bizim kulliye_39

Page 70

Kız dönüp bakmadı, kadının eteğine iyice sokuldu. Kadın birkaç basamak aşağıdan başını çevirdi: “Pünhane, balam,” dedi, “Pünhane…” Günlerce, gecelerce onu düşündüm, geceler boyu konuştum bu kızla: “Pünhane! Gözlerin ne renkti senin? Ve ellerin, ellerin…? O küçücük ayaklarınla mı kaçtın kurşunların önünden? O küçük adımlarınla mı aştın dağları? Üşümedin mi Pünhane? Üşümedin mi? Bombaların, güllelerin sesini duydu mu kulakların? Ya gözlerin, gözlerin ne renk Pünhane? Akan kanı gördün mü o gözlerin? Duvarların dibinde ağlayıp kaldın mı hiç? O zaman kaç yaşındaydın Pünhane? Çizgi oynarken mi, tek ayağının üstünde sekerken mi düştü bombalar? Arkadaşların öldü hiç Pünhane? Kana battı mı oyuncakların? Gece, sulu sepken bir kar yağıyordu. Pencereden dışarı bakıyordum. Şimşekler çaktı ardı ardına. Ortalık aydınlandı biden ve tekrar zifiri bir karanlığa gömüldü. O ışıkla birlikte bir kız gelip karşımda durdu. Uzun beliği vardı, beliğinin ucunda da bir kurdele. Yaklaştıkça kayboldu yüzü. Islanmıştı. Uzansam kızın ellerinden tutacaktım. Uzattım ellerimi ama elleri yoktu kızın. Kaşları, gözleri, ağzı burnu, yanakları yok…bir belik ve bir kurdeleden ibaretti bu kız. Yüzünün yerinde bir ışık parladı, beyaz bir ışık. Ve o belik de kurdele de eridi bu ışığın içinde. Kızın ardından, esmer, zayıf, bir el uzandı sonra. O el, uzadı, uzadı, camın önüne kadar geldi. O kadının eliydi. O esmer, kara kuru elden kan akmaya başladı. Sonra bu elin arkasında bir kadın silueti belirdi. Yüzü yoktu kadının ama sesi bir çığlıktı. “Oğul” dedi, “oğul, Garabağ gaçgınıyık, bir kömek eyle.” *** Sabah işe giderken apartmanın aksakalı Kalbayı kesti yolumu. “Hoca” dedi, “ Apartmanın kapıcısı çıkıp gidip işinin dalınca, daha gelmeyecek, cavan bir uşak tapmışam, indice gelecek. Sen de bir danış, apartmanın yöneticisi sensen de hoca.. heberin yokdu? Dünen men yandırmışam kazanı..” “Gelsin Kelbayı, gelsin görelim,” dedim. Apartmanı, güya Kelbayı ile ben yönetiyorduk. Ben hesap işlerine bakardım o da odun kömür, temizlik, tamirat… Her ay bir bağırtı çökerdi bizim apartmana. Asansör bozulur, sular kesilir, elektrik tesisatı yanar, yakıt donar, kanalizasyon tıkanır, kapıcı parası ödenmez… “Temeli bozuk bu binanın” dedi, Kelbayı, “bu sakkalımdan utanıram, yoksa bunların hamını vereceksen gılıcın gabağına…” “Bu kışı da atlatsaydık,” dedim, “ ilk işim, başka bir yere taşınamak olacak…” Biz Kelbayı ile konuşurken, ince, kara kuru bir genç oğlan yaklaştı. “Sabahınız heyr...” “Uşak geldi hocam, bu uşak” dedi Kelbayı. Gelen, on beş on altı yaşlarında bir delikanlıydı. Sabahın seherinde gelip dikilmişti kapıya. Gözlerinden uyku akıyordu. İkide bir esneyip gözüme bakıyordu. Birden kömür torbaları bindi sırtıma. Koca kovayla, kazan dairesinden kül çıkarırken dizlerimin dermanı kesildi. Yığıldım kaldım basamaklarda. Kazanı yakarken boğuldum isten, dumandan… dünyanın her halini görmüş koca Salman Dayı, dayanamamıştı bu apartmanın kahrına. Üstelik her iş gelirdi elinden. Elektriği, suyu, kazanı kendisi tamir ederdi… bu çocuk daha yeni yetme bir delikanlı, nasıl yapacaktı? “Yapabilir misin?” Çocuktan önce Kelbayı cevap verdi. “Beli, cavan uşakdı de, nece yapamaz, men bunun yaşın olardım, taşı sıksam un eyliyirdim eh.” “Yaparım abi” dedi çocuk, bundan gabak başka bir yerde işlemişem.” Bodruma indik. Her taraf is pis…kömür kokusu, nem kokusu… köşede kapıcıların kaldığı derme çatma bir kulübe…çürümüş, su sızdıran borular, birbirine eklenmiş, nerden gelip nereye gittiği belli olmayan elektrik kabloları… bir köşeye yığılmış büyük kömür torbaları, iri odun kütükleri…Kelbayı’nın cavan dediği çocuğa sordum. “Adın ne”

70

eylül-ekim-ka sım 2 0 0 8


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.