title. Mart 2012

Page 1

SAYI 15 • MART 2012

title.


Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Temiz, emre@titlemag.com Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Katkıda Bulunanlar Ceylan İlkay, Deniz Ersan, Ecem Nida Dinçtürk, Nora Suren, Sarp Sayar Kapak Bora Özen

title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.


kar çok yağdı Kar çok yağdı. İnanılmaz yağdı yani öyle böyle değil baya yağdı. Önünü alamadık yani öyle yağdı. Yağdı yağdı yağdı, bir yerden sonra yağmaz diye bekledik daha da yağdı. “Artık yağmasın” dedik iyice yağdı. “Daha nasıl yağar ya” dedik, “bir yerde duracak bunun yağması” dedik ama yine yağdı. Kar yağışının bu kadar sıklıkla gerçekleşmesinin bize gönderilen bir tür “mesaj” olduğuna inanarak 5 aydır dergimizde eksik olan Kültür Sanat bölümünü tekrar yayına aldık. Umarız ki kar yağışı artık kesilir. Bu ay IFW ve Oscar üzerinden biraz dedikodu yaparken Soaked grubu ve Özlem Süer’le soru-cevaplı güzel sohbetler ettik. O ara farkettik ki bu ay vizyona Türk yapımı güzel filmler girecekmiş, hemen not ettik. Kar yağışından sıkılan bünyeleri rahatlatmak için ise Şikago’ya kendimizi teslim ettik. Hadi, siz de kendinizi title.’a teslim edin. Hepinize keyifli okumalar. Aren Arda Kaya aren@titlemag.com Teşekkür: Bu ay kapak için Bora Özen’e teşekkürler. Not: Müzik yazarlarımızdan Emre Temiz “Miller Music Factory 2012”de halk oylamasıyla finale kaldı. Şimdi sıra jüri kararında. Final gecesine katılmak ve finalistlerin canlı performanslarını dinlemek için http://goo.gl/FDjXj adresinden yerinizi ayırtabilirsiniz. Kendisini tebrik eder, tüm destekleyenlere teşekkür ederiz.


İÇİNDEKİLER MART 2012, SAYI 15

06

18

MÜZİK ***

MODA ***

Ghostory The Ghosts Soaked Röportajı

Kısa Haberler İstanbul Fashion Week’e Dair Narciso Rodriguez Özlem Süer Röportajı Mart Kombinleri


58

78

94

SİNEMA ***

KÜLTÜR SANAT ***

GEZİ ***

Sen Kimsin? Siyahlı Kadın Can El Yazısı Şahane Misafir Drive: Yalnız Kovboy Oscar’ın Ardından

Van Gogh Alive Rembrant & Çağdaşları Pippa La La La İnsan Adımları

Şikago


MÜZİK CEYLAN İLKAY, EMRE TEMİZ


School of Seven Bells – Ghostory Benjamin Curtis ve ikiz kardeşler Alejandra Claudia Deheza işbirliğinin ürünü olan New Yorker grup School of Seven Bells’in üçüncü albümünün adı Ghostory. 2008’de çıkardıkları ilk albümleri Alphinisms ile müzik kütüphanelerimize giren grup, bu albümüyle ciddi bir olgunlaşma sürecine de giriyor. Albümde ilk dikkat çeken şey şarkıların daha “dinamik” bir yapıda olması. Albüm için hazırladıkları sound önceki albümlerinden çok daha canlı ve kaotik. Bu yeni ses alanı sizi içine daha çok çekiyor. Albümden çıkan ilk single olan (aynı zamanda albümün açılışını yapan şarkı) “The Night” bu enerjinin dışarı en çok yansıdığı parçalardan. Bu çalışmayı aynı zamanda shoegaze’in kendini nasıl yenileyebileceği sorusuna hazırlanmış iyi bir cevap olarak görüyorum. “Low Times” gibi elektronik müzikten fazlasıyla yararlanan bir şarkıyı bu albümde görünce heyecanım biraz daha arttı. Albümdeki favori şarkım ise her yerinden tuhaflık akan “White Wind”. • ET

titlemag.com

title.

MART 2012

7


The Ghosts Alex Starling (vokal, gitar) Ian Palmer (davul) Rayna Ferner (klavye) Dan Whiffin (gitar) Alex Sharman (klavye) Nisan 2012’de çıkacak olan “The End” albümüyle müzik yolculuğuna başlangıç yapacak olan The Ghosts, elektronik/pop tarzında müzik yapan Londralı bir grup. Albümleri çıkmadan ilk çıkış yaptıkları parça olan “Enough Time” ile tanıdık kendilerini. Gerek çekilen başarılı klibin kısa film tadında kurgusuyla, gerekse de müzikal tınısıyla insanı hemen içine alıyorlar. Arayı uzatmadan gelen ikinci parça ise “Ghosts” oldu. Yine aynı özveriyle çekilen klibiyle yavaş yavaş takipçilerini sabırısızlandırmaya başladılar. 8

MART 2012

title.

titlemag.com



Biraz grubun oluşumdan bahsedecek olursak grubun temeli Starling ve Palmer’ın tanışmasıyla atılmış oldu. Daha sonra iki ay içinde Starling sözleri yazdı ve prodüktör Tim Bran ile albüm kaydına başladılar. İlk başta şarkılarını klasik gitarıyla yapan Alex ile gitarist Dan’in tanışmasıyla birlikte demo kaydı yaptılar ve grup daha da şekillenmeye başladı. The Ghosts albümlerini hayal dünyası ve gerçekliğin birleşimi olarak tanımlıyor. Biz de bir an önce Nisan ayının gelmesini ve onların gizemli dünyasına dahil olmayı umuyoruz.

10

MART 2012

title.

The End albümünde yer alacak şarkılar; Enough Time Ghosts Forgetting What You Know Eyes On Another One Underrated Company Like Yours Unless Scared They’ve Started Guarding Us Everything Will Do • Cİ https://www.facebook.com/wearetheghosts

titlemag.com



• Soaked • Türkiye’de İngilizce sözlü müzik yapma inadından vazgeçmeyen Soaked, bunu synthpop gibi bizim buralarda pek kitlesi olmayan bir tarzda yapıyor.



Türkiye’de İngilizce sözlü müzik yapma inadından vazgeçmeyen, üstelik bunu synth-pop gibi bizim buralarda pek kitlesi olmayan bir tarzda yapan Soaked nihayet ilk albümü Aftermath’i çıkardı. Albüm sonrası ilk röportajlardan birini yapma şansı da bizim oldu.

Soaked’ın temelleri 2003 yılında atıldı. O günden bügüne grubun hikayesinin ana hatları nelerdir? Balamir: Grup taşlarını yerine oturtmak için bir çok insan denedi harcadı yaktı yedi yuttu bitirdi! Bu iş böyle olurmuş. Ya da bize en azından öyle oldu diyebilirim. Oluşum devam ediyor. Emir’in gelmesi ile sahnemiz mis gibi oturdu. İkinci albüm çok farklı olacak...

Son zamanlarda giderek artan bir Depeche Mode’a benzetilme durumunuz var. Sizi rahatsız ediyor mu bu? Hatice: Bu aslında ilk zamanlarda çıkan bir furyaydı, sonra bitti. Biz de tam bu konu açıklığa

14

MART 2012

title.

kavuştu galiba derken albümle birlikte tekrar o günlere geri döndük... Rahatsız olmuyoruz tabii ki, neden olalım? DM bizim müziğe başlama sebeplerimizden biri, dünyanın en büyük ve en kuvvetli müzik gruplarından biri. Benzetmedeki amaç önemli, bizim memlekette andırmak taklit etmek - çakması olmak - benzemek gibi kavramlar birbirine girdiği ve müzik eleştirisi dediğimiz konuda pek sağlıklı noktalarda olmadığımız için, iş çirkin yerlere doğru gidebiliyor. Balamir belki biraz daha rahatsız oluyordur, neticede adamın doğuştan boğazına yerleşmiş ses telleri üzerine atıp tutmalar oluyor genelde DM konusunda.

Diğer yerli alternatif gruplara göre çok daha yoğun bir konser programınız var. Kitleye yansımasından (sayısal olarak) memnun musunuz? Emir: Gördüğümüz ilgiden memnunuz ama sayısal yansıma olarak bakacaksak açıkçası ben o konularda açgözlüyümdür. Daha ve daha fazla insana çalmak isterim. Biz böyle deli bir ekipken kitlemizin zamanla daha da genişleyip konserle-

titlemag.com


rimizin daha fazla dolacağına inanıyorum. Çünkü insanlara vaad ettiğimiz şey iyi müzikten öte bir konsept. Bu konseptin adı da Soaked Art.

Ben genel olarak sürekli bir patlama yaptı, yapacak denilen yerli gruplardan olduğunuzu ama bunun bir türlü gerçekleşmediğini düşünüyorum. Bu patlama neden olmuyor sizce? Balamir: Patlamadan kastınız nedir bilmiyorum ama Soaked ile ilgili gerçeklere bakalım. Google’a girin, Soaked yazin, iyisiyle kötüsüyle neler yaptığımız ortaya çıkıyor (not: hatırlatmak isterim, herşeyi kendimiz yaptık, sponsorlarla değil) Basın Soaked’u seviyor çünkü bizim dışımızda Türkiye’de İngilizce synth pop yapan başka çatlak yok muhtemelen. Yarı Türkçe yarı İngilizce albüm yani hem kepab hem şiş yapmadık. Net ve samimi adamlarız. Yurdumun insanı kendi kalıplarının dışına çıkamıyorsa ben ne yapabilirim? Belki de çıkmamalı bunu da zaman gösterecek. Bence Soaked genel anlamda patlamadı demek yanlış olur, tam tersine bomba gibi patladı. Bu arada basının yazdıklarını veya

titlemag.com

yorumları biz kontrol etmiyoruz. Bana sorarsanız Türkiye’de bir tane grup bile patlamadı. Avrupa’ya gittiğinizde Tarkan deyin, veya Sezen Aksu -hani en ünlü en olmuş sanatçılarımız- suratınıza boş boş bakarlar. Türkiye’de süper sanatçılar var ama toplumun beyni yıkandığı için bu değerli insanların kıymetini bilmiyorlar.Bu ülke bence bir nevi şizofren bir ülke. Patlasak da eminim birileri çıkıp aşağı çekmek ister. En komiği şu: Biz burada patladı patlamadı muhabbeti yaparken Nisan ayinda Japonya’da bir radyoya prime time’da konuk olacağız. “Türkiye’de İngilizce müzik yapılır mı” daha doğru bir soru olurdu.

Gelelim Aftermath’e. Muhtemelen çok sıkıcı bir şey istiyorum bunu sorarak. Ancak albüm sonrası hisleriniz neler? Emir: Albümün piyasaya çıkması, onca çaba ve yorgunluğun sonrasında bize inanılmaz moral ve gaz verdi.Gördük ki isteyip çalışıp, pes etmeyince bir şeyler gerçekten de olabiliyormuş. E biz de durur muyuz? Hemen ikinci albume giriştik

title.

MART 2012

15


ve bu albümde çıtayı bir kademe daha yükseltmeyi amaçlıyoruz, bakalım neler çıkacak.

Grubun görselleri çok başarılı. Artwork’lerinizde kimlerle çalışıyorsunuz? Emrah: Bu konudaki tek isim aslında Balamir. Çalıştığımız insanların da katkısı elbette büyük ama işin hammaddesi Balamir’in çizimleri. Aslında Balamir’in çizim veya görsel yaratma süreci daha önceden aklına gelmişti diye biliyorum. Yayınlamayan bitmiş başka bir albümü var aslında! Albüm yayınlanmayınca çizim olayına odaklanıyor. Bizim albüm ile de bunu başka bir seviye çekmeye başarıyoruz. Bizde bu malzemelerden bol bol faydalanıyoruz.

En çok çalmak istediğiniz sahne? Hatice: Büyük bir stadyum konseri güzel olurdu. Türkiye’de İnönü Stadı mesela... Müziğinize değer verip dinleyen birileri oldukça her sahne güzeldir. Japonya’da çalmazsak aklım kalır, Nepal’e yeniden gidelim. Adım atmadık sahne kalmasın dünyada.

Teker teker en son okuduğunuz kitap, dinlediğiniz albüm ve izlediğiniz film? Balamir: Kitap: Freakonomics - Steven D Levitt Film: Fists in the Pocket - Marco Bellocchio Album: David Gray-White Ladder Hatice: Kitap: Amerika Mektupları - Joachim Zelter Film: High Fidelity Albüm: Slowdive - Soulvaki Emrah: Kitap: Olasılıksız - Adam Fewer Film: Ejderha Dövmeli Kız Albüm: John Mayer • ET www.soakedart.com www.facebook.com/soakedtheband www.twitter.com/soakedtheband

16

MART 2012

title.

titlemag.com



MODA CANSU ONOMAY, YAĞMUR ÇENBERLİ


İkonik ceket ölümsüzleşiyor 1950’li yıllara adını altın harflerle yazdıran CocoChanel’in tasarladığı siyah ceket, ölümsüzleşiyor! Chanel Modaevi’nin baş desinatörlüğünü yapan Karl Lagerfeld’in hazırladığı kitap, Tokyo’da 24 Mart tarihinde başlayacak olan sergiyle birlikte satılmaya başlanacak. Lagerfeld bu ikonik parçayı, “TheLittle Black Jacket: Chanel’sclassicrevisitedby Karl Lagerfeldand Carine Roitfeld” adlı kitapta farklı stil sahipleri tarafından, farklı şekillerde yorumlanmış bir biçimde okuyuculara sunuyor. Sarah JessicaParker’ın kafasına bağladığı ve Alice Dellal’ın kendi punk tarzına göre yorumladığı ceketin kitabı için uzun kuyruklar oluşacağı kesin. •

Nice 20 yıllara Louboutin! Her tasarımı kadınların ayrı bir rüyası olan Christian Louboutin, moda dünyasındaki 20. yılı şerefine kapsül bir koleksiyon hazırladı. En beğenilen modellerin bulunduğu bu koleksiyonda Louboutin, 20 yıllık geçmişini görmemize olanak sağlıyor. 27 Şubat günü İngiltere’de Selfridges mağazasının içinde, bir pop-up mağazasında satışa sunulmuş olan koleksiyonun, diğer ülkelere Mart ayında ulaşması bekleniyor. “Fransa’da 20 yıl, bir jenerasyonu ifade ediyor. Bu koleksiyon da bu markanın ilk jenerasyonun kutlaması, ilk gençlik macerasının yıldönümü niteliğinde.” Diyen Louboutin’e nice 20 yıllar diliyoruz! •

titlemag.com

title.

MART 2012

19


Jil Sander’da 7 yılın ardından Uzun zamandır Jil Sander’dan ayrılacağı dedikoduları dolaşan Raf Simons, bu haberleri doğruladı. 2005 yılından beri Jil Sander’ın kreatif direktörlüğünü yapan Belçikalı tasarımcının Paris Moda Haftası’nda sunduğu koleksiyonun, son koleksiyonu olduğu açıklandı. Minimalist tasarımlarıyla yedi yıldır harikalar yaratan Simons’un, Jil Sander’dan ayrılması kadar, nereye geçeceği de merakla bekleniyor. Seçenekler ise, şimdilik Dior ya da Yves Saint Laurent. •

Dolce&Gabbana kadını İtalyan gösterişini seksi kadın ruhuyla buluşturan Dolce&Gabbana, yeni ruj koleksiyonunda Monica Bellucci’den ilham alıyor. İtalyan aktrisin adını taşıyacak olan yeni ruj koleksiyonu, ilerleyen aylarda satışa sunulacak. “The Monica Lipstick” adındaki koleksiyon, altı farklı rujdan oluşuyor. Dolce&Gabbana kadınını hayata geçirecek olan bu rujlar için geri sayım başladı! •

20

MART 2012

title.

titlemag.com


Camper’a bahar geldi Günboyu hiç çıkarılmadan giyilen ve rahatlık deyince ilk tercih edilen ayakkabı markalarından biri olan Camper, 2012 İlkbahar-Yaz Koleksiyonu’yla karşınızda. Kauçuk dış taban, anatomik ve eva iç tabanlardan oluşan Camper, bitkisel tabaklanmış deriden yapılmış, topuklu ve düz modelleriyle “ayağım hem rahat hem de şık” diyenler için tüm Camper mağazalarında! •

Macy’s Feretti “Macy’s”den kimler geldi kimler geçti... Giambattista Valli, Karl Lagerfeld gibi ünlü isimlerin ardından şimdi Alberta Feretti, Macy’s için tasarlayacak. 30 parçadan oluşan koleksiyonda İtalya sahillerinden ilham alan Feretti, hafif kumaşlar ve canlı renklerden oluşan elbise ve bluzlar tasarladı. 17 Nisan’da Macy’s mağazalarında buluşalım! • CO

titlemag.com

title.

MART 2012

21


İstanbul Fashion Week’e Dair Şubat ayı çattı mı törenler, şölenler, kıyafetler, eğlenceler havada uçuşur. Sanat dünyası şaha kalkar ve dört bir yanı koşuşturma sarar. Grammy, BAFTA, Oscar, Brit Awards,… hepsi kışın en soğuk ayına sıkışmıştır. Ancak, şubat ayında bizi hepsinden daha çok heyecanlandıran bir olaylar dizisi başlar ki bu da, dünyanın en önemli metropollerinde gerçekleşen moda haftalarıdır. Her bir moda haftasında zaman hızlıca ileri sarılır ve gelecekten haberler alırız. Henüz bir sezonu bitirmemişken, endüstri bir sonraki sezonda ne giyeceğimizi çoktan hazırlayıp bir kenara koymuştur bile. Ve sıra moda haftasına geldiğinde, herkes sandığını açar, nimetlerini modaseverlerle paylaşır. New York, Paris, Londra ve Milano gibi şehirlerin başını çektiği moda haftası serilerine, 2010 yılından bu yana İstanbul da katılıyor. Yolun daha çok başında olsak da, İstanbul’un da kendi modasına dair trendler belirlemesi oldukça önemli. 8-11 Şubat arası gerçekleşen dört günlük maraton, 2012-2013 Sonbahar/Kış trendlerini sıkı takipçileriyle paylaştı. 22

MART 2012

title.

titlemag.com



Tuba Benian Her seferinde olduğu gibi, Istanbul Fashion Week yine New York Fashion Week ile çakıştı. Girişlerde yine izdiham vardı. Defilenin ortasında öbek öbek izleyici alımları devam etti. Organizasyon eksikliklerinin elbet bir gün giderileceğine inandığımız İstanbul Fashion Week’e dair en çarpıcı notlarımızı sayfalarımıza taşımaya karar verdik. Genç tasarımcıların filizlendiği karma defileler gerçekten etkileyiciydi. Özellikle Şafak Tokur ve Tuba Benian farklarını hissettiren isimlerden 24

MART 2012

title.

oldular. Tuba Benian’ın romantizmi gotik vurgularla güçlendirdiği koleksiyonunda deri ve dantel kullanımı ön plana çıktı. Şafak Tokur ise Türkiye’de kısır döngüye girmiş olan yaratıcılığı üst boyutlara taşıyabileceğini, ve hatta taşıdığını, sunumuyla başarılı bir şekilde kanıtladı. “Selam II” adını verdiği koleksiyonu bizim için İstanbul Fashion Week’in en yenilikçi ve yaratıcı tasarımlarını barındırıyordu. O yüzden, Şafak Tokur dikkat edilmesi ve sıkı sıkı takip edilmesi gereken bir tasarımcı. titlemag.com


Tuba Benian

Şafak Tokur

Şafak Tokur


Simay Bülbül Modanın en önemli tasarımcılarından Simay Bülbül ise, 1930’ların siluetini yansıtan tasarımlarını Keriman Halis Ece’ye adamıştı. Cumhuriyet kadınlarının zerafetini gözler önüne seren Simay Bülbül, 50 parçadan oluşan koleksiyonunda kırmızı, bordo, haki, siyah, lacivert, vizon ve beyaz renklerine ağırlık vermiş. Dünyayı saran sportif şıklık trendinin İstanbul’daki temsilcisi, Özlem Kaya olmuştu. Neopren adı verilen dalgıç kıyafetlerinin yapımında kullanılan 26

MART 2012

title.

kumaştan hazırlanan koleksiyonda lazer kesimler, kasketler, sıfır yaka parçalar, siyah ve gece mavisi renkleri başrollerdeydi. Yer yer dönem esintilerinin dikkat çektiği Mehtap Elaidi 2012-2013 Sonbahar/Kış Koleksiyonu’nda ise, gömlekler ve yüksek bel etekler temel parçalardı. Gelecek kış bol bol karşılaşacağımız transparan ve desen karmaşası detayları Mehtap Elaidi’nin tasarımlarında da etkisini gösteriyor.

titlemag.com


Simay B端lb端l


รถzlem Kaya

รถzlem Kaya

Mehtap Elaidi


Beste Gürel Erkek modasında önde gelen tasarımcı Niyazi Erdoğan ise, altı parçalık koleksiyonuyla biraz hayal kırıklığı yarattı. Yaratıcı ve trend belirleyici tasarımlarına aşina olduğumuz Niyazi Erdoğan, bu sefer kendini tekrarlayan tasarımlarıyla karşımızdaydı. Giovane G. Designers ise, Türkiye erkeğine son derece uygun ve bir o kadar da dünya trendleriyle iç içe bir koleksiyon hazırlamış. Şıklığın, sadeliğin ve rahatlığın buluştuğu tasarımlar çarpıcı detaylarla hareketlendirilmiş. Deri el çantaları, kürk şapkalı mantolar, deri kravat ve gömlek yakaları, ceket kollarındaki yamalar trend belirleyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

titlemag.com

Bütün tasarımcıların koleksiyonlarında ön plana çıkan ortak detaylar 2012-2013 Sonbahar/ Kış sezonunun trendlerini gözler önüne seriyor. Sırtta ve göğüste “V” dekolte, deri ve dantel gibi farklı materyallerin birarada kullanılması, renklerde klasik siyah ile beyazın yanına haki ve mavinin tonlarının iliştirilmesi ve dönem esintileri başlıca trendler arasında. Kışı bitirip baharı yaşamadan, bir sonraki moda trendleri şimdilik bu kadar. Siz bunları aklınızın bir köşesinde tutun ve önümüzdeki günlerde giyeceğimiz rengarenk, cıvıl cıvıl kıyafetleri düşünün. • Yazı: YÇ, Foto: CO

title.

MART 2012

29


Gรถze ร arpanlar

30

MART 2012

title.

titlemag.com




Fotoğraflar: CO


Narciso Rodriguez “Bana göre seksi siyah bir elbisenin içindeki kadın hayranlık uyandırır” Bu tek cümleyle Narciso Rodriguez, moda anlayışını gözler önüne seriyor. O, minimal tasarımlarında dikkat çeken detaylar kullanarak bir kadını nasıl şık göstereceğini çok iyi biliyor. Görkemi şatafatta veya abartıda değil, sadelikte arıyor ve aradığını da buluyor. Asimetrik kesimler, kaliteli kumaşlar ve siyah ile beyazın çarpıcı renklerle buluşması… Hepsi Rodriguez’in imzası niteliğinde. 27 Ocak 1961 doğumlu Amerikalı tasarımcı, Kübalı ebeveynlerinin biricik oğlu. Annesi ile babası “Oğlumuz büyüyünce doktor olacak, avukat olacak” gibi klişe hayallerde gezinirken Rodriguez kararını çoktan vermişti bile. Onun hayali kumaş-

34

MART 2012

title.

titlemag.com



36

larla harikalar yaratmaktı. Ailesi ona her “hayır” dediğinde hayaline daha çok tutundu. Rodriguez o zamanları şu sözleriyle anlatıyor; “Hiçbir zaman ‘hayır’ hakkında kafa yormadım. ‘Hayır’ bir seçim değildi.” Bu kararlılığı Narciso Rodriguez’e Council of Fashion Designers of America tarafından verilen Yılın Kadın Giyim Tasarımcısı Ödülü’nü iki yıl üst üste kazanan ilk Amerikalı tasarımcı olma unvanını kazandırdı.

Ancak, işler 2006 yılında sekteye uğradı. Tasarımcının kumaş üreticisiyle işbirliğinin sona ermesi 1 milyon dolarlık borç yüküne mal oldu. Rodriguez, o yıl çıkardığı bahar koleksiyonu için kumaş bağışına ihtiyaç duydu. Bu sıralarda pes etmek nedir bilmeyen Narciso Rodriguez’in müşterileri arasında Sarah Jessica Parker, Salma Hayek, Rachel Weisz ve Anna Paquin gibi önemli Hollywood şöhretleri bulunuyordu.

Parsons The New School for Design’da sanat ve tasarım okuyan tasarımcı, giyim endüstrisinde bağımsız olarak çalışmaya başladı. Yeteneği fark edilen Rodriguez, Donna Karan markası altında Kadın Giyim Tasarım Direktörü olarak Anne Klein’a katıldı. Buradan Calvin Klein’a transfer olan azimli sanatçı, 1997’de bağımsızlığını ilan etti. Kendi markasıyla aldığı ilk büyük iş, John F. Kennedy Jr.’ın müstakbel gelini ve Rodriguez’in de iş arkadaşı olan Carolyn Bessette’in gelinliğini tasarlamak oldu.

2007’de tünelin sonunda ışık göründü; Liz Claiborne markanın yüzde 50’sini satın aldı. Bir yıl sonra ise Rodriguez, Claiborne’un hisselerini 12 milyon dolara satın alarak tekrar markanın tek patron oldu.

MART 2012

title.

Narciso Rodriguez’in bugüne kadarki tek ilgi alanı kıyafetler olmadı. 2003 yılında “For Her” adını verdiği kadın parfümünü piyasaya sürdü. Dört yıl sonra, “For Him” adıyla erkek versiyonunu da listesine ekledi. titlemag.com



Ancak, minimalist tasarımcının halkın gözünde zirveye ulaştığı tarih 4 Kasım 2008 oldu. Barack Obama’nın ABD Başkanı olarak Chicago’da halkın karşısına ilk kez çıktığında, Michelle Obama eşine Narciso Rodriguez imzalı elbisesiyle eşlik etti. Michelle Obama, 2009 İlkbahar Koleksiyonu’ndan kırmızı ve siyah renkte bir elbise tercih etmişti.

38

MART 2012

title.

Rodriguez, seçim sürecinin en başından beri Barack Obama’nın moda camiasındaki en büyük destekçilerinden biriydi. İşindeki yavaşlamayı “Bush karmaşıklığına” bağlayan tasarımcının işleri daha fazla açılamazdı herhalde. • YÇ Minimal çizginin ve asimetrinin tutkunu olan Narciso Rodriguez’in 2012 İlkbahar Koleksiyonu; titlemag.com







• Özlem Süer •



Hiçbir finansal kaynağı olmadan gözünü karartarak moda dünyasına şaşaalı bir giriş yaptı. Yaratıcılığıyla sadece Türkiye’de değil, modanın kalbinin attığı şehirlerde de dikkat çekmeyi başardı. Modaya bir sanat dalı olarak yaklaşıp hakkını veren Özlem Süer ile geçmişten bugüne kadar keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Koleksiyonlarınızda romantizmin ağır bastığını görüyoruz. Feminenliği öne çıkaran parçalar yapıyorsunuz, bir gün bu tarzınız tam tersine dönebilir mi? Maskülen bir koleksiyon çıkarır mısınız? Hazır giyim koleksiyonumda, yer yer hikayenin bir parçası olarak maskülen formlara da yer veriyorum. Tasarımlarımda köşeli formlar, mimari ögelerden ilham alınarak geliştirdigim parçalar yer alır.

Koleksiyonunuzda yer alacak kıyafetleri hayal ederken ‘çok sessiz bir ortamda olmalıyım’, ‘tek 46

MART 2012

title.

başıma kalmalıyım’ gibi kriterleriniz var mıdır? Yoksa ‘nerede olduğum farketmez’ mi diyorsunuz? Genellikle kendi başıma kalıp, kendimi duymaya izin veriyorum bir koleksiyon tasarlarken...

Yeni sezon için koleksiyon tasarlarken neleri göz önünde bulundurursunuz? Her şey yaratıcılığınıza mı kalır yoksa trendler mi ön plana çıkar? Hayattaki her şey ilham olabilir bana… Geçmişten gelen bir anı, koku, etkilendiğim bir olay, izlediğim bir film, sokaktaki insanlar, bir şarkı, tiyatro oyunu… Her şey ilhamdır...

Erkek nüfusu bir hayli yoğun olan bir ailede büyüdünüz. Bir gün ailenizin erkeklerini de giydirecek tasarımlar yapmayı düşünüyor musunuz? Yakın zamanda ozlemsuershop.com üzerinden küçük sürprizlerimiz olabilir. titlemag.com


Kariyerinizin dönüm noktası olarak gördüğünüz bir mekan veya zaman var mı? “Sanatsal Özü Bakımından Giysinin Dili” konulu doktora tezimin sonuna örnek eklemek istedim ve 40 parçalık bir koleksiyon hazırladim. Masrafını karşılayıp bir kısmını kendim diktim, bir kısmını diktirdim. 300 davetiye bastırıp, dağıttıktan sonra Tophane-i Amire’de konuklarımı beklemeye başladım. O an yaşadığım o yoğun duyguları, şu an anlatırken tekrar yaşıyorum sanki… Doktoramı oylayacak jüri de oradaydı. O gece sektörden, üniversiteden, basından yaklaşık 1000 kişi geldi. O gün yaşadığım heyecan ve yüksek ilgi hala aklımda... Akademik hayattan tanınıyordum, ama o gece o kadar kişi nasıl bunu duyup geldi? Çok özel, çok başka... Tarifsiz güzel duygular... Defilenin sonunda sahneye çıkmak istemedim, zorla sahneye itildim adeta. Sahne kenarında beni alkışlayan ailemi ve öğrencilerimi gördüm… Kariyerimle ilgili çok keyifli bir anıdır bu...

Şirketinizi kurduğunuzda bir ofisiniz bile yoktu. Şimdi dev bir marka yarattınız. Bunda şans mı etkili oldu yoksa çok çalışma mı? Şansa her zaman inanırım, fakat işimi sadece şansa bırakmaktan yana da değilim. İşime tutkuyla bağlıyım ve sürekli kendimi yenileyerek ve keşfetmeye devam ederek yani çok fazla çalışarak ilerliyoruz, doğru bir ekip ile daha hızlı yol alıyorum ve tüm dünyaya dönük bakış açımızla kendimizi sürekli dinamik ve güncel tutmayı başarıyoruz. Marka yolculuğumuz, keyifle devam ediyor.

Felsefeyle ilgili olduğunuzu biliyorum. Felsefe tarihinde sizi en çok etkileyen dönemler ve isimler hangisi? Her zaman için bende heyecan uyandıran İlkçağ felsefesi; varoluşun kaynağını araştıran arınmış bakış açıları. Bunun yanı sıra varoluşçu felsefe, sadece filozofların felsefi metinlerinden değil; mesela Kierkegaard’ın ya da Heidegger’in, Sartre’ın, Simone de Beauvoir’ın romanlarından, Dostoyevski’ye uzanan, Albert Camus’ye yol alan edebi literatür de çok ilgimi çekiyor.

titlemag.com

title.

MART 2012

47


Tasarımlarınızda felsefeden ilham alıyor musunuz? Pop-up, Minimalizm, Retro-Futurizm gibi akımlar bana çoğu zaman ilham kaynağı olmuştur. Bir düşünce, o düşüncenin beni sürüklediği hayatımda olan, bulup çıkardığım bir detay, farklı düşünce sistemleri beni hep etkilemiştir...

Tarihten bir karakter için tasarlama şansınız olsa, bu kim olurdu ve nasıl bir kıyafet olurdu? Lider ruhlu, güçlü ve maskülen ögeler barındıran, döneminin kahramanlarından, Jeanne d’Arc… JEAN D’ART 2012 yazını anlatan koleksiyonumun ilham kaynağıydı. Origamik katlamalı dev kolların, ihtişamlı kuyruklarla, korsaj efektleri ile buluştuğu; barok, viktoryen ve neo-bohem bir ruhu anlatmak istedim. Özel dokuma kumaşların ve elyapımı aksesuarların buluştuğu çok özel bir koleksiyon oldu benim için.

Londra, Milano, Paris gibi modanın kalbinin attığı şehirlerde butikleriniz var. İstanbul’da talep gören tasarımlarınızla Avrupa şehirlerinde talep gören tasarımlarınız arasında farklar var mı ve böyle bir fark neden kaynaklanır? Tüketim alışkanlıkları, stil farklılıkları her yerde değişiklik gösteriyor elbette. Tüm koleksiyonlarım çoklu hikayeler barındırdığı için içerisinde, kimi ülkelerde tüm koleksiyon kimi ülkelerde ise o bölgeye en uygun özellikleri barındıran koleksiyon talep görüyor.

Özlem Süer kadınları giydirirken kendisi neler giyer? Saf ve doğal olana dönüş yaşandığı bu sezonda sade ve yalın olan parçalar ilgimi çekiyor. Oversize kabanlar ve şallar favori parçalarım arasında yer alıyor. Maskülen görünümün hakim olduğu bir kış yaşadığımız için sigaret pantolonlar ve gömlekler de gardrobumdaki yerini aldı. Ayrıca Jean, camel trençkot, grunge formlu kardigan, repetto babetler favorilerim ve hayat kurtarıcılarım arasında.

48

MART 2012

title.

titlemag.com


Moda sektörüne yeni adım atmış tasarımcılara profesyonel anlamda bir desteğiniz oluyor mu? Onlara tavsiyeleriniz neler? Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, moda tasarımı bölümünde haftada bir gün ders vermeye devam ediyorum. Büyük bir keyifle biraraya geliyorum öğrencilerimle, herkesin farklı bir hikayesi, izleyeceği yol vardır, önemli olan kendini tanımak, tanımaya çalışmak ve tutkulu olmak bence.

trendleri bekliyor? Floral baskılar görülmeye devam ediyor, ancak abartı duruşlarından ziyade daha yumuşak/flu bir görünüme sahipler. Maksi elbiseler ve etekler parlak kumaşlarla hayat buluyor. Genişleyen, bollaşan, deforme olmuş kumaş etkileri kendini daha da belli etmeye başlayacak. Ayrıca, kuvvetli ve tutkulu bir Latin yaklaşımı da hakim. İspanya ve İspanyol Amerikası’nda kullanılan geniş kenarlı şapkalar da sık görülecek aksesuar niteliğinde. • YÇ

2012 İlkbahar-Yaz sezonunda sokaklar hangi titlemag.com

title.

MART 2012

49


r i k i f e r Sizle inb m o k verecek ık. Göz ad l r ı z a h ler ğa a k o s n atmada yın. çıkma

50

MART 2012

title.

titlemag.com


Elbise: ACNE Deri Ceket: McQ Ayakkabı: Repetto Çanta: Moschino titlemag.com

Küpeler: modcloth.com

title.

MART 2012

51


Siyah üst: tibi.com Kürk: J. Mendel Tayt: MiuMiu Ayakkabı: Hervé Léger 52

MART 2012

title.

Çanta: Dorothy Perkins Küpeler: Bita Pourtavoosi

titlemag.com


Gömlek: Alexander Wang Pantolon: Forever New Ayakkabı: Christian Louboutin Çanta: shopfreiiscompany.co.uk titlemag.com

Kolye: Candies & Cotton

title.

MART 2012

53


Gömlek: aubinandwills.com Etek: oasis-stores.com Ayakkabı: Jeffrey Campbell Çanta: Loewe 54

MART 2012

title.

Küpe: Debenhams

titlemag.com


Hırka: Lamberto Losani Trençkot: Alberta Feretti Pantolon: houseoffraser.co.uk Ayakkabı: Dorothy Perkins titlemag.com

Çanta: modcloth.com Fular: openingceremony.com

title.

MART 2012

55


Kazak: my-wardrobe.com Ayakkabı: Ugg Australia Çanta: Proenza Schouler Bere: Forever 21 56

MART 2012

title.

Kemer: Kitty’s Vintage

titlemag.com



SİNEMA ECEM NİDA DİNÇTÜRK, SARP SAYAR


Sen Kimsin? Türkiye’nin genç kuşak güldürü ustalarından Tolga Çevik, nihayet ilk sinema filmiyle görücüye çıkıyor. Çevik’in yürüttüğü bir işin güldürüden uzak olması tabii ki beklenemez. ‘Sen Kimsin?’, kahramanımız Tekin’in emekli trafik polisi İsmail Abi ile kayıp bir kızın peşinde, maceradan maceraya koşuşlarının öyküsü. Basitçe başlayan olaylar giderek karmaşıklaşır ve tüm karakterler birbirine girmeye başlar. Giderek suçluyla suçsuzu ayırt etmek güçleşirken, hikayeye de düğüm üstüne düğüm atılır. Oysa çözüm çok basittir: işin peşine düşen bu iki maceraperestin kendi yöntemlerini kullanmaktan vazgeçmeleri, ama iki kafadarın bu çözümü keşfetmeleri ya da uygulamaya kalkışmaları filmin sonu olacağından asla o çözüme kavuşamayacaklardır. Esasında alıştığımız aksiyon hikayelerinden çok da farklı bir durum sunmayan öykü, ince düşünülmüş ve vurucu mizah öğeleri ile canlanıyor. Senaryosunu yazdığı bu çalışmada başrolde de karşımıza çıkan Tolga Çevik’e, emekli polis rolüyle bir üstat, Köksal Engür eşlik ediyor. Çok uzun zamandır yalnızca sesiyle yetinmek durumunda kaldığımız Toprak Sergen de çok uzun bir aradan sonra, ‘Sen Kimsin?’ ile seyirci karşısına çıkıyor. Pelin Körmükçü ve Zeynep Özder filmde karşılaştığımız diğer isimlerden.

titlemag.com

Çekimlerin başladığı ilk günden bu yana büyük bir kitle tarafından merakla beklenen filmin yönetmen koltuğunda, Tolga Çevik’e senaryo aşamasında da destek olmuş olan isim, Ozan Açıktan oturuyor. Film, mizahi alt yapısı ve güçlü oyuncu kadrosunun haricinde görüntü yönetmenliğindeki başarıyla da ön plana çıkıyor. Türk güldürü sinemasında görmeye alışık olmadığımız cürette aksiyonlu sahnelerin yanı sıra, renk kalitesi ve başarılı kamera açıları filmin dikkat çeken diğer özelliklerinden. İzleyicinin sabırsızlıkla beklediği bunca sürenin sonunda, gerçekten keyif alacakları bir film izlemeleri çok muhtemel. Birkaç defa değişen vizyon tarihi ve hatta çekimler başladıktan sonra değiştirilen adıyla ‘Sen Kimsin?’, 2 Mart’ta bu soruya seyircilerle beraber yanıt aramak üzere vizyonda olacak. • END

title.

MART 2012

59


Siyahlı Kadın Sinema dünyasına Harry Potter olarak doğan ve bu camiadaki gelişiminin önemli bir kısmını ‘Hogwarts’ta tamamlayan Daniel Radcliffe, ‘Siyahlı Kadın’ ile şimdi rüştünü ispat etme arifesinde. Üzerine yapışmış Potter karakterinden sonra ilk sinema filmi olması, kendisi adına olduğu kadar sinema dünyası için de bir dönüm niteliğinde. Film, Susan Hill’in aynı adlı romanından uyarlanan bir öykünün peşinde. İlginç olan bir ayrıntı ise, vizyonda görmeye hazırlandığımız çalışma aslında Siyahlı Kadın’ın bir tekrar çekimi. Siyahlı Kadın, ilk olarak 1989 yılında Herbert Wise tarafından çekilmiş, hatta senaryo ekibinde romanın yazarı Hill de yer almıştı. Öyküden bahsedecek olursak… Öykü avukat Arthur Kipps karakterinin, sahipleri yeni ölmüş Eel Mars Malikhanesi’ne gitmek üzere uzak bir köye ettiği seyahat ile başlıyor. Bir de ardında bıraktığı oğluyla… Eski köşklerde yalnız başına çalışmaya başlayan Kipps, kasabanın gizli kalmış, acımasız gerçeklerini keşfetmeye başlıyor ve biz Radcliffe’i bir kez daha ‘sırları çözen, karanlıkları aydınlatan kahraman’ sıfatında izliyoruz. Fakat işi bu defa biraz daha ürkütücü. Kasabanın öldürülen çocuklarını keşfettikçe, içine girdiği döngü karşısında dehşete kapılan Kipps, bir de siyahlar

60

MART 2012

title.

içerisinde bir kadın tarafından tehdit edilmeye başlıyor. Kipps, mistik bir kaosun orta yerinde çaresiz kalıyor. Her şeyden evvel uyarmak gerekir ki, Eden Lake ile 2008 yılında oldukça ilgi toplamış genç İngiliz yönetmen James Watkins, yine ilgi çekici bir korku yapıtıyla karşımıza çıkıyor. Hatta birçok otorite tarafından da kabul gördüğü üzere vasat bir korku filmi olmasına rağmen, finaliyle konuşmaya değer olan Eden Lake’in ardından; Watkins bu işiyle kendini ispat edeceğe benziyor. Fragmanlardan anlaşıldığı kadarıyla, korku filmlerinde sıklıkla görmeye alıştığımız ürpertici öğeler iyi kullanılmış. Zaten İngiltere’nin puslu geçen, gri günleri film için doğal bir stüdyo oluşturuyor. Biraz Stephen King havası da sezilmiyor değil. Senaryo, aynı adlı romandan Jane Goldman tarafından uyarlandı. Filmde Radcliffe’e, Ciaran Hinds ve Janet McTeer gibi oyuncular eşlik ediyor. ‘Siyahlı Kadın’, uzun süreden sonra korkutmak için yapılmamış bir ürperti filmi olarak, 9 Mart’ta izleyici ile buluşacak. • END

titlemag.com


Can Sundance Film Festivali’nde ilk defa bir Türk filmi gösterildi ve üstelik jüri özel ödülüne layık görüldü. Aynı film, 48. Altın Portakal’da da Jüri Özel Ödülü ile Seyirci Özel Ödülü kazandı. O film ‘Can’dı ve ilk filmi ‘Gökten 3 Elma Düştü’ ile çok konuşulan, aslında televizyona yaptığı işlerden ismine aşina olduğumuz Raşit Çelikezer’in ikinci filmiydi. Ayşe ile Cemal’in büyük aşklarına rağmen sahip olamadıkları çocukları ‘Can’. Aslında Cemal’in koşulsuzca ‘sahip olduğu’, ama Ayşe’nin asla annesi olamadığı… Normal yollardan bebek sahibi olamayan bu çiftin Can’ı illegal yollardan sahiplenmeleri, kurmaya çalıştıkları ailenin de sonu olmuştur. Başından beri bebeği kabullenemeyen Ayşe’ye karşı sabırla direnen ve çaba gösteren Cemal, sonunda yorgun düşer ve evi terk eder. Şimdi Can ve asla ‘anne’si olamayan annesi Ayşe baş başa kalmışlar; bambaşka bir hayatın eşiğinde çaresizce etrafa bakınmaktadırlar. Bu noktada Ayşe, Can’dan tamamen vazgeçecektir. Can, bu yolculukta yalnız kalmak üzeredir. Peki ya, Ayşe ile Cemal? ‘Can’, istenmeyen ama aslında delicesine beklenen bir çocuğun çaresiz öyküsü. Çok bir şey beklemek yersiz. Zira o kadar hayatın içinden, o kadar yabancılamayacağımız bir anlatım söz

titlemag.com

konusu ki, sanki olaylar yaşanırken set ekibi tesadüfen oradaymış gibi. Bu başarılı öykü ve senaryo da Çelikezer’e ait. Zaten Raşit Çelikezer, yönetmenlikte ustalığını ‘Gökten 3 Elma Düştü’de ispat etmişse; senaryodaki ustalığını da, Erden Kıral’ın yönettiği, ‘Vicdan’da ispat etmişti. O yüzden, bu filmin güçlü dramatik yapısına şaşmak çok anlamsız olur. Tabi yapıdaki bu gücü, sadece senaryoya bağlamak haksızlık olur. Zira ‘Can’ bizi, sinemada görmenin gerçek bir keyif olduğu ve özlediğimiz yüzlerle bir araya getiriyor. Oyuncu kadrosu deyip iki isim sıralamakla olacak gibi değil. O kadar hatırı sayılır isim var ki… Uzun bir aradan sonra Serdar Orçin ve Selen Uçer, boyundan büyük yeteneğiyle göz dolduran küçük kahraman Yusuf Berkan Demirbağ, yakın zamanda Zenne’de izlediğimiz ve sıkça görmek istediğimiz Erkan Avcı, İdil Yener ve Cengiz Bozkurt, ‘Gökten 3 Elma Düştü’de de Çelikezer’e eşlik etmiş olan Serhat Nalbantoğlu ve Kürşat Alnıaçık, bir de usta isim Sait Genay. Ödüllerle de taçlandırılmış ve son yıllarda hayranlık uyandıracak birçok işe imza atmış olan Türk sinemasının son başarılı yapıtlarından birisi olarak ‘Can’, 16 Mart’ta izleyici karşısında olacak. • END

title.

MART 2012

61


El Yazısı 2008 yılında düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’nde, her zamankinden farklı olarak bir ödül verilmişti: ‘senaryo geliştirme ödülü’. O ödülü alan genç senarist Ali Vatansever’di ve aldığı ödül ile senaryosunu İtalya’daki senaryo doktorlarına götürmüştü. Beraber, ellerindeki öyküden naif, sıcacık bir hikaye çıkardılar. İşte ‘El Yazısı’ bu emeğin ürünüdür. ‘El Yazısı’, senaryosunu da kendisi yazan Ali Vatansever’in ilk sinema filmi. Artık karşılaşmaya çok alışık olduğumuz aşk filmlerinden biraz daha farklı bir hikayenin peşinde. Çekimleri Göynük’te gerçekleştirilmiş mütevazı bir ‘aşık olma hali’ hikayesi ‘El Yazısı’. Çok evrensel ve sonsuz bir gerçeğe değiniyor, aşka. Eli kalem tutmaz insanı bile beyaz kağıtlara mecbur eden o tanımsız duyguya. Üç aşk ve üç mektubun peşinden yola çıkıp dokuyor da dokuyor öyküsünü. Turist olarak geldiği köyde, absürt bir yanlış anlaşılmanın kurbanı olan Julia, sevdiği kızı kaçırma hazırlıkları yaparken Julia ile ilgilenmek zorunda kalan Ahmet, şehirden kaçıp kasabaya yerleşen ve köyün öğretmeniyle evlenmek üzere olan eczacı Zeynep, onun şehirden gelen arkadaşı ilaç mümessili Volkan ve bir de minik Ragıp. Diğer yanda da çocukluklarında çok yakın arkadaşken aynı kıza aşık olunca birbirine düşman olan iki ihtiyar.

62

MART 2012

title.

‘El Yazısı’; aşık eller altında, aşık kalemlerle dövülmüş beyaz kağıtların öyküsü. Yazılmış; ama sahibine bir türlü ulaşamamış, zarflarından belki de hiç çıkamamış talihsiz mektupların öyküsü. Vatansever’in ilk sinema filmi olmasına rağmen, senaryosunun doğallığından olsa gerek, çok güçlü bir oyuncu kadrosu var arkasında. Yer aldığı başarılı projelerle çoktan mankenlikten oyunculuğa terfi etmiş olan Cansu Dere, hayatımıza bir televizyon dizisiyle bomba gibi düşen ve ilk defa bir sinema filminde izleyeceğimiz Wilma Elles, beyazperdenin özlenen yüzleri Bahtiyar Engin ile Ayşe Selen, Türk sinemasının genç yetenekleri Sarp Akkaya ile Sercan Badur ve iki büyük üstad; Kenan Bal ile Salih Kalyon! Film, senaryosundaki ve mekanlarındaki doğallık ile fragmanlarında dahi çok beğeni topladı. Şimdi de soğuktan çenemizin takırdadığı ve özlemle baharı beklediğimiz bu günlerde salonlara sıcacık bir Ege esintisi, hasretini çektiğimiz güzel hissiyatlar getirmek üzere 23 Mart’ta vizyonda olacak. • END

titlemag.com


Şahane Misafir Ferzan Özpetek’in uzun süredir beklenen son filmi Şahane Misafir, yüzlerde keyifli tebessümler bırakmaya geliyor. İzleyicinin de heyecanlı bekleyişini sona erdiriyor. Bunca heyecanlı bekleyişin nedeni ise, yeni bir Ferzan Özpetek filmi olmasının yanı sıra, Cem Yılmaz’ın rol alıyor oluşu. Bu nedenle, önceki Özpetek filmlerine nazaran daha çok izleyici toplaması bekleniyor. Bununla övünmek komik olsa da, kuvvetli bir öngörü olarak; Cem Yılmaz uğruna filmi izleyecek olan, ama sonrasında Özpetek hayranları arasına katılacak potansiyel bir izleyici kitlesi var yolda.

Önceki Özpetek filmleri gibi, ‘Şahane Misafir’in de galasının Gaziantep’te gerçekleşmesi bekleniyor. Ferzan Özpetek, ritüellerine bağlı bir usta. Buna örnek olarak, bu filmde de duyduğumuz Sezen Aksu ezgilerini gösterebiliriz. Lezzetli bir İtalyan filmi, her şeyden önce yeni, lezzetli bir Özpetek filmi daha. Kış, bitmeden bize son defa güzel bir sürpriz yapıyor ve 30 Mart’ta beyazperdeye Şahane Misafir’i bırakıyor. • END

Ferzan Özpetek’in yine şaşırtıcı bir hızla çekimlerini tamamladığı son filmi ‘Şahane Misafir’ için, Özpetek’in şenlikli filmlerinin son örneklerinden demek yanlış olmaz. Yine kalabalık bir aile, yine rengarenk sahneler, yine yemekler ve kocaman sofralar! Bir de biraz hayalet ve fantastik bir öykü. 8 milyon Euro’luk bütçeyle çekilen filmin başrolünde ise, İtalyan oyuncu Elio Germano yer alıyor. Oyuncu demişken, Özpetek’in uzun süre vazgeçilmez oyuncusu olan Serra Yılmaz bu filmde de yok. Özpetek üçüncü defa Yılmaz’sız çıktı yola.

titlemag.com

title.

MART 2012

63


Drive: Yalnız Kovboy Western’in ikonografik özelliklerini taşıyan stilize bir suç filmi. John Ford’un ‘The Searchers 1956’ filmi, bir Western başyapıtı olmasının dışında Martin Scorsese’ye büyük ilham vermiştir. O da çok sevdiği bu filmi, kendi şehir anlatısının içine Western’in ikonografiksel öğelerini adapte ederek ‘Taxi Driver 1976’ gibi bir başka başyapıtı sinema tarihine armağan etmiştir. Bu ikonografik öğeler en basitinden; ‘at’, ‘altı patlar’, ‘çöl’, ‘kovboy şapkası/kostümü’,’yalnız kovboy’ ve ‘kızılderililerdir’. Bazı filmler direkt yoldan bu türle melezleşir; ‘Westworld 1973’, ’Blood Simple 1984’, ’Red

64

MART 2012

title.

titlemag.com



filmlerinde ağzından düşürmediği tütünü, burada kürdan olarak karşımıza çıkıyor ve karakterimizi tam bir kovboy olarak algılamamıza sebep oluyor. Bu yalnız kovboy, tıpkı yan mesleklerinden biri olan dublörlük gibi, başka insanlar için kendini tehlikeye atabiliyor. Böylece yönetmen, bu çeşit şehirlerde bıçak sırtı durumları yalnızca kovboylar Drive filmi de, Western’la direkt yoldan melez- kurtarabilir ve adaleti sağlayabilir, demek istiyor. leşmeyen ama Taxi Drive’a daha yakın duran bir Filmine Western’lerin stok karakterlerinden birini film. Yani; Searchers’daki Kızılderililer’den kurta- enjekte ediyor. rılmaya çalışılan kız ile Taxi Driver’daki kurtarılmaya çalışılan fahişenin, bu filmde kurtarılmaya 1980’lerde aksiyon ve erotik film çekmiş yapımçalışılan bir aile olduğunu görüyoruz. Bu bağlam- cılar da filmin dünyasında karşımıza kötü adamda, karakterimize bir kovboy gözüyle bakabilir; lar olarak çıkıyor. Yönetmen de, ‘80’ler aksiyon hatta yalnız, isimsiz (no name) ve az konuşan sineması yapımcıları üzerinden ‘yapımcı’lara (man of few words) prototip Western karak- para babaları ve mafya yakıştırması yapıyor. Hiterlerinden biri olduğunu rahatça düşünebiliriz. yerarşik düzeni ve mafyanın başı olan karakter Onun da atını iyi yönlendiren bir Driver olduğunu ilkel olan ve bir av silahı olabilecek ‘bıçağı’ kulsöyleyebilir, Clint Eastwood’un Sergio Leone’nin lanıyor. Araba tamircisi karakterini bıçakladığı Rock West 1993’, ‘No Country For Old Men 2007’. Bazıları ise, bu ikonografiden bir ya da birkaç şey alarak kendi anlatısına enjekte eder; bahsettiğim ‘Taxi Driver 1976’ gibi, ‘Paris Texas 1984’, ‘A History Of Violence 2005’ ve ‘Gran Torino 2008’ gibi...

66

MART 2012

title.

titlemag.com


sahne de; direkt yoldan değil, üstten damar keserek işkence amaçlı ilkel bir biçimde yapılıyor. Bu çeşit ilkel yöntemler, Western’larda daha çok ‘Kızılderililer’in kullandığı bir yöntem olduğu vesilesiyle, kötü adamlarımızı ve baş mafyamızı, filme Western olarak baktığımızda, ‘Kızılderililer’ olarak algılamamız kolaylaşıyor.

bastırabiliyor, ama asla iyi ve kötü gibi bir çizgide ayırt edemiyor. Bu, onun bir çeşit katil olma iç güdüsüne aslında yardım eden ek kimlikler olarak karşımıza çıkıyor. Daha çok arka planda ve öteki olmayı seçiyor, tıpkı Taxi Driver’da ki ‘hero’ gibi. Akrep işlemeli cekedi, Wild Bunch’daki akrep dışında, bu kimliklerinden birinin bir parçası konumunda.

Yönetmenin son derece stilize bir biçimde vahşi ve kanlı (hatta gore seviyesinde), üst düzey şiddet içeren sahneleriyle de önemli Western’lar çekmiş Sam Peckinpah’ın ve sinemasının ne kadar kalıcı olduğunun altını çiziyor. Kovboyumuzun ceketindeki akrep figürü, yönetmenin ‘The Wild Bunch 1969’daki ‘stilize akrep’ sahnesini akıllara getiriyor.

Genç yönetmenin kiralık katil filmleri, kara film ve urban crime/drama denilen şehir odaklı tür filmlerini bir çeşit ‘pastiş’ hale getirerek, sinemadaki en eski türlerden biri olan Western’in ikonografisine ve Taxi Driver’a olan hayranlığının bir uzantısı olarak algılayabiliriz. Bütün bu lafların dışında, türlerin konvansiyonel film gramerini değiştirmeye çalışarak da ‘içerik değil, biçim’ diyen Driver; araba tamircisi, dublör ve katil gibi birçok bir yönetmenin olabildiğince stilize ve başarılı bir kimliğe sahip. Bu kimliklerini net biçimde pekala anti-kahraman çalışması Drive. • SS

titlemag.com

title.

MART 2012

67



Oscar’ın Ardından Billy Crystall’ın sunduğu ve bu yıl 84’üncüsü gerçekleşen Oscar Ödül Töreni’nde ‘geçmiş’ rüzgarları esti. Gecede iddia sahibi olan üç önemli yapıt da nostaljiyi yad ediyordu ve ödüllerin büyük bölümünün ikisi arasında paylaştırılması beklenen hamlelerdendi. Beklenildiği üzere, çok da sürprizli geçmeyen bir gece oldu 27 Şubat. Ancak bu, renksiz bir gece oldu, demek değil. Geceye renk katan en güzel olay, Circus du Soleil’in nefes kesen muazzam gösterisiydi. Unutulmaz anekdotlardan biri ise, ilk defa İran’a giden Oscar ödülünün sahibi Asghar Farhadi’nin teşekkür konuşmasıydı.


En iyi film: The Artist Hugo’da ve Midnight in Paris’te olduğu gibi, The Artist’te de eskiye göndermeler vardı. Akademi’nin bu yıl, bu çalışmalardan birisini ödüllendireceği başından beri biliniyordu. The Artist ve Hugo, Midnight in Paris’i zaten geride bırakmışlardı. En iyi film kategorisinde The Artist ile Hugo’nun çekişmesini izledik. Akademi, beklenen bir strateji izledi. Hugo’yu tüm alt yapı dallarında ödüllendirmeye başladığı an, en iyi filmin The Artist olacağı belli oldu. Ben, The Help’in konusu itibariyle, bu üçlünün arasından sıyrılıp bir sürpriz yapmasını bekliyordum; fakat Akademi şaşırtmadı ve en iyi film olarak The Artist’i ödüllendirdi. Bu arada değerli bir bilgi olarak, 1929 yılında ödül alan Wings’ten sonra The Artist, en iyi film Oscar’ını alan ikinci sessiz film oldu.

70

MART 2012

title.

En iyi yönetmen: Michel Hazanacivius / The Artist Akademi’nin “en iyi yönetmen, en iyi filmin yönetmenidir” mantığı bu sene de işledi. Güçlü adaylar arasında gösterilen Martin Scorsese, sekizinci adaylığından eli boş dönerken; Michel Hazanacivius ilk adaylığıyla heykelciği eve götürdü. Alexander Payne, sürpriz yapabilecek isimlerden birisiydi; fakat Oscar gecesi bu sene bu dalda da hiç sürpriz yapmadı.

titlemag.com


En iyi erkek oyuncu: Jean Dujardin / The Artist

En iyi kadın oyuncu: Meryl Streep / The Iron Lady

Cannes’da da oyunculuğu ödüllendirilen Dujardin, ilk adaylığı ile Oscar’ın da sahibi oldu. Senelerden sonra Gary Oldman’ın ilk kez aday gösterildiğini düşünürsek, ödülün sahibi olması birçok sinemaseverin dilekleri arasındaydı; fakat Jean Dujardin birçok adayı geride bırakabilecek güçte bir performans sergilemişti The Artist’te. George Clooney ile Brad Pitt de sürpriz yapması beklenen adaylar arasındaydı.

Meryl Streep, 17. adaylığında üçüncü defa Oscar’ın sahibi oldu. Adaylıkları dahi artık dalga konusu olmaya başlamışken, sanırım Akademi Streep’e son kıyağını yaptı. Zaten, arkadan gelen ve artık ödüllendirilmesi gereken çok yetenekli oyuncular görmezden gelinmemeli. Streep’in karşısında, bu sene ödül alsa şaşırtmayacak bir isim olarak Viola Davis vardı ve gerçekten güçlü bir rakipti. Aslında bana sorarsanız, bu yılki adayların hepsi ayrı ayrı güçlü isimlerdi; ama sürprize açık bir tören değildi 84. Oscar Ödül Töreni. Gönüllerde Marilyn rolüyle Michelle Williams da yatmıyor değildi ve üstelik Glenn Close da, Albert Nobbs’taki erkek rolüyle ödüllendirilmesi gereken bir performans sergilemişti.

titlemag.com

En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christopher Plummer / Beginners Plummer’ın Oscar ödülünü alışı, biraz da Altın Küre’nin Oscar’ın habercisi olduğu rivayetini doğruladı. En iyi yardımcı erkek ödülü, Max Von Sydow ile Plummer’ın çekişmesinin sahnelenmesine neden olsa da, ödülün Plummer’a gidişi beklenen hamlelerden birisiydi. Bu ikilinin haricinde, zaten şans tanınan güçlü adaylar yoktu bu yıl. Akademi, bu dalda da bu sene bir sürpriz yapmaya gerek görmedi.

title.

MART 2012

71


En iyi yardımcı kadın oyuncu: Octavia Spencer / The Help Bu ödülün The Help’ten birisine gideceğinin mutlak olduğunu geçen ayki tahminlerde de söylemiştim. Rol arkadaşı Jesica Chastain ile, Altın Küre’de de olduğu gibi, beraber aday gösterilen Octavia Spencer, yine Chastain’i geride bırakarak Oscar’ı evine götüren isim oldu. Aslında Melisa McCarthy de Bridesmaids’teki performansıyla ödüle layıktı; ama Akademi, en iyi filmde The Artist’i, alt yapı ödüllerinde de Hugo’yu taçlandırırken The Help’i hiçe sayamazdı. Kaldı ki, Spencer da bu ödülün hakkını gerçekten verdi.

72

MART 2012

title.

En iyi orijinal senaryo: Midnight in Paris / Woody Allen

En iyi uyarlama senaryo: The Descendants / Alexander Payne, Nat Faxon ve Jim Rash

Midnight in Paris’in bu aşamada karşısındaki tek ciddi rakibi, A Separation idi; ama o da bir Orta Doğu yapımı olduğu için ve en iyi yabancı film dalının tartışmasız favorisi olduğu için Midnight in Paris’in bu dalda hakkını yemedi Akademi. Zaten tüm tartışmalar bir yana, Midnight in Paris gerçekten ödüllendirilmesi gereken kalitede bir senaryoydu. Bu dalda sürpriz olmayan bir başka hamle ise, ödülünü almaya gelmeyen Allen idi. “Akademi, Woddy Allen’ı tebrik eder ve ödülü onun adına alır.”

Kendi adıma, Hugo’nun tartışmasız favori olduğu bu dalda The Descendants’ın ödüllendirilmesi büyük sürpriz oldu. Hugo’nun karşısındaki en güçlü aday, Moneyball idi. Fakat dediğim gibi, kendi adıma gerçek bir sürpriz yaşadım.

titlemag.com


En iyi kurgu: The Girl With Dragon Tattoo/ Angus Wall, Kirk Baxter Bu ödül, gecenin ‘beklenmeyen’ sürprizlerinden birisi oldu. Zira, Hugo ile The Artist kapışması bu dalda da bekleniyordu. Bu sanrılara rağmen en iyi kurgu ödülü, hak eden bir çalışmaya gitti. Bu ödül, izleyenler için olduğu kadar, film ekibi için de sürpriz oldu.

titlemag.com

En iyi görsel efekt: Hugo Geçen aydan bir alıntı olarak: “Hugo’nun eve mutlaka götürmesi gereken Oscar ödüllerinden birisi görsel efekt ödülüyse diğeri ise kesinlikle uyarlama senaryo olacaktır.” Uyarlama senaryo dalında sürpriz yaşamış olsam da görsel efektte yanılmayışım, kendi adıma bir başarıdan ziyade, Hugo adına gerçek mutluluktur. Zira, bu dalda ödülü hak eden gerçek iki aday vardı. Birisi Rise of The Planet of The Apes iken diğeri Hugo idi. O yüzden, bu ödül de 84. Oscar gecesinin ‘hak edene gidenlerden’ sınıfına dahildi.

En iyi yabancı film: A Separation / İran Kesinlikle ve kesinlikle doğru adrese teslim edilmiş ödül. Zaten adaylık sürecinde, en iyi yabancı film dalının tartışmasız favori ismiydi. Son zamanlarda İran’dan izlediğimiz başarılı filmlerin en iyi örneklerinden değil, İran sinemasının en iyisiydi A Separation. İran’ın ilk Oscar’ını kucaklayan Asghar Farhadi’nin teşekkür konuşması da akıllardan çıkacak gibi değildi.

title.

MART 2012

73


74

En iyi animasyon: Rango / Gore Verbinski

En iyi görüntü yönetimi: Hugo / Robert Richardson

Kesinlikle beklenen ve hak eden adaydı Rango. Gerek konusu, gerek renkleri, gerekse başarılı karakter tasarımı. Adayları arasında da başarılı işler vardı; ama son zamanlarda Akademi’nin animasyon dalında da teknolojik büyülere değer verdiğini anımsarsak, Rango tartışmasız favoriydi.

En iyi film ödülünden mahrum bırakılan Hugo’ya avutmak adına bahşedilmiş ödüllerden birisi oldu görüntü yönetimi. Hugo, dramatik ve edebi yapısıyla ne kadar takdir edilmişse, teknik anlamda da birçok ödülü hak ediyordu. Fakat karşısında Tree of Life gibi ‘gerçeklik duygusu’na bu kadar hitap eden bir film varken, ödülü Hugo’nun alması biraz can yaktı.

MART 2012

title.

En iyi sanat yönetimi: Hugo / Dante Ferretti, Francesca Lo Schiavo Bu dalda da bir kez daha ‘Hugo- The Artist çekişmesi’ne şahit olduk. Kaldı ki, bu dalda gerçekten sadece bu iki yapım ödülü hak ediyordu. Kendi adıma ikisi arasında bir ayrım yapamamıştım. Boşa gitmeyen ve yerine ulaşan bir ödül daha…

titlemag.com


En iyi kostüm tasarımı: The Artist / Mark Bridges

En iyi makyaj: The Iron Lady / Mark Coulier

En iyi ses miksajı: Hugo / Tom Fleischman, John Midgle

Bu yıl da kostüm ödülünün tüm adayları, dönem filmlerinden oluşuyordu. Yine de bu adayların içinde başarılı, en azından orijinal olarak nitelendirmenin mümkün olduğu, kostümler maalesef ki tüm güzelliğine rağmen The Artist’te yer almıyordu. Karşısındaki adaylarla kıyaslandığında The Artist’e verilmiş olmasını çok anlamsız bulduğum bu ödül, Akademi’nin 84. törende yaptığı sürprizlerin en kötülerindendi.

En iyi makyaj ödülü de, maalesef hak eden yapıt tarafından kucaklanmadı. Evet, Meryl Streep’ten bir Margaret Thatcher yaratmak, üstelik kişisel mimiklerini kaybetmesine izin vermeden o kusursuz benzerliği yakalayabilmek, makyaj sanatının başarılı örneklerindendi. Yine de karşısında Albert Nobbs adayı varken, bence The Iron Lady, ikinci planda kalması gereken bir çalışmaydı.

Hugo’ya “avuntu” adına verilmiş iki yersiz ödülden ilki. Hak etmediğinden değil. Daha önce de belirttiğim gibi, Hugo’nun dramatik ve edebi açıdan başarısı nasıl yok sayılamazsa teknik anlamdaki başarısı da tartışma götürmez. Bu gibi ödüllerin genelde bilim-kurgu filmlerde değer teşkil ettiği ve zaten dikkat çekici işlerin de bilim-kurgu yapıtlardan çıktığı düşünüldüğünde, adaylar arasında Transformers: Dark of The Moon’un kucaklaması gereken ödül, Hugo’ya harcandı.

titlemag.com

title.

MART 2012

75


En iyi ses kurgusu: Hugo / Philip Stockton, Eugene Gearty Çok yorum yapmaya gerek yok. En iyi ses miksajı kategorisinde ödülü, Hugo’nun kucaklamasındaki absürtlüğe dair söylediğim tüm sözler, en iyi ses kurgusu ödülünün de Hugo’ya gitmesinde geçerli. Ses konusunda çok katkısı olduğunu sanmasam da film sahibi sayıldığından, Scorsese’nin canı sağolsun.

En iyi orijinal müzik: The Artist / Ludovic Bource Ludovic Bource’un ilk adaylığı ve ilk ödülü. Bu lütfu ise kesinlikle 84. Oscar Ödülleri’nde esen “The Artist” rüzgarına borçlu. The Artist, diyalogsuz bir filmdi ve işitsel yapısı sadece bu müziklere bağlıydı. Bu nedenle alışagelmişin dışında bir sorumluluk yüklüydü filmin müziklerinde. Bu açıdan bakıldığında ödüllendirilmesi haklı görünebilir; fakat bu ödülü ‘kesinlikle alması gereken’, The Artist değildi. Yine de ödülün The Artist’e gidişine ‘haksızlık’ demek haksızlık olur.

En iyi orijinal şarkı: Man of Muppet / Bret McKenzie / The Muppets Sürprizsiz gecenin beklenen ödüllerinden birisi de, The Muppets’ın en iyi orijinal şarkı Oscar’ını kucaklamasıydı. Zaten iki aday vardı ve Rio zaten iddiasız bir adaydı. Keyifli şarkılarıyla bezenmiş The Muppets’ın hakkı bu ödüldü. Yine de eklemeden geçemeyeceğimiz bir not: Adaylar arasında gösterilmemesine rağmen, bu seneki filmler arasında aslında, çok iyi şarkılar barından filmler yok değildi. Akademi’nin takdiri… En iyi kısa film: The Shore / Terry George En iyi kısa animasyon: The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore En iyi belgesel film: Undefeated En iyi kısa belgesel film: Saving Face / Daniel Junge • END

76

MART 2012

title.

titlemag.com



KÜLTÜR SANAT DENİZ ERSAN, NORA SUREN


Sergi Van Gogh Alive 10 Şubat 2012- 15 Mayıs 2012 Antrepo 3 Meclis-i Mebusan Caddesi Liman İşletmeleri Sahası Tophane

Van Gogh Alive 10 Şubat 2012- 15 Mayıs 2012 tarihleri arasında, Antrepo 3/ Karaköy’de etkileyici ve değişik bir Van Gogh sergisi izleyicilere açık olacak. Ölümünün ardından uzun yıllar geçmesine rağmen Van Gogh, var olan eserlerinin üzerinden hala yeni eserler üretmeyi başarıyor. Bunun için bir aracıya ihtiyacı olsa da sanata bu kadar malzeme veren bir yaratıcının dahiliği şüphesiz sorgulanamaz. Van Gogh Alive, Van Gogh’un klasik eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş bir şekilde izleyicinin karşısına çıkarıyor. Modernle klasiğin harmanlanması sanatta, özellikle son zamanlarda, çok kullanılan bir yöntem olsa da bu sergideki geleneksel sanat ve modern teknolojinin sentezi gerçekten başarılı bir çalışma olmuş. titlemag.com

title.

MART 2012

79


“Çerçeve yok, içindesin” sözünün çok güzel anlattığı bu sergi, adeta geleneksel müze anlayışına meydan okuyor. Dev ekranlar, duvarlar, kolonlar zemin ve tavanı kaplayan 3 binden fazla dev boyuttaki Van Gogh görseli, izleyicilerin sanata ışık, renk ve sesle doymalarına olanak tanıyor. Bu bütünlüğü sağlayabilmek ve geleneksel müze anlayaşının dışına çıkabilmek için SENSORY4 adında değişik bir teknoloji kullanılmış. Bu teknoloji sayesinde Van Gogh’un 1880-1890 yılları arasındaki yapıtları, yüksek çözünürlüklü 80

MART 2012

title.

40 projektör aracılığıyla dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine ve tavana yansıtılıyor. Sıradan bir şekilde müze gezmekten çok daha fazlasını sunan Van Gogh Alive, Abdi İbrahim’in önderliğinde, Singapur’daki dünya prömiyerinin ardından ilk kez Türkiye’de sanatseverlerle buluştu. Pazartesi günleri hariç, 11:00 - 19:00 saatleri arasında ziyarete açık olan Van Gogh Alive, Mayıs ortasına kadar İstanbul’da sergilendikten sonra Ankara’da sergilenmeye devam edecek. • DE titlemag.com



Sergi Rembrandt & Çağdaşları-Hollanda Sanatının Altın Çağı 22 Şubat 2012 - 10 Haziran 2012 Sakıp Sabancı Müzesi Sakıp Sabancı Caddesi, 42 Emirgan, İstanbul Ziyaret Saatleri 10:00-18:00 Salı, Perşembe, Cuma, Pazar 10:00-22:00 Çarşamba, Cumartesi Müze, Pazartesi günleri kapalıdır.

Rembrandt & Çağdaşları Sakıp Sabancı Müzesi, şu sıralarda “Rembrandt & Çağdaşları-Hollanda Sanatının Altın Çağı” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Haziran ayına dek Rembrandt ve Hollanda resminin büyük ustaları sizleri bekliyor. Rijksmuseum ile dünyanın önde gelen özel koleksiyonlarından birinde yer alan eserler Türkiye’de ilk kez sanatseverlerle buluşuyor. Aralarında Johannes Vermeer, Frans Hals, Jan Steen ve Jacob van Ruisdael gibi pek çok büyük ismin bulunduğu 59 sanatçıya ait 73 tablo, 19 desen ve 18 obje olmak üzere toplam 110 eserin yer aldığı sergi, Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı dolayısıyla hazırlanmış. Serginin en önemli özelliği, dünya resim tarihinin en etkili dönemlerinden olan Hollanda Sanatının 82

MART 2012

title.

titlemag.com



Altın Çağı’nı Rembrandt ve çağdaşlarının eserleriyle birlikte bizlerin gözleri önüne sermesi. Bir diğer özelliği ise, eserlerin kendisi kadar Osmanlı dönemiyle kurduğu diyalog ve her iki ülkedeki sanat ortamını karşılıklı olarak ele alması. Sergiyle, Hollanda (Flemenk) resim sanatının Avrupa resim sanatına getirdiği yeniliği, ışığı kullanımdaki ustalığını, dönemin atmosferini ve sanata yansımasını geniş bir çerçevede ele aldıklarını görüyoruz. 17. yüzyılda denizaşırı ticaretin getirdiği refahla, ülkenin geneli Protestan olmasına rağmen diğer dinlere ve mezheplere de gösterdikleri hoşgörüyle, bilim ve sanat dallarında gösterdikleri gelişmelerle kendisini gösteren Hollanda toplumuna, kent ve kırsal kesimdeki yaşama, usta ressamların gözünden bakıyoruz. Örneğin, 17. yüzyıl Flemenk ekonomisinde ve nüfusun beslenmesinde etkili olan balıkçılık sergide yer alan birçok ustanın tuvaline yansıyor. Rembrandt Kimdir? Hollandalı ressam ve baskı ustası Rembrandt Harmenszoon van Rijn, 15 Temmuz 1606 tarihinde, Hollanda’da dünyaya gelmiştir. Leiden

84

MART 2012

title.

Üniversitesi’nde okuyan Rembrandt, ressam Jacob van Swannenburg’un takdirini kazanmış ve 1621’de onun öğrencisi olmuştur.Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin en önemli ressamlarından biridir. Hollanda’nın ticaret, bilim ve sanatta atılım yaptığı Hollanda Altın Çağında yaşamıştır. “Işığın ve gölgelerin ressamı” olarak da anılır.4 Ekim 1669’ da Amsterdam’da hayatını kaybetmiştir. Sergide Rembrandt Işığın ve gölgelerin ressamıRembrandt’ın 10 eserinin bulunduğu sergide dikkatimi çeken resimleri arasında, “Vaiz Jan Cornelisz Sylvius Portresi”, “Lazarus’un dirilişi”, “Müzik dersi” ve “Ölü Tavuskuşlu Natürmort” vardı. 17. yüzyıl Flemenk resmi üzerinde muazzam bir iz bırakan Rembrandt, eserlerinde diğer çağdaşları gibi daha çok Kitabı Mukaddes olayları ve mitolojik konuları ana tema olarak işlemiştir. Amsterdam’daki atölyesinde genç ressamları eğitmiş, güçlü ışıkgölge kullanımı ve boyayı kalın katmanlar halinde uygulama tarzı ile kendinden sonra gelen ressamları da etkisi altına almıştır.

titlemag.com


Rembrandt’ın güçlü ışık-gölge kullanımını sergide “Ölü Tavuskuşlu Natürmort” isimli resminde görmek mümkün. Yukarıdan gelen ışık asılı tavusun ayaklarına ve kanatlarına vurmakta, göğsü ise gölgede kalmaktadır; ayrıca iki tavusun başlarının gölgesi pencere pervazına düşmüştür. Arka plandaki kız çocuğu tümüyle gölgededir. Bu resim Rembrandt’ın tek yağlıboya natürmortu olarak kabul edilir. İki tane ölü tavuskuşuna pencereden bakan küçük bir çocuğu tasvir eden resimde ölü kuşlar gövdelerini kaplayan renkli tüyeriyle, pırıltılı yeşil göğüsleriyle ve sert kuyruk tüyleriyle öylesine gerçekçi ve canlı resmedilmiş ki, tabloya bakanları hayrete düşürüyor ve bir an pencereden bakan çocuk canlanıp yanınıza gelecekmiş gibi hissetmenize sebep oluyor. titlemag.com

Ve Diğerleri Sergide Rembrandt’ın yanı sıra, yüzyıllar boyunca karanlık bir figür olarak kalan ve yalnızca 35 eseri bilinmesine rağmen, dönemin en büyük isimleri arasında gösterilen Johannes Vermeer’in “Aşk Mektubu” adlı eseri de yer alıyor. Sergide en beğendiğim resimlerden biri olan “Aşk Mektubu” ile Vermeer, bizi ağır bir perdenin kaldırılıp bir yana tutturulmuş olduğu kapının eşiğinden odanın içine baktırırarak resimlerinde çoğu zaman yaptığını yapıyor yani iç mekanlarda günlük işlerle uğraşan figürleri betimliyor. Zengin döşenmiş odada sarı giysili genç bir kadın şöminenin yanında oturmaktadır. Yüzünden heyecan ve merak okunur. Arkasında duran hizmetçinin title.

MART 2012

85


86

verdiği mektubu almak için az önce lavta çalmaya ara vermiştir. Tabloya verilen adın anlattığı gibi, bu bir aşk mektubudur. Aşk mektubu olduğunu, simgesel önemi bugün kaybolmuş olan, ama 17. yüzyılda resme bakan kişinin apaçık göreceği bazı ayrıntılardan anlıyoruz. Örneğin lavta ve duvardaki resimde görülen denize açılmış gemi yaygın kullanılan aşk sembolleriydi.

Yalnızca natürmort çalışan ve canlı renkler kullanmasıyla tanınan Balthasar van der Ast’ın ise “Çiçekli Natürmort” adlı eserini sergide görmek mümkün. Bu eserinde Balthasar van der Ast’ın,Flemenk Cumhuriyeti’nin 17. yüzyılda yapmış olduğu denizaşırı ticaretler sayesinde ülkeye yeni gelen egzotik bitki çeşitlerini resimlerinde kullanmayı sevdiğini görüyoruz.

Vermeer’den sonra bir diğer büyük ismin, Gerard ter Borch’un, eserine, “Babaca uyarı”ya geliyor sıra. Çeşitli kumaşların verdiği duyguyu ve doku özelliklerini yakalamakta usta olan Borch, bu resminde saten bir elbise içindeki kadını son derece usta bir biçimde capcanlı karşımıza çıkartıyor.

Son olarak benden sizlere naçizane bir tavsiye: Bu sergiyi kaçırmayın. 10 Haziran’a kadar vaktiniz var diye de ertelemeyin. Bir an önce gidin görün ve hayran kalın. • NS

MART 2012

title.

titlemag.com



Oyun Pippa 03 Mart 2012 - 24 Mayıs 2012 Talimhane Tiyatrosu Gümüşsuyu Mahallesi Ülker Sokak No: 24 Beyoğlu İstanbul

Pippa “Pippa” adlı oyun 1 Mart ve 24 Mayıs tarihleri arasında Talimhane Tiyatrosu’nda seyirciyle buluşuyor. Deniz Altun’un yazdığı, Lerzan Pamir’in sahneye koyacağı Pippa’nın oyuncu kadrosu ise şöyle: İpek Türktan Kaynak, Bekir Çiçekdemir, Burcu Seçmeer, Kubilay Çamlıdağ. Pippa isminden hatırlayacağınız üzere, oyun Milano’dan barış mesajı vermek için yola çıkan Pippa Bacca’nın trajik hikayesini anlatıyor. Şiddet, barış ve yabancılık gibi kavramları sorgulayan oyun çok konuşulacağa benziyor. Pippa Bacca, gerçek adıyla Giuseppina Pasqualino di Marineo, 9 Aralık 1974’te doğmuş, 31 Mart 2008’de trajik bir şekilde ölmüş İtalyan bir sanatçıdır. Pippa Bacca, sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile beraber “Barış Gelini” adıyla, dünya barışı için düzenledikleri ve 8 Mart 2008’de Milano’dan başlayıp Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin 88

MART 2012

title.

güzergahından Tel-Aviv’de noktalanması planlanan bir yolculuk hedefler. İtalyan performans sanatçısı Pippa Bacca, Silvia Moro ile beraber Milano’dan Kudüs’e otostopla ve üzerinde bir gelinlikle gitmeyi, bu şekilde de bir “barış ağı” kurmayı tasarlar. Oyun da işte bu öyküyü sahneye taşımaktadır. Pippa’nın yolculuğu talihsiz bir şekilde yarım kalmadan önce, bambaşka sebeplerle Diyarbakır’dan yola çıkan Ali Rıza ile kesişir. Birbiriyle paralel ilerleyen iki hikayede varolma savaşı veren bir göçmen ile projesini tamamlamaya çalışan bir sanatçının merceklerinden yol hikayeleri anlatılır. Pippa, beş Avrupa ülkesi arasında ortaklaşa gerçekleştirilen “Europe Now” projesi için sahnelenecek ve dünyanın iyi bir yer olduğuna inanan, iyi niyetli barış elçisinin, daha doğrusu barış gelininin acı kaybının aradan geçen dört senede unutulmadığını gözler önüne serecek. • NS

titlemag.com



Sergi La La La İnsan Adımları 16 Şubat 2012 – 6 Mayıs 2012 İstanbul Modern Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo 4, 34433 Karaköy - İstanbul

La La La İnsan Adımları 1849 yılından beri Rotterdam’da faaliyet göstermekte olan Van Beuningen müzesi, 140 binden fazla klasik, modern ve çağdaş sanat yapıtını içeren çok büyük uluslararası bir koleksiyona sahip. Müzenin sahip olduğu bu koleksiyondan özel olarak seçilen 28 sanatçının resim, çizim, yerleştirme, baskı, fotoğraf ve videolarından oluşan 53 çalışmayı, İstanbul Modern’de “La La La İnsan Adımları” sergisinde görebilmek mümkün. Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında düzenlenmiş olan serge, 6 Mayıs’a kadar ziyaretçilere açık olacak. Serginin büyük bir koleksiyondan seçilen çalışmalarla yapılmış olması ve bu çalışmaların çok farklı dallara ait olması, serginin belli bir bütün90

MART 2012

title.

titlemag.com



lüğünün olmadığı kanısını bırakabilir. Oysa bu düşüncenin aksine, sergi değişik dönemlerden seçip getirdiği eserlerle insana dair bir hikaye anlatmayı başarmış. La La La İnsan Adımları, tarzları ve dönemleri farklı olan birçok çalışmayı bir araya getirerek merkezine insanı anlamayı ve insan ilişkilerini koymuş. İnsanın hayatla başa çıkma serüvenini tarihsel, kişisel ve toplumsal bir çerçeveden yansıtması serginin ana hatlarını belirleyen en önemli nokta. Sergi, bu serüveni anlatırken üç ayrı bölümde sunuyor yapıtları. Tarihsel çerçeveden baktığımızda, sergide klasik dönem ustalarının resim, baskı ve çizimlerinden oluşan yapıtları görüyoruz. Bu yapıtların her biri, bugüne dair bir şeyler söylüyor aslında. Merak, endişe, korku , şiddet, günah, başarısızlık gibi insana ait olan temaları işleyen bu yapıtlar serginin ilk bölümü olan “Tarihteki Karşılaşmalar” bölümünde yer alıyor. Serginin ikinci bölümü olan “Kişisel Karşılaşmalar” başlığı altında ise; bilinçaltı, korku ,yalnızlık, açgözlülük, öfke ve şehvet gibi duyuları işleyen 92

MART 2012

title.

eserler gösteriliyor. İnsanın hayatla başa çıkma serüveninde aslında en çok zorlandığı noktanın kendisiyle başa çıkmak olduğunun altını çiziyor adeta bu yapıtlar. Üçüncü bölümde ise, “Toplumsal Karşılaşmalar” başlığı altında bireylerin sosyal varlıklar oldukları teması işlenmiş. Bireylerin toplumsal alanda karşı karşıya gelmeleri, birbirleriyle olan ilişkileri ve buradan doğan çatışmalar ele alınmış. Bu bölümdeki yapıtlar, özellikle günümüz insanının yaşanan bu çatışmaları nasıl karşıladığını anlatıyor. Sergi, adını Kanadalı dans kumpanyası “La La La Human Steps”ten ödünç alıyor. Bu kumpanyanın insanı, hayata karşı cesur ve iyimser bir yaklaşıma teşvik ediyor olması; serginin ismi için uygun bulunmasının en önemli sebebi. Dönemsel ve anlayış olarak çok farklı yerlere ait olan bu 53 çalışmanın bir araya getirilme şekli ve birbirleri arasında oluşan ilişki gerçekten de görülmeye değer. • DE

titlemag.com



GEZİ AYŞE NAZ BAYKAL


Şikago Bu yaz yolum Amerika Birleşik Devletleri’nin en güzel ve önemli şehirlerinden biri olan Şikago’ya da düştü. 1833 yılında kurulan şehir şu anda ABD’nin nüfus bakımından en büyük üçüncü şehri. Göl kenarındaki bu metropol hem doğal güzellikleri hem de mimari harikalarıyla bir yılda çektiği 32 milyon turisti fazlasıyla hak ediyor. Michigan Gölü’nün yanına kurulmuş olan şehrin çok güzel bir sahili var. Kilometrelerce süren bu

titlemag.com

title.

MART 2012

95


kumsalda denize girebilir ve güneşlenebilirsiniz. Ayrıca bol bol voleybol oynayabileceğiniz alan yapmayı da ihmal etmemişler. Bu sahil şeridi aynı zamanda patencilerin ve koşucuların da favori mekanı. Gölde yelken yapmak da mümkün. Kiralayabileceğiniz ufak yelkenlilerle göle açılarak keyfinize keyif katabilirsiniz. Yalnız kışın giderseniz bu gölü donmuş olarak bulma ihtimaliniz çok. Öğrendiğime göre kışın Şikago çok ama çok soğuk oluyormuş. Kumsalın bitiminde Navy Pier ile karşılaşacaksınız. Göl kıyısındaki bu mekan küçük bir alış veriş merkezi gibi gözükse de aslında çok daha fazla96

MART 2012

title.

sı. İçindeki sanat galerileri önemli sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Sahile yakın kısmında ise büyük bir dönme dolap yer alıyor. Bu dönme dolaba binip tüm şehri ve gölü görebilir ve manzaranın keyfini sürebilirsiniz. Aynı zamanda gölde küçük bir motor turu yapmak isterseniz de Navy Pier’in önünden kalkan tekneler bunun için biçilmiş kaftan. Buradan şehre geçebilirsiniz. Yürümenizi özellikle tavsiye ederim. Her ne kadar İstanbul’da bir metropol olsa da Şikago’nun çok farklı bir havası var, gökdelenlerin arasından geçerken kendini küçük hissediyor insan. Ayrıca yürürken karşınıza titlemag.com



Micheal Jordan Steak House gibi restoran adları çıkınca insan kendini gülümsemekten alamıyor. Eğer sahile yakın yürüyorsanız yolda göreceğiniz iki önemli heykel var. Biri ne olduğunu tam da anlayamadığım “Cloud Gate” heykeli. Fasulye şeklinde ki bu heykelin popülaritesi şaşırtıcı. Bir dizayn yarışması sırasında seçilen heykel sıvı cıvadan ilham alınarak tasarlanmış. Özelliği ise Şikago’yu yansıtması. Heykelin çevresinde ve altında dolaşmak, uzun ince yansımanızın resmini çekmek mümkün. Bir diğeri ise beyaz elbisesi uçuşan dev Marilyn Monroe heykeli. Arkasından dolaştığında Marilyn’nin poposu ve beyaz donuyla karşılaşsanız da heykel sokağa renk katıyor. Eğer fazla zamanınız varsa şehir-

98

MART 2012

title.

den hayvanat bahçesine ve planitariuma gitmeniz mümkün. Şikago’ya giderseniz mutlaka gitmeniz ve tecrübe etmeniz gereken önemli bir bina var. Sears Tower’a mutlaka gitmeli ve şeffaf kattan 1353 ft aşağıya bakmalısınız. Ülkenin en yüksek binalarından biri olan Sears Tower’dan 50 mil öteyi ve 360 derece dolaştığınızda toplam 4 eyaleti görebilirsiniz. Yükseklik korkusu olanların gerçekten uzak durması gereken mekan yaşadığım en garip tecrübelerden biriydi. Ne kadar yüksekte durduğunuzu anlayabilesiniz diye yaptıkları cam ek balkonlarda yere bakmak cesaret isteyen bir işti. Her ne kadar sağlam olduğunu bilseniz de

titlemag.com



ilk adımı atarken tereddüt ediyorsunuz. Eşsiz ve uçsuz bucaksız manzaraya bakarken Şikago Nehri’nin ne kadar güzel olduğunu da fark edeceksiniz. Bu nehirde de tekne ile gezi yapabilirsiniz. Şikago’nun en önemli özelliklerinden biri sanatın ve müziğin fazlasıyla beslendiği bir şehir olması. Özellikle blues ve jazz tarzlarında yıllardır önderliği elden bırakmıyor. Erken rock and roll müzikten etkilenen blues müziğini dinlemeden bu şehirden kesinlikle ayrılmayın. Hele

100

MART 2012

title.

bir de geleneksel olarak yapılan Şikago Blues Festivali’ni yakalayabilirseniz keyfinize diyecek olmaz. Şikago’da öne çıkan bir diğer alan ise tiyatro. Yılda binlerce oyunun sergilendiği Şikago tiyatrolarında Broadway tarzı oyunlarda yer alıyor. Bunlarla birlikte diğer klasik ve modern sanatlarda oldukça gelişmiş düzeyde. Ülkenin en iyi sanat akademilerinden bazılarına sahip olan şehirde, gezilebilecek birçok sanat müzesi var. Art Institute of Chicago’yu özellikle tavsiye ediyorum.

titlemag.com



Şikago’nun “Deep Dish” Pizzası Pizza severler için bir rüya niteliğinde olan bu yemeği tabii ki de unutmadık. 1943 yılında Şikago’da Pizzario Uno’da keşfedilen bu pizzanın tadı damağınızda kalacak. İtalyan pizzasıyla çok da alakalı olmayan bu pizza yaklaşık 5 cm kalınlığında ve malzeme açısından çok bol. Dış kısmı kızartılmış gibi bir his veren pizzanın bir dilimi sizi bir bütün gün tok tutuyor. Benden söylemesi kesinlikle deneyin. Restoranın adı ise: Gino’s East. •

102

MART 2012

title.

titlemag.com




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.