title. Aralık 2011

Page 1

SAYI 12 • ARALIK 2011

title.


Aren Arda Kaya, aren@titlemag.com Ayşe Naz Baykal, aysenaz@titlemag.com Cansu Onomay, cansu@titlemag.com Emre Temiz Yağmur Çenberli, yagmur@titlemag.com Katkıda Bulunanlar Ecem Nida Dinçtürk, Efe Demiral, Eymen Topçuoğlu, Sarp Sayar Kapak Derya Şensoy

title. Aylık Yaşam Dergisi Dergimizde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan izinsiz, kaynak belirtilmeden tam veya özet alıntı yapılamaz. Öneri ve şikayetleriniz için title@titlemag.com adresine mail gönderebilirsiniz.


yıl oluyor 2012 2011’e veda etme zamanı yaklaşırken biz de kutlamalara kapaktan başlayalım dedik. Bu ay kapakta Derya Şensoy imzalı yeni yıl ağacımız var. Ağacın dibine dileklerimizi yazdığımız kağıt parçasını iliştirdik bile. Yıldızlar doğru hizaya ulaştığında, tanımlanamayan cisimler tanımlandığında, çölde kutupayısına rastlandığında ve Çin’dekiler aynı anda zıplayıp Dünya’yı yerinden oynattığında bu dileklerimiz de yerine gelecek inşallah. Bu ay Müzik sayfalarında Mabel Matiz röportajımız ve Marc Ribot’un doğaçlama müziği var. Moda’da ise erkek modası üzerine Eymen Topçuoğlu’ndan tüyolar okuyacaksınız. Devamında Rana - Berna Canok kardeşlerle gerçekleştirdiğimiz röportajımız var. Sinema bölümünü ise Hugo ile açarak David Cronenberg sineması ve en iyi 5 filmi ile kapatacağız. Gezi sayfalarında 2 bölüm sürecek olan Fas yolculuğumuzun ilkine çıkacağız. Hepinize keyifli okumalar. Aren Arda Kaya aren@titlemag.com Teşekkür: Bu ay kapak için Derya Şensoy’a teşekkürler.


İÇİNDEKİLER ARALIK 2011, SAYI 12

06

24

MÜZİK ***

MODA ***

David Lynch The Do Marc Ribot ve Doğaçlama Müzik Mabel Matiz Röportajı

Kısa Haberler Kışınızı Nasıl Alırdınız? Rana - Berna Canok Röportajı Aralık Kombinleri Yves Saint Laurent


56

74

SİNEMA ***

GEZİ ***

Hugo Mavi Pansiyon Ay Büyürken Uyuyamam Sherlock Holmes: A Game of Shadow Carnaga KuirFest Üzerinden Kuir’i Algılamak A Dangerous Method David Cronenberg Sineması ve En İyi 5 Filmi

Fas (1. Bölüm)


MÜZİK EFE DEMİRAL, EMRE TEMİZ


David Lynch - Crazy Clown Time Sinemanın dahi adamlarından David Lynch kendisinden hiç haz etmeyenlerin dahi merakla beklediği albümü Crazy Clown Time’ı nihayet çıkardı. Herhangi bir cümlenin içinde David Lynch’in adının bile geçmesi “tuhaf” kelimesini de beklemeye neden olur genellikle. Crazy Clown Time, Lynch’i sevenler için “çok tuhaf” bir çalışma olmasa da onun kişiliğinden bağımsız düşünüldüğünde gerçekten tuhaf bir çalışma; hatta bir yanıyla avant-garde bir tarafı olduğunu bile söyleyebiliriz.

dan biri. Albüm shoegaze, trip-hop, ambient pop sularında geziniyor ve önceden söylediğim gibi sound olarak çok başarılı. Tabii vokal muhabbetleri biraz sıkıntılı olunca insan düşünmeden edemiyor: Bu adam sadece kendi egosunu mu tatmin etmek istiyor? Neden sesine megafon efektlerini dayayıp bize iyimser olma dersi veriyor? Sanırım bunun cevabını müziğini canlı performansla somutlarsa anlayabileceğiz. Zira Crazy Clown Time her ne kadar son dönemlerin en yenilikçi ve özgün albümlerinden biri olsa da müziğin kendini somutladığı yer her zaman için sahnedir. • ET

Albümdeki tüm sözler Lynch’e ait. Karen O’nun vokaliyle daha bir lezzetli hale gelen Pinky’s Dream albümü açan şarkı. Albümün genel “moody” halinden kopuk olsa da albümün geneli gibi sound olarak çok başarılı. Diğer vokallerin sahibi de David Lynch ancak bu vokaller bolca modülasyon efektleriyle süslendiği için kendisinin şarkı söyleyebilir söyleyemediğini bilemiyoruz. Şarkılar genel popüler şarkı yazarlığı çizgisinin uzağında. Birçoğunda nakarat olarak tanımlayabileceğimiz bir kısım yok. Çıkış şarkısı Good Day Today bu çizginin dışındaki şarkılar-

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

7


The Dø - Both Ways Open Jaws Fransa/Fin ortak yapımı indie-pop ikilisi The Dø’nun yeni albümünün adı Both Ways Open Jaws. 2005 yılında kurulan ve 2008 çıkışlı ilk albümleri A Mouthful ile ününü iyice artıran grup başarı çizgisini yükseltmeye devam edecek gibi görünüyor. Albüm aslında Fransa’da Mart ayında piyasaya sürülmüş ama İngiltere ve Amerika’da yayınlanışı Kasım ayında gerçekleşti. Both Ways Open Jaws genel olarak The Dø’nun o “sevimli” ve “huzurlu” haline sahip olsa da birkaç dinlemeden sonra Amouthful’a göre çok daha kasvetli bir albüm olduğunu anlayabiliyor insan. Olivia Merilahti’nin vokalleri yine sıcacık. Belki teknik açıdan çok iyi bir şarkıcı olduğunu söyleyemeyiz ama şarkıların istediği hissiyatı vokaline çok iyi yansıtıığı kesin. Albümden çıkan ilk single Dust It Off şimdilik albümün en çok öne çıkan şarkısı gibi görünüyor. Plaseler ise The Calendar ve Was It a Dream. • ET

8

ARALIK 2011

title.

titlemag.com



Marc Ribot ve Doğaçlama Müzik Doğaçlamayı anlamaya ve olabilirliğini sorgulamaya yönelik birçok konu ve soru doğaçlama olgusunu düşünen her insanın kafasında belirmiştir. Doğaçlama kavramının ise sözel olarak irdelendikçe ve tartışıldıkça yeni boyutlar kazanan ve içinden çıkılması zorlaşan bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Doğaçlamayı tanımlamaya yönelik anlatımların ne kadar bu durumun kalbinde olduğundan da emin değilim, doğaçlamanın genel bir tanımı olup olmadığından da. Genel geçer tanımlamaların çoğaldıkça bir konuya açıklık getirmekten çok o konuyu gölgelediği söylenebilir. Bu yüzden genel geçer tanımlamalardan kurtularak, bazı müzisyenlerin deneyimlerinden faydalanmak, herhangi bir tanımdan daha gerçekleyici oluyor. ISCMS isimli etkinlikte Amerikalı gitarist-kompozitör Marc Ribot ile tanışma ve biraz da müzik üzerine konuşma fırsatı bulmuştum. Yaşadığım bu tecrübeyi bu yazıda aktarmaya çalışacağım. Seminerin başlangıcında yerde duran gitara ayağı çarpan Ribot, seminere biraz da kendini açıklayıcı bir biçimde başladı: “Gitarlara arada böyle vurmak iyidir, tavsiye ederim.” Ardından bir caz 10

ARALIK 2011

title.

titlemag.com



standardı olan Stella by Starlight’ı çaldı. Telleri çekerek (plucking) agresif bir biçimde yaptığı performans, gerek zaman gerekse ritmik bölünmesi bakımından freely denilen çalış biçiminden de özgürdü diyebilirim. Çalıp bitirdikten sonra “my own way’” diye tabir etti bu icrayı. Bu durumu, parçanın armonisini takip ederek melodiyi emprovize etmek olarak açıkladı. Klasik gitar çalışmış olmasının bu stili geliştirmekte önemli olduğuna değindi. Basit bir kontrpuan düşüncesi diyebiliriz buna. Üstte bir bas yürüyüşü yapıyor, bazen bunu uzun sürdürüyor. Devamında ise kendi ritmiyle birleşiyor ve bir akor duyuruyor, ya da tek bir ses. Eliyle uzanıp seçtiği zaman, sanki zamanın doğal hali, kendisi gibi. İcracının bir müzik yazısını herhangi bir şekilde yorumlama sürecinin, müzikal bilgisinin ve yetilerinin yanında, kendi yorumlama gücüne inanmasıyla vücut bulabileceğine inanıyorum. Örneğin; Ribot’nun seminerde çaldığı haliyle bir Stella by Starlight, bazı geleneğe bağlı caz yorumcuları ve icracıları tarafından formun dışına çıkmak veya caz geleneğine uymayan bir yorum olarak kritize edilebilir. Böyle bir yaklaşım ‘doğaçlama müzik’ kavramına tek taraflı bakmak gibi geliyor bana. Bu açıklamaya örnek olarak Fransız gitarist Bireli Lagréne’nin Standards albümünde çaldığı Body and Soul’a ve aynı parçanın Marc Ribot’nun Don’t Blame Me albümündeki yorumuna değinmek istiyorum. Nasıl oluyor da aynı parçanın aynı enstrümanlarla çalınan icraları bu denli farklı gezegenlerden duyulabiliyor? Lagréne’nin gelenekçi yorumunda ritmik bölünmeleri bakımından keskin hatları olan klasikleşmiş bir caz standardı icrası duyuyoruz. Bu icra gelenekçi birçok caz müzisyeni veya takipçisi için bir hayli ‘üst klasman’ duyulabilir. Ama biliyoruz ki bu yorum, belli caz tavırlarından beslenen ezberlerle icra edilmiş ve kaydedilmiş. Doğaçlama müziğin içinde var olan öğeler içeriyor, ama doğaçlama müzik ile uzak bir bağı var gibi. Aynı parçayı Ribot, yukarıda ‘my own way’ diye tabir ettiği haliyle, parçayı sağa sola

12

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


savurarak dans eder gibi yorumluyor. Bu dansta Ribot, parçanın kendisiyle tek vücut olup dansına devam ediyor, onu bırakmıyor. Bireli Lagréne ise aynı müziğin eşliğinde, parçayı kendi benliği ile buluşturmaktan çok parçadan bağımsız bir biçimde dans etmeyi seçiyor. Dinleyiciler ise böyle bir icrayı dinlerken müzisyenin alışılan cümlelemelerini parçanın armonisi, melodisi ve formu eşliğinde duyuyor. Böylece biz dinleyiciler müzisyenin hayal ettiğini değil, bir takım müzikal ezberlerini dinliyoruz. Derek Bailey ‘Doğaçlama’ adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklıyor: “Solo çalış, başarılı olmuş formüllerin yeniden kullanımı haline geldi mi, onun artık doğaçlamayla bir ilgisi kalmaz.” Ribot, herhangi bir caz standardı yorumladığında dahi bunları anlık birer performans gibi düşünüyor ve çalarken bu yönelimini açıkça hissettiriyor. Müzisyenin benliğine ve kendiyle olan birlikteliğine yakın bir icra bu. Ribot bunu bir ritüele benzetiyor. Bu tip icraların, parçanın kendisini deforme etme olarak görülmesinin aksine, parçayla iç içe, müziğin daha yakınında bir konumda olduğunu düşünüyorum. Bu iki icra, üslup ve yaklaşım farklılıkları bakımından ele alınabilir. Hangisinin daha doğru bir icra olduğu sonuçsuz bir tartışmadan öteye gitmeyecektir. Marc Ribot müziği nerede icra ederse etsin kaygılarından arınmış bir müzisyen portresi çiziyor benim gözümde. Bu portre özünde ‘caz müzisyeni olma’ idealini büyük ölçüde aşıyor ve geride bırakıyor. Kendisini de ‘caz gitaristi’ adı altında tanıtmıyor Ribot, ki müziğini de müzik kariyeri boyunca onu etkileyen farklı türlerin (punk, free-jazz, afrocuban, rock, noise...) bir sonucu olarak görüyoruz. Türlü akor değişimlerinin üzerine yüksek tempolarda solo çalmanın (be-bop, hard-bop) aslında öncü free-jazz icracıları tarafından yıkıldığını/ileri atıldığını ve zaten müziğin böyle bir atılıma ihtiyaç duyduğunu söylüyor Ribot. Free-jazz tanımının ise icracılar tarafından farklı algılandığını, “Şimdi istediğimiz gibi çalalım,” şeklinde bir yaklaşımın olduğunu söylüyor. Aksine Eric Dolphy, Albert Ayler, Ornette Coleman

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

13


gibi usta icracıların emprovizasyonun yeni hallerini keşfetmeleriyle oluşturdukları bu özgür icra, yine formal müzik üzerindeki arayışlar ışığında doğdu. Yani icracılar tarafından yanlış anlaşılan kısım özgür müziğin formal müziğe gerek duymayışı veya daha kötüsü onunla hiçbir zaman ilgilenmemiş olması. Bunun büyük bir yanılgı olduğunu yineliyor Ribot. Aynı zamanda serbest müzikteki ritimsel algıların ve uygulamaların da bu yanılgıdan nasibini aldığını söylüyor. Yine free-jazz gibi türlerin ve bu türün en iyi icracılarının zannedilenin aksine ritimsel düşünme odaklı

14

ARALIK 2011

title.

olduklarını söylüyor. Bu ‘serbest’ icralar aslında, içinde yüzlerce ritmik bölünme, farklı boyutlarda ritmik düşünüş ve uygulayış içeriyor. Bu türün, büyük bir enstrüman hakimiyeti gerektirdiği gibi ileri bir ritmik algı gerektirdiği de söylenebilir. Ribot, ilk zamanlarda çaldığı ve geleneklerine bağlı kalınan formlarda icra edilen caz müziğinin, CBGB’nin New York’ta yarattığı noise/ punk akımından ne denli etkilendiğinden ve bunun o günün müziğiyle olan ilişkisinden de söz etti. Punk müziğe olan yakınlığı çaldığı Stella by

titlemag.com


Starlight’ın tavrından da anlaşılıyordu. Parçayı çalarken aynı zamanda bunu kendi içsel ritmiyle birleştirip, tek seferlik bir müzik yaratma fikrini, Ribot’nun performans ve doğaçlama odaklı müziğindeki temel unsur olarak gördüğümü söyleyebilirim. Zaman öğesinin –performans esnasında veya değil- zaten hep var olduğunu ve bunu kullanmayı, şekillendirmeyi, ters-düz etmeyi bir çıkış noktası, bir yöntem olarak gördüğünü söylüyor, faydalandığı doğal bir groove da diyebiliriz buna. “Caz çalıyorum, ama aynı anda onu yok ediyorum” diyor Ribot. Bu ‘içsel ritim’ bana

titlemag.com

kalırsa anlatım yoluyla aktarılabilecek bir şey de değil. Kendini yenileyen ve zaman içinde değişim gösteren bir olgu gibi. Dinlemelik - Marc Ribot’s Ceramic Dog: Party Intellectuals (2008) İzlemelik - The Lost String (La Corde Perdue) • ED

title.

ARALIK 2011

15


• Mabel Matiz • Doksanların eşsiz ruhunu fazlasıyla sahiplenen ve bunu müziğine yansıtan bir adam sayesinde o zamana ait şeylerin değerini daha iyi anlıyorum. Onun adı Mabel Matiz.



Doksanlarda çocuk olan bir nesilden olan herkes o dönemin halini ve tavrını zaman zaman dalga geçerek, çoğu zaman tebessüm ederek ve sahiplenerek bir tarafında taşır. Doksanlar bir yanıyla toplumsal dejenerasyona kapıların ardına kadar açıldığı bir dönem olarak ilan edilmeye çalışılsa da günümüzle kıyasladığımızda herkesin muhtemelen “daha samimi” bulduğu bir dönemdir. İnsan samimiyeti özleyebilir… Şimdi doksanların eşsiz ruhunu fazlasıyla sahiplenen ve bunu müziğine yansıtan bir adam sayesinde o zamana ait şeylerin değerini daha iyi anlıyorum. Onun adı Mabel Matiz. Şarkılarını ilk kez duyduğunuzda bile sanki uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi hissedebilirsiniz. Aslında onunla oturup konuşmaya başladığınızda da sanki uzun yıllardır arkadaşmışsınız gibi gelir. Özellikle şarkı yazarlığı ile uzun yıllar hüzünlerimize eşlik edecek gibi görünen Mabel Matiz’e isminin hikayesi ve benzer çerçevelerin dışına çıkarak daha yakından başlamaya çalıştık. Elbette onun izin verdiği kadarıyla…

18

ARALIK 2011

title.

Kendine taktığın ismin hikayesi fazlaca soruldu. Biz hikaye kısmına takılmayalım. Neden en başından beri bir isim takma gereği duydun? Arkadaşlar arasında kullandığımız bir isimdi. Hoşuma gidiyordu. Hepsi bu.

Bu ismin etrafına toplanan kitle her gün biraz daha kalabalıklaşıyor. Öğrenci yurdunda kaldığın zamanlarda müzikle ilgili nasıl hayallerin vardı? O zamanlar da şimdiki gibi iyi bir şarkı yazarı – müzisyen olmayı istiyordum. Yazdığım şarkıları başka müzisyenlerin seslendireceğini hayal eder, hangi şarkının hangisi tarafından yorumlanacağını düşünürdüm.

Şarkıların oluşum süreci de giderek daha çok merak edilen bir şey haline geldi. Mabel Matiz şarkıları nasıl ortaya çıkıyor? Bir şeyler oluyor, yaşanıyor; sonra bir gün, onun şarkısı çıkageliyor. Eş zamanlı ya da uzun zaman sonra. Bir dertleşme, yüzleşme, bazen de küfür

titlemag.com


niyetine.

Albümün çıkmadan önce de bir kitlen vardı ama sanırım çok az canlı performans vermiştin. Albüm sonrası performanslarda bununla ilgili sıkıntılar yaşadın mı? Albüm öncesi mini dinletiler yapmıştık, bunlar beni sahneye hazırlayan performanslar oldu. Canlı performanslarımız şimdilerde oldukça eğlenceli geçmekte. Tek sıkıntımız sabaha kadar çalamamak!

Albüm çıkalı yedi-sekiz ay gibi bir süre oldu. Sanırım kendi içinde bir değerlendirme yapacak zamana sahip oldun. O bahsettiğimiz haberlerin neresinde olduğunu düşünüyorsun? Ya da bir yerinde olmak gibi bir derdin var mı? “Ne derler” fikriyatının uzağında olmaya gayret ediyorum. Çok güzel bir kitle var bu şarkılara sarılan, sahip çıkan, bu benim için çok ama çok kıymetli. Onlarla birlikte pek çok şeyi değiştirebileceğimi, büyütebileceğimi hissediyorum.

titlemag.com

Çoğu radyo ve televizyon bu müziğe şimdilik bir nebze mesafeli; ama zaman her şeyi soğutur, değiştirir ve oldurur. Gelişmeleri zamanla göreceğiz.

Şimdi sana biraz daha yakından bakmak gibi bir derdim var. Albümün genel olarak kırılgan ve naif olduğu düşüncesi epey hakim ama ben kızgın, kendiyle ve diğerleriyle dertleri olan bir albüm görüyorum. Sen nasıl ifade ederdin? Kendinle kavgalı mısın? Kendimle, dünyayla dertlerim elbette var. Yoksa müzik yapmanın, şarkı yazmanın bir anlamı olmazdı benim için. Kitapların yasaklandığı, çevirmenlerin gazetecilerin öğrencilerin tutuklandığı, basın ve medyanın sindirilip tek-seslileştirildiği, korkunun bu kadar yaygınlaştığı ve hayatlarımıza yerleştiği, tecavüzün şiddetin nefret söylemi ve suçlarının bu kadar normalleştirilip adeta birer gelenek haline geldiği şu dönemde, vicdandan sevgiden sahici özgürlükten fazlasını düşlemeyen herkes kadar ben de dertliyim. Barışırsa Ruhum’u bu yüzden, böylesi bir kızgınlık ve bık-

title.

ARALIK 2011

19


kınlık üzerine yazdım mesela. Albümde birçok farklı tür ve hikayede şarkı mevcut; bu da bütündeki duygu durumunu oldukça çeşitleyen bir şey. Öteki’de bizleri farklılıklarımız yüzünden birbirimize düşman eden karanlığın yüzüne tükürürken, Kül Hece’de yoğun ve saf bir şekilde sadece aşktan söz ediyorum. Filler ve Çimen, bu zamanın “Bu da gelir, bu da geçer, ağlama’”sı gibi gelir bana biraz; Matizin Şarkısı ise kederiyle mutlu bir gecenin sabaha yürüyüş resmi. Neticede kırılganlığını, bükülmekten pek de hoşlanmadığı için belki, sertliğinden almış olan, bütünde sahici kalma gayretini göstermiş, naif bir albüm.

Söz yazımı olayına yeni bir kapı açtığını ve eşiği epey yükselttiğini düşünüyorum. Saygı duyduğun söz yazarları kimler? Albümün içinde kendini fazlaca ele verdiğini düşündüğün sözler var mı? “İki kere çaktın / kalbimi yaktın” hizasında gezinen bir piyasa eşiğinin oldukça uzağındayım elbette; ne kadar yukarıda, tartışan tartışsın. Boş yere “Şekerlerinizden, uçan balonlarınızdan çok sıkıldım” demiyorum. Yalnız bu konularda iki taraflı gayret gösterilse buralar gerçekten cennet olur. Radyo ve televizyonlara çok fazla iş düşüyor. “Alternatiflik iddiasında olanın ana akım medyada ne işi var!” denmesin sakın, buna asla inanmıyorum. Müzikte çoksesliliği gerçek manada anladığımız ve bunun sunumunu layıkıyla yapıp her müziğin hakkını verdiğimiz zaman, müzik kazanacak, müzik adına buralarda bir şeyler değişecek. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Aysel Gürel, Mete Özgencil, Yıldız Tilbe, Mazhar Alanson, Vedat Sakman, Yıldırım Türker şarkı yazarlığı konusunda beni en çok etkileyen isimlerden, ilk aklıma gelenler. Şarkı sözlerimde hepsinden izler olduğunu düşünüyorum. Albümde kendimi en fazla ele verdiğimi düşündüğüm, en “doğrudan” sayılabilecek şarkı sözleri Kül Hece, Söylese O Ben Söyleyemem, Barışırsa Ruhum, Filler ve Çimen gibi şarkılarda geçiyor olsa gerek.

20

ARALIK 2011

title.

titlemag.com



Şimdilik Arafta ve Söylese O Ben Söyleyemem’e klip çekildi. Klip çekmek istediğin başka şarkılar var mı? Geçtiğimiz günlerde Mete Özgencil’in yönetmenliğinde Kül Hece’ye klip çekildi. Aralık’ın ilk haftalarında yayınlamayı umuyoruz. Aynı zamanda Hakan Yılmaz tarafından çekilen Filler ve Çimen klibi de post prodüksiyon aşamasında. Bunların dışında daha birçok şarkıyı kliplendirmeyi düşünüyoruz.

Hangimiz öteki? “Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlamak hastalıktır. Kimliğini yaşatabilmek için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıktır” diyor, o şarkımı kendisinin nezdinde hepimize adadığım Hrant Dink. Sadece bir takım genel geçer kimlik bilgilerimiz mevcut; geriye kalansa kalp, et ve kemik, geriye kalan vicdan ve eşitlik. Bu durumda ya hepimiz birbirimizin ötekisiyiz ya da hepimiz eşitiz, biriz. İlkinin oldurulmaya çalışıldığı bir çağdayız evet ama kesinlikle ikincisine inanıyorum.

Anlatmaya başlaman istenseydi nereden başlardın? Mersin’den.

En son okuduğun kitap ve izlediğin film? Eşzamanlı olarak son okuduğum kitaplar Sevim Burak – Yanık Saraylar, Yalçın Tosun – Peruk Gibi Hüzünlü; son izlediğim film Lars Von Trier’den Antichrist. • ET

22

ARALIK 2011

title.

titlemag.com



MODA CANSU ONOMAY, EYMEN TOPÇUOĞLU, YAĞMUR ÇENBERLİ


Gaga’nın En Özel Projesi Lady Gaga, Mugler’ın Kreatif Direktörü ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Nicola Formichetti ile beraber çok özel bir projeye imza attı. Çizme, eldiven, yoyo ve anahtarlık gibi limitli ve birbirinden ilginç ürünlerin yer aldığı proje içinde çeşitli oyunları da barındırıyor. Projenin adı Gaga’s Workshop. Elde edilen gelirin yüzde 25’i, Lady Gaga’nın gençliği bilinçlendirmek amacıyla kurduğu Born This Way Fonu’na aktarılacak. Gaga’s Workshop ürünlerine online olarak da ulaşmanız mümkün. •

Biri 911’i Arasın! Moda dünyası bir suç vakasıyla çalkalanıyor. 2011-2012 İlkbahar-Yaz sezonu için Marc Jacobs’ın hazırladığı koleksiyonu, basınla tanıştırmaya hazırlanırken çalındı. Paris’te görücüye çıkardığı koleksiyonunu, geçtiğimiz ay İngiliz basınıyla buluşturmaya hazırlanan Marc Jacobs, koleksiyonun Paris’ten Londra’ya transferi sırasında kaybolduğunu söyledi. Sahte marka üreticilerinin çaldığından şüphe edilen koleksiyonun toplam değeri, 46 bin 800 avro. •

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

25


Tom Ford’un İzinden Tory Burch ve Tom Ford ekolünü takip etmeye karar veren bir isim daha gündemde. 1996’dan beri Jimmy Choo ile beraber olan Tamara Mellon kendi yolunda yürümeye karar verdi. Mellon, Jimmy Choo’nun büyümesinde ve dünya markası olmasındaki en etkili isim. Yeteri kadar sermayeye sahip olduğunu düşünen Tamara Mellon’ın şimdiki planı ise, kendi markasını kurmak. •

Versace Couture Geri Dönüyor Versace, keskin bir dönüşle yeniden haute couture koleksiyonu çıkarmaya karar verdi. Ocak 2004’ten bu yana couture koleksiyonlarına ara veren markanın tasarımları, 2012’de tekrar podyumlarda salınacak. Yedi yıllık aradan sonra Versace, 23 Ocak Couture Haftası için yerini ayırttı bile. •

26

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


McQueen, McQ’yu Müjdeledi Mirası Sarah Burton’ın devraldığı Alexander McQueen, alt markasını modaseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. McQ adını taşıyan marka, Alexander McQueen’in sıradışı tasarımlarını sokak modasına taşıyacak. Şubat ayında gerçekleşecek olan Londra Moda Haftası’nda ilk defilesini gerçekleştirmeye hazırlanan McQ, 2012 Sonbahar-Kış Koleksiyonu ile podyumdaki yerini alacak. •

H&M’den Yeni Yıla Özel H&M, durmaksızın çalışmalarına devam ediyor. Versace ile yaptıkları işbirliğinden sonra ortalığı kasıp kavuran H&M, şimdi de yeni yıla özel hazırladığı parti temalı kapsül koleksiyonu için çalışıyor. Bu koleksiyonun tek özelliği, kıyafetler ve moda değil. Koleksiyondan elde edilen gelir Bangladeş’te okuyan çocuklara yardım için UNICEF’e bağışlanacak. Bu özel kampanyada birbirinden ünlü isimler de yer alıyor. Georgia May Jagger, Karen Elson, Joan Smalls ve Liu Wen listedeki isimlerden sadece birkaçı. •

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

27


Olsen İkizleri Durmuyor Modada sessiz ve derinden imparatorluklarını kuran Olsen’lar, bu sefer de stil önerilerini evinize kadar getiriyorlar. Mary-Kate ve Ashley, kurdukları web sitesi Style Mint aracılığıyla kullanıcılarının stillerine yön veriyorlar. Style Mint, tanımladığınız 17 özelliğiniz sayesinde sizi, size en uygun tişörtle tanıştırıyor. Ardından, başta Olsen İkizleri olmak üzere, Rachel Bilson ve Jennifer Garner gibi ünlülerden tişörtlerinizi nasıl kombin edeceğinize dair ipuçları alıyorsunuz. •

Karl Lagerfeld Halka İndi Karl Lagerfeld, kendi markasını tekrar hayata döndürüyor, hem de bünyesine bir marka daha katarak. Tasarımlarının ulaşılabilirliğini artırmak isteyen ünlü tasarımcı, bir süredir ara verdiği Karl Lagerfeld Paris markasına kaldığı yerden devam ediyor. Bununla yetinmeyen Lagerfeld, “Karl” adıyla yeni bir marka daha kurdu. Fiyatları 85 ile 415 dolar arasında değişen Karl, 25 Ocak’ta online alışveriş sitesi Net-A-Porter üzerinden, 28 Şubat’ta karllagerfeld.com adresinden satışa sunulacak. Koleksiyon tam da Karl Lagerfeld’den beklenildiği gibi bol bol rock kokuyor. •

28

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


Tasarım Yarışması İçin Geri Sayım Başladı Genç tasarımcılar için büyük bir fırsat olan Pierre Cardin’in düzenlediği erkek giyim tasarımı yarışmasına sayılı günler kaldı. “Collection de Pierre Cardin” adını taşıyan yarışmada jüri koltuğunda Özlem Süer, Sibel Arna ve Nihat Odabaşı gibi önemli isimler oturuyor. İlk üçe girenlere 15 bin TL verilecek olan yarışmanın son başvuru tarihi, 9 Aralık. İlgililere duyurulur! •

Dior’dan Normandiya Renkleri Dior, beklenen makyaj koleksiyonunu Ocak ayında piyasaya sürüyor. “Garden Party Makyaj Koleksiyonu” adını alan koleksiyon ismiyle müsemma, rengarenk. Koleksiyonun ilham kaynağı ise, Dior’un Normandiya’daki bahçeleri. Her ne kadar 2012 Yaz sezonu hazırlanmış olsa da, kışın kullanmamak için hiçbir nedenimiz yok. • YÇ

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

29


Kışınızı Nasıl Alırdınız? Moda da tarih gibi, tekerrürden ibaret. Kah 60’lar, kah 90’lar biraz 50’ler ya da iki dönem bir arada. Trend ise gardırobunuzda gizli. “Birisi” olmak her sezon daha kolay. Tek yapmanız gereken modanın tozlu sayfalarına göz atmak, geçmişi öğrenip geleceğe yatırım yapmak. Tek başınıza üşeniyorsanız buradan buyurun; Yemeği yapacağınız malzemeler çok aşina. Belki hiç şaşırtıcı değil. Önemli olan onu nasıl sunacağınız. Bu kış kolej ceketlerine başrolü gönül rahatlığıyla verebilirsiniz, okul zamanından kalma olanına veya yeni bir tanesine. Üstelik ister bir gömlek, ister basic bir t-shirtle. Tabi havaların kolej ceketlerine izin verdiği kadar… Bu noktada imdadınıza kruvaze paltolar yetişecek. Tek düğmeli olanları bir süre unutun. Camel veya gri tonlarından edinirseniz tadından yenmez. Camel demiş-

30

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


ken, gardırobunuzda kahverengi tonlarına dair ne varsa kışın kazancı. Baştan aşağı kahverengi bir görünüm, bu kış için asla sıkıcı değil. “Soğuk ve kasvetli havalara renk” alt metinli kırmızı, mavi, turuncu pantolonlar aksini düşünenler için. Konu pantolondan açılmışken, bu sezonun skinny kesimle arası pek iyi değil. Rahat kesimlere şans vermek için doğru zamanlama.

titlemag.com

Ayakkabı mevzusuna gelince; dağcılık merakını gidermek için doğru zamanlama. Dağcı botları, zorlu koşullardan metropol hayatına hızlı bir giriş yapıyor, alternatifi mokasen tipli botlar. Onları yalnız bırakmamak için grafik desenli kazaklar doğru arkadaş seçimi gibi. İster bir aile büyüğüne ördürün, ister bir mağazadan alın, grafik desenli bir kazak veya hırka yanlış bir seçim olmayacak. Hatta khaki tipi bir pantolon giyer paçalarını da kıvırırsanız tadından yenmez. • ET title.

ARALIK 2011

31


• Rana - Berna Canok • Canok kardeşler, şıklık kavramının abartıdan ibaret olmadığının; sadeliğin ve kadınsılığın ahenkle birleşebileceğinin bir kanıtı.



Rana ve Berna Canok, sanatçı bir aileden gelen ve dolayısıyla genlerine sanatçı ruhu işlemiş iki moda tasarımcısı, ikiz kardeş. Kurdukları Rana&Berna Canok markasıyla Türkiye’deki moda anlayışına stil ve asalet konusunda yepyeni ve bir o kadar da değerli bir soluk getirdiler. Rana Canok markanın kıyafet ayağını yürütürken, aksesuar ayağı Berna Canok’un ellerinde. Canok kardeşler, şıklık kavramının abartıdan ibaret olmadığını, sadeliğin ve kadınsılığın ahenkle birleşebileceğini kanıtladılar. Atağa geçen moda sektörümüzün en önemli tasarımcılarından Rana ve Berna Canok ile çok keyifli vakit geçirdik. Sizi de bekleriz…

Bir parçayı tasarlarken neleri göz önünde bulundurursunuz? Rana Canok: Tasarlarken siluet bizim için çok önemli. Kişilerin vücut yapısı, konuşma tarzı gibi özelliklerini bir arada düşünüyoruz. Her sene trend laboratuvarlarında, trend analistlerinin belirlediği renkler ve siluetler var. Biz bunları koleksiyonlarımızda tabiki uyguluyoruz, ancak Rana&Berna Canok kimliğine uyan doneleri baz alıyoruz. Bununla birlikte, yurtdışı fuarlarını sürekli ziyaret ediyoruz.Kumaşlarımızı yurtdışından getirtiyoruz, çünkü gerçekten bu işi hissederek yapıyoruz ve bu noktada, desenler ile kumaşın birlikteliği bizim için çok önemli.Türkiye’deki kumaş tasarımcılarında bu enerjiyi bulamadığımızı üzülerek söylüyorum.

Tasarımcı kimliğini ilham olarak aldığınız biri var mı? Berna Canok: Tasarımcı kimliğini ilham aldığımız biri yok, ancak izlediğimiz defilelerden, takip ettiğimiz dergilerden ya da trendlerden etkileniyoruz.Doğadaki bir renk ya da beğendiğimiz bir insanın üzerindeki bir aksesuar bile bize ilham verebilir.Hayata dair her şey bizim için bir ilham kaynağı.

Size göre stil sahibi olmak marka giyinmekten mi geçer? B.C.: Stil sahibi olmanın marka giyinmekle hiç ilgisi yok, önemli olan burada kişinin kendisini


tanıması. Zevk sahibi olduğunuza inanıyorsanız ve trendleri takip etmeyi seviyorsanız, size yakışan her ürünün marka olması gerekmiyor. Oranların, kesimin vücudunuza oturması gibi doneler çok önemli.

Tasarımlarınızı trendlere göre mi yaratırsınız? B.C.: Tasarımlarımızı hazırlarken hiçbir trende bağlı kalmıyoruz. Tabiki trendleri takip ediyoruz, takip etmek zorundayız da, çünkü yeni koleksiyonu hazırlarken yeni sezona göre ürünler hazırlamak durumundayız.Kendi tarzımızı her zaman ön planda tutarak trendlerle uyum içinde tasarımlarımızı yapıyoruz. R.C.: Görsel bütünlüğe çok değer veriyoruz. Romantik ve asil bir tarzımız var. Sadeliği sevmemize rağmen, aksesuarlarımızda kışkırtıcı oluyoruz.

Bir koleksiyonu hazırlamak ne kadar sürüyor ve bu süreç nasıl işliyor? B.C: Bir koleksiyonu hazırlamak en az üç-altı ay sürebiliyor. Markamıza ait bir defile olacağı zaman çok fazla düşünüp, çok fazla denemeyanılma metodu kullanarak koleksiyonlarımızı hazırlıyoruz. Bazen hazırlık sürecinin daha uzun sürmesinin nedeni aksesuar bütünlüğünün olması, çünkü kostüm ve aksesuar birlikteliğine inanan bir markayız. R.C: Koleksiyonu hazırlamaya başlamadan önce fikir alışverişi yapıyoruz. Resim sergilerinden yediğimiz yemeğe kadar her şeyden ilham alıyoruz.

Atölyenizde kaç kişilik bir ekibiniz var? B.C.: İki tane atölyemiz var; biri Nişantaşı’nda, biri Bakırköy’de. Biri eve, biri işe yakın, böylece takibi daha kolay oluyor.Modelistlerimiz ve cici asistanlarımızdan oluşan dört kişilik bir ekibimiz var.

Kıyafetlerin dikim aşamasında birebir yer alıyor musunuz? İşin bu tarafındaki katkınız ne kadar? B.C.: Kıyafetlerin dikim aşamasında birebir yer



alabilmeye çok çalışıyoruz. En azından başlangıcında, ortasında ve sonunda mutlaka takip ediyoruzama artık, modelistimiz ile aynı dili paylaştığımıza inandığımız için bazı formları kendisi verebiliyor.Kumaş seçimini tamamen kendimiz yapıyoruz. Defile dönemlerinde de gece gündüz modaevinde kalıyoruz.

Bir dünya starı için kıyafet tasarlama şansınız olsa, bu kim olurdu ve o kişi için nasıl bir kıyafet tasarlamak isterdiniz? B.C.: Kırmızı halı geçişlerinde, bu soruyu kendimize hep soruyoruz. Madonna’yı giydirmeyi çok isterdik.Ondaki enerjiyi ürünlerimizle bütünleşmiş şekilde görmek bize büyük bir haz verir. Güncel yaşamı düşünürsek giydirdiğimiz birçok ünlü var. Nebahat Çehre, Beren Saat, yani Aşk-ı Memnu dizisindeki bütük ekip, Hande Kazanova, Begüm Kütük… Bunlar şu anda aklıma gelen isimler.

Türkiye’de birlikte çalışmaktan keyif alacağınız tasarımcı kim olabilir? B.C.: Türkiye’de çalışmaktan keyif alacağım tek tasarımcı, Rana Canok. Büyük bir uyum içindeyiz, aynı fikirleri paylaşıyor olabilmemiz kısa zamanda yol almamıza ve başarılı olmamıza sebep oluyor.

Hayatınızın bir dönüm noktası var mı? B.C.: Rana&Berna Canok markası ile ilgili yurtdışında gerçekleştireceğimiz bir defile, bizim için dönüm noktası olacaktır.

Heykel bölümünden mezun olmanız aksesuar tasarlarken size ilham veriyor mu? B.C.: Heykel bölümünden mezun olmam, aksesuar tasarlamada bana çok yardımcı oluyor. Bir kıyafete de form verirken, mesela sırt dekoltesi, bunu da bir aksesuarmış gibi düşünebiliyorum. Heykeldeki boyut bilgisi ve hacim duygusu aksesuarda bana çok yarar sağladı.Malzeme çeşitliliği ve uygunluk gibi konularda da heykel çok yardımcı oldu.Hayatımda karşılaştığım görsel güzelliklere hep heykel gözüyle bakıyorum.

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

37


Danışmanlık yaptığınız markalar hangileri? B.C: Şu anda danışmanlık yaptığım bir firma yok, ama geçmiş dönemlerde altın takı sektöründe danışmanlık yaptığım kuyumcu firmaları oldu. Şimdi, tamamen kendi markamızla ilgileniyorum.

Yurtdışında bu kadar başarınız varken neden markanızın temellerini Türkiye’de attınız? B.C.: Türkiye’de doğru giyinme konusunda yardıma ihtiyacı olan çok insan var. Kozmopolit bir ülke olma yolundayız aslında, ama sanat alanında ilerlemesi gereken bir ülkeyiz. Burada böyle bir eksiklik varken, neden yurtdışına gidelim?Niye kendi insanlarımızı güzelleştirmeyelim diye düşündük ve buradan başladık.Daha sonra yurtdışına emin ve doğru adımlarla açılmayı planlıyoruz.

Moda Haftası sürecini nasıl geçiriyorsunuz? Hazırlıklara ne zaman başlıyorsunuz? B.C.: Moda Haftası süreci inanılmaz hızlı ve yoğun geçen bir dönem. Hazırlık döneminde doğru kararlar vermeniz gereken çok nokta var ve büyük bir hız içinde çalışıp 10-15 dakikada bunu sergiliyorsunuz.Emeği çok, ama sergilediğiniz süreç çok az. Türkiye’deki en iyi organizasyon ve tek moda fuarı olma özelliği olan, İstanbul Fashion Week.Hazırlıklara iki-üç ay önce başlıyoruz.Konsantrasyon işi bu ve senede, yaz ve kış olmak üzere, iki kez yapılıyor.Biz genellikle yaz mevsiminde olanı daha çok tercih ediyoruz, çünkü renkleri seviyoruz.Kışın da, konstrüksiyonu olan kumaşlarda boyut vermek bize çok heyecan veriyor.

Kardeş olarak çalışmanın dezavantajları var mı? B.C.: Kardeş olarak çalışmanın dezavantajları çok az. Fikir çatışması tabiki oluyor ama işin zevki burada. “Neden?” sorusunun cevabını birlikte yakalayıp “İyi ki bunu tercih etmişiz,” dediğimiz oluyor. Şu ana kadar hiçbir dezavantajını görmedik. Bilakis, birlikten kuvvet doğar. R.C.: Aksesuarlardaki etkiyi kumaşa nasıl yansıtmam gerektiğini bana, Berna öğretti.

38

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


Türkiye, ‘takip eden’ konumundan ‘takip edilen’ konumuna geçmesi için neler yapmalı? B.C.: Türkiye’nin trendleri takip etmesi lazım, ancak taklit etmemesi lazım. Yurtdışında başarılara imza atan birçok tasarımcımız var; Arzu Kaprol, Hüseyin Çağlayan, Hakan Yıldırım gibi. Ancak, Türkiye’nin takip edilen olması için biraz daha zamana ihtiyacı var.

Tasarımlarınızda hangi renkleri daha çok kullanıyorsunuz? R.C.: Daha önce ağırlıklı olarak pastel tonlarını kullanıyorduk. Ancak, bu yaz sezonunda rengarenk bir koleksiyon hazırladık.Yüksek bellere ve geniş paça parçalara çokça yer verdik.Çok sade ama feminen detaylar bizim için çok önemli. Aksesuarda, bronz renkleri daha çok kullandık.

Önümüzdeki birkaç yılın trendi neler? R.C.: Gelecek yıllarda çok klasik, çok büyük isimlerin yaptığı standart tasarımlar trend olmayacak. Artık modanın yönü, yurtdışındaki sanat okullarından mezun olan genç tasarımcılara doğru kayıyor.Sıfır beden trendi de popülerliğini kaybediyor.Onun yerine, daha kilolu, orta standartlardaki kadınlar trend oluyor. • CO - YÇ

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

39


Yeni ri e g n i ç i yıl nü g u b z mı ı ğ ı d y esi c a s e g ı ş ba l ı y m e kış n e ç lerde, h e g ğuk o s e d a l a hem m a ilh n i ç i i r ler n i günle b m o zk i n i ğ e c bile . k ı d a l r ı haz

40

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


Gömlek: Zara Etek: Topshop Ayakkabı: Topshop Çanta: Fendi titlemag.com

Küpe: Judith Jack Yüzük: Dorothy Perkins

title.

ARALIK 2011

41


Kazak: Martha Pullover Kürk Manto: Topshop Tayt: Dorothy Perkins Bot: House of Harlow 1960 42

ARALIK 2011

title.

Atkı: N. Peal Güneş Gözlüğü: Mango Kulaklık: forever21.com

titlemag.com


Elbise: Dorothy Perkins Kürk ceket: Karl Donoghue Ayakkabı: Brian Atwood Çanta: Giuseppe Zanotti titlemag.com

Bilezikler: Cindy Smith Yüzük: Etoile Oje: Chanel

title.

ARALIK 2011

43


Çanta: Dorothy Perkins Kazak: toast.co.uk Bere: Liberty Babet: Gap 44

ARALIK 2011

title.

Pantolon: Liberty

titlemag.com


Elbise: The Outnet Ayakkabı: Zara Çanta: Judith Leiber Küpe: Boutique 1 titlemag.com

Kemer: Allsaints

title.

ARALIK 2011

45


Kazak: Calypso Pantolon: Dorothy Perkins Ayakkabı: Dorothy Perkins Bilezikler: Topshop 46

ARALIK 2011

title.

Çanta: Lord and Taylor

titlemag.com



Yves Saint Laurent Gözlükleri burnunun üstünde, yüzünde‘İyi ki okulu bırakıp istediğim şeyin peşinden gitmişim’ifadesi hiç kaybolmuyor Yves Saint Laurent’ın. Küçükken tiyatro dekorlarıyla büyüyen Laurent’ın, ailesine karşı müthiş bir bağlılığı var. Annesinin kariyerindeki yeri tabi ki tartışılamaz. Mütevazılığını asla kaybetmemiş centilmen bir beyefendi. Biraz içine kapanık gibi gözükse de gözlerine baktığınızda, ne kadar dolu ve ne kadar duygusal olduğu açıkça belli oluyor. Mesleği ve terziliği hayatının çok farklı yerlerinde tutuyor. Çok daha gençken yaptığı röportajların birinde, ona göre üç farklı terzi (couturiere) olduğunu söylüyor. Bunlardan ikisini büyük terziler ve gerçek olan terziler olarak sınıflandırıyor. Bu gruptakiler, basit ve sade bir elbiseyle kadınların kalplerini yerinden çıkaracak mükemmel tasarımcılar. Ona göre böyle iki tasarımcı var; Christian Dior ve Christobal Balenciaga. Kendisini ise onlara yakın olarak görmüyor ve herkesinde kolay kolay o noktaya gelemeyeceğini belirtiyor.

48

ARALIK 2011

title.

titlemag.com




Üçüncü terzileri ise, terzilik işlerini sıradan bir şekilde yapan ve sadece elit kesime hitap edenler olduğunu söylüyor. Efsanevi tasarımcı Chrisian Dior’un yanında çalıştıktan sonra edindiği tecrübeler, Laurent’ın kariyerindeki bir başka önemli nokta, çünkü Dior’un vefatından üç yıl sonra modaevinden çıkarıldı ve askeri görevini yapmak için orduya katıldı. 21 yaşında baş tasarımcısı olduğu dünyaca ünlü modaevinden çıkarılmak, insanları onun yeteneği konusunda endişeye düşürmüştü. Sinir bozuklukları yüzünden geri dönerek askerliğini yarıda bırakan Yves Saint Laurent’ın ruhsal sağlığı çoğu zaman bozuktu. Dior’da edindiği başarı, insanların ondan beklentileri, her yıl altı koleksiyon tasarlamak, ona çok zor geliyordu. Kendi modaevini kurmak ve bu baskılardan kurtulmak onun için çok iyi olacaktı. Pierre Bergé ve bir tanıdıklarının maddi desteğiyle, kendisinin de dediği gibi adını altın harflerle Champs Elysée’ye

titlemag.com

yazdırdı. Pierre Bergé, birlikte açtıkları modaevi ile ilgili düşüncelerini “Yves tam bir dahi, ben sadece ona yardım ettim,”şeklinde ifade ediyor. Modaevi, eşsiz tasarımlarla başarı üstüne başarı kazandı. Ve beklenen oldu. Yves Saint Laurent bir devrim yarattı. “Le Smoking” ile yepyeni bir dresscode oluşturdu. Kadınların sadece moda hayatlarını değiştirmedi, onlara özgürlük vererek hem kendilerini hem de hayatlarının değişmesini sağladı. Erkeklerin dolaplarından süveter, ceket, takım pantolonları alarak geleneksel erkek stilini kadıların dolabına soktu. Böylece tüm dünya, takım elbiseyi kadınlarında giyebileceğini ve aslında bunun onları daha kadınsı gösterdiğini gördü. François Hardy, bir operaya “le smoking” ile gidip bir skandal yaratmıştı. New York’ta ise, Plaza Hotel’de smoking giyen kadınlar içeri alınmıyordu. “Smokinin içinde erkekler yakışıklı gözükür, kadınlarda güzel” diyor Saint Laurent.

title.

ARALIK 2011

51


Bununla da kalmıyor ve etnik kökenli mankenleri defilelerine çıkarıyor. O zamana kadar zenci mankenler hiç podyumda yer almamışken birden bembeyaz bir kürk ile sahneye çıkınca, nefesleri bir kez daha kesiyor. Siyah ten renginin, tasarımları vücut hatlarıyla çok iyi taşıdığını ve podyumda yürürken vücut hareketlerinin kıyafetlerine bambaşka bir hava kattığını düşünüyor tasarımcı. Peki böyle çığır açan tasarımları yaratırken nelerden etkileniyordu? Hiç düşünmeden sanat olduğu anlaşılıyor. Sanatın onun kaynağı olduğu

52

ARALIK 2011

title.

ve kendisinin de bir sanatçı olduğunun en büyük kanıtı kuşkusuz sanat eseri olan tasarımları. En çok ilham aldığı sanatçıların Picasso başta olmak üzere, Mondrian ve Matisse olduğunu tasarımlara bakarak anlamak çok kolay. Başarısının bir başka nedeni ise, hem duygusal hem de iş ilişkisi yaşadığı Pierre Bergé. İş ilişkilerini profesyonellikle yürütürken duygusal ilişkileri konusunda o kadar şanslı olmuyorlar. “Bende olmayan her şey onda var, ona güveniyordum, fakat biraz kontrolümü kaybettim. Ama bu benim özel hayatım. Mesleğimi ben kendim

titlemag.com




yaptım.” diyor. İş ilişkilerini duygusal ilişkileriyle ayrı tutuyorlar, ama birbirlerinin hayatlarında yeri doldurulamayacak yere sahipler.Fakat bir süre sonra, yorgunluk başlıyor ünlü tasarımcının hayatında. Aslında haklı da diyebiliriz. Modada bir devrim yarattı. Sık sık girdiği depresyonlar, moda hayatındaki son zamanlarını olumsuz etkiliyor.. Alkolü son zamanlarda çok abarttığına dair haberleri tüm medyadan takip etmiştik. Hiçbir zaman yalan söylemekten hoşlanmayan ve dürüstlüğe önem veren Saint Laurent, hiçbir zaman basında olmadığı biri gibi davranmıyor. Tüm bunların, aslında ona yaşlandığını anlama-

titlemag.com

sına yardımcı olduğunu belirtiyor.. 2002’de son defilesini yapacağını söylediğinde, herkes hem üzülmüş hem de merak içinde son gösterisini beklemişti. Defileye giremeyen modaseverlerin, dışarıda dev ekranlardan izlediği 90 dakikalık muazzam şovda, 100 adet eşsiz Yves Saint Laurent tasarımları sergilendi. Catherine Deneuve’un söylediği şarkı eşliğinde moda dünyasına veda eden Laurent, arkasında üç altın harf bıraktı; YSL. • CO

title.

ARALIK 2011

55


SİNEMA ECEM NİDA DİNÇTÜRK, SARP SAYAR


Hugo Martin Scorsese, bu kez 3 boyutlu sinemada izler bırakmak üzere ‘Hugo’ ile geliyor. Başrolü Merlin dizisinden anımsadığımız çocuk oyuncu Asa Butterfield’ın oynadığı filmde, sinemanın kült isimlerinden George Melies rolüyle Ben Kingsley ve Jude Law gibi isimler de karşımıza çıkıyor. Film, Brain Selznick’in çocuk romanın bir uyarlaması ve aynı adlı kahramanın öyküsünü anlatıyor. Hugo, Paris tren istasyonunda yaşayan ve tüm sorumluluğu saatlerden ibaret olan yalnız bir çocuktur. Kimsesiz sürdürdüğü hayatı, yaşamakta olduğu o devasa istasyonun saatini tamir etmeye karar verdiği anda değişmeye başlar. Hugo kendini bir anda büyülü bir maceranın ortasında bulur. Fantastik öğelerle bezenmiş film, 3D’nin babası sayılan James Cameron’dan ‘gördüğüm en iyi 3 boyutlu film’ övgüsünü almış olmasıyla da dikkat çekiyor. Neredeyse yaptığı her iş bir kült sayılan Scorsese, ilk 3 boyutlu deneyimiyle de yeni bir külte imza atacak gibi görünüyor. Hugo, 2 Aralık’tan itibaren gösterimde olacak. • END

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

57


Mavi Pansiyon İlk yönetmenlik deneyimini ‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’nda izlediğimiz Nezih Ünen, bu defa bir aşk filminde yönetmen koltuğuna oturuyor. Yunus Güner, Zeynep Beşerler, Fadik Sevin Atasoy gibi isimlerin yanı sıra Özlem Tekin’i bir kez daha beyaz perdede görme şansı yakaladığımız filmin sürpriz isimlerinden birisi de ilk sinema filmi deneyimiyle karşımıza çıkan Tan Sağtürk. Filmin müziklerinde ise son dönemlerde oyunculuğunun yanı sıra müzisyen kimliğiyle ilgi toplayan bir isimle karşılıyoruz: Halil Sezai.

Mavi Pansiyon, aşka farklı açılardan bakışın ve kadın-erkek ilişkilerinin bir kez daha irdelendiği bir romantik komedi hikayesi. Öte yandan kışın acımasız soğuğuyla iliklerimizi dondurduğu bu günlerde salonlara, Ege’den bir avuç sıcak hava getiriyor. Birçok ismin ‘ilk’ deneyimine ev sahipliği etmesiyle de ilgi çeken film, 2 Aralık’ta gösterime geliyor. • END

Öykü, başarılı bir mimar olan Ahmet’in tatil için gittiği Ege sahilindeki ‘Mavi Pansiyon’da iki yakın arkadaş olan Esra ve Bahar ile karşılaşmasıyla başlar. Çok yakın arkadaş olmalarına rağmen birbirine tamamen zıt karakterler olan Esra ve Bahar, Ahmet’in ilgisini cezbettikleri kadar pansiyonun bir başka konuğunun da ilgisini çekiyorlar; Koray’ın. Bu keyifli ve komik aşk denkleminin ortasında kalan kahramanlarımızın yanı sıra pansiyonun sahibi olan çift, Zeynep ve Kerim ile tatile gelmiş olan bir başka çift Erica ve Halil de ikili ilişkiler üzerine sorgulamalara gidiyorlar. 58

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


Ay Büyürken Uyuyamam Türk sinemasının büyük emektarlarından Şerif Gören, 18 yıl aradan sonra tekrar beyaz perdede. En son – Şener Şen’in mükemmel performansıyla iki kez unutulmaz olan filmi, Amerikalı’yla izleyiciyle buluşan usta yönetmen bu kez ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ı beğeniye sunuyor. Çekimleri Ayvalık, Çeşme ve Alaçatı’da gerçekleştirilen film, Necati Cumalı’nın aynı adlı eserinden uyarlama. İki usta ismi bir araya getiren ise 1960’lı yılların Türkiye’sinde bir taşra ve tabuları zorlayan bir öykü. Güzellikleriyle dikkat çeken bir anne ve iki kızının, küçük bir kasabada verdikleri yaşam mücadelesinin anlatıldığı ‘Ay Büyürken Uyuyamam’, toplumun ahlaki öğelere yaklaşımını da sorgular nitelikte. Kamera arkası görüntülerinin ve filme ait teaserlerın medyaya düşüş şekli de aslında, 50 yıldır Türkiye’nin değişmeyen gerçeklerini gözler önüne seriyor. Şerif Gören, sosyolojik açıdan da bir başarı yakalamış sayılıyor bu yüzden. Gören, tüm sansasyonel yaklaşımlara rağmen cüretkarlıktan ödün vermeden aktardığı öyküsünde, ‘milli takım’ olarak nitelendirdiği bir oyuncu kadrosuyla çalışmış. Başrollerinde Ayça Bingöl, Hazal Kaya titlemag.com

ve Fırat Çelik’in yanı sıra; Ezgi Mola, Fırat Tanış ve Selin Şekerci gibi tanınmış isimler de filmde karşımıza çıkan önemli isimlerden. Yapımcılığını, yönetmenin oğlu Mehmet Gören’in üstlendiği film, 9 Aralık tarihiyle sinemalarda izleyiciyle buluşacak. • END

title.

ARALIK 2011

59


Sherlock Holmes: A Game of Shadows BSir Arthur Conan’ın yıllara damgasını vurmuş, meşhur dedektif karakteri devam filmiyle geliyor. İlk filmi ‘Holmes For The Holiday’ ile oldukça büyük bir izleyici kitlesinin beğenisini kazanan serinin ikinci filmi ise ‘Game of Shadows’. Müzikleri Hans Zimmer imzası taşıyan film, ‘Holmes For The Holiday‘ de olduğu gibi, dönem Londrası’nı başarılı bir şekilde aktarıyor. Böylece, kurgu ve öyküde olduğu kadar sanat yönetmenliği konusunda da bir kez daha iddialı görünüyor. Sherlock Holmes, bu kez ezeli düşmanı Profesör Moriarty’nin çevirdiği oyunları ortaya çıkarmanın peşinde. Tabii ki yardımcısı Watson ile güçlerini birleştirmesi işlerini biraz daha kolaylaştırıyor. Holmes’in yeni macerasına tanık olacağımız, serinin beklenen ikinci filmi ‘Game Of Shadows’ dünyayla aynı anda 16 Aralık’ta sinemalarda. • END

60

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


Carnage Roman Polanski, Ariel Dorfman’ın eşsiz metni ‘Ölüm ve Bakire’den sonra tekrar bir tiyatro oyununun uyarlamasıyla karşımızda; God Of Carnage. Geçtiğimiz yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda da sahnelenen ve izleyiciden büyük ilgi gören Tony Ödüllü oyunun yazarı, İran asıllı bir Fransız olan Yasmina Reza. Jodie Foster, Kate Winslet, John C. Reilly ve Christoph Waltz’un başrolleri paylaştığı film; 11 yaşındaki iki çocuğun kavga etmesiyle bir araya gelen ailelerin tartışmaları etrafında dönüyor. Olayların giderek ilginç bir hale geldiği bu ‘ebeveyn’ tartışması için kara-komedinin en iyi örneklerinden biri demek mümkün. Giderek çığırdan çıkan anne ve babalar, susmayan bir cep telefonu ve sorgulandıkça düğümleri çözülen ilişkiler. Orijinalinde Brooklyn’de geçen bir öykü olan ‘Carnage’in çekimleri, Polanski’nin hukuki davası nedeniyle Paris’te gerçekleştirildi. Öyküyü sahnede izlemiş olan Polanski hayranları tarafından merakla beklenen film, 16 Aralık’ta izleyiciyle buluşuyor. • END

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

61



KuirFest Üzerinden Kuir’i Algılamak Geçtiğimiz ay Ankara’da Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transseksüel (LGBT) temasına ve oluşumuna sahip olan “Pembe Hayat Kuir Festivali” gerçekleşti. Kendi adıma böyle bir organizasyonun Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmesinin yanı sıra ülkemizin siyasi ve diplomatik ilişkilerinin yürütüldüğü başkent Ankara’da düzenlenmesini de bir hayli cesur ve ilgi çekici buldum. Festivale katılmadığım için festivalin içeriğine değinmek yerine ‘kuir’ meselesine değineceğim. İngilizcede “Queer” homoseksüel olan bireylere söylenen bir çeşit küfür, onları ötekileştiren ve groteskleştiren bir terimdir. Bu kelime daha sonra toplumda cinsel kimliği daha ‘marjinal’ olan topluluğa verilen ve anlamsal olarak daha cilalı bir kelimeye dönüşüverdi. Akademik birimlerdeki çeşitli queer kuruluşları bu kavramı sorgulayan ve savunan eylemlerle bu terimi ve queer teorisini daha da yaygınlaştırmış, altını kazıyıp daha çok yere sesini duyurmasına yardımcı olmuştur. Queer teorisi, “hetero bir kadın ve hetero erkek” veya “hetero iki kadın ve hete-

titlemag.com

ro iki erkek” arasındaki ilişkiyi bir nevi sorgular ve sorgulatır. Bunu film üzerinden de okumak mümkün. Hatta örneklemeye gidersek kendi düşüncem bir Hollywood klasiği olan 1941 yapımı “Casablanca” filmine tekrar bakmaktır. Bunun gibi birçok filme de bu teoriyle bakılabilir, okunabilir. İki dost erkeği konu edinen arkadaşlık filmleri, kadın filmleri vs. her açıdan bu teoriyle düşünülebilir. Aslında söylemeye çalıştığım şey bu kavramın heteroseksüel olmayan kişilere yönelik bir koruma ve propaganda kalkanı olmadığı. Queer; sanatı,politikayı ve felsefeyi de bu şekilde sorguluyor, sorgulatıyor. Bir kavram üzerinden aslında yeni bir bakış açısıyla bakabilmeyi hedefliyor da diyebiliriz. Sonuç olarak ilki yapılan bu festival ülkemiz için büyük bir olay ve tabuların kırılarak bakış açımızın olgunlaştığını görmek açısından güzel bir fırsattı diyebilirim. • SS

title.

ARALIK 2011

63


A Dangerous Method Cronenberg’in son filmi A Dangerous Method, yönetmenin filmografisindeki en yalın ve yüzeysel film. Filmde yönetmenin ilk dönemlerine ait ‘body horror sineması’ ve ‘Spider’ filmiyle kaymış olduğu kimlik-şiddet ilişkisinden izler kesinlikle yok. Bunun nedeni yönetmenin yeni bir tür (dönem filmi) denemesiyle ilintili olabilir. Bu türü denemesinin nedeni olarak yönetmenin kendi sinemasını oluşturan body horror sineması ve “Spider”, “A History of Violence” ve “Eastern Promises”la yeni dönem sinemasının altında yatan meseleyi direkt göstermesi olarak açıklayabiliriz. Psikanalitik teori, Cronenberg’in sinemasının temelinde yatan, ona yön veren ve filmlerinin altını kazıyan bir yöntem oluşturur. Freud’un ve Jung’un yaşadığı döneme ve aralarındaki çekişmeye konu olan yeni filmini de bu mevzudan yola çıkarak çektiğini düşünebiliriz. Filmin hikayesi; iki büyük psikoloji uzmanı olan 64

ARALIK 2011

title.

titlemag.com


titlemag.com

title.

ARALIK 2011

65


Freud ve Jung’un aralarındaki ilişki, çekişme ve Jung’un Freud’un yöntemiyle (veya filmin ismiyle tehlikeli metodla) tedavi ettiği Sabina karakteriyle oluşuyor. Film daha sonra hasta-doktor arasındaki tehlikeli ilişkiye odaklanıp Jung’u odak merkezi haline getiriyor. Yani filmi Freud merkezli sanan ve tamamen Freud için sinemaya gelmiş seyircileri hayal kırıklığına uğratıyor. Psikanalitik tedavi yöntemiyle hastasını tedavi eden Jung’un başarıya ulaşıp ulaşmadığı biraz

66

ARALIK 2011

title.

muğlak kalsa da Jung filmde kendini de değişmiş buluyor. Bu da filmin anahtar karakteri Otto Gross (Vincent Cassell) karakteriyle sağlanıyor. Film Otto Gross odaklı olup Freud ve Jung’un arasındaki meseleye bu karakter üzerinden odaklansa, temelde de tamamen Jung’un ahlaki açıdan 180 derece dönüşüne sahip tokat gibi bir film

g “A Dan ” Cro d o h t e M in kendi s an k r u t ş u l o i görsel b

titlemag.com


gerous rg’in e b n e n o nı neması ın lar kavram . lığı ir karşı

olsa, Cronenberg bu filmle Eastern Promises’ı bile aşabilen bir filmle karşımıza gelmiş olacaktı. Çünkü, Cronenberg sineması ilk dönem filmlerinde toplumda bastırılmış olan bazı meseleleri görsel hale nasıl getirmişse, son dönem sinemasında da bastırılmış olan bireysel kimlik kargaşası ve şiddet temasını mükemmel bir şekilde görselleştiriyordu. Tam da bu noktada bu filmi Jung’un bastırmış olduğu ahlaki değerleri yüz üstüne Otto Gross’la ortaya çıkarışına odaklasa hem son dönem sinemasındaki yola sadık kalacak, hem de bunu sinemasının derininde yatan psikanalizi Freud ve Jung’u görselleştirip bunun üstüne uygulamış olacaktı. Ama Cronenberg Freud’u rüya tabircisi gibi göstermekle kalmış hem Jung’un o dönüşünü yüzeysel bırakmış hem de Otto Gross karakteri yerine Sabina karakterini odak noktası haline getirmiş. Böylece film biraz şundan biraz da bundan alınarak ‘ortaya karışık’ hale gelmiş.

için bu filmi çekmiş. Bunu sorgulayamayız ama Cronenberg yerine bu filmi başka bir yönetmen çekmiş olsa bu kadar laf salatası yapmamış olacağımızdan da eminiz. Cronenberg sinefil kitle karşısında kredisi kolay kolay tükenmeyecek cesur bir sinemacı. Sadece bu filmle keşkelerle yetinip filmi çektiği için saygı duyacağız. Hatta bundan sonraki filmini de bu filmi sabırsızlıkla beklediğimiz gibi dört gözle bekleyeceğiz...• SS

Cronenberg kendi sinemasında yatan derin kavram ve meselelerin görsel karşılığını oluşturmak

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

67


David Cronenberg Sineması ve En İyi 5 Filmi Cronenberg ve sineması ilk çektiği “body horror” janrına ait filmler ve son dönemde çektiği kimliksel değişimi ve şiddeti anlatan filmler olarak ikiye ayrılır. “Body horror” filmleri, vücudun deformasyona uğraması, parçalanması ve bu süreçte bireyin veya toplumun yaşadığı psikolojik ve bedensel evrimi anlatan; bazen de bilimkurguyla harmanlanan hikayelere sahip film türüdür. Bu tür tam anlamıyla David Cronenberg sinemasıyla ün yapmıştır ve belli bir seyirci kitlesine hitap eden kült filmlere sahiptir; tıpkı korku janrının da kült olması gibi… Zaten korku janrının kült olmasının nedeni de azınlık olan kitleye hitap etmesiydi. “Body horror”, korku türünün bir alt türü olması vesilesiyle daha da azınlık bir kitleye hitap etmiş ve kültleşmiştir. “Body horror” seyirci açısından “slasher” türünden sonra en çok kültleşen film türüdür ve bu da Cronenberg’i o dönemde kült yönetmen yapmıştır. Fakat yönetmenin dert ettiği mese68

ARALIK 2011

title.

leleri daha geniş kitleye ulaştırmak istemesi onu ana akıma kaydırmıştır. Cronenberg 2002 yılında çektiği “Spider” filmiyle ana akım sinemasına biraz yaklaşan bir kimlik kargaşası ve psikolojik deformasyon filmi çekmiştir. Böylece bu filmle hem yeni dönem sinemasına başlamış olup hem de sesini daha geniş kitlelere ulaştırmıştır. Ardından gelen “A History of Violence” ve “Eastern Promises”da bu değişimin çabaları olarak karşımıza çıkmakta gecikmediler. Artık bu filmlerle Cronenberg sineması, “body horror”la vermeye çalıştığı müzmin dertleri kimliksel çatışmalar ve şiddet üzerinden verecekti. Sonuçta Cronenberg bir otör olarak düşünülürse; bir tür filmi otörü değil, dertleri olan ve bu dertleri hem janr destekli anlatan/anlatmış hem de ana akım sineması içinde meselesini, derdini saklamayan cesur bir yönetmen olarak anılacaktı. Ki öyle de oldu... İşte bana göre Cronenberg’in en iyi 5 filmi.

titlemag.com



Naked Lunch (1991)

5

“Naked Lunch”, William S. Burroughs’ın yarı otobiyografik romanından uyarlanan son derece tipik “body horror” ve hatta psychedelic bir yapıya sahip olan Cronenberg filmi. Filmde Bill karakteri bir böcek ilaçlayıcısıdır ve yazar olmak istemektedir. Yazar olma derdi onu fantastik bir yolculuğa çıkarıp sürreal bir dünyaya götürecektir. Film aslında ‘writers block’ denen kavramı da işlemektedir. Bu kavram yazamamak, tıkanmak ve bu tıkanma nedeniyle bir çeşit sanrı ve gerçeküstü nesneler görmek, konuşmaktır. Coen’lerin “Barton Fink”i veya Woody Allen’ın “Deconstructing Harry”si, Cronenberg’in bir nevi “Naked Lunch”ıdır. Tabi Cronenberg’in gözünden görününce daha ilginç ve cesur bir deneyim olduğu kesin. “Naked Lunch” yönetmenin en iyi işlerinden biri.

70

ARALIK 2011

title.

Eastern Promises (2007)

4

“Eastern Promises” tam da Cronenberg’in bahsetmiş olduğum son dönem sinemasının bir ürünü. Film, Anna karakterinin bir fahişenin çocuğunu doğururken ölümüne tanık olup, fahişenin kimliğini ve ailesini araştırması sonucu bir Rus mafyasıyla bir takım ilişkiler içine girmesini anlatır. Bastırılmış kimlik ve şiddet bu filmde son derece kusursuzca işlenir ve filmin sonunda bu kavramları yaprak gibi açar. Ayrıca bu film “A History of Violence”la yakın bir akrabalık kurar. Ama film daha çok suç örgütü ve yeraltıyla ilgilenir ve yer yer optimistikliğe de kayar. “A Dangerous Method”daki Jung’un değişimi ile bu filmde ki Nikolai karakterinin (Viggo Mortensen)değişimi arasında dağlar kadar fark olduğunun kanıtıdır bu film. Cronenberg bize Nikolai’nin bastırılmış olan kimliğinin ve başka bir kimliğin ona bağlanmasının nasıl olduğunu, ne şekilde olduğunu mükemmel anlatır. Bastırılmış kimliklerin, şiddetin ve İngiltere’de yeraltına hakim bir çeşit Rus mafyasının Cronenberg’in elinde neye dönüştüğünü görmek açısından son derece önemli bir film. Hamam sahnesine de dikkat!

titlemag.com


A History Of Violence (2005)

3

“A History Of Violence” da Cronenberg’in son dönem sinemasına örnek bir film olmakla beraber bir tür Western ikonografisi içeren bir Anti-Western. Film, Amerika’nın bir kasabasında Tom karakterinin kasabaya gelen haydutları öldürmesiyle kendi kimliğini keşfetmesini anlatır. Kimliğini keşfetmesi süreci, ailesinin de Ed Harris’in oynadığı Carl karakterinin de kimliğini keşfetmesini sağlar. Cronenberg yeni sinemasında vücut deformasyonu yerine psikolojik deformasyonu bu filmde odak noktası yapar. Bu psikolojik deformasyon karakterin geçmişine ait kimliğini yavaş yavaş ortaya çıkarırken bastırmış olduğu şiddet eğilimini de uyandırır. Bu değişim aile bireylerine de yansır ve filmde Tom karakterinin oğlunu da bu çeşit deformasyonda aktif hale getirir. Psikanalizin bu filmin temel binasını oluşturduğunu, filmin western janrının ikonografik özelliklerinden beslendiğini söyleyebiliriz. Film Cronenberg’in şiddetin, kimliğin ve cinsel dürtünün nasıl ortaya çıktığını ve karakterlerin filmin sonunda neye dönüştüğünü estetik bir biçimde nasıl yorumlandığını görmek açısından en iyi işlerinden biri ve muhteşem bir finale sahip.

titlemag.com

Videodrome (1983)

2

“Videodrome”, Cronenberg’in ilk dönem sinemasına ait bir “body horror” filmi. Film, televizyon yöneticisi olan Max adlı karakterin televizyonda “Videodrome” adlı bir çeşit “snuff” programı görmesi ve onu araştırarak bunun içine girmesini anlatır. Cronenberg’in bu filmi 80’lerde yapması da son derece manidardır. VHS kültürü ve tüketici çılgınlığının olduğu bir dönemde film, televizyon kültürüne saldırır ve son derece cesur bir eleştirisini yapar. Max’in filmde Videodrome’la bütünleştiği sahnelerde bu kültüre yapılan tokattır aslında. Teknoloji-beden mevzusunu Cronenberg bence en iyi eleştirisini ve görselleştirmesini bu filmle yapmıştır. Şu zamanda bile tekrar bakıldığında filmin anormal bir biçimde öngörüsünü hissetmemek elde değil. Ayrıca internet çağında yaşayan biz insanlar için bir hayli ilgi çekici ve düşündürücü. Cronenberg’in “body horror” sinemasında aştığının örneği ve “body horror”ının en iyilerinden biri.

title.

ARALIK 2011

71


Dead Ringers (1988)

1

“Dead Ringers”, bana göre Cronenberg’in en iyi filmi olarak kalmayıp sinema tarihinin de en önemli filmlerinden biri. Film, ikiz jinekolog kardeşlerin hayatlarına bir kadını sokması ve kardeşlerin yaşadığı psikolojik buhrana odaklanıyor. İkizlerden biri daha utangaç ve içe dönük, diğeri ise daha çapkın ve sosyaldir. Her iki karakteri de Jeremy İrons oynamış ve kariyerinde ki en iyi performansı sergilemiştir. Aslında hikaye filmin afişinde ki “Two Body One Soul”la direkt ilişki kurup ona göre şekillenir. Cronenberg, psikanalizde ‘ikilik’ kavramından yola çıkarak karakterlerini ikiz olarak görselleştirmiş ve sloganına uygun bir biçimde temeli oturtmuş diyebiliriz. Bu ikilik kavramı filmde de ikiz kardeşlerin metaformoza yönelik olan eğilimlerini de görselleştirip büyük bir yıkıma sürüklemektedir. Aslında yönetmen bu filmiyle sinemasının iki farklı dönemine ait kavramlarını ve dertlerini bir bütün haline getirmiştir. Ayrıca bu iki bedenden tek bedene geçiş mevzusu, ikizlerin filmde yattığı kadınları paylaşmaları da iki bedenin tek bedene gelme eğilimini desteklemekte ve altını çizmektedir. Filmde belirgin bir

72

ARALIK 2011

title.

biçimde “kırmızı” kullanımı vardır. Bu “kırmızı” bize arzunun ve bilinçaltındaki dürtülerin bir fetişi olarak sembolleştirilir. Zaten ikizlerin cinsel yolla tek beden olması yerine bize filmin sonunda daha Cronenbergvari bir birleşme ya da ayrılma gösterilir. Bu film birçok şekilde okunup birçok şekilde analiz edilebilir olması da filmin kavram zenginliğini bize kanıtlar. Cronenberg, bize kendi sinemasının son noktasını göstermekle kalmayıp bir post-modern Habil ile Kabil hikayesini kendi yöntemiyle görsel hale getirip en iyi filmini sunmuştur. • SS

titlemag.com



GEZİ AYŞE NAZ BAYKAL


Fas

(1. Bölüm)

Yıllar yılı gitmek istediğim Fas’a nihayet bu yaz gidebildim. Bir aydan biraz daha uzun bir süre kaldığım ülkenin dört bir yanını gezdim. Yolculuk yaptığım taşıma aracı sürekli değişti diyebilirim: araba, otobüs, deve, tren ve eşek genel olarak üzerinde vakit geçirdiğim araçlardı.Gezdiğim her yerden gittiğim her köşeden farklıydı Fas. Çünkü bizlerden çok daha oryantaldi. Beklemediğim bir çok şey ile karşılaşırken, bulmaktan korktuğum şeyleri de yaşamadım. Yemekleri, insanları, dükkanları ve doğasıyla Fas geçirdiğim her güne değerdi. En çok hoşuma giden şeylerden birisi ise Fas’ta her şehrin bir rengi olması. Genel olarak gruplandırmak istersek kuzey şehirlerinin mavi, kıyı şehirlerin beyaz, ortalarda bulunan şehirlerin ise kırmızı olduğunu söyleyebiliriz.Doyasıya gezdiğim bu renkli ülkeyi tek sayıda anlatamaya bile çalışmayacağım. Bu sayıda sizlere Kazablanka, Essasouira, Marakeş ve M. Hamid sizlerle buluşuyor.

titlemag.com

title.

ARALIK 2011

75


Nasıl Gidilir? Her ne kadar Barcelona’dan ülkeye gelen bir feribot olsa da Fas’a gelmenin en kolay ve ucuz yolu uçmak.İspanya’dan Easyjet, Wizair ya da Ryanair’a yapacağınız basit bir aktarmayla en fazla 30-35 Euro’ya Fas’tasınız.

Tren var düşüncesine kanmayın. Trenlerde biletleri fazla satıyorlar ve çoğu insan bir yere oturmadan seyehat etmekzorunda kalıyor. Bununla kalsa iyi, trene binmek bile büyük bir ustalık istiyor çnkü trenler ağzına kadar dolu. Gerçekten sizi arkanızdan ittiren ve bunun için para alan insanlar var. Onların görevi herkesi trene sığdırmak...

Nasıl Vize Alınır? Fas’a vize almanıza gerek yok! Ülke Nasıl Gezilir? 76

ARALIK 2011

title.

Ancak birazcık cimri olmayıp otobüs şirketlerine başvurusanız, hayatınız çok daha kolaylaşacaktır. Ancak biletleriniz almadan yerli bir arkadaş bulup iyi şirketi (otobüste klima olanı) sorarsatitlemag.com


nız yolculuk sizin için biraz daha rahat geçebilir. Bunların dışında çöle gitmek isterseniz 2 seçeğiniz var. Develer veya 4x4 arabalar. Kesenin ağzını biraz açarsanız 4x4 ile gitmek çok daha rahat ancak develer de olaya daha bir çöl havası katmıyor değil. Ne Yenir? Tüm ülkede iki tane önemli yemek var. Tajine ve kuskus. Bunların her çeşidini her yerde bulmak mümkün.

titlemag.com

Kazablanka Hepimiz tüm yılların en güzel aşk filmi sayılan “Casablanca”yı izlemişizdir. Filmin şehire getirdiği popülerlik hala kullanılıyor diyebilir. Bence Kazablanka uzun bir Fas seyahati yapılacaksa iyi bir başlangıç noktası olabilir. Medina denilen eski şehri küçük olduğu için asıl hayat modern kısımda. Bu da bizlere çok da tanıdık olmayan Fas ortamına yumuşak bir giriş olabilir. Ancak az bir vaktiniz varsa Kazabanka ile çok vakit kaybetmeyin derim. Gittiğim şehirler arasında en sıradanıydı diyebilirim. Ancak tabiki de yolu bu title.

ARALIK 2011

77



şehire düşenler için bir çok önerim olacak. Bu şehir Fransız dönemi boyunca mimarlar tarafından örnek şehir olmaya adanmış. O yüzden İslam mimarisi ile Fransız mimarisinin karışımı binaları ve sokakları her yerde görmek mümkün. Medina ise tamamen turistik halde. İçinde lokantalar, sahteci dükkanlar, korsan dvd pazarları var. Ancak ne olursa olsun bu eski şehrin iç,nde yürümek insana garip geliyor. Daha önce hissetmediğiniz kadar eski zamanlara gelmiş gibi hissediyorsunuz. Medine’nin dışında şehrin sembolleri arasında olan 2. Hasan Camii’si var. Özellikle içten inanların mutlaka gidip görmesi gereken ruhani bir bina olan bu cami fransız bir mimar tarafından tasarlanmış ve Atlantik kıyısında denizin doldurulduğu yer üzerine inşa edilmiş. Her gece camiden yakılan lazer Kabe’yi işaret ediyor. Bunlar

titlemag.com

dışında Kazabanka Katedrali’ne bir göz atabilir ve bunun tam yanındaki parkta gezinebilirsiniz. Nerede Kalınır? Hotel Central şehirdeki uygun ücretli en iyi yerlerden biri diyebilirim. Dışarıdan her ne kadar çok salaş gözükse de lokasyonu çok iyi ve temiz odaları var. Kişi başı 15 Euro’ya kalabilirsiniz. Essaouira Fas yolculuğumdaki en favori kentlerimden biri olan bu şehir dışardan bakınca kumdan bir kale gibi görünüyor. Medine’nin içine girince ise capcanlı, renkli ve müzik dolu bir şehirle karşılaşıyorsunuz. Kilometrelerce uzunluktaki kumsalı da bu şehre ayrı bir güzellik katıyor. Essaouira çok rüzgarlı olduğundan dolayı tam bir “kitesurfing” şehri. Profesyoneller sadece spor yapmak için title.

ARALIK 2011

79




bu şehire geliyorlarmış. Şehrin önemli bir müzesi var: Sidi Mohammed ben Abdallah Müzesi. Bu müzede antika halılardan paralara, büyük anforalardan antik mücevherlere kadar bir çok şey bulabilirsiniz. Bunun dışında şehrin belirli kesin gidilebilir yerleri yok. Plaj, yüzme ve su sporları tatilcilerin baş aktivitelerinin başında geliyor. Bayanlar nasıl denize girecek diye bir soru oluştuysa kafanızda hemen cevap vereyim. Bu olamaz bir şey değil, ancak size bakacak yüzlerce adama hazırlıklı olun. Turistler bol bol ilgi çekiyor. Eğer cesaret edemiyorsanız, plajda yürümekte çok keyif verici. Plajdan çıkınca limanı ziyaret etmek isteyebilirsiniz.

82

ARALIK 2011

title.

Özelllikle fotoğrafla ilgilenenler için bir hazine diyebilirim. Medina ise çok şaşırtıcı ve güzel. Dikkat edin alış veriş çılgınlığına kapılabilirsiniz. O kadar güzel yerel kıyafetler var ki her şeyi alıp götürmek istiyor insan. Ayrıca Medine her zaman müzik dolu. Bu şehire gelmenin en güzel zamanı Haziran sonu. Gnawa Müzik Festival’i her yıl genellikle haziranın son haftasında bu büyüleyici şehirde yapılıyor. Afrika müziklerini sevenler için kaçınılmayacak bir festival. Bu festivalde şans eseri tanıştığım ve kendi köyünde yapılan takıları bu kentte satmak için getirmiş olan arkadaşım bana 800 yıl önce yapılan bir astralog gösterdi. Çöllerde yaşayanların yüzyıllardır yönlerini

titlemag.com


bulmak için kullanıdğı bu alet 5 jenerasyondur ailesindeymiş. Ondan önce de başka ellerde. Bizlerin antika diye müzelere kaldıracağımız bu aleti hala kullanıyorlarmış.bu kadar eski bir şeyi elle tutmak kendimi bir zaman yolculuğundaymış gibi hissetmeme sebep oldu. Nerede Kalınır? Hostel Essaouira 7.5 Euro’dan başlayan fiyatlarıyla hem bütçeye uygun hem de pozitif çalışanlarıyla tatilinize renk katan bir yer. Ayrıca Medine’nin de merkezinde. Marakeş Marakeş’in Medinesine ayak basar basmaz Fas’ta olduğunuzu bir kere daha ve çok keskin bir şekilde hatırlıyorsunuz. Jamaa el Fna meydanında ilk önce atlar karşılıyor sizleri. Meydanın ortalarına doğru ilerledikçe kobra oynatan adamlarla karşılaşıyoruz. Eğer bunları izler ya da fotoğrafını çekerseniz para vermeyi unutmayın, yoksa sizi ellerindeki yılanla kovalamaya başlıyorlar, başıma geldi. Bunların yanında maymun terbiyecileri, zavallı maymunları insanların sırtında resim çektirmeye zorluyorlar. Biraz ilerde ellerinde davulları Afrika müzikleri çalıp danslarla eşlik eden bir grupta var. Bu alana sabah ulaştıysanız alanda

titlemag.com

hayvan oynatan insanların dışında sadece seyyar satıcılar,kına ile dövme yapan kadınlar ve portakal suyu satan küçük arabalar oluyor. Hem turistlerin hem de yerli halkın birinci eğlence mekanı olan bu meydan Marakeş’i Marakeş yapan yer. Bu şehirde geçirdiğim bir haftanın 6 gününü bu meydanı keşvetmeye adasam da daha çok keşvedilecek yer kaldığından eminim. Meydanın içerlerine ilerledikçe yerli halkın oturduğu binaları görüyorsunuz. Medine o kadar büyük ki kaldığım hostelden bir kere otostopla geldim meydana. Parmağımı kaldırır kaldırmaz ise bir eşeğin önümde durması beni saatlerce güldürdü. Eşeğin sırtında ilerlerken fark ettim ki yürüsem daha hızlı gidebilirdim. Ancak eşeğin sahibi Muhammad ile kurduğum arkadaşlık pahabiçilmezdi. Medine her daim çok kalabalık ancak özellikle akşam saatlerinde insanlardan yürüyemiyorsunuz. Geceleri tamamen yüzünü değiştiren meydan da lokantalar kuruluyor. Geleneksel yemeklerin yapıldığı bu yerlerde çok ilginç şeyler görebilirsiniz. İçinde et olamayan neredeyse hiç bir şey yok. Koyun ve keçi kafaları hem yerlilerin hem de turistlerin en sevdiği yemeklerden. Her ne kadar etçil bir insan olsam da yediğim hayvanın kafası gözlerini dikmiş bana bakarken et yiyemedim. İnsanlar bu kafalardan yanak, beyin, gıdı aradında seçimler yapıyor. En lezzetli yer olan yanaksa bir statü sembolü halinde. Bu

title.

ARALIK 2011

83


meydanda tabiki tajine ve kuskusun en güzel hallerini yiyebilir ve fas çorbasıyla safranlı tavuğu tadabilirsiniz. İçerilerilere doğru soldan girerseniz kapalı çarşı tarzı bir yere çıkarıyor yollar sizi. En güzel el işi çantalar, halılar, deriler burada satılıyor. Ayrıca Fas’ta kadınların giydikleri uzun parlak kumaşlar ve erkeklerin giydikleri ve benim “erkek eteği” demeyi tercih ettiğim kıyafetlerden de bolca bulmak mümkün. Bu çarşıda aynı zamanda çok çeşitli antikalar satan dükkanlarda var. Eğer sağdan girmeyi seçerseniz burası sizleri Fas’lıların yaşam alanlarına götürüyor. Aşağı caddede kurulan bir Pazar, eşşekleri ve motorsikletleriyle gezinen Faslı çocuklar biz turistere mükemmel fotoğraf malzemeleri sunabiliyor. Fas’ın en önemli özlelliklerinden biri pazarladıkları oryantalizmin toplumda yaşıyor olması. 84

ARALIK 2011

title.

Bizlerde kapalı çarşıda fes satmayı biliyoruz ancak bir Faslı’nın dükkanında oryantal esintilerle sattığı her şey zaten sokakta herkesin üzerinde gördüğünüz şeyler. Meydanın dışında ise bir kaç tane gidilebilir yer var. Saadian mezarları bunların başını çekiyor. İçeri girdiğinizde vücüdunuzda bir ürperti hissediyorsunuz. 6 tane mezar içeren bu anıtmezarlar herkes için ilginç. Kutubbiya Camiisi de meydanın hemen dışından görülen görkemli yapı. Zaten tamamen kırmızı olan bu Medine’nin bir sembolüymüşçesine yükseliyor ve caminin yanıdaki kazılar hala devam ediyor. Tüm bu karmaşayı geride bırakıp Atlas Dağları’na doğru yola çıktığınızda yolunuz düşerse Menara Bahçeleri’ne de uğrayın. Büyüleyici güzellikteki bu bahçelerden Atlas Dağları’nı da seyre dalabilirsniz.

titlemag.com




Nerede Kalınır? Auberge Riad Douzi 2 Marakeş’te size sakin bir soluk olabilir. Çok temiz ve güzel bir hostel olan bu yer aynı zamanda cuma günleri kuskus partilerine ev sahipliği yapıyor. Hostel çalışanı Selma ise Türkiye’nin, Türklerin ve özellikle Kenan İmirzalıoğlu’nun büyük bir hayranı bu yüzden de sizlere bitin kolaylıkları sağlayacaktır. Hostelin terası ise gelen geçeni izlemek, hosteldeki kedileri sevmek ve beslemek ve yemek pişirmek için en uygun yer. Fiyatlar sezona göre 7 -12 Euro arasında değişiyor. titlemag.com

Marakeş’ten çıkıp Atlas Dağları’na yöneldiğiniz zaman değişimin ne kadar çabuk olduğuna inanamıyorsunuz. Dağlarda genellikle Berber insanları yaşıyor. Araplar gelmeden önce Fas’ın yerli halkı olan Berberler yaptıkları takılarla da ünlü. Bir berber köyünden aldığını değerli taşlarla bezeli 15 Euroluk bir kolyeyi Avrupa’daki dükkanlarda 250 Euro etiketle görebilirsiniz. Bu insanların dilleri ve alfabeleri de arapçadan çok farklı ama çoğu zamanın ekonomik koşulları yüzünden arapça öğrenmek durumunda kalmış. Berber kadınlarının yüzlerinde dövmeler göreceksiniz. Bunların anlamını yanındaki oğlunun title.

ARALIK 2011

87


tercümanlığında çok yaşlı bir berber kadından öğrendim. Bir kız çocuğu nişanlanınca çenesinin altına, evlenince burnuna, çocuk doğurunca ise alnına dövme yapılırmış. Bunu dinledikten sonra yoldan geçen ve daha 11-12 yaşında olmayan kızların burunlarındaki dövmeler artık o kadar havalı gelmemeye başladı. Atlaslar aslında bizler için Fas’ın bilinmeyen yüzü. Fas diyince aklımıza hep çöller gelsede temmuzda gitiiğim atlas dağlarının tepelerinde hala kar vardı. Buradı yaşam koşulları oldukça zor.

88

ARALIK 2011

title.

Markeş’ten sonra Atlas Dağları’nı arkada bıraktığınız da M. Hamid ile karşılaşıyoruz. M. Hamid Burası aslında küçük bir köy. Burada bulunmanın ise en garip yanı yolun bittiği yere ulaşabilmek. Kiraladığımız arabayla Cezair sınırına dıoru giderken yolun bittiği yere geldik. Karşınızda bulunan bitmek tükenmez çöle bakmak ve hayatın bulunduğunuz noktada bittiğini hissetmek şu ana kadar yaşadığım duyguların en garibiydi. Bu bölüme girer girmez kenerlarda büyük tabelalar

titlemag.com



Fotoğraflar: Ayşe Naz Baykal, C


görüyorsunuz: Bulunduğunuz noktadan sonra su en büyük hazinedir! Bundan etkilenmemek ve insan doğasının her iklime uymasına şaşırmamak elde değil. M.Hamid kalınacak bir yer değil, Marakesh’te yada şehrin kendisinde hemen bir tur şirketiyle anlaşın ve Sahra’nın kollarına kendinizi bırakın. Deve ya da 4x4ciplerle bu yolculuğunuzu yapabilirsiniz. Genellikle bu turlarda geceleri çölde konaklıyorsunuz. Develerin, çölün keyfini çıkarın. Ufuk çizgisine baktığınızda hiçbir şey göremeyeceksiniz. Çöle gitiiğinizde avazınız çıktığı kadar bağırın, sesiniz hemen kesilecektir çünkü sesin çarpıp dönebileceği hiç bir şey yok. İpuçları: 1) Deve ile yaptığınız turlarda gün sayısını abartmayın. Her ne kadar çok tatlı gözükseler de çok rahatsızlar. 3 günlük deve turundan sonra 3 gün yürüyemeyen arkadaşım oldu. 2) Hostellerden başka bir yerde kalmayın. Mümkünse benim önerdiğim yerlerde kalın.burası Avrupa gibi değil, diğer otellerde yatağınızın üzerinde bulduğunuz şeylerden pek hoşnut olmazsınız ya da böceklenirsiniz. 3) Bayanlar şortla gezebilirler. Ben temmuz ve ağustosta yani en sıcak aylarda gittim ve hava uzun pantalon giyilemeyecek kadar sıcaktı. Turistlere bir şey olmuyor ancak herkes bakıyor baştan söylemesi. 4) Etrafta balık satan bir çok yer göreceksiniz, lüks bir restorant olmadıkça yemeyin. 5) Genellikle yemeklerinizi kendiniz yapamaya çalışın. 6) Hayvan sahiplerine para vermezseniz gerçekten sizi hayvanlarla kovalıyorlar dikkat edin. 7) Çölde değil de çöle çok sıcak bir yerde kalıyorsanız sıcaklıklar dayınılmaz oluyor. 8) Mutlaka büyükçene bir şapka alın. 9) Şöförlüğünüze güveniyorsanız araba kiralayarak ülkeyi gezebilirsiniz. 10) Nargile keyfi her yerde yapılabiliyor! 11) Çöle doğru giderken bol bol kum hortumuna yakalanmak I DEVAM Y! mümkün küçükleKA rinin seyri çok hoş ELECE G olsa da büyüklerinden kaçının. •

Christopher Ardagna, Joseph Yusuf Araz, Jason De Roma titlemag.com

title.

ARALIK 2011

91


title.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.