................... Sahile indim. Suadiye yönüne doğru yürüyorum. Güneş arkamda, ters yöne, Moda Burnu’nun üstüne yürüyor. Güzelim Marmara’ya sereserpe serilmiş en az iki bin yaşındaki Prens Adaları. Kim bilir hangi iktidar savaşlarıyla sürgün edilmiş prenslerin diyarı. Marmara’nın, yeşilleri giderek azalan, iki bin yaşındaki yakışıklı delikanlıları. Acelesiz tankerler salınıyor prenslerin önlerinde. Martıların sesi mi çirkinleşti, bana mı öyle geliyor? Çocuklar, plastik tünelin merdivenlerine tırmanıyor, cup aşağıya... Çığlıklar... Suadiye’nin küçücük koyunda denize giriyor insanlar. Teknelerin arasından yol bulup. Çocukluğumun, gençliğimin masmavi Marmarası, griye dönük şimdi. Küçük bir erkek çocuğu, babasının oltasından çıkan, çırpınan, küçücük bir istavriti, beş kiloluk plastik su şişesine tıkmaya çalışıyor. Babalar günü. Baba oğul balık tutmaya gelmişler. Bir kız çocuğu, annesinin eteğini çekiştiriyor, havadaki uçutmayı gösteriyor. (Uçutmayı Vurmasınlar...Vurmasınlar...) .............. Üç, dört yaşlarındaydım. Üsküdar’daki evimizden çıkar, Haydarpaşa Garına gelirdik. Babam, sordu “Söyle bakalım, tecimdaldal ne demek?” Bilemedim, bilemeyince utandım. Kafamdaki kocaman kolalı, beyaz kordela başımı iyice aşağıya çekti.
24