Ge-Man 03

Page 1

MART 2017

MEMET ÖZER İLE

SAYI:3

TÜRK USULÜ

DELİKANLILIK

MUTFAKTA İĞNESİZ SIX PACK “EŞİMLE KALPLERİMİZ BİRLİKTE ATIYOR”

WILMA ELLES İLE ÇOK ÖZEL

TRAŞSIZ SAÇ EKİMİ

“ATAKAN ÖZYURT FATİH YASİN BİLAL HANCI”

KAFALAR GRUBU ERKEKLERİN KORKULU RÜYASI

ÇAPKIN MIYIM ÇAĞLA DEMİR

SEKS

BAGIMLISI MI?






İÇİNDEKİLER 20 DONALD TRUMP ELLES 24 WILMA RÖPORTAJ

34 MODA 36 MODA 44 GÜLCE DERELİ

“Eski sokaklarda yürüyen beyler” Kombin önerileri

RÖPORTAJ

48 YAT MODELLERİ BoatShow 2017

6

56 60

AKTİVİTE

66

SPOR

68

ESTETİK

70

SPOR

80

TERAPİ MUTFAĞI

“Köpekbalıkları ile dalış”

KAFALAR GRUBU RÖPORTAJ

Binicilik

Jinekomasti

Body Building

“Çapkın mıyım yoksa Seks Bağımlısı mı?“



İÇİNDEKİLER 82 CİNSEL SAĞLIK

100

TEKNOLOJİ

84 ESTETİK

102

OTOMOBİL

106

VOLKAN ARISOY RÖPORTAJ

110

YEME-İÇME

114

MEMET ÖZER RÖPORTAJ

Erkeklerin korkulu rüyası: HPV

Traşsız saç ekimi

86 88

8

DERMATOLOJİ

AIR BAR

DRIFT

GE-WOMAN: ÇAĞLA DEMİR

PERA PALAS HOTEL



İÇİNDEKİLER 118

GEZİ Bangkok

146

TÜMAY ÖZOKUR RÖPORTAJ

150

MAGAZİN

154

KÜLTÜR SANAT

122 FOTOĞRAFÇI ENGİN ALBAYRAK “Kızların Günlüğü”

134

PSİKOLOJİ

136

ALİ İL RÖPORTAJ

Türk Usulü Delikanlılık

KAPAK KÜNYESİ

142

SİNEMA Ayın Klasiği: “Dokunulmazlar”

KAPAK WILMA ELLES

144

MASAL TAMİRCİSİ Einar’ın İçindeki Lili

ELBİSE BARRUS FOTOĞRAF EMRAH TARIM



“Bir kadını ortadan ikiye böl Yarısı annedir Yarısı çocuk Yarısı sevgili Yarısı aşk” diyordu Cemal Süreya Nazım’da

“O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim Hayat arkadaşımdır.“ diye anlatıyordu kadını.

Şiirler yazıldı güzelliğine. Şarkılar söylendi. Herkes yüreğince, dili döndüğünce kadını anlattı. Gölgede güneş, güneşte gölgeydi kadın. Kadın kadın olduğunda, erkekti erkek. Erkeğin bileğindeki güç yüreğindeydi kadının. İşte bu yüzden yüreğine aldığını ölümüne kollardı. Kadını için dağları delen de, savaşlara giren de gücünü o kadının yüreğinden aldı.

Kimi güle benzetti, kimi bülbüle. Kızıl saçlı bir kadındı kimisi için gün batımı. Hoyrat bir rüzgardı bazen. Huysuzdu ama tatlıydı. En deli halinde bile vazgeçilmezdi. Çünkü bir kadına bağlıyken atmaya başladı herkesin kalbi. Dünyayla ilk bağlarıydı. İşte bu yüzden cennet ayaklarının altındaydı. Başta, bana dünyanın en güzel armağınını, Ayaz’ımı vererek beni taçlandıran eşim, sağ omuzundaki melek sayısını ikiye çıkaran annem ve büyük bir özveriyle yükümü hafifleten çalışma arkadaşlarım olmak üzere tüm emekçi kadınların Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarım.

Murat Yiğitbaşı 12



EDİTO

S

izlerden dergimizle ilgili aldığımız olumlu geri dönüşler bizleri çok mutlu etti ve heyecanımıza heyecan kattı. Ge-Man Magazine dergi grubu olarak hepinize teşekkür ederim. Mart ayı bol güneşli uzun günleri, masmavi bulutları ve canlanan yemyeşil doğasıyla enerjimi yükseltir. Kendimi daha verimli, daha yaratıcı hissederim. Kısacası mart detokstur benim için. Bu ay dergimizin kapağında güzel oyuncu Wilma Elles’e yer verdik. Kapak röportajında iş adamı eşi Kerem Göğüş ve çocuklarıyla birlikte bilinmeyen yönlerini anlattı. Poyraz Karayel dizisinin yakışıklı ve hırçın Sadrettin’i Ali İl görmediğiniz tarzını bizlerle paylaştı. Ünlü şef Memet Özer, bize özel tarifleri, keyifli sohbetiyle dergimize lezzet kattı. Ayrıca ilkbahar yaz dönemi yeni sezon kombin önerilerini, sectiğim özel parçalarla beraber sizlerle paylaştık. Yaz mevsiminin yaklaştığı hissini veren bu ayın içinde barındırdığı en önemli özelliği, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Sadece bir gün değil, yılın her gününün kadınlar için özel geçmesini diliyorum. Sevgiyle kalın...

Seçil Kırbaş 14


KÜNYE STAR MEDYANET İLETİŞİM HİZMETLERİ TİCARET LTD. ŞTİ. ADINA MURAT YİĞİTBAŞI muratyigitbasi@gemanmagazine.com GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ SEÇİL KIRBAŞ secilkirbas@gemanmagazine.com HABER MÜDÜRÜ SUAT ÜNAL suatunal@gemanmagazine.com MODA EDİTÖRÜ BURÇAK DEMİR burcakdemir@gemanmagazine.com FOTOĞRAF EDİTÖRÜ EMRAH TARIM emrahtarim@gemanmagazine.com ALIŞVERİŞ EDİTÖRÜ SELİN ÖKTEM selin.oktem@gemanmagazine.com MAGAZİN EDİTÖRÜ FIRAT ÖZDEMİR firatozdemir@gemanmagazine.com STİL KENAN KAYA kenankaya@gemanmagazine.com KUMSAL KAYALI kumsalkayali@gemanmagazine.com YEME - İÇME OZAN TÜRKELİ ozanturkeli@gemanmagazine.com GEZİ ELİF ERİŞ eliferis@gemanmagazine.com GÖRSEL YÖNETMEN GÖKHAN KUL gokhankul@gemanmagazine.com HUKUK DANIŞMANI H. METE AKSOY meteaksoy@gemanmagazine.com REKLAM SATIŞ DİREKTÖRÜ CANAN ÇANAK canancanak@gemanmagazine.com REKLAM reklam@gemanmagazine.com KÖŞE YAZARLARI AYKUT SOLEA aykutsolea@gemanmagazine.com DERAN TUYNER derantuyner@gemanmagazine.com NUR ÖZTÜRK nurozturk@gemanmagazine.com VOLKAN DEMİR volkandemir@gemanmagazine.com DR. BİLGE ATEŞ bilgeates@gemanmagazine.com BURCU YILDIRIM burcuyildirim@gemanmagazine.com BORA ARDA boraarda@gemanmagazine.com BARIŞ İLMAN barisilman@gemanmagazine.com EMRAH KANTARCIOĞLU emrahkantarcioglu@gemanmagazine.com MİRAÇ TURAN miracturan@gemanmagazine.com NEW YORK TEMSİLCİSİ EDA BAYSAK edabaysak@gemanmagazine.com İLETİŞİM geman@gemanmagazine.com Büyükdere Cad. Levent Loft Residence No:201 Kat: 10 D: 142 343394 (0212) 269 10 62 BASKI Büyük Baskı Merkezi Matbaacılık ve İletişim Pazarlama San. tic. ltd. şti. DAĞITIM YAYSAT A.Ş (0212) 622 22 22 KATKIDA BULUNANLAR: AYDIN AYDIN - HASAN KOCA - ENGİN ALBAYRAK - ALTUĞ SERCAN - TUNCAY ERDOĞAN - SUAT SARIGÜL - ECE ULUBEY MERVE SEÇKİN - KEREM ŞAHİN - HİLTON BOMONTİ - WORKSHOP STUDIO - PERA PALACE FÜSUN ÖZSOY - DENİZ YATÇILIK - NİHAN ARSLAN - İSTANBUL MODERN - BEGÜM GÜVEN

15


GE-MAN MAGAZINE

8 MART KADINLAR GÜNÜ’NÜ KUTLAR

16


KADIN YILDIZDIR

K

Hazırlayan - Canan Çanak uşkusuz bir erkeğin hep yakındığı ama yine de vazgeçemediği varlıktır kadın. Çünkü bu yakınma kadının hayatında kapladığı yerin telaşıdır aslında. Kadınları anlamanın zorluğu destan olmuştur erkekler ülkesinde. Kendileriyle kıyaslayarak anlamaya çalıştıklarından bulamazlar yolunu. Kıyaslamak benzetmeye çalışmaktır aslında. Benzeyen taraflarını iyi, çelişen taraflarını kötü sanırlar. Ama hormonları aksi yönde çalışır. Çünkü erkeği erkek yapan kadının ona benzemeyen yanlarıdır. Bir şey size benziyorsa değil, ancak benzemiyorsa sizi tamamlayabilir. Kilidine benzeyen anahtar kapıyı açamaz. Bir kadın bir erkeğin tamamlayıcısıdır. Bir yap-bozun parçaları gibi. Ancak birbirlerinden farklı olduklarında bir arada anlam ifade ederler. Eğer onların sizin gibi olmasını bekleyerek anlamaya çalışıyorsanız, anlayamamak başınıza gelen en iyi şeydir. Çünkü bu şekilde anlayabildiğiniz bir kadın size en çok benzeyen, yani eksik yanlarınızı yine eksik bırakacak kadındır. Oysa tüm o farklı yanlarının sardığı yaraları fark edip farklılıklarıyla kabullenirseniz kolayca açılır çözülmez sandığınız düğümler. Belki de erkeğin maceraperest iç güdüsünden kaynaklanıyordur karmaşık ve zor yolları seçmek. Aslına bakarsanız kadınları sevmek, anlamaktan daha kolaydır. Zoru seven mağara adamı genleriniz, kadını sevmeyi beceremeyince anlaşılmaz ilan eder. Oysa sevildiğini hisseden kadın zaten çetrefilli yollara girmez. Dalgalanmaz duyguları, bulanmaz ruh hali. Anlamaya çalışmak zorunda kalacağınız bir durum da oluşmaz böylelikle. Farklılıklar diyorduk; doğada her şey zıttı ile ayakta durur. Dengeyi sağlayan budur. Yanıcı bir gaz olan hidrojenle yakıcı bir gaz olan oksijen bir araya geldiklerinde su meydana gelir. Ve bu birleşme söndürür yangınları. Su ateşten

doğar yani. Korkmayın kıvılcımlardan. Gönlünüzü hoş tutmak için size benzemeye çalışan kadınlardan uzak durun. Bu her ne kadar fedakarlık gibi görünse de dengeyi bozar. Zıt kutuplar olmaza dünya güneşe yapışır. Elbette uyum sağlamalı insan partnerine. Onu sevdiği için sevdiklerini de sevebilmeli. Ama kimliğini kaybetmeden, farklılığını koruyarak.

sizin dönüşümünüz değildi. O kendi değişimine engel olmaya çalışıyordu. Asıl tehdit kadın yüreğidir çünkü.

İlk günlerinde herkes iyi anlaşıyor. Anlaşmak mıdır ki bu? Yıllar sonra anlaşamadıklarında neye inanacağız peki? Daha tanımadıkları birini iyi anlayıp, yıllardır tanıdıkları kişiyi anlayamadıklarına mı? Yok böyle bir şey. O ilk gün yapılan, gereksiz fedakarlıktır aslında. Kendinden vazgeçmek, başka bir kılığa girmektir.

Farklı yanların faydalarını görmeye çalışın beyler. “Neden farklı?” yı atın, “İyi ki farklı” deyin. Bu, hayatınızı oldukça kolaylaştıracaktır. Aynı çizgide olmaya çalışmayın. Aynı çizgiye dizilen notaların melodisi olmaz. Farklı olan kötü değildir. Farklı olan farklıdır. Her şeyin aynı renk olduğunu düşünsenize . Önemli olan doğru kontrastı yakalamaktır. Aynılık değil, ahenk gerekir. Bunun için çaba gösterirseniz, bugünkü yorgunluğunuzu misliyle mutluluk olarak geri alırsınız.

Günün birinde oturup da “Beni kandırmış, bana gösterdiği gibi biri değilmiş” diye kızacağınız, “Abi bu kadın eskiden böyle değildi” diye isyan edeceğiniz kadının aslında kötü bir niyeti yoktur. Siz ona, sizinle olabilmesinin tek yolunun size benzemesi olduğunu hissettirmişsinizdir. Sevginiz için kendini feda etmiştir. Eğer siz geçen zaman içinde buna değmezseniz, gün gelir kadın yaşadığı pişmanlıkla kendine döner. Ve o sizin tanıdığınız kişi değildir artık. Elbette benzer duygular yaşar kadın ve erkek. Ama ortaya koyuşları farklıdır. Gurur yapan erkek aramaz mesela. Ama kadın dayanır erkeğin kapısına. Kendi tanımlarınızdan yola çıkarsanız, bu kadını gurursuz sanırsınız. Oysa kadını kapıya getiren sahip çıkma duygusudur. Gururuna yediremediği yenilgidir. Daha iyisini yapabileceğine inanan kadın kapınıza gelir. Güçsüz sanırsınız ama güçlü kadın o cesareti bulur yüreğinde. Tüm kötü ihtimalleri göze almış, ama iyi olacağına yürekten inanmış kadındır o. Çünkü kadın gücünü kaybederse kabuğuna çekilir. Ve siz bir daha kıramazsınız o kabuğu. Nasıl bu kadar çok sevebildiğini anlayamadığınız kadının, bu kez de nasıl bu kadar ulaşılmaz olduğunu anlayamazsınız. Ve inanın bana, kadın bu sonu kapıya geldiği o gün de biliyordu. Savaştığı şey

Erkeğin aksine, kadının kalbi bir kere soğursa, sizin için orada bir daha yaz gelmez.

Yani özetle, kadının kelimesini erkeğin sözlüğünde ararsanız, bulacağınız tanım sizi yanlışa götürür. Ve siz de yıllar sonra mutsuz erkekler kulübünün bar taburesinde “Her şeyi anladım da, bir kadınları anlayamadım” dersiniz. “Beni ben yapan yegane şey benden olmayandır” diyordu, çok sevdiğim ama bana hiç benzemeyen biriyle izlediğim bir filmde. Kadınları kendinize benzetmeye çalışmayın beyler. Çalışmayın ki, erkek kalın bir kadının gözünde. Siz sevin sadece. O size bunun karşılığını fazlasıyla verecektir.

“Bir kadına ne verirseniz onu daha büyük hale getirir” dediği gibi Aziz Nesin’in, kadına ışığınızı verin ki ışıldasın. Karanlığınıza hapsetmeyin. Aldığı bütün ışığı yansıtır kadın. Kadın YILDIZDIR! 17




Eski başkana “Kovuldun!” diyerek Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. devlet başkanı oldu:

20


İ

ş adamı ve siyasetçi Donald J. Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak girdiği 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’ı geride bırakarak ülke tarihinin en yaşlı başkanı seçilme başarısını gösterdi. Peki, nasıl biridir bu yeni başkan ve karakteristik yapısı seçim sürecini nasıl etkiledi; yazımızda anlamaya çalışalım. Donald J. Trump, Alman kökenli bir aileden gelmektedir. 1869’da Almanya’da doğan Büyükbaba Frederick Trump 1885 yılında henüz on altı yaşındayken Amerika’ya göç eder. Kanada Klondike bölgesinde altın rezervleri bulmuş, fakat altın çıkarmakla kalmayıp kendisi gibi altınla zengin olmak isteyenlere yer belirleyip yiyecek-içecek satmış, hatta genelev bile işletmiştir. 1902 de Elizabeth Christ ile evlendikten sonra askerlik yapmak ve vergi ödemek istemeyen büyükbaba Trump Almanya’ya gider. Kısa bir süre sonra Amerika’ya geri dönerek iş hayatına atılır. 11 Ekim 1905 tarihinde Fred ( Donald Trump ın babası ) adında bir oğlu olur. Frederick Trump 1918 yılında ölünce oğlu Fred genç yaşına rağmen ticarete atılmak zorunda kalır. 22 yaşındayken Elizabeth Trump & Son adlı şirketi kurar. O yıllarda siyahi karşıtı Ku Klux Klan adlı örgüte üye olduğu için kısa bir süre tutuklu kalır. Devamında 2 inci Dünya savaşı sonrası ABD Donanması ve askerleri için kışla tarzında evler yaparak servet sahibi olur. Kazandıklarıyla New York Queens’de arsa alım satımı ve inşaat işlerine başlayan Fred Trump ırkçı bir tavır sergileyerek siyahilere daire satışı yapmaz. 1935 yılında İskoç göçmeni Mary Mecleod’la evlenerek Maryanne, Frederick Jr, Elizabeth, Donald ve Robert adlarında beş çocuğu olur. Ve bu çocuklardan biri gelecekte ABD başkanı olacaktır... ABD 45. Başkanı Donald J. Trump, 14 Haziran 1946 tarihinde New York ta dünyaya geldi. Hareketli bir çocukluk geçiren Trump, ergenlik döneminde okuldaki müzik öğretmeniyle yaşadığı problem sonrasında askeri bir liseye verildi. 1964 yılında mezun olduktan sonra subay olmak istemedi, çünkü o yıllardaki tek hayali Hollywood’da film yapımcısı olmaktı. Üniversite eğitimini iki yıl Fordham ve iki yıl da Pensilvanya Üniversitesi’nde okuyarak tamamladı. Bu dönemlerde babası Fred Trump işlerini büyüterek, 200 milyon dolar gibi bir servet sahibi olmuştu. Yükseköğretimden sonra 1971’de babasının şirketlerinde imtiyaz kazanarak kontrolü ele alan

Donald Trump için babasıyla birlikte New York ta katıldığı köprü açılışı bir milat oldu. Ayağında topuk iğnesi olduğu gerekçesiyle Vietnam Savaşı’na katılmayarak şirket işlerine konsantre olan Trump, ilk olarak şirketin adını, niteliğini ve merkezini değiştirdi. Ancak ABD ekonomisini kötü etkileyen bir petrol krizi sonrası Trump aile şirketiyle alakalı iş planını dondurmak zorunda kaldı. Sonraki süreçte babasından aldığı 350 bin dolarla münferit iş hayatına atıldı ve farklı projeler üzerinde birçok isimle çalıştı. Manhattan’da harap halde olan Commodore Hotel’i satın alıp yenilemek isteyince babası dahil çevresindekiler ona karşı çıktı. Trump, kimseyi dinlemeyerek bu isteğini de gerçekleştirdi ve 1975 te Hyatt Otelleri’nin sahibi olan Jay Pritzker ile ortak oldu. Hem bu ortaklık sebebiyle, hem de vergi ödememek için belediye ile yaptığı 40 yıllık anlaşma onun ilk başarıları olarak dikkat çekti. 1400 odalı Grand Hyatt Otel ile yılda 30 milyon dolar kazanç elde eden Trump, 1978’de Manhatta’nın işlek caddelerinden birindeki bir binayı 25 milyon dolar borçlanarak satın alıp 68 katlı bir gökdelen yaptırdı. Binaya başlangıçta Tiffany mücevher mağazası nedeniyle Tiffany Kulesi adını verdi. Daha sonra binanın ismi Trump Kulesi (Trump Tower) olarak değişti. Trump’ın medyada daha fazla ün kazanmasını Central Park’daki buz pateni pisti sağladı. Belediyenin yedi yılda toplamda 20 milyon dolar harcadığı ve bir türlü bitiremediği inşaatı Donald Trump üç ayda üç milyon dolara tamamladı. Sonraki dönemde ise Trump Place ile beş milyar dolarlık bir projeye imza attı. New York, Las Vegas, Chicago, Miami ve dünyanın birçok yerinde Trump Tower, Trump Plaza, Trump International gibi yatırımlar gerçekleştirdi. 2004 yılında şov dünyasına adım attı. Programda kullandığı “Kovuldun!” sözü çok dikkat çekti. Anketlere göre Trump, 12 yaş üstündeki Amerikalıların %98’i tarafından tanınıyordu. Miss Universe, Miss USA ve Miss Teen US gibi güzellik yarışmalarıyla ilgilenip bunlardan pay satın aldı. Kendi adını taşıyan ve emlak üzerine ücretli eğitim veren bir üniversite açtı. Bu üniversite 2005-2010 yılları arasında faaliyet gösterdi. Donald Trump, toplamda üç kez evlendi. Bu evliliklerden üç erkek, iki de kız çocuğu olmak üzere toplamda beş çocuk sahibi oldu. Ayrıca 2017 yılı itibariyle sekiz de torunu bulunmaktadır.

Gelelim siyasi geçmişine; Trump’ın başkan adaylığı serüveni 1987’li yıllara dayanıyor. Henüz o yıllarda başkan adaylığı için adı geçen isimlerden biri oldu. 8 Ekim 1999’da bir TV programında Amerikan başkanlığına aday olacağını açıkladı. Yardımcınız kim olacak sorusuna ise siyahi sunucu Oprah Winfrey cevabını vererek kendisiyle çelişince, kamuoyu başkanlık iddiasını inandırıcı bulmadı . NBC’deki programı ile daha da tanınan Trump’ın 2004’deki başkanlık seçimi içinde adı geçti. Bush’un izlediği Irak politikasını yoğun bir şekilde eleştirdiyse de ona destek veren isimlerden biri olup, başkanlığa aday olmadı. 2016 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimleri için de 16 Haziran 2015’de Manhattan 5. Cadde’de bulunan Trump Tower’daki konuşmasıyla Cumhuriyetçi Parti’den başkan adaylığını açıklayarak şu ifadeleri kullandı:

“Bayanlar ve baylar, Amerikan başkanlığı için yarışıyorum ve ülkemizi tekrar harika bir yer haline dönüştüreceğiz.” Ne var ki, 1998’de kurmuş olduğu ve kendi adını taşıyan vakıf aracılığıyla başkanlık seçimleri için para topladığı iddiasıyla hakkında soruşturma açıldı. Trump, başkanlık öncesindeki siyasi düşüncelerinde birçok farklı tutum sergiledi. Siyasi çevrelerde tanınması, 1980 yılındaki başkanlık seçiminde Ronald Reagan’ı desteklemesiyle başladı. 1999 yılında babasını kaybettikten sonra 2000’de yapılan seçimlere Reform Partisi başkan adayı olarak katıldı, fakat Parti ile olan ilişiğini 2001 yılında kesti. 2001’den 2008’e kadar Demokratik Parti’yi destekledi. 2011 yılına kadar altı Cumhuriyetçi, dört de Demokrat adaya mali destek sağladı. Bazı söylemleri nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi fakat hak kazanamadı. 2016 yılındaki seçim sürecinde İslamofobik söylemleri ve seçim vaatleriyle eleştirildi. Donald Trump, 2016 yılındaki seçim kampanyaları için haftada 2 milyon dolar harcayacağını açıkladı. Başkan yardımcılığı görevi için de Mike Pence’i seçtiğini Twitter hesabı üzerinden duyurdu. Adaylık süresince mal varlığını kesin olarak belirtmekten kaçındı. Daha

21


sonra 10 milyar dolarlık mal varlığının bulunduğunu belirtti. Geçmiş yıllarında vergi kaçırdığı ortaya çıktı, rakibi Hillary Clinton’la giriştiği münazarada Federal Hükümet’e 20 yıl vergi vermediğini itiraf etti. Seçim kampanyaları süresince Müslüman ve göçmen karşıtlığını içeren bir dil kullandı. Bundan dolayı siyaset, sanat, spor, bilim, teknoloji vb. gibi camiaların önemli isimleri tarafından yoğun bir şekilde eleştirilip tepki gördü. Meksika ile ABD arasındaki sınıra duvar ördüreceğini vaat ederek, maliyetini Meksika ya ödeteceğini belirtti. Meksikalılara karşı da “Ülkeye uyuşturucu ve suç getiriyorlar, tecavüzcüler” söyleminde bulundu. Göçmen karşıtı söylemleri Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco’nun da tepkisini çekti, Papa Trump’a karşı “Yalnızca duvarlar örmeyi düşünen biri Hristiyan olamaz” çıkışında bulundu. Kaliforniya’da Müslüman bir gencin altı kişiyi yaralamasını hatırlatarak Müslümanların Amerikalılara karşı nefret duyduğunu iddia etti. Ardından da ülkeye turist ya da göçmen olarak gelmek isteyen Müslümanların geçici olarak engellenmesi gerektiğini dile getirdi. ABD’deki camilerin gözetim altında tutulmasını ve Müslümanların emniyet güçlerince ırksal olarak fişlenmesi (racial profiling) önerisinde bulunarak Suriyeli mültecileri geri göndereceğini vaat etti. IŞİD’i de

22

“cehenneme gönderecek kadar bombalayacağını” ifade ederek, rakiplerinin bu terör örgütüne karşı kendisi gibi sert davranamayacağını, teröristlerin petrolle olan ilişkilerini keserek onları zayıflatacağını söyledi. Şubat 2016’da güç düşüncesi ile savunduğu barış tezinin radikal İslamcı IŞİD, nükleer bir tehdit olan İran ve komünist Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı caydırıcı etken olarak kullanılması gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Trump’ın göçmen karşıtı söylemleri sadece Müslümanlara yönelik değil, ülkede yasa dışı yaşadığı düşünülen 11 milyon kişiye karşı oldu. Bu kişilerin Amerika’dan çıkartılması gerektiğini destekledi. Ayrıca yabancı düşmanlığı ve bunun için gereken maliyet konusunda eleştirilere maruz kaldı. Göçmenleri de kapsayan “doğumla gelen vatandaşlık” uygulamasına da karşı olduğunu da açıkladı. Rusya ve Vladimir Putin’le Obama dönemindeki ilişkilerden daha sağlıklı ilişkiler kurabileceğini iddia etti. İran’la varılan nükleer program anlaşmasını başkan seçilmesi durumunda hemen iptal edeceğini söyledi. Adaylık süresince göçmen ve Müslüman karşıtı söylemlere sahip olan Trump, ayrıca cinsiyetçi söylemleriyle de tepki çekti. Hillary Clinton’ın Barack

Obama’ya 2008’de mağlup olmasını “becerildi” anlamına gelen argo bir kelime ile değerlendirdi. Kürtaj karşıtı olarak bilinen Trump, 1973’den beri ABD’de yasal olan kürtajın kaldırılması durumunda kürtaj olan kadınların cezalandırılması gerektiğini söyledi. Karşılaştığı tepkilerden sonra da, “kürtaj yapan doktorlar cezalandırılsın” şeklinde düzeltmede bulundu. Kendisinin bu söylemleri kadın ve sivil toplum örgütlerinin sert tepkisine neden oldu. Kuzey Karolina eyaletindeki seçim çalışmalarında düzenlediği konuşmaya katılan, Davud Yıldızı takıp üzerine Müslüman yazan ve “Selam, barış için geldim” yazılı bir tişört giyen 56 yaşındaki bir kadın güvenlik güçlerince salondan atıldı ve protesto edildi. 1993 ve 1997 yıllarında hakkında iki taciz davası açılan Trump, seçim kampanyaları süresince birçok taciz iddiası ile gündeme geldi.15 kadın, farklı zaman ve mekanlarda Trump’ın kendilerini taciz ettiği iddiasında bulundu. Bu iddialardan birisi de Hollywood yıldızı Salma Hayek’e aitti. Seçimlerden birkaç hafta önce kendisinin bir ses kaydı Washington Post tarafından yayınlandı. Ses kaydında kadınlar hakkındaki ağır, aşağılayıcı ve küfürlü ifadeleri hem rakipleri hem de kendi partisinden birçok kimsenin tepkisini çekti. Hakkındaki iddiaları hayal ürünü olarak niteleyen Trump, ses kaydı için de yazılı bir açıklama ile özür diledi. 2016 Haziranının son günlerine doğru parti içinde gereken 1238 delege sayısına ulaştı ve partinin resmi adayı olması kesinleşti. Yaygın görüşler ve genel anket sonuçlarında çoğu kez Clinton’un gerisinde gösterilen Trump, 8 Kasım 2016’da yapılan seçimleri kazanarak 45. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı oldu. ABD ve dünya medyası seçim sonuçlarını sürpriz olarak gördü. Trump’ın seçilmesinden Obama’dan görevi devralmasına kadar geçen süreçte basında Rusya’nın seçimlere müdahil olarak Trump’a yardım ettiği iddiaları ortaya atıldı. Bu iddialar arasında Rusya’nın elinde Trump’ın seks kaseti olduğu veya seçimlere siber olarak müdahale ettiği yönündeydi. Seçilmiş Başkan Trump ise bu iddiaları gülünç bularak: “Bu da yeni bir bahane. Ben inanmıyorum. Biz ülke genelinde büyük bir zafer kazandık. Her hafta ayrı bir bahane getiriyorlar” ifadelerini kullandı. Rusya tarafı ise iddiaları ABD-Rusya ilişkilerine zarar verme amaçlı olduğunu belirterek yalanladı. Donald J. Trump, 20 Ocak 2017 tarihinde ABD kongresinde yapılan törende yemin ederek görevine başladı.


YALNIZCA KONAKLAMAYIN. İLHAM ALIN. Conrad İstanbul Bosphorus, konuklarına tamamen yenilenen ve modern mimarinin yerel dokunuşlarla harmanlandığı yeni yüzüyle ilham veren bir konaklama vaad ediyor. Teknoloji ve konfor ile donanmış muhteşem süitleri ve lüks odaları, büyüleyici İstanbul manzaraları sunan panoramik terasları, zihnen ve bedenen rahatlamanın en şık adresi Sağlık Kulübü ve SpaSoul ile leziz yerel tatların usta şeflerin elinden sunulduğu restoranlarıyla İstanbul’un kalbinde eşsiz bir deneyim yaşatıyor.

Barbaros Bulvarı 34353 Beşiktaş, İstanbul Tel: 0212 310 2525 Conradistanbul.com

ASIA

EUROPE

AFRICA

CONRADHOTELS.COM

MIDDLE EAST

AMERICAS

#STAYINSPIRED


us afet: Barr Wilma Kıy k Demir urça Stiling: B an ay Erdoğ Saç: Tunc ül uat Sarıg Makyaj: S ski rov Takı: Swa

24


WILMA ELLES ----------

‘OYUNCULUK %100 ÖZGÜRLÜK DEMEK’ Türkiye onu ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ adlı dizide Caroline olarak tanıdı. Hem Alman hem de Türk vatandaşı olan Wilma Elles, ilk rolüyle seyirciden tam puan aldı. Ülkesine döner mi, dönmez mi tartışmaları yapılırken hem anne oldu hem de bir Türk ile evlenerek, Türkiye’ye yerleşti. “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinin ilk bölümünden itibaren güzelliği kadar başarılı performansıyla da dikkat çeken Wilma Elles ile bir araya gelerek, keyifli kariyer yolculuğunu konuştuk.

25


Uzun zamandır ülkemizdesiniz. Türkiye’ye alıştınız mı?

Aslında ilk geldiğim gün bile kendimi evdeymiş gibi hissettim. Hiç yabancılık çekmedim. Birçok şey bana daha yakın gibi geldi. Mesela Türkiye deki araba kullanma stili Almanya’daki araba kullanma stilinde göre daha çok hoşuma gidiyor. Âşık oldum bu şehre ve bu ömür boyu tükenmeyecek bir aşk!

Bambaşka bir hayat yaşamaya başladınız burada, ünlü oldunuz, anne oldunuz... Bu kadarını bekliyor muydunuz?

Aslında hayat, temel olarak çok fazla değişmedi... Gündelik yaşantımda hep oyunculuk vardı. Seyirci daha çok canlandırdığım karakterleri izliyor. Ama kendimi çok şanslı hissediyorum. Allah’a çok şükür ediyorum her şey için. Keşke Allah annemi yanımdan erken almasaydı... Onu çok fazla özlüyorum.

Almanya’da tiyatro yaparken ve oyunculuk okulunu daha yeni bitirmişken, bir gün Türkiye’de oyunculuk yapmanız teklif edildi. Hiç soru işareti olmadı mı kafanızda?

Tabi ki. Ne bir metropolde yaşamıştım, ne buranın kültürünü biliyordum, ne Türkçe konuşuyordum ve kimseyi tanımıyordum. Yenilikler tam bana göre. Macerayı çok seviyorum. Bir şey ne kadar ulaşılmaz olursa, o kadar çok istiyorum onu ve çok çalışıyorum elde etmek için. Ama sezgilerim doğru çıktı. Her şey çok güzel geçti ve geçiyor.

‘İSTANBUL’DA DÜNYADAKİ HER ŞEY VAR’ Türkiye’de en çok sevdiğiniz şey ne?

Türkiye’nin çok etkileyici bir tarihi var. Muhteşem ve çeşitli bir doğası, çok lezzetli yemekleri var. Ama beni en çok etkileyen faktör; Batı ve Doğudan gelen kültürlerle bir arada yaşıyor olmaları. İstanbul’da muhteşem bir multi kültürel zenginlik var.

26


Türkiye’de yer aldığınız projelerde canlandırdığınız karakterlerin hepsi birbirinden çok farklıydı. Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde canlandırdığınız karakter ile de hafızalarda derin yer edindiniz. Neler söyleyeceksiniz?

CAROLIN’I OYNAMAKTAN ÇOK ZEVK ALDIM

Carolin’i oynamaktan çok zevk aldım. Ama gerçekten bu inanılmaz kadın karakteri çözmek için deli gibi her saniye caliptim. Evimi Türkçe metinlerle süsledim, Carolin’in kendi hayatında geçirdiği her günü hayal ettim. Bu muhteşem ekiple çalışmak harikaydı. Ayrıca benim için her şey yeni olduğundan dolay, her gün büyük adrenalin yaşadım. Bu durum bana muhteşem bir enerji verdi. Ve sanırım adrenalin bağımlısı oldum. Şimdi dizinin 70 ülkede bu kadar büyük bir ilgi ile izlenmesi bize çok mutlu ediyor tabi ki. Ama canlandırdığım her karakteri ayrı ayrı seviyorum. Hiç birini kaçırmak istemezdim.

En son ‘Yeter’ dizisinde ‘İdil’ karakterini canlandırdınız…

Evet, İdil de tam bir uç karakterdi. Psikolojik açıdan yıpranmıştı ama yine kafasında zeki planlar kuruyordu. Bir taraftan büyük bir aşk kadınıydı, öbür taraftan kendini intikam almak için hayatta tutuyordu. Duyguları o kadar yoğundu ki en son bolümde intihar etti. Bu zaten çok ilginç. Yer aldığım bütün filmlerde ya da dizilerde hiç bir zaman hastalıktan ölmedim, ya da öldürülmedim. Ne zaman canlandırdığım bir karakter ölürse, hep intihar ettirildi.

Türkiye’deki dizi-sinema sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Yurtdışına göre gelişimi yeterli görüyor musunuz?

Türkiye’deki dizi sektörü fevkalade gidiyor. Geçenlerde Mipcom Cannes’de Türkiye onur konuğuydu. Ben de ‘Filinta’ ekibiyle oradaydım ve bütün dünya, Türkiye’nin harikulade dizilerini konuşuyordu. Dünyada Türkiye, Amerika’daki dizilerden sonra ikinci en çok dizi satan ülke. Kalite çok üst düzey. Hem de Türk ekipler dünyadaki en hızlısı, eminim. Herkese Türkiye’de dizi ya da film çekmesini tavsiye ediyorum.

Tekrar tiyatro yapmayı düşünüyor musunuz?

Tiyatroyu anaokulundan beri yapıyordum ve çok seviyorum. En son Devlet Tiyatroları’nın yöneticisi Ali Hürol’un yönettiği oyun da yer aldım ve onunla çalışmak beni son derece mutlu etti. Tekrar tiyatro yapmak istiyorum elbette. Ama bunu söyleyebilirim. Tiyatro da seyirci ile iç içesin. Kendini seyicinin alkışından besliyorsun. Ama tek bir kamera beni izlerse de bana yetiyor. Ben oyunculuğu sadece ikinci bir hayat yaşamak için yapıyorum. Çünkü oyunculuk %100 özgürlük demek.

27


2 çocuk annesisiniz. Anne olmak, hayatınızda neler değiştirdi?

Bu kadar güzel, muhteşem iki insanla ömür boyu birlikte olacağız. Kendime çok şanslı ve gururlu hissediyorum. Ne daha iyi olabilir ki? Milat ve Melodi o kadar tatlı, eğlenceli, akıllı ki çıldırıyorum onlar için. Onlar her anımızı aydınlatıyorlar.

Kerem Göğüs’ ile evlisiniz. Bir Türk erkeği ile evli olmak zor mu?

Kerem Türkiye’yi çok seviyor ve bana Türkiye’nin tarihini anlatıyor. Ama aşk, sınır tanımaz. Âşık olan bir insan, herhangi bir dünya vatandaşı olabilir. Zaten kalbimiz birlikte atıyorsa, dünyanın öbür ucunda da olsan fark etmiyor artık. Hem Kerem’e sormalısınız, ‘Bir Türk ile evli olmak nasıl?’ diye.

Setlerde uzun süreler çalışıyorsunuz. Çocuklarınıza ve eşinize vakit ayırabiliyor musunuz?

Tabi ki. Çocuklarımı çok küçükken sete hep yanımda götürdüm. Oyunculuk mesleği annelikle çok iyi gidiyor. Oyuncuların her gün seti olmuyor, hazırlık günlerimiz de oluyor. Ve bu hazırlıkları çocuklarla birlikte çok iyi yapabiliyorsun. Örneğin; dans etmek, şarkı söylemek, sanatı takip etmek. Hem annelik, oyunculuğu besliyor. Onun için sanırım birçok başrol oyuncusu aynı zamanda da bir anne. Hayatın mucizelerini tattırdığı için daha iyi bir oyuncu oluyorsun.

‘Melodi’ ve ‘Milat’ın sanata ilgisi nasıl? Onların da ileride sizler gibi oyuncu olmasını ister misiniz?

Melodi sürekli şarkı söylüyor ve istediğini elde etmek için türlü oyunlar yapıyor. Oyundan ağlıyor ya da bizi güldürüyor. Onun oyunculuk yeteneği olduğunu şimdiden söyleyebilirim. Milat ise çok ağır biri. Herkes ona patron ya da siyasetçi olacak diyor. Çok otoriter biri. Bakalım, elimden geldiğince onların ilgi alanlarını keşfetmelerini sağlamak ve bu ilgilerini geliştirmeleri için yardımcı oluyorum. Hangisi olursa. Oyuncu olmak isterlerse sevinirim ama önemli olan yapacağı şeyi deli gibi sevmeleri. Çünkü o zaman hayatlarından memnun olacaklar.

28


‘MILAT VE MELODI İÇİN ÇILDIRIYORUM’

29


‘MODA ILE YAKINDAN ILGILENIYORUM’ Wilma Elles’in moda ile arası nasıl? Modaya uygun mu giyinmeyi tercih eder?

Hem mankenlikten hem de oyunculuktan dolayı moda ile yakından ilgileniyorum. Birçok tasarımcılarla ve marka ile çalışıyorum. Her türlü modayı seviyorum. Önemli olan ne zaman, hangi fırsatta doğru olanı giyebilmeyi bilmek. Bir iş toplantısına eşofmanla gelmek olmazsa, spor salonuna da kot pantolon ile gitmek olmaz. Etkinliğe uygun bir şey seçmeye çalışıyorum. Onun için bir günde birçok kez kıyafetimi değiştirdiğim oluyor. Onun dışında kıyafetlerime bağlı değilim

Sizin için moda ne demektir? Modayı kendi cümleleriniz ile tanımlayabilir misiniz?

Moda bir dil. Onu iyi konuşmak, insanlarla doğru iletişim kurmayı sağlıyor. Kendini sessizce anlatabilirsin. Doğru bir kıyafet seçimi, hedeflerini destekliyor. Onu iyi konuştuğunda hayat çok kolaylaşıyor.

Gündelik hayatta ya da özel günlerde aksesuar seçimlerinizde nelere dikkat ediyorsunuz?

Aksesuarları severim. Hangi kadın sevmez ki? Özellikle küpe takıntım olduğunu söyleyebilirim. Ama bir ya da iki aksesuar yetiyor. Fazlası iyi değil.. Her şeyin içinde kendimi iyi hissediyorum.

30


31


Türk mutfağına ait yemekleri yapmayı öğrendiniz mi? Türk yemeklerini seviyor musunuz?

Doğru yağlar kullanıldığında Türk yemekleri çok lezzetli ve sağlıklı. Özellikle sebze yemeklerini çok fazla yapıyorum. Türk kahvaltısı olmadan güne başlayamıyorum.

Evde mutfağa girer misiniz? Mutfakta hünerli misinizdir?

Kerem’le tek başımızayken her gün lokantada yedik. O belki korktu; ‘Hiç yemek yapmaz mı?’ diye. Ama annem dünyadaki en iyi aşçıydı ve ondan bütün tarifleri öğrendim. Hamile olduktan sonra artık yemeklerime çok dikkat etmeye başladım ve artık her gün hem bizim hem de bebeklerimiz için yemek yapıyorum. Bir aile için yemek pişirmek çok keyifli oluyor çünkü. Kerem çok rahatladı sanırım ve yemeklerimi çok seviyor.

32


‘EŞİM İLE KALBİMİZ BİRLİKTE ATIYOR’

33


Hazırlayan: Duygu Demir - Araştırmacı / Tarihçi

ESKİ SOKAKLARDA YÜRÜYEN BEYLER

G

eçmişin izlerini her alanda günümüze uyarlamayı seven ve “eski” denildiği anda bile çoğu zaman tebessümle bu kelimenin tılsımına ayak uyduran nice çağdaşımız var. Eski eşyalardan dekoratif nesneler yapmak, eski türlü makineyi tamir ederek yeniden çalışır hale getirmek, eski kıyafetleri değerlendirmek ya da eski gibi görünen yenilerini üretmek hem çok zevkli hem de anlamlı geliyor çoğumuza. Bu yazımızda tam da eski moda severlere ipuçları verebilecek türden bazı eski erkek kıyafetlerine yer verip geçmişten küçük bir kapıyı aralayacağız. Miş’li muş’lu zamanların sokaklarında yürüyen, çalışan, sohbet eden, eğlenen erkeklerin kimi zaman yaptığı işten dolayı giydiği kimi zamansa gündelik hayatlarında giydiği kıyafetler yüzyıllar içinde hem ticaretle kıtadan kıtaya el değiştiren kumaşların niceliği ve niteliğiyle hem de teknolojinin ve ihtiyaçların gelişmesi ve değişmesiyle birlikte marifetli terzilerin ellerinde şekillendikçe şekillendi. Sanayi Devrimi’nin dokumacılık alanındaki gelişmelere yön vermeye başlaması ile hazır giyime duyulan ilgi artsa da günümüzde “haute couture” denilen ve özel siparişlerle dikilen kıyafetlere duyulan ilgi de asla yok olmadı. Bizans döneminde belden kemerle bağlanan bol ve uzun bir gömlekle (buna o zamanlar hiton denilmekteydi), sağ omuza iğne ile tutturulan mantodan (hlamys, himation) oluşan temel giysiler mevcuttu. Gömlekler üst üste geçirilebiliyordu. Gömleklerin sayısı ve kumaşlarının cinsi, hiton’u süsleyen dikey şeritler, kenar süslemeleri ve yakalar ise toplumdaki statüyü gösteren bir anlam taşıyordu. O zamanlar kadın ve erkek kıyafetleri arasında büyük farklar da yoktu üstelik. VII. yüzyıldan sonra Doğulu kaftanlar Bizans modasında etkili olmaya başladı ve kıyafetlerde vücudu ve kolları saracak kadar belirgin bir daralma oldu. İmparator ve saray ileri gelenlerinin kıyafetlerinden, belden kemerli olanlarının içine samur kürkü bile geçirildi. Böyle önemli şahısların kıyafetlerinde kırmızı, beyaz ve yeşil renkleri görülürken, imparatordan başka kimse erguvan rengini üzerinde taşıyamadı. İmparatorlar omuzdan bele çapraz bağlanıp sol kola geçirilen ve “loros” denilen bir atkı kullanmışlar ve bu atkıyı da şanlarına yakışır şekilde altın işlemelerle, değerli taşlarla taşıyarak ihtişamlarına ihtişam katmışlardı. Bu atkının formu zamanla değişmiş ve omuzları saran bir yaka gibi kullanılmıştır. Bütün bu kıyafetlerin üzerine son olarak bir manto giyen imparatorlar elbette ki onu da değerli taşlarla süslemeyi

34


ihmal etmemişler, bu mantonun uçlarını yine değerli bir taştan yapılan yuvarlak bir çengelli iğne ile sağ omuzlarında birleştirmişlerdir. Saray görevlilerinin mantoları da neredeyse imparatorlarınki kadar süslüydü. Son bir süs olarak mantoların göğüs hizasına, simli dörtgen bir kumaş parçası da kondurularak bu sınıfa ait görkemli görüntü tamamlanmış oluyordu. Gelelim kombini tamamlayan ayakkabılara… Açık sandaletler, normal ayakkabılar, yüksek konçlu ayakkabılar çeşit çeşit, renk renk seçenek mevcuttu ama yine her rengi herkesin giyememesi kuralı ayakkabılar için de geçerliydi. Uzun konçlu beyaz ayakkabıları işçiler, uzun konçlu kırmızı ayakkabıları ise imparator ve ailesi giyebilirdi ve elbette ki onlar ayakkabılarının burun ve bileklerini incilerle donatıyordu. Saray memurları siyah ayakkabılar, din adamları ise alçak siyah terliklerle dolaşıyorladı. Askerler ise bayram ve yortularda “kampagia” denilen bir çeşit sandal giyerlerdi. Çünkü kimi kaynaklara göre bu ayakkabılar memurlara aitti. XI. yüzyıldan itibaren Bizanslı erkekler artık şapka da takmaya başladılar ama bütün bu ihtişam, görkem, gösteriş ancak XV. yüzyıla kadar sürdü. İstanbul’un fethiyle tarih sahnesinden çekilen Bizans sarayı eşrafının yerini artık tüm ihtişamı ve bir o kadar da mütevazılığı ile Osmanlı saray eşrafının kıyafetleri aldı. Osmanlı’da artık “kaftan” ön plana çıkan bir parça olmuştu. İçe ve dışa giyilen kaftan çeşitleri vardı. Dış kaftanlar, içe giyilenlerle temelde aynı olsa da, sol kol yuvasının arkasında omuzdan aşağı sarkan, koldan daha uzun bırakılan ve yen denilen bir parçaları bulunurdu. Genel olarak kaftanların önü açık olur ve yanlarından yırtmaçlı olurlardı. Kaftanın altına çakşır giyilirdi ve çakşırlar üste giyilen giysilerin altında kalırlardı. Saray ileri gelenlerinin çakşırları ağır kumaşlardan yapılırken giyenin rütbesi ve mevkii daha düşükse çuha denilen kumaştan da dikilirdi. Rengi ise mesleki konumlara göre değişiklik gösterebilmekteydi. Çakşırın üstüne yün ve pamuk karışımı bir iç gömlek giyilirdi. Bel kısmına som sırma kemer veya kuşak sarılırdı. Saray ağaları ise Acem şalı, lahuri şal, Tosya kuşakları veya yünden dokunan kaba kuşaklara kadar çeşit çeşit kuşağı kullanabildi. Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren kıyafetlerden çok, takılan özel başlıklar ile sosyal sınıf ve durumların anlaşıldığını söylemek mümkündür. Öyle ki bu dönemden sonra hiçbir sınıfın başka bir sınıfın başlığını giymesi söz konusu olmadı. XIX. yüzyıla gelindiğinde Fransız ve İngiliz askerlerinin giysileri Osmanlı üniformaları için bir esin kaynağı oldu. Setre ve pantolonlar oldukça rağbet gördü. Setre, hakim yakalıydı, ön tarafında göğüs üzerine denk gelen simetrik düğmeleri vardı ve dizkapaklarına kadar inmekteydi. Omuzları ise bazen püsküllü, bazen de kordonet ve sırma ile işli apoletlerle süslenmişti. Düğmeler ise altın veya gümüş yaldızlı idi. Pantolonlar henüz ütülenmediği için ayağın altından geçirilen bantları sayesinde düzgün duruyordu. Bu moda zamanla halk arasında da yayıldı. İstanbul terzileri setre-pantolondan alaturka bir setre yarattılar ve böylece yeni bir moda olan “istanbulin” ortaya çıktı. Meşhur “Katibim” şarkısına bile konu olan bu moda Cumhuriyet’in ilanına kadar resmi kıyafetlerde geçerli oldu. II.Abdülhamid döneminde ise istanbulin yerine giyilmeye başlanan ve eş zamanlı devam eden başka bir moda akımının daha ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Esasında XVII. yüzyılın sonlarından başlayarak İngiltere’de binicilerin ve yağmurdan korunmak isteyenlerin giydiği, XVIII. yüzyılın başlarında Fransa’da da kullanılmaya başlanan ve Avrupa’nın genelinde XIX. ve XX. yüzyıllara damgasını vuran bu yeni modanın adı ise “redingot” idi. Redingot’un, istanbulin’den farkı önünün açık olması, gömlek, yaka ve kravatla birlikte giyilebilmesiydi. XIX. yüzyılın başlarında ise yeniçerileri taklit eden İstanbul gençleri arasında “Cezayir kesimi” moda oldu. Ancak eski Türk filmlerinde bile zaman zaman gördüğümüz öyle bir moda vardı ki adını duyar duymaz birçoğumuzun gözünde hemen canlanabileceğini tahmin etmek hiç de güç değil. “Külhanbeyi” modası. Dar kalıplı vişne çürüğü fes, sivri burunlu ve topuklu, arkasına basılarak giyilen ayakkabılar, koyu renk pantolon, açık renk gömlek üzerine giyilen yelek ve elbette yeleğe takılan köstek… Ceket mi? Ceket giyilmez, olsa olsa omuzda taşınması icap ederdi… Cumhuriyet döneminde ise 1926 ve 1934 yıllarında çıkarılan şapka, kılık kıyafet konularındaki kanunlarla da günümüze kadar sürekli yenilik ve gelişim içinde olan erkek modası, sosyal sınıf farkı gözetmeden hem göze hem de her bütçeye hitap ediyor.

35


KAMUFLAJ Bu dönem sokaklarda sık sık gördüğümüz kamuflaj desenleri ilkbaharın vermiş olduğu güzel görünümüne uydurmaya ne dersiniz?

S

ALPHA INDUSTRIE

URBAN CLASSIC

MOSCHINO

RALPH LAUREN

S

O’NEILL

DENIM&SUPPLY

CONVERSE SANDQVIST

36


MAVinin 50 tonu

BOSS ORANGE

Mavinin elli tonuyla tanışmaya hazır mısınız? İlkbaharın vazgeçilmez renklerinden; ferah ve iç açısı. MINIMUM

FENDI

E

SAMSOE&SAMSO

SOULLAND

PEUTEREY

J.LINDEBERG HERSCHEL

GANT OLYMP

37


KLASIK CANALI

VERSACE

FILIPPA K

JOOP! CALVIN KLEIN

ETON

LACOSTE

AZZARO

JOST

LAGERFELD

NI

EMPORIO ARMA

38

MICHAEL KORS


SPOR TUTKUNU PLEIN SPORT

UNDER ARMOUR

S

ADIDAS ORIGINAL

NIKE

PUMA

REEBOK

39


PICARD

BRIXTON RAY-BAN

DISESEL

JACK&JONES

NARCISO RODRIGUEZ

FOSSIL

Şık olmanın yolu buradan geçiyor!

NOOSE & MONKEY

G-STAR RAW VERSACE

DOLCE&GABBANA

THE NORHT FACE

RT JIL SANDER SUNMEN SPO

40

CALVIN KLEIN


ETON PERSOL

ARMANI CODE

ETON

ARMANI JEANS

J. LINDEBERG

EMPORIO ARMANI

TOMMY HILFIGER

TOMMY HILFIGER

TIGER OF SWEDEN

TOMMY HILFIGER BARBOUR TIGER OF SWEDEN

JOOP! WOW!

BURBERRY

ROYAL REPUBLIQ

41


NOOSE & MONKEY EMPORIO ARMANI JOOP!

Gece Kombini

VERSUS VERSACE

42

G-STAR RAW

TIGER OF SWEDEN



N İ M E N AN M I M I AR S A T K ” İ D “İL Y İ T SİLUE

GÜLCE DERELİ 44


‘BÜTÇENIZE GÖRE KENDI TASARIMINIZI YAPIN!’

Birbirinden özel, birbirinden eşsiz mücevher tasarımları ile dikkatleri üzerine toplayan ‘Gülce Dereli’ ile geçtiğimiz günlerde bir araya gelerek, erkek modası ve doğru mücevher kullanımı ile ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Mücevher tasarımına nasıl başladınız?

Babam madenci, ben de endüstriyel tasarım mezunuyum. Babam, maden kısmında toplanan taşları, anneme takı olarak yaptırıyordu. Yani mücevherin oluşum aşamasını küçüklüğümden beri biliyordum. Endüstriyel tasarımdan mezun olduktan sonra mücevher tasarımı yapmaya karar verdim ve bu işe girdim.

Çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Birçok büyük internet sitesinde ‘Gülce Dereli’ olarak tasarımlarım satıldı. Kendi sitemden de, kadın-erkek üzerine satışlar yapıyorum. Özel tasarım istekleri de gelebiliyor. Örneğin; köpeğine özel tasarım tasma yaptıranlar bile oluyor. Onun haricinde ise, birçok büyük markalara fason üretim ve tasarımlar yapıyorum.

‘EN İLGİNÇ SİPARİŞİ BABAM VERDİ’ Hayatınızda aldığınız en ilginç tasarım siparişini bizlerle paylaşabilir misiniz?

Bu işe ilk başladığımda, en ilginç sipariş babam tarafından geldi. Annemin siluetinden oluşan bir mücevher tasarımı yapmamı istedi. Bu tasarımı yaptıktan sonra çok ilgi gördü ve kendi koleksiyonuma da ekledim.

Markanızı nasıl konumlandırıyorsunuz?

Ya çok pahalı ürünler ya da Çin’den gelen en ucuz bijuteriler satılıyor. Ben de hem kaliteli, çeşitli ve maddi anlamda her kesime hitap eden ürünler yapmaya özen gösteriyorum. Koleksiyonum da eklemeli ve çıkarmalı ürünler var. Siz kendi bütçenize ve isteğinize göre kendi tasarımınızı kendiniz yapıyorsunuz. İnternet sitem üzerinden de bu fırsatı sizlere sunuyorum.

Kendi tasarımınız olan ürünlerin taklitlerine rastlıyor musunuz?

Maalesef rastlıyorum. Ama kendimi; ‘Büyük markaların başa çıkamadığı olay ile ben nasıl başa çıkayım?’ diye teselli ediyorum. Taklitler aslını yaşatır her zaman.

45


‘ALIŞILMIŞIN DIŞINDA TASARIMLAR BÜYÜK İLGİ GÖRÜYOR’

Pazar olarak, sadece Türkiye’de mi varsınız? Yoksa dünya pazarına da hitap ediyor musunuz? Türkiye’de her şehirden müşterim var. Daha önce dünya çapında da satışlar yapmıştım. Ama Türkiye odaklı bu yola çıktığım için, Dünya pazarına çok vakit ayıramadım. Bundan sonraki hedefim ise, markamı dünya çapında tanıtmak.

Modayı takip ediyor musunuz?

Evet, takip ediyorum. O senenin renklerine ve tarzına uygun tasarımlar yapmaya çalışıyorum. Ne kadar inkâr etsek de, modadan esinlenmek zorundayız.

Erkek aksesuarı hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz?

Üzerinize giydiğiniz renklerin basic tonlarını kullanıp içine farklı renkler sıkıştırmayı seviyorum.

Yani cırtlak bir renk koyduğunuz zaman bütün algı değişebiliyor. Aslında çok küçük bir ayrıntı ama nokta atışı olduğunu düşünüyorum.

Tasarımlarınızda standart tasarımları mı yoksa alışılmışın dışındaki ürünleri mi tercih ediyorsunuz? Alışılmışın dışında ürünler de tasarladım. Ama Türkiye’de geleneksel algı daha yeni yeni kırılmaya başladığı için, o zaman başarılı olamamıştım.

‘Terzi kendi söküğünü dikemez.’ derler. Bu sizin için de geçerli mi? Başka tasarımcıların ürünlerini de takıyor musunuz? Kesinlikle başka tasarımcıların takılarını takarak dışarı çıkmıyorum. Aslında bir itirafta bulunacak olursam, çoğu zaman aksesuar takmadan dışarı çıkıyorum. Çünkü bu kadar işin içerisinde olunca, sıkılıyorsunuz.

46


47


ABSOLUTE 50 FLY Absolute ailesinin FlyBridge modellerine yeni katılan 50 FLY en küçük detayları bile işlevsel hale getirerek en büyük teknelerin sunduğu çözümleri ve konseptleri bir arada bulunduruyor. Absolute 50 FLY kullanmış olduğu son teknoloji Volvo IPS 600 motorları ile size en iyi performans, en düşük yakıt tüketimi, sessiz ve sarsıntısız bir seyir keyfi sunuyor. Absolute 50 FLY’ın iç mekan kullanım alanı Italyan tasarımının güzelliği ile mükemmel bir uyum içerisindedir. Sürgülü kapılar, ovalleştirilmiş mobilya köşeleri, zeminlerde ve yataklara geçişlerde nerdeyse hiç yüksekli farkı ve basamak olmaması yaşanabilirliği çok daha kolay hale getirmiştir. 6 kişinin konaklamasına imkan tanıyan 3 kabin ve 2 banyo – tuvalet bulunmaktadır. Ayrıca arka tarafta bulunan kendine ait tuvalet ve banyosu, geniş kullanım alanı ve platformdan girişi olan tek kişilik kabin de ister

48

mürettebat ister misafir odası olarak kullanılmaktadır. Açılabilir ekipmanların çoğunun sürgülü olması sayesinde yemek, güneşlenme ve mutfak alanlarında daralmayı önleyerek daha kullanışlı bir mekan sağlamaktadır. Fırın, bulaşık makinası, saklama dolapları, toplam 217 lt’lik buzdolabı ve buzluk bulunan mutfak ile geniş camlarıyla manzara keyfini sürebileceğiniz salon birbirinden elektrikli sürgülü camla ayrılıyor. Dış mekanda 3 farklı güneşlenme alanı bulunmaktadır. Arka havuzlukta bulunan elektrikli perde sizi hem güneşten hem de meraklı gözlerden korur. Ön güneşlenme yataklarının hemen arkasında bulunan ön oturma grubu sayesinde ön tarafın keyfini istediğiniz şekilde sürebilirsiniz. Gövdeye entegre kalıptan çıkan merdiven ve Hardtop opsiyonu ile FlyBridge’te yaşam sizin için daha keyifli bir hale gelecektir.


Uzunluk : 15.20 m En: 4,43 m Temiz su kapasitesi: 450 LT Yakıt Kapasitesi: 1600 LT Motorlar: IPS D6-600 2 x 435 HP Fiyatı: 680.000 EU

49


ABSOLUTE 52 FLY Her tekne sahibinin en büyük arzusu, evde yaşadığı konforun aynısını denizde de yaşayabilmektir. Absolute 52 FLY bu arzunuzu eşsiz bir deneyim sunarak yerine getiriyor. Absolute 52 FLY geniş alanlarıyla; konforunuz, göz zevkiniz ve sevdikleriniz için tasarlandı. 16 metrelik uzunluğu, lüksü ve dizaynı denizle birleştirirken; kendini, onu çevreleyen alanın en önemli parçası yapıyor. Ana güverteden önce kesinlikle fly bridge’i ziyaret etmelisiniz; görülmeye değer olduğunu anlayacaksınız. Geniş bir oturma alanı, masa, mobilyalar, koltuklar, sekiz kişiye kadar rahat ve hoşça vakit geçirebileceğiniz salonu sayesinde, Absolute 52 FLY’da dostlarınızla birlikte son derece konforlu ve harika vakitler geçirebilirsiniz. Üstelik ihtiyacınız olan her şey elinizin altında. Güverteye girişte, büyük bir buz dolabı, fiberglas ocak, mikrodalga fırın ve opsiyonel olarak ekleyebileceğiniz bulaşık makinesi ile mükkemmel bir yemek ve açık alan birleşiminin sizi karşılamasıyla büyülenecek, stratejik bir şekilde konumlandırılmış odalar, salon ve havuzluğun ahengine kapılacaksınız. Baş tarafta, teknolojik, konforlu ve güvenli kumanda bölümü sizi karşılayacak. Kısacası “Absolute”. Kaptan ve yedek kaptan koltuklarının konforu sayesinde, size olağanüstü bir sürüş keyfi sağlıyor.

Akşam olduğunda, alt güvertenin keyfini sürerken, kendinizi keşfedilmeyi bekleyen yepyeni bir alanın içinde bulacaksınız. Aidiyet konseptin benimseyen Absolute, tüm tasarımını, tamamen size ait olma hissiyatını yaratmak üzere tasarlar. Tekne sahibinin kendine ait mobilyalı, tuvalet/banyolu, çift kişilik yataklı ve rahat bir oturma alanı olan, master kabini bulunmakla birlikte, birkaç adım ötesinde, misafirleri için de ayrı bir tuvalet/banyo ve aynı derecede konforlu ve özenle hazırlanmış çift kişilik yataklı bir kamarası bulunmaktadır. Kalabalık misafir ağırlamayı seven tekne sahipleri için içerisinde iki adet tekli yatak bulunan, misafir kamarası mevcuttur. Absolute, küçük düşünmeyi sevmez. Gerçek anlamda tüm dünyayı düşünür ve doğa dostu çalışma prensibiyle, çevreye gösterdiği önemi ve saygıyı, yalnızca düşük harcamalarla değil, üretimde de ileri teknolojiyi kullanarak ortaya koyar. Bu yüzden modelleri, motor boatların sağladığı güç sayesinde her zaman bir “tekne”den çok bir “mücevher” değerindedir.

50


Boy: 16M En: 4.46M Kabin Sayısı: 3+1 Su Kapasitesi: 450LT Yakıt Kapasitesi: 1600LT Motorlar: 2xD6 IPS 600 (2x320 Kw-2x435HP)

Onun sahibi ya da misafiri olmanız mühim değil, nihayetinde kendinize, “Güzel evim.” diyeceğiniz yeni bir yer bulacaksınız.

Absolute 52, insanla deniz arasındaki uzaklığı, mümkün olan en yakın mesafeye indirir. Kamara boyunca uzanan geniş pencereler denizi size çok daha yakın ve dokunulası kılar. Pencereden dışarıya bir bakışınızla o muhteşem denizin sizi adeta ninni söyler gibi dinlendirdiğini göreceksiniz.

51


SEARAY 280 SLX 280 SLX kullanıcılarına mükemmelliği en yüksek seviyede yaşatır. Muhteşem tasarımı ve kusursuz gövde tasarımı ile suda seyrederken etkileyici bir görüntü oluşturur. Teknedeki ustalık baştan aşağıya en ince detaylarda bile fark edilir. Dynamic Display ve Quiet Ride™, Tuned Transom™ gibi yenilikler son teknolojinin harmanlanmasıyla ulaşılan kusursuz dönüşlerde kendini hissettirir. Sarsıntısız bir sürüş keyfi sunan 280 SLX kullanıcının tepkilerini en üst seviyede tepki verir ve teknedeki herkesin bundan büyük bir keyif almasını sağlar. Modelin tekne dışı gövde rengi ve tekne içi oturma gruplarının renklerini zevkinize göre kişiselleştirebilirsiniz.

En: 2.74 Boy: 8.69 Yakıt kapasitesi: 340 lt Su kapasitesi: 76 lt Standart Motor: Mercuriser 6.2L (350PHP) MPI DTS BR3X

52


Buzdolabı, wet bar ve depo alanları gibi tekne içinde hayatı keyifli hale getiren bir çok özellik mevcut. Tekne arkasında geniş bir güneşlenme yatağı yer alıyor. Havuzlukta L şeklindeki şık oturma grubuna sancak tarafta ufak bir koltuk daha eşlik ediyor. İskele tarafta da kaptan koltuğuna arkadaş tekli bir koltuk yer alıyor. Tekne önünde V şeklinde oturma grubu yer alıyor, koltukların hemen hepsinin altları depo alanları olarak değerlendirilmiş. Platformdan denizin içine açılan merdiven, denizle iletişimi maksimumda tutuyor, özellikle su sporları için ve suya dalma sırasında büyük kolaylık sağlıyor. Su oyuncakları için hava komspresörü oldukça faydalı opsiyonlardan. “Lüks paylaşılmayı sever” felsefesinden yola çıkan 280 SLX te sizi şaşırtacak çok fazla detay var.

53


SEA RAY L590

Büyük rüyaların hayat bulması için ufak detaylarda uzlaşmak gerekir. Bu felsefeden yola çıkarak üretilen Sea Ray L590 modeli küçük detayların mükemmelleşmesiyle üretilmiş bir modeldir.

Standart 3 adet 593 HP Zeus ( Triple Cummins® QSC, Diesel Zeus® Drives) motorlarla donatılmış L 590 modeline, gelişmiş joystick sistemi sayesinde parmak ucunuzla istediğiniz manevrayı yaptırırken, standard Skyhook opsiyonu ile istediğiniz noktada tekneyi, halat veya çapa kullanmadan sabitleyebilirsiniz. Sea Ray’in yeni L serisi, modern bir yatın nasıl olması gerektiğini yeniden tanımlıyor. Düzgün ve iddialı dış hatlar, çekici ve iyi aydınlanmış iç mekanlar, yenilikçi özellikler… Tüm bunların birleşimi L serisinin ta kendisi.

Baştan aşağıya yeni bir anlayış ile dizayn edilen L serisi SeaRay’ler, geleneksel SeaRay sağlamlığını da muhafaza etmeye özen gösteriyor, Avrupai dış hatlar, büyük gövde camları, büyük hacimler ve modern mobilyalar tam bir bütünlük içinde yer alıyor. Galley-up’ dizaynı ile salona alınmış mutfak, iyi aydınlatılmış ve sosyal etkileşimin olduğu rahat bir oturma planı sunmakta. Skyflow dizaynı; hardtoplardaki sunrooflar ve geniş gövde pencereleri dışarısı ile içerisini birleştirerek güneş ışığının her köşeye yayılmasını sağlarken salondaki muhtesem ses sistemi ve led tv özellikleri konfor ve lüksü ikiye katlıyor.

En: 4.87 m Boy: 17.93 m Kabin Sayisi: 3 Motor: 3X593 HP Cummins Zeus (Triple Cummins® QSC, Diesel Zeus® Drives Temiz Su tankı: 757 lt. Yakıt Tankı: 3975 lt. Max. Hız: 32kn

54


L590 FLY versiyonunda ise tekne sahibi ve misafirlerinin bir arada keyifli zaman geçirip seyir halinde veya demirliyken manzaranın tadını çıkartmalarına olanak sağlayan oldukça geniş bir FLY bulunmaktadır. Lüks tasarım ve yüksek kaliteli malzeme kendisini teknenin diğer bölümlerinde olduğu gibi FlyBridge bölümünde de hissettirmektedir. Ön tarafa bakan güneşlenme koltukları, wetbar ve oturma gruplarıyla FlyBridge favori yeriniz olacaktır.

55


Adrenalin: Köpekbalıklarıyla Dalmak Bora Arda - Fotoğrafçı

Siz hiç bir köpekbalığıyla gözgöze geldiniz mi? Bundan tam 14 yıl önce, ılık bir Ağustos sabahında Saroz Körfezinde balık tutmak için 4 metrelik küçük kayığımla denize açılmak üzereydim. Olta kutumu ve benzin depomu büyük bir hevesle kayığa taşıdım, yanıma bir iki atıştırmalık ve su aldım. Hazırlıkları tamamladım. Tam motorun ipini çekmek üzereydim ki o zamanların büyük balıkçısı Bülent Amca seslendi.

“Biz de balığa çıkıyoruz, takip et” Tamam, güzel ama nereye gittikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Onlar profesyonel balıkçılardı, öyle ki bir balık tutmak için Yunanistan karasularına yakın yerlere gittikleri olurdu. Ben daha 16 yaşındaydım ama sözkonusu deniz olduğunda korkusuzdum. Hiç düşünmeden tamam dedim peşinizden geliyorum. Önde iki tekne Bülent Amcalar, arkada küçük kayığımla ben, 1 saati aşkın bir süre boyunca tam hız S a -

56

roz’un maviliklerine doğru açıldık. Deniz dümdüzdü, tamamen rüzgarsız. Ama yolumuz git git bitmiyordu. Saroz Körfezi’nin Gelibolu Yarımadası ile ortasında kalan bölgede, “Kanal” diye tabir edilen, üzerinden Kuzey Anadolu Fay hattının geçtiği bölgede yavaşladık. Bülent Amca’nın anlattığına göre aşağıda derinlik 280 metreydi. Fay hattı üzerinde olduğumuz için dip yapısı ve Ege Denizi ile bağlantısı diğer bölgelerden çok daha farklıydı. Yani bulunduğumuz bölge Orkinos, Kılıç Balığı, Torik gibi açık deniz balıkları için Saroza açılan göç yoluydu. Adeta körfezin içinde okyanusdaydık. Artık ne çıkarsa bahtımıza. Onlar iki tekne yanyana durup oltalarını denize bıraktılar. Ben de yaklaşık yüz metre ileride durup oltamı çıkardım. Aradan 5 dakika geçmeden bunlar ilk balıklarını tutmaya başladılar. Hepsi, bir yandan “Hoppala Paşam, Malkara Keşan” diye bağırıp diğer yandan 4er 5er uskumruları çekiyordu. Uzaktan balıkların parlamalarını görüyordum. Yalnız bir tuhaflık vardi. Bana henüz bir balık bile vurmamıştı. Aradan bir 5 dakika daha geçti. Bende tık yok. Bu sefer onların bağırışları değişti. “Yuh beya!” “Ulan bu ne!” “Köpekbalığı!” “Bora gel Bora!” “Dev gibi!”


“Köpekbalığı!” “Bora sakın hareket etme sana doğru geliyor!” Ben de sandım ki hiç balık tutamadım diye benimle dalga geçiyorlar. Tamam tamam deyip geçiştirdim. Sonra onlara doğru baktım. Suyun yüzeyinde yavaş yavaş yaklaşan siyah bir üçgen gördüm. Bu bir abartı değildi. Çocukluğumdaki Jaws filmlerinde gördüğüm aynı sahne tüm gerçekliğiyle tam karşımdaydı. Bu sırt yüzgecini suyun üstüne çıkarmış bana doğru yaklaşan dev bir köpekbalığıydı.

Öyle büyüktü ki 4 metrelik kayığımla yanyana geldiğinde boyunun kayıkla aynı olduğunu farkettim. Korktum. Büyülendim. Dondum. Kaldım. Hareket bile edemeden izledim. Köpekbalığı kayığımın etrafında daireler çiziyordu. Belli ki tutulan balıkların kokusunu almış, o da avlanmak için yüzeye çıkmıştı. Bu benim için inanilmaz bir tecrübeydi. Birçok dalgıç böyle büyük köpekbalıklarını fotoğraflamak için Güney Afrika’ya, Meksika’ya gidiyordu. Yıllarını denizlerde geçiren Bülent Amcalar dahi hayatlarında böyle bir balığı canlıyken görmemişlerdi. Orada yanımda fotoğraf makinam olmadığı için çok pişman olmuştum. Kısa bir süre sonra köpekbalığı da üçgen yüzgeçleri suyun yüzeyinde bir şekilde bizden yavaş yavaş uzaklaşarak gözden kayboldu. O günden sonra köpekbalıklarına karşı bende ayrı bir ilgi oluştu ve hep tekrar o anı yaşamanın ve köpekbalığı fotoğraflamanın hayalini kurdum. O günden tam 14 yıl sonra, geçtiğimiz Ağustos ayında da bu hayalimi gerçekleştimek için Bahamalara gitmeye karar verdim. Bahamalar, dünyanın köpekbalığı başkenti, kafessiz köpekbalığı dalışları için dünyanın dört bir yanından meraklıların akın ettiği bir ülke. Büyük beyaz köpekbalığı hariç, hemen hemen bütün türlerine bu bölgede rastlamak mümkün. Başkent Nassau’daki dalış okulları yakınlardaki resiflerde köpekbalığı dalışları düzenliyor. Benim hedeflediğim dalış ise apayrıydı. Tıpkı hayallerimdeki gibi köpekbalıklarını en doğal ortamlarında fotoğraflamak istiyordum. 6 günlük dalış turu düzenleyen bir teknede rezervasyon yaptırdım. Blackbeard’s adlı liveaboard teknesinde 1 hafta boyunca Bahamalar’ın el değmemiş ve aynı zamanda köpekbalıkları ile dolu bölgelerine doğru yelken açtık. Bölgeye geldiğimizde ise daha suyun üzerindeki hareketlilikten dalışın nasıl geçeceği belli oluyordu. Teknemiz demirlediği gibi etrafına köpek balıkları toplanmıştı ve suyun yüzeyinde ne bulurlarsa yiyorlardı. Kaptan Nate

57


denize yarım tencere makarna döktü. Taneler daha suya değdiği anda 4-5 köpekbalığı makarnayı yiyebilmek için birbirine girdi ve birkaç saniye içinde makarnalar yokoldu. Hayatımda ilk defa makarna yiyen balık görüyordum. Makarnadan sonra suya atlama sırası bizdeydi. Biz bu sahneyi izlerken dalış eğitmenimiz Christy elimize bir kağıt tutuşturdu ve imzalayın dedi. Bahamalar’da köpekbalığı dalışı öncesi işletmeler, dalıcılara olası köpekbalığı saldırısına karşı sorumlu olmadıklarına ve köpekbalığı dalışının tamamen dalgıcın kendi isteğiyle gerçekleştiğine dair kağıt imzalatır. Kağıtları imzaladıktan sonra dalış brifingi başladı.

Köpekbalığı dalışı 15-20 kişilik gruplar halinde kafes veya herhangi bir çelik elbise kullanılmadan gerçekleştiriliyor. İlk etapta dalgıçlar 10 metre derinlikte hilal şeklinde yanyana diziliyorlar. Daha sonra dalış eğitmeni “chum” adı verilen, önceden dondurulmuş bir kova sardalya balığı ile “danger zone” denilen hilalin tam ortasına iniyor. Buzdan yem kitlesini dipte bir kancaya takana kadar eğitmen son hız dibe iniyor. Işte bu hareket bütün köpekbalıklarını bir anda çıldırtıyor. Bir anda hepsi chuma saldırıyor. Yem buzlu olduğu için de bir ısırmada kopartamayıp iyice agresifleşiyorlar. Danger zone, yani tehlike bölgesine dalıcıların girmesi kesinlikle çok riskli. Peki köpekbalıkları saldıracağı için mi danger zone demişler? Hayır. Tehlikeli bölge çünkü chuma çok yakın, ve köpekbalıkları beslenmek için ağızlarını açtıkları anda gözleri kapanıyor. Yani yem sandıkları herhangi bir objeye doğru yüzerken ağız açıldığı anda köpekbalığı kör. Bu sırada yemin önünde de sizin eliniz kolunuz varsa geçmiş olsun. Bu bölgede sadece dalış eğitmeni var. Hatta dalış öncesinde daha önce ısırmış mı acaba köpekbalığı diye merak edip soruyorum. Ellerinde, kollarında, dizlerinde orta büyüklükte birkaç iz gösteriyor. Buna rağmen köpek balıklarına karşı aşırı bir saygısı var ve asla kasıtlı bir şekilde saldırmayacaklarını söylüyor. Sadece chum ve çevresinden uzak durun bu ısırıklardan istemiyorsanız diye uyarıyor.

Bahamalar’da en sıklıkla görülen tür Karayip Resif Köpek balığı. Arada nadiren de olsa çekiçbaş veya hemşire köpekbalığı gibi başka türler de gelebiliyor. Peki bu tür tehlikeli bir köpekbalığı türü mü? Öncelikle fiziksel olarak bir Büyük Beyaz Köpekbalığı veya benim Saroz’da gördüğüm köpekbalığı kadar büyük değiller. Boyları sadece 2 metre civarında. Korkulacak hiçbir şey yok. Köpekbalıklarının burunları özellikle elektriksel sinyallere karşı duyarlı. Bazı dalış teknelerinde sualtı fotoğrafçılarına bu konuda uyarı yapılıyor. Köpekbalığı flaşlarınıza doğru yüzebilir, kameranıza bir göz atabilir panik olmayın diye. Ben nereden bileyim bu hayvanların GoPro kameraların sinyallerini bile algılayabildiğini. Dalış sırasında herkes yerini almış hareket etmeden köpekbalıklarını izliyor. Ben de elimde bir metrelik monopod ve ucunda GoPro ile bu muhteşem anı kaydediyorum.

58


Birden sürüden bir tane köpekbalığı ayrılıyor ve bana doğru yüzmeye başlıyor. Ben daha ne olduğunu anlamadan köpekbalığı GoPro’ya saldırıyor. Ortalığı dipten kalkan toz duman alıyor. Bir de bakıyorum ki GoPro yok. Köpekbalığının ağzında! Yem olmadığını anlamış olacak ki 2-3 metre uzaklaştıktan sonra ağzından düşürüyor. Böylece ben de GoPro’ma tekrar kavuşuyorum. En önemli kısmı ise kameranın hala kayıtta olması. 14 yıl önce kurduğum hayalim aklıma geliyor. O gün hiç fotoğraflayamadığım köpekbalığını bu sefer doğal ortamında beslenirken, ağzının içine kadar çekiyorum. Bahamalara gelmişken köpekbalığı fotoğrafı çekecektim tabi ama ben bile bu kadarını beklemiyordum. İnanılmaz bir tecrübe, müthiş bir adrenalin...Insanın kendisinden daha güçlü olduğunu düşündüğü bir canlıyla yüzleşmesi...Hayallerimin gerçek olması...Kısaca herkese tavsiyem; korkacak birşey yok, köpekbalığı dalış ı heyecanını mutlaka yaşayın.

59


60


ONLARLA YAŞAYANIN ÖMRÜ UZUYOR!

KAFALAR GRUBU Sosyal medya da yarattıkları farklılık ile fenomen olan ve birlikteliklerini ‘Kafalar’ olarak adlandıran ‘Bilal Hancı, Atakan Özyurt ve Fatih Yasin’ Ge-Man Magazine için objektif karşısına geçti.

61


Kafalar grubu nasıl bir araya geldi?

B.H.: Öncelikle, Fatih ve Atakan bir araya geldi. İsterseniz, Atakan nasıl bir araya geldiklerini anlatmakla başlasın. A.Ö.: Biz Fatih ile özel bir üniversitede tanışmıştık. Fatih o dönem Vine’da ünlüydü. Bir gün Fatih’in yanına giderek, ‘Birlikte bir şeyler yapabilir miyiz?’ dedim. Fatih’te bu teklifimi kabul etti. İlk zamanlar Fatih’in kamerasını tuttum. Sonrasında beraber bir şeyler çekmeye başladık. Beraber çalışmalarımız, bizim fenomen olmamıza sebep oldu. Bilal’i bir alışveriş merkezinde gördük. Devamını Bilal anlatsın. B.H.: Ben daha önce Vine’da Karadeniz şivesi yapıyordum. O dönem Beylikdüzü’nde tek başıma yaşıyordum. Vine’dan sıyrıldığım bir aylık bir dönem vardı. Bir gün üniversitenin final sınavlarından çıktıktan sonra Marmara Park’ta otururken Atakan’ı gördüm. O zaman Flash TV komedisi yaptıkları dönem. ‘Atakan!’ diye bağırdım, daha yeni popüler oldukları dönem olduğu için heyecanla geldi yanıma. A.Ö.: Tabi ben o dönem, tanıyıp tanıyabileceğiniz bütün Vine fenomenlerine ‘Birlikte bir şeyler yapabilir miyiz?’ diye mesaj atmışımdır. Belki Bilal Hancı’ya bile atmışımdır. Ama hiç kimse takmadı. B.H.: Sonra Fatih geldi yanıma, oturdu ve sohbet ettik. Hatta 2 yıl önce 14 Şubat’ta tanışmıştık. A.Ö: Evet, tam 14 Şubat’tı ve 2 yıl oldu. Sevgililer gününde tanışmışız. B.H.: O dönem yanıma kardeş arıyordum, sırtımı dayayabileceğim. A.Ö.: Canın sıkılıyordu yani! B.H.: Yok; ben sırtımı dayayacak bir kardeş, onlar da bir abi arıyorlardı. Bir müddet Beylikdüzü’nde benim küçük evimde birlikte yaşadık. İnstagram ve Vine’da süreler bize yetmeyince Youtube’da çalışmalar yapmaya başladık. İşler büyüyünce, Mecidiyeköy’de büyük bir eve çıktık.

‘GRUPTAKİ HERKESİN YETENEĞİ FARKLI’ Peki, Kafalar kelimesindeki anlam nedir? Üçünüzde çok mu kafadarsınız?

B.H.: Hatırladığım kadarıyla Fatih uydurmuştu. A.Ö.: Hepimizin kafası fikirler konusunda farklı çalışıyor.

62


B.H.: Gruptaki herkesin yetenekleri farklı. Bu sebepten dolayı ‘Kafalar’ dedik ismine. Youtube’da birçok konseptte video hazırlıyorsunuz. Mesela, gizemli geçmişi olan köyleri de ziyaret ettiniz. ‘Kafalar’ grubu için bu nasıl bir deneyimdi? A.Ö.: Çok merak ediyordum. Video amacıyla yola çıktık ve ben bu merağımı gidermiş oldum. B.H.: Tek başıma gidemezdim. Ama üçümüz beraber olunca, daha cesaretli oluyorsunuz. Mesela, birini öne atabiliyorsunuz. Biz konseptleri geliştirirken özgün içerikler hazırlamaya çalışıyoruz. Biraz da birikmiş paramız vardı. Menajerimiz ‘Arda Kofoğlu’ da bize destek oldu. Birikimlerimizi Youtube’a yatırmaya karar verdik.

Instagram sizleri sıkmış mıydı? Onun için mi Youtube’a ağırlık verdiniz?

B.H.: Hayır, sıkılma mevzusu değil. Süresel anlamda yetmiyordu. Ben pek aktif olamasam da, Atakan ve Fatih Instagram’ı aktif olarak kullanmaya devam ediyorlar. A.Ö.: Uzun metrajlı videolar için Youtube ile çalışmamız gerekiyordu. Vine’da 7 saniyelik videolar ile başladık, Instagram’da 1 dakika ile devam ettik, Youtube’da sınırsız dakika aralığında devam ediyoruz. B.H.: Hatta Youtube’da biz çalışmalar yapmadan önce Youtuber’lar hep 5 dakikalık videolar çekerlerdi. Çünkü uzun videoları insanlara izletmek gerçekten zordur. Oyun videoları haricinde, 35-40 dakikalık videoları milyonlara izleten ilklerdeniz diyebilirim.

‘Çok az bir para ile bir gün geçirmek’ konseptli videolarınızdan da bahsedebilir miyiz?

B.H.: Bunu ilk olarak Kadıköy’de yapmıştık, ’10 TL ile bir gün geçirmek’ diye. Hatta Atakan o videoya onay vermemişti. Cebimize 10 TL koyuyoruz. Beşiktaş’tan çıkıyoruz, Kadıköy’e gidiyoruz. 10 TL bütçemizi doğru kullanıp, tekrar Beşiktaş’a dönmemiz gerekiyor. Aslında bu videoyu çektikten sonra Atakan gibi bende pek ümitli değildim. A.Ö.: Ben gidişatından dolayı tutmaz diye düşünmüştüm. B.H.: Montajdan sonra, baya iyi oldu. Daha sonra Azerbaycan, Yunanistan ve Gürcistan’a aynı konseptle gittik ve video çektik. Kafalar grubu, birbirini nasıl yorumlar? B.H.: Atakan, Ordu’nun Kabataş ilçesinden gelmiş İstanbul’a. Ben bilirim, oranın çocukları saf ve temiz olurlar. Herkese çok saygılı, çok efendi bir kardeşim. Her şeyden önce yüreği çok temiz. Benim kızabileceğim bir şey yaptığında bile, alttan alabiliyorum. A.Ö.: Benim huylarımı sevmezler mesela.

‘FATİH, GRUBUMUZUN WİKİPEDİA’SIDIR!’ Mesela?

B.H.: Saymaya başlayayım… Her şeyin en iyisini o bilir, kendisine yapılmasını sevmediği şeyleri başkasına yapmayı çok sever. (Gülüyor) A.Ö.: Ama şöyle bir şey var; ben 22 yaşındayım. Bilal, 27 yaşında ve benim bir abim. Benim bildiklerim vardır ama Bilal’in bildikleri, benim bildiklerimin yüz katıdır. Bilal, çok bildiği ve çok yaşadığı için haklılık payı var bazen. B.H.: Söylediklerim aramızdaki tatlı bir espri tabi ki. Atakan, sen de şimdi Fatih’i yorumla. A.Ö.: Fatih hepimizin kardeşi. Hepimiz çok seviyoruz onu. Ama Fatih’in de irite eden huyları var mesela. B.H.: Fatih’e ‘Bu bardak nasıl yapılmıştır?’ diye sor, bilir. Wikipedia gibi. İnternette çok dolaştığı için, her konuda bir yorumu var. Biz de ilk başlarda bu konuyla dalga geçiyorduk ama zamanla yanlış yaptığımızı gördük.

Bundan sonraki hedefleriniz nedir?

A.Ö.: Biz üçümüz başladık, üçümüz olarak devam edeceğiz. İnşallah bu birlikteliğimiz ölene kadar sürer. Bizim şöhrete erişmemizin sebebi zaten grup olmamız. Biz birbirimizi tamamlıyoruz. Eğer bu birlikteği bir yapboz olarak görürsek, her birimiz bu yapbozun en önemli parçalarıyız. Ve birimiz olmadığı zaman, bu yapboz asla tamamlanamaz. B.H.: Aslında hep, grup dağılır algısı var. Tabi ki Atakan ve Fatih gidip tek başlarına bir şeyler yapabilir. Ama bu bizim dağılacağımız anlamına gelmiyor ki. Bugün MFÖ üçlüsünden biri ayrı bir proje yaptığında, MFÖ dağılıyor mu? Hayır, yine birlikteler. Bunun gibi düşünebiliriz. Öyle şeyler atlattık ki, o zaman dağılmadıysak, bir daha asla dağılmayız. Biz, birlikte olduğumuzda güçlü ve iyi olduğumuzun farkındayız.

‘SİNEMA İÇİN DOĞRU ZAMANI BEKLİYORUZ’

63


Peki, Kafalar grubu birlikteliklerini beyaz perdeye taşımayı düşünüyor mu?

A.Ö.: Tabi ki de sinemaya bir şeyler yapmak istiyoruz. Ama yaptığımız zaman da en iyisi olsun istiyoruz. B.H.: Teklifler geliyor. Atakan’ın da söylediği gibi sinema adına da güçlü bir şeyler yapmak istiyoruz. Bunun için doğru adımları, doğru zamanda atmamız gerektiğini düşünüyoruz. Gündelik hayatınızda neler yapıyorsunuz? A.Ö.: Spor yapıyoruz. Sormadan söyleyeyim, sevgilim yok. Benim sevgilim işim. (Gülüyor) B.H.: Uzun zamandır sevgilim yok, işlerimizle uğraşıyoruz. Boş zamanlarımızı da zaten hep birlikte geçiriyoruz ve üretkenliğe adıyoruz. Sizce, kullanıcılar sosyal medyayı nasıl doğru kullanmalılar? B.H.: Her şeyden önce kendileri olsunlar. Şuna inanıyorum; senin farklı bir özelliğin, yeteneğin varsa çıkıyor ortaya. A.Ö.: Kendi üzerimden örnek verecek olursam, sosyal medyada attığım fotoğraflarda garip bir duruşum olduğunu söylüyorlar. B.H.: Atakan’ın hiç kimsede olmayan bir yüzü var. A.Ö.: Bu duruşu bilerek yaptığımı zannediyorlar. Küçüklük resmimi de gösterdim sana, benim doğal duruşum bu. B.H.: Yetenekliyseniz eğer, illa ki çıkar ortaya. Bugün sosyal medya ile ulaşamayacağınız yer yok. Öyle büyük bir güç ki… Bir arkadaşımız var; sosyal medyada sesini incelterek hikâye anlattı. Bir gün yanımıza geldi, o bile şaşırmış. Hatta kendisi bile inanamamış. Mesela Atakan ile Fatih’in bir araya gelmeleri, bu kadar popüler olmalarındaki en önemli etkenlerden biri. Yetenek yoksa zorlamaya gerek yok. A.Ö.: Yok diye bir şey yok bence! B.H.: Bence var. Ben buna inanıyorum; varsa zaten keşfediliyorsun. A.Ö.: Vine’da ilk zamanlarda ben de sağa sola mesaj atmıştım. B.H.: Sende vardın ve oldun işte. A.Ö.: Ama onlar olduğunu görmediler ve cevap vermediler… B.H.: Hayır, ben onu kastetmiyorum. Sosyal medya o kadar kuvvetli bir yer ki, az çok tahmin edebiliyorsun.

‘Kafalar’ grubu hangi takımları tutuyor?

B.H.: Koyu Trabzonsporluyum. Twitter’daki tweetlerimin de %99’u Trabzonspor’a yönelik. A.Ö.: Orduspor. Maç olduğu zaman, çok fazla evde durmayı tercih etmiyorum. B.H.: Atakan’ın herhangi bir takıma karşı fanatikliği yok zaten.

64


A.Ö.: Hayır, var. Orduspor taraftarıyım. Orduspor’a selamlar.

Bilal Bey, paylaştığınız videolardan gördüğümüz kadarıyla sesiniz de güzel. Aranızda başka sesi güzel olan var mı?

B.H.: Teşekkür ederim. Benim öyle bir iddiam yok. Sadece söylemeyi seviyorum. Atakan’ın da sesi güzeldir. Bir ‘Ordunun Dereleri’ okusun da görün. A.Ö.: Okuyayım da, siz de yazın. (Gülüyor) B.H.: Atakan’ın bir anısı var, anlatsın. A.Ö.: İlk söyleşimizdeyiz. Bilal şarkı söylüyor. “Atakan’da şarkı söylesin!” tezahüratları üzerine gaza geldim ve Ordu’nun Dereleri’ni söylemeye kalkıştım ve şarkının üçüncü saniyesinde yere yığıldım. B.H.: Ama bir gün şarkı yapacak olursam, ‘Volkan Konak-Aleni’ tadında bir şey olmasını isterim. A.Ö.: Ben de klibinde twerk yapacağım! Buradan söz veriyorum.

Sosyal medya ile uğraşmasaydınız, hangi işle uğraşırdınız?

A.Ö.: Ordu da fındık topluyor olurdum ben. B.H.: Ben, futbol oynuyordum dönemde. Eğer bu iş olmasaydı, bir sap olmazdı bende. Hala daha işletme okuyorum mesela. A.Ö.: Ben hastanede çalışırdım. B.H.: Fatih, çalışkan çocuk mesela. Ondan olurdu yine bir şeyler. A.Ö.: O yolunu bulurdu yine. B.H.: Fatih gerçekten cingöz ve ekmeğini taştan çıkartır.

‘BİR SÜRE METROBÜSTE YAŞADIK’ ‘Kafalar’ grubunun unutamadığı bir anısı var mı?

B.H.: Birlikte çok vaktimiz geçtiği için, çok anımız var. Birbirimize çok absürt şakalar yapıyoruz. İlk zamanlar beraberken maddi anlamda çok zor zamanlar geçirdik. Çünkü İstanbul gerçekten zor bir şehir. A.Ö.: Biz metrobüste kaldık Fatih’le mesela. B.H.: Aynen, benle tanışmadan önce metrobüste kalmışlar bir ay. Ben yalnız yaşıyordum Beylikdüzü’nde. Fatih ile Atakan aradılar beni. ‘Abi, gelelim mi sana?’ dediler. A.Ö.: Dışarıda kalıyorduk ya, kalacak yer arıyorduk. B.H.: Bana öyle bir şey söylemediler. Bana da yalnızlık sıkıntı veriyordu. İyi ki de gelmişler. Zaten bu tanışma olayının videosu Youtube kanalımızda mevcut. A.Ö.: İlk tanıştığımız zamanlar, Bilal’in takipçisi 30 bindi. Benim 300 takipçim vardı ve Bilal benimle fotoğraf atsın diye içim içimi yiyordu.

65


BİNİCİLİK Atı “ sanatsal “ kullanma sporuna binicilik denir. Açılımında; atı sakin, zamanında, tam yerinde, güven içinde ve olabildiğince uygun kuvvet sarf ettirerek kullanma becerisi. Anadolu’da binicilik sporu atalardan gelen bir gelenek olup, muhtemelen genlerde var olan bir tutkudur. Günümüz şehir hayatı koşullarından kurtularak, doğaya duyulan özlemin biraz da olsa giderilmesinin zevkli bir yolu. Binicilik sporunu yapmak için en önemli kural atları sevmektir. Onlardan ürken ve diyalog kuramayan bir kişinin, bu sporu yapması mümkün değildir. Atı yavaşça vuruşlarla okşamalı, onunla konuşmalı ve zaman zaman da ona şeker vererek küçük jestler yapılmalıdır. Siz kadar iyi davranırsanız, o da size o kadar uyumlu şekilde sadık kalacaktır. BINICILIKTE BAŞLICA IKI BIÇIM VARDIR: - İngiliz biniciliği. Bu biçim spor amacıyla yapılan çağdaş biniciliktir; binicinin güvenliğini, at üzerindeki denetimini ve atın rahatlığını dikkate alarak geliştirilmiştir. Çocuklar ata binmeyi, genellikle boylarına uygun, yere sağlam basan midillilerde öğrenirler. - Batı biniciliği ise Amerika kıtalarında kovboy denen sığır çobanlarına özgü biniciliktir. Uzun üzengiler ve ağır eyerler kullanan kovboylar, bacakları düz duracak biçimde ata binerler. Öncelikle aksesuarları tanıyalım: Başlık: Atın sevk ve idaresi için kullanılan temel donatımdır. Kullanım maksatlarına göre birçok çeşidi bulunan başlığın ana parçaları; tepe kayışı, yanak kayışı, burunsallık, çene altı kayışı, alınsallık, boğaz altı kayışı, dizgin, ağızlık demiri (Gem, kantarma vb.) ve yanak lastikleridir.

66


Eyer: Binicinin ata oturması için deri, tahta ve demirden yapılmış teçhizata eyer denir. Eyerin altına konulan eyer altı olarak adlandırılan örtü vardır. Parçaları; ön hane, orta hane, arka hane, üst tepindirik, alt tepindirik, çeki kayışları, kolan, üzengi kayışları ve üzengilerdir. Ata Binme ve Attan İnme Atlar çok akıllı, duygusal ve asla korkulmaması gereken hayvanlardır. Duygularınızı hisseder ve ona göre karşılık verir. Ata binme şekli yeni biniciler için çok önemli olup, başlangıçta at ile doğru iletişim kurmanın gereğidir.

Bu esnada yavaşça parmak uçları üzerine düşmeli ve atın ön bacaklarına çarpmamaya dikkat edilmelidir. Son olarak dizginler sağ elle ve geme yakın bir yerden tutulmalıdır. Attan inmeden önce her iki ayağın da üzengilerden çıkarılmış olması, dikkat edilecek en önemli noktadır.

Dikkat edilmesi gereken sıralama: - atın sol tarafında durmalısınız; - dizginler sol elinizde, atın başını alıp gitmesini engelleyecek bir uzunlukta tutulmalısınız; - sol omzunuz atın sol tarafında olacak biçimde, yüzünüz atın kuyruğuna dönük pozisyonda olmalı ve sol elinizi atın iki kürek kemiği arasındaki boşluğa koymalısınız; - sol ayağınızı, sağ elinizin yardımıyla üzengiye yerleştirip ayağınızla bastırarak üzengiyi kolanın altına doğru itmeli, olduğu yerde ata doğru dönerek eyerin ortasını ya da öte yandaki kenarını tutmalısınız. - şimdi hafifçe sıçramalı ve sağ bacağınızı atın üzerinden aşırarak, yavaşça eyere oturmalısınız; - son olarak ayağınız ile yoklayarak yerini bulduğunuz üzengiye sağ ayağınızı geçirmeli ve dizginleri toplamalısınız.

Üzengilerdeki ayaklarınız yaklaşık 45° açıyla dışarıya dönük olmalı, topuklarınız ayak ucundan hafifçe aşağıda ve dizleriniz eyere değecek biçimde durmalıdır. Yukarıdan bakınca dizkapağı hizasından ileri çıkan ayak ucunuzu görmelisiniz. Ayaklarınızı üzengiye yerleştirilmeden bacaklarınızı serbest olarak aşağıya sarkıttığınız zaman, üzengi demiri ayak bileklerinize değiyorsa, üzengi kayışlarının boyu doğru demektir.

Karmaşık görünse de bir kere doğru bindikten sonra çok basit ve keyiflidir. Ata binerken sağ elle eyeri tutup kendini yukarı çekmek yanlış bir harekettir ve eyerin yerinden çıkmasına neden olur. Attan inmenin ise değişik biçimleri vardır. Genellikle binici - önce atı durdurur, dizginleri ve kamçıyı sol eline alıp iki ayağını da üzengilerden çıkarır; - sonra öne doğru eğilir, sol elini atın boynuna, sağ elini eyerin ön bölümüne dayar ve sağ bacağını atın sırtından çekerek, yere zıplar;

Binicilikte Duruşlar Eyerin üstünde başınız ve vücudunuz dik, yüzünüz ileriye dönük bir biçimde oturmalısınız. Sırtınızı kasmadan, hafif öne eğik durmalı ve başınız rahat olmalıdır. Eyerin önüne doğru ve sıkıca oturmalısınız.

Dizginler sol elinizde ya da parmaklara sarılmış olarak her iki elde tutulabilir. Yuların gerginliği atın ağzının duyarlığına göre ayarlanmalıdır ve çok gergin olmamalıdır. Ayağınızı ya da yalnızca ayak ucunuzu üzengi demirine koyabilirsiniz. Ayağının tümünü yerleştirmek deneyimsiz biniciler için daha fazla güvenlik sağlar, oysa yalnızca ayak ucunu üzengi demirine koymak biniciye daha iyi bir denetim olanağı verir ve baldırlar ile topukların etkili bir biçimde

kullanılabilmesini sağlar. Elleriniz, bacaklarınız, sesiniz ve kamçınızla atın harekete geçmesini, yönlendi-rilmesini ve denetimini sağlarsınız. Ata çok çeşitli yürüyüş ve koşu biçimleri öğretilebilir. En yaygın olanları yürüyüş, tırıs, eşkin ve dörtnaldır. Yürüyüşte atın adımları sol arka, sol ön, sağ arka, sağ ön gibi bir düzen içindedir. Her adım atışta, ayakların ikisi ya da üçü yere basar. Atı yürütmek için dizginler hafifçe tutulur ve bacaklarla usulca bastırılır. At hareket edince, gidişi bacaklar ve dizginlerle denetlenir. Tırısta atın çapraz durumdaki iki bacağı aynı anda hareket eder. Tırıs yumuşak ve dengeli bir gidiştir. Binici eyerde rahatça oturabileceği gibi, ağırlığını üzengiye vererek hafifçe eyerden kalkabilir. Eşkin gidişe tınsın hızlanmasıyla geçilir. Bu gidiş sallanan bir koltukta oturuyormuş ya da dalgaya tutulmuş izlenimi verir. Binici eyerde yürüyüşte olduğu gibi oturur. Eşkin gidişte, bir ön ayakla iki arka ayak aynı anda yerden kesilir. Sonra öteki ön ayak ve iki arka ayak ileri atılır; üç sayılı bir ritmi vardır. Binici eşkin gidişte atı bir yöne döndürmek isterse bunu dönüş yönündeki ön ayak ileri atıldığı sırada yapmalıdır, yoksa atın ayakları birbirine dolaşıp düşebilir. Eşkin hızlanınca dörtnal gidişe geçilir. Dörtnalda ayaklanın hareketi eşkinin aynıdır; binici bütün ağırlığını öne verir. Biniciliğe yeni başlayan bir kişi hiçbir zaman atı yokuş aşağı eşkin ya da tırıs sürmemelidir. At, dizginler hafifçe çekilerek ve baldırlarla biraz sıkıştırılarak durdurulabilir. Binicilik dünyanın en keyifli ve rahatlatıcı sporlarından biridir. Fakat kolay gözükse de öyle değildir. İyi bir binici olmak için yetenek, azim ve çok çalışmak gerekir. Bu süre kişiye göre 6 ay ile 5 yıl arasında süre gerektirir.

67


JİNEKOMASTİ

HER 5 ERKEKTEN BİRİNDE

E

Op. Dr. Volkan Serdar Otrakçı

Erkekte meme dokusunun normalden fazla büyümesi jinekomasti olarak adlandırılır.

Daha çok kadınlara özgü ve erkek anatomisine uymayan bu yağlanma, erkeklerin ikili ilişkilerde sorun yaşamasına ve sosyal yaşantısı içinde özgüven kaybına neden olmaktadır. Şişman ya da zayıf pek çok erkekte görülebilen bu sorun sebebiyle hastalarımız, denize giremediklerinden, çıplak kalmaya çekindiklerinden ve hatta istedikleri gibi giyinemediklerinden şikâyet ederler.

Bir erkek için, genişlemiş göğüsler yapısı son derece stresli ve utandırıcı bir durum olabilir.

Jinekomasti sorununu gizlemek için ikili ilişkilere girmekten çekinen, ergenlik çağında ise, alay konusu olduğu için psikolojik travmalar yaşayan erkeklerin sayısı bir hayli

fazladır. Günümüzde her 5 erkekten birinde gözlemlenebilen jinekomasti sorununun üstesinden gelmek, basit bir uygulamayla mümkündür.

de yapmak gereklidir. Jinekomasti ameliyatı olduktan sonra aynı günün akşamı ya da ertesi gün hastaneden çıkabilirsiniz.

Normalde erkeklerde de meme dokusu vardır, ancak hormonal nedenlerle fazla büyümez. Aşırı şişmanlık, ilaç kullanımı ve hormon bozukluğu gibi nedenlerle tek ya da çift taraflı büyüme olabilir. Vakaların büyük çoğunluğunda bilinen bir neden yoktur. Fakat yine de öncelikle ayırıcı tanılar uygulanarak tümör, sistemik hastalıklar gibi bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır.

Bu nedenle günlük hayatınızı normal olarak sürdürebilirsiniz. 3 hafta süreyle bir korse giymeniz gereklidir. Yüzme-fitness gibi ağır spor aktivitelerinden 1 ay süreyle uzak durmalısınız.

Ameliyat sonrası fazla ağrı olmaz.

Ameliyat için en uygun adaylar sıkı ve esnek cildi olanlar kişilerdir.

Meme 2 ana dokudan oluşur: Yağ dokusu ve meme bezleri. Jinekomasti de bu dokulardaki artışa göre sınıflanıp tedavi yöntemi belirlenir. Glandüler tip olarak adlandırılan jinekomasti de, büyüme meme bezlerinden kaynaklanır. Adipoz tip olarak adlandırılan jinekomasti de ise yağ dokusunda bir artışa bağlı büyüme olur. Hem yağ dokusunun, hem de meme bezlerinin bir arada büyüdüğü tip ise; bileşik tip olarak adlandırılır.

Ameliyat tekniği hangi dokunun büyümüş olduğuna göre değişir. Yağ dokusunun artışı sonucu ortaya çıkan jinekomasti de liposuction uygulanır. Meme bezlerinin büyümesi sonucu oluşan jinekomasti ise, meme bezlerinin büyümüş olan kısımları çıkarılır. Göğsü oldukça büyük olan kişilerde yağlar alındıktan sonra deride kalan deri fazlalığı için germe işlemi

esteworld.com.tr Nispetiye Cad. Aydın Sok. No:1 Etiler, Beşiktaş / İstanbul



Body Building metamorfİk İsmİyle Hİpertrofİ Vücut geliştirme ( Body Building ) bilinçli, dikkatli ve ciddi antrenman gerektiren bir spordur; çünkü vücudunuzda bulunan toplam kas kütlesini arttırma çabası itina ister. Yanı sıra doğru beslenmeniz de gereklidir. Haricinde tüm çabalar boşa gider ve istenilen sonuçlar ne yazık ki elde edilemez.

Bu yazımızda performans setleri ve çalışma definisyonlarına değil, vücut geliştirmeyle ilgili asgari entelektüel platformda bilinmesi gerekenlere değineceğiz. Kas hacmini geliştirmenin tek efektif yolu hipertrofi, yani besin çokluğu sayesinde hücre hacmindeki artış dolayısıyla büyüme oluşturan ağırlıklı egzersizler çalışmaktır. Kulağa komplike gelse de, spor hocanız tarafından vücut tipinize göre en uygun antrenman şekli ve çalışma programı kolaylıkla hazırlanabilir. Gerisi sizin azminize kalmış; iyi beslenip istikrarlı çalışırsanız, adım adım hedefinize ulaşırsınız. KASLARDAKI HACIM TEDARIKI ZINCIRI ÜÇ HALKADAN OLUŞMAKTADIR. İlk halka doğru antrenman yöntemidir. Kısaca bu yöntemlere değinecek olursak; - Ağırlıkları yüksek ve tekrar sayılarını az tutma yöntemiyle sırasıyla çalıştırılan kas grupları en maksimum seviyede uyarılırken, bitkinlik etkisi de minimum olacaktır; bu antrenman yönteminin kısa ve kompakt olması, yani dinlenme sürelerinin kısa tutulması gereklidir.

70



- Kas gruplarını çapraz hareketlerle ve süper setler halinde çalıştırma yönteminde ise vücutta adeta şok etkisi oluşur ve komplikasyon olarak daha hızlı büyüme elde edilebilir. Ancak yukarıda değinmiş olduğumuz üzere, bilirkişinin vücut tipine göre hazırlayacağı çalışma programı ve egzersiz sıralaması çok önemlidir. - Bu yöntemlere ek olarak farklı kas gruplarına ait ve kendi içinde zıt hareket serileri de yapılabilir. Vücut geliştirme antrenmanlarında kaslar üç çalışma şekliyle kasılır : kaldırmak, çekmek ve itmek. Ne kadar doğru ve seri çalışılırsa, o kadar verim elde edilir. Kasların kasıldığı andaki hareket olabildiğince kısa sürüp, gevşediği andaki hareketse daha yavaş olmalı. Bu sayede pozitif negatif kasılma döngüsü sağlanmış olur, ki bu da kasların orantılı gelişmesinde etkilidir. Zincirdeki ikinci halka, doğru beslenmedir. Performanslı ağırlık çalışmak protein ihtiyacını arttırır. Antrenman yoğunluğu ve yapısına göre kişilerin vücudu , kendi ağırlığının her bir kilosu için 3 grama kadar protein ihtiyacı duyabilir. Üçüncü ve son halka uykudur. Düzgün ve istikrarlı bir kas gelişimi için günde en az 7, mümkünse 8 saat uyumak gerekir.

72



- Güçlü ve iri olmak için antrenmanlarınız sağlam egzersizlere dayanmalı: Squat Bench Press Deadlift Military Press Row Power Clean Bu hareketlerin diğer varyasyonlarını sıkça çalışılmalı. Bu hareketler kasları en çok çalıştıran egzersizlerdir. Serbest ağırlıklar, yükü sabitlemeyi sağlıyor. Yani vücut, ağırlıkları kaldırmak için tasarlandığı en doğru biçimle kaldırılmasına müsaade eder. Bu sayede sporcu hareketin her yönünü kontrol altında tutabildiğinden odaklı bölgeler çalışmış oluyor. - Sporcu gücünü hızlı bir şekilde arttırmak için sinir sistemini daha fazla güç -üretimi için zorlamalıdır. Bunun için yapılması gereken en iyi tekrar sayısı 1-5 arasında gerçekleşmelidir. Daha fazla tekrar sinir sisteminin başka alanlara odaklanmasına neden olur. - Hareketin doğru tekniği üzerinde çalışılmalı. Teknik çalışarak ilerletilir ve sinir sisteminin kaslara çalışma emrini vermesini sağlar. Aynı zamanda doğru teknik sayesinde sakatlıklar da önlenir. - Antrenmana başlarken ilk setlerde boş bar kullanın ve sistematik şekilde kilo arttırın. Güç kazanmak için her sette ağır kilolar kaldırmak zorunlu değildir. Antrenör sporculara tüm kas grupları için doğru ısınma hareketi ve tekrarını gösterecektir. - Yanlış hareket tekniğiyle daha fazla ağırlık kaldırmak bir¬ sonuç vermeyecektir, dolayısıyla hareketin doğru olduğundan emin olarak kiloları arttırmak gerekli. Gerekli, çünkü vücut kendini ağırlıklara adapte eder ve kalıcı büyüme sağlar. - Beslenme takviyeleri için protein, multi vitaminler ve balık yağı gibi takviyeler alınmalı. Ayrıca Kreatin, mevcut ürünler¬ arasında üzerinde en çok çalışma yapılmış takviyedir. Güç ve kas kütlesi ¬artırımı için kullanımı çok avantajlıdır. Unutmayın, tüm kas gruplarına özgü farklı çalışma şekilleri vardır ve bu hareketler antrenör veya koçlar tarafından vücut yapısına özel kombine edilir; üç halkalı tedarik zincirini unutmayın ! Kolay gelsin..

74



Yusuf GÜL - Sporcu Beslenmesi Uzmanı & Diyetisyen

G

ünümüzde artan spor yapma kültürünün getirisiyle birlikte bilinçsiz spor yapmanın meydana getirdiği spor sakatlanma oranları doğru orantılı olarak artmaktadır. Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk, özel bir bağ dokusu organıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve kuvvetin çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder. Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Ayrıca fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olurlar. Bel ağrısı insanın yaradılışından beri karşılaştığı bir sorundur. Binlerce yıl önceden günümüze kadar gelen tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre bu hastalık insanlık tarihi kadar eski. Yakın zamanda yapılan araştırmalar insanların % 80 - % 85’inin hayatlarının bir döneminde bel ağrısı şikayeti ile karşılaştıklarını ve en çok 30 - 40 yaşlarında olan bireylerin bu rahatsızlığı çektiklerini göstermektedir.

BEL FITIĞI OLANLAR YA DA BEL FITIĞI AMELIYATI OLANLAR SPOR YAPABILIR MI? Gerek sağlıklı kişilerin ve gerekse bel fıtığı rahatsızlığı olanların periyodik olarak yapacakları egzersizlerin hastalık riskini azalttığını görülmüştür. Bel, sırt ve karın adalelerini güçlendirmek için gerekli olan hareketlere ömür boyu devam edilmelidir.

Kasların güçlendirilmesi ve belli bir oranda esnekliğin korunması bel omurlarımıza intikal eden yüklerin karşılanmasında son derece önemlidir. Bilinçsiz bir şekilde, sosyal medya üzerinden paylaşımda bulunulan veya egzersiz merkezlerinde herkese genel olarak uygulanan egzersizleri yapmak faydadan çok zarar verebilir.

Hastalığın akut (yeni başlamış) veya kronik (uzun süredir devam eden) olmasına, hastalığın şekline, hastanın fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarına ve yaşına göre egzersizlerin şekli değişecektir Hastaya gerekli egzersizler hekimi tarafından verilmeli veya hasta bunun için hekimine danışmalıdır.


Fizik tedavi uygulamaları bel ağrılı hastalara uygulanabilir. Bu uygulamaların ağrı kesici, kas gevşetici, doku yenileyici veya tamir sürecini hızlandırıcı etkilerinden faydalanılır. Akut olgularda da uygulanmakla birlikte daha çok hastalığın akut ağrılı döneminin geçmesini takiben kronik bel ağrılı hastalarda fizik tedavi uygulamalarının alternatif bir tedavi seçeneğidir. Bel fıtığı olanlar hangi egzersizleri yapabilir? Bel ağrılı hastalarda en çok önerdiğimiz egzersiz yürüyüş, yüzme, sırt üstü yatar pozisyonda bisiklete binme egzersizleridir. En çok önerilen egzersiz yüzmedir. Yüzmede suyun kaldırma kuvvetinden faydalandığınız için, bele yüklenme ve ters hareket yapma ihtimaliniz çok azalıyor. Ek olarak kasları, özellikle sırt kaslarını son derece efektif bir şekilde çalıştırabiliyoruz. Uygun bir ayakkabı ve mümkünse sert olmayan ve düz bir zeminde yapılan yürüyüş, bel kasları için iyi gelir. Spor salonlarındaki sabit yarı yatar bisiklet egzersizleri bel ağrılı hastalar için önerilen aktivitelerdendir. Bel fıtığı olanlar hangi egzersizlerden kaçınmalıdırlar? Üst düzeyde performans sporlarında ters hareket yapma ihtimali çok fazladır. Özellikle futbol, basketbol, voleybol, hentbol, judo, tekvando, judo, boks, atıcılık, güreş v.b Kürek egzersizi ise bel için çok risklidir çünkü belden bükülmeler, ağırlık çekmeler vardır. Bel fıtığından en ideal ve düzgün korunma yöntemi nedir? Bel, gövde ve karın kaslarımız dengeli bir şekilde kuvvetli olursa belimizi saran bir kas korsesi oluşuyor.Vücudumuza korse takmamız gibi, bizimde kastan oluşan güçlü bir korsemiz oluşuyor. En ideal olan ve en düzgün koruma yöntemi vücudun kendi korsesini geliştirmektir. Egzersizleri düzenli yapmak bunu sağlıyor. Bel ve Boyun Fıtıklarından Korunmak İçin Nelere Dikkat etmelidir? Genel duruş, oturuş ve çalışma pozisyonlarına dikkat edin. Mutlaka yerden bir şey alırken dizlerinizi bükerek olabildiğince yaklaşın, öne eğilmeyin.

Kırıkçı ve çıkıkçıların yaptığı tedavilere itibar etmeyin. Bunlar sizin daha ciddi sakatlanmalarınıza neden olacaktır. Yavaş ve orta şiddette yürüme, hafif tempolu koşu veya yüzme gibi kondisyon egzersizleri yapın.

Kesinlikle ani ve zorlayıcı hareketler yapmayın. Beden kitle indeksinize dikkat ederek mutlaka fazla kilolardan kurtulun. Belinizi, sırtınızı boynunuzu sıcak tutup üşütmeyin, klima veya vantilatör esintilerinden korunun. Egzersizleri düzenli olarak yaparak vücudunuzda kas korsesi oluşturun. Gövdenizle değil, ayaklarınızı kullanarak dönün. Uzun süre aynı pozisyonda kalmamaya özen gösterin. Bel rahatsızlıklarından korunmanın en güzel yolu bel, gövde ve karın kaslarımızı dengeli olarak kuvvetlendirip yukarıdaki uyarılarımızı dikkatte almanız dileği ile sağlıklı ve ağrısız günler dillerim. Bel fıtığı ameliyatı olanlar spor yapabilirler mi? Sorunun cevabı yapılan sporun özelliklerine, ameliyat yöntemine, cerraha ve hastaya bağlı olarak değişir. Arada bir düzensiz spor yapan birisi veya düzenli çalışan birisi olabilirsiniz ve hatta profesyonel sporcu da olabilirsiniz. Ameliyat açık yöntemle veya kapalı yöntemle yapılmış olabilir. Bunlar önceden bilinen ve hesaba katılan değişkenlerdir. Her insanın vücudu travmaya ve ağrıya farklı yanıt verir. İnsanların ayrıca spor yapma motivasyonları farklı farklıdır. Son olarak da her cerrahın çalışırken çevre dokularda oluşturduğu travma yani zedelenme oranı değişir. Bu cerrahın deneyimi, kişisel özellikleri ve bu ameliyatı ne sıklıkla yaptığı ile ilgilidir. Bunlar da ölçülemeyen veya kestirilemeyen değişkenlerdir.

Sigaradan uzak durun çünkü sigara disklerin dolaşımını bozarak dayanıklılığını azaltır. Araç kullanırken direksiyona doğru eğilmeyin, bel kavisini destekleyin, uzun yolda sık ara verip kısa yürüyüşler yapın. Yatarken sert yatakta sırtüstü veya yan yatın, sakın yüzüstü yatmayın.

SPORA DÖNÜŞ

AÇIK OPERASYON

LAP. OPERASYON

HAFİF (KARDİYO)

10-14 gün

3-5 gün

AĞIR SPOR

4-6 hafta

15-20 gün

PROFESYONEL

6-8 hafta

20-30 gün

HAFİF (KARDİYO): Düz koşu, koşu bandı, 10 kg kadar dumbıl ile kol çalışması ORTA DÜZEY: Düz koşu, koşu bandı, 10 kg kadar dumbıl ile kol çalışması; eliptik, bisiklet, yüzme AĞIR SPOR: ikili mücadele gerektiren amatör sporlar, salonda hafif ağırlık çalışması.

PROFESYONEL SPOR: ikili mücadele gerektiren profesyonel sporlar, salonda ciddi ağırlık çalışması. Bel fıtığı nedeniyle mikrocerrahi yöntemle ameliyat olmuş ve onlarca bel fıtığı hastasını ameliyat etmiş ameliyat sonrası geç dönem kontrollerini takip etmiş bir cerrah olarak halen aktif ve düzenli olarak fitness antremanları yapmaktayım.Ameliyattan sonraki erken dönemde öncelikle bel kaslarını kuvvetlendirecek pasif egzersizlerin sonrasında kademeli olarak tekrar istediğim önceki sağlıklı halime geri dönüş sağladım.Şimdi ise fitness egzersizlerime haftada iki gün pilates egzersizlerini ilave ettim.Bu hem esnekliği ciddi şekilde artırmama neden oldu hem de uzun süre ameliyat esnasında oluşan postür bozukluğunun düzelmesini sağladı. Son olarak sizi ameliyat eden doktorunuzun önerilerene muhakkak uyun nedeni ise sizi spor hocanızdan daha iyi tanıyor olmasıdır. Herkese sağlıklı ve bol sporlu bir yaşam dilerim.

77




Terapi MutfagI Hazırlayan: Volkan Demir - Psikoloji Uzmanı

Çapkın mıyım yoksa Dünya Sağlık Örgütü cinsel sağlığı, “cinsellikle ilgili olarak bedensel, duygusal, zihinsel ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali” olarak tanımlamıştır. Cinselliğin kiminle, nasıl, nerede ve ne şekilde yaşanacağını, nasıl uyarılıp, nasıl doyuma ulaşılacağını belirleyen unsur bireyin kendisi midir? yoksa ailesi, sosyo-kültürel yapısı ile birlikte gelenek ve dini inançları da cinsel tutum ve davranışlarını belirleyen faktörler arasında mıdır? Birçok zaman, yukarıda sayılan unsurlardan biri ya da birkaçı herhangi bir cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasında başlıca rol oynayabilmektedir. Örneğin erkeklerde sıklıkla görülen; erkekler her daim sekse hazırdır, erkekler duygularını belirtmezler, erkekler kadını nasıl mutlu edeceğini bilmelidir, penis sertleşmezse erkek seviştiği kadını istemiyordur, penisin büyüklüğü onun cinsel gücünün göstergesidir gibi cinsel mitler erkek cinsel işlev bozukluğuna yol açabildiği gibi sevişmeyi başlatan kadın ahlaksızdır ilk cinsel ilişki kadın için çok ızdırap vericidir ve tehlikeli olabilir, mastürbasyon ile kızlık zarı bozulabilir gibi bir çok yanlış inanış kadınların da cinsel cinsel yaşantısını olumsuz etkileyebilmektedir. Diyebiliriz ki, bireyin cinsel davranışının şekillenmesindeki en önemli etken, bireyin içinde yetiştiği sosyo-kültürel ve dini yapının cinselliğe karşı bakış açısıdır.

Seks Bağımlılığı Nedir?

Seks bağımlılığı, bireyin fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak için, bireyin sürekli cinsel eylemde bulunma ihtiyacı hissetmesi olarak tanımlanabilir. Bu bireylerin zihni seks yapmak ya da cinsel içerikli faaliyetler ile meşguldür. Seks bağımlıları için kimle ya da nasıl seks yaptıklarının bir önemi yoktur. Aynı alkol ya da madde bağımlılığında olduğu gibi, yokluk anında birey sıkıntılı ve sinirlidir. Bu da kişiyi yoğun seks isteği ve bu istekten dolayı; günde birden fazla mastürbasyon yapma, pornografik dergi, film gibi materyallerle fazla vakit geçirme, interneti çoğunlukla seks amacı ile kullanma ve sohbet sitelerinden partner bulmaya yönelik uygun olmayan cinsel eylemlere iter.

Cinsel işlev bozukluğu görülen bireylerde geçmiş travmatik yaşantılar Bireylerin ruhsal dünyalarında uzun süre olumsuz etkiye neden olan her olay ve durum “travmatik” olarak adlandırılır. Aile içinde yaşanılan fiziksel ya da duygusal şiddet, tecavüz-cinsel istismar, işkence, ani hastalıklar, gasp-soyulma, yaralanma, sakat kalma,

80

dışlanma, ihmal edilme, terk, aşağılanma gibi durumlara maruz kalan bireyleri etkileyen olaylar travmalara örnek olarak verilebilir. Birçok araştırma, travmaların, cinsel işlevleri bozabileceğini ortaya koymuştur. Bu bireylerin psikolojik değerlendirmeleri yapıldığında, bu sorunlara neden olan faktörlerin başında çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanan cinsel tacizler göze çarpmaktadır. Tacize maruz kalan kadınlarda vajinusmus, cinsel isteksizlik gibi cinsel işlev bozuklukları görüldüğü gibi gelişigüzel cinsel ilişki kurma, cinsel dürtülerini kontrol edememe durumu da görülmektedir. Araştırmalar göstermektedir ki özellikle çocukluk döneminde cinsel tacize maruz kalan kadınlarda seks bağımlılığı görülmektedir. Erkeklerde aynı şekilde cinsel tacize maruz kalması seks bağımlılığına yol açabilmektedir. Tüm bu travmatik etkiler bireyde depresif belirtilere neden olmaktadır. Birey, yetersizlik, endişe, kaygı, öfke gibi duygularını cinsel yaşantılar ile bastırmaya çalışır.

Kadınlarda Seks Bağımlılığı: Ayna ayna söyle bana benden daha örselenmiş var mı dünyada?

Çocukluk dönemlerinde annesi ya da babası tarafından ilgiyi göremeyen bireyler için beğenilmek ve önemsenmek hayatlarındaki nihai amaçtır. Bu bireyler dışarıdan küçük dağları ben yarattım gibi görünselerde benlikleri zayıf ve kırılganlardır. Bu da onların kolay depresyona girmelerinin zeminini oluşturmaktadır. Bu nedenle, depresif duygulanım ve yetersizlik duygularının üstesinden gelebilmek adına mastürbasyon da dahil tekrarlayan cinsel faaliyetler ile kurtulmaya çalışma durumu görülmektedir.

“Alex Haines: Amy ile yaşamak tıpkı kendi porno yıldızına sahip olmak gibi bir şey” Bir dönem ilişki yaşadığı Alex Haines, sevgilisi Amy Winehouse’un sadece bir uyuşturucu değil aynı zamanda bir seks bağımlısı olduğunu da açıklamıştı. Günde en az 4 ya da 5 kez seks yapardık. Hatta bazen Amy beni sırf seks yapmak için uyandırırdı. O sadece bir uyuşturucu bağımlısı değil aynı zamanda bir seks bağımlısı da.” şeklinde açıklamalarda bulunmuştu. Amerikalı gazeteci Daphne Barak, ‘Saving Amy’ adlı kitabında, Amy Winehouse’u


uyuşturucuya iten temel nedenin sevgisizlik olduğunu yazmıştır. Dokuz yaşındayken annesi ve babası boşanan Amy’nin yaşadığı problemlerin ailesinin diğer üyeleri özelliklede babası Mitch tarafından gerçek sorunlarının üzerini örtmek için kullanıldığını ifade etmiştir. Erkeklerde seks bağımlılığı: Uzat vajinanı Rapunzel ben geldim. Araştırmalar erkeklerde seks bağımlılığının kadınlardan dört kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de cinsel istismara uğramak, yetişkinlik döneminde birçok sorunla beraber seks bağımlılığına da neden olabilmektedir. Çocukluk çağında anne tarafından duygusal şiddete maruz kalması ya da ihmali erkeklerde de bu sorunun ortaya çıkaran sebeplerden biridir. Kadından kadına koşan, sürekli partner değiştiren erkekler sayıca çok fazla kadınla birliktelik yaşayarak cinsel güçlerinin çok fazla olduğunu kanıtlama yolundadırlar. Bu yolla derinlerde yatan yetersizlik duygularının üstesinden gelmeye çalışırlar.

“Seks bana yetmiyor. Özellikle striptizcileri izlemekten zevk alıyorum, onlara dokunmak istiyorum” Türk asıllı aktris Ayda Field ile evlenen ünlü İngiliz şarkıcı Robbie Williams, henüz dört yaşındayken ailesi dağılan ve psikopati, obezite, narsizm, alkol ve madde bağımlılıkları ile savaşan milli damadımız Rob, bir seks bağımlısı olduğunu ve binlerce telekızla birlikte olduğunu açıklamıştır. Küçük dağları ben yarattım: Nam-ı diğer narsizm Seks bağımlılarının öykülerine bakıldığında büyük bir kısmının narsistik kişilik özellikleri gösterdikleri görülmektedir. Dışarıdan çok çekici, eğlenceli, sıcakkanlı ve kendine güvenli gözüken narsistik kişilikler, içinde kendisini yetersiz, değersiz, sevilmeye layık olmadığını düşünen yalnız bir küçük çocuk yaşatır. Narsistik yapıya, soğuk ve mesafeli olan, sevgisini göstermeyen anne ya da babanın neden olduğu bilinmektedir. Çocukluk döneminde ebeveynleri tarafından alamadığı sevgi ve ilgiyi başkalarından alabilmek için hayatının her döneminde beğenilmeyi, ilgi görmeyi ve önemsenmeyi bekler. Çocukluğundan itibaren içinde bulundukları olumsuz yalnızlık, öfke, nefret gibi duygulanımları ve var olan boşluk duygularını cinsellik ile doldurmaya çalışırlar. İlişkilerinin başlarında cinsel arzusu yüksek olan bu kişiler zamanla bu ilgilerini kaybederler ve cinsel sorun yaşayabilirler.

Çıplak Tenimin Hafızası

Ünlü aktör Michael Douglas’ın 90’yıllarda seks bağımlısı olduğunu açıkladıktan sonra, birçok ünlünün bu yöndeki itirafları ve tedavi girişimleri seks bağımlılığını magazinsel ve günlük bir fenomen haline getirmişti. Ancak seks bağımlılığı, Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından kabul edilen ruhsal bir bozukluktur. Seks

bağımlılığı, bu sorunu yaşayan bazı bireyler tarafından bir tabu iken, bazı bireyler içinde gurur kaynağı, övünme nedeni olarak gördükleri bir durumdur. ‘‘Seyahatlerimde tanıştığım yüzlerce kadınla birlikte oldum. Bazılarıyla sadece bir kez, bazılarıyla da bir kaç kez. Eminim benim gibi yığınla insan vardır ve kadınlar bizim libidomuzun sürüklediği bu oyunun sadece bir parçasını oluşturuyor.” Evli ve çocuk sahibi 28 yaşında genç bir kadının askerdeki eşini 300 erkekle aldattığını Şebnem Berrak A. takma adıyla yazmış olduğu kitabında “Aylardır kimseyle sevişmemiştim. Aklımda onunla sevişmek yoktu, istemiyordum, ama öpüşmeye başladık, sonra beni kucakladı, yatak odasına götürdü. Üstümdeydi, o şekilde öpüşüyorduk, dayanamadım, acıdım ona ve birlikte olduk. anında boşaldı, özür diliyordu, bense bu durumdan memnundum. Hem istemiyor, hem de acıdığım için bir erkekle beraber oluyordum. Arzulamadığım halde, sırf acıdığım için birlikte olduğum kaçıncı erkekti bu? sanki o bana acıyor muydu? beni düşünüyor muydu? Onun umurunda bile değildim” ifadelerine yer vermiştir. Kitabın basımından bir süre sonra kişinin gerçek isminin deşifre olmasıyla birlikte eşi mahkemeye başvurarak, karısına boşanma davası açmış ve boşanmışlardır. “Sürekli pornografik materyaller ile iç içeyim, dışarıda gördüğüm kadınlardan çok etkilenip onları mutlu etmek istediğim yalanına inanmaktayım. Eşimle geçirecek bir tek hafta sonum varken, hangi kadınla birlikte olsam düşüncesinden sıyrılamıyorum. Bunun yanında AIDS riskinin farkındayım fakat engel olamıyorum. Ne olur beni kurtarın”

Tedavi

Seks bağımlılığının tedavi programı bireye göre düzenlenmektedir. Bu problemi yaşayan bireylerde, yukarıda da bahsedildiği gibi genellikle zeminde depresyon belirtileri bulunduğundan ve bunun nedeni de çocukluk travmaları olduğundan dolayı psikoterapide nihai amaç travmatik yaşantıların yol açtığı etkilerin ortadan kaldırılmasıdır. Terapi süreci genellikle altı ay ile bir yıl arasında değişmektedir. Bireyin algılama ve olumsuz düşünme gibi hatalı kognisyonlarına karşı farkındalık geliştirmenin yanında, bireyin sorunlarıyla yüzleştirilmesi, sorunlarla başa çıkma becerilerinin geliştirilmesi, bağımlılık kavramının öğretilmesi psikoterapinin temel amacıdır. Hipnoz, travmatik yaşantıların yol açmış olduğu cinsel isteksizlik, vajinusmus gibi psikolojik kökenli cinsel işlev bozuklukların yanında yine travmatik yaşantıların yol açmış olduğu bir dürtü kontrol bozukluğu olan seks bağımlılığında da tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kullanılan araçlar arasında yer almaktadır. Terapilerin amacı, kişinin cinsellik ile yoğun uğraşma hali, gelişigüzel seks yapma isteği ve uygun olmayan cinsel deneyimlerin yaşanması halinin ortadan kalkması ile birlikte daha sağlıklı cinsel ilişki yaşamasını sağlamaktır.

81


CİNSEL SAĞLIK Hazırlayan: Op. Dr. Miraç TURAN

Erkekleri̇n korkulu rüyası

HPV NEDİR?

TANISI NASIL KONUR? İlk teşhis hastanın veya partnerinin şüphesi ile başvurulan doktorun muayenesinde konulur. En etkin teşhis yöntemi pcr multiplex testi, kadından alınan smear örneğinden yapılan patolojik incelemeyle konur. HPV genotipleme en güncel kullanılan yöntemdir. TEDAVİSİ NASIL OLUR? Virüsü vücuttan tamamen atılabilmesi için bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. Genital bölgede siğil görüldüğü zamanlarda kozmetik amaçlı veya virüs yükünü azaltabilmek için kullanılan yöntemler vardır. En çok bilinenler krem şeklinde sürülebilen medikal ürünler, kriyoterapi ve en çok kullanılan koterizasyondur. Koterizasyonla siğiller yakılır. Çok geniş alana yayılan siğilleri genel anestezi altında

82

,daha küçük ve az sayıdaki siğiller lokal anestezi ile yakılır. Siğillerin yakılması veya dondurulması siğillerin bir daha oluşmayacağı anlamına gelmez. Siğillerin tekrarlaması hastaların bağışıklık sistemi veya virüsün gücüne bağlıdır. AŞISI VAR MI? Bazı türler için aşılama yapılabilir. Son yıllarda aşılamanın erkeklere de uygulanabileceğine ilişkin yayınlar çıkmıştır. HPV virüsü bulaşmamış kişilerde aşının kansere karşı koruyuculuğu daha fazladır. Son zamanlarda aşının virüsü öldürebilecek yeteneğinin olduğu gösterilsede tartışmaları devam etmektedir. NASIL KORUNULUR? Cinsel temasın tam veya yüzeysel olması virüsü bulaştırmak için yeterlidir.

Kondom kullanmak bulaştırmamak için çok az etkilidir. Kondomun örtemediği genital alandan virüsler bulaşabilir. Son zamanlarda virüsün sadece cinsel yolla değil el teması veya oral seks ile bulaşabileceği anlaşıldı. Ve son yıllarda virüsün kanser yapma sıklığı ve gücü arttığı bilinmektedir. Virüsün bulaştırılması engellenemez duruma gelmiştir fakat kanser yapıcı etkisinden aşı ile korunulabilinir. EK BİLGİ, TESPİT VE TAVSİYELER • Genital bölgede siğil veya benzeri et benlerinin tıraş edilmemesi ve doktora başvurmadan önce tüy dökücü krem kullanılması. • Tedavi sonrasında bağışıklık sistemini arttıracak yöntemlere başvurulması; sigara tüketiminin azaltılması veya bırakılması,


Human Papilloma Virüs, genital bölgede, en çok cinsel yolla bulaşan virüstür. Siğil meydana getirebilir veya kişide yıllarca taşıyıcı olarak kalabilir. Siğile sebep olan HPV virüslerinin düşük, orta ve yüksek riskli tipleri vardır. Risk yükseldikçe kanser riski de artar. Sosyal etkileri, sağlık probleminden daha fazladır. Hastaların yanlış bilgilendirilmesi, teşhis ve tedavi yöntemlerinin kısıtlı oluşu, tekrarlayabilmesi negatif yanlarıdır. Hastaların iyi yönlendirilmesi, bilgilendirilmesi tedavi seçenekleri kadar önemlidir.

gece uykusunun düzenli ve tam olması, su tüketiminin arttırılması, cinsel partner sayısının azaltılması mümkünse tek eşliliğe geçilmesi, alkol tüketiminin azaltılması vb. Hastalar çoğunlukla bu saydığım yöntemleri belli bir süre yapabilmekteler fakat bunun bile çok yararı vardır. Virüsün vücuttan tamamen atmak için yöntem olmasa da yıllar sonra kendiliğinden uzaklaşabilir. • Genital siğil ile karşılaşıldığında sosyal problemleri de yanında getirir; partnere anlatamamak, cinsel ilişkinin fobiye dönüşmesi, sağlığı açısından endişe duyması, bilgi eksikliğinden dolayı çevresine zarar verip vermeyeceğini bilememesi, onu anlayacak kişi veya hekimi bulamaması, hekimin bu konu ile ilgisinin fazla olmaması gibi. Hasta kendini rahat

hissedecek ve gizlilik esasının tam bilincinde olunması gereken adresi bulması bu sosyal problemleri aşmasındaki ilk yardımcı etkendir. • Genital siğil tedavisi yaygınlaştığı için hastaların kafası karışmakta, doğru veya yanlış bir sürü yöntemi duyabilmektedir. Tercih edilecek tedavinin etkinliğinin iyi olması, genital bölgede en az hasar veya iz bırakacak yöntemin seçilmesi doktoru ile seçeceği plana göre değişebilir. Hastaların HPV virüsü ile tanışması ve sonraki aşamalarında sosyal hayatlarının etkilendiğini görmekteyim. Belli bir süre kabus yaşasalar da üroloji doktorlarının yapacağı koçluk ile bu süreç psikolojik açıdan en az hasarla atlatılabilir. Sağlıklı bir cinsel yaşam dilerim.

83


SAÇ EKİMİNİN BİR FELSEFESİ OLMALI Saç ekimi adeta bir resim sanatı gibi, kişiye özel dokunuşlarla uygulanmalıdır. Saç ekiminde marjinal ve standart çalışmalar değil, erkeğin doğallığını yansıtacak özgün çalışmalar her zaman tercihimdir.

H

er insan hayatı boyunca mutluluğun daim olmasını ister. Fakat mutluluk aslında öncelikle iyi bir ruh haliyle kendi hayatını yaşamaktan geçer.

İyi bir görünümde, iyi bir ruh halinin yansımasıdır. Özellikle erkekler için iyi görünümün başında gelen olmazsa olmazlardan bir tanesi saçlarıdır. Çünki erkeklerin doğası gereği neredeyse tek aksesuarı ve bakımlı görüntüsünü dış dünyaya yansıtacak olan en önemli yol saçlarından geçer. Bu yüzden saç dökülmesi ilerleyen yaşlarda erkeklerin kabusu haline gelmektedir.

Tarihe baktığımızda geçmişten günümüze bir çok erkek saç dökülmesinden şikayet etmektedir. Günümüzün yaşam şartları stresli çalışma koşulları kullandığımız kimyasal şampuanlar erken yaşta saç dökülmesini tetiklemektedir. Saç dökülmesin aslında bir çok nedeni vardır, ama bunaların başında gelen en önemli dökülme tipi [androgenetik alopesi] dediğimiz yani anneden veya babadan geçen genlerden kaynaklanmaktadır. Artık günümüz teknolojisi ile neyse ki bu muzdarip olduğumuz sorundan kurtulamak mümkün hale gelmiştir. Gerek gelişen

teknoloji gerekse yıllardır edindiğimiz tecrübelerimiz ile saç ekiminde, yüz güldürücü sonuçlar elde etmekteyiz. Türkiye tecrübeleriyle, saç ekimi alanında bir dünya markası haline gelmeyi başarmıştır. Şuan itibariyle Türkiyedeki sağlık turizminin %60 lık gibi büyük bir kısmını sadece saç ekimi sırtlamaktadır. Başarılı sonuçlarla özellikle orta doğu ve avrupa ülkelerinin tercih ettikleri en popüler ülke olmakla bunun bugün haklı gururunu yaşamaktayız. Saç ekimi ve estetik cerrahi alanında Türkiyenin en önde gelen kurumlarından bir tanesi olan ESTE MEDICAL olarak bu paya katkı sağlamaktan onur duymaktayız. Öncelikle saç ekiminden biraz bahsetmek istiyorum. Aslından bilinenin tam aksine büyük bir cerrahi müdahale olmaksızın, lokal anestezi ile uygulanan bir işlemdir ve yatak istirahati gerektirmez. Saç ekimi yaptıran misafirlerimiz ertesi gün istediği gibi gezebilir ve günlük işlerini rahatlıkla görebilmektedir. Uygulanan ve bilinen yöntemlerden en ayırt edici özelliğimiz aletlerimizin tamamının altın kaplama olması ve böylelikle saç dokusuna hiç bir zarar vermemesi, en doğal sonuçlar elde etmemizi ve dahada yüz güldürücü hale getirmektedir. Biz buna GOLD HAİR TRANSPLANT diyoruz. Bununla birlikte alışılmışın dışında artık saç ekimi yaptırmak isteyen misafirlerimizin saçlarını kesmeden saç ekimi yapmayı mümkün hale gelmektedir. Aslında saç ekiminde cerrahi aletler haricinde, teknoloji çok yer bulamamaktadır. Çünki son zamanlarda çıkan saç ekim robotu adı al-

tındaki makinalar ne kadar iyi olurlarsa olsunlar olası hata payları her zaman bulunmaktadır. Bunların tecrübeli bir elin verdiği inceliği ve hassaslığı veremeyeceğinin bilincindeyiz. O yüzden biz misafirlerimizi tamamen bir robota bırakmak yerine tecrübelerimizden faydalanarak marjinal çalışmalar değil, erkeğin doğallığını yansıtacak, özgün çalışmalar her zaman tercihimizdir. Birde saç ekimi ile aynı anda uyguladığımız [growht factor] yani büyüme faktörü var. Ekim yapılan saçların daha erken sürede çıkmasını ve büyümesini sağlamaktadır. Bunu biz tüm saç ekimlerimizde standart olarak uygulamaktayız. Saç ekimindeki en önemli aşama olan ekilecek olan saçların gireceği kanallardır. İşte tam burada gold hair transplant devreye girmektedir. Çünki açılan kanalların doğru sıklığı ve doğru yönü bulması en doğal sonuçlarında beraberinde getirmektedir. Saç ekimini gerçekleştirdiğimiz İş dünyası ve spor camiasının önde gelen isimlerini değerlendirmeler Bizim için saç ekimide hedeflediğimiz öncelikli kural ve olmazsa olmazlarından en önemlisi doğallığı ve kimsenin saç ektirdiğinin farkına varmamasıdır. Saç ekimini gerçekleştirdiğimiz ülkemizin İş dünyası ve spor camiasının önde gelen isimlerinin tercihlerinin en haklı sebebleri, gold hair transplant ile doğallıta büyük avantaj sağlamaktadır. Gördüğümüz sonuçlarımız ve her geçen gün daha çok saç ektirmek isteyen kişilerle karşılaşmamız bizim ne kadar doğru yolda ve hedefimizi gerçekleştirdiğimizin haklı yansıması olmanın verdiği mutlukla her yıl binlerce insanı mutlu etmekten gurur duymaktayız.

15 yıldır 20000 kişi yanılmış olamaz. Mehmet Karaşahin Este Medical Center Direktörü

84


a S c e i v k d eti

ca e

a c i k ve S

le i v a d e çT

e Est m

dEsteti estemedica e t e center m es

a c i k ve

i tet

r e t i r e n l i v e a c d

Te ç Sa

Estetik ve Saç Tedavileri

r e t i r e n l i v e a c d

a S c e i d etik v

GOLD a e c i Te ç Sa

e v m HAIR TRANSPLANT k i d t e t e ste

s e

n e caç Te

Est

m e t s r e e t i r e r n l i v e e a t c ri d e e n l T i c v ç e a i a a c d c e d eS T i v ç te a k e a s i d t S E c e e t i e s v m E k i d t e e m t t e s E s m e e t r es e t i r e n l r i v e e a t i c d r e e T n l i ç v a e a a S c d c e e i T v ç ik a a d t S e c e e i v m Est k i d t e m e t t e s e E s t m e s e e t www.estemedicalcenter.com s e 0531 297 41 41ntveilerri E

FUE

İle Artık Saçlar Kesilmeden Saç Ekimi Mümkün

ceTeda


GENÇ, SIKI VE ŞEKİLLİ BİR VÜCUDA SAHİP OLMAK İÇİN

AMELİYATSIZ KALICI YÖNTEMLER Hazırlayan: Dermatoloji Uzmanı Dr. Bilge Ateş

G

üzellik ve güzel görünmek kavramlarının insanlık tarihi kadar eski ve her çağda değişen formlarına rağmen vazgeçilmez olduğu su götürmez bir gerçektir. Her ne kadar hayatta her şeyin öznel olduğunu, evrensel yasaların dahi, en azından toplum açısından, paradigmalardan ibaret olduğunu söylesek de, bazen ortak güzellik anlayışları oluşabiliyor. Tüm insanlığın peşinde koştuğu bu kavramlar her çağın felsefecilerini derinden etkilemiştir. Afrodit gibi bir

86

tanrıçaya sahip olan Grek kültürü bu kavrama duyarsız kalamamış, “güzel”i matematiksel olarak betimlemiştir. Zamanla kusursuzluk ölçütü olarak “orantı”, “altın oran” kavramları öne çıkmıştır. Modern yüzyılda insanların büyük çoğunluğu, vücut imajlarından hoşnutsuz olmalarına neden olan ve «oranı bozan» problemli bölgelerinin tedavisi için cerrahi olmayan vücut şekillendirme sistemlerine ihtiyaç duymaktadır. UltraShape V3, VelaShape III ve Zeltiq CoolSculpting teknolojileri bölgesel yağlanma, elastikiyet kaybı ve selülit üzerindeki etkinlikleri bilimsel olarak kanıtlanmış konforlu ve güvenilir tedavi yöntemleridir. Bu yöntemlerle ilgili yapılan çok sayıdaki klinik çalışmalar, dünyada önemli bir referans olarak

kabul edilen Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmıştır. Şimdi tek tek bu yöntemleri tanıyalım.

UltraShape V3

Kadınların ve erkeklerin büyük bir yüzdesi çoğunlukla genetik zeminli olan, düzenli spor ve diyetle baş edilemeyen, inatçı bölgesel kilo fazlalıklarından şikayetçidir. UltraShape V3 sistemi göbek, basen, kalça, kollar, sırt ve bacak içindeki bölgesel yağları kalıcı ve sağlıklı bir şekilde ortadan kaldırmayı hedefler. Tedavi edilen bölgede homojen yağ yıkımı sağlar, düzensizlikler oluşturmaz. Diğer bölgesel zayıflama yöntemlerinden farklı olarak, optik kamerasıyla tesbit ettiği cilt yüzeyinden birkaç santimetre derinlikteki yağ hücrelerini odaklanmış ultrasound (ses dalgaları) teknolojisiyle mekanik olarak parçalarken çevre dokulara, kan damarlarına, sinirlere ve cilde zarar vermez. Parçalanan yağ hücrelerinden salınan serbest yağ asitleri lenfatik drenaj sayesinde karaciğer tarafından doğal yollarla yok edilir. Bi-polar radyofrekansın sinerjisi ile yağ yıkımı ve lenfatik drenaj hızlanırken, cilt de sıkılaşır. İşlem 15 günlük aralıklarla, 3 veya 4 seanstan ibarettir. Her biri 1-1,5 saat arasında değişen ağrısız seanslardan sonra kişi, günlük hayatına rahatlıkla dönebilir. Uygulamadan birkaç hafta sonra uzun süre kalıcı, ölçülebilir sonuçlar elde edilir. Kişilerde ortalama 4-10 santimetrelik bölgesel incelme sağlanmaktadır.


VelaShape III

Selülit, deri altında düzensiz ve aşırı yağ birikimi ile oluşan, özellikle bacak, kol ve kalça bölgesinde toplanan bölgesel bir dolaşım bozukluğudur. Selülit oluşumu, genetik ve hormonal yapı ile yaşam tarzından etkilenir. Bölgesel yağlanmayı takiben oluşan dolaşım bozukluğu selülitin ana sebeplerindendir. VelaShape III sistemi bir taraftan yağ hücrelerinde küçülme yaratarak bölgesel incelmeyi hedeflerken, öteki taraftan yeni kollajen sentezini artırarak selülit ve çatlakların görünümünde azalmayla birlikte ciltte gözle görülür sıkılaşma sağlar. Sistem gücünü kızıl ötesi ışınlar, bi-polar radyofrekans dalgaları ve mekanik vakum teknolojilerin sinerjisinden alır, dokuyu sırasıyla 3mm ve 15mm derinlikte ısıtır. Cildin derin yapılarına kadar ulaşırken cilde zarar vermeyen bi-polar radyofrekans dalgaları, bölgedeki yağ hücrelerini ve bunların çevrelerini saran bağ dokusunu ciddi şekilde ısıtarak dokudaki kollajen liflerinin üretimini uyarır. Kızıl ötesi ışınlar yardımıyla bölge genelinde ısı eşit yönlendirilir ve kan dolaşımı artar. Mekanik vakum etkisi ise ritmik dermal bir masaj ve lenf drenajı etkisi sağlar. Sıkı, incelmiş, sağlıklı bir cilt görüntüsü, selülitlerde ve çatlaklarda azalma sistemin en önemli başarısıdır.

Kalça, bacak, karın ve kollar en çok tercih edilen uygulama bölgeleridir. Yapılan klinik çalışmalarda tedavi sonrasında hastaların karın bölgesinde yaklaşık 2.5, bacak bölgelerinde ise 1.5 santimetrelik bir incelme gözlenmiştir. Seanslar tedavi edilen bölgeye ve kaç bölgenin tedavi edileceğine bağlı olarak minimum 60 dakika, maksimum iki saat sürebilir. Tedavi esnasında cilt altına yayılan derin bir ısı hissedilir. Bu ısı herhangi bir acı ya da rahatsızlık hissi oluşturmaz.

Zeltiq CoolSculpting

CoolSculpting cerrahi olmayan soğutma teknolojili prosedürüyle spor ve diyetle baş edemediğiniz kalça, basen, karın, göbek, sırt ve gıdıda yerleşmiş bölgesel yağlarınızı belirgin ölçüde uzaklaştırır. Her yaştan erkek ve kadınlara uygulanabilen, özellikle yoğun tempolu iş ve özel yaşamlarından ödün vermek istemeyen

Modern yüzyılda insanların büyük çoğunluğu, vücut imajlarından hoşnutsuz olmalarına neden olan ve «oranı bozan» problemli bölgelerinin tedavisi için cerrahi olmayan vücut şekillendirme sistemlerine ihtiyaç duymaktadır.

kişilerin tercih ettiği ağrısız, acısız, zahmetsiz ve sadece bir seanslık bir işlemdir. Tek bir seansla yağlarınızın %25-%40’ında kalıcı azalma sağlar. CoolSculpting, deri altındaki yağ hücrelerini hedef alarak yok eder, eliminasyon noktasına kadar dondurur. Yalnızca yağ hücreleri donar, cilt üzeri ve diğer dokular zarar görmez. Kristalize olan yağ hücreleri doğal yollarla vücuttan uzaklaştırılır. Cihazın aplikatörü işaretli bölgeye yerleştirilir. Hafif bir vakum ile cihaz otomatik olarak ilgili bölgeyi haznesinin içine çeker. Tedavi her bir bölge için yaklaşık bir saat sürer. Birçok insan tedavi sırasında kitap okuyabilir, laptopuna bakabilir veya kestirebilir. Prosedür cerrahi bir operasyon değildir, dolayısıyla hızla normal aktivitelerinize dönebilirsiniz.

Tedavi sonrasında üçüncü haftada sonuçları görmeye başlarsınız, en belirgin sonuçları ise iki ay içerisinde görürsünüz. Fakat ölü yağ hücrelerinin vücuttan atılması 4-6 ay sürecektir. Herhangi bir ilaç ve tamamlayıcı tedaviye gerek olmaz. Kilonuzu koruduğunuz sürece sonuçlar kalıcı olacaktır Günümüz teknolojisi sağlığımızı feda etmeden, “oran”larımızı kalıcı olarak onarmamıza imkan sağlıyor. UltraShape V3, VelaShape III ve Zeltic CoolSculpting yöntemleri ameliyatsız bölgesel incelme, selülit tedavisi ve cilt elastikiyetinin geri kazandırılmasında etkin yöntemlerdir. Tüm cerrahi olan ya da olmayan tedaviler sonrasında düzenli egzersiz ve dengeli beslenmek sonuçları uzun ömürlü kılacaktır.

87


ge-woMan

Cagla Demir Fotoğraf: Emrah Tarım Mavi elbise: Ogan Kahverengi Etek: Ece Gözen Siyah Şort, Beyaz Gömlek, Kadife Pantolon: showroomtr by Esra Gürses Siyah Bot: H&M Siyah İç Çamaşırı: Lamelone Styling: Kumsal Kayalı Saç: Tuncay Erdoğan Makyaj: Suat Sarıgül

88


89


Modaya bakış açınızı öğrenebilir miyiz? Modayı takip ediyor musunuz? Moda bana göre bir rüzgâr ve günümüzde kapılıp gitmemek neredeyse imkânsız. Modayı takip ediyorum fakat moda başlığı altında insanlara dayatılanları kullanmaktan da çok hoşlanmıyorum. Kendime yakıştırmadığım bir şeyi “ moda “ diye giymem, kullanmam.

90


Modanın her geçen gün gelişmekte olduğuna şahit oluyoruz. Bulunduğumuz zamanda moda dünyasının bulunduğu konumu değerlendirmenizi istersek neler söyleyebilirsiniz? Ülkemizde eski-yeni birçok başarılı modacı var ve bence bu değerlendirmeyi işin uzmanlarına bırakmak gerek.

91


Kendi tarzınızı yaratırken nelere dikkat ediyorsunuz? Ben tarz olarak sadelikten yanayım. Genelde rahat, şık, sade kombinler yaparım. Jean, şort, tişörtler vazgeçilmezlerim.

92


Favori renginiz nedir? Renklere fazlasıyla önem veririm tenime uymadığını düşündüğüm renkteki bir elbisenin içinde mutsuz olurum. Genelde yumuşak renkler kullanırım ve siyah vazgeçilmezimdir.

93


94


Marka takıntınız var mı? Takıntı demeyelim ama kaliteli ürünler kullanmayı tercih ederim. Dikiş, kumaş ve doku benim için önemlidir. Bu kusursuzluğu da dünyaca ünlü markalarda yakalamak mümkün olduğu için marka tercih ederim.

95


Peki, şık kıyafetler sadece pahalı ürünler mi demek? Tabi ki hayır. Burada insanın kendi zevki tarzı devreye giriyor. Bir bayan çok pahalı bir elbise ile rüküş olabiliyor diğer yandan başka bir bayan alelade bir butik ya da Pazar’dan aldığı bir elbise ile çok şık da olabilir.

96


Gündelik hayatınızda aksesuar kullanıyor musunuz? Çok değil. Belki saat ya da sade bir kolye

97


Sporla aranız nasıl? Gündelik hayatınızda spora ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Dönem dönem spor yaptım. Ama sporu hayatıma tam anlamıyla yerleştirmeyi maalesef henüz beceremedim.


99


SİZİN BİLGİSAYARINIZ DA DOKUNMATİK OLSUN İSTER MİSİNİZ? Hazırlayan: Barış İlman

Her geçen gün gelişen teknolojik imkanlara bir yenisi daha eklendi. Artık dokunmatik ekrana sahip olmayan dizüstü bilgisayarınızı anında dokunmatik hale getirebilirsiniz. İsveçli bir şirket olan Neonode Inc. tarafından üretilen AirBar, sıradan bir dizüstü bilgisayarı tam teşekküllü bir dokunmatik ekranlı cihaza dönüştürecek kadar yetenekli.

100


AirB ar P

iyasaya çıktığı günden bu yana dokunmatik ekranlı bilgisayarlar bir türlü beklenen ilgiyi göremedi. Bunun en önemli sebebi ise kuşkusuz yüksek fiyatları. Ama ‘Optik Etkileşim Algılama Teknolojisi’ alanında uzmanlığa sahip olan Neonode Inc. firması buna net bir çözüm bulmuş gibi görünüyor. Ekranınızın altındaki yerini manyetik sistemi ile kendisi bulan AirBar, sadece bir USB girişi ile bilgisayarınıza bağlanıyor. Bu sayede bilgisayarınızın ekranına görünmez ışık dalgaları yayan cihaz, ekranınızı dokunarak yönetmenizi sağlıyor. Akıllı telefon ekranları gibi rezistif veya kapasitif ekran teknolojilerini kullanmayan AirBar, sensörlerinin algılama alanına giren hemen her katı cismi algılayabiliyor. Bu sayede ekranı sadece parmaklarınız ile değil, eldiven, kalem veya herhangi bir katı cisimle de kontrol etmek mümkün hale geliyor. (Bu aynı zamanda onların da reklam sloganı) AirBar’ın bir başka güzel özelliği de bilgisayarınıza herhangi bir sürücü vb. yüklemeden sadece 2-3 saniye içinde USB bağlantısı ile bunu başarabiliyor olması.

Sadece 5 mm kalınlığında ve 55 gram ağırlığında olan bu cihaz, 13.3, 14, ve 15.6 inc büyüklüğündeki ekranlara uyumlu. Şimdilik Windows 7, Windows 8 ve Windows 10 işletim sistemlerine sahip olan bilgisayarlarda çalışan AirBar’ın, çok yakında MacBook’lar ile uyumlu yeni bir modeli de piyasaya çıkacak. Öyle ki www.air.bar/mac adresinden ön siparişini bile verebiliyorsunuz. Cihazın bir başka güzel özelliği de ekranınıza diğer dokunmatik ekranlardan alışık olduğumuz yakınlaştırma ve kaydırma gibi hareketleri de gerçekleştirebiliyor olması. Siyah rengiyle şık bir görünüme de sahip olan AirBar, temel bilgisayar kontrolünün yanı sıra özellikle çizim, grafik tasarım vb. yapmak isteyenler için de yeni bir seçenek olarak ön plana çıkıyor. Dokunmatik ekran teknolojileri akıllı telefonlarımızda standart hale gelmesine rağmen halen birçok kişi standart ekranlara sahip dizüstü bilgisayarlar kullanıyor. Dizüstü bilgisayarlara sadece dokunmatik ekran için daha fazla ücret ödemek istemeyenlerin imdadına ise AirBar yetişiyor. AirBar almak isteyenler www.air.bar web sitesine girerek 79 dolar ödeyip bu cihaza sahip olabilir.

101


ROLLS-ROYCE TASARIM MÜDÜRÜ GILES TAYLOR’IN BEYANINA GÖRE, “WRAITH’IN AYIRT EDICI FARKI, ÖZEL OLARAK TASARLANAN YATIK FASTBACK KAPORTA PROFILIDIR. DOĞASINDA VAR OLAN VE EN ÖNDEN EN ARKAYA KADAR DEVAM EDEN BU ENDAMLI YAPI, SIZLERE HIZLI ANCAK ZAHMETSIZ BIR SÜRÜŞ VAAT EDIYOR.”

ROLLS ROYCE

Wraith, tarihteki en güçlü ve dinamik Rolls-Royce olarak bilinmektedir. Ancak kalbinde yine markanın simge özellikleri olan lüks, zarafet ve uzmanlık yer alıyor. Gücü, stili ve tavrı ile eşsiz bir karakter sergiliyor. Dört dörtlük bir Grand Tourismo aracı olan Wraith, zahmetsiz ve geniş Coupé’lere ve Grand Tourer’lere de modern bir gönderme yapıyor. Devasa bir V12 motor ve 8 vitesli otomatik ZF şanzımanın mükemmel bir uyum içerisinde çalışması sayesinde, güç

102

dağılımı hem çok kolay hem de kusursuz bir şekilde gerçekleşiyor. Başka bir deyim ile Wraith, RollsRoyce’un en cesur ve özgür ifadesi belki de. Yatık fastback silueti zarafeti ve gücü ön plana çıkarıyor. RollsRoyce yetkililerine göre “aerodinamik hatları ve geniş arka rayı, atletik bir becerinin ve dinamizmin göstergeleri olurken, çıkıntılı omuzlar ile bu özellikler daha da vurgulanıyor”. Katılmamak mümkün değil.

Bu şaheser baştan aşağı bir Rolls-Royce’dur, fakat t. Klasik 2:1 tekerlek-gövde yüksekliği oranı ile birlikte uzun arka gövde, kendinden düzeltmeli tekerlek merkezleri ve artık bir imza olmuş geriye açılır kapılar korunmuştur. Yalnızca Wraith için üç yeni jant tasarımı mevcuttur. 20” yedi kollu tasarım standarttır. Opsiyon olarak 21” yedi kollu ve beş kollu , kısmen ve tam cilalı olarak iki renkli seçeneği mevcuttur.


Yetkililere göre “ Wraith Rolls-Royce’un tüm sınırlarını zorluyor. 45 mm geri çekilen dikey ızgara ile, ikiz egzozların aniden hareketlenmesi durumunda bunun fark edilebilmesi için yeterli aralığın bırakılması amaçlanmış

Wraith geleceği görüyor. Uydu Destekli İletim fonksiyonu, yolu taramak için GPS verilerini ve navigasyon sistemini kullanıyor. Önünüzdeki yolu tahmin ediyor ve özel şanzımanıyla en uygun vitese otomatik olarak geçiyor. Böylece virajları kolayca alabilmeniz, kavşaklara veya kaygan yollara sorun yaşamadan girmeniz sağlanıyor. Yeni Spirit of Ecstasy Rotary Controller, tek bir parmak hareketinizle kolayca internete girebileceğiniz, müziği

Çerçevesiz geriye açılır kapılar ve ara sütununun olmayışı çok daha zarif bir görünüm verirken, Wraith’e zahmetsizce inilip binilmesini sağlıyor ”. Kesinlikle kakılıyoruz. En kaliteli doğal Phantom derilerinden, yumuşak yün halılara kadar tüm ayrıntılar titizlikle tasarlanmıştır. Dört koltuklu geniş iç mekan, özenle hazırlanmıştır. Döşeme, kapı konturlarının etrafından 55 dereceyle zarifçe uygulanmış ve sonrasında simetriği yapılmış. Bu sayede, aracın orta hattında mükemmel bir yasıma oluşturulmuş. Koltuklarda; fitillerin uçlarına takılan krom uçlar gibi küçük dokunuşlar, performans için özel tasarlanmış bir araç hissini kuvvetlendiriyor. Elbette ki konfordan ödün verilmiyor; tahmin edebileceğiniz gibi kapı çerçevelerindeki şemsiyeleriniz bu araçta da hazır. Aracınızın daha ihtişamlı olmasını isterseniz, kendinize özel yıldızlarla dolu bir gökyüzü görünümü için1,340 fiber optik kablo ile örülmüş tavan uygulamasını isteyebilirsiniz.

değiştirebileceğiniz veya yalnızca harfleri ‘yazarak’ arkadaşlarınızı arayabileceğiniz veya yön bilgilerini çağırabileceğiniz bir dokunmatik panel sunuyor. Dokunmatik panelde, akıllı telefonlardaki gibi yakınlaştırma veya uzaklaştırma yapabileceğiniz ‘tut-çek’ fonksiyonu da mevcuttur. Abu sayede e-postalarınızı veya mesajlarınızı yalnızca sesli komutlar vererek daha kolay ve daha güvenli şekilde gönderebilirsiniz.

Değindiğimiz gibi Wraith, Rolls-Royce tarihindeki en güçlü araçtır. Derin Pantheon ızgarasının arkasında 6,6 litrelik, twin turbo şarjlı, kuvvetli bir V12 motor bulunmaktadır. 800 Nm tork ile 624 bhp sağlarken, 0 - 100 km arasını 4.6 saniyede tamamlar. Sahip olduğu bu olağanüstü güç değerlerine rağmen Wraith, ‘sihirli halı sürüşü’ hissi uyandıran elektronik kumandalı havalı süspansiyonu ile her zerresine kadar bir Rolls-Royce’tur.

103


AYIN KLASİK ARABASI

“KIRMIZI KAPAKLI”

FERRARI 250 TESTA ROSSA 1958 ve 1961 yılları arasında yapılan otomobil yarışlarını kazanmak için en avantajlı donanım 1957 Ferrari 250 (TR) Testa Rossa ya sahip olmaktı, çünkü bu asfalt canavarı o yıllar içinde gerçekleştirilen toplam 19 müsabakanın 10’unu kazandı.

104

Ferrari 250 TR. Carrozzeria Scaglietti tarafından dizayn edilmiş olup muhteşem tasarımının yanı sıra rakipleri için ürkütücü bir etkiye de sahipti.

“24 saat” yarışlarının hükümdarı olan bu araç emekli edildikten sonra İtalya’nın Modena kenti yakınındaki ve tasarımcısının da memleketi olan Maranello da yapılan bir açık artırmada 12.4 milyon dolara satılarak, bir dönemin en pahalı arabası olma unvanını da taşımıştır.


Çoğu ekspertiz için kardeş model Ferrari 250 GTO tüm zamanların en değerli arabası sayılmaktadır, fakat Testa Rossa nın karşısında 250 GTO da dahil hiçbir rakip şanslı olamadı.

İsmi piston ve supap kapaklarında kullanılan kırmızı renkten gelmektedir; Testa Rossa “ Kırmızı Kapaklı “ demektir.

Bu muhteşem şaheserden sadece 22 adet üretildi ve araba tarihinde talebi karşılanmayan tek model olarak tarihe adını yazdırdı.

Zor koşullarda üretilmiş bu 3 litre Hacimli v 12 motora sahip canavarların her birinde birçok adamın alın teri ve emeği olmuştur.

105


Hazırlayan: Deran Tuyner

VOLKAN ARISOY KONTROLSÜZLÜgÜN KONTROLÜ,

DRIFT

Tüm dünyada hızla yayılan ve oldukça geniş bir seyirci kitlesine sahip drift sporu, Hızlı ve Öfkeli filmlerinin 2006 yılındaki “Tokyo Drift” bölümü ile gündeme gelmiş ve Türkiye dahil birçok dünya ülkesinde merak uyandırmıştı. Ülkemizde de 2007 yılında Drift Akademi adı altında açılan bir eğitim kurumu ile serüvenine başlayan drift, TOSFED’in desteği ve bu spora gönül vermiş pilotların azimleri ile kendinden söz ettirmeye başladı. Bu sporun öncülerinden ve Apex Masters Türkiye Drift Şampiyonası aktif pilotlarından olan Volkan Arısoy ile drift sporunu sizler için değerlendirdik. 106


G.M : Bu cümleler aslında sizin gibi bir hayata sahip olmak isteyip te nasıl başarabileceklerini bilmeyenlere ışık tutacak gibi görünüyor.

G.M : Merhaba. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

V.A : Tabi ki, memnuniyetle. İsmim Volkan ARISOY. 1975 İstanbul doğumlu, evli ve bir erkek çocuk babasıyım. Halen sahibi olduğum V&A Danışmanlık Hizmetleri firmasında birkaç Alman firmanın Türkiye satın almalarını ve tedarikçi danışmalıklarını yürütüyorum. Bunun yanında DJ’lik ve drift pilotluğu da yapıyorum.

G.M : Genel anlamda renkli gözüken bir hayatınız var. Bu kadar işle uğraşmak sizin için zor olmuyor mu, hele ki aile yaşantınızda varken ?

V.A : Aslında olmuyor desem yalan olur. Bu tip bir hayatı yaşarken mutlaka kendine göre zorlukları oluyor. Düşünsenize bir telefonla firma patronu, ardından gelen bir telefonla DJ oluyorsunuz. Bunların yanında bir eş ve birde babasınız. Bu arada drift pilotluğunu da unutmamam gerekli! Bunların hepsini bir arada yapmak belki marifet olsa da, tamamen ne yaptığınızı iyi bilmek, işinizin ehli olmak ve sistematik bir çalışma ile hepsini aynı anda yürütmek ile mümkün oluyor. Tabi ki ailenizin de size mutlaka destek olması şart. Eğer eşiniz, evladınız yada yakınlarınız size bu konuda destek olup esneklik göstermezler ise o zaman bu işlerin hepsini bir arada yürütmek gerçekten zor olur. Bu arada sizin nezdinizde şunu da duyurmak istiyorum. Artık 2017 yılında da daha da profesyonel olmak adına bir menajer ve yaşam koçu ile anlaştım. Spor hayatımın her anlamda profesyonelce yönetilmesine destek olarak daha da iyi başarılar elde etmeyi arzuluyorum.

V.A : Eğer bir kaç kişiye bu anlamda yardımcı olabilirsem ne mutlu bana. Bilirsiniz herkesin kendine göre bir başarı anahtarı vardır. Benimki de sistematik ama çok çalışmak ve zamanı sonuna kadar kullanmak. Zaten gerisi kendiliğinden geliyor.

G.M : Gelelim asıl meseleye, yani farklı yönleriniz içinde bizim için en önemli olanına, yani drift pilotlunuza. 2012 yılından bu yana düzenlenen ve 2016 yılı itibarı ile ulusal yarış statüsüne yükselen Apex Masters Türkish Drift Series’de aktif pilot olarak yarışıyorsunuz. Öncelikle bizi takip eden değerli okuyucularımıza biraz drift hakkında bilgi verebilir misiniz? Drift nedir ? Nasıl yapılır ? Otomobil nasıl olmalı vb detaylar... V.A : “Kontrolsüzlüğün Kontrolü” drift için söylenebilecek en güzel tanım aslında. Hayatı tek düze yaşamak istemeyip, biraz heyecan, biraz sıradışılık katmak, düz gitmekten sıkılıp, yan giderek bakış açısını genişletmek isteyenlerin sporu. Beygirlerin, lastik ve egzoz seslerinin, dumalar altından yarattıkları senfoniyle, seyircinin haykırışlarını yaşamak, otomobili ile dans etmek isteyenlerin sporudur drift. Driftte esas olan önce otomobili kontrolsüz bir hale getirmek. Sonra seri bir biçimde o kontrolsüz halini kontrol altına alarak, hiç durmadan bu kontrolsüzlük halini devam ettirmektir.

Sanılanın aksine oldukça zor ve beceri ister. Otomobili alıp olduğu yerde çevirmek asla drift değildir. Her ne kadar bu şekilde bir algı olsa da drift, oldukça teknik ve bir o kadar zor bir motor sporu disiplinidir.

G.M : Oldukça zor galiba !

V.A : Evet, dışardan baktığınızda yan giden bir otomobil görüyorsunuz ve size basit gibi gözüküyor. Ama işin gerçeğine baktığınızda çok yönlü bir kontrol becerisi gerektiriyor. İnanın beyninizin bu tip bir komuta alışması ve tamam demesi bile zaman alıyor. Malum otomobil kullanırken beyniniz yaptığınız hatalara karşı hemen düzeltme tepkisi veremeye alışık. Bu tepkiyi vermemesini öğretmenizde zaman alıyor.

G.M : Peki, drift ortaya nasıl çıkmış, ülkemize nasıl gelmiş birazda bunlardan bahseder misiniz?

V.A : Drift 80’li yıllarda Japonya’da doğmuş bir spor. Bu sporu Japonya’ya hatta dünyaya tanıtan kişi Keiichi Tsuchiya adlı bir Japon pilot. Kendisi ralli yarışlarında yarıştığı dönemlerde etap içindeki virajları kaydırarak dönerken seyircilerin verdikleri tepkiler üzerine drift sporunu ortaya çıkartmış. Otomobilleri kaydırarak kullanmak esasına dayanarak çıkarttığı bu sporu ilk olarak Japonya’nın dağlık bölgelerindeki virajlı yollarda yapmış. Peşinden bir sürü genç bu sürüş sitiline merak salmış ve illegal olarak onlarda dağlık bölgelerdeki virajlarda drift yapmışlar. Sonrasında bu akım bir çığ gibi büyümüş ve resmi bir spor halini almış. Şu an Japonya, Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri başta olmak

107


üzere Türkiye gibi bir çok ülkede bu spor resmi bir motor sporu dalı ve şampiyonaları var. Ülkemizde ise ilk olarak 2007 yılında CNR Fuarcılık’ta düzenlenen kapalı alan drift şovu ile başlamış. Hemen ardından kurulan Drift Akademi ile bu zamana dek 500’ün üzerinde kişiye eğitim verilmiş. Şu an aktif olarak bu sporu yapan 3040 kadar pilot var. Bende bunlardan biriyim.

G.M : Siz nasıl başladınız drifte?

V.A : Bende başlayalı beş sene oldu. “Otokolik” programını sunduğum yıllarda bir proje için Drift Academy’nin sahibi Abdurrahman Özen ile tanıştım. Kendisinin yanında bir kaç tur drift heyecanını yaşayınca, işte bu benim sporum dedim. İnanın üç gece boyunca rüyamda drift yaptım. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Hemen eğitim aldım. Eğitimden sonra sadece bu spor için kullanacağım arkadan itişli bir otomobil satın aldım. O günden beri driftin içindeyim, hem kendimi hem de otomobili geliştiriyorum.

G.M : Bize birazda otomobilinizden bahseder misiniz? Ne gibi özellikleri var?

V.A : Otomobilim, 1991 model E36 kasa bir BMW 325i. Tamamen özel olarak hazırlanan otomobilimin motoru turbo beslemeli. 500+ beygir gücünde olup, 1000 beygir güçlere dayanacak alt yapıya sahip. Bu anlamda Türkiye Drift Şampiyonası yarışan en güçlü otomobillerinden biridir. Tamamen profesyonel olarak JDM Works ve BMW Askar tarafından hazırlanmış olup, 2016 sezonunda Türkiye’nin önde gelen yarış garajlarından Parkur Racing desteği ile daha da geliştirildi. Lassa’nın lastik sponsorluğundaki otomobilimde, 17 ve 18 inc boyutundaki yüksek performans lastikleri sayesinde üstün bir yol tutuş sağlanırken, driftin en önemli özelliği olan kontrollü kaydırma becerisi bu üstün yol tutuş

108

sayesinde daha yüksek süratlerde yapılabilmekte ve otomobilin gücünden maksimum oranlarda faydalanabilmektedir. Bu arada güvenlik detaylarını da belirtmeyi unutmayalım. Aracımda özel olarak hazırlanın bir güvenlik kafesi ( halk dilinde takla barları ), özel yarış koltukları, 6 nokta emniyet kemeri ve yangın söndürme tertibatı bulunuyor.

G.M : Otomobili sanki baştan yaratmışsınız.!

V.A : Bu tip modifikasyonlar olmazsa olmazlardan. Sonuçta iyi sonuçlar elde etmek için mutlaka alt yapıyı sağlamlaştırmak ve güvenliği sağlamak gerekli.

G.M: Drift yarışları nasıl yapılıyor? V.A : Herşeyden once trafiğe kapatılmış, güvenliği alınmış bir pist bu sporun en önemli gereksinimi. Pistin nerede olduğu önemli değil. Şehir içinde bir otopark, bir yarış pistinin kombine virajları, yada özel izinle trafiğe kapatılmış caddeler… Kullanılan otomobiller, arkadan itişli, özel güvenlik ekipmanlı 500 Beygir ve üzeri. Bu sporun belkide en güzel yanı motor gücünün bir sınırı olmaması. Bütçeye göre 200 beygirden 1000 Beygir ve üzerine kadar otomobil hazırlamak mümkün. “Ne kadar duman, o kadar randıman” motor gücünün ana ilkesi. Yarışlarda üç hakem daha doğrusu juri yer alır. Otomobillerin pist üzerinde belirlenen noktalara yaklaşma hızları, yaklaşma açıları, yaklaşma mesafeleri değerlendirilir. Ayrıca otomobil hakimiyeti, lastiklerden çıkan duman, seyircinin tepkiside kriterlerdir ve puanlamaya girer. Yarışlar ikili çıkışlar halinde yapılır. Bir araç önde giderken diğeri onu taklit ederek takip eder. Sonra öndeki araç arkaya geçer ve o diğer aracı aynı şekilde taklit ederek takip eder. Juri puanlamasına göre en yüksek puanı alan pilot ve aracı bir

üst tura geçer. Eleme usulü ile yapılan yarışta katılımcı sayısına göre Top 16, top 8 , top 4 ve top 3 belirlenir.

G.M: Gelelim Türkiye’deki Apex Master Drift Series hakkındaki düşüncelerinize. Bize bu şampiyona ile ilgili bilgi verebilir misiniz ?

V.A : Apex Masters, kulübümüzün kurucusu ve Türkiye’de driftin gelişimde büyük rol oynayan Abdurrahman Özen’in gerçeğe dönüştürdüğü bir hayali idi. 2011 yılında tek ayaklık bir yarış düzenleyerek, bunu yapabileceğini ispatladı ve bu sporun yayılmasına öncülük ederek bu şampiyonayı Türk drift severlere sundu. Tabi ki kendisinin yanında benim gibi bu spora gönül vermiş ve bu işin ilk gününden beri elinden geleni esirgemeyip, maddi manevi tüm olanaklarını zorlayarak bugünlere getiren pilot arkadaşlarımız ve bu spora gönül vermiş dostlarımız da Apex Masters’ın gelişimde büyük rol oynadılar. Bugün bu şampiyona dünyanın birçok ülkesindeki drift otoriterleri tarafından da takip ediliyor. İnanıyorum ilerde yabancı pilotlarda gelip bu şampiyonada yer alacaklar. Bu arada TOSFED’in de desteği yadsınamaz. Bize tanıdıkları olanaklar, önce mahalli ve 2016’da ulusal yarış statüsüne dahil olmamız gibi önemli adımlar, biz pilotlara da motivasyon katmaya yetiyor.

G.M: Siz takip ettiğimiz kadarıyla tüm yarışlara katılıyorsunuz. 2016 sezonu nasıl geçti ? V.A : 2016’da geçtiğimiz yıllara göre daha iddialıydım. Otomobilim “Slider” istediğim ayarlara geldi. Zaten sezonun ilk ayağı olan İzmir yarışını 6. olarak bitirmem beni oldukça motive etti. İkinci ayak yani İstanbul yarışı öncesi yaptığım


Türkiye, Sonax Türkiye, Akoni Reklam , Power Chip Tuning, Askar Servis, Oto Stil, Tufan Türkmen, Paşam Garage’a çok çok teşekkür ediyorum. Onların desteği benim için oldukça önemli. Ayrıca bu sayfalardan kendimi tanıtma şansını vermiş olmasından dolayı Deran TUYNER’e ayrıca sonsuz teşekkür ediyorum. Bu tip sporlarda medya desteği en önemli unsur. Eğer medya desteği olmaz ise ileri gitmeniz oldukça zor. Bu sebeple son olarak yine bu satırlardan röportajımızı okuyacak tüm dostlarımıza, hatta büyük firmalara seslenmek istiyorum, lütfen reklam bütçenizden bu tip sporların gelişmesine destek olun. Bazen bütçenizden ayıracağınız çok küçük rakamlar bir çok pilotun hatta gencin kendini tanıtmasına büyük destek sağlayacaktır. Teşekkürler.

bir antremanda yaşadığım teknik problem yüzünden İstanbul yarışını 10. Sırada bitirdim. Üçüncü ayak yarışı İzmit Körfez Pisti’nde koşuldu. Bizim içinde yeni olan bu pistte 8. oldum. Sezonun son yarışı yani final yarışı da 23 Ekim Pazar günü İzmit Körfez Pisti’nde yapıldı. Genel klasmanda 24 puanla 7. sıradaydım ve ilk 5’e girmeyi hedefliyordum. Sıralama turlarında iyi bir puan elde ettim. Yarı finale kadar yükselerek, Ukraynalı pilot Dmitriy Illyuk ile kapıştım. Oldukça çekişmeli geçen yarışı Dmitriy alsa da, yarışı dördüncü sırada, sezonu da 6. sırada bitirerek, 2016 sezonunda yarışına 30 pilot arasında üst sıralarda yer aldım.

G.M: Hiç yurtdışında yarışmayı düşündünüz mü?

V.A : Evet. Doğrusunu söylemek gerekirse en büyük hayallerimden biri. Sevgili dostum ve pilot arkadaşım Timur Pomak, Avrupa’da yer alan bazı yarışlara katıldı ve bizleri en iyi şekilde temsil etti. İnşallah menajerim ile bu konu için ayrı bir çalışma yapıyoruz. En azından bir yada iki yarışa katılıp tecrübe kazanmayı çok istiyorum. G.M : 2017 sezonu için ne gibi hazırlıklarını ve hedefleriniz var? V.A : Öncelikle son yarıştaki elde ettiğim gelişim ve başarı beni 2017 sezonu için daha da motive etti. Bu bağlamda otomobilimle ilgili bazı ufak değişiklikler önceliklerim arasında. Yapacağım iyileştirmeler ile güç artışı sağlayarak gerek yurt dışında gerekse yurt içinde iddialı bir otomobile sahip olmak istiyorum. Bunun dışında benim için önemli bir adım olan markalaşma sürecini yönetmek üzere iki önemli kişi ile anlaştım. Bu kişiler benim bu spordaki markalaşma sürecini yöneterek, hem projelerle hem de organizasyonlarla bu sporu daha büyük bir kitlelere yayarak, sponsorlarımın daha fazla katma değer elde etmelerini sağlamak.

Bunun yanında 2017 sezonunda birde tırmanma yarışlarına katılmak istiyorum. Bununla ilgili olarak ta gerekli planlamalara başladım. Uzun lafın kısası bu yıl çok hareketli olacak !

G.M : Biz size öncelikle yeni sezon için başarılar diliyoruz. Bu spora katkılarınızdan ve gençlere yol gösterdiğiniz içinde ayrıca tebrik ediyor ve destekliyoruz. Umarız istediğiniz hedeflere ulaşır, ülkemizi bu anlamda yurtdışında da temsil edersiniz. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak paylaşmak istediğiniz herhangi bir şey var mı?

Volkan ARISOY volkanarisoy@atlas.net.tr Facebook / Volkan Arisoy Official Instagram / volkanarisoyofficial Twitter & Periscope/ VArisoy 0532 212 63 79

V.A : Herşeyden önce bana 2016 sezonunda desteğini sunan sponsorlarım Black Bruin, Lassa, Parkur Racing, Evans Coolents

109


Belle Epoque à Pasha Pera Palace Hotel

Hazırlayan: Ozan Türkeli - GastronOT ozanturkeli@gemanmagazine.com

B

u sayımızda gelin birlikte bir zaman yolculuğuna çıkalım. Bir kapsüle atlayalım, Simon Wells’in yönettiği ve Guy Pearce, Yancey Arias ın başrollerini paylaştıkları ‘’ The Time Machine ‘’ filminde olduğu gibi 125 yıl öncesine gidelim. Zaman makinemize yıl: 1892, adres olarak ta bugünkü adresi ile Meşrutiyet Caddesi No:52 Tepebaşı, Beyoğlu / Istanbul yazalım. Evet başlığımızdan da anlaşılacağı gibi Pera Palace Hotel’in tam önündeyiz.

En fazla 4-5 katlı evler ve binalar, trafik yok, şehrin o gürültüsü yerine başlarına fes giymiş ve hala meşrubatın daha icat edilmediği zamanda sırtından koskocaman ibrikleri olan şerbetçiler, faytonlar, bozacılar ve macun satıcılarının sokak aralarından yükselen sesleri. Ve işte o dönemin başkenti İstanbul’dayız.

Kapsülümüzden iner inmez, etrafımıza hayranlıkla bakıyoruz.

Belle Epoque, Türkçemizde ‘’Güzel Dönem’’ anlamına gelmektedir. Fransa başta olmak üzere 1870’li yıllardan itibaren meydana gelen iyimserlikle karakterize edilmiş, ekonomik refah, barış, teknoloji, bilimsel ve kültürel yeniklilerin zamanıdır. Hepimizin bildiği ve

110

Boucheé a la Reine

Tıpkı zamana meydan okuyan Pera Palace Hotel Jumeirah gibi sizi o günlerden yolculuğa çıkararak İstanbul›un ‘belle epoque’ günlerinin görkemine götürüyor. Muhteşem Haliç’e bakan bu şık otel eski İstanbul’un bütün romantizmi ile modern İstanbul’un bütünleşmiş konforunu sunuyor.

1889 yılında inşa edilen Moulin Rouge da o dönemden zamanımıza gelen bir kabaredir. Paris’in 18. Bölümünde bulunan Moulin Rouge, French Cancan adlı gösteriyle ünlü olmuştur. Pera Palace Hotel’inin hikayesi, 19. yüzyılın sonlarında başladı. Dünyaca ünlü Orient Express, 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerini yaparken, İstanbul’da Orient Express yolcuları için yüksek standartlar sunabilecek bir otel yoktu. Bu eksikliği kuruluş çalışmalarına 1892 yılında başlanan ve 1895’te açılış balosu yapılan Pera Palace Hotel doldurdu. Otel, Haliç’in muhteşem manzarasına hakim olup, kültürel faaliyetleri ve sosyal aktiviteleri nedeniyle ‘Küçük Avrupa’ olarak bilinen Pera’nın Tepebaşı bölgesindeydi.


Pera Palace Hotel, Jumeirah kapılarını konuklarına ilk kez açtığı 1895’ten bu yana zarif iç ve dış mimarisiyle dünyanın dört bir yanından ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

doğumunun 100. yılı olan 1981’de Ata’nın şahsi eşyalarının da sergilendiği bir müze oda haline getirildi. Pera Palace Hotel Jumeirah, Atatürk’ün eşyalarını ve 20. yüzyılın başlarına ait kitap, dergi, halı ve madalya gibi öğeleri toplamaya devam ediyor. Ve tabiki 125. yıl için özel olarak hazırlanan ve ismini de o dönemlerden alan ‘’Belle Epoque à Pasha’’

Pera’nın incisi Pera Palace Hotel Jumeirah, 125. yıl kutlamaları kapsamında özel olarak hazırladığı 125. yıl degustasyon menüsünü Paşa Salonu’nda yer alan ve kendinizi Pera’nın sırlarla dolu tarihinin bir parçası hissedeceğiniz yeni restoranında sizlere sunuyor.

Hors D’oeuvres Variés

Ünlü yerel mimar Alexander Vallaury tarafından tasarlanan, artık simge haline gelmiş bu binanın ağırladığı konuklar arasında Ernest Hemingway, Agatha Christie ve Alfred Hitchcock gibi çok sayıda ünlü isim yer alıyor. Otel, sürekli ilgi merkezi olmasında rol oynayan otantik 19. yüzyıl özellikleriyle ünlü şık klasik tarzını bugün hâlâ korumaktadır. Dahası Pera Palace Hotel, Jumeirah 1981 yılında 101 numaralı odasını modern Türkiye’nin kurucusuna atfen Atatürk Müzesi’ne dönüştürerek “müze-otel” olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Pera Palace Hotel’in gelmiş geçmiş en değerli misafiri olan Mustafa Kemal Atatürk, ismini Pera Palace Hotel’in konuk defterine ilk kez yazdığında, yıl 1917 idi. Ulu Önder o yıldan sonra, savaş ve barış dönemlerinde defalarca Pera Palace Hotel’de kaldı. Cephe dönüşlerinde adeta evi gibi kullandığı, ülke için önemli kararlar aldığı ve üst düzey misafirlerini ağırladığı 101 numaralı odası,

111


Pera Palace’ a girer girmez zaten zaman perdesinden geçmiş oluyor, kendinizi 100 yıl öncesine gitmiş gibi hissediyorsunuz. Girişte, bana bu imkanı sunan ve Amerika’da birlikte Marco Island Beach Resort’ta restoran müdürlüğü yaptığımız canım arkadaşım ve şuanda da Pera Palace’ta Satış Direktör Yardımcısı Füsun Özsoy ve Pazarlama ve İletişim Müdürü Can Erol karşılıyor. Kendileri ile birlikte kısa ve keyifli bir sohbetten sonra Belle Epoque a Pasha’nın gerçek mimarları ve sihirli elleri ile bizlere birbirinden güzel lezzetleri sunan Arif Kemal Doğan ve Orhan Demirok’un yanına gidiyoruz. 2 Aralık 2016 tarihinde kapılarını açan Belle Epoque a Pasha; Executive Şef Arif Kemal Doğan ve Şef Orhan Demirok’un; Pera Palace da 20’li ve 30’lu yıllarda sunulan menülerinden seçip modernize ederek hazırladıkları; soğuk başlangıç tabağı, mantarlı karidesli puf böreği, narenciye sorbe, Bourgignon usulü dana yahnisi, bitter çikolatalı sufle gibi çok özel lezzetlerden oluşan tadım me-

Manjari Bitter Çikolata Suflee

112

nüsüyle sizleri Pera’nın eşsiz tarihinde lezzet dolu bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Eğer sizlerde 19. yüzyıla ait müzikleri ve o zamanlara ait modernleşmiş tatlar ile romantik bir akşam geçirmek istiyorsanız Pera Palace’ın bu özel restoranında kraliçeniz ile birlikte yerinizi ayırtınız. Pera Palace’ın göstermiş olduğu misafirperverlikten ve geçmişe yaptırmış oldukları yolculuktan dolayı sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

vôtre vraiment… Atatürk Müze Odası her gün 10:00-11:00 ve 15:00 -16:00 saatleri arasında, ücretsiz olarak ziyaret edilebilmektedir…


䔀猀渀愀昀愀 瘀攀 嘀愀琀愀渀搀愀弁愀 䬀愀稀愀渀搀㄁爀愀渀 䬀愀爀琀 吀甀爀䬀䬀漀洀 䬀漀戀椀 䬀愀爀琀 䄀匀䄀 䬀 刀 䄀 夀䄀娀  䌀、䠀䄀娀䤀 倀伀匀 䔀吀匀、娀℀  䌀刀

䈀椀氀椀渀氀椀 吀‫ﰀ‬欀攀琀椀挀椀 䜀‫ﰀ‬氀‫ ﰀ‬䬀漀戀椀  㠀㔀  㠀㠀㔀   㜀㜀㔀

眀眀眀⸀琀甀爀欀欀漀洀戀椀氀椀猀椀洀⸀挀漀洀⸀琀爀

⌀䠀愀搀椀䌀愀渀㄁洀


114


Yemek Pişirmek, Benim İçin Hep Bir Tutkuydu!

Memet Ozer ile Yıllardır ekranlarda yaptığı eşsiz yemekleri ve tarifleri ile evlerimize misafir olan, Ünlü Şef ‘Memet Özer’ ile Ge-Man Magazine okuyucuları için bir araya gelerek, lezzetli yemeğin sırlarını konuştuk. Öncelikle, sizin için tutku olan bu mesleğe nasıl başladınız?

Çok küçük yaştan itibaren başladı. 12-13’lü yaşlarımda mutfağa girmeye başladım. O zaman da çok ilgim vardı. 13 yaşımdayken annemin misafirlerine pasta, börekler yapardım. O dönem internet yok, tarifler yok… Hep kendim deneme-yanılma yoluyla yapmaya başladım. Üniversitede iktisat fakültesinde okudum ama hayatımın en büyük zevkinin mesleğe dönüşeceğini asla düşünmemiştim.

O zaman siz de bu mesleğin küçük yaşlardan itibaren şekillenmeye başladığını düşünenlerdensiniz değil mi?

Aynen öyle. Yemek pişirmek benim için hep tutkuydu. Bir arkadaşımın söylediği gibi; dünyanın en zevkli şeyi, çok sevdiğin bir işi yaparak para kazanmaktır. Ben de en sevdiğim işi yaparak kazanıyorum.

Şu sıralar, FOX TV ekranlarında da ‘Memet Özer ile Mutfakta’ isimli bir program yapıyorsunuz.

Evet, uzun süredir hafta içi her gün insanların evine kendi mutfağımla misafir oluyorum. Çok yoğun çalışıyoruz. Farklı bir işe vakit ayıramıyorum.

Program çekimleri bittikten sonra, yaptığınız o eşsiz yemekleri ekiple beraber yiyor musunuz? Yönetmenin ‘Kestik!’ demesinden sonra acayip bir saldırı başlıyor. Hep birlikte yemekleri tadıyoruz. İnşallah bir gün Instagram hesabımdan kamera arkası görüntülerini de paylaşacağım.

‘YÖRESEL LEZZETLERİ KEŞFETMEYİ SEVİYORUM’ Seyahatlerinizde, önceliğiniz gittiğiniz yerlerin mutfakları ve lezzetleri mi oluyor? Mümkün olduğu kadar gittiğim yerlerin yerel lezzetlerini keşfetmeye çalışıyorum. Seyahat etmeden önce, dersime çok çalışırım. Gittiğim zaman da turistlerin değil de, oranın yerlilerinin gittiği restoranlara gitmeye özen gösteririm.

Dünya ya da Türk mutfaklarından hangisini daha çok yapmayı seviyorsunuz?

Pişirmeyi en sevdiğim mutfaklar; Türk ve İtalyan mutfağıdır. İtalyan mutfağını da bizim mutfaklara çok yakın görüyorum. O yüzden İtalya’ya gitmeyi ve lezzetlerini pişirmeyi de çok seviyorum.

Mutfak felsefenizi bizlerle paylaşabilir misiniz? Basitlik, tazelik ve mevsimsellik. İyi ve taze malzemeyle güzel yemeklerin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Zaten İtalyan ve Türk mutfağını da bu yüzden çok seviyorum. İtalyan mutfağından okuyucularımıza önerebileceğiniz lezzetler var mı? İtalya zaten makarnanın ortaya çıktığı yer. Doğal olarak, makarna soslarının da. İyi bir sosla hazırlanmış makarna, çok güzel ve besleyici bir öğün. Risotto baktığınız zaman bir tür pilavdır. Onu da pişirmeyi çok seviyorum. Hatta yaban mantarlı risottom çok meşhurdur.

115


‘YÖRESEL LEZZETLERİMİZİ KORUMALIYIZ’ Türk mutfağına dönecek olursak, yöresel lezzetlerimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok başarılı buluyorum ama çok da üzüldüğüm bir konu var. Çünkü bazen seyahat ettiğim de, orijinal reçeteleri kaybettiğimizi görüyorum. Her yörenin kendi lezzetlerini koruması gerektiğini düşünüyorum. Gelecek ile ilgili bu yüzden kaygılarım var.

Anne yemeklerini özlüyor musunuz?

Mutlaka özlüyorum. Biz de evimiz de her gün dünya mutfağıyla beslenmiyoruz. Çoğu zaman anne yemekleriyle yapıyoruz. Çorbalarımız, pilavlarımız, köftelerimiz hiç eksik olmuyor soframızdan.

Eşiniz ‘Tülin Şahin’ çok şanslı bir hanımefendi. Evde mutfağa hanginiz daha çok giriyorsunuz?

Çok teşekkür ederim. Tabi ki ben giriyorum. Tülin bana yardım ediyor. Zaten bir kişi bunu yapabiliyorsa, iki kişinin bunu yapmasına gerek yok. Biraz iş bölümü yapıyoruz, Tülin evin diğer işleriyle uğraşırken ben de mutfak işlerini hallediyorum. Çünkü zaten program için sürekli yemekler deniyorum. Devamlı olarak pişen bir şeyler olduğu için, ekstra bir yemek yapmamıza gerek kalmıyor.

Sağlıklı beslenmeyle ilgili tüyolar verebilir misiniz?

Elbette. Dünyadaki son akım sanırım bu. Ben sağlıklı beslenmekten çok, dengeli beslenmeyi tercih ediyorum. Bazen kızartmalar, tatlılar yiyerek şımarıklık yaptığım oluyor ama bir gün bunu yapıyor isem, diğer gün bu durumu dengelemeye çalışıyorum. Seyahatlerimde hiçbir şekilde dikkat etmiyorum. Hakkını vererek geziyorum. Üstelik bu yaşımda, 18 yaşımdaki kilom ile aynı kilodayım. Demek ki, dengeli beslenmeyi sağlayabiliyorum

116


‘GİTTİĞİMİZ MİSAFİRLİKLERDE BİLE YEMEK YAPIYORUM’ Bir gün mutfağı bırakmak zorunda kalsanız?

Bana bırakmam gibi geliyor ama ne olacağı tabi ki belli olmaz. En kötü evimde yemek pişirmeye devam ederim. Artık öyle bir hale geldi ki, bizi davet edip bana yemek pişiriyorlar. Yemek yapmayı çok sevdiğim için üşenmeyip, gittiğimiz misafirliklerde bile yemekleri ben yapıyorum.

Kendinize özel tarifleriniz var mı? Var tabi ki. Öncelikle mütevazılık yapamayacağım; elimin lezzetli olduğunu düşünüyorum. Hangi yemeği yaparsam, lezzetli yaptığımı düşünüyorum. Bir et yemeği yapıyorsam, çok iyi bir et suyu kullanırım. Her Pazar günü büyük tencerelerde et, tavuk ve sebze sularını kaynatarak dondurucularda saklarım. Anne yemeklerini de çok güzel yaptığımı söylerler. Mesela, köftelerim de meşhurdur.

Lezzetli yemeğin sırları nelerdir?

Mümkün olduğu kadar kullandığım sulara, sebzelerin tazeliğine vs. çok dikkat ederim. Daha önce de söylediğim gibi iyi ve taze malzemeler kullanmak gerçekten çok önemli. Dünyanın en iyi aşçısı da olsanız, kötü malzemeyle asla lezzetli yemekler yapamazsınız. Kalite, kaliteyi doğurur. Bütün yemeklerimin, tatlılarımın içerisine bir fiske tuz katarım. Bu da lezzet sırlarımdan bir tanesi. Bir fiske tuzun, lezzetleri yoğunlaştırdığını düşünüyorum.

Aşçılığa yeni başlayacak olanlara tavsiyeler verebilir misiniz? Genç şeflerle, yeni başlayan öğrencilerle vakit geçirmeyi çok seviyorum. Mümkün olduğu kadar Gastronomi bölümlerine sohbetlere gitmeye özen gösteriyorum. Birincisi, öğrenmeye açık olun. İkincisi, mutlaka İngilizce öğrenin ve iyi İngilizce konuşun. Üçüncüsü, çok okuyun ve çok yayın takip edin. Dördüncüsü, ilk aşama için para düşünmeyin. Ve kendinize belirlediğiniz bir rol model şef var ise, gerekirse gidip kapısında ağlayın. Zaten şefler sizin içinizdeki o azmi gördüğü zaman geri çevirmeyeceklerdir. İyi bir şefin yanında staj yapmak gerçekten çok önemli.

117


#mrandmrseverywhere BANGKOK’ta! Hazırlayan: Elif Eris

118


L

as Vegas’taki çılgın mı çılgın bir bekarlık partisinden sonra kahramanlarımız Phil, Stu, Alan ve Doug, Stu’nun düğünü için Bangkok’a giderler. Büyük günden 2 gece önce sahilde erkek erkeğe birer bira içmeye karar verirler fakat nasıl olduğunu anlayamadan kendilerini Bangkok’ta bir otel odasında pislik içerisinde, sarhoş ve yeni dövmeleri ile bulurlar ve başları büyük derttedir. Evet HANGOVER2 Türkçe’ye çevrilmiş ismi ile ‘FELEKTEN BİR GECE’yi seyretmiş ve bu şehirden belki de nefret etmiş olabilirsiniz ama lütfen BANGKOK ile ilgili tüm önyargılarınızı bir kenara atıp öyle okuyun bu ayki yazımı. Aklınızda orada sadece sex turizmi var ve onlar iğrenç böcekler yiyorlar gibi kalıplar olmasın çünkü inanın bana aslında gerçekten harika bir şehir Tayland’ın başkenti olan BANGKOK! En azından benim önerilerime kulak verip, benim gidip de tavsiye ettiğim yerlere giderseniz bu şehre hayran kalacağınıza eminim.

ve sıcak, öbür yanda klimalı buz gibi soğutulmuş modern alışveriş merkezleri... Bir tarafta özellikle Khao San Road civarında pek çok ekonomik hostel ve ucuz otel, diğer tarafta Siam bölgesinde ve nehir kenarında boylu boyunca uzanan MANDARİN ORIENTAL ve SHANGRİ-LA gibi birbirinden lüx ihtişamlı 5 yıldızlı oteller.

Tayland’ı ziyaret etmek için en güzel dönem kasımmart ayları arası. Nisan ve mayıs ayları çok sıcak geçebiliyor. Hazirandan sonra ise yağmura yakalanma ihtimali artsa da aslında 12 ay ziyaret edebileceğiniz bir ülke, hep sıcak.

Otelde tüm bir gününüzü hiç sıkılmadan geçireceğiniz, dev palmiyeler altında kendinizi tropik bir adada hissedeceğiniz harika bir havuz alanı var. Otel SPA’sı dünyada gördüğüm en güzel spalardan bir tanesi. Eğer siz de Bangkok’u doya doya gezmek isteyen ve kaldığınız otelin havuzbaşında keyifli en az bir gün geçirmeyi düşünen benim gibi keyif

Biz son gidişimizde Chao Phraya nehri kıyısında bulunan Hong Kong merkezli bir zincir olan ve ASYA’da birçok lüks oteli bulunan SHANGRİ-LA Otel’de konakladık ve otelimizden gerçekten çok memnun kaldık.

Nehire bakan odalarda manzara muhteşem. Nehir trafiğindeki irili ufaklı tekneleri ve günbatımını odanızın balkonundan izlemek gerçekten de çok keyifli.

TÜRK HAVA YOLLARI ile İstanbul’dan 10 saatte varıyorsunuz Bangkok’a. Bu uzun yolculuktan sonra Suvarnabhumi Havaalanı’na inip de taksiye binip otelinize ulaşmanız da oldukça uzun sürüyor çünkü şehirde korkunç bir trafik yoğunluğu var günün her saati. Biz İstanbul’da trafiğe alışığız demeyin çünkü buradaki İstanbul trafiğini gerçekten aratıyor. Bangkok gerçekten eşi benzerine çok az rastlayabileceğiniz kadar ilginç ve kozmopolit bir şehir. Karşıtlıkların tüm zıtlıkların birarada olduğu şaşırtıcı bir başkent. Bir yanda pislik, bir yanda lüks ihtişam; bir yanda geleneksel tapınaklar, diğer yanda yepyeni aşırı modern gökdelenler; bir yanda renkli süslü tuktuklar, diğer yanda Ferrariler Limuzinler; bir yanda bunaltıcı nem

119


düşkünü turistlerden iseniz, Bangkok için en az 4-5 gün ayırmanız lazım bence. Hele hele yüzen market gibi şehir dışında biryerleri gezmek görmek varsa planlarınızda o zaman en az 5 gün şart. Bangkok’ta gezilmesi görülmesi gereken yerler: Ülke geneli Budist olduğu için Bangkok’da birçok görkemli Budist tapınağı bulunuyor..

Bangkok’un bu görkemli tapınaklarını gezmek istiyorsanız kıyafet konularında çok sıkı olduklarınızı bilmeniz gerek. Hava her ne kadar çok sıcak olsa da bayanlara da erkeklere de bu tapınaklara şort ve kolsuz bluz ile girmeye kesinlikle izin verilmiyor. Grand Palace: Kraliyet ailesinin büyük sarayı. Her ne kadar, Kral ve Kraliçe artık burada yaşamasalar da bazı resmi törenler hala bu sarayda gerçekleşiyor. Sarayın içerisi çok görkemli ve hergün, günün her saati turist yoğunluğu inanılmaz... Grand Palace içindeki en önemli yapı “Wat Phra Kaew” yani “Temple of Emerald Buddha”. Burası zümrütler ile kaplı bir şapel. Wat Pho Tapınağı: Bu tapınak Grand Palace ile çok yakın olduğu için biz ikisini de aynı günde gezdik. Sizlere de öyle

yapmanızı tavsiye ederim. 43 metre uzunluğundaki altın buda heykelini duymuşsunuzdur. Muhtemelen bu kadar büyük bir altın parçasını daha önce hayatınızda hiçbiryerde görmemişsinizdir. Wat Pho kampüsünün içindeki bir önemli yapı da “Geleneksel Tay Masaj Okulu”. Burası Thai Masajı’nın doğduğu yer olarak biliniyormuş. Bu komplekste hala masaj eğitimi veriliyor ve uygulanıyor ancak burada masaj yaptırmak isterseniz bayağı bir sıra beklemeniz gerekiyor. O yüzden tavsiye etmiyorum. Floating Market: Yüzen Pazar fotoğraf sevdalıları için çok ideal bir yer. Rengarenk tropik meyveler ile enteresan kareler yakalayabilirsiniz. Ancak şehir dışında olduğu için gidip gezmek tam bir gününüze maloluyor. O yüzden gerçekten de gidip görmeye değer mi değmez mi bilemiyorum. Siz karar verin. Şehri geziyorken mutlaka uğranması gereken bir bölge de alışveriş bölgesi: Siam. Bu bölge hem birçok modern alışveriş merkezine, hem de sokak satıcılarına ev sahipliği yapıyor. Ekonomik alışveriş için uygun olan MBK adeta kapalı bir pazaryeri. Siam Paragon ise çok lüks bir alışveriş merkezi. Bu alışveriş merkezinde Louis Vuitton, Gucci, Chanel gibi tüm lüks markalar mevcut. Lüks alışveriş denince Siam Paragon’un da bir tık daha üstü var o

120


da ‘GAYSORN’ ki burası kesinlikle benim favorim. İşte bu caddeyi görünce yazımın başında da bahsetmiş olduğum Hangover 2 filminden bir sahnede hissedebilirsiniz kendinizi. Filmdeki keşmekeşi anımsayıp biraz çekinerek yaklaşıyor ilk başta insan ama aslında sırtçantalı gezginlerin buluştuğu bir çeşit barlar sokağı burası. Sırasıra dizilmiş barlar, hediyelik eşya dükkanları, bolca sokak yemeği ve masaj salonları olarak özetleyebiliriz Khao San Road’u. Kısıtlı bütçesi olan gençler Khao San Road’da eğleniyor. Filmde gördüğünüz o kalabalık barlar ve böcek satan tezgahlar buradalar. Her sokakta onlarca masaj salonu var. Randevu almanıza gerek olmadan içeri girip bir ayak masajı yaptırabiliyorsunuz ve yarım saati yalnızca 120 Baht civarında Khoa San Road üzerindeki masaj salonlarında. Bazı masaj salonları, masaj koltuklarını da caddeye atmışlar, bir yandan masaj yaptırıp bir yandan gelen geçeni izliyor müşteriler, hatta işin komik tarafı yan bardan gelen müzikleri bile dinleyebiliyorlar.

Benim için masaj yaptırmak, huzur bulmak, relax olmak demek. Anlayacağınız bu tip ticari sokak tipi masaj salonları benim ‘MASAJ’ anlayışıma biraz ters. Biz otelimizdeki Concierge’in tavsiyesi ile çok temiz ve güzel bir masaj salonundan randevumuzu aldık. 2 kişilik jakuzili muhteşem bir odada harika bir 3 saat geçirdik. Hayatımda deneyimlediğim en rahatlatıcı masajlardan biriydi. Bu 3 saatin sonunda masaj salonundan çıktığımızda bulutların üzerine basa basa yürüyormuşum gibi geliyordu artık bana. Bu seyahatimizin ikinci masajını da otelimiz Shangri-La’nın spasında yine başka bir enfes ortamda yaptırdım. Bu masajdan da inanılmaz memnun kaldım. Bangkoktaki masözlerin ellerinde özel mistik bir sihir var gerçekten, bu işi çok iyi biliyorlar. Bangkok’ta yüksek otellerin birçoğunun en üst katında rooftop barlar ve restoranlar mevcut. Buralardan günbatımını izlemek çok keyifli oluyor. Biz Bangkok’taki ilk gecemizde LEBUA TOWER’ın en üst katındaki SKY BAR’da şampanyalarımızı yudumlarken güneşi

uğurladık ve sonrasında SIROCCO restorantta gerçekten ‘yıldızların altında’ muhteşem bir akşam yemeği yedik. 63. kattan canlı müzik eşliğinde Bangkok’u seyretmenin keyfini size bu satırlardan kelimelerle anlatmam imkansız. Kesinlikle oraya çıkıp siz yaşamalısınız bunu. İkinci gece bu sefer BANYANTREE Otel’in üzerindeki Moon Bar’da içkilerimizi içtikten sonra akşam yemeğimizi canlı müzik eşliğinde VERTİGO Restoran’da yedik. İnanmayacaksınız belki ama 61. katta yaşadığımız bu gece, bir gece öncesinden de daha keyifli ve romantikti. Üçüncü gecemizde artık gökyüzünden yere inmenin zamanı gelmişti ve bu sefer akşam yemeğimizi otelimiz Shangri-La’nın bahçesinde, nehir kenarında bulunan SALATHIP THAI restoranında yerel dansçıların görsel şöleni eşliğinde yedik. Seviyorum bu ülkeyi, yemeklerini, kültürünü ve kültürlerinde sevgi ve saygı olan insanlarını. Bu mistik diyara en kısa zamanda tekrar geri döneceğime söz vererek şimdilik veda ediyorum sizlere. Sevgiyle kalın, gezgin kalın ve instagram’da #mrandmrseverywhere‘i takipte kalın!

Bangkok’un görülmesi gereken ünlü caddelerinden birisi de Khao San Road. Burası gündüz çok sakin ama akşam 8:00’den sonra kargaşayı, karmaşayı görmeniz lazım.

121


EN GİN AL BAY RAK 122

Kızların Günlüğü


123


124


125


126


127


128


129


130


131


132



Hazırlayan: Nur Öztürk - Uzman Psikolog

TÜRK USULÜ DELİKANLILIK Son 4-5 yıl içerisinde erkekler tarafından en fazla seyredilen televizyon dizilerindeki başrolleri düşünmenizi istiyorum. Bu dizilerin en sevilen karakterleri olan Çakır, Memati, Ezel, toplumun tüm kesimleri tarafından ilgi çekiyordu. Peki birkaç yıl arayla ön plana çıkan ve başroldeki bizi iyi temsil ettiği düşünülen erkek karakterlerin benzer yönleri nelerdir? Ön plandaki karakterlere baktığımızda her birinin maço özellikleri ağır basmaktadır. Kendileri gerekli gördüklerinde kaba kuvvete başvurmaktan kaçınmamakta, argo sözler savurmakta, hep haklıların yanında olmaktadır. Ama ilginç gelen bir başka özellikleri ise baba olarak gördükleri kişiden Tanrıdan korkar gibi korkmaları… Herkesi korkutan, isminin geçtiği yerlerde bile insanı ürperten bu karakterlerin babaları ile konuşurken bunların hiç birini rastlanamamaktadır. Bu durumda açığa kavuşturulması gereken soru Türk Usulü delikanlılığın ne olduğudur? Psikopatik kişilik yapısı ya da toplumca bilinen antisosyal kişilik yapısı suç işleme ve bundan vicdani bir sorumluluk hissetmeme ile belirlidir. Bu kişilik yapısında suça dönük eylemler, başkalarını aldatma, dürtleri kontrol edememe, saldırganlık ve bunların karşısında pişmanlık duygusunun olmaması görülmektedir. Bu çerçevede kolayca tahmin edileceği gibi,

134

antisosyal özellik gösteren kişilerin birçoğu vahşice eylemler yaparak cezaevi nüfusunun hemen hemen tamamını oluşturmaktadır. Peki Türk erkekleri bu tanımın neresinde yer almaktadır? Araştırmalar göstermektedir ki, doğu toplumlarında ve özellikle geleneksel kültürün hakim olduğu bölgelerde antisosyal kişilik yapısı batı toplumlarına orana daha az görülmektedir. Toplumumuza bakıldığında ise insana eziyet etme gibi sadistçe eylemler düşük yaygınlıkta görülürken, fiziksel kavga ya da silah kullanma gibi eylemler yüksek oranlarda görülmektedir. Yani diyebiliriz ki Türk usulü delikanlılık; sadist eylemler yerine şiddet içeren eylemlere imza atmaktır, yani bizim delikanlılarımız daha merhametli… Peki nedir bizim delikanlıları batılı psikopatik kişilik yapısından ayıran? Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için doğu toplumunda delikanlıların gelişim öyküsüne değinmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Doğu toplumundaki ailelerde babalar güçlü ve otoriterdir; çocuklarından beklentileri yüksektir. Çocuklarını kurallar içerisinde büyüterek, sadakatları sonucunda ödüllendirirler. Bu kurallar sayesinde çocuğun taşkın davranışlarına müdahalelerde bulunarak belli sınırlar içerisinde sarıp sarmalarlar.

Çocuk gelişiminde 2-3 yaşlarına gelindiğinde, çocuğun gelecek yaşamını şekillendiren önemli bir süreç başlamaktadır.


Ayrımlaşma ve bireyselleşme. Bu çerçevede çocuk bu süreci ne kadar başarılı tamamlarsa, erişkinlikte o ölçüde özgürleşmektedir. Zaten antisosyal kişilik sahibi birey, antisosyal davranış sergileyebilmesi için ortamında özgür olmalı ve aileden kopmalıdır. Böylece saldırgan potansiyellerini denetim altında tutmak için kendi ruhsal gücünden başka bir güç kalmamaktadır. Bu ruhsal güç de her bireyin sahip olduğu ve vicdan ile temsil edilen üst benlik yapısıdır.

Üst benlik yapısı anne-babaçocuk üçlüsünün karşılıklı etkileşimi çerçevesinde toplumsal kuralların benimsenmesi yoluyla olur. Önce bu kurallar ebeveyn figürünün bulunduğu ortamda geçerli iken (somut üst benlik), ebeveynin olmadığı yerde çocuk bildiğini okur. Yani annenin yanındayken uslu uslu resmini boyayan çocuk, anne gittiğinde duvarları boyamaya başlar. Zaman içerisinde ailenin koyduğu kurallar çocuk tarafından içselleştirilir (soyut üst benlik). Artık ebeveyn figürü olsa da olmasa da çocuk bu kurallara uyar. Batı toplumunda ayrımlaşma ve bireyselleşme tam olarak gerçekleşince, çocuğun üst benliğinin tam anlamıyla gelişmemesi durumunda sadistçe dürtülerini denetim altında tutacak içsel bir aile olmamakta bu sebeple vahşice eylemler gerçekleşmektedir. Doğu toplumunda ise, ayrımlaşma ve bireyselleşme yarım geliştiği için, sadece somut üst benlik geliştiği için, soyut üst benlik eksik kalınca aileler delikanlının yardımcı üst benliğini bir ömür boyu üstlenerek yanında olur.

Teorik bilgiler sonrasında Türk usulü delikanlılarımıza döndüğümüzde toplumumuzda birçok erkeğin bu şekilde büyüdüğünü görmekteyiz. Zaten aileler de erkek çocuğun biraz delikanlı biraz da antisosyal olmasını istemektedir. Antisosyalliğin Türk toplumuna özgü görünümü olan delikanlılık, aile tarafından maço olarak yetiştirilen ama hiçbir zaman bireyselleşmesine izin verilmeyen, bu çerçevede denetim altında tutulup yoldan çıkmadan bir yaşam çizgisi sürdüren toplumla barışık bir psikopatlıktır. Türk toplumunda aile bu işlevini koruduğu müddetçe toplumumuzda belki bol miktarda gizli antisosyaller bulunacak ama dürtüsel, sadist ve suç işlemeleri çok seyrek olacaktır. Aile yapımızın, toplumu bir arada dengeli ve istikrarlı olmasını sağlayan bir unsuru olduğunu bir kez daha unutmayalım.

Antisosyalliğin Türk toplumuna özgü görünümü olan delikanlılık, aile tarafından maço olarak yetiştirilen ama hiçbir zaman bireyselleşmesine izin verilmeyen, bu çerçevede denetim altında tutulup yoldan çıkmadan bir yaşam çizgisi sürdüren toplumla barışık bir psikopatlıktır.

135


136

‘MODA ERKEĞİ DEĞİLİM’


Şu sıralar; yer aldığı ‘Topuklu Terlik Süt Yapar’ isimli tiyatro oyunuyla da büyük beğeni toplayan, ‘Poyraz Karayel’ dizisinde ‘Sadrettin’ karakterini canlandıran yakışıklı oyuncu Ali İl, GeMan Magazine Mart sayısı için objektif karşısına geçti. Modaya bakış açınızı öğrenebilir miyiz?

Ben modaya inanmıyorum. İnsanın kendini tanıyıp, ruh haline, bedenine göre kendine yakışanı bulması gerektiğini düşünüyorum. Çok da modaya bağlı kalınması taraftarı değilim. Her sene sokakta insanların üzerinde yeni modaları görüyorum ve üzülüyorum. Daha çok temiz, şık ve sade giyinmeyi tercih ederim.

Bir oyuncunun moda ile yakından ilgilenmesi gerektiğini düşünmüyor musunuz?

Hayır, düşünmüyorum. Bizim işimiz moda ile değil karakter ile. Çok yoğun bir işte çalıştığın zaman başkası oluyorsun, sürekli başka kıyafetler giyiniyorsun. Oradan çıktıktan sonra zaten değişik kıyafetler giyinme taraftarı olmuyorsunuz. Ben değilim en azından.

‘SADE TASARIMLAR GİYİNMEYİ TERCİH EDERİM’ Kendi tarzınızı yaratırken nelere dikkat ediyorsunuz?

Çok fazla alışveriş yapmam. Yaparsam da; kalitelisini ve güzelini almaya özen gösteririm. Çok parçalı, desenli, hareketli kıyafetlerden ziyade, sade tasarımlar giyinmeyi tercih ediyorum.

Renkli pantolon giyinir misiniz?

Evet, yazın giyiniyorum. Şehir dışı ya da yurt dışına tatile gittiğimde daha çok tercih ediyorum. Ama İstanbul sokaklarında, özellikle bir iş devam ederken renkli pantolon giyinmeyi tercih etmiyorum.

137


Favori renginiz nedir?

Siyah ile beyaz tabi ki. Beşiktaşlıyım!

Marka takıntınız var mı?

Eskiden vardı ama artık yavaş yavaş bu özelliğimi törpülediğime inanıyorum. Ama iyi görünmek önemli tabi.

‘PAHALI ÜRÜN, HER ZAMAN KALİTELİ DEĞİLDİR’ Peki, şık kıyafetler sadece pahalı ürünler mi demek?

İşte o ikisinin ayrımını sonradan yapmaya başladım. Pahalının, her zaman kaliteli olmadığını zamanla öğrendim. Artık, kumaşına falan da bakıyorum ve kazıklanmamaya çalışıyorum.

Modayı takip eden ve modaya göre giyinmeyi tercih eden erkekler hakkındaki düşüncelerinizi bizlerle paylaşır mısınız? Yapmasınlar. Modayı takip edeceğim diye, kötü duruma düşmüş birçok arkadaş görüyorum sokaklarda. Biraz daha araştırsınlar bence.

Poyraz Karayel’de canlandırdığınız ‘Sadrettin’ karakteri sürekli takım elbise giyiyor ve sert bir imajı var. Bu durumdan sıkıldınız mı? Evet, çok sıkıldım o imajdan. Sürekli olarak takım elbise giymek, rahat giyinmeyi seven bir adam için gerçekten zorlu bir sınava dönüşebiliyor. Allah’tan Sadrettin kravat takmıyor.

Sokakta sizi daha sportif giyinmiş olarak gördüklerinde, insanların tepkileri nasıl oluyor? Daha genç göründüğümü söylüyorlar haliyle. Beni daha heybetli, iri-yarı ve yapılı biri olarak bekledikleri için, kot pantolon ve tişört ile gördüklerinde bir hayli şaşırıyorlar.


139


Gündelik hayatınızda aksesuar kullanıyor musunuz?

Hayır, asla kullanmıyorum. Hatta bir gün evlenirsem, yüzüğü bile nasıl takacağım diye düşünüyorum. Sanırım ben moda erkeği değilim.

Sporla aranız nasıl?

Gerçekten çok iyi. Spor yapmayı çok seviyorum.

Gündelik hayatınızda spora ne kadar vakit ayırıyorsunuz?

Yüzmeyi, koşmayı, bisiklet sürmeyi ve her türlü sporu yapmayı çok seviyorum. Haftanın en az 6-7 saatini spora ayırıyorum. Spor giyinmeyi de, spor ürünlerini almayı da çok seviyorum.


w w w. a f f f a i r. c o m


AYIN KLASİĞİ

Yönetmen Brian De Palma nın 1987 yılında çekmiş olduğu ve Eliot Ness`in Al Capone`u adalete teslim edişini otobiyografik bir anlatımla ele alan bir başyapıttır. Başrollerini Memur rolünde Kevin Costner, İrlanda asıllı Amerikalı devriye polis i Jim Malone rolünde Sean Connery ve Al Capone rolünde Robert de Niro`nun paylaştığı filmin senaryosu David Mamet’in kaleminden uyarlandı. Sean Connery filmdeki performansıyla Oscar larda En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü kazandı. Filmin kendisi kısa zamanda büyük etki yaratarak 76 milyon $`u açan hasılatıyla “hit” oldu. Hazırlayan: Aykut Solea - Yönetmen Filmin hikayesine gelince; 1920 ve 1930 larda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki içki yasağı, ülkede organize suç artışına neden olur. Birçok çete kaçakçılığını yaptıkları alkolü satmak ve işlerini daha rahat yürütmek için şiddet kullanmaya başlar. En büyük sorun ise, Al Capone’nun (Robert de Niro) kaçakçılığını yaptığı düşük kaliteli likör ü yüksek fiyata sattığı Chicago’dadır. Capone ile baş etmek için Hazine Müdürlüğü Memur Eliot Ness (Kevin Costner) i suç imparatorluğuna karşı mücadele eden ekibin başına getirir; ancak Ness`in ilk çabaları rüşvet alan diğer polis memurları nedeniyle suya düşer. Bunun üzerine Ness, dürüstlüğüyle ünlü, rüşvet almayan, İrlanda asıllı Amerikalı polis memuru Jim Malone`dan yardım ister. Malone, Ness`e Capone`u dize getirmek için

142

her şeyi göze almasını, ancak rüşvet ihanetine uğramamak için polis akademisinden seçilmiş yeni memurlarla bir ekip kurmasını öğütler. Üstün başarılarından dolayı ilk olarak İtalyan asıllı Amerikalı polis akademisi öğrencisi George Stone (Andy Garcia) ekibe alınır. Ekibe Ness ile çalışması için başkent Washington`dan atanan muhasebeci Oscar Wallace (Charles Martin Smith) da katılınca, ihanet ya da rüşvetten korkmadan Capone ile mücadele edebilecek bir ekip kurulur: Dokunulmazlar.


İ

lk baskın, yerel posta ofisine yapılır. Deposunda Capone nun yasadışı likörleri bulunmaktadır; herkes tarafından bilinmesine rağmen rüşvet ve korku yüzünden göz yumulmuş olan bu depoya yapılan “Dokunulmazlar” baskını kayıpsız ve başarıyla tamamlanır. Wallace, Ness`e Capone`un 1926`dan beri gelir vergisi vermediğini bildirince akıllara olası bir maliye soruşturmasının Capone`u içeri atmak için en kısa yol olduğunu getirir. Capone`un, Kanada-ABD sınırında gerçekleştirilen baskında ele geçirilen muhasebecisi George (Brad Sullivan), Capone aleyhine tanıklık yapmaya ikna edilir; ancak Capone`un tetikçilerinden Frank Nitti (Billy Drago) polis memuru kılığına girerek George`u ve onu polis arabasına götüren Wallace`ı öldürür ve kanlarıyla duvara “Dokunulabilirler” (Touchables) yazar; amaç ekibin adıyla dalga geçmektir. Cinayet sonrası Ness`in mahkemeye sunacağı ipuçları elinden alınmış olur. Malone, Capone`un diğer muhasebecileriyle ilgili bilgi toplarken, Ness`ten, savcıyı davanın düşürülmemesi için ikna etmesini ister. Malone emniyet müdürüyle kavga ederek Capone`un değer bir muhasebecisi olan Payne hakkında bilgi almayı başarır. Emniyet müdürünün Capone`a haber vermesi üzerine, aynı gece Malone evinde Nitti tarafından sayısız kez kurşunlanır. Ness ve Stone onu bulduklarında ölümcül biçimde yaralıdır. Ölmek üzereyken, son sözleri Payne`in Chicago`yu trenle terk edeceği olur. Ness ve Stone istasyona geldiklerinde Payne`i birçok gangsterle korunmuş biçimde bulur. Onlarla çatışmaya girerek tüm gangsterleri öldürüp Payne`i ele geçirmeyi başarırlar. Payne mahkemede Capone aleyhine tanıklık yaparak beş yıllık dönemde 1, 3 milyon dolardan dan fazla para dağıtıldığını itiraf eder; ancak Ness, Capone`un uzun süreli hapis cezası alma olasılığına karşın mahkemedeki rahat hareketlerinden şüphelenir ve Nitti`nin mahkemede silah taşıdığını fark eder. Nitti`yi mübaşirle birlikte dışarı çıkarır ve Capone`dan rüşvet alan valinin silah taşıma iznini görür, ancak Nitti`nin kibrit kutusunda Malone`un adresini görünce onu Nitti`nin öldürdüğünü anlar. Nitti çatıya kaçar ve gerçekleşen bir sürelik çatışmadan sonra teslim olur. Ness, Nitti`nin kışkırtmalarından sonra, onu binadan aşağıya atar. Ness, mahkeme salonuna döndüğünde, Stone, Nitti`nin ceketinden aldığı, rüşvet verilen jüri üyelerinin kaydedildiği listeyi verir. Ness durumu yargıca anlatır ve yargıcın adının da muhasebecinin tuttuğu rüşvet listesinde olduğunu söyler. Sonunda, yargıç jüriyi aynı sırada görüşülen boşanma davasının jürisiyle değiştirmeye karar verir ancak davanın devam edeceği sırada, Capone`un müdahalelerinden sıkılan avukat ı, “suçsuzluk” iddiasını düşürür. Bunun üzerine Capone avukatına saldırır ve mahkemede kavga çıkar, kavga sırasında Capone`a yaklaşan Ness, daha önce kendisiyle “Düşük bir çene ve rozetten başka hiçbir şeyin yok senin!” diye dalga geçmesine karşılık olarak, “Hiçbir zaman kavganın peşini bırakma, ta ki kavga bitene kadar.” der. Ness Chicago`daki bürosunu toplarken, Malone`un yıllardan beri yanında taşıdığı, üzerinde polislerin koruyucusu olduğuna inanılan Aziz Yehuda`nın tasviri olan anahtarlığı görür. Ness, “Bunu bir polisin saklamasını isterdi.” diyerek Stone`dan anahtarlığı almasını ister. Ness sokakta bir gazete muhabiri tarafından durdurulur ; muhabir, Capone`u alt eden adamdan birkaç söz isteyerek içki yasağının kalkması üzerine ne yapacağını sorar. Ness cevaplar : içki içmeye gideceğim....

143


Masal Tamircisi Hazırlayan: Burcu Yıldırım- Sanat Terapisti

Einar’ın İçindeki Lili 1920 yıllarında Danimarka’da ünlü bir ressam olan Einar Wegener erkek cinsiyetinde dünyaya geldi. Eşi Gerda o dönemlerde Einar’dan çok daha ünlü bir ressamdı. Gerdaya bu ünü kazandıran tablolarında yer verdiği badem gözlü kadın figürüydü. Herkes bu güzel kadının kim olduğunu merak ederken gerçeğin anlaşılması pek de uzun sürmedi. Gerda’nın tablolarındaki kadın, eşi Einar’dan başkası değildi. Yeni sergisi için bir kadın modele ihtiyacı olan Gerda, modelin işi bırakması üzerine kocasından ona modellik yapmasını rica eder. Einer bunun bir sır olması şartıyla teklifi kabul eder ve tablolardaki gizemli kadın Lili’ye dönüşümünün ilk adımını atmış olur. Kadın kıyafetleri giydiğinde ona Lili olarak seslenilmektedir. Zamanla Einar Liliye dönüştüğü anlarda kendini daha mutlu hissettiğini keşfeder ve sık sık evin içinde kadın kıyafetleriyle dolaşır. Eşi Gerda da bundan hoşnuttur. İkilinin cinsel hayatlarına renk getiren bu durumun Einar’ın ölümüne yol açacağından henüz ikisinin de haberi yoktur… The Danish Girl filmine de konu olan Einer’ın Lili’ye dönüşümü çok da uzun sürmeyecektir. Einar artık kendisini bir kadın gibi hissetmekte ve Lili olmaktan vazgeçememektedir. Bu

144

HER SANATIN ALTINDA YATAN BİR MASAL VE HER MASALIN BİR TAMİRCİSİ VARDIR.

hislerini bir kadın bedenine sahip olarak pekiştirmek ister ve dünyada bir ilki gerçekleştirerek 1930 yılında cinsiyet değiştirme ameliyatı olur. Artık Einer, yani yeni ismiyle Lili Elbe dünya tarihinin ilk transeksüel bireyi olmuştur. Danimarka’da sansasyona neden olan ameliyat sonrasında Lili ve Gerda’nın resmi olarak evli kalmaları mümkün olmayacaktır. Ameliyatla testisleri alınan ve evliliği biten Lili Elbe resim çizmeyi bırakır, çünkü ona göre resim yeteneği artık içinde öldürdüğü Einar Wegener’e aittir. Lili Elbe testislerinin alınmasının ardından yumurtalık nakli için tekrardan bıçak altına yatar, çünkü bir çocuk sahibi olmayı istemektedir fakat vücudu yumurtalıkları reddeder ve bu yumurtalıkların alınması için 3. ve 4. operasyonlar yapılır. Bu operasyonlar sırasında doktorlar Lili Elbe’nin vücudunda gelişmemiş yumurtalıklara sahip olduğunu keşfeder. Lili aslında intersex bireydir, yani doğuştan her iki cinsiyetin organlarına da sahiptir. Fakat geçireceği son nakil ameliyatına vücudu dayanamaz ve 1931 yılında bir kadın olarak yaşamını yitirir. Gerda Lili ile evlilikleri bitikten sonra Fas’ta yaşayan bir diplomatla evlenir. Fakat Lili öldükten sonra Gerda eşinden ayrılıp Lili ile ilk tanıştıkları yer olan Kopenhag’a yerleşir ve bir dairede tek başına yaşamaya başlar. Einar’ın Lili’ye dönüşümünden ve geçirdiği ameliyatlar sonrasında hayatını yitirmesinden sorumlu tutulan Gerda kendini alkole verir ve yalnız başına yaşadığı o dairede 1940 yılında yaşamını yitirir.

Saat Tam 12’de At Arabası Bal Kabağına Dönüşecek Tablodaki peri, arka fondaki atlı araba ve yerdeki bal kabakları çoğunuza Sindrella’nın hikayesini anımsatmıştır. Sindrella kül kedisiyken, bir geceliğine de olsa prenses olmanın hazzını ve bir prensle vakit geçirmenin mutluluğunu yaşamış bir masal kahramanıdır. Peri ona sihirli ayakkabılar verir ve onu bir prenses gibi giydirir, fakat bir şartı vardır; saat 12 de at arabası bal kabağına dönüşecek ve Sindrella’nın kıyafetleri değişecektir. Gerda, Einar’ın Lili olmasından keyif aldığı dönemlerde onu bir baloya kadın kılığında götürür. Bu Lili’nin insanlar arasına ilk karıştığı gündür. Baloda birçok genç erkek, Lili ile ilgilenir hatta içlerinden biri Lili ile yakınlaşır. Einar o gece erkekler tarafından beğenilmenin hazzını tadar ve o günden sonra Lili karakterini canlı tutmak için mücadele etmeye başlar. Baloda tanıştığı bir erkekle görüşür. Bu durum Gerda’nın pek hoşuna gitmese de bu deneyimde bir payı olduğu aşikardır. Tablonun sol tarafındaki kadın Gerda’nın çizimlerinde sıkça yer verdiği badem gözlü kadın figürü, yani Lili’dir. Üzerindeki elbisenin pembe oluşu ve göğüslerine dikkat çekilmesi kadınsılığını ifade eder gibidir. Saçındaki tacın, kolundaki bilekliğin,


The Danish Girl filminde Gerda’nın eşine modellik yaptırdığı sahne

diğer elindeki çiçeklerin ve elbisenin eteklerindeki şeritlerin mavi olması ise Lili’nin erkeksi yanlarını temsil ediyor olabilir. Bu renkleri kategorize ederken yeni doğan bebeklerin cinsiyetine göre kıyafet seçerken hangi renklere yöneldiğinize dikkat etmeniz daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır. Tabloda pembe elbiseli Lili’nin elinden düşen, kapalı bir yelpazedir. Yelpaze özellikle de balolarda yüzü gizlemek için kullanılan bir eşyadır. Lili’nin baloda bu kıyafet ve ayakkabılarla içinde bir yerlerde hissettiği kadınsı duyguları gizlemesine gerek kalmayacaktır. Tablonun sağ tarafındaki muhtemelen Gerda’yı temsil eden perinin elbisesinin mavi ve üzerinde yıldızların olması erkeksi duygularını ifade edebileceği gibi bir erkeğe karşı duyduğu uzaklığı da ifade ediyor olabilir. Çünkü yıldızlar uzak ve ulaşılması güç olması ile bilinir. Belki de Gerda bu çizimiyle Einar’a artık ulaşamadığını ya da Einar’ın ondan uzaklaştığını ifade etmek istemiştir. Tablonun ana teması perinin Sindirella’ya dönüşen kül kedisine ayakkabıları vermesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu noktada The Danish Girl’ün şu sahnesi bize ayakkabıların sırrını veriyor olabir; Gerda’nın kadın mankeni devam etmeyeceğini bildirdiğinde mankenin çizildiği tablo yarım kalır. Tablonun eksik kısmını tamamlamak adına Gerda, eşi Einar’dan yardım etmesini ister. Eksik kısım ise ayakkabılardır. Einar parlak bir kadın çorabı ve kadın ayakkabıları giyerek Gerda’ya mankenlik yapar. Einar’ın içindeki Lili tam da bu sırada

doğar, Gerda’nın ona bir çift ayakkabı vermesi ile… Tek gecelik bir eğlence olarak başlayan ve Lili’nin erkeklere olan ilgisini anlamasına vesile olan bu balo çiftin ilişkilerinde bir dönüm noktası niteliğindedir. Gerda tıpkı hikayedeki peri gibi balodan döndüklerinde eşinin normal hayatına devam etmesini dilemiş olabilir fakat belki de buna gücü yetmediğinden tabloda sihirli bir güç olan peri ile bu arzusunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Perinin saçlarının çok kabarık olması Gerda’nın zihnindeki yoğun düşüncelerin yarattığı şişkinliğin bir ifadesi olabilir. Arabalar harekete geçmiş libidinal enerjiyi temsil eder. Lilinin arkasındaki at arabasının sürücüsünün Lili’ye doğru yönlenmesi ve sürücünün erkek olması Lili olmayı tercih eden Einar’ın artık erkeklere ilgi duyduğunu ifade ediyor olabilir. Arabanın kırmızı olması ise bu ilginin yoğunluğunu ifade eder gibidir. Bu Gerda’nın Einar’ı kendisinden uzaklaşmış bulmasının anlamlı bir sebebi olabilir. Perinin arkasında kalan iki erkek ise Gerda’nın hayatına dahil olmaya çalışan ya da hoşlandığı iki erkeği temsil ediyor olabilir. Her ne kadar Gerda’nın, kocasının Lili’ye dönüşmesinden memnun olduğu ve böylece ikilinin lezbiyen ilişkilerini rahatça sürdürebildikleri söylense de Gerda’nın, eşinin ameliyatla cinsiyet değiştirmesinin ardına başka bir evlilik yapması akıllarda soru işareti bırakıyor. Gerda’nın Lili yaşamını yitirdikten sonra diplomat eşinden ayrılması ve

Kopenhag’a yerleşmesi yaşadığı suçluluk duygusunun bir dışavurumu mudur bilinmez fakat ressam Einar’ın kadına dönüşümündeki rolünü bu tabloda işlemiş gibi görünüyor. Lili insanlara, kendilerini hissettikleri cinsiyetin bedenine sahip olmaları konusunda öncülük etti. Çok acı deneyimler yaşadı fakat olmak istediği kişi olarak hayata gözlerini yumdu.

Lili, basit bir öpücük gibi bulacağız cevabı Gölgede bırak bütün korkularını Benzeme sakın renksiz bir hayalete Çünkü hayatın en güzel resmi senin içinde (Aaron’un U Turn - Lili şarkısından)

145


TÜMAY ÖZOKUR: ‘45 YAŞIMDAN SONRA KİMLİKLERİMİ FARKETTİM’ Türk televizyon ve sinema sektöründe birçok ünlü ismin şöhret ve kariyer planlamasını yapan Menajer Tümay Özokur, ailesi ile birlikte Ge-Man Magazine okuyucuları için objektif karşına geçti. 3 seneyi geride bıraktığı Tümay Özokur Atölye’de oyunculuk eğitimi veren Özokur; menajerlik, basın danışmanlığı, kast direktörlük gibi eğitimlerin verileceği ‘Şöhret Yönetimi Okulu’ adlı bir kurumu daha faaliyete geçireceğinin müjdesini veriyor. Sektöre vefa borcunuz olarak nitelendirdiğiniz ‘Tümay Özokur Atölye’nin çalışmalarından bahsedebilir misiniz?

3 seneyi geride bıraktık. Yoğun bir tempoda ilerliyoruz. Atölyemize dahil olan herkesi ajansımıza almıyoruz. Böyle bir yanılgı da söz konusu oluyor. Ama içerisinden nasıl daha önce

146

gençleri keşfettiysem, yeni keşiflerim de olacak. Aynı zamanda yaşam atölyesi devam ediyor. Konusunda uzman birçok uzman, seminer vermeye devam ediyor. Ben de kariyer yönetimi ve şöhret yönetimi konusunda seminerler veriyorum. Gençlere bir şeyler anlatabilmek çok keyifli. Onlarla gençleşiyorsun. O yüzden atölyenin sektöre katkısının çok büyük olacağını düşünüyorum. Müfredatımızı özenle,

titizlikle seçiyoruz. Bence yine bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Tümay Özokur Atölye’den mezun olduktan sonra, atölye ekibiniz mezunlara yol gösterici oluyor mu?

Elbette. Özellikle ‘Tümay Özokur Atölye Klübü’ gibi etkinlik ve faaliyetler üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. Orası kütüphanesinde kitap okuduk-


ları, kafeteryasında sohbet ettikleri, ücretli aynı zamanda ücretsiz onlara faydalı olacak birçok seminerim organize edildiği bir yer. Dolayısıyla atölyeye mezun olduktan sonra gelmeye devam etmeleri lazım. Onun yanı sıra, birlikte çalıştığımız ve kendilerine oyuncu yönlendirdiğimiz kurumlar var. Zaten bütün hocaların değerlendirmesi sonucu bizimde ihtiyacımız olan oyuncuyu kendi bünyemize alıyoruz. Diğer arkadaşların da sektörde daha iyi tecrübe kazanabilmeleri için özellikle bölüm oyuncusu gönderen ajanslara gitmeleri gerekiyor. Bu konuda da onları en doğru şekilde yönlendiriyoruz.

‘SEKTÖRE MENAJER YETİŞTİREN TEK KURUMUZ’ Şu sıralar kariyer planması üzerine çalıştığınız bir kitabınız var. Bu çalışmanızla ilgili detayları bizlerle paylaşabilir misiniz?

Kitap benim için çok önemli. İçerisinde bütün sektörü barındıran, bir oyuncunun, bir menajerin, kariyerini doğru planlaması adına atılacak bütün adımları hayatımda yaşadığım örneklerle aktardığım bir kitap bu. Bizden sadece oyuncu yetişmedi. Ben sektöre 10’dan fazla menajer de yetiştirdim. Dolayısıyla herkes bana menajerlik üzerine de okul açmam gerektiğini söyledi. Biz bu konuda da derslere başlıyoruz. Bizden başka sektöre bu kadar menajer yetiştiren başka bir yer yok. Tümay Özokur; hem oyunculuk, hem de menajerlikle ilgili fabrika gibi durmadan bir üretim içerisinde olan bir kurum. Ben bildiklerini kendine saklayan bir yönetici değilim. Çalışma arkadaşlarımla telefon datalarımdan, hayatım boyunca tanıdığım bütün arkadaşlarımı paylaştığım için onlarda benden ayrıldıktan sonra bu sektöre kolay adım atabiliyorlar.

yor olmak lazım. Herkes menajerlik yapabilir, herkes oyuncu olabilir. Bir; kalıcı olabilmek, iki; başladığın gün ki gibi anılabilmektir zor olan. Çünkü bu sektörde kazanılan paralar insanı çok çabuk yoldan çıkarabiliyor. Ortağım Tüles Ablam ile birlikte bu sektörden kazandığımızı, bu sektöre yatırmayı tercih ettik. Dolayısıyla ister oyuncu, ister menajer isterse de set çalışanı olsun, mesleğine yatırım yapması gerekiyor. Bu da başka bir kariyer yolculuğu…

Türkiye’de menajerlikten ziyade kariyer ve şöhret planlaması yaptığınız için de ilklerdensiniz değil mi?

Evet. Benim kadar kurumun içerisinde farklı branşlara yer başka bir kurum daha yok. Bünyemizde; terapistlerimiz, basın danışmanı, marka danışmanı, sosyal medya uzmanı, styling, fotoğrafçı, iletişim danışmanı ve satış danışmanı gibi ihtiyaç duyulan bütün branşlardan uzmanlaşmış ekip arkadaşlarımız mevcut. Bu sebeple sadece oyuncular değil, kariyer planlamasını yaptığımız seramik sanatçısı, yazar, gazeteci gibi farklı meslek gruplarından kişiler de var. Bu yolculuk böyle devam edecek. Çünkü menajer kelimesinin içi biraz boşaltıldı. O sıfatla anılmak değil, daha farklı bir yöntemle kendi tarzımı ve kendi yolumu yaratmaya çalışıyorum. Nasıl ilk yola çıktığımda bir meslek kolunun başlamasına sebep olduysam, yine yaptığımız iş birçok kişinin yolunu aydınlatacak. Bizden sonra yine bu

tarzda çalışan kurumlar olacak. Biz de ilk olmanın onurunu ve gururunu taşıyacağız.

O zaman hem mesai arkadaşlarınızı hem de oyuncularınızı sizin ikinci aileniz olarak tanımlayabilir miyiz?

Evet, aynen öyle. Sevginin birbirini bağlamadığı ne bir mesai arkadaşımız var, ne de oyuncu arkadaşımız var. Aranızda sevgi ve saygı ilişkisi olmayan insanlarla zaten ipler bir süre sonra kopuyor. Çünkü bu sektörün bize kazandırdığı güvensiz ortamlar ne olursa olsun, ablam ve ben sevmeyi bilen anne ve babanın çocukları olduğumuz için hiçbir yaşadığımız olumsuzluk bizi yoldan çıkartamadı. Dolayısıyla sevgi ve saygı çok önemli bir kavram. Ben, evladım yaşındaki oyuncumla da çalışırken sorumluluğum dahilinde onların menajerleri, kariyer yöneticileri ve yol arkadaşlarıyım. Onun haricinde birlikte oturup dertleştiğimiz, iki lokma ekmeği bölüştüğümüz zaman anne yarıları ya da ablaları gibiyim. Ama bu iki kimliğimi birbirine karıştırmıyorum. Karıştırdığın anda kaos yaşarsın.

’45 YAŞIMDAN SONRA KİMLİKLERİMİ FARKETTİM’

Menajerlik okulu açarak kendinize rakip yetiştiriyorsunuz. Bu durum sizin için bir risk unsuru oluşturmayacak mı?

Birilerinin bana rakip olabilmeleri için, onlarında benim gibi sektöre menajer kazandırmaları gerekiyor. Rakip olabilmek için, gerçekten üretebili-

147


‘EV KADINI OLSAYDIM 100 KİLO OLURDUM’ Tümay Özokur evde mutfağa girer mi? Mutfakta hünerli midir?

Siz de 2 çocuk annesisiniz. Tümay Özokur, evde nasıl bir annedir? Yoğun iş temponuzun haricinde ailenize vakit ayırabiliyor musunuz?

Tabi ki ayırmak zorundayım. Yaş ilerledikçe senin için hayattaki birçok şeyin anlamı farklılaşıyor. Gençken hayat; yaşamak, eğlenmek ve çalışmak üzerine kuruluyken yaş 40’ı aştıktan sonra ‘Ne için?’ diye soruyorsunuz. Çocuklarım için, ailem için kuvvetli olup hayatta kalmalıyım diyorsunuz. Ben de geç anne olan ender annelerden olduğum için çocuklarımla aramdaki yaş farkı çok fazla. O yüzden hayata içimdeki çocuğu kaybetmeden tutunmak zorundayım. Ne yaşarsam yaşayayım, güçlü durmak zorundayım. Maddi manevi yaşadığım ve gördüğüm ne varsa, onu devam ettirmek için çalışmak zorundayım. Ama bütün bunları yaparken anne ve eş kimliğimi unutmadan yapmak zorundayım. Çünkü zaman zaman bakıyorum, maskülen kadın kimlikleri ilişkilerini yürütmekte zorlanıyor. Ben de bu açmazları yaşadım. Çünkü çok güçlü kadınlarız. Ve bu gücümüzü eve de taşımaya kalkıyoruz. Bu tarz ilişki, eşinizle de çocuğunuzla da sorun yaratıyor. 45 yaşımdan sonra kimliklerimi keşfettim. Bu konuda hayatıma dokunan yol arkadaşlarımdan, Atölyemizin de eğitmenlerinden olan yaşam koçum ‘Melih Korukçu’nun çok desteğini gördüm. Şimdi kimliklerimi ayrıştırabildiğim için; eşimin hayat arkadaşımı, çocuklarımın annesi, ablalarımın kardeşi, anne babamın evladı, oyuncularımın menajeri, iş arkadaşlarımın da patronu olarak yoluma devam ediyorum.

Çocuklarınızın da kariyer planlamalarında yardımcı oluyor musunuz? Onlar da bir gün oyuncu olmak isterse, tepkiniz ne olur? Açık söylemek gerekirse, oyuncu olmalarını istemem. Oyunculuk çok özel

148

ve güzel bir meslek. Ama oyuncuların hayatları gerçekten çok zor. Hayatları sürekli Medcezir gibi iniş-çıkışlarla ve sürprizlerle dolu. Duygularını yaşamak konusunda karmaşa içerisinde kalıyorlar. Hele ki bazıları yaptığı işi, hayatlarının yaşam tarzı şekline dönüştürdüklerinde iyice kayboluyorlar. Yani bazıları oyunculuğu bir meslek olarak yaptığını unutuyorlar ve hayatlarına oynadıkları rollerdeki gibi devam ediyorlar. Onlar hiç mutlu olamıyor çünkü hep oynuyorlar. Çocuklarım da istiyorlarsa, kesinlikle önlerini kesmem. Nasıl mutlu olacaklarsa, ben onların her daim yanlarında olurum. Fakat tercih konusunda bana soracak olurlarsa, bu kadar zor bir mesleğine hayatlarına taşıyıp her gün soru işaretiyle yaşamalarını istemem.

Peki, çocuklarınızın hangi meslek gruplarına ilgisi var?

Karen’in çok iyi bir kulağı var, güzel resim yapıyor, hem de çok güzel şarkı söylüyor. Ben onun müzik ile ilgileneceğini düşünüyorum. Babasıyla birlikte onu görmek istediğimiz yer; iyi bir yüzücü olsun ve su balesi yapsın istiyoruz. Bu konuda eğitimlerine de yakın zamanda başlıyoruz. Dora ise çocukluğundan beri inanılmaz yaratıcı bir zekâya sahip. Ve çok güzel resim yapıyor. Babaları uzun boylu olduğu için, ikisinin de uzun boylu olacağını düşünüyorum.

Eşiniz Şahin Bey’de başarılı bir fotoğrafçı. Çalışmalarınızda birbirinize katkınız oluyor mu?

Şahin’le birlikte çalışıyorum. Sanırım oğlum Dora’da ondan el alacak. Fotoğraf çekmeyi çok seviyor. Şahin, yeteneğini gizlemiş benden senelerce. Sonradan ortaya çıktı. Onun gözüne çok güveniyorum. Giyindiğim zaman da ona sorarım nasıl olmuş diye.

İyi ki ev kadını değilim. Ev kadını olsaydım, herhalde 100 kilo olurdum. Ben mükemmeliyetçi bir insan olduğum için, ne yaparsam yapayım iyisini yapmak istiyorum. Örneğin; hafta sonu olduğunda Dora pijamasını ortalığa atmışsa, ‘Şu pijamayı yerine kaldırayım’ dememle başlıyor ve onun bütün dolabını indirirken buluyorum kendimi. Mutfağa girip, ‘Makarna haşlayayım.’ diyorsam, yanına et de salata da yapıyorum. Benim için ortası yok; ya hep ya hiç. Ama her gün yemek yapıp, mutfaktan çıkmayan bir kadın değilim. Bizim cici annemiz Filiz’i özellikle söylemek isterim. Filiz, hepimizin hayatını kolaylaştırıyor. Allah onu başımızdan eksik etmesin. Onun yemekleri bizim karnımızı doyuruyor. Moda ile aranız nasıl? Gördüğüm kadarıyla gündelik hayatınızda da renkli giyinmeyi tercih ediyorsunuz. Modayı takip etmiyorum. Ama moda; kendisini mecburen takip ettiriyor. Yani moda denildiği zaman çıkan pantolonlar ve ayakkabılar satışa sunulduğu zaman sen de mecburen onlardan birini alıyorsun. Ama benim kendime özel bir tarzım vardır. Annem çok zevkli bir kadındı. Renkli kıyafetler satılmazken, annem renkli kumaşlar alarak bizlere elbiseler dikerdi. Biz giyinmeyi annemden öğrendik. Benim tarzım, renkler üzerine kurulu. Canlı renkler, benim vazgeçilmezim. Şimdi şimdi insanlar renkli giyiniyor. Benim lisede okuduğum zamanlarda kırmızı ve yeşil renkli elbiseler yoktu ama ben hep kıpkırmızı ve yemyeşil giyinirdim. Her şeyden önce kendimi rahat hissetmem benim için önemli.

Marka takıntımız var mı?

Hiç yok. Hayatım boyunca hiç marka takıntım olmadı. Hatta birçok markayı bile bilmem, merak da etmem. Bütün dünyanın kabul ettiği bazı markaların da tarzlarından nefret ediyorum. Bana renk olsun, nerde satılırsa satılsın. Gündelik hayatınızda aksesuar kullanıyor musunuz? Annem bana ‘Erkek çocuğu musun?’ der. Benim kulağım dahi delik değil. Yüzük, kolye ve saat de takamam, hemen sıkılırım. Vazgeçilmezim, boyun eşarplarımdır. Beş çekmece rengarenk boyun eşarplarım vardır.


parklevent@dedeman.com www.dedeman.com

İş dünyası onu keşfetti. Hızlı ve kolay ulaşımı, zeki, dinamik ve eğlenceli yapısı ile profesyonellerin dikkatini çekmeyi başaran PARK DEDEMAN Levent, iş dünyasına özel konsepti ve yenilikçi konaklama anlayışıyla aradığınız buluşma noktası.


Suat Ünal ile Hazırlayan: Suat Ünal

KEYİFLİ HABER TURU

ÜNLÜ ISIMLER DOWN SENDROMLU ÇOCUKLAR IÇIN PASTA BÖREK YAPTILAR Ünlüler, önceki gün CVK Park Bosphorus Hotel’de düzenlenen Hunny Bunny Çocuk Şenliği’nde buluştu. Etkinlik kapsamında; Down sendromlu çocuklar için Down Cafe isimli bir stant kuruldu. Selda Topal’ın desteğiyle kurulan stantta; Nilay Cafer, Aslıhan Güner Kılıç, Özge Borak, Özlem Yıldız ve Ebru Erbaş gibi isimler görev yaptı. Zeynep Toker, Emel Yıldırım, Hatice Gönül, Selvi Serttaş, Gülnur Güneş, Emine Ün, Duru Kınay, Tuğba Altıntop, Aslı Hünel ve Bilge Eren gibi çok sayıda isim de etkinlikte hazır bulundu. Oyuncu Nilay Cafer, kendi yaptığı gül böreğini, Özge Borak vişneli cheesecake’i, Aslıhan Kılıç ise kurabiyeleri; kafeye gelir sağlamak için satışa çıkardı. Topal ise bu ürünleri satın alarak, şenliğe katılan çocuklara ikram etti.

ÖZGE BORAK’A SÜRPRİZ HEDİYE Okyanus Koleji öğrencilerinin yaptığı tablolar da büyük ilgi gördü. Ebru Erbaş’ın gerçekleştirdiği satışta; tabloları Burcu Hattat, Bige Hattat, İpek Hattat, Öznur Ekşioğlu ve Bülent Serttaş’ın oğulları Emir-Bahadır Serttaş satın aldı. Etkinlikte hayranlarının yoğun ilgisiyle karşılaşan Özge Borak, provalara yetişmek için mekandan ayrıldıktan sonra Down Sendromlu küçük Berna, güzel oyuncuyu görmeye geldi. Borak’a yetişemediklerini öğrenince üzülen Berna’nın annesi, şunları söyledi: “Berna, Özge Borak sayesinde özel eğitim almaya başladı. Kendisinin hayatımızda yeri çok ayrı. 14 Şubat, Özge Hanım’ın doğum günüydü. Berna, kendisine bir resim yaptı.”

DOWN SENDROMLU ÇOCUKLARLA PODYUMDA YÜRÜDÜLER Alper Türedi’nin öncülüğünde kurulan ‘Bir Dileğim Var Derneği’, önceki akşam çok anlamlı bir defile düzenledi. Down sendromlu çocuklar, ünlü isimler Çağla Şıkel,Bennu Yıldırımlar,Hasan Yalnızoğlu, Tuvana Türkay, gibi isimler podyumda yürüdü. ‘Podyum Engel Tanımaz’ sloganıyla gerçekleştirilen gecede Zeyner Sever Demirel’den Çağla Şıkel’e kadar birçok ünlü, çocuklarla birlikte boy gösterip onlara moral oldu. Şıkel’le birlikte yürüyen bu genç adam, tavrı ve enerjisiyle ünlü modeli bile gölgede bıraktı.

150


GE-MAN

MAGAZINE TUBA ÖNDER DEMIRCIOĞLU’NUN TUBA AĞACI SERGISI GALERI DIANI‘DE Tuba Önder Demircioğlu’nun ‘Yapıtlarında tamamen insanla ve onun manevi dünyası ile bütünleşerek sembolik anlatımlarla yeniden yorumladığı Tuba Ağacı’nı her yere, her şeye ‘TUTUNMA’ mızı sağlayan köklerimiz ve dallarımız’ ile buluşturduğu yeni sergisi Galeri Diani ‘de Galeri Diani, 4 Mart-25 Mart 2017 tarihleri arasında seramik ve heykel sanatçısı Tuba

Önder Demircioğlu’nun ‘TUTUNMA’ adlı heykel ve duvar çalışmaları sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının bu yeni sergisinde porselen ve stoneware den heykel ve duvar çalışmalarının yanı sıra pentür de olmak üzere sürpriz tekniklerde sanatseverlere sunuluyor. Varolduğumuz andan itibaren ağaçlar hayatımızın merkezi olmuş, yeryüzü ve gökyüzünün birleştiricisi kabul edilmiştir diyen sanatçı ;bir çok inanışta,Dede Korkut masalların da, Ötüken Ormanın da, Osmanlı’da, Orhan Veli şiirlerinde saygı duyulan ağaçları, yapıtlarında ve her zaman , insanın yaratılışları ve kaderleri ile yakından ilişkilendiriyor.

TARZ SAHİBİ ERKEĞİN YOLU LİON DİAMOND’TAN GEÇİYOR Kalite ve güveni taşların estetiği ile buluşturan Lion Diamond, hayatın her alanında dokunuşlarını sergilemeye devam ediyor. Kişiye özel tasarımlar ve butik ürünler üreten Lion Diamond güçlü tasarım ekibi ve üretim atölyesi ile tüm mücevher severler için özel hikâyeler yazıyor. Kaliteli, yaratıcı ve her zevke hitap eden tasarımları ile göz dolduran Lion Diamond taşıdığı modern çizgisi sayesinde geleceğin tasarımlarını bugünden gerçekleştirmek isteyen erkeklere, klasik çizgilerle geçmişin estetiğini bir arada yaşatıyor. Kalite ve güveni taşların estetiği ile buluşturan Lion Diamond, hayatın her alanında dokunuşlarını sergilemeye devam ediyor. Kişiye özel tasarımlar ve butik ürünler üreten Lion Diamond güçlü tasarım ekibi ve üretim atölyesi ile tüm mücevher severler için özel hikâyeler yazıyor. Kaliteli, yaratıcı ve her zevke hitap eden tasarımları ile göz dolduran Lion Diamond taşıdığı modern çizgisi sayesinde geleceğin tasarımlarını bugünden gerçekleştirmek isteyen erkeklere, klasik çizgilerle geçmişin estetiğini bir arada yaşatıyor. LİON DİAMOND’ DAN ERKELERE ÖZEL YEPYENİ KOLEKSİYON Erkekler için çok özel bir koleksiyon hazırlayan Lion Diamond kol düğmesinden, bilekliğe, renkli taşlı yüzüklerden, kolyelere kadar geniş koleksiyonu ile sizin için hem hediye seçeneği hem de kendinizi şımartmanın en zevkli yolu olacak.

151


CEMİL İPEKÇİ’DEN TÜRK KALP VAKFI’NA ÖZEL DEFİLE Ünlü modacı Cemil İpekçi, 2017 koleksiyonunu ilk kez Türk Kalp Vakfı’nın Lazzoni Hotel’de gerçekleştirdiği gala yemeğinde, iş, sanat ve cemiyet hayatının önde gelen isimlerinin katıldığı muhteşem bir organizasyonla tanıttı. Türk Kalp Vakfı Tıp Merkezi için Ekokardiyografi (Kalp Ultrasonu) cihazının alımına fon sağlamak amacıyla gerçekleşen Cemil İpekçi’nin “Avrasya Nefesi” adını verdiği defilede yeni koleksiyonunu ünlü isimler eşliğinde tanıtıldı. Banu Noyan koreografisiyle gerçekleşen defilenin en büyük sürprizlerinden biri Nükhet Duru oldu. Sanat dünyasının ünlü usta ismi Nükhet Duru, defilede İpekçi’nin kendisi için özel hazırladığı kıyafetle podyuma çıkarak modellik yaptı.

NÜKHET DURU 600 BIN DOLARLIK PIRLANTALARIYLA GECEYE DAMGA VURDU

Nükhet Duru, Emel Diamond’un özel tasarımı olan pırlantalarla bezenmiş 600 BİN DOLAR değerindeki 128 CT ağırlığındaki muhteşem set ile geceye damga vurdu. Podyumda heyecanlandığını belirten Nükhet Duru, “Türk Kalp Vakfı’na cihaz alınacak denilince ‘Tabii ki varım” dedim. Ama podyumda yürürken gerçekten heyecanlandım” diye konuştu.

NÜKHET DURU: İYİ BİR YORUMCUYUM

Gazeteciler, “Cemil İpekçi sizi Diva diye anons etti” deyince Nükhet Duru, “Ben iyi bir yorumcuyum” dedi.

DIVALIK BÜLENT ERSOY’A YAKIŞIYOR

“Peki sizce diva kim” sorusuna ise “Diva operacılar için kullanılıyor dünyada, bizde de sevgili Bülent Ersoy’a çok yakışıyor,

divalığı taşıyor. Biz masallarla büyüyen çocuklarız, o yüzden bu tip kraliçe, prens, kral gibi sıfatları çok seviyoruz” yanıtını verdi. Defilede Kiralık Aşk dizisinin yıldız oyuncusu Onur Büyüktopçu da podyuma çıktı. Kiğılı’nın kendisi için özel olarak hazırladığı simokinle podyuma çıkan Onur Büyüktopçu, “Çok heyecanlandım ama Türk Kalp Vakfı için buradayım. Güzel bir deneyim yaşadım” dedi.

KİRALIK AŞK BİTTİĞİ İÇİN ÜZÜLDÜK

Kiralık Aşk’taki partneri Nergis Kumbasar’la sürekli bir arada olan Büyüktopçu, “Dizi bittiği için üzüldük. Birlikte vakit geçirmekten çok keyif alıyoruz” dedi. Sunuculuğunu Ferhan Şensoy ve Kaan Sekban’ın üstlendiği gecede, podyumda Nükhet Duru ve Onur Büyüktopçu’nun yanı sıra Şenay Akay, Ebru Ürün ve Simge Tertemiz’in de aralarında bulunduğu Türkiye’nin önde gelen modelleri yürüdü. Yeni koleksiyonu büyük ilgili gören Cemil İpekçi, “İki kıtanın birleşme noktasında yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Bu nedenle defilemde farklı kumaşları renkleri bir arada kullandım. Binlerce yılda harmanlanan toplumlarımız gibi harmanladığım renkleri hayata geçirdim ve TÜRK KALP VAKFI yararına sizlere sundum” sözleriyle duygularını paylaştı. Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Güven ve İcra Kurulu Başkanı Neşe Sert’in ev sahipliğinde gerçekleşen gecede Ekokardiyografi (Kalp Ultrasonu) cihazının alımı için Cemil İpekçi yönetiminde açık artırma yapıldı. Açık artırmada Cemil İpekçi imzalı bir kıyafet ve Emel Diamond’ın özel tasarımı olan elmas kolye oldukça yüksek fiyata satıldı. Elmas kolyeyi Richmond Otelleri’nin sahibi Belgin Aksoy’a yeni evlendiği eşi Murat Berkin Sevgililer Günü hediyesi olarak aldı. Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Güven açılış konuşmasında “Vakfımızın Tıp Merkezi için gerekli olan Ekokardiyografi (Kalp Ultrasonu) cihazı başta olmak üzere gerekli tıbbi ekipmanların alımına fon sağlamak amacıyla gerçekleştirdiğimiz bu gecemize emeği geçen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz” dedi.

152


GE-MAN

MAGAZINE LONDRA MODA HAFTASINDA TÜLIN ŞAHIN RÜZGARI ESTI Londra Moda Haftası’na katılan tek Türk markası Barrus’un baş mankeni Tülin Şahin, podyumda şov yaptı. Şahin, güzelliğiyle izleyenleri kendisine hayran bıraktıBarrus’un Türk tasarımcıları Neslişah Yılmaz ve Nur Çağlayan, 35 parçadan oluşan Sonbahar/Kış 2017-18 koleksiyonlarını yaklaşık bir hafta boyunca moda dünyasının nabzının attığı Londra Moda Haftası kapsamında tanıttılar. Moda dünyasının dört önemli durağından biri olan London Fashion Week (Londra Moda Haftası) 17 Şubat’da start vermişti. Londra Moda Haftası’nın 4. gününde Türkiye’den

katılım gösteren tek Türk markası Barrus, tasarımlarını görücüye çıkardı. Barrus’un baş tasarımcısı Neslişah Yılmaz ve tasarımcı Nur Çağlayan, ilhamlarını eski dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen ‘Babil’in Asma Bahçeleri’nden aldı. Antik dünyada, Mezopotamya’nın en büyülü dönemlerine tanıklık eden Babil mimarisinden ve dönemin tasvirlerinden ilhamla yaratılan 35 parçalık koleksiyonda, mavi, yeşil, mürdüm, siyah ve beyazın aratonları kullanıldı. Barrus defilesinin baş mankeni ise Tülin Şahin’di. Açılışı derin yırtmaçlı mavi şifon ve dantelden oluşan bir elbiseyle yapan Şahin kapanışı ise beyazlar içinde gerçekleştirdi. Ünlü manken büyük beğeni toplarken, fiziği ve profesyonelliğiyle göz kamaştırdı.

LONDRA MODA HAFTASINDA DESTANSI DİRENİŞ Londra Moda Haftası kapsamındaki etkinlikte modacı Zeynep Kartal’ın üzerinde destansı direnişten karelerin basılı olduğu tasarımı ilgi çekti Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği 15 Temmuz darbe girişimi gecesi çekilen fotoğrafların sergilendiği bir etkinlik düzenledi. Düzenlenen etkinlikte, İngiltere’de yaşayan başarılı Türk modacı Zeynep Kartal’ın Londra Moda Haftası kapsamında hazırladığı sonbahar kış koleksiyonu da sergilendi. Çok sayıda yerli ve yabancı ünlü ismin katıldığı gecenin en dikkat çeken parçası, Zeynep Kartal’ın tasarladığı 15 Temmuz gecesi çekilen fotoğrafların baskılarının yer aldığı elbiseler oldu. Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği rezidansında gerçekleşen geceye Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç ve eşi Esra Bilgiç ev sahipliği yaptı. Geceye ayrıca, Türkiye’nin Londra

Başkonsolosu Çınar Ergin, serginin açılışında sponsor olan Özgül Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Özgül, Türk Sivil Toplum Örgütleri temsilcileri, gazetecilerin yanısıra İngilere’deki TV ve radyo sunucusu Olivia Cox, TV yıldızı Vicky Pattison, modacı Marcella Martineli, İngiliz model ve şarkıcı Chloe Jasmin gibi çok sayıda ünlü isim katıldı. 15 Temmuz sergisinin açılışını Ömer Faruk Özgül ve Büyükelçi Bilgiç birlikte yaptı. Özgül ve Bilgiç daha sonra sergilenen fotoğrafları inceledi. Fotoğrafların yansıra, konuklara 15 Temmuz darbe girişimi hakkında bilgilendirilmeleri için hazırlanan katalog ve kitapçıklar da dağıtıldı. ‘YAŞANANLARI ANLATMAK İSTEDİK’ Modacı Zeynep Kartal, Londra Moda Haftası kapsamında hazırladığı bu defilenin yalnızca bir moda etkinliği olmasının dışında başka bir amacının olduğunu söylerek “Biz bu defileyi, fotoğraf sergisi ile birleştirmek istedik. Böylelikle bir farkındalık yaratmak istedik.” dedi.

153


İstanbul Modern’den denize açılan bir sergi: “LİMAN”

İstanbul Modern’in yeni sergisi, İstanbul Limanı’na odaklanıyor. İstanbul kentinin deniz ve limanlarla ilişkisini vurgulayan “LİMAN”, 19. yüzyıldan günümüze Türkiye sanatında deniz kenarında ve liman çevrelerinde gelişen kültürel ve toplumsal hayatı mercek altına alıyor. Sergi, 28 Ocak-4 Haziran 2017 tarihleri arasında görülebilir. Adını 1941’den ödünç alan sergi

“LİMAN” sergisi adını toplumsal gerçekçi anlayışla bir araya gelen bir grup akademili sanatçının 1941 yılında açtığı bir sergiden ödünç alıyor. Halkın arasına karışarak sanat üretmeyi seçen ve sonradan “Liman Ressamları” ya da “Yeniler” olarak anılan grubun, çevresi, çalışanları ve toplumsal meseleleriyle “liman” konusuna eğildikleri sergi sanat tarihine “Liman sergisi” olarak geçer. İstanbul Modern süreli sergiler salonundaki “LİMAN” sergisi ise Türkiye’den farklı dönem ve disiplinlerden 34 sanatçı ve kolektifin iki yüze yakın çalışmasına yer veriyor.

“LİMAN”a özel bazı çalışmalar

Antonio Cosentino’nun liman, kıyı, sahil, tekne ve gemilere dair yıllar boyunca günlük tutar gibi sürdürdüğü çizim ve resim pratiğinden seçilen görsel bir envanter “LİMAN” sergisinin girişinde çerçeveli kolajlar biçiminde sergileniyor. Sanatçı “LİMAN” sergisi için kullanılmış tenekelerden bir gemi de tasarladı. Sanatçının hakkında fantastik bir hikaye de kaleme aldığı “Suriye Yıldızı” adlı bu gemi, tarihi Tophane semtinde, Boğaz kenarında konumlanan İstanbul Modern’in

154

önündeki kruvaziyerleri hatırlatıyor. Borga Kantürk ise İstanbul Modern’in davetiyle son on yılda limanlarla birlikte deniz, sahil, kıyı, deniz yolculuğu
ve sefer gibi konular etrafında kavramsallaştırdığı çalışmaları yeniden ele alarak “LİMAN” sergisine özel bir duvar yerleştirmesi hazırladı. “KIYI ŞERİDİ KAYITLARI” adlı bu yeni düzenlemenin başlangıç noktasını, kişisel hatıraların zamanlar arası seyahatine ve toplumsal belleğe dair geçmiş çalışmaları oluşturuyor. Seçkiye, Türkiye’den sahil şeritlerindeki son yıllardaki dönüşüme dair hissiyatın bir yansıması gibi bakılabilir. Gülsün Karamustafa’nın 4. İstanbul Bienali kapsamında, mekâna özgü gerçekleştirdiği “NEWORIENTATION” adlı yerleştirmesi “LİMAN” sergisiyle birlikte yeniden bir antrepoda sergileniyor. İstanbul Modern’in içinde bulunduğu Liman İşletmeleri Sahası’nda yer alan 1 numaralı antrepo için 1995 yılında yapılan çalışma, tarihi Ceneviz dönemine kadar uzanan Galata genelevinde çalışan kadınların, limana gelen denizcilerle ilk karşılaşmasına odaklanarak, liman kentinin bir başka yanına, İstanbul ve çevresinde kaybolan kadınların kaderine ışık tutuyor. Serkan Özkaya’nın “LİMAN” için “Bir İstanbul Mekânını Tüketme Girişimi” adıyla yeniden düzenlediği çalışması binanın deniz cephesine bakan duvarına uyguladığı 8 metrelik projeksiyondan oluşuyor. Bir aynanın arka tarafından bakar gibi konumlanan izleyici, eş zamanlı hareket eden görüntüleri takip ediyor. Bu görüntüler İstanbul Boğazı’nın tükenmeyen enerji ve trafiğiyle birlikte dönüşümünü de aktarıyor. Böylece hem fiziki hem de metaforik olarak engel teşkil eden duvarlar aradan kalkmış, mekân bir anlamda “şeffaflaşıyor. Küratörler: Çelenk Bafra, Levent Çalıkoğlu Asistan Küratörler: Aslı Can, Senem R. Kantarcı



Tiyatro

Hazırlayan: İsmet Şahin - Tiyatro Sanatçısı

SAHNE TRAFİĞİ Tiyatrolarında seyrettiğim bir oyun geldi aklıma. Oyun yazarlarımızdan biri olan Haldun Taner’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” adlı eserini Nur Subaşı rejisiyle seyretmiştim. Oyuncular oyun öncesi sahnede egzersizler yaparak seslerini açıyor ve bedenlerini ısıtıyorlardı, adeta bir prova öncesi oyunun içinde bir oyun varmış gibiydi ki zaten oyunda öyle bir oyundu.

14

Şubat Sevgililer gününde tiyatroya giderek oyun seyredenler vardır mutlaka. Bende öyle yapanlardanım, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer tarafından 1999 yılında Moda’da kurulan Oyun Atölyesi’nde “Aşk Delisi” oyununu seyrederek kendimce aşka aşk kattım. 14 Şubat’ta Aşk’ın etrafında toplanmaktı gerçek amacım. Amerikalı oyun yazarı, aktör, yönetmen Pulitzer ödüllü Sam Shepard’ın yazdığı ‘Fool For Love’ oyununu sezon boyunca ve Mart ayında Oyun Atölyesi’nde seyredilebilirsiniz. Haluk Bilginer’in “Aşk Delisi” olarak Türkçeye çevirdiği tiyatro oyununda, “Eddie” Berk Hakman, ‘’Martin’’ Beyti Engin, “Yaşlı Adam” Avni Yalçın ve Pınar Çağlar Gençtürk “May’’ karakterindeydi. Yönetmenliğini Muharrem Özcan’ın yaptığı oyunda, Sahne tasarımı Barış Dinçel’e, müzikleri Çağrı Beklen’e, ışıkları Kemal Yiğitcan’a ait. Oyunun dekoru perdelerle kapanmamış, sahne açık biçimde görünüyor, bazen böylesi daha iyi oluyor. Salonda koltuğunuza oturup oyununun başlamasını beklerken, sahnede oyuncuları rahatlıkla görebilirsiniz. Bu sayede oyunun başlama anına kadar sizlerde oyunun atmosferine ısınmış oluyorsunuz. Son dönemde birçok oyunda görüyoruz bunu, daha önce Devlet

156

Gelelim 14 Şubat’ta Oyun Atölyesi’nde seyrettiğim Aşk Delisi oyununa. Kaktüs ve kumlarla güzel bir sınır çizilmişti Aşk Delisi oyununda. Kırmızının kışkırtıcı etkisi, yanıp sönen Motel tabelasının altında dönen kocaman bir dünya vardı gecesi gündüzü olmayan. Oyundaki karakterlerin kendi gerçekleriyle yüzleşeceği küçücük fakat sırlarla dolu olan bir Motel odası çıkıyor karşımıza. Aslında sınırlarını sorgularken May’in kumlara gömdüğü yelkenlinin içinde gizlemişti hiçbir zaman bilemeyeceğimiz sırlarını... May’in Eddie’i bir an istememesi hemen arkasından “gitme” diyerek Eddie’nin peşinden koşması, aslında her ikisi arasındaki ilişkinin belirsizliğini ortaya koymaktadır. May’in bu hallerine birçok kez tanıklık ediyoruz zaten. Oyundaki Yaşlı Adam aslında her şeye tanıklık etmişti geçmiş yaşamı boyunca, yüzleşmek biraz ağır gelse de o kendi sesini dinliyordu çevresine umursamadan. Hissettirmeden kaygılıydı biraz, bir o kadar suçluluk duygusu içindeydi, bu hallerini sürekli içki içerek sinsi sinsi gülerek kapatmaya çalışıyordu belli ki. Yaşlı Adamın sessizliğini, oğluyla giydiği benzer kıyafetlerini ve tavırlarını görünce “yaşlanınca Eddie’de böyle olur” diyordum kendi kendime... Oyunda var olmak ya da yok olmak arasında gidip gelen karakterlerin gerçekte Aşk etrafında toplandığını görüyoruz çölün uçsuz bucaksız sessizliğinde. Tıpkı Sezai Karakoç’un “Kader Yolu” şiirinde olduğu gibi;

“Etrafımız uçsuz bucaksız çöller Yerler demir, gökler bakır Madonna Nehirler çekilmiş, kurumuş göller Aramızda deniz vardır Madonna! Gelir gelmez Venedik’ten aynalar Uçtu gökte kara kara kargalar Ömrü biçti kılıç gibi levhalar Bize kalan sade sabır Madonna” Çölün ortasında yeni bir hayatla yaşam bulmaya çalışan bir kadın May! Onu çok uzaklardan, binlerce kilometre öteden kamyonuyla görmeye gelen Eddie’nin sırlar girdabında kaybolma halleri... Gerçek Aşkı kim bulabilmiş ki Eddie bulsun demekten kendini alamıyor insan! Orijinal Adı: Fool for Love Yazan: Sam Shepard Çeviren: Haluk Bilginer Yöneten: Muharrem Özcan Sahne Tasarımı: Barış Dinçel Müzik: Çağrı Beklen Işık: Tasarımı Kemal Yiğitcan Oynayanlar: Pınar Çağlar Gençtürk, Berk Hakman, Beyti Engin, Avni Yalçın Oyun tek perde: 70 dakika.

Sanat Dolu Günleriniz Olsun.


Sanatı Mixer’le Keşfet! www.mixerarts.com

sıraselviler cad. no:35 2.bodrum kat beyoğlu istanbul +90 212 243 5443 info@mixerarts.com www.mixerarts.com


Tiyatro

B

ugün seyirci güzel deriz hep, salonda herkesin gülmesi iyiye işaret... Çolpan İlhan ve Sadri Alışık Tiyatrosu, Birol Güven›in yazdığı, Galip Erdal›ın yönetmenliğini yaptığı “Binde Bir Gece Diyalogları” oyunuyla 14 Ocak›ta Zorlu PSM’ de ilk gösteriyi yaptı. Begüm Kütük ve Hakan Meriçliler›in başrollerini paylaştığı oyunda, yıllarca evli kalan bir çiftin «romantizm bitti» dediğimiz esnada, aslında tekrar yeşeren romantizmin zaferini görüyoruz. Tabii romantizmin dirilmesinde kadının, oyundaki Ece karakterinin (Begüm Kütük) başarısı yadsınamaz bir gerçektir. Bence romantizmin öznesi her zaman bir kadın mıdır sorusuna güzel cevaplar veriliyor bu oyunda. Günlük hayatımızda karşımıza çıkan Ece’lerin ve Erdem’lerin komik durumlarını keyifli dakikalar geçirerek seyre dalıyoruz. Kadınerkek ilişkilerindeki çatışmayı güzel ve sade bir dille anlatmış Birol Güven. Begüm Kütük ve Hakan Meriçliler’in daha oyunun başında istatistiklerle çatışmaya girmesi matematiksel olarak ister istemez bizimde hayatımızı gözden geçirmemize yardımcı oluyor! İngiliz araştırmacının istatistiklerine, seyirciler kahkahalarla karşılık veriyor. Yardımcı oyuncuların başarısını es geçmemek gerekiyor. Onlarda çocuksuz evin çocukları gibiydi bu yüzden oyuna katkıları büyüktü.

158

Hazırlayan: İsmet Şahin - Tiyatro Sanatçısı

SAHNE TRAFİĞİ

Oyunda “Mevtayı nasıl bilirsiniz” sorusuna verilen cevap anlamlıydı, “evlenmeden önce iyi bilirdim”! Çok anlamlı geldi bu cevap bana. Evlenmeden önce her konuda tanıdığımızı sanıyoruz. Kadın ya da erkek için güzel şeyler düşünüyoruz sonrasında bir sürprizle karşılaşabiliyoruz. Her iki taraf için geçerli bu. Erkeğin içinden farklı bir karakter çıkabiliyor, kadın içinde bu aynı. Bazen roller tersine dönebiliyor. Acısıyla tatlısıyla ilişkiler sürüp gidiyor bu tiyatro oyununda, sonunda boşanma olmadan evliliklerini kurtarıyorlar bir şekilde erkeğin romantizmiyle. Gerçek hayatta bu kadar şanslı olamayabiliyor çiftler! Oyunu seyrederken “ben olsaydım şunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım, ah keşke olsaydı olabilseydi” derken bakıyoruz ki oturduğumuz koltukta yapayalnız kalmışız. Hayatın tadını acı tatlı çıkarırken arada geçen zamanda durgun geçen dönemler oluyor elbette. İşte tam bu esnada yükselmeler ya da düşmeler başlıyor bu tiyatro oyununda olduğu gibi. Özgürlüğü kısıtlanmış görünse bile her iki taraf çok özgür. Özgürlükleri artıkça birbirlerine daha çok yakınlaşıyorlar. Çünkü istedikleri hayat dışarıda değil kendi içlerindeki romantizmde saklı duruyor. İkili ilişkilerde veya evliliklerde yaşadığımız sorunlar geleneksel ve modern çatışması keyifli bir anlatımla sunuluyor. 2017 yılının en akıllı telefonları ve sosyal medyanın insanları yalnızlaştırdığı bir hayat sürüyoruz gerçek yaşamda. Akıllı telefonların nimetlerini romantizm ve duygusallığın hiçe sayıldığı ikili ilişkilerde görebiliyoruz. Bence bekârlar evlilik öncesi bu oyunu seyretmeli, evliler zaten mutlaka gitmeli bu oyuna. Belki çatırdayan ikili ilişkilere merhem olabilir gülerken hayatın gerçek dramına. Kadın-erkek ilişkilerini konu alan oyunları seyretmeyi çok seviyoruz aslına bakarsak. Seyrederken kendimizden bir şeyler buluyoruz, hiç vakit kaybetmeden hayatımız film şeridi gibi akıyor gözümüzün önünden. Yaptıklarımız yapamadıklarımız, pişmanlıklarımız üst üste gri bir resme dönüyor. Çolpan İlhan ve Sadri Alışık Tiyatrosu, Yazan Birol Güven, Yöneten Galip Erdal, Dekor Tasarım Dilek Kaplan, Işık Cengiz Özdemir. Oyuncular, Hakan Meriçliler, Begüm Kütük, Hilmi Özçelik, Gamze Uçar, Engin Demircioğlu, Ece Mağat, Musa Öney, Burcu Görek, Selin Altıntaş Oyunun Süresi: Yaklaşık 120 dakika.

Sanat Dolu Günleriniz Olsun.


MART AYI ETKİNLİKLERİ

WEST SIDE STORY BATI YAKASI’NIN HİKÂYESI

01 Mart-18 Mart 2017 İstanbul 20.00 Zorlu PSM Ana Tiyatro Broadway tarihinin en önemli müzikallerinden biri olan West Side Story toplam 21 performans boyunca sizlerle buluşuyor.

AYHAN SİCİMOĞLU & LATİN ALL STARS 03 Şubat 2017 Babylon - İstanbul

Ülke sınırlarını aşan müzik ve şovları ile Ayhan Sicimoğlu & Latin All Stars, 3 Şubat Cuma akşamı yeniden Babylon sahnesinde...

BIRADERLER CABARET

8 Mart Çarşamba 22.30 Dorock XL Kadıköy 18 Mart Cumartesi 20.45 Duru Tiyatro Kadıköy Biraderler Cabaret geçmişle günümüz arasında bir köprü adeta. Geçmişin naifliği ve şıklığı, günümüz ritimleriyle birleşiyor ve biraz komik, biraz hüzünlü oyunlarıyla keyif dolu bir 2 buçuk saat vaat ediyor. 3 yapımcının, bir müzikal sahnelemek için oyuncu ve orkestra arayışına dair komik bir müzikli oyun olan Biraderler Cabaret, aynı zamanda oyunlu müzik olarak da tanımlanabilir. Arda Aydın’ın yazıp yönettiği ve aynı zamanda yapımcısı olduğu oyun, Pietra Prodüksiyon’un da ilk sahne organizasyonu.

JOSE CARRERASFINAL WORLD TOUR 25 Mart 2017 İstanbul 21.00 Ülker Sports Arena Tüm zamanların en büyük tenorlarından,Final World Tour kapsamındaki jübile konseriyle sizlerle buluşuyor.

REDD

ATA DEMIRER GAZINOSU

10 Mart İstanbul. 21.00 Bostancı Gösteri Merkezi Ata Demirer “tek kişilik” gösterisi ve gazinosuyla B.G.M sahnesinde sizlerle buluşuyor.

22 Mart İstanbul. 21.30 Babylon Türkiye’nin en kaliteli rock gruplarından biri olan Redd sizlerle buluşuyor.Salı akşamı saat 22.30’da, İstanbul’un en yeni eğlence mekânı Fiyort Live sahnesinde hayranlarıyla buluşuyor!


MART AYI FİLMLERİ

KUYU

Vizyon tarihi: 03 Mart 2017 Tür: Korku, Gerilim Serdar Bardakçı'nın yönetmenliğini üstlendiği Kuyu, babasını kaybeden küçük Ömer'in gizemli bir hikâyeye adım atmasını anlatıyor.

REİS

Vizyon tarihi: 03 Mart 2017 Tür: Korku, Gerilim Hüdaverdi Yavuz’un yönetmenliğini üstlendiği Reis, Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatından sinemaya uyarlandı.

160

İSTANBUL KIRMIZISI

Vizyon tarihi: 03 Mart 2017 Tür: Aşk Ferzan Özpetek’in aynı isimli kendi kitabından sinemaya uyarladığı İstanbul Kırmızısı, İstanbul’a yeni gelen Orhan’ın ve çevresindekilerin hikâyelerine odaklanıyor.

LOGAN

Vizyon tarihi: 03 Mart 2017 Tür: Fantastik, Aksiyon James Mangold’un yönetmen koltuğunda oturduğu Logan, Hugh Jackman’ın son kez hayat verdiği Logan, genç bir mutantı ne pahasına olursa olsun korumaya çalışacak.


DELİ AŞK

KONG

GÜZEL VE ÇİRKİN

SONSUZ AŞK

Vizyon tarihi: 10 Mart 2017 Tür: Komedi Senaryosunu Emrah ve Murat Kaman’ın yazdığı, yönetmenliğini Murat Kaman ve Murat Dündar’ın yaptığı Deli Aşk, Maraş dondurmacısı Ekrem’in sevdiği kız Neşe’nin kalbini kazanmaya çalışırken gerçek aşkı bulma sürecini anlatıyor.

Vizyon tarihi: 17 Mart 2017 Tür: Fantastik, 3 Boyutlu Disney’in klasik animasyonları canlı çekim olarak uyarladığı serisine yeni katılan Güzel ve Çirkin, herkesçe bilinen hikâyesine modern bir bakış atıyor.

Vizyon tarihi: 10 Mart 2017 Tür: Macera, Aksiyon, 3 Boyutlu King Kong efsanesinin köklerine inen Kong: Skull Island filmi, efsanevi gorilin tarihine bir bakış sağlıyor.

Vizyon tarihi: 24 Mart 2017 Tür: Aşk Sonsuz Aşk, birbirinden siyahla beyaz kadar farklı iki insanın ezber bozan aşk hikâyesini konu alıyor.

161


Televizyonda yüzünü görmeye alıştığımız ve artık evimizden birisi gibi hissettiğimiz renkli ve pozitif yüzü ile Memet Özer, Ge-man Magazine okurları için evinizde kolayca yapabileceğiniz lezzetli bir somon tarifi veriyor… Izgara Somon; Malzemeler: 200 gr somon fileto 1 adet kabak 1 adet havuç 30 gr kinoa 5 gr tereyağı 5 gr zeytinyağı 2 adet kuşkonmaz

Somon ızgarada veya tavada her tarafı eşit kızartılıp fırında pişirme işlemi tamamlanır. Havuç ve kabak parizyen kaşığı ile çıkarılıp suda haşlanır. Kinoa da ayrıca haşlanıp sebzeler ile karıştırılır ve tereyağı ile birlikte ısıtılıp tabağa koyulur. 1 dk suda haşlanan Kuşkonmazlar da tabağa dekoratif şekilde koyulur. Üzerine pişmiş somon eklenir, kuşkonmaz ve taze yeşillikler ile dekore edilip servis edilir. Afiyet Olsun.

Hazırlayan: Ozan Türkeli - GastronOT ozanturkeli@gemanmagazine.com

162


Oxtail’ın başarılı barmen’i Emre Şahin sizler için Ge-man ile hazırlanmış özel bir kokteyl tarifi paylaşıyor. Margaritaya benzeyen bu kokteyl’in ismi ‘’Ge-Manita’’ Kendi evinizde de arkadaşlarınıza kolaylıkla hazırlayabileceğiniz bu kokteyli çok beğeneceksiniz. Şimdiden afiyet olsun…

Ge-man’s Whisper Malzemeler: 4 cl tekila 5 cl GE-MAN 1 cl şeker şurubu

Hazırlanışı: Shaker a bol buz konur ve tüm malzemeler ilave edilip, karıştırırlır. Belli bir soğukluğa geldikten sonra servise hazır… Hazırlayan: Ozan Türkeli - GastronOT ozanturkeli@gemanmagazine.com

163





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.