Demir kucukaydin cigulinin kardesi armagan kitabi

Page 1

Demir Küçükaydın “Ciguli’nin Kardeşi” Marin Vasilev’e Armağan

Yayınları


„Ciguli’nin Kardeşi“ Marin Vasilev’e Armağan Derleyen: Demir Küçükaydın Birinci Sürüm Ekim 2013

Dijital Yayınlar İndir – Oku – Okut - Çoğalt – Dağıt

Bu kitap Köxüz sitesinin dijital yayınıdır. Kar amacı olmadan, okumak ve okutmak için, indirmek, dijital olarak basmak ve dağıtmak serbesttir. Alıntılarda kaynak gösterilmesi dilenir.

Yayınları


“Ciguli’nin Kardeşi” Altonalı Hemşehrim Marin Vasilev’in Anısına “Ciguli’nin Kardeşi”nin öldüğünü evvelki gün bir toplantıda öğrendim. Adının Marin Vasilev olduğunu da. O bizler için hep “Ciguli’nin Kardeşi” idi. Almanlar için adı Marin Vasilev’miş. Muhtemelen gerçek adı ise, bir Müslüman adıydı ve herkes için bilinmez kalacak. “Ciguli’nin Kardeşi”, Ciguli’nin kardeşi değildi ama çok yakın bir akrabasıydı. Bir keresinde söylemişti ama unuttum. Zaten fiziği bu yakınlığın en büyük kanıtıydı. Adı da muhtemelen Marin Vasilev değildi. Marin Vasilev, muhtemelen Bulgar hükümetinin Bulgar isimleri verme ve zorla Bulgarlaştırma döneminde verdiği isimdi. Çünkü Ciguli, yıllar önce kendisiyle yapılmış bir söyleşide şöyle diyor: “Yok hocam, Roman ne demek? Ben burada duydum bu sözleri. Gerçekleri konuşalım, ben Roman değilim. Romanca iki laf bilmiyorum. Annem babam Müslüman Türk. Adları, yerleri belli Haskova'da. Biz beş kardeşiz, ağabeyim İbrahim kalpten rahmetli oldu. Babam Hüseyin rahmetli Haskova'da hamaldı. Annem de fabrikalarda süpürgecilik yapardı, ağır işlerde çalışırdı. Ben küçükten beri düğünlerde kazandığım paralarla kardeşlerimi okuttum, çok yardım ettim onlara. Bulgarlar zorla adımızı değiştirdiklerinde bana Ahmet yerine Angel Yordanov Popov adını verdiler. Ama artık yok böyle şey, herkes istediği adı alır. Haskova'da beni Ahmet diye kimse bilmez, Ciguli dersen bebek bile benim eve getirir seni.” Doğum Gününde Çalarken

Marin Vasilev adı da “Ciguli’nin Kardeşi”ne böyle sonradan, devlet zoruyla verilmiş bir ad olabilir. O da Almanlar için daha kabul edilebilir ve bildik olduğundan onlar için bu adı kullanmış da olabilir. Çünkü Marin Vasilev Türkçe konuşurdu. Bütün balkan ülkelerinde Çingeneler Türkçe bilir ve aralarında genellikle Türkçe konuşurlar. Sorulduğunda da Türk (veya Müslüman) olduklarını söylerler. Bu onlara belli bir korunma da sağlar. Zaten bu nedenle öyle derler. Ne de olsa Türkiye bir devlettir. Eskiden oralara egemen olmuş bir devletin devamcısı olduğu iddiasındaki bir devlet. İsimsiz ve kimliksiz bir “Roman” veya “Çingene” olmaktan daha iyidir. Ya da en azından böyle olması umulur. Ezilen “azınlık”ların, binlerce savunma mekanizmasından biridir bu. Ciguli’nin Angel Yordanov Popov mu, Ahmet mi olduğunu nasıl kimse bilmiyorduysa ve bu bu kimseyi nasıl ilgilendirmediyse, “Ciguli’nin Kardeşi”nin bilmediğimiz Müslüman ismini 1


veya Marin Vasilev olduğunu neredeyse kimse bilmiyordu ve bu kimseyi ilgilendirmiyordu. O Altona’nın Türkiyelileri için “Ciguli’nin Kardeşi”; Almanlar için o Altona’nın adeta maskotu ve akordeonunun sesiyle Altona resminin ayrılmaz bir parçası olmuş “Akordeon Çalan Adam”ıydı. O resim artık sesini kaybetti. Resimlerin sesi olur mu? Olur. Bir yerden geçerken hep aynı sesi duyarsanız, artık o ses ile o yerin görüntüsü arasında kopmaz bir bağ oluşur. Hatta koku ile de böyledir bu. Resimlerin sesi gibi kokusu da olur eğer orada hep o koku varsa. O Altonalıların tanışmak isteyip de bir türlü tanışamadıkları, her sabah gün doğmadan süt şişelerini kapıya bırakan sütçüydü. Bir Altonalı anne, Paula C yazmış “Spritzen Meydanı’nın Akordeoncusu” adlı içten ve güzel yazısında: “Akordeoncu yıllarca günlük hayatıma eşlik etti. O her geçip giden günde ve soğuk veya sıcak her havada Spritzen Meydanı’nda ya da Mercado’nun önünde çalıyordu. Dikkati çekecek kadar küçük bir adamdı, takriben 1,55 boyundaydı. Bu küçük adam, her zaman siyahlar giyinmiş ve kafasında bir şapka ve büyük bir vakarla dururdu. Güldüğünde eksik dişlerinin boşlukları görülürdü. Birisi bana onan Bulgaristanlı bir Roman olduğunu, akordeon çalarak tamamı Bulgaristan’da yaşayan ailesini geçindirdiğini anlatmıştı. Benim gibi müzikten anlamayan bir insan bile onun akordeonunu ustaca çaldığını anlayabiliyordu. Günlük hayatın koşuşturmacası ve stresi içinde o benim için sakinleştirici bir değişmezdi ve müziğiyle her zaman benim hüzünlü yanlarıma dostça dokunuyordu. Yaz akşamlarında oturma odamın penceresini açtığımda uzaklardan sesi gelirdi. Bazen yanında başka müzisyenler de olurdu, bir klarnet, bir gitar veya ikinci bir akordeonla ona eşlik eden. Bu bileşimler de onun yalnız çalışı kadar harika çalarlardı.

Bir Grupla Çalarken

2


Başlangıçta küçük kızımı onun kutusuna para koyması için yollardım. Zamanla uzaktan selamlaşmaya başladık. Burada olmadığı ve çalmadığı zamanlarda nerede yaşıyor acaba diye sorardım kendi kendine. Ama tanımadığım insanlarla konuşmaktan çekindiğim için soramazdım. Hergün yolumuz kesişirdi ama hiçbir zaman birbirimizle konuşmadık. Kendimi Peter Bichsels’in, her gün sabah karanlığında sütü kapının önüne bırakan sütçüye tanışmayı çok isteyen ama buna cesaret edemeyen ve beni çocukluğunda epey düşündüren bayan Blum’u gibi hissediyordum. Sonra birgün akordeoncu yok oldu. Diğer Romalar gibi sürülmüş olabileceğini düşünüp dertleniyordum. O zamanlar Hamburg Senatosunun Doğu Avrupalı Romanların sürülmesine katılmak gerektiğini söylediği zamanlardı. Birkaç hafta geçti. Sonra tekrar gördüm. Bu sefer tüm cesaretimi toplayarak onunla konuştum. Ne de olsa akibetimin Bayan Blum gibi olmasını istemiyordum. Ama şunu anladım ki birkaç kelime dışında Almanca bilmiyordu bu konuşmadan görülmediği dönem boyunca nerede olduğunu bile çıkaramamıştım. (…) Bu yaz tatilden geldiğimizde yine ortalıkta görünmüyordu. Onun bu sefer de birgün yine ortaya çıkacağını düşünüyordum. Sonra mahalleden bir tanıdığım Kalp krizinden öldüğünü söyledi. Sonra Hinz und Kuntz’da hikayesini ve adının Marin Vasilev olduğunu öğrendim. (…) Gelecek hafta 17.00-19.00 arasında her zaman çaldığı yerde, Spritzen alanında açık ve müzikli bir anma toplantısı yapılacak Marin Vasilev için. Dostları, arkadaşları ve komşuları ona veda edecekler diye yazıyor davet metninde. Çok güzel bir fikir. Hergün Spritzen Alanı’nından geçerken Akordeonun sesinin yokluğunu hissediyor ve sesini özlüyorum.” (Paula C, “Spritzen Alanı’nın Akordeoncusu”)

Anma Konseri (Önde Akordeon Çalan kardeşi)

Benim de “Ciguli’nin Kardeşi”yle ilişkim ve duygularım aşağı yukarı aynıydı. Ama farklı olarak aynı dili oknuştuğumuzdan anlaşır ve sık sık hal hatır sorardık. Bir kere bir arkadaşım hem onlara destek olmak hem de onların harika müziğini dinleyip dinletmek için 3


bir doğum gününe çağırmıştı ama gelen Türkiyeli misafirlerin çoğu, Marin ve arkadaşının da değerini bilip anlamamışlar, birkaç şarkı çaldıktan sonra susturmuşlar ve bizi nefis bir müzik ziyafetinden mahrum bırakmışlardı. Onların gözünde o bir sokak çalgıcısı, belki dilenciden biraz daha üstte bir yerlerde alt tabakadan bir insandı. Marin harika bir akordeon virtüözüydü. Her türlü müziği çalardı. Caz, Bles, Tango, Doğu Avrupa, Yunan, Türk. Bilmediğini de çalması için iki kez dinlemesi yeterdi. Çok güzel ve yanık, çok geniş bir aralığı olan çok güzel bir sesi de vardı. Çok söylemezdi ama bazan, kimbilir belki de memleketini özler, efkarlanır, Balkan havaları söylerdi. Gizlice böyle söylediği anlara denk gelmeyi beklerdim. Rastladım mı da hiç belli etmeden, ne kadar acele işim olursa olsun durur dinlerdim. Kimbilir belki köklerim Balkanlarda olduğundan, küçücük bir çocukken babaannemden duyduğum seslerin tınısını hatırlattığınıdan, çok etkilenirdim. Çok isterdim onu çalarken kaydetmeyi. Bir keresinde uzaktan bir grupla çalarken utanarak gizlice kaydetmiştim. Ama bunu yapmak için izin istemeye bile cesaret edememiştim. Acaba kırılır mı diyerek? Bu seslerin, bu tınıların uzayın sağır boşluklarında bir daha hiç duyulmadan kaybolmasına gönlüm razı olmazdı. Keşke bu işlerden anlayan birileri bunu yapsa diye düşünürdüm. (Maalesef o gizli yaptığım kayıtlar artık yok. Silinmiş) Ölmeden önce en son bir kalp krizi geçirmiş. Hastahaneye kaldırılmış. Doktor hastahanede kalmasını söylemiş. Sigortasız olduğu için masraf çıkar ödeyemem diye hastahanede kalmamış. Bir süre sonra da yolda giderken yeni bir kriz geçirince bu sefer hasahaneye bile yetiştirilemeden, düştüğü yerde bütün müdahalelere rağmen kurtarılamamış. Altonalılar müzikten anlarlar. İyi bir müzik grubu gelip de çarşıda çalmaya başlayınca, hemen etrafı dolar, küçük bir konser salonuna dönüşür sokak. Genç anneler veya babalar, çocuklarının eline para verip, müzisyenin kutusuna atmaya yollarlar. Böylece küçücük tay tay yürüyen çocuklarını bile müzik ve ona değer verme konusunda eğitirler. O küçük çocuklar bazan hiç kimseye aldırmadan, orta boşlukta müziğin ritmine uyup oynamaya çalışırlar. Çok güzel, sıcak, sevgi ve müzik dolu bir ortam oluşur. Altona büyük bir şehrin ortasında bir köy gibidir. Herşey tanıdıktır, herkesin bir şekilde birbirine göz aşinalığı vardır. bilinmez, yabancı, anomim bir ortamda değil; bildik bir ortamda, mahallesinde, köyünde hisseder insan kendini. Ama insanlar, eğer başka vesilelerle tanışmamışlarsa, birbirlerine bir yabancıya gösterilen mesafe ve saygıyla davranmaya, rahatsız etmemeye özen gösterirler. Geçenlerde bir yazar, uygarlık (ya da buna şehirlilik de diyebiliriz) üçüncü şahsın ya da tanımadığının tanımadığının hakkına saygıdır diye yazmıştı. Altona’da birbirine aşina olanların birbirine yabancı gibi davrandığı, bir köydeki sehir havası vardır, ilginç bir alaşımdır; İstanbul’daki gibi şehirdeki bir köy değildir. Bu alaşımın benzeri eski İstanbul’un Hıristiyan ve Müslüman karışık mahallelerinde olurdu. Sanırım Marin’i Altona’ya bağlayan buydu. Marin çalarken bir konser salonuna dönüşmüyordu etrafı. Bu onun müziğine değer verilmediğinden değil. Aksine herkez gizlice onun müziğinin bildik sesleriniyle karşılacağından emin olduğu için, artık Altona’nın bir parçası, “bizden biri” olduğu için, aşina 4


olunduğu için, özel alkışların muhatabı değildi. Ama Altonalıların sesiz ve görünmez koruyuculuğunu hissediyor olmalıydı. Çünkü bunca yıl içinde Altona’dan birçok müzisyen geldi geçti ama o hep kaldı. Marin biraz da sağlık gibi değeri yokluğunda anlaşılanlardandı. İstanbul ve Kadıköy; İzmir ve Karşıyaka ne ise biraz da Hamburg ve Altona da öyledir. Artık Hamburg’un bir parçasıdır. Ama hala kendi kişiliğini ve kimliğini koruyan, başka bir ruhu olan bir parçası. Hamburg su seviyesinde suyun yanındadır. Altona yüksektedir. Hamburg daha kapitalizm öncesi çağlarda Yahudileri koğuşturup ve sürerken, o sürülen Yahudiler Altona’ya yerleşmişlerdir. Hamburg’tan Altona’ya geçiş olan yolun adı Büyük Özgürlük’tür. Altona’ya geçiş bir özgürlüğe geçiş sayılmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte Altona bir işçi ve fabrika semtine dönüşür. Sosyal Demokrat ve Komünist partilerin geleneği yerleşir. Sigara fabrikalarında, işin yeknesaklığı nedeniyle işçiler aralarından birinin işini yaparlar ve onu kitap ve gazete okumakla görevlendirirler. Bir zamanların bu sigara fabrikalarının entelektüel işçilerinin bile bir geleneği hissedilir sanki havada. Faşizm hiçbir zaman tam ele geçirememiştir Altona’yı, en geç ve güç düşen yerlerden biridir. Savaş sonrasında yabancı işçiler doldurur Altona’nın fabrikalarını ve evlerini. 68’le birlikte öğrenciler, aydınlar da. Böylece eski özgürlükçü ve kozmopolit gelenek sürer. Son yıllarda geliri iyi medya çalışanları akın ettilerse de bütün dünyada olduğu gibi, Altona onların saldırısına karşı kendini savundu ve onları da yavaş yavaş özümsedi ve özümsüyor. Fatih Akın, Altonalıdır. Onun filimlerine yansır Altona’nın bütün bu ruhu. Altona üzerine bir film yapmaktan Altona’nın atmosferini bozar, birden onu ilgi merkezi haline getirip ticarileşmesine yol açar diye korktuğunu duymuştum. Ne derece doğrudur bilmiyorum ama gerçek olabilir; Altona’nın sessiz ve koruyucu dayanışmasıdır bu. İşte Altonalılar için Marin de bir parça Altona’ydı. Sessizce benimsenmişti. Bu küçük adam da orada belli ki kendini daha korunmuş ve rahat hissediyordu. Ve Altonalılar, öldüğünde, onu yine bir sokak konseriyle, Evsiz Barksızların gazetesindeki yazı ve denemeleriyle andılar. (Konser şurada izlenebilir: http://videostaringa.com/gedenkfeier-fur-marin-vasilev-vid_K8YZG3Y8rs.html ve http://videostaringa.com/gedenkfeier-fur-marin-vasilev-vidAxuLglMebSE.html ) * “Ciguli’nin Kardeşi”ni ilk nasıl tanıdım? Avrupa’ya sürgüne geldiğim yıllarda sokaklarda genellikle Latin Amerikalılar çalardı. İnti İllimani’nin veya benzerlerinin parçaları. Tabii genellikle de El condor pasa. Sanırım Şili’deki darbeden kaçıp burada ekmek parası peşine düşenlerdi çoğu. Tabii Alman Sokak müzisyenleri veya bazan geçici olarak bir araya gelen gruplar. O zamanlar yabancı gençler arasında robot dansı yaygındı. Bir de sık sık bu görülürdü. Sonra Sovyetler ve Doğu Avrupa’nın çöküşü geldi. Senfoni orkestralarının veya operaların birinci sınıf sanatçıları batı Avrupa’nın sehirlerinin sokaklarını doldurmaya başladılar üç kuruş kazanıp ekmek paralaını çıkarabilmek ve ailelerine üç beş kuruş götürebilmek için. 5


Kimi akıllı girişimciler bu “sokağa düşmüş” çok değerli sanatçıları alıp ucuza çalıştırıp, birinci sınıf programlar yaparak epey karlar ettiler. Ama yavaş yavaş o “sokağa düşmüş” sanatçılar da ilişkileri ve insanları tanıyıp biraz toparlanarak sokaklardan kurtuldular. Daha sonra daha kenar bölgelerin sanatçıları onların boşalttığı yerleri oldurmaya başladı. Balkanların çingeleri gelmeye başladı. Bunlardan Koçani gibi gruplar oluşturanlar da sık sık konserler vermeye geliyorlardı. Onları Moğollar izledi. En son, Moğolistan’dan gelen, aynı anda birkaç sesin gırtlaktan çıkarıldığı, Tibet’teki budist rahiplerin de kullandığı bambaşka bir müzik türünü yapanlar görülüyordu. Bu müzik türüyle ilk kez Cengiz Blues diye bir filmde karşılaşmıştım. “Allah Allah, Cengiz ile Bules’un ne ilişkisi olabilir” diye meraktan gitmişim. Nefis bir yarı belgesel film görmüştüm. Sovyetlerdeki Tuva bölgesinde yaygın bir müzik türü ve bu alandaki bir büyük sanatçı ile New York’lu siyah bir Blues şarkıcısını anlatıyordu. Çok sonra Moğolistan ya da yakın bölgelerden benzer müzikleri yapan gruplar Avrupa sokaklarına gelmeye başlamıştı. O aralar CD’de kapladığı yerden on misli küçük bir alana sıkıştırılabilen ve insan kulağı hissetmediği için işitilen müzikte bir kalite kaybı da olmayan mp3 denen yöntemle müziği sıkıştırma yöntemleri geliştirildi. Yine aynı sıralar internet ve kitlesel kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştı. Ve bu arada Napster diye bir program yayılmış, eldeki müzikleri dijitalize edip sıkıştırıp mp3 yaparak başkalarıyla paylaşma ve başkalarının müziklerini indirme olanağı ortaya çıkmıştı. O açlıkla yirmidört saat müzik indiriyor, çoğaltıp arkadaşlara veriyor, indirdiklerimi de geceleri takside çalışırken sürekli dinliyordum. Önümde yapyani ufuklar açıldığı için de sürekli müzik indiriyor, indirdiğim herşeyi dinlemek hiç bilmediğim lezzetleri tatmak istiyordum. Dünyanın dört bir yanından hiç bilmediğimiz, duymadığımız müzikleri istediğimiz zamanda ve yerde istediğimiz kadar dinleme olanağı ortaya çıkmıştı. İşte internetin, mp3’lerin yaygınlaştığı; birinci kuşak Rus veya Doğu Avrupalı sanatçıların yavaş yavaş sokaklardan çekilip, yerlerini yeni gelenlere bırakmaya başladığı zamanlarda, sanırım doksanların sonu ve iki binlerin başı olmalı, “Ciguli’nin Kardeşi” (ki o zamanlar bu adı da yoktu ve kimse onun varlığına dikkat etmiyordu muhtemelen) önce bir kemancı ile birlikte ara sıra Altona’da çalmaya başladı. Tabii hasta bir dinleyici olarak müzik, hele balkanların müziği olunca hemen dikkatimi çekti. O dönemde bir de bir başka kemancı daha vardı daha sık Altona’da gördüğüm. Chagall’ın resimlerinden çıkmış gibiydi: O kadar benziyordu. Bir parmağı eksik bir kemancıydı. Bir süre sonra küçük akordeoncu adam ve birlikte çaldığı kemancı partneri daha sık görülmeye başlandı. Sonra sanırım ayrıldılar ve ayrı ayrı çalmaya başladılar. Arada zaman zaman birlikte çaldıkları da oluyordu. Sonra kemancı olan hiç görülmez oldu. Belki vefat etti, belki memleketine gitti, belki başka yerlerde çalmaya. Bizim küçü akordeoncu giderek daha fazla Altona’da görülmeye başlandı. Bir süre sonra Altona’dan başka yerde çalmıyordu artık.

6


Bir yerde yarım saatten fazla çalmak yasak olduğundan, yarım saat çalar, sonra ara verir bir sigara yakar başka bir yere geçer, sigarasını içtikten sonra yeni yerinde çalmaya başlardı. Ama bütün bunlar hepsi Altona’nın küçük alışveriş alanında olurdu. Yıllar böyle geçti ve bir süre sonra dükkanlar da, yoldan gelip geçen altonalılar da bu kendi küçük ama müziği büyük sanatçıyı benimsediler. O sıralar yavaş yavaş aramızda onun “Ciguli’nin Kardeşi” olduğuna dair sözler duyulmaya başlandı. O zamanlar Türkiye’ye gidemediğimden Ciguli’yi bilmiyordum. Adını duymuştum ama o piyasayı doldurmuş, pespaye beşpara etmez sözde müzisyenlerden; özel savaş döneminin o korkunç çürüyüşünün bir ifadesi müzisyenlerden biri olmalı diye düşünüyordum. Ciguli’nin kardeşi olduğunu duyunca, içimden, “eğer kardeş iseler herhaldei Ciguli de bizim küçük ve şapkalı Altonalı akordeoncumuz gibi harika bir müzisyendir, Adam ne yapsın? Ekmek parası için oralarda şaklabanlık yapıyordur, milletin istediği şarkıları bu arsız ve görgüsüzlere söylüyordur” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Pek de yanılmamışım. Şimdi Marin için İnternet’te araştırma yaptığımda, Ciguli’nin müziğini keşfettim, mithiş bir müzisyen ve hele sesi. Bazı söyleşilerini okudum. Çürümenin bir kurbanı olmuş belli ki. Ciguli’nin değerini zerrece anlamamışlar. Marin, “Ciguli’nin Kardeşi” Altona’da çalarken belki dil bilmediği için Almanlarla konuşup onlara derdini anlatamıyordu ama Altonalılar onun müziğinin dilini anlıyorlardı. Türkiyedekiler ise belki Ciguli’nin dilini anlıyorlardı ama onun müziğinin ve kalbinin dilini anlamaktan uzak kendilerine hayran budalalardı. Güle güle Marin, güle güle “Ciguli’nin Kardeşi”, isimsiz Çingene. Altona’nın fötr şapkalı küçük akordeoncusu, hemşehrim. Küçük Dev Müzisyen. Selamını, akordeonun sesini özlüyorum. Sanki hep çıkıp gelecek ve tekrar çalmaya başlayacakmışsın gibi bir duyguyla geçiyorum her gün çaldığın yerlerden. Demir Küçükaydın 20 Ekim 2013 Pazar Ek not: Ayrıca Bir ara Bealkan Karavan diye bir grup kurmuşlar kendi aralarında. Ama sürdürememişler. Çünkü provaya zaman ayıramıyormuş çalmaktan. Bu grubun birkaç parçası şurada dinlenebilir: https://myspace.com/balkancaravan/music/songs

7


'Ciguli'nin kardeşi' Marin'e Altona'da Hüzünlü Anma avrupa-postasi.com /yasam/cigulinin-kardesi-marihe-altonada-muzikli-anma-h91311.html Hamburg'da evsiz barksız lar yararına yayınlanan Hinz und Kunt z adlı sokak gaz etesinde Birgit Müller'in haberine göre, Bulgaristan kökenli Roman müz isyen Marin Vasilev, "Ciguli'nin kardeşi" daha önce geçirdiği bir kalp kriz i sonrası hastaneye kaldırılır. Doktorun tedavi olmalısın tavsiyesini, sigortası olmadığı için "masrafları ödeyemem" diye kabul etmeyerek hastanede kalmaz .

Reeperbahn semtinde geçirdiği ikinci bir kalp kriz inde ise, henüz doktor müdahalesi dahi yapılmadan yolda can verir. Kendisi gibi, Bulgaristan'daki ailesi de yoksulluklar içinde kıvranan Marih, senelerce ailesine yardım etmek için müz iğinden vaz geçmez . Aynı yerde yarım saati geçen müz ik gösterileri için Altona Belediye görevlilerine bir çok kez 80 Euro para cez ası vermek z orunda kalır. Parası olmadığından defalarca kez Akordiyonu'na Belediye'ce el konulur. Tanıdıkları ve çevresinden topladığı paralarla Çalgı aletine tekrar kavuşarak müz iğine devam eder. Marin Vasilev aramız dan biriydi.Kendi halinde ve yoksulluk içinde dünyanın en z engin liman kentlerinden biri olan Hamburg'da sigortasız olduğu için yaşamını kaybetmiş olması, kapitalist düz en adına utanç verici olmalı. Altonalılar Marin ve müz iğini her z aman hasretle öz leyecekler. Yorumunuz onaylanmak üz ere yöneticiye iletilmiştir, teşekkür ederiz .


alltagspanorama alltägliche notizen

Der Akkordeonspieler vom Spritzenplatz von Paula C Viele Jahre lang begleitete ein Akkordeonspieler meinen Alltag. Er spielte tagaus, tagein bei jedem Wetter auf dem Spritzenplatz oder vor dem Mercado. Er war ein auffällig kleiner Mann, nur etwa 1,55 Meter groß; immer in einen alten schwarzen Anzug gekleidet und mit einen Hut auf dem Kopf, strahlte er eine große Würde aus. Wenn er lächelte, kamen viele Zahnlücken zum Vorschein. Irgendjemand erzählte mir, er sei ein bulgarischer Rom, der mit seinem Akkordeonspiel seine ganze, in der alten Heimat zurück gebliebene Familie ernähre. Selbst ein durch und durch unmusikalischer Mensch wie ich konnte hören, dass er sein Instrument meisterhaft spielte. Ich liebte die Klänge, die er dem Akkordeon entlockte. In meinem anstrengenden Alltag war er eine beruhigend verlässliche Konstante und berührte immer wieder auf eine freundliche Art meine traurige Seiten. Im Sommer hörte ich ihn Abends oft noch lange von weitem, wenn ich das Fenster im Wohnzimmer offen hatte. Manchmal hatte er noch zwei andere Musiker an seiner Seite, die ihn mit Klarinette, Gitarre oder einem zweiten Akkordeon begleiteten. Diese Kombination war ebenso großartig wie er alleine. Anfangs schickte ich die Töchter vor, ihm Geld in seinen Akkordeonkasten zu legen. Mit der Zeit grüßten wir uns von weitem. Wie er wohl lebt, wenn er nicht hier sitzt und spielt? dachte ich, aber ich habe mich seit jeher schwer getan, fremde Leute einfach so anzusprechen. So kreuzten sich täglich unsere Wege, aber wir redeten nie miteinander. Ich fühlte mich an Peter Bichsels Geschichte von Frau Blum erinnert, die gerne den Milchmann kennenlernen möchte, der ihr im Morgengrauen die Milch vor die Tür stellt. Eine Geschichte, die mich als Kind sehr beschäftigt hat. Eines Tages war der Akkordeonspieler fort. Ich begann mir Sorgen zu machen, hoffte, dass man ihn nicht abgeschoben hätte. Es war eine Zeit, als der Hamburger Senat meinte, sich an der Abschiebung der osteuropäischen Roma beteiligen zu müssen. Ein paar Wochen vergingen, dann war er wieder da. Ich gab mir einen Ruck und sprach ihn an. Ich will ja nicht enden wie Frau Blum, dachte ich. Ich stellte fest, dass er nur eine Handvoll Deutsch konnte und fand nicht heraus, wo er so lange gewesen war. Im vorletzten Sommer filmten die Töchter mit meinem iPhone einen seiner Auftritte mit seinen „Kollegen“, wie er sie nannte. Ich zeigte ihm den Film und auch einen kurzen Film von Tochter zwei, die inzwischen in der Schule Akkordeon spielte, und dem Instrument drei bis fünf Töne entlocken konnte. Dabei erfuhr ich, dass sein Akkordeon kaputt war, er von einem Verwandten eines geliehen hatte und viel Geld für die Reparatur brauchte. „Viele Sorge“, sagte er.


Als wir dieses Jahr aus den Sommerferien zurück kehrten, war er nicht mehr da. Ich dachte, er werde sicher wie beim letzten Mal irgendwann wieder auftauchen, da erzählte mir ein Bekannter aus dem Viertel, dass er an einem Schlaganfall gestorben sei. Ich hoffte immer noch auf einen Irrtum, aber dann erhielt ich auf verschlungenen Wegen eine E-Mail, die die Nachricht seines Todes bestätigte. Nun hatte der vertraute Fremde auch einen Namen: Marin Vasilev. Und Dank eines Artikels in Hinz&Kuntz (http://www.hinzundkunzt.de/musik-fur-marin/) erfuhr ich seine Geschichte. Am kommenden Samstag, 14. September 2013, findet zwischen 17 und 19 Uhr auf dem Spritzenplatz in Ottensen eine „offene musikalische Gedenkfeier“ für Marin Vasilev statt. „Weggefährten, Freunde und Nachbarn wollen an dieser Stelle von einem Ottenser Original Abschied nehmen“, heißt es in dem Einladungstext. Welch’ eine schöne Idee. Ich vermisse ihn noch immer jeden Tag, wenn ich den Spritzenplatz überquere. VERÖFFENTLICHT: September 12, 2013 (2013-09-12T20:52:52+0000) EINSORTIERT UNTER: unsortiert SCHLAGWÖRTER: Akkordeonspieler : Marin Vasiev : Ottensen : Spritzenplatz Bloggen Sie auf WordPress.com

. The Manifest Theme

.


Musik für Marin 27. August 2013 | Von BEB | Kategorie: 2013: Hinz&Kunzt 239-, Archiv, Hinz&Kunzt 247/September 2013

Gedenkkonzert für den Akkordeonisten vom Spritzenplatz. Jeder Ottenser kannte ihn, Marin Vasilev, den Akkordeonspieler aus der Fußgängerzone. Am 13. Mai ist er im Alter von 54 Jahren an Herzversagen gestorben. (aus Hinz&Kunzt 247/September 2013) Mit den Spenden, die er bekam, wenn er mal griechische, mal türkische oder bulgarische Lieder spielte, half er seiner Familie in Dobritsch, die er regelmäßig besuchte. „Es gibt keine Arbeit in Bulgarien. Alle jungen Leute sind deshalb im Ausland. Geblieben sind nur die Alten – und die Kinder“, sagte Marin einmal. Vor zehn Jahren entschloss er sich, in Hamburg sein Glück als Straßenmusiker zu versuchen. Zur Musik kam Marin über seinen Vater, der neben der Arbeit auf Hochzeiten und in Kaffeehäusern spielte. „Er hatte leider nie Zeit, mir etwas zu zeigen oder mit Marin spielte immer in der Fußgängerzone in Ottensen. Dieses Bild mir zu üben. Ich hab mir alles abgeguckt. In meiner entstand beim einzigen Konzert der Band Balkan Caravan. Kinderzeit gab es bei uns kein elektrisches Licht: Also saß ich bei einer Kerze und habe geübt – bis ich das Lied konnte“, hatte er uns erzählt. Schon der Großvater und Urgroßvater seien Musiker gewesen, erzählt uns Marins älterer Bruder. Auch er verdient als Straßenmusiker sein Geld in Hamburg. Aber er will nicht, dass wir seinen Namen veröffentlichen – aus Angst. „Marin wurde mehrmals sein Akkordeon weggenommen und er hat es erst wiederbekommen, als er viel Geld bezahlt hat“, sagt er. Es stimmt: Das Bezirksamt Altona hatte mehrmals das Akkordeon konfisziert, weil Marin sich nicht an die erlaubte Spieldauer von einer halben Stunde an einem Ort gehalten hatte. 80 Euro musste er immer bezahlen, um sein Instrument zurückzubekommen. Meist haben seine Freunde und Fans ihm geholfen, das Geld dafür zusammenzukratzen. Einmal hatte Marin große Pläne. Zusammen mit anderen Musikern um Niko Isufi gründete er eine Band, Balkan Caravan. Das erste Konzert war vielversprechend. Aber die Gruppe brach wieder auseinander. Gerade Marin hatte keine Zeit zum Proben – er musste ja schnell Geld verdienen. Kurz vor seinem Tod wurde Marin wegen Herzproblemen ins Krankenhaus eingeliefert. Gegen den ausdrücklichen Rat des Arztes ging er wieder. „Der Arzt sagte noch: ,Wenn Sie jetzt gehen, kann ich nichts mehr für Sie tun‘“, erzählt der Bruder. Aber Marin war nicht krankenversichert und hatte ​ offensichtlich Angst, die Rechnung nicht bezahlen zu können. Nur wenige Tage später wurde er auf der Reeperbahn ohnmächtig. Schnell war ein Krankenwagen da, der Arzt kämpfte lange um sein Leben – vergeblich. Marin starb an Ort und Stelle. Viele Ottenser trauern um den freundlichen Mann mit dem Akkordeon. „Für mich bedeutete er ein Stück Zuhause“, schrieb uns eine Hinz&Kunzt-Leserin. Niko Isufi und andere Musiker wollen mit einem Konzert an Marin erinnern. Marins Bruder wollte nach


Marins Tod eigentlich keinen Fuß mehr nach Ottensen setzen. Aber fürs Konzert will er doch eine Ausnahme machen. Text: Birgit Müller Foto: Oswald Mökesch Gedenkkonzert für Marin, Sa, 14. 9., 17–19 Uhr, Spritzenplatz. ​ Musiker, die dort ebenfalls spielen wollen, können sich bei Niko Isufi (E-Mail: bunte_elephanten@yahoo.de) melden. Das eingespielte Geld soll an Marins Familie geschickt werden.Mehr über Marin und die Band Balkan Caravan lesen Sie unter www.hinzundkunzt.de/balkancaravan


21 10 2013

Ein Gefühl von Heimweh - Hinz&Kunzt

Ein Gefühl von Heimweh 27. Juli 2010 | Von BEB | Kategorie: 2010: Hinz&Kunzt-Ausgaben 203 – 214, Archiv, Hinz&Kunzt 210/August 2010

Sie sind zu viert und kommen aus Albanien, Portugal, Bulgarien und von der Elfenbeinküste. Doch zusammen machen sie Balkanmusik in Hamburg: tanzbar und quirlig, dann wieder schräg und melancholisch. Im August spielt die Multikulti-Band Balkan Caravan in Altona. (aus Hinz&Kunzt 210/August 2010) Er hält die Augen halb geschlossen und legt den Kopf leicht in den Nacken. Von einem Verliebten singt er, der des Nachts durch die Straßen irrt, verzweifelt und völlig allein: „Rruges I Trishuar, Dikush Po Ecen“. Schmachtend, lang gezogen erklingt Niko Besnik Isufis Stimme auf Albanisch. Sachte schlägt er mit den Fingerspitzen den Rhythmus auf dem Tamburin, während sich seine Mitmusiker hochkonzentriert über ihre Instrumente beugen. Doch das nächste Lied legt ein ganz anderes Tempo vor, schnell und quirlig, und Niko hat jetzt die Augen weit offen: Ein Hochzeitslied – und aller Schmerz ist wie weggeblasen! „Balkan Caravan“ heißt die Band. Vor einem Jahr haben sie sich zusammengeschlossen, vier Musiker aus vier unterschiedlichen Ecken dieser Welt. Heute sind sie in der Wohnung ihres Bassisten Joao de Menezes zusammengekommen, um zu proben, im Herzen von Ottensen. Alle wohnen sie hier in der Gegend, treffen sich auch sonst auf der Straße oder beim Einkaufen. Doch aufgewachsen ist keiner von ihnen in Deutschland. Niko Besnik Isufi kommt aus Durres, der wichtigsten Hafenstadt Albaniens, an der Adria gelegen. Er ist im Juli 1990 einer der Ersten, der in die Deutsche Botschaft in Tirana flüchtet. Überall in Osteuro​ pa stürzen die autoritären Regime wie Kartenhäuser zusammen, nur in Albanien schlägt die dortige Regierung wild um sich und geht gewaltsam gegen die Bevölkerung vor. „Wir waren bald mehr als 1500 Menschen, in einem kleinen Haus mit Garten. Wir wussten nicht, ob wir wirklich würden ausreisen können. Ich wusste nur, jetzt einfach wieder zurück über den Zaun klettern und nach Hause gehen, das wäre keinesfalls gegangen.“

www.hinzundkunzt.de/ein-gefuhl-von-heimweh/

1/4


21 10 2013

Ein Gefühl von Heimweh - Hinz&Kunzt

Franck Trabinagone, Niko Besnik Isufi, Joao de Menezes und Marin Basilev (von links) sind Balkan Caravan.

Mehr als eine Woche müssen sie ausharren. Die deutsche Regierung verhandelt erfolgreich mit den albanischen Behörden. Mit dem Schiff geht es erst nach Italien. Von dort aus fährt ein Zug mit nun anerkannten Flüchtlingen durch Deutschland, wird dabei immer kürzer: „Der Waggon, in dem ich saß, wurde in Hamburg abgekoppelt.“ Niko ist froh: Er hatte sich schon vorher überlegt, dass ihm Hamburg gefallen könnte – auch eine Hafenstadt. Mittlerweile war er schon öfter wieder in Albanien und die wirtschaftliche Lage würde sich dort nicht schlecht entwickeln. Aber er ist nun schon so lange weg und seine ganze Familie lebt längst in Italien. Was soll er in Albanien? Und trotzdem ist da ein Gefühl von Heimweh: „Aber ich möchte nicht Volkslieder aus Albanien einfach nachsingen. Jeder soll etwas aus seiner Kultur einbringen – damit etwas Neues entsteht.“ „Es gibt keine Arbeit in Bulgarien.“ In Albanien ist es gerade Mode, traditionelle Volkslieder auf dem Computer nachzuspielen; quäkend purzeln die Töne dabei wie Micky-Maus-Musik aus den Lautsprechern. Niko schüttelt fassungslos den Kopf. Der Akkordeonspieler Marin Basilev wiederum kommt aus Bulgarien. Man findet ihn immer mal wieder in der Fußgängerzone nahe des Altonaer Bahnhofs. „Nur Ottensen“, sagt er, „nie Schanze.“ Sein Lebensweg ist ganz anders. Mit dem, was er an Spenden bekommt, wenn er mal griechische, mal türkische Lieder spielt, hilft er zu Hause seiner Familie, die er regelmäßig besucht. Das ist gar nicht so exotisch, wie es zunächst klingt: „Es gibt keine Arbeit in Bulgarien. Alle jungen Leute sind deshalb im Ausland. Geblieben sind nur die alten Leute – und die Kinder.“ Marin, der bulgarisch, türkisch, russisch und makedonisch spricht, ist Rom, und deshalb spricht er auch noch deren Sprache. Zur Musik kam er über seinen Vater, der neben der Arbeit auf Hochzeiten und in Kaffeehäusern spielte. „Er hatte leider nie Zeit, mir etwas zu zeigen oder mit mir zu www.hinzundkunzt.de/ein-gefuhl-von-heimweh/

2/4


21 10 2013

Ein Gefühl von Heimweh - Hinz&Kunzt

üben. Ich hab mir alles abgeguckt. In meiner Kinderzeit gab es bei uns kein elektrisches Licht: Also saß ich bei einer Kerze und habe geübt – bis ich das Lied konnte.“ Dieser Methode ist er treu geblieben: „Du spielst ihm ein Lied vor, dann noch mal – und schon er kann es nachspielen“, erzählt Niko. Noten braucht Marin nicht. „Zehntausende Kilometer“, sagt Franck Trabinagone, Trommler der Band: „Doch, doch, zehntausend. Ich komme von am weitesten her.“ Genauer: von der Elfenbeinküste. Zunächst ging es nach Frankreich, nach Paris, ins Zentrum der einstigen Kolonialmacht, 14 Jahre ist er da alt, wird französischer Staatsbürger. Kam er mit seiner Familie? „Ich bin immer allein“, sagt er nur, „ich bin immer unterwegs.“ In Paris dreht er später Filme, spielt in wechselnden Formationen. Einmal tritt er im Vorprogramm der Rolling Stones auf. Die Deutsche Grammophon bietet ihm einen Vertrag an, holt ihn nach Hamburg. Eine Zeit lang unterrichtet er die Kinder der Kelly Family. Einmal tritt er vor Gerhard Schröder auf. Ja, vor dem Kanzler, in Hannover, kurz bevor der zu seiner ersten Afrikareise aufbricht. „Doch ich war nicht zufrieden, immer nur die Musik von anderen Leuten nachzuspielen.“ Er verlegt sich auf Straßenmusik. Das ist schwierig. Er arbeitet auch als Anstreicher, in einer Malerkolonne. Bis sein rechter Arm zu schmerzen beginnt, die Schmerzen nicht nachlassen. „Ich bin zu der Frau beim Arbeitsamt gegangen, mit meiner CD und all den Kritiken aus den Zeitungen, hab ihr das hingelegt und gesagt: ‚Ich hab kein Maler-Diplom. Ich bin Musiker!‘“ Seitdem hat man ihm keinen Malerjob mehr angeboten. Joao de Menezes, zuständig für den E-Bass, kommt ursprünglich aus Portugal; 19 Jahre ist das jetzt her. „Ich musste damals mein Leben neu gestalten“, sagt er nur. Und warum ausgerechnet Hamburg? Er lacht verlegen: „Na ja, wegen einer Frau.“ Wenn er keine Musik macht, unterrichtet er Portugiesisch, hat öfter Jobs als Komparse beim Film, beim Fernsehen. Und er spielt in zwei weiteren Bands, zum Beispiel in der Surfpopkombo „Tod im Strandkorb“, die gleichfalls ihren Mittelpunkt in Altona hat und hier regelmäßig auftritt. „Zur Balkanmusik gehören schräge Töne, Halbtöne“ So sind sie zusammengekommen, vereint durch ihren Willen, es als Musiker zu schaffen. Quirlig ist ihre Musik, manchmal hektisch und vorwärts preschend; dann sehr verhalten, lang gezogen die Töne, melancholisch die Stimmung. Um wieder zu wechseln ins Schnelle, ein Rhythmus, der sich festsetzt und nicht aufhören will, immer so weitergehen könnte. Musik nicht nur zum Zuhören, sondern weit mehr zum Tanzen. Und Marin hebt sein Akkordeon an, drückt ein paar kräftige Akkorde, Joao lässt den Bass schwingen, Franck hält den Rhythmus, steigert ihn. Sie spielen ein Romalied, treibend und flott, doch immer wieder durchsetzt mit kurzen Verzögerungen, als stocke das Tempo. „Zur Balkanmusik gehören schräge Töne, Halbtöne“, erklärt Niko. Und singt wieder, laut und kräftig, sodass auch die anderen zulegen müssen. „Ich kann nur laut singen“, erklärt er. Es klingelt. Die vier schauen sich an. Joao zuckt mit den Schultern: „Vielleicht einer meiner Nachbarn, der mitspielen will“, scherzt er, legt seinen Bass beiseite. Geht an die Tür, schaut, ob sich vielleicht jemand beschweren will, dass sie hier mitten am Tag ihre quirlige Musik spielen. Doch niemand steht vor der Tür; niemand kommt die enge, hölzerne Treppe hinauf. „Vielleicht falsch geklingelt“, sagt Joao, hebt seinen Bass wieder hoch. Marin hatte in letzter Zeit öfter mal Probleme mit den Behörden, wenn er in der Ottenser Fußgängerzone saß und spielte. Einmal wurde ihm kurzzeitig sein Akkordeon weggenommen. Franck kennt das Problem: „Die Polizei kommt nie von selbst. Es sind Leute von irgendwoher, die Langeweile haben, die kein Herz haben, die sich von Musik gestört fühlen, selbst wenn der Straßenverkehr viel lauter ist. Die rufen die Polizei und die kommt, weil sie gerufen wurde und manchmal schicken sie dich weg. Wegen der Leute, aber von selbst – nein, nie.“ Er ist sich da ganz sicher: „Ich kenne mich da aus; ich mache Straßenmusik seit zwanzig Jahren, in Deutschland, vorher in Frankreich. Dort war es dasselbe.“ www.hinzundkunzt.de/ein-gefuhl-von-heimweh/

3/4


21 10 2013

Ein Gefühl von Heimweh - Hinz&Kunzt

Doch jetzt greift Niko ein, will dem Klagen keinen Raum mehr geben. Eine gute Nachricht hat er: Sie können in Zukunft drüben auf dem Bauspielplatz deren Gruppenraum als festen Proberaum nutzen. Als Gegenleistung werden sie bei Kinderfesten spielen. „Wir müssen uns erst mal hier in Altona verbreitern“, sagt er. Eine Lokalgröße werden, bei Straßenfesten auftreten, dann langsam bekannter und immer bekannter werden, so könnte es gehen. Und hoffentlich kommen noch andere Musiker hinzu: „Wir könnten einen Klarinettisten gebrauchen, einen Saxofonspieler, einen Keyboarder.“ Nikos Traum ist es, vielleicht im nächsten Jahr ein kleines Festival auszurichten, eine „Balkanale“. „Balkanmusik ist bei den jungen Leuten sehr gefragt“, sagt er. Nicht nur, weil es mal etwas anderes ist, sondern weil Balkanmusik es schafft, bodenständige Folklore und leichten Pop gut zu vereinen. „So – lasst uns mal“, sagt Niko, schlägt in seinem Heft das nächste Lied auf. Die anderen nehmen ihre Instrumente wieder in die Hand und warten auf ihren Einsatz. Text: Frank Keil Foto: Roderick Aichinger Balkan Caravan Hörproben unter www.myspace.com/balkancaravan

www.hinzundkunzt.de/ein-gefuhl-von-heimweh/

4/4


21 10 2013

Ganz schön bunt ist das Leben » Marin*

Marin* Ich erfuhr es erst vor wenigen Tagen, Marin Vasilev ist tot. Er starb mit 54 Jahren an Herzversagen. Kaum einer kannte seinen Namen aber jeder Ottenser kannte den freundlichen Akkordeonspieler aus der Fußgängerzone. Marin und seine griechischen, türkischen oder bulgarischen Lieder gehörten zum Stadtteil. Mit der Musik finanzierte er sich und seine Familie in Dobritsch. Das war ein harter Job. „Ihm wurde sein Akkordeon weggenommen und er hat es erst wiederbekommen, als er viel Geld bezahlt hat“, sagt sein Bruder dem Journalisten vom Straßenmagazin Hinz&Kuntz.. Das Bezirksamt Altona hatte mehrmals das Akkordeon konfisziert, weil Marin sich nicht an die erlaubte Spieldauer von einer halben Stunde an einem Ort gehalten hatte. 80 Euro musste er bezahlen, um sein Instrument zurückzubekommen. Meist halfen Freunde und Fans ihm, das Geld dafür zusammenzukratzen. Zu einer musikalischen Gedenkfeier versammelten sich 200 Menschen auf dem Spritzenplatz in Ottensen.

ganz-schoen-bunt.de/?p=551

1/1


22 10 2013

Demir Kücükaydin

Demir Kücükaydin 20 Ekim, YouTube ile

Ciguli'nin kardeşi'nin (Marin Vasilev) ardından Altonalıların yaptığı veda konserinden bir bölüm. Şarkıyı söyleyen yanılmıyorsam kardeşi olmalı. Gedenkfeier für Marin Vasilev Am Samstag, den 14. September 2013, versammelten sich auf dem Spritzenplatz in HamburgOttensen,mehr als 200 HamburgerInnen, um dem verstorbenen Straßenmusik...

Beğen · Yorum Yap · Paylaş Ünal Salcı, Adem Demirbilek, Ferhat Berkpınar ve 10 diğer kişi bunu beğendi. Sakine Toraman Süper!!! 20 Ekim, 23:49 · Beğen Devrim Karaca Vay canına öldüğünü bilmiyordum. ne zaman o caddeden geçsem onun müziğiyle keyfim yerine gelirdi. "ciguli"ye ne çok benziyor" diyerek de kafa sallardım kendi kendime hep. helal altona'nın böyle bir anma yapması da yakışmış. Dün, 01:19 · Beğen Hasan Burgucu http://www.avrupa-postasi.com/... 'Ciguli'nin kardeşi' Marih'e Altona'da Müzikli Anma www.avrupa-postasi.com Hamburg'un Altona semtinde hemen çoğu kişinin Akordiyonuyla çaldığı müziğini geç... Devamını Gör Dün, 11:41 · Beğen ·

https://www.facebook.com/demiraltona

1 · Önizlemeyi Kaldır

1/2


22 10 2013

Demir Kücükaydin

Demir Kücükaydin, kapak fotoğrafını değiştirdi. 20 Ekim

Beğen · Yorum Yap · Gönderiyi Takip Etmeyi Bırak · Tanıtımını Yap · Paylaş

9

Ahmet Karabuda, Nurten Mustu, Emin Şir ve 47 diğer kişi bunu beğendi. Yunus Şalış Sağdaki ciguli mi? Kaç zamandı yoktu neredeymiş acaba? Dün, 01:42, mobil ile · Beğen Demir Kücükaydin Yazıda o anlatılıyor Dün, 09:24 · Beğen Hasan Burgucu http://www.avrupa-postasi.com/... 'Ciguli'nin kardeşi' Marih'e Altona'da Müzikli Anma www.avrupa-postasi.com Hamburg'un Altona semtinde hemen çoğu kişinin Akordiyonuyla çaldığı müziğini geç... Devamını Gör Dün, 11:41 · Beğen ·

2 · Önizlemeyi Kaldır

Sezai Sarıoğlu Özelgüzel bir yazı. Böyle özgün bir karakterle tanıştırdığı için Demir'e teşekkürler... SOL'olasın... Dün, 11:54 · Beğen · 1 Hasan Burgucu Rahmetli benim 50. nci doğum günümde çalmıştı. Altona da türkçe selamlaşırdık, beni gördüğü zaman benim hoşlanacağımı düşündüğü değişik parçalar çalardı. Ne yazık ki gurbette bir rengimiz daha soldu. Arkadaşım Demir Kücükaydin güzel bir yazı yazmış: "Bir kere bir arkadaşım hem onlara destek olmak hem de onların harika müziğini dinleyip dinletmek için bir doğum gününe çağırmıştı ama gelen Türkiyeli misafirlerin çoğu, Marin ve arkadaşının da değerini bilip anlamamışlar, birkaç şarkı çaldıktan sonra susturmuşlar ve bizi nefis bir müzik ziyafetinden mahrum bırakmışlardı. Onların gözünde o bir sokak çalgıcısı, belki dilenciden biraz daha üstte bir yerlerde alt tabakadan bir insandı."

Dün, 11:56 · Beğen ·

1

Sezai Sarıoğlu Sevgili Hasan... Şahsen de tanışmak isterdim. Bu tür özgün karakterler hep ilgimi çekmiş ve herkesi zenginleştirmiştir... "ölüm!/ en küçük kardeşim benim..." Müziği bol olsun... Ocak ayında MARİH'in de kulaklarını çınlatmak şart sanki... Her daim sevgiyle... https://www.facebook.com/demiraltona

1/2


23 10 2013

“Ciguli’nin Kardeşi”nin öldüğünü evvelki gün bir... - Demir Kücükaydin

Demir Kücükaydin 20 Ekim, 16:25 ·

“Ciguli’nin Kardeşi”nin öldüğünü evvelki gün bir toplantıda öğrendim. Adının Marin Vasilev olduğunu da. O bizler için hep “Ciguli’nin Kardeşi” idi. Almanlar için adı Marih Vasilev’miş. Muhtemelen gerçek adı ise, bir Müslüman ismiyde ve herkes için bilinmez kalacak. “Ciguli’nin Kardeşi”, Ciguli’nin kardeşi değildi ama çok yakın bir akrabasıydı. Bir keresinde söylemişti ama unuttum. Zaten fiziği bu yakınlığın en büyük kanıtıydı. Adı da muhtemelen Marin Vasilev değildi. Marin Vasilev, muhtemelen Bulgar hükümetinin Bulgar isimleri verme ve zorla Bulgarlaştırma döneminde verdiği isimdi... (yazının devamı için linki ya da başlığı tıklayınız.) http://demirden-kapilar.blogspot.de/2013/10/cigulinin-kardesi-altonal-hemsehrim.html#more Demir'den Kapılar: “Ciguli’nin Kardeşi” Altonalı Hemşehrim Marin Vasilev’in Anısına demirden-kapilar.blogspot.com

Beğen · Yorum Yap · Gönderiyi Takip Etmeyi Bırak · Paylaş · Tanıtımını Yap

9

NaimeErdem Basaran, Ünal Salcı, Adem Demirbilek ve 33 diğer kişi bunu beğendi. Ayşe Öktem Hambur'da otururken bizim ev Spritzen Maydanına bakardı. Çarşıya çıkmadığımda bile dinleyebiliyordum onu. Türk olduğunu bilmiyordum, ben de Roman sanardım. Tanıyorduk birbirimizi. İstanbul'a döndüğümde vedalaşmıştım, gidiyorum, kimbilir bir daha görüşebilecek miyiz diye. Nasip olmadı. Işıklar içinde yatsın. 20 Ekim, 18:35 · Beğen · 2 Sedo Can sağolasın demir abi, anımsatma ve hatırlatma için... 20 Ekim, 19:24, mobil ile · Beğen Ali Insan http://videostaringa.com/... Gedenkfeier für Marin Vasilev videostaringa.com ver video de Gedenkfeier für Marin Vasilev youtube, descargar video de Gedenkfei... Devamını Gör 20 Ekim, 22:05 · Beğen · Önizlemeyi Kaldır Ali Insan http://videostaringa.com/... Gedenkfeier für Marin Vasilev videostaringa.com ver video de Gedenkfeier für Marin Vasilev youtube, descargar video de Gedenkfei... Devamını Gör 20 Ekim, 22:08 · Beğen · Önizlemeyi Kaldır Duygu Emir Çok güzel bir yazı emeğinize sağlık ,Bir İnsan hayattır aslında, İçselleştiremedikleriyle Tutunmaya çalıştıklarıyla ... 21 Ekim, 09:37 · Beğen Hasan Burgucu http://www.avrupa-postasi.com/... 'Ciguli'nin kardeşi' Marih'e Altona'da Müzikli Anma www.avrupa-postasi.com Hamburg'un Altona semtinde hemen çoğu kişinin Akordiyonuyla çaldığı müziğini geç... Devamını Gör 21 Ekim, 11:43 · Beğen · Önizlemeyi Kaldır Hasan Burgucu http://www.hinzundkunzt.de/musik-fur-marin/

https://www.facebook.com/demiraltona/posts/10151921847807230?notif_t=like

1/2


23 10 2013

"Ciguli'nin Kardeşi" - Marin Vasilev -... - Demir Kücükaydin

Demir Kücükaydin

21 Ekim, 12:07, YouTube ile ·

"Ciguli'nin Kardeşi" - Marin Vasilev - Altona'nın kendi küçük müziği büyük Akordeoncusu - Hasan Burgucu'nun doğum gününde çalarken kaydetmiştim ama sadece bu kısa parça kalmış elimde. Bir anı. Elimizde çalışından kalan tek canlı video. Marin Vasilev Bir Doğum Gününde Çalarken Bir çok gizlice kaydetmiştim ama bir tek bu kısa parçayı bulabildim.

Beğen · Yorum Yap · Gönderiyi Takip Etmeyi Bırak · Paylaş NaimeErdem Basaran, Serpil Kurukavak-Volkland, Hakan Umbeck ve 19 diğer kişi bunu beğendi. Erol Koroglu Ne kadar da benziyor Ciguli'ye. Işıklar içinde yatsın. 21 Ekim, 12:20 · Beğen Hasan Burgucu http://www.hinzundkunzt.de/ein-gefuhl-von-heimweh/ Ein Gefühl von Heimweh - Hinz&Kunzt www.hinzundkunzt.de Sie sind zu viert und kommen aus Albanien, Portugal, Bulgarien und von der Elfen... Devamını Gör Dün, 14:06 · Beğen ·

1 · Önizlemeyi Kaldır

https://www.facebook.com/demiraltona/posts/10151923704662230?notif_t=like

1/1


23 10 2013

Sagapo by balkancaravan

BALKANCARAVAN

Djelem Djelem (neue vers Balkan Caravan

214

0

0

M usic Songs Albums

01

NAME

COMPOSER

Djelem Djelem (neue version)

balkancaravan

M ixes Connections Top Fans

LENGTH

3:21

GENRE

Folk

Photostream Videos Events

https://myspace.com/balkancaravan/music/song/djelem-djelem-neue-version-71338630-78572461

1/1


11 Haziran 1999, Cuma

İşte Ciguli Ahmet Türkiye bu adamı konuşuyor: Türkiye bu adamı konuşuyor. Radyolarda ‘‘Binnaz’’, TV kanallarında ‘‘Yapma Bana Numara’’ diye seslenen kısa boylu, fötr şapkalı, fıldır fıldır gözlü, dişlek sempatik bir adam. O adam Bulgaristan'ın Haskova kentinden gelen ‘‘Ciguli’’ Ahmet. Ciguli önce Roman'lık konusuna açıklık getirmek istedi, ilk kez gülmeden. ‘‘Yok hocam, Roman ne demek, ben burada duydum bu sözleri. Gerçekleri konuşalım, ben Roman değilim, Romanca iki laf bilmiyorum. Annem babam müslüman Türk, adları, yerleri belli Haskova'da. Biz beş kardeşiz, ağabeyim İbrahim kalpten rahmetli oldu. Babam Hüseyin rahmetli Haskova'da hamaldı. Annem de fabrikalarda süpürgecilik yapardı, ağır işlerde çalışırdı. Ben küçükten beri düğünlerde kazandığım paralarla kardeşlerimi okuttum, çok yardım ettim onlara. Bulgarlar zorla adımızı değiştirdiklerinde bana Ahmet yerine Angel Yordanov Popov adını verdiler. Ama artık yok böyle şey, herkes istediği adı alır. Haskova'da beni Ahmet diye kimse bilmez, Ciguli dersen bebek bile benim eve getirir seni. İlkokul 7. sınıfa kadar okuyabildim. Ben Bulgarca yazarım, Türkçe okurum hocam. Türkçe yazmam, okumam yok. Ne yapalım, okutmadılar o zamanlar bize Bulgarlar Türkçeyi, yoktu Türk mektepleri. Jivkov bize yasaklamıştı Türkçe konuşmayı bile, çok çektik Yener ağabey.’’ PARASIZLIK GÜNLERİ Haskova'daki çocukluk günleri Ahmet için unutulacak gibi değil. Belki de ona hayat veren bir kaynak. ‘‘11 yaşında düğünlere giderdim Haskova'dan Sofya'ya. Akordeonu çok severdim, hasta oldum, çok ağladım nineme hocam. O zaman 5 Levaya aldım bu gördüğün Alman malı akordeonu, büyük paraydı. O zaman adamlar fabrikada günlük bir levaya çalışırlardı. Biz beş kardeştik, annem babam bize para


yetiştiremezlerdi, çok fakirdik be hocam, anlıyon mu? Rahmetli oldu babam, ben 15 yaşında oldum, yok kim artık baksın aileyi? Bir kişi annem çalışıyor, para yetmezdi ki. Onun için ben düğünlere gider oldum. Su içemeyecek, yemek yemeyecek parasız günler oldu. Ama hocam ben yine böyle şendim yani. Sonra elektrikten kulübem yandı, çoluk çocuk dışarda kaldık. Onlar ağlarlardı, ben gülerdim hocam. Sonra başladık kiradan kiraya gezmeye. Ben düğünlerden 20 leva falan kazanırdım. Haskova'dan geçen Türk otobüslerinin, TIR'larının yanına gidip kaset isterdim onlardan. İbrahim Tatlıses'e, Ferdi Tayfur'a tutkunum çocukluğumdan beri. Çocuklarımın adını bile onlarınkenden koydum. İbrahim şimdi 21 yaşında, Ferdi 19 yaşında. Ben 17 yaşında evlendim hocam. Evlendiğim kız bizim kasabadan Türk kızı Ayten. Ayten 15 sene tütün fabrikasında, çimento fabrikasında çalıştı, şimdi evde oturur.’’ KAVUN, KARPUZ ÖZLEMİ İstanbul’a gelmesi de başlıbaşına bir roman aslında. İşkembe çorbası içerken, karpuz yerken Ciguli'yi hatırlayın. ‘‘Bize eskiden vermezlerdi pasaport, ben 90 senesinin onuncu ayında pasaportu çıkardım, rahmetli ağabeyim İbrahim'le beraber otobüsle doğru İstanbul'a. Kapıkule'de önce Bulgar gümrükçülerine çaldım akordeonu. Bana ‘Angel çok yaşa, bravo' diye bağırdılar. Sonra bizim gümrükçü abilerime çaldım, çok sevdiler beni. ‘Ciguli sen büyük iş yaparsın, Kumkapı'ya git' dediler bana. Otobüs Edirnekapı'ya getirdi bizi. Türkiye'yi İstanbul'u anlatırlardı ama ben hiç görmemişim. Allah, Allah ne gündü be hocam. O gece otelde kaldık hocam, su var, banyo var, yumuşak yatak var. Yanımızda 100 bin Türk lirası var. Bir de çanak, çömlek de getirmiştik, tornavida, kaşkaval peyniri falan. Sattık onları pazarda, aldık birkaç para sevindik yani ağabeyimle hocam. İstanbul'da ilk gece hemen beni götürdüler bir düğüne. Bana o gece 50 bin lira verdiler Aman hocam, nasıl sevindik biliyon mu yani? Burada kazandığım ilk parayla ağabeyimle beraber gidip ikişer tabak işkembe çorbası içtik Kumkapı'da. Bir de kavun, karpuz çok yedim. Biz oralarda göremezdik, tadamazdık, yoktu paramız ki, çok fakirdik be hocam. Evin bahçesine ihtiyarlar domates, biber ekerlerdi onları yerdik.’’ Sonra ver elini Kumkapı. Kolayından yedirirler mi insana bir dilim ekmek. ‘‘Kumkapı'da gittim bir kahvehaneye, orada müzisyenler de var. Ben gerçekleri severim hocam, üstüm başım yok, her yanım yırtık, öyle bir gariplik. Yırtık pabuçlar ayağımda, çoraplar dersen ona keza. Güldüler bana, aldılar beni öyle makara yerine. Öyle gücendim ama garibim be hocam, ne diyeceğim? Kimileri güldü,


kimileri itti beni sandalyeden. Neyse içtim bir çay, kendime geldim, ısındım. Onlara akordeon çaldım, sonunda bana dediler ‘Biz bunun yanında çalgı çalamayız', gerçekleri konuşuyorum hocam. Ben müziği kendi kendimden öğrendim. Parmak parmak tuşlara basarak öğrendim notaları. Tam notam yok ama az çok biliyorum. Sonra bana ilk olarak Üçler Restoran iş verdi, orada sekiz yıl çalıştım.‘‘Ben Hint filmlerini çok severdim, çok bakardım. Hintleri de çok seviyom. Hocam ‘Avare'yi çok severim, Raj Kapoor'u öyle. İnce sesleri çıkarmasını o filmdeki kadından öğrendim. Bir anda iki ses çıkartıyom, bu da çok zor bir şey, çok imkansız yani. Her lisanda söylerim Romence, Rumca, Hintçe.’’ Dokuz yıl önce Türkiye'ye gelen ‘‘Ciguli’’ Ahmet o günden bu yana Kumkapı'da akordeon çalıyor. ‘‘Ciguli’’ otuz yıl önce çok ünlü olan bir Rus otomobilinin adı. Devrin iyi kaçan, hızlı araçlarından biri. Haskova'da taktıkları bu takma adı burada sürdürüyor Ahmet.

Copyright 1999 Hurriyet | ana sayfa | son dakika | haber indeksi | gündem | ekonomi | dünya | olay | spor | yaşam | yazarlar | tv programlari | fal | | hava durumu | kelebek | istanbul | | | insan kaynaklari | | turizm | teknonet | | | | | seri ilanlar | e-mail | | |


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.