İELEVİM Dergisi - Sayı 3 / Ocak 2019

Page 1

İELEV Fikir, Sanat ve Edebiyat Dergisi Sayı 3 / Ocak 2019

Kapak Konusu

Orhan Veli Kanık

Hepimiz bir im’iz, birimiz hep im’iz


İELEV İM Fikir, Sanat ve Edebiyat Dergisi

bir im’iz, “Hepimiz birimiz hep im’iz ” YAYIN KURULU Yılmaz Elgün Hülya Uğur Ercan Hatice Taşkıran Damla Erdönmez Şahika Tuvana Sude Demirkol YAZI İŞLERİ Şahika Tuvana Sude Demirkol EDİTÖRLER Yılmaz Elgün Hülya Uğur Ercan Damla Erdönmez Hatice Taşkıran Roni Yerüşalmi Selin Coşar Cem Deniz Köklü ÇİZERLER Cem Deniz Köklü Zeynep Derin Ülgen DÜŞÜNSEL KATKI Şahika Tuvana Sude Demirkol Tuana Elhan ÖN KAPAK RESMİ Çağlayan Erener ARKA KAPAK RESMİ Dora Kınoğlu TASARIM Çağlayan Erener BASIM TARİHİ VE YERİ İstanbul, Ocak 2019

İÇİNDEKİLER 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40

Giriş Yazısı Banu Keskin, Cumhuriyet Mehmet Kemal Kilimci, Atatürk Emre Demirkesen, Türkçenin Emektar Yazarı Şahika Tuvana Sude Demirkol, Ressam Orhan Taylan Zeynep Genç, Garip Akımını Tanıyalım Naz Sevinç, Mutluluk Aziz Şenbayram, O. Veli Hakkında Ne Dediler? Zeynep Derin Ülgeç, İstanbulu Dinliyorum Defne İnci Ulus, Rosenbergler Naz Sevinç, Yalnızlık Defne Tarakçı, Hayat Dair Poyraz Nehir Alptekin, İşsizlik Ece Begüm Bilginoğlu, Aşkın Huzursuzluğu Serra Aras, İnsanlık Çiçeği Bade Önduygu, İyi Ki Benim Öğretmenimsin Alp İnce, Hazinemiz Tan Bozok Topaloğlu, Kara Günlerde Dostluk Nuri Can Pir, Baktım Ve Gördüm Zeynep Hallaçoğlu, Kar Taneleri Deniz Egemen, Sayenizde Haki Gün İçen, Görmek Asıl Önemli Olan İpek Demir, Rüya Zümrüt Şahin, Biz Neredeyiz? Doğu Tekelioğlu, Telefon Ela Gökmen, Hayal Kuşu Özne Çelik, Beklediğimiz İlk Kişi İpek Demir, Fırtına Tuana Elhan, Küçük Adımlar Dora Kınoğlu, Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir Ekin Sönmezler, Şiiriniz Bol Olsun Küçürek Öykü Alper Tunga Aydıner, Sanat İle İlgili Ön Yazı Whiplash, Ege Can Beyhan Mina Ozan, Bulaşıklar, Seyahatler Ve Anılar Melis Pala, Zor Bir Yaşamın Notları-Jane Eyre Ece Begüm Bilginoğlu, Kaykay Sporu Selin Coşar, Gezelim-Yazalım Özge Özgecan, İzindeyiz Minik Yeteneklerden Çizimler


Merhabalar, Üçüncü sayımızla karşınızdayız. Öğrencilerimizin yoğun çalışmalarının ürünü olan ielevim dergisinin bu sayıdaki dosya konusu Garipçiler… Şiiri salonların, sarayların boğucu dünyasından sokağa taşıyan Garip şairleri, şiirin belli bir zümrenin emrine kul olamayacağını haykırmış; sokağın ve gündelik hayatın da bir şiirinin olabileceğini edebiyat dünyasına kabul ettirmiştir. Garip şairlerinden Melih Cevdet, şöyle der bir şiirinde: ''Uyuyamayacaksın/Memleketinin hâli/Seni seslerle uyandıracak/Oturup yazacaksın/Çünkü sen artık o eski sen değilsin'' Öğrencilerimiz de uyumadıklarını, dünyanın sesine kulak verdiklerini oturup yazarak gösterdiler. Kalemlerini her oynatışlarında dünyadan, sözden, edebiyattan ve hayattan bir şeyler aldıklarını; heybelerine doldurduklarıyla çoğalarak zenginleştiklerini gördük. Öğretmenleri olduğumuz için gururlandık. Türk şiirinin önemli bir dönemecini oluşturan ve bu yüzden edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Garip akımını ve akımın öncülerini araştıran, şiirlerini okuyan, onlar hakkında ve onlardan ilham alarak yazan öğrencilerimizin ürünlerini de bulacaksınız bu sayımızda. Nasırından mustarip Süleyman Efendi'nin, rahatı kaçan ağaçların, cımbızlı şiirlerin ruhunu taşıdılar günümüze. Biraz yoksulluk, biraz sevda, biraz İstanbul ve olanca sadeliğiyle hayat var yazdıklarında. Dosya konusu dışında, sayfaları her çevirişinizde bir başka öğrencimizin kaleme aldığı farklı türlerde metinlerle ve yaşamın doğallığını çizgileriyle yansıttıkları resimlerle karşılaşacaksınız. Varlığımızı anlamlandıran, geleceğin sanatçıları çocuklarımızın kalemleriyle somutlaştırdıkları düş ve düşünce dünyalarının ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Biz onlarla çalışırken keyif aldık. Aynı keyfi sizin de almanız dileğiyle iyi okumalar… İELEV Özel İlkokulu/Ortaokulu Türkçe Bölümü

3


“Ben görmek, yüzümü görmek değ ld r. Düşünceler m , duygularımı anlamanız, h ssetmen z yeterl d r. İk Mustafa Kemal vardır: B r ben, et ve kem kten oluşan geç c Mustafa Kemal… İk nc Mustafa Kemal ben değ l, b zd r. O, yurdun her köşes nde yen düşünce, yen yaşam ve büyük ülkü ç n uğraşan aydın ve kararlı b r topluluktur. O Mustafa Kemal s zs n z, hep n zs n z. Geç c olmayan, yaşaması ve başarması gereken Mustafa Kemal odur.”

Cumhuriyet ilerlemesine bağlı olduğunu Atatürk o günlerden görmüş olmalı.

M. Banu Keskin Okul Müdürü

Köklü dönüşüm geçiren bütün devletlerin öncelikleri arasında üst yapı kurumlarını, oluşacak yeni siyasal sistemin kökleşmesine zemin hazırlamak için dönüştürmek yer alır. Hukuk ve eğitimin bu yeni anlayışa, yaşam biçimine göre düzenlenmesi yaşamsal önem taşır. Aksi durumda ulusal temel üzerine kurulu yeni bir devletin, askerî alanda elde edilen başarılarla yetinerek var olmayı sürdürmesi olanaksızdır. Bu nedenle Cumhuriyet'in kurulduğu ilk yıllarda eğitim alanında düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabul edilmesi de yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine uygun düşen değişim çabaları arasında yer alır.

“Başarmış bir Mustafa Kemal” sözünü tercih etmek yerine “Başarması gereken bir Mustafa Kemal” ifadesini tercih etmesini bu öngörüye bağlamak isabetli bir belirleme olur kanısındayım. “Yeni düşünce” nin düşünsel dayanak işleviyle filizlendireceği yeni “yeni yaşam” ın kurulması için Mustafa Kemal'in dayandığı kesim “aydın topluluk” yani halktır. Bütün büyük önderler gibi, o da halka dayanmayan, inmeyen hiçbir düşüncenin uzun ömürlü olmayacağının farkındadır. O yüzden bizde, başka bir deyişle biz öğretmenlerden, bayrağı devralmamızı istemiştir.

Mustafa Kemal'in kişiliğinde hayat bulan Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinin kök salarak bugüne kadar gelmesinin temelinde, eğitimde değişim adına atılan yenilikçi adımların yeni kuşakların bilimsel temellere göre eğitilmesine olanak sunması yatar. “Geçici olmayan, yaşaması ve başarması gereken Mustafa Kemal” in yaşamayı sürdürmesi de bu ilkelerle şekil almış eğitim sisteminin gelişerek

Genç Cumhuriyeti kurmak ve onu yaşatmak üzere bayrağı devralacakların, Mustafa Kemal'in çağrısının gereklerini yerine getirmek üzere onun öğretileri üzerine bir kez daha düşünmeleri yerinde olur. Bunun da en etkili yolu bilimsel ve çağdaş eğitimdir.

4


Atatürk’ün Hayalindeki Ülke

TATÜRK

Ülkemiz batıyordu Düşmanlar kazanıyordu Kral bile: dokunmayın sarayıma Ne isterseniz yapın yurda

Askerlikti mesleği Vapurla samsun'a gitti Almadı silahları Verdi umutları

Kadın erkek eşit oldu Latin harfleri, seyahat Soyadı ve pekçok şey Devrim doldu ülkemiz

Herkes yeniçağ biz orta çağ Ortaçağ yoksulluk Ortaçağ cahillik Her şeyimiz eksik

Kazandı binbir zafer Yaptı birçok kongre Savaşta silah istemedi Sanat kitabı istedi

Bir dala bile kıymadı Koca köşkü yürttü Spor, bilim, sanatla Ülkemizi büyüttü

Tam o sıralarda Doğdu umut ışığı Selanik'te bir evde Adı mustafa oldu

Düşmanı bile saygı duydu Kurtarınca ülkeyi Yenilikler cumhuriyet Çok sıktı düşmanları

Yıl 1938 Tarih 10 kasım Saat 9'u 5 geçiyor Yasların devi başlıyor

İki kuruştan biri Her zaman kitaba gitti Bitirdi okulları Atandı istanbul'a

Kadınlarda %4 Erkeklerde %0,11 Şimdi oldu tamam Bunlar okuyan sayısı

Öldü Atatürk beden olarak Yaşıyor hala kalbimizde Gelebilseydi yanımıza yeniden Tekrar ölürdü üzüntüden

5

Mehmet Kemal Kilimci 4 / A 142

A


Röportaj 16.12.2018

Türkçenin Emektar Yazarı

Adnan Binyazar

burgu gibi işler. Siz istemeseniz de, kıvamını bulunca sizi dışarıya yansıtmaya zorlar. Şu da var; Goethe bebekliğinden yaşlılığına kont gibi yaşadı, Shakespeare tiyatroda dekor taşıyıcısıydı. Onlar çağımızd

Hayat hikâyenizin bence insanı en çok etkileyen yönü, çocukluğunuzun bir kısmını sokak çocuğu olarak geçirmiş olmanız. Bunu Masalını Yitiren Dev adlı eserinizde detaylı olarak anlatıyorsunuz. Sokakta yaşadığınız zamanlar aklınıza hiç günün birinde ünlü bir kişi olacağınız gelmiş miydi? O dönemdeki en büyük hayaliniz neydi?

Dicle Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünde eğitim görmüşsünüz. Edebiyat öğretmenliği okumayı bilinçli bir şekilde mi tercih ettiniz? Yani edebiyata olan ilginiz o yıllarda başlamış mıydı?

O yaşlardaki bir çocuk gelecekten çok, içinde bulunduğu koşulları düşünür. O dönemde benim için yaşamak sıcak bir ortam, bir dilim ekmek, bir bardak süttü. Kafamda yazarlık diye bir kavram yoktu. Bakmayın birtakım uydurma şarkıcıların, "Okulu bırakıp şarkıcı, ya da futbolcu oldum." demelerine...

Dayım, altı yaşımda bana okumayı öğretti. Çıraklık yıllarımda bile elime geçen her şeyi okuyordum. Ustanın gazete okuyucusu da bendim. Okumanın en büyü kaynağı edebiyattır. On altı yaşında Köy Enstitüsüne girdiğimde ilk işim, Shakespeare'in, önceden filmini gördüğüm Romeo ve Juliet oyunun kitabını aradım. Size de gerçek sevginin ne olduğunu anlamak için bu kitabı okumanızı öneririm. Onun ardından da Hamlet'i...

Çocukluğunuzu sokaklarda ve yoksulluk içinde, okula gitmeden geçirmiş olmanızın yazarlığınıza katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Şunu da belirtmeliyim. Benim durumumdaki bir öğrencinin tek şansı, Gazi Eğitim Enstitüsü sınavlarını kazanmaktı. Benim öğrenim gördüğüm Köy Enstitüsü'nde o sınavı kazanan ilk öğrencilerden sayışıyorum. Bunda elbette geniş alanlı okumamın etkisi olmuştur.

İyi ortamlarda da yaşamış olsa, benim gibi, sokaklara da düşse, ilk gençliğine aşçı çırağı olarak da tırmansa, insanın en büyük serveti yaşadıklarıdır. Yaşanan her acı insanın içine a bile dünyanın unutulmaz iki yazarıdır.

6


Öğretmenlik hayatınızdan sonra Türk Tarih Kurumunda görev almışsınız. Buradaki göreviniz neydi?

Masalını Yitiren Dev'de çocukluğunuzu, Ölümün Gölgesi Yok'ta eşinizle yaşadığınız aşkı, eşinizin hastalığını ve ölümünü anlatıyorsunuz. Yani romanlarınız otobiyografik. Romanlarınızda neden hayatınızı anlatmayı tercih ettiniz?

Türk Tarih Kurumunda kimi kitapların dilini yalınlaştırma konusunda görev almıştım. Daha sonra Türk Dil Kurumun Yayın Kolu Başkanlığına seçilmişsiniz. Yani Atatürk'ün kurduğu her iki kurumda da görev almışsınız. Bu nasıl bir duygu?

İnsana en çok kendi hayatı yakındır. Başkasının hayatını yazmaya kalkmak konukluğa gitmek gibi bir şeydir. Önemli olan, kendi ya da başkasının hayatı, onu anlatabilmeyi bilmek. Sözünü ettiğiniz kitaplarım, yazıldığı günden bu yana üst üste yeniden basılıp ilgi uyandırdığı için kendimi şanslı sayıyorum.

Türkçenin gelişimini yazdıklarına sindiren bir yazar olarak tanınıyorum. Dil, düşüncenin yurdudur. Atatürk için yurt savunması neyse, dili bağımsız kılmak odur. Dile hep Atatürk'ün çizdiği anlayış açısından baktım. O nedenle, dilimizin çağdaşlaşması için büyük emek veren Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumunda önemli görevlerde bulunmayı onur sayarım.

Bundan sonra yazmayı düşündüğünüz başka bir roman veya çıkarmayı düşündüğünüz bir öykü kitabı var mı?

1980'lerin başları. Berlin Okul İşleri Senatosu, ilkokullarda Türkçenin 1. ya da 2. yabancı dil olarak derslerin arasına katılacağına karar verdi. Hemen bir proje oluşturularak ders kitapları yazılmasına öncelik tanındı. Senato, ders kitapları yazılmasında yer almak üzere beni Berlin'e davet etti. Alman ve Türklerden oluşan çalışma grubu başarılı olamayınca, kitapların yazılmasıyla İncila Özhan'la biz görevlendirildik. Bu bağlamda iki üç yıl içinde 5.-10. sınıflarda okutulmak üzere, öğretmen kılavuzlarıyla birlikte 6 ciltten oluşan Türkçe Dil ve Okuma Kitabı'ını hazırlamış oluk. Zamanla alan daha da genişledi, Türkçe Gymnasium'larda "Abitur" (Olgunlaşma) dersi oldu. Ben Berlin'de 1999 yılında emekli oluncaya kadar bu dersin çalışmalarıyla görevlendirildim. Edebiyatta deneme, eleştiri, halk yazını, anlatı, öykü ve roman gibi birçok farklı türde eserleriniz var. Ayrıca öykü, deneme ve roman türlerinde ödül almış eserleriniz var. Bu kadar farklı türde bu kadar başarılı bir yazar olmanın sırrı sizce nedir? Bu başarıyı neye borçlusunuz? Çorba düz tabağa, et parçası da derin taslara konulmaz. Yazının ta türleri, bu türlerin yazma üslubu vardır. Romanı romanın krallarıyla, denemeyi denemenin kurallarıyla yazmak gerekir. Önemli olan incelikleri kavrayıp bunu başarmakta. Yaptığımın üstesinden gelebildiysem kendimi mutlu sayarım.

7

Bir yazarın dünyasında her zaman yazacakları şeyler vardır. Diyebilirim ki, yazmayı kurguladıklarımın sayısı yazdıklarımdan daha çoktur. Yazar, yazdıklarını aşacak düzeyde bir şeyler ortaya koyacağına inanmadığı sürece eline kalemi almamalıdır. Birbirine benzer şeyler sıralamak, yazılanların değerini düşürmekten başka işe yaramaz. Sanatta "seri imalat", yazarın ölümüdür. Türk edebiyat dünyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Umut vaat eden yeni yazarlar yetişiyor mu? Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde "İnsan tükenmez!" diyor. Bugün var olanlar, yaşadıkları dönemde umut edilenler arasından çıkmıştır. Bugün de umut edilen yüzlerce kişi vardır, ama umut edilen ne denli çok olsa, geriye kalan, azdır. Sanat mücevher gibidir, az olanı değerlidir. Şu sıralarda Yekta Kopan'ın Sıradan Bir Gün adlı romanını okuyorum. Bu romanın nice yıllar sonra da okur bulacağına kesinlikle inanıyorum. Yazar olmak isteyen çocuklara ve gençlere ne tavsiye edersiniz? Yiyecekler bedenimizi, kitap ise beynimizi, duyarlıklarımızı besler. O nedenle, tavsiyem, okumak... İyi şeyler okumak... Okuduğunu seçecek düzeye erdiğinde de yaşamı boyunca kitabı elinden düşürmemek...

Emre Demirkesen

1981'de Berlin Eğitim Senatosu'nun çağrısıyla Berlin'e gitmişsiniz. Berlin'deki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?


Röportaj 9.12.2018

- Ben sizi tanımıyorum.

Ressam

- Orhan Taylan beyefendisiniz değil mi? Sizinle bir röportaj yapabilir miyiz okul dergimiz için?

Orhan Taylan

- Sizi tanımıyorum. - Peki teşekkür ederim, iyi günler…

İlk diyalog: 09. 12. 2018 Pazar… Çalışma odamdayım. Cesaretimi topladım. Asmalı mescit Mahallesi'ndeki atölyesinin telefonunu buldum. Ressam Orhan Taylan Beyefendi'yi telefonla aradım.

- Size de iyi günler… Telefonu kapattım, yanaklarım ve kulaklarım alev alev… Annem, “Ne oldu, randevu alabildin mi?” diye sordu. - Hayır annem! - Hoş geldin gerçek dünyaya! Her zaman kapılar, hoş geldiniz Şahika Hanım, diye açılmaz. Şimdi ne yapacaksın?

- Alo! (Bir erkek sesi) - Merhaba ben Şahika Tuvana Sude Demirkol İELEV Ortaokulu yedinci sınıf öğrencisiyim. On iki yaşındayım, Orhan Taylan beyefendi ile görüşebilir miyim?

- Yarın okuldan sonra atölyeye onunla tanışmaya gideceğim. - Sen yine de çok fazla ümitlenme.

8


- Yetenekli olmak güzel olmalı? - Evet, yetenekli olursan seni alır götürür ama herkes resim yapabilir, şiir yazabilir yazı yazabilir. Teknik vermek gerekir ve bol çalışmak… Bir şey yapmak istersen çok çalışarak başarabilirsin. Sanıyor musun ki şairler oturup tıkır tıkır yazıyorlar. Bir dörtlük için bazen haftalarca uğraşıyorlar. Sürekli yazım kılavuzu, sözlük ellerinde ve bolca okuyorlar. O yüzden kültürel açıdan dolu olurlar. Beyazıt Meydanı'nda bulunan Çınaraltı eski tarihlerde yazarların, şairlerin buluşma noktası gibiymiş. Orhan Kemal çayını söylemiş. Bir nane şekerci gelmiş. Eskiden Nane Şekerciler varmış, nane şekeri alana mani söylerlermiş. Orhan Kemal demiş ki, çok mani biliyor musun? “Bilirim abi, var mısın atışmaya, bakalım kim kazanacak? Sen ne iş yapıyorsun abi?” Yazarı ben, demiş Orhan Kemal. Başlamışlar atışmaya. Tabii şekercide mani bitmiş, Orhan Kemal'de bitmemiş. Sinirlenen Şekerci “Hadi hadi beni kandırma, yazar falan değilsin sen. Sen de nane şekersin!” (Gülüşmeler)

İlk karşılaşma: Pazartesi on sekiz civarı… Zili çaldım. Kalbim yerinden çıkacak gibi… Atölyedeyim. - Efendim telefonda beni tanımadığınızı söylemiştiniz. Sizinle tanışmak için sizi ziyaret etmeye karar verdim. Umarım müsaitsinizdir.

Her gün Sabah altıda kalkarmış. Kahvaltıdan sonra öğleye kadar çalışır ve öğlen bir iki saat dinlenir, tekrar çalışırmış. Günde en az 8 saat çalışırmış. Orhan Taylan Bey aralıksız çalışmanın verimini olumsuz etkilediğini, prensip olarak günü bölerek çalıştığını ve daha verimli olduğunu söyledi. Akşamları az yemek yediğini sağlık için yemeğe dikkat ettiğini... Enerjisi gıpta edilesi…

- Hoş geldin! Gülümseyerek beni karşılaması, bütün gerginliğimi alıp götürmüştü. - Hoş bulduk! Buyur edilen yere oturdum, kalbim yerinden küt küt atıyor. İkram edilen çayı karıştırırken bir müddet sessizlik oldu. Sessizlik sonrasında hâl hatır sordum. Ben konuyu yeniden açmak için uygun zamanı ararken…

- İngilizce İtalyanca ve orta düzeyde Almanca biliyorum. İtalyancayı Roma Güzel Sanatlar Akademisi yıllarında İtalya'da iken öğrendim. Bir İtalyan gibi konuşabiliyorum. Almanya'ya davet edilmiştim. Bir restoranda siparişi sen ver, dediler. Akıllarınca siparişi veremeyince benimle eğlenecekler. Akıcı Almancayla siparişi verdim, kalakaldılar o an. Alman mürebbiyeden öğrenmiştim. Ancak gramerim Almanca için pek iyi değil. Annem eğitimimize çok önem verirdi. Çok güçlü ve özel bir kadın… Orhan Bey yağlı boyalarını kendi hazırlıyor. Hatta fırçalarını bile atölyesinde hazırlıyor. Sanatı ile ilgili hayatını kolaylaştıracak buluşları var.

- Demek benimle röportaj yapmak istiyorsun - Evet efendim kabul ederseniz sorularımı hazırlayıp geleceğim. Uygun gördüğünüz zaman… Sizin kabul etmediğiniz hiçbir soruyu da sormayacağım. Burada bir grup öğrenci gördüm. Öğrencileriniz mi? - Evet, prensip olarak ayda bir hafta resim sanatına gönül vermiş öğrencilerle atölye çalışması yapıyorum. Pazartesi' den cumaya beş gün süresince üçten beşe kadar çalışıyoruz.

Sözün kısası randevu alıp eğitimine katılmak şart. İstemeye istemeye vedalaşıyorum. Çünkü saat gece on ikiyi gösteriyor. Yarın okul var. Yeniden görüşmeyi umarak beni bekleyen babamı daha fazla bekletmemek için ayrıldım oradan. Kısa sürede oluşan saygı ve sevgi hepsi birbiri içinde...

- Neden bir hafta? - Daha fazla zaman ayıramam. Eğer kendi çalışmalarımdan daha fazla zaman ayırırsam kendi çalışmalarımı tamamlayamam. Daha fazla zaman ayırırsam kendim çalışamam.

9

Şahika Tuvana Sude Demirkol 7A

- Robert'ten mezun oldunuz değil mi efendim? İngilizceniz çok iyidir.


Orhan Veli Kanık Oktay Rifat Melih Cevdet Anday

BİR GARİP ŞİİR Orhan Veli'nin öncülük ettiği “Garip Akımı”nı tanıyalım. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın birlikte çıkardıkları “Garip” dergisi bu akımın başlangıcı oldu. Başlıca amaçları, Türkçe şiir yapısında değişiklikler yapmak, birtakım sınırları ortadan kaldırmaktı. Dönemin şiirle ilgilenen çevrelerince bu tutum garipsendiği için de akımın adı “Garip” olarak tanımlandı. Neydi bu garipsenenler? Kafiye, ölçü, söz sanatları gibi şiiri sınırlandırdıklarını düşündükleri kalıplardan şiiri özgürleştirmek. Sadece belli bir sınıfın, yani toplumun üst sınıfları denilebilecek eğitimli sınıfların şiiri tekelinde bulundurmasından duyulan rahatsızlık da bu üç şairin önemsedikleri bir bakış oldu. Tüm şiir geleneklerine karşı çıkarlarken şiiri diğer sanat dallarıyla iç içe gören (müzik, resim vs.) anlayışa karşı da bildiri yayımladılar. 10


Bu üç şairimizden en geç ölen Melih Cevdet Anday ise şiirin yanında romanları ve tiyatro oyunlarıyla da ilerleyen yıllarda Türk edebiyatına katkı sundu. Şiirlerinde toplumsal gerçekliği ele alan şair Garip akımının temsilcilerindendir. İlk şiirlerinde konu edindiği romantizmden sıyrılmış akıl ve akıl egemenliği, güzel günlerin özlemi gibi toplumsal olaylara değinmiştir. Pablo Neruda kendisinden "Nâzım Hikmet'ten sonra çok büyük bir Türk şairi daha buldum. Bütün gece gözüme uyku girmedi." diye bahsederek şair yanını övmüştür ancak çok başarılı düz yazıları da vardır, uzun yıllar gazetelerde köşe yazarlığı da yapmıştır. Şiirde anlama önem veren Garipçiler, tüm süslemelerden arındırılmış, gündelik hayatın diliyle şiir yazmayı, dolaysız anlamı şiirde kullanmayı önemsediler. Öyle ki “Süleyman Efendi'nin nasırı” bile şiirin konusu edildi. Bence Garip Akımı Türk şiir tarihindeki en önemli gelişme olarak kabul edilebilir. Şiir özgür bir aklı gerektirirken kimi sınırlara hapsedilmiş bir şiir anlayışı ile ifade sorunu yaşanacağı kesindir. Bu akım sayesinde edebiyatla yakın ilişki kuramamış olan insanlar bile şiir okumaya başladılar. Özellikle Orhan Veli edebiyatımızda en çok tanınan ve okunan şairler arasına girdi. Oktay Rifat ise ilk başlarda aşk şiirleri, toplumsal sanat ilkesinden hareket ederek masal ve tekerlemelerden yararlanarak sosyal şiirler yazmıştır. “Perçemli Sokak” kitabı ile şiir anlayışında değişiklik oluşmuş ve İkinci Yeni şiir akımına kaymıştır.

Zeynep Genç 7/B 11


G ARİP AKIMININ EDEBİYATA ETKİLERİ Garip akımı, Türk edebiyatında 1941 yılından sonra Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu'nun öncülüğünü üstlendiği şiir akımıdır.

Orhan Veli şöyle der kendilerini tanıtırken: ''Edebiyat tarihinde her büyük şair ve her yeni akım, şiire yeni bir sınır getirmiştir. Bu sınırı azami (en yüksek) derecede genişletmek, daha doğrusu, şiiri sınırdan kurtarmak bize kısmet oldu.'' Şiirin konusunu seçerken sıradan insanın, halkın hayatından esinlenmişlerdir. Şiirlerinde her şey, açıklık ve basitlik ile anlatılmıştır. Şiir dilinin günlük konuşma dilinden ayrı bir dil olmadığı düşüncesiyle sözcükler genellikle akla gelen ilk anlamları ile kullanılmıştır. Böylece Türk şiirinde, şiir dili ile günlük hayatın ögeleri birleştirilmiştir. Orhan Veli çekinmeden bir şiirinde Süleyman Efendi diye birinin nasırından söz eder. Melih Cevdet Anday ''Yaşamak güzel şey doğrusu/Üstelik hava da güzelse/Hele gücün kuvvetin yerindeyse/Elin ekmek tutmuşsa bir de'' dizeleriyle herkesin kolayca anlayacağı bir dilde, hepimizin içinden geçebilecek duyguları basitçe dile getirmiştir.

Duru Şimşek 7/C

Garip akımına aynı zamanda Birinci Yeni de denir. Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu Ankara Erkek Lisesinden arkadaşlardır. Edebiyat öğretmenleri ise edebiyatın önemli çınarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Garip Akımı, Türk şiirlerinin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu şairler tarafından başlatılan akımın serbest tarzda şiirler yazmaları edebiyat dünyasında oldukça garipsenmiş ve bu şiir hareketi “Garip” diye adlandırılmıştır. Garip şiiri, 1940'tan sonra değişen yeni sosyal ortamın edebiyattaki ilk yansımasıdır. Akım, yerleşik bütün şiir anlayışlarına meydan okumuştur. Bu nedenle edebiyat dünyasında büyük bir tepkiye yol açmıştır. Ancak bir süre sonra -her ne kadar karşı çıkanı olsa da- toplumda kabul görmeye başlamıştır. “Garip” kitabının ön sözünde Orhan Veli, imzasız olarak akımın ortak görüşlerini dile getirmiştir. Bir manifesto niteliğindeki bu yazı, akımın Türk şiirinde yapmak istediği değişiklik ve yenilikleri anlatması açısından önem taşımaktadır.

Garip akımının şiirde ortak noktası ve kaygısı anlamdı. Bu nedenle geleneksel şiirin süsleme ve sanatlarını bir yana bırakan, yalın anlatımlı bir şiir yaratmak amacı taşıdılar. Şiirlerini buna göre yazdılar. Bugün bile okul duvarlarının dışında, hayatın herhangi bir yerinde ''Ağlasam sesimi duyabilir misiniz mısralarımda?'' biliniyorsa… ''Gün olur alır başımı giderim/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda'' diye bir şarkıyı mırıldanıyorsa diller… Ya da İstanbul'u dinliyorsak arada bir, gözlerimiz kapalı… Orhan Veli ve arkadaşları o kadar da “garip'' değiller artık. 12


FOTOĞRAF

Lise yıllarında filizlenen bir arkadaşlık, edebiyat yoldaşlığına dönüşür zamanla. Şiirin penceresinden baktıklarında aynı dünyayı gören bu üç genç şair, derslerden artan zamanlarında şiir konuşmaya bayılırlar. Melih Cevdet Anday, birlikte çekilmiş aşağıdaki fotoğraflarına bakarken şu dizeleri kaleme alır:

Dört kişi parkta çektirmişiz, Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi... Anlaşılan sonbahar Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli Yapraksız arkamızdaki ağaçlar... Babası daha ölmemiş Oktay'ın, Ben bıyıksızım, Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış. Ama ben hiç böyle mahzun olmadım; Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? Oysa hayattayız hepimiz.

Soldan sağa Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat, Melih Cevdet 13


MUTLULUK Mutluluğun henüz bir tarifi yok bence. Aşk mı mutluluk yoksa kurulması zor dostluklar mı? Bence mutluluk bu evren gibi sonsuz, limon gibi ekşi. Bir an gelir havada süzülen balon gibi özgür olursun ya da ne bileyim şiirlerin duygusallığı kadar duygusal olursun. Doğrusunu isterseniz asıl mutluluk Orhan Veli'dir. Ben Orhan Veli dizeleri okuyunca ya da bir çay bahçesinde birden ismini duyunca tebessümümü eksik edemiyorum belki okul sıralarında hep ondan bahsedildiğinden belki öğretmenimin en sevdiği şairlerden biri olduğundan. Şiirleri aklıma kazınmış, hayat hikâyesi bir an olsun aklımdan çıkmaz düşünür dururum Orhan Veli'yi. Belki geleceğimi onda görüyorum, belki başarı öyküsü beni gururlandırıyor. Bilmiyorum ama mutluluk Orhan Veli.

Naz Sevinç 7/A

Orhan Veli Hakkında

Ne Dediler? Sait Faik arkadaşı Orhan Veli'yi şu şekilde tasvir etmiş: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles (üçgen) bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt -denebilirse-, ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli.”

Ahmet Hamdi Tanpınar “Daha orta mektebin birinci sınıfında talebem olan Orhan'ı Cerrahpaşa Hastanesinde son defa oksijen çadırının altında yarı çıplak, güçlükle nefes alır ve o kadar güzel hayallerin yakaladığı dünyamızı yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü hiçbir zaman unutamam. Şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zekâ, kendisi olmaktan çıkmıştı.” 14


Cemal Süreya “Yeni şiirimizin, işlev olarak kurucusu olan bu adam kuramını yazılarıyla değil, başka iki şeyiyle yaptı: Hayatıyla (yaşam biçimiyle) ve şiirleriyle.”

Sait Faik ve Orhan Veli aynı masada

Oktay Rifat “Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi.” “Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı.”

Sait Faik Abasıyanık “Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şairdir. ”

Aziz Şenbayram 7/B 15


İSTANBUL'U DİNLİYORUM İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgar esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar ağaçlarda;. Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Zeynep Derin Ülgen 7/C

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum. ORHAN VELİ

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

16


Rosenbergler, yani Ethel ve Julius Rosenberg, ikisi de Yahudi ailelerden gelen bir çift. ABD'de yaşamış, soğuk savaş sırasında gizli bilgileri Rusya'ya sızdırmakla suçlanarak elektrikli sandalye ile idam edilmişlerdi. İdam tarihinden önce yurt içinden ve dışından pek çok mektup gelmiş, suçu kanıtlanamamış bu iki insanın serbest bırakılmaları konusunda toplum ısrar etmiştir. Bunun üzerine Rosenberg çiftine suçlarını kabul ederlerse cezalarının 30 yıl hapse indirilebileceği söylenmiş fakat onlar bunu kabul etmemişlerdir. Bunun yanı sıra Ethel Rosenberg'e kocasının suçlu olduğunu kabul edip itiraf ederse kendisini serbest bırakabileceklerini de söylemişler, hatta çocuklarını hatırlatarak Ethel Rosenberg'i ikna etmeye çalışmışlardır. Ethel Rosenberg ise sadece kendi çocuklarının değil ''gerçeğin ve adaletin annesi'' olmayı tercih etmiş ve şöyle demiştir: ''Peki ya bize inanan onca insan?.. Onlar da bizim çocuklarımız değil mi?'' diyerek suçlamaları kabul etmemiştir. Böylece Rosenbergler, onlara inananları yarı yolda bırakmayıp kendi hayatlarını feda etmişlerdir. Bu trajik olay, edebiyatta da pek çok iz bırakmıştır. “Rosenbergleri Ölmemeli” adlı tiyatro eseriyle sahnede anılan Rosenbergler, ondan da önce Garip şairlerinden Melih Cevdet Anday'ın dizelerinde karşımıza çıkar. Melih Cevdet, yazdığı “Anı” adlı şiirde Rosenbergleri ve onlara yapılan haksızlığı unutamadığını dile getirmiştir. Gelin, bir göz atalım isterseniz:

ANI Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil bu anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi Sevdiğim sokak adları gibi Bütün sevdiklerimin adları gibi Adınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı Herkes gibi kalkacaktınız Belki daha uykunuz da vardı Geceniz geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan Öpüşürken bu dalgınlık bundan Tel örgünün deliğinde buluşan Parmaklarınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil, unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma.

17

Defne İnci Ulus 6/C

ROSENBERGLER


Yalnızlığım Bilir misin sen yalnızlık nedir? Sen şimdi bana açıklamasını yapsan sakinlik dersin. Oysa bence yalnızlık düşülen bir boşluktur, kurtuluşu olmayan bir boşluktur. Hiç düşündünüz mü sessizlik insana korku verir mi diye. Ben düşünmeden bu sorunun yanıtını bulabiliyorum. Ben korkarım yalnızlıktan, tutunamam hayata diye. Ağlarım, bana gülerler diye. Korkarım ben yalnızlıktan. İnsanlar mega kentlerin yorgunluğuna ara vermek için yalnız, sessiz kalır. Ben sabah kalkınca okula giderken kendimle konuşarak gidiyorum, neden böyleyim neden yalnızım diye... İsmim mi kötü, boyum mu çok uzun, saçım mı kısa neden yalnızım ben? Sen, siz, onlar beni asla anlayamazsınız. Ben belki de yalnız değilim sadece bulamıyorum doğru insanı. Ayna karşısına geçip her yalnız gibi bakıyorum kendime ve hayata ve birden ağlamaya başlıyorum. Acımasız insanlar yüzünden. Herkesin en güvendiği arkadaşı vardır, kuzeni vardır, benim en yakın arkadaşım ise aynadır. Ben hep en yakına hasret kalacağım belki de. Yalnız olmayan asla anlayamaz beni ve benim gibileri...

Naz Sevinç 7/A

Defne Tarakçı 7/A

Hayata Dair Sıradan bir gün, Gece kendini sabaha teslim etti, Ay ise güneşe. Bulutlar dünün hüznünden vazgeçti. Biliyorlar çünkü bugün yeni bir gün Kötü şeyler yaşasa da insan Bilir ki her günü başka bir umut, Hayat hızını kesmez. Birbirini kovalamak için yarışır günler Pazarın umudu pazartesi, Çarşambanın ise perşembedir. Bazen hüzünler ardı sıra gelir Bazense mutluluk gelir hüznün ardından

İnsan bilir, en güzel günler aslında yaşanan günlerdir Her anın değeri vardır hayatta Çünkü geri gelmeyecektir geçen an bir kez daha Sevmek, yaşamak, özlemek Hepsi hayata dairdir. Yaşa, sev, gez, üzül ama asla umudunu kaybetme Çünkü hayat pişman olmak için Çok kısa... *Garip akımından esinlenilerek yazılmıştır. 18


Bir İşsizin Öyküsü:

İşsizlik Sıradan bir park düşünün. Gündelik hayatta gittiğiniz veya bir kereliğine bile olsa yolunuzun düştüğü bir park... Etraftaki insanların her biri diğerinden ve tabii sizden farklıdır, değil mi? Gerek dış görünüşleriyle gerek iç dünyalarında savaştıkları güçlüklerle... İşte Orhan Veli, kendi deyimiyle ''kaderleri bu yolda ortak olanların'' bahçesinde buluyor kendini. Yani işsizliğin yolunda... Bahçede boş bir bankta oturuyor öykünün başında. Suçluluk daha doğrusu utanma duygusuyla buluyor kendini çünkü herkesin yemeğe gittiği bir öğle vaktinde o, bir parkın bankında oturmaktadır. Yemek yiyemiyor öğle vakti, yemeği ancak düşlüyor. Çok acıkmış olacak ki levrek balığının hazırlanışını düşünüyor, zeytinyağının ip gibi ince oluşunu ayarlamak gerektiğine kadar... Ancak sonra kızıyor kendisine. Mayonezli levrek yerine niye bir somun sıcacık ekmek düşünmüyor diye! Aslında burada ince bir detay da saklıdır: Binbir çeşitle donanmış zengin sofraların dünyasında hayatın sıcak bir somun ekmek kadar basit ve sade güzelliğini hatırlatmaya çalışıyor Orhan Veli. Petrol arama kampından gelen iş teklifini düşünüyor, kabul etmediği… Oraya gittiği durumda kuracağı arkadaşlıkları kurguluyor. Amerikalı mühendisinden tutun da ''Pamuk'' adlı bir kediye sahip muhasebeci Ethem Bey'e kadar... Daha demin aç olduğu için yemek hayali kuruyordu, yemeğe muhtaç olduğu için... Arkadaş kurgulama sebebi de gerçek dostlara sahip olma arzusu olabilir miydi? Belki de… Kendisi böyle hayaller denizinde yüzerken birden Şam fıstığı yiyen iki genci görür. Belki parktan o kadar insan geçmiştir ama onun gözü yine yemeğe kaymıştır. Kendi içinden onlara sitem eder, Şam fıstığı yedikleri için. Sonra tekrar hayallere dalar. Aslında hayalleri gerçek gibidir. Kurguladığı oda

arkadaşı, şiiri sever; onunla şiir sohbetleri yapar. Bir sohbetin sonunda arkadaşına şu dizeyi söyletir: “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz.” ''Melâl'', sıkıntı demektir ancak bu dizelerde bir kelimeden fazlasıdır aslında. Oturduğu yerden kalkmıştır, bahçe biraz daha kalabalıklaşmıştır çünkü. Bahçenin kapısına doğru yönelirken kalabalığın içinde konuşan insanların sohbetine kulak misafiri olur. Her biri ayrı şey söyler, hepsinde bambaşka dünyalar vardır. Sonra burnuna bir et kokusu gelir. Kaliteli ettir bu. Üstelik hayal meyal de değildir, gerçektir. Kokuya giden bir duman da olmalıdır illa ki… Hemen düşünmeye başlar. Az önce bir somun ekmek ya da mayonezli levrek hayalini kuran da o değilmiş gibi. Orhan Veli, bahçeyi terk ederken yeni hayallere dalarak bitirir öyküsünü. Öykünün neredeyse tamamı betimlemeler üzerine kurulmuştur: Bir yandan yemek hayalleri ince ince anlatılır bir yandan da petrol kampındaki olası arkadaşları. Ancak bahçe, detaylı anlatılmaz. Arada sırada gelip geçen insanlar… Onlar da çok derinlikli verilmez. Orhan Veli kendi içine yönelmiştir daha çok. Bahçenin betimlemesini de bizim hayal dünyamıza bırakmıştır, belki de kendi öykümüzü kuralım diye. Yemyeşil ağaçlarla dolu bir yer de olabilir, sümbüllerle kaplı olağanüstü bir bahçe de. Ya da yaprakları dökülmüş, dalları budanmış kuru ağaçlar… Orası da bizim yaratıcılığımıza kalmış... Söylesenize, yolda yürürken siz de kaldırımdaki insanların sohbetlerini duymadınız mı hiç? Üzücü bir gerçek de olabilir tatlı bir yalan da... Her biri ayrı bir öykü gibi; işsizlik kadar gerçek, sıcak bir somun ekmek kadar sade, hayal kadar tatlı…

Poyraz Nehı̇ r Alptekı̇ n 7/C 19


Melih Cevdet Anday ve Aşkın Huzursuzluğu Melih Cevdet Anday, 13 Mart 1915 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Çocukluğu Kadıköy'de geçti. Lise çağlarında Oktay Rifat ve Orhan Veli Kanık ile tanıştı. Daha sonra Hukuk Fakültesinde eğitim gördü. Oradan sonra Ankara Üniversitesine kaydoldu fakat Devlet Demiryolları memuriyetlerinden dolayı eğitimini tamamlayamadı. 1936 senesinde ise “Ukde” adlı şiiri yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında

Ece Begüm Bilginoğlu 5/C

“Garip” isimli kitabı çıkardı.

Tanıdığım bir ağaç var Etik bağlarına yakın Saadetin adını bile duymamış Tanrının işine bakın Geceyi gündüzü biliyor Dört mevsimi, rüzgârı karı

Ay ışığına bayılıyor Ama kötülemiyor karanlığı Ona bir kitap vereceğim Rahatını kaçırmak için Bir öğrene görsün aşkı Ağacı o vakit görün

Aşk her yerde; kitaplarda, mahallelerde, imkânsızıyla, imkanlısıyla karşılıklı veya karşılıksız sevmektir. Huzursuzluğun, heyecanın asıl ve tek anlamıdır aşk. Aşk canının yarısını feda etmektir, bazen arkasında hasret ve bazen ise sevinç bırakır. Aşk bir kulaklıkla aynı müziği dinlemektir. Aşk aynı yaşamı, aynı evi ve aynı zamanda aynı duyguları yaşamaktır. Aşk uçsuz bucaksız bir uçurumun kenarında gözleri bağlı yürümektir. 20


İNSANLIK ÇİÇEĞİ Hicabi Demirci'nin “Çizgili Dünya” adlı karikatür kitabında yer alan aşağıdaki karikatürden esinlenilerek yazılmıştır. İnsanlık bir çiçek gibidir benim için. Bu çiçeğe bakarsan, sularsan açar. Ama bunları yapmazsan bu çiçek solar, aynı şimdiki insanlık gibi. İnsanlık bitmiş, kimse birbirine yardım etmiyor, destek olmuyor. Herkes sadece kendini düşünüyor. Biz istediğimiz her şeye yeterince sahibiz ama sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz. Mesela ev, yiyecek, içecek, giysi vb. bir sürü şey elimizin altında ama bunların değerini bilmiyoruz. Şunu bilmeliyiz ki herkes bizim yaşadığımız hayatı yaşamıyor, herkes bizim sahip olduklarımıza sahip değil. Bu dünyada hiçbir şey eşit değil. Sanıyoruz ki herkes bizim gibi mutlu ama değiller işte. Bazıları var ki üç katlı, sıcacık bir evde yaşıyor; bazıları ise sokakta çöpte buldukları kartonun içinde yatıyor. Sizce bu yeterince eşit mi? Eşit diyorsanız tavsiyem bir doktora gitmeniz olacaktır. Biz evimizde annemizin yaptığı yemekleri beğenmeyip yemek seçiyoruz, onlar ise bir parça ekmek bulabilmek için sokakta zor şartlar altında dileniyorlar ve oradan geçenler de onları umursamıyor. Kışın o soğukta, sokakta yatan insanlar da var bu dünyada. Keşke onları önemseyip yardım eden insanları da görebilsem şu hayatta. Sanki onların bizden çok bir farkı var, hepimiz insanız sonuçta. Ha zengin ha fakir ne fark eder, o da bir insan değil mi? Ama maalesef bunun farkında olan çok az kişi var. Ben de bu yazıyı en azından birkaç kişi bile olsa durumumuzu fark ettirmek için yazıyorum. Umarım, herkes empati kurar da bir saniye bile olsa bu insanları ve dünyadaki eşitsizliği düşünür. Eğer bu olursa çiçeğimiz açacak ve onu koklayan ilk ben olacağım. Hicabi Demirci'nin burada gördüğünüz karikatüründe de evde mutlu bir aile birbirlerine hediye verirken altta bir çocuk kartonda kıvrılmış yatıyor. Hayat ne neden böylesin, dedirtiyor.

Serra Aras 7/A 21


İYİ Kİ BENİM ÖĞRETMENİMSİN Karanlığın ardından Güneş gibi doğan ışıksın Altın kanatlarınla Göklerde süzülen meleksin

Okumayı yazmayı Öykü yazmayı Belki de düzgün konuşmayı Sen öğrettin bana

Sınıftaki Kahramanım benim Bize hayatı öğretmek için Çok uğraştın

Tüm saygımla Tüm sevgimle Sevgili öğretmenim İyi ki varsın Bade Önduygu 5/C

HAZİNEMİZ Yürürüm yollarında kıvrıla kıvrıla, İnerim kayalarında savrula savrula, Geldim işte cennete, Sevinirim hoplaya zıplaya, Tarihin yolu, Toprağın bolu, Tabiatın kolu, Ey gidi Anadolu. Alp İnce 7/B

22


KARA GÜNLERDE DOSTLUK O gün, her günden daha mutsuzdum çünkü hem para durumumuz çok kötüydü –zar zor okuyordum- hem de bir önceki gün babaannemi kaybetmiştik. Zor şartlar altında yaşadığımız için onu yakalandığı hastalıktan kurtaramamıştık. Gözümde sürekli bir yaş… İfadem yok. Babam ne yapacağını bilmiyor, bizi nasıl geçindireceğini düşünüp duruyordu. O, temiz kalpli ve saf bir adamdı. Bir zamanlar çok zenginken bütün parasını kumarda kaybetmiş. Bunu, arkadaşlarının yüzünden yaptığını anlatmıştı bir keresinde. ''Ben, bunun kumar olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlarımın dışında kalmamak için… üstelik oyun oynuyoruz sanarak gitmiştim. '' demişti. Buna annem hiç inanmıyordu ama ben inanıyordum. Okuldaki bir arkadaşım, nasıl olduysa, içinde bulunduğumuz durumu öğrenmişti. Bu yüzden bana çok ilgi gösteriyordu. Bir gün, bir köşede ağlarken elinde bir bardak suyla yanıma geldi. Sonraki günlerde de bunu hep tekrar etti. O zaman anladım ki bir bardak su, onun ''Ben, yanındayım.'' deme biçimiydi. Gün geldi, bütün paramız bitti. Doğal olarak benim için okul da bitmişti. Okuldaki son haftamdı. Arkadaşım, benim için daha çok üzülmeye başlamıştı. Annesinden benim için para bile istemişti. Alamamıştı ama… Olsun!.. Okuldan ayrılmama üç gün kalmıştı. O sabah yanıma geldi ve onunla birlikte bahçeye çıkmamı istedi. Birlikte yürüdük, o önde gidiyordu. Ben de arkasından onu takip ediyordum. Sonra bahçenin toprak olan bir yerine gelince durduk. Bir tahta parçası vardı toprağa dikilmiş. Babaannem için mezar yapmıştı. Bu yüzden okulda ceza bile aldı. Sonraki gün harçlığını bana verdi. Parayı uzatırken tebessümü beni de mutlu etmişti. O para hiçbir şeyi çözemezdi ama onun benim için bir şeyler yapma hevesi çok güzeldi. Sonraki hafta bir fabrikada işe başladım. Arkadaşım, akşamları yanıma gelip okulda öğrendiklerini bana anlatıyordu. Farikanın yakınındaki bir ağacın altında oturup ders çalışıyorduk. Gözlerimde yine yaşlar oluyordu bazen. Ama bunların çoğu mutluluktandı. Arkadaşlık sayesinde…

Tan Bozok Topaloplu 6/C 23


BAKTIM VE GÖRDÜM Baktım ağacın dalına Gördüm meyvesini Düşündüm aradaki mesafeyi Bakmak zorunlu gibiydi Ama görmek, O Meyveyi göremeyebilirdim Ağaçtaki kuş yuvasını Göremezdim elbet Göremezdim yoldaki karıncayı Bakardım ağaca sadece ağaç Bakardım yola sadece asfalt Nuri Can Pir 6/A

KAR TANELERİ Benim yaşadığım yer Masal ülkesi değil Ama kış gelince Karlar yere inince

SAYENİZDE Onlar bizim öğretmenlerimiz Onlar al yürekli Onlar çiçek yüzlü Fark etmeseler de bize hep gülümsediklerini Biz anlarız onların hislerini Onlar bize öğretti Türkçeyi, Almancayı, ngilizceyi, feni, dini. Biz bilgilerimizi kullandıkça Başka yerde de olsa Onlar anlar bizim kullandığımızı O al, o mavi sarıyor sevgi dolu kalplerinde Hissederler her şeyi Biz büyüyünce Onlara teşekkür edeceğiz Onlar bizim kahramanımız

Muzlu beyaz bir pastaya benzer Bütün sokaklar sessizce Işık yanar her yerde mum gibi Karda iyi hissederim ben de kendimi Bizim güven kaynağımız Öğretmenimiz sayesinde Bilgilerimiz su gibi akıp gidiyor Haksız mıyım? Sizce değil mi öğretmenimiz Temiz yürekli, zeytin gözlü Aslında öğretmen Konuşan, öğreten, bilgili sevgi dolu bir çiçek O bizim Okuldaki annemiz, babamız, ebeveynimiz O, Bizim için 24

Daha o gün doğmuş gibi Bir de hastalıklar olmasa… Zeynep Hallaçoğlu 3/B

Uğraşır çabalar Bir öğretmenin değeri Verdiği ödevden değil Bir gülümsemesiyle ölçülür Bütün öğretmenlerime Kalpten sevgilerle Deniz Egemen 5/A


GÖRMEK ASIL ÖNEMLİ OLAN Bazı insanlar bu iki fiili aynı zanneder ancak bunlar çok farklıdır. Bakmakla anlamayız sadece başımızı çevirip gözümüzü kullanmış oluruz. Görmek için ise sadece gözümüze değil, beynimize ve diğer duyu organlarımıza da ihtiyaç duyarız. Görürken anlarız, inceleriz, yorumlar ve baktığımız şeyin farkında oluruz. Sadece bakmaktan bir şey çıkmaz, farkında olmadan, bilmeden yaparız bu hareketi. Biz insanlar sadece bakmakla yetinmeyip baktığımız şeyleri görmeye odaklanmalıyız. Bazen sokakta dalgın dalgın yürürken arkadaşımız yanımızdan geçer, biz ona bakar, ama görmeyiz. Arkadaşımız darılıp neden bana merhaba demedin diye bize gücenir. Halbuki biz ona sadece bakmış, ama görmemişizdir onu. Bakmak değil görmek çok daha önemlidir. Bununbilincinde olarak bakarken görmeye odaklanmalı, kendimizi buna alıştırmalı, eğitmeliyiz. İyi görmek başarılı olmanın olmazsa olmazıdır.

Haki Gün İçen 5/C 25


RÜYA Bir kız vardı. Adı Melis idi. Annesi ve babası ile yaşıyordu. Bir gün sahili gezerken, tam Boğaz'ın önünden geçerken, ani bir fırtına başladı. Kız ne yapacağını bilemeyip bir ağaca sığındı. Her taraf darmaduman. Her şey havalarda. Birden gördü ki fırtına götürüyor küçük bir martıyı. Kız, martıya bir şey olur diye çok korktu. Ama ne yapabilirdi ki? Kendisini tehlikeye atacak cesarette hiç olmadı bu kız.

Yatağımdan yavaşça doğruldum, penceremden sızan güneş gözlerimi alıyordu. Sonra dişlerimi fırçaladım, yüzümü yıkadım. Dişlerimi fırçalarken bir baktım ki rüyamda gördüğüm kızın üstündeki kırmızı elbise var üstümde. Kendi kendime dedim ki bence bu bir tesadüf. Ama olmayabilir de. Şu an hiçbir şeyden emin değilim. Hepsini bir kenara bırakıp annemin ve babamın yanına gittim. Beraber kahvaltı ettik, sohbet ettik. Sonra üstümü giyip sahile gitmek için dışarı çıktım. Deniz çok güzeldi. Güneş ışığının yansıması ile deniz pırıl pırıl, güneş zaten mükemmel.

Zaten kim kendini bu sert fırtınada bir martı için kendini tehlikeye atabilirdi ki! Yani anlayacağınız, kız hem korkuyor hem de üzülüyordu küçük martı için. Küçük martı da adeta bir kargaşa içindeydi. Sonunda küçük martıyla rüzgâr arasındaki kavga bitti ve bu çekişmeyi martı kazandı. Kız, martı kurtulduğu için mutluydu ama bir o kadar da üzgündü martıyı kurtarabilecek cesareti kendinde bulamadığı için. Küçük martı rüzgârdan kurtulduğu gibi gökyüzüne doğru yükseldi ve uzaklaştı. Sonra fırtına yavaş yavaş bir rüzgâr oldu ve sonra eski hâline döndü İstanbul.

Denizin berrak görüntüsü bambaşka bir huzur veriyordu. Kız Kulesi de çok güzel görünüyordu. Denizin içindeki denizyıldızları ve balıklar çok tatlı ve güzellerdi. En güzeli ise bu güzelliklerin bir araya getirdiği renk cümbüşü ve manzara. Biraz daha denizi izleyip eve döndüm. Ödevlerimi yaptım, biraz film izledim. Sonra yine dişlerimi fırçalayıp yatağıma yattım. Açıkçası yarını iple çekiyordum. Çünkü o zaman tekrar görebilecektim o manzarayı…

İpek Demir 7/A

Kız da fırtınanın dinmesiyle beraber yere taş gibi sert bir şekilde düştü. Düştüğü gibi her tarafına ağrılar girdi. Zar zor yerinden doğruldu ve en sonunda ayağa kalkmayı başardı. Ve yavaş yavaş evinin yolunu tuttu. Tam köşeyi döndüğünde karşısına fırtınaya yakalanan martı çıktı, hemen onun yanına koştu. Martı ilk başta çekinse de kıza alıştı. Kız, yavaşça martının tüylerini okşadı. Sanki martıyı anlayabiliyordu. Söylediklerini, dertlerini, duygularını…

Denizi, güneşi ve balıkları…

Aralarında bir konuşma geçmese de sanki bakışarak anlaşıyorlardı. Bir süre sonra martı kanatlarını açtı ve uçup gitti. Birden bir ses duydu kız. Annesi ona sesleniyordu “MELİS” diye. Bir anda uyandım. Yatağımdaydım. Bunun bir düş olduğunu anlayınca hayal kırıklığına uğradım biraz. Hem de anlatıcısı ben olan.

26


Onlara da sorsak nasıl bir dünya istiyorlar diye

Uçsam o kanatlarla özgürlüğün kapısına

Ama sorsak büyüklere betonla dolu bir dünya

O eşsiz İstanbul Boğazı

Tamam ama biz neresindeyiz bu hayalin

Olsa bir barış suyu

Gelin sallanalım özgürlük salıncağında

Ondan içen herkes gelse bizimle

İstemeyen, olmaz der

Sulardaki balıklarla

İsteyense sonsuzluğa gider

Havadaki bulutlarla

27

Zümrüt Şahin 6/B

BİZ NEREDEYİZ?

Denizlerden olsa bir kanadım


TELEFON Telefon… Bu zamanlarda en çok kullandığımız alet… Telefonların iyi yanları da var elbette. Mesela istediğimiz zaman sevdiğimiz insanlara ulaşabiliyoruz. Dünyada ne olup bitiyor haberimiz oluyor. Bazen babama soruyorum: Baba sizin zamanınızda uzaktaki sevdiklerinizle nasıl görüşürdünüz? Ve o da şöyle cevap veriyor: Biz o zaman PTT aracılığıyla yani mektup yazarak konuşurduk. Evet, işte bu avantajlara sahip bir devirdeyiz. Elbette her iyinin bir de kötüsü vardır. Mesela eskiden çocuklar dışarı çıkıp akşama kadar oynarlarmış. Tabi hâlâ daha böyle çocuklar da var. Ama şu anda genelde çocuklar bütün gün telefon ile vakit geçiriyor ve sabaha karşı saat neredeyse 03.00'e kadar yatmayıp telefonu elden bırakmıyorlar. Tabi bunları ben de yapıyorum ama bence her şeyin bir zamanı olmalı. Aslında olmalı değil, var! Her şey bize bağlı.

Doğu Tekelioğlu 7/B

Biz onların kölesi değiliz, aksine onlar bizim kölemiz. Adeta bizi içine çekiyor. Benim en çok üzüldüğüm şey, her yeni çıkan telefonun çok satılıyor olması. Ama telefonun asıl amacı ne? Bunu hiç düşündünüz mü? Bir iki dakika düşünün. Telefon oyun oynamak için değil. Telefon insanların iletişim kurmaları için. Şimdi bundan yola çıkarak düşünün, Iphone X ile Nokia 3310 arasında ne fark var? İşte telefonun en önemli karadelik özelliği, sizi içine çekiyor ve siz oradan çıkamıyorsunuz, buna dikkat edin. Elbette teknolojiye ayak uydurmak önemli, kendimize özellikleri olan telefon da alabiliriz ama sırf yenisi çıktı diye değil. Çünkü telefon mali durumu da etkiliyor. Mesela bir Iphone bile 3.000 liradan başlayıp 15.000 liraya kadar çıkabiliyor. Hem de aile içinde iletişim kopukluklarına neden olabiliyor. O zaman nerede kaldı bizim iletişimimiz? Ayrıca radyasyon yayıyor. Hadi, daha ne duruyoruz? Kendimizi ve başkalarını kurtarmalıyız. Telefona istediği kadar mesaj gelsin, telefon titresin önemli olmadıkça bakmaya gerek yok.

TELEFONUN SİZİ DEĞİŞTİRMESİNE İZİN VERMEYİN! 28


H

Odamda kitap okuyordum. Camım açıktı. Kitabın en heyecanlı bölümündeydim. Bir anda içeri rengarenk bir kuş girdi. Güzelliği karşısında büyülendim. Adeta bana büyü yapmıştı. Kuşa daha yakından bakmak istediğimde kuş gitmişti. Peki nereye gitmişti o güzel kuş? Onu tekrar görmek için nelerimi vermezdim. Hayır, peşini bırakmayacaktım o kuşun. Neden mi? Çünkü tek bacağı kırıktı ama uçabiliyordu. O kuşu bulup veterinere götürecektim. Dışarı çıktım. Kuşu arıyordum her yerde. Aradım, aradım ama hiçbir sonuca varamadım. Aklıma ilan asmak geldi. İlanları astım ve saat çok geç olduğu için eve gittim. Sabah uyandığımda bütün ilanlar yırtık şekilde çöpün yanında duruyordu. Ne yapsam bilmiyordum. Acaba harçlığımı birazcık kullanıp panolar mı kiralasaydım. Panolar kiralayacak kadar harçlığım yok ama yine de daha özenli şeyler bastırabilirim. Bastırdım ve alta telefon numaramı yazdım. İlk gün arayan olmadı. İkinci gün de arayan olmadı. Üçüncü gün biri aradı. Kuş bizde dedi ama onu sana satmamız için bize çok iyi bir teklifle gelmelisin dedi. “Peki, ona veterinere götürecek misiniz?” diye sordum. Onlar ise “Bu sana kalmaz.” dediler. O kuşu satın alacak param yoktu. Pes etmeyecektim. Ben de geri aradım. “Eğer siz o kuşu veterinere götürmezseniz, ben Hayvan Hakları Birliği'ne gideceğim.” “Kimse küçük bir çocuğa inanmaz.” dedi. Hayvan Haklarına gittim. Onlar da kuşu aradılar. Adamı ve karısını bulduklarında bu sefer kuşun iki bacağı da kırılmıştı. Kafes çok dar geldiği için olmuştu. Caza aldılar. Kuşu veterinere götürdüm. Artık benimle yaşayacaktı. 1 yıl geçti birbirimizi anlıyorduk artık. Adını da ne koydum biliyor musunuz? Hayal. Neden mi? Hem hiç peşini bırakmamamız gerektiğinden hem de onun peşini asla bırakmadığımdan.

Ela Gökmen 6/A

ayal Kuşu

29


Beklediğimiz İlk Kişi Çoğunuz biliyorsunuz, ak sakallı, kırmızı giysili insanın hikâyesini. Noel arifesinde bacadan girip kapıdan çıkan o insanı küçükken ne de pek çok beklerdik, bize hediyeler getirecek diye. Ama büyüyünce o insana inanmamaya başladık. Âdeta unutulup gidiyor. Oysa ben hâlâ beklemeye devam etmek istiyorum. Fakat onu beklemeye her giriştiğimde içimden “Özne, büyüdün artık; inanma şu efsaneye!” diyorum. Bunları yazarken bir şey fark ettim: Aslında o insan, bizim gitgide uzaklaşan çocukluk günlerimizin baş tacı. O herkesin ikinci babası. O bizim beklediğimiz ilk kişi. Özne Çelik 6/C

Fırtına Bir rüzgâr esiyor, Çok da sert Adeta bir fırtına gibi Alıp götürüyor her şeyi Balıklar, denizyıldızları ve çok daha fazla şeyi Bir kız görüyorum, Kırmızı elbiseli, Saçları rüzgârdan önüne geliyor Yüzünde bir tebessüm Korkuyor sanki Güzel çiçekleri olan bir ağaca, Asılmış kalmış Bıraksanız düşecek, korkuyor Ne yapacağını bilemiyor, tedirgin Öylece tutunuyor. Aslında bakarsanız, Tutunacak güzel de bir ağaç bulmuş, Neredeyse bütün İstanbul önünde duruyor Denizdeki vapurlar ve Kız Kulesi İpek Demir 7/A

30


KÜÇÜK ADIMLAR Özgür olmak. Bir çiçeğin naifliğinde incecik bir ruha sahip olmak... Moda Sahilinde durup öylece hayaller kurmak… Öylece diyorsam da boş hayaller değil asla. Uzun vadeli, gerçekleştirilmesi zor ve alın teri döktürecek ama bittiğinde o müthiş keyfi aldıracak cinsten hayaller. İlham perisi bazen o Moda Sahilindeki bir geminin dumanından bazen televizyonda hayranlıkla izlediğimiz bir insandan çıkar. Gurur kaynağımız olur, bize ışık tutabilen tek varlık olur. Bir eşya ya da biri. Kim ve ne olursa olsun. Yaşlı bir çınarın gövdesi, onun dahi yüzyıllardır yaşayabildiğini görmek. Bence yaşama sevinci ve harika bir enerji verir bize. Bulutların özgür ruhu, onlara ne demeli peki? Herkesten metreler belki de kilometrelerce uzak durmayı seçmişler ama hâlâ o pamuk şekeri tarzlarıyla bile gayet hoş duruyorlar.

Bazen uzun vadeli hayallerdense -tabi bu onlarla inatlaşmayı sevmediğimi göstermez- boş hayaller kurup acaba olsa neler olurdu diyerek zaman geçirmek de çok hoş. Çünkü o boş hayallerimiz bile bir gün; bir bulut, bir çiçek, bir geminin dumanı veya televizyonda hayranlıkla izlediklerimiz ile gerçekleşecek. Boş hayal diye bir şey yok, bunun adı ya isteksizlik ya güvensizlik. Bir televizyon yıldızı ya da milyarder bir adam nasıl bilebilirdi küçükken buralara geleceğini? İmkânsız diye bir şey yok, imkânı elimizin tersiyle itmektir o. Kendimize güvensizlik de bir nevi imkânı kullanmamaktır. Güya ismi "boş hayal" olan zamansız gelen ilham perimiz, bir gün uzun vadeli bir hedef olacak. Uğruna neler verebileceğimiz ise isteksizliğimize bağlı. Zaten o batağın içine düşünce çok zor oluyor bir daha hayal kurabilmek. İçimizdeki olanaksızlığın içindeki olağanı bulmak değil mi önemli olan? Aslında gittiğimiz, kat ettiğimiz yol değil de gidişatımız daha önemli şahsen. Çünkü hem yedi yaşındaki hem yetmiş yaşındaki biri için de hayal kurmak bedava. Fakat yedi yaşındaki bir çocuğa göre, hayal kurmak aslında çok ciddi bir iş. Zihnimizin içindeki isteği alıp hedefi iyice kendimizden uzaklaştırır ve yolu uzatırız. Neden biliyor musunuz çünkü yol ne kadar engebeli ve uzun olursa olsun içimizdeki umudu kaybetmeyerek yürüdüğümüzde, sonrasında zirveye ulaştığımızda, zaferin tadı bambaşka olur. Ve bir çocuk; hayalleri ve isteksizliği ile oynamaya, onu yenmeye bayılır. Hedefine ulaştığında onun için inanılmaz büyük, dünya içinse küçük bir adımdır. Fakat büyük adımlar, küçük adımlar ilerledikçe büyür.

31

Tuana Elhan 7/B

Küçükken doktora gidince çoğumuz korkardık iğnelerden, ben iğnelerden değil de daha çok doktorlardan korkardım. Nasıl olsa iğnenin acısı beş dakika sonra geçecekti ama o doktorlar her zaman basit bir antibiyotik tedavisi ile kapatmıyorlar olayı, değil mi?


Davulun Sesi

Dora Kınoğlu 5/A

Uzaktan Hoş Gelir Ben Mete 6 yaşındayım. Ben de babam gibi sabah 8'de kalkıp 3'te eve dönmek, iş arkadaşlarımla kahve içip sohbet etmek istiyorum. Hayır, kahve değil portakal suyu. Babam işte hiç yorulmadığını söyler. Bense “a” harfi yazmak için bir günümü heba edip duruyorum. Ayrıca babam istediği zaman işinden izin de alıyor. Ohh, onun keyfine diyecek yok! Ya ben elimde pelüş çantamla gözümde çapaklarla her sabah saat 8'de derse giriyorum. Babam “Bir gün sen de bir işe gireceksin.” diyor ama nereden baksak önümde 15 yıl var. Ben de gelecekteki bana bir mektup yazıp dolabıma koydum. 25 yıl ne kadar çabuk geçmiş. Eşimle taşınmak için kolileri toplarken o mektubu gördüm. Okuyunca gözüm yaşardı. “Vay be, ne hayalci bir çocukmuşum!” dedim. Eh, tabii davulun sesi uzaktan hoş gelir!

ŞİİRİNİZ BOL OLSUN Hayat bir şiir gibidir, kalemi eline aldığında başlar; bıraktığında biter. Ve siz şiiriniz güzel olsun, akılda kalsın istiyorsanız eğer tek umudunuz o kalemdir. Kaydettiğiniz her şiir veya yazı ise hayatınızın büyük bir parçasıdır. Aslında önemli olan şey, özenerek yazdığınız her kelimedir. Yani hayatınızın güzel bir saniyesi, dakikası veya saatidir. Demek istediğim şu ki hayat da yazı da özen ister. Kötü davranışınızın ise harfler için hiçbir anlamı yoktur. Siz kendi şiirinizi yazmaya devam edin. Ama her harfin ve kelimenin hayatınızı değiştirecek, ona bir şey katacak anlamı olsun. Siz yeter ki hayatınızı dolu dolu yaşayın ve kâğıdınızı binlerce kelimeyle doldurun. Yoksa o kalem elinizden düştüğünde yazmak ve anlatmak için çok geç olacak. Ekin Sönmezler 6/C

32


KÜÇÜREK ÖYKÜ Kimisi mutluluk ister kimisi para ama bazıları vardır ki parayı mutluluk zanneder. Serra Aras 7/A Hiçbir hırsızın girmediği evin kapısı açıkmış. Ömer Faruk Özdemir 7/A

Çocuk: Nasıl dik duruyorsun bu hayatta? Adam: Sen dik duramıyor musun hayat karşısında? Çocuk: Yalnızca nasıl durulacağını bilmiyorum. Adam: Yalnızca basit düşün. Arda Hızır 7/B

O şavaşı hiç unutmadım. Her yer alevler içinde; köyümün, kasabamın dört bir yanından nefret akıyordu ama biz üşüyorduk. Fatih Çollak 7/A

Yıldızlar ulaşılmaz, bulutlar dokunulmaz, uzay görünmezdir. İnsanlarsa onların da üstlerine gri binalar dikmeye devam edecekler. Tuana Elhan 7/B

O gün insan unutmuştu dilini, kimse hiçbir şey demiyordu. Günün ışıkları gelmiyordu. Arda Örer 7/A

Bir daha giremeyeceği bir sınavdı aslında. Selin Coşar 7/B Dünyaya hükmetmek nedir ki o olmayınca. Eren Büyüknalçacı 7/B

Otobanda bir araba vardı, uçurumdan umutlarımla birlikte düştü. Ege Can Beyhan 7/A

Kız duygusal, güzel, farklı, sanatçı bir kızdı. Ama ona ne oldu? Zeynep Bayraktar 7/B

En güvendiği vardı, sırrı vardı artık yok; anılarda onunla birlikte gitti. Naz Sevinç 7/A

Benim mutlu olduğum zamanlarda seviyor olabilirsin; ya ben dara düştüğümde bana yardım, beni mutlu, beni teselli edecek misin? Kent Umut 7/B

Yolda yürürken bir çocuk görüyorum, elleri çalışmaktan nasır tutmuş. Yaman Poyraz Işık 7/B

Yıkılan hayallerinin yeniden oluşmasını sağlayan kişiyi görmüştü. Duygularını bir kenara bırakıp ilerledi. Kaan Çevik 7/B

Minik aslan sürüden ayrılıyordu. Annesi bağırdı “Ne yapıyorsun bizimle kalmalısın!” O da “Ama ben siz değilim ki!” diye cevap verdi. Doğu Tekelioğlu 7/B

Tarih 6 Ağustos 1945 saat 08.15, Hiroşima'da küçük Japon bir kız çocuğu her sabah yaptığı gibi camdan dışarıyı izliyordu, ta ki uçak sesleri ve beyaz bir ışık görene kadar... Aziz Şenbayram 7/B

Bazı dertler insanı derman bulmaktan soğutur. Alp İnce 7/B Günlerden bir gün odasına giren sıcak güneş ışığı ile uyandı, uyandı ama karşısında hiç beklemediği biri vardı. Zeynep Özçelik 7/B Onunla tanıştığım gün, yeniden doğdum. Eren Büyüknalçacı 7/B

33


Sanat ile İlgili Ön Yazı Son zamanlarda insanların sanatla bağı kopmuş durumda. Eskiden sokaklarda sanatı bir arada tutmaya çalışan sokak çalgıcıları vardı artık onlar da yerlerinde her zaman yok. Ben flüt ve piyano çalıyorum, flüt MÖ 900 yılında kemiklerden yapılmıştır. Evet, insanlar eskiden kemiklerden müzik yapıyordu. Müzik milâttan önce bulunmuş ve değeri bilinmiş. Müzik gibi pek çok sanat dalı var ama biz bunların değerini bilmiyoruz. Ülkemizi, sanatı ve daha önemlisi sanatını bilen bir yeni nesil yetiştirmemiz gerekiyor. Hem yeni nesil hem de kendi neslimiz için müziği ve sanatı korumalıyız. Sanat son zamanlarda çok önem taşıyor. Özellikle son zamanlarda çünkü eskiden insanlar sanatın değerini biliyordu ama ne yazık ki şu an insanlar gereksiz bahanelerle sanatı bir kenara atıyor. Neymiş ülkemizde krizler varmış, neymiş suç oranı fazlaymış, neymiş daha önemli işleri varmış. Ama kimse bilmiyor ki o sorunlar sanattan yoksun ülkelerde daha çok ortaya çıkıyor, o suçları cahil insanlar işliyor. İşte bu yüzden sanatın değerini bilen ve sanatı koruyan bireyler yetiştirmeliyiz. Siz de lütfen sanata önem verin. Sanata önem vermek için size birkaç sebep söylemek istiyorum.

Alper Tunga Aydıner 7/B

Sanat aslında spordur. Mesela siz piyano ya da saksafon çalarken parmak sporu yapıyorsunuz. Flütü düşünün, flüt üflemeli bir çalgı. Onda da diyaframınızı geliştirerek nefes sporu yapıyorsunuz. Daha çok nota öğreniyorsunuz ve müzik kulağınız gelişiyor. Bu nedenle sanat çok değerli. Siz de sanatı sevin ve yaygınlaştırın.

34


Eleştiri

FİLM

Fletcher, bizim sınırları zorlayan öğretmenimiz. Tabii bunu potansiyel gördüğü öğrencilerine yapıyor. İçlerinde var olduğunu düşündüğü büyük sanatçıyı çıkarmak uğruna ne kadar ileri gittiğinin önemi yok onun için çünkü başka türlü büyük sanatçı olunamaz ona göre. Kendini tamamıyla adayacaksın yaptığın işe. Işte ilk kural bu.

Film öylesine izlediğimiz boş vakit filmlerinden çok farklı. Bu filme insanın bağlanması gerekiyor ki anlayabilsin. Film bana tekrardan hayatı sorgulattı. Filmi başlayınca insan sakin bir film olacağını düşünüyor ama her şey o sınıfa girmesiyle başlıyor. Mutlaka siz de izleyin ama yarım yamalak değil, düşünerek ve rahat bir zamanınızda. 35

Ege Can Beyhan 7/A

Bir insanın sınırlarını, kaba bir tabirle köküne kadar kullanmak. Öyle bir öğretmen düşünün ki potansiyel kelimesini şiddet ile harmanlamış. Bu adam sınır tanımaz bir müzik dehası. Bu sınır tanımazlığı onu böyle bir müzik dehası yapıyor bence. Çünkü ne zaman sınır tanımazsan öğrendiğin veya öğrettiğin şey, senin ya da karşındakinin aklında kalır.

Ve 19 yaşındaki Andrew de kendini ona kanıtlamak için her şeyi yapmaya hazır. Babasıyla ilgili Fletcher'ın ilk fırsatta yüzüne vurduğu acımasız cümleler, onun içinden de geçiyordur kesin. Sürekli babasıyla sinemaya giden, onun yanından ayrılmayan bir oğul olarak kaldığı müddetçe ne uzayacak kısalacak Andrew. Bu yüzden onu en çok tetikleyen, çektiği onca acı ve aşağılanmanın ardından kırılma noktasına geldiğinde asla geri dönemeyeceğini fark etmesini sağlayan, babasının “Hadi, eve gidelim.” lafı. Eve ve temsil ettiği hiçbir şeye dönmek istemiyor. Küçük hayatlarındaki küçük başarılarıyla böbürlenen, bir de üstüne onun sanatını küçümsemeye kalkan sıkıcı akrabalarının arasına dönemez artık. 100 küsür dakikalık filmin sonunda geldiği noktada tek çaresi kendine güvenmek, meydan okumak ve daha da ileri gitmek. İyi iş çıkarmış olmakla yetinmeyecek, büyük bir sanatçı olabilmek için varını yoğunu ortaya koyacak…


BULAŞIKLAR, SEYAHATLER VE ANILAR

Uçak geliyooor!.. Fiyuuvvvvv!.. Merhaba! Ben, koyu yeşil renkli bir kaşığım. Daha demin Jack isimli bir bebeğin ağzından çıktım. Kendisi bir buçuk yaşında. Günlerim, çorba gibi sıvı yemeklerden Jack'in ağzına gidiş gelişlerle geçiyor. Bu arada, bazen kafamı kırmaya çalışan büyük ağabeyi Max'le de buluşuyorum. Bir görseniz, sanki düşmanıyım çocuğun. Kafamı sürekli bir yerlere vurup duruyor. Burada yalnız değilim, bir sürü arkadaşım var. Pembe, sarı, mavi renkli kaşıklar… Şu an büyüklerin masasında çorba kâselerinin yanı başında duruyorlar. Kâseler toplanıyor. Bir bulaşık seyahatine gidecekler sanırım. Sizin otobüllerle, ayy işte otobüs müdür nedir, onlarla yaptığınız seyahatleri biz ancak bulaşık makinesiyle yapıyoruz. Orada çok güzel anılar ediniyoruz. Bazen de kötü şeyler oluyor tabii. Mesela arkadaşım mor çay kaşığının başından geçenler gibi… Nasıl anlatsam bilemiyorum. Bu olay aklıma her geldiğinde çelikten yapılmış gövdem eriyor gibi hissediyorum. Mor çay kaşığı, çok narin ve zayıf yapılıydı. Bir gün, bir yıkanma sırasında bulaşık makinesinin içindeki gider deliğine kayıverdi. Biz bunu fark ettiğimizde her şey için çok geçti. Yıkama bitene kadar yerimizden kıpırdayamıyorduk. Makine durduğunda ev sahibi kapağı açınca onun dikkatini çekmek için kendimi yere attım. Bulunduğum yerde zaten üst üste duruyorduk. Düşmem çok kolaydı. Ev sahibi benim çıkardığım sesi duyunca eğilip beni almaya çalıştı, beni alırken de gider deliğinde dikkatli bakınca görülen mor kaşığı fark etti. Çekmeye çalıştı ama arkadaşım öyle sıkışmıştı ki çıkaramadı. Hepimizi makineden alıp yerlerimize koyduktan sonra bir tamirci çağırdı. Arkadaşım sıkıştığı yerden çıkarıldı ama her şey bitmişti. O günden sonra oraya girmek istemedim, kaçmaya çalıştım. Çekmecede gizlendim, kullanmasınlar ki yıkanmak zorunda kalmayayım. Aradan zaman geçti. Bir gün kaçamadım, eve gelen misafirlerden birinin eline tutuşturuldum. Yemekten sonra bulaşık Mina Ozan 6/B

makinesine... Gözlerimi kapayıp korku içinde yıkamanın bitmesini bekledim. Sular çekilip makinenin sesi durduğunda yavaşça gözlerimi açtım, herkes yerindeydi. Artık korkularımı yenmeliydim. Kötü anıları geride bırakmalıydım ki hayatı kaçırmayayım. Arkadaşımı hiç unutmadım ama bulaşık makinesinden de korkmamayı öğrendim.

36


K

itap Tanıtımı

ZOR BİR YAŞAMIN NOTLARI

Charlotte Bronte'un kaleme aldığı ''Jane Eyre'' adlı eser, kitaba adını veren Jane adlı kahramanın yaşadıklarını anlatıyor. Jane, küçük yaşta anne ve babasını kaybeder; dayısının ailesiyle yaşamak zorunda kaldığı yıllarda çok zor bir çocukluk geçirir. Haksız yere suçlamalara uğrar, sonra kaydolduğu yatılı okulda en yakın arkadaşını kaybeder. Böyle bir çocukluk döneminin ardından öğretmen olur. Sonra bir konakta özel eğitim verir. O sırada konağın sahibi Bay Rochester ile birbirlerine âşık olup evlenmeye karar verirler ancak adamın gençliğinde yapmış olduğu bir hata yüzünden evlenemezler. Jane, evlenecekleri sırada Bay Rochester'ın evli olduğunu ve akli dengesi yerinde olmayan eşini konağın bodrumunda bakıcı denetiminde kapalı tuttuğunu öğrenir. Jane, konağı terk ederek köye gider. Orada iş bulur fakat içinden bir ses onun konağa dönmesi gerektiğini söyler. O da içindeki sesi dinler ve döner. Gittiğinde konağın yandığını görür. Hemen Bay Rochester'ı sorar. Ona küçük bir kulübeyi gösterirler; oraya girer ve gördükleri karşısında şaşkına döner, çok üzülür. Bay Rochester'ın karısı evi yakmış, adam da yangında karısını kurtarmaya çalışmış fakat kurtaramamış, kendisi de bu sırada kör olmuştur. Bunları öğrenen Jane, Bay Rochester ile evlenir; çocukları olur. Bir süre sonra Bay Rochester'ın gözleri de iyileşir.

37

Melis Pala 6/C

JANE EYRE


Kaykay Sporu Günümüze Geri Dönüyor Kaykay Sporu Nasıl Oluşmuştur ve Hikayesi Nedir? Kaykay sporu 20. yüzyılda ortalarından sonra ABD'nin California eyaletinde tahta bloklarla, tekerlek takma sonucuyla gerçekleşmiştir. Herkes kaykay kaymaya başlayınca bu bir spor haline gelmiştir. 90'lı yıllarda çok ilgi gören kaykay gittikçe gelişmeye başladı ve bütün dünyaya yayıldı. Çocuklar tarafından çok ilgi gördü ve yarışmalar düzenlenmeye başladı. Ama aynı zamanda da kaykaylar artık çok gelişmişti. Artık çeşitleri bile çıkmış ve çok sevilmişti.

Ece Begüm Bilginoğlu 5/C

Kaykay Sporunun Günümüze Geri Dönüşü! Kaykay sporu günümüzde gittikçe azalmaya başlamıştır. Bu nedenle artık bir kampanya başlatılmıştır. Bu kampanyanın adı ise “Sokaktan Olimpiyata”. Kampanyanın amacı çocukları elektronik ve zararlı şeylerden uzaklaştırmak, spora ilgiyi artırmak ve ülkemizin adını bu alanda duyurmaktır. Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu bu kampanya için tüm kaynakları seferber ettiğini söyledi. Bu sayede ise ilk kaykay pistini Beyoğlu'na inşa edeceklerini söylediler. Bu etkinliği ise Bebek Parkı'nda yaptılar ve sunumu kaykay boyaması, kaykay gösterisiyle bitirdiler. Bunun için can atan çocuklar olarak kaykay pistini heyecanla bekliyoruz.

38


GEZELİM YAZALIM H O LLY W O O D

LOS

ANGELES

DÜNYAYI DOLAŞIN, görebileceğiniz rüyaların

en muhtesemi .

Meleklerin şehri... Hepimiz az çok tanırız Los Angeles'ı, görülecek gezilecek birçok yeri vardır. Ben gördüm ve gerçekten görülmeye değer. Size de biraz anlatmak istedim.

İlk olarak Universal Stüdyolarından bahsedeceğim. Harry Potter kasabası. Gerçekten büyülü ve olağanüstü bir yer. Karlı dekorlar, küçük dükkânlar ve Harry Potter Kalesi görülmesi gereken yerlerden. Ayrıca Universal Stüdyolarında sadece o yok, bir sürü yer var: yemek bölümleri, hediyelik eşya satanlar, sinemalar, simülatörler, eğlence tünelleri… Hatta filmlerde kullanılan hileleri anlatan sunumlar da yapılıyor.

39


Bir de Disneyland...

Selin Coşar 7/B

Çok güzel bir yer, kendinizi âdeta bir rüyada gibi hissediyorsunuz.

Çok güzel iç dizaynı var ve o kadar geniş bir alana yayılmış ki bir gün bile yetmiyor gezmek, dolaşmak, aktivitelere katılmak için. Los Angeles'taki iki bölüme ayrılıyor. Bir tanesi “Disneyland Park” diğeri “California Adventure”. Ben Disneyland Park'a gittim ve hiç pişman değilim. Çocuklara uyarlanmış bir yer ve hiç sıkılmıyorsunuz, birbirinden farklı etkinlikler var. Tavsiye ederim. Ve eminim ki küçükken gördüğümüz rüyalarımızla aynı.

Dobby Theather ise caddenin öbür tarafında.

Ama tabii ki Los Angeles'ta sadece onlar yok. Hollywood Bulvarı ve Venice Beach. Hollywood Bulvarı'nda bir cadde üzerinde bir sürü yıldız içinde de ünlü sinema oyuncuları var.

Güneşin bir başka doğup battığı, zamanın rüya gibi geçtiği, uçsuz bucaksız sahillerin cenneti “Melekler Şehri” Los Angeles görülmeyi sonuna kadar hak ediyor.

Venice Beach ise upuzun bir sahil. Dalgalarından içinde yürüyemiyorsunuz, yüzmenizi hiç tavsiye etmem. Önünde ise upuzun bir cadde var ve bir sürü dükkân. Bisiklet kiralamak da mümkün.

40


Seni anıyoruz yanaklarımızda birer damla yaş ile... Seni, o yeni yeşerenbir filiz gibi umut veren gözlerinle, o tıpkı bir başak gibi rüzgârda dalgalanan saçlarınla hatırlıyoruz. Senden başka bir lider tanımıyoruz. Her günü, her saati, her dakikayı senin için, hayalindeki Türkiye için yaşayacağımıza ant içeriz. Bileceğiz ki Atatürk bizim en büyük liderimiz...

İzindeyiz Bileceğiz ki onun sayesinde şu an, bu topraklarda mutluluğumuz, duruşumuz, gururumuz…O ölse bile alnımızda onun adı yazıyor. Ne demiş Atatürk “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”. Bize de onun varlığını sürdürmek düşer. Bu yazdıklarım sadece Atatürk'e değil, bu vatan uğruna feda olan Şerifelere, Kara Fatmalara, Sütçü İmamlara ve daha nicelerine... Vatan uğruna feda olan tüm kahramanlara... Unutma onları, Atatürk'ü. Bu zaferleri ne zorluklarla kazandığımızı... Hasan Tahsin'in düşmana ilk kurşunu sıktığını unutma... Seyit Onbaşı'nın o top mermisini tek başına sırtladığını unutma! Unutma bu şanlı zaferlerimizi Atatürk sayesinde kazandığımızı... Ey koca yürekli insan! Sana sesleniyorum. Sen vatanın uğuruna canın pahasına savaştın. İşte seni böyle anlatıyorum herkese. Sana sayfalarca yazsam yine sıkılmam. Varlığın dilden dile, nesilden nesile uzanacak. Seninle beraber olacak Atam. Gururu, umudu hissedeceksin. Atam, sana söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Umarım ki benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlatabilmişimdir. Eğer izin verirsen bu yazıyı okuyacaklara söyleyeceklerim var:

Seni tanımıyorum ama seni tahmin edebilirim; sen öğrenci, çocuk ya da yetişkinsin. Peki sorum şu sana: “Ne fark eder?” Bu, Atatürk'ü sevip sevmemeni değiştirmez. Çünkü onu sevmek hepimizin en büyük ortak noktası. Size son sözlerim, “Anımsayın saat 09:05 i, anımsayın sonsuzluğa giden yolu, anımsayın sonsuzluğa uğurlanan Atatürk'ü ve asla unutmayın onun küllerinden yeniden doğabileceğini...” 41

Özge Özen 5/A

Sevgili Okur,


Tuna Bilge n

Sarp Okan 2/B

3/C



Resim: Dora Kınoğlu

Çok Güzel Şey Yaşamak güzel şey doğrusu Üstelik hava da güzelse Hele gücün kuvvetin yerindeyse Elin ekmek tutmuşsa bir de Hele tertemizse gönlün Hele kar gibiyse alnın Yani kendinden korkmuyorsan Kimseden korkmuyorsan dünyada Dostuna güveniyorsan İyi günler bekliyorsan hele İyi günlere inanıyorsan Üstelik hava da güzelse Yaşamak güzel şey Çok güzel şey doğrusu. Melih Cevdet Anday


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.