyorsanız bunu yapabileceğiniz tek yer var. Bazen bu durumdan dolayı herhangi bir grubun canlı çalamaması adamın canını sıkıyor. Çünkü düşünsenize, kimse arkadaşlarıyla gelip evlerindeki rahatlıkla metal müzik dinleyemiyor! Diğer bir sorun ise buradaki mekânlarda 21 yaş sınırının olması, bu yüzden birçok metal sever genç bu eğlenceden mahrum bırakılıyor.

Anlıyorum. Bu durumun da zamanla düzeleceğini düşünüyorum. Çünkü ülkenizde metal müzik yeni yeni yer ediyor gibi görünüyor. Peki, evde takılan gençliğin metal müziği araştırması, dinlemesi, öğrenmesi vs. için ülkenizce kurulan herhangi bir metal müzik webzine veya dergiler var mı? Açıkçası herhangi bir metal dergisi yok. Yerli piyasanın nabzını tutan bir dergi için bazı girişimler oldu fakat piyasada çok fazla ilgi çeken grup olmadığından açıkçası pek fazla yazı yok. Biz de yerli piyasa için Phride adında bir website yaptık – www.phride.com -

Bu çok güzel bir gelişme. Bahsettiğin siteye bir göz attım ama sanırım hala oturtmaya çalışıyorsunuz. Zaten hala yapım aşamasında görünüyor. 3829 üyeniz olması metal müzik için bu tür yeniliklere insanların hala aç olduğunu gösteriyor aslında. Ama bu ülkeniz için oldukça iyi bir gelişme… Peki, genele baktığınızda ülkenizde en çok hangi tarzın dinlendiğini söyleyebilirsiniz?


Metal olarak Metalcore fakat genelde House Müzik dinleniyor. Peki, şu anda ülkenizde en tanınmış gruplar hangileri ve yaptıkları tarzlar nelerdir? B.A.E. ‘de bahsettiğimiz şekilde grup bulmak çok zor. Sorun şu ki; burada uzun soluklu grup pek çıkmıyor. Genelde bir grubun ömrü 6 ay falan sürüyor. Tabii bahsettiğimiz çerçeveden NERVECELL’i ve belki Sandwash(punk/rock) ile Abri (Soul / Jazz / Funk) gruplarını ayrı tutabiliriz. NERVECELL, Dubai’nin tek Death Metal grubu olmakla beraber; B.A.E.’nin Avrupa, Orta Doğu, Avustralya ve diğer deniz aşırı ülkelerde konserler veren ve seyahat eden yegâne grubudur. Bir Death Metal grubu için bunu yapmak kesinlikle büyük bir başarıdır ve bizlerin de gururlandığı bir husustur! Peki, ülkenizde gerçekleştirilen festivaller var mı? Evet, burada düzenlenen tek festival var o da Dubai Desert Rock Festival. Bu festival her yıl Mart ayında düzenleniyor ve gerek buradaki metalciler gerekse tüm Orta Doğu’daki metalciler için en iyi şey konumunda. Benimkiler de dâhil birçok metalcinin hayalini süsleyen gruplar ve metal müzik ustaları son 6 yıldır buraya da geliyorlar. Festival, CSM adlı bir şirket tarafından organize ediliyor ve Orta Doğu’daki metalciler, herkesin bu ülkede metal müzik yapmanın imkânsız olarak baktığı ortamda organizatörlerin çıkardığı bu inanılmaz işten dolayı onlara müteşekkirdir.

Peki, bugüne kadar düzenlenen festivallerde dünya çapındaki gruplardan hangileri yer aldı? Bu konuda bir kez daha CSM’e ve Desert Rock Festival’e teşekkür etmek gerek. Ne mutlu ki bizler onların sayesinde Iron Maiden, Megadeth, Testament, Opeth, Arch Enemy, As I Lay Dying, Sepultura, Machine Head. In Flames, Mastodon, Chimaira, Motorhead ve daha birçok grubu izleme şansını yakaladık.

Oldukça sağlam gruplar gelmiş. Yine daha önce röportaj yaptığımız gruplarla karşılaştırdığımızda, ülkenizde metal müziğin sağlam bir yer tutmaya başlaması an meselesi gibi görünüyor… Peki ülkenizdeki metal piyasası hakkında okurlarımıza söylemek/bahsetmek istediğiniz başkaca herhangi bir şey var mı? Esasen şunu söylemek istiyorum; Nervecell’in bir üyesi ve bir metal müzik dinleyicisi oalrak bugün bulunduğumuz seviyeye gelmek bizim için oldukça uzun sürdü. Bence buradaki kitle kesinlikle büyüyor fakat ne yazik ki bu çok çok yavaş. Yaygın ve düzenli olmadan yapılan konserler olduğu sürece asla sağlam bir metal kitlesi var olamayacak. Bu yüzden ben sadece günün birinde daha çok desteklenen ve metale inanan gruplarla birlikte sahne almayı; daha da güçlenmiş ve motive olmuş bir kitleye çıkıp şarkı söylemeyi, kıç tekmeleyen heavy metal üretmeyi umuyorum!!! Benim Heavy Metale olan bağlılığım NERVECELL ile yaptığım işlerde görülebilir! – HİÇBİRŞEY İMKANSIZ DEĞİLDİR… Zaman ayırdığınız için teşekkürler! Böyle sağlam işler yapmaya devam edin! Çok teşekkürler Barney! Metal müziğe olan desteğimizin durmaksızın devam edeceğine emin olabilirsin! Gördüğünüz üzere müslüman topraklarda metal müziğin sesi geç de olsa yankılanmaya başladı artık… B.A.E, diğer komşularından daha şanslı olsa da, uzak kıtalardakinden

çok daha zor imkanlarda çalışarak, daha büyük zorluklardan geçerek bu müziğin canlı tutulması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bize düşen tek şey, bu gelişime destek vermek… II- AZERBAYCAN’DA METAL [size=16]Yine bir başka ülke… Kardeş topraklar… Güneybatı Asya’da, Hazar Denizi’nin kıyısında, İran ve Rusya arasında yer alan, çoğunluğun müslüman olduğu Azerbaycan’ı birçoğumuz AzTV’de izlediğimiz, bize farklı gelen lehçeleriyle tanıyoruz. İşte şimdi, Azerbaycan’dan 3,14.. grubundan Emin ile yaptığımız röportajda Azerbaycan’daki Metal piyasası hakkında bilgi ediniyoruz. Merhaba Emin! Öncelikle araştırmamıza katkıda bulunduğunuz için size teşekkür etmek istiyorum. Azerbaycan gerek kültürel gerekse kökler anlamında Türkiye’ye çok yakın hatta kardeş bir ülke olsa da, Azeri halkı ile Türk halkı aynı dili farklı lehçelerle konuşsalar da, maalesef Türkiye’deki ve dünya üzerindeki diğer okurlarımızın Azerbaycan’daki metal müzik piyasası ile ilgili pek bir bilgileri mevcut değil. Bu sebeple sizlere Azerbaycan’da metal müziğin ne zaman ortaya çıktığını, bu tarzın öncülerinin kimler olduklarını sorarak ülkenizdeki metal müzik piyasası hakkında bilgi edinmek istiyorum. Selam MetalTR ve Karanlık Oda okurları! Azerbaycan’da 80’li yılların sonlarında Hard-N-Heavy türünde faal olan “Cherny Gorod” (Black City) adında bir grup bulunmaktaydı. 5 yıllık beraberlik sonrası, ’93 senesinde grup dağıldı. 90’ların sonunda ise “FATAL NATION” piyasaya katıldı ve o zamandan beri popüler Hardcore türünde performans sergilemekteler. Peki Emin Azerbaycan’da grupların karşılaştığı sıkıntılar nelerdir? Nasıl sorunlarla karşı karşıyasınız? Burada, Azerbaycan’da metal müzik fazlaca popüler değil. Sonuç olarak pek sevilen bir tür değil diyebiliriz. Bu nedenden ötürü bu türü radyodan ya da TV’den fazla duyamıyor ve gazete, dergilerde hakkında fazla bahsedildiğini göremiyoruz.

Anlıyorum… Peki halk? Halk metal müzik icra edenler ve dinleyenleri nasıl görüyor? Farklı görüyorlar. Genelde metal müziği sevenler ve üretenlerin yaklaşımı saldırgan ve yetersiz gibi geliyor.

Peki, Azerbaycan’da metal müzik icra edilebilecek mekanlar/ barlar var mı? Dinleyici kitlesinin katılımı ne durumda? Birçok rock konseri genelde kulüplerde gerçekleştiriliyor. Bu işler için barlar tutuluyor; fakat 130–150 kişiden fazlasını çekemiyor.

Peki ya metal müzik dergileri ve siteleri? Azerbaycan’da Rock türü hakkında herhangi bir dergi bulamazsınız. Sadece iki web-portalımız mevcut : “rockzone.az” ve “rok.az”

Rockzone adlı siteye baktım ancak kullanılan alfabe yüzünden hiçbir şey anlamam mümkün değildi. Ama Rok isimli site oldukça hoşuma gitti Özellikle dilin kullandığımız dile yakınlığı sayesinde anlaşılması daha kolay. Ayrıca yine bu sitede Türk Rock gruplarına ilişkin bir sayfa ayrılmış olması da açıkçası göğsümüzü kabarttı. Peki şu an için genele baktığınızda Azerbaycan’da en çok dinlenilen türün hangisi olduğunu görüyorsunuz?


Çeşitli türler mevcut. Ama folklorik şarkılar daha popüler.

Peki, Azerbaycan’daki en tanınmış gruplar hangileri? Yaptıkları tarzlar nelerdir? N-Brothers (pop) ve Deyirman (rap). Metal müzik açısından ise; 3,14…, Unformal Harmony ve Fatal Nation Bakü’deki en popüler gruplardır (metal severler arasında).

Peki, ülkenizde metal müzik festivalleri düzenleniyor mu? Biraz bahseder misin? Ülkemizde önemli sayılabilecek festivaller düzenlenmiyor. Birçok konser grupların katılımıyla birlikte gerçekleştiriliyor; zaten bunların içinde de 4-5 grup yer alıyor. Bazen Gürcistan’dan birkaç grup davet edilerek etkinlikler gerçekleştiriyoruz; fakat bunlar da nadiren olan şeyler. Şu ana kadar ülkenizi hangi dünyaca ünlü gruplar ziyaret etti? Beş yıl öncesinde İngiliz grup GOLRUSH, Heydar Aliyev Palas’ta sahne almıştı. Bazı zamanlarda da Elton John gelmişti.

Son olarak Azerbaycan’daki Metal Müzik piyasası ile ilgili söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? Metal müzik, Azerbaycan’da henüz yeni yükselişe geçen bir türdür. Burada oldukça az grubumuz var; ama hepsinin müzik için söylemeye çalıştığı bir şeyler var! Teşekkürler! MetalTR olarak biz size teşekkür ederiz Emin.

III- SRİ LANKA’DA METAL Azerbaycan’daki metal piyasasına göz attıktan sonra yönümüzü güneye çevirip Hint Okyanusu’nda yer alan, çoğunluğun Budist olduğu ve Türkiye’nin 1/12’si büyüklüğünde olan küçücük bir ülkeye, Sri Lanka’ya düşüyor yolumuz… Burada Sri Lanka’nın en eski metal grubu olan Stigmata vokali Suresh ile keyifli bir röportaj yaptık. Merhaba Suresh! Öncelikle bizlere yardımcı olduğun için sana çok teşekkür ederiz. Sri Lanka’da Metal müziğin ortaya çıkışı hangi senelerde nasıl oldu? Sri Lanka’daki Metal müzik öncüleri – ilk gruplar kimler? Bize biraz anlatabilir misin? Merhaba! Sri Lanka, 70’lerin sonlarında, 80’lerin başlarında Unwanted Generation, Rattlesnake ve Venom gibi çoğunlukla cover yapan gruplarla gelişmekte olan bir Hard Rock piyasasına sahipti. Bu insanlar, Deep Purple, Iron Maiden, Black Sabbath, Jethro Tull gibi gruplardan parçalar çalıyorlar ve bu sayede de müziği canlı tutuyorlardı. Ama arkalarında ticari destek ve basın desteği olmadan, görüş eksikliği gibi nedenlerle birçoğu dağıldı, birçok müzisyen deniz aşırı yerlere gittiler. Çok azı da haplar ve zevkleri arasında boğuldular. Bu şekilde 90’larda Rock Müzik kanun dışı olmaya başladı. 90’larda Sri Lankalılar MTV’den Pop Rock ve Alternatif Rock müziği takip ederek sevdiler ve Metal Müziğe de sanki bir hastalık ya da musibetmiş gibi sırtlarını çevirmeye başladılar. İlk grubumuzu 1999 yılında, henüz üniversitedeyken kurduk ve yine o dönemlerde kumsallardaki karnavallarda müziklerini icra eden, “Independent Square” adında Sri Lanka’lı bir Alternatif/Hard Rock grubu

vardı. Kendi müziklerini yapıyorlardı ve orijinal albümlerini piyasaya sürmeyi planlıyorlardı. Müzikleri bizim tarzımızdan farklı olsa da, bizleri gaza getirdiler. Çünkü biz de hep kendi bestelerimizi yaratmak ve ülkemizde Metal için birşeyler yapmak istiyorduk. Ayrıca bütün bunların hepsini bir anda yapmak istiyorduk. Böylece Stigmata 1999’da kurulan “Bleeding Cross”tan doğmuştur. 2000 senesinde doğru insanlarla karşılaştık ve deliler gibi provalar yaptık. Aslında ne yaptığımızı da bilmiyorduk ama zamanla hatalarımız ve kusurlarımızdan öğrendiklerimizle bugüne geldik. Zaman geçtikçe sadece birçok sözler veren, ilginç fikirleri olan ve eşsiz bir Metal görünümü olan bir grup olmadık, müziğin iş kısmında da iyi duruma gelmeye başladık. Anladık ki, çok eşsiz ve güçlü bir marka vardı ellerimizde. Ve yapmamız gereken onu bir yere yerleştirmek ve sound’umuzu, tarzımızı ve imajımızı her birkaç senede bir değişen modaya uygun olarak değiştirmeden, kendimizi pazarlamaktı. Stigmata bir piyasa, endüstri ve müzisyenlerin takip ettiği ve hala takip etmesi gereken standartlara sanatsal bir seviye kazandırdı. Bizler yıllarca sayısız engeller, zorluklar, dinsel ve sosyal önyargılara ve basın ya da halktan hiçbir destek görmeden göğüs gerdik ve Sri Lanka’daki Heavy Metal için kanımızı canımızı verdik. İşte bu sayede Stigmata, Sri Lanka’daki öncü Metal grubudur. Bizim tarzımızdaki müzikler kabul görmüyordu. Çalabileceğimiz hiçbir mekan yoktu. Kendimizi “Alternatif Rock grubu” olarak adlandırmayı reddettiğimiz için hakkımızda ya da işlerimizle ilgili olarak bir makale yazacak adam yoktu. Hala yerimizi koruyoruz ve yıllarca insanlara bu müziğin ciddi bir tarz olduğu ve değişik perspektiflere sahip olduğu, dinlenilmesi ya da takdir edilmesi gerektiğini göstererek Sri Lanka’da Metal Müzik için bir yer açmaya çalıştık. Müziğin diğer tarzlarından farklı olarak Heavy Metal’deki karışıklık ve zekanın insanlar tarafından keşfedilebilmesi için biraz zaman gerekiyordu. Ve Metal hala büyüyor, ileri doğru gidiyor, hatta bugün bile evrim geçiriyor. Şirketler dünyasına Metal’in, müziğin kazançlı bir formu olduğunu, yatırım yapmanın zahmete değer olduğunu gösterdik. Yükselen yeteneği gösterebiliyorduk ve çok daha geniş kabul görüyorduk. Bu sayede daha çok insana ulaştık ve onların da Metal Müzik dinlemesini sağladık. Tutkuluyduk ve şimdiki kadar kendimizi adamıştık. Çok uzun yıllar sonra sonuç almak üzere, tohumları ekmeliydik. Peki, karşılaştığınız, yeni müzik gruplarının karşılaştığı sıkıntılar nelerdir? Neden bu kadar çok zorlandınız? Sri Lanka, politik ve ekonomik çekişmeler ve Asya’lıların Batı’dakiler kadar başarılı olamayacağına inanan dar görüşlüler tarafından çıkarılan ve tam tamına 25 yıl süren iç savaşa rağmen, zengin bir geçmişe ve tarihe sahip çok güzel küçücük bir adadır. Bu içsavaş sonrasında medya ve baskı insanları kontrol etmeye başladı. Onların öngördüğü, beğendiği veya beğenmediği Sri Lankalılar tarafından da kabul görmeye veya kabul görmemeye başladı. Sri Lanka çok küçük bir yer. Medya ve baskıcılar öngördükleri afyonlu şeyleri halka yuttururlar ve çoğunluk da buna inanır. Örneğin yıllar içinde piyasa genişlemişse de, Sri Lanka’da yine de Rock ‘n Roll grupları ve hayranları için hala uygun bir bar mevcut değil. Sri Lanka’lı TV ve radyolar da Hard Rock ve Metal’e karşı gözlerini kapatıyorlar. Bu sayede bütün grupların dayanacak hiçbir şeyi kalmıyor. Bütün gruplar sadece içgüdülerine, sanata ve müziğe olan inançlarına ve internetin serbestisine dayanıyorlar... Şu an için Sri Lanka’da Rock show yapmaya k*çı sıkan, bu yönde beyne veya kişiliğe sahip tek bir radyo istasyonu dahi yok. Hepsi 50 Cent, Cold Play, Simple Plan ve Black Eyed Peas gibi saçmalıkları çalıyorlar. Birçok insan çok büyük paralarla isimlerini parça parça bölüp satmaya çalışıyorlar. Basın, paylara ayrılmış bir piyasa üzerinde dövüşüyor ve herkes son trendi yakalama çabasında... Sayısız konser, birçok zorlu iş ve imkânsız derecede sabır sonrasında, yazılı basın gözlerini yavaş yavaş Metal’e doğru açmaya başladı. Metal müziğin şu an dünyada ne kadar yaygın ve gelişmiş olduğuna dair global nosyonlar ve işaretlere rağmen TV ve radyolar yine de bununla ilgilenmeyeceklerdir. En büyük konserlerden, listeleri yıkan albümlere… Bu


müzik ile birlikte anılan gruplar sadece ABD veya BK’tan değil, Avrupa’nın değişik kısımları ve Asya’dan da gruplar bu işi yapıyorlar... Ancak bu konuda karar verebilecek olan o “saygın azınlık” müziğimizi asla desteklemeyecekler çünkü bunu anlamıyorlar, anlamak isteyenlerin de yapabileceği hiçbir şey yok. Bizimle beraber başka Asyalı Extreme Metal toplumundan kardeşlerimiz, birbirimizin müziğini dünyanın dört bir yanına yayabilmemiz için, Heavy Metal’i olması gerektiği yere getirmek, bizim yaratabileceğimiz bir turne çevresi, bir piyasa inşa etmek için uğraş veriyorlar. Biz bu işe başladığımızda insanların henüz Metal’in ne olduğunu bilmediğini hatırlıyorum. 2000 senesinde herhangi bir dergi bulmak imkânsızdı. CD’cilerde Hard Rock’a ilişkin şeyler satılmazdı. Bizler eski Van Halen ya da Def Leppard kasetleri bulabildiğimiz için şanslıydık ve halk bu müziği satanik olarak yaftalamıştı. Ve o dönemlerde insanların gidip müziğimizi dinleyip bizi izleyebileceği gösteriler de yoktu. Ve biz bu şekilde bir piyasa inşa ettik, yarattık... İnsanlara yaptığın işte muhteşem olmak için büyük bir firmaya bağlı olmanın, 1 milyon cd satmanın gerekmediğini gösterdik. İnsanlar eskiden üzerimize buldukları herşeyi; zincir - şişe -vs. herşeyi ama herşeyi atarlardı. Çünkü onlar orijinal müzik dinlemek istemiyorlardı. Gösterilere gelenler -ki çok az kişiydi- cover parçalar duymak istiyorlardı. Stigmata bazı akşamlar 50-60 şarkı çalmak zorunda kalıyordu. 60’lardan kalma coverlar çalardık ve biz insanları kendi gösterilerimize bu sayede çekiyorduk. Sonrasında da yavaş yavaş sindirmelerini sağlıyorduk. Bunun dışında hiçbir bar bizi kabul etmek istemiyordu ya da bar sahipleri bizleri kazıklayarak bütün geceye 5 bira ödüyorlardı. Konser vermek kolay değildi ve biz birlikte çalışacak sağlam adamlar bulmak için gerçekten çok büyük zorluklarla karşılaştık. Böylece biz de kendimiz hallettik herşeyi… Daha çok çalışarak albüm ve kayıtlarımız için nakit sıkıntımızı çözmeye çalıştık. Yıllar geçtikçe metal piyasası daha çok büyüdü ve şu anda hala Sri Lanka’da Metal Barları olmaması, hala daha özel bir Metal radyo kanalı kurulmamış olması çok saçma… Gerçekleştirilen organizasyonlarda hiçbir kar amacı yoktu ve aksine yıllardır bizleri bir araya getirtmek için yapılıyordu bu organizasyonlar. Ama bütün bunlar beyhudeydi, çünkü Sri Lanka’lılar istediklerini elde edebilmek için çok çalışmıyorlar. Gruplar şu anda akıl almaz derecede kolay bir şekilde sahip oldu bu imkânlara. Bazı şeyler değişti, bizim müzik türümüz, bundan 8-9 yıl öncesinden daha kolay kabul görmeye başladı. Sri Lanka’nın, bizim müziğimizi tüm dünyayla paylaştırması için itibar gören bir distribütöre ihtiyacı var, risk alıp daha çok organizasyon yapabilmemiz ve bu organizasyonlarda grupların çalıp diğer ülkelerde ses getirmesi için yardım edebilecek saygı duyulan ve sözü geçen destekçilere ihtiyacımız var. Grupların, ruhlarını DJlere ve mekân sahiplerini satmadan ve çalabilecekleri daha çok mekâna ihtiyacımız var. Gelişmiş stüdyolara ihtiyacımız var, kayıtların daha başarılı olabilmesi için işin ehli insanlara ihtiyacımız var ve bir de rock ve metal için yerel bir radyo istasyonuna ihtiyacımız var. Ancak bunlar sağlanabilirse sesimizi daha iyi duyururuz ve metal müziğin gelişimine katkıda bulunuruz.

Anlaşılan o ki, Sri Lanka’da metal müziği canlı tutabilmek adına pek çok sağlam iş başarmışsınız. Ancak hala daha gidilecek yollar, inşa edilecek bir piyasa var… Peki ya halk? Eskisi kadar katı baktıklarını sanmıyorum ama, Sri Lankalı insanların metal dinleyicilerine ya da icra edenlere bakışı nedir? Sri Lanka’lılar çok şanslı, coğrafi konum açısından eşsiz bir konumdayız, bütün dünyadan etkilenebileceğimiz bir yerdeyiz. Farklı farklı sınıflandırılmıyoruz çünkü ben kişisel olarak tarzı olan, bir karakteri olan ve sadece belli bir zaman diliminde kalmamış olan her şeyi seviyorum. Stigmata’nın sound’u herşeyden etkileniyor 60’lar ve 70’ler progresif ve saykodelik metalinden tutun da klasik death metale, thrashden speed metale, power metale,

doom, darkwave, teknik death, grind, black/dark metal, hard rock, folk rock, melodik death, rock’n roll, blues, klasik müzik, 80’ler rock ve pop, jazz, Latin, funk, tribal, baila, doğu müziği veya teatral bazı şeylere kadar geniş bir yelpaze… Gördüğünüz gibi bir tarz içine koyamazsınız, değil mi? Gördüğünüz gibi çok büyük çapta bir kaynaktan faydalanıyoruz. Ortak kültürlerden faydalanmak Sri Lanka’lı grupları eşsiz kılıyor. İnsanlara sunacak çok şeyimiz var. Sri Lanka’lı dinleyiciler de çeşit çeşit. Konsere gidip başlangıçtan bitişe kadar izleyen insanlar da, headbang yapanları da, mosh pit yapanları da… Şunu hatırlamanızda fayda var, bizim nüfusumuzun yaklaşık %3-5 lik kısmı İngilizce müzik dinliyor ve daha az bir kısmı da metal ya da rock dinliyor. Bugünlerde sayılarda biraz daha artış var çünkü Stigmata konseri seyircileri 50’sinde 60’ında CEO lar ve firma yöneticilerinin yanında yüzlerce 20’sinde 30’unda ve tabiiki tonlarca -18 dinleyiciye uzanıyor. Eğer onlar iletişime geçerlerse bizlere daha çok destek verebilecekler. Etrafta daha çok yırtık kotlu, metal bileklikler ve kendilerini ifade etmekten korkmayan insanlara rastlıyoruz. Bazı Sri Lanka’lı insanlar hala bundan çekiniyorlar ve kendilerini ifade etmek yerine her şeyi içlerinde yaşıyorlar. ‘70 ve 80’lerden coverların hoş karşılanmayacağını düşünüyorlar. Biz neysek O’yuz ve konserlerin de durumu kurtarmak için yeterli olduğunu düşünüyoruz, metal dinleyicilerinin de her geçen gün daha çok olgunlaştığını görüyoruz ve bunun için metalle ilgili hiçbir gelişimde endişe duymuyoruz. Yaptığımız işi yoksayan birçok gerizekalı var ve bizi engellemeye çalışıyorlar, ama onlar arttıkça metal müzik daha çok güçleniyor ve büyüyor. İnsanların çoğunluğunun aksine, bir metal müzik hayranı sevdiği müziği daha çok destekler, değil mi? Sri Lanka’da metal müzik icra edilebilecek mekânlar/barlar var mı? Dinleyici kitlesinin katılımı ne durumda? Sri Lanka’da duzenli olarak Rock/Metal müzik çalan ve sık sık gidilen 1 ya da 2 tane bar vardı. Fakat sahne hiç geniş değildi ve içeride sadece birkaç kişi oluyordu. Bundan dolayı işler kötüye gitti ve kapanmak zorunda kaldılar. Bununla birlikte hükümet alkol ve tütün mamüllerinin satışını destekleyen veya özendiren kurum vs. yerleri de yasakladı. Önceden de dediğim gibi Sri Lanka’nın sıkı birkaç Rock bara ve grupların fazlaca zorlanmadan girebilecekleri bir toplanma yerine ihtiyacı var. Öyle bir yer olmalı ki, uygun izinler alınmış olmalı ve sağlam bir ses sistemi olmalı. Harika bir sound’umuz ve adam gibi ışıklarımız varsa, bu epey bir fark yaratabilir. Sri Lanka dinleyicileri daha önce de bahsettiğim gibi oldukça çeşitli. Değişik insanlar, değişik şekillerde davranırlar. Ama Sri Lanka seyircisi genellikle inanılmaz derecede katılımcıdır ve gösterilerde çılgına dönüyorlar. Wall of Death, Circle Pits, Mosh-pits… Daha nicesi… Bir konsere katılım inanılmaz. Çok fazla enerjileri var ve sanki sahneye kendilerini prangalamışlar gibiler. Kimse onları oradan indiremez. Peki, ülkenizde metal müzik dergileri ve siteler var mı? Hmmm. Ne yazık ki henüz bir metal müzik dergimiz yok. Birçok gazeteci son 2-3 yıldır buradaki metal müziğin yükselişiyle ilgili... Hatta bazıları dergi için çalışmalara başladı ama maalesef bütün bu çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü dünyadaki pek çok yerde olduğu gibi Sri Lanka’da da yetenek vardı ancak çok az insan bu dikkat isteyen projeye kendini adayıp olumlu sonuç almayı bekleyebilir. Sri Lanka’daki pek çok grup genellikle kolay yolu seçerler ve kesinlikle sabırlı ve dirençli değiller. Ve daha fazlası da sonuçları çok daha çabuk almak istiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Sri Lanka’da gruplardan çok, dinleyiciler daha özgün. Birçok kişi grup kurar çünkü kurabiliyorlardır. Ailelerinin parası vardır ve bu piyasada 1-2 sene takılırlar. Sonradan kolay yolu seçerler, asla zanaatlerinde ustalaşmazlar ve sonrasında da gruplarının kendilerini öldürdüklerinden ve çok yoğun çalıştıklarından şikâyetçi olarak ortadan kaybolurlar. Sri Lanka metal piyasasının varlığı internet üzerinde daha çok anlaşılıyor. Sri Lanka’da Rock ve Metal için birçok site


var. MySpace de bunlardan biri. Neredeyse bütün Sri Lanka grupları MySpace’de resmi bir sayfa edinmenin masrafını karşılarken, birçok grup Face Book’da materyallerini online olarak tutuyor. Benim ülkemizde saygı duyduğum iki site var ve bunlar: http://www.loudisland.com ve http://backdoormag.com/ Bu iki websitesi kendilerini Sri Lanka Rock’n Roll’una adamış durumda. Birçok yapıcı kritikle bu piyasa için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunlar üretici bir şeyler yapan grupları şikayet ederek zamanını harcayan beş para etmez insanlar için yapılan forumlardan değil. Bu iki websitesi benim saygımı kazandı. Bunun yanı sıra (http://myspace. com/stigmatasrilanka) 56,250 kere ziyaret edilen bizim resmi websitemiz var ve burada uluslar arası turne güncellemelerinden tutun da, yerel ve genel kritiklere, röportajlara, canlı gösterilere, Sri Lanka ve Asya’daki en iyi sanatçıların linklerine, videolara, stüdyo bölümlerine, haberlere ve birbirinden muhteşem bir dizi ezgiye ulaşabilirsiniz. Face Book’ta da resmi Stigmata grupları var orada da birçok video çekimi ve canlı klibi YouTube vasıtasıyla izleyebilirsiniz. Bütün iletişim bilgilerimiz Myspace’dedir ve böylece bizimle gösteri, röportaj, kritik vs. ile ilgili herkes bu konularda iletişime geçebilir. Şu an için genele baktığınızda, Sri Lanka’da en çok dinlenilen tür hangisi? Bazıları Maiden, Priest, Sabbath, bazıları Metallica, Slayer, Testament ve Megadeth ve yine bazıları da Pantera, Nevermore, Tool, Lamb of God, Arch-Enemy, Opeth dinliyor. Burada birçok Thrash ve Progresif dinleyecisi var. Yeni yeni büyüyen bir akım olarak ülkenin bazı yerlerinde Black Metal de dinleniyor. Böylece sadece ekstrem müzik dinleyerek başka hiçbir şey dinlemeyen insanlara aptal gözüyle bakılıyor. Sri Lanka’lılar çok açık görüşlüler ve bizler için tarz sınıflandırmaları gerçekten sorun değil. Ama kesin bir cevap vermek gerekirse Thrash/Power Metal tarzı şeyler daha çok dinleniyor diyebiliriz. Sanki hala 90’ların MTV’sindeki eski acınası grunge dönemini yaşıyormuşuz gibi TV ve radyolarda alternatif rock çalıyor ve böylece birçok insan bu tarzı dinliyor. Ama alternatif rock özünde, stilinde, sound’unda ve kimliğinde gerçek Rock müzik değil. Sadece su katılmış alelade şeylerin tekrar edilmesiyle yenilik ya da heyecan içermeyen rock-poptan başka bir şey değil. Birçoğu da partiden partiye koşan kalabalığa karışıp kayıtsız görünmek için trance, house, hip hop ve biraz da alternatif dinlerler. Andrew’in (Stigmata lead gitaristinin) her zaman dediği gibi “Rock müzik için alternatif yoktur.” Ve ben de bu söze &150 katılıyorum. Metal piyasasında hayranlar müziklerine daha sadıktır ve birçok değişik tarz fazlasıyla popülerdir. Çünkü Nightwish, Iced Earth, Decapitated ve Death’ten Dimmu ve Rush’a kadar bu seyircinin önüne ne koyarsanız koyun dinlerler.

Sri Lanka’da son dönemdeki en popüler gruplar hangileri ve hangi türde müzik yapıyorlar? Bu soruyu ayrıntılı bir şekilde cevaplamak istiyorum. Çünkü şöhret ve yetenek çok kolay bulunabilen bir çift değil. Ancak özellikle belirtmek gerekirse aşağıdaki gruplar imajlarından ziyade müziklerine odaklanan, sağlam canlı performanslarının yanı sıra stüdyoda da çalışkan birer müzisyen olan ve gerçekten ses getiren gruplardır. Listedeki diğer gruplarsa hala bu işte biraz pişmesi gereken ama gerekli potansiyele sahip gruplardır, bu nedenle onlardan da biraz bahsetmek istiyorum. Bununla beraber, buradaki çoğu grup bu konuma gelirken oldukça çok çalıştı, davalarından vazgeçmediler ve birer müzisyen ve sanatçı olmak için yollarına devam ettiler. FuzMechanX- Şüphesiz kendilerini çok daha iyi yerlere getirecek yeteneğe sahip, şuan ilk albümleri üzerinde çalışan, muhteşem canlı performansları olan bir funk/prog dörtlüsü. Enerji ve duygu dolular. Tantrum- Ek olarak Technical & Death Metal tınıları taşıyan dinleyenleri yerle bir eden bir Thrash grubu. Think Atheist meets Enemies of Reality era Nevermore. (ne demek

istemiş anlayamadım:S) Sıkı canlı performansları olan bir grup, harika bir soundları var ve kararlı bir şekilde gelişiyorlar. FuzMechanX gibi onlar da ilk albümleri üzerinde çalışıyorlar. Sword of the Spirit- Benim Sri Lanka’daki favori Hardcore/Thrash metal grubum. Canlı performanslarıyla yıkım yaratan bir grup, great smoking originals? ve binlerce gemiyi batırabilecek enerjiye sahip canlı performansları var. Paranoid Earthling- Bizim aşkımıza/nefretimize veya aşk tarihimize rağmen PE Sri Lanka’nın en iyi Hard Rock grubu; soundlarındaki groove, industrial ve psychedelic shock rock elementleriyle bu grup boşboğaz isyanını? icat etti. Harika canlı performansı olan bir grup ve ülkenin önde gelen rock gruplarından. Thriloka- Bu adamlar yaptıkları işte harikalar yaratmalarını ve bu işte tek olmalarını sağlayan prog rock/klasik ve etnik müziği bir arada harmanlıyorlar. Fallen Grace- Muhteşem bir gitariste sahip çok yetenekli bir Melo-Death Grubu. Canlı performansları çok eğlenceli geçen, müzik aletlerine bağımlı ve müthiş bir soundu olan bir grup. Funeral in Heaven- Sri Lanka’nın ilk Hela Black Metal grubu. Bu adamlar eşsiz imgeleri, folk ve atmosferik Black Metal’i bir arada sunuyor ve büyük bir özveriyle yerli metal piyasasını yeni bir konuma getiriyorlar. Ülkenizde düzenlenmiş veya düzenlenmekte olan her hangi bir metal festivali var mı? Bu konu hakkında bizi bilgilendirmek ister misiniz? Çok fazla konser verilmemiş olmasının yanı sıra dolardaki değer kaybı nedeniyle yaşanan ekonomik kriz ve uygulanan yeni düzenlemeler nedeniyle 2008 Sri Lanka’daki metal müzik piyasası için oldukça üzücü ve karanlık bir yıl oldu. Genelde gruplar 400-500 veya daha fazla kapasiteyle kendi konserlerini organize ediyorlar veya bağımsız organizatörler rock gruplarının istihdam edildiği veya davet edildiği amfi tiyatrolarda büyük açık hava konserleri veya canlı performanslar düzenliyorlar. Biz sahneyi hep canlı tutmaya çalıştık, keza diğer gruplar da oldukça çalıştı. 2009 farklı bir yıl. Bu yıl daha fazla konser var, çok daha fazlası da olacak ve Stigmata birçok başarılı konsere imza attı. Genelde olan şudur: Stigmata bir konseptle gelir, kendi sanatımızı ve dizaynımızı icra ederiz çünkü kendi Reklamcılık/Tasarım/ Organizasyon Ajansımız var; 891 (Pvt) Ltd. Yani kendi konserlerimizi kendimiz planlıyoruz, tüm reklam ve pazarlama işlerine bakıyoruz, saygıdeğer sponsorlar buluyor veya sponsorsuz yapıyoruz, tüm organizasyonu kontrol ediyoruz, genelde farklı tarzlarda 2 başka grup daha buluyoruz ve biletler 500 Rupi yani yaklaşık kişi başı 5 dolar. Konserlerden elde edilen gelirleri bir sonraki organizasyon için kullanıyoruz ve her iki veya üç ayda bir etkinliği düzenleyebilecek parayı kazanabilmek için konser düzenliyoruz. Diğer gruplar bağımsız olarak konser organize ettikleri gibi bazılarının gelecek için daha büyük planları var… Deniz aşırı ülkelerden daha fazla grup getirebilmek ve burada, Sri Lanka’da çalmalarını sağlamak isteriz. Bu güne kadar dünyaca ünlü hangi gruplar Sri Lanka’da konser verdi? Dostum hiç sorma. Burayı sarsmak için Bryan Adams, Engelbert, Michael Bolton, Shaggy, Michael Learns ve başka birkaç adam daha getiren dar kafalı menajerlerimiz var. Eminim şuan bize k*çınla gülüyorsundur. Açıkçası uluslar arası arenadan bugüne dek gelmiş tek işe yarar grup olarak aklıma gelen geçen sene Sri Lanka’da çalan Civilization One. Civilization One Chittyy Sompala’nın grubu (daha önce Firewind’deydi) ve geçen sene burada harika bir konser verdiler, gerçekten iyi adamlar. Dışarıdan daha fazla grup getirmek için uğraşıyoruz. Maldivler’den Serenity Dies daha


önce burada çaldı ve eminim piyasamız büyüdükçe daha fazla müzisyen ve metal piyasasının önde gelen isimleri turne listelerine Sri Lanka’yı da ekleyecek. Hindistan’daki piyasanın nasıl geliştiğine bir bakın. Maiden orada üç konser verdi, Megadeth, Satrycon, Nile, Opeth, Sepultura yine orada çalan gruplardan bazıları ve çok yakında doğru kişiler doğru kararlar alırsa Sri Lanka da muhteşem gruplara ev sahipliği yapacaktır. Stigmata, davul konusunda bir dahi ve aynı zamanda Sri Lanka’lı olan Tyronne Silva’nın grubu Almanya’nın Tech/Death devleri Orth ‘u getirmeye çalışıyor ki geçen sene de burada bir turne düzenlediler.

neden bu kadar ölü olduğunu, hala neden dünya çapında tanınan, gerçekten büyük bir isim haline gelen sağlam gruplarımızın olmadığını ister istemez sorguluyor insan… Hele ki Stigmata’nın çektiği sıkıntıları düşününce… Acaba gruplarımızda bunca zamandır hırs mı eksikti? Yoksa elimizde tuttuğumuz markamızın, grubumuzun değerini bilemedik de, onu yeterince iyi bir şekilde pazarlayamadık mı? Bunları düşünürken, bambaşka bir coğrafyaya davet ediyorum sizleri… Asya’dan çıktık… Bu sefer Kuzey Avrupa’ya düşüyor yolumuz… Uralların ötesinden kalkıp Kuzey Avrupa’ya göç eden bir ırka ziyarete gidiyoruz… Estonya’ya!

Söyleşimize son vermeden önce, Suresh, Sri Lanka’nın metal müziği hakkında okurlarımıza söylemek istediğin başka şeyler var mı?

IV- ESTONYA’DA METAL:

Sri Lanka’nın metali, dünyaya iz bırakacak! Srigmata öne çıktı, röportajlar yapıldı, “A Dead Rose Wails for Light”, Ian Wright’ın Discovery Channel’daki Out Of Bounds için yeni yolculuk bölümlerinde kullanıldı. İkinci albümümüz “Silent Chaos Serpentine”, dünyanın her yerinden çok iyi yorumlar aldı ve şu anda büyük grupların yer aldığı Avustralya’nın ünlü sitesi The Metal Forge’taki tüm zamanların 50 en popüler değerlendirmesinde 9. sırada yer aldı. Stigmata, birçok turne planlıyor, Türkiye’ye de gelmeyi çok isteriz. Hatta daha yeni Malezya turnemizden döndük. Maldivlerde headliner olduk ve Hindistanda’da 25 bin insana karşı konser sergiledik. Metal müzik her zaman gelişen ve genişleyen bir şey. Sri Lanka, müziğin gelişimde destekçi bir hale gelmeye başlıyor, müzik ve eğlence piyasasını geliştirmeye çalışıyor; insanlar artık bütün bu gelişmelere kayıtsız kalamaz. Metal gruplarının tutkusunu ve ciddiyetinin farkındalar ve yıllar boyunca nelerle uğraştığımızı, toplumdan nasıl dışlandığımız ve buna rağmen nasıl güçlü kaldığımızı biliyorlar. Bu sıradan bir konuşma ya da insanları provoke edecek sözler değil, her insan bu gelişmeleri görmeye nail olamaz. Müzik belirli bir zamana ait değildir, dürüsttür, çağrışımcıdır, tahmin edilemez ve tüm gücünü müzik icra edenler ve dinleyicilerin enerjisinin uyumundan alıyor. İşte bütün bunlar, müziği çok özel kılıyor. Heavy metal, dinleyicisi olmadan ve ayrıca grupların trendlere yakalanmadan, sıradanlığa yakalanmadan ve zamana yenik düşmeden müziğe tutunmaları olmasa hiçbir şey ifade etmez. Sri Lanka lı gruplar bütün dünyaya yayılmış durumda. Dünya üstündeki hiçbir metal sounduna benzemeyen Asya ekstrem metalini araştıran ve gruplarla röportaj yapan çok insan var. Biz insanlara henüz tatmadıkları bir şeyi sunuyoruz. Stigmata, saf Sri Lanka metal müziğini sahnede icra ederken, tüm inanışları, dinleri, ırkları, statüleri, sosyal sınıfları ve yaşam tarzlarını, renkleri, zenginliği, ağırlığı ve aklınıza gelebilecek bütün farklılıkları arkada bırakarak her şeyi tek bir kanda tek bir vücutta tek bir zihinde, tek bir ruhta ve tek bir aileye dönüştürüyor. Biz denizde büyüdük ve bütün dünyayı etkisi altına alan rock metal ile çocukluğumuzu geçirdik, ki bu gerçekten çok önemli bir şey. Sri Lanka metali ve Asya ekstrem metali denince akıllara birleşmek geliyor, farklılıklar değil. Ya hep ya da hiç. Müziğimizi Türkiye’ye yaymamıza yardım ettiğiniz ve yaptığınız röportaj için çok teşekkür ederiz.

Evet… Yukarıda da belirttiğim gibi, bu sefer Kuzey Avrupa’dayız… Taa Ural dağlarının ötesinden kalkıp, Kuzey Avrupa’ya, Finlandiya Körfezi, Rusya ve Letonya arasında kalan alana göç eden, Estonca konuşan Estonyalıların çoğunluğu Hristiyanlığın Luteran mezhebindendirler. Estonya’nın tarihini incelediğinizde, bu ülkenin 1991 senesinde bağımsızlığını yeniden kazandığını, Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinden çok önce Estonya ile samimi ilişkilerimizin bulunduğunu ve hala iki ülkenin birbirine destek olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Estonya’da 90’lı yıllarda kurulmuş olan Bestia isimli grubun davulcusu Andres, Estonya’daki metal piyasası ile ilgili sorularımızı cevaplıyor; Merhaba Andres! Öncelikle sorularımıza cevap verdiğin için çok teşekkür ederim. Estonya’daki metal piyasasını daha iyi anlayabilmemiz için bizlere Estonya’da Metal müziğin hangi senelerde, nasıl ortaya çıktığından, bu tarzın öncülerinden ve ilk grupların kimler olduğundan biraz bahsedebilir misin? Merhaba! Estonya’da 80’lerde popüler olan birkaç hard rock grubu vardı. Fakat Metal hakkında konuşacak olursak; ilk ciddi gruplar 80’lerin sonunda ortaya çıktı. Bence Palat, Creature and Shower gruplarına, thrash metal icra etmeleri yönünü de göz önüne alarak, öncü gruplar diyebiliriz. Her ne kadar o dönemde pek bilindik olmasa da Predatory War da bir başka benzer gruptur. Üyeleri de şu günlerde piyasada oldukça aktifler. Onların izinden giderek death metal’e öncülük eden grup ise Aggressor and Mortified oldu. Saydığımız tüm bu gruplar artık geçerliliğini yitirmiş gruplar… Bununla birlikte Creature and Shower’da bazı geri dönüşler yaşanmıştı ve demoları tekrar piyasaya sürülmüştü. Aggressor and Mortified da 90’ların ortasında No Big Silence adıyla kendine endüstriyel tarzda bir yol çizdi. Birçok ülkeden metal gruplarıyla söyleşiler yaptık ve hemen hemen hepsinde de ülkelerinde metal müzik yapmalarını engelleyen ya da zorlayan bazı sıkıntılar mevcuttu. Peki ya Estonya’daki gruplar? Onların karşılaştığı sıkıntılar nelerdir? Muhtemelen finansal sorunlar daima olmuştur ve stüdyo ile bira için asla hiç yeterli paraları yoktur Ama gözlemlediğim kadarıyla artık o tarz büyük sorunlar yok. Prova için stüdyolar, konser yerleri olmakla birlikte, dinleyicilerin dikkatini çekmek istediğinizde onların yeteri kadar destek verdiğini düşünüyorum. Estonya halkının metal dinleyenlere ve icra edenlere bakış açısı nasıl?

Detaylı cevaplarınızla akıllarımızda hiçbir soru işareti bırakmayacak şekilde verdiğiniz cevaplar için biz sana teşekkür ederiz Suresh.

Metal şu an için toplum tarafından kabul görmüş bir alt kültür, bu yüzden uzun saçlıysanız ve deri ceketliyseniz bu genelde büyük bir sorun teşkil etmiyor. Ama elbette tüm metal piyasası yeraltı olarak bazı aktif insanların omuzları üzerinde yaşayabiliyor. Aksi takdirde onlar da olmasa bazı büyük bar veya kulüplerde grubunuzla çalamazsınız.

Gördüğünüz gibi, türlü yasaklara rağmen dinleyicisi ve müzisyenleri tarafından durmaksızın desteklenen metal müzik notaları, Sri Lanka’da yükselmeye devam ediyor. Sri Lanka’lı Stigmata grubundan, grubun vokali Suresh’ten, Sri Lanka metalinin tarihini, Sri Lanka metali’nin tarihi haline gelmiş bir gruptan dinledik… Kendi ülkemize baktığımızda, imkânlarımızın daha geniş olmasına rağmen, piyasamızın

Halkın siyah tişört giydiğiniz ve uzun saçlı olduğunuz için size uzaylıymışsınız gibi bakmaması ve yine aynı sebeplerden polis tarafından sorguya çekilmiyor olmanız, ya da daha önce röportaj yaptığımız diğer birçok ülkedeki gibi stüdyo sorununuz olmaması gerçekten çok güzel… Peki ya barlar? Estonya’da metal müzik icra edilebilecek mekanlar/ barlar var mı? Dinleyici kitlesinin katılımı ne durumda?


Evet, büyük şehirlerde bazı rock/metal barlar mevcut, umarım şu anda baş gösteren ekonomik krizden fazla etkilenmeyip varlıklarını sürdürebilirler. Aynı zamanda metal partiler için daha büyük mekânlar da var ama hepsi paragöz. Organizasyonlar genelde her hafta sonu oluyor, bu yüzden daima bir yerlere gidip eğlenme lüksüne sahipsiniz. Hatta bazen konserler arasında seçim yapmakta bile zorlandığınız oluyor. Durum böyle olunca yerli gruplar bazı seyircileri çekmekte gerçekten zorlanıyorlar. Biliyorsunuz, çok küçük bir ülkeyiz. Bu zamana kadar konuştuğumuz neredeyse her grubun en büyük sorunu ülkelerinde metal müzik icra edebilecekleri, hatta dinleyebilecekleri barların, mekanların olmamasıydı… Sanırım coğrafi koşullar itibariyle oldukça şanslı bir bölgede yer alıyorsunuz. En azından Asya’daki gruplara kıyasla… Eminim ki ülkenizde birbirinden sağlam dergiler ve webzinler de vardır… Yayınlanan en eski Estonyalı metal dergisi Pläk. İlk baskısını 1999’da yapan ve şu ana dek 8 baskısı olan bir dergi… Diğer dergi ise bir metal müzik şirketinin parçası olan Nailboard. Onlar da birkaç baskı yaptılar ve daha sonra internet ortamına taşındılar, fakat hala yerli grupların röportaj ve kritiklerine yerel gazetelerde olduğu gibi çok az yer ayırıyorlar. Metal müzik konusunda yazan bir grup website de mevcut; ‘‘estmetal.ee’’ aklıma ilk gelenlerden biri. Metallion radyo şovunun burada adından çok söz ettirdiğini düşünüyorum. Yıllardır aktif ve internet de dâhil Estonya’nın her yerinden dinlemek mümkün. Yerel gazetelerde yerli grupların röportaj ve kritiklerine az da olsa yer veriliyor mu? Bunu duymak gerçekten beni çok mutlu etti :)” Peki genele baktığında, Estonya’da en çok hangi tür müzik dinleniyor? Ne söyleyebilirim gerçekten bilmiyorum, her bir neslin kendi kahramanı var. Gençlik, ‘Suicidal Black Metal’e bağlanmış gibi görünüyor. Aynı durumu modern death/thrash metal için de söyleyebiliriz. Eski topraklar da halen heavy ve thrash metal dinlemeye devam ediyorlar :D Bence bu farklı türler şu an gerçekten geniş kitlelere ulaşmış durumda ve metalin her çeşidinden dinleyeni bulmak mümkün. Estonya’da şuan için en tanınmış gruplar hangileri? Yaptıkları tarzlar nedir? En çok seyirci çeken gruplar hakkında konuşacak olursak, bunlar kuşkusuz Metsatöll ve Loits gruplarıdır. Metsatöll ilginç estrümanlar ve clean vokal eşliğinde folk metal yapan bir grup ve şu günlerde Children of Bodom’un da şirketi olan kuruluşla sözleşme imzaladılar. Bu grup, yeraltı piyasasından çıkmış ve insanların konserlerine sıkça geldiği bir grup. Loits ise flak’n’roll olarak adlandırılan, rock’n’roll ve black metal’in karışımı olan bir tür icra ediyorlar. Önerin üzerine Metsatöll’ün bir parçasını verdiğin webzinden indirdim ve dinledim. Zaten o yörelerin birbirinden muhteşem melodileri, o yöreye has folklorik şarkılar insanı kendinden geçiriyor… Körfezin suyundan mıdır yoksa soğuk havalardan mıdır bilmem ama insanın içini kaynatan sıcacık melodilerinize bayılıyorum :) Eminim Estonya’da birbirinden muhteşem festivaller yapılıyordur. Bana biraz festivallerden bahsedebilir misin? Metalciler için olan açık hava festivali Hard Rock Laager, her yaz Vana-Vigala köyünde yapılıyor. Dismember, Satyricon, Enslaved, Amorphis vb. gruplar burada sahne almış olan gruplar. Diğer bir festival ise Gren Christmas, o da Aralık ayının sonuna doğru yapılıyor. Bu festival underground bir festival değil fakat daima bazı metal grupları davet edilir. Peki şu ana kadar düzenlenen konserlerde dünya çapındaki gruplardan hangileri yer aldı? Bu soruya cevap vermek çok zor. Aslında bizim organizatör-

lerimiz son derece aktifler ve birçok ünlü grup da ülkemizi özellikle son yıllarda ziyaret etti. Ülkemiz bir geçiş noktası konumunda ve gruplar da genelde İskandinavya ve Baltık ülkelerinde çokça turneye çıkıyorlar. Böylece bizler Cannibal Corpse’tan tutun Manowar ve Slayer’a kadar birçok grubu izleme şansını elde ettik. Gerçekten coğrafi açıdan cennet gibi bir yerde yaşıyorsunuz o zaman :) Son olarak Estonya’daki metal müzik konusunda eklemek istediğiniz başka herhangi bir şey var mı? Bir göz atın: www.estonianmetal.com ! Araştırmamıza verdiğin katkıların ve burada ağzımızın suyunu akıttığın için çok teşekkürler Andres! Gerçekten metal müziğin hala dipdiri olduğu, can çekişmediği ya da filizlenmeye çalışmadığı, düpedüz ortada olduğu ve hatta destek gördüğü topraklardan haber almak gerçekten çok güzel. Gördüğünüz gibi dünya genelinde cazibesini yitirmiş görünse de, bazı bölgelerde metal müzik hala bir numara. Peki, bunun nedeni nedir? Sadece ve sadece coğrafi konum mu? :) Hadi yapmayın… 30 yılı aşkın bir süredir emek verilen bir piyasadan söz ediliyor burada… İnsanların canla başla, yılmadan inşa ettiği ve günümüze kadar uzanan bir kültür yatıyor Estonya metalinin altında. Ve sanırım halkın yabancısı olmadığı folk ezgilerinin metalle harmanlanması sonucu çok daha kolay dinleyici toplayıp destek alabiliyor gruplar… Peki ya bizde? Biz nasıl geliştirmeliyiz ülkemizdeki metali? Piyasayı nasıl canlı kılmalıyız? Nasıl daha sağlam işler sürebiliriz piyasaya??? Aklımızda yer eden bu sorularla birlikte tekrar Asya’ya dönüyoruz… Bu sefer Asya ile Afrika kıtalarının buluştuğu beşinci ve son durağımızdayız… V- İSRAİL’DE METAL: Coğrafi konumunun yanı sıra, günümüzde Filistin ile yaşadığı çatışmalar nedeniyle herkes tarafından bilinen, bu ayki yolculuğumuzun son durağı olan İsrail’deyiz bu defa… İsrailli grup Dagor Dagorath’tan Vorog’a çok kısa ve öz bir şekilde yöneltiyoruz sorularımızı: Merhaba Vorog! Ülkenizdeki metal müzik piyasası hakkında bir soru sormak istiyorum. İsrail’deki metal müziğin durumu, en ünlü gruplarınız, ülkenizde çıkarılan metal müzik ile ilgili dergiler, metal müzik çalınan barlar ve metal müziğin ülkenizdeki gelişimi ile ilgili olarak sizden bazı bilgiler alabilir miyiz? Ülkenizdeki metal müzik piyasasından biraz bahseder misiniz? Bildiğiniz üzere, İsrail oldukça küçük bir ülke ve neredeyse Avrupa’dan izole edilmiş durumda, ama buna rağmen burada pek çok grubumuz mevcut… Buradaki en popüler tarzlar sanırım metalcore ve nu-metal… İsrail Avrupa ve Amerikan metal piyasalarından çok etkilenir ve orada her ne popüler olursa, çok kısa bir süre içerisinde burada da popüler hale gelir. Ülkemizde Salem ve Orphaned Land gibi bazı dünyaca ünlü gruplar mevcut. Dergilerden bahsetmek gerekirse, sadece bir tane basılı dergimiz var bunun yanı sıra metal müziğe adanmış bazı webzinlerimiz mevcut… Çok kısa bir şekilde İsrail’deki metal piyasasına da göz attıktan sonra, artık metal müziğin ülkelerin coğrafyalarından kaynaklanan bir şansa sahip olmadıklarına emin olmuşuzdur sanırım Zaten eğer öyle olsaydı, Asya kıtasında daha önce röportaj yaptığımız pek çok gruba neredeyse komşu olan İsrail’de de metal müzik piyasasının henüz şekilleniyor olması gerekirdi… Para mı, kültürler mi yoksa din mi? Nedir bizim başarımızın önüne set çeken? Bir sonraki sayıda başka ülkelerin metal piyasalarına göz atarken, kendi ülkemizdeki sorunları tekrar tekrar kafamızda tasarlayıp, “metal müziği nasıl daha canlı tutarız”ın cevaplarını aramaya devam edeceğiz. Şimdilik hoşçakalın… Hazırlayanlar: MetalTR Çeviri&Röportaj Kadrosu


Ülkemizin ismi ve müzikleri hazmedilmesi zor grubu olan UÇK Grind ile sizler için bir röportaj yaptık. Çağrı KAÇAR


-Selam UÇK Grind Ekibi neler yapıyorsunuz bu günlerde? Yaz dönemi konser aktiviteleri konusunda ölü bir dönem olduğundan bizler de daha çok yeni besteler ve performans provaları üzerinde çalışıyoruz. -Grubun adı aynı zamanda silahlı mücadele veren ‘’Ushtria Clirimtare e Kosoves’’ yani ‘kosova kurtuluş ordusu’ndan şekil olarak izler taşıyor. Bu noktada grubun isim hikayesi konusunda neler söyleyebilirsiniz? Müziğinize yansıması nasıl? Bu grup ismini aldığında eski Yugoslavya’ daki kanlı savaş halen devam ediyordu. İsmini UÇK olarak almasının sebeplerinden bir tanesi buydu. Diğer sebep ise gruptaki kadronun kendine Unutulmuş Çalgıcılar Klubü açılımını çok yakıştırmasıydı. Neresinden bakarsanız bakın sahip olduğumuz tavırlar kadar ismimiz yüzünden bile oldukça eleştirilmişizdir. Fakat eleştiri kişilerin birbirini anlaması açısından olumlu bir yoldur. -2000 yılında “Leader” isimli bir demo yayınladınız, demoda İngilizce parçalarınızın yanı sıra Bulgarca parçalarınız da vardı. Bulgarca parçalar seslendirmenizin nedeni neydi? Öncelikle Balkan kökenli oluşumuzdu ve Türkiye haricinde ilk hedef olarak Balkanları görmemizdi. Bulgarca müziğimizin sertliğine yakışan kaba bir dildir. Özellikle de bu yüzden kullanma konusunda hiç çekinmedik. -İnsan ırkına karşı olan kızgınlığınızı ve öfkenizi “The Human Race Must Be Destroyed” albümü, 2007 “Justice” EP si ile dinleyenlerinize fazlasıyla dile getiriyorsunuz. Bu öfkenin nedenlerini bir de kendi cümlelerinizle anlatabilir misiniz? Dünyanın bugünkü haline bir göz atın. Bu gezegeni biz inşa etmedik fakat biz yok ediyoruz. Tepkimiz ve nefretimiz tamamen buna bağlı. İnsanlık tarihi geçirdiği her geçen gün bir öncekinden daha kötü ve felaketlerle doluydu ve öyle olmaya da devam ediyor. Fiziksel olarak zayıf olmamıza rağmen beyin gücümüzü kullanarak bu gezegende bir üstünlük kurmuş durumdayız, fakat bunu asla tamamen olumlu yönde kullanmıyoruz. Açgözlülük ve hırs yüzünden etrafımızda var olan bütün güzellikleri yok ediyoruz! İşte bu yüzden biz UÇK Grind olarak İnsan ırkının birer ferdi olmaktan utanıyoruz.

-“Justice” EP si sizin en fazla ses getiren çalışmanız oldu demek yanlış olmaz sanırım. “Justice” ile ilgili aldığınız eleştiriler ne yönde? Öncelikle bizi takip eden kitlenin aklındaki düşünceleri ortadan kaldırdı. Yani bu grubun kendine ait farklı bir düşünme ve dünyadaki olaylara bakış şekli olduğunu ve bunu önceki çalışmada yer almış olması bir tesadüf olmadığını anladılar. UÇK Grind denince akla sert müzik ve katı düşünce gelmesi gerektiğini anladılar. Bunlardan dolayı bizi seven ve anlayanlar daha çok sevdi karşı cephe ise daha çok nefret etti. Olumlu ya da olumsuz tepki almak kesinlikle iyi bir durum. En azından hayat belirtisi! Müzikal açıdan aldığımız tepkiler genellikle pozitifti. Tabii ki bu EP’ yi kaydetme şartlarımıza baktığımızda biz de en azından ortalamanın üzerinde olduğunu düşünüyoruz, ama çok iyi demekten de uzak. Sonuçta UÇK Grind için kayıt konserlerde insanlara sunacaklarının sadece bir ön hazırlığıdır. -Justice Ep’ sini kaydetme şartlarından biraz yakındınız. Justice hangi şartlarda kaydedildi yani yakınmanızın sebebi nedir? Justice Ep’ si aslında kayıt stüdyosu olarak çok da üst düzey olmayan 1 yerde kayıt edildi. Yani o şartlarda çok çok inanılmaz bir sound beklenemezdi. Sonuç şartlara göre iyi sayılır ama söylediğim gibi şartlara göre! -En Son sizi Uni-Rock’ da izledik. Yaklaşan bir konseriniz var mı? Ankara’ ya aslında uzun zamandır değil, hiç gelmedik. Biz de oraya gelmeyi çok isteriz. Konserler konusunda ne denli aktif bir grup olduğumuzu baktığınızda başkentte çalmamış olmamız gerçekten hayret verici. Bu sezon ciddi bir organizasyon olduğunda elbette ki gelmekten mutluluk ve onur duyarız. Konserlere gelince bu yıl da elimizden gelince canlı performansımızı sürdüreceğiz. Sonuçta bizim için bu müziğin en güzel tarafı sahne önünde seyircilerle paylaşmaktır. -Sahneye kendi üniformalarınız ile çıkıyorsunuz, bunu açıklayabilir misiniz? Niçin üniforma giyme gereği duyuyorsunuz sahnedeyken? Bu Kosova Kurtuluş Ordusu ile alakalı bir durum değil. Üniforma ortak inanç ve duruşumuzu çok iyi ifade ediyor. Başından beri biz bunu hep böyle düşündük ve o bütünlüğü sağlamak için zevkle giydik, giyiyoruz!


-“Trust or Grind” için bir video hazırladınız, geneli konserlerinizdeki görüntülerinizden oluşuyor açıkçası güzel olmuş. Benim sormak istediğim videonun başında “Eğer bir alt kültür varsa bu sizsiniz, bu biziz” diyorsun. Bu cümleyi biraz açabilir miyiz? Alt kültürden kastın neydi orada? Underground piyasadan bahsediyorum. İnsanların satış için değil kalpten bir şeyleri paylaştığı bir ortamdan bahsediyoruz. Biz müzikten maddi anlamda bir şey kazanmıyoruz ama yaptıklarımız kafamızın sağlam kalabilmesine, sağlıklı düşünebilmemize sebep oluyor. İşte alt kültür bu durumda kendini içinde bulduğumuz bir dindir diyebilirim. -Tekrar çalışmalarınıza geri dönmek gerekirse “Justice” 2007’ de yayınlandı. Yeni bir albüm hazırlamayı düşünüyor musunuz? Kayıtlarını bitirdiğimiz ve eylülde çıkmasını beklediğimiz 1 Split var. İsveçli grup Paganizer ile. Ama 2. albüm için şimdiden taslak olarak da olsa 7-8 beste var. Sanırım albümde 2010 da çıkacak. -Tarz olarak Grind’ dan ziyade death metal’ i andıran bir soundunuz var. Yaptığınız müziğin tarzı konusunda bizlere neler söyleyebilirsiniz? Yaptığımız daha çok Brutal hardcore’ un Death metalle bütünleşmesi tarzında oluyor ama elbette içinde oldukça fazla endüstriyel öğe de içeriyor. İşte bu tanımdan kimse bir şey anlayamayacağı için de yaptığımıza sadece Rock’n Roll desek de olur! -Müzik dışında neler yapıyorsunuz? Hayatta kalabilmek için Çalışıyoruz! -Türkiye’deki ve Dünya’daki Metal Müzik hakkında ne düşünüyorsunuz? Klasik soru ama olsun mahsuru yok sanırım. Bunun üzerinde pek kafa yorduğumuzu söyleyemem. Biz kendi müziğimiz, tavrımız ve kitlemizle ilgileniyoruz sadece! -Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bilgisayarın başından kalkın ve konserlere gelin!




All That Remains Massachusetts / ABD’de kurulmuş bir Metalcore grubudur. 1998’de kurulan grup bu güne kadar 4 albüm çıkarmıştır. “This Calling” isimli parçaları Saw 3 filminde kullanılmıştır. Çağrı: Selam Phil röportaj teklifimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Nasılsın? Turne nasıl gidiyor? Phillip: Teşşekürler. İyiyim, güzel gidiyor. Çağrı: İlk müzik grubun Perpetual Doom (Death Metal). Bu grupla Sorrow’s End isimli demo çıkarttın. Sonra Shadows Fall’a geçtin. Parpetual Doom’da gitaristdin ama Shadows Fall’da vokalistlik yaptın. Vokalistlik yapmak nereden aklına geldi?

Silence and Solitude tamamiyle Death Metal iken, ikinci albüm This Darkened Heart ise daha çok Metalcore tarzında şarkılar vardı ve sende bu albümde o güzel Clean vokalini kullanmaya başladın. Sorum ise Neden böyle bir tarz değişikliği oldu? Phillip: ‘Behind Silence and Solitude’ u yaptığımızda bu kayıt üzerinde farklı şeyler yapmayı düşünüyordum. Fakat stüdyoya girdiğimiz tarihte babam vefat etti. Bu yüzden bir an önce tamamlayıp çıkarmak istedim. Çünkü onun acısını üzerimde taşırken herhangi yaratıcı bir yanımı kullanamıyordum. Böylece bir şekilde yazdım ve albümü çıkarıp işleri yoluna koymaya çalıştık. ‘This Darkened Heart’ ı yaptığımızda, elimizde daha fazla zaman vardı ve ben duygusal ve kişisel açıdan daha iyi durumdaydım. Bu yüzden çıtayı yükseltmek istedim. O çalışmada kendimi rahat hissettiğim için fazlaca clean vokal kullandım. Bizler daima müziğimizde bu tarz değişiklikler olsun istemiştik ve bundan sonra da bu tarz değişimlere ve sentezlere sıkça başvuracağız.

Phillip: Shadows Fall’a katılmadan önce yaklaşık bir yıl Perpetual Doom ile sahneye çıktım. Perpetual Doom’daki elemanlar biraz farklı bir tarz peşindeydi ve ben değildim. Bu yüzden ayrıldım. Böylece bu macera da kısa sürdü. Sonrasında Matt bana gruplarına katılıp katılamayacağımı sordu. Çağrı: All That Remains için herşey The Ben de enstrümanımı aldım ve yaklaşık iki Fall of Ideals albümünden sonra değişti yıl kadar Shadows Fall’da bulundum. diyebiliriz sanırım. Grubun patlama yaptığı albüm dersek yanlış olmaz sanırım değil Çağrı: Shadows Fall ile Somber Eyes to The mi? Bu albümde sonra neler değişti neler Sky’dan sonra ayrılma sebebin neydi? oldu? Phillip: Bana ayrılmam gerektiğini söylediler. Brian grupta kapalı bir kişi olarak adlandırılıyordu ve diğerleri bu durumdan rahatsızdılar. Onlar bu durumu içerlemişlerdi ve bu yüzden grupta değişiklik yapma kararı aldılar. Çağrı: Asıl konuya gelelim artık bence. All That Remains senin yan proje olarak kurduğun bir gruptu. İlk kurduğun günden bugüne kadar neler değişti bunu bizlere ve All That Remains’i hiç bilmeyen okuyucularımıza kısaca anlatabilir misin? Phillip: O günden bugüne çok şey değişti. Bir sürü davulcumuz ve birkaç basçıdan daha fazla eleman geldi geçti.

Phillip: Evet katılıyorum. Bizler bu albüm sonrasında tanınmaya ve insanların dikkatini çekmeye başladık. Bu çalışma All That Remains adına gerçekten iyi sonuçlar doğurdu. Çağrı: Overcome albümünün yapımcılığını Adam Dutkiewicz değil de Jason Suecof yaptı. Neden Adam ile tekrar çalışmadınız? Ayrıca bu albümde Clean vokali daha fazla kullanma sebebin neydi? İtiraf etmek gerekirse The Fall of Ideals albümünü daha çok beğenmiştim. Brutal ve Scream vokallerin arasında Clean vokalin çok iyi duruyordu. Overcome için verilen tepkiler şu ana kadar nasıl? Benimkine benzer bir eleştiri hiç aldınız mı?

Çağrı: All That Remains’in ilk albümü Behind Phillip: Jason da oldukça önemli biri. Biz yine


ilk etapta Adam ile çalışmak üzereydik. Fakat kendisinin Jason’dan çok daha yoğun bir programı var. Bu yüzden Jay ile yola devam ettik. Senin de dediğin gibi birçok insandan ‘The Fall of Ideals’ ın ‘Overcome’ dan daha iyi olduğu yönünde sözler işittim, fakat onların vokaller konusunda herhangi bir farklılık hissettiğine dair bir şey söylenmedi. Nihayetinde ben hep aynı tarzda işimi icra ediyorum.

Çağrı: All That Remins’de Oli dışında hiç kimse tutunamadı bir şekilde grupdan ayrıldı. Grubun kurucusu olarak bu durumu nasıl açıklıyorsun? Phillip: Bu durum bir grup adına gerçekten zordur. Uzunca bir süre evden ayrı kalmanız vb. şeyler sizleri grupta sorumluluk alma konusunda zor


durumda bırakan hususlardan biridir. Aynı zamanda böyle ayrılıklar ilerleyen dönemde yaşamınızı devam ettirebilecek kadar parayı bulmanızı da zorlaştırıyor. Bu yüzden biz de etrafımızda bu işi yaparken gönülden bağlı ve yaptıklarıyla büyüyecek birilerini aradık. Gitaristimiz Mike 7 yıldır çalıyor. Oli de 10 yıldır bu işle meşgul. Bu yüzden kapsama alanımıza girenler sadece basçılar ve davulcular.

çalışmaya başladı mı? Bizi yeni albümde neler bekliyor? Yoksa bunları sormak için çok mu erken? =) Phillip: Bunu konuşmak için biraz erken :D Çağrı: All That Remains’in tarzını biz dinleyiciler Metalcore olarak adlandırıyoruz, ama sizce nedir?

Çağrı: All That Remains yeni albüm için Phillip: Bir metal grubu olduğumuzu



Bana ay rılm grupta k am gerektigni söy ap ve diger alı bir kisi olar lediler. Brian ak adlan ler dırılıyor bu duru i bu durumdan du mu içer r ahatsızd l e m ı degisikl ik yapm islerdi ve bu y lar. Onlar a kararı üzden g rupta aldılar.



düşünüyorum ve bu oldukça yeterli dinleyenler için? bir tanımlama. Phillip: Teşekkür ederim !!! Çağrı: Uzun süreli turneleriniz oluyor şu anda da onlardan birinin içerisindesiniz. Turnelerin sevdiğin Anket: ve sevmediğin taraflarından bahsedebilir misin biraz? Kullandığın ekipman (Marka, Model):Tabii ki kablosuz mikrofon, Phillip: ABD’deki yaz festivallerine Senhiser monitors, ultimate ears bayılıyorum. Warped tour, Ozzfest, monitors. Mayhem hepsi harika bir zamanda Doğum Yerin ver Tarihi:15.4.75 oluyor. Bu işteki en kötü şey ise Holyoke Mass evden çok fazla ayrı kalmak. Favorite Drink: Su Favorite Food: Meksika mutfağı Çağrı: Dünya’daki Metal Müzik En İyi All That Remains Albümü: piyasasının gidişatı hakkında neler Overcome düşünüyorsun? En iyi All That Remains Konseri: İsveç’teki Metaltown Konseri Phillip: Her şey çok çabuk değişiyor All That Remains ile Yaşadığın En ve birbiriyle yarış içinde olan kayıt Unutulmaz Hatıran: Overcome ile şirketlerinin olması insanın iştahını ABD’de Top 20 listesine girdiğimiz açıyor. Bizler, bizimle ilgilenen ve dönem destek veren hayranlara sahip Aynı Sahnede Yer Almayı Düşlediğin olduğumuz için çok şanslıyız. Grup?: Carcass İlk Aldığın Albüm: Metallica And Çağrı: Son zamanlarda beğendiğin Justice For All favorin olan grup(lar) hangileri? Son Aldığın Albüm: KsE self titled Hayat Felsefen: Özgürlük Phillip: Bring Me The Horizon’ı ve herkes içindir ve kişiye Killswitch Engage’i beğeniyorum. indirgenmemelidir... Son zamanlarda gerçekten beğendiğim gruplar bunlar. Röportaj: Çağrı Kaçar Çevirmen: Oktay Ateş Çağrı: Türkiye hakkında neler biliyorsun? Daha önce hiç geldin mi? All That Remains’e Türkiye’den bir konser teklifi hiç geldi mi? Phillip: Hayır, hiç Türkiye’de bulunmadım. En çok Avrupa’nın en güneyine İtalya’ya kadar geldik. Çağrı: Benim soracaklarım bu kadar sorularımı cevapladığın için çok teşekkür ederim. Senin söylemek istediğin başka bir şey var mı, Türkiye’deki All That Remains



AURA NOIR Dünyanın en çirkin grubu Aura Noir, bir zamanlar Norveç’te kendi halinde bir adamın kafasının içinde yatan bir projeydi… Bu adam vaktiyle Dodheimsgard, Ven Buens Ende, Virus, Cadaver Inc, Inferno, Ulver, Satyricon gibi gruplarda yer almış olan Aggressor (Carl Michael Eide)’dan başkası değildi… Aggressor, 1995 senesinde uzun süredir tasarladığı, kendi solo projesi olan Aura Noir’i hayata geçirmeye karar verdi. Grubun isim babası ise yine Aggressor’un bir arkadaşıydı. Aggressor bu “Aura Noir”i ilk duyduğunda kötü gramerinden etkilenerek “Evet tasarladığım Old School tarzına uygun bir isim” diye düşünmüş olmalı… Aggressor uzun süredir içinde dolup taşan sanatsal fikirleri açığa çıkaracak, bunların akıp gitmesini sağlayacak bir mecraya ihtiyaç duymaktaydı… Bu mecranın sonraları kendisini de yutacak olan bir şelaleye dönüşeceğini nereden bilebilirdi ki? Aklından akıp giden fikirlerini de derhal bir demoya kaydederek içindeki üretkenliği tatmin etmek ihtiyacı içerisindeydi… İşte bu dönemde şu an Dodheimsgard, Cadaver Inc, Lamented Souls, Waklevören ve Immortal gibi gruplardan tanıdığımız Apollyon (Ole Jargen Moe)’dan yardım istedi… İkili, derhal bir demo kaydettiler. 1993 senesinde kaydedilen ve hiçbir zaman resmi olarak piyasaya sürülmeyen bu demo dört parçadan oluşuyordu. Demodaki bütün enstrümanlar ve vokaller, grubun ve demonun yaratıcısı Aggressor tarafından gerçekleştirilmişti. Ardından 1994 senesinde derhal ikinci demo girişimi gerçekleştirildi. “Two Voices, One King” adını taşıyan bu demo da ilki gibi hiçbir zaman resmi olarak piyasaya sürülmedi. Bu defa Aggressor’un yanında yer alan Apollyon bu albümdeki parça isimlerinin diğer albümlerdeki parçalarla benzerlik göstermesine bakın ne diyor;

1994 senesinde Aggressor artık ihtiyacı olan materyalleri ve esinlerini toplamış, “Black Metal Attack”e alt yapı oluşturacak ilk ciddi kaydını yapmaya hazırdı… İşte “Dreams Like Deserts” bu esintiler arasında 1995 senesinde kaydedilip Hot Records aracılığıyla piyasaya sürüldü. Albümdeki bütün enstrümanlar yine kafadar ikili Apollyon ve Aggressor tarafından gerçekleştirildi. İşte bu albüm, birçok grubun taklit ederek daha iyisini yapmaya çalıştığı ilk Black-Thrash kayıtlardan biridir… 6 parçadan oluşan “Dreams Like Deserts”, kaydedildiği stüdyoda çalışan bir ses teknisyeni tarafından grubun (yani Aggressor ile Apollyon’un) gizlice içeri alınması sayesinde 4-5 saat içinde beleş ve illegal olarak kayda alındı. Bu albümde Aggressor ve Apollyon davul, gitar, bas ve vokal görevlerini her parçada aralarında bölüşmüşlerdi. Sonrasında zaten bu bölüşme olayı hem canlı performanslarda hem de kayıtlarda grup için bir gelenek haline geldi. Bir sonraki sene, yani 1996’da grup isimlerinin ciddi anlamda duyulmasını sağlayan, piyasaya çıkış albümleri “Black Thrash Attack” ile piyasa üzerinde gerçek anlamda saldırılarına başlamış oldular. İşte bu albüm ismiyle yeni bir tarz dölleyen albümlerden biridir. Venom’un “Black Metal” adlı albümü de bir başka örnektir. Albüm kaydedilip piyasaya sürüldükten sonra Aggressor ve Apollyon gruba bir üçüncü daha ekleme kararı alarak, gitar görevi için Mayhem’dan tanıyacağınız Blasphemer’ı atadılar.

1997 senesinde dünyanın en çirkin grubunu değişik bir çalışmaya imza atarken görüyoruz… Grup, birçok grubun bir araya gelerek oluşturduğu derleme bir albüm olan “The Rape of the Holy Trinity” albümüne ekledikleri iki parça ile gündeme geliyorlar. “Heaven’s on Fire” (Venom cover) ve vokalde Fenriz’in yer aldığı “The Tower of Limbs and Fevers”. Hot “Bu demolar, hiçbir zaman piyasaya sürülmedi Records tarafından piyasaya sürülen bu albüve satılık DEĞİLLER. Şu an nerede olduklarını mün kayıtları Dimmu Borgir’dan tanıyacağınız biz kendimiz bile bilmiyoruz. Bir şey daha Shagrath tarafından gerçekleştirilmiş. söylemek istiyorum… Eğer şarkı isimleri size tanıdık geliyorsa, gelmesin… Onlar aynı şarkılar değil. Sadece şarkı sözleri birbiriyle benzerlik taşıyor.” 1998 senesinde grup yine hazırlıklarını tamamlamış, Voivod ve Celtic Frost gibi Bu iki demoya rağmen Aura Noir’in tarzı gruplarla ufkunu genişletmiş ve önceki hala Aggressor’un kafasındaki gibi tam çalışmalarından daha fazla patlamaya hazır, oturmamıştı. Herhalde Aura Noir’i Black Thrash daha çirkin soundlar elde etmiş bir halde, bir Metal grubuna çevirmeden önce Aggressor’un sonraki albümleri olan “Deep Tracts of Hell” için biraz daha ilhama ihtiyacı vardı. hazır olmuşlardı… Ardından da 1998 senesinde


“Deep Tracts of Hell”in pimini çektiler… Bu defa albüm için Hammerheart firmasını seçen grup, sonradan, röportajda da okuduğunuz üzere daha önceki kayıt firmalarına verdi veriştirdi… Albüm kaydında sadece Aggressor ve Apollyon mevcut. Blasphemer ise o sıralar Mayhem üzerine yoğunlaşmıştı ve yine Mayhem ile birlikte turnede olduğu için arkadaşlarına satış koymuş, onlar da bu albümü onsuz kaydetmek zorunda kalmışlar… Bunun üzerine Aggressor ve Apollyon’un yardımına Audiopain’den tanıyacağınız, dostları Sverre Daehlie koşmuş, “Released Damnation” parçasında gitarıyla kayıtlara eşlik ederek albüme katkıda bulunmuştur. Zaten grubun Blasphemer’dan sonra ikili olarak piyasaya sürdükleri tek albüm de budur. 10 parçalık bu albüm hakkında ilerleyen tarihlerde Apollyon bakın neler söylüyor;

Dünyanın en çirkin grubu, son çalışmasının ardından 3 sene sonra, yani tarihler 2001’i gösterdiğinde “Deep Tracts of Hell” ile “The Merciless” arasında geçici bir albüm olarak grubun eski ve piyasaya sürülmeyen dokuz parça ve demolarını ve bunların alternatif versiyonlarını içeren “Increased Damnation”, Hammerheart Records aracılığıyla piyasaya sürüldü. Albümdeki “Increased Damnation” adlı parça, Apollyon’un dediğine göre, “herşeyini Aggressor’un yaptığı ilk ve hiç piyasaya sürülmemiş olan demo”dan alınmış. Bu albüm sonrasında grup yaklaşık olarak dört koca sene boyunca sessizliğe gömüldü… Taa ki o acıklı olaya kadar…

26 Mart 2005 tarihi grup için bir felaket haberiyle dolu, akıllardan çıkmayacak bir gün “Ulver and Arcturus’tan Garm ve Knut isim- oldu. Biyografinin başından beri canla başla li ses teknisyenleriyle birlikte kaydettik. müzik için uğraşan, müziğe ruhunu veren, Kayıtlar sırasında zil zurna sarhoş olduğumu içine dolan eşsiz ilhamlar sonucu Black/Thrash anımsıyorum. Özellikle “Blood Unity” için vo- karışımı bu tarzın öncüsü haline gelen Aggreskal yaparken… Ayrıca Garm’ın Audio Pain’den sor, işte tam bu tarihte bir binanın 4. Katından Sverre’nin akordeon çalması sebebiyle çılgına aşşağıya düştü (ya da atladı). Bu şüpheli döndüğünü de hatırlıyorum.” olayın nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğine kendisi dahi cevap veremiyor. Ancak bu kötü olay sonucunda aylarca hastanede kaldığı ve çok acı çektiği de bir gerçek. Bu kazadan geriye


Aggressor’un bacaklarındaki kalıcı rahatsızlık sebebiyle davul çalamayacağı gerçeğiyle birlikte bir de Apollyon tarafından yazılan ve Aggressor’un sevenlerine iletilmek üzere grubun resmi websitesinde yayınlanan şu not kalmıştır; “13.04.05 AGGRESSOR Carl Michael’ın durumu gittikçe düzeliyor. Artık bu günlerde uyanıyor fakat bu çok uzun ve duyarlı bir dönem ve muhtemelen onun için hem fiziksel hem de ruhsal olarak oldukça acı verici. Hepimiz gibi, onun da ne olduğundan, başına ne geldiğinden haberi yok… Doktorlar elbette ki onun geleceği ile ilgili sorular sorulduğunda ılımlı cevaplar veriyorlar. Ve elbette ki sözlerinde dürüstler. Kişisel olarak ben uzun süredir bir şey söylememiş olmalarını olumlu bir haber olarak görüyorum. Açıkçası eğer özel bir durum varsa ve eski haline dönme imkânı olmayacaksa doktorların bunu bize şimdiye kadar söylemiş olmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Ailesi destekleriniz için hepinize minnettar. Hadi Aggressor!!! Apollyon”

yle, üzerine bir de Apollyon’un tekrar bir araya gelme kararı alan Immortal’a 2006 senesinde katılmasıyla birlikte eminim benim gibi birçoğunuz Aura Noir’in işinin bittiğini düşünüyordunuz… Ancak tahmin edilenin ötesinde bir dönüş gerçekleştiren grup, bütün olumsuzluklara rağmen ayakta olduklarını vurgularcasına 2008 Ağustos’unda “Hades Rise” ile dimdik geldiler karşımıza… Evet… Yıl 2008… Aylardan Ağustos… Peaceville etiketiyle rafları dolduran “Hades Rise” insanların şaşırmasına neden oluyor… “Aura Noir mi? Yeniden mi???” Evet… “The Merciless” ile muazzam bir başarıya imza atan – kendi deyimleriyle- dünyanın en çirkin grubu, “Hades Rise” ile yükselişlerini duyurarak önlerindeki bütün engellere rağmen yükselmeye devam ediyor! 2005 senesinde piyasaya sürülen “The Merciless”ten daha agresif ve daha orijinal bir sound yakalamanız mümkün olan bu albümü hala dinlemediyseniz, yapılan birçok kritiğe bakarak, “Hades Rise”ı en kısa zamanda edinmenizde fayda olduğunu söyleyebilirim.

Ayrıca geçtiğimiz günlerde yaptığımız röportajdan hatırlayacağınız üzere sürüp giden konserlerin yanı sıra, bir sonraki albümlerinin hazırlıklarına da başladıklarını bildiren grup, Daha önce de bahsettiğim gibi, bu olay önc- ilk üç şarkılarının çoktan hazır olduğunu ve esinde dört yıldan uzun bir süredir Aura Noir’in bir sonraki albümleri için çok fazla beklesesi soluğu çıkmıyordu. Kaza sonrasında bir memiz gerekmeyeceğini, sonraki albümün şekilde kendisini toparlayan grup, nihayet 2010 başlarında çıkacağını tahmin ettiklerini bir başka albüm çalışmasına sessiz sakin bir söylediler. Bir sonraki albümü dehşet içinde şekilde başlamış, sessizliklerinin ardından beklerken, dünyanın en çirkin kadrosuna bir bir fırtına gibi patlayan “The Merciless”i göz atalım; yaratmışlardı… Söz konusu 3. Uzun soluklu albümlerini yeni kurulan ve grubun da ilk defa birlikte çalışacağı Tyrant Syndicate/ Peaceville’den çıkardılar... Bu albüm piyasaya bomba gibi düşerek insanların takdirine Kadro: mazhar olmuştu olmasına, ama bir de bakın Aggressor (Carl Michael Elde) - davul, bass, Apollyon bu albüm kayıtları ile ilgili olarak ne gitar ve vokal diyor; Apollyon (Ole Jargen Moe) - davul, bass, gitar and vokal “Albümün kaydı için 6 aylık bir süreçte Blasphemer (Rune Eriksen) - gitar 66 saat gibi bir zaman harcadık. Tesadüf mü? O sıralar ‘The Merciless’ için ritim gitarların kaydındaydım ve stüdyo çok Hazırlayan: Ece T. Saka soğuk olduğu için ‘Hell’s Fire’ın açılış rifflerini düzgün çalamıyordum. Bu sayede albümde duyduğunuz şekilde kaydettik. Sıfırın altındaki hava koşulları altında dostane riffler… Zaten albümdeki herşey de benzer koşullar altında kaydedilmiştir.” “The Merciless”ın büyük başarısının ardından tekrar uzun süreli bir sessizliğe gömülmeleri-



DRAGONSFIRE

fazlasını da yani damarlarında heavy metali barındıran dört müzisyeni de getirdi.

İki gitarı, bir bası, vokalleri ve bir davulu mevcudunda bulundurarak geleneksel bir dörtlü olan bu South-Hesse’li grup True, Speed, Power ve melodik metal etkileşiminde heavy metal icraat etmektedir. Basın onları, Iced Earth, Grave Digger, Metallica, Iron Maiden ve Manowar kategorisinde değerlendirmektedir. Bu tür metalden hoşnut bir dinleyiciysen DRAGONSFIRE’ı yüksek sound kalitesi ve eğlencesiyle sahnelerde takip etmen tavsiye edilmektedir.

2.yıl: 2006 yılının başı kendini ‘Burning for Metal’ EP’si için yapılmış kritiklerle gösterdi. Farklı dergilerde yer alan bu 20 kritik grubu CD oluşturmak yolunda olumlu geri dönütlerle destekledi. EP ile ilgili görüşler oldukça tanınmış Alman dergileri olan ‘METAL HAMMER’ ve ‘HEAVY’de de yer aldı.

Grup rhein-main-area sınırları dışında da ismini oldukça iyi duyurmayı başarmış bir oluşumdur. Kendileriyle ilgili birçok bilgiyi çeşitli fanzin ve dergilerden okumak mümkün. ‘Sınır tanımayan’ olarak nitelenen Dragonsfire’a kendi cephemizden mümkün olan en yakın açıdan göz atalım!

2006 yılı Dragonsfire için uzun yolların göründüğü bir dönem oldu. Rhein-MainArea’dan ayrılıp İsviçre ve Rhur-Area’da sahne alındı. Bu sene içerisinde Annihilator’ı destekleyen bir konser için Dragonsfire kadrosuna yer verildi yalnız sene içerisindeki Annihilator konser iptalleri akabinde bu çalışma gerçekleşemedi.

1.yılı: heavy metal grubu olan Dragonsfire 2005 yılının ilk yeni günü 1 Ocakta RheinMain-Area’da vokal ve basgitar Torsten Thassilo Herbert, gitaristler Matthias Bludau, Thorsten Brand ve davulcu Jan Müller tarafından kurulmuştur. Yeni bir oluşumun bu dört müzisyeni her daim birlikte performans sergileyerek konseptlerini geliştirmek adına çalışmaya başlamışlardır. Mart 2005 tarihinde grup kadroya bir beşlinin gelmesi gerektiği kararını vermiştir. Böylelikle Peter Kalabis kadroda frontman pozisyonuna geçmiştir. 2005 yılında grup 100 dakikadan fazla çalma süreciyle sahnelerde yer alıp 15 gecede performans sergilemeyi ve yanı sıra birkaç röportaj gerçekleştirmeyi başarmıştır. Konserler, olumlu etkileşimler ve ayrıca Batschkapp, Frankfurt ya da the Goldene Krone, Darmstadt gibi merkezi yerlerde tanınmışlığı da beraberinde getirdi. Sonuç olarak, Dragonsfire Rhein-Main-Area’da gittikçe daha tanınır kıvama gelmeyi başardı. 2005 Temmuzundan Eylüle kadar “Kohlekeller Stüdyosunda” zaman geçiren grup toplam kayıt süresi 27 dk. olan bir EP çalışmasını profesyonel bir ekiple gerçekleştirdi. “BURNING FOR METAL” isimli bu EP müzikal bant kaydı hakkında sizlere genel bir açıklama sunmanın yanında daha

2006 Haziranında grup, vokal Peter ile yollarını ayırdı. Vokal pozisyonu tekrardan Thassilo tarafından ele alındı.

3.yıl: 2007 yılında grup daha gelişmiş sahnelerde yer aldı. Wizard, Dezperados ve Rebellion destek konserleri gibi. Ocak ayından nisana kadarki süre zarfında kadro dâhiline Kathi Heßler adında bir bayan vokal katıldı. Fakat birkaç ay sonrasında grup, kadronun tek gerçek sesi olan Thassilo ile birlikte devam etme kararı aldı. Nisan sonunda Thorsten Brand sağlık problemleri dolayısıyla gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Yerine bir haftalık beraberlik sonrasında Dragonsfire ile sahne alan gitarist Timo Rauscher geçti. Geçerli kadro: Thassilo Herbert – Vokal & Bas Matthias Bludau – Gitar Timo Rauscher – Gitar Jan Müller – Davul Diskografi 2005 – Burning for Metal [Demo] 2008 – Visions of Fire Hazırlayan: Ebru Ekşi


Hazırlayan: Ebru EKŞİ Fotoğraf & Model: Ebru EKŞİ, Mehmet EKŞİ, Güven CEYLAN Ekler: Naer Mataron – Ümit Gündoğdu Aegnor – Ordog – Ümit Gündoğdu Bahadır Uludağlar – Güven Ceylan Nocturnal Depression – Ebru Ekşi Satanized (Deava) – Güven Ceylan


CORPSE PAINT IS ONLY A MAKE-UP, IS NOT MUCH MORE! Corpse paint? Belki sadece sahne aksesuarı adına black/dark metal icraatçıları tarafınca soundun canlı performans libidosunu yükseltici etkisiyle amaçsızca yüzlerde uygulandığını gördüğümüz sıradan bir MAKYAJ, corpse paint? Kabilelerin ibadetine karşı Tanrı’nın hoşnutsuzluğunu taşıyan Şeytanın bir canlı ibaresi belki de! Kimlik saklamak mı? Eskiden denilebilirdi! Ama şimdi sadece belki de? Kimin neden, hangi kökenlere dayanılan bir inançtan ya da inançsızlıktan bu MAKYAJ, KAMUFULAJ, İKİNCİL BENLİK amaçlarına aitliği verilmiş uygulamanın bu yönünü giriş mahiyetinde bırakıp tartışmaya mahal vermeden 30dakikalık bir işlem sırası ve sonrasına geçmenin ilk adım hazırlıklarıyla yazıyoruz. -‘Oturun!’ -‘Saçınızı azcık toplayın!’ -‘Evet, başlıyoruz.’ Corpse paint yapımının teoriğini ve de fotoğraflarla karelediğimiz aşamaların her biriyle uygulamasını da öncelikli sırada sunarak görsel bir keyifle yazıya akış hızı katacağız. Corpse paint nasıl uygulanır? Aşamaları 1- Yüze ince beyaz bir tabaka uygulanarak başlanılır. Yüzünüze ten renginizin görünmesini engelleyecek kadar beyaz bir tabaka oluşturun. Yalnız beyaz katmanın aşırıya kaçılması işlem sonucunda sizi bir geyşa ya da palyaçoya benzetebilir! Genelde boyun ve çene altını da makyaj dâhilinde tutmak iyi bir fikir olarak görülür. Tabiî ki istediğiniz bir maske ve tortular içindeki bir yüz ifadesinden çok uzaksa!


2-Koyu mavi/mor/siyah renkte serbest sitilde göz etrafı gölgelendirilir. Kaşınız ve kirpiklerinizi dâhil edecek şekilde göz üstünüzün tamamını belirtilen renklerde boyayın ve aynı uygulamayla gözaltınızı da renklendirin ya da siyahla karartın. Seçim sizin!


3-Göz kalemiyle geniş bir katman ile göz etrafınızı belirginleştirin. Bu uygulama ile gözünüzü ve kaşlarınızın doğal yapısı daha da belirgileşmiş olacaktır.

4-Son olarak; isteğe bağlı denilse de çoğu grubun bu uygulamayı da makyajlarına kattığına aşikârız. Dudakların siyah boya ile şekillendirilmesi. Bu uygulama ile dudaklarınızı koyu mor ya da daha açık renklerle boyayabilirsiniz.


Yukarda sıraladığımız dört aşama kabul etmem gerekir ki ortaya çıkan şeyin fazlasıyla sıradan kılınmasına yetecek gibi. Lakin aşamaların denenmesinin sonucunda ortaya çıkan karelerin (ki makyajın hangi elden çıktığı da bir o kadar önemlidir bu koşulda) yeterli bir corpse paint oluşumunu kanıtladığı fikrindeyiz… Bu makyaj uygulamasında yapmanız gereken aşamaların hassasiyeti yanı sıra yanlış yapıp ta benzemeyi istediğinizin dışındakilere benzememiz için ya da yaptığınızın en iyi sonuçlarını alabilmeniz için birkaç altın kuralı da sizler için ekliyoruz. İpuçları Tüm vücudun makyajlanması imkânsız kılınmış olduğundan çoğu black metal fanı/müzisyeni yüzlerini boyamakla yetiniyorlar. Bunların yanı sıra vücudun her karesinin makyaja sokulmasıyla üç saatini kaybederek sahne önünde farklı yollarla bir eğlence yaşatma isteğinin de pek black metal konseptine uygun düşmeyeceği de göz önünde. Bu nedenle genellikle yüz, boyun ve bazen kollar makyaj dâhiline katılıyor. Geniş bölge boyamalarında araç olarak sünger kullanmak kolaylık sağlayıcı bir unsur olabilir. Detay isteyen klan kısımları boyamakta ise ince/yumuşak uçlu bir göz kalemi kullanmanız ya da parmaklarınızla bu işin üstesinden gelmeniz makuldür. Yüze uygulanmış (ki kollar ve boyunda da bu durumun bahsi edilebilinir) beyaz katmanın eriyip kısa sürede yok olmaması ya da diğer renklerle karışıp yapılanın performans ortasında bir hiçe dönüşmesi için beyaz boyanın üzerine pudra ile destek sağlayın! Daha sonrasında gözlerinizi boyayabilirsiniz. Neyi, nasıl yapacağınız konusunda bir fikir sahibi olamamış veyahut çelişkide kalmışsanız King Diamond, Behemoth, Immortal, Dimmu Borgir v.b. diğer grupların profesyonel makyajlarını feyiz alabilirsiniz (esinlenmek adına). Göz etrafınıza düz sayılır çizgiler çekmekte sorun yaşıyorsanız öncesinde boyanacak alanı kalemle çevreleyin. Sahne ve pit alanında havanın aşırı ısınması durumda suya dayanıklı makyaj malzemesi kullanmak ve komplike dizaynlardan kaçınmak sizleri sıkıntılı durumlardan korur. Aksi takdirde birkaç saat sonrasında tazelemeye fırsat bulamadığınız makyajınız terden ötürü akıp kötü bir görünüme sahip olmanıza neden olur. Bunların dışında eklememiz gereken uygulamada kullanılan malzemeler hakkında. Corpse paint benzeri teatral makyaj yapımında kullanılacak malzemelerini (profesyonel yapımlarda) teatral makyaj yapımdaki yabancı/yerel departmanlarından temin edebilirsiniz. Konunun hâkimlerinden Immortal, Kryolan SUPRACOLOR ürünlerinden (krem ya da yağ bazlı) boyalardan kullanmaktadır; lakin bunlar ücreti pahalıya mal olanlardandır. Carach Angren ise özel bir malzeme gerekliliğini görmediklerinden genel tüm makyajlarda kullanılana benzer ürünlerle bu işi hallettikleri cevabını aldık (fondöten, pudra koyu renk göz kalemleri v.b.) Ayrıca akrilik boya (su bazlı vücuda uygulanabilirlerle) yardımıyla da makyajınızı rahatlıkla uygulayabilir ve de sonrasında arındırabilirsiniz/ pek kolay olmasa da. İşin sadece eğlencesindeyseniz daha makul boyalarla da bu işi kotarabilirsiniz. Misal bizler! Daha ucuza boyaları kırtasiyelerden bulabilirsiniz. Yapımı ve makyajdan ibaret görünen dışsal konusuyla corpse paint için söyleyip uygulayabildiğimiz bizler açısından bu kadar diyerek sözü işin maneviyatı ve karanlık tarafıyla ilgilen şahsiyetlere; değerli grup elemanlarına bırakıyoruz. IS MUCH MORE FOR US! Konu hakkında sorduk ve karşılığında bazen ufak kendini özetler bazen detaylı röportaj tadında cevaplar edindik. Kimler corpse paint için neler söyledi; işte karşınızda!



NOCTURNAL DEPRESSION (Fr) Makyajı kendiniz mi uyguluyorsunuz? Yoksa bu işi üstelenmiş birinin varlığından söz edebilir misiniz? N.D kadrosunda her eleman kendi makyajını kendi uygulamaktadır. Bunun için ekstra bir eleman kullanmamız hem istediğimizi tam anlamıyla yansıtamaz hem de ekstraya girer. Peki; corpse paint sadece bir makyaj mı yoksa sizler; dark/black camiası; için bir anlam teşkil ediyor mu? Sadece bir makyaj değil! Zihnimizin derinliklerinde yatan başka bir kimliğimizin dışa vurumudur. Bizleri ve diğer kişileri sona sürükleyen bu diğer benlik gerçek azabı yaşatıyor.


Naer Mataron - Kaiadas Sizce Corpse Paintin anlamı, avantajları ve dezavantajları nedir? Birçok antik halk corpse painti ritüel ayinlerinde ya da savaş yolu sırasında kullanmışlardır ve bütün bunlar da Black Metal imajı için oldukça iyidir. Corpse Paint sizce neyi temsil ediyor? Ezoterik dünyamın yansımasıdır. Corpse Paint sadece bir sahne görüntüsü mü yoksa Black Metal’in gereksinimlerinden biri mi? Naer Mataron için önemli olan Black Metal’in gereksinimleridir. Ölsün hainler! Gerçekten iyi Corpse Paint yaptığını düşündüğünüz gruplar veya kişiler kimler? Öncelikle KISS, King Diamond ve Death SS.’in Corpse Paintlerini beğeniyorum. İlk ne zaman, hangi gösteri veya çalışma icin Corpse Paint yaptınız? 1991 senesinde kendi home-stüdyomda kişisel demomu kaydederken yapmıştım. Çok eski ve çok soğuk… Corpse Paint ile ilgili herhangi bir aniniz var mı? Varsa bir tanesini paylaşmak ister misiniz? Evet, annemin Corpse Paintli halimi ilk görüşünü hatırlıyorum… Ölü makyajım çok gerçekçiydi! Ve sizin bu konuda eklemek istedikleriniz nelerdir? EZ – ÖLDÜR ve YOK ET!


SatanizeD – Daeva Sizce Corpse Paintin anlamı, avantajları ve dezavantajları nedir? Corpse paint her şeyden önce bir maskedir. Maskeler insanların kimliklerini gizlerler. Black Metal gerçek anlamda din karşıtı / şeytani / eleştirel bir müziktir. Bu noktada black metal icra eden kişiler tehdit altında bulunabilirler ve bu yüzden kimliklerini gizlemek zorunda kalabilirler. Zamanında Mayhem, Darkthrone, Satyricon v.s. gruplar bunları kullanmıştır zamanla bu bir gelenek / kült haline gelmiştir. Şu zamanlarda ise neredeyse bir imaj durumuna düşmüştür yani özünden kopmuştur. Avrupa da ilk black metal gruplarının bunu yapması normaldi ama şimdi yapmalarındaki tek gerekçenin black metal kült’e bağlılıklarının simgelenmesi olarak geliştiğini düşünmekteyim. Fakat yaşadığımız topraklar ve Müslümanların yaşadığı her ülkede black metal gruplarının kimliklerini hala gizlemeleri gerektiği kanısındayım (anti – Religion / anti – Müslim felsefesi taşıyan grupları kastediyorum) çünkü Müslümanlar Hıristiyanlardan daha saldırgan örnek vermeye gerek yok ufak bir internet araştırması ile sonuçlara ulaşabilirsiniz. Eğer kimliklerinizi gizlemez ve kitlelere mesajınızı doğru iletirseniz Melechesh gibi bu sözünü ettiğim black metal grupları da ülkesini terk etmek zorunda kalabilir veya tehdit altında yaşamaya devam ederler veya öldürülebilir / sakat bırakılabilir /darp edilebilirler. Dolayısı ile corpse paint in gerekli olduğuna inanıyorum. İskandinavya artık bu olayları aştı binlerce şarkı bulabilirsiniz Hıristiyanlığın sülalesine tecavüz eder;ama hiçbir tepki almazlar fakat bu ülkede bu olaylar henüz başlıyor… Corpse Paint sizce neyi temsil ediyor? Corpse paint adından da anlaşılacağı gibi ölü insanı temsil ediyor aynı zamanda çürümüşlüğü ve yok oluşu da simgelemektedir. Geçmiş zamanlarda paganlar yaptıkları savaşlarda war paint kullanırlardı bu da corpse paint e benzeyen fakat daha düzgün hatlara sahip bir maske çeşidi idi şimdilerde pagan grupları ise sadece kamuflaja benzer boyalar kullanıyorlar bunlarda savaş boyasıdır. Corpse Paint sadece bir sahne görüntüsü mü yoksa Black Metal’in gereksinimlerinden biri mi? Bunu ilk soruda cevapladım. Gerçekten iyi Corpse Paint yaptığını düşündüğünüz gruplar veya kişiler kimler? Bunu cevaplamak çok güç ama corpse paint standart olmalıdır bence her sahnede aynı olmalıdır diye düşünüyorum bu konuda en başarılı isim Immortal bence aynı şekilde ikinci dalga black metal grupları da bunu önemsiyordu. Bunun yanı sıra Enthroned, Aeba’yı da bu konuda beğeniyorum. İlk ne zaman, hangi gösteri veya çalışma icin Corpse Paint yaptınız? İlk olarak 2002 de bir grubumun promo fotoğrafları için yapmıştım. Corpse Paint ile ilgili herhangi bir aniniz var mı? Varsa bir tanesini paylaşmak ister misiniz? Bir konser öncesinde konser salonunun lavabosunda corpse paint yapmıştık ve tam çıkışta iki motor da bayanlar tuvaletinden çıkıyorlardı baya bir korkmuşlardı bizleri o şekilde görünce şimdilik aklıma gelen yalnızca bu. Ve sizin bu konuda eklemek istedikleriniz nelerdir? Ülkemizdeki gruplar çok yanlış boyalarla yapıyorlar bu işi daha araştırmacı olmalılar. Görüşlerim yalnızca benim fikirlerimi yansıtmaktadır. Bunu belirtmek isterim.


Aegnor - Ordog Sizce Corpse Paintin anlamı, avantajları ve dezavantajları nedir? Corpse paint black metal yaratıldığında sahnede ve bu müziği yapanların tanınmaması için yapılan bir makyajdı daha sonra black metalle özleşti. Eskiden Norveç ve İsveç’te yerel savaş makyajı olarak ta kullanılıyordu ve black metalin doğduğu topraklarda bu makyajı kullanmaya başladı. Dezavantajı, günümüzde insanlar ön yargıyla bakıyor hala bu müziğe ve corpse painte Avantajı ise saymakla bitmez:) Corpse Paint sizce neyi temsil ediyor? Karanlığı, kötülüğü ve günahı temsil ediyor bence. Corpse Paint sadece bir sahne görüntüsü mü yoksa Black Metal’in gereksinimlerinden biri mi? Bence corpse paint sahne görüntüsü değil ve olmamalıdır da black metalle özleşen ve bütünleşen bir öğedir. Ama tabi ki corpse paint yapmayan black metal grupları da bayağı var. Gerçekten iyi Corpse Paint yaptığını düşündüğünüz gruplar veya kişiler kimler? Shagrath, Abbath, Gaahl, King, Nattefrost... İlk ne zaman, hangi gösteri veya çalışma icin Corpse Paint yaptınız? İlk ve tek olarak 2008 kışında promo çekimler için corpse paint yaptık ama içimize sinmediği ve beğenmediğimiz için kullanmadık ama ilerde belki tekrar corpse paint yapabiliriz... Corpse Paint ile ilgili herhangi bir aniniz var mı? Varsa bir tanesini paylaşmak ister misiniz? Çekimler sırasında makyajı yaparken ve sonrasında temizlerken çok eğlenmiştik:) Ve sizin bu konuda eklemek istedikleriniz nelerdir? Corpse paint bence bir kültürdür sıradan bir makyaj değildir öyle bilinmesini istemem.


BAHADIR ULUDAĞLAR Sizce Corpse Painttin anlamı, avantajları ve dezavantajları nedir? — Corpse Paint black metal’de bir sahne duruşu, imajı ve görsel bir şov unsuru olmanın dışında bana göre içimizde gizlediğimiz 2. Kişiliğimizin, ruhumuzun suratıdır. O genelde çirkin, korkunçtur ve bastırılmıştır. Ancak bazı zamanlarda gösterilebilir ve sahnede bunun içindir. En büyük avantajı tabiî ki eskimeyen ve çok ekstreme bir sahne duruşu olmasıdır. Bu izleyici kitlesi açısından her zaman ilgi uyandıran bir imajdır ve standart sahne görüntüsünden çok daha cezbecidir. Dezavantajı ise bunun esasen bir sahne şovu olduğunu unutup farklı anlamlar yükleyen insanların işin mistik ve enteresan olma noktasından ti ye alabilecek-çekebilecek düzeye gelmesidir. Corpse Paint sizce neyi temsil ediyor? —Anlamını açıklarken temsil ettiği şeyi de söylediğimi düşünüyorum. Bastırılmış 2.kimlik... Corpse Paint sadece bir sahne görüntüsü mü yoksa Black Metal’in gereksinimlerinden biri mi? - Her ikisi de. Bastırılmış 2.kimlik çirkin ve korkunçtur demiştim. Black metal’de böyledir esasen. Yapılırsa bütünleyebilir fakat ille de yapılmak zorunda değildir. Black metal müziğinin ifade şekilleri çoktur bana göre. Gerçekten iyi Corpse Paint yaptığını düşündüğünüz gruplar veya kişiler kimler? — Dimmu Borgir bu konuda iyi. Daha Old School düşünürsek bu konuda, dünya genelinde tanınmış, tanınmamış yüzlerce grup var iyi düzeyde. İlk ne zaman, hangi gösteri veya çalışma icin Corpse Paint yaptınız? — Hmmm. Bir zaman tüneli sorusu. İlk kez eski grubum Infected’ın “The Lost Loser in Dreams” ep’si için Promo fotoları çektirdiğimiz gün yapmıştım sanırım. Corpse Paint ile ilgili herhangi bir anınız var mı? Varsa bir tanesini paylaşmak ister misiniz? — 1999’da malum olayların olduğu dönemde TV’lerde her gün, her saat tanıdık yüzler ve olaylara rastlamak mümkündü. Bir akşam işten eve gelmiştim ve TV’yi açtım. Şansa Show TV çıktı ve ana haber bülteninde Reha Muhtar bir şeyler anlatıyordu konularla ilgili. Ekranı tam kapatacak şekilde benim corpse paintli bir fotomu koydular:D sadece baş kısmını... Hahaha. Epey komikti. Ve sizin bu konuda eklemek istedikleriniz nelerdir? — Her şeyi kararında ve olduğundan fazla anlamlar yüklemeden yapmak iyidir;)


Dagor Dagorath - Vorog Sizce Corpse Paintin anlamı, avantajları ve dezavantajları nedir? Vorog: Corpse Paint, pantolon ve botlar gibi grubun sahne imajının bir parçasıdır. Size dinleyiciler ve atmosfer üzerinde güçlü bir etki yaratma imkânı sağlar. En büyük dezavantajı ise gösteri sonrasında yüzünüzden çıkarmaktır. Corpse Paint sizce neyi temsil ediyor? Vorog: Benim için kişiliğimin farklı yanları ile bağlantı kurmamı ve performansım boyunca aynı ruh halini korumamı sağlayan bir maskedir. Corpse Paint sadece bir sahne görüntüsü mu yoksa Black Metal’in gereksinimlerinden biri mi? Vorog: İmaj her zaman için BM’in önemli bir parçasıdır. Siz burada “imaj”ı olumsuz anlamıyla kullanıyorsunuz ve bu bana göre yanlıştır çünkü BM’in görsel – sanatsal parçası da oldukça önemlidir çünkü ideolojinizi ifade etmenizi sağlar ve güç kaynağı olarak da kullanılabilir. Gerçekten iyi Corpse Paint yaptığını düşündüğünüz gruplar veya kişiler kimler?

Vorog: Kişisel olarak Behemoth’un Corpse Paintini beğeniyorum, gerçekten çok güçlü bir görünümleri var. İlk ne zaman, hangi gösteri veya çalışma için Corpse Paint yaptınız? Vorog: Grubun ilk kurulduğu andan beri kullanıyoruz. Herhalde CP’i daha ilk gösterimizde kullanmışızdır. Corpse Paint ile ilgili herhangi bir aniniz var mı? Varsa bir tanesini paylaşmak ister misiniz? Vorog: Evet… İlk gösterimizde akrilik boya kullanmıştık ve çıkarması çok zordu… hehehe… Ve sizin bu konuda eklemek istedikleriniz nelerdir? Vorog: Sanırım Corpse Paint BM için çok önemlidir ancak hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. BM de ilk zamanlardan beri çok gelişti, Corpse Paint de…



EPISODE 13 Episode 13, 2001 yılının Haziran ayında Ozan, Murat ve Can tarafından kurulmuş bir Black Metal grubudur. Grup kurulduğu günden bu yana sadece kendi beste çalışmalarına yönelmiş olup bu süre içinde sürekli gelişim gösteren tarzlarıyla da kendilerine özgü bir şekil almışlardır. İki parçadan oluşan ilk demo CD “Expected Damnation” Haziran 2003 de yayımlanmıştır. Sınırlı sayıda basılan ve amacına ulaşan bu çalışmadan sonra 2003 Eylülde Stüdyo Midas’ın Kulaklığı’nda (Ankara) yaklaşık 3 aylık kayıt sürecine sahip 8 parçadan oluşan debut albüm “Tabula Rasa” kayda alınmıştır. Albüm kaydının tamamlanmasından sonra Episode 13, Sadistic Spell ile bir Split CD hazırlamıştır ve bu CD’de her iki grubun da albümlerinden üçer şarkı bulunmaktadır. Tanıtım amaçlı olarak sadece konserlerde satılan bu CD takip eden süreçte grubun yer aldığı organizasyonlarda dinleyiciye sunulmuş ve kısa süre içinde tüketilmiştir. EP ile yavaş yavaş dinleyici kitlesini oluşturmaya başlayan grup özellikle “Forlorn... Till Dawn” adlı parçasıyla yerli ve yabancı birçok radyo kanalında, toplama CD ve internet tabanlı yayınlarda çok fazla ilgi görmüş ve başarılı yurtiçi konser performanslarıyla geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Bunun sonucunda Episode 13 artık yerli piyasada en çok tanınan ve konuşulan gruplar arasına girmiş ve sağlam bir fan kitlesine sahip olmuştur. Uzun süren albüm bekleyişleri ise Mayıs 2005’te son bularak ilk albüm Tabula Rasa, DJ Club Records etiketiyle piyasaya sürülmüştür. Dağıtımı için Atlantis Müzik ile anlaşılan albüm; başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Eskişehir ve Bursa’daki rock&metal müzik marketlerde satışa sunulmuştur. Ciddi bir yurt içi /yurt dışı satış grafiği yakalayan albümün önemli yayın organlarından (Legacy, Terrorizer vb.) aldığı olumlu kritikler ve başarılı geçen Rusya turu grubun uluslararası alanda da tanınmasını ve dikkatleri üzerine çekmesini sağlamıştır. Tabula Rasa sonrası dönemini yoğun konser trafiğiyle pekiştiren Episode 13, önemli kadro değişimleri ile birlikte ikinci albümleri Pitch Black’ i vokalde Tolgahan ve basgitarda Sermet’le kaydetti. Raven Records etiketiyle 2008 Eylül ayında piyasaya sürülecek albüm öncesi Ozan’ın gruba tekrar dönmesiyle kurucu üçlü tekrar bir araya gelmiş oldu. Şuan 3. albüm çalışmalarına hız vermiş durumda olan grup, yurtiçi ve yurt dışı konserlerine devam edecektir. Propaganda her zamankinden daha tehditkâr geliyor... Episode 13’in yer aldığı bazı önemli organizasyonlar: 2009 - Ünirock Open Air Festival, İstanbul (w/Amon Amarth, Paradise Lost, Kreator...) 2009 - Inferno Festival, Oslo, Norveç 2008 - Ukraine Metal Head Missions Festival @ Crimea/Evpatoria (w/ Gorgoroth, Samael, Moonspell, Cynic... ) 2007 - Russia Tour @ Nizhniy Novgorod ( Headliner ) 2007 - Russia Tour @ Moscow ( Headliner ) 2007 - Summer Rocks Open Air (w/ Moonspell, UDO...) 2007 - Hürock Fest 3 (w/ Rotting Christ, Orphaned Land...) 2006 - Vader Turkey Tour @ İstanbul (Main Support) 2005 - Marduk Turkey Tour @ İstanbul (Main Support) 2005 – Marduk Turkey Tour @ Ankara (Main Support) 2005 – Rock Republic Festival (w/ Slayer, Overkill, In Flames, Doro, Sick Of It All, To/ Die/For…) 2004 – Zoo Festival III (w/ Agathodaimon & Lacrimas Profundere...)




HAZIRLAYAN VE FOTOĞRAFLAR: GÜVEN CEYLAN


UNIROCK FESTİVAL KRİTİĞİ (17-19 Temmuz/İstanbul) 2009 yılının en iyi festivaline hoş geldiniz.

olarak her ne kadar sadece Oğuz ve Nalan, grubu götürse de hatasız çalmayı grupça başardırlar. Bass gitardaki Sayın Serhat Duran hiç yerinden kıpırdamadı :D o da çok ilgimi çekti:)

17 Temmuz Cuma

Ve sahnede Soul Sacrifice! Blind çalmadı şok oldum çalsalardı yıkacaktım sahneyi; ama çalmadılar. Yeni albümden çaldılar bol bol. Sanırım yeni albüm çok sağlam olacak! Bunu her hali ile belli ediyor. Parçaları hatırlamıyorum; ama çok güzeldi. Maksim fazla delilik yapmadı, Fevzi sürekli gitara bakıyor; ama yinede gruba uyum sağlıyor… Özgür her zamanki gibi sahnenin şeyine koydu yine… Tam bir frontman kişiliği var bu adamda, sahneye mükemmel hâkim. Tam ışık süper oldu, karanlık oldu derken fotoğraf çekme iznimiz bittiğinden bizi sahneden çıkardılar. Onun için Soul Sacrifice da fotoğraflar biraz karışık, tam ışığın çok kötü olduğu zamana denk geldiler.

Sabahın ilk ışıkları ile İstanbul’a doğru yola koyuldum. Uzun bir yolun ardından İstanbul’da sevgilimle buluşup festival saatine kadar güzel bir taksim turu yaptık. O sıcakta o bavul ile Maçka’ya doğru yürürken sıcaktan bayılacağımı sandım. Kapıya geldiğimde Sevgili Kopuk Bey isimleri vermediğinden ötürü 1 saat kadar kapıda beklemek zorunda kaldım, Allahtan değerli organizatör Adil Akbay oralardaydı da içeri girebildim :D Çadırı kur; yerleştir derken ilk grubun sonuna yetiştim. Fotoğraflardan da anlaşıldığı gibi (ilk grubun maalesef hiç fotoğrafı yok)! İlk grubumuz İstanbul’dan And I Exist sahnedeydi. Sonuna yetiştiğim için pek fazla izleyemedim. Yeni bir grup ve Headbang sayesinde sahne aldılar, bu onlar için büyük bir şanstı. Böyle bir festivalde böyle bir sahnede yer almak her gruba nasip olmaz. Sıcak dolayısıyla sahne önünde fazla insan bulunmasa da performansları kötü sayılmazdı. Undertakers yine her zamanki gibi sahnenin tozunu attırdı. Sahne performansları izlenmeye değerdi genelde sahnenin önünde fotoğraf çektiğim için pek dikkatli izleyemesem de çekmediğim zamanlarda pür dikkat kesildim. Arsen’in seyirciyi coşturması, yere atlayıp seyirciyle iç içe olması… Adam kendisini o kadar kaptırıyor ki mikrofonu kafasına vurduğunda kafası kanadı. Bilmiyorum bunu gören oldu mu? Umarım yine bir yerlerde izleriz. Pickpocket festivalin beklide en değişik tarz olarak grubuydu. Festival içinde dolaştığım sıralarda gördüğümse grubun pek sevilmediğiydi. Belki tip olarak belki de tarz olarak bu böyle algılandı; ama bence kendi tarzlarında iyilerdi ve sahnede de bunun hakkını verdiler. Önyargısız izleyenler bunu görmüştür. Rampage 20. yılın şerefine İzmir’den gelip sahne aldı. Pek tarzım olmasa da Türkiye’de heavy metal’i en iyi icra eden grupların başında geliyor. 12 yıl ara vermesine karşın sahnede yeterince sağlamdılar diyebilirim. Magilum kesinlikle muhteşemdi. Hele Oğuz’un öksd’yi söylemsi olayı bitirdi. Şov

Sırada günün headlinerı Arch Enemy! Sahne önüne hiç çıkamadık çekim yapmak için direk seyircinin önündeki bariyerlerin içinde küçücük bir alan vardı oraya sokulduk ve oradan çekim yaptık oda 2 şarkılıktı zaten. Her ne kadar böyle kötü bir durumda çekmiş olsak ta sağ olsunlar çektiğim fotoğrafları myspace sayfasında bana teşekkür ederek ve İstanbul’a övgülerini anlatarak yayınladılar. Sağlam bir performans Angela yerinde durmuyor sahnenin hakkını veriyordu. Tüm grup ‘işte sahne şovu budur’ dedirten cinsten çaldılar, kesinlikle izlenmesi gerekirdi. Michael Amott’un tek başına yaptığı Intermezzo Liberté solosu tüylerimi diken diken etti. Kimisi beğenmemiş, halt etsinler. O anda fotoğraf çekemedim; ama o mavi ışıkta önden çekmeyi isterdim. Olmadı, bir daha ki sefere umarım. İlk günün yorgunluğuyla sahne arkasına bile gitmeyi akıl etmeden direk uyumuşum. İkinci gün, saat 2 gibi yine sıcaktan ölmüş bir halde alana girdim. İlk grup Karadeniz havasını festivale getiren Deathblow sahne aldı. Trabzon’lu grup, ilk grup olmasından ve havanın aşırı sıcak olmasından dolayı pek seyirci katılımı göremedi. Davul arada kaçırsa da genel olarak sağlam çaldılar. İkinci grup sıcağı mıcağı aldırmadan sahneyi yıkmaya yemin etmiş UÇK’ydı ve sahnedeydi. Bakırköylü grup yine formundaydı. Seyirci sıcak olmasına rağmen az da olsa katılım gösterdi. Tanju’nun gaz konuşmaları ortamı daha da ateşledi. Onlar sahnede oldukları süre içerisinde özellikle bir şarkıları çok hoşuma gitti; ama fotoğraf çekmekle meşgul olduğumdan şimdi şarkının adını


hatırlayamıyorum. Ahmet basgitara öyle bir vurdu ki şarkının ritmi ile birlikte acayip hoşuma gitti. Unutulmuş Çalgıcılar Kulübünü hala izlemeyen varsa mutlaka bir gün izlesin… Almanya’dan Metalcore fırtınası esti… One Bullet Left Kimsenin beklemediği bir performans ile sahnedeydi. Daha önceden Ankara’da sahne alan grup Ünirock’ ta çıkmanın heyecanı ile gaza gelip coştu da coştu… Elemanlardan birinin Türk olması ve Beşiktaş forması ile çıkması sempati kazanmasını sağladı (Beşiktaşlılar için tabi :D ). Ülkemizin en iyi gotik metal gruplarından Catafalque uzun zamandan beri gündüz sahne almamıştı. Sağlam bir performans sergilediler. Artık Soul Sacrifice ve Catafalque isimlerinin afişlerde büyük yazılması gerektiğine inanıyorum. Umarım Yurtdışındaki festivallere de katılırlar. Bayağıdır cover çalmıyorlardı, güzel oldu. Sona doğru yapılan sürpriz bence festivalin en güzel hareketlerinden biriydi. Sahne de Arın, Özge’ye evlenme teklifi etti ve yüzük taktı. Güzel bir andı kolonlar yüzünden net fotoğraf alamadım; ama yinede idareten pozlar aldım. Festivalde en çok izlemeyi istediğim grupların başındaki ve işte Rotting Christ… Ama pek dikkatli izleyemedim sınır koymadılar fotoğraf çekimi için bende bu zamanı bolca fotoğraf çekme fırsatımla değerlendirdim =) Sahneden inince fotoğrafta çektirdik beraber. Bence festivalde ki en sağlam performanslardan birine imza attı RC, Themis’in mimiklerine hayran oldum adam öyle bir davul çalıyor ki kendini sinema izler gibi izlettiriyor. Bazen komik geliyor bazen ise hayranlıkla bakıyorsunuz. Gündüz çıkmaları şanssızlıktı kesinlikle. Umarım tekrardan Türkiye’ye gelirlerde onları gece şovlarıyla da izleyebiliriz. Krallar ölmezmiş, herkes bunu gördü

Paradise Lost sahneye çıktığında. Gerek çaldıkları parçalar gerek sahnedeki duruşları asil olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Bende önlerinde saygıyla eğiliyorum. Eraser’i çaldıklarında deklanşöre basamadım izlemekten :D keşke kıyafetleriyle de şovlarını taçlandırsalardı. Ve gecenin headlinerı, Thrash efsanesi. İstanbul’u salladı diyebiliriz kesinlikle. Muhteşem bir performans sergilediler. Fazla söze gerek yok fotoğraflar anlatıyor zaten. Bir mumdur iki mumdur :D Ama o ışıkçıya bayrağı salalrken nsaıl uyuz olduğumuz anlatamam. Adam fecihi pozlar veriyrodu, ama ışıkcının bizleri uğrattığı azizlik dolayısıyla pozları yakalayamadık. Ve gecenin sonu betona geri dönüş… Son günün ilk grubu Mosh pit Project’te sıcaktan nasibini alan gruplardandı :D Ama böyle bir organizasyonda ve sahnede çıkmak seyircisiz çalmaya bile değer diye düşünüyorum. Zaten sahne önü boş sayılsada gölgeden performansı takip edenler oldu, benim gibi, ama tabi ben gidip sıcak demeden sahne önünden fotoğraflarını da çektim! Haksızlık etmeyin hemen :D İran’da her şey zordur. Hele ki Metal müzik icra etmek! Bakın dinlemekten değil icra etmekten bahsediyorum, çok zordur. Arsames geldi hatasız ve sağlam bir şekilde çaldı. Performansı çok iyiydi, bu işi belki herkes yüreğiyle yapıyor; ama onlar bunu gerçekten kelle koltukta gezdikleri toprakların zorluğuna rağmen yapmayı başarıyorlar! Ve bence bunu sahneye de yansıtıyorlar. Festivalde birkaç kişi ile konuştuk desteğinizi bekliyoruz dediler ‘tabii ki’ dedim; herzaman destekliyoruz sizi… Kendileri çoğu festivalde ülkemize geliyor ve ayrıca birçok konseri de izliyorlar. Umarım yine bir yerlerde karşılaşırız dostlar! Ve eminim karşılaşacağız!


Bir diğer yabancı grubumuzda Bilocate… Sahneye çıktıkları ana kadar onların ne tarz yaptıklarından haberim yoktu. Dinlemeye başlayınca şaşırdım, melodiler muhteşemdi! Bütün şarkılar aynı gibiydi; ama güzeldi. Hoşuma gitti. Yaptıkları tarz doom/death metal olarak geçiyor. Dubaili kardeşlerimize buradan sevgiler. Sağlamdı performansınız. Ardından yine pek tarzım olamayan Saint’n’Sinners sahne aldı. Onlarda kendi tarzlarını başarılı bir şekilde icra ediyorlar. Bayağı kalabalık bir kadrosu var grubun. Ben davulcunun bir ara zehirleneceğini falan sandım. Dumanı davulcunun oradan verdiler ve adamı hiç göremedik performans boyunca o derece :D) Onları da ilk defa izledim iyiydiler. Sıra geldi yine uzun zamandır izlemediğim bir gruba, Episode 13. Can’la daha önceden konuştuğumuzda ilk iki şarkıyı kaçırma diye bir tüyo vermişti :D Merakla beklerken sahneye çıktılar. Ozan çıkana kadar herşey normal görünüyordu o çıkınca şov başladı. Sahne ayin havasına dönüştü; ama seyirci hiç iyi değildi bence yeterli ilgiyi göstermedi. Festivaldeki tek corpse paint yapan gruptular. Ozan vokale geçtiğinden beri ilk defa izledim. Sahne performansı görülmeye değerdi. Umarım tekrar izleriz yine bir yerde… Yine festivalin teklerinden birisi; Firewind, sahnede şov nasıl olurmuş gösterdiler herkese. Işık güneşin batması yüzünden kötüydü; ama izlenmesi zevkli bir gruptu. Power metal pek dinlemesem de Firewind hoşuma gitti. Sıra geldi hüznün ve coşkunun ilk dakikalarına. Hüzün; son grup festival bitiyor. Coşku; Son grup Amon AMARTH! Aralıkta izledik doyamadık, belliki onlarda doyamadı ‘yine geleceğiz’ dediler ve geldiler. Gruba geçmeden önce şöyle birkaç söylemek istediğim bir şey var. Amon Amarth sahneye çıkmadan önce ellerine su şişesi almış 5–10 tane dangalak insan –dangalak hakaret olarak algılanmıyor hukuken- Allahın dangalakları hem de, resmen bizi tehdit edip fotoğraf çekmeyin yoksa sizi ıslatacağız dediler. N’oldu? Islattınız da n’oldu? Ben size çok güzel bir sürpriz hazırladım hiç merak etmeyin dangalaklar. Bu nasıl bir zihindir ki işini yapmaya çalışan insanlara böyle bir ceza kesebiliyorsun? Elimizdeki makineler milyarlarca lira değerinde nasıl böyle dangalaklık yapıyorsunuz ki onları ıslatmaya çalışıyorsunuz? Ben şahsen yumulup korudum makinemi; ama belki ıslanan olmuştur. Onun dışında Amon Amarth her zaman ki gibi muhteşemdi. Bu adamları izlemek insana büyük keyif veriyor. m Bitti. Hazırlayan: Güven Ceylan


Hazırlayan: Dilara Akmil

Fotoğraflar: Pınar TUNCER


FAITH NO MORE KONSER KRİTİĞİ (12 Ağustos/İstanbul) 12 Ağustos 2009 Faith No More “The Second Coming” İstanbul konseri Mike Patton denince akan sular durur -en azından benim için! Böyle bir adam daha yoktur dünya üstünde, harikalar yaratan. Attığı her adım büyük başarılara sebebiyet veren bir insan daha dünyaya zor gelir. On parmağında on marifet, alçak gönüllü, eğlenceli ve klas tavırlarıyla insanların hayranlığını kazanan Mike Patton, çok yaşasın! O yaşasın ki biz de ihya olalım! Kulağımız müziğe doysun. Bundan bir yıl önce ben aşka gelmiş Faith No More dinlerken, forum ablamız bana bir kehanette bulundu. Dediğine bakılırsa FNM tekrar bir araya gelecek ve ben de bu konserde bulunup Mike Patton’ ı kanlı canlı izleyeceğim! Takdire şayan bir ileri görüşlülüğü olduğu için kendisine sevgim bin kat daha arttı =). Dediklerinden tam bir yıl sonra 12 Ağustos 09 tarihinde FNM, çoktan toplanmış, turneye çıkmış ve İstanbul’u ziyaret etmişti.

Mükemmel geçen saatlerim, konser mekânına gittiğim an başladı. Kapıda çok sıra yoktu, insanlar FNM çıkmadan konsere yetişebileceklerini düşünmüşler sanırım. Ama biz sahne önü kapma derdine olduğumuz için erken saatlerde oradaydık. Kat be kat değdi bu bekleme. Açılış saatini geçmeden girdik içeri, bu bir artı bana göre. Ama şahsen Maçka Küçükçiftlik Park’ı FNM gibi bir grup için küçük buldum. Çünkü adamların konser verdikleri mekânları bir görseniz, onların onda biri kadar bile yoktu. Lunaparkın ortasında bir yer olması da cabası… Nedense, grubun burayı beğenmeyeceği, bir daha da gelmeyeceğini düşündürdü bana. Yanlış düşünmüş olmayı umuyorum. Saatler geçtikçe kalabalıklaştık. Gelen insan profilini gerçekten sevdim. Birbirine emo memo demeyen kişilerdi, çoğu 25’ini devirmişti. Bir kısmıyla, Rock’N Coke’ta Nine Inch Nails için sahne önünde tanışmıştık. Yabancı seyirciler de azımsanmayacak kadar fazlaydı. İki tane ön grubu izleyecektik. Önce sahneye Nekropsi çıktı. Onları ilk defa izleme fırsatı buldum ve gerçekten beğendim. Sadece ben değil, FNM gitaristi Billy Gould ve


tabii ki benim taptığım kişilik Mike Patton da sahne önüne gelip grubu beğenerek izlediler. İkinci grup Kurban’ dı. Pek olumlu konuşamayacağım onlar hakkında. Bunun birçok sebebi olabilir, grubu sevmeyişim gibi, ama en çok da “bir an önce gitsinler de FNM çıksın” diye dinleyişim yüzünden. Ve saat 22.00 ı gösterdiğinde, o büyülü insanlar sahneye çıkıverdi. Rüyada gibiydim. Reunited’ı söylemeye başladıklarında ben çoktan kendimden geçmiştim bile. Grubun setlisti diğer ülkelerde çaldıklarından pek farklı değildi. The Real Thing’ i çalmalarını bekledim ancak çalmadılar. Onun yerine ikinci şarkı olarak From Out Nowhere, ardından da Land Of Sunshine geldi. Ben hala inanamıyordum, karşımda görmeyi en çok istediğim gruplardan birisi vardı ve o kadar yakınlardı ki, düzgün düşünmemi engelliyordu bu yakınlık =). Ben tam hayran hayran onlara bakarken Roddy Bottum bana “bu sana” der gibi işaret edip yakasındaki gülü atıverdi. Zaten düzgün düşünemiyordum, iyice kendimden geçtim. Gerçi gül bana gelene kadar paramparça oldu sanırım ama olsun, ben o anı mümkün

olduğunca hatırlayacağım. Grubun son halinden biraz bahsedeyim. Yaşını başını almış hepsi. Saçlar kırlaşmış, suratlar kırışmış ama içleri geçmemiş! Mike Patton, yaşları ile alay etmek için olsa gerek, sahneye bastonla çıktı! Oysa içlerinden en genç duranı oydu diyebilirim. Mike Patton, bir ara, konseri tepedeki ağaçlardan izlemeyi tercih edenlere dikkatleri çekti. Sonra bir ara da karşıdaki apartmanlarda ışıkları yanan evlere… Dediğim gibi mekân küçüktü, çok sıkışıktı ama onu bile eğlence konusu edebildiler. Beğenmemezlik edip çıkmayanlar gibi değillerdi. Konserin en önemli anlarından birisi olan Türk bayrağı olayına gelince… Birisi sahneye kırmızı bir şey fırlattı ama yere düştü. Güvenlik görevlileri açıp ne olduğuna baktı ve sahneye bıraktılar. Mike Patton da bunu aldı ve gömleğini çıkarıp giydi. Türk Bayraklı bir tişört! Güzel bir jestti bence. Ayrıca kırmızı açtı onu bana =)


En son şarkı Just A Man’i söylerken sahneden indi ve insanlara söyletmeye çalıştı. Birçoğu söyleyemedi, diye yorum yapıyorduk ki bir baktım tam önümde duruyor! Hayranı olduğun, çok severek dinlediğin ve onu dinlerken gerçekten bambaşka diyarlara gittiğin sanatçı kalkmış tam önünde durmuş, şarkı söyletiyor! Bu kadar çok değer verdiğin ve ulaşılmaz olduğunu düşündüğün kişiye bir adımlık mesafede olmak, ona dokunabilmek bambaşka bir haz. Müslümcüleri o an anladım. Sahneden ayrıldıktan sonra biz hayranların dinmeyen FNM tezahüratına karşı iki kere sahneye gelip şarkı söylediler. Ve şahane konser sona erdi. Faith No More, dünya üstündeki en çok görmek istediğim gruplardan biri olarak, bana o akşam hayatımın en güzel gecelerinden birisini yaşattı. Bu konser için emeği geçmiş olan herkese ve MetalTR ailesine yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım bir daha aynı hazzı yaşama fırsatı buluruz.

Konserin Setlisti: 1. Reunited (Peaches & Herb cover) 2. From Out of Nowhere 3. Land of Sunshine 4. Caffeine 5. Evidence 6. Surprise! You’re Dead! 7. Last Cup of Sorrow 8. Digging the Grave 9. Easy (Commodores cover) 10. Ashes to Ashes 11. Midlife Crisis 12. I Started a Joke (Bee Gees cover) 13. The Gentle Art of Making Enemies 14. King for a Day 15. Be Aggressive 16. Epic 17. Just a Man 18. (Sahneye tekrar geldiklerinde) Chariots Of Fire/Stripsearch 19. (İkinci kez sahneye gelişlerinde) Midnight Cowboy (John Barry cover) 20. Cuckoo for Caca Hazırlayan: Dilara Akmil Fotoğraflar: Pınar TUNCER


ROCK TATİLİ KRİTİĞİ (13-16 Ağustos/Foça)

Ayna, Unleash, Solitiary, Kırkaltı

İzmirli bir insan olduğum için festivalin Foça’da yapılacak olduğunu öğrendiğim zaman baya sevinmiştim. Çünkü Foça birçok yere nazaran çok sakin bir yerdir, gerçi 4 gün boyunca pek sakin olmadı ama :D

İlk gün saat 16.00 gibi alana ulaştım, minibüs bizi konser girişinin yaklaşık 1–2 km ilerisinde bıraktı sebep ise; yolun darlığıydı. Ama son gün o yoldan tırlar geçti nasıl olduysa… Neyse indiğimizde bir kavga gürültü koptu, alana giden yolun girişindeki büfenin önünde sonradan öğrendiğime göre İstanbul tayfası ile İzmir tayfası birbirine girmiş. Pek o kısma takılmadan alana doğru yürüyüşüme başladım.

Rockçı adam sürünür! Bu sözün ne anlama geldiğini en iyi festivale gidenler anlayabilirler. Festivale aslında bir gün önceden gidecektim, ama bir takım sorunlardan dolayı festivalin ilk gününde oradaydım. Ama öğrendiğim kadarıyla ilk gün gelenler fırtına yüzünden çadırlarında baya zorlanmışlar neyse buna sonra değineceğim. 1. Gün(13 Ağustos) Ana Sahne: Metaboy, Black Tooth, Çilekeş, Epica, Pentagram, Lordi Myspace Sahnesi; En Dip, Lyra Vals, Düşüm

Uzun bir yürüyüşten sonra alana uğraştığım çilem yeni başlıyordu ama benim haberim yoktu. Basın kartı almak için üç görevli arasında mekik dokudum. Sonunda bilekliğimi aldım(!) bu konuya sonra değineceğim. Sonra içerde satılan 35liralık çadırlardan aldıktan sonra siteden bir arkadaşımla beraber kamp alanına doğru yürümeye başladık. Burnuma feci berbat bir koku gelince tuvaletlerin oraya geldiğimizi anladım. Tuvaletlerden gelen o koku bir


ölüyü bile diriltebilirdi ciddiyim. Çadır alanında uygun bir yer bulmak imkânsız olduğu için boş bir yere kurduk çadırı, çünkü her yerde kayalar taşlar ayıklamaya kalksan bir ömür uğraşırdık. Çadırı kurduk, başka bir arkadaşım daha geldi kapıda beni beklediğini söyledi gittik onu aldık. Ama çadır alanına dönüşte giremedim. Kolumdaki bileklikle çadır alanına giremiyormuşum güvenliğin dediğine göre, yine döndüm kapıya gittim oradaki bir görevliyi yanıma aldım geri geldim o durumu anlattı o şekilde girdim kamp alanına tekrar. Tabi bu sırada o koşuşturmada hem yorulmuş hem de izlemek istediğim Black Tooth’ u kaçırmıştım. Neyse sağlık olsun diyerekten Çilekeş’ i izleyeyim bari dedik girdik konser alanına. Çilekeş gördüğüm kadarıyla o ilk havasını çoktan kaybetmiş bir grup olarak göründü bana zaten izleyenlerden ilk albümün parçalarına eşlik ettiler. Çilekeş’ den sonra Epica sahneye çıktı ama çok gecikti sahneye çıkmadan önce, bir mikserle uğraşmak o kadar sürmez ama grubun mazereti mikserdi. Tabi o sırada sinirlenen yeni yetmeler sahneye bir şeyler atmaya başladı, sonradan öğrendiğime göre atılan bir bira şişesi bateristin yardımcısına denk gelmiş. Tepki sadece alkışla sınırlı kalsaydı iyi olurdu. Epica sanki Foça’ya gelirken grubun yarısı yolda kalmış gibiydi ruhsuzdu konseri kurtaran iki kişi vardı biri Simone Simons diğeri de Mark Jansen’ dı. Pentagram’ a kalmak çok istiyordum ama vücudum bugünkü koşuşturma yüzünden senin pilin bitti diyordu. Mecburen yemek yenilen alana gittim oturmak için. Yiyecek noktaları konser alanının yukarısında kaldığı için Pentagram uzaktan da olsa görülebiliyordu. Bu yüzden seneye gidersem yanımda dürbün götürücem. :D Pentagram yine bilinen playlistini çaldı. Lordi ise sahneye yaklaşık bir saatten fazla bir gecikmeyle çıktı. Ama kimse o kadar önemsemedi onları çünkü zaten tek bir şarkıları herkes tarafından bilinen neden headliner olduklarını anlamak çok zor gerçekten. Lordi, daha düzgün şarkılar yapsa bu sahne şovu ile daha iyi yerlere gelebilirler diye düşündüm onları izlerken. Parçalarına eşlik edilmesi için çok uğraştılar ama kimse bilmediği için öylece kaldılar. Sahne şovları baya iyi ama o gitariste konserde solo attırmasınlar kendini rezil etti çünkü gitara yeni başlayan bir insanın atabileceği bir solo attı, herkes “Ne yapıyor bu?” diye sadece bakmakla yetindi. En son olarak ise “Hard

Rock Hallelujah” çaldılar zaten herkes bu şarkıyı beklediği için bu şarkıda Lordi istediği verimi aldı seyirciden. Bu arada herkes diyorum ama Lordi sahnedeyken konser alanının yarısı bile dolu değildi. 2. Gün (14 Ağustos) Ana Sahne: Kül, Gren, Öztürk, Karapaks, Ogün Sanlısoy, Duman Myspace Sahnesi: Control+Z, Pick Up, Rol, Softa, Parti, Haydut Sabah güneşi tepemizden yiyince saat 08.30 da ayaktaydık. Konser alanında ne yiyebiliriz diye bakındık ama pahalı geldiği için herkesin yaptığı gibi Foça şehir merkezine indik. Biraz dolandık, Türkiye İş Bankasının o taraflarda menemen, sucuklu yumurta yapan bir yere girdik. 2.5 liraya menemen yedik yanında sınırsız ekmek ve sınırsız çay. Sonrasında Pehlivanoğlu’ nun olduğu taraflarda bir kahvehaneye attık kendimizi yaşlı bir sahibi vardı bize hep çok iyi davrandı hatta indirim bile yaptı. Bir de oranın nargilesi çok güzeldi 6 liraya güzel bir nargile keyfi yaptık. Yer isimleri aklımda kalsaydı direk isimlerini yazacaktım ama kalmadı eğer yolunuz Foça’ ya düşerse bu dediğim yerleri kesinlikle bulun ve uğrayın. Biraz dinlendikten sonra ilk gün kavga çıkan büfenin orda denize girmek için yola çıktık. Her taraf genç kaynıyordu, Foçalılardan daha çok festivale gelen gençler vardı her yerde. Foça’nın denizi şu ana kadar girdiğim suların en soğuğu diyebilirim. Bizim girdiğimiz yer iyiydi ama festivalin orda suya girenler denizkestanelerinden çok şikâyet ediyordu, ben bizim girdiğimi yerde hiç fark etmedim ama meğer ayağıma batmış hala çıkmadı duruyor öyle :D Biz festival alanına gelinceye kadar Gren sahneye çıkmıştı bile. Gren’i ilk defa dinledim ve çok beğendim sahne duruşları ve şarkılarını çok beğendim, umarım kaybolup gitmezler. Gren’den sonra Öztürk sahneye çıktı. Bir ara İbrahim Tatlıses’in “Yalnızım” şarkısının Rock versiyonu çalıyordu çoğu yerde işte o şarkıyı bu adam söylüyordu. Piyasanın içinde kaybolmamaya çalışan bir adam bu. Konseri rezil oldu adamın organizasyonun ses sistemi yüzünden. Öztürk’ e verilen neredeyse hiçbir mikrofon çalışmadı bir ara Öztürk bas davulunun mikrofonundan söyledi. O kadar rezil bir ses sistemine rağmen elinden gelen her şeyi yaptığı için Öztürk’e tüm izleyenler alkışlarıyla teşekkür etti. Sonrası bize pek hitap etmediği için festival


alnından ayrıldık. Festival alanının girişindeki Efes yerine gittik oradaki Dj’ yi kafaya aldık Iron Maiden, Metallica, Slayer, Caliban falan çaldırttık :D 3. Gün (15 Ağustos) Ana Sahne: Sınır, Marsis, Dinar Bandosu, BaBa ZuLa, Yasemin Mori, Kurban, Mor ve Ötesi Myspace Sahnesi: The Ayılar, Teneke Trampet, Gulyabani, Çin Seddi, Cenkhan Aklaya, Anemi Üçüncü gün bizim günümüzdü. Foça’ dan erken dönüp alana geldik hemen en öne çakılmayı düşünüyorduk ama çoktan en ön dolmuştu bizde ikinci sıraya girdik hemen. Biraz bekledikten sonra sahneye bir grup çıktı ve yeri yerinden oynattı neredeyse. Çıkan grup Dinar Bandosu bir yandan hazırlık yapıyordu bir yandan da insanları eğlendiriyordu. Aslında hazırlanmaları çok uzun sürdü ama Asaf Zeki Yüksel kalabalığın morali hep yüksek tuttu millete su tabancası ile su sıktı. Grup elemanları konsere hazırlanıyordu o da seyirciyi konsere hazırlıyordu. Ben ilk defa dinledim bu grubu çok içmiş gibilerdi ama sonra sorduğumda bu bizim normal halimizdi dediler. Konserleri çok iyi geçti az önce de bahsettiğim gibi Asaf Zeki Yüksel konserde her şeyi yaptı önce astronot kıyafeti ile çıktı sonra, onu çıkardı yarı çıplak ve İskoç eteğiyle konserin sonuna kadar çaldı, direklere tırmandı seyircilerin üzerine atladı. Diğer grup elemanları da yanlarında getirdikleri büyük rakı ile içtikçe coştular. Dinar Bandosundan sonra BaBa ZuLa sahneye çıktı herkes onların müziğinden sıkıldı yani şöyle demeliyim kimse onların müziğini anlamadı anlayanların sayısı da çok azdı taa ki Ceren Oykut sahneye çıkıp dans etmeye başlayana kadar. Bir anda herkes sahne önlerine doğru hücum etmeye başladı. Abaza tayfa bir anda BaBa ZuLa’ ya eşlik etmeye başladı berbat bir şeydi bu. Saat 21.00’ de sahneye Yasemin Mori çıktı. İlk defa dinlediğim bu kadından nefret ettim elinde ufak bir not defteriyle çıktı ilk önce, sözleri oradan okuyordu. Üçüncü şarkıda ise elinde bir cep telefonu vardı, sanırım hem şarkı söylüyordu hem mesaj çekiyordu. Rüzgâr iyice şiddetini arttırırken, Burak’ın davulu göründü, birazdan Kurban sahne alacaktı. Seyirci sanki Kurban’ı bekliyordu, her çıkan elemana tezaurat yapılıyordu. Rüzgâr yüzünden çok zorluk çektiler ama yine de güzel bir konser verdiler. İlk başlarda Deniz’ in

ve gitarının sesi duyulmuyordu ama sonunda Deniz seyirciyi duyup sesi sonuna kadar açtırınca herkes mutlu oldu. Seyircinin istediği bütün şarkıları çaldılar açıkçası ben İnsanlar parçalarını da çalmalarını isterdim ama çalmadılar. En son parça olarak yeni albümden bir parça çaldılar ama ben şarkıyı sevemedim umarım albüm de o şarkı gibi değildir. Kurban’dan sonra Mor ve Ötesi vardı ama kalmadık onlara Kurban’dan çıkarken Myspace sahnesinin önünü festivalin en kalabalık anını yaşıyordu. Sahnede Anemi vardı, İzmir’in ünlü grubu Anemi. Son şarkı olarak İzmir’ de neredeyse Marş olan Taa **** Koyayım’ ı çalarken herkes eşlik ediyordu. Anemi’ yi Myspace sahnesinde çıkarmakla hata ettiklerini anlamıştır sanırım Poem Organizasyon. 4. Gün(16 Ağustos) Ana Sahne: Kolpa, Magick, Tibet Ağırtan, Yüksek Sadakat, Moğollar, Teoman Myspace Sahnesi: Bazuka, Osmanlı Tütün Rejisi, Oyunbozan, Demir Sert, Paranoya, Erdem Yener Son gün bizim için en sıkıcı gündü diyebilirim. Sadece Moğollar vardı izlemek istediğimiz ama onu da izleyebilmek için sahnenin önüne gitmek gerekiyordu ve öncesindeki sevmediğimiz grupları da izlememiz gerekiyordu. Aslında bu Moğollar için çekilirdi ama çok yorgunduk. Merak ettik Myspace sahnesinde neler oluyor diye, dinlemeye gittiğimizde. Paranoya grubu vardı sahnede Black Metal’ e sesi rahatlıkla yetecek bir insanın alternatif müzik yapması pek iyi olmuyordu, çünkü vokal şarkıların arasına kendi çığlıklarını eklediği için insanların dinleme isteği kaçıyor. Bir süre sonra Myspace sahnesinin arkasındaki tepeliğe oturduk orada muhabbet ederek dördüncü günü bitirdik. Dönüş O gece nasıl uyuduysak görevliler uyandırdı beni. Hadi kalkın diye çadırdan çıktığımda neredeyse herkes çadırlarını toplamıştı. Çadırı toplayıp yola koyulduk. Akşam 18.00 gibi evime geldiğimde yorgunluktan ölmek üzereydim… Festival hakkındaki Notlarım;


Basın için dağıtılan bileklikler tam bir fiyaskoydu. Bana verilen yeşil bileklikle orada etrafı toplamak için veya oradaki garsona verilen bileklik aynıydı. Bir de şu var bazı basın mensuplarına yeşil bazılarına ise mor bileklik verilmişti, umarım bir dahaki festivalde bu bileklik olayını çözerler. Tuvaletler için ne söylemeliyim bilemiyorum. Aklıma geldikçe o kokuyu sanki tekrar tekrar duyuyorum. Tuvaletler için daha düzgün bir çözüm bulunulmalı. Daha sık temizlenebilir mesela ve o tuvaletler kamp alanından daha uzağa konulabilirdi. Bu şekilde de kamp alanının o kısmında çadırlarını kurmuş olan insanların bayılmamaları sağlanırdı. Kamp alanlarında bir düzen yoktu. Gelenlerin birbiriyle muhabbetleri tamamiyle öldürülmüştü. Çadır alanı sadece yatacak yer olmuştu. Biraz daha özen gösterilseydi çadır alanlarıyla insanlar birbirleriyle oyunlar oynayarak zaman geçirecek ve festivalin olumsuzluklarını bu kadar dert etmeyecekti. Çadır alanı o kadar çok rüzgâr alıyordu ki ben bunu dördüncü gün akşamı yaşadım. Çoğu insanın çadırı uçtu. Ayrıca gece çadırını bulmak tamamiyle işkenceydi, koyulan ışıklar sadece insanların önünü görememesine yol açıyordu. Zaten o da bir taneydi. Başkada aydınlatıcı bir şey yoktu. O güvenlikçiler hangi şirketten alındıysa bir daha alınmasın. Kızlara taciz edenleri vardı (Bir arkadaşımın kız arkadaşına güvenlik görevlisi açıkça sarktı mesela). Hatta kapılardan geçerken güvenlik görevlileri beni bile taciz ediyordu buna gülmeli miyim sinirlenmeli miyim hala bilemiyorum. Yiyecek ve içecekler acaba daha nasıl pahalı olurdu bilmiyorum. Su 1 lira olur mu ya? Onun maliyeti ne ki? 1 lira yapıyorsun.

İlk 2 gün festivalde biralar 5 liraydı (kutu Tuborg). Sonrasında eylemler falan yapılınca fiyatı 3 liraya çekip yanında fıstık vermeye başladılar ama geç kalmışlardı çünkü artık herkes dışarıdan almaya alışmıştı bile. Tost, Hamburger, Sosisli ekmekleri bayattı. Hele son gün döner yerken ekmek dokunmadan parçalanıyordu. Alanda şarjı bitenlere kötü haber vardı festivalde telefonunu şarj etmek istersen 3 lira vermen gerekiyordu. Bize muhtaçlar nasıl olsa diye sokabildikleri kadar sokmaya çalışıyorlardı. O 1 lira olsa fena mı olur herkes telefon kullanıyor neticede. El feneri aldık 7 lira verdik o fenere o para verilir miydi sanmıyorum. Buradan fena bir vurgun yaptığını düşünüyorum organizasyonun. Alanda tişört satan bir stand vardı 5 liraya grup tişörtlerini satıyordu, almak istedim ama festival tişörtünün 10 lira olup da grup tişörtünün 5 lira olması pek aklıma yatmadığı için vazgeçtim. Festivalin sitesinde plaj diye gösterilen yerler vardı ama alanda plaj var mıydı? Biz göremedik açıkçası. Foça Festival için doğru bir seçim olmuş, öncekilerine gitmedim ama gidenlerden öğrendiğim Zeytinli halkına göre Foça’nın halkının mükemmel olduğunu söylediler. Foça esnafı dört günde inanılmaz derecede satış yaptı. Bundan sonraki senelerde Foça’nın daha da gelişeceği aşikâr. Birde festival için çok pahalıydı diyeler var, festival bileti kapıda 40 liraydı yani günlüğü 10 liraya geliyordu. Bence hiç pahalı değildi. Fakat yazdığım olumsuzluklar düzeltilirse Foça festivali bundan sonra daha çok insan çeker. Hazırlayan: Çağrı Kaçar




WACKEN OPEN AIR FEST KRİTİĞİ Wacken açık hava festivali yani kısacası W:O:A, Almanya’nın 20 yıllık metal organizasyonu olarak bu arenada. Bizler hem 11 yıldır festivalin yerel idare elemanları olarak vazife başındakiler ve son yüzyılın her senesinde bir kez kamp ekipmanlarımızı tamamlamış buradaki hacı kafilesini takip edenler olarak Wacken’dayız. Ama aynı zamanda bazı durumlarda vazifemiz oldukça rahatlatıcı olabiliyor; mesela biri rahat bir şekilde festivalin ilk gününe yetişebildiğinde! Günümüzde bir haftalık yaz tatilini feste ayırmak ve Perşembe günü festival başlangıcından önce alana yetişmek yapacağınız diğer planlardan daha iyidir. Bunun içindir ki; Kuzey Almanya atmosferinde tam bir haftanı geçirmek ve festival atmosferini içine çekmek için sana ayrılan bu imtiyazı bizlerden sayın alırsın! ’20 yıldır cehennemden daha gürültülü’ bu yıl dünyanın en büyük heavy metal festivalinin sloganıydı. Sadece 1800 yerel Wacken yerleşkesini 70,000 den fazla metal müzik severle talan edilmesi bu sloganı hak etmesini sağladı. Bu yıl metal ailesini genel atmosferinden kamp alanını, V.I.P’ye hareket etmeden, biraz görebilmek adına haftalık festival başlangıcından daha erken Wacken’a vardık. Tabii savaş meydanı planını kendi alanımızdan uzak tutabilecek şeritler göz önüne alınarak tasarlandı. Bu yılki katılım arzı benim tahminimden daha fazla oldu. Kendilerinden oluşturdukları bir şerit, atasözlerindeki gibi el ele bir sahne oluşturdular (unutulmaz Gamma Ray, Nevermore, Hammerfall, Motörhead, Heaven & Hell, Doro, in Flames, Amon Amarth, Testament, Axel Rudi Pell, Running Wild ve daha fazlası). Festival alanında daha uzun günler birlikte olmaya söz verilmişçesineydi. Bununla birlikte sükûnetle müzikal zevkin ellerine kendimizi bırakmadan önce çarşamba günü oldukça yüksek derecede bir sıcağın ortasında sunulan iyi soğutulmuş uygun bira kutuların rahatlatıcı etkisine rağmen sıcaklardan daha fazla zor işleyen sahne arkası görev değişimini halletmemiz gerekiyordu. Bu surette herkes, çalışama ekibi olarak,

aktifçe hem çalışıp hem de kendilerince eğleniyormuş gibi görünerek yinelenmeleri gerekiyordu. Biranın ya da ızgara mamullerinin sunulduğu bir ön bahçe yoktu. Böylece herkes kazanabiliyordu. İstatistik olarak; Wacken’daki her katılımcı festival günleri boyunca yaklaşık 3000€ kazanıyordu. Ama bunun dışında festival günleri öncesi ve sonrası temizlik işini üstelenen ve durmaksızın çalışan buradan, WACKEN’ DAN olan gönüllüler de vardı. Sonuç olarak: bu düzen işlemeseydi her yıl bu manzara temin edilemezdi. Ne var ki, ilk gün (Çarşamba 29.7) bizler için hüsranla başladı denilebilir. Eğer AC / DC cover grubu “Bon Scott” ve yanı sıra Uncle Tom” ve “Mambo Kurt” bağlantısı hakkındaki tutumdan dolayı memnun olmuş olabilseydik, başlangıç böyle olmazdı. Tüm gösteriler, çadırdaki W.E.T sahnesinde yer aldı. Ne yazık ki; W.E.T sahnesinin kendi adına yapılan şöhreti bitişik olan sıhhi düzenlemelerden gelen suyla basılmış oldu. Bu yetmezmiş gibi, fanların çadır kuyruğuna önceden yaptıkları dayanmalarda felaketi tetikledi. Buna kanaat uydurmak imkânsızdı! Böyle olunca tüm planlanmış birçok ortak giriş kutlamamız kendini su içinde buldu. YAZIK! Belki gelecek sene için organizatörlere sunulan bir öneriyle bu saha dışarıya tahliye edilebilir? Önemli değil, nasılsa dik kafalı bir metalci W:O:A bira bahçesinden elinde bir Jack Daniels & coke & ice şişesinin izniyle çadır altından çıkartılabilinir! Perşembe günü. İç satış alanı stantları! Bizlere birisi günü program akışının Black sahne (Black Stage) ile başlayacağını söyledi. Saat 4’tü ve Skyline ile özel sahne konukları karşımızdaydı. Nostaljik sarhoş nefesler tekrar buradaydı ve (Thomas Jensen, W:O:A organizatörü, grubu) 20 sene önceki ilk Wacken sahnesi ardından yine buradaydı. Bu geçen süre Thomas’ın basgitarı eline almasına engel olmadı. Özel konuk olarak Doro Pesch sahnede yerini alarak Wacken milli marşı olan ‘We are the metalheadz’ seslendirdi. Ayrıca Onlel Tom, “on to Wacken” (Auf Nach Wacken) parçasıyla dinleyicileri dehşet bir headbang akımına kaptırdı. Her şey, 20 yıllık bir sahne için başarılı bir girişle taçlandı. Saat 5 civarında Münihli grup


“Schandmaul” sahneye geldi. Bu çocuklar 10 yıldır bu işin içindeler ve bunu ortaçağ folklorik ezgili rock soundlarıyla sahneye esaslı dinleyicilerin önüne nasıl koyacaklarını gayet iyi biliyorlar. Bir climax volume, bu sene echo price yerine aday atandı. Bir kez daha söylemek gerekirse, Metal müzikte şans ya da geleceğe yer yoktur… ‘Schandmaul’u ayakta alkışlayın! Bu geceden sonra bizler, “W” / Stefan Weidner eski “Böser Onkel” olarak, sadece dinleme ve sahada gezinti keyfi sürme kararı aldık. Yeni oluşum, “die Wackinger” adeta cezp etti bizi. Ortaçağ (Middle Ages) ve Vikingler (Wickinger) etrafında, özel bir alanda ziyaretçilere birçok şey sunuluyordu. Mutfağa dair ürünler yanı sıra herkes eğlence olarak balta ve mızrak atmak gibi alternatifler de bulabiliyordu. Ayrıca el sanatının da teşhir edildiği mücevherler, silahlar ve teçhizatı, içkinizi yudumlamakta bardak işlevinde kullanılan boynuzlar da satış alanındaydı. Bunlarla ilgilenenlerin bakışları hızlı bir keşfi gerçekleştiriyordu. Özel donatılmış bir arena ise muharebe savaş şovlarıyla ilgilenenlere, ilgili yorumlar ve dolayısıyla açıklamalarla birlikte bir şölen sunuyordu. Bu başarılı tecrübenin gelecek yıl da tekrarlanması umudundayız. Saatte baktığımda festival alanına çıkmanın zamanı geldiğini söylüyordu. Sabah duyduğumuz akşam için önceden sahne alacak olanın tarafımca önceden tadılan bir isim, Rock’n Rolf ses kontrolü ya da Rolf Kasparek ya da daha iyisini söylemek gerekirse “Running Wild”. Ve şimdiye kadar olması gereken kaşımızda… Yalnız yavan bir tatla! Tatsızlık müziğinden dolayı değil, kült grup Running Wild son sahnesiyle bizlerleydi. Bu geceden sonra grubu hatırlamak adına grubun lideri, Rolf Kasparek’in etrafına toplandık. Son konseri için her şey ayarlanmıştı. Şovun intro konuğu, Hamburg Dungeon’un oyuncuları sahnede yerlerini aldı ve daha sonra son olarak Running Wild başladı! Port royal, bad to the bone, riding the storm ve Soulless gibi klasikler, dinleyicilerin kulaklarında tınlamaya başladı ve takibinde black hand in, Purgatory, branded and exile ve de raise your fist (ki nadir rastlanılan canlı performansı olan bir parçadır) duyuldu. 2sa. Sonra Rolf gösterisini Conquistadores

ve under jolly Roger ile tamamladı. MUAZZAMDI! Wacken tanrısı sahnedeyken olan havadan başka daha az sahneyi güzel kılacak bir şey olamazdı. Running Wild performansıyla başlayan yağış sonrasında artar ritimle devam ettiğinden buna maruz kalan tamamen ıslanmış bizler kısa bir süreliğine ısınmak için öncelikle basın çadırını ziyaret ettik ve sonrasında fazla bekleyemeden hareketlendik; çünkü zaman kısıtlıydı ve sıradaki gösteri sahibi ‘Heaven & Hell’ bekleyenleri ile sıradaydı. Açıkça söylemek gerekirse o şartlarda Mead Alga şarkısının vaftiz babası Ronny James Dio’dan başkası bizleri çekemezdi! True Metal sahnesinden önce hiçbir şeyin olamayacağı bir hızla meydana tekrardan geldik. Her yer ıslaktı; fakat umutsuzluk yoktu! mob rules, Children of the sea, Heaven & brightly ve de neon nights gibi şarkılar her şeyin bedelini ödüyordu. Şovlar ertelendi. Ne? Problem yok! Sahne arkası sıcaktı ve insanlar müzisyenler ve de arkadaşlarıyla bu olay öncesinde zaten sohbette kapılmışlardı. Daha sonrasında uncle Tom Angelripper ve bira eşliğinde ‘iyi geceler’ anonsuyla herkes uykuya çekildi. Gecenin geri kalanında hiçbir şey iyi gitmeyecekti. İyi bir uyku adına verilen vaatler, gece gökyüzünden düşen yağmurun işitilmesiyle fos çıktı ve yarın içinki sözlerin garantisi de tabiî ki zincirleme yok oldu. Zaten farklı olması nasıl beklenebilirdi ki! 31.07.09 ve Cuma günü… Serin, bulutlu hava alanı uysal bir duygusallıkla sarılmıştı. Tüm şeytanlar bir halka olmuş olsa anca kamp alanındaki büyük çadır yıkabilirdi ki yok oldu. Bu olay ruh haletinin çökümüne neden oldu mu? Hayır; çünkü alanda gönül kamaştırıcı yeni bir müzikal gün beklenmekteydi. Geri kalanında bizlerle U.F.O ve dakik bir program akışıyla Gamma Ray devam edecekti. Ne yazık ki; festival alanında sigara satımı için zoraki düzenlenmiş bir satış alanından başka bir şeye rastlayamadık. Bu noktada sanırım organizatörlerden bir talebimiz olacak! Sadece American Spirit çeşitleriyle açılmış stant berbattı! Tattığımız kadarıyla hepsi


içilebilir değil ve ayrıca Genevan anlaşma dâhilinde olup sansürlenmesi de cabasıydı. Lütfen; gelecek seneye iyi bir sigara firmasıyla anlaşmaya gelinsin! Müziğe dönmek gerekirse, Kai Hansen saatinden erken sahnede yerini aldı. Onun metaldeki sanatının ondan başka kimsede olamayacağını, biri rahatlıkla anlayabiliyor. Cuma öğleni için giriş benim için bu sahneyle başladı. Kült Gamma Ray klasikleri yanı sıra Helloween parçaları da sahnede yer aldı. Bunların başında gelenler ise Ride the Sky, Gorgar ve de Future World’dü. “Walls of Jericho” ve “Nevermore” program sırası gelmiş olsa da Metal market mazisi hakkında sahne yakınında lafa tutmayı planladık. İstenen alış (artış göstermiş) listesi evde zoraki işlenmiş olmalıydı. Metal market hakkındaki yürüyüşümüz tam anlamıyla pozitifti. Bu sene yürüyüş alanları daha da genişletilmişti. Yaya yoları geniş ve her şey daha ferahtı. Ve tabiî ki satışlar olağanüstüydü. Ama nasıl oluyor da ancak satış tamamlandıktan sonra fiyata bakılıyor. Oldukça fazla çeşitlendirilmiş ürünlerin aynı zamanda sundukları uçuk fiyat aralığı da mevzu bahisti. Durum buydu, neredeyse 10€ üzerinde farklar bulunuyordu. Bu nedenle durumu çabuk fark eden alıcılar eğer fiyat karşılaştırması yapabilecek kadar stantlar önünde beklerlerse alandan sinirlenmiş bir şekilde ayrılmaları gözlenebiliyordu.

çaldılar ve şarkının içinde Mickey Dee muhteşem bir davul solosu attı. Sonunda liste ayarlandı. Going To Brazil ve Kill By Death çalınmasının ardından listeye Ace Of Spades ve Overkill büyük bir ustalıkla ilave edildi. 23.00 sularından sonra ilk etapta kendimiz için biraz içecek ve yiyecek aldık. Maalesef bulunduğumuz alandan duyulan IN FLAMES anonsu dışında sadece sahne arkası ve iskele görünüyordu. Kesinlik kazanmış doğan bu başarılı şovun bir alevleri eksikti. Muhteşemdi ve her zamanki gibi görülmeye ve işitmeye değerdi. Büyük bir havai fişek gösterisiyle son buldu. Ne yazık ki, bir oraya bir buraya giderken kesintiler oldu ve bu akşam yalnızca programın sonunu ve bir iki grup izleyebildik. Alman efsanelerinden biri olan Doro ve festival günün kapanışı için Amon Amarth son silahlardı. 00.45 civarında Doro sahnedeydi. Üstat, her zamanki gibiydi. Açılışı Für Immer ile yaptı. Bu büyük bir sürpriz oldu; çünkü bu şarkı eski grubu Warlock’un en iyi klasiklerinden birisidir. Sözleri şöyledir; ‘i rule the ruins, burning the withes, true as stell, the night of the warlock or also all we are’. Sahnenin konuk vokali Sabina Classen ve Doro aynı sahneyi paylaştılar. Doro Tam 1 saat 15 dakika sahnede kaldı.

Amon Amarth programa göre saat 3.00’de sahne alacaktı ama erken başladı. Bununla birlikte Amon Amarth’ın sevinçli 19.15 civarında Hammerfall’a kulak başlangıcının sönüşü hızlı oldu. Kötü bir vermek için yeniden hazırdık. Sevimli ses daha müzik tamamen vokalin altında çocuklara da mükemmel bir şov beklendiği ilerledi ve vokal müziğin içinde neredeyse ulaştırıldı. Bunu söylemeliyim ki tanrıya yok oldu diyebiliriz. Konserin yarısından şükür hangi davul setinin tüm renkleri sonra kötü gidişattaki sahne bizleri kamp Roncalli sirki gibi parlar ve çok bas verir alanına uyuklamaya sürükledi ve durdu. ki. Umarım böyle kalır. Geçmişten bir örnek vermek utanç verici olurdu. Yine 01.08.2009 Cumartesi ve Wacken’daki de onlar devam ediyor. Etkileyici bir beşinci gün başladı. Hüzünlü bir geriye Wacken gösterisiyle bizlere kendilerini bakış, festivalle bir kez gelen birinin bu ispatlayacaklar. on günde yaşamaktan kaçamayacağı son darbedir. Gece her zamankinden Artık bu akşam benim için faz aşamasında daha kısaydı adeta! Bir kahve ve arından gitti. Tartışmasız favorim 15 yaşımdan gelen bir diğeri seni kendin tekrardan beri hayranı olduğum Motörhead’in getirmekte en yararlısıdır. Ve saat anonsunu Lemmy Kilmister kendisi yaptı 13.00’de 25 yıllık köklü grup “Rage” ve inanılmaz bir sevinç gösterisi yaşandı. sahneye gelerek 25.yılının kutlamasıyla Açılışı Iron Fist ile yaptılar. Kusursuz bir jübilesini yaptı. Ancak bu hayranları için ses ve Lemmy’nin gözlüğü mükemmeldi. erken bir veda oldu. Sahnede konuk vokal Ardından In The Name Of Tragedy açısından kullanılabilinecek hakkını en


değerli şahsiyetler, Hansi Kürsch (Blind Guardian), Schmier (Destruction) ve Eric Hecht (Subway To Sally) tarafından değerlendirdiği sahnesiyle bizlerleydi. Bugünün son şovu ve Testament! Tansiyonumuz yükseklerde bu geceyi bekliyorduk. Ayrıca pek ciddi olmayan hastalıklardan dolayı alanda bulunan görevlilerin varlığı hiç hissedilmedi denilebilinir. Testament kusursuzluğa ulaşmış bir gruptur. Bir saatlik performans süresi fazlasıyla hızlı geçti. Soluk almaya fırsat yakalayamadık. Buna fırsat arasaydık eşi benzeri bir daha görülemeyecek Heaven Shall Burn sahnesini bir daha izleyemeyecektik. Metal kafaların headbang senfonisi dağılacak gibi değildi. Ve her zamanki gibi şarkıcı Markus Bischoff’un üzerinde birçok ağır kütleyle sahnedeydi. Isının yüksek olduğunun farkındaydı; ama bundan bugünde vazgeçmedi! Yine derin soluk alamamanın gene ardından, saat 18.00 civarında Axell Rudi Pell sahneyi devraldı. Geçen yıl bir talihsizlik yaşanmıştı; çünkü vokal Johnny Gioeli’nin gösterisi profesyonelce engellenmişti. Ama Wacken’ın yıl dönümüyle kötü talih üstlerden atıldı. Axel bir gitar virtüözü gibi sahnede rüzgâr estirdi. Gitarında büyük modeli, Ritchie Blackmore’u gizleyemiyordu. Paralellikler çok büyüktü ve hissedememek neredeyse imkânsızdı. Düzeneğin altı parçası işin içinde bizlerleydi. “Custard’dan” arkadaşlarla şovun her anını zevkle izledik. Yavaş yavaş 20 yaşında ki W:O:A bizim için son buluyordu. Son yıllarda kapılarını bizler için kıran Wacken bunu bizler açısından bir avantaj olarak sunup kendi ülkesinde çadırlarımızla yolculuğa çıkmamızı da sağladı. Ne strese ne de trafik sıkışlığına neden olmadan hem de. “In Extremo” gecesi de bizler için bahsettiğimiz bu derinlemesine festivalin kapanışı oldu. Yıllar süre geldiğince olduğu gibi Wacken, uygun adım baslarla; etrafımıza yayılan uzun tulum naralarıyla ve de devasa havai fişek gösterisiyle bu yıla da damgasını vurdu.

Sonuç olarak; 20.yaşını dolduran Wacken Open Air sona erdi. Hava koşulları haricinde genelde oldukça iyi geçti sayılır. Anthrax, Thin Lizzy ve Kampfar ile görüşmek için buradaydı. Ne yazık ki, yapılan kısa vadeli sigorta ile ilgili itirazlar mevcuttu! Ama yine de JBO’nun konu hakkındaki bir vekili bulunabildi. Festival tarihi boyunca festival dâhiline yapılan katılımlar zirveye ulaşmıştı. Bu konsepte yer almak, 2008 headliner bayraktarları gibi jübilesini yapacak büyük yıldızlar için en uygunuydu! Iron Maiden’in bu türden bir yıl dönüm kutlaması için biçilmiş kaftan olmakta en muhtemel aday olmuş olacaktı! Kritikte performansları hakkında yazamadığım diğer birçok değerli gruptan; Lacuna Coil, Endsatillew, Walls of Jericho, Airborne, Bullet for my Valentine, Dragonforce, Einherjer, Machine Head ve daha fazlasından özür diliyorum. Ancak bu yıl zamanımız oldukça kısıtlıydı! Her gelecek yıl için elbette diğerlerini de burada söz etmek için yazımıza konuk edeceğiz! Bununla birlikte, 2010’da daha hızlı, sert ve bir o kadarda gürültülü bir Wacken’da tekrardan öyle ya da böyle buluşmayı dileyerek sizleri selamlıyoruz. Biz bunu kesinlikle tekrarlayacağız. Müziği canlı tut! Hazırlayan: Roger Rienkens ( UMF Metal Support ) /Almanya’dan Serbest Yazar / MetalTR Çevirenler: Ebru Ekşi & Doğukan Binici


WACKEN OPEN AIR FESTIVAL KRİTİĞİ (Ağustos/Almanya) Bu sene açıklanan gruplar açısından Wacken benim için adeta bir hayal kırıklığıydı. Fakat Wacken’in bir ruhu vardı. O bile bazen grupların önüne geçiyordu. Ben de topladım bavulumu ve 18 günlük Almanya seferime başladım. Tatilimin bir bölümünü akraba ziyaretleri yaparak geçirdim. Geri kalan beş günü de Wacken’e ayırmıştım. Augsburg’ta belli bir süre kaldıktan sonra, Almanya’nın 2 uç noktasında bulunan Augsburg’tan Hamburg’a geçmem gerekiyordu ve yolu hızlı trenle gitmek istedim. Fakat gidiş dönüş ücreti 250 Euro gibi sağlam bir kazık olarak karşıma çıkmıştı. Bu beni bayağı üzmüştü :( Kuzenim bana “MITFAR” diye bir sistem olduğunu ve çok ucuza gidebileceğimi söyleyince bozulan keyfim yerine geldi. Nedir bu MİTFAR: Hamburg’a kendi aracıyla giden insanlar Mitfar’ın kendi sitesine telefonlarını ve adreslerini bırakarak hangi tarihlerde ve saat kaçta yola çıkacaklarını ve araçlarında kaç kişilik yer olduğunu yazıyorlar ve eğer sana uygunsa o kişiyi arayıp randevulaşıyorsun. Evet, 124 Euroluk kazık bir fiyatla trenle gitmek yerine bu yolculuğumu 40 Euro’ya mal etmiştim ve bayağı kârlı çıkmıştım. İşin güzel kısmı, anlaştığım kişi beni sabaha karşı 05.00’te evin önünden alacak ve Hamburg’ta da tren istasyonunun tam önünde indirecekti. Orta yaşlı Alman bir amcayla yola koyulduk ve gayet rahat ve hızlı şekilde beni Hamburg’a ulaştırdı. Hamburg’a vardığımda geçen sene de beraber Wacken seferi yaptığım arkadaşım Egemen’i 7 saatlik bekleme maratonuna koyuldum. Bu yıl festivale 1 gün erken gitmiştik. Amacımız da Wacken alışverişini yapıp - dinlenip bolca da festival alanında gezmekti. Egemen’le buluştuktan sonra “Akşamı Hamburg’un devasa tren garında uyuyarak geçirelim” dedik ve güzel bir yer belirledik. Ortalama 2 saat kadar orada sızdık. Tam güzel rüyalar görürken polis gelip burda yatamayacağımızı söyleyip bizi ordan şutladı (Şerefsiz bıraksa ne olurdu sıcacık rahat bir yerdi). Biz de tren garının dışında bi yerde yere uyku tulumlarımızı serip yattık dışarıda. Fakat yine o polis bizi rahat bırakmadı ve yine “Buralarda bu şekilde uyuyamazsınız” uyarılarını yaptı. Ben uykusuzluğun verdiği işkenceyle fazla oralı olmayıp sızmaya devam ettim. Tabi etrafımızda birkac Wacken’ci, tren bekleyen yolcu ve bolca fahişenin olduğu (Türk fahişerler de vardı) ve havanın soğuk

olduğu sokaklarda yattık. Bu arada o polis 2 kere daha beni uyandırdı ve yine aynı uyarıları yaptı. İşin bir de ilginç yanı karakolla aramızda 5 metre mesafe vardı. Eğer bu olay yurdum sınırlarında olsa ve ben o polisi öyle sallamasam kesin beni geceyi geçireceğim karakola bir şekilde sokardı ve artık gerisini siz düşünün. Sabah kalktık ve ilk işimiz yolu ucuza getirmek için birkaç Wacken’ci daha bulmaktı. Bir türlü istediğimiz sayıya (4 veya 5) ulaşamamıştık. En sonunda bir kağıda “Ucuz biletle yol arkadaşı” yazıp havaya kaldırdık ve 10 dk içinde hemen 2 arkadaş bulduk. Taa Brezilya’dan gelen 2 kardeşle beraber 4 kişilik ucuz biletlerimizi alıp trenle yola koyulduk. Itzhoe’de inip taksiyle yola devam ettik. Bizi götüren taksici de Türk’tü. Biraz da onunla muhabbet edip Wacken sınırları içinde indik. Hemen biralarımızı alıp bilekliklerimizi takıp kamp alanına gectik. Çadırlarımızı kurduktan sonra biraz dinlenip hemen Wacken 2009 tişörtlerimizi almaya koştuk. Ne yazık ki tümü tükenmişti. Adeta delirmiştim ve o kadar eziyetin, tren garında saatlerce bekleyip yerlerde yatmanın tek sebebi erkenden festival alanına ulaşıp 2009 Wacken tişörtlerine sahip olmaktı fakat tüm tişörtler “Sold out” olmuştu ve yıkılmıştım. Biz de üzgün bir şekilde Metal Place’e geçip orada biraz karnımızı doyurup alkol almaya devam ettik. Biraz daha etrafı kestikten sonra Edaka’dan çadırımız için içki, su, yiyecek depolama alışverişini de yaptıktan sonra yağan hafif yağmurla birlikte çadırlarımıza çekildik. Aslında iyi oldu bu çünkü yol yorgunluğunu da üzerimizden atmış olduk. Günün geri kalanını gezerek ve içerek geçirdikten sonra saat 2 gibi uyumaya gectik. Perşembe sabahı kalktıktan sonra Metal Place’de kahveli – yumurtalı - sosisli kahvaltımızı yaptık fakat bu bizi kesmedi ve geçen yıl yaptığımız gibi Edeka’dan ekmek arası olayına girdik ve karnımızı adam gibi doyurduk. İlk işimiz “Acaba 2009 tişörtleri gelmiş midir?” diye satış alanına ışınlanmak oldu. Burada bayağı kalabalık vardı ve hepsinin amacı o ürünlere sahip olmaktı. İnanın o sırada 45 dk bekledik ve bayağı zevkliydi. “Nasıl sırada bekliyorsun ve ne zevki kardeşim?” diyeceksiniz. Bu gavurların işi gücü eğlence. Beklerken Wall of Death yapıldı şarkılar söylendi. İlk alışverişi yapan-


lar Crowd Surfing yaparak arkalara yollandı. Kapılar açıldı fakat yine hayalkırıklığına uğradık çünkü beklediğimiz ürünler yine yoktu... Biz de festival alanında turlamaya koyulduk. İlk işimiz Ortaçağ ve Viking alanını gezmek oldu ve burada çok güzel bir tarihi alan oluşturmuşlar. Buradaki hediyelik eşyalar tamamen Ortaçağa ait eşyalardan oluşuyor. Baltalar, kılıçlar, kıyafetler, yerel alkoller ki bayıldım bunlara (Çok güzel likörler yapıyorlar) tamamıyla ortaçağla ilgili herşey mevcut bu alanda. Ayrıca Küçük savaşlar yapan ortaçağ savaşları canlandırılıyor. Bu alanın yakınlarında bir futbol sahası ve bir de güreş alanı mevcut. Sonunda konser alanına gectik ve günün ilk grupları çalmaya başladı. Bu sırada konser alanı artık kalabalıklaşmaya başlamıştı. Perşembe günü çıkan gruplara değinmeye başlayayım. Gerçi festivalin en sıkıcı gruplarına sahip olduğu gündü. Genelde Alman grupları o gün çıkıyorlardı:(. 1.GÜN: D.A.D5 (Disneyland After Dark) Günün ilk performansını onlarla açtık ve çok eğlenceli olmasa da vakit geçirmek adına bu Danimarkalı Rock grubuyla oyalandık. Bu gruptan sonra sahneye Black Metal Stage’de Almanların çok sevdiği ve Wacken’in daimi gruplarından Schandmaul ve Party Stage’de Antrax’ın iptal edilmesiyle bir diğer sıkıcı Alman grubu J.B.O sahne aldı fakat biz konser alanında gezmeyi tercih ettik. DerW (Puanı- 5): Günün izlediğim ikinci diğer Alman grubuydu fakat onlar da vasatı aşamadılar. Biz de “Eldekilerle idare edeceğiz” diyerek onu da izledik. En azından seen live koleksiyonumu geliştirmem açısından iyi oldu. Running Wild (Puanı- 7):Günün en çok beklenen gruplarından biriydi çünkü son konserleri olacaktı bu Alman Heavy/Speed Metal grubu için. Grup bu konseri DVD yapacaktı. Running Wild benim için ilk ve sondu. Konserin başlamasından kısa bir süre sonra yağmur da arada şiddet kazanarak bizi bolca ıslattı. Hamburg’un bu eski grubu gercekten iyi caldı. Gerek sahne performansları gerekse de son konserleri oluşu nedeniyle bu yaşlı korsanların şovu çoğu insan için güzel geçmişti. İyi de çaldılar. Bu oradakiler için sonuçta unutamayacakları tarihi bir andı. Konser bitiminde artık günün önemli grubu

olan Heaven & Hell sahne alacaktı ve ben o yöne ışınlandım. Heaven & Hell(Puanı- 10): Benim için günün en iyi grubuydu. Wacken tarihinde Perşembe günü True Metal Stage’de sahne alan ikinci gruptu. (İlki Iron Maiden’di) Ortalarda bulunuyordum ve ne yapıp edip en önde izlemeliydim. Ne yazık ki işim hiç de kolay olmadı. Çünkü gerçekten benimle aynı düşüncede olan birçok insan da öne hücum edince çok büyük bir izdiham yaşandı. Böyle büyük grupları sakın en önde izleme hevesine kapılmayın yoksa çok canınız yanar. İki kez ezilme tehlikesi yaşadım ve birinde onlarca kişiyle birlikte yere yıkılınca baskıdan dolayı bir ara nefes alamadım ve “kesin poh yoluna gidiyorum” dedim. Neyse bir el beni o cehennemden çıkardı. Sahne inanılmazdı ve sahne içine konan o ekranda yansıtılan resimler ve figürler gerçekten süperdi. Babalar karşımdaydı. Tüm büyüklükleri ve sahneye olan hâkimiyetleri inanılmazdı. Geezer Butler, Ronnie James Dio, Tony Iommi, Vinny Appice hepsi karşımdaydı ve gerçekten bu müziğin Tanrıları o gece adeta beni cennete uçurmuştu. O kadar yaşa rağmen adamlar inanılmaz çalıyorlardı. Bütün hitleri bir bir çaldılar arada yeni albümden de parçalar çaldılar. Günün son sarkısı -ki benim en sevdiğim Black Sabbath sarkısı olan ve herkesin tek yürek olduğu süper bir koro eşliğinde Dio’nun döktürdüğü Heaven & Hell şarkısı oldu. Gerçekten inanılmazdı. Karşımda Heaven & Hell vardı ve ben adeta büyülenmiştim, oradaki binlerce insan gibi… Bu müziğe ve bu gruba olan hayranlığım o kadar fazlaydı ki en önlerde olmak için cehennem gibi bir kalabalığın içinde sıkış sıkış, arada ezilmelere rağmen yerimi bırakmadım. Bir ara neredeyse ayağım kırılıyordu. Onlarca kişinin üzerime yıkılmasıyla bir süre nefes alamamıştım ve hatta bir ara “Aha Wacken’in ilk şehidi olma yolundayım” diye içimden geçmedi değil. Neyseki kurtardılar. İnanın okurken bazılarınıza pek zor gelmeyecek. Fakat Heaven & Hell’i en önde izlemek bayağı zormuş. Gerçi sonuna kadar değmişti. Geçen seneki Iron Maiden’dan sonraki en büyük kalabalıktı bu. Günün son konseriydi bu. Verdiğim o zor ve çetin Heaven & Hell mücadelesinden sonra biramı alıp çadırımın yolunu tuttum ve hemen yatmaya koyuldum çok yorulmuştum. Benim çadıra girmemle şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Galiba yukarıdakiler aşağıdaki (Heaven & Hell) tanrılarının müthiş şovunu bozmamak için o yağmuru konser sonrasına bırakmışlardı :).


2.GÜN: Sabah erken kalkıp direk Edeka’ya geçip sabah kahvaltısını yapıp karnımızı bir güzel doyurduk. Acilen telefonlarımızın biten şarjlarını orada dönerci olan yurttaşlarımıza bırakıp hemen festival alanına gitmemiz gerekiyordu. Günün ilk grubu saat 11’de sahne alacak olan Napal’di. Napalm Death(Puanı- 7): Alana geldiğimizde grup çoktan başlamıştı. Hemen güzel bir yer belirleyip ilk kez izleyecektim grubu. Günün ilk grubu oldukları ve erken saatte sahne aldıkları için çok da fazla seyirci yoktu. Az seyirci olduğunu da sakın düşünmeyin. Adamlar boş bir alana çalmadılar. Bizim Unirock Festin toplam seyircisinin 5 katı insan toplanmıştı :) Düşünün artık az dediğim seyircinin bile boyutunu. Burnay gerçekten hiperaktif bir deli. Her şarkıda deliler gibi sahnenin her yerinde. Sarkı aralarında sosyal mesajlar vermeyi de ihmal etmiyordu. Üzerimdeki uyku sersemliğini atmak için hemen Pogoya daldım. Biraz mücadeleden sonra kendime gelmiştim. Son şarkının bitiminden sonra yanımızda duran 3 kişinin de Türkçe konuştuklarını farkettim ve Ankara’dan gelen bu arkadaşlarla ufak bir tanışma faslı yaptık. UFO(Puanı- 6): Hard Rock yapan bu eski grubu izlemeye geçtim. Napalm’dan sonra adeta 200’le giden spor araba duvara çarpmamak için sert bir fren yapmış gibi bir anda müzik yavaşlamıştı UFO’yla :) Çok etkileyici sahneleri de yoktu fakat yine de izlemek güzel oldu. Son 4 şarkıda çadır sahnesine geçtim. ADE(Puanı- 8): İtalya’dan davet edilmiş olan bu amatör grubu sahnede görünce adeta “Ne oluyor lan bu ne?” dedim kendi kendime. Adamlar Death yapıyorlar fakat asıl ilginci müziklerinde kullandıkları bir kaç alet bizim Türk müziğinde yer alan UD, NEY ve DARBUKA. Gerçekten bu aletleri sırayla parçalarında kullanıyorlardı. İyi de çalıyorlardı. Keşke daha önce gelseydim de başından sonuna kadar izleseydim :( O dakika derin düşüncelere daldım… O müzik aletlerinin hepsi senelerdir Türk müziğinin demirbaşları olduğu halde, biz değil ama elin İtalyanı bile o aletleri müziğinin içine koyup değişik bir güzellik yaratıyor. Bizim Metalciler hala Avrupalıların yaptığının aynısını onlara tekrar tekrar sunuyor. Bu yüzden hala 0 çekiyoruz. Bu tarz değişik şeyler Avrupalıların gerçekten hoşuna gidiyor... En büyük eksikliğimiz ne yazık ki bu. Sen ne kadar sert müzik yaparsan yap bu tür aletler senin müziğine bir nevi güzellik ve kulağa o sert müziğin yanında güzel birkaç

melodiyle geliyor. Bu grubu çok sevmiştim :) Endstille(Puanı- 6): Alman Black Metalinden bir grup. Almanlar’da gerçi öyle pek Black grupları çıkmaz fakat bu bir istisna :) Bayağı seyirci toplanmıştı. Bu sene Blackçiler için pek de fazla grup yoktu. Dinlediğim bir grup değildi Endstille fakat Black Metal sahnesi ve grupları her zaman sahnede ilgimi çekmiştir. Gamma Ray(Puanı- 6): Almanların bir diğer Power Metal efsanesi. Bilindik şarkılarını bir bir çaldılar. Sahne önünü de bolca doldurdular. Onlara TRUE Metal Stage’de yer vermişlerdi. Bu da büyük kalabalık demekti. Beni pek açmadı açıkçası. Seyirciyi oradan oraya sürükleyen bir tarz olmadığı için dinlerken dinlenmiştim :) Walls of Jericho(Puanı- 7): 10 yıllık bir grup… Onuncu yıllarında Wacken sahnelerinde gördük onları. Türkiye’de pek göreceğimiz bir grup değil Jericho. Vokalleri hem güzel (Candace Kucsulain) bir bayan hem de çok iyi söylüyor. Tarz gereği de çok hareketli ve çok güzeş bir bayan. Bayağı iyilerdi anlayacağınız. Bolca Pit, Wall of Death, Pogo yapıldı ve her türlü aktivitenin bu metal müziğin içinde yer aldığı bu sosyalleşmeyi bolca yaptık. Çok eğlenmiştim ve bayağı da yormuştu beni. Birkaç kez de düşmüştüm Pitte fakat hemen biri veya birkaçı yardımına koşar Wacken’de seni kaldırır. Airbourne(Puanı- 9): Bu Avusturalyalı süper ötesi grup geçen yıl olduğu gibi yine sahne almışlardı. Geçen yıl çimlerde alkolün etkisiyle sızıp kalmıştım ve onları kaçırmıştım. Gerçekten çok büyük bir performansı kaçırmıştım geçen yıl :( Neyse bu sene bunu telafi edecektim. Hemen yerimi almıştım arkadaşım Egemen’le birlikte. Geçen yıl olduğu gibi yine çok gaz ve çok iyi giriş yaptılar ve “Running Wild”, “Girls in Black”, “Blackjack”... Sevdiğim parçaları bir bir çaldılar. Bu grubu izleyemeyen herkes için söylüyorum; çok şey kaçırıyorsunuz… Süper şarkıları var. Sahne hâkimiyetleri çok iyi, sahne performansları ilk şarkıdan son şarkıya kadar aynıydı. Seyirciyi süper coşturuyorlar. Vokal, Wacken sahnesinin en tepesine gitarıyla tırmandı ki bu görülmesi gereken süper bir andı. Orada demirlerin en tepesinde biraz takıldı ve bir ara o demirlerden aşağı sarktı bu çılgın herif! Bir ara benim hep yapmak istediğim ve fırsatını bulduğum Crowd Surfing olayına giriştim. İnanılmaz güzel bir olay seyircinin elleri üzerinde sahne önüne kadar gidiyorsun :) Çok rahat ve gayet konforlu bir ulaşım :) Kimse


seni düşürmüyor. Ülkemde bu olayı yapmak çok zor yurdum metalcisi için. Wacken’de ya da diğer yurt dışı festivallerin vazgeçilmezi kimse de bu olaydan şikâyetçi değil. Bazen üstünüzden onlarca adamın, kızın kayıp gittiği de oluyor. Gruba dönersek; Airbourne gerçekten süper bir grup ve bir kez olsun Türkiye’de sahne almasını isterim. Şiddetle tavsiye.

Cuma gecesi sahne alacaktı. Türkiye’deki o efsane bilet olayı ve gelecek - gelmeyecek dedikodularını bir kenara bırakmıştım, MOTÖRHEAD kanlı canlı birazdan karşımda olacaktı. “Heaven & Hell’de yaşadığım o büyük mücadeleyi umarım bu sefer yaşamam” umuduyla sahne önünde yer almak için ilerlemeye başladım ve sahne önüne 1 metre kala durmak zorunda kaldım çünkü artık DragonForce(Puanı- 5): Bu yıl bolca sahne geçiş yoktu ve bu seferde 3 kişilik bir savaş bir diğer Power gruplarından biri daha. Gervermiştik. Çok küçük bir alan vardı bu sahçekten tarzının iyi gruplarından biri fakat çok ne bariyerlerinin üzerinde çünkü o demirin hızlı çalıyorlar ya. Sahnedeki giyimlerini de üzerine çıktığında 15cm yükselmiş oluyorpek beğenmedim hele ki o fosforlu sarı tayt duk. Bu benim için çok onemliydi çünkü ora:( Airbourne sahnedeyken bir 15 dakikalık dan düşünce bazen grubu göremiyordum. DragonForce’a koştum çünkü çok sevdiğim Ben Alman bir kız ve onun Japon arkadaşı... bir parça olan “Through the Fire and Flames” Bu Japon’un cinsiyetini konser sonuna kadar dinlemeliydim. İçimden umarım parçayı inanın çözemedim erkek mi dişi mi fakat çok kaçırmamışımdır diyordum ki Black Metal güçlüydü. Japonun kankası Alman Kız benim Stage’de aynı anda Airbourne süper bir pertam önümdeydi ben de bir yolunu bulup o formans sergiliyordu. Gerçi orada bulunduğum kıza yapıştım (Yanlış anlaşılmasın amacım kısa zamana rağmen şanslıydım çünkü ikinci fortçuluk değildi :) çok kalabalık bir de sahnsarkı “Through the Fire and Flames” oldu. enin tam önündesin) O kadar kalabalık ve bir Şanslıydım yani hehe. Parça bitiminden hede en önde olunca arkalardan gelen baskı ve men sonra 3 parçalık DragonForce macerasına onlarca insanın senin yerinde gözü olması... son verip, tekrar Airbourne’a döndüm. Düşünün artık ister istemez herkes birbirine adeta yapışıyor… O japon -cinsiyeti herneyseHammerFall (Puanı- 7): True Metal Stage’de konser bitimine kadar ben ve o Alman kızın yer alan İsveç’in en iyi Power gurubu. Evet, arasına girmek için benimle büyük bir mücgerçekten iyi ve güzel şarkıları var ve o gün adeleye girdi :). Namısızla hem Motörhead iyi de performans sergilemişlerdi. Hitlerini bir izleyip hem de yerimi kaptırmamak için mücbir sıraladılar ve seyircinin şarkılara katılımı da adele verdim. MOTÖRHEAD+Special Guests çok iyidi. “Hearts on Fire” dinlemek güzeldi. (Fuel Girls) bir şov olacaktı. Grup sahneye video klibini gösterek daldı. Bu sex makinası Bullet For My Valentine (Puanı- 6): Pek de LEMMEY karşımdaydı. Çok şanslıyım ya bu sevdiğim ve dinlediğim ve bu tür bir çabayıl 3 Heavy Metal devini bir arada gördüm ya gireceğim bir grup değil BFMV. Sahne (Saxon, H&H) Gerçekten o kadar yaşa performanslarını görmek açısından biraz izled- rağmen süper bir performans sergilediler. im. Konser alanındaki kitlesi genelde 20 yaş H&H gibi sahneye büyük büyük fügürlerle altı bir topluluktu. Sahne önüne toplamışlardı doldurmadılar. MOTÖRHEAD+Special Guests bolca -20. Yarısına kadar izledim çünkü TRUE (Fuel Girls) olmasından dolayı birkaç şarkı Metal Stage bir efsane olan Motörhead sahne sonra sahneye hatunlarla doldurdu. İşte hepsi alacaktı. BFMV çalarken ilginç bir olayı size bir arada bir şov hem Lemmy gör, Motörhed aktarayım: Felçli bir genç akülü tekerlekli ve sahnedeki yavrular ALL in ONE oldu hehe sandalyesiyle ve üzerinde büyük bir Iron :) Süper bir performans… Adamların emekliliği Maiden bayrağıyla en arkadan en öne geçigelmiş ama hala yollarda hala ilk günkü gibi yordu. Bu sakat ve tekerlekli sandalyeli haliyle çalıyorlar. Bir efsane daha karsımdaydı ve gero geçerken tüm Pogolar, Pitler durdu. Tüm çekten uçurmuşlardı beni. Yeni albümden de onun geçtiği anda orada grubu izleyen herkes birkaç parça çaldılar. “Ace of Spades” dinlehemen izlemeyi bırakıp ona yol verdi. Hem mek gerçekten efsane bir olay. ÇOK şanslıyım onun durumundan dolayı hem de büyük Iron çok:). Maiden bayrağından dolayı herkes büyük bir saygıyla o çocuğa yol veriyordu. Gerçekten görülmesi gereken süper bir olaydı bana göre. In Flames (Puanı- 9): Motörhead bitmiş ve hiç Binlerce kişiyi yarıp, ta en öne kadar gitmek... vakit kaybetmeden yan sahneye In Flames Süper bir görüntü. İnanılmaz bir saygı var izlemeye geçmiştim. Sonunda son 2 albüorada. Keşke yurdum insanında da olsa… münü beğenmesem de bir metal devi sahnedeydi. Onları da en önde izlemek istiyordum Motörhead (Puanı- 10): Bir diğer efsane fakat ne yazık ki gerçekleşmedi bu isteğim.


Ortalama 15 metre gibi bir mesafe kala durmak zorunda kaldım çünkü artık seyirci o kadar yoğundu ki, ilerlemek imkânsızdı... IF’e karşı inanılmaz bir sevgi var. 23 yaş altı gençler sahne önünde adeta etten duvar örmüştü. Nereden bileyim birazdan oranın bir cehennem olacağını? Sahnenin tamamını kapatacak bir perde gerilmişti ve sahne seyirciden saklanmıştı. Grubun sahneye girmesiyle o perde de indi ve müzik başladı. IF sahneye dev ekranlar kurmuştu ve gerçekten sahnede güzel bir ışık gösterisi yaşattılar. Grubun ilk sarkıya girmesiyle orası adeta cehenneme döndü. İnanın ilk kez böyle bir baskı, sağdan sola savrulma, inanılmaz bir sıkışıklık yaşadım. Açık havadaydık fakat nefes bile alamıyorduk. Arkalardan gelen o baskı öyle bir izdiham yaşattı ki; 1.90’lık çam yarmasının o çoluk çocuğun yaşattığı cehennemden dolayı bayıldığını gördüm. Hele ki o 18 yaş altı çocuklar Türkiye’dekilere hiç benzemiyor. Düşünün adam o baskıdan dayanamayıp bayıldı ve o yarmayı kaldırıp surfle en one, güvenliğe yolladılar. Birkaç kez arkadan gelen baskıyla yere yıkıldı onlarca insan (Siz siz olun eğer Wacken gibi bir festte IF’i en önde izlemek istiyorsanız bazı şeyleri goze alın) birbirinin üstünde eziliyordu. Bir çocuğu çekip kurtarayım dedim ama ne fayda… Öyle bir baskı vardı ki imkânsızdı. Bir kızı kurtarayım dedim bu sefer, fakat kızı çektiğimde kızın pantolounu ve donu aşırı sıkışıklıktan çekmemle birlikte bileklerine kadar sıyrıldı. Kızın pek umrunda değildi o an çünkü üzerinde onlarca insan vardı ve nefes alamıyordu. O kızı tam kurtaracakken ikinci bir dalga daha geldi sonra o kıza ne oldu ben de bilmiyorum. Artık karar vermiştim orada duramayacaktım. Çünkü orada daha fazla durursam hem benim için iyi olmayacak hem de grubu görmem imkânsız olacaktı. Ne müzik dinleyebiliyorum ne de grubu görebiliyordum tamamen cehennem… Neyse arkalara gitmek için büyük bir güç sarfettim. 15 metreyi ortalama 20 dakikada geçebildim. Sonunda ortalarda biraz nefes aldım. Öyle bir şey ki insanlar birbirinin ayaklarına bileklerine basarak ilerliyor ve inanılmaz bir acı çekiyorsun. Kimse de bundan çok da şikâyetçi değil. Bu müziğe ve bu festivale öyle bağlılar ki. İnanın yine olsa yine aynı sahneler yaşanır. Her yerim eziklerle dolu ve çamur içindeydi. Neyse artık grubu da görebiliyordum, önde arkalardakilerin yaptığı baskı nedeniyle yapılamayan pogo ve pitler ortalarda rahat bir şekilde yapılıyordu. Bu aktivitelerin bağımlısı olduğum için direkt daldım. “Only for the weak”de seyircinin tamamına yakının zıplaması inanılmazdı. “Sweet shadow”da yapılan o havai fişek gösterisi süperdi. O alev-

lerle yapılanlar inanılmazdı gerçekten. “The Chosen Pessimist” şarkısı da gerçekten bir efsaneydi. “Neydi o?” diyeceksiniz… Biliyorsunuz bu sarkı slow bir parça ve bu parça da şarkı gibi yavaş bir pit döndü. O şarkıda o pit gerçekten görülmeye değerdi. Grubun da gözünden kaçmadı. Süper bir olaydı bu. Seyirci tek bir yürek... Gruba ve müziğe verilen tepki herkesde aynıydı. Gruba olan destek, alkışlar herşey tam anlamıyla önceden çalışılmış bir şov gibi. Çok bekledim fakat “Take This Life” çalmadılar. “Only for the weak” seyircinin hep beraber zıplamasını bir Youtubete izleyin derim :) http://www.youtube.com/watch?v=fFqbeVwW E4Q&feature=related Sahnenin yanındaki dev ekranlardan gözüken görüntü dehşetti. IF de bitmişti ben de bitmiştim. Her yerim ağrıyordu. Saçlarım, vücudum çamur içindeydi. Acilen duş almalıydım. Doro’yu o yüzden izlemedim direkt duşlara kaçtım. Acele etmem gerekiyordu çünkü 1 saat sonra Amon Amarth vardı. Hemen duşların yerini öğrendim ve Egemen’le beraber gittik. Duş çadırı bayağı büyük bir çadır birkaç bölmeden oluşuyor ve her bolmede en az 10 kişi duş alabiliyor. Tabi o bölmelerde bulunan 10 kişiyi ayıran başka bir bölme de yok :) Yani herşey meydanda bir olay. Ben girdiğimde kimse yoktu. Sadece arka tarafta 2 Almanın sesi geliyordu. Duşlar sıcak ve çok iyiydi gerçekten. Yalnız duşlara bakan zenci bir ara içeri girdi. “Lan ne oluyor?” dedim bu millet tehlikelidir :) Bu yamyamın işi belli olmaz. Gerçi sağa sola bakındı gitti. Ben de rahat bir nefes aldım :) hehe. Artık temizlenmiş mis gibi kokuyordum ve saçlarım da artık ahenkle dans ediyordu. Egemen de duşa gireceği için donum harici tüm malzemeyi ona bıraktım ve çadırıma doğru yola koyuldum. Tabi duşlardan 50 metre kadar uzaklaştıktan sonra, yol 4’e ayrılıyordu ve ben o yorgunlukla hiç de dikkat etmemiştim :( Neyse ışığın fazla olduğu tarafa gittim fakat her seferinde başka yollar çıkıyordu tam bir labirent... Bir süre daha yürüdüm ve yolun sonunda bir baktım direkt konser alanına çıkmıştım ve o anda Amon Amarth başlamak üzereydi. Hava da kararmış ve soğumuştu. Ben de ıslak bir şekilde Amon Amarth’ı izlemeye koyuldum… Amon Amarth(Puanı- 8): Bu Vikingleri 8 ayda üçüncü kez izlemiş olacaktım. Şunu söyleyeyim İstanbul’da izlediğim 2 konseri bir yana koyun. Wacken’de izlediğim Amon Amarth inanılmazdı. İstanbul’dakileri konserden saymıyorum. “İstanbul’da grubu buldu bir de


beğenmiyor” diyeceksiniz fakat Wacken’de grubun sahne performansı, ses düzeyi, dekor inanılmazdı. Sahneye istanbul’da kullanmadıkları bir dekorla çıktılar. Büyük bir Viking gemisi, sahnenin belli kesimlerine konmuş ahşap dekorlar, alevler, büyükçe bir Viking flaması... Gerçekten İstanbul’daki 2 konser, bu konserin yanında hiç kalır... Hemen hemen İstanbul konserine yakın sarkılarla çıktılar. Şarkıların bazılarında Viking savaşçıları sahneye çıkıyor ve kılıçlarla birbirleriyle dövüşüyorlardı. Bir ara bir Viking savaşçısı sahnenin belli yerlerini eteşe verdi ve bayağı ilgi çekti ve çok çok iyi bir şovdu. Tabi havanın soğukluğu benim de ıslak olmamdan dolayı adeta donuyordum. Biraz daha kalabalığın yoğun olduğu bir alana doğru gittim ısınayım diye. Bir ara sörf yapayım dedim elimde donla fakat en önden tekrar çıkış kapısına gitmek bayağı bir mesafe olduğu için vazgeçtim. İstanbul konserinden bir diğer farkı da “Şerefe” demiyordu vokal :) Neyse Amon Amarth bitti ve ben çadırımda uyumaya doğru yol aldım. Alanda Türk bayrağı açmış bir kaç yurdum insanı da gördüm. Sonunda Wacken’de Türk bayrağını da görmüş olmuştum. Çadırıma girdim ve yatağıma kafamı koyduğum an uyumuşum. 3GÜN: Her zaman yaptığımız gibi yine fiyatları ucuz olan ve karnımızı doyurabildiğimiz Edaka’ya gittik. Orda enerji içeceği, 1 adet muz, 1,5 kiloluk Ice tea, Muzlu süt aldıktan sonra diğer günlerde yaptığım gibi ekmek arası kaşar salam olayı yerine bizim kanka dönercilerden yemek yiyelim dedim. Burada döner farklı. Konuyu şöyle açayım (İçinizden diyeceksiniz adama bak yediği o döneri de yazmış. Lakin bu dönerler hem farklı hem de daha güzel.) Döner ekmeğine cacık dedikleri yoğurtlu bir sos koyuyorlar sonra eti dolduruyorlar tabi İstanbul’daki gibi gramajlı değil bol kepçe. O tombik ekmeğin içine o kadar çok et koyuyor ki doyuyorsunuz. Almanya’da ekmek arasına konan etin gramajından İstanbul’da 4 tane yarım çıkar inanın. Bolca et konduktan sonra üzerine ne koyucağını soruyor: yeşillik ya da tekrar o sosu ya da salatalık ve domatesi beraber karıştırıp koyuyorlar. Fakat domates ve salatalık hiç de birarada iyi olmuyor. O sos da berbat... Ben daha çok sadece et ekmek olarak tercih ediyorum. Neyse dönerci kankalar bol kepçe doldurdular içeceğin de parasını almıyorlardı şirkettendi o :) Sağolsunlar. Düşünün adamlar Wacken gibi küçük bir köyde dönerci açmışlar :) Karnımızı doyurduk-

tan sonra telefonu yine onlara şarja bıraktım. Yalnız motoru bozmuştum. Dönercideki tuvalet de genelde boş ve temizdi. Hemen tuvalete koştum o da ne? Önümde 3 kişi var… 5 dk bekledim, baktım olmuyor... Kıvranıyorum deliler gibi… Dayanamadım bayanlar tuvaletine girdim ve orda rahatlamıştım ve adeta uçuyordum :) Tabi kapının arkasında iki kız sürekli kapıya vuruyordu galiba onlar da motoru bozmuştu benim gibi. Ben çıkınca pek de sallamadılar aksine güldüler. Onlara “Hi” dedikten sonra cennet varmış dedim ve direkt konser alanına gittim. SuidAkrA (Puanı- 7): Party Stage’de çalan bu Death Metal grubunu izlemeye koyuldum. Daha önce hiç dinlememiştim. İsimlerinden haberdardım fakat dinlemek burada nasip oldu. Bayağı iyi ve sağlam çalıyorlar ve gerçekten son şarkılarına kadar gazlar. Bir ara Black Stage’de çalan Einherjer’a doğru yol aldım fakat çok kötüydü. Daha önce dinlediğim bir gruptu fakat performansları vasattı. Tekrar SuidAkrA’ya döndüm ve onları dinlemeye devam ettim. Rage (Puanı- 7): Bu sene bolca Wacken’de karşılaştığımız yerli malı haftasının (20. yıl diye bolca Alman grubunu toplamışlar) bir diğer Alman grubu daha sahnedeydi. Rage biraz da sahneye ekstra bir olaya gitmiş ve konuk sanatçılara yer vermişti. Kimdi bunlar? Blind Guardian’dan tanıdığımız Hansi Kürsch. Hansi saçları da kesmiş adam bayağı değişmiş saçlar gidince... Grup gerçekten sahnede gayet iyi bir performans sergiledi Hansiyle. Schmier’de (Destruction) sahnede yer aldı fakat benim motor yine arıza çıkarınca koştum hemen… Dönerciye bayağı yol vardı fakat telefon da orada şarjda olduğu için gittim oraya. Benim için günün en üzücü olayı bu sene izlemeyi çok istediğim Kampfar’ın konser günü iptal edilmesiydi… Evet, Wacken’de bile iptaller oluyor. Hele ki konser günü... Bayağı küfür etmiştim. Yerlerine 2 gün önce sahne alan Onkel Tom (Sodom) konulmuştu. Ben de onun yerine Wacken tişörtlerinin tekrar satışa konulduğu bir satış alanı gördüm ve konser izlemeyi bırakıp orada sıraya girdim. İnanın o tişörtleri alınca büyük bir yük üzerimden kalktı. Wacken 2009 tişörtlerini almadan eve gitmek çok kötü olurdu. Bunlardan biri siparişti... Benim az sayıdaki metalci dostlarımdan blastrula’ya (Yasin) aitti. Bir diğer sipariş de Lastfm’den arkadaşım olan eurydicem’e (Buket) aitti. Gerçi girly olan modeller ben festivale gelmeden bitmişti


ve maalesef ona alamamıştım. Gerçi onun istediği grup tişörtlerini alayım dedim ve hemen orijinal ürünlerin satıldığı Nuklearblast çadırından ona bir tişört aldım fakat yanlış grubun almışım. Ondan tekrar özür diliyorum. Neyse konserlere geri dönelim...

ki çok şey kaçırmışsınız demektir. Sahnede çok hareketli değilller. Yine de performansları çok çok iyi bu Danimarkalıların. En sevdiğim parçaları olan The Garden’s Tale”i o müthiş ses sisteminde dinlemek ayrı bir güzeldi.

Testament (Puanı- 7): Thrash Metalin devlerinden Testament sahnedeydi. Babalar True Stage’de adeta döktürdü. İstanbul konseri duyduğuma gore iyi değilmiş. Burada yıktılar. “Over the Wall”, “Into the Pit”, “The New Order” gibi deli şarkılarını bir bir sıraladılar. Bu müthiş sahne ve seste gerçekten başka bir zevk… Bolca pite girip antreman yaptım sonraki gruplar için.

MACHINE HEAD (Puanı- 9): Günün en çok izlemeyi istediğim grubu… Hemen sahne önüne yakın bir yerlerde yerimi aldım. Çok güzel bir introyla giriş yaptılar. Sahneye koydukları dev ekranlarda oynayan o alev görüntüleri ve bütün ışıkların sarı ve kırmızı yanması sahneyi adeta cehenneme çevirmişti. Gerçekten müthiş bir konser oldu. Hele ki seyirciyi mosh ve headbang yapmaya davet etmesi ve seyircilerin bu isteğe uyması gerçekten süperdi. Unutamayacağım bir konser oldu benim için. Bolca pit ve pogo döndü ve her birinde yer almak inanılmaz eğlenceli. İnsanların düşeni kaldırması, birbirine olan saygısı inanılmazdı. Bu grubu sahnede görmek gerçekten süper. Seyirciyi adeta avuçlarının içine alıyorlar ve istedikleri gibi yönetiyorlar. Bizim şarkıcılar gibi bir iki sağ sola gidip ARAYA İKİ KONUSMA HADİ BANA EYVALLAH DEMİYOR ADAMLAR.

Heaven Shall Burn (Puanı- 7,5): Niye 8 vermiyorum; çünkü paso Almanca konuştu solist. Alman Metalcore gruplarının en iyilerinden biri sahnedeydi… Bu da ortalık bayağı dağılacak demekti. Grup son albümün kapağını afiş olarak asmıştı ve tüm grup kırmızı gömlekler giyip sahneye çıktı ve daha ilk şarkıda ortalık savaş alanına döndü. Wall of death, pogolar, Pitler bolca döndü. Solistin istediği o büyük Pit görülmeye değerdi. Bu hayatımda gördüğüm en büyük circle pitti. İnanın o kadar büyüktü ki, başlağım noktaya gelmem bayağı zaman alıyordu. Konser alanının yarısı kadardı bu pit. Sonradan 3’e bölündü. Biri konser alanın tam ortasında yer alan ses kontrolünün yapıldığı yerde döndü gerçekten görülmeye değerdi. AXEL RUDI PELL (Puanı- 7): Büyük gitar ustası sahnedeydi grubuyla. Çok dinlediğimi söyleyemem fakat büyük bir usta sahnedeydi ve izlememek ayıp olurdu. Çok iyi çaldılar ve iyi bir sahne performansı vardı. Grubu H.S.B konserinden kaynaklanan aşırı yorgunluktan dolayı çimlerde yayılarak dinledim. IN Extremo (Puanı- 7): Çok sevdiğim Alman folk grubunu sonunda izleyecektim :) Almanlar gerçekten kendi gruplarına inanılmaz ilgi gösteriyorlar. Sevdiğim şakılarının çoğunu ezbere bildiğim birbirinden değişik ve ilginç enstrümanlara sahip olan bu grubu izlemek gerçekten çok ama çok zevkliydi. Bir ara yine Sörf olayına girdim. Bu sörf olayı gerçektem inanılmaz güzel. VOLBET (Puan- 8): Müzikleri süper ve çok güzel olan bu Elvis Metalin :) yaratıcıları gerçekten dinlerken hiç sıkılmayacak ve o kadar çok eğleneceğiniz bir grup. Fırsatınız olursa mutlaka canlı izleyin. Eğer kaçırırsanız bilin

Saxon (Puanı- 7): Daha önce hiç izlememiştim bu Wacken’in kadrolu grubunu. Sahne dekorları da bayağı iyiydi. Sonuçta Wacken’de gece çıkan tüm grupların sahneleri ve sahne şovları çok güzel oluyor. Saxon’a inanılmaz bir sevgi var. Çok kalabalık bir kitle toplanmıştı. True Metal Stage’de sahne alıyorlardı ki; burada sahne alan gruplar çalarken, diğer 2 sahnedeki müzik duruyor ve o iki sahnede hiç bir grup çıkmıyor. Saxon yılların grubu... Diğer eski gruplarda olduğu gibi sahneleri ve performansları çok iyi. Bayağı sıkılmıştım ve yorgunluktan artık bitmesini bekliyordum. Ben bitmesini beklerken onlar daha da uzun kaldılar sahnede. Saxon bitene kadar dondum çünkü hava buz gibiydi. Saxon performansı uzadıkça ben daha çok üşüyor ve daha çok sıkılıyordum. Bitmek bilmiyordu. Bitince de oh çekip Party Stage’de yer alan KORPIKLAANi’ye koştum. KORPIKLAANi (Puanı- 6): Son albümleri “Karkelo” gerçekten çok süperdi. Bu yaz bolca dinleme fırsatı bulmuştum. Türkiye’de neden hala Folk metal grubu konserleri olmaz anlamam. İnanın çok güzel ve süper eğlenceli oluyor. “Bu kadar yazdın övdün de neden düşük puan verdin?” diyeceksiniz. İnanın Saxon’dan sıkılmam, önümde sürekli sevişen çiftin sürekli bana çarparak beni rahatsız


etmesi, aşırı yorgun olmam, uykumun gelmesi, havanın buz gibi olması, Korpiklaanin geç çıkması ve Saxon’u izlerken birkaç sarkısını kaçırmam bayağı beni soğuttu. Keşke gündüz çıksalardı daha iyi olurdu. Saxon’u izlerken Son albümün en güzel şarkısı olan Votka parçasını kaçırmam da çok kötü oldu. Beer Beer en azından dinledik. GWAR (Puanı- 8): Son 20 dakikasına yetiştim fakat gerçekten süper bir sahne grubu... Youtube görüntülerini mutlaka izleyin, anlarsınız. Gerçekten canavar metalin en iyisi. Kostümleri sahne şovları görülmeye değer ve Lordi’den çok çok iyiler. Lordi gibi dağınık ve kopuk bir sahne şovları da yok. Müzikleri de çok iyi. Keşke daha önce gelip izleseydim diyorum. Kafamı taşlara vurdum :( Sahneye çıkardıkları o dinazor maketi de çok iyiydi. Kalabalık bir sahneydi ama çok çok iyi bir şov vardı karşımızda. Galiba ilk ve son kez Gwar’ı da görmüş olduk. Bu 2009 Wacken için son gruptu benim açımdan. Gerçi son grup Subvay tu Sally’di fakat bana pek hitap etmediği ve uykusuzluktan ve yorgunluktan dolayı çadırıma doğru yola koyulup Wacken 2009’a veda ettim. Yolda giderken bayağı üşüyordum ve bir yandan da nasıl ısınırımın çarelerini düşünürken fest alanın içinde yer alan çin yemeklerinin olduğu standa gittim ve ismini bilmediğim (erişte olması lazım) ve bolca koydukları o şeyi aldım ısınmak için de içine bolca acı sos döktürdüm. O kadar acıydi ki yanıyordum fakat bu beni ısıtmıştı. Çadıra girdiğim gibi uyumuştum. Wacken gerçekten görülmesi gereken bir festival. İnanın bir kez gittiniz mi, defalarca gitmek isteyeceksiniz. Wacken’in insanı bağlayan bir ruhu var. Herşeyiyle süper hazırlanmış ve herşeyin düşünüldüğü bir organizasyon. Bu biletlerin aylar önce “Sold out” olmasından da belli. Orada herkesin tek bir amacı var: eğlenmek. Bizim Türk metalcisi gibi şikâyet etmiyor adamlar. Tek amaçları var: eğlenmek. Bunu gerek içerek, gerek müzik dinleyerek ya da başka insanlarla kaynaşarak bir şekilde yapıyorlar. Orada yağan yamurdan, çamurdan hiçbir şekilde şikâyet etmiyorlar. Yapılan crowd surfing’i hiç şikâyet etmiyorlar. Düşünün üzerinizden ayakkabıları çamur içinde olan biri geçiyor ve bu çamuru bazen size de bulaştırıyor. Devamlı siz grup izlerken birileri hep kafanızın üzerinden geçiyor. İnanın kimse bundan bir kez bile şikâyetçi olmuyor. Yurdum metalcisinin üzerinden çamurlu bir şekilde geçin, neler olur neler. O grup izlerken

siz üzerinden geçin ve onun grubu izlemesine engel olun inanın sizi indirir döverler. Gerçi deneyin bi sörf olayını yurt içindeki bir konserde 5metre gidemezsiniz. Bir kızın Zeytinli’de (Yeni adıyla Foça) Sörf yaptığını düşünemiyorum. Bazı gençler vardır her yıl gelirler Wacken’e. Çadırlarını kurarlar ve hiçbir şekilde konser alanına inmezler. Orada kendileri gibi birkaç kişi daha bulup bütün gün içerler. Adamlar zaten o grupları her yıl izmekten doymuşlar ve festivale tamamen ortam amaçlı geliyorlar. Pogo’da ya da Pit’te eğer yere düşerseniz hemen size birileri yardıma koşar sizi kaldırırlar. Orda yaşadığım bir olayı anlatayım; Machine Head’de pitte ayakkabım çıktı. Fazla hızlı koşmadığımdan ayakkabıdan çok da uzaklaşmadan hemen tekrar kapıp hemen kenara çekilip onu giymek için eğildim. Hemen 3 kişi benim etrafımı çevirip beni koruma çemberine aldılar. Pit esnasında birilerinin koşarken beni ezmesini ya da çarpışmamız esnasında yaralanmamamız için beni korumaya aldılar. Bu bana özel birşey değildi bunu herkese yapıyorlardı. Ayakkabı bağı çözülüp de eğilen birine de yapıyorlar. Tanıyıp tanımaması önemli değil. O yardımı herkes birbirine yapıyor ve defalarca tanık oldum. Herkesin birbirine karşı duyduğu inanılmaz bir saygı var orda. Surf yapılırken eğer biri eller üzerinde size doğru geliyorsa, arkanızdaki sizi uyarıyor. Bu şekilde herkes birbirini uyararak bir kazayı da önlüyorlar ve hiç sıkılmadan şikâyet etmeden o kişiyi arkasındaki kişinin elinden alıp önündekine uzatıyor. İnsanlar birbirine inanılmaz saygılı kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Kimse kimseye karışmıyor. Hele ki deli gibi alkolün tüketildiği bir ortamda ne bir kavga ne bir sorun. Bu kadar içki yurt içindeki kalabalık bir festte olsa neler olur bir düşünün. İşte Wacken Ruhu. Wacken halkı da bu festi sahiplenmiş bahçelerinde sandalyelerinde oturup ordaki metalcileri izliyorlar. Tek kötü yanı kamp alanında inanılmaz bir çöp bırakılıyor. Gerçi şişe ve kutu içeceklerin tümü depozitolu olduğu için orada yaşayan halk onları toplayıp bundan para kazanıyor. Bu yıl Wacken Türk seyircisi için bayağı kalabalıktı ben en az 30 kişi gördüm. Seneye bakalım kimler eklenecek kimler olacak 2010 yılı için... Gidip gitmemekte kararsızım. Biraz daha bekleyeceğim ve açıklanan gruplara göre karar vereceğim. Neyse bir maceranın daha sonuna geldim. Hazırlayan: Lâçin Temoçin


ALBUM KRITIK Ethereal Sin - ... The Abyss Will Also Gaze Into Thee 1997 yılından beri aktif olan Cradle kırması Japon grup Ethereal Sin ilk uzun soluklu albümü “ ...The Abyss will also gaze into thee” ile geçtiğimiz aylarda dinleyici karşısına çıktı. Daha önce 6 demo ve bir de “Best Of” yayınlayan grup, tarz olarak Syphonic Black Metal’i benimsemiş olsa da vokaller haricinde Gothic Metal öğeleri daha yoğun. Aşırı kullanılmış klavyenin yanında kısır gitar tonları, müzikle örtüşmeyen vokal ve kalabalık yaratmak için alınmış 2 bayan soprano grubun eksi yanları. Aslına bakarsanız ben pek de artı bir yanlarını göremedim. İskandinav havası verilmeye çalışılmış clean vokaller, cılız harsh vokaller ve sanki farklı bir grupta söyleyen scream vokal tam bir fiyasko. Şarkı sözlerinde genelde Pagan efsaneleri konu alınmış. Ancak pek de başarılı olunamamış. Müzikal anlamda albümde yer alan 9 parçadan “Mist and The Pagan’s Castle” dışında pek elle tutulur bir parça yok. Albüm, olayı daha da abartmak için eski demo kayıtlardan “The Cocoon and Ebony Thorns”un da eklendiği 666 kopyalık Limited Edition şeklinde de yayınlanıyor. Sonuç olarak baktığımızda son dönemde edindiğim en işe yaramaz albümlerden biri diyebilirim. Myspace: http://www.myspace.com/etherealsin Not: 4/10 Hazırlayan: Ümit Gündoğdu __________________________________

Dying Fetus - Descend Into Depravity Grindcore’un dünya üzerindeki en iyi isimlerinden biri olarak kabul edilen Dying Fetus 6. uzun soluklu stüdyo albümleri “Descend Into Depravity” ile 15 Eylül’de tekrar piyasayı alt üst edecek gibi... 8 parçadan oluşan albümün promosu elime geçtiğinden beri sık sık dinledim ve net bir şekilde söyleyebilirim; Albüm dehşet! Albümün

prodüktörlüğü daha önce birçok Death Metal albümünün prodüktörlüğünü üstlenen Steve Wright tarafından yapılmış. Ayrıca kayıtlar da yine Steve’in sahibi olduğu Wright Way Studios’ta gerçekleştirilmiş. Parçalara biraz değinecek olursak genel yapı hız üzerine dayalı olsa da “Hopeless Inserrection” ve “At What Expense” gibi ritim parçaları da gayet göz alıcı. John vokalini yine hatasız bir şekilde kullanmış. Önceki albümlere göre ritimlerin yerini daha çok sololar almış. Bence böylesi daha sürükleyici olmuş. Baştan sona keyifle dinleyeceğiniz bir abüm olacağına eminim. Resmi site: http://www.dyingfetus.com Myspace: http://www.myspace.com/dyingfetus Not: 8/10 Hazırlayan: Ümit Gündoğdu _________________________________________ Tears of Martyr – Entrance İspanyol gruplarını son zamanlarda Gothic Metal piyasasında çok sık görmeye başladım. 1996 yılından beri aktif olan Tears Of Martyr’da ilk albümü “Entrance” ile nihayet bu piyasaya adım attı. Klasik olarak Gothic Metal deyince aklımıza son günlerde bayan vokal ve gitarist bir scream veya brutal vokal geliyor. :D Evet Tears of Martyr da bu öğeleri kullanan bir grup. Ancak albümü ilk dinlemeye başladığım andan itibaren bu soprano vokali daha önce de duyduğum hissine kapılmıştım. Ve tahminlerim doğru çıktı. Geçen sene albüm haberini yazdığım ve ara sıra dinlediğim İspanyol grup Angeldark’ın soprano vokali Berenice Musa bu albümde konuk vokal olarak yer almış. Şunu da hatırlatmakta yarar varki, bu hatunda muhteşem bir ses var ki zaten kendisi aynı zamanda Madrid’te bir opera sanatçısı. Neyse grup üyeleri kritiğine döndü olay... Albüme dönecek olursak, cidden güzel bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Grubun 13 senelik geçmişinin meyvesi gerçekten son derece olgun ve müziğe dolgun bir albüm. İki vokalin uyumu muhteşem. Nadirde olsa araya karışan clean vokaller çok profesyonelce. Melodiler genelde klavyenin etrafında dönse de gitar tonları Gothic Metal’in gereksinimlerini karşılayacak şekilde. İtalyan bir grup vardı bilirsiniz belki. Macbeth... Macbeth dinleyenler bu albümü de bu grubu da kesinlikle sevecektir. Albüm, Nisan çıkışlı olmasına rağmen yeni yeni adını duyurmaya başladı. Albümün teknik detaylarına gelince 1 saate yakın bir müzik ziyafeti sunan albüm totalde 12 parçadan oluşuyor. Madrid Estudios Cube’de kaydedilen albümün prodüktörlüğünü ise Alberto Seara gerçekleştirmiş. Resmi site: http://www.tearsofmartyr.com/ Myspace: http://www.myspace.com/tearsofmartyr Not: 8/10 Hazırlayan: Ümit Gündoğdu


VOIVOD- Infini Yıllar önce Pink Floyd, Rush gibi grupların değerini anlamakta güçlük çekerdim. Mutlaka bir yol gösteren ‘’-Dinle.’’ derdi. ‘’-Yoksa diğerlerini algılayazsın, dinle!’’ ...Ve yıllar geçti. Voivod diskografisinin 12. stüdyo albümü Infini, artık nasırlanmış ellerimize düştü. Kanımca ilk 5 albümleri babadır. Bir önceki albümleri Katorz ile 2007’de Quebek Bağımsız Müzik Ödülleri’nde ‘’En İyi MetalHardcore Grubu’’ ödülü alan Voivod, Piggy’siz ikinci albümlerinde saçmalayacağını bekleyen kalabalığı ters köşeye yatırıyor ve unutulmaz bir müzik şöleni sunuyor. Söylentilere göre kolon kanseri nedeniyle 2005’te aramızdan ayrılan Piggy’den kalan son 13 parçadan oluşan Infini, son Voivod stüdyo albümü. Gitarlar tamamen Piggy hayattayken yapılan demo kayıtlarından alınarak albüme adapte edilmiş. Albümdeki vokal performansı, Killing Technology’den beri gözlemleyemediğim ve özlediğim çizgide nihayet. Snake, vokallerdeki başarısını liriklere de taşımış. Başından beri takıntılı oldukları bilimkurgu temasına, daha kişisel ve dünyevi konuları da ekklemiş. Newsted basları, Lemmy tarzı, vurgulu ve sert. Bu, albümün prograsif rocktan ziyade Motörhead etkilenimli algılanılmasını sağlıyor. Müzik bazen çok tuhaftır. Senden etkilenip albüm yapan gruplar da gün gelir, seni etkiler. Önemli olan yapılan işin niteliğidir kanımca. Aynen bu albümdeki grunge diyebileceğimiz tarzda yaılan ve benim gibi bir thrash-kafaya sevdirilebilen Voivod parçaları gibi. Sözün özü: Thrash’n-Grunge’n Roll! Buyrun buradan yakın! puan:9/10 Hazırlayan: Utku??? ________________________________ Municipal Waste - Massive Agressive “Piranha-ha-ha-ha go go go go....” Hala taş gibi tam sürat ve kalitenin azami sınırlarını zorlayan albümlerle ilerlemekte olan Thrash Metal’in altın gruplarından ve günümüzdeki en önemli ve iyi grup olduğunu düşündüğüm Municipal Waste 4.uzun(!) bombasıyla karşımızda...2 sene aralıkla çıkardığı albüm geleneği bozmayan Virginia,Richmond menşeili thrash,punk,speed öğelerinin harmanlandığı canavarlar Municipal,2003’de “Waste’em All” ile başladığı yola yeni çıkardığı “Massive Agressive” ile devam etmekte.. Bu uzun bekleyişin meyvesinin topu topu 28 dakika sürmesi biraz sinir bozucu tabii ki Ama her zamanki Waste olduğu yerde,aynı hız,aynı saldırganlık,aynı sözler...Richmond’da kaydedilen albüm sound açısından mükemmel,zaten grubu seven birinin en ufak yabancılık hissedeceğini sanmıyorum.. Kapak,sözler tamamn Municipal Waste klasiği... Grubun özellikle “The Art of Partying’de” de öne çıkardığı “ishal yeşili” devam ediyor..Sitesinde,logosu nda,dövmelerinde sıklıkla karşılaşılan bu renk de artık kapaklarından silinmeyecek gibi... Her daim,olması gerektiği gibi,thrash gibi,sosyal

konulara değinen,çevre duyarlılığına sahip,din ve siyasetçilerle arası iyi olmayan Municipal bu geleneğini yeni bombaları ile devam ettiriyor..”Upside Down Church” ve “Wolves of Cherobil” şarkıları hem müzikleri hem sözleriyle saldırgan ve yırtıcı...”MechCannibal” duygusuzlaşma ve günümüzde artan makineleşme ile robota dönüşen insanlık hakkında gayet güzel bir yapıt,şarkının içinde geçen “Back Spring 1983” satırı ilgimi çekti açıkçası daha birşey bulamadım ama merak ediyorum çünkü bunu bilmeden tam anlamının zevki çıkmaz gibi geliyor... “Masked By Delirium” ile açılan albüm ilk başta Municipal fanlarını biraz şaşırtabilir çünkü gayet güzel olmasına rağmen bir nebze yavaş olmasıyla diğer albümlere nazaran kulağa garip geliyor... Gitarlar,bas,davullar,vokal...Hepsi gayet net ve rahat duyulmakta hepsi son derece kızgın son derece yırtıcı bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle Municipal Waste’i uçurmaya devam ediyorlar...”Mech-Cannibal” ile Dave Witte ağırlığını koymaya başlıyor,albümün en kötü tarafı şarkılara kaptırıp nerede bulunduğunuz algınızı kaybetmeniz...Bir anda 3-4 şarkı ileride buluyorsunuz kendinizi...Şarkı yapılarında radikal hiçbir değişikliğin olmaması son derece sevindirici.. Birbirine son derece benzeyen,tehlikeli derecede enerji ve kendine zarar verme potansiyeli bulunduran şarkılar her biri...Özellikle Massive Agressive,Shredded Offering, Relentless Threat,Wrong Answer,Acid Sentence son derece tehlikeli şarkılar... Albüm genelinde bana hız ve yırtıcılık olarak son 2 albümünün ortası gibi geldi...Bir Set To Destruct hızını,Headbanger Face Rip bodozluğunu hissedemedim daha ama bu albümü diğerlerine göre spesifik yapan olay son derece güzel,yer,nde,suyu çıkmadan kullanılan tarama-bas birleşimi olmuş.. Duvarlara tırmandırıcı,kafa yardırıcı,arkadaş tokatlayıcı!!....Set To Destruct bence kayıdı nedeniyle 100 metreyi 5 saniyede koşturacak etkisini tam verememişti,Headbanger ise fazla paldır küldür gibiydi sanki..Başta dediğim yanlış anlaşılmasın son derece güzel bir kayıt ile çok vuruc parçalar bulunduruyor bu albümde...Önceliği thrash olmayan metalsever kesimi mutlu edebilecek birşey bu aslında...Yoksa thrash olsun çamurdan olsun. “....Thrash metal,zekaya dayalı bir türdür ve zordur. Layıkıyla yaparsanız dinlenilmesi en zevkli müzik türüdür.Yaptığınızı sanarak çalarsanız ise en kötü olanıdır....” -Aralık 2006/Kuzey Ormanı/Thrash Metal Hakikati Municipal’ın bu albüm için seçtiği yazı fontu death/ grind gruplarına daha çok yakışacak bir font aslında..Teşekkürler kısmı olmayan kitapçık,sadece şarkı sözlerinden ve her grup elemanın birer resminden oluşmakta...Son 2 sayfa ise kayıt,prodüksiyon,kullanılan alet edevat ve Municipal tam kadro resim adlar ile klasik bir şekilde bitiyor... Size tavsiyem albümle özel olarak çıkan Fan-Box siparişi vermeniz..Albüm dışında bir adet patch,üç tane rozet,bir tane de bileklik içeren kutu son derece güzel dizayn edilmiş,albenisi olan ve makul bir ücrete(25 ytl) elde edinilebilecek,parasını da son kuruşuna kadar hakeden bir ürün... Ayrıca 6 farklı renkte 1000’er adet,sadece mor rengi net adreslerinden 100 tane satılacak olan “Massive Agressive” albümünü edinmeniz bir thrasher için farzken,metalsever için de thrash virüsünü büyütmesi için en güzel dökümanlardan biri...Ölüyü uyandırabilecek enerjiye sahip yeni ve dördüncü Municipal Waste albümü “Massive Agressive” adı gibi üstünüzden geçmek için sizi bekleyecek... Gökay Hazinedaroğlu




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.