CÜNEYT ARKIN
başladı. “Teklifimi reddetmekle hayatının en büyük hatasını yaptın! Ben, hayır denecek adam mıyım? Bana kimse hayır diyemez. Diye ni bitiririm, göreceksin, seni de bitireceğim. Adım dünyadan silece ğim. Artık Cüneyt Arkın diye biri yok, bittin sen ... bittin.” Uzaklaştıkça sesini duymaz oldum. Sekreterler şaşkın, kalakaldılar. Dediğini de yaptı; yıllarca sahibi olduğu gazetelerde, özellikle yeniden çıkardığı o boyalı gazetelerle beni bitirmeye çalıştı. Yıllar ca bıkmadan, usanmadan korkunç “bitirme savaşma” devam etti. Sonra aniden çark etti. Hakkımda övgü dolu yazılar yazdırmaya başladı. Bir zaman sonra film çekmekte olduğumuz Kuşadası’na yapım cının misafiri olarak kalabalık bir yandaş grubuyla geldi; kimler yoktu ki! Akşam yemeğinde yan yana düştük. Az bir sohbetten sonra, “bi tirme savaşını” neden sona erdirip “barışa” döndüğünü sordum. “Halk,” dedi, “halk senin yanında yer aldı, ama gazeteyi almaz oldu. Demek halkın sevdiği sanatçıyla uğraşılmazmış.” Aslında akıllı, uygar bir insandı. Lokanta önünde Cüneyt Arkın’ı görmek için bekleyen büyük kalabalığa hasretle baktı. “Şu kalabalığın gücüyle benim paramın gücü bir araya gelse, Türkiye’de ne büyük mucizeler yaratırım,” dedi. Mucizeler yaratır mıydı, yaratamaz mıydı bilmiyorum, ama Türk halkının gücünü sonunda fark ettiği için, mükafatlandırmak adına, en iyi balığı seçip tabağına koydum.
64