Hanabi Sayı 03

Page 1

Japon Okullarının Bilinmeyen Yönleri // Japon Müziğinin Kalbinde Bir Ritim: Taiko // Origami Tarihçesi // Japonca, Türkçenin Amca Oğlu mu? // Gekiga: Yetişkinler için Ciddi Manga // Geleneksel Japon Savaş Sanatlarına Bakış: Suio Ryu // GIST 2016 (Gaming Istanbul) //90’lardan Günümüze İz Bırakan Otomobiller //

Ertuğrul, Bir Filmden Fazlası // Kushimoto’dan Selam Getirdim // Japonya’da Milliyetçiliğe Bakış (1940-) // Japon

Meyhanesi İzakaya // Mottainai



Yattaaa!* Sonunda Hanabi’nin üçüncü sayısını çıkarmayı başardık! neden geciktik, diye sorarsanız da cevabımız hazır: 100 sayfalık bir dergiyi gönüllü olarak hazırlamak biraz zaman alıyor. Buradan görselleriyle ve yazılarıyla katkı veren tüm katılımcılarımıza, sözlü ve yazılı destekleriyle bu projeye bağlılığımızı arttıran tüm takipçilerimize, bizi merakla bekleyen okurlarımıza teşekkür ederiz.

Yayın Ekibi Zeynep Ebru OKYAR, Gökberk TALU, Günsu TAŞKÖPRÜ Fotoğraflar Ayşegül ARKAN, Umut BİRBİLEN, Mike CHIN, Gökberk TALU, Karen STEAINS Yazarlar Ayşegül ARKAN, Kubilay ATİK, Umut BİRBİLEN, Nur BÜYÜKYILMAZ, Sevde Nur DİLMAÇ, Erdem Özkan KELES, Arda Cem KUYUCU, Zeynep Ebru OKYAR, Zeren ÖZDAMAR, Özlem Burcu ÖZTÜRK, Gökberk TALU, Günsu TAŞKÖPRÜ Tasarım ve Uygulama Bilge BOSTAN Katkıda Bulunanlar Derya BAŞPINAR Yayın Tarihi Mart 2016

OKURUMUZUN DİKKATİNE; Bu çalışma, tamamen gönüllü katkılarıyla hazırlanmış olup, içindeki yazı ve kişiye ait fotoğrafları kaynak göstermeden kısmen veya tamamen alıntılamamanızı, hiçbir yöntemle kopya etmemenizi, çoğaltmamanızı ve yayınlamamanızı rica ederiz. Çalışma içinden kullanmak istediğiniz yazı ve belgeler olduğu takdirde konuyla ilgili olarak lütfen hanabi.proje@gmail.com adresinden yayın ekibiyle iletişime geçiniz. Bu konuda göstereceğiniz özen için şimdiden teşekkür ederiz.

* Japoncadaki ad-soyad sıralaması Türkçedekinden farklı olduğu için yazılardaki kişi isimlerinde soyad BÜYÜK HARFLERLE yazılmıştır. Dergimizde yayımlanan yazılar yazarların kişisel görüşlerini yansıtmaktadır.

3. sayımızın dosya konusu için Ertuğrul 1890 filminden yola çıktık. Sinema köşemizde bu filmin eleştirisine ve filme dair çeşitli bilgilere yer verdik. Ayrıca, beyaz perdeye yansıyan facianın meydana geldiği Kushimoto’da yaşayan bir arkadaşımız da bizimle buradaki yaşantısına dair ayrıntıları paylaştı. Bunun dışında, sayfalarımızda yine farklı ilgi alanlarına yönelik yazıları okuma olanağı bulacaksınız. Japonya’daki günlük hayattan kesitler aktaran “Japon okullarının bilinmeyen yönleri”, “Mottainai” tavrı ve “Japon Meyhanesi İzakayalar” başlıklı yazıların yanısıra, Japonya dışında da sevilen ve ilgi gören “Origami” ve “Taiko” hakkında da yazarlarımız ilgi çekici yazılar hazırladılar. Ülkemizdeki manga okur kitlesinin daha çok okul çağındaki gençlerden oluşmasından dolayı az bilinen yetişkinlere yönelik bir manga türü olan “Gekiga” da bu sayıdaki konularımız arasında yer alıyor. Ardından gelen geleneksel Japon savaş sanatlarından “Suio Ryu” ile ilgili yazı ise, bu sanata yıllardır gönül vermiş bir yazarımız tarafından ayrıntılarıyla anlatılıyor. Türkçe ve Japonca arasındaki yapısal dil benzerlikleri üzerine sorduğumuz “Japonca, Türkçenin Amca Oğlu mu?” sorusuyla, bu iki dili daha iyi anlamaya çalışıyoruz. İstanbul’da Şubat ayında düzenlenen GIST 2016 Oyun Fuarı yazısı ile eğlenceli ve etkileyici bir etkinliği gezme fırsatını yakalıyoruz. Otomotiv sektörü ile ilgili köşemiz devam ederken, Japon milliyetçiliğine dair yazı dizimizi 1940’tan günümüze getirerek bu sayıda tamamlıyoruz. Keyifli okumalar!

HANABİ Ekibi

* Yatta, “Yaptık! Becerdik! Başardık!” anlamına gelen Japonca kelime. mart 2016 / hanabi

1


içindekiler

2

4

Japonya Gündemi

5

Dünya Gündemi

7

Japon Okullarının Bilinmeyen Yönleri

14

Origami Tarihçesi

18

Japonca, Türkçenin Amca Oğlu mu?

34

Gekiga: Yetişkinler için Ciddi Manga

24

72

Japon Müziğinin Kalbinde Bir Ritim Taiko

Kushimoto’dan Selam Getirdim

hanabi / mart 2016


90’lardan Günümüze İz Bırakan Otomobiller

43

Geleneksel Japon Savaş Sanatlarına Bakış: Suio Ryu

50

İstanbul’da Bir Oyun ve Cosplay Fuarı Gaming İstanbul (GIST) 2016 Japonya'da Milliyetçiliğe Bakış (1940-) Mottainai

68 Ertuğrul, Bir Filmden Fazlası

60 78 98

90 Japon Meyhanesi İzakaya

mart 2016 / hanabi

3


japonya gündemi Derleyen: Bilge BOSTAN

TOKYO OLİMPİYAT STADININ YILAN HİKÂYESİ 2020 Olimpiyatları ve Paralimpik Olimpiyatlara ev sahipliği yapacak olan Tokyo’da inşa edilmesi planlanan spor kompleksi için 2012 yılında bir proje yarışması açılmış ve bu yarışmayı Zaha HADİD Mimarlık Ofisi’nin projesi kazanmıştı. Ancak projenin yüksek maliyeti nedeniyle kamuoyunda tepki gördüğü söylenerek Temmuz 2015 tarihinde başbakan Shinzo ABE tarafından projenin rafa kaldırıldığı duyuruldu. Zaha HADİD Mimarlık Ofisi ise stadyum inşaasındak zorluğun Tokyo’daki inşaat maliyetinin yıl içindeki sert yükselişinden ve proje bitiş tarihinden kaynaklandığı açıklandı . Zaha HADİD ise kendisiyle yapılan bir röportajda, asıl sorunun Tokyo’da yapılacak olan ulusal bir stadyumu Japonların bir yabancıya yaptırmak istememelerinden kaynaklandığını belirterek, madem bu bölgede böyle bir projenin yapılmasına karşı çıkıyorlardı, o zaman projemize karşı çıkan Japon mimarlar baştan yarışmaya katılmayı kabul etmeyeceklerdi, dedi. Projenin iptalinin açıklanmasının ardından iki yeni proje arasından seçim yapılacağı belirtilmiş, ancak projelerin mimarları açıklanmamıştı. Buna karşın, kamuoyu sunulan projelerin tarzlarını değerlendirerek verilen önerilerin uluslararası mimarlığın önde gelen isimlerinden Toyo ITO ve Kengo KUMA’ya ait olduğunu öne sürdü. Her iki mimar da HADİD’in projesine muhalefet etmişlerdi. Sonuçta ipi Kengo KUMA’nın ahşap kafes görünümlü tasarımı göğüsledi. 2019 yılında yapılacak olan Dünya Rugby Kupası’na da ev sahipliği yapması planlanan stadyumun inşası geciktiğinden dolayı Kupa’ya yetiştirilemeyeceği söyleniyor.

http://edition.cnn.com/2015/07/17/asia/japan-tokyoolympic-stadium-scrapped/ http://www.dezeen.com/2015/12/22/kengo-kuma-beatstoyo-ito-to-win-japan-national-stadium-competitiontokyo-2020-olympics/

4

hanabi / mart 2016


japonya gündemi Derleyen: Bilge BOSTAN

LOGOYA İNTİHAL SUÇLAMASI Tokyo 2020 Olimpiyatları ile ilgili sorunlar bitmek bilmiyor! 2015’in Temmuz ayında Kenjiro SANO tarafından tasarlandığı duyurulan olimpiyat logosu tasarımının Belçikalı bir tiyatro grubu olan Théâtre de Liège’in logosuyla taşıdığı benzerlik sıkıntı yarattı. SANO, intihal iddiasını reddederken, tasarımı hakkında söylenenlerden üzüntü duyduğunu belirtti. 2013 yılında Théâtre de Liège’in logosunu tasarlayan Belçikalı Olivier DEBİE ise SANO’yu logosunu kopyalamakla suçlayarak adli yollara başvuracağını ifade etti. Japon yetkililer ise DEBİE’nin logosunun tescilli marka olmadığını ve her iki logoda kullanılan T harfinin birbirine benzemediğini söyleyerek SANO’nun çalışmasının arkasında durdu. Ancak telif hakkı tartışmalarının kızışmasıyla olimpiyattan sorumlu bakan Toshiaki ENDO’nun da katıldığı acil bir toplantının ardından Japon Olimpiyat Komitesi logodan vaz geçildiğini açıklayarak bir logo yarışması düzenleme kararı aldı. Kasım-Aralık 2015 tarihleri arasında yapılan yarışmanın sonucunun 2016 bahar aylarında açıklanacağı bildirildi. http://www.theguardian.com/world/2015/sep/01/tokyo-2020-olympics-logo-scrappedafter-allegations-of-plagiarism http://www.dezeen.com/2015/10/21/tokyo-2020-olympics-public-competitionreplacement-logo-kenjiro-sano/

dünya gündemi Derleyen: Gökberk TALU

Yılın Kelimesi: Oxford Sözlüklerinin çevrimiçi yayımcısı Oxford Dictionaries ekibi, her yıl sonunda belirlediği “Yılın Kelimesi” için 2015 yılında resimli bir ifadeyi (emoji) seçti. Yayınevi sitesinden yapılan açıklamada “tarihimizde ilk kez yılın kelimesine resimli bir ifadeyi uygun gördük” diyerek, bahsi geçen emojinin “Sevinç gözyaşları döken yüz” olduğunu belirttiler. Oxford Sözlüklerince 2015’in ruhunu yansıttığı söylenen bu emoji geçtiğimiz yıl Birleşik Krallık ve A.B.D.’de en çok kullanılan resimli ifade olmuş. Organizasyonun yılın kelimesi olarak Japonca “Resim-Karakter” anlamına gelen “Emoji-絵文字” kelimesi yerine resimli ifadenin kendisini seçmesi ise ayrı bir konu. http://en.rocketnews24.com/2015/11/18/oxford-dictionaries-picks-single-emoji-as-word-of-the-year-seeminglyforgets-what-word-means/ http://blog.oxforddictionaries.com/2015/11/word-of-the-year-2015-emoji/

mart 2016 / hanabi

5


dünya gündemi Derleyen: Gökberk TALU

Satürn’ün uydusunda hayat var mı?

Fotoğraf: Enceladus’un kuzey kutbu, NASA commons.wikimedia.org

Japon bilim insanlarının araştırmalarına göre Satürn’ün uydularından biri olan Enceladus’ta mikroorganizmaların yaşayabilmeleri için gerekli olan kimyasal enerji ihtiyacını karşılayacak hidrojen üretimi mümkün. 2009 yılında ABD-Avrupa Birliği ortak araştırma programında keşfedilen buz kaplı okyanusta su buharı ve sodyum püskürten gayzerler tespit edilmişti. Tokyo Üniversitesi’nde görevli Dr. Yasuhito SEKİNE ve çalışma arkadaşları, bu araştırmada elde edilen silika nanoparçacıklarını inceleyerek, Mart 2015’te, denizde 90C°’yi bulan hidrotermal tepkimeler bulmuştu. İngiliz akademik bilim dergisi Nature Communications’ın Ekim 2015 tarihli sayısında yayınladıkları yeni bulgulara göre ise Enceladus’un çekirdeğinin, silika nanoparçacıklarının oluşumuna izin vermesi için, temel meteorit yapısında olması gerekiyor. Yüksek ısıda silika erimesi gerçekleşen dünyadaki kaya yapılarından farklı olarak, meteorit benzeri kayalarda yüksek oranda bulunan demir, su ile temas halinde çok yüksek miktarda hidrojenin açığa çıkmasına neden olur. Bu yapıların ya güneş sisteminin akabinde oluştuğu ya da daha yakın tarihli bir ısınma sonucu meydana geldiği düşünülüyor. Eğer hidrojen üretimi etkili bir şekilde gerçekleşirse, ışık enerjisi olmadan, demir, kükürt, hidrojen veya azot gibi inorganik bileşiklerin veya metanın oksitlenmesiyle elde edilen kimyasal enerji ile organik madde üreten (kemosentez yapılan) mikroorganizmalar için yaşam ortamı sağlanabilir. http://newsonjapan.com/html/newsdesk/article/114106.php Orijinal makale: http://www.nature.com/ncomms/2015/151027/ ncomms9604/full/ncomms9604.html

6

hanabi / mart 2016


JAPON OKULLARININ görsel: freepik.com

Bilinmeyen Yönleri

Yazı: Sevde Nur DİLMAÇ

Uluslararası eğitim kalitesi değerlendirme sınavlarında her zaman ön sıralarda yer alan Japonya’nın eğitimdeki başarısı tüm dünyaca bilinen bir gerçek. Ancak bu yazımda bilinen başarılarının kaynaklarını incelemek yerine Japon okullarının çok daha ilginizi çekeceğini düşündüğüm bilinmeyen özelliklerinden bahsedeceğim. mart 2016 / hanabi

7


Eğitim- Öğretim Yılı Japonya’da eğitim-öğretim yılı Nisan ayında başlar ve Mart ayında biter. Üç eğitim dönemi ve üç de tatil yapılır. 1. Dönem Yaz Tatili

: Nisan başı-Temmuz sonu : Temmuz sonu-Ağustos sonu (6 hafta) 2. Dönem : Eylül başı-Aralık sonu Kış Tatili : Aralık sonu-Ocak başı (2 hafta) 3. Dönem : Ocak başı-Mart sonu Bahar Tatili : Mart sonu-Nisan başı (1 hafta)

Burada beni en çok şaşırtan durum bir üst sınıfa geçmeden önce yalnızca bir hafta tatil yapılıyor olması oldu. Ülkemizde yaz tatili sene sonu tatili olduğu için öğrenciler üç aylık uzun bir tatil yapıyorlar ve bu uzun dönem sonrasında bir üst sınıfa geçiyorlar. Ancak öyle sanıyorum ki Japon öğrenciler daha ne olduğunu anlayamadan bir üst sınıfa geçiyor. ☺

Eğitim Sistemi Japonya’da zorunlu eğitim yedi yaşında başlıyor. Altı yıl ilkokul ve üç yıl da ortaokul eğitimi alan bir öğrenci zorunlu eğitimini tamamlamış oluyor. Öğrenciler daha sonra liseye veya teknik eğitim kolejlerine devam edebiliyorlar. Liseden mezun olan öğrenciler de Türkiye’de olduğu gibi üniversiteye veya meslek yüksek okullarına gidebiliyorlar. Japonya’daki eğitimin her devresinde eğitim dili olarak Japonca kullanılıyor. Bazı kaynaklardan Japonya’daki üniversitelerin İngilizce eğitim verdiğini duymuş olabilirsiniz ancak bir kaç özel üniversite haricinde tüm üniversitelerde eğitim dili Japoncadır.

Sınıfta Kalma Sınıfta kalmak prosedür olarak mümkün fakat öğretmenler sınıfta kalacak öğrencilere tekrar sınav hakkı tanıyor ve kalmamaları için ellerinden geleni yapıyorlar.

Zeynep Ebru OKYAR

8

hanabi / mart 2016


chris 73

GİRİŞ SINAVLARI ve DERSHANELER Ülkemizde olduğu gibi Japonya’da da iyi bir iş sahibi olmak için, iyi bir üniversitede okumanın, iyi bir üniversitede okumak için de iyi bir lise eğitimi almış olmanın önemi çok büyük. Bu aşamada yeterli derecede hazırlık yapmak en büyük gereklilik haline geliyor. Öğrenciler iyi bir liseye girebilmek için liselere giriş sınavlarına hazırlanıyorlar. Kazandıkları liselerin nitelikleri önemli, çünkü okudukları liseye bağlı olarak üniversite tercihlerinde bulunabiliyorlar. Yani ne kadar iyi bir lisede okurlarsa iyi bir üniversiteye girme ihtimalleri de o oranda artıyor. Bizden farklı olarak genel bir yükseköğretime geçiş sınavına girilmiyor. Bunun yerine başvurabilecekleri bazı üniversiteleri seçip onların kendi özel sınavlarına giriyorlar. Ortaokuldan üniversiteye kadar tüm bu yarışta öğrencilerin yardımına ise Türk öğrencilerin de yakından tanıdığı dershane sistemi yetişiyor. Japonca’da “juku” olarak ifade edilen dershanelerde, öğrenciler belirli bir ücret karşılığı ile problem yaşadıkları derslerden destek alabiliyor veya eğitim kurumlarına giriş sınavları için hazırlık programlarına katılabiliyorlar. Üniversite ve lise giriş sınavları çoktan seçmeli sorulardan oluştuğu için öğrenciler test mantığını benimsemek durumunda kalıyor. Bu sebeple ülkemizde de olduğu gibi öğrenciler bakanlık müfredatından ziyade test çözmeye daha fazla önem veriyor.

mart 2016 / hanabi

9


Ulaşım Japonya’da okul servisi uygulaması bulunmuyor. İlk ve ortaokul öğrencileri başvurdukları okullara yakın ikâmet etmek zorundalar. Bundan dolayı okula ya yürüyerek ya da bisikletle ulaşım sağlıyorlar. Liselerde ise farklı bir semtteki okulu kazanan öğrenci ulaşım için tren veya otobüs kullanmak durumunda kalıyor.

Zeynep Ebru OKYAR

Derslikler Türkiye’deki çoğu okulda olduğu gibi Japonya’da da her şubenin kendisine ait bir sınıfı bulunuyor ancak fen, müzik vb. derslerde laboratuvarlar da kullanılıyor. Öğrenciler okuldan mezun olana kadar farklı bir durum olmadığı sürece aynı derslikte okuyorlar. Yine ülkemizde olduğu gibi orada da her sınıfın bir rehber öğretmeni bulunuyor ve gerektiğinde bu öğretmen velilerle görüşmek için ev ziyareti de yapıyor.

bobo 12345

Öğretmenler Odası Öğretmenler odasında öğretmenlerin ders hazırlıklarını rahatlıkla yapabilmesi için her öğretmenin kendine ait bir çalışma masası mevcut. Öğrencilerin öğretmenler odasına izinsiz girmesi yasak ancak bu kural çok da katı değil. Gerektiğinde izin alıp girebiliyor ve öğretmenlerine danışabiliyorlar.

Mc Master Chef

Öğle Yemeği Japon okullarında kantin bulunmuyor. Meyve suyu dahil aburcubur olarak adlandırdığımız tüketim ürünlerinin satışı yasak. Fakat öğrenciler kuralları çiğneyip gizlice yanlarında getirdiği de rastlanan bir durum. Öğrenciler dilerlerse evden getirdikleri bentolardaki yemeklerini yiyebilir veya okulun sunduğu öğle yemeğinden yararlanabilirler. Okul sunuyor dediysem yanlış anlaşılmasın. Öğle yemeğini servis etmek ve yemekhane temizliği yine öğrencilerin görevi. Türkiye ile kıyaslayınca öğrenciler açısından oldukça yorucu görünse de bu görevlerin hepsi çocuklara kendi işini kendi yapmayı, hazırcı olmamayı öğrettiği için benden yine artı puan alıyor! Flickr / Luckysundae

10

hanabi / mart 2016


Üniforma ve Ayakkabı Devlet ilkokullarında üniforma zorunlu değil ancak yine de öğrencilerin tanınmasını kolaylaştıracak tipik bir kıyafet var. Eğer Japonya’da sarı şapkalı ve randoseru çantalı bir çocuk görürseniz bilin ki bu bir ilkokul öğrencisidir. Şapka farklı renklerde de olabiliyor ama genelde açık ve canlı renkler tercih ediliyor. Bunun sebebi öğrencilerin yoldan geçerken şoförler tarafından hemen fark edilebilmesini sağlamak. Okul binasında öğrencilerin dışarıda giydikleri ayakkabıları ile dolaşmaları yasak. Bunun için öğrenciler dışarda giydikleri ayakkabılarını şahsi ayakkabı dolaplarına koyuyor ve okulda “uwabaki” adı verilen özel bir ayakkabı giyiyorlar. Ortaokuldan itibaren ikonik Japon üniformalarını görmek mümkün. Erkek öğrenciler koyu renkte hâkim yaka ceket ve pantolon, kızlar denizci gömleği ve etek giyiyorlar. Yazlık ve kışlık olmak üzere kol boyu ve kumaş cinsi değişen bu üniformalar, devlet okullarında kullanılıyor. Özel okullar daha elit kesime hitap etmek adına farklı üniforma tasarımları kullanabiliyor. Üniforma konusunda Japonya’nın büyük bir sıkıntısı var: Etek boyu. Japonya bugünlerde kız öğrencilerin etek boylarını uzatmak için bir mücadele içinde. Genel okul kurallarına göre etek boyu diz hizasında olmak zorunda ancak öğrenciler etek boylarını okul yönetiminin kural esnekliğine göre ayarlıyorlar. Örneğin, eğer okul etek boyuna karışıyorsa, okulda giymek için uzun, dışarda arkadaşlarla takılmak için ultra mini okul eteği kullanıyor ya da eteğin belini kıvırma yöntemine gidiyorlar. 2009’da kız öğrencilerin cinselliğinin ön plana çıkmasını engellemek ve daha uzun eteği sevdirmek amacıyla Niigata’da bir grup lise öğretmeni bir kampanya başlattı. Velilere üniforma kampanyası hakkında dokümanlar yollanarak kızlarına etek boyları hakkında bilgi vermeleri rica edildi. Bunun yanı sıra bir takım afişler hazırlandı. Kampanyada aktif olan Koshi Lisesi müdürü, bu afişlerle kız öğrencileri zorlamadan durum hakkında farkındalık oluşturmayı amaçladıklarını ifade ediyor. Bu kampanya ile birlikte etek boylarında uzama olduğu iddia ediliyor.

Masami h

jesielt

Uzun etek kampanyası için hazırlanan afiş sloganları: “ Bir kadın için vakarsızlık.” “ Eğer istersen hem zekanı hem de etek boyuna çeki düzen verebilirsin.” “ Güzel olan - Etek boyunu uzatmaya ne dersin?” Kız öğrencilerin mini etek sevdasında medyanın payı da oldukça büyük. Özellikle erkekler için hazırlanan manga ve animelerde liseli kız karakterler sıklıkla ultra mini etekli ve cinsellik objesi olarak sunuluyor. Hatta “liseli kızlar”la ilgili o kadar cinsel odaklı bir anlayış gelişmiş ki, Kasım 2015’de Japan Today tarafından yayınlanan habere göre Birleşmiş Milletler İnsan Hakları elçisi Maud de BoerBuquicchio Japonya’da liseli kızların %13’ünün ücret karşılığında yaşça büyük erkeklerle vakit geçirdiği, hatta kimi zaman cinsel ilişkide bulunduğunu iddia etmişti. Ancak resmi deliller sunamadığı için iddiasını geri çekmek durumunda kalmıştı. Bu oran abartılmış ya da gerçekçi olabilir, ancak şu bir gerçek ki, Japonya’nın anime, manga vb. yayınlarda kız öğrencilerin onurunu korumak ve daha fazla cinselleştirilmesini engellemek adına acilen bazı sınırlamalar getirmesi gerekmektedir. mart 2016 / hanabi

11


İJİME Japonca’da zorbalık, kabadayılık anlamına gelen ijime, Japon okullarında sıkça rastlanan bir durum. Zorbalık elbette ve maalesef tüm dünyada görülen bir durum ancak Japonya’da bu durum oldukça ilerlemiş vaziyette. Sınıfta “farklı” olan seçilir ve bir elebaşının yönlendirmesiyle tüm sınıf bir öğrenciye karşı düşmanlık beslemeye başlar. Japon toplumunda grupla birlikte hareket etmek esas olduğundan, öğrenciler seçilen kurbandansa zorbanın yanında olmayı tercih ederler. İjimeye maruz kalmak bir hastalıktan, milliyetten ötürü olabileceği gibi, çok başarılı olmaktan veya sınıf arkadaşlarıyla birlikte takılmamaktan da kaynaklanabilir. Seçilen kurbanı yok sayma, görmezden gelme, taklit etme, dalga geçme, arkasından konuşma şeklinde başlarken eşyasını çalma, psikolojik baskı kurma, hırsızlık yaptırma, ısırma, fiziksel zarar verme, ölü arı yedirme ve intihar provası yaptırma gibi akıl almaz yöntemlerle ijime yapıldığı kayıtlara girilmiştir.

Pat B/flickr “Bully Council”

12

hanabi / mart 2016

1980’lerde okul çağındaki çok fazla çocuğun intihar etmesiyle ijime, Japon toplumunda fark edildi. İntihar eden çocukların geride bıraktığı notlardan okuldaki ortamlarının onları aşırı derecede yıprattığı anlaşıldı. 2012 yılında yaklaşık 4000 ijime vakası tespit edilmiş ve 511 öğrenci bu sebeple tutuklanmıştır. Öğretmenler çoğunlukla bu olumsuz durumun önüne geçememekte, kimi zaman gözlerinin önünde olsa da ses çıkaramamakta. Bunun yanı sıra ijimeye maruz kalan öğrencilerin velileri durumu fark ettiğinde, okullar olayın üstünü örtbas etmeye çalışmakta. Okulun adının kötüye çıkmaması, bir sonraki yıl tercih edilmesi için önemli; bu sebeple bu tip vakalar gizlenmeye çalışılıyor. Gerek Japon hükümeti gerek Japon toplumu bu vakaları azaltmak adına tedbirlerini arttırmak çabasında. Toplumun, grup psikolojisi ile hareket etmek yerine, adaletle muamele etmesi, haksızlık karşısında durması, okul yönetimi ve öğretmenlerin bu konuda gerekli eğitimi alması ve öğrencilere zorbalığın yanlışlığını daha çok anlatması gerektiğine inanıyorum.


Japon eğitiminin en beğendiğim özelliğine geldi sıra. Japonya’daki okullarda hademe bulunmuyor. Bunun yerine öğrencilerin temizlik yapması için özel bir zaman ayrılmış. “Osouji” denilen temizlik zamanında okul yönetimi, öğrencilerin temizlik yaparken keyif alması için hareketli müzik yayını yapıyor. Bu uygulama aracılığıyla öğrenciler kamu malına değer vermeyi, temiz ve sorumluluk sahibi olmayı öğreniyor. Umarım bu uygulama bir gün ülkemizde de uygulanabilir.

ikonlar: freepik.com ve flaticon.com

Temizlik Zamanı

Isıtma - Soğutma Sistemi Eskiden okullarda ısıtma için soba kullanılıyordu, fakat günümüzde hemen hemen her okulda ısıtma - soğutma aracı olarak klima kullanılmakta. Ancak yazın klimaların 1 Temmuz’dan önce kullanılmasına izin verilmiyor. Bunun sebebi ise, Japon Çevre Bakanlığı’nın başlattığı, yazları klima kullanımını azaltıp daha az elektrik tüketerek doğayı koruma kampanyası.

Telefon Yasağı Japonya’da öğrencilerin okula telefonla gelmesi yasaktır. Aşırı radyasyonla beyne zarar verdiği için çocuk sağlığı açısından oldukça tehlikeli olmasının yanı sıra, grup mesajlaşma imkânı sağlayan uygulamalarla, öğrencilerin kendi aralarında zorbalık yapmasını engellemek için okulda kullanımı yasaktır. Bunun yanı sıra, 2014 yılında Aichi, Kariya’da yapılan bir kampanya ile akşam saat 9’dan sonra çocuklara zararlı sitelere girmemeleri için evde de telefon kullanma yasağı başlatılmıştı.

Teknoloji

Teknoloji devi Japonya’nın okulları sanılanın aksine pek de teknolojik değil. Öğretmenler odasında bir veya iki bilgisayar, fotokopi ve faks makinesi bulunuyor. Sınıflarda ise öğretmen özel olarak getirmediği sürece teknolojik bir alet bulmak mümkün değil.

Japonya akademik anlamda ve sorumluluk sahibi öğrenciler yetiştirmede oldukça başarılı olmasına rağmen, okul çağındaki çocukların psikolojik durumları açısından maalesef iyi bir konumda değil. Umarım, önümüzdeki yıllarda öğrencilerin gorgo manevi ve psikolojik gelişimleri için de faydalı uygulamalar yapılır ve daha sağlıklı nesiller yetiştirilir. Ve yine umarım ki, Türkiye’de çok daha az sorumlulukla okuyan öğrencilerimiz de Japon insanı gibi azimli olup, başarıyı yakalar! mart 2016 / hanabi

13


Yazı: Nur BÜYÜKYILMAZ

“Bu yazı İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Endüstriyel Tasarım bölümü yüksek lisans Öğrencisi Nur Büyükyılmaz’ın ‘AN ENVIRONMENTALIST APPROACH TO DESIGN: UTILISING ORIGAMI FOR PACKAGING DESIGN’ başlıklı tezinin dördüncü bölümünün, ilk kısmının modifiye edilmiş halidir. 14

hanabi / mart 2016


Origaminin kökeni her ne kadar kesin olarak bilinmese de, yaklaşık 2000 yıl önce Çin’de ortaya çıktığı tahmin edilmektedir (Hatori, K’s Origami). Bu tahmin iki varsayıma dayanmaktadır: 1) kâğıdın ikinci yüzyılda Çin’de icat edilmesi; 2) origaminin kâğıdın icadından sonra uygulanmaya başlamış olması (Hatori 2011, 3). Origami tarihçisi HATORİ her iki iddianın da gerçeği yansıtmadığını iddia etmektedir ve bu yanlış varsayımın kâğıdın Çinli haremağası Chai Lun (T’sai Lun) tarafından milattan sonra 105’te icat edildiği varsayımından kaynaklandığını açıklamaktadır. Oysaki; çok daha eskiden milattan önce 206 ve milattan sonra 8 yılları arasında hüküm sürmüş Batı Han İmparatorluğu gömütlerinde kâğıda rastlanmıştır (Hatori 2011, 3). Ayrıca HATORİ en eski kâğıdın tahminen ikinci yüzyılın ortalarında kullanıldığını da belirtmektedir (Hatori 2011, 3). HATORİ gibi origaminin kökeninin Çin’e dayandığı varsayımına karşı olan tarihçiler origaminin Japonya’da Heian Dönemi olarak da bilinen 794-1185 yılları arasında ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Bu tarihçiler kaynakça olarak onuncu yüzyılın en meşhur *onmyōjisi Abe no Seimei’i göstermektedirler (Hatori 2011, 4). HATORİ’nin açıkladığı şekliyle, Abe no Seimei’in hikâyesine göre kahraman bir parça kâğıdı alıp katlamış, ona balıkçıl şeklini vermiş ve efsaneye göre kâğıt gerçek bir balıkçıla dönüşmüştür (Hatori 2011, 4). Bu örnek Japonların origamiyi sadece bir sanat olarak görmediklerinin, origamiye yüzyıllardır mistik anlamlar da yüklediklerinin bir göstergesidir. Diğer taraftan, Masao OKAMURA, Seimei’in hikâyesinin hiçbir kısmının origami içermediğini iddia etmektedir. OKAMURA’ya göre hikâyenin kahramanı kâğıdı ilmek oluşturmak için bükmüş olabilir, kâğıda balıkçıl resmi çizmiş olabilir, fakat kâğıdı katladığı yönünde hiçbir kanıt yoktur.

Abe no Seimei’in Kikuchi Yosai tarafından yapılmış bir resmi

Abe no Seimei; 921-1005 yılları arasında Japonya’da yaşamış, yaşamı bir çok hikâyeye ve filme konu olan, doğa bilimleri ve gizemcilik temelli geleneksel Japon kozmoloji felsefesinin önemli bir figürü.

Seimei’in hikâyesinin dışında bilinen en eski origami örneklerinden biri shidedir. “Shide” kesilip zikzak şeklinde katlanan ve Shinto ritüellerinde kullanılan bir kâğıt türüdür. HATORİ, shideyi “tanrının sunduğu kumaş/örtü parçaları” olarak yorumlamaktadır (Hatori 2011, 4). Bu örnek de origaminin dinî ritüellerle etkileşim halinde olduğunun kanıtlarından biridir. Origami, kanji ve okurigana adı verilen sembollerle Japonca’da 折り紙 şeklinde yazılır, 折り(ori); 折る (oru) fiilinden türemiş olup “katlama”, 紙(kami/gami) ise “kâğıt” anlamına gelmektedir. Ayrıca, 祈る (inoru) Japoncada dua etmek anlamına gelmektedir. 折-oru ve祈-inoru kanjilerinin birbirlerine benzemeleri de tesadüf değildir. Japonların kâğıt katlarken dilek dilemeleri ve bunun dile yansıması, origamiye yükledikleri maneviyatın göstergesidir. *Onmyōji; Onmyōdō (Ying ve Yang’in Yolu) adı verilen geleneksel Japon kozmoloji felsefesini uygulayan kişiye denir. mart 2016 / hanabi

15


Origaminin kökeni binlerce yıl öncesine dayanmakla birlikte, bilinen ilk origami kitabı Hiden Senbazuru Orikata (Secret to Folding One-thousand Cranes-Bin Turna Katlamanın Sırrı) olup, 1797’de basılmıştır. Yazarı belli değildir. 16

hanabi / mart 2016


Bu varsayımların dışında origaminin kökeninin törensel kaplamada kullanılan özel bir sunum türü olan noshiye dayandığını iddia eden origami tarihçileri de vardır. Hatori, noshiyi şu şekilde tanımlamaktadır: “bir tür katlanmış ambalaj kâğıdı veya şerit halinde kesilmiş deniz kabuklusu olmakla birlikte günümüzde iyi şans sembolü olarak ambalaj kâğıdına tutturulan veya basılan dekoratif öğe” (Hatori 2011, 4). HATORİ’nin tanımından anlaşılacağı gibi noshinin iyi şans getireceği rivayet edilmektedir ve origaminin Japonlar için iki boyutlu yassı bir formun katlanarak üç boyutlu bir forma dönüşmesi ve işlevsellik kazanmasından çok daha fazla önem arz ettiği su götürmez bir gerçektir. Origami uygulamalarının en eski örneklerinden bir diğeri ise ocho ve mecho adı verilen kâğıt kelebeklerdir. Biri dişiyi biri erkeği sembolize eden bu kâğıt kelebekler sake şişesi ambalajlama için kullanılmaktadır ve bu ocho ve mecho süslemeli sake şişeleri genellikle düğün törenlerinde kullanılmaktadır. Origaminin ilk uygulaması olduğu iddiaları, bu tür ambalajlamanın ilk kez Heian döneminde uygulanmasına dayandırılmaktadır, fakat bu, henüz kanıtlanmamıştır (Hatori 2011, 4).

Origami tarihçesiyle ilgili varsayımların sonuncusu ise samuray savaşçılarının kâğıdı Edo döneminde (1603-1868) katladığı rivayetidir. Buna göre samuraylar kâğıdı katlayıp, içine özel hediyeler koymuşlardır; HATORİ bu hediye verme şeklini samuray sınıfının bir nevi etiketi olarak tanımlamaktadır ve HATORİ bu geleneğin samuraylar arasında nesilden nesile aktarıldığının altını çizmektedir (Hatori 2011, 4). Buna ek olarak; törensel ambalajlamada kullanılan origami hakkında yazılmış “Tsutsumi no Ki” (1764) adlı kitabın yazarı ISE Sadatake, kâğıdın 1333-1573 yılları arasında Muromachi döneminde yazıldığını iddia etmektedir (Hatori 2011, 5). Origaminin kökenine dair pek çok rivayet olmasına ve origami tarihçilerinin bir kısmının origaminin kökeninin Japonya, bir kısmının ise Çin olduğunu savunmasına rağmen, kesin olan şey origaminin dünyaya yayılmasının Japonya kaynaklı olduğudur. Tüm dünya ülkelerinin bu eski ve mistik sanatı Japonca ismiyle “origami” şeklinde ifade etmesi de bundan kaynaklanır.

Geleneksel Japon düğünü yerine kilise düğününü tercih eden Japon gençleri bile geleneksel törendeki gibi düğünlerinde ocho ve mecho ile süslenmiş sake şişeleri kullanmaktadırlar.

meraklısına: Hatori, Koshiro. “History of Origami in the East and the West before Interfusion.” In Origami 5: Fifth International Meeting of Origami Science, Mathematics and Education, by Pasty Wang-Iverson, Robert J. Lang and Mart Yim, 1-13. Singapore: Taylor & Francis Group, 2011. —. K’s Origami. http://origami.ousaan.com/library/historye.html (accessed September 2015). Hiden Senbazuru Orikata. 1797. Leboutillier, Linda. “Memories of Japan: Gift-Giving Season.” Random Thoughts. December 29, 2013. http://mettahu. blogspot.com.tr/2013/12/memories-of-japan-gift-giving-season.html (accessed September 2015). Origami Resource Center. Origami Resource Center. 2015. http://www.origami-resource-center.com/mecho-and-ocho.html (accessed September 2015).

mart 2016 / hanabi

17


Balintseby / Freepik

JAPONCA, TÜRKÇENİN AMCA OĞLU MU? Yazı: Günsu TAŞKÖPRÜ

“Türkçe ve Japonca da birbirine benziyormuş.” Çoğumuzun söylediği bu söz gerçekten doğru mu? Bu yazıda Japonca ile ilgili kısa bilgiler vererek Türkçe ile yapısal benzerliklerine ilişkin kısa bir karşılaştırma yapmak istedim.* * Yazıda ekler yazılırken bazı harfler büyük yazılmıştır. Büyük harfle yazılanlar değişebilir anlamına gelmektedir. (Örneğin; -mI ekinin mı, mi, mu, mü olabildiğini gösterir.) 18

hanabi / mart 2016


Japonca 128 milyon anadil konuşucusu ve yaklaşık iki milyon kadar ikinci ve yabancı dil konuşucusuyla dünyanın en çok konuşulan 10 dili arasındadır. Bir ada devleti olduğundan diğer diller ile etkileşimi oldukça sınırlı olan Japoncanın tarihi eskiye dayanmaktadır. Japonca, Japonya haricinde hiçbir ülkenin resmi dili değildir. Türkçe hepimizin bildiği gibi oldukça geniş bir coğrafyada konuşulan farklı lehçe ve ağızlardan oluşan geniş bir dil ailesidir. Bizim konuştuğumuz Türkiye Türkçesi, Batı Oğuz koluna ait bir lehçedir. Türkiye Türkçesi 80 milyon üzerinde konuşucuya sahiptir. Türkiye dışında Balkanlarda, Avrupa ve Asya’da da çeşitli ağız ve lehçelerde konuşulmaktadır.

Japonca ve Türkçenin Sınıflandırılması En çok bilinen dil sınıflandırılması olan “genetik dil sınıflandırılması”na göre Japonca, Türk, Moğol, Mançu ve Tunguz dilleri ve Korece ile aynı dil ailesi içerisinde gruplandırılmıştır. Bu sınıflandırmaya karşıt görüş sunanların sayısı da az değildir. Bir görüş Korece ve Japoncanın Altay dil ailesinden olmadığı yönündedir. Bir diğeri ise aslında bu aileye sokulan dillerin hiçbirinin birbiriyle ilişkili olmadığı, böyle bir ailenin bulunmadığı yönündedir. Bu nedenle Japonca ve Türkçenin gerçekten akraba olup olmadığı konusunda araştırmacılar tarafından henüz ortak bir görüş benimsenmemiştir. Hyōjungo yani Standart Japonca, Tokyo ağzını temel alan, okullarda ve kitle iletişim araçlarında kullanılan dildir. Bunun dışında Osaka, Kyoto, Hakata ağızları gibi daha birçok farklı ağıza sahiptir.

Diller, araştırmacılar tarafından birçok şekilde sınıflandırılmıştır. Bunlardan en bilinenleri “genetik”, “bölgesel”, “leksikostatistiksel” ve “tipolojik”tir. Genetik

Bölgesel

Leksikostatistiksel

Tipolojik

sınıflandırma,

sınıflandırma,

sınıflandırma,

sınıflandırma,

her dilin ortak bir dil atası olduğunu söyler. Buna göre Türkçe ve Japonca, Altayca denilen bir dilden gelmiştir.

aynı bölgede bulunan dilleri birlikte gruplandırır.

ortak ve benzer sözcükleri araştırır. Böylece dillerin akraba olup olmadıkları ortaya konulmaya çalışılır. Örneğin, Korece ve Japonca arasında ortak ve benzer kelimeler, araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir. Fakat bu kelimelerin ödünç mü yoksa ortak mı olduğu hâlâ tartışıldığından, iki dilin akraba olup olmadığı kesinleşmemiştir.

leksikoistatistiksel sınıflandırma gibi diller arasındaki ortak ve benzer yapılara bakar.

mart 2016 / hanabi

19


stemi

zı Si a Y a c n o Jap

si 8. önüşme d e il d zılı bir anjilerin anın ya terleri K k a aha r a Japonc k ı yaz uştur. D in lm Ç o a la d ıy ıl s yüzy aşlama ilmesiyle maya b sitleştir a b in r kullanıl le ini ter sesletim u karak ın b n a a r c n n o ı s apo ana yaz lan ve J e Katak v ortekiz a oluşturu n P a e g d Hira ren a n a ib y it a n ıl a ş Latin kar yıld ıştırdığı 16. yüz n i, r a t le in m r siste odern yonerle yol mis mıştır. M ı ve İspan anılmaya başla yaz de dört kull in i r iç le f e r c a h ı tüm ür. ada ayn ümkünd m k Japonc e m r i de gö sistemin

Japoncada da Türkçe gibi sözcüklerin cinsiyeti yoktur. Fransızca, Almanca gibi Latince kökenli dillerin birçoğunda bulunan “tanımlık (article)” yapıları yoktur.

Japonca ve Türkçenin Yapısal Özellikleri Japonca ve Türkçe sondan eklemeli dillerdir. Bu, eklerin her iki dilde de sözcüklerin sonuna geldiğini belirtir. Tabii ki bazı istisnalar mevcuttur. (Türkçede başka dillerden geçen ön ekler (a-sosyal, vb.) Japoncadaki sözcüklerin önüne gelen “o”, “go” ekleri gibi.)

花さんは来ましたか。 Hanasan wa kimashita ka? Hanasan geldi mi?

Türkçe ve Japoncada basit tümce sıralaması “Özne, Tümleç, Yüklem”dir. Japoncada tümce içerisinde Türkçeden farklı olarak “は wa” ve “ が ga” olarak bilinen ilgeçler kullanılır. Birçok Avrupa dilinde bulunan yardımcı fiil (İngilizcede “be” fiili, Almancada “sein” fiili gibi) kullanımına karşılık gelir.

食べたか。 たべた。 Tabeta ka? Tabeta. -Yedin mi? -Yedim.

佐藤さんは本を読みます。 Satousan wa hon wo yomimasu. Satou kitap okuyor.

Adlar Türkçede tümcenin yüklemine göre belli durum ekleri alırlar. Türkçede durum (hal) ekleri temelde 5 tanedir. Bazı kitaplar [ile/-(y)lA] araç ekini de durum eklerine dâhil ederek 6 tane olduğunu belirtir.1

佐藤さんが本を読みます。 Satousan ga hon wo yomimasu. Satou kitap okuyor. (“wa”ya göre okuyan kişiyi daha çok vurguluyor.) “か ka” ilgeci Türkçedeki “mI” soru ekiyle aynı şekilde tümcenin sonuna gelerek tümceyi soru yapar.

Türkçede olduğu gibi Japoncada da tek bir sözcükle tümce kurulabilmektedir.

1. Yalın durum Nesne veya varlığın herhangi bir ad durum eki almamış olma durumudur. Mehmet kitap okuyor. Ayşe yemek yiyor.

1 Fatma Erkman Akerson Dile Genel Bir Bakış s.138

20

hanabi / mart 2016


2. [-(y)I] Belirtme durumu Eylemden etkilenen nesne veya varlığı belirtir. Mehmet kitabı arkadaşına vermiş. Çorabını buldun mu? 3. [-(y)A] Yönelme durumu Eylemin nesne veya varlığın nereye yönlendirdiğini gösterir. Hasan Kızılay’a gidecek. Ayşe bahçeye çıktı.

Japoncada ise “Joshi” adı verilen ilgeçlerle ad durum eki anlamı verilir. Türkçedeki durum eklerinin aksine Japoncada ilgeçler ünlü veya ünsüz uyumuna bağlı ses değişimlerine uğramaz. Türkçede durum ekleri art arda kullanılamazken, Japoncada bu mümkündür. Japoncada ad durum ilgeçleri 10 tanedir. Bazı ilgeçler Türkçenin aksine birden fazla durum belirtebilir. Türkçedeki karşılıklarıyla beraber aşağıdaki gibidir: が (ga) : yalın durum/[-(y)I] belirtme durumu

4. [-DA] Bulunma durumu Nesne veya varlığın bir yerde bulunma durumunu gösterir.

を (wo) : yalın durum/[-(y)I] belirtme durumu/ [-DEn] çıkma durumu の (no) : [-(n)In] ilgi durumu/ -olan/ -ki

Aykut bahçede oynuyor. Ali Ankara’da okuyor. 5. [-DAn] Çıkma durumu Nesne veya varlığın bir yerden veya bir durumdan ayrılmayı gösterir.

に (ni) : [-DA] bulunma durumu/[-(y)A] yönelme durumu へ (e) : [-(y)A] yönelme durumu と (to) : [ile/-(y)lA] araç durumu

Gamze okuldan eve geldi. Kaan benden kalem aldı. 6. [ile/-(y)lA] Araç durumu Türkçede bazı araştırmacılar tarafından hal eki olarak kabul edilmektedir. Kimi zaman ilgeç kimi zaman bağlaç olarak kullanılır. Ali arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Kitapla kalemi masaya koy.

げんき

で (de) : [-DA] bulunma durumu/ [ile/-(y)lA] araç durumu から (kara) : [-DAn] çıkma durumu より(yori) : [-DAn] çıkma durumu まで (made) : [-(y)A] yönelme durumu + kadar

ゲンキ

genki

freepik.com

元気

mart 2016 / hanabi

21


が (ga) Yalın durum ve [-(y)I] belirtme durumunu gösterir. Türkçede yalın durumda hiçbir ek yokken Japoncada “ga” alır.

Japoncada ilgeçler birlikte kullanılabilir. Bu durum Türkçedeki hal eklerinin birbiriyle kullanılamaması durumundan farklıdır.

コンサートで音が大きかったです。 Konsāto de oto ga ookikatta desu. Konserde ses yüksekti.

母からの手紙 Haha kara no tegami Annemden gelen mektup

Japoncada Türkçenin aksine belirtili belirtisiz nesne ayrımı yoktur. Bu nedenle her zaman belirtme durumu ilgeci kullanılır. ハンバーガーが好きです。 Hambāgā ga suki desu. Hamburgeri seviyorum.

を (wo) Yalın durum/[-(y)I] belirtme durumu/[-DAn] çıkma durumlarını gösteren ilgeç, temel olarak belirtme durumunu gösterir. Türkçedeki belirtme durumuyla benzerlik gösterir. リンゴを買います。 Ringo wo kaimasu. Elma alacağım. 顔を洗います。 Kao wo araimasu. Yüzümü yıkayacağım. 授業を始まります。 Jugyō wo hajimarimasu. Derse başlayacağım.

の (no) Türkçedeki karşılığı olan [-(n) I n] ilgi durumu/ -olan/ -ki anlamındaki ilgeç, genelde adla yüklem arasındaki ilişkiyi belirtir. Japoncada ad tamlamaları “no” ile yapılır. 父の本 Chichi no hon Babamın kitabı

22

hanabi / mart 2016

に (ni) Türkçede [-DA] bulunma durumuna benzer bir kullanıma sahiptir, fakat oturmak, bulunmak, konaklamak gibi fiillerle sınırlıdır. 家族はアンカラに住んでいます。 Kazoku wa Ankara ni sundeimasu. Ailem Ankara’da yaşıyor. [-(y)A] yönelme durumu anlamı, varış noktası veya dolaylı bir nesne belirtir. 飛行機に乗ります。 Hikõki ni norimasu. Uçağa bineceğim.

へ (e) Türkçedeki [-(y)A] yönelme durumunu karşılayan ilgeç, yön veya varış noktası belirtir. İşlevi Türkçeyle aynıdır. “Ni” ilgecine göre daha geniş kapsamlıdır. バフチェリへ行きましょう。 Bafuçeri e ikimashō. Bahçeli’ye gidelim.

と (to) Türkçede [ile/-(y)lA] araç durumunu karşılayan ilgeç, iki kişi tarafından yapılan bir eylem olduğunu belirtir. 母と買い物します。 Haha to kaimono shimasu. Annemle alışveriş yapacağız.


で (de) Türkçede [-DA] bulunma durumunu karşılayan ilgeçtir. İşlevi Türkçeyle aynıdır. “Ni” ilgeciyle arasındaki fark, “ni” ilgecinin süreklilik belirten eylemlerden önce gelmesi, “de” ilgecinin ise hareketlilik belirten eylemlerin arkasından gelmesidir. 友達とアルサンジャクで会います。 Tomodachi to Arusancaku de aimasu. Arkadaşlarla Alsancak’ta buluşacağız.

から (kara) Türkçedeki [-DAn] çıkma durumuna benzer bir işlevi olan ilgeç bir zaman veya yerin başlangıcını belirtir. アンカラからイズミルまで車で9時間かかります。 Ankara kara İzmiru made kuruma de 9 jikan kakarimasu. Ankara’dan İzmir’e arabayla 9 saat sürüyor.

より(yori) Daha çok resmi dilde kullanılan ilgeç “kara” gibi [-DAn] çıkma durumunu karşılar. Aynı zamanda karşılaştırma görevi de üstlenir. 社長よりご挨拶がございます。 Shachō yori goaisatsu ga gozaimasu. Müdürümüzün size selamı var.

meraklısına:

日本語は英語より難しいです。 Nihongo wa eigo yori muzukashiidesu. Japonca İngilizceden daha zordur.

Bozkurt, M. Altay Dil Ailesi ve Japoncanın Türkçe ile Akrabalığı Sorunu

まで (made)

Brown, K., & Ogilvie, S. (2010). Concise encyclopedia of languages of the world. Elsevier.

Türkçede bulunmayan, [-(y)A] yönelme durumu + kadar olarak tanımlanan ilgeç, bir eylemin ne zamana kadar yapıldığını belirtir. 昨日は5時まで授業がありました。 Kinō wa 5 ji made jugyou ga arimashita. Dün beşe kadar dersim vardı. Bu yazıda Japonca ve Türkçenin küçük bir bölümünü karşılaştırdım. Burada yazdıklarım Türkçe ve Japoncanın benzer yönleri olduğunu gösteriyor. Fakat kendi deneyimlerime göre Japonca öğrenirken farklılıkların benzerliklerden daha çok olduğunu söyleyebilirim. Ama bu benzerlikler başta öğrenirken kolaylık sağlıyor. Bu konuda daha fazlası için yandaki kaynaklara göz atabilirsiniz.

Erkman-Akerson, F. (2008). Dile genel bir bakış. Türkçe örneklerle, Multilingual, İstanbul. Frellesvig, B. (2010). A history of the Japanese language. Cambridge University Press. Gencan, T. N. (2001). Dilbilgisi, Tek Ağaç. Tekmen, A. N., & Takano, A. (2007). Japonca dilbilgisi. Engin.

mart 2016 / hanabi

23


ğ Ja p o

nM üzi

n i in

B e i d r n i b Ritim l a K

Yazı: Özlem Burcu ÖZTÜRK

İki tarafına hayvan derisi gerilerek yapılan ve “bachi” denilen iki tahta sopa ile çalınan bir davul olan taiko, bin yılı aşkın süredir Japon müziğine can vermesi ve özellikle de Japon festivallerinde “hayashi” müziğinde oynadığı rolü ile bilinmektedir.

24

hanabi / mart 2016

UCLA KYODO TAIKO


TAIKO ON

Hayashi ritim müziği, Japonya’da festivallerde Noh ve Kabuki performanslarında çalınan bir Japon müziği tarzıdır. Bu müzik türünde genellikle taiko, flüt, tsuzumi (elde çalınan küçük davul), shamisen (bachi adı verilen bir mızrap ile çalınan üç telli bir Japon çalgısı) ve gong kullanılır. Noh, klasik Japon tiyatrosunun bir türüdür. Günümüzdeki taikoların temelini Noh tiyatrosunda kullanılanlar oluşturmaktadır. Kabuki ise özellikle Edo döneminde(1603-1868) popüler olan bir tiyatro çeşididir. Onlarca çeşit taiko, Kabuki tiyatrolarında kullanılmıştır. Taiko kelimesi Japon davul çalma stili, davul grubu ya da davul için kullanılabilmektedir. Ayrıca taiko “büyük davul” anlamına gelse de birçok şekil ve boyutlarda taiko bulunmaktadır. Bazıları diğer kültürlerden geçmiş, bazıları ise doğal olarak Japon kültüründe gelişmiştir.

TAIKO SRBIJA

Taiko ile ilişkili şeyleri anlatırken kullanılan “daiko” kelimesi bileşik kelime oluşturulurken “T”nin “D” sesine dönüşmesiyle ortaya çıkmış, belirli bir tip davul, taiko grubu ya da birçok çeşit taiko çalım stilini anlatan kelimenin sonuna eklenmiştir. Wadaiko kelimesi özellikle Japonya temelli taiko için kullanılmaktadır. TAIKO MEANTIME

UCLA KYODO TAIKO TAIKO KAI, UNIVERSITY OF WASHINGTON

mart 2016 / hanabi

25


Taiko davulcuları performans sırasında taikoları sadece bir enstrüman olarak görmemekte, aynı zamanda Taikoda şu dört ilkeyi dikkate almaktadır;

Tavır... Kata (form)... Müzik Tekniği... Ki (Enerji)... Örneğin tavır, kendine, diğer davulculara ve enstrümanlara saygıyı ve hem akıl hem vücut disiplinini ifade etmektedir. Bir davulcu koreografiyi uygularken, hem kendi beden hareketlerini algılar hem de diğer davulcularla etkileşime geçer. Bu dört ilke ile taiko davulcuları, sanatın kendi kişiliklerinin bir parçası olduğuna ve bunun varoluş ve hayatı ifade şekli olarak görüldüğünde ise nihai taiko ifadesine ulaşılabildiğine inanmaktadır.

TAIKOZ, fotoğraf: Mike CHIN

26

hanabi / mart 2016


SACRAMENTO TAIKO DAN

Taiko Tarihi Taikonun geçmişinin 6.yüzyıla kadar uzandığını, keşfedilen bir mezarda bulunan kilden yapılmış taiko çalan adam figüründen anlamaktayız. Antik Japonya’da dinî festivallerde duaları Tanrılara iletmek için çalınan taiko, aynı zamanda Kabuki ve Noh tiyatrolarına müzikte eşlik etmiştir. Sadece son 50 yıldır sahne performansı olarak sergilenmekle beraber, 1970’lerde Japon hükümetinin kültürel değerleri korumak için verdiği mali destek ile bazı yerel kuruluşlar taiko grupları kurarak yerel taiko ritimlerini festivallere taşımıştır. Zaman içerisinde taiko, uluslararası turneye çıkan Kodo ve Ondekoza gibi gruplarla dünyaca ün kazanmış; ABD, Kanada, Avrupa, Avustralya ve Güney Amerika’ya yayılmıştır. Sadece Kuzey Amerika’da yaklaşık 150 taiko grubu bulunmaktadır. Japonya’da özellikle çocukların wadaiko ya da taikonun heyecanını yaşamaları için pek çok imkân bulunmaktadır. Yerel festivaller ve okul aktivitelerinin yanı sıra, şehirlerdeki taiko okullarının sayısı da gün geçtikçe artmaktadır. Bilimsel araştırmalar taikoya vurmanın zihinsel olarak rahatlatıcı bir etkisi olduğunu ve beynin enerjik hale gelmesini sağladığını göstermiştir. Bu yüzden de bazı insanlar sadece sağlık için taiko çalışmalarına katılmaktadır. Hatta Tokyo’daki okullardan biri taiko içeren bir aerobik egzersizi çeşidi geliştirmiştir. Ayrıca oyun salonlarında da wadaikolar oldukça popülerdir. Hatta artık evlerimizdeki oyun konsollarında ve telefonlarımızda oynayabileceğimiz davul oyunları geliştirilmiştir. Böylelikle karaoke tarzında hem çocuklar hem yetişkinler taiko çalmaya ve taiko temposunun keyfini çıkarmaya başlamıştır. En geniş taiko, dört yüzyıldır davul yapım işinde olan Asano Taiko tarafından Ishikawa Bölgesinde yaklaşık 12 kişinin bir senelik uğraşıyla yapılmış ve Guiness Rekorlar kitabına girmiştir. Yapımı için uygun olan ağacın Afrika’da aranıp bulunması 3 seneyi bulmuştur. Yapımı tamamlandığında yaklaşık 4 ton ağırlığında bir davul olmuş ve dahası her bir davul yüzeyi bir inek derisinden oluşmuştur.

mart 2016 / hanabi

27


Taiko Çeşitleri ve Aksesuarları Çok sayıda taiko çeşidi bulunsa da temelde, hayvan derisinin çivilendiği “Byou-daiko” ve gerilerek iple bağlandığı “Shime-daiko” olarak ikiye ayırabiliriz. En çok kullanılan taiko çeşitleri Nagado-daiko, shime-daiko, hira-daiko, oke-daiko’dur.

TSUNAGARI TAIKO CENTER

A. Byou-Daiko Byou-daiko’ların kullanımı kolay olsa da yapımı zahmetli olduğu için pahalı bir taiko çeşididir. Ancak bakımı yapıldığı takdirde uzun süre çalınabilmektedir ve genellikle festivallerde kullanılmaktır.

Nagado-Daiko

Nagado-daikonun (gövdeleri uzun taikolar) köklerinin Çin veya Kore’ye dayandığı düşünülmektedir. En çok kullanılan davul tarzı olan Nagado-daiko, modern kumi-daiko stilinde en çok çalınan davuldur. Nagado-daikolar boyutlarına göre anılmakta olup davul çapları söylenirken geleneksel Japon ölçüsü Shaku kullanılmaktadır. (1 Shaku = 30,3cm) Ko-daiko ( yaklaşık 1-1,5 shaku), Chu-daiko (orta boy oluyor ve 1,6 -2,8 shaku); Odaiko (büyük davul ve yaklaşık boyutları 2,9-6 shaku’dan fazla oluyor) Odaiko terimi büyük davullar için kullanılsa da genellikle 3-6 shaku çapındaki nagado-daikolar için kullanılmaktadır. 3 ton ağırlığında olabilen odaikolar tapınaklar için yapılmakta ve yüz binlerce dolara mal olmaktadır.

Hira-Daiko

Hira-daikonun farklı boyutları bulunmaktadır. Küçük olanların kumi-daikoda yeri olmasa da Hayashi müziğinde orkestral enstrüman olarak kullanılmaktadır. Nagado-daiko boyutlarındaki Hira-daiko ise, Nagado-daiko’ya göre çok daha düşük bedellerle alınabilmektedir. Hira-daiko’ların taşınması ve küçük kapılardan geçmesi Nagado çeşidi Odaikolardan daha kolay olduğundan bazı taiko gruplarının tercihi olmaktadır. Boyutlarının makul olmasının yanı sıra en büyük boy Odaiko’nun bas sesine ve yüksek sesine ulaşabilen bir davul çeşididir. 28

hanabi / mart 2016 TSUNAGARI TAIKO CENTER


SENRYU

Oke-Daiko

Her boyutta olan Oke-daikolar bizdeki bando davulları gibi boyuna asılarak kullanılabildiği için özellikle yürüyüş ve geçit törenleri için çok uygundur. Çıkardığı ses Nagadodaiko’dan çok daha yumuşaktır.

Bachi TAIKO ON

B.Shime-Daiko Shime kelimesi, Japoncada “sıkıca bağlamak” anlamındaki shimeru kelimesinden gelmekte olup, shime-daikonun, byou-daiko’dan farklı olarak Japonlar tarafından icat edildiğine inanılmaktadır.

Klasik Japon müziğinde kullanılan kotsuzumi ve ootsuzumi dışında bütün davullar bachi denilen sopalarla çalınmaktadır. Bachilerin de çeşitleri bulunmaktadır; Sert ağaçtan yapılan bachiler, nagado-daiko’da; Daha yumuşak ağaçtan yapılan daha geniş bachiler Odaiko’da; küçük hafif bachi’ler ise shime-daiko’da kullanılmaktadır. Ayrıca bachi seçimi performansa renk kattığı için, bambudan yapılan ya da ışıltılı dekora sahip bachiler de bulunmaktadır.

TSUNAGARI TAIKO CENTER

mart 2016 / hanabi

29


SAN JOSE TAİKO BAKUHATSU TAIKO DAN SAKURA NO KI DAIKO

Giyim Performanslar sırasında birçok farklı giysi kullanılır. Çoğu kumidaiko grubu, ince kumaştan yapılan dekoratif ceket olan happi giyerken, kafasına hachimaki denilen geleneksel bir bant takar. Bol pantolon olan momohiki, geleneksel Japon çorabı tabi ve bir çeşit önlük olan haragakenin de kullanıldığı görülür.

TAIKOZ, fotoğraf: Karen Steains

CHARLESTON

30

hanabi / mart 2016


UCLA KYODO TAIKO

SAN FRANCISCO TAIKO DOJO

Kumi-Daiko Stili Taikonun stili, taiko müziğine ve çalan kişinin stiline göre değişebilmektedir. Aslında geleneksel olarak taikoların stilleri belli olsa da, son dönemlerde oluşan modern kumi-daiko stili gruplar ile kısıtlamalar ortadan kalkmıştır. Kumi-daiko, Japon davul birliğinin modern sanatı diyebiliriz. Son 50 yılda Japonya’da 80.000’den fazla taiko grubu oluşmuştur. Şimdi ise dünyanın her yerinde Japon davul sanatını sergileyen gruplar ile karşılaşmak mümkündür.

SENRYU

Kumi-daiko stili, 1951 yılında caz davulcusu Daihachi OGUCHİ tarafından yaratılmıştır. OGUCHİ, taikonun caz ile neden kullanılmadığını merak edip taiko geleneğini değiştirmiştir. Kumi-daiko gruplarında sesi tamamlamak için gongtan flüte birçok yan enstrüman kullanılmaktadır.

STANFORD TAIKO

mart 2016 / hanabi

31


ÖNDE GELEN TAİKO GRUPLARI Kodo

Ondekoza

1981 yılında Berlin Festivali’nde yaptıkları çıkıştan bu yana 5 kıtada 47 ülkede 5.600’den fazla performans sergilemişlerdir. Performanslarındaki “Bir Dünya” başlığı, kodonun kültür ve dil farkından kaynaklanan sınırları aşma amacını yansıtan bir tema içermiştir.

2009 yılında “Japon İmparatoru’nun Tahta Çıkışının 20. Yılı Kutlama Töreni”ninde de çalmışlardır.

Kodo iki anlam taşımaktadır; ritmin temel kaynağı olan “kalp atışı” ve Kodo grubunun çocuk kalbi sadeliğindeki davul çalma tutkularını anlatan “davulların çocukları”...

Performanslarının yanında binlerce okul çağındaki çocuk ile “Okul Atölye Çalışmaları”na katılmışlardır. Aynı zamanda birçok uluslararası festivalde yer almış, film müziklerine katkıda bulunmuş ve küresel sanat performansına liderlik etmişlerdir. 2002 yılındaki Kore-Japonya ortaklığında düzenlenen FIFA Dünya Kupası için resmi marş yayınlamış ve Kupa’da performans sergilemişlerdir.

Ondekoza davul grubu 1969 yılında Japonya’nın Sado Adası’nda kurulmuş olup Amerika, İtalya, İsviçre, Almanya ve Rusya gibi pek çok ülkede performans sergilemiştir.

2012 yılında ise “Dünya Turu – Büyük Doğu Japonya Depremi’ni Aşarak” adlı konserde, 2011 yılında meydana gelen Büyük Doğu Japonya Depremi sonrasında tüm dünyadan gelen yardımlara teşekkür etmek amacıyla Birleşmiş Milletler New York Genel Merkezi başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde konserler düzenlemiştir. Türkiye’deki ilk turu olan “Davula Ruh Kat”, İstanbul ve İzmir’de geçtiğimiz aylarda Japonya ve Türkiye arasındaki dostluk ilişkilerinin temeli olarak bilinen Ertuğrul Fırkateyni Faciasının 125.yıldönümü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilmiştir.

Birgün Türkiye’de de taiko gruplarının kurulduğunu görmek dileğiyle... 32

hanabi / mart 2016


yazıda fotoğrafları yer alan taiko grupları ile ilgili daha fazla bilgi için: Taiko Meantime

Londra, İngiltere

www.facebook.com/taikomeantime

UCLA Kyodo Taiko

Los Angeles, California

https://www.facebook.com/UCLAKyodoTaiko

Senryu Taiko

Riverside, CA

http://2010.senryutaiko.com/

Taiko Charleston

Charleston, SC

www.taikocharleston.com

Taiko On

Perth, Batı Avustralya

https://www.facebook.com/Taiko.On.WA/

Bakuhatsu Taiko Dan

Davis, CA

https://www.facebook.com/BakuhatsuTaikoDan

Stanford Taiko

Stanford, CA

https://www.facebook.com/StanfordTaiko

Taiko Kai, the University of Washington

Seattle, WA

https://www.facebook.com/uwtaikokai

San Francisco Taiko Dojo San Francisco, CA

www.sftaiko.com

Sacremento Taiko Dan

Sacramento, CA

https://www.facebook.com/Sactaiko

Taiko Srbija

Belgrad, Sırbistan

www.taiko-srbija.rs

Sakura No Ki Daiko

Frankfurt, Almanya www.lian-sakura-no-ki-taiko.de

Taikoz

Sydney, Avustralya https://www.facebook.com/TAIKOZfan

Fotoğraflar çin tüm taiko gruplarına teşekkür ederiz. We would like to thank all the Taiko groups for their photos.

meraklısına: Ondekoza Bilgi: http://www.aassm.org.tr/Etkinlik_Bilgi/ONDEKOZA/605 Taiko Giyim: https://en.wikipedia.org/wiki/Taiko#cite_note-FOOTNOTEKonagaya2005150-139 Guiness Rekorlar kitabına giren Taiko: http://web-japan.org/kidsweb/archives/news/96-11/taiko.html http://tamashii.co.nz/about/taiko/ http://worldsphere.net/ http://web-japan.org/kidsweb/meet/taiko/taiko02.html http://www.taiko.com/ http://www.kodo.or.jp/general/index_en.html

mart 2016 / hanabi

33


GE Kİ GA Yetİşkİnler İçİn CİDDİ manga! Yazı: Arda Cem KUYUCU

34

hanabi / mart 2016

Manga denildiğinde genelde insanların aklına nasıl bir kavram gelir? Büyük parlak gözler, küçük burunlar, genel olarak abartılı mimikler ve duygu patlamaları… Mangayı batı tipi çizgi romanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, hitap ettiği kitlenin yaş aralığına ve cinsiyetine göre farklı sınıflara ayrılmasıdır. Örneğin, erkek çocuklara hitap eden mangalar shounen, aynı şekilde kız çocuklara yönelik olanlar shoujo, yetişkin erkeklere yönelik mangalar seinen ve kadınlar için olanlar da josei olmak üzere hedef aldığı kitleye göre adlandırılır. Zaman zaman yetişkinlere yönelik olan seinen mangaların bir alt sınıfı olarak kabul edilen “Gekiga” sınıfına gelelim.


Tarihçesine bakıldığında gekiga kavramının hemen hemen manga kavramı kadar eski olduğu görülür. Modern anlamda mangalar özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1945-1952 yılları arasında Walt Disney, King Features Syndicate gibi firmaların Mickey Mouse, Kedi Felix, Güngörmüşler gibi gazetelerde bant olarak yayınlanan çizgi serilerin Japon geleneksel resim sanatının etkileşimiyle ortaya çıkar. İlk dönemlerde çoğunlukla çocuklara yönelik olan bu mangaların öncüsü olarak Osamu TEZUKA (1928-1989)’nın çalışmalarını kabul edebiliriz. Ancak bu ilk dönemde mangalar genelde göreceli olarak daha küçük bir yaş kitlesine hitap eden Tetsuwan Atom (Astro Boy) gibi macera bantlarını ya da daha genel bir yaş kitlesine hitap eden Sazae-San gibi komedi çizgi bantlarını içeriyordu. Japonya çapında mangaların popülaritesinin büyük patlama yaptığı 50’li yılların sonuna doğru bazı genç çizerler daha farklı sanatsal ve edebi taleplerini dile getirmeye başladılar. Gekiga stilinin başlangıcını 1957 yılında Nagoya’da bulunan Central Library (セントラル文庫) isimli küçük bir yayınevinden çıkan Yoshihiro TATSUMİ (1935-2015)’nin “Hayalet Taksi” (幽霊 タクシー) serisine dayandırabiliriz. TATSUMİ, aynı zamanda, daha ciddi, gerçekçi ve karanlık anlatıma sahip olan serileri çocuklara yönelik diğer mangalardan ayırmak için Gekiga terimini ilk defa kullanan sanatçıdır. TATSUMİ, sonrasında otobiyografik esintiler taşıyan “Sürüklenen Hayat” (Gekiga Hyōryū 劇画漂流) serisini yaratmıştır. Bu seride TATSUMİ’nin kahramanı olan “Hiroshi” 1945-1960 yılları arasındaki çalkantılı bunalım döneminde ailevi sıkıntılar, kardeşinin hastalığı gibi sorunların arasında savaş sonrası dönemde sıkı bir rekabetin olduğu manga piyasasında tutunmaya çalışır; Hiroshi idolü olan Osamu TEZUKA ile aynı basamakları tırmanmayı hayal eder ki gerçek hayatta da TATSUMİ, idolü olan TEZUKA ile hem meslektaş hem de bir nevi stilistik rakip olmuştur. TATSUMİ’nin çalışmaları ona çok sayıda Eisner Ödülü, Japon Mangaka Topluluğu Ödülü ve sonunda Tezuka Osamu Kültür Ödülü’nü kazandırmıştır.

Gekiga’yı Türkçeye “dramatik resimli öykü” olarak çevirebiliriz. Gekiga’yı diğer mangalardan ayıran temel özelliği yetişkinlere hitap etmesinin yanında hikâye anlatımı, çizim ve konu bakımından daha gerçekçi ve ciddi bir akışı takip etmesidir.

Yoshihiro TATSUMİ’nin otobiyografik serisi “Sürüklenen Hayatlar - Gekiga Hyōryū”「 劇画漂流」’dan kareler. Büyük hayranlık duyduğu Osamu TEZUKA’nın ölümünden sonra yazarın iç dünyası. mart 2016 / hanabi

35


Sanpei SHİRATO’nun “Ninja Bugeichō” 「 忍者武芸帳 」serisindeki ayaklanan köylüler ve onlara yardım eden kaçak Ninja grubu 60’lı yılların politik öğrenci ayaklanmaları ile paralellikler taşır. Aynı yıllarda, TATSUMİ’nin ilk eserlerinin etkisiyle Osaka ve Kansai bölgesinin diğer şehirlerden çok sayıda genç çizer, bu tarzda yeni eserler üretmeye başlar. Bu dönemde hemen hepsi genç ve ergen amatörlerden oluşan bir grup yazar ve çizer kendileri gibi genç erişkinlere hitap eden daha gerçekçi ve politik bir manga formunu oluşturur. 50’li yıllarda büyük şehirlerde kırsal bölgelerden çalışmaya gelen düşük ücretli fabrika işçilerinin sayısında büyük bir patlama yaşanmaktadır. Çoğu oldukça genç olan bu işçiler için, kiralık kitaplar olarak yayınlanan mangalar nadir eğlence kaynaklarından biriydi. Bu kitleye yönelik ortaya çıkan ilk dönem gekigaları toplum ve politika ile ilgili yeni bir görsel gerçekçilik sunuyordu. Dönemin sanatçılar arasında TSUGE Tagao, TSUGE Yoshiharu, TAKAHASHİ Shinji ve SAİTŌ Takao’yu sayabiliriz. Ancak gekigaların zirve dönemini simgeleyen yapıt, 1959-1962 yılları arasında yayınlanan Sanpei SHİRATO’nun “Ninja Bugeichō”sudur. Siyasal olarak etkin sosyalist bir ressamın oğlu olan Shirato’nun kahramanları, 16. yüzyılda zalim ve sömürgeci derebeylerine karşı köylüleri, fakirleri ve her zaman ayrımcılığın

36

hanabi / mart 2016

kurbanı olmuş Buraku (Japonya’da kastlar altında sayılan insanların oluşturduğu topluluk) halkını savunan bir grup kaçak ninjadır. Bu seriyi takip eden “Kamui” serisinde de SHİRATO yine benzer bir konuyu anlatır; Buraku kökenli ve Ainu dilinde bir isme sahip olan Kamui bağlı olduğu klandan kaçmış bir ninjadır. Bir yandan klanının gönderdiği katillerden kaçarken, diğer yandan uğradığı yerlerde derebeyleri, haydutlar, açlık ve hastalığın pençesindeki fakir halka elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Bu yönüyle SHİRATO’nun eserleri bir tarihsel macera çerçevesinin arkasında hem Japon aşırı sağ çevreleri tarafından yüceltilen feodal değerlere hem de modern zamandaki kapitalizm sömürüsüne yönelik bir başkaldırıyı dillendirir. 1960’lı yıllardan itibaren öğrenci isyanları, politik çalkantılar, Vietnam gibi ülkelerdeki çatışmalar ile birlikte mangalardaki konular gittikçe sol görüşe doğru kaymaya başlar.


Sanpei SHİRATO’nun eserlerinin yayımlandığı sol görüşlü manga dergisi GARO, 1964 yılında yayınlanmaya başlar. Gerçek anlamda bir gekiga patlamasının yaşandığı 60’lı yıllarda GARO dergisi hem politik öğrenci ve işçi eylemleri, hem ANPO (ilk olarak 1952 yılında imzalanan, 1960 yılında da süresi uzatılan Amerika ve Japonya arasındaki güvenlik antlaşması) karşıtı eylemlerde önemli rol oynar. Başlangıçta mavi yakalılılar arasında kabul gören SHİRATO’nun tarihsel temaları zamanla “Zengakuren” adı verilen öğrenci hareketleri ile birleşir. SHİRATO’nun gekigaları bu özelliklerinden ötürü mangaların okuyucu kitlesinin çocuklardan genç ve erişkinlere yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Bu dönemde “Jump” ve “Magazine” gibi haftalık manga dergilerde de siyasi ve toplumsal eleştiri içeren seriler yayımlanır. En çok ses getiren serilerden biri “Ashita no Joe”dur (Yarının Joe’su). Tetsuya CHİBA’nın çizip İkki KAJİWARA’nın yazdığı bu seride yetimhanelerde büyümüş kimsesiz ve sorunlu bir genç olan Joe Yabuki boksa başladıktan sonra yavaş bir karakter dönüşümüne uğrar ve sonunda saygıdeğer, başarılı ve yardımsever bir insan olur. “Ashita no Joe” özellikle üniversite kampüslerini işgal eden öğrencilerin ve işçilerin sembolü olmuştur. Hatta Waseda Üniversitesi’nde yayınlanan bir öğrenci gazetesinde şu sözler geçmiştir: “Sağ elimizde Asahi gazetesi, sol elimizde ise Magazine var”. Bu sözler 60’ların sonu ve 70’lerin başında gekigaların oynadığı siyasi rolü anlatmaktadır. Bu dönemde özellikle okul aile birikleri, mangaları öğrencileri isyana ve şiddete teşvik etmekle suçlamaya başlamıştır. Bazı aşırı sağcı ve dini topluluklar da bu dönemde mangaların yasaklanması için kampanyalar başlatır.

mart 2016 / hanabi

37


Kozure Ōkami「 子連れ狼 」ve Kubikiri Asa, 「 首斬り朝 」gibi serilerin yaratıcısı Goseki KOJİMA ve Kazuo KOİKE’nin bir başka tarihsel gekigası da Hattori Hanzo’nun hayatını anlatan Hanzō no Mon’dur.「 半蔵の門 」

Bu süreçte 60’lı yıllardaki James Bond, Aziz, Tatlı Sert gibi sinema ve televizyon serilerinden esinlenmiş casusluk ve polisiye macera serileri de öne çıkar. Takao SAİTO’nun Golgo 13’ü duygusuz, çelik gibi sinirlere sahip profesyonel bir suikastçinin maceralarını anlatır. Monkey Punch’ın Lupin III’ü ise Fransız yazar Maurice LEBLANC’ın kibar hırsız Arsen Lüpen’in üçüncü kuşak torununun komediyle karışık hırsızlık ve casusluk maceralarını anlatır. Bu dönemde ayrıca üzerinde durulması gereken başka bir başyapıt “Kozure Ōkami”dir (Yalnız Kurt ve Oğlu). Kazuo KOİKE’nin yazıp Goseki KOJİMA’nın çizdiği bu seride, Edo döneminde Yagyu ailesinin planladığı bir komplo ve iftira sonucu gözden düşen, karısı öldürülen ve seppuku yapması emredilen Shogun’un eski baş celladı Ogami İtto intikam yemini eder. Tüm samuray ilkelerini reddederek Meifumedo (Budist cehennemi) yolunu seçen İtto bebek yaştaki oğlu Daigoro’yu da yanına alarak Yagyu ailesini yok etmek için “kiralık bir kılıç” olarak tüm Japonya’yı baştan başa gezer.

38

hanabi / mart 2016

Kazuo KOİKE ve Goseki KOJİMA sonraki yıllarda “Hanzō no Mon” ve “Kubikiri Asa” gibi önemli yapıtlara hayat vermiştir. Kazuo KOİKE, aynı zamanda üniversitede gekiga sanatını öğrettiği “Gekiga Sonjuku” isimli bir ders vermektedir.

Takao SAİTO’nun buzdan yüz ifadesi hiç değişmeyen mükemmel soğukkanlı suikastçisi Golgo 13. Eğer fiyatını öderseniz yeryüzünde öldürtemeyeceğiniz kimse yoktur.


TEZUKA’nın en ciddi iki mangasından biri “Adolf!” 「アドルフに告ぐ」

Gekigaya olan talep patlamasının etkisiyle Osamu TEZUKA gibi popüler mangaların öncüleri bile yetişkinlere yönelik eserler çizmiştir. Hatta Osamu TEZUKA bu tarzda dört başyapıta imza atmıştır: “Adolf”, “Buda”, “Kirihito Sanka” ve “Hinotori”. Adolf, İkinci Dünya Savaşı sırasında isimleri Adolf olan üç farklı kişinin öyküsünü anlatır; Japonya’da yaşayan bir Yahudi olan Adolf Kamil, yarı Alman yarı Japon olan Adolf Kaufmann ve diktatör Adolf Hitler. Aynı zamanda tıp doktoru olan TEZUKA’nın Black Jack’ten sonra tıbbı konu alan ikinci mangası “Kirihito Sanka” ise çok daha ciddi bir tona sahiptir ve insanlarda hayvan benzeri deformasyonlara neden olan salgın bir hastalığın gizemini çözmeye çalışan idealist doktor Kirihito Osanai’nin maceralarını anlatır. Kendisi agnostik olan TEZUKA, “Buda” adlı eserinde Siddharta Gautama’nın hayatını anlatır. Bu eserin ilginç yanı dini bir konuya sahip olmasına rağmen yer yer şiddet, cinsellik ve TEZUKA’ya özgü durum komedisi içermesidir. “Hinotori” (Anka kuşu) ise TEZUKA’nın kendi sözleriyle “hayatının eseri”dir. Fanteziden bilimkurguya, tarih öncesinden geleceğe uzanan binlerce yılı kapsayan 12 ciltlik bu eserinde TEZUKA reenkarnasyon ve insanoğlunun ölümsüzlüğü arayışını anlatır.

“Kirihito Sanka” (Kirihito’ya Övgü), hastaların vücudunda köpeğe benzemelerine yol açan deformasyonlara neden olan bir salgın hastalığın gizemini çözmeye çalışan idealist Doktor Kirihito’nun trajedik mücadelesini anlatır.

mart 2016 / hanabi

39


Katsuhiro OTOMO’nun sinematik anlatımı, Tokyo’daki sakin bir apartman kompleksindeki sakin yaşamı bir anda altüst eden paranormal olayları anlatan Domu「 童夢 」“Bir Çocuğun Rüyası”.

70’li yıllarda sanat çevrelerindeki hippi akımının da etkisiyle yetişkinlere yönelik gekigaların konuları daha az politiktir ve gerçeküstü yönlere kaymaya başlar. Bu dönemde içsel psikolojiyi, rüyaları ve gerçeküstü dünyaları konu alan Angura (Avangart) tarzı mangalar ortaya çıkar. Bu dönemde gekiga patlaması da durulmuştur. Bu durulmaya karşın, gekiga belli bir yetişkin erkek okuyucu kitlesi kitlesini korumaya devam etmiştir. 80’lere gelindiğinde bilim kurgu konulu yapıtların gekigalar arasında daha sık yer aldığı görülmekte. İlk göze çarpan Buichi TERASAWA’nın Yıldız Savaşları, Barbarella, Uzay 1999 gibi uzay fantezilerinden, spagetti westernlerden ve P.K. Dick, Heinlein, E. Smith gibi yazarlardan esinlenen fantastik uzay operası Cobra’dır. Bu dönemdeki gekiga ve diğer manga sınıflarına ait eserlerde sinemanın büyük etkisi görülür. Örneğin sol kolunda güçlü bir lazer topu bulunan uzay korsanı Cobra, Jean Paul Bel-

40

hanabi / mart 2016

mondo, Han Solo ve James Bond’un bir harmanıdır, zaten tip olarak da Belmondo’nun ikiz kardeşi gibidir. Metropolis filminden fırlamış gibi duran dişi bir robot asistana sahiptir. Yukinobu HOSHİNO’nun yazıp çizdiği “Nisen’ichi Ya Monogatari“ (2001 Gece Masalları) ise Arthur C. Clarke ve Asimov gibi ciddi klasik bilim kurgu yazarlarından ilham alır; isim olarak da “1001 Gece Masalları” ile “2001 Bir Uzay Macerası”na gönderme içerir. Bu dönemde Katsuhiro OTOMO, büyük çıkışını Tokyo’daki bir apartman kompleksinde yaşanan paranormal olayları anlattığı korku, gerilim öyküsü “Domu; Bir Çocuğun Rüyası” ile yapar ve bu eseri ile Nebula’nın Japonya’daki eşleniği olan Japon Taisho Bilim Kurgu Ödülü’nü alır, bunu Amerika’ya göç eden biri judo öğretmeni, diğeri gitarist iki Japonun maceralarını anlatan “Sayonara Nippon” takip eder.


Politika ve suç dünyasının iç içe geçtiği bir ortamda Japonya’yı kendi ideallerine göre şekillendirmek için önlerine çıkan her şeyi aşmaya kararlı iki arkadaşın maceraları. “Sanctuary” 「サンクチュアリ」 Goseki KOJİMA ve Ryoichi İKEGAMİ.

OTOMO’nun cyberpunk tarzındaki eseri “Akira” ise Japonya’da büyük başarı kazanmış ve tamamı İngilizce’yeçevrilen ilk mangalardan biri olmuştur. Akira aynı zamanda Batı’da Japon mangalarına karşı ilgi uyanmasında belki de en önemli rolü oynayan mangadır. Kıyamet sonrası bir Neo-Tokyo’da geçen Akira’da OTOMO, konu olarak sosyal izolasyon, toplumsal yozlaşma ve güç üzerinde yoğunlaşır. OTOMO’nun eserleri oldukça iyi örülmüş konuları ve ayrıntılı çizimleriyle dinamik bir sinematik anlatım tarzını birleştiren mükemmel denebilecek eserlerdir. Çalışmalarında benimsediği bu sinematik anlatım ile OTOMO, daha sonra anime ve film yönetmenliğine odaklanmıştır. OTOMO, gekiga ve genel manga türünde yeni bir sinematik realizm akımı başlatmıştır. Bunun etkilerini, Kazuo KOİKE’nin yazıp Ryoichi İKEGAMİ’nin resimlediği “Crying Freeman”de görebiliriz. Ryoichi İKEGAMİ’nin çizimleri neredeyse fotoğraf derecesinde bir gerçekçiliğe sahiptir. Buronson’un yazıp İKEGAMİ’nin resimlediği “Sanctuary” ve “Heat” serileri ise daha büyük başarı kazanmıştır. Sanctuary, biri politikacı diğeri suç örgütü üyesi iki çocukluk arkadaşının Japonya’yı eski ideallerine döndürmek amacıyla çalışmasını konu alır; bu seri, Japonya’da kazandığı büyük başarıya rağmen, içerdiği militarist ve aşırı sağcı fikirler nedeniyle de eleştirilerin hedefi olmuştur.

mart 2016 / hanabi

41


Naoki URASAWA’nın arkeolog ve hayatta kalma uzmanı, eski SAS Komandosu, yeni sigorta dedektifi olan yarı İngiliz yarı Japon kahramanı Master Keaton 「 MASTERキートン 」. Sıradışı yöntemlerle her türlü zor durumdan kurtulabilen ve davaları çözen MacGyver’ın bir üst modeli.

Modern dönemde özgün tarzları ile öne çıkan iki önemli sanatçı Jiro TANİGUCHİ ve Naoki URASAWA’dır. Jiro TANİGUCHİ, kara film tarzı polisiyelerden dağcılığa kadar çok farklı tipte gekiga serilerini resimlemiştir. Ancak belki de en özgün eseri, dağcılığı konu alan “Kamigami no İtadaki” (Tanrıların Zirvesi)dir. “Yawara!”, “Master Keaton”, “Nijūseiki Shōnen” (20th Century Boys), “Monster” gibi ünlü serilerin yaratıcısı olan Naoki URASAWA, özgün karakterleri, çok katmanlı olay örgüsü, yarattığı gizem hissi ve başta Osamu TEZUKA ve Shotaro İSHİNOMORİ olmak üzere eski mangakalara yaptığı göndermeler ile öne çıkar.

Roman uyarlamalarından söz açılmışken Hideki MORİ’nin Ken’ichi SAKEMİ’nin tarihsel bir romanından uyarladığı “Bokko”dan da bahsetmemiz gerekir. Hikâyesi, milattan önce 200 yıllarında Çin’de geçen bu seride, Mozi okuluna bağlı bir stratejist olan Kakuri’nin (Çince ismi Ge Li) kuşatma altındaki bir şehre yardıma gelmesi anlatılır. Seri ilerledikçe, Kakuri iç savaş halindeki Çin’i dolaşırken, aynı zamanda ülkedeki güç dengesini de sağlamaya çalışır. Gekiganın geçmişine odaklandığımız bu yazımıza bir sonraki sayımızda gekiga çizim tarzlarıyla devam edeceğiz.

meraklısına: Kinsella, Sharon. Adult manga: Culture and power in contemporary Japanese society. University of Hawaii Press, 2000. Johnson-Woods, Toni, ed. Manga: an anthology of global and cultural perspectives. Bloomsbury Publishing USA, 2010. Ito, Kinko. “A history of manga in the context of Japanese culture and society.” The Journal of Popular Culture 38.3 (2005): 456-475. https://en.wikipedia.org/wiki/Gekiga https://en.wikipedia.org/wiki/Yoshihiro_Tatsumi https://ja.wikipedia.org/wiki/劇画 http://www.animenewsnetwork.com/house-of-1000-manga/

42

hanabi / mart 2016


OTOMOBİLDE

JAPONSTİLİ 90’LARDAN GÜNÜMÜZE İZ BIRAKAN OTOMOBİLLER Yazı: Erdem Özkan KELES

İllüstrasyon: Derya BAŞPINAR

Bu sayımızda Japon otomobillerinde 90’lardan günümüze tasarım felsefesindeki değişikliği ve döneme damgasını vuran bazı kült otomobillerin tasarımlarını inceleyeceğiz. Ardından tasarımın başlangıçta ve günümüzde sahip olduğu rolü, etkiyi ve tasarım anlayışındaki değişimi açıklamaya çalışacağız. Sonrasında ise iyi bir tasarım anlayışının bizce neler içermesi gerektiğini irdeleyeceğiz.

mart 2016 / hanabi

43


90’lardan günümüze uzanan zaman aralığında otomobil tasarımında büyük bir değişim yaşandığını söyleyebiliriz. Dünya çapında 90’lı yıllarda daha çok köşeli, kama formlu* tasarıma sahip otomobiller görülmekteydi. Yuvarlak hatlı tasarımlara daha az rastlanmaktaydı. Japon markaların ise artan maliyet baskısı nedeniyle bu dönemde sahip oldukları silik ve birbirine benzer tasarımları, tasarım konusunu öncelikli olarak değerlendirmediklerini bize gösteriyordu.

*Kama Formu Otomobilin yan profilinde kullanılan tasarım yaklaşımıdır. Özellikle önden arkaya doğru yükselen kama formu ile otomobil daha estetik, atak ve harekete hazırmış gibi görünmektedir. Bu tasarım yaklaşımı, hâlen bazı üreticiler tarafından tercih edilmektedir.

44

hanabi / mart 2016


Honda NSX R

Araçlar, dayanıklılık konusunda tartışmasız şekilde başarılıyken, tasarımın öne çıktığı modeller daha çok Toyota Supra, Honda NSX, Mazda RX-7 gibi sportif modellerdi. Bu modeller son derece karakteristik dış ve farklı görünen iç mekân tasarımları sayesinde global pazarda çok sayıda insanın beğenisini kazandı. Sıra dışı hikâyeleri olan bu araçlar içerisinde harika yol tutuşa sahip Mazda RX-7 yüksek yakıt tüketimi ve emisyon salınımının kurbanı olurken, gövdesinin tümü alüminyumdan üretilen Honda NSX 15 yıl süreyle üretim bandında yer aldı ve 10 yıl sonra, yeni NSX geçtiğimiz yıl fuarlarda tanıtıldı. Supra ise özellikle çift turbolu versiyonu ile Toyota’yı performanslı araçlar klasmanında başarıyla temsil etti ancak sonunda Mazda RX-7 ile aynı kaderi paylaştı.

Japonya iç pazarında ise Kei-Car olarak anılan mikro otomobillerin sportif nesli, 90’lı yıllarda oldukça başarılı olmuştu. Honda Beat, Suzuki Cappuccino ve Mazda AZ-1, küçük boyutlarına rağmen sıra dışı tasarımları ile Japon halkının beğenisini toplamıştı. Günümüzde Kei Sports Car sınıfının Japonya pazarında Daihatsu Copen ve Honda S660 tarafından temsil edildiğini belirtelim. İki araca da baktığımızda ikisinin de çok şık tasarımlı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemizde de satışa çıkarılmalarını diliyoruz.

mart 2016 / hanabi

45


Toyota Supra A80

Zaman ilerledikçe tasarım, tüm otomobil firmalarında olduğu gibi, Japon üreticiler için de daha önemli hale geldi. Bu aşamadan sonra, geçmiş dönemde birbirine benzemiş otomobillerin birbirinden ayırt edilebilmesi, markaların tanınabilmesi için firmalar tarafından özellikle önden bakıldığında markayı tanımayı kolaylaştıracak özgün tasarımlar (marka kimliği**) kullanılmaya başlandı ve özellikle far, hava girişi ve marka logosunu barındıran ön panjur bölümünde karakteristik tasarımlar kullanılmaya başlandı. Böylece uzaktan bakıldığında bile bir otomobilin hangi markaya ait olduğu kolaylıkla anlaşılabilecekti.

46

hanabi / mart 2016

Öyle de oldu, örneğin bugün bir Mazda otomobili uzaktan gördüğümüzde, modelini bilemesek de o aracın bir Mazda olduğunu anlayabiliyoruz. Zamanla olgunlaşan tasarım anlayışı sayesinde pek çok Japon otomobili, tanınmasını kolaylaştıracak özgün tasarım öğelerine sahip oldu. Bununla birlikte Nissan örneğinde olduğu gibi, önceden kullandığı karakteristik tasarımı değiştirerek farklı bir tasarım anlayışını benimseyen firmalar da mevcut. Marka kimliği kavramının bir markanın tüm ürün yelpazesine yansıtılması ise, firmanın mevcut modellerine ilişkin üretim planlamaları çerçevesinde biraz zaman alabiliyor.


freepick.com

Tasarımlar konusunda firmalar bünyesinde görevli karar vericilerin vizyonu ve tasarım anlayışını taşımak istedikleri nokta da bu konuda önemli bir role sahip. Örnek olarak Honda ve Toyota, tasarıma dair vizyonunu tüm modellerine başarılı bir şekilde yayabilmiş firmalar. Tüm modelleri birebir şekilde birbirine benzemese de marka ayırt edilebiliyor ve geçmişteki ağırbaşlı tasarımlar ortadan kaldırılmış durumda.

**Marka Kimligi Otomotiv sektöründe marka kimliği denildiğinde, firmanın ürettiği modellerin özellikle ön bölümüne ait karakteristik tasarım öğeleri kastedilmektedir.

mart 2016 / hanabi

47


Tasarımın Önemi Müşterilerin beklenti ve farkındalığının giderek arttığı küresel pazar içerisindeki rekabet çerçevesinde firmalar imajlarını güçlendirmek için tasarım kozunu kullanmak durumunda. Farklı pazarların beklentilerine göre, aynı modeli farklı tasarımla üretmek ilgili pazarda başarı getirebilir ancak maliyetleri de yükselten bir durumdur. Önemli olan, tüm pazarlarda başarı getirecek, kabul görecek bir tasarım dilinin yakalanabilmesidir. Böylece tasarım, geliştirme, üretim gibi önemli aşamalarda maliyetten tasarruf edilebilir. Dikkat çekici tasarımları otomobillere uygulayabilmek ise aslında gerçek bir başarıdır. Otomobilin gövde tasarımına hareket kazandıracak girinti ve çıkıntılar, aslında gövde panellerinin şekillendirilmesini zorlaştırmakta ve üretimin pahalılaşmasına sebep olmakta.

Mazda RX-7 FD

48

hanabi / mart 2016

Bununla birlikte çevre ve güvenlik için uyulması gereken kısıtlamaların tasarımcıların işini ciddi anlamda güçleştirdiği gerçeği de özgün tasarımların takdir edilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya çıkarmakta. Hatırlanması gereken önemli bir nokta ise kalbimize hitap eden tasarımların, otomobilin çarpışma güvenliğinde, görüş açılarında sorunlar yaratmaması, iç mekân ferahlığını ve bagaj alanını kısıtlamaması, ergonomik hatalar içermemesi, dolayısıyla yaşamımızı zorlaştırmaması gerektiğidir.


Teknik Veriler* Marka / Model

Mazda RX-7 FD

Toyota Supra A80

Honda NSX R

Hangi Yıllarda Üretildi?

1991-2002

1992-2002

1990-2005**

Motor Hacmi - Besleme

1.3 L - Çift Turbo

3.0 L - Çift Turbo

3.2 L - Atmosferik

Güç (HP)

280 HP

280 HP

290 HP

Tork (Nm)

314 Nm

451 Nm

304 Nm

Şanzıman (Manuel)

5 Vites

6 Vites

6 Vites

Ağırlık (Kg)

1340

1570

1270

* Teknik veriler, markaların yakın güçlü ve mümkün olan son üretim modelleri baz alınarak hazırlanmıştır. Versiyonlara göre teknik verilerde farklılıklar olabilir. ** Honda NSX in yeni nesli 2015 yılında çeşitli otomotiv fuarlarında sergilenmiştir. 2016’da bekliyoruz.

mart 2016 / hanabi

49


ay AT襤K

bil Yaz覺: Ku

50

hanabi / mart 2016


Bu yazıda Japonya’daki geleneksel savaş sanatlarına genel hatları ile bakılarak Suio Ryu örneğinden hareketle okuyuculara Japon savaş sanatları gelenekleri tarihî, kültürel ve sosyal bağlamları içerisinde verilmeye çalışılacaktır. Ancak devam etmeden önce kullandığım bazı terimleri açıklığa kavuşturmak kafa karışıklığına neden olmamak için yerinde olacaktır. İlk olarak neden “geleneksel”? Geleneksel ile kastedilen nedir? Aslında Japoncada geleneksel savaş sanatlarına koryu bujutsu ( 古流 武術) denmektedir. Yani geleneksel değil, eski stil savaş sanatı denilmektedir. Yine bazen dilimize savunma sanatı olarak çevrilen budo (武道) kelimesi bu geleneksel stiller için kullanılmamaktadır.

Gendai Budo Peki, Gendai Budo (現代武道) ya da Modern Budo ile Koryu Bujutsu yani geleneksel savaş sanatı arasındaki sınır çizgisini nasıl çizebiliriz? Japonya için bu sınırı Edo döneminin kapanışı sonrasında Meiji Restorasyonu ile çizmek mümkündür. Savaş sanatları isimlerinden de anlaşılacağı üzere savaş alanlarında kullanılmak için yaratılmış tekniklerden oluşmaktadır ve Meiji dönemi ile birlikte Batıdan gelen ve modern ateşli silahlar kullanan gemiler karşısında, geleneksel silahların yerini modern ateşli silahlara bırakma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda da pek çok geleneksel savaş sanatı stili yerini modern budolara bırakmaya başlamıştır. Ancak bu, bir anda olmamış, Meiji restorasyonu ile İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerikan işgali arasında kalan dönemde aşağıda belirtilecek olan modern ile geleneksel arasındaki temel farkları ayırt etmek zor olmuştur. Bu durum tıpkı 1453’te İstanbul’un fethi ile Ortaçağın sona erdiği iddiasına benzemektedir. Avrupa’da ortaçağ kurumları ve düşünce yapısı uzun süre Rönesans kurum ve düşünce yapısı ile yan yana devam etmiştir.

Yüzlerce yıllık geleneklerde de durum aynıdır. İşte Meiji restorasyonu ile Amerikan işgali dönemi arasındaki modern dönemde ortaya çıkan aikido, kendo, judo gibi sanatlarla uğraşan kişiler detaylı baktıklarında, bugün kullandıkları teknikler ile geleneksel stiller ve hatta kendi yaptıkları “sporun” İkinci Dünya Savaşı öncesi hali arasında büyük farklar göreceklerdir. Örneğin, kendoda bundan ellialtmış yıl öncesine kadar rakibe tekme, çelme ya da dirsek atmak, rakibi tutup fırlatmak serbestken bugün diskalifiye olmanızla sonuçlanabilir. Nitekim kendonun atası olarak görülen ve kenjutsu ile kendo arasındaki bir geçiş süreci olan gekiken (撃剣), Edo’nun ilerleyen dönemlerinde Hokushin İtto Ryu Heiho’nun (北辰一刀流兵法) kurucusu olan Chiba Shusaku Narimasa’nın 1820 yılında kendi stiline dahil etmesinden sonra kısa sürede tüm Japonya’ya yayılarak ayrı bir sanat olarak gelişmiştir. 1920 yılında gekiken ismi kendo olarak değiştirilmiş ve günümüze kadar böyle devam etmiştir. Ancak Amerikan işgali döneminde tüm savaş sanatları yasaklanmış ve 1952 yılında Japonya’nın yeniden bağımsızlığına kadar böyle kalmıştır1. Bu dönemden sonra ise gendai budo ya da modern savunma sanatları/sporları ile geleneksel savaş sanatları arasında teknik, mental ve felsefi ayrışma ortaya çıkmıştır. Bu dönemden sonra kendo ve judo federasyonları bu disiplinleri “savaş sanatı” değil, “spor” olarak tanımlamıştır2. Judo olimpik bir spora dönüşmüşken kendonun da olimpik olması yolunda görüşmeler sürmektedir. Aikido ise kendisini savunma amaçlı bir sanat olarak tanımlamıştır.

1 Kore Gumdo Federasyonu’nun Modern Kendo’nun Kore’ye ait olma iddiası da buradan gelmektedir. Kore’de Japon işgali sırasında kurulmuş olan Gumdo/Kendo Federasyonu hiçbir zaman kapatılmamış olmasından ötürü, bugünkü Japon Kendo Federasyonu’ndan kurulma tarihi olarak daha eskidir. 2 Ozawa, Hiroshi (1997-07-31). Kendo: the definitive guide. Tokyo, Japan: Kodansha International. p. xiv.

mart 2016 / hanabi

51


Teknik anlamdaki bu değişim, felsefi ve mental anlamda da devam etmiş ve bu disiplinler teknik ve mental anlamda barışçıl ve öldürmeyi değil savaşmamayı ön plana çıkaran spor ya da sanatlar olarak tanımlayan bir felsefe ile kendilerini özdeşleştirmiştir. Dilimize “savaşçının yolu” olarak çevirebileceğimiz bushido (武士道) felsefesi özellikle 1899 yılında NİTOBE İnazo’nun yazdığı Bushido: The Soul of Japan adlı İngilizce olarak Amerika’da yayınlanan kitaptan sonra popülerlik kazanmış ve hem batıda hem de Japonya’da modern savunma sanatlarının özünü oluşturan felsefe olarak görülmüştür.

İaido Peki, modern disiplinlerde bunlar meydana gelip geleneksel stillerden kopma kesinleşirken geleneksel savaş sanatlarında durum ne olmuştur? Savaş sanatları ortaya çıktıkları dönemin toplum ve düşünce yapısını yansıtır. Modern dönemde ortaya çıkanlar modernleşmenin gerektirdiği standartlaşma ve tekdüzeleşme, çabuk ve en kısa yoldan hedefe ulaşma, topluluk olarak hareket etme, devlet ya da toplumun öne çıkardığı milliyetçilik, aileye ve topluma bağlılık, çalışkanlık gibi değerleri ön plana çıkartmaktadır. Bunu giyilen antrenman giysilerinin tıpkı askerî üniformalar gibi belirli bir renk ve kumaşta olmasından derecelendirme sistemi olan kyu-dan sisteminin devlet memuriyeti kadro sistemine benzemesine ve tekniklerin kesin bir standarda kavuşturularak kısıtlanmasına kadar pek çok küçük detayda görebiliriz. Örneğin modern bir disiplin olarak ortaya çıkan iaido bunun en güzel örneklerinden birisidir. Eskiden daha çok batto (抜刀) yani “kılıç çekme” anlamına gelen kanjiler ile adlandırılan battojutsu (抜刀術) ya da battoho (抜刀法: kılıç çekme metodu), daha sonra Muso Jikiden Eishin Ryu’nun bir alt kolu olan Shimomura Ha Eishin Ryu’yu modernleştirip standartlaştırarak 1932 yılında Muso Shinden Ryu İaido adını veren NAKAYAMA Haonisabukudo’nun etkisi ile iaido olarak anılmaya başlamıştır. Bu okul, ana ekolü olan Muso Jikiden Eishin Ryu ile birlikte günümüzde yapan kişi sayısı ve yayıldığı ülke sayısı bakımından en yaygın iki stilden biridir. Daha sonra 1948 yılında kurulan Japon İaido Federasyonu da kyu ve dan sınavlarında kullanılmak üzere Toho İai adlı 5 katalık standart bir set oluşturmuştur. Bundan sonra ise Japon Kendo Federasyonu, kendi bünyesinde bir iaido komitesi kurmuş, bu beş katalık seti daha da genişleterek bugün seitei iaido (standart iaido) adı verilen kata setini oluşturmuştur. Bu set Uluslararası Kendo Federasyonu’na bağlı tüm İaido dojolarında uygulandığı için en yaygın disiplin olmakla kalmayıp katalar üzerinden karşılaşmaları da yapılmaktadır. Seitei iaido karşılaşmaları ve derecelendirme sınavlarında kıyafetten kuşağa, selamdan dojoya giriş çıkışa kadar her bir detay bir komite tarafından kararlaştırılmış bir standarda bağlıdır. Oysa geleneksel savaş sanatları ortaya çıktıkları dönemin (bazıları Kamakura, bazıları Muromachi ve Sengoku Jidai [Savaşan Beylikler Dönemi], bazıları ise Edo dönemi) toplum ve düşünce yapısını yansıtmaktadır. Bu nedenle teknik, kullanılan silahlar, selamlama şekilleri, felsefi altyapı, kıyafetler hatta oturuş şekline kadar pek çok detayda birbirlerinden son derece farklıdırlar. 52

hanabi / mart 2016

Hakudō NAKAYAMA (1872-1958)

NAKAYAMA, Muso Shinden Ryu İaido’nun kurucusu olup Japon Kendo Federasyonu’nda kendo, iaido ve judoda hem 10.dan hem de hanshi (usta eğitici) unvanına sahip olan tek kişidir.


Örneğin, en eski okullar yay ve mızrak okullarıdır ki Kamakura döneminde savaşçı felsefesi için “bushido” değil, “yay ve mızrağın” yolu denmekteydi. Kamakura ve sonraki dönemlerde gerek katananın geliştirilmesi (Heian dönemi kılıçları Çin’deki düz kılıçlara benzemekteydi) gerekse Çin, Kore ve Ryukyu adalarından naginata, bō, kusarigama, balta gibi değişik silahların gelmesi ile Kamakura ile Edo dönemi arasında oluşturulan yeni stiller, pek çok farklı silahın kullanımının eğitimi üzerine odaklanmıştı. Edo döneminde ise savaşçı sınıfın şehirlerde yaşamaya başlaması ve artık savaş olmaması sonucu, savaşçı samuray sınıfının ayırt edici özelliği olan çift kılıç taşıma hakkı verilmiş, kılıç üzerine uzmanlaşan okullar ortaya çıkmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Budo ve bujutsu ile ilgili bir başka yanlış anlaşılma ise modern budo disiplinlerinin felsefi bir temele dayanması, bujutsu ekollerinin ise felsefi bir temeli olmayıp yalnızca teknik üzerine odaklanmasıdır. Oysa geleneksel savaş sanatları Budizm, Şinto ve neo-konfüçyusçu felsefi temellere sahiptir. Bu yazıda örnek olarak alınan Suio Ryu’nun kurucusu olan Mima Yoichizaemon Kagenobu bir Şinto rahibinin oğlu olarak doğdu. Daha sonra ise ezoterik Budist ekolleri ile Şinto’yu yorumlamaya giden felsefi öğretilere yöneldi. Savaş sanatı eğitimi ile aydınlanma arayışı hep iç içe gitti ve bugün de Suio Ryu o dönemde ortaya çıkan senkretik felsefelerin izlerini taşımaktadır. 2014 yılında katıldığım Suio Ryu Taikai’da 15. Soke Katsuse Yoshimitsu Kagehiro açılış seremonisini ezoterik budist tantraları ve kılıç eşliğinde bir tür Şinto ritüeli ile yaptığına şahsen şahit olmuştum. Bu bağlamda bakılırsa; Katori Shinto Ryu, Katori tapınağı ve tanrısı ile organik bir bağa sahiptir. Kashima Shin Ryu, Japonya’nın en eski kılıcının saklandığı Kashima tapınağı ve bu tapınağın tanrısı ile ilgilidir ve bu tapınağı koruyan şinto rahipleri tarafından kurulmuştur. Mugai Ryu ise sonradan kendisi de inzivaya çekilerek bir zen rahibi olan TSUJİ Gettan ta-

rafından kurulmuş ve öğretisinde Zen Budizmi öğeleri barındırmaktadır. Suio Ryu’ya bakacak olursak, Budizm ve Şinto’nun sentezi eklektik Budist öğretileri ile iç içe geçmiştir, bunu yalnızca öğretisinde değil tekniklerinde de görebiliriz. Daha çok Şinto rahiplerinin kullandığı jo tekniklerinin yanısıra Hiei dağındaki savaşçı Budist rahipler (sohei 僧兵) tarafından kullanılan naginata tekniklerini de içerir.

Senkretizm; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğüne göre birbirinden ayrı düşünce, inanış veya öğretileri kaynaştırmaya çalışan felsefe sistemi olarak tanımlanmaktadır. Felsefede, bağdaştırmacılık olarak da adlandırılır. Dinsel etkileşimde karışmış veya melez olanı ifade etmek ve farklı kültürlere ait birtakım sembol, söylem veya kültlerin yeni bir kültür potasında eritilip yeni bir alternatif oluşturmaktır.

mart 2016 / hanabi

53


iaidoAsturias.es

Suio Ryu

水 sui: su 鴎 ou: martı 流 ryuu: stil, ekol Mima Yoichizaemon Kagenobu tekniğini denemek için Japonya’da dolaşıp diğer savaş sanatı çalışanlarla düellolara girmiş ve inzivaya çekildiği sırada gördüğü bir sanrıda suların üzerinde zahmetsizce süzülen bir martıdan etkilenerek kurduğu stile Suio Ryu adını vermiştir.

54

hanabi / mart 2016

Günümüzde hâlâ aktif olarak çalışmakta olduğu bilinen koryu sayısı 100’ün üzerinde olduğu ve yukarıda da belirttiğim üzere modern disiplinlerden farklı olarak her biri farklı teknik ve felsefi altyapılara sahip olduğu için koryu ile ilgili bir genelleme yapmak yerine aralarından birini seçerek tanıtmayı daha uygun buldum. Yukarıdaki genel tanıtımda geleneksel savaş sanatlarının aşağı yukarı ne olduğunu tanımladıktan sonra Suio Ryu’ya geçebiliriz. Suio Ryu (水鴎流) 1600lü yılların başında kurulmuştur. Kurucusu olan Mima Yoichizaemon Kagenobu (1577-1665) Honshu adasının kuzeyindeki Dewa bölgesinde bir Şinto rahibinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Gençliğinde Bokuden Ryu kenjutsu çalışırken bir düelloda Hayashizaki Ryu iaijutsu çalışan bir aile dostuna yenildikten sonra onunla bir süre bu ryuyu çalışmış ve kendi stilini yaratmaya karar vererek yollara düşmüştür. Yolculuğu sırasında dağlarda yaşayan Şinto münzevilerinden jo (yaklaşık 130 cm uzunluğunda bir sopa), Hiei dağında Oda Nobunaga’ya yenildikten sonra dağılan Budist savaşçı keşişlerinden ise naginata (uzun bir sapın ucuna kılıca benzer kesici bir uç takılan yaklaşık iki metre uzunluğunda bir silah) kullanmayı öğrenmiştir.


Teknikler Kenpo

Nagitana

Bugün de tekniklere bakıldığında o dönemin izlerini görmek mümkündür. Örneğin kenpo (剣法: kılıç metodu, kenjutsu için kullanılan bir diğer isim) tekniklerinde yine bir Şinto stili olan ve Kashima Shin Ryu ile de bağlantılı bokuden ryuya benzerlikler vardır.

Naginata teknikleri ise belki de askerî tarih meraklıları için en güzel örneklerden biridir. Katana, naginata ve yariye karşı naginata kullanımı öğretilmekle kalmayıp at üzerinde gelen rakibe karşı kullanılan naginata teknikleri de içeren katalar bulunmaktadır. Bu katalar vasıtasıyla hem o dönemde bu silahların nasıl kullanıldığını hem de o dönemde uygulanan savaş taktiklerini öğrenebilmenin ötesinde, bu naginata tekniklerinin dağlarda ODA Nobunaga’dan kaçmış sohei (僧兵) adı verilen savaşçı Budist keşişlerden gelmesi dolayısıyla, o dönemdeki Budist tapınaklarının bünyelerinde savaşçı bir sınıfı da barındırdığı ve yalnız daimyolar(大名: derebeylerine o dönem verilen isim) değil, diğer tapınaklar ile de savaştıkları gerçeğini görmüş olmaktayız. Nitekim kullanımı daha detaylı ve uzun bir eğitim gerektiren ve daha pahalı olan naginata, çoğunlukla gerekli kaynaklara ve eğitime harcanacak zamana sahip olan sohei adı verilen bu keşişler tarafından tercih edilirken, daha ucuz olan ve yari adı verilen mızraklar çoğunlukla köylülerden oluşan yari ashigaru (槍足軽) hafif zırhlı ya da zırhsız mızraklı piyade birlikleri tarafından kullanılmaktaydı. Ata ve katanaya ise çoğunlukla savaşçı sınıf erişebilmekteydi. Elbette bu genellemeler kesin kural değildi ve bölgeden bölgeye değişiklik gösterebilmekteydi.

Tüm teknikler rakibin zırh giydiği ve zırhın açık bölgeleri kesileceği düşünülerek yapılır. Yine aynı sebepten tam teşekküllü bir samuray zırhı (yoroi) giyildiğinde kollar kafanın üstüne kadar kalkamayacağı için (kendo ve diğer kılıç okullarında jodan adı verilen kamae/duruş) kenpo katalarında genellikle kılıç sağ omzun üzerinde hasso denilen pozisyonda tutulur.

Jo Jo teknikleri ise yalnızca kılıca karşı değil, aynı zamanda jo kullanan başka bir rakibe karşı da yapılır ve hem kılıç hem de jo tekniklerinin tamamında, özellikle de kısa kılıç (wakizashi) tekniklerinde bol miktarda rakiple boğuşma ve çıplak elle rakibe karşı koyma içerir ki, bu gibi durumlara da o dönemdeki savaş meydanlarında Çin ya da batıda olduğu gibi sistematik bir savaş değil hâlâ bireysel kahramanlık öne çıkarılarak strateji fazla kullanılmadığı için tam bir kaos olan durumlarda sıkça rastlanırdı.

iaidoAsturias.es

mart 2016 / hanabi

55


Suio Ryu Kempo Soke Listesi

Hideyoshi’nin tüm ülkedeki kılıçları toplatması, savaşçı sınıf olan ve günümüzde samuray denen (geç Edo dönemine kadar bu ad o kadar yaygın değildi, bu sınıf kendisini “savaşçı” anlamına gelen bushi olarak tanımlamaktaydı) sınıf dışından kişilere uzun kılıç taşımayı yasaklamasıyla, daisho (大小) olarak adlandırılan “uzun ve kısa kılıcı bir arada taşıma hakkı”, bir sınıf göstergesi haline geldi. Katana savaşçı sınıfla, naginata önce rahiplerle daha sonra ise daha küçük bir naginata türü olan konaginata da samuray sınıfına mensup kadınlarla özdeşleşti. Yari ise savaşçı sınıf kırsaldan şehirlere dönüşen kalelere taşınınca, gündelik hayatta taşınmasının zorluğundan dolayı giderek gözden düşen bir silah olmaya başladı. Bu bağlamda savaşan beylikler dönemi olan Sengoku Jidai ve öncesinde ortaya çıkan koryu stilleri ile Edo döneminde özellikle İeyasu ve İemitsu’nun reformları sonrasında oluşan barış ortamında, artık şehirli ve bürokrat niteliği kazanan samuraylar döneminde ortaya çıkan koryu stilleri farklılık arz etmektedir.

56

hanabi / mart 2016


Suio ryu arması olan bir restoran girişi

Edo döneminin barış ortamında ortaya çıkan stillerde katana kullanımı ve artık eski Heian (Kyoto) aristokrasinin yerini alarak elit sınıf olan samurayların estetik anlayışına hitap eden stiller ortaya çıkarken, daha eski okullarda gürzden baltaya kadar pek çok farklı silah görülebilmekte, tekniklerde ise estetikten çok pratik sonuç alma kaygısı ortaya çıkmaktadır. Suio Ryu, Edo döneminin henüz başında, bu geçiş döneminde ortaya çıkmış ve her iki dönemin de izlerini taşımaktadır. Felsefi altyapısı daha çok savaşan beylikler dönemini yansıtmaktadır. Tekniklerde ise değişen anlayış gözlemlenebilir: örneğin kenpo/kenjutsu teknikleri her zaman zırhlı bir rakibe karşı yapılırken iai tekniklerinde yine saldırılar rakibin zırhsız yerlerine yapılır, ancak rakibin zırh giymediği varsayılır. Ayrıca zırh giyildiğinde seiza (正座) adı verilen oturuş mümkün değilken, Suio ryu iaido içerisinde tıpkı daha sonra ortaya çıkan ryularda görüldüğü gibi seiza oturuşundan başlayan katalar mevcuttur. Teknik yönünün yanı sıra bu stile kabul edilme süreci de daha çok Sengoku Jidai ve öncesi dönemlerde ortaya çıkan ryulara benzemektedir. Kişi eğer bir referans ile gelmemişse dojoya kabul edilmek için hocayı ikna etmelidir. Bunun nedeni, bu dönemde savaş sanatlarının günümüzde olduğu gibi hobi veya kişisel gelişim amaçlı yapılmayıp savaş alanlarında kullanılması ve öğreten kişinin de tek geçim kaynağı olmasıdır. İşte bu sebepten, teknik sırlar uzun süre gizli tutulmaya çalışılmış ve bu zamanla bir gelenek halini almıştır. Keppan adı verilen yemin seremonileri olmadan kişiler bir ryuya kabul edilmemektedir. Edo döneminde barış ortamının sürekliliği ile birlikte yeni ortaya çıkan ryularda ise, hali hazırda kurulmuş ryular ile rekabet edebilmek isteyen eğitmenler kabul şartlarını daha serbest hale getirmiştir.

Savaş sanatlarının günümüzde olduğu gibi hobi veya kişisel gelişim amaçlı yapılmayıp, savaş alanlarında kullanılması ve öğreten kişinin de tek geçim kaynağı olmasından dolayı teknik sırlar uzun süre gizli tutulmaya çalışılmış ve bu zamanla bir gelenek halini almıştır.

mart 2016 / hanabi

57


Honbu Dojosu Aikido, kendo, modern iaido (seitei ve Muso Shinden Ryu) çalışmış birisi olarak belki de benim için en değişik tecrübe, bir koryu dojosuna kabul süreci olmuştu. Daha önce bir başka koryu olan Araki Ryu’da çalışma fırsatım olsa da bu çalışma yalnızca Türkiye’de ve kata öğrenme boyutunda kalmıştı. Suio Ryu ile tanışmam ise daha ilk günden itibaren farklı bir süreçte olageldi. 2013 yılında Çin’de araştırma yaparken Japonya’ya yakın olmanın verdiği avantajdan yararlanma hevesiyle, Suio Ryu’nun honbu dojosuna bir e-posta gönderdim ve davet aldım. Çok sevinerek valizimi toplayıp ilk bulduğum uçakla Japonya’ya gittim. Ancak honbu dojodan gelen e-postada (sonradan öğrendiğim üzere sokenin (baş üstat) kendisi bilgisayar kullanmamaktaymış ve dojodan bir kişi e-postalarla ilgileniyormuş) bana “Şu gün sabah 8’de dojoda bekleniyorsun” denilip Shizuoka şehrinin Shimizu ilçesinin zorlukla bulduğum ücra bir köşesi adres olarak verilmişti. O zamana kadarki tecrübeme göre, Japonya’da Tokyo’daki modern bir savaş sanatı dojosuna gittiğimde, Japonca bilmeme rağmen, her zaman beni en azından metro istasyonunda veya şehir merkezinde karşılayan biri olurdu. Ancak ilk kez tanıştığım için saygı dilinde hata yapıp reddedilmekten korkarak İngilizce e-posta gönderdiğim kişiler, Shimizu sakinlerinin bile fazla bilmediği bir yeri kendi başıma bulmamı beklemekteydi. Buna rağmen dojoyu bularak zamanında gittiğimde kıdemli bir öğrenci ile karşılaşacağımı beklerken bizzat sokeyi beni beklerken buldum. Böyle bir durumla aikido honbu dojosu ya da başka bir stilde karşılaşmanın imkânı neredeyse yok gibidir Antrenman kıyafetlerimi giymeden önce, soke bana Japonca olarak ismimi, mesleğimi, neden Suio Ryu öğrenmek istediğimi sorduktan sonra, son olarak Japonca seviyemi sorduğunda tevazu göstermek için “Biraz biliyorum” dediğimde, soke bu durumda ne yazık ki beni alamayacaklarını, çünkü eğitimin Japonca olması dolayısıyla yarım ya da yanlış anlamamı göze alamayacaklarını söyledi. Bunun üzerine tevazuda bulunmaya çalıştığımı ve uzmanlığım Japon tarihi olduğu için Japoncayı da yeterli düzeyde anlayabildiğimi

58

hanabi / mart 2016

iaidoAsturias.es

ve konuşabildiğimi belirtmek zorunda kaldım. Daha sonra antrenmanda ise aikido, kendo ya da iaidoda alıştığım üzere dojoda herkesin kendi derecesine uygun bir yerde sağdan sola doğru sıralanarak oturmasını beklerken bana zaten herkesin kıdemini bildiği için böyle bir şeye gerek duyulmadığını belirttiler. Dojo içerisinde ve dışında ise diğer disiplinlerde özellikle yabancıysanız daha da sert olan bir dojo hiyerarşisinin yerine belki de dojodakilerin çoğunun onlarca yıldır, hatta bazılarının aileler olarak nesillerdir birbirini tanımalarından kaynaklanan sıcak bir ortam beklentimin tam tersiyle karşılaşmama neden oldu. Tabii sabah 8’de başlayıp gece 11’e kadar süren ve öğreten kişiler değişse de öğle yemeği haricinde benim ara veremediğim antrenmanlar, o zamanlar yeni vefat eden IWATA Kenichi Sensei’in anılarını hatırlamama neden oldu. Kendisi benzer bir şekilde yıllarca kendo çalıştıktan sonra Muso Jikiden Eishin Ryu iaijutsu öğrenmek üzere İkinci Dünya Savaşı sonrasında her hafta sonu 4 saatlik bir tren yolculuğu ile Tosa’ya giderek sabahtan akşama kadar çalışmış ve alışık olmadığı ancak sevdiği bu ortamda yıllarını vermekle kalmayıp dünyada iaidonun ve Muso Jikiden Eishin Ryunun yayılmasında en etkili kişiler arasına girmiştir. Anılarını okuduğunuzda, UESHIBA Morihei, NAKAYAMA Hakudo gibi döneminin pek çok ünlü ismi ile tanışmakla birlikte Tosa’da gördüğü ortam kadar etkilendiği bir yer olmadığını görürsünüz. Yıllarca askerî bir disiplin içerisinde spor yaptıktan sonra, aile ve arkadaş ortamına benzeyen bir ortamda savaş sanatı çalışmak (kendisi aynı zamanda askerdir ve savaşa da katılmıştır) belki de son derece ironik gelmişti.


iaidoAsturias.es

Geleneksel Suio Ryu Koden Taikai Bir diğer tecrübem ise 2014 yılında katıldığım 34. Geleneksel Suio Ryu Koden Taikai (水鴎流古伝大会) oldu. Burada ilk defa bir turnuvada katılımcı ve izleyenlerin maçların kazanan kaybedeni ile ilgilenmediği bir turnuva görmenin yanı sıra, Japonya’nın çeşitli yerlerinden farklı ryular yapan elliye yakın 8. Dan hocanın sergilediği gösteriler, yirmiye yakın farklı ryudan grubun bir araya gelmesi, belki de savaş sanatlarıyla ilgilenen bir kişi için kaçırılmaz bir fırsatken kimsenin kendi ryusunu öne çıkarmaya çalışmayıp tersine farklı stilleri de gözlemlemeye çabalaması ve herkesin karşılıklı nezaketi turnuvayı daha çok bir fuar havasına sokmuştu. Bugüne kadar izlediğim hiçbir karate, judo ya da kendo turnuvasında görmediğim şey katılımcıların kazanmak ya da kaybetmekle o kadar da ilgilenmemesi, daha çok diğer katılımcılara yoğunlaşmasıydı. Belki de kişilerin kazandığı turnuvaların ya da dışarıda aldıkları dan seviyelerinin kendi dojolarında senseileri ya da sokeleri tarafından verilen makimono (el yazması derece belgesi) karşısında hiçbir geçerliliği olmamasından dolayı, hem bu turnuvada hem de daha sonra katıldığım ve yine çeşitli koryu stillerinden kişilerin katıldığı dan sınavında, tüm katılımcılar diğer stilleri merak edip incelemekle meşguldüler. Bu bağlamda, kazanmak için gidilen turnuva ile geçmek için girilen sınavda, kazanmak ve geçmek gibi bir derdi olmayan insanlar, günümüz dünyasında biraz garip görünse de buna ilginç bir tecrübe denilebilir. Kişilerin farklı teknik yapan katılımcıları eleştirmemeleri, hatta takdir etmeleri de belki de tekdüzelik ve standartlaşmanın henüz ortaya çıkmadığı bir dünyanın hatırası gibidir. Belki de Japonya’da ve dünyada koryu disiplinleri ile uğraşan insan sayısının azalması, günümüz dünyasında bu insanların sadece sanki eski çağlardan kalma bir garip geleneği sürdürüyor olmaları anakronik kalmaları ve kullanılabilecekleri alan kalmadığından yalnızca hobi olarak bu disiplinleri yapılabilmelerinden değil, aynı zamanda bu disiplinle ilgilenirken günümüzden tamamen farklı bir toplumun gelenek ve düşünce yapılarını yansıtmalarından dolayıdır. Bu durum sadece yabancılar için değil, Japonlar için de geçerlidir.

Artık eskisi gibi gizlilik içerisinde çalışılmayan bu sanatlar, günümüzde modern sporların, chanbara filmlerinin (savaş ya da dövüş temalı Uzakdoğu aksiyon filmleri) ve animelerin gölgesinde ama onların çizdiği imajdan son derece farklı olarak kendi ücra köşelerinde küçük ama tutkulu topluluklarca devam ettirilmektedir.

mart 2016 / hanabi

59


Yazı ve Fotoğraflar: Gökberk TALU

Tüm dünyada bilgisayar ve konsol oyunları dendiğinde akla ilk gelen ülke Japonya. Bunun üzerine bir de cosplay kültürünü eklediniz mi, etkinlik nerede olursa olsun “Japonya” çağrışımı yapıyor! Ben de bu çağrıya kayıtsız kalamadım ve hem “Hanabi” dergisini hem de kişisel blogum olan “A Curious Turk”ü (Meraklı Türk) bahane ederek Gaming Istanbul’u ziyaret ettim. 60

hanabi / mart 2016


GIST 2016 ile ilgili kısa videom için: A Curious Turk (Meraklı Bir Türk) www.acuriousturk.com

Son 10 yıldır Türkiye’de video oyun çılgınlığı aldı başını gidiyor. Çok yakın zamana kadar uygun fiyata ve geniş bir yelpazede oyun oynamak için yasa dışı yollardan sahip olabildiğimiz oyunların artık Türkiye’deki dağıtımcı firmaları çoğaldı ve oyunculuk anlayışımızda değişmeler oldu. Serbest basın olarak katıldığım ve bolca video çekimi ile röportaj yaptığım Gaming Istanbul (GIST) 2016, Türkiye’de neredeyse hiçbir örneği olmayan ve oldukça etkileyici bir katılımcı ve izleyici profili yaratmış ülkemizin ilk oyun fuarlarından biridir. Her ne kadar yurtdışındaki E3 ve CES gibi popüler ve devasa teknoloji ve oyun fuarlarına kıyasla çok küçük kalsa da, böylesine bir konuda rekabetin olmadığı Türkiye’de bana göre güzel bir başlangıç olabilecek türden bir etkinlik. Yurtdışındaki bazı büyük etkinliklerde de gördüğümüz güzel atraksiyonlardan biri de bolca cosplayer bulunmasıydı. Cosplay yapan ziyaretçilerden bazıları profesyonel bazıları amatör olsa bile hepsinin tek bir amacı vardı ve o da eğlenmekti. Onlarca yarışmanın düzenlendiği, mini etkinliklerin yapıldığı ve küçük gösterilerin olduğu GIST bende iyi bir izlenim bıraktı. Etkinlik sırasında bazı yabancı bağımsız oyun yapımı firmaları, GIST yetkilisi ve oyun sektöründe adı bilinen bazı önemli isimlerle yaptığım görüşmeleri sizler için derledim.

mart 2016 / hanabi

61


Sanal dünyadan gerçek dünyaya gizli kahramanlar podyumda...

62

hanabi / mart 2016


GIST Direktörü Cevher ERYÜREK

www.gl-events.com/gl-events/worldwide-offices/turkey/turkey

Ben aslında MMO (Massively Multiplayer Online) oyunlarını severim; “RIFT” olsun, “World of Warcraft” olsun... Şu aralar fazla zamanım olmadığı için bir tek maçlık oyunlardan olan “Heroes of the Storm” gibi kısa süren oyunları tercih ediyorum. Sektörün içine girince her türlü oyunla haşır neşir olmanız gerekiyor. İster çok iyi olmadığım platform oyunları olsun, isterse yeni yeni giriş yaptığım Playstation oyunları olsun, oyun üreticilerin ürettiği ürünleri tanımak için her şeyden biraz öğrenmeniz gerekli. GL Events’in çok çeşitli etkinlikleri var. Kendisine ait 300 fuar ve 4000’e yakın etkinlik düzenlemekte. Mesela Türkiye’de “İki Kıta Bir Yarış” adlı etkinliği biz düzenlemiştik. Oyun sektörü haricinde gurme yemek ve moda sektörüyle ilgili çeşitli fuarlar düzenlemekteyiz. Ama bunların dışında projesini kendimiz ürettiğimiz gözbebeği etkinliğimiz “Gaming Istanbul”dur. İlerideki fuarlarımızda daha büyük oyun firmalarının da bulunduğu bir etkinlik yapmayı planlıyoruz, bunun için de oyun dağıtıcılarından Aral ile görüştük ve bu etkinliğimizde birçok AAA kalite oyunu görücüye çıkardık. Türkiye’de oyunculuğun geleceği bana göre çok aydınlık ve potansiyeli yüksek.

Kimi konsol oyunu oynar, kimi çizim yapar...

mart 2016 / hanabi

63


Seti Media Deniz KIRCA setimedia.com

Yaklaşık 20 yıldır 3 uzman tarafından bağımsız oyun medyası olarak görev yapan bir kuruluşuz. Türkiye’de popüler olan “Level” dergisinin kurucu kadrosundan Tuğbek ÖLEK, Serpil ULUTÜRK ve Sinan AKKOL tarafından kurulan bir oluşumuz. Şu an “Oyungezer Dergisi” dışında “Oyungezer Online” olan Youtube kanalımızda en yetenekli youtube kullanıcılarından Enis KİRAZOĞLU ile birlikte çalışıyoruz. Bir süredir yayında olmayan ama daha sonra yeniden yayına sokulacak olan “Free2Play” dergimiz haricinde bir de Free2Play portalımız var. Bu portalda free2play mmo, indie oyun çıkarmak haricinde popüler mizah sitelerinden onedio, 9gag gibi video caption’lar, gifler üzerinde oyun sektörünün eğlenceli sitesi olmak için uğraşıyoruz. Kısacası oyun kültürü ile alakalı olarak her şeye yer vermeye çalışıyoruz. Bu sektör insanların tahmin ettiğinden daha karmaşık bir sektör olduğu için genellikle oyun oynamaya zaman bulamayabiliyoruz. Ama mümkün mertebe her türden oyunları en azından denemeye çalışıyorum, en son olarak Lara Croft: Rise of Tomb Raider’ı oldukça beğenmiştim. Her ne kadar AAA kalite oyunlar ve Free2Play oyun oynayanlar arasında bazen tartışmalar ve kapışmalar olsa da aslında kutuplaşmanın bir anlamı olmadığının ve hepimizin ortak bir kültürden geldiğini hatırlatmak isterim.

64

hanabi / mart 2016


First Quarter Company Jannos EOLOU timesquatters.com

Biz aslen bir transmedya şirketiyiz. Şu an üzerinde çalıştığım “Time Squatters” adlı projemizde değişik araçların birleştirilmesiyle yapılan bir hikâyeyi anlatmaya çalışıyoruz. Time Squatters’da gelecekte yaşayan bir grup gencin yaşadıkları macera anlatılıyor. Bu gençler zamanda yolculuk yapıp belli başlı bilimsel buluşların meydana geldiği dönemleri ziyaret edebiliyorlar. Bilim ve tarihi ilgilendiren konular için değişik yöntemler kullanıyorlar. Aslında oyunumuz bir bulmaca macera oyunu gibi ama örneği çok fazla olmayan bir tür. Yapımı devam eden bir sanal gerçeklik uygulamamız sayesinde oyun içerisinde bulunan kitapları tarayıp oyuna akıllı cihazınızdan devam edebileceksiniz. Kısaca söylemek gerekirse bu oyunun 7’den 70’e herkesin ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Oyunumuz Temmuz 2016’da piyasaya sürülecektir.

mart 2016 / hanabi

65


LEVEL Tuna ŞENTUNA level.com.tr

Şu aralar en sevdiğim oyun, Heroes of the Storm. Basit ve kısa bir oyun. En favori oyunum ise Final Fantasy 7, yenisi 2017’de çıkacak. Gaming Istanbul güzel bir girişim ama her ilk fuarda olduğu gibi bazı eksiklikleri var. Cosplay’in dâhil olması elbette değişik bir renk katmış. İleride yapılacak fuarlarda çok daha iyi şeyler göreceğimizi düşünüyorum.

66

hanabi / mart 2016

Türk oyuncuları ikiye ayırabiliriz bence: Bir kısmı çeşitli ortamlardan oyun satın alıp evinde sakince oyununu oynayan bir kesim; diğeri ise Free2Play oyunları oynayan bir kesim. Şu aralar piyasada bolca bulunan Free2Play oyunlar eskiden azınlıkta olan bir şeydi. Akıllı telefonlar ve Free2Play MMO, örneğin Knight Online gibi, çıkmasıyla bir kutuplaşma olduğu kanısının doğru olduğunu düşünüyorum.


Pariza Games parizagames.com

“Pariza Games” firması Bulgaristan kökenli bir oyun stüdyosudur. Bu firmayı kurmak için, tam zamanlı olarak çalıştığımız işimizi bıraktık ve şu an “Mad Gardener” adlı oyunumuz üzerinde tam zamanlı olarak çalışıyoruz. Bulgarca’da “Oyun için Para” anlamına gelen “Pariza” kelimesinden, yani bir şakadan doğan bir marka adı seçtik. Kendimizi zevkli mobil ve bilgisayar platformu oyunları yapmak için bu sektöre adadık.

“Mad Gardener” adlı oyunumuzun özelliklerinden birisi hem bir Kule Savunma hem de bir Kahraman Savunma türünde oyun olmasıdır. İki tür arasında istediğiniz zaman geçiş yapabildiğiniz bu oyunumuzu şu an için mobil platformlarda yayınlayacağız.

mart 2016 / hanabi

67


ERTUĞRUL, Bir Filmden Fazlası Yazı: Zeren ÖZDAMAR

Bir zamanlar, çok uzak bir ülkede, küçük bir adada, fakir ama mutlu insanlar yaşarmış.

Film görselleri için “bkz®. İletişim”e teşekkür ederiz.

Okyanusun kıyısında, onunla barış içinde yaşamayı bilen kişilermiş bunlar. Zamanlardan bir zaman, günlerden bir gün, şefkati kadar hiddetini de iyi tanıdıkları bu okyanus, yine bir felaketin tanığı yapmış onları. Bu seferki felaket, başka zamanlarda görüp geçirdiklerinden de büyükmüş. Bu acının yaralarını sarmak için uzattıkları ellerinin, hiç kopmayacak büyük bir dostluk bağına dönüşeceğini, dünyanın öbür ucuna uzanacak bir insanlık köprüsünü kuracağını da ummamışlar. Sadece, onlar için doğal olanı yapmışlar. Kayalıklara çarparak parçalanan bir Osmanlı fırkateyninin mürettebatını dalgaların arasından çıkarmış, yaralarını sarıp, barınak, yiyecek vermek için seferber olmuşlar.

68

hanabi / mart 2016


Ertuğrul 1890, bizlerin unuttuğu ama Japonların hâlâ unutmadığı, bıkıp usanmadan tanıştıkları her Türk’e anlattıkları bir felaketin, bir karşılaşmanın, bir büyük dostluğun başlangıcının hikayesi. Toplumsal hafızadan söz açılınca, yer yer zayıf kaldığımızı, kolay unuttuğumuzu söyleriz (hele trajik bir olaysa söz konusu olan). Filmin ikinci yarısının konusu olan İran-Irak savaşı sırasında Tahran`da mahsur kalmak üzere olan Japon vatandaşlarına Türkiye`nin yardım ettiği de bizde pek bilinmez. Anlatacak hikâyesi bu kadar çok olup da bu kadar az anlatıp/yazıp dinleyen/okuyan ulus az bulunur olmalı. Ertuğrul 1890`da bize düşen, dinlemek. Japon yönetmen, TANAKA Mitsutoshi`nin projesi olan, bu Türk-Japon dostluğunun başlangıç hikâyesi, abartıya kaçmadan, sade ama sürükleyici bir seyirlik. Filmin giriş bölümünü izlerken, öyle karışık duygularla izliyordum ki, bu yazıyı nasıl çıkaracağım konusunda endişelenmeden edemedim. Bir yanıyla bir Türk filmi olup, hiç de Türk filmlerine benzememesi, anlattığı gerçeklere dayanan hikâyesinin bana dokunan yanları aklımı bulandırıyordu. Neyse ki çok geçmeden kendimi filmin akışına kapılmış buldum. TANAKA`nın, Türk

oyuncuları yönetmedeki ustalığı ve oyuncu seçimindeki özen, filmi, diğer Türk karakterler içeren yabancı filmlerden fersah fersah öteye taşımış. Filmin bir Japon balıkçı köyünde, Osmanlı denizci üniformaları, pos bıyıklarıyla dolaşan leventlerin görüntüsünü yadırgatmadan vermesi de takdire şayan. Diğer bir yandan, teknik açıdan, neredeyse kusursuz ilerleyen bir film Ertuğrul 1890. CGI destekli sahnelerinin kalitesi ve yerinde kullanılışı, daha yüksek bütçelere sahip yerli filmlere örnek olmalı. TANAKA, Ertuğrul 1890`da, her biri başlı başına bir film olabilecek iki öyküyü, göze batmadan birbirine bağlamayı başarıyor. Kısıtlı bütçe ve kısıtlı sürenin yarattığı olumsuzluklar hissedilmiyor değil, ama hikâyenin bize dokunan yönü o kadar kuvvetli ki, görmezden gelinebiliyor. Ertuğrul, sadece tarihimizin az bilinen ilginç yanlarından birini bizlere yeniden hatırlatmasıyla değil, yakın dönemde yapılmış Osmanlı’yı anlatan en iyi dönem filmlerinden biri olduğu için de görülmeye değer. Hem belki, filmi benden önce izleyen, 20 senelik ev hanımı kuzenimin sorduğu gibi “Japonlar gerçekten de bu kadar iyiler mi?”, kendi gözünüzle gidip görmek için sizin de içinizde kuvvetli bir istek doğar, bir filmden fazlasına açılmış olur sinemanın kapıları.

mart 2016 / hanabi

69


KAMERA ARKASI ve GÖSTERİMDEN NOTLAR

Türkiye ve Japonya arasında son yıllarda hareketlenen ticari ilişkilerin de etkisiyle, kültürel etkileşimin de arttırılmasına yönelik çabaların en yenilerinden biri de Ertuğrul 1890 filmiydi. Her iki ülkenin de siyasi liderlerinin desteğiyle yapılan film, Türkiye’de gösterime girdiği ilk ay içinde 435 bin izleyiciyi sinemalara çekmeyi başardı. 25 Aralık’ta Türkiye’de vizyona giren filmin İstanbul’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleştirilen galasına katılan Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, bir bölümünü Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiirine ayırdığı konuşmasında, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Ertuğrul fırkateyninin kıyılarında battığı bölge olan Kushimoto’ya yaptığı ziyarete dair anılarını da paylaştı. Davutoğlu, galada açılış konuşmasını yapan Japonya’nın Türkiye büyükelçisi Yutaka YOKOİ gibi iki ülke arasındaki dostluk ve dayanışmaya vurgu yaptı. Filmin vizyona girdiği Türk-Japon dostluğunun 125. yılında, Ertuğrul 1890’ın sponsorlarından THY’nin filosundaki bir uçağa Kushimoto adı verilerek, Turgut Özal’ın İran-Irak savaşı sırasında Japon vatandaşlarının İran’dan tahliyesi için gönderdiği uçağa da atfen, 1990’lı yıllarda terk edilen pijamalı retro boyama uygulandı. Milli Eğitim Bakanlığı ise, filmin ilk ve ortaöğretimde okuyan öğrencilere izletilmesi yönünde bir tavsiye yayınladı. 70 hanabi / mart 2016

Vizyona girdiği günden itibaren ulusal başında geniş yer bulan Ertuğrul 1890 filmi bu ay da Japonya’nın Oscarları kabul edilen Japon Akademi Ödülleri’ne 10 dalda birden aday gösterildi. Ancak Türk basınından her zaman iyi eleştiriler alamadı. Sabah Gazetesi’nden Mahmut ÖVÜR’ün “İyiliğin Filmi” başlıklı övgülerle dolu yazısına karşın Radikal gazetesinden Uğur VARDAN, Ertuğrul 1890’ı, Hamaset 2015 başlığıyla duyuruyor. Vardan, filmin tarihsel gerçekleri göz ardı ettiğini iddia ederken, Turgut ÖZAL’lı bölümü de gereksiz buluyor. Türkiye’de 3 yüksek tirajlı gazetede birden manşetten duyurulan filmin reklam kampanyasının, Japonya’da aynı ölçekte yürütülmediğini de belirtmeden geçemeyiz. Ertuğrul 1890 Türkçe Facebook sayfası 66.500 civarında beğeni alırken, bu sayı Japonca Facebook sayfası için 6500 civarında kalmış. Twitter üzerinde ise (1 Şubat itibariyle) durum hemen hemen eşit. Japonca sayfanın 2.264 takipçisine karşılık, Türkçe sayfanın 2.438 takipçisi var. Gösterime girdiği sinemaların sayısı açısından ise Türkiye ile Japonya arasında büyük bir fark var. Ertuğrul 1890’ın Türkiye`de gösterim şansı bulduğu sinema sayısı 320 iken, İngilizce internet gazetesi The Japan Times verilerine göre, Japonya`da sadece 8 sinemada gösterime girmiş.


Türkiye’de yapılmış, deniz üzeri sahneler ve batma sahnelerinin çekildiği ilk ve tek proje olan “Ertuğrul 1890” için Ertuğrul Fırkateyni, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı arşivinden temin edilen Taşkızak Tersanesi orijinal çizimlerine sadık kalınarak; Antalya Tekfen Platoları’nda birebir inşa edildi.

Projenin planlama ve önhazırlık çalışmaları yaklaşık 2 yıl kadar devam etti.

Türkiye çekimlerinde yaklaşık 160 kişilik bir teknik ekip 2 ay boyunca çalıştı.

Çekimler 2,5 ay Japonya ve 2 ay Türkiye’de olmak üzere toplam 4,5 ayda tamamlandı. Post prodüksiyon ve efektlerin tamamlanması için Japonya ve Türkiye’de 5 aylık bir çalışma yapıldı.

Başrol ve yardımcı oyuncuların dışında yaklaşık 4.500 figüran projede rol aldı.

40 kişilik bir sanat ve kostüm ekibi dönem aksesuar ve kostümlerini üretebilmek için 4 ay boyunca geceli gündüzlü çalıştı.

mart 2016 / hanabi

71


n a d ’ o t o m i h s u K m getirdim a l e s RKAN

şegül A Yazı: Ay

72

hanabi / mart 2016


Tokyo

Kushimoto

Kushimoto - commons.wikimedia.org

Aslına bakarsanız buraya gelmem biraz ilginç bir şekilde oldu. Tesadüfen tanıştığım kişiler sayesinde buralara kadar gelebildim. En baştan anlatmam gerekirse: Japonya’ya ilk gelişim 2010 yılının Mayıs ayındaydı. Okulda girdiğim bir sınavı geçip burs kazandım ve bir buçuk aylığına Osaka’da bulunan Japan Foundation Kansai Merkezi’nde eğitim gördüm. İlk gelişim olduğundan Japonya’yı fazla tanımıyordum. Tek başıma gezmeye falan da hiç gitmemiştim, ama nedense haritadan bakınca Osaka ile Kushimoto yakın gözüktü ve ben de bir Türk arkadaşımla Ertuğrul Fırkateyni faciasının 120. yıl anma etkinliklerine katılmaya karar verdim. Elimize haritalarımızı aldık, bisiklete bindik ve yola koyulduk. 1-2 saat yol aldıktan sonra nerede olduğumuzu yolda koşmakta olan Japonlardan birine sorduk, ama aldığımız cevap karşısında çok şaşırdık. Çünkü amcanın gösterdiği yer, yola çıktığımız yerin hemen yakınıydı. “2 saat yol aldık anca bu kadar mı gelebildik?!”, diye hayal kırıklığına uğradık ve başka bir Japon’a sorduk. O da aynı yeri gösterdi ve bize “siz nereye gidiyorsunuz” dedi. Biz de gayet normal bir şekilde “Kushimoto” dedik. Bunu duyan teyze “oraya bisikletle giderseniz ancak sabah varırsınız, hem de yollar çok tehlikeli. Hemen yurdunuza geri dönün” dedi. Biz de çaresizce geri döndük. 120. yıl anma etkinliklerine katılmayı çok istememize rağmen katılamadık. Tabii ben o olaydan 5 yıl sonra, 125. yıl anma törenine katılacağımı, hem de görevli olarak katılacağımı hiç mi hiç düşünmemiştim.

Bölgeleriyle Japonya haritası FreeVectorMaps.com

Merhaba! İsmim Ayşegül ARKAN. Temmuz 1990 Aydın doğumluyum. İlkokul, ortaokul, liseyi Aydın’da okudum. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Japon Dili ve Edebiyatı bölümü 2014 mezunuyum. Şu anda Japonya’nın Wakayama iline bağlı Kushimoto ilçe belediyesinde çalışıyorum.

mart 2016 / hanabi

73


Kushimoto’daki Ertuğrul Şehitliği

Japonya’ya ikinci gelişim 2012 yılındaydı. İstanbul’da düzenlenen Japonca Konuşma Yarışması’nda birinci oldum ve ödül olarak Tokyo’ya gidiş-dönüş bileti kazandım. 1 ay boyunca Tokyo’daydım. O gezinin ardından, hemen 1 ay sonra Osaka Üniversitesi’nden burs kazandım ve 2012 yılından 2013 yılına kadar Osaka Üniversitesi’nde eğitim gördüm. Bu eğitim süresince yoğun olarak Klasik Japonca üzerinde çalıştım. Eski Japoncadaki geçmiş zaman ekleri ve Türkçedeki geçmiş zaman eklerinin karşılaştırmasını yaparak Japoncadaki -ki ve -keri eklerinin Türkçedeki -di ve -miş ekleriyle benzerliğini ortaya koymaya çalıştım. Özellikle -keri eki ile -miş ekinin kullanım alanları çok benzediği için bu konu üstünde durdum. Eski Japoncada -keri eki ile anlatılan olayların günümüz Japoncasında ne şekilde kullanıldığını araştırdım. Böylece çok dar gibi görünen bu konuda çok geniş bir araştırma yapma şansını yakaladım. Çünkü tez danışmanı hocam da Klasik Japonca araştırmacısıydı; bu anlamda bana çok yardımı dokundu. Neredeyse sabah akşam birlikte çalıştık, bana yol gösterdi; sanki doktora öğrencisiymişim gibi benimle ilgilendi. Osaka

74

hanabi / mart 2016

bana sadece ders anlamında bir şeyler katmadı; dünyanın birçok ülkesinden de arkadaş edindim. Hâlâ o arkadaşlarımla iletişimdeyim. Malum internet çağındayız. Herkesle dünyanın neresinde olursak olalım çabucak iletişim kurabiliyoruz. Bu yüzden çok şanslıyız. Neyse konuyu dağıtmayalım, diyeceğim o ki, Osaka’daki bir yıl bana çok şey kattı. Hem insanlık olarak hem de bilgi olarak… Kushimoto’ya ise 2015 yılının Mayıs ayında geldim. Aslında buraya gelmeden önce İstanbul’da bir Japon firmasında çalışıyordum. İşimi ve iş arkadaşlarımı da çok seviyordum. Buna rağmen çok sevdiğim işimi bırakıp Kushimoto’ya gelmeyi seçtim. Kushimoto’ya gelme olanağını, Osaka Üniversitesi’nde çalışırken buldum. Biraz uzun bir hikâye olacak ama izniniz olursa anlatmak isterim. Bir gün, yabancı arkadaşlarımla birlikte bir Türk restoranına gitmiştim. Orada tesadüfen bir Japon masamıza kadar gelip bana “Beni hatırladın mı?” dedi. O zamana kadar o kadar çok Japonla tanışmıştım ki tam olarak çıkaramadım ama bir yerlerde tanışmışlığı-


Ertuğrul Fırkateyni’nin battığı kayalık bölge

mız varmış gibi de geldi. Meğer, Ankara’dayken ben o Japonun tercümanlığını yapmışım. Öğrenciyken bazı ufak tefek tercümanlık işleri yapıyordum. Bir keresinde de o beyefendinin tercümanlığını yapmışım. Restoranda o beyefendi ile birbirimizin e-posta adresini aldık. Bir süre sonra yine o beyefendi ile haberleştik ve arkadaşlarından birinin anneannesinin memleketinin Kushimoto olduğunu, bu yüzden o arkadaşının Türkleri çok sevdiğini, eğer uygun olursa bizi tanıştırmak istediğini söyledi. Neden olmasın, dedim ve arkadaşıyla tanıştık. Arkadaşı bir gün Osaka’da yapılan bir toplantıya beni de davet etti. Toplantı, memleketi Kushimoto olan, ama o sırada Osaka’da yaşayan kişilerin bir toplantısıydı ve Kushimoto Belediyesi’nden bir kaç kişi ile Kushimoto Belediye Başkanı da toplantıya katılıyordu. Toplantıda Kushimoto Belediye Başkanı ile tanıştım ve kendisi beni Kushimoto’ya davet etti. Yaz tatilinde oraya gittim, beni çok güzel ağırladılar. Bu vesileyle 2015 yılında belediyede çalışacak bir Türk eleman aradıkları haberini aldım. Bana Kushimoto’ya gelip gelemeyeceğimi sordular. Karar vermem çok zor oldu ama sonunda Kushimoto’ya geldim.

125 yıl önceki sıcaklıklarından hiçbir şey kaybetmemişler. Kushimoto Belediyesi’nde çalışmaya başladığımda kendimi yoğun bir iş temposu içerisinde buldum. Çünkü Haziran ayında 125. yıl anma töreni vardı ve törene Türkiye’den Gediz isimli savaş gemisi geldi. TBMM Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri Komutanı, Japonya Deniz Öz Savunma Kuvvetleri Komutanı, Mersin İli Belediye Başkan Yardımcısı, Wakayama İli Valisi gibi çok önemli isimler bu törene katıldı. Ben bu kişilerin tercümanlığını yaptım. Ayrıca Kushimoto Belediye Başkanının konuşmalarını da Türkçeye çevirdim. Kısaca belediye görevlileri ile Türk konuklar arasında iletişimi sağladım.

mart 2016 / hanabi

75


Ertuğrul Fırkateyni kazasında kurtarma çalışmaları yapan Kashino köylülerinin torunları

Şimdilerde ise Kushimoto ilçesi Kültür Merkezi’nde haftada iki kez Türkçe dersi veriyorum. 60 öğrencim var -hem de 17 yaşındaki lise öğrencisinden 79 yaşındaki teyzeye kadar geniş bir yaş aralığından. Bunun haricinde bazı hafta sonları Türk Müzesi’nde görev yapıyorum. Müzeye gelen misafirlere müzeyi tanıtıyorum. Kushimoto ilçesinde ilkokullara, ortaokullara gidip Türkiye hakkında tanıtıcı dersler veriyorum. Ertuğrul Fırkateyni’nin battığı ada Oshima’da bir ilkokul var ve anıtın temizliğini bu okulun öğrencileri yapıyor. Bu arada Türkçe de öğreniyorlar. Elimden geldiğince o çocuklara Türkiye’yi tanıtıyorum, beraber Türkçe şarkılar söylüyoruz, bizim çocuk oyunlarını oynuyoruz. Buraya geldiğim ilk günden beri, Kushimotoluların Türklere karşı sıcaklığını hissediyorum. Oshima adasındaki köylüler başta olmak üzere herkes beni çok seviyor, onlarla ne zaman karşılaşsam bahçelerinden topladıkları mandalina ve portakal gibi ellerinde ne varsa bana ikram ediyorlar, evlerine davet edip, yedirip içiriyorlar. 125 yıl önceki sıcaklıklarından hiçbir şey kaybetmemişler.

76

hanabi / mart 2016

Burayı kesinlikle her Türk’ün ömründe bir kez ziyaret etmesi gerek. Türk denizcileri için yapılan o anıtı Japonların ne kadar güzel, tertemiz koruduğunu görmesi gerek. Her ayın 16’sında, Ertuğrul Fırkateyni kazasının yaşandığı günde Belediye Başkanının bizzat eline kovayı küreği süpürgeyi alıp, anıtı temizlemeye gittiğini görmesi gerek. Son olarak, buraya gelmeye karar vermek benim için hiç de kolay olmadı, ama hayatımdaki herkesten bir şeyler öğrendim. Kesinlikle her tanıştığım kişi, hayatıma azıcık da olsa katkıda bulundu. O kadar şanslıyım ki karşıma hep iyi insanlar çıkıyor. Sizler de karşınıza eğer böyle fırsatlar çıkarsa kesinlikle değerlendirin. Çünkü hayat gelip geçiyor. Bazen o gün yapmadığınız bir şeyin ardından “keşke” demek gerçekten çok üzücü olabiliyor. Ben buraya gelmeye karar verirken bunu düşündüm ve sonradan “keşke” dememek için ülkemden binlerce kilometre uzakta, biraz da olsa ülkemi tanıtabilmek için var gücümle çalışıyorum.


n ü ’ l ü g e Ayş n e d n ü m albü mart 2016 / hanabi

77


JAPONYA’DA MİLLİYETÇİLİĞE BAKIŞ-3 (1940- ) Yazı: Zeynep Ebru OKYAR

Japonya’da milliyetçilik anlayışının ortaya çıktığı Meiji döneminden itibaren, hem halkın hem de devletin “millet” anlayışında, dünyadaki gelişmelere de paralel olarak, ciddi değişimler gözlemlenmiştir. 2. Dünya Savaşı ve hemen sonrası, “Japonya’da milliyetçilik” bazındaki kırılma noktalarından biri olarak tanımlanabilir.

78

hanabi / mart 2016


1937 yılına ait bir Japon propaganda kitapçığından: “Ban Meaningless Songs That Don’t Praise The Motherland” - wackystuff/flickr

Savaş sürecinde bir motivasyon faktörü olarak yoğun şekilde gündemde tutulan milliyetçilik, savaş sonrası dönemde pasifize edilerek farklı kanallara kaydırılmıştır. Bu süreç, Japon toplumunu tanımak isteyen herkes için incelenmeye değer bir değişimi kapsamaktadır.

İleri Milliyetçilik (Ultranasyonalizm) 2. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en önemli teorisyenlerden olan Masao MARUYAMA’nın (1914-1996) “Chou kokkaşugi” (ileri milliyetçilik/devletçilik) kavramı, genelde Batı literatüründe anlaşıldığı gibi “çok yoğun bir milliyetçilik” değil, “devletin ötesinde bir milliyetçilik” olarak okunursa daha doğru olacaktır. MARUYAMA’nın tüm çalışmaları, Yukichi FUKUZAWA’nın idealini gerçekleştirmek üzerine kuruludur: Modern Japonya’da demokratik bir milliyetçilik oluşturmak. MARUYAMA’nın milliyetçilik anlayışı, savaş ve savaş sonrası dönemi kapsar. 1944’te yayınladığı makalede Meiji Restorasyonu sonrası dönemde “modern milliyetçilikten bürokratik devletçiliğe geçiş”i inceler. MARUYAMA, “kültürel anlamda millet” vurgusu için minzoku yerine kokumin ifadesini kullanmıştır.1

ETİMOLOJİ Japonca’da “milliyetçilik” ifadesine denk gelen 3 ayrı kavram bulunur.

“Minzokuşugi”, etnik ve ırk bazlı milliyetçiliği karşılar.

Bunlardan birincisi “kokuminşugi” olup, “yasa ve kurumlarla inşa edilebilecek bir millettir, yani siyasi bir birimi oluşturan kişilerin bağlılığı”dır.

Bir de “kokkaşugi” vardır ki, “devletçilik” anlayışına yakındır.

1 Maruyama Masao, Theory and Psychology of Ultra- Nationalism, 1946

mart 2016 / hanabi

79


Marksizm ve İmparator Marksist Japon milliyetçiliği, Japon milletini tek bir etnik grup olarak görmüştür ve ulusal değerleri bozduğu iddiasıyla monarşiyi “milliyetçilik” bazında reddetmiştir. Bu anlayış, o dönem tüm dünyada Marksist ideolojinin kapitalist emperyalizme karşı etnik milliyetçiliği desteklemesi ile paraleldir. Japon komünistlerin, “ulus”u İmparator üzerinden değil de, etnisite üzerinden tanımlama çabası, bir devrim olasılığına karşı tepki de doğurmuştur. Savaş sırasında “kōtei” (imparator) unvanından vazgeçerek “tennō” (Tanrısal nitelik taşıyan Japon kralı) unvanına geri dönen Hirohito, Amerika’nın talebiyle, Ocak 1946’da “İnsan Olduğunun Beyanı” ile tanrısal niteliğinden de feragat etmiştir. Bu konuşmadan 2 ay sonra yayınlanan yeni anayasanın ilk taslağında hükümdar, “tennō” ve “milli birliğin sembolü” olarak tanımlanmıştır. Bu, Masafumi YONETANİ’nin “imparatorluk sisteminin millileştirilmesi” olarak tanımladığı sürecin ilk adımıdır. Tetsurou WATSUJİ’ye göre de hükümdarın geleneksel rolü, ulusun toplu iradesinin ifadesidir. “Ulusal egemenlik için bu irade beyanı zorunlu olduğuna göre de, tennō’yu demokratik Japon milletinin oluşumu dışında bırakmak imkânsızdır.” 1

1940-1950’li dönemde Marksist yazar ve tarihçiler, Japonların kendi emperyal devleti tarafından baskılanmış, elit kesim tarafından savaş sonrasında ihanete uğramış ve askeri işgal altında ezilen bir halk olduğunu ifade etmiştir. Muhafazakâr kanattan Yojūrō YASUDA, Japon milletinin çoğunun Meiji Restorasyonu ile getirilen Batı usullerinden pek de etkilenmeyen çiftçi bir toplum olduğunu söyler. İşgal kuvvetlerinin dayattığı modernite yerine Asya’ya dönülmesi ve geleneksel minzoku milliyetçiliğinin, savaş sonrası liberal devlet vatandaşlığına tercih edilmesi gerektiğini ifade eder. 2 Bu anlayışın günümüz Japon solunda da devam ettiğini söylemek mümkündür; Marksistler ve Asahi gazetesi, “minzoku” bazlı milliyetçiliğin güçlü destekçileridir. Pek çok ülkedekinin aksine, Japonya’da milliyetçiliğin,”sağ”ın olduğu kadar “sol”un da temel argümanlarından biri olması hayli ilginçtir. 3

2 Kevin Doak, A History of Nationalism in Modern Japan: Placing the People, Boston & Leiden: Brill, 2007 3 Kevin Doak, Japan Chair Platform: Shinzo Abe’s Civic Nationalism, CSIS Newsletter, 15 Mayıs 2013

meiji dönemi

1868

taishŌ dönemi

1912

1926

ABD’nin Japonya

İmparator’un tennō ünvanına dö “insan olduğu” beyanında b

ABD iş Ye

ABD-Jap

80

hanabi / mart 2016


2. Dünya Savaşı Yenilgisinin Sorumluluğu

Japon milliyetçiliğinin dayanakları

2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında mağlubiyetin kimin sorumluluğu olduğuna dair tartışmalar başladı. “Bürokratların mı, askerlerin mi?” sorusu ön plana çıkarken, halk ve İmparator bu tartışmanın dışında tutuldu. Bunun tek istisnası, Komünist Parti’nin yayın organı olan Akahata gazetesindeki İmparator’un savaş suçlusu olduğuna ve monarşinin derhal kaldırılması gerektiğine dair görüşlerdir. Akira FUJİWARA’ya (1922-2003) göre, İmparator’un “hükümetin aldığı kararları değiştirme şansı yoktu” şeklinde ifade edilen, savaşın ve mağlubiyetin sorumluluğu konusunda İmparator’u ayrı tutan bu görüşler, işgal kuvvetlerinin de desteği ile sonradan üretilmiş yalanlardır.

• Ada ülkesi olarak dışarıya kapalı konum • Tek dil kültürü • Homojen etnik yapı • Halkın toprağa bağlılığı • Shinto tanrılarına olan ortak inanç • Tanrılara adanmışlığı kişiselleştiren, devleti meşrulaştıran ve halkı temsil eden bir İmparator

shŌwa dönemi

heisei dönemi

1988

a’yı işgali 1945

önmesi ve 1946 bulunması

şgalinin son bulması 1952 eni Anayasa’nın ilanı

ponya Güvenlik Anlaşması’nın 1960 (ANPO) yenilenmesi Yukio MİSHİMA’nın intiharı 1970 Yasukuni Tapınağı krizi 1978

İmparator Hirohito’nun ölümü ve yerine İmparator Akihito’nun geçmesi

2003 Japonya’nın Irak Harekâtı’na katılması 1999 Bayrak ve milli marş yasası

1995 Liberal Tarih Ekolünün milli mart 2016 / hanabi 81 eğitim konulu kampanyaları


Tayvan 1895-1945, Kore 1910-1945 yılları arasında Japonya’ya bağlıydı. 1945 yılında Japonlar teslim olurken Tayvan’ı o zamanki adıyla Çin Cumhuriyeti’ne, Kore’yi ise Amerikan ve Sovyet birliklerine teslim ettiler. Kore, 1948 yılında Kuzey Kore ve Güney Kore olmak üzere ikiye bölündü. Savaş sonrası “millet” anlayışı, Kore ve Tayvan’ın Japonya’dan ayrılmasının da büyük etkisiyle barışçı “tek etnik unsurlu bir ulus”a dönüştü.

İşgal Döneminde Milliyetçilik 2. Dünya Savaşı mağlubiyeti, millet ve devlet ayrılığının iyice belirginleştiği bir süreç olmuştur. Milletin, devletin elitist savaşının bir kurbanı olarak lanse edildiği bu süreçte, “etnik milliyetçilik” yerine “toplum”u geçirme çabası dikkat çekicidir. İşgal kuvvetleri de daha güvenli, uluslararası, askeri ve politik anlayıştan arındırılmış bir kavram ile Japon halkını tanımlama fikrini açıkça desteklemiştir. 7 yıl süren işgal döneminde “minzoku” anlayışının, Japonya’da arzu edilen ulusal kimlik olmasını, savaş sonrası dönemde faşist de denilen sağcıların geri plana düşmesiyle bağlantılı gören araştırmacılar çoktur. İşgal dönemindeki sansür yüzünden sağcıların ifade özgürlüğü kısıtlansa da, milliyetçi görüşler, liberal ve solcu yayınlarda yer buldu. 1946’da Tokyo Üniversitesi Rektörü NANBARA, minzokunun yeni dünya düzeni için temel olacağına dair konuşmasında şöyle der: “Milletimiz hatalar yapmış olmasına rağmen, bizler bu millet içinde doğmuş olmaktan büyük sevinç duyuyoruz ve bu millete sonsuz bir sevgi besliyoruz. İşte bu yüzdendir ki, milletimizi cezalandırarak tüm dünya önünde şerefimizi tekrar kazanmayı hedefliyoruz.” 4 Takip eden dönemde, geçmişte imparatorluk için temel teşkil eden “minzoku” kavramının, devlet bulunmayan işgal döneminde de Japon ulusal kimliğine temel olduğu görülmektedir. İşgal altındaki ülkede halkın bağlılık ile kendini tanımlayacağı bir devlet olmadığı için “toplum (shakai)” ve “millet (minzoku)” kavramları güçlendi. 1952’de devlet tam anlamıyla kurulana kadar “kokumin” kavramından söz etmek de mümkün değildi.

4 Kevin Doak, Japan Chair Platform: Shinzo Abe’s Civic Nationalism, CSIS Newsletter, 15 Mayıs 2013

82

hanabi / mart 2016


*

Yeni Anayasa ve Tennō “Tennō”nun konumuna dair tartışmalar, 3 Mayıs 1952’de yeni Japon Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle son buldu. Buna göre “İmparator, Japon devletinin ve Japon milletinin bir sembolüdür ve bu konumu, egemen Japon milletinin genel iradesine dayalıdır.” Japonya’nın komünist rejime kaymasından korkan ABD’nin, İmparator’un Japon milletinin birliğini korumayı başarabileceği savına dayanarak, bu maddeyi desteklediğine dair iddialar da vardır.

Milliyetçilik ve Etik Anlayış WATSUJİ’nin 1952 tarihli “Milli Ahlak Meselesi” makalesi, milletin her bireyine “kokumin” diyerek yeni bir anlayış getirmiştir. Bu makalenin önem taşıyan bir yönü de, birey ve ulus arasındaki bağın etnik kökene mi, sonradan öğrenilmiş ahlaki bir bilince mi bağlı olduğu konusunun, özellikle muğlak bırakılmış olmasıdır. Bir diğer katkısı, o döneme değin, Hristiyanlık değerleri üzerinde yapılandırılan “kokuminşugi” milliyetçilik anlayışını farklılaştırarak, “millet”in etik özüne Budizm felsefesini yerleştirmesidir.

1960’larda Artan Kutuplaşma 1960’ta ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması’nın (ANPO) yenilenmesi sürecinde toplumun her kesiminde oluşan protestolar, modern Japonya’da “vatandaşlık bilinci”nin oluştuğunun göstergesi olarak görülür. Bu protestolardan “halk hareketleri” bekleyenler olduğu gibi, “vatandaşlık hareketleri” bekleyenler ve protestoları gerçek anlamda medeni bir toplumun tohumları olarak görenler de vardır. Ama genel olarak 1960’lar Japonyası’na bakıldığında, devlete karşı bir tutum geliştiğini söylemek mümkündür. MARUYAMA bile zaman zaman sol kesimin tespit ve şikâyetlerine katılarak savaş sonrası dönemin “çoğunluğun diktatörlüğü”ne dönüştüğünü ve faşist çizgilerin ağırlaştığını söylemiştir. Bu dönemde orta yol arayışçıları geri plana düşmüş ve politizasyon iki uca yığılmıştır. 1960’larda artan bir halkçılık anlayışı da gözlemlenmektedir. TAKASHİMA, sağ ve solun milliyetçilik bakışını sentezlemiş ve şu slogana dönüştürmüştür: “Ana olarak millet, özne olarak sınıf”. TAKASHİMA’nın görüşleri, milliyetçiliği o güne kadar taşıdığı yoğun siyasi anlamdan uzaklaştırıp kültürel boyuta taşımıştır.

Ekonomik Refah Etkisinde Milliyetçilik 1970’lerde Japonya’nın refah düzeyi yükseldikçe, toplumcu milliyetçilik ve politik eylemcilik arasındaki ayrışma iyice belirginleşti. Kolonileşme olmadan da zenginleşebilmenin gerçekleşebileceği görülünce, savaş öncesindeki askeri milliyetçilik anlayışı bırakıldı. Bu çerçevede de etnik milliyetçilik, siyasi alandan kültürel alana taşındı. “Milliyetçilik” tartışmaları, Nihonjinron denilen Japon kültürel kimliğinin bir unsuru haline geldi. Bu süreçte Marksizmin Japon toplumundaki popülaritesini de yitirmeye başladığı görülür.

* tennō, tanrısal nitelikli Japon kralı. mart 2016 / hanabi

83


Sağcı Grupların Şekillenmesi 1980’lerin başında, İmparatorluk geleneğini canlandırma çabasındaki sağ gruplar ön plana çıkmıştır. İmparatorun, sembolik konumunun, Japon milliyetçiliğine bir hakaret olduğu görüşü ile yabancılar tarafından dayatılan sembolik bir imparator değil, siyasi olarak da aktif bir imparator taleplerini dile getirmişlerdir. Bu talebin en çarpıcı noktası, romancı ve oyun yazarı Yukio MİSHİMA’nın (1925-1970) dramatik intiharıdır. 17 Ekim 1978’de Yasukuni Şinto Tapınağı, 14 üst düzey savaş suçlusunu kutsadı. İmparator Hirohito bu dönemde, tapınağa yaptığı yıllık ziyaretleri dondurdu. 1984’te Başbakan Yasuhiro NAKASONE, Japon milliyetçiliğini desteklemek adına tapınağı ziyaret etti. Sonraki dönemde başbakanlar HASHİMOTO, KOİZUMİ ve ABE de hem Japonya’da, hem de dış dünyada tepki çeken ziyaretlerde bulundu.

Yukio MİSHİMA (1970): Törensel intiharından hemen önce, başarısız darbe girişimi sırasında konuşma yaparken Nationaal Archief (Hollanda Ulusal Arşivleri)

“Yeni Milliyetçilik” Anlayışı 1980’lerde ortaya çıkan “yeni milliyetçilik” anlayışı, genelde şu iki faktöre bağlanır: Japonya’nın artan ekonomik refahı ve ülkenin başlıca ticaret ortakları, özellikle ABD ile olan sürtüşmeler. Kültür ve siyaseti, millet ve devleti tekrar bir araya getirme çabalarının en önemli adımlarından biri, 1980 yılında Başbakan Masayoshi ŌHİRA’nın “Kültür Çağında Ekonomi Yönetimi” başlıklı raporudur. İlk bakışta, sıradan bir ekonomik rapor olarak görülse de, halk ve hükümet arasında oluşan uçurumu kapatmak için ne gibi ekonomik ve kültürel politikalar gerektiği üzerine yapılmış çok ciddi bir çalışmadır. Bunu takip eden dönemde Başbakan NAKASONE, Liberal Demokratik Parti’nin “Demokratik” kanadına uzun süredir kullanılmayan “siyasi milliyetçilik” kavramını sokarak, Japon halkının hem ulusal, hem de uluslararası arenada “normal bir millet” olarak algılanmasını hedeflemiştir. (üstte) Scott MOORE “Political Rally” (altta) John BRYANT “Presenting the Flag”

84

hanabi / mart 2016


Japonya’nın Irak Harekâtı’na Katılması Irak’a yapılan uluslararası harekâta Japon birliklerinin de katılması ve bunun ülke içinde askerlik ve eğitime dair yeni talepler doğurması, yeni dönem milliyetçilerini “ulus”un 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde “devlet”ten ayrı düşünülmesi sürecinin ulusal gurur sayesinde aşıldığı yönünde umutlandırdı. Solcularda ise monarşinin, bu yeni ve özür dilemez milliyetçilik anlayışının kilit noktası haline geldiği endişesi ortaya çıktı.

Irak’ta Japon ordusu - Delobius/flickr

İmparator Akihito’dan Beklentiler ve Hayal Kırıklığı 1982’de başbakan olan NAKASONE’nin minzokuşugi vurgusu, devleti daha güçlü destekleyerek uluslararası arenada elini güçlendirecek bir milliyetçiliği canlandırma çabası olarak görülmektedir. Bu proje, savaş sonrası dönemin “son hesaplaşma”sı olarak konumlandırılmıştır. Ancak ciddi bir muhalefetle karşılaşması, Japonlar’ın etnik milliyetçilik ve devlete yönelik bakışı konusunda önemli fikir vermektedir. Bu yeni milliyetçiliğin, 20. yüzyılın büyük bölümünde Japon kitlelerin desteğini alan “minzokuşugi” olarak değil de, “kokuminşugi” olarak adlandırıldığı da belirtilmelidir.

1980’lerde sağ görüşlü milliyetçi grupların etkinliği yüksekti. Bu gruplar, 1988’de İmparator Hirohito’nun ölümünden sonra, yeni imparator Akihito’ya yönelik çok büyük beklentilere girdi. Özellikle savaş sonrası kurulan “Yalta Potsdam (YP) Sistemi”ni sonlandırması ve direkt monarşiye dönüşü gerçekleştirmesini ummaktaydılar. 1989’da yeni imparatorun, “sistemin aynen devam edeceği”ne dair konuşması, bu gruplar üzerinde büyük hayal kırıklığı yarattı. İmparatorun açıkça ifade ettiği görüşü yüzünden, direkt monarşiyi desteklemeleri mümkün olmayacaktı. “Hükümet bunu dedirtti.” söylemini kullandılar. İmparatorun elit siyasi ve finansal çevrelerin rehini olduğu ve millete hizmet etmesinin imkânsızlaştığını iddia ettiler.

mart 2016 / hanabi

85


Liberal Tarih Ekolü 1995’te Prof. Nobukatsu FUJİOKA (1943- ) tarafından başlatılan Liberal Tarih Ekolü, 500 üyesiyle, ortaokul ve lise tarih kitaplarının daha vatansever metinler içermesi için yoğun bir kampanya yaptı. Özellikle, solcu öğretmenlerin öğrencilere İmparatorluk ordusunun savaş döneminde “Rahatlatıcı Kadınlar” uygulamalarının da öğretilmesi taleplerine yoğun tepki gösterdi. “Eğitim sisteminde milliyetçilik olmalı mı?”, “Milliyetçilik öğretilecekse de, savaş sonrası Japonya’nın anlayışı etnik milliyetçilik mi, yurttaşlık milliyetçiliği mi olmalıdır?” soruları Japonya’da uzun süre güncelliğini korudu ve hâlâ da korumaktadır. Rikki KERSTEN’in bu konudaki yorumu konuya Batılı bakış açısını da göz önüne sermektedir: “Fujioka’nın milliyetçiliğini, liberalizm olarak sunmasından teselli bulabiliriz. Sadece bir etiket bile olsa, günümüz Japonyası’nda liberalizm, meşrulaştırıcı bir fikir olarak değerini korumaktadır.”5

Japonya’da savaş öncesi “eski liberaller” olsun, savaş sonrası “yeni liberaller” olsun, çoğunlukla vatandaşların çıkarlarını anayasal devletin kaynaklarıyla dengeleyen “sağlıklı bir milliyetçilik” anlayışını desteklemiştir. Savaş sonrası dönemin dikkat çeken bir noktası, aydın kesimin “kamu değerlerinin sözcüsü” konumunu zamanla kaybetmesidir. Akademik aydınların bu konumlarını, geçen zamanla birlikte sivil aydınlara bıraktığını söylemek mümkündür. Bu sivil aydınların en önemlilerinden biri, 1990’ların ortalarından itibaren yeni milliyetçiliğe dair bir misyon üstlenen Keishi SAEKİ’dir. 1996 ve 1998 tarihli kitaplarında SAEKİ, Japon liberal demokrasisini, özellikle devlet karşıtlığı üzerine kurulan milliyetçilik meselesine çözüm bulamamakla itham etmiştir.

“Rahatlatıcı kadınlar (comfort women)”, 2. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Japon İmparatorluk Ordusu’nun, işgal edilen yerlerdeki kadınları (ve erişkin olmayan kız çocuklarını) cinsel kölelikte kullanmasını ifade eden bir kavramdır. Sayıları hakkında net bir bilgi bulunmamakla birlikte 20 bin ilâ 410 bin kadının, “rahatlatıcı kadın” olarak kullanıldığına dair iddialar vardır.

Kore’deki bir protesto gösterisinden-Joonyoung Kim “Comfort Women”

28 Aralık 2015’te Japonya ve Kore arasında varılan anlaşmaya göre Japonya, “rahatlatıcı kadınlar” uygulaması için özür dilemeyi ve zarar görmüş kurbanlara 8.5 milyon USD’lik bir ödeme yapmayı kabul etmiştir. Ancak bu konunun toplum vicdanında ve uluslararası ilişkilerde açtığı yara, kolay kolay silinmeyecek gibi görünüyor. Japonya’nın bu konuyu kabullenmesinin bile hata olduğunu düşünen Japonlar olduğu gibi, Japonya’nın verdiği maddi ve manevi zararın, ödemeyi kabul ettiği tazminatla kesinlikle karşılanamayacağı görüşünü taşıyan Koreliler de çok. Söz konusu genelevlerin direkt olarak dönemin devlet yetkililerine bağlı olmadığı savıyla, Japonya hukuki sorumluluk kabul etmiyor. Ayrıca 1910-1945 dönemindeki sömürge yönetimiyle ilgili tüm tazminat konularının 1965 tarihli karşılıklı anlaşma ile sona erdirildiği görüşünden geri adım atmıyor.

86

hanabi / mart 2016

5 Kersten, “Neo-nationalism and the ‘Liberal School of History’.” Japan Forum, 11, 2, 1999


(üstte) Japon millî marşı olan Kimi ga yo’nun sözleri

Bayrak ve Millî Marş Kanunları 1999’da yürürlüğe giren ve Güneş Halkası’nı (hi no maru) resmî Japon bayrağı, Kimi ga yo’yu da millî marş yapan yasa, hem solcu, hem de milliyetçi çevrelerde çok büyük tepki topladı. Bunun “tepeden inme” ve tamamen gereksiz bir karar olduğu söylendi. Yazar ve akademisyen Ken’ichi MATSUMOTO, uluslararası hukukun etkinliğinin artmasıyla, ulus devletin bir bayrağı olması gerektiğini kabul eder. Ancak “Bu sadece bir vitrindir. Bayrağı kanunla değil, Japonya’nın kendine özgü kültürünün bir sonucu olarak kabul edilegelmiş Japonya gibi başka bir ülke yoktur.” der. MATSUMOTO’nun endişesi, millî marş ve bayrak kanunlarının, Japon halkını, bu milletin tarihten gelen etnik kültürel bir millet değil, kanuna dayalı olarak kurulduğu yanılsamasına sevk etmesi olasılığıdır.

mart 2016 / hanabi

87


İmparatorun Kore ile Akrabalığı 23 Aralık 2001’de İmparator Akihito, 68. doğumgünü için gazetecilerle bir araya geldiğinde, bir soru üzerine “Ben, kişisel olarak, Japonya Tarihi Kayıtları’nda belirtilen, İmparator Kammu’nun annesinin Kral Muryong’un soyundan geldiği bilgisine dayanarak, Kore’yle bir akrabalık bağı hissediyorum.” dedi. 1919-1945 yıllarında Japonya’nın Kore Yarımadası’nda bulunduğu koloni dönemine de atıfta bulunan İmparator, ne yazık ki, iki ülke ilişkilerinin her zaman iyi olmadığını ve bunun unutulmaması gerektiğini belirtti. İmparatorluk geleneğinin saflığı ve bölünmemişliği, Japon milliyetçileri için çok önemli bir konu olduğundan, bu açıklama değişik tepkilere yol açtı. Japon gazetelerinden sadece Asahi Shinbun bu konuşmaya geniş yer ayırırken, diğer gazeteler ya hiç bahsetmedi ya da üstünkörü bir şekilde bahsedip geçtiler. Güney Kore’de ise manşetlerden verilen bu haber, çokça ilgi ve alkış topladı. Hükümet sözcüsü, memnuniyetlerini dile getirdi. İmparatorun bu sözleri, özellikle Japon Başbakanı Koizumi’nin o yıl içinde Yasukuni Tapınağı’nı ziyaret etmesi ve Japon okullarında o yıl okutulmaya başlanan tarih kitaplarına ilişkin tartışmalarla gerginleşen iki ülke ilişkilerini yumuşatan bir faktör oldu. 88

hanabi / mart 2016


Japonya’da Bugünkü Milliyetçilik Sivil aydınların bir örneği olan Yoshiko SAKURAİ, kokumin milliyetçiliğinin bugün bulunduğu noktanın sembollerindendir: SAKURAİ, milliyetçiliği, kesinlikle askerî ya da yayılmacı bir milliyetçilik olarak değil, Japon halkına geleceği üzerinde daha fazla kontrol imkânı verecek bir kamu politikasını sağlayacak bir medeni hareket olarak tanımlamaktadır. Eğitim Bakanlığı tarafından kurulmuş olan ve Kyoto’da bulunan Uluslararası Japonya Araştırmaları Merkezi Nichibunken, Japonya’nın Batılılaşmasına karşı durmak, hatta Batılılaşmış kültür parçalarını tekrar Japonlaştırmak gibi bir misyona sahip. Okullardaki tarih dersinin müfredatı, özellikle milliyetçilik bazında çokça eleştirilmektedir. 1970’lerden itibaren “tarih kitaplarındaki içeriğin milliyetçi bir bakış açısıyla mı, uluslararası dengeleri gözönüne alan ‘daha az vatansever’ bir yaklaşımla mı öğretilmesi gerektiği” üzerine çok ciddi tartışmalar süregelmektedir. Ayrıca Eğitim Bakanlığı’nın ilk ve ortaöğretimde millî marş ve bayrak üzerinde daha yoğunlukla durulması konusunda ısrarı ve buna karşı toplumda oluşan tepkiler de son 20 yılın güncel konularıdır.

meraklısına: Kenneth Ruoff, “The Royal Birth, Emperor Akihito’s Remark about His Affinity with Korea, and Today’s Japan.” Asian Studies Newsletter 47.1 (Annual Meeting Issue, 2002) http://www.theguardian.com/world/2001/ dec/28/japan.worlddispatch Gayle, “Progressive Representations of the Nation”, 1, Kersten, Democracy in Japan, 149 Ruth Benedict – Chrysanthemum and the Sword, 1946 Ozawa Terutomo. “The New Economic Nationalism and the Japanese Disease”: The Conundrum of Managed Economic Growth” Journal of Economic Issues, v30, 1996

Shinzo ABE’nin başbakanlığının özellikle ilk döneminde ABD medyasının körüklediği “Japon milliyetçiliği yükselişte!” anlayışı, aslında milliyetçiliğin farklı algılarından öte, Japonya’nın 2. Dünya Savaşı dönemindeki militarist anlayışının canlanmasına yönelik korkunun ifadesi olarak görülebilir. Belki de bu korkuyu ekarte etmek amacıyla, ABE’nin 2006 yılındaki kısa süreli başbakanlığı döneminden başlamak üzere hem Japon medyasında, hem de uluslararası medyada “Abe aslında milliyetçi değil” temalı ciddi bir kampanya yürütüldüğünü görüyoruz. Bu fikri savunanların temel tezi, “2. Dünya Savaşı sonrasında gelinen uç noktayı merkeze çekme çabası” şeklindedir. ABE’nin “milliyetçilik; doğduğumuz, yetiştiğimiz ve kendimize yakın hissettiğimiz doğaya, atalarımıza, aile ve yerel topluma aidiyet duygusudur. Bu duygu, öğretilmez, tamamen doğal ve anlıktır.” ifadesi ile “milliyetçi” olduğuna dair iddiaları adeta bir hakaret olarak algılaması da ilginçtir. 5 Kevin M. DOAK’a göre milliyetçilik konusunda kalem oynatanlar genelde şu görüş etrafında dönerler: “Ben bir vatanseverim, sen bir milliyetçisin, fakat, her ikimizin de kabul edeceği üzere, o bir ırkçı.” Herkes kendi milliyetçiliğini “olumlu” görmeye, dost ve müttefiklerininkini “riskli olsa da kabul edilebilir” olarak değerlendirmeye, üçüncü taraflarınkini ise “son derece tehlikeli” olarak algılamaya eğilimlidir. Milliyetçiliğin özellikle gündemde olduğu Türkiye’den Japonya’ya bakış, belki sadece Japonya’daki durumu anlamamıza değil, kendi konumumuzu anlamamıza da faydalı olacaktır.

mart 2016 / hanabi

89


Japon Meyhanesi

İZAKAYA

Japonya’da (özellikle Tokyo, Kyoto, Osaka gibi büyük şehirlerde) gece hayatı sınırsız seçenekle dolu. Bunlardan biri de “izakaya” (Avrupa, Amerika ve Avustralya’daki karşılığı “pub”, Türkçeye kabaca birahane veya meyhane gibi çevrilebilir). Yazı ve Fotoğraf: Umut BİRBİLEN

İzakaya Nedir?

İzakayaları bölgedeki yerel halkın genellikle iş çıkışı arkadaşlarıyla buluşup birkaç kadeh içki içip, atıştırmalık yiyebilecekleri mekânlar olarak tanımlamak mümkün. İzakayaların kökeni aslında sake satılan dükkânların, müşterilerine orada oturup içmelerine izin vermesi dayanıyor. Zamanla günümüzdeki son halini almıştır. İçki olarak genelde sıcak/soğuk sake çeşitleri veya bira tercih edilen bu mekânlarda yerel halk dışında turist görmek sık rastlanan bir durum değil. Dolayısıyla İngilizce menü bulmak zor olabiliyor. Japon mutfağının lezzetli atıştırmalıklarından bulabileceğiniz bu mekânlarda benim favorilerimden birkaçı; bizim mutfağımıza hiç de uzak olmayan Yakitori, Gyoza ve Edamame.

90

hanabi / mart 2016


Kushiyaki

Tavuk, dana ve domuz gibi et seçenekleri mevcut olan Kushiyaki çöp şişlere saplanmış et ve sebzelerden oluşan bir atıştırmalık (en popüleri tavuk etinden yapılan toriyaki). Bu çöp şişleri porsiyon olarak değil, adet olarak sipariş veriyorsunuz. İppon-bir adet, nihon-iki adet, sanbon-üç adet, yonhon-dört adet çöp şiş demek. Soslarla beraber farklı lezzetler yakalayabileceğiniz bu küçük çöp şişlerden en az bir adet sipariş edip tadına bakmanızı öneririm. Birkaç örnek kushiyaki:

Toriniku Sadece tavuk eti

Shiitake Shiitake mantarı

Tebasaki Tavuk kanatları

Asuparabekon Domuz pastırmaya sarılı kuşkonmaz

Reba Tavuk ciğer

Shiitake mantarlı bir yemek

mart 2016 / hanabi

91


Ebi (karidesli) ve etli Shaomai mantı

Gyoza

İkinci tavsiyem ise Gyoza ismi verilen, İngilizce çevirisi “Japanese dumplings” olan, muska börek boyutunda, mantı benzeri bir dokuya sahip olan, tam Türkçe tercümesi olmayan yiyecekler. İçinde bulunanlar genellikle lahana, taze soğan, sarımsak ve et (genelde domuz eti). Bu malzemeler mantı hamuruna sarılıyor ve tavada dibi hafif kızaracak şekilde su buharında pişiriliyor. Yanında servis edilen sosuna batırarak afiyetle yiyorsunuz. Sosunda ise sirke, soya sosu gibi yine ülkemizde kullanılan, yabancı olmadığımız malzemeler var. Porsiyon boyutu, mekânlara göre farklılık gösterse de genelde 5-6 adet gyozadan oluşuyor.

92

hanabi / mart 2016


Edamame

Edamame

Üçüncü tavsiyem ise benim favorim olan; edamame, yani bildiğiniz taze soya fasulyesi. Aslında bizim bildiğimiz gibi değil, tanelerinin büyüklüğü pişmemiş kuru fasulye boyutunda. Çerez niyetine yenilen bir atıştırmalık. Kabuklarıyla beraber on dakika kadar haşlanıp, diriliğini kaybetmemesi için soğuk suya tutuluyor ve tuzlanıp servis ediliyor. Kabuklarıyla beraber servis edilen edamameleri, çekirdek çitler gibi içini yiyerek, kabuklarını atarak tüketiyorsunuz.

Japonya’da karşılaştığımız çoğu insan gibi, izakayalarda tanıştığımız insanlar da çok nazik, kibar, güler yüzlü ve ilgiliydiler. İzakayalarda yabancılar sevilmiyor gibi bir önyargıya ben inanmıyorum. Yabancı olarak o ülkede sevilip sevilmemeniz kesinlikle sizin davranış ve insanlara olan saygınızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. İzakayalar yerel halkı ve iş çıkışı takım elbiseli çalışan kesimi tanımak için son derece uygun mekânlar. Servis oldukça hızlı, o yüzden bizim alışkanlığımız olan “masayı donat koçum” yerine, sakince, yedikçe yenilerini söylemek daha iyi bir yöntem. İzakayaları kapılarında asılı olan kırmızı, kâğıt fenerlerden tanıyabilirsiniz. Akşamları saat 20.00’ye kadar hizmet veren yerler olsa da büyük bir bölümü 22.00-23.00 civarına kadar açık.

mart 2016 / hanabi

93


Meyhane/Ocakbaşı/Birahane = İzakaya

Gece hayatını seven ve İstanbul’dan İzmir’e 4 yıl kadar önce taşınmış biri olarak; her iki şehirde de çok sayıda birahane, meyhane ve ocakbaşı deneyimleme imkânım oldu. İzakayaları bir nevi bizim birahanelerimize, meyhanelerimize ve ocakbaşlarımıza benzetmek mümkün. İçki servisinden yemek sunumlarına, müşteri kitlesinden iç dekorasyona birçok ortak yön söz konusu. 94

hanabi / mart 2016


İzakayaları bir nevi bizim birahanelerimize, meyhanelerimize ve ocakbaşlarımıza benzetmek mümkün.

mart 2016 / hanabi

95


İzakayalarda tercih edilen içki türü bira ve sakedir. Bu yönden de bizim meyhane kültürümüz ile benzerdir. Bizim meyhanelerimizde rakı, bira (ve az miktarda şarap) tüketildiği gibi Japonya’da izakayalarda da yerel içkileri olan sake ve bira tüketilmektedir. Her nasıl ki bizde bir meyhanede votka içmek garip karşılanırsa, orada da aynı durum söz konusudur. Bu arada yine ülkemizde olduğu gibi meyhane/ izakaya dışındaki bar kültüründe her tür içkiyi bulmak mümkün. Pirinçten yapılan bir sake türü olan Nihonshu genellikle izakayalarda tercih edilen sake türüdür. Birçok bölgede yerel üretim olduğundan farklı tatlarla karşılaşabileceğiniz sakenin, bizim damak tadımızdaki karşılığı rakıdan çok beyaz şaraba yakın denilebilir.

Porsiyonları ve seçenekleriyle bizim kültürümüzdeki “donat koçum masayı” ifadesi izakayalarda da kullanılabilir. Tam olarak ifadesi aynı olmasa da sipariş verilen mezeler ile masada bardak koyacak yer bulma zorluğu yaşanabiliyor. Japonya seyahatlerim boyunca bulunduğum veya dışarıdan gördüğüm onlarca izayakayada çok az turist gördüm, gördüklerim de yerel halkın misafiri olarak orada bulunuyorlardı. Bundan dolayı masa donatma kültürünün turistler tarafından uygulanmasına şahit olamadım. Fakat turistlerin izakayalara girmeye dahi çekindiklerine şahit oldum.

96

hanabi / mart 2016


Tıpkı bizim meyhanelerimiz gibi. Bunun bir numaralı sebebinin alkol almış, yüksek sesle sohbet eden Japonların sizi içeri girerken görünce, kafaların size dönmesi, Japonca konuşmalar ve gülüşmeler olduğunu düşünüyorum (Ki bu Japonya için oldukça alışılmamış bir durumdur). Buna tepkiniz güler yüzle insanları selamlamak ve bildiğiniz kıt Japonca ile sipariş vermeye çalışmak olduğunda, birçok insanla tanışıp eğlenip son derece iyi zaman geçirerek oradan ayrılabilirsiniz. Ama gergin bir tavır takınırsanız bu deneyiminiz aklınızda rahatsızlık verici şekilde kalacaktır. Herkesin Japonya deneyimi ve aklında kalan Japonya çok farklıdır. İnsanlarını çok sıcakkanlı bulanlar olabileceği gibi, soğuk ve gergin bulanlar da olacaktır. Ben her zaman çok güzel anılar ve yeni arkadaşlıklarla ayrıldım.

Bence Japonya bir ayna gibidir: siz gülümserseniz, size geri gülümseyecektir.

mart 2016 / hanabi

97


Mottainai, Japonca’da israf yapılmasından duyulan pişmanlık ve üzüntüyü ifade etmek için kullanılan, evrensel bir kavram haline gelmiş bir deyiş. Kaynağı Budizm’deki canlı cansız herşeyin ruhu olduğu inanışına dayanır. Bu inanışa göre değerli bir şeyi israf etmek o şeye hakaret etmek gibidir.

Yazı: Sevde Nur DİLMAÇ Mottainai Türkçede “Bu ne israf!”, “ İsraf etme!”, “ Müsriflik yapma!”, “Tutumlu ol!” anlamlarına gelen tepkisel bir deyiş. Bunun dışında, sıfat olarak kullanıldığında da müsrif, savurgan, hürmetsiz, saygısız, hak ettiğinden fazlası gibi anlamlara da geliyor. Eski zamanlarda genelde, dinî öğretiler gibi, çok saygı duyulan şeyler yanlış yönde kullanıldığında veya onlara hak ettiği değer verilmediğinde duyulan üzüntü ve pişmanlığı ifade etmek için kullanılırdı. Günümüzde ise herhangi bir nesne, yemek, kaynak veya zaman israf ediliğinde de kullanılmakta. Bu anlayışa göre gereksiz yere musluğu açık bırakmak, erişkinliğe ulaşmamış hayvanları avlamak, zamanı boşa geçirmek mottainai anlayışının hedeflerine örnek teşkil eder. Bunların dışında bir hediye veya bir iltifat alındığında hak etmediğini ifade etmek için de kullanılmakta. Japon toplumunda da tıpkı bizde olduğu gibi tabağında yemek bırakmak israf olarak görülür. Özellikle, bizim ekmeğe verdiğimiz değer gibi, Japonlar da pirince çok özel bir değer verir. Bu yüzden pirincin israf edilmesi herhangi bir yemeğin israf edilmesinden çok daha kötü olarak kabul edilir. Bu bakımdan hem Budizmin hem de İslamın israf konusunda aynı anlayışa sahip olduğu görülüyor.

98

hanabi / mart 2016


Birinden hediye aldığımızda “Aman, ne gerek vardı, ne zahmet ettiniz” veya biri bize iltifat ettiğinde “Aman efendim estağfurullah” tepkilerimizin de yine mottainai ile benzer anlayışta olduğunu söyleyebiliriz. Mottainai ifadesinin kullanımını iyice anlamak için işte size birkaç örnek cümle: 料理がたくさん残ってしまった。もったいない 。 Ryōri ga takusan nokotte shimatta. Mottainai! Yemek çok arttı, israf! 病院で2時間も待った。時間がもったいない 。 Byōin de 2-jikan mo matta. Jikan ga mottainai. Hastanede tam 2 saat bekledim. Yazık oldu vaktime! 私にはもったいないです。 Watashi ni wa mottainai desu. Bu, benim için fazla. こんな素敵な人、あなたにはもったいない。 Konna sutekinahito, anata ni wa mottainai. O, senin için fazla güzel biri.

Karbondioksit salınımını azaltmak amacıyla klimaların sıcaklık ayarının azaltılması, bilgisayar, fotokopi makinesi gibi ofis eşyalarının kullanılmadığı zaman kapatılması ile ilgili uyarı afişiMIkele/flickr

Bunlar da bizim kültür ve dinimizin israfa bakışını gösteren birkaç söz: Har vurup, harman savurma. (Atasözü) Bugünün işini yarına bırakma. (Atasözü) İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir. (Hadis) Yiyin için, israf etmeyin. (Ayet, Araf, 31)

Mottainai özetle şunu der:

İsraf etme, isteme! Yani israf etme ki istemek zorunda kalma.

mart 2016 / hanabi

99


Peki Japonya israfı engellemek için neler yapıyor? Japonya Ekonomi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, mottainai felsefesinden yola çıkarak daha az çöp ve daha güzel bir dünya için, hem ekonomiye katkıda bulunan hem de çevreyi önemseyen bir toplum için 3R’yi teşvik ediyor. Her sene çeşitli etkinliklerle ülkede 3R bilincini arttırmaya çalışıyor. Günlük tirajı 4 milyon olan Mainichi gazetesi ise küresel ısınmayı engellemek için okurlarına şu basit önlemleri tavsiye ediyor: • Diş fırçalarken suyu akıtmayın. • Yürüyebileceğiniz mesafedeki yerlere arabayla gitmeyin. • İhtiyaç yokken ışıkları açmayın. • Enerji tasarruflu aletler kullanın. • Alışverişlerde naylon poşet yerine tekrar kullanılabileceğiniz çantalarınızı kullanın. Mottainai felsefesinin Japon toplumuna bir değer olarak yerleşmesi için emek veren isimlerden biri Mariko SHİNJU. SHİNJU, çocuklar için yazdığı “Mottainai Baasan” (Tutumlu Nine) adlı kitabında 3R kuralının temellerini öğretirken bir yandan da önem verdiğimiz şeyleri korumamız, israf etmememiz gerektiği bilincini yani mottainai felsefesini aşılıyor.

Geri dönüşüm kutuları-Stéfan/flickr “Waste sorting”

100

hanabi / mart 2016


3R nedir?

REDUCE REUSE RECYCLE TV: Shinichi Higashi “LCD killed CRT”

Japonya’da bir gelenek olarak görülen bu anlayış, bugün evrensel bir kavrama dönüşmüş durumda. Bu süreçte Nobel barış ödüllü Kenyalı çevreci Wangari MAATHAİ’nin büyük payı vardır. Japonya ziyaretlerinde mottainai felsefesini fark eden Maathai bunu yürekten benimser ve bu kelimeyi bir çevrecilik sloganı haline getirir. Mottainai gelecek nesillere güzel bir dünya bırakma isteğinin dolaylı bir ifadesi adeta. Günümüzde istediğimiz herşeyi bulabildiğimiz , tonlarca israfın yapıldığı modern dünya için tam vaktinde oluşmuş bir konsept.

Reduce waste (İsrafı azalt) Kaynak kullanımını azalt, ürünlerin ömrünü uzat.

Reuse finite resources

(Sınırlı kaynakları tekrar tekrar kullan) Tek kullanımlık ürünleri tercih etme.

Recycle (Dönüştür) Geri dönüştürülebilen ürünleri kullan ve çöpe değil, geri dönüşüme gönder.

Artık yemek: Ippei Suzuki “残りを食べるのがもったいない”

Umarız bu konsept ülkemizde de geniş yankı bulur ve daha az tüketip, daha çok üreten insanlar olmayı başarırız.

mart 2016 / hanabi

101


summary

サマリー

4

News in this issue: 今号のニュース

7

School life in Japan

• New project for Tokyo Olympic Stadium 東京オリンピックスタジアム のために新しいプロジェクト • Plagiarism concerns on the logo design of the Tokyo Olympics  東京オリンピックのロゴデザインに盗作の懸念 • Word of the Year is an emoji! 今年の言葉はエモジです! • Is there life in Saturn’s moon? 土星の衛星に生物はいるか ?

Comparisons with Turkey as well

日本の学校の制度トルコのと比較もある

14

Origami

How the 2000-year-old craft evolved and is regarded in modern culture

折り紙 : 2000年以上の芸術の歴史

18

Linguistics

How deeply related are Turkish and Japanese languages? Analysis with everyday examples.

言語学:トルコと日本の言語がどのように深く関連しているか。 日常の例での分析。

34

What is gekiga?

An almanac of the evolution of the genre.

劇画とは何ですか?ジャンルの進化の説明。

24 Taiko

102

64 A Turkish expatriate in Japan:

Japanese drum beaten all over the World

how she got to be a darling of the Japanese people in her town Kushimoto

世界中で演奏されている和太鼓。

日本に住んでいるトルコ人の国外駐在 どうやって串本町の娘になったかの 面白い話。

hanabi / mart 2016


Japanese automotive industry;

Japanese automobile designs: Changing perceptions & Trends

43

日本の自動車デザイン:変わっていく考え方

Martial Arts

Suiō-ryū: history, styles, current popularity

50

武道 メイド水鴎流:歴史、スタイル、現在の人気

Gaming Istanbul 2016

A “game” exhibit in Istanbul for professionals and amateurs including cosplay

60

イスタンブルでプロやアマチュア「ゲーム」ファンが与って展示

The evolution of nationalism in Japan – Part 3:

Academic and politic views and developments regarding nationalism phenomenon after 1941

78

日本の国民主義と国家主義と民族主義の歴史 学的屋政治的観点で1941年からの時事

Mottainai

Mottainai mentality in every aspect of life in Japan

98

日本での生活のあらゆる面で「もったいない」の影響

68 Ertugrul 1890

90 Izakaya culture

Critique of the Japanese-Turkish co-production

in modern Japan from the viewpoint of a tourist; comparison of Japanese “izakaya” and Turkish “meyhane” is annexed

日本・トルコ合作映画 「海難1890」の評論

観光客の観点から現代の日本で 居酒屋文化 日本の「居酒屋」とトルコの 「メイハネ」の比較もある

mart 2016 / hanabi

103


HANABİ 2.Sayı İstatistikleri Web sitesi popülerlik haritası

Facebook sayfası beğeni sayısı Web sitesi toplam görüntülenme sayısı

5.567

Web sitesi toplam ziyaretçi sayısı

2.093

En çok okunan ay

Ağustos 2015

En çok okunan gün En popüler olduğu ülkeler

104

hanabi / mart 2016

921

3 Ağustos 2015 Türkiye, Japonya, Rusya, ABD, Fransa ve Brezilya


İLETİŞİM İÇİN:

hanabi.proje@gmail.com

mart 2016 / hanabi

105


106

hanabi / mart 2016


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.