A.Dorsay: 100 Yılın 100 Türk Filmi

Page 40

çirkinliğin, yoksulluğun ve terk edilmişliğin, bir sihirli değnekle dokunmuş gibi güzele çevrildiğini ve genç kıza tam bir masal anlatıldığını tahmin edebilirsiniz! Ama bu eski bir Türk filmidir. Ve herkes bilir ki, o filmlerde kapalı gözler açılmak içindir. Ameliyat kolay olmaz, üç kafadarın gereken büyük parayı (800 lira!) denkleştirmek için hayli uğraşmaları gerekir. Sonunda para bulunur. Ve gözler açılır. Film boyu “Görmek istiyorum artık, dünyada iyi insanlar da var, onları görmek istiyorum” diye feryat eden Gül, bu kez “Görüyorum” diye sevinç çığlıkları koparır. O eski arkadaşları, üstelik artık şarkıcı olan ve servete boğulan genç kadına o sefil halleriyle görünmek istemeyeceklerdir. Ama zaman her şeyi halleder… Bu naif senaryonun böylesine efsaneleşen bir filme dönüşmesi, bunca klişeden bir başyapıt çıkması, biraz da Casablanca olayına benzer. Yani yan yana gelen sayısız klişenin, kimi zaman sanki büyülü bir dokunuşla büyük bir filme yol açması olayı. Ki ben büyülü dokunuş yerine bir dizi mutlu rastlantı deyimini tercih ederim.

Öncelikle senaryo diyelim. Agâh Özgüç’ün kitabına göre, senaryoda Aydın Arakon, Metin Erksan, Muammer Çubukçu, Memduh Ün, Ertem Göreç (ki filmin asistanıdır), Atıf Yılmaz ve Bülent Oran’ın katkıları vardır. Selim İleri ise eski bir yazısında, Orhan Kemal’in de bir bölüm diyalog yazdığını söyler. Yani tam eski Yeşilçam usulü, herkesin bir el verdiği, imece tarzı ortak bir çalışma. Bugün artık kesinlikle görülemeyecek olan… İşin içine bunca kalemin girmesi, korkulacağı gibi bir anarşi değil, konuşkan bir film ve düzeyli diyaloglar doğurmuştur. Memduh Ün, İstanbul’un emekçi ve lümpen kesimini Turgut Ören’in nefis görüntüleri aracılığıyla göstermekle yetinmez, onları konuşturur da… Karakterler bu nedenle iyi çizilmiştir. Fikret Hakan, uyuyan kuşunu bile uyandırmayacak kadar yufka yürekli, saf ve temiz bir genç adamı oynar. Aynı kuşun ölümü karşısında ise yıkılır. Gül’e sevgisi öylesine yoğundur ki, onu ameliyat ettirmek için her şeyi göze alır. Genelde öyle olmaz ya, arkadaşları da öyledir. Semih Serezli ve Salih Tozan, yan rol tanımını allak bullak ederek, başrole doğru tırmanışa geçerler. Sezerli’nin “günde 15 defa şehriye çorbası içmek” biçiminde ortaya çıkan zengin olma arzusu ya da Tozan’ın Gül’e zengin biri olarak takdim edildiğinde, kendisini Artin Dartanyan (D’Artagnan: Üç Silahşörler’den biri!) olarak tanıtması, kolay kolay unutulamaz. Ya da aldıkları gül kokusuz çıkınca, seyyar parfümcüden bulduğu leylak kokusunu boca edip kör kıza veren Mıstık’ın “leylağa teşekkürler” yanıtını aldığında yaşadığı şaşkınlık… Tüm bu replikler, kimin kaleminden çıkmış olursa olsun, şahanedir. Ayrıca Salih Tozan’ın Ermeni şivesiyle canlandırdığı Artin Dayı ve de Ortaköy camiine bakan kahveyi mesken tutmuş rehinci Salamon, henüz azınlıklarını yitirmemiş bir İstanbul görünümü çizerler. Film İstanbul panoramasıyla açılır, öyle de biter. Bu özellikle 50’lerin (ve de 60’ların) bir özelliğidir ve yeni yeni kamerayı yüklenip sokağa çıkmaya başlayan sinemamızın tipik bir ögesidir. Eski Yeşilçam’ı izleyerek eski İstanbul’u tanıma savında olanlar, son derece haklıdırlar. Burada bu, özellikle Taksim meydanı, Gezi Parkı, Ortaköy ve elbette Boğaz için geçerlidir. Ama filmin başına gelebilecek en iyi şeylerden biri, elbette Muhterem Nur’dur. Sanatının ve popülerliğinin doruğundaki Nur, aç haliyle çorbayı yutarken, görmeyen gözleriyle sürekli boşluğa


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.