61 - BULGAR VE BULGAR OLMAYANLAR

Page 1

Bulgar ve Bulgar Olmayanlar

2 0 1 9 - K a sÄą m Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM-61 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Kasım - 2019 Editör: Raziye ÇAKIR

İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları

Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Dönüşüm Yokuşta Mı?

Tarih: 31 10 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: GERB partisi sözünde durmayınca, seçmen DPS’ye geri döndü. Bulgaristan yerel seçimlerinde birinci ve ikinci tur arasında herkes önlüğünü silkti. Tarafların birbirlerine söyleyecek sözü kalmadı gibi. En önemlisi de seçileceklerin hak ve devlet için yapabilecekleri bir şey olmadığını herkes gördü. Yerel gelirlerin ancak % 20’sini kullanma hakkı olan belediyeler, büyük projelerin her biri için hükumete, hükmet de Avrupa Birliği merkezlerine el açmak zorunda. Seçimlere ateş verip, statükonun korunmasından yana olan yanı “derenin bildiği gibi akmasından yana olan” Maliye Bakanı 2020 devlet bütçesinden konuştu. Sağlık sektörüne en fazla para ayrılacağını, memur maaşlarında % 10, emekli maaşlarına da % 6,7 zam yapılacağını açıkladı, ama elektrik, su, çöp faturalarının, mülk vergilerinin, araç vergilerinin ve olacak olmayacak işler için kesilen cezaların ne kadar zamlanacağını bildirmedi. Sofya hükumeti istese de köklü bir değişiklik yapamaz, çünkü elini kolunu kaptırmış ve Doğu ile Batı arasında sıkışmış kalmış bir durumda bulunuyor. Duruma Doğu’dan yanı Rusya Federasyonu açısından baktığımızda tablo şudur; Rusya Federasyonu Bulgar şirketleri aktiflerinden (senetlerinden) artık 1,5 milyar (bir milyar beş yüz milyon) Avroluk büyük bir kısmı satın almıştır. Rus şirketleri özellikle 2 yönde aktif olmaya ve başı çekmeye yöneldiler. Birinci yön, savunma (askeri) sanayi; ikinci kol da tele iletişim sanayidir. Son dönemde ülkede sıkça kullanılan anekdot şudur: “Tavuk kuş değilse, Bulgaristan da bir dış ülke değildir.” Politik yorumlarda ifade edilen yeni durum tanımlaması ise şöyledir: “Vladimir Putin ülkesini içeride otoriter rejim kurallarına göre yönetse de, dış siyaseti tamamen emperyal (yayılmacı) bir siyasettir ve saldırganlığı ve genişleme karakteristik çizgileriyle nitelenir.” Bu örneklerden yapılan sentezde, 2019 yılında Bulgar ekonomisinin üçte birinin direk olarak Rusya’ya bağlı olduğunu ve Rusya’dan bağımsız hiç bir şey yapacak durumda olmadığını ortaya koyuyor. Bulgaristan enerjisini (doğal gaz ve petrol) Rusya’dan alıyor.


Makale ve Analizler - 2019

15

Şu an devletin bütün çabaları Ukrayna üzerinden gelen doğal gazı, iç ve uluslar arası kullanım için adına “Balkan Akım” dedikleri “Türk Akım”üzerinden almaya, ülkeye döşenecek gaz boru hattıyla Türkiye üzerinden alacağı doğal gazı Sırbistan’a ve oradan da Macaristan’a iletmeye çalışıyor. Bulgar Türk sınırına ilk konektörler artık monte edildi ve hizmete açıldı. Böylece Moskova doğal gazı Balkanlara ve Doğu Avrupa’nın merkezi olan Macaristan’a kadar bölgeyi kuşatmış bulunuyor. Üzerinde 20 yıldan beri çalışılan, “Güney Akım”olarak temelleri atılan, ardından suya düşen, BTK – Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankasının büyük skandallarla çökmesine neden olan ve sonra da “Türk Akıma” bağlan şeklinde yeniden gerçekleşen bu proje, Bulgar halkında “korku” uyandırıyor. Bulgaristan ülke içinde doğal gaz şebekesi kurulmamış bir ülkedir ve bütün sanayi tesisleri ve her hanenin Rusya enerji sistemine bağlanmasının ardından gelecek istekler düşünceler doğuruyor. İkinci çok canlı ve etkileyici konu “Belene” kentinde inşası bir enkaz olarak ortaya yatmış, Nükleer Santralin enkazının kaldırılması konusudur. En az 20 milyar Avro tutacağı hesaplanan ve uluslar arası ihalelere çıkılsa da, iş motoru henüz yakılamayan bu proje de teknik ve teknoloji olarak tamamen Rusya’ya bağlıdır. 30 yıldan beri Doğuya bağımlılıktan kurtulup kaderini Batıya bağlamaya çalışan Bulgaristan’da 2 gün sonra – 3 Kasım 2019, Pazar gün – yapılacak olan yerel seçimin ikinci turu işte bu ikircikliğin etkisi altında geçiyor. Çünkü çok net bir biçimde ikiye bölünmüş ve Batıcılar Batıya doğru, Rusçular da Doğuya doğru adım atmaktan korkuyorlar. Çünkü Amerika Birleşik Devletleriyle stratejik işbirliği anlaşması imzalayan, NATO üyesi olan, Avrupa Birliği’ne 2007’den beri üye olan Bulgaristan, Washington’un Romanya ve Polonya’ya kurduğu büyük üslerinden birini Bulgaristan’a tesis eder ve Varna ya da Burgaz limanlarından birine bütün Karadeniz’i kontrol edecek bir askeri filoya üs yaparsa, Rusya ile her konuda papaz olacağını çok iyi biliyor. İşte bu tezat içinde, birisi seçim arifesinde, ikincisi de seçimin 2 turu arasında çok önemli 2 olay yaşandı. Bulgar hükumeti ülkede yeni bir Rusofil (Moskofçu) parti kurmak hazırlığı görenleri tutukladı, sorguları saldı, Moskova’da Kremlin’e bağlı Stratejik Analiz Şubesini yöneten istasyon şefi V. Raşetnikov’a 10 yıl Bulgaristan’a girme yasağı koydu. İkincisi de Sofya’daki Rusya Federasyonu Büyükçesinin Birinci Sekreterini ülkeden kovdu. Diplomatın, Rusya askeri istihbarat subayı olduğu açıklandı.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte bu 2 büyük taşın (Rusya ve ABD) arasına sıkışıp kalmışlık korkusu Bulgaristan’da yerel seçimlerin birinci ve ikinci tur arasındaki belirsizliği iyice katılaştırdı. Siyasi dumanı bir türlü kalkmayan bu karışık duru bir de Bulgaristan Başsavcısı seçimi damga vurdu. Seçilmesini hükumetin desteklediği, Cumhurbaşkanın ise onaylamadığı Başsavcı adayı İvan Geşev, bir yandan statükonun adamı, aynı zamanda (Amerikan senatosunda bile tartışma konusu olan) Bulgaristan’da devleti kemirip bitiren rüşvet, kaçakçılık, dolandırıcılık ve dalavere konularını çalışma programına alacağını gündeme getirmiyor. Hükumet partisi GERB ve siyasi ortakları olan aşırı milliyetçiler – VMRO, “Ataka” ve NFSB – partileri ve yerel seçimde koalisyon kurduğu CDC (Demokratik Güçler Birliği tarafından destekleniyor. Fakat Bulgar kamuoyunu kantara koyup tartmak mümkün olsa bu defa muhalefet güçleri sanki daha ağır basıyor. Analizimizi başkentteki durum üzerinden yaptığımızda şunları görebiliyoruz. 2009’dan beri Sofya Büyükşehir Belediye Başkanlığını hiçbir defa ikinci tura kalmadan, tek başına kazanan GERB partisi, bu defa % 37 oyla ikinci tura kaldı. Aslında “bağımsız”aday olduğunu iddia eden, sosyalist parti BSP ve diğer Rusçu güçlerin oyunu alan eski ombudsman Bayan Maya Manolova’nın aldığı % 26 oy, NATO ve Atlantikçi “Demokratik Cephe” adayı Yüksek Mühendis, Sofya Yüksek Mimarlar Odası Başkanı V. İgnatov’un aldığı % 17 oy ile bağımsız olduğunu savunan “Bulgaristan’ın Vatandaşları” hareketinin adayı genç siyasetçi B. Bonev’in ilk turda aldığı % 11 oy birleştiğinde muhalefetin % 54’le GRRB’i Sofya’da 2. Parti durumuna ittiğini görebiliyoruz. Bulgaristan’da bütün dönüşümler Sofya’dan başlar ve gerçekten bu defa dönüşüm, yenilenme, reformların yapılması, adalet ve eşit haklı bir toplum yolu seçilebilir. Ne var ki, Bulgaristan’da değerler kantarı yok ve muhalefet güçlerinin hem sol hem de sağ kanattan olduğundan ve birleşmelerinin olanaksız olduğundan dolayı, eski Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı Bayan Fındıkıva görevine dönecek havası esmeye başladı. Bu seçimde ilk kez Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Sofya belediye parlamentosuna bir temsilci, Filibe’de de 2 temsilci çıkardı. Yoksul RomanlarınMillet yaşadığı 7 başkent semt ve mahallesinin hepsinden GERB partisi % 90 oy aldı. Hatta “evlerinizi yakıp yıkacağım ve sizi bu şehirden kovacağım” diyen ırkçı başı Angel Cambazki de % 4 oy aldı ki, bu gerçek seçmeni etkileyen ani faktörler üzerinde yeni analiz yapılmasını zorunlu kılıyor.


Makale ve Analizler - 2019

17

Başbakan Boyko Borisov, bTV’de birinci turdan önce Roman semtleri liderlerinin oyların hepsi için kendisinden 3 milyon leva istediğini açıkladı. Burada kontrol edilebilen büyük bir seçmen kitlesinden söz ediyoruz. GERB adayı Bayan Fındıkova birinci turda 170 bin oy almıştır. Bu durumda Bulgaristan’daki yeni durum “sağ politik güçler” ve belirsizliği dışa vurmuş “neo-komünist güçler” arasındaki yeni yüzleşmedir. Geriye bakıldığında mücadele meydanındaki güçlerin gerçekleştirmek istediği projelerin hepsi 50 yıl önce hazırlanmış ve daha o zaman (1980’li yıllarda) politik sergiye konmuştu. Örneğin 3 hatlı Sofya metro planı daha 1975’te çizilmişti. Bu gibi örnekleri sıralayabiliriz. Yazar Georgi Markov 1980’de Batıya kaçmış ve orada “DS” tarafından öldürülmüştür. Geçen sene Sofya’da anıtı dikildi. Olaylar demokratikleşme, modernleşme, yetkinleşme süreci olarak yarım asırlı bir süreçtir. Bu Bulgaristan’da hayatı dondurma süreciydi. Bu seçimde Razgratlı olan ama son 6 ayda Sofya’da yaşamış olan bir kişi Belediye başkanı, belediye meclis üyesi, köyüne Muhtar olamıyor. Yani kısaca 1970’lerde durum aynıydı. Ülkede halkı boğma süresinde yalnız biçim değişmiştir, öze asla dokunulmamıştır. Şunu da vurgulamak yerinde olur. VMRO- ırkçı faşistlerinin Sofya’da aldığı oylar 1915 seçim sonuçlarına kıyasla yüzde yüz azalsa da, memleket çapında ana milliyetçi akımı temsil eden VMRO oylarındaki artış, propaganda sesinde sertleşme dikkati çekmiştir. Politik gözlemcilerin kanısına göre, ırkçı ve ötekileştirici saldırılar yalnız Romanlara karşı değil, Türklere karşı da şiddetlenmiştir. Bunun en kesin örneğin Kırca Ali’ye bağlı Karagözler’de (Çernooçene) izledik. HÖH-DPS adayı Aydın’ın seçimi başarıyla noktaladığı gece, GERB ve VMRO-ya bağlı saldırgan gençler belediye, muhtarlık, Türk sanayi tesisleri binalarını taşladı, şoförleri Türk olan Okul araçlarının lastiklerini delip yaktılar. Deliorman ve Dobruca köylerinde de şiddet olayları yaşandı. Bu gelişmeler Bulgar faşizminin Türk bölgelerine sıçradığına yeni kanıtlar taşıyor. İki seçim arasında büyük sayıda araç yakıldı, birçok daire yakıldı ve zehirleme gibi başka olaylar da yaşandı. Bu seçimlerde 18 il şehri belediyesinde ikinci tura gidilmesi de GERB’in kalelerinden bazılarının düşeceğine işaret oldu. Bu kavgada Bulgaristan Türk ve Müslüman halkı bu defa daha uyanık davranarak GERB’den gelen vaatlere kulak asmıyorlar. Ayrıca yeni türeyen Türk partilerine de pek güvenmiyorlar. Başbakan Boyko Borisov 2015’te Deliorman ve Dobruca’da HÖH partisinden ayrılanların ortada kaldığını, seçenek atadığını görmüş ve “oyu-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nuzu GERB’e verirseniz 10 bakan yardımcılığını Türklere vereceğim” demişti ama seçmenlerimizi aldattı. İşte Türk halkının özelliği bu ses çıkarmaz amma yeri geldiğinde cezasını keser. Kendi çevresinden olan “mutlak” olarak bilinen Vejdi Raşidov’tan başka hiçbir kimseye bakanlık ve bakan yardımcılığı koklatmadı. Birinci turdan sonra ortaya çıkan tabloda Hak ve Özgürlükler hareketi Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) önüne geçmiş ve yerel idarelerde ülkede 2. Parti durumuna gelebilmiştir. Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’da son söz sahibi siyasi ve toplumsal güç olma yolunda emin yürüyor. Halkın bilinci yeniden derlendi ve güçleniyor. GERB partisine yama olma niyetinden vaz geçildi. DPS partisinin içinden yenilenme ve arınma yolu mu seçildi yoksa başka alternatif olmadığı mı biraz muamma. Şunu belirtmek de gerektir, GERB partisi yerel seçimlerde BSP’de yüzde yüz fazla oy almıştır. Bu seçimde Başbakan Borisov’un başka dertleri başından açıklandı. O da Sofya’daki GERB tekeli delindi, illerdeki denge bozuldu, Türkler de GERB’e oy vermeye sıcak bakmadı. Şunu belirtmek yerinde olur Roman Gettoları için kim ne derse desin, Bunlar Bulgaristan dışında, devletin ve politikanın dışında yaşayan insanlardır ve 30 ya da 50 leva ile politikaya çekilmeleri, an meselesidir ve onların yaşamı üzerinde etkisi sıfırdır. Bulgaristan’da şimdiye kadar yapılan seçimlerde denge kuran ve seçim sonuçlarını belirleyen her defasında Türk seçmen oldu. Türkiye’de ikamet eden ve oyunu kullanmaya her zaman hazır 720 bin Türk seçmen oy kullansaydı, bütün ülkedeki durum birdenbire değişecekti. Bu durumda bile Türklerin kazandığı belediye ve köy muhtarlığı sayısında hemen hemen yüzde yüz artış var. Türk seçmende ciddi bir politik uyanma, ancak kendi kararına inanma ve kendi yönünü kendi seçme azmi var. Avrupa Birliğinde soydaşlarımız ve vatandaşlarımız da oy kullanamadılar, ortada kalmış durumdadırlar. BULTÜRK – Bulgaristan Kültür ve Hizmet Derneği tarafından 3 yıl önce önerilen, AB ülkelerinden özellikle Almanya ve Avusturya’da yıllardan beri başarılı kullanılan “posta ile oy kullanma” usulü uygulansaydı ve dış ülkelerde çalışan, okuyan, kullana-bilseydiler, durum bambaşka olacaktı. Demokrasi ve adalet yolunda adımlayan yeni bir Bulgaristan doğacaktı. 3 Kasım’da yapılacak 2. Turda 39 muhtar, 78 Belediye Başkanı ve 290 meclis üyesi seçim yarışına girecek. Bulgar seçmenin bilinçli oy verdiğinden şüphe eden yok. Lüben Berov, Jan Videnov, İvan Kostov, II. Simyon, Sergey Stanişev hükumetlerinin ancak 1 süre iktidarda kalması buna inandırıcı örnektir.


Makale ve Analizler - 2019

19

Bu sürecin her aşamada lideri olduğunu söyleyemeyiz. Halkın kendi iradesine güvendiğini söylemek daha doğru olur. Fakat yine bu yıllarda (2007) CDC Başkanı görevinde bulunan, halen Ankara’da Bulgaristan Büyükelçisi olan Bayan Nadejda Mihaylova, 2007’de yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde ikinci tura BKP eski başkanı ve BSP lideri Gergi Pırvanov ile o zaman sol uçtan bir faşist parti olan “Ataka” lideri Volen Siderov kalınca, “Ben oyumu G. Pırvanova vereceğim” dedi ve CDC kitlesine ve kararsız olanlara LİDERLIK yapabilmişti. Bulgaristan’da Bulgar muhalefetinin de lideri yok… Bu defa iki tur arasında, Bulgaristan yeni bir slogan belirdi: “Değişim olsun ama biz yerimizde sayalım.” Halk (seçmen) toplumun seçimden sonra nereye kayacağını kestiremiyor ve korkuyor. Başbakan İvan Kostov (19972001) Bulgar orta kesimini korkutmuştu. Aydınlar ve orta kesim “çöp tenekeleri” karıştırmaya başlamıştı. Halen Sofya’da orta kesimi temsil eden “Demokratik Bulgaristan” koalisyonu başkanı Hristo İvanov (B. Borisov hükumetinde eski Adalet Bakanı) kendisiyle çelişkiye düşmüş durumda, karar alamıyor. 1990 yılında Demokratik Güçlerin milyonluk mitinglerine babalarının omzunda katılan demokrasi gençleri bu seçimde “Bulgaristan Vatandaşları” lideri B. Bonev’ten sinyal bekliyor, fakat oradan da ışık yok. Sofya, dolayısıyla Bulgaristan “Stop!” etmiş durumda. Vatandaşlar kafalarını ellerinin arasına almış, arasına sıkıştıkları bir “sol”, bir de “sağ”taşa bakıyorlar. Oy satmak ve almak yasaktır. Bilinçli oy vermek her vatandaşın görevidir. Vatandaşların sandığa gitmediği yerde demokrasi ve adalet olmaz. Gerçek demokrasi ve adalet uzak olsa da, her oy bu yolda atılmış bir adımdır. Dönüşümlerin ağır kapısını milyonların bilinçli irade etmesi açabilir. BGSAM ve BULTÜRK Bulgaristan’da yaşayan vatandaşları oyunu kullanmaya davet ediyor. Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler. Sağlık ve başarılar dileriz. En iyi günler sizlerin olsun!


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

21

Ruhsal Yıkımın Başladığı Köy Tarih: 01 Kasım 2019 Yazan: Levent RASİM Konu: Yeni bir yolun başındayız.

Ben, bu yazıyı Sayın Şakir Aslantaş’ın kaleme almasını isterdim. Çünkü onun köyünü, Halaçlıların (Drındar köylülerinin) ruhsal değişimini anlatmak istiyorum. Ne de olsa o, o bu köyden tekerlenmiş bir tezektir ve belki de olayları benden çok farklı anlatabilirdi. Ne ki, insan kendi ensesini ve sırtını göremez. Allah böyle yaratmış bizi, bu yüzden sarıldım kaleme… Varna iline bağlı, Suvorovo (Kozluca) belediyesinin “Drındar” (Halaç) köyünde Ahmet Doğan’ın annesinin eskiden yaşadığı dar çatı, kat artı evin avlusuna açılan kapısının yola bakan 2 sütununa yapıştırılmış güvercinler çoktan yok. Bu güvercinler neyin sembolüydü o güne bugün anlayabilmiş değilim. Deliorman ve Dobruca’da (hele köy evlerinin avlu kapısında) başka bir yerde benzer suni süsleme görmemiştim. O kapıyı ilk gördüğünde şunu düşünmüştüm: “Bu özel bir icat. Belki de o ağır dönemde, Ahmet hapishanelerde kendini mağdur göstererek, ajanlık yolunda sertleşmeye çalışırken, jandarma, polisaskerler köyü bastıklarında annesine ve kız kardeşlerinin başına bir şey gelir, devletin hain yetiştirme planı bozulur diye, bu güvercinli kapı, sinyal olarak düşünülmüş olabilirdi…) Tarihimizin en zor yıllarında, isim değiştirme, konuşma yasağı uygulandığı, isyan ettiğimiz, göçe zorlandığımız dönemde işe yaramış olurdu, bu kapı. Aldatıcı olduğu uzaktan belliydi. Fakat VI. Şube hainleri de bu özel himaye çadırı altındaki gruba dahil olsalar da, hiç birinin evine böyle bir işaretleme konmamıştı, bu sinyal o zaman bende yeni elbiseli birisinin üzerine sıçrayan çamur gibi bir izlenim bırakmıştı. 27 Ekimde yapılan yerel seçimlerin birinci turunda “Drındar” köyü Hak ve Özgürlük Davamıza BEYAZ BAYRAK DİKEN ilk köy oldu. 1-GERB partisi 87 oy alarak Drındar Muhtarlığını ele geçirdi. 2-İkinci yerde 12 oyla “Demokratik Bulgaristan” ortaklığı… Haklı davamızın memleket çapında yeni bir yükselme dalgası boy atarken AHMET DOĞAN HAİNİNİN, KASİM DAL’IN, RÜJDÜ’NÜN “kalemiz dediği Halaçlar’ın bağlı olduğu Suvorovo’da (Kozluca) oy dağılımına bir göz atalım lütfen: 1-Birinci yerde: Daniel Yordanov 2 456 oy, % 63, 83, GERB; 2-İkinci yerde: “Demokratik Bulgaristan” 568 oy, % 17.13; 3-Üçüncü yerde: DPS 531 oy, % 16.01; 4-Dördüncü güç: BSP 380 oy, % 11-59 oy ve 5-Beşinci güç: VMRO–ırkçı faşistler 351 oy,% 10.59 DPS-HÖH nerede? Bilen var mı?


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkemizi baştanbaşa analiz etmemize gerek yok. Durum ortadadır. DPS partisi “fahri” liderin köyü gerileme vitesine girmiş ve pes etmiş. Gerileme vitesine geçişin hesabını Ahmet Doğan mı vermeli, Mustafa Karadayı mı? Bunu bilen var mı? “Drındar”düşmanlarımız tarafından “pilot bölge” olarak seçildi. Aslında bu bölgeler İKİDİR. İkincisi: Blagoevgrad (Dospat) belediyesi ve Barutin, Kısak ve Tsrınça köyleri gibi yüzde yüz Müslüman ve mücadele ateşinden şehitler vererek geçen köylerimizde durum değişti. Bir oy şaşmayan bu yerleşim merkezlerimizde son yerel seçimde DPS bu köylerde muhtar çıkaramadı. Bu da Mustafa Karadayı çetesinin Rodoplu Müslüman kardeşlerimize dağıtılması gereken 10 milyon Avroyu kendi hısım akrabalarına paylaşmasına kesin ve kararlı tepkidir. Bu başkaldırı büyük bir adalet duygusu, sarsılmaz ve yıkılmaz bir sadelik ve namusluluk iradesi ve doğruluk bilincidir. Lider kendini Bulgar parasına satabilir ama biz satılık değiliz diyenlerin gururu bu memleketi kurtaracak kıvılcımdır, dik duruştur, onurdur. Ahmet Doğan’ın köyündeki gelişmelerden çok derin anlamlıdır. Köydeşi olan vatandaşların yalnız ondan ve soyundan sülalesinden değil, hatta “kurduğunu” iddia ettiği partiden de yüz çevirdikleri anlatılıyor. Bu konuya da biraz değinmeden edemeyeceğim. Doğan “HÖH-DPS partisini 04 Ocak 1990’da Varna’da kurdum” dedi. Ne var ki, milli istihbarat dosyalarının açıldığından sonra ortaya saçılan evraklarda, Hak ve Özgürlük Hareketi (Dvijenie Za Prava ı Svobodi) adından bir “hareketin” aynı tarihte Sofya Şehir Mahkemesinde kayda geçmiş olduğu açıklandı. O zamanın Bulgar başbakanı ve Moskova ile ilişkileri uyumayan görevli kişi Andrey Lukanov ile daha sonra Cumhurbaşkanı seçilen, Demokratik Güçler Birliği (CDC) lideri Jelü Jelev’ın razılığı ve ısrarıyla aynı gün tescil ettirildiğini gösteren gerçek belgeler de ortaya çıktı. Lütfi Mestan, HÖH genel Başkanı olduğu yıllarda, partinin dosyalarını, arşivini ele geçirmişti ve dostu düşmanı tatmin edecek güzel Bulgarcasıyla bu çelişkinin aşılmasına yardım edecek bir el kitabı yazıp dağıtabilirdi. Partinin en önemli kalelerinin birer birer beyaz bayrak kaldırmasından, L. Mestan’ın güvendiği dağlara da kar yağmasından sonra bu işler daha da zorlaşıyor. Çünkü A. Doğan ve HÖH partisinin gizli kararlarının korunduğu Moskova dosyasının açılması işittiğimize göre ertelenmiştir. Şöyle yeni bir durum da belirdi. “Drındar” köylüleri “sahte lideri” tüm defterlerden silmişler. Camide toplanarak “öldüğünde, onun cesedi için köy mezarlığından yer isteyen olursa, cenaze törenine gitmeme, cenaze namazını kılmama, helâlık istememe ve köy mezarlığına defnedilmesine izin vermeme kararı almışlardır. A. Doğan adında bir kişi tanımadıklarını ve partisini de köyden silme kararı almışlar. Bu karar, Başbakan Boyko Borisv hükümetinin Ekim 2019 başında, Doğan’a “bitir şu DPS işini ricasıyla” karşılıksız (hesabını sormama suretiyle, kişisel borçlarını ödemesi ve DPS’nin köküne zehir suyu dökmesi” için 220 milyon leva vermesiyle başlamıştır. Borisov Doğan DPS’yi dağatığında Türklerin, Pomakların ve Romenlerin GERB’e sığınacağını düşünüyor. Bizim için sanki kavga yeniden başlıyor.


Makale ve Analizler - 2019

23

Şunu da hemen belirtelim. Kırca Ali’de, bütün Rodoplar’da, Dobruca, Deliorman ve Gerlovo’da ve diğer bölgelerde genelde DPS oylarının artması nedeni ezilen ve çaresiz kalan seçmenin yeni bir seçenek, oy vereceği tutarlı bir politik parti bulamamasında gizleniyor. Bunu gören oligarşi merkezi GERB yönetimi ise, onların arasından da bir iki kişiye kemik atalım ve halıyı yanımıza çekelim hesapları yapıyorlar. Bu kemiğin yeni kuşaktan bir genç aileye atılması daha doğru olurdu kanısındayım. Her kuşak kendi liderini yetiştirir ve ona inanır. Bizde bu iş böyledir. Bizim kuşaklar lider deposudur. Lütfen gerçek duruma daha yakından birlikte bakalım: Oyların 660 125 (altı yüz altmış bin yüz yirmi beşinin) geçersiz oy olduğu açıklandı. Seçim sonuçlarıyla ilgili çok büyük bir yanılgı içindeyiz. 27 Kasım 2019 tarihinde Bulgaristan’da yapılan yerel seçimlerde üç seçmenden yalnız biri sandığa gidip oy kullanmış. Sandığa giden ve oyunu kullanan her dört kişiden birisinin oyu ise Yüksek Seçim Komisyonu tarafından GEÇERSİZ ilan edilmiş oldu. Daha önce Karadayı’nın da yıllarca çalıştığı şu yüksek seçim kurulu doğru dürüst kolayca oy verilmesini sağlayacak bir formül bulamadı. Yani git ver oyunu olay bitsin pratik formülü… İmzalarsın biter, demek istedim. Ama nerede bizimki 11 sınıf matematik sınav ödev kitabından farksız elimize sıkıştırılan deste… Okusan bitiremezsin, karalayacak olsan neresini!? 2011 ‘de yapılan seçimde Bulgaristan’da 7 (yedi) milyon olduğu ilan edilmişti. 2019 yılının başında Bulgaristan’da nüfusun 5 milyondan az kaldığı açıklandı. Resmi açıklamalara göre, Bulgaristan nüfusundan 3 milyon kişi dış ülkelerdedir. Seçim yasasındaki son değişikliklere göre, diş ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının 2015’ten beri belediye seçimlerinde muhtar, belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri için oy vermeye hakkı yoktur. Bu vatandaşlar seçim günü Bulgaristan’da olsalar bile, son altı ayda devamlı olarak ülkede oturmamışlarsa, ne birinci de ne de ikinci turda oy kullanamazlar. var.

Şu engeller, yasaklar, iddia ve suçlamaların özünde şöyle bir olay daha

Seçmenlerden büyük bir grup GERB partisinden uzaklaşma yolu arıyor. 2015 yerel seçimlerinde GERB toplam 900 bin oy almıştı. 2019’da toptan 800 bin oy aldı. Sofya’da GERB’in Belediye Başkanı adayı Bayan Fındıkova ilk turda toplam 170 bin oy aldı, ( % 37). Üçe bölünmüş olan muhalefet ise toplam % 54 oy aydı. Yani GERB’e 2009’dan beri ilk kez Sofya’da sarı ışık yandı. GERB 2. Turda Sofya’yı kaybederse Bulgaristan’da dönüşüm nereye doğuru olacak o da pek belli değil.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ana muhalefet Sosyalist Parti BSP 2015’e kıyasla seçmenlerini 50 bin kişi arttırdı. 72 yerde ikinci tura gidiyor. Hak ve Özgürlü hareketi de oylarını arttırırken muhtarlık ve belediyelerini de neredeyse katladı, ek oyları Romen ve Pomak yerleşim yerlerinden aldı. 50 yerde ikinci tura kaldı. Oyları geçersiz ilan edilen 650 125 kişiden 445 678 seçmenin oyu belediye meclis üyeleri seçim bültenlerinde kimi tercih ettiklerini işaretledikleri için geçersiz kalmıştır. DPS partisi bu işaretlemeyi kabul etmiyor. Yani parti içi derebeyliğini sürdürmek için meclisin onayladığı yasaları bile rafa kaldırıyor ve çiğniyor. Bunun hesabı sorulmuyor. Halkın iradesiyle alay ediliyor. Bulgaristan’daki şu son gelişmelerle ilgili, demokrasi savaşımcısı, mahpusçu, “Dayanışma” sendikasının kurucusu ve lideri yerel seçimlerin 2. Turuyla ilgili devlet televizyonu BNT-1’de şöyle konuştu: 02 Kasım 2019 BNT-1 Dr. Konstantin Trençev Polisler ve ajanları ipleri çekmeye devam ediyor. Yeni tuzaklar kuruluyor. “DS”-gizli polis güçleri statükoyu korumak amacıyla – “Geçiş Dönemi” için iyi hazırlanmıştı. Uzun dönem hazırlandıkları ortadadır. Şunu söylemek istiyorum: Zindana düştüğümde, içeride bana parmakla dokunmadılar. Eski tüfekler (hapisçiler) buna hep şaşmışlardı. Hoşunuza gitmeyeceğini bilsem de şunu da söylemek istiyorum. Bulgarlar için özgürlük bir değer olamadı. Hala değildir. Biz susmayı seven ve işleri başkasının düşünüp yapmasını bekleyen kişilerdir.” Yeni ve daha büyük bir birikim, birlik ve beraberlik gerek. Birinci turdan en önemli sonuç, sandığa giren oylardan % 25’inin yani toplam 660 125 seçmenin verdiği oyun geçersiz olduğu gerçeğidir. Geçersiz oy kullanma sandığı itme ve protesto etme biçimi midir yoksa gerçekten Bulgar vatandaşlarından % 48’i okuduğunu anlamıyor, eline kalem alıp iki çizgi çizmeyi beceremiyor mu? Bulgar milli seçim komisyonu bu probleme cevap vermelidir. Bu seçim bültenlerinin hazırlanması için 900 ton kâğıt kullanılmıştır. Bu kâğıtlara yazılanları seçmen anlamıyorsa mı masrafları yapmaya gerek yok. Yeni formül bulunması gerekiyor. Bu teklif üç yıl önce Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk trafından geldi. İstanbul Bulgar Konsolosluğunda ve Ankara’da Bulgaristan Büyük Elçiliğinde yapılan görüşmelerde açıklamalarda bulunuldu ve daha o zaman şu isteklerini ifade etmişti: 1- Yerel seçim, genel seçim, Avrupa birliği seçimleriyle ilgili tüm engelleme ve yasaklar hemen kaldırılmalıdır. 2- Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin ülke içinde ve ülke dışında bulundukları yerlerde serbestçe oy kullanabilmelerine olanak sağlanmalı, 200 kişinin bulunduğu tüm mekânlarda seçim bürosu açılmalıdır. 3- Dış ülkelerden seçime katılmayı kolaylaştırmak için Almanya ve İngilterenin yaptığı gibi ülkelerin pratiğinden yararlanılarak, MEKTUPLA OY KULLANMA YOLU YASALLAŞMALI ve Bulgaristan vatandaşlarının hep-


Makale ve Analizler - 2019

25

sine (nerede bulunurlarsa bulunsunlar) oy kullanma hakkı resmen tanınmalıdır. Dış ülkelerde bin bir güçlükle para çıkarıp memleketteki yakınlarını sağlamaya çalışanların seçme ve seçilme hakkının ellerinden alınması, büyük bir adaletsizlikten başka bir şey değildir. Avrupa Birliğinde elde edilmiş ve bazı ülkelerde yasallaşmış haklar herkes için geçerli sayılmalı ve uygulanmalıdır. Vatandaşları yerel seçimlerde oy kullanma, seçme ve seçilme hakkı sınırlı olan ülkelerde hukukun üstünlüğünden söz edilemez. Evet pazar İkinci Turdan sonra konumuza devam edeceğiz Bizler Kubratta 2.Turda Çifçi partisinin adayı Denislav BELİNOV’a oylarımızı vereceğiz. Halkımızın hareketlendiği ve zamanını dolduran statüko ve bir işe yaramayan, ancak liderlerinin halkın sırtından palazlanmasına yarayan partilerin politik sahneden atılması ve yenilerinin kurulması günün aktüel problemi olmuştur.. 16 aydan sonra Bulgaristan’da parlamento seçimleri yapılacaktır. Sivil toplum örgütlerine aday gösterme hakkı tanınmalıdır. Halkın silahı OYDUR. Onun için Oyunuzu bilinçli kullanınız. Teşekkür ederim.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

Bir Daha Taşın Altına…

27

5.11.2019 Günümüzde bir bilgisayar alemi var ya, illet midir,zillet midir, velinimet midir nedir bilemem amma, şu baş döndürücü bağımlılığıyla bir gün hepimizi çıldırtacak.Gelen vuruyor,giden vuruyor.Herkesler bir şeyler yazıyor o sanal köşesine gelip geçenler okusunlar diye ve herkesler gibi ben de bir şeyler yazıp çiziyorum.Yazıyorum da, hariçten gazel söyleyenler kümesine düşmemek gayretiyle, ey benim meçhul muhatabım,çivi çiviyi söker diyerek,sana cevap vermeye çalışıyorum.Bir yorumun dökülmüş bilgisayar köşene, bir yorum”Aman Allah illallah/Dertlere derman Allah”dercesine… Deşilen çıbandaki cerahatı temizleme gayretlerini hisseder gibi oldum da, bir şeyler hatırladım: “İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz.” diyor şair Arif Nihat Asya ve bugün bizler… Bizler,etnik azınlıklar konumundaki Bulgaristan Müslümanları(Arnavut,Çingene/Roman,Pomak,Tatar,Türk ) şunun şurasında “93 Harbi” zamanlarından beri çeşitli dönemlerde,hemen hemen yüz elli yıldır maruz kaldığımız asimilasyonlar,kültürel soy kırımlı uygulamalar sonucu gönüllü veya zoraki göçlerle parçalanan ailelerin dramı”döngüsel bir travmatik etkinin, belirsizlik kaynaklı kaosun köken ve kimlik arayışı” gibi sorunlar batağındayız hep daha.Zaten dünyadaki savaşlar da, kültür donanımlı kimlik savaşlarıdır…Öyle ki türkülerimize bile “Aman ölüm ,zalim ölüm, üç gün ara ver”şeklinde yansımış olması, bir nebze huzur dileğidir ve şu yalan dünyada huzur arayan bir azınlıklar trajedisi var ki,Maksim Gorki’yi bile “Vatan haricinde saadet yoktur.” demekten alıkoyamıyor… Vatan,vatan,hangi vatan ve o senin sözünü ettiğin, HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) kurucuları,yöneticileri ve daha yüzlercesi,binlercesi adlı ve adsızlar ki, ümit dolu iyi niyetlerle köprü oldular bugünlere sağ salim gelebilmemiz için,Ata Vatan bildiğimiz yurt genelinde bir iç barışın sağlanması içindi bu hareket…Şuralarda bir yüz yıl boyunca,koskoca bir Hristiyan aleminin emperyalist güçlerinden alınan destek ve cesaretle palazlanan milliyetçilik almış yürümüştü yurt genelinde.Devletimizin yöneticisi de, resmi propaganda makinesiyle yazarı çizeri de her günlük basında,sanatta şairi yazarı,tiyatroda,sinemada,devlet dairelerinde,sokaklarda,meydanlarda ,pazarlarda aşağılanıyor,hor görülüyorduk.”Bulgaristan Bulgarlara,Türkler


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’ye”çığlıkları çınlatıyordu şehir meydanlarını…Kimlik özleminin şarkısı daha sonra,şair Attila İlhan’ın söylediği gibi: ” bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara simsiyah bir teselli olur belki kalanlara geceler uzar hazırlık sonbahara” Sonrası dünyada eşine rastlanmadık “medeni vahşetle”,iki yüzlüce,sahi köklerini buldular deyip,gönüllüler deyip, cebren alay eder gibi bir dilekçe imzalattırarak “SOYA DÖNÜŞ”,”YENİDEN DOĞUŞ” safsataları ile,Bulgaristan’da o soy kırımlara maruz kalan Müslüman ( Pomak,Roman, Türk) azınlıkların bir kimlik arayışının yeni baştan şahlanışı idi bu hareket. Uygar yirminci asrın geniş vatandaşlık haklarına kavuşma savaşıydı..Kan, göz yaşı, kin,nefret yüklü bir “85 doğuşu (vızroditelen protses)” yaşamış Bulgaristan Türklerinin ikinci doğuşuydu, kurtuluşuydu bu hareket. Ve “93 harbinden” 112 yıl sonra, Melnik’ten Kardam’a ,Tuna’dan Rodoplar’a kadar, memleketin bir uçtan öbür ucuna uzanan topraklarda Bulgaristan Türklerinin ilk defa bir siyasi parti çatısı altında dünya kamouyu ile yüzleşmesiydi bu hareket. “Kıyamete kadar bu suyun kıyılarını ” beklememek içindi o hareket… Halihazırda hallerimiz,gelen gideni aratır misali, o totaliter Jivkov dönemini bile aratır derecede kötü ise,neticeler sancılı ise, bir şeylerin yapılması gerekli ise,öyle de görünüyor,herkesler,ama herkesler gücünün yettiği kadar,cesaret ve sağduyu ile bir daha taşın altına ellerini koyması gerek…Ve senin,ey benim meçhul muhatabım,şurada çeyrek asırdır Bulgaristan’da bir demokrasi ortamında ikide bir seçimden seçime koşarken, eğriyi doğruyu seçememe,ak ile karayı ayıramama sınavında, hiç mi günahın yok?. Bir şey daha,taşın altına el koyma meselesi üstüne.Silistreli Hakkı Boşnak öğretmenin anılarında: “Dünyaca ünlü, komünist Türk şair Nazım Hikmet 1957 yılı Mayıs ayında Silistre şehrini ziyaret etmiştir. Silistre şehri Türk Cemaati Başkanı Ahmet Varnalı’nın: – Nazım Yoldaş,şayet bir gün Türkiye’de sosyalizm olursa,Atatürk’ü nasıl değerlendireceğiz? sorusuna, koca şair Nazım Hikmet’in harikulâde cevabı :


Makale ve Analizler - 2019

29

– Varnalı,Varnalı,dedi,seninle eski bir dostluğumuz var 1951’lerden beri… Dost acı söyler,doğru söyler…Biz kim oluyoruz da,Ata’yı değerlendireceğiz? Ondaki o cevher,ondaki o yürek,ondaki o ciğer(cesurluk anlamında),o ciğerin çeyreği,çeyreğinin çeyreği yok bizde… Yok,yok Varnalı,yok…Sen sağda solda konuşulanlara bakma…Mustafa Kemal Atatürk herkeslerden çok,hepimizden çok yaptı yapacağını bu Vatan için…Buradan ötesini biz devam edeceğiz.Biz devam ettireceğiz,dinliyor musun Varnalı?” Ve işte,ey benim meçhul muhatabım,dön dolaş ,yine halk şairi Dadaloğlunca:”Düşmanına karşı koyan mert olur/Şahin kocasa da vermez avını/Aslı kurt yavrusu yine kurt olur.” gayretiyle “taşın altına el koyma” zamanı,omuz omuza vermenin zamanı gelip geçiyor… “Olayın özetinde TV’den Türkçe öğrenen,Türkçe türküler söyeyen,ama anadilinde mektup yazamayan yeni tipler görüyoruz.(Rafet Ulutürk,Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi s.107)” Tencere dibin kara,seninki benden kara dedikodu muhabbetlerinin kıskançlık burgacında gün be gün birbirlerimizi yiyeceğimize, karalayıp alay edeceğimize, bir daha taşın altına el koyup, büyük Türk düşünürü, gazeteci, eğitimci, yayıncı, fikir ve mücadele adamı İsmail Bey Gaspıralı’nın yüz yıl ötelerden gelen: “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” çağrısıyla hemhal olma zamanları gelip geçiyor.Zira: “Birlikte rahmet,ayrılıkta azap var.” Galip Sertel


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dönüşümün Enerji Kaynağı Biziz – 1 Tarih: 06 11 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: 30 Yıl Sonra. 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan sonra diktatör Todor Jivkov’un devrileceği belli olmuştu. Aynı yılın Nisan ayında Helsinki zirvesinde, Birleşik Amerika Başkanı Ronald Reagan (1981-1989) ile Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov, Moskova’nın diğer ülkelerin iç işlerine askeri müdahalede bulunmasına dayanak olan “Brejnev Doktrini” ni gömmüşlerdi. Sovyet Ordusu 1956’da ayaklanan Macaristan’ı, Varşova Paktı ise 1968’de isyan eden Prag’ı bu doktrine göre işgal etmişti. Artık Moskova Doğu Avrupa ve Güney Doğu Avrupa ülkelerine (Bulgaristan’a da) müdahale edemeyecekti. “Berlin Duvarı” 9 Kasım 1989’da yıkıldı da, diktatör Todor Jivkov bu nedenle düştü iddiaları baştan aşağı uydurmaydı. Onu Bulgaristan Türkleri devirdi. Onlar için bu gerçek çok acı olduğundan senaryo şöyle gelişti:


Makale ve Analizler - 2019

31

1989’un 9 Kasım gecesi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) Politik Bürosu bir gizli toplantı yaptı ve Todor Jivkov’un BKP Genel Sekreteri ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) Devlet Konseyi Başkanı (Cumhurbaşkanı) görevlerinden indirme kararı aldı. Bu karar, 1989 Türk Ayaklanmasından ve aynı yılın yazında 360 bin Türk asıllı Bulgaristan vatandaşının memlekette zorla kovulmasından sonra hızlanan çöküş ve karışıklık ortamında alındı. Para suyunu çekmişti. Karne sistemine geçmeyi düşündüler. O zaman Bulgar’ın kurduğu dernek ve hareketler içinde özgürlük ve demokrasi şafağını kibrit çakıp yakacak bir lider yoktu. Ve son 30 yılda durum değişmedi. 2019 yerel seçimlerinin gösterdiği BÜYÜK GERÇEK şudur: Bulgar politikasında şahsiyet, kimlikli kişi krizi yaşanıyor. Kendilerine güvenilebilecek genç, hazırlıklı, eğitimli, sempatik, kendisine güvenilebilecek kişi yok. Etrafta dolaşanların hepsi birbirinin kopyası! Bulgar halkı politikacılarından kopmuş. Öne çıkanlar halk için değil kendileri için çalışıyor. Bulgaristan halkının kendisine inanabileceği, taze kana, halka arasından yükselmiş bir lidere ihtiyacı var. Böyle bir kişi GERB, BSP ve sözde “yurtseverler” arasında göze çarpmıyor. Bulgaristan Türkleri de bekleyiş içinde. Devlet Pomaklara dikkat çevirmeye başladı, fakat tarih boyu bir lider çıkaramadıklarından, çekingen… Bulgaristan’da sıfırdan başlayıp mayalanan ve dalga yükselten tek güç Türklerdir. Zulüm yıllarında memleket çapında örgütlenme gerçekleştiren onlar. İnsan Hakları uğruna “Demokratik Lig” gibi kitleyi kucaklayan, Avni Veli’nin “Viyana 89 Dayanışma Hareketi” gibi sesine güvenilen ve her hanede kökü olan birbirine örülmüş 50 Türk direniş örgütü azınlıkların nabzını tutmuştu. 2019 yerel seçimlerinde tek başına 39 belediye başkanı, koalisyon olarak bu rakam 47 oldu, ayrıca 917 belediye meclis üyesi ve Bulgaristan’daki muhtarlıkların % 35’i alan Hak ve Özgürlük partisi ilk kez BULGARİSTAN CUMHURİYETİNDE İKİNCİ YEREL SİYASİ GÜÇ OLDU. Bu çok büyük bir başarıdır ve daha 1990’da elde edilebilirdi. Şu an Bulgaristan yerel yönetimlerinin % 18’i Türklerin elindedir. Bu başarı halkımızın politik olayın, Bulgaristan gerçekliğinin özünü çözmesi ve gelişme rüzgârının farkına varmasıyla gerçekleşti. Bulgar partileri ve kamuoyu bu hakikati henüz duyumsayamadı, fark edemedi. Bu bilincin adı: “Kurtuluş ezilenlerin kendi davasıdır.” Pomakların ve Çingene Milletin de bunu hissetmesi ve Bulgar partilerinden yüz çevirmesi iyi oldu.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine 1989’a dönelim. Çünkü başarı köklerimiz orada gizlidir. 1989’da Pomaklar ve Çingene Millet arasındaki ileri gelenler, öncüler Türklerin devrimci öncülüğünü kabul etmişti. İsim, din haklarının geri alınmasıyla birlikte, Türk partisinin diktiği adalet ve demokratik dönüşüm bayrağı altında toplanmışlardı. Dünya kamuoyu, uluslar arası kurumlar, Türk Dünyası Bulgaristan Türk kimliğini tanıdı. Elinden geldiğince el uzatırken, İstanbul’da “Taksim” meydanı dalgalanıp coştu. Radyoların birinci haberi, gazetelerde manşet olmuştuk. Bugün susuyorlar, bizim oylarımızla milletvekili olan Delyan Peevski’nin 8 gazetesi bile TÜKLER, MÜSLÜMANLAR BULGARİSTAN’DA İKİNCİ SİYASİ GÜÇ OLDU başlığını atamadı. Türklerin, Pomakların ve Çingene Milletin 1000 muhtarı var diyemedi. 1989’da da böyle olmuştu. 1989 Mayıs Ayaklanmamız çok küçümsenmişti. Zorla göçün 30. Yıldönümü münasebetiyle Çorlu’da toplanan uluslar arası sempozyumda konuşmacılar “ayaklanma, isyan, 72 bin Türkün tek kolda birleşip kükreyişiydi” diyemediler. Tutturmuşlar bir “olaydır, olaydır masalı” ve bizim şekerle bulanık su tatlandırıyorlar. Anlatamadıkları olay “ZULME KARŞI BULGARİSTAN TÜRKLERİ AYAKLANMASIYDI.” 3. Bulgar devleti tarihinde en büyük ayaklanmaydı. Bu gerçeğin kabul edilmesine karşı bugün de ayak diriyorlar. Şehitlerin sayısı ve isimlerini bile açıklayamadılar. Devler şehitlerimizin yakınlarına birer gazi maaşı bağlamadı. Oysa o zaman hayat durmuştu. O yılların şu gerçeği çok ilginçtir. Diktatör Todor Jivkov Moskova’da askeri yardım alamayacağını anladı. Bulgaristan’ın üçüncü defa işgal edilmesini istese de, Mihail Gorbaçov’un böyle bir adım atabilecek durumu yoktu. Bulgaristan 1878’de Rusya İmparatorluğu ve 1944’te Kızıl Ordu tarafından artık 2 defa işgal edilmişti. Üçüncü kez işgal edilmeyi istemeyenler susuyor. Azınlıkların insan hakları, özgürlük ve adalet, rejim değişikliği gibi isteklerine destek vermiyorlardı. Totaliter baskı, Bulgarlar toplumu öyle bir duruma getirmişti ki, toplum komaya düşmüş hasta durumundaydı. İsim ve din, zorla kimlik değiştirme çarpışmalarında şehit düşenlerin kanı yerde yatıyor, katillerse boy göstererek serbest dolaşıyordu. İnsan hakları, adalet ve demokrasi, tutukluların salıverilmesini,zorla değiştirilen isimleri, dil, din, kültürel hakların hemen iadesi için direnen Bulgaristan Türklerinin karşısında bu nedenle yalnız Bulgar asker, polis, bordo bereli ve milis gücü ile sınır askerleri çıkarıldı. 1984 Aralığında başlayan Türk direnişlerinin zirvesi olan 1989 Büyük Türk Ayaklanması devletin terör


Makale ve Analizler - 2019

33

güçlerini geriletti. 860 kişilik bir komünist sürüsü karşımıza dikilmiş olsa da, devletle bütünleşen partinin zamanı dolmuş artık dağılıyordu. Bu çözülmeyi durduracak ne de durumu kurtarabilecek bir siyasi güç yoktu o zaman. 1989’da diktatör T. Jivkov’un devrilmesiyle sokağa çıkan ve yumruk sıkan, bayrak taşıyan ve herkesten yüksek haykırdılar. Ne var ki aynı kişiler, “dönüşümü” yarı yolda bırakıp bugün Doktor, Doçent ve Profesör oldu da üniversite kürsülerinden “onun” şöyle, “bunun” da tersini yaptığını anlatmaya devam ederken, kendi aralarında “devrim”, “derin dönüşüm”, “yüzeysel değişim” gibi üç kavram üzerinde bile anlaşamadılar. Bu arada asla uyumayan derin devler, ajan covanı “DS” ve halkın kalkışmasını yönlendirenler “uzlaşma”, “ulusal mutabakat” ve “Bulgaristan’da sol ve sağ yok” sloganları yükselterek, duruma hakim olmaya çalıştılar. 30 yıl adım adım yürünen yolda bugün şu noktaya gelindi: 10 yıldan beri iktidarda olan GERB son seçimlerde kurucularından biri olan Tsvetan Tsvetanov’un partiden ihraç edilmesinden sonra da hayat gücüne sahip olduğunu gösterdi. Borisov bu seçimleri kazanandır. Dikkati çeken ülkenin her köşesinde GERB partisinin sökülmeye başlamış olmasıdır. GERB’e oy verenlerin dilinin altındaki şudur: “iyi olan bir şey yok ama daha kötü de olabilir.” İktidar deprem geçirdi ama henüz ayaktadır. Birkaç il merkezinde belediye başkanlığını kaybettiler, fakat bunu sanki “parti içi arınma” adına yaptılar. Belki de Tsvetanov’un kadroları partiden atıldı. Borisov bu seçimi sahtekarlıkla kazandı. Bu büyük bir çöküşün işaretidir. 660 150 bin oyun geçersiz çıkması nefret uyandırdı. Bulgar köylerinden biri olan “Kopriven” köyünde 420 oy kullanılmış ve “400 oy geçersiz” çıkmış , çünkü bültenlerde işaretlenmiş aday,kişi, parti çıkmamış. “bTV” televizyonunun tespit ettiğine göre, seçimden önce Bulgaristan’a büyük miktarda yazısı kendiliğinden hemen silinen (özel mürekkepli) tükenmez getirilmiş ve seçim bültenleriyle birlikte seçim bürolarına dağıtılmış. Böylece işaretlenen bültenlerin mürekkebi kendiliğinden 1 saate uçmuş ve geçersiz oylar belirmiş ve artık seçim sonuçları mahkemeye verildi Yerel seçimlerin yeniden yapılması isteniyor. Seçmenin iktidara inanmadığı ve GERB partisine ve Boyko Borisov’a sarı kart kaldırdığı gün gibi ortada. Borisov’un “sağcı” Bulgaristan’dan söz etmeye başlaması da gülünç oldu. Çünkü Nüfusun % 90’nı çok fakir ve çalışan yoksul. Ortaokul bitiren öğrencilerin üçte biri okuryazar olmayan bir ülkede “sağ” politika olamaz. Sosyal felaketin siyaseti soldur. Bulgaristan’da 6 çocuktan biri okula gitmiyor. Huzur evlerindeki durumu anlatmak için söz bulamıyorum. Kü-


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çük şehirlerde sağlık merkezleri ard arda kapanıyor. Devlet sağlık sistemini yönlendiremiyor. Ana muhalefet partisi Sosyalistler (BSP) başkent Sofya’da seçime girmedi. Şehrin modern bir Avrupa şehri gibi yönetilmesi için kendinde enerji bulamıyor. Kadro yok. GERB oyuncuları ise artık alandan çekilmesi iyi olacak. Bulgar toplumu dolandırıcı, rüşvetçi, halk düşmanı politik partilerden kurtulabilmek için Türklerin toplumdaki belirleyici rolünü tanımak zorundadır. Türkler göreve davet edilmedikçe adalet ve demokrasi yolu tıkanmış durumdadır. En önemli soru Bulgar toplumunda yenilenme enerjisi olmamasıdır. Değişimin lider doğurmadı. Enerji kaynakları bulunamadı. Bulgar toplumu ilerlemenin orta direğinin azınlıklara değiştiğini kabullenmelidir. İkinci konumuz: Yerel seçimler ve zavallı muhalefet partileri. Okuyanlar lütfen paylaşsınlar. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

35

Dönüşümün Enerji Kaynağı Biziz – 2Tarih: 07 Kasım 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Yerel seçimler ve muhalefet partileri -2

İktidara Sarı Kart Bundan 30 yıl önce 9 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov devrilirken, Bulgaristan siyaseti dünya kamuoyu tarafından defterden silinmiş, gündemden inmişti. Bulgaristan Dış İşleri Bakanı Petır Mladenov’u 9 Kasım 1989 “yönetim değişikliğinden” sadece 2 ay önce Birleşmiş Milletler Teşkilatında Amerika Birleşik Devletleri Dış İşleri Bakanı James Baker (1989-1992) tarafından önemsenmemiş ve kabul edilmemişti. Ancak Sovyetler Birliği Dış İşleri Bakanı Şevernadze’nın araya girip ricasından sonra kısa bir görüşme olmuştur. İlgisizliğin neden Bulgaristan’daki olağanüstü gergin durum, Türkleri göçe zorlama ve ülkedeki devlet baskı ve terörüdür. 10 Kasım 1989’da BKP MK Genel Sekrteri ve BG Devlet Konseyi Başkanı insan kasabı Todor Jivkov’in bir iç darbe sonucu görevinden alınmasından önce ülkedeki gelişmeler ABD Sofya Büyükelçisi Sol Polanski’nin (1987 – 1990) Washington’a gönderdiği gizli raporlar kaynağından öğrenme fırsatı belirdi. Birleşik Amerika’daki “Bilgilenme Özgürlüğü Yasası”ndan yararlanarak ve 10 yıl çalışma sonucu, Büyük elçi Polanski’nin ABD Dış İşleri Bakanlığı’na Merkezi Haber-alma Örgütü CİA, ABD Federal Araştırma Bürosu FBR ve diğer kurumlara gönderdiği gizlilik süresi dolmuş raporlarının orijinallerini topluca “10 Kasım 1989 Arifesinde ABD Büyükelçisinin Gizli Raporları” adında bir kitap çıktı. Yazan gazeteci Alekseniya Dimitrova. Yayın tarihi Kasım 2019. Zulüm yıllarına ışık tuttuğundan dolayı biz Bulgaristan Türkleri için ilgi çekici olan bu belgesel araştırmadan öğrenebildiklerimiz arasında şu da var. Yazılarımda, birkaç defa 1989’da sahteden hapishanede bulunan bugünkü DPS “fahri” başkanı Ahmet Doğan’ı bir Amerikan diplomatı tarafından ziyaret edildiğine, kaynak göstererek, işaret etmiştim. ABD Büyükelçisinin gizli raporlarında A. Doğan’ın “kod” ve eski isimleri geçmediği dikkati çekiyor. Önem arz eden bir nokta da, ABD Büyükelçisinin 1989 yılında Bulgaristan üstüne Romanya ve Çin Büyükelçilikleri üzerinden bilgilenmesidir.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ABD Başkanlığı ve dış işleri bakanlığı 1989’da Bulgaristan’ı ilgi gösterilmesi gereken ülkeler listesinde Arnavutluktan sonraya sıralamışlardır. Araştırma eserinden öğrendiğimiz bir başka olay ise şudur: ABD Dış İşleri Bakanlığı, 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un devrilmesinden 5 gün sonra ABD Bükureş Büyükelçisinden Bulgaristan’daki gelişmelerle ilgili bilgi istemiştir. Sofya’daki “değişikler” konusunda ilk raporunu 16 Kasım 1989 tarihinde gönderen Polansky, bir gün önce SSCB Sofya Büyükelçisi Şarapov’la görüştüğü ve onu bilgi kaynağı olarak göstermiştir. 30 yıl sonra Sofya’da ve memlekette durum değişti kuşkusuz. Bugün Bulgaristan’la ilgili birinci ve en güvenilir haber kaynağının ABD Sofya Büyükelçisi diyebiliriz. Büyükelçilik konağı Sofya’nın en görkemli merkezlerinden biri olduğu gibi, ülkede birkaç Amerikan askeri uçak alanı, üsleri, eğitim merkezleri olduğunu önemle kaydediyorum. İktidar partisi GERB’i sarsan ve birçok istifaya neden olan “daire dolandırıcılığı” olayını ve birçok başka skandal olaylarını halk “Amerika’nın Sesi” radyosundan öğrendi. Bulgaristan ABD’den 8 adet F-16 /70 jet uçağı alıyor. İşte böyle bir ortamda 27 Kasım 2019 tarihinde memleketimizde Yerel seçimlerin birinci turu yapıldı. Yazımızın birinci bölümünde bu seçimlerde 10 yıldan beri hükümet olan ve Amerika’ya sımsıkı bağlı olan GERB partisine seçmenin “sarı kart” kaldırdığını ve Türk Partisi Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisinin III. Bulgar tarihinde (son 140 yılda) ilk kez olmak üzere İKİNCİ POLİTİK GÜÇ durumuna yükseldiğini anlatım. Şunu ilave ettim yerinde olur. GERB ile DPS arasında açık bir yerel seçimde işbirliği antlaşması olmasa da yerel seçimin birinci turunda yani 27 Kasım 2019 tarihinde ve İkinci turda yani 3 Kasım 2019 tarihinde GERB ile DPS partileri 100 belediyede sıkı işbirliği gerçekleştirdiler. Buna rağmen Sofya’da bağımsız aday Maya Manolova’nin oyların % 47’sini alması ve Demokratif Bulgaristan’ın seçmene “oy vermekte serbestsiniz” demesi, Başbakan Boyko Borisov’u adeta çıldırttı. 07 Kasım 2019’da Sofya’da GERB partisi yerel seçim sonuçlarını değerlendirdikten sonra Borisov basına hitaben “gönlüm kırıldı” dedi. Sofya’da 8 yerel Belediye Başkanlığı kazanan Demokratik Bulgaristan Koalisyonu yönetimi için Başbakan, “onlar başkenti orta katmanı ya da sağ kesimin temsilcileri değil, komünist parti içindeki muhalefettir” dedi ve “sol partiler yumağıdırlar, sola kayanlardır” diye ilave etti.


Makale ve Analizler - 2019

37

Bu bölümde muhalefet güçlerinin durumuna biraz daha ayrıntılı bir analiz sunmak istiyorum. 1989’da Komünist Partisinden isim değiştirerek Sosyalist Parti (BSP) olan ve 2015’te derin bunalıma düşen bu parti su seçimde de yükselmeye devam etti. Sofya’da Büyük Şehir Belediye Başkan’ı adayı göstermese de, “bağımsız”aday Bayan Maya Manolovayı destekledi ve elde edilen başarı olağanüstü yüksektir. 2015 yerel seçimlerinde. il belediye başkanlıklarının hepsini kaydetmiş olan BSP 3 Kasım’daki 2. Turda dördünü geri aldı. Şumen’de Belediye Başkanlığını yalnız 80 oyla, Loveç’te (Lovça) oy farkı ancak 20 idi. Belediye başkanı yarışı en sert olan Plovdiv (Filibe) ve Varna’da oylarını 2 000 ve 2 500 adet yükselten sosyalistler çöken partinin dirilmeye başladığını haber verdi. Bulgar gözlemciler bu gelişmeleri Bayan Korneliya Ninova’nın partiyi başarılı yönetmesine bağlıyorlar. Son seçimlerde İktidar partisi yoluna çıkan çıbanbaşı yalnız BSP partisinin diriliş hamleleri olmakla kalmadı. 2007’den beri Bulgaristan siyaset sahnesinde “Evet Bulgaristan” (Da, Bılgaria), “Güçlü Bulgaristan Demokratları” ve “Yeşiller” koalisyonu olarak DEMOKRATİK BULGARİSTAN çıktı. Enerjisinin % 80’nini Sofya yükleyen bu üçlü güç başkentin 10 belediyesinde ikinci tura kaldı ve 8-inde büyük bir farkla kazandı. Kazanılan semtler Sofya’nın merkez mahalleleridir. 1990’dan sonra doğan ve oy kullananlar ilk kez birleştiler ve belki “iyi”, belki “belirsiz” bir yöne olabilir, ama Sofya’nın üçte birinde “değişiklik” kapısı açtılar. Başkente yapılan yatırımların dörtte biri bu semtlere yapılıyor. Üniversiteler, meclis, hükumet binaları, konser salonları, en modern alış veriş merkezleri bu semtlerde bulunuyor ve aslında devlet kuşatılmış durumdadır. Başbakan Borisov’un gemleyemediği “kırılma” bu nedenleridir. Genç kuşak değişiklik istiyor. Bir sürü gelişme Bulgaristan’da çözülmesi olanaksız olan sorunlardan birinin sayıları artık 1.6 milyonu bulan Romen sorunu olduğunu yeniden ön plana çıkarmış bulunuyor. İstatistiklere göre GERB partisi kendi oylarının dışında ancak Romen mahallerinden oy alabilmiştir. Gazetelerde Romenlerle doldu. 5 bin yıl önce Hindistan’dan çıktıkları unutuldu. Yeni plak dönüyor. 1939’da yalnızca 80 bin kişiymişler. Kitap çıktı. İçinde bir sürü belge ve fotoğraf. Çocukluk yıllarında çekilmiş fesli bir resmi basıldı. “Esma” isminde Çingene güzelleri olur, tam onlara benzeyen bir resmini çıkardılar kızı Lüdmila Jivkova’nın, dolaşıyor ekranlarda. Ahmet Do-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğan kendine yakın hissettiği Todor Jivkov’u 1992’de gizlice ziyaretinde, hatıra olarak Yakın Dostuma imzalı bir kitabı hediye almıştı. Bu kitapla ilgili yorumda “kan kanı çeker” diyorlar. 1947’de Bulgaristan’da Çingene Azınlığı yasası çıktı. 17 Aralık 1948’de 258 numaralı Bakanlar Kurulu kararıyla Çingene sorunlarının çözülmesi emredildi.Yunanistan’dan 44 Çingene ailesi, Sırbistan ve Romanya’dan Bulgaristan’a Çingene göçü olduğu ve bu işlerin hepsinden sorumlu olan kişinin Todor Jivkov olduğu. Onun emriyle 237 şehrin 160’ında Çingene gettoları kurulduğu. 1960’larda Bulgaristan’daki 5 848 köyün 3 000’ine Çingene aileler yerleştirildiği, Çingenelerin işe gitmediği, Filibe’de halen 4 bin aylak gezen Çingene olduğu, üçte ikisinin cahil olduğu anlatılıyor.Son seçimde bu nüfusun “kontrol altında olan” kitle olduğu yazanlar, 2007’de Avrupa Birliği raporlarında ülkemizde 800 000 Çingene olduğuna yer verilirken, bu rakamın 2019 itibarıyla katlandığı vurgulanıyor. Bu durumda yerli ırkçılar 1 Bulgar oyunun 5 Çingene oyuna eşit olması gerektiğini ve durumun yasallaşmasında direniyorlar. Günümüzde Bulgaristan devlet istatistiğinde Çingene-Millet hanesi yoktur. Konumuz devam edecek. Konumuz: Irkçı partiler ve son seçimler. Lütfen paylaşınız. Teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

39

İmam Mâtürîdî

10.11.2019 Prof.Dr. Ramazan BİÇER Mâtüridî’nin Hayatı ve Eğitimi Mâtüridî’nin tam adı, “Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd elMâtürîdî es-Semerkandî, el-Hanefî” şeklindedir. Onun yapmış olduğu çalışmalar ve vermiş olduğu ilmi mücadeleler sonucunda ona, “Alemü’l-Hüdâ/Hidayet sembolü”, “İmâmü’l-Hüdâ/Hidayet önderi”, “İmamü’l-Mütekellimîn/Kelâmcıların imamı”, “Musahhihu Akâidi’l-Müslimîn/ Müslümlanların inançlarını yanlışlıklardan arındıran”, “Reîsü Ehli’s-Sünne/ Ehl-i sünnet’in reisi” gibi çeşitli unvanlar verilmiştir. Tahminen 256/870 yılında bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde bulunan Semerkant’ın dış mahallesi olan Matürid’de doğmuş olan Mâtürîdî’nin hayatı, 333/944 yılında burada sona ermiş ve Semerkand’ın Çakerdize mahallesinde ulema ve eşraf kabristanına gömülmüştür. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Mâtürîdî, yaşadığı asırda özellikle İslâm kültür merkezi olarak tanınan ve ileri seviyede eğitim veren Semerkand’da tahsiline başlamış ve bu ilmî çevreden yeterince istifade etmiştir. Zamanın en önemli ve tanınmış Hanefi âlimleri ile tanışarak onların ilim halkalarına katılmış, verilen derslere devam ederek dinî ilimler sahasında donanımlı biri haline gelmiştir. Bu doğrultuda genellikle Hanefî mezhebine bağlı âlimlerden ders alan Mâtürîdî, ilmî bakımdan Ebû Hanîfe’nin görüşleri ve öğrencileri ile bağlantılı olmuştur. Mâtürîdî Hanefi mezhebinin üçüncü veyahut dördüncü kuşak alimlerindendir. Ebû Hanife’nin (ö. 150/767) öğrencilerinden Muhammed eş-Şeybânî’nin öğrencisi Ebû Süleyman el-Cüzcânî’nin talebesi Ebû Bekir Ahmed b. İshak el-Cüzcânî, Nusayr b. Yahya el-Belhî ve Nişabur Kadısı Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Reca el-Cuzcânî gibi hocalardan ilim tahsil etmişse de öğrenimini, henüz yirmi yaşlarında iken hocası Ebû Bekir Ahmed el-Cüzcânî ile birlikte ulema reisliğini deruhte eden ve Darü’I-Cüzcâniyye’de ders veren Ebû Nasr el-İyâzî’den tamamlamıştır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu doğrultuda Mâtürîdî, Ebû Hanife’nin görüş ve metodunu doğruya en yakın ve düzgün olarak elde etme ve anlama imkânına sahip olmuştur. Eğitim süresini tamamlayan Mâtürîdî ardından Dârü’l-Cüzcâniyye Medresesi’nde ders vererek dönemin bilginleri arasında mümtaz bir konum elde etmiştir. Burada ve değişik yerlerde verdiği dersler ile ilmî birikim, görüş ve metodunu kendisinden sonrakilere aktaracak ve İslâm düşüncesine hizmet edecek, değerli öğrenciler yetiştirmiştir. Bu talebeler arasında Ebü’lKâsım İshak b. Muhammed b. İsmail es-Semerkandî (ö. 342/954), Ebü’lHasan Ali b. Saîd er-Rüstüfeğnî (ö. 345/956), Ebû Muhammed Abdülkerim b. Musa el-Pezdevî (ö. 390/1000) ve Ebû Ahmed el-İyâzî (ö. IV./X. Asrın başları) en fazla üne sahip kimselerdir. Bir nesil sonra ise Mâtürîdî’nin metodunu benimseyerek Ehl-i Sünnet kelâmına katkı sağlayan meşhur kimseler arasında, Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö. 493/1100), Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115), Ömer en-Nesefî (ö. 537/1142), Sirâceddîn Ali b. Osman el-Ûşî (ö. 575/1179), Nureddin es-Sabûnî (ö. 580/1184), Ebü’l-Berekât en-Nesefî (ö. 710/1310) ve İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) bulunmaktadır. Mâtüridî’nin Eserleri Mâtürîdî’den söz eden kaynaklar, onun İslamî ilimler sahasında pek çok eserler yazdığını kaydetmektedirler. Bunların arasında hacimli ciltlerden meydana gelen büyük eserler olduğu gibi, birkaç fasikülden meydana gelen küçük risâleler de vardır. Bu doğrultuda İmam Mâtürîdî’nin günümüze kadar gelen ve üne kavuşan aşağıdaki iki eseri bulunmaktadır. Kitabü’t-Tevhîd: Mâtürîdî’nin kelâm alanındaki ününe yol açan temel eserlerinden birisi olan eser, başlı başına bir kelâm kitabıdır. Bu doğrultuda Mâtürîdî’nin kelâm ilmindeki yerini saptamak ve kelâmî görüşlerini bir bütün olarak öğrenmek için hiç şüphesiz onun, bu eserini okumak gerekmektedir. -Bu kitabında Mâtürîdî, çeşitli itikadî ve felsefî konularda lüzumlu ve yeterli bilgiler vererek ele almakta ve değerlendirmeler yapmakta, farklı pek çok İslam fırkalarından, İslam dışı dinî ve felsefî ekollerden, bunların görüşlerinden ve takipçilerinden bahsetmektedir. Bekir Topaloğlu ve Muhammed Arûçî tarafından da Türkiye’de tahkik edilmiş ve Arapça metni ile yayımlanmıştır. Kitabın Türkçe tercümesi, Bekir Topaloğlu tarafından yapılmıştır. -Te’vilâtü’l-Kur’an: Mâtürîdî’nin tefsir alanında en önemli eseri kabul edilen bu çalışma, tefsir ilmi yanında kelâm, felsefe, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis ve birçok İslamî ilimler alanlarda zengin bilgiler içeren bir temel eser mahiyetindedir. Dirayet/Akli yorum metoduna dayalı ilk tefsir olarak da kabul edilen Te’vilât’ın Bekir Topaloğlu başkanlığında bir komisyon tarafından ilmî neşri yapılmıştır. Çalışma 17 cilt halinde yayımlanmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

41

Mâtürîdî’nin Öğrencileri Mâturidî mezhebi kendisinden sonra, Hâkim es-Semerkandî (342/953), Ebü’l-Leys İmamülhüda Nasr b. Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî, (ö. 373/983), Nureddin es-Sabûnî (ö. 449/1057), Pezdevî (ö. 493/1100), Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115), Ebû Hafs Necmeddin en-Nesefî (ö. 537/1142), Şemseddin es-Semerkandî (ö. 702/1303), Ebü’l-Berekat enNesefi (ö. 710/1310), Kemaleddin İbnu’l Hümâm (ö. 861/1457), Hızır Bey (ö. 864/1459), Taşköprizade Ahmed Efendi (ö. 968/1561), Beyazizade Ahmed Efendi, (ö. 1098/1687) gibi meşhur âlimler tarafından desteklenerek geliştirilmiştir. Başlangıçta Türkler arasında yayılmış olan Mâtürîdîlik, amelde Hanefî mezhebine tabi olanların itikadda da benimsedikleri mezhep olmuştur. Osmanlı dönemindeki medreselerde daha çok Eş’arî müelliflerin kitaplarının okutulması sonucu, Mâtürîdîlik gölgede kalmış olsa da, Cumhuriyet döneminde Mâtürîdîyye âlimlerine ait eserlerin ilmi neşirleri yapılarak eğitim ve öğretimde kaynak kitap haline gelmesinin de etkisiyle Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde bu ekol canlanma sürecine girmiştir. Mâtürîdîyye’nin görüşleri günümüzde Türkiye, Kuzey Afrika, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Hindistan, Pakistan, Malezya, Endonezya başta olmak üzere geniş bir coğrafyada itibar görmekte ve yayılmaktadır. Bunda Mâtürîdîyye’ye ait bir kısım eserlerin ilmi neşirleri yapılarak değişik dillere çevrilmesinin ve yeni araştırmalara konu olmasının büyük rolü vardır. Başta Ebû Mansur el-Mâtürîdî’nin mevcut olan veya yakın kaynaklardan yararlanılarak meydana getirilmeye çalışılan kelâm, tefsir, fıkıh ve usulüne dair eserleriyle diğer Mâtürîdî âlimlerinin eserleri üzerine yapılacak çalışmalar bu yayılmayı daha da genişletecektir. Mâtürîdî Düşüncesinin Arkaplanı ve İslam Düşüncesindeki Yeri Kelâm İlmi Araştırmacılar ilimleri iki kısma ayırmaktadırlar. Bunlardan ilki, matematik, fizik, kimya, biyoloji ve astronomi gibi müspet ilimlerdir. İkincisi ise, hadis, fıkıh, tefsir ve kelâm gibi dini ilimlerdir. Mâtürîdî, bu dini ilimler içerisinde kelâm alanında önder olarak kabul edilmektedir. Ulûhiyet, nübüvvet ve ahiret gibi inanç ilkelerini konu edinen kelâmın mevzusunu göre tanımı şöyledir: “Allah’ın zatından ve sıfatlarından, nübüvvet konularından, başlangıç ve sonuç itibariyle kâinatın hallerinden İslam kanunu üzere bahseden bir ilimdir”. Amacına göre tarifi ise, “”Kelâm sanatı, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip, bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir tartışma yeteneğidir” şeklindedir.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kelâm ilminin iki ana hedefi bulunmaktadır. İlki, bir mü’mini inanç konularında aydınlatmak ve bu alanda bilinçlendirmektir. Buna, tahkiki iman denmektedir. İkincisi ise, İslam’a yönelik eleştirilere cevap vermektir. İslam’a yönelik eleştirilerin zamanla farklılık kazanması doğrultusunda, önceki âlimlerin üzerinde durduğu konular, zamanla değişmekte ve gelişmektedir. Söz gelimi Mâtürîdî’nin de içinde bulunduğu önceki dönemlerde işlenen, konuşulan ve tartışılan konular, günümüzde önemini aynen korunmakla birlikte, günümüzde yapılan eleştiri mevzuları da kelâmın ilgi alanına girmiştir. Bu doğrultuda kelâm ilmi, “İslam dininin inanca ve davranışlara dair ilkelerini naslardan hareketle belirleyen ve akli yöntemlerle temellendirip destekleyen bir ilim dalıdır” şeklinde kapsamlı bir içeriğe sahip olmuştur. Başlangıçtan itibaren kelâm ilminin konusunda süreç içinde gelişmeler kaydeden değişiklikler meydana gelmiştir. İslam düşüncesinin ve Müslüman toplum hayatının inkişafıyla eşgüdümlülük gösteren bu değişikliklerin ilk döneminde, kelâmın konusu Allah’ın birliği, sıfatlarının üstünlüğü, kıdemi veya hudusu, tekfir ve kader meselelerinden oluşmaktaydı. Peygamberlik, ahirete iman ve imamet konuları ikinci sırada yer alıyordu. Kur’an’da yer alan yani kesin naslarla sabit olan inanç esasları her dönemde kelâmın değişmeyen ana konularıdır. Buna “Mesâil/ana konular” denmektedir. Bunların açıklanması ve kanıtlanması etrafında başvurulan sosyal, insani ve pozitif bilimlerden elde edilebilen yardımcı bilgilere ise, “Vesâil” denmektedir. Kelâmın “vesâil/yardımcı konular” bölümü, bu ilimlerin gelişmesine paralel olarak değişiklik arzeder. Tüm bu veriler doğrultusunda kelâm ilminin konusu, ilk dönemlerde “Mevcut/var olanlar” iken, daha sonra bu, “ma’lum/bilinebilenler” olarak şekillenmiştir. Yukarıdaki veriler doğrultusunda, kelâm ilminin ilgi alanı, var olan her şey veya bilinebilme imkânı bulunan her nesnedir. Kelâm ilmini diğer müsbet bilimlerden ayıran temel nitelik ise, kelâm; mevcut ve ma’luma, “İslam kanunları/İslam inanç ilkeleri” açısından bakması, ele alması, incelemesi ve değerlendirmesidir. Bu nedenle her olgu ve nesne, kelâm ilminin ilgi alanına girmektedir. Ancak bunlar İslam inancı doğrultusunda ele alınmaktadır. Sözgelimi, astronominin kelâm ilmine yönelik boyutu, evreni kimin yarattığıdır. Dini ilimler içerisinde kelâm ilminin ilgi odağı, ibadet biçimleri değil, ibadetlerin amacıdır. Örneğin namazın nasıl kılınacağı fıkıh ilminin konusu iken, niçin namaz kılınacağı sorusu, kelâm ilminin ilgi alanıdır.


Makale ve Analizler - 2019

43

Kelâm ilminin bir başka belirgin özelliği de naslardan var olan dini konulara ve inanç esaslarına, aklı kullanma yöntemiyle yaklaşmasıdır. Mezhep Nedir ve Nasıl Ortaya çıkmıştır: İtikadi Mezhepler Mezhep, bir dine bağlı bir toplumun manevi yapısıdır; onda çevrenin, siyasetin, ırk ve eski inançların, sosyal olayların tesirleri vardır. Mezhep, bütün bu unsurların bütünleşmesiyle, taraftarlarının düşünce ve sosyal yapısına nüfuz etmesiyle bir değer kazanabilir; zira bir mezhebin değeri, cemiyet vicdanında oluşturduğu akislerle ölçülür; bu sebeple de toplum hayatı ile ahenkli bir tarzda yaşar ve gelişir. İslamiyet’in, muhtelif coğrafi bölgelerde yayılış döneminde dini ibadet ve inanç esaslarının çok geçmeden yayıldığı her muhitin icaplarına göre, devreler geçirmesi de buradan gelmektedir. Bir din pek çok toplumun hayatına uyabilirse de, onun, her toplumda farklı tezahürü vardır. İşte dinin bir toplumdaki yansımasına “Mezhep” denir; çünkü mezhep, bir dinin inanç esasları, amel tarzları ve ahlaki yapısının bir toplumda temsil edilmesidir. Bu bakımdan bir mezhep, toplumun manevi yapısıdır, hayatının bir parçasıdır; gücünü toplumdan alır ve onunla kaim olur. Mezheplerin yapıları yaşadıkları cemiyetlerin sosyal yapılarıyla uyumlu olarak gelişir. Bu giriş doğrultusunda Hz. Peygamber devrinde Müslümanların zihninde oluşan meseleler bizzat vahiy kaynağından alınan cevaplarla çözüme kavuşturuluyordu. Bu ise söz konusu sorun ile ilgili ya bizzat vahiy geliyordu veya problem Hz. Peygamber tarafından çözülüyordu. Hz. Peygamberin vefatından sonra Müslümanlar, kendi aralarında meydana gelen sorunların çözümünde, öncelikle Kur’an’a başvurmakta idiler. Hz. Peygamberin vefatıyla birlikte onun defni meselesi yanında yerine geçecek ve mü’minlerin dünya ve ahiret işlerini düzenleyecek halifenin seçimi, Cemel ve Sıffin savaşları, Hz. Osman’ın şehit edilmesi gibi bir takım meseleler ortaya çıktı. Bu olayların tümü siyasi olmakla birlikte, Müslümanların itikadi ve dini anlayışlarının şekillenmesinde etkili bir faktör oldu. Bu etki de daha sonraları kendisini farklı itikadi mezheplerin ortaya çıkmasında gösterdi. İslam toplumunun dini yapısı, Hz. Peygamber’den sonra, ilk iki halife devrinde; eski safiyetini korudu. Ancak üçüncü halife Hz. Osman’ın şehadetinden sonra ve özellikle Cemel (35/655) ve Sıffin savaşı (36/656) sonunda hem itikadi safiyet hem de siyasi ve ictimai birlik bozuldu. Bu andan itibaren teşekkül eden çeşitli zümreler kendilerine has fikirler ortaya attılar. Cemel ve Sıffin savaşlarında ölen ve öldürülenlerin durumları ile “tahkim” meselesi fikir ihtilaflarının en çok olduğu ve çeşitli görüşlerin ileri


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sürüldüğü konuların en önemlilerini teşkil etmektedir. Oluşan bu grupların kendileri gibi düşünmeyenleri veya farklı görüş sahiplerini küfür veya sapıklıkla suçlamaları, “itikadi ve siyasi birliğin yanısıra toplumsal birliği de bozmuştur. Nitekim Hâricîlik ve Şiîlik bu tutum ve anlayışlar çerçevesinde doğmuştur. İslam dinini iyi anlayamamak, eski inanç ve düşüncelerini İslami esaslarla birleştirmek yoluna gitmek eğilimi de bu fırkaların doğuşunda önemli rol oynamıştır. Bu tarihsel veriler doğrultusunda İslam tarihinde belirgin olarak Hâricîlik, Şiîlik, Mu’tezile ve Ehl-i sünnet olmak üzere dört mezhep ortaya çıkmıştır. Özellikle Hz. Osman’ın öldürülmesi sonucu tezahür eden ve Hz. Ali’nin halifeliği ile belirginleşen bu gruplar, günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. İslam tarihinde dini ve siyasi gruplaşmalar oluşum aşamasında “ashabü’lmakalat” diye anılmıştır. Bunun sebebi, bazı âlimlerin toplumdaki meselelerle ilgili olarak “makale” (görüş, söz) adıyla risale yazmaları yahut bazı konular hakkında görüşlerini sözle ifade etmeleridir. Giderek belirginleşen bu görüşler belli bir süreç içinde gruplaşma boyutuna ulaşmış, ashabü’lmakalat artık, “bir kurucunun liderliğinde ortak düşünceler etrafında bir araya gelen gruplar” anlamına gelmeye başlamıştır. İtikadi alanda mezheplerin oluşmasına yol açan temel konular tevhid, kader, iman-amel ilişkisi gibi meselelerdir. Bu esaslarla ilgili olarak Allah’ın sıfatları, zat-sıfat ilişkisi, müteşabih ayetlerin anlaşılması, rü’yetullah, Allah’ın iradesi, hidayet ve dalalet, amelin imandan bir cüz olup olmaması, büyük günah işleyenlerin durumu gibi hususlar incelenmiştir. Bu doğrultuda mezheplerin oluşumunda rol oynayan temel etkenler şöyle sıralanmıştır: -Nasların Özelliği: İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’te zaruriyyat-ı diniyye denilen ana ilkeler genel hatlarıyla anlaşılır olmakla birlikte, bunların ayrıntılarıyla ilgili hususlar naslarda açık biçimde yer almamıştır. Bizzat Kur’an’da ayetlerin, muhkem ve müteşabih kısımlarına ayrıldığı, müteşabihlerin ancak ilimde derinlik kazanmış kimselerce anlaşılabileceği ifade edilmiş (Âl-i İmrân 3/7). Hangi ayetlerin muhkem, hangilerinin müteşabih olduğu belirtilmemiştir. Müteşabih/yorumsal olarak kabul edilen ayetlerin anlaşılmasındaki farklılık, mezheplerin ortaya çıkış nedeni olarak kabul edilmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

45

-Kader Problemi: Dünyada ve ahirette sorumluluk yükleyen fiillerle doğrudan alakalı olması bakımından kader meselesi erken dönemde gündeme gelmiştir. Nitekim Sahabiler devrinde meydana gelen siyasi ve sosyal olaylar kader konusuyla bağlantılı olarak incelenmeye başlanmış, Cemel ve Sıffin savaşlarının ardından birçok kimse bu savaşların kaderle ilgisi etrafında tartışmalara girmiştir. Sonraki yıllarda Emeviler’in halktan tepki gören icraatlarını meşrulaştırmak amacıyla kader inancını, cebir anlayışı doğrultusunda yorumlaması, meseleye siyasi bir boyut kazandırmış, böylece konu çeşitli yönleriyle incelenmeye ve tartışılmayan başlanmıştır. Bu tartışmalarda önderleri Ma’bed el-Cühenî (ö. 83/702 [?] ) ve Gaylan edDımaşkî (ö. 120/738 civarı) gibi şahısların öncülük ettiği Kaderiyye fırkasının teşekkülüne sebep olmuştur. Öte taraftan Ca’d b. Dirhem (ö. 124/742 [?] ) ve Cehm b. Safvan’ın (ö. 128/745-46) başını çektiği cebre dayanan görüşler ortaya koyarak taraftar toplamış ve Cehmiyye fırkasının doğmasına yol açmıştır. Müslümanlar arasındaki iç ihtilaflar, siyası amiller, onların Yahudi ve Hıristiyan teolojisiyle karşılaşması gibi faktörlere bağlı olarak ortaya çıkan kader meselesi, bazı itikadi fırkaların doğuşuna ortam hazırlamış ve hemen bütün fırkaların görüş belirttiği önemli bir problem olma niteliğini daima korumuştur. -Siyasi olaylar: Mezheplerin doğuşunda etkili olan en önemli faktörlerden birisi de İslam’ın ilk dönemindeki siyasi gelişmelerdir. Bunları, kesin hatlarıyla sosyal sebeplerden ayırabilmek pek mümkün değildir. Şöyle ki, Hz. Ebû Bekir, bir tür serbest seçim diyebileceğimiz usulle halife olmuş olmasına rağmen, Hz. Ömer’i hilâfet makamına kendisi atamıştır. Bu husus dönemindeki bazı kişiler tarafından eleştirilmiş ve tartışma konusu olmuştur. Böylece de günümüzdeki mezhepsel ayrışma düşüncelerinin ilk tohumları atılmıştır. Zira orada Hz. Ali’nin halife seçilmesini isteyen Hâşimiler, Hz. Ebû Bekir’in halifeliğini gerçekleştiren Muhacirler ve mevcut adaylardan hiçbirini benimsemeyip tarafsız kalanlar (mu’tezile) olmak üzere ashabın üç gruba ayrıldığı görülmektedir. Öte yandan Hz. Osman döneminin ikinci yarısından itibaren çeşitli sebeplerle ortaya çıkan siyasi kargaşa genişleyerek halifenin şehit edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu olaylar, siyasi gaye ve anlayışlara dayalı birtakım grupların doğmasına yol açmıştır. Bu gruplar, siyasi düşüncelerini temellendirmek yahut siyasi amaçlarının arkasındaki hedeflerini örtmek için dini kaynaklara dayanmaktan geri kalmamıştır. Nitekim Hz. Ali’nin saflarında yer alırken Sıffin Savaşı’ndaki tahkim uygulamasına rıza göstermeyip Harura’ya çekilen grup, İslam tarihinde ilk fırka niteliği taşıyan Hâricîler’in doğma-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sına yol açmıştır. Aynı şekilde hilafet tartışmalarında Hz. Ali yanlısı olanlar, zaman içinde gelişen siyası hadiselere bağlı olarak zümrelere ayrılmış, hilafetin Ali ve çocuklarının hakkı olduğu görüşü etrafında birleşmekle birlikte ayrıntıda birbirinden ayrılan birçok tali fırka meydana gelmiştir. Siyası sebepler Hâricîlik ve Şiîlik gibi iki ana fırkanın teşekkülüne yol açtığı gibi, öteki gruplaşma faaliyetlerinde de önemli rol oynamıştır. – Sosyo-kültürel Sebepler: Hz. Peygamber döneminden itibaren yayılmaya başlayan İslam dini Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler tarafından da benimsenmiştir. İhtida/Müslüman olma hareketlerine, fetih faaliyetlerine ve siyası hâkimiyete bağlı olarak İslamiyet Suriye, Filistin, Irak, Mısır ve Kuzey Afrika, Endülüs, İran, Horasan, Türkistan, Kafkaslar ve Hindistan’a kadar geniş bir sahaya ulaşmış, bu süreç içinde birçok farklı din mensubu İslamiyet’i benimsemiştir. Eski inançlarını bırakıp İslam’a giren insanların bir kısmı yeni dinin temel esaslarını kısa zamanda kabul ederken bir kısmı bunu uzun bir zamanda özümseyebilmiş, bazıları da gerçekten inanmadığı halde inanmış gibi görünerek intikam almak için çeşitli hesaplar içine girmiştir. İslam’ı benimseyenler de yeni inanç ve düşüncelerini eski inanç ve geleneklerinin etkisinde kalarak oluşturmaya çalışmış, sonuçta bu sebepler de bazı fırkaların oluşmasına yol açmıştır. İtikadi mezheplerin oluşmasında bunların dışında gerekçeler de bulunabilir. Ancak her ne kadar dinin temel kaynakları mevcut olmuş olsa da insanların kaynakları algılayış biçimi farklılıkların oluşmasında temel bir etken olmuştur. Bu tür ayrışmalar her dinde hatta her görüşte mevcuttur. Zira bu düşünen insanın, doğal bir tezahürüdür. Okudunuz için teşekkür eder arkadaşlarınızla paylaşmayı ihmal etmeyiniz.


Makale ve Analizler - 2019

47


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdilik Silinmediler Tarih: 09 Kasım 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Irkçı partiler ve seçimler Bulgaristan’da disident kavramı, insanlara dayatılan ya da onların kendiliğinden kabul ettikleri düşünme tarzına, politikaya veya rejime karşı koyanlarla çıktı. Avrupa’da 1766’da Protestanlara ayrılıkçı, kopup ayrılan, dönek veya “dissident – ing.” denmiştir. 1944-1989 yılları arasında totaliter komünist rejim karşıtı olan kişiler için kullanıldı. Rusya’da Andrey Saharov, Aleksandır soljanitsin; Polonya’da Leh Walenza ve Adam Mehnik; Çekoslovakya’da Waslav Havel totaliter komünizme karşı başkaldırmıştır. Onlar tutuklanıp yargılandı, içeri atıldı veya dış ülkelere kaştılar. Bulgaristan’da toplumunda dayatılan görüşlere tamı tamına ters düşünen ve hareket edenlerin listesi 33 sayfadır, ne ki bu sıralamaya Türüseyin’in alınmış olması gerçeği nansıtmıyor. 1989 Mayıs ayaklanmasına katılan 72 bin Türk, aynı yıl vatanından kovulan 360 bin Türk ve genelden Türkleri ve Pomakların tümü disidentir. Bulgar asıllı disidentlerden yazar Georgi Markov, gazeteci Vladimir Kostov, feylesof Jelü Jelev, Doktor Konstantin Trençev, yazar Radoy Ralin, Aleksandır Sobaciev, Stefan Tsanev’i vs kamuoyu komünizme boyun eğmeyenler olarak tanımıştı. Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan Türkleri, Pomakları, Müslüman Romenler ve diğer azınlıklar yediden yetmişe disident idi, çünkü hepsi isimlerin değiştirilmesine, düzenlerinin bozulmasına karşı olduklarından dolayı kovalandılar, tutuklandılar, sürgün edildiler, yargısız idam edilenler oldu. Öğretmen, halk ozanı ve şair Nuri Adalı 24 yıl içerde kaldı. Milli şair Ömer Osman sürgün edildi. Öncü aydınlarımız, kurulan illegal örgütlerin yöneticileri – Mustafa Ömer, Avni Veliev, din adamlarımız vatandan kovuldu, göçe zorlandılar. Sürekli söz konusu olan, devlet baskı ve terörü, yalnız kişisel görüşlerin devlet-diktatörlük dayatmalarına tamamen ters düşmesinden başka, tüm halka uygulanan zulüm, anayasa ve yasaların rafa kaldırılması, katillerin cezasız kalması, susturma ve dayatma baskıları, adaletsizlik ve zulüm sürekli şiddetlenmesidir.


Makale ve Analizler - 2019

49

Yukarıdaki “karşı olanlar” sıralamasına rağmen, Bulgaristan’da farklı görüşlü olanların hareketi biçiminde bir hareket yaşandığını iddia etmekte zorlanıyorum. Son 30 yıl bu bakıma bir süzgeçtir. Totalitarizm dikey bir devletti, ancak tepedekiler refah sunuyor, halkı eziyordu. 1990’dan sonra bu dikey devlet anayasa ve bazı yasaların değişmesiyle sözde “değişti.” Kısa bir karşılaştırma yapalım. 1985’te Bulgaristan’daki devletin sırtında yaşayan “nomeklatür” dediğimiz kodamalanların sayısı 500 kişiydi. 2019’un Kasım ayında Bulgaristan’da 969 milyoner var. Son 3 ayda Bulgar milyonerlerin sayısı 53 kişi artmıştır. Yerel seçimlerin yapıldığı Ekim ayında 17 yeni milyoner belirdi. 2009 yılından beri Bulgaristan’ı idare eden 200 ailenin bankalardaki paraları her yıl % 12.4 artıyor. Todor Jivkov susmaları için 250 bin kişiye ikinci maaş verirken, Boyko Borisov’un beslemeleri 350 bin hazır oncudur. Devlet güçleri Bulgarlar arasında tepki gösterenlerle sürekli başa çıkmayı başarmıştır. Eskiden vatandaşlar 3-4 gruba ayrılmıştı. “Kapitalizme ve faşizme karşı savaşçılar”, “sosyalist emek kahramanları”,” parti nomaklatürü” ve “devlet nomaklotürü” ve hepsine özel gelir sağlanarak huzur sağlama yolları aranmıştı. Örneğin köyünde imamı olan Ahmet Doğan’ın dedesin, tüm camilerin kapısında anahtar sallanırken “sosyalist emek kahramanı” maaşa bağlanmıştır. Sosyalizm ve totaliter komünizm yıllarında Bulgaristan’da komünist milliyetçilik ve ırkçılık vardı.Azınlıklar şiddetli baskı altındaydı. Öteki olan her kimlik eritilip Bulgar kimliğine arıtılmak istenince devlet terörüne sarılan Sofya yönetimi aslında ırkçılık – aşırı milliyetçilik ve faşizm uygulamıştır. 1972’den ve özellikle 1984’ten sonra Bulgaristan sosyalizminin çehresi hümanizmden ırkçı komünizme evrimleşti. 1989’un Ocak ayında beklenmedik bir politik olay olmuştu. Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterran Sofya’ya geldi. ve Fransa’nın Bulgaristan Büyükelçiliğinde 20 Ocak 1989 sabahı “disident grubu” adıyla ortaya çıkan 12 Bulgar ile Mitterran bir kahvaltı görüşmesi yaptı. Görüşmeye, hapislerde bulunan 15 bin Müslüman insan hakları savaşöisindan, sürgünden, toplama kamplarında tutulan Türk şair, yazar, öğretmen ve diğer aydınlardan, parti ve dernek liderlerinden kimse davet edilmedi. Makedon, Romen ve Ulah mukavemet hareketinden de temsilci alınmadı. 1972-73 yıllarında kurşuna dizilerek katledilen Pomakların yakınlarından, 1984’ten sonra öldürülen Türkleri temsilen- 52 legal ve yarı legal mukavemet hareketimiz-


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den de hiçbir temsilci davet edilmemişti. Hapislere tutulan Türk kadınlarının, insan hakları örgütlerimizin, illegal partilerimizin ve idam cezasıyla içeride ezilen Türklerden de davet edilen olmadı. Görüşmede temsil edilen Bulgaristanlı Türk üyesi olmayan Bulgar akademisyenler– Sofya Üniversitesinde kurulan Değişiklik ve Açıklığı Destekleme Kulübü başkanı Jelio Jelev, anti-faşist savaşçı, film yapımcısı Anjel Wagenştyn, şaire Blaga Dimitrova, yazar Radoy Ralin, ressam Svetlin Rusev, Yazar Yordan Radiçkov ve daha 6 aydın katıldı. Onlar F. Mitterran’a “asimilasyon utancımız”, “Azınlıklar ezilirse, özgürlük olmaz”, “Müslümanlara terörü ve zulmü kınıyoruz” diyemediler. Bu görüşmede “demokrasi” , “adalet” ve “insan hakları” konularına değinilmedi. Aynı kişiler 7 Aralık 1989 tarihinde Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) kurdular. Bugün günlerden 9 Kasım 2019, yarın Todor Jivkov’un totaliter komünist diktatörlüğünün yıkıldığı tarihin 30. Yıl dönümü. CDC yönetimi bu tarihi anmıyor, kutlamıyor, gerçekleri halka anlatmadığına göre unutturmak istiyor. Demek oluyor ki şu CDC’nin mayasında anti-totaliter, antidiktatör bir ruh yok ki bu tarihleri anmak istemiyor. Beni konuyu örnekleyerek değinmeme iten bir olay 7 Kasık 2019’da belirdi. 2019 yerel sonuç sonuçlarını değerlendirmek üzere SOFYA’DA MUHTARLARLA BİR ULUSAL GÖRÜŞME DÜZENLEYEN GERB PARTİSİ, bu seçimi başarılı bir parti olarak sonuçlandırsa da, kamuoyu büyük bir kuşku içindedir. Sofya’da birinci turda (27 Ekim 2019) seçim listelerinde kayıtlı seçmen sayısı 1 165 955 kişi iken, ikinci turda (3 Kasım 2019) listelerdekiler 1 064 772 kişiydi. Pleven şehrinde seçmen sayısı birinci ve 2. Tur arasında 20 bin arttı. 115 324 idiler ve birden bire 135 179 oldular. Kazanan ve kaybedenler arasındaki fark ise kıldan ince. Örneğinde Gurkovo belediyesinde 16 oy; Şumen’de 77 oy; Dubnitsa belediyesinde 111 oy, Sofya’da ancak 20 bin oy vs vs. GERB’in seçim ortağı CDC yolsuzluklar karşısında susuyor. Bulgar halkı gerçekten de duyarlı davranıyor. CDC’yi defterden silmesinin nedeni bu vurdum duymazlık olabilir. Bu seçimden 2. siyasi güç durumuna yükselen Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Mustafa Karadayı seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra ve ilk demecinde “GERB partisinin seçimi kazanmak için yerel ortamda baskı uyguladığını, Dulovo, Çepelare ve Dospat belediyelerinde devlet cihazını seçim kazanmak için korkutma, baskı ve işkence aracı olarak


Makale ve Analizler - 2019

51

kullanıldığını” bildirdi. GERB partisi ile karma bölgelerde ciddi bir kavga yaşandığını anlatan Karadayı, Cebel, Gırmen ve İsperih’te kazandıklarını, Pavel Banya, Vyatovo, Macarovo belediyelerini tek başına, Gılıbovo, Gurkovo, Dimovo ve Belogradçik belediyelerini de ortaklıkla elde ettiklerini belirti. Dulovo, Nikola Kozlevo ve Hitrino belediyeleri ise geri alamadıklarını, Sungurlare belediyesi DPS Gençlik Örgütü başkanının eşi ise 3 kişi tarafından evinde saldırıya uğradığına, dövüldüğüne vurgu yaptı. Hak ve Özgürlük Hareketi başkanı, vatandaşın oy kullanabilmesi için seçimden 6 ay önce Bulgaristan’da yaşama MECBURİYETİNİN KALDIRILMSINI ve ANADİLME SEÇİM PROPAGANDASI YAPMA YASAĞININ DA HEMEN KALDIRILMASINA yeniden gündeme taşıdı. Subaşına dönersek, işler hep 20 Ocak 1989 Mitterran ile sabah kahvaltısına dayanır. Bir binanın temeline taşlar denk konmazsa, bina çatlar, kayar. Bizde de öyle oldu. “İnsan hakları, özgürlük, demokrasi, kolektif haklar” hep eksik ve kırpılıyor. Tabii Bulgaristan’da anti-totaliter hareketin gevşek mayalanması son 30 yılda Bulgaristan’da yeni-faşizm, ırkçılık, sol ve sağ milliyetçilik doğurdu. 2009’da GERB partisi Türk düşmanlığı ateşini söndürmemek şartıyla iktidara geldi. Azınlıkların değişik şekil düşmanı olan yeni ırkçılar 2017’de iktidara tırmanmayı başardılar. Faşist ırkçı olduğu için 1990’a kadar yasak olan aşırı milliyetçiler yeni düşmanlık ateşi yaktılar. Mitterran ile görüşmeye 3-4 Türk ve diğer azınlıklardan temsilci davet edilmiş olsaydı, bu günkü durum buram buram faşizm kokmaz, asla böyle olmazdı. 21 Mayıs 1989’da başlayan Türk Ayaklanmasına Bulgar demokratlar da katılacaktı. Bizi desteklemeleri doğal karşılanacaktı. Birkaç ay sonra, Türklere edilen zulmü dünyaya duyurmak, isim, din ve kimlik değiştirme ve dil ve gelenek yasaklayanları kınamak için hazırlanan bir Bildiriyi Paris-AGİT 1989 Konferansında okumak üzere bir Bulgar heyeti “desidentler”, Değişiklik ve Açıklığı Destekleme Kulübü adına Fransa’ya gitti. 1991’de Cumhurbaşkanı olan Dr. Jelio Jelev, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Bayan Blaga Dimitrova ve daha birkaç temsilci heyetteydi. Ne yazık ki AGİT toplantısına girmediler. Bildiriyi okumadılar. Sunmadılar. 360 bin Türk yollara dökülmeye zorlanınca da sustular. Daha sonra bu güçler bizi “yuvarlak masaya” da davet etmediler. Oysa yuvarlak masa fikri Demokratik Lik Başkanı Mustafa Ömer’den gelmişti. Türkiye hükumeti ile Hak


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Özgürlükler hareketi arasını açmak için yıllarca çalıştılar. Direşken ruhlu Türklerin başına iki viskide kafa tutan ve her akşam sızan bir aile bile kuramayan, vardığı yerde bir çocuk bırakan zavallının birinin saray sefasına göz yumdular. Bu günde devlet bütçesinden bu sefil ruhuyla 220 milyon leva vermeyi planlamışlar. Bu işin arkasında neler gizli bilinmez. GERBCDC 2019 yerel seçim ortaklığında beraberdi. Düşmanların birleşmesinden korkmalı… Bu yeni beraberliğin mutluluğunu yaşayan, 1944 öncesi tarihleri baştan başa İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) birinci turda 3 belediye başkanlığı, ikinci tura kalan belediyelerin ise hepsinde VMRO-GERB-CDC yakın işbirliği dikkati çekti. İki bacağı da Moskova’ya bağlı olan, “Multigrup” ve DPS yönetimi parasıyla kurulan “ATAKA” partisi ve lideri Volen Siderov yerel seçime giden günlerde VMRO-GERB-CDC grubundan ayrıldı. Ne ki ülkede, önce sol, ardından sağ ırkçı milliyetçiliği solmadı da Moskova memleketimizde yeni örgütlenme biçimi seçti. 1300 Rusofil’e emekli maaşı verdi. Bulgaristan’da Rus casusluğundan yargılanan Malinov’u V. Putin “Halkların Dostluğu Ödülüyle” taltif etti. Sabıkalının Bulgaristan koşullarında “dokunulmaz” olduğunu ilan etti. Kremlin Bulgaristan masası şefi L. Reşetnikov’un Bulgaristan’a girmesi 10 yıl yasaklanınca ve DPS partisi meclis grubunun “F-16” uçaklarının hemen ödenmesini itirazsız onaylamasından sonra Rusya’Nın Bulgaristan istasyonunda değişiklikler oldu gibi. Rusofob konumlu güya “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NDSB) başkanı Valeriecliste Simyonov bu seçimde de belediye başkanlığına uzanamadı, hükümet ve parlamento ortaklığında çatlama yaşanıyor. Bulgaristan’da bugün kışkırtılan aşırı sahte milliyetçiliğin, sahte yurtseverliğin köklerine in köklerine inmek zorundayız. Bulgar milli idealinin (ülküsünün) sahte olduğundan yola çıkalım. Bir defa bu ideal – SAN STEFANO SINIRLARINDA BULGARİSTAN GERÇEKLEŞTİRMEK olarak belirlenmiştir ki, bu bir hayaldir. Çünkü Makedonya bağımsız ve egemen bir devlettir. Bulgarlar 1878 San Stefano Geçici Protokolünde taraf değildir. Sanstefano Toplantısında çizilmiş devlet sınırları olan bir Bulgaristan yoktur. Bu bakıma, VMRO gibi asi örgütlerin kışkırttığı şu olması olanaksız emeli savunanlar, 1934’e kadar kovalanmış, 1934’ten 1991’e kadar yasak kalmıştır. Bulgaristan Nazı Almanya’sıyla bağlandığında gelişen “brannik” , “Lukov Hareketi” gibi faşizan ocaklar oluşmuştu. Bu hareketlerin aktif üyelerinden olan ve sosyalizm yıllarında 24 yıl içerde klan İliya Mitev, Stara Zagora hapishanesinde müebbetçilerle birlikte kalırken, Bağımsız İnsan Hakları Örgütü kurmuştur. Fakat bir eski faşistin insan haklarıyla,


Makale ve Analizler - 2019

53

özgürlüklerle, demokrasıyla ve hele de azınlık haklarıyla ilişkisi kabul edilemez. 1989 Nisanında bu örgütün temsilcileri olan Lübomir Sobaciev ve Nikolay Kolev (Bosiya) gibi KGB tarafından örgüte aşılanmış muhalifler sözde“disidentler”, o zaman hala sürgünde bulunan Türk İnsan Örgütü – Demokratik Lig yöneticileriyle temas kurmuş ve örgütsel birlik istemiştir. Ne var ki, Mustafa Ömer, İskender, Ormancı, Nuh gibi önderler bu öneriyi olumsuz karşılamıştır. VMRO, NFSB gibi ve daha onlarca Bulgar sözde insan hakları ve yurtsever örgütü, XXI. Birinci yüzyılda “sol-sağ” yok, “modern milliyetçilik” gibi sloganlarla halka tutunmayı çalıştı. Kendilerinin klasik faşistlerden farklı olduklarını anlatmaya çalıştılar, fakat ırkçılıktan, İslam ve Türk düşmanlığından bir an için vazgeçmediler. Bu seçimde ilk kez kendilerini destekleyen oy potansiyelinde azalma tespit edildi. 8 adet F-16 jet uçağı için ABD’ye bol keseden ödeme yapılmasını destekleyen VMRO meclis grubu, partinin Başkanı, başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov’un bir dolandırıcı olduğu kokularının yayılmasıyla Bulgar halkından pek oy alamadı, fakat ABD Başkanı önünde güveni artmış benziyor. 29 Kasımda Başbakan Boyko Borisov’un Başkan Donald Trump tarafından özel görüşmeye davet edilmesi ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un bu heyete alınması öngörülerimizi kanıtlamış oldu. Devam edecek. Yeni konumuz: Şehir Orta Tabakası veya Demokratik Bulgaristan Hareketi toplumda nasıl yön alabilir? Paylaşanlara teşekkürler.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

55

Demokratik Bulgaristan Tarih: 10 Kasım 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Şehir Orta Tabakası veya Demokratik Bulgaristan Hareketi toplumda nasıl yön alabilir? “Demokratik Bulgaristan” dediğimiz, Ekim sonunda ve Kasım başında yapılan yerel seçimlere katılan yeni bir siyasi koalisyonun adıdır. 3 politik partiden oluştu. Bu yeni bir olgu. İki çocuğa aynı şeyi gösterdiğimizde 2 farklı bakış açısı ve yorum aldığımız gibi, kaleme aldığım yazı da şahsi görüşümdür. Bu partilerden biri olan “Da, Bılgaria” (Evet, Bulgaristan) 30 Ocak 2017’de kuruldu, fakat ansızın beliren engeller yüzünde 26 Mart 2017 erken genel seçimlere katılamadı. Başkanı olan, Hristo İVANOV, Amerika’da okumuş bir hukukçu. Borisov hükumetinde Adalet Bakanıydı. Hazırladığı Adalet Reformu kanun tasarısını İkinci Borisov hükumetinde geçiremeyince istifasını sundu. Yasanın onaylanmasını o dönem Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Genel Başkanı olan Lütfi Mestan engellemişti. Başkan Hristov “Başbakan Borisov Bulgar demokrasisi için zararlı biridir” görüşününü savunuyor. Toplumun sağ güçlerini birleştirmeye çalışan İvanov, Boyko Borisov’un yüzüne şöyle demiştir: “Siz siyasete 1990’da girdiniz, politik sahneden hemen çekilmesi gereken neslin temsilcisisiniz ve bunu Bulgaristan’ın hayrı için yapmak zorundasınız.” Dikkati çeken bir özellik ise, “Bulgaristan’da sivil toplum kurulmasından yana olan” bu yeni liderin, ”azınlıkların Bulgaristan’ın zenginliği olduğunu ifade etse de, azınlık haklarının verilmesini” konu etmemesidir. 12 Nisan 2018’de oluşturulan “Demokratik Bulgaristan” koalisyonunda ikinci ortak “Demokrati Za Silna Bılgaria” (Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar). İkinci Borisov hükumetine (2014-2017) 5 partili Reformcu Blok içinde katılmış ama sonunda koalisyon dağılmış ve erken seçime gidilmişti. Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar partisi, 1997-2001 yılları arasında iktidar partisi başkanı ve başbakan olan İvan Kostov tarafından yönetilen Birleşik Demokratik Güçler’den (CDC) süzüldü ki, bu suyun kaynağı Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) içindeki komünist muhalefete uzanır. Bu başkaldırı birçok konuda olmuştur. Todor Jivkov’u istemeyenler hare-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

keti değişik dönemlerde güç toplamıştır. Fakat bizi ilgilendiren zorla isim, din ve kimlik değiştirenlere karşı başkaldırıdır. Toplam sayıları 860 bin olan BKP’l üyelerinden birçoğu zorbalığa karşı olan Bulgaristan Türk komünistler olsalar da, partinin içinde muhalif grup olarak örgütlenememişlerdi. Zülüm döneminde birçokları partiden atıldı ya da ayrıldı. Sürgüne gönderildi. Aileleri perişan oldu. Toplama kampına düştü. Şehir olanlar var. BKP içindeki muhalefet birçok hapis-çinin anılarında işlenmiştir, bilinir. Devlet ve parti yönetimi düzeyinde İsim Değiştirme Siyasetini Destekleme Bildirisi yalnız 3 aydınımız tarafından reddedildi ve imzalanmadı. Bu aydınlarımız şair Naci Ferhadov, sözcü Ahmet Nuriev ve gazeteci Hikmet Efendiev’tir. Üçünün de Güney Doğu Rodoplar’dan oluşu dikkat çekicidir. Fakat Bulgar istihbaratı ”DS” içindeki farklı düşünceleri açan herhangi bir araştırma eseri çıkmadı. Nitekim 1990’ın başında BKP adını değiştirip, BSP adını alırken, totaliter komünizm yıllarında isim, din değiştirme, azınlıklara Bulgar kimliği dayatma suçlarını kim üslenecek konusu çok tartışılmıştı. Terör uygulaması BKP MK Poltitik Büro ve şahsen T. Jivkov’un emriyle yapılıyordu. Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan’da yetişen ve defalarca dünya ve olimpiyat şampiyonu olan haltercimiz Naim Süleymanov ile Todor Jivkov arasında da görüşmeler olduğu fotoğraflanmış, fakat Jivkov, Naim hakkında hiçbir zaman “yakın dostum” dememiştir. Oysa 10 Kasım 1989’da Türk İsyanıyla devrilmesinden sonra, kendisini gizlice ziyaret eden Ahmet Doğan’a “yakın dostum” demiştir. Totalitarizm zulmünden Todor Jivkov şahsen sorumlu ise, yakın dostları da sorumlu ve suçludur. Bir cinayet suçlusunun devlet tarafından korunması ise cevap bekleyen sorulardan biridir. Bu yerel seçimde biz Boyko Borisov hükumetinin Ahmet Doğan’a 2020 devlet bütçesinden 220 milyon leva vermeyi kararlaştırdığını öğrendik. Bütçe geçti ödenek onaylandı. Hükumetin hiçbir garanti gösteremeyen bir kişiye böyle bir parayı vermesi anayasada ve yasalarda suç olarak tanımlamıştır. Meclis susuyor. Halk susuyor. Aile kuramayan, hesabı olmayan, tuvalet pisuarını yastık yapan ve her güne kadehle başlayan birine bu paranın verilmesi aslında Bulgaristan Türklerine yeni bir tuzak kurmaktan başka bir şey olmadığı gibi,ardından kim neler vardır. Adalet isteyen Demokratik Bulgaristan’ın bunu kınamaması çok düşündürücüdür. Yukarıda adı geçen BKP MK Geniş oturumunda konuşan Aleksandır Lilov’a, hazır bulunan “DS” generalleri “biz emir yerine getirdik, suçu üstlenemeyiz” deyince politikadan çekilmek zorunda kalmışlardı. Fakat o zaman “DS” şefi Atanas Atanasov görevinden alınmamıştı. İvan Kostov’un


Makale ve Analizler - 2019

57

başbakanlığı zamanında (1997-2001) milli güvenlik “DS” başkanı olan halen Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar partisinin Başkanı olan Atanas Atanasov yeni durumun tam ortasında (çıbanbaşının tepesinde) bulunuyor. Bu kamuoyundan saklanabilecek bir olay değildir. Çünkü Bulgaristan’da totaliter dönemde işlenen ağır suçların, katliamların katilleri ayıklanıp cezalandırılmadığı gibi, bu gevşekliğin ve işgüzarlığın da suçluları olmalıdır. “DS” Generalleri, toplam sayılarının 3 016 olduğu açıklanan “DS”-ajanlarını bile köpeklere yem olarak atmış, Türk oldukları için parçalanmalarına seyirci kalmış, hiç birine sahip çıkmamıştır. Buna paralel olarak, bir takım ajan dosyalarının hain başı Ahmet Doğan eliyle, “DS” Birinci Şube ajanı Mehmet Tefik gözetiminde yabancı Büyükelçiliklere dağıtılmasına ve büyük sayıda devlet görevlisinin hayatının tehlikeye atılması gibi suçlara da o yılların “DS” şefinin, gerekçesi ne olursa olsun seyirci kalması, hiçbir önlem almaması Atanas Atanasov konusunu da yargı gündemine getirebilir. Devlet kendi baskı ve terör aracını yargılayabilir mi!? A. Doğan’a 220 milyon leva verilmesiyle talan devam etmiyor mu? Doğan hangi ihaleyi kazanmış ki bu parayı hak etmiş, yoksa Bulgaristan Türklerini köleleştirmenin bedeli mi bu? Geçiş Dönemi dediğimiz 1990’dan sonra en az 2004-2007 ‘ye kadar uzanan yıllarda işlenen bir sürü ekonomik, mali, kültürel suçlar var. Bunların en büyükleri Başbakan İvan Kostov zamanında işlendi. 15 banka çöktü. En büyük sanayi işletmeleri (Kremikovtsi Demir Döküm Fabrikası gibi) 1 US Dolara satıldı. O dönem Bulgaristan tamamen talan edildi. Bu ateşin közleri canlıdır. 2019 yerel seçimlerinden hemen 2 gün sonra BC Başsavcılığına sunulan bir ihbar dosyası var. Yeni davada binlerce vatandaş suç ve talan dosyalarının yeniden açılmasını ve planlı ve bilinçli olarak yok edilen yakın geçmişimizin yeniden sorgulanmasını istiyor. Tabii bu işte parti başkanı At. Atanasov’un da sorgu masasına çağrılması normal sayılacaktır. Çünkü devletin talan edilmesini önlemek yönettiği “DS”nin temel ödevlerinden biridir. Demokratik Bulgaristan yerel seçim ortaklığına katılan 3. Parti, 2008’de kurulan Bulgaristan Yeşiller Hareketi oldu. Son yıllarda hava kirliği bakımından Avrupa kentlerinin başında gelen Sofya’da sorunlar yerel politik sahneye taşındı. Ciddi bir çevreci hareket güç topluyor. Yeni ortaklığı oluşturan 3 partiden hiç birisi insan hakları, azınlık hakları, Türklere karşı başkaldırıyı durdurma gibi konulara girmedi.Soy kırımını, kültürel soy kırımını lanetlemedi. Bulgaristan’ın spesifik insan hakları, vatandaş toplumu sorunlarını da tartışmadı. Bulgaristan vatandaşı olan herkesin


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

seçime katılma hakkından yararlanması, yasalara göre zorunlu olan seçme ve seçilme hakkının gerçekten uygulanmasına gerekli olanakların yaratılması, yerel seçimlere katılabilmek için 6 ay yurtta bulunma, aday gösterilip aday olabilmek için köyünde ya da şehrinde yaşama engelinin kaldırılmasını resmen istemedi. Vatandaşlar 1989’un 10 Kasımında Todor Jivkov’un devrilmesiyle Bulgaristan’a demokrasinin hemen gelmediğine herkes bir daha inandı. Özgürlük yolu mücadele yoludur ve kavga devam ediyor. Bu üç parti, Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adaylığına, şehrin Mimarlar Odası Başkanı ve Baş Mimarı Borislav İgnatov’u gösterdi.İgnatov birinci turda % 17 oy aldı. Belediye meclisine aday ve Sofya’nın 24 semtine de belediye başkanı adayı gösterdi ve 8-ini kazandı. Öteki belediyelerde başkanlık kazanamayan bu koalisyon birçok belediyede meclis üyeliği aldı. 10 yıldan beri ilk kez Sofya Belediye Başkanlı ve semt belediye başkanlıkları için İKİNCİ TUR seçim yapıldı. Demokratik Bulgaristan Sofya meclis senatosuna da 13 üye ile katılacak. 2009 yılından beri Sofya’ya yapılan yatırımların % 75’i şehir merkezine ve % 25’i ise kenar semtlere yapılıyor.Yaşanan toplumsal parçalanmışlığın en başarılı ifadesi olan bu 2 rakam, Sofya ve başkent dışı köy ve kentlerin tümü için de geçerlidir. Yürütülen seçim kampanyasına Bulgaristan Başsavcı seçimi karıştı. Bu seçime ancak hükumetin ve Yüksek Yargı Konseyinin aday göstermeye hakkı var. Hükumet aday göstermedi, çünkü savcıların adayı, Başbakanın da adayıydı. Baş Savcı Yardımcısı İvan Geşev değişiklikler istemeyenlerin adayı oldu. Demokratik Bulgaristan seçim kampanyasını son 2 gün kesti. Geşev’e karşı protesto gösteriler düzenlendi. Onun oligarşinin savcısı olduğunu açıklandı. Sonunda Cumhurbaşkanı Rumen Radev, adayın BC Başsavcısı olmasını onaylamadı. Demokratik Bulgaristan koalisyonuna paralel olarak gelişen ve Büyük şehir belediye başkanı yarışında oyların % 11-ni alan, 1990’dan sonra doğan genç kuşağın temsilcisi olan, umutlu lider Boris Bonev’dir.Onun kurduğu ve yönettiği “Sofya’yı Kurtaralım” hareketi, başkent meclisine ve semt belediye başkanlıklarına aday göstermedi. Bütün çalışmalarını Büyük Şehir Başkanlığına yöneltti. Son 2 dönemde Sofya meclis üyesi olan ve inşaat komisyonunu yöneten Bonev, halk arasında bilinen biridir. Bu atılım hepimizi düşündürdü. Gençlerde devletin başına sıçrama hırsı belirdiği görüldü. Sofya’da orta tabaka ile 1990’dan sonra dünya gelenlerin oylarıyla toplam % 28 gibi bir güç meydana çıkaran bu hareketin karakteristik çizgileri henüz tam olarak belirgileşmedi. Azınlık temsilcileriyle temas aramıyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

59

GERB partisinin Romen oylarını almasından rahatsız oluyorlar. Demokratikleşmenin motoru olacak sosyal güçleri göremiyorlar. Değişikliklere işaret eden lider yok. 35 yıldan beri bitirilemeyen Sofya metrosu 50 yıl önce planlanmıştı. Halk farklı bir şeyler bekliyor ama kendinden bir şey vermek istemiyor. Toplumun Bulgar nüfusunda geçmişe nostalji var. Toplumsal değişime hazır oncu olarak girenlerin yerine yeni nesil hazır oncu tabakası yerleşti. Demokratik Bulgaristan 1989’da değişme umudu doğuran, fakat değişemeyen toplumsal yapıya örülmek istemeyenlerin hareketlenmesi olarak belirdi 2019 seçimlerinde… Bu hareketin gücünü değişim isteyen gençlerle azınlıkların birleşmesinden alması adalet ve demokrasi yolunu genişletebilir. Sofya’daki değişikler belirleyicidir. Sofya değişmeden, yenilenmeden, yolunu bulmadan Bulgaristan buzu çözülemez. Azınlıklara inebilmesi için Demokratik Bulgaristan güçlerinin öncelikle ırkçılık, ırk ayrımı, ötekileştirme gibi Bulgaristan’da İslam, Müslüman ve Türk, Romen, Millet düşmanlı biçimlerinde aşırı milliyetçilik, ırkçı saldırganlık, yeni Nazicilik ve faşizan güçlerin aktifleşmesine karşı görüş beyan etmesi gerekir. İnsan haklarının, özgür vatandaş toplumunun, adaletin desteklenmesi, adalet reformu yapılmasıyla ancak anti-faşist kitlenin kenetlenmesiyle gerçekleşebilir. Bulgaristan’da politik yapının totaliter komünist özü sökülememiştir. Çünkü 1989’un 10 Kasım günü Bulgaristan’da gerçekleşen ancak bir BKP içi darbedir ve adalet yolu ve demokratikleşmemizin yolu sahte “devrimle” kesilmiştir. Totalitarizm maskelenmiş ve korunmuştur. 10 Kasım 1989’da Andrey Lukanov’un komünist hükümeti düşmedi. Bu, ancak bir yıl sonra oldu ve insanlar yalanla aldatıldılar. Hak ve Özgürlük Hareketi de yalan fabrikasına dönüştü. 30 yıldan beri partiye aşılanan yönetim Türklerden kopuyor. Rahat uyusun diye halka “Bin Bir Gece Masalları” okundu. Bulgar dönüşümü Türkleri ve Pomakları, Müslüman Milleti dönüşüm alayına almak istemedi. Toplumun parçalanmış durumu korundu. Totalitarizmin cesedi kaldırılmadı. Demokratik Bulgaristan’a ayrı bir yazıda ele almamın nedeni, köklü bir adalet reformuyla davaya devam etme umudunun yeniden doğmuş olmasıdır. Bu adalet reformuyla Bulgaristan’da çok partili, çok milletli, çok dilli, çok dinli özgür bir toplum ve devlet yapısı yasallaşmalıdır. Bunu yapmak istemeyenler asla desteklenmemelidir. Demokrasi sözü, toplum demokratikleşmedikçe boştur. 10 Kasım 1989’da Bulgaristan’da demokratik devrim yapılamadı. Toplumun yerde kalıp 30 sene sürünmesinin nedeni budur. Bulgaristan’daki değişikler Bulgar toplumunun içinden kaynamamıştı. Dönüşümün olma-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

masının temel nedenlerinden birisidir bu. O zaman, azınlıklara terör uygulanıyor, Bulgar komünist milliyetçiliği yemleniyordu. Bulgar toplumu demokrasiye gebe değildi. Demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere, adalet isteyen Türklere bu nedenle düşman olarak baktılar, ne yazık ki bakmaya devam ediyorlar… En büyük tehliken sağ güçlerin ya da aşırı solcıların faşistlerle birleşmesinde gizlidir. Bu tehlike her an nefes alıyor. Demokratik Bulgaristan şimdilim yazımın ancak adıdır. Bulgaristan yerinde sayıyor. Yerinde saymak ise geri kalmak, fakirleşmek, cahil kalmak ve köleleşmektir. Yerel seçimlere ışık tutmaya çalıştım. Genel seçimler 16 ay sonra. Demokrasi yolu halen seçimden seçime uzuyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim..


Makale ve Analizler - 2019

61

Dünya Türk Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı, Girne’de yapıldı. Açılışı TÜRK-BİR BAŞKANI GÜVEN ARIKLI YAPTI Türk Birliği Dayanışma Derneği Başkanı Güven Arıklı, bu bayrağı her ülkede, her tür engellemelere rağmen dalgalandırarak, “inandıkları davayı” anlatmaya çalıştıklarını. Bu organizasyonun amacı da, 13 ülkeden gelen 70 civarında sivil toplum örgütü temsilcisi ile kendi coğrafyalarında yaşadıkları sorunlarını görüşmek olduğunu ve İnanıyorum ki gittikleri ülkelerde gördüklerini anlatacaklar ve davamızın birer neferi olacaklardır.” dedi. Cratos Otelde düzenlenen toplantının açılışına Başbakan Ersin Tatar, Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri, bazı bakanlar ve bazı siyasi parti başkanları da katıldı. Türk Birliği Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen toplantıya, 13 ülkeden 15 genç sivil toplum örgütten temsilciler katıldı. KKTC BAŞBAKANI ERSİN TATAR’A “TÜRK DÜNYASINDA BİR BULGARİSTAN TÜRKÜ RAFET ULUTÜRK 50 YILLIK MÜCADELE” kitabımı taktim ettim. Başbakan Ersin Tatar, gelinen aşamada, Doğu Akdenizdeki doğal gaz ve hidrokarbon alanında verilen mücadele içerisinde, KKTC devletinin çok daha fazla değer kazandığını, dolayısıyla KKTC’yi güçlendirmek gerekir. “Birlik olursak bundan hepimizin faydası olacaktır” diyen Tatar, Barış Pınarı Harekâtında da Türkiye’nin gösterdiği başarının Türkiye devletinin gücünü bir kez daha gösterdiğini, Türk soylarının Türkiye’nin ekseninde birlik ve beraberlik içerisinde mücadele vermesi gerektiğini ifade etti. Gönül birliği, tarih birliği, gelecek birliği duygularını paylaşabilmenin ve hissedebilmenin en büyük onur olduğunu kaydeden Tatar, “Birlik beraberlik ve gelecekte daha büyük başarılar elde edebileceğimizi düşünebilmek en büyük erdemdir” dedi.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

63

Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’ye “TÜRK DÜNYASINDA BİR BULGARİSTAN TÜRKÜ 50 YILLIK MÜCADELE” kitabımı taktim ettim. Ali Murat BAŞÇERİ Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri, Türkün yaşadığı her yerdeki sorunları dert edip toplantıyı düzenlemenin önemli vurguladı. Çok önemli bir dönemden geçildiğini, Türk milletinin dönüm noktalarından en önemlisinin İstiklal Harbinin yaşandığı dönem olduğunu kaydeden Başçeri, aynı şekilde Türk milleti ve adada yaşayan Türk Halkı için planlar yapıldığını ancak Kıbrıs Türk halkının bu planlara direndiğini, Türkiye Cumhuriyetinin de 1974’te bu planları yırtıp attığını kaydetti. Aynı şekilde bugün de Suriye’de, Türkiye’nin yanı başında bir terör devleti yaratılmak istendiğini, bugün de buna karşı mücadele verildiğini kaydeden Başçeri, “Bizim dışımızda yapılmış planların kendi coğrafyamızda yaşayabilme şansı yoktur” dedi. Tarihsel dönemlerin unutulmaması gerektiğini kaydeden Başçeri, “Geçmişte emperyalist planın çöpe atıldığı, yeni bir emperyal planın da çöpe atılmakta olduğu bir yerde bu toplantıyı yapıyorsunuz” dedi. Erhan ARIKLI – Yeni Doğuş Partisi Genel Başkanı Yeniden Doğuş Partisi Başkanı Erhan Arıklı, sivil toplum kuruluşlarının demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olduğunu ancak bazı kuruluşların emperyalist güçlerin hizmetinde de kullanılabildiğini kaydetti. Arıklı, “Kıbrıs’ın kuzeyinde bin 800 civarında dernek bulunduğunu, 100 tanesinin faal olduğunu, bunun 20 tanesinin milli düşünceye sahip dernek olduğunu, 90’ının KKTC aleyhinde faaliyet yapan, Rumlarla istişare içerisinde olan, ABD elçiliği, AB ile organizasyonlar yapan örgütler olduğunu” söyledi. Arıklı, “Bu zararlı faaliyetleri takip etmesi gereken devlettir. Eğer devletsek bunların mutlaka önlemini almamız gerekiyor. Ancak maalesef demokrasi kisvesi altında KKTC’yi içeriden çökertecek örgütlere dur diyecek herhangi bir hükümet görmedim” dedi.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

RAFET ULUTÜRK – BULTÜRK GENEL BAŞKANININ KONUŞMASI KKTC – Girne BULGARİSTAN: DÜNÜ VE BUGÜNÜ KONULU KONUŞMAM Sayın Başbakanım, değerli Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi siyasi parti başkanları. Sevgili gençler ve bu olağanüstü değerli uluslararası Türk Dünyası Gençlik Kurultayı delegeleri, Değerli STK yöneticileri ve ev sahibi Güven AKIN Başkanım ve Sivil Kültür kurumları, hepinize Bulgaristan’dan ve Bulgaristan Türk gençlerinden kucak dolusu selam ve sevgiler getirdim. Bu uluslararası gençlik forumunu örgütleyen ve bizleri de bu toplantıya davet eden Türk-Bir Derneği Başkanımıza, Gökçe YÜKSELEN kardeşime ve emeği geçen ekibine teşekkür ederim. Giriş. 1994 yılından bugüne 40’ın üzerinde uluslararası kurultaylara sempozyumlara, panellere ve çalıştaylara katılıp, Bulgaristan Türklerini anlatmaya çalışıyorum. Bu toplantılarda bildiriler ve öneriler sunduk. Bunlarla yetinmeyip aynı zamanda televizyon programlarına katıldık, radyo programlarında söyleşilerde bulunduk ve gazetelerde röportajlar verdik. Bu gün de burada “Dünya Türk Sivil Toplum Kuruluşları Toplantısı” ile Sizlerin arasında Bulgaristan Türklerinin sesini duyurmak ve Bulgaristan Türklerinin sesini dünyaya yayabilmek için buradayım. Allah utandırmasın! Allah hepimize yar ve yardımcımız olsun… Kıymetli Gençler, Türk dünyası sivil toplum kuruluşları dünyanın her köşesinden gelen STK yöneticileri buraya toplanmış, böyle bir – gençlik enerjisi dolu – Lefkoşa Ateşi yakmaya gelen hepinizi bu Türk Dünyası toplantısına katılma azminizi kalpten kutluyorum. Bizlerin 1984-1989 zulmüyle, Bulgaristan’ da Türk isimlerimiz zorla değiştirilirken, dilimiz, dinimiz, geleneklerimiz, edebiyatımız, kültürümüz tamamen yok edilmeye çalıştırılırken, “siz İslamlaştırılmış Bulgarsınız” yalanıyla Türk kimliğimiz tarihten silinip külümüz savrulmaya çalışılırken, zifiri karanlık günlerde, Bulgaristan Türk kimliği uğruna verdiğimiz sokak kavgalarında, öz kimliğimizi önce tüm Türk dünyasına anlatma, tanıtarak duyurma azmi doğdu içimde ve ben 30 yıldan beri bu yolun yolcusuyum. Türk kimliği insanoğlunun yarattığı en yüce edep, en büyük değer, kıvanç ve onur kaynağıdır. Özümüzü yansıtan bu sentezin en parlak ifadesini büyük önder Atatürk’ün NE MUTLUM TÜRKKÜM DİYENE! Sözlerinde


Makale ve Analizler - 2019

65

ve Türk devletleri birlik ve beraberliği için çırpınan büyük lider Türkiye’nin Başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’IN ve MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’nin hepimize Dünya Türklerine yön gösteren liderliklerinde görüyoruz. Türklük aynı soydan gelen, kendi erdemleriyle sürekli yeniden üreyip güç tazeleyen, yararlı olan her şeye hoşgörüyle yanaşan, maddi ve manevi dünyasını geliştirip yetkinleştirirken, kültür ve medeniyetler, devlet ve imparatorluklar oluşturmuş, bu davaya inanmış ve yılmaz bir insan topluluğudur. Birçok kavimden farklı olarak, Türklük, millet olgusunda bütünleşen, farklılıkların birleşmesinden güç alan, devlet ve imparatorluklar kurup yöneten, yayılıp büzülen, toparlanıp yeniden atılıma geçen özellikleriyle üstün ve ünlüdür. Biz Türkler, dünyaya kadim Elen kültüründen, Bizans hukukundan, Hıristiyanlıktan faklı ve üstün üretim tarzı, yaşam tarzı, ahlak ve dünya görüşü, inanç getiren ve yayan bir milletiz. İslam’ı dünyaya taşıyanlarız! Son yüzyılın ikinci yarısında ve 21. Yüzyılda Avrupa Birliği’ne üyelik ve bütünleşme süreçleri yaşarken tökezleme, duraklama yaşıyoruz. Neden mi? Olay, Avrupa’yı kuran Gotlarla Asya’dan gelen Türk kimliği arasındaki uyumlaşmaz ve uzlaşmaz çelişkilerin yansımasıdır. Onlar tarih boyu başka milletleri eritip içlerine akıtarak kan tazelemişler, bunu yapamadıkları yerde halkları (örneğin Yahudileri, Romenleri ve başka birçoklarını) toplama kamplarında yakarak imha etmişler, toplu halde yok etmişler ya da iç arınmayı giyotin baltasıyla tamamlamışlardır. Başarılı diyalog kurup anlaşma, barış, güvenlik ve huzur tesis etmekte aciz olduklarından, Eski Kıtayı Yedi Yıl, Otuz Yıl ve Yüz Yıl Savaşları yaşatmış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ateşinde yakmışlardır. Biz Türklerse tarih boyu HOŞGÖRÜ silahımızı kullanarak tüm mazlumları himayemiz altına toplayıp onların yarattıklar değerlerden birlikte yararlanarak, hiç kimsenin kimlik öz ve biçimine müdahale etmeden, bireydeki bütün ve bütündeki birey felsefesine dayanarak, insan kardeşliği, dostluğu ve üstünlüğü dünya görüşünü yarattık. Batıda yetişen en büyük düşünür olan Fransoa M. Volter, Türklerle Avrupalı Hıristiyanları karşılaştırırken “barbar olmadıklarını bilmek yeterlidir” demiştir, bizim için. Türklerle Romalılar arasındaki büyük farkı ise, “TÜRKLER, MÜSLÜMANLAR VE ÖTEKİLER” kitabında şöyle açmıştır:


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Roma yendiği bütün milletleri asimile etti, onlarla kaynaştı. Türkler ise yendikleri milletlerden daima ayrı kaldılar, birlikte yaşadılar, ama onların kimliklerine dokunmadılar. Volter’in bu tespiti, Rumlar, Bulgarlar, Macarlar, Araplar ve diğerleri için geçerlidir. Büyük düşünürün vurgu yaptığı başka bir özellik de şudur: “Türkler seçici bir millettir. 10. Ve 11. Yüzyıllarda Arapları yenmelerine rağmen, onların din, dil ve adetlerini benimsememişlerdir.” Çok önemli bir gerçektir. Size, ben, “İslamlaştırılmış ve yok olmuş oldukları dünyaya duyurulmaya çalışılan bir topluluktan – Bulgaristan Türk topluluğundan – geldiğimiz söyledim.” Oysa 5 bin yıllık Türk tarihinde “kötü tohum” olduğu için yok edilen hiçbir halk topluluğu, soy ve millet yoktur.” Türkler ile Batı insanı arasındaki farklardan birisi de şudur. Türkler bilgili, yetenekli, yaşlı ve vasıflı kişiye saygı duyar. Yoksul tabakadan yetişmiş olmak Türk toplumunda utanılacak bir durum olarak görülmez. Bu sözler başka milletlerden olanlar için de söylenebilir. Hersekli Ahmet paşa, Pargalı İbrahim Paşa – Yunan, Sokullu Mehmet Paşa )Bosnalı) ve başkaları olmak üzere 228 Baş Vezir seçilirken milletine bakılmamış, hünerleri ve bilgeliği öne çıkarılmıştır. Bu gelenek T.C.’de de sürmüştür. Örneğin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar Bulgaristan-Plevne, Başbakan Tansu Çiller Bulgaristan Sevlievo kökenlidir. Türk toplumu asilzadelik yaşamamıştır. Bu gerçek, Türk kimliğinin çok önemli bir özelliğidir. İnsanlar arasında farkı yaratanın akıl ve hüner olduğunu hiçe sayan ve ön plana ırkı çeken, geçen yüzyılın kâbusu Adolf Hitler, “zayıfa acımak doğaya ihanettir” ya da KAVGAM adlı kılavuz eserinde, yarattığı toplum teorisi daha ilk dallarını uzatırken şunları yazar ve altını çizer: “Birkaç yıl içinde aklın önderlerinin kökünü kazımalıyız. Milletin manevi rehberleri olan kişileri yok etmeliyiz. Öldüremediklerimizi esaret altına almalıyız.” Bir zihniyetin oluşması için yüzyıl (üç kuşak), yok olması için de 100 yıl, yani yine üç kuşak gereklidir. Ve belki de biz bugün, bu 200 yılın tam ortasındayız. Avrupa’ya (ırkçılık) faşizm gelmiş, kıta halklarına bulaşmış ama geri çekilmemiş, halkların hürriyet özlemini ezmeye devam ediyor. Bu nedenle de, bu yorumuma, Türkiye, Türklük ve Avrupa Birliği yüzleştirmesiyle girdim. Ve Roma zamanından beri başka kimliklerle beslenen Batı Avrupa….. ile dünyaya ancak kültür ve medeniyet taşıyan Türk kimliğinin şu dönem iki paralel (koşut) yolda yürümesinden başka seçenek olmadığına işaret ederek, konuşmamın


Makale ve Analizler - 2019

67

GİRİŞ bölümünü noktalıyorum. Özetle Türklerin hükmettiği devir ve topraklarda yok olmuş soy, boy ve kimlik yoktur, demek istiyorum. Bölüm I. Bulgar Kimliği, Bulgar ırkçılığı, Bulgar tarihinde kırılmalar ve yok olmaya yelken açan kadere karşı koyma yolu arayışları gibi öykülerle anlatılabilir bir uzak ve yakın Bulgar tarihi. Bu tarihin kapısını açınca içinde birçok etnik halk toplukları buluruz. Bulgarlar onlardan yalnızca birisidir. Her ağacın kökleri olduğu gibi, etnik toplulukların her birinin de tarih içinde kökleri vardır. Tarihi güçlüler yazar demişler. Sahte mi yazar, doğru mu yazar orası pek bilinmez. Çünkü tarih beşer (yaşayan) değildir. Zamanı dolmuş ve maziye karışmış olandır. Doğruya götüren yol birdir. Maddi kalıtlar laboratuarlarda karşılaştırılıp analizlerin sonuçlarından senteze varılınca, objektif (nesnel) olan savunulur yani tarihe geçer. Şu bizim konferansımız gibi bir forumda, bir arkeolog ile bir tarihçi aynı anda el kaldırıp söz istese, kuşkusuz söz insanlık tarihi ve tarih öncesi hakkında bilgi toplamak için eski uygarlıkların geride bıraktığı mimari yapı, eşya, kemik vb kalıntıları yer altında arayan uzmana, yani arkeologa verilir. Çünkü bulgular ilk kanıttır. Şu an Bulgaristan’da 1 200 yüksek tarih diploması olan Tarihçi, aralarında tarih doktoru, doçent, profesör, akademisyen ve ciltlerce eser müellifi var. Arkeologlar ordusuna, gömü arayanları da katarsak, nüfusun yarısının bu işle uğraştığı ortaya çıkar. Köklerinin altında altın dolu kazan arayanlar nice çınar ve cevizi kuruttu. Rüyalarında altın dolu küp görenler çeşmeler yıktı, kuyu duvarları söktü. Ortaya yalnız bir doğru çıktı. 2019 tarihiyle Bulgar tarihi, civcive yatan tavuk altına henüz konan bir yumurtadır, içinden tavuk mu, horoz mu, yoksa ördek yavrusu mu çıkar bilinmez. Olay şöyle: Bulgar etniğinde çok ciddi bir nüfus azalması problemi var. 2040 yılına kadar ülkedeki Bulgar nüfus azınlık duruma düşerken, asrın sonlarına doğru başkent Sofya, Plovdiv (Filibe),Varna, Burgaz ve Stara Zagora (Eski Zara) gibi büyükçe şehirler dışında ülkenin Bulgarsız kalma tehlikesi var. Demek oluyor ki, nüfus çoğunluğu günümüzde hala etnik azınlık durumunda olan Türklerin, Pomakların, Çingenelerin, Tatarların yani Müslüman kimlikli azınlık gruplarının himayesine geçebilir.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar “üst zekâsı” bu durumdan olağanüstü endişeli olmalı ki, Bulgar tarihine yeni yeni bakış açılarıyla çözüm arıyor. Benim Güney Bulgaristan’ın Kırca Ali şehrinde liseye gittiğim 1980’li yıllarda tarih kitaplarında, Bulgar boyunun Tuna boylarına Han Asparuh’la indiği 681 yılında Tuna nehrinin Güneyinde ele geçirilen topraklarda Bulgar devleti ilan edildiğini yazıyordu. 50 000 kişiydiler. Hepsi Türkî-Altay kökenli Proto-Bulgardı. Konuştukları dil günümüzde Çuvaşlar arasında en iyi korunabilmiştir. O devirde, devletin, bir toprak parçasının, belirli bir hükümdarın emrinde olduğu anlamına geldiğini, hükümdarın mülkü olduğunu sonrada öğrendim. Tabii Han Asparuh Tuna boylarına babası Hak Kubrat’ın devleti olan ve Dnepır ile Dnestır nehirleri arasına yayılan ve 555 sene ömrü olan Büyük Bulgar Devletinden gelmişti. Kardeşlerinden ayrıldığı yıl, babası Han Kubrat’ın 665’de ölümünden 3 yıl sonraya, 668’e rastlar ki Bulgar başkentinin güneye taşındığı yıldır. Oxford ve Cembridg Üniversitelerinden çıkan “Avrupa Tarihi” eserlerinde Bulgarların devlet kurma süreci Yeni Çağın 165 yıllarına kadar gerilere uzanır. Kembriç (Cembridj) Üniversitesinde ders okuyan tarihçilerden Bulgar Pavel Serafimov ise, Bulgarların hiçbir yerden gelmediklerini, tarih boyu Rumeli’de yaşayan Traklar’ın devamı olduğunu anlatır. Gümüşü biz işledik, demiri biz dövdük, altını biz bulduk deyip, dünya kültür ve medeniyetler beşiğinin, Yeni Çağdan binlerce yıl önce Traklar yani Bulgarlar tarafından atıldığını yazar. Günümüz Bulgaristan topraklarında bulunan Pazarcık (Tatar Pazarcık) ili Panagürişte şehrinde, Plovdiv’in “Doğan” köyünde ve başka yerlerde bulunan ve özellikle de Varna Müzesinde sergilenen altın eserler o çağları anlatır. Öyle olsa da, Roma Tarihinde en büyük köle ayaklanmasını yapanlar onlardır. Homeros’un “İlya”dasında atları geçer. “Elen” dili etkisi altında ana dillerini yitirmişlerdir ve kendilerini anlatan yazılı belge de bırakmadıklarından kim olduklarını anlatmak zordur. İnsanoğlu “Altay”da, Afrika’da, Normandiya ve Patagonya’da 2 ayaküstüne kalkmışsa, onlar nereden gelmiştir? Yani Bulgarların öz kökü yok mudur? Yine Karpat Dağları, Karadeniz ve Ege Denizi arasında Traklar’la beraber yaşayan Gotlar ve Keltler ise, yine aynı profesöre göre, Orta Asya steplerine uzayıp Türkleşmişler ve daha sonra yine geri dönmüşlerdir, tabii bu yolda da mukayese edilebilecek 2 ayak izi yoktur..


Makale ve Analizler - 2019

69

Hıristiyanlığı kabul eden Bulgar tarihinde altı kalın çizilen bir edinim vardır. Kiril ve Metodiy Kardeşlerinden yani Bizans’tan gelen “Kiril Alfabesi”nin benimsemişlerdir. Bulgarların okuryazar’dır. Kiril Alfabesi Avrupa Birliği tarafından tanınıp kabul edilmiş bir yazındır. Öyle de olsa Bulgar kimliğini belirleyen Hıristiyanlık ve Kiril Alfabesi gibi ana çizgileri hep başkalarından almışlardır. Türk Dünyasında Kiril Alfabesinden planlı bir şekilde kurtulup Latin Alfabesine geçiş süreci ilerliyor. Tarih bilimini Paris Sorbon Üniversitesinde benimseyen ve Türkiye’de basılan “ATİLLANIN VARİSİYİZ” kitabında “Bulgarlar ve Türkler aynı soydanız” tezini savundu. Han Asparuh’un Büyük Atila’nın 9. Kuşan torunu olduğunu, babası Han Kubrat’ın ise, Konstantinopol’de yani İstanbul’da özel eğitim almış ve Bizans tarafından Bulgar devletini yönetmekle görevlendirilmiş bir hükümdar olduğunu, Ukrayna’da bulunan Büyük Hakan Kabrinden çıkan delillerle kanıtladı. Ne var ki, Bulgar tarihiyle yakın ilgilenenler inişli çıkışlı, çok dalgalı, kâh güneşe gülerek akan, kâh yer altında kaybolan bir devletin tarihiyle yüzleşeceklerdir. Şunu hemen belirteyim, Bulgar kavminin kurduğu devletler, (şimdiye kadar 3 devlet kurmuştur), hiç biri uzun ömürlü olmamıştır. Bulgar Devlet tarihinde ilk kırılma Birinci Boris – Mihail’in 864 yılında Hıristiyanlığı kabul etmesiyle yaşanmıştır. Bu tarihsel olay çok kanlı olmuştur. Bulgarlar, Orta Asya’dan tek tanrılı (Tengri inancıyla) gelmişler ve din değiştirmeye karşı direnmişlerdir. Servet sahibi ve saygın sülalelerden 52’si yediden yetmişe kıyılmış ve aynı mezara defnedilmişlerdir. Efsaneleşen olaylara göre, başkaldıran İslav erkeklerin de başı kaydırılmış, kadınlarıyla İslav- proto-Bulgar kaynaşması yaşanmıştır. Birinci Bulgar devleti 1018 yılına kadar ayakta kalmış, 15 Han ve 6 Çar tarafından yönetmiş, imparatorluk olamamıştır. 1018’de bugünkü Sofya’nın batısında bulunan Köstendil ilinin “Velbıç” vadisinde Bulgar Çarı İkinci Simeon ile Bizans İmparatoru İkinci Vasiliy arasındaki bir meydan savaşı olmuştur. Bu savaşta Bulgarlar yenik, 15 bin er ve subay esir düşmüş, bin esirden biri tek gözlü bırakılmak şartıyla hepsinin iki gözü de kaynak demirle oyulmuş, “Hıristiyanlığa uymazsanız başına gelecek olan budur” ikazıyla Bulgar köylerine birer birer yerleştirilmişler ve Birinci Bulgar Devleti devri böylece kapanmıştır.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar maneviyatında İKİNCİ KIRILMA, Bulgar ordusunun kör edilmesidir. İkinci Bulgar devleti 167 yıllık bir aradan sonra 1185’te Asen ve Petır kardeşlerin yönettiği bir ayaklanma sonucu kurulmuş ve 1396’da Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılıncaya kadar ayakta kalmıştır. Döneme ilişkin çıkan dürüst araştırma eserlerinde, Bulgar tarihine ilişkin bazı gerçekleri büyük bir itinayla gizlediğine ilişkindir. Gizlenen ilk sır, proto-Bulgarların Türkî bir dil konuştuklarına ilişkindir. Tarihçilerin ağzını kilitli tutmasının nedeni, Birinci Bulgar devletinin Türkler tarafından kurulduğunu gerçeğidir. İkincisi ise, Asen yani HASAN ve kardeşinin Kuman Türkü olmasıdır. Bahsi geçen ayaklanma da, Kuman ve Kıpçakların Bizans’a karşı Edirne Ayaklanmasıdır. Bulgar tarihinde sır küpü olarak saklanan gerçeklerin arasında, tarihte Kuman, Kıpçak ve Peçeneklerin varlığıdır. Bu boylar da Türk dili konuşur. Kumanlar Bulgar tarihinde, Orta Asya’dan Hazar’a inen ve 555 sene ayakta kalan Büyük Bulgar Devletinden daha uzun süreli hükmedenlerdir. Bulgar tarihçilerden Petır Mutafçiev’in tezine göre, onlar Orta Asya steplerinden gelmiştir. Kumanların 1187 Edirne Ayaklanmasından sonra Bizans İmparatoru İkinci İsak ile bugünkü Loveç’te (Lovça) yerleşim yerinde barış anlaşması imzalanmış, böylece, İkinci Bulgar Devleti kurulmuş ve Tırnovo (bugünkü Veliko Tırnovo şehri başkent ilan edilmiştir. Kendi boyları içinde evlenen Bulgarlardan farklı olarak, Macar, Sırp, Yunan ve Bizans hükümdarlarıyla evlilik bağları kurmuşlardır. Kaloyan, Asen (Hasan) ve Petır, Terter ve Şişman hanedan boylarını yaratanlardır. Tırnovo başkent olarak önce Romence sonra da Türkçe konuşmuştur. Vurgulamak istediğim, Bulgarlar Kumanlar tarafından kurulan İkinci Bulgar devletini kendi tarihlerine nakışlamışlardır. Tarihte seçenekler bol tabii. Başka iddialara göre, Bulgarlar Farslı kanı taşır. Bu tezi savunan Bulgar tarih Profesörü Bojidar Dimitrov, Bulgar kavminin Hazar kıyılarına inmezden önce, 2 500 sene bugünkü İran topraklarında yaşadığını savundu. Bulgar milliyetçi tarihçilerine gerçekleri anlatırken vurgu yapılması gereken özelliklerden biri şudur: Türkçe konuşan Proto-Bulgarlar ve Kumanlar Hind-Avrupa boylarındandır, yani “beyaz ırk” tır. O zamanlar Kumanlar’a, Kıpçaklar’a ve Peçeneklere halk arasında “sarı saçlılar” deniyormuş. İradeli, savaşçı ve politik olarak esnek tavırlarıyla Bulgaristan Romanya, Sır-


Makale ve Analizler - 2019

71

bistan, Macaristan ve Kuzey Karadeniz boylarında egemenlik sürdürmeyi başarmışlar ve bugünkü Bulgar topraklarında İkinci bir Devleti ayaküstüne diken kavim onlardır. Ne var ki bu kaynaklara ancak Batı tarihçilerinin eserlerinde ulaşabiliyoruz. Tarihi çarpıtmada ustalaşan Bulgar tarihçi ve politikacılar, 20. Yüzyıl boyunca yalnız isim, din, yaşam tarzı, kültür ve medeniyet değiştirmekle uğraştılar, ama bu konuyu, şu kısa sunumun dördüncü Bölümüne bıraktım. Bölüm II.: Osmanlı Döneminde Bulgar Türk Beraberliği Haçlılarla 1361’de Edirne’de başa çıkan Merinç ve Tunca ırmaklarının birleştiği yeri Başkent ilan eden, 1389 Kosova’da, 1396 Niğbolu’da ve 1444’te Varna’da cenkleşen Osmanlı, Türkleri Balkanlardan ve Avrupa’dan kovma hayallerini söndürdü. Eski kıtayı baştanbaşa karamsarlık sardı. Türkler eski kıtaya yeni bir adalet, dinde, dilde ve kültürde eşitlik, yaşam tarzına saygı, insanoğluna saygı, yeni bir edep getirmiştir. Bu etki o kadar büyük olmuş ki, Kuran’ı Kerim Avrupa dillerine tercüme edilmiş, köhnemiş Avrupa’yı İslam parlaklıyla karşılaştıran Volter en büyük feylesof olmuş, İslam ve Hazreti Muhammed Destanlarını yazan Göte gelmiş geçmiş en büyük şair olmuş, Osmanlı tarihini 10 ciltte anlatan Hammer Orien Tarihine kaynak olmuş, Bin Bir Gece Masallarını Okuyan Avrupalılar hayal kurmaya başlamışlardır. Osmanlının idare sistemi hakkında “kölelikten despotluğa” pek çok karalama yazıları okuduk. Özünde Osmanlı gibi 44 millet değil, başlıca “beyazlar ve zencilerden” oluşan Birleşik Amerika devleti kurulurken, 300 bilim adamı dünya tarihinde örnek aramış ve sonunda OSMANLI DEVLET BİÇİMİNİ seçmişler ve onu da tam olarak uygulayamamışlar ki, günümüzde 56 eyaletten oluşan Amerika’da her eyaletin kendi Anayasası vardır. Yeri gelmişken bir anımsatma daha yapayım: 1865’te Amerika İç Savaşının sona ermesiyle siyah derililerin esaret zincirlerini koparan Başkan Linkoln, Dostu – insan hakları hukukçusu Tomas Jeferson’u çağırtır ve Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı kaleme almasını rica eder. Jeferson bu ödevi yerine getirebilmek için diplomat olarak Avrupa’ya gelir ve ömrünün 5 yılını Paris ve Londra kütüphanelerinde geçirir. Hazırladığı bir sayfalık bir İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ’DİR. Birinci cümlesi şudur:


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Amerika’da yaşayanların ancak bundan sonra doğacak evlatlarına vatandaşlık hakkı tanınacaktır.” Jefersen İç Savaşta Misisipi Nehrince kan döken zencilere neden eşit insan hakkı tanınamayacağını 700 sayfalık bir eser yazarak gerekçelendirmiştir. Osmanlı Bulgaristan’a ve Başkanlara İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ yazılmazdan 400 sene önce girmiş ve “İnsanı yaratandan ötürü saygım var, diliniz, dininiz eşittir, yaşam tarzınıza hürmetler.” Demiştir. Ben bu gün Bulgarların bu HİKMETLİ sözlerin anlamını ne kadar kavradıklarını söyleyemem, ama Fatih’in Bosna ve İstanbul Fermanları arşivdedir. Bu gerçeklere, Bulgar gözüyle bakmakta fayda var. Profesör Stoyan Dinkov bilimsel tarih stüdyolarında, Bulgarların Osmanlı egemenliğine geçtiklerinde dil, kültür ve kimliklerini tamamen yitirmişlerdi, der. Hoşgörü, yardımlaşma, iyi komşuluk ve hayırseverlik ortamına düşmeleri kurtuluşları olmuştur, diye anlatır. Osmanlı toplumsal ortamında öz kimliklerine dönüşleri ve milli uyanışları mayalanmıştır, diye ekler. Eserlerinde bir de Bulgarların Osmanlıya karışmadan kendi kimliklerine dönmelerinde Rus İmparatorluğunun direk kışkırtmalarına yer verir. Kısa bir süre önce Türk diline de çevrilen, 1762’de Rum “Aton” Manastırında kaleme alınan “İslav-Bulgar Tarihi” eserinin yazarı olan din adamı Payısiy Hilendarski’nin Rus Çarının bir ajanı olduğunu ilk yazan odur. Bu eser, 1862 yılında Bulgaristan’daki manastırlarda çoğaltıldı ve Bulgar rahiplerin katkılarıyla bütün ülkeye yayılması sağlandı. Başka bir Rus İmparatorluk ajanı olan Sofrani Vraçanski’nin girişimleriyle Manastırlara bağlı okullar açıldı, kitaplar dağıtıldı. 1811’den başlayarak Bulgarca ve Yunanca okuma yazma türünde, temel eğitim veren okullar hizmete girdi. Daha sonraki aşamalarda Neofit Rilski, Vasil Aprilov, Nikolay Palauzov, Neofit Bozveli, Dr. Petır Berov gibi aydınlar, sivil okullar açılışı ve eğitimin düzenlenmesinde önemli bir rol oynadılar. Bu aydınlar Rus eğitimliydi. Erkek çocuklar için çağdaş eğitimli ilk Bulgarca müfredatlı okul 1935’te, Rusya ile ticaret yapan Vasil Avrilov tarafından Gabrovo’da açıldı. 1940 yılında Plevne de kız çocukları için lise açıldı. Bulgarların, Rumların ve Fener Rum Patrikhanesinin kurtulmak için mücadelesi böyle başladı ve 1870’te Sultan Fermanıyla Doğu Ortodoks Kilisesinde dini bağımsızlıklarını elde ettiler.


Makale ve Analizler - 2019

73

Osmanlı çarşılarında yeşeren, tezgâhlarında dokunan Bulgar esnaf kimliği, fabrika işçiliğinden, uluslar arası ticarete kök uzanırken, Georgi ve Evlogi Georgievi gibi Rusya destekli işler yaparak Osmanlı sınırlarında çok zengin duruma yükselenler Sofya’da Üniversite kurdu ve bunlardan % 99’u Rus ajanıydı. Rusya kesenin ağzını açmış Osmanlıdan dini ve politik bağımsızlık isteyenlere kol kanat olmuştur. Rusya’daki asi-ajan yetiştiren okulların ve Osmanlı’daki misyoner okullarının Bulgar kıpırdanış ve uyanışındaki rolü olağanüstü büyüktür. 1863’te açılan İstanbul Robert Koleji’nde 5 yıl sonra öğrencilerin yarısından fazlası Bulgar’dır. 1870 yılına kadar Koleji 905 Bulgar bitirmiştir. Bu gençlerin % 62’si Üniversite eğitimi için batı Avrupa ana-kentlerine gitmiş, 436’sı Fransa, Belçika, İsviçre, Avusturya, Almanya, İngiltere, İtalya üniversitelerinde yükseköğrenim görmüş, 36’sı hukuk, 23’ü tıp, 16’sı askeri akademi bitirmiş, 11’i Bilim Doktoru olurken, 16’sı İstanbul Kolejine öğretmen olarak dönmüştür. Bu arada, Bulgar gençler için her yıl 500 burs veren Rus Çarı II. Aleksandır Bulgarların çocuklarının beynine Odesa, Kişinau, Kiev, Harkov okullarında Osmanlıya karşı direniş zehri akıtırken, Petersburg ve Moskova Üniversitelerini 220 Bulgar genç bitirmiş ve 1877’de Tuna’yı Rus Ordularıyla birlikte geçmiştir. 500 yıl süren bu beraberliğimizin bozulması için Rusya İmparatorluğu Osmanlı devletine 13 kez savaş açmıştır. 1856 Kırım Savaşından sonra Osmanlının işgal edilemeyeceği anlaşılınca, bütünlüğün simgesi olan Osmanlı mermerini etnik ve din damarlarından çatlatıp parçalama hedef alınmıştır. Bulgarlar bu oyuna alet edilmiştir. Din bağımsızlığı, etnik ayrılık ve politik egemenlik yolu kışkırtılmış ve Bulgarlar ORİENT bunalımının içine itilmişlerdir. Kısacası, Bulgarların Osmanlı’dan önce ve sonra yüzü gülmemiştir, demek istiyorum ama bu görüşte olan yalnız ben değilim. İstanbul’da yaşayan Bulgar ailelerden birinin oğlu olan Georgi P. Kostandov, Geçmişten günümüze Osmanlı bakiyesi olan Bulgarlar üzerine bir araştırma: 1800-200, “İstanbullu Bulgarlar” başlıklı çalışmasında, Osmanlıdaki Bulgarlar hakkında şöyle yazar: “Osmanlıda Bulgarlar ayrı bir millet sayılmazdı, onlar yalnız ayrı bir “dini cem attı.” Bu eser Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığının “Altın Dal Madalyası” ile onurlandırılmıştır. Rusya tarafından kışkırtılan ve Batı’dan desteklenen 1876 Nisan Ayaklanmasına katılanları, yerli haydutları ve politik bağımsızlık isteyen komitacıları mercek altına alan, Bulgar


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bilimler ve Sanat Akademisi Başkanı Akademisyen Grigor Velev, Rus arşivlerine girmiş. 2019’da çıkan 2. Ciltli “Yabancılara Boyu Eğme Sevdası ve Bulgar Milli Çıkarları” araştırma eserinin I. Cildinde şunları yazdı. “Vasil Levski dışında komitacıların hepsi Rus ajanıydı ve konsolosluklar üzerinden Rus Çarından maaş alıyordu” 1836’da başlatılan reform devrinde, Osmanlı Bulgaristan’ı “batılaşma” modeli ve pilot beylerbeyliği seçti. Eğitim, tarım, kara ve demiryolu ulaşımında şok önemli başarılar elde edildi. Çocuklar divitle yazmaya, toprak pullukla sürülmeye başlandı. O zaman açılan Rusçuk – Varna demiryolu hala çalışıyor. Bu örneklerle anlatmak istediğim şudur: 1879’da ilan edilen Bulgar Prensliği’nin 2 başbakanı, 20 bakanı, 18 diplomatı, müfettiş, okul müdürleri ve öğretmenleri, doktorları ve mühendisleri Osmanlı bağrında yetişmiş, Bulgarların “yoktan uyanışa” güç bulması Osmanlıda mayalanmış ve hem Osmanlı devletinden hem de T.C.’de daraldığı zaman arda bulmuş, destek almıştır. Osmanlıda, Bulgar olduğu için ipe çekilen Bulgar yoktur. Bölüm III. Üçüncü Bulgar Devleti Osmanlı devletine 650 bin nüfusla katılan Bulgarlar 1877-78 RusyaOsmanlı savaşından sonra toplanan Berlin Konferansı’nda bir prenslik olarak Avrupa devletlerine katılırken 2 milyondan fazla nüfusu vardı. Bularlar 3 misli çoğaldığına göre, Osmanlı devri kötü geçmemiş demektir. Çünkü “köle” ve “esir” halkların böyle 500 yıl boyunduruk altında habere çoğaldığına, ev bark, mal mülk sahibi olduğuna, çocuklarını İstanbul’da, Avrupa Üniversitelerinde okuttuğuna, 1300 okulun kapısında çalan zilin afacanları her sabah derse topladığına, kilise çanlarından şikâyet olmayan, kendi kabristanlıkları olan bir rahat hayat sürdürdüklerine dünyanın başka bir yerinde ve tarihsel derinliğinde örnek gösterebilmek çok zordur, hatta imkansızdır. Üçüncü Bulgar devleti Rusya ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa büyüklerinin isteğiyle bir parlamenter monarşi olarak 1979’da Tırnova Kaymakam Konağında, Rus İmparatoru ordularının işgali ortamında toplanan Bulgar Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edildi. O tarihte ülke nüfusunun yarısı Müslüman olsa da, 10 bin kişiyi temsilen seçilen 1 milletvekili esasına göre mecliste yalnızca 9 Türk vekil vardı. Seçilen Türklerden diğerleri Bulgarca bilmedikleri için yasama organına alınmamıştı. Kabul edi-


Makale ve Analizler - 2019

75

len Birinci Anayasa Rus İşgal Güçleri Komutanının baskısıyla 6 il müftüsüne imzalatıldı. Bu anayasayı kim mi hazırladı? Robert Kolej’de, Almanya Haydelberg Hukuk Fakültesi’nde, Paris’te ve Petersburg’ta eğitim almış Bulgar hukukçular tarafından, Berlin Konferansı kararlarına uygun derlenen Anayasa’da Büyük devletlerin atayacağı bir Prens yönetiminde tek dilli, tek etnikli, tek kültürlü bir Bulgar monarşi devletinin kuruluşu yasallaştı. Bu temel yasa, Bulgaristan Müslümanlarına da ibadet ve dini örgütlenme hakkı tanımış, özel okullarda Türkçe eğitime ve Müslümanların geleneklerine uygun yaşamasına mani olacak maddeler getirmemişti. Anayasa tartışmalarında Bulgar toplumu liberaller ve tutucular (konservatörler) olmakla ikiye ayrılmış, Batıcı ve Rusçu (Rusofob ve Rusofil) kanatlar sivrilmiş ve daha sonra bu parçalanma sosyal demokratlar, dar ve geniş sosyalistler, komünist ve çiftçiler, Makedon asileri, Kominternciler ve monarşi- faşist, anti-faşist gruplaşmalar şeklinde parçalanıp birleşmişler ve birbirine kıymışlardır. Bulgar parlamenter monarşisinde, bağımsızlık, özgürlük ve egemenlik gibi kavramlar hiçbir dönemde derin tartışma konusu olmamıştır. Bugün, “93 harbi” dediğimiz büyük savaşın Geçici Barış Protokolü, 3 Mart 1878’de San Stefano’da (İstanbul-Yeşil Köy) imzalanırken Bulgar temsilci davet edilmemiştir. 3 ay sonra toplanan Berlin Konferansına da Bulgar temsilci yoktur. Bugün Bulgaristan Cumhuriyeti halkı 3 Mart’ı Milli Bayram olarak kutlasa da, gözle görülen 140 yıldır devam eden bir Rus baskısı sonucudur. Ne var ki, zaman içinde Rusya İmparatoru II. Aleksandır’ın bu kanlı saldırı savaşı Bulgar halkını Osmanlı’dan kurtarmak için değil, sıcak denizlere inmek için yaptığını öğrenmeyen kalmadı. Bulgar halkının aldatıldığı bilinci oluştu. Bulgar Prensliğine savaş tazminatı olarak, 82,5 ton altın borcu yüklendi. Savaşa katılan Rus askerleri, Bulgarları kurtarmaya değil, kendilerini toprak köleliğinden kurtarmaya gelmişlerdi. II. Aleksandır, savaştan dönen toprak kölesi askerlere “özgür insan” statüsü tanıyordu ama onlara tanımadı, hepsi Rusya keşmekeşi içinde telef olup gittiler. Tuna’yı geçip Bulgar evlerini, köylerde kilise ve okulları, şehirleri görünce dudak ısıran Rus toprak kölesi askerler, cennete düştüğünü sanıp yağmaya başlar ve aç köpek misali Türk’e Bulgar’a saldırır. Asker kılıklı toprak


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kölesi köylü gençler daha önce kendi toprağını işleyen, taşınır ve taşınmaz mal mülk sahibi, okuryazar, meslek sahibi, seçtikleri ortamda aile kurabilen, elinde cebinde para dolaşan köylü görmediklerinden şaşa kalmışlardır. Bu gerçeğe Rus klasik Dostoevski bile “Anılarım” eserinde işlemiştir. Osmanlının bağrında “bağımsızlık” hayal etmeye başlayan Bulgarlar daha il anda kendi aralarında üçe bölünmüştür. Bir kanat sözde “kurtarıcı” Rusya’ya bağlı devlet kurmayı düşlerken, İkinci kanat milli bağımsızlık komitelerinde örgütlenenler dış güçlerden bağımsız ve egemen bir devlet kurmak için çalışır. Üçüncü grup da, yüzü Batıya dönük bir Bulgar devletinden dem vurur. İşte böyle bir ortamda, başkenti Sofya olan, Koca Balkan ile Tuna nehri arasına sıkışmış, yüz ölçümü bugünkü Bulgaristan’dan % 50 daha küçük olan bir Prensliği yönetmenin zorluklarını aşamazlar. İlk Prens Aleksandır Batenberg tahtan inip gider. 1985’te Başbakan Aleksandır Stanbolov İstanbul’a yollanır. Sultan Abdül Hamid’in elini öper ve “Osmanlıya dönmek istediklerini bildirir.” Haşmetli kabul etmez tabii. İşte o zaman, Rusların kişiliğinde “kurtarıcı” bekleyenler, esarete düştüklerini idrak ederler. II. Aleksandır, Bulgar dilini yasaklamak ve Rusçayı dayatmak niyetindedir. Tuna kıyısında bir ‘ Tuna Boyu Rus Eyaleti” kurma hayalini gizlemez. Bularlar bir halk ve devlet olarak yeni bir kırılma yaşar. Savaş ve ardından derinleşen bunalım Türkleri de sarsar ve 1 milyon kişi Osmanlı’ya göç eder. Abdül Hamid’den yüz bulamayan Başbakan Aleksandır Stanbolov Avrupa asilzadelerinden Ferdinand Saks-Kobur-Gotski’yi Bulgar tahtına Prens olarak oturmaya ikna eder. Kansleri Bismark, Ferdinan’da ömür boyu maaş bağlar ve cebine 2 milyon Mark sıkıştırarak “git yap şu işi” der. 1909’da Ferdinand Bulgaristan’ı Çarlık ilan eder ve savaş hazırlıklarına başlar. Osmanlının “hasta adam” olduğunu işittikçe iştahı artar. Balkan Birliği kurup 1912’de saldırıya geçer. Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz gibi şehirleri ele geçirir de Çatalca’da toslar. İkinci Balkan Savaşında tamamen yenilir. Bu arada, Çar, hükümet, Kilise ve Ordu el ele verip Batı Rodoplar’da yaşayan Müslüman Pomaklara saldırır. İsimlerini, kıyafetlerini değiştirir, 250 bin kişiyi vaftiz eder, camilerin minarelerini yıkıp kilise yapar, zorla kimlik değiştirmeye direnenleri Ege bölgesine göçe zorlar. O yıl Sofya Büyükelçiliğinde askeri ateşe olan Yüzbaşı Mustafa Kemal’in esnek diplomatik girişimleri sonucu, Pomakların hakları iade edilir. Çar’ın Ordusu İkinci Balkan Savaşının ardından soyun-


Makale ve Analizler - 2019

77

duğu Birinci Dünya Savaşında, Alman müttefiki olarak çok ağır bir yenilgi alır. Mağlup devletlerin arasındadır. Savacı Cumhuriyet istekleriyle Asker Ayaklanması izler. 1919’da Noy Antlaşmasını imzalayan Bulgar Çarlığı büyük bir yıkımın ve ruhsal kırılmanın çaresizliği içindendir. Prensliğe savaş kaçakları ve göçler doluşur. Ferdinand dayanamaz, tacı oğlu III. Boris’e giydirir ve bir daha dönmemek üzere Almanya’ya döner. Bu savaşta Bulgaristan Türkleri de 6 956 askeri şehit verir. Üçüncü Bulgar devletinde Prensliğin ömrü 30 yıl, Çarlığın ömrü de 37 yıl sürer. Bu kısa dönemde 3 ayaklanma, 2 askeri darbe ve 1934’ten 1944’e kadar 10 yıl arasız iç savaş yaşanır. Türkler iç boğuşmada tarafsız kalır, Türkiye’ye göç savaş yıllarında dahi arasız devam eder. İkinci Dünya Savaşında Üçlü Mihver’e katılan Bulgar Çarlığı Nazi güçleriyle birlikte Makedonya ve Ege bölgesini işgal eder. Bu topraklarda yaşayan 20 bin Yahudi ve Romen’i Polonya’daki “Treblika” Ölüm kampına gönderir, geri ancak 4 kişi döner. Bulgaristan Yahudileri de evlerinden toplanır. Kamplarda tutulur. Hitler’in şiddetli ısrarına rağmen, Doğu Cephesine ordu göndermeyen Bulgar Çarı III. Boris, 1943’te Almanya ziyareti esnasında zehirlenir. Sofya’da ölür. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasında monarşi-faşist diktatörlüğün Müslüman azınlığa şiddet uygulaması arasız sürmüştür. 1879’da toplam 2 700 olan Türk okullarının 2 150’si kapanır. Ancak 550 okul kalır. Bu okullarda Latin harfleriyle eğitime geçilir. 1934 yılından başlayarak Smolyan (Paşmaklı) bölgesinde Müslüman Pomakları isimlerinden, adet ve geleneklerinden giysilerinden ve camiye gittikleri, kurban kestikleri ve oruç tutukları için rahatsız etme zulmü ”Vatanda Birlik” ırkçı örgütü tarafından 1944’e kadar sürer. Büyük sayıda Pomak genç kör cahil kalır. yüzyıl, Bulgar devleti tarihinde, en büyük yıkım, trajedi ve manevi kırılmayı 1944-1946 yılları arasında yaşar. 9 Eylül 1944’te Bulgaristan Kızıl Ordu tarafından işgal edilir. Sosyalist devrim zaferi ilan edilir. Savaş devam ederken ülkede faşistler ve komünistler arasında sert bir hesaplaşma yaşanır. Aralarında başbakan, bakan, milletvekili, bankacı, iş adamı, subay, general olmak üzere 25 bin kişi tutuklanır ve yargısız infaz edilir. Tuna nehrinin “Persin” adasında “Belene” adlı toplama kampı kurulur. Git gide kampların sayısı 165’i bulur. Bu kamplarda kalanların sayısı bugün de bilinmiyor.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sert devlet terörü ortamında Bulgaristan Rusya’ya ikinci kez esir düşer. Bu esaret bugün de devam ediyor. 1946’da yapılan halk oylamasıyla Bulgaristan’da monarşi düzeni değişir. Monarşi Anayasası hasıraltı edilir. Çar II. Simyon 12 yaşında sülalesiyle birlikte memleketten kovulur. Öteki kovulanlar gibi o da Türkiye’ye sığınır. İşçi sınıfının ve öncüsü Komünist Partisinin toplumdaki rolü yeni anayasaya işlenir. Yeni toplum sınıf savaşımı ve ideolojik mücadele üzerine kuruldu. 1950 yılında 115 bin Türk Türkiye’ye kovulur. Topraklar ve üretim araçları kooperatifleştirildi veya devletleştirildi. O dönem 6. çok ağın toplumsal kırılma yaşanırken devlet kurumları ve toplum tamamen çöktü. Azınlıklara baskı şiddetlendi. Müslümanlar sınır bölgelerinden alındı, Bulgar yerleşim yerlerine sürüldüler. İnsanlar devletin elinde bir oyuncak durumuna getirilmişti. 1948’de Makedon nüfusun isimleri de değiştirildi ve kolektif hakları kısıtlandı. 1956’da Todor Jivkop Komünist Partisi ve yürütmenin başına geçti. Bu kör cahil adamın yönetiminde halkın çekileri ve bunalımlar derinleştikçe derinleşti. Önce azınlıkların topyekûn eritilip asimile edilerek Bulgarlaştırılması planları çizildi. Baskı ve terör stratejileri hazırlandı. Sıkıntılar Türk okullarının millileştirilmesiyle başladı. Bulgarca bilmeyen çocuklar okuldan düştü, uzaklaştı. 1962’de Romen Çingenelerin isimleri iki arada bir derede değiştirildi. Dinsiz ilan edildiler. 1964’te silahlı ordu birlikleri Mesta (Karasu) boyundaki Pomak köylerini bastı fakat geri püskürtüldüler. Ardından bir duraklama oldu ve Pomaklara karşı devlet şiddetine 6 yıl ara verildi. Bu zaman içinde beyin yıkama saldırısı aldı yürüdü. Seyredilmesi zorunlu filmlerle, okunması ve müzakere edilmesi zorunlu kitaplarla psikolojik baskı yoğunlaştı. Bulgar devleti Pomaklara “Ayrılık Zamanı”, “Türk Esareti”, “Zorla İslamlaştırma” ve “İslamlaştırılmış Bulgarlar” gibi kategorilerle amansız saldırdı. “Geçmişi yeniden yaratma” saçmalığı çerçevesinde “soy kökü” araştırmaları başladı. 1961’de “Rodoplar Bulgar Kalesidir”, 1964’te “Türk Esaretçiler Tarafından Çalınan Kadın ve Çocuklar”, bir yıl sonra ”Değiştirilemez Tarih” eserinde “Birinci Kitlesel Müslüanlaştırma”, “İkinci Kitlesel Müslümanlaştırma”, “Çepin Vadisinde Müslümanlaştırma” ve “Razlog bölgesinde Müslümanlaştırma” gibi tamamen uydurma eserler çıktı. 1656’da son kitlesel Müslümanlaştırmada büyük sayıda ölüden, 218 adet yıkılan kiliseden, 33 adet yakılan manastırdan söz edildi. Bu uydurma-


Makale ve Analizler - 2019

79

lar “Türk İstilacıların Asimilasyon Politikası” yapıtıyla doruk buldu. Körüklenen çok yoğun bir sindirme ve yıpratma, korkutma saldırısıydı. Ardından gelense, 1870’de Viyana basınında Stefan Zahariev imzasıyla yayınlanan, Tatar Pazarcığa bağlı “Korova” köyü Papazı Metodi Draginov tarafından sözde bulunan ve XVII. Yüzyılda “Çepino” vadisinde Müslümanlaştırma olayını güya belgeleyen ve “Belov Efsanesi” adlı bir başka belgeye dayanan yazar Anton Donçev’un kaleme alınan “Ayrılık Zamanı” romanına göre çekilen film bütün Pomak köylerinde defalarca gösterildi. Filmde, Türk esaretçilerin “gaddarlığı” dayatıldı. Bu çalışmalar, görünürde Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) ve bu kuruma bağlı enstitülerden kaynaklanmış gibi görünse de, işin başında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu ve emirleri uygulayan gizli polis “DS” vardı. Kitapları yazan da hep aynı kişi milliyetçi komünist Profesör Petır Petrov’tu. Psikolojik baskıdan, devlet terörüne geçiş sınırlarının nasıl belirlendiğini bilmiyorum. Ama şu olay beni çok etkiledi. 2014’te “20. Yüzyılda çekilen en güzel Bulgar filmi yarışması düzenlendi” ve yarışmayı 40 yıl sonra “Ayrılık Zamanı” kazandı, yazar Anton Donçev ise, Akademisyen ilan edildi. Kötülüğün yıkıcı etkisi üstüne inceleme eseri okumağımdan, değerlendirme yapamıyorum. Demek istediğim, sanki kötülüklerin ömrü çok uzun… ya da Bulgarların isim, dil, din değiştirip asimile etmekten başka kaşıyacakları uyuzları kalmamıştır! Fakat 1972’de Gotse Delçev (Nevrekop) belediyesine bağlı 3 bin hanelik Ribnevo (Ribne) Pomak köyü silahlı askerler tarafından yeniden basıldı. Askerler geri püskürtüldü. Köy aylarca abluka altında tutuldu. Yağsız, tuzsuz, şekersiz bırakıldı, okul ve sağlık merkezi kapandı. Camiye ay yıldızlı bayrak dikildi. Müslüman kimliğini savunma çarpışmalarında Pomaklar büyük sayıda şehit verdi. Sürgün edildiler. İşini, evini yerini bırakıp uzak yerlere taşınmak zorunda bırakıldılar. Bu köyde polis dayağından 8 kişi öldü. Köyde toplu mezar var. Vılkosel köyünde 100 Pomak şehit düştü. En şiddetli çarpışmalar Kornitsa ve Ablanitsa köylerinde yaşandı. Pomak köylerinin hepsinde şehit anıtları var. 1973’te Bulgar Anayasası yeniden değişti. Adına “Todor Jivkov Anayası” dediler. Komünist Partisi toplumdaki ve devletteki yönetici rolü Yeni Anayasada birinci madde oldu. Komünist partisi ile Yürütme ve yargının tek elde toplandı ve totaliter devlet oluştu. Komünist totaliter devletin zulmü ve şiddeti, Nazi Almanya’sındaki faşist devletin şiddetinden daha korkunçtu.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Taşınmazlar ve üretim tesisleri, bankalar ve maddi ve manevi imkânların hepsi parti-devletin elinde toplanmıştı. 1970’li ve 80’li yıllarda Bulgar devleti asıl Türklerin kimliğini – yani ismini, dinini değiştirmek, ana dilini yasaklamak, yazı dilini unutturmak, adetlerini, geleneklerini, törelerini, edebiyat, sanat ve kültürlerini rafa kaldırıp dünyaya “Bulgaristan’da Türk Yok” yalan haberini duyurmaya çalışıyordu. 1958 ‘de devletleştirilen Türk okulları giderek kapatıldı. Din okullarımız, pedagoji enstitülerimiz, gazete ve dergilerimiz, Radyo yayınlarımız da kapatıldı. Türkçe konuşana para cezası kesmeye başladılar. Köyden köye, köyden şehre, şehirden köye yollar kesildi. Hastaneye gitmek imkânsızlaştı. İşte böyle kuş uçmaz bir şiddet ortamında büyük saldırı 24 Aralık 1984 sabahı başladı. Köyleri silahlı polis, jandarma, bordo bereler, sivil polis ve zülüm etmenin gönüllüleri sardı. Türkün Türklüğünü zorla almaya gelmişlerdi. Tek yumruk olan Türkler direndi, yürüdü, ayaklandı. Çok kan aktı. Tank paletleri altında kalanlar oldu. Zırhlı araçlar şehitlerin üzerinden geçti. 200 Türk şehit düştü. 15 000 kişi tutuklanıp içeri atıldı. Devletin tüm gücüyle giriştiği bu saldırıda 1 253 535 (bir milyon iki yüz elli üç bin beş yüz otuz beş) Bulgaristanlı Türk vatandaşın ismi, baba adı ve soyadı zorla değiştirildi. Memlekette hayat durdu. Ama Türklük mücadelesi durmadı. 52 illegal, yarı legal ve legal direniş örgütü, öncü müfreze kuruldu. Başımıza gelenler Büyükelçilikler, Radyolar ve daha birçok kanaldan dünyaya duyuruldu. Bulgar devlet terörünü dünya öğrendi. Bulgaristan’da insan hakları, sivil toplum hakları, bireysel hak ve özgürlükler, din özgürlüğü, eşit vatandaş hakları ve kültür ve medeniyet giye daha ne varsa hiçe sayıldı, çiğnendi, yok edildi. Türkçe kitaplar toplanıp yakıldı. Bu konuda yalnız bir örnek vermekle yetinmek istiyorum. Yıl 1985. Sofya Radyosu kapısına yerleşmiş bir yük kamyonuna sandıklar yüklenir. Besteci Profesör Nikolay Kaufman’ın eşi Nikolina, Radyo müzik arşivinden, Türk müzik kayıtlarının çöpe atmak üzere kamyona yüklendiğini eşine telefonla bildirir. Arabasına atlayan Profesör Kaufman Sofya’dan çıkmak üzere olan kamyonu durdurur, şoföre para verir, kayıtları evine ve garajına saklar ve kurtarır. O, zulüm günlerinde, biz Türklere yardım eli uzatan bir Yahudi’dir. Sanat eserlerimizi kurtarandır.


Makale ve Analizler - 2019

81

Aynı zamanda “Ankara Radyosu”, “Türkiye’nin Sesi”, “Almanya’nın Sesi”, “Amerika’nın Sesi”, “Bi Bi Si” radyoları halkımızı uyandırırken, koordinatör ve örgütleyici rolü de gördüler. Kitle ruhumuz, Müslüman ebadımızla uyandı. Kükreyişimiz, 1989 Mayısında 72 bin Türkün bir anda ayaklanmasında ifade buldu. III. Bulgar Devleti çöktü. Nasırlı ellerimiz ve bükülmez irademizle, cesaret ve bilinçli atılımlarla diktatör Todor Jivkov’u ve totaliter zulüm düzenini devirdik. Bu bir ölüm kalım savaşıydı. Sarı Saltık’tan beri bu toprakları ekip biçen insanların kudreti yenilmezdi. Birbirine kenetlenen Bulgaristan Türkleri, hapishanelerden gelen iniltileri, tutuk evlerindeki zulmü işittikçe coştu, sürgündeki kardeşlerimizle dayanıştı, Bulgar devleti sarsıldı, iflas etti, çöktü. Tepeden tırnağa silahlı bir devletin çöküşünü anlatmak kolay değil. İşe giden, emir dinleyen yoktu. Türkler bankalardan paralarını çekti. Devlet parasız kaldı. Moskova’daki darphaneden birkaç milyar leva istediler. Almanya’da 500 milyon Alman Markı borç talep ettiler. 360 bin Bulgaristan Türkü kapıyı aralık, lambayı yanık bırakarak Türkiye’ye yöneldi. Etnik bir azınlığın, koskoca bir devlet rejimini stop ettirdiği, diktatörü devirdiği, zulüm parti ve organlarını kapattığı ve anaya değiştirttiği olaylara İSYAN, AYAKLANMA, DEVRİM demeye dilleri dönmedi. İstenense yalnız hak ve özgürlükler, insan hakları, adalet ve demokrasiydi. O zamandan bugüne 30 yıl geçti. Bulgar tarihçiler, Bulgaristan Türklerine, bir asır boyu yapılan zulme, uygulanan devlet terörüne bir türlü SOYKIRIM diyemediler. 2700 okulumuzun kapatılmasına, kültür evlerimizin, tiyatrolarımızın, camilerimizin kapısına kilit vurulmasına, anadil yasağına, okul yasağına, edebiyat, sanat ve kültür yasağına KÜLTÜREL SOY KIRIM diyemediler. 1950’de 115 bin, 1968-1974 yılları arasında 130 bin, 1989’da 2 ay içinde 360 bin Bulgaristan Türkünün zorla sınır dışı edilmesine bir türlü ZORLA KOVMA, GÖÇE ZORLAMA, DEPORTASYON diyemediler. Can çekişen Bulgar devleti hep Moskova’ya danıştı. Sıkışınca hep Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 16. Cumhuriyeti olmak istedi. 3 gün sonra 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov devrilişi anımsanacak. Bu sene Çorlu, İstanbul, İzmit ve Bursa’da düzenlenen Zorla Göçün 30. Yılı anma toplantılarında, Kültürel Soykırım sempozyumlarımızda Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizden başka hiçbir bilimsel kurum ya da kişisel görüş sahiplerinden herhangi biri SOYKIRIM kavramını kullanmadı.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu hafta ilk kez olmak üzere, 1997-2001 yılları arasında İvan Kostov hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Eğitim ve Teknoloji Bakanı, tarihçi, Sofya Yeni Bulgar Üniversitesinden halen ders veren Profesör, Doktor Beselin Metodiev , Bulgar devlet televizyonu BNT –1‘in “İstoruya.bg” (tarih. bg) – tarih 04 11 2019 – programında Bulgar devlet zulmüne “soykırım denemesi”, göçe zorlamaya da “deportasiyon” dedi. Son bölüm: Şimdi sizlere Bulgaristan’ın bugününü ve Bulgaristan Türklerini kısaca bir şekilde anlatmaya çalışacağım. 1879’da Bulgar Prensliğiyle birlikte Bulgar siyaseti de doğdu. Yaşı artık 140 olan bu siyaseti parlamenter monarşi; sosyalizm, totaliter komünizm ve sözde demokrasi olarak 3 köklü dönüşüm aşaması geçirdi; parlamenter monarşi aşamasını Prenslik, Çarlık ve monarşi-faşist Çalık düzeni olarak 3 alt bölümde 1879 ile 1944 yılları arasında görüyoruz. Monarşi modeli Batıdan alındı. Prenslik, 1909’a, Çarlık oldu. 1934’te, Nazilerle kenetlenen Çar III. Boris diktatörlük kurdu ve 9 Eylül 1944’e kadar sürdü. Ömrü 66 yıl olan Bulgar monarşisini 55 hükümet idare etti. Azınlıklara bakanlık ve bakan yardımcılığı, devlet görevi verilmedi. Nüfusun yarısını oluşturan azınlıklarla ÇALIŞMA PROGRAMI bile hazırlanmadı. Hükümet koltuklarında liberaller ile bağımsızlar görev değiştirirken, faşist diktatörlük dönemini demokratlar ile Moskof ajanı olduğu açıklanan Başbakan Kimon Georgiev’in “Zveno” partisi yönlendirdi. Sıkıntılı trajedisinin sızıları dinmeyen Bulgar halkı, bu aşamada Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi (BZNS) kurucu önderi Aleksandır Stanboliyski kişiliğinde bir HALK LİDERİ gördü. Geçen yüzyıl Bulgar halkı başka bir lider de yetiştiremedi. 1918-1923 yılları arasında yöneten Stanboliyski, Türklere dostane el uzatan ilk Bulgar liderdir oldu. Ne yazık ki feci faşist saldırıya kurban gitti. Almanya faşizme bel bağlarken ve Avrupa Büyük Savaşa soyunurken, yaşanan ağır dönemde Bulgaristan Türkleri okullarını aydınlıkla ısıtmaya, kapı kapı gazete ve dergi dağıtmaya devam ettiler. Türklüğümüz “Turan” ve “Sportif – Kültürel” Derneklerde, öğretmen kulüplerinde örgütlenerek 1929’da BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN BİRİNCİ MİLLİ KONGRESİNİ SOFYA’DA topladı. 750 delege ve 250 konuk, dil, din, eğitim, yayın, kültür, aydınlanma konularına birlikte el attılar ve programsal atılım temelleri belirlediler. Ne ki, 1934’le gelen faşist askeri darbe demokratik atılımların yolunu kesti.


Makale ve Analizler - 2019

83

*** Politik analiz açısından ikinci dönüşüm aşamasına girerken, Bulgar milli politik kimliğinin dokusunu oluşturan Çiftçi Partisi’nin yasaklanmış olmasına rağmen, 1944 yılına 786 bin kayıtlı üye ile girdiğini belirtmek isterim. Komünistlerin anti-faşist kitle hareketini belirleyenler ise, topu topu 15 bin kent ve bağ-bayır partizanıydı. 1990 Temmuzunda Sofya’da Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi binası ateşe verildi. İçerden çıkan dosyalardan, 1944-1989 yılları arasında 1 256 183 Komünist Partisine üye olduğu, 10 Kasım 1989 tarihinde–Jivkov’un devrildiği gündür–kayıtlı komünistlerin toplam 860 bin olduğu, üniformalı ve sivil 460 bin polis ve 10 bin gizli polis ajanından 3 016-sının Türk olduğu açıklandı. Sosyalizm yıllarında, ileri gelenleri Mecliste ve Devlet Konseyinde görev alan Çiftçi Partisi üyelerinin sayısı hiçbir zaman 50 bini aşmadı. 1944’te Bulgaristan’da politik sistem, üretim araçları mülkiyeti ve üretim ilişkileri değişti, ekonomik, sosyal ve kültürel model değişti. 1973’ten sonra bu sistem totalitarizme dönüştü. Hitler faşizminden farkı ancak bütün mülkiyetin devlet eline geçmiş olmasındaydı. Şiddetli baskı ve terör rejimiyle – tek dilli, tek kültürlü Bulgar sosyalist milleti ve devlet kuruculuğu denendi. O yıllarda Bulgaristan Türkleri toplumda her zaman ORTA DİREK rolü gördü. Bulgar toplumu Türkler nefes almadan nefes alamadı. 1978’den başlayarak 280 bin ton tütün üreten Bulgaristan Türkleri, madenlerde, ulaşımda, ağır ve hafif sanayi tesislerindeki çalışmalarıyla, devletin dış satımdan elde ettiği dövizin % 48’ini sağladı. Kolektif hakları, dernekleri, partileri olmadı ama vatan sevgisinden güç alan ilhamları asla sönmedi. Birinci Balkan, İkinci Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarına Bulgar Ordusuna silah elde katıldılar. 1919 Paris-Nöyli Anlaşmasından sonra, bir daha asla silahlı eğitim almadılar, Varşova Paktı emrinde askerlik yapanlar da, ancak inşaat eri, demiryolu işçisi oldular. Kazma kürek işlerinde kullanıldılar. Ellerine silah verilmedi. Her zaman 2. Sınıf insan kaldılar. “93 harbinden” sonra Türkler köylerinde kaldı. 1944’ten sonra durum değişmedi. Örneğin Osmanlı devrinde Sofya’da 29 Türk Mahallesi, 72 cami, medrese, türbe ve hamamlar varken, Türklükten iz kalmadı. Bugün Sofya’da tek cami var.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Diğerlerinin minareleri gök gürültülü havada bombalandı ve hepsi kilise, müze, depo vs haline getirildi. 1879’da toplam sayıları 2 535 idi. Rusçuk Valisi Mithat Paşa devrinden beri Bulgaristan’da Türk meslek ve sanat okulu kurulmadı. Şumnu’da açılan NÜVVAB okulunda Müftü ve Kadı yetiştirildi. Aynı şehirde 1924’te açılan 2 yıllık Pedagoji Okulundan öğretmen Türk Okullarına öğretmen çıktı. 1952’de Bulgaristan Türklerine tanınan kısmi özgürlüklerle Türk ilk ve ortaokulları, öğretmen okulları ve Sofya Üniversitesinde 5 Fakülte Türk dilinde ders programlarıyla, 3 Tiyatro, Türkçe birkaç merkez gazete, dergi, il yayınları, 50’den fazla özenci sanat kolektifleriyle aydınlanma kükremesi yaşandı. Ne yazık ki, 1956’da T.Jivkov’un iktidarı kapmasıyla aydınlanmamız karartıldı. Bugün Türk dili seçmeli ders, 3 İmam Hatip Okulu ile Sofya’da bir Yüksek İslam Enstitüsü var ama bunlarda Türkçe dersler geri plandadır. 1973-1989 yılları atasına sıkışan totalitarizm ırkçı ve milliyetçi yasaklarına rağmen, Bulgaristan Türklerinin ruhu ve kimliği halk bilgeliğinden ve geleneksel kültürümüzden beslenerek ayakta kaldı, zar zor ama hep yaşadı. Bulgar milliyetçiliğinin özünde ve uygulanışında etnik azınlıkları eritip kendi içine akıtma ve sönen Bulgar ateşini yaşatma hedefi vardır. Bunun aracı olarak da zulüm seçilmiştir. Zalim devletin tutuklamalarına ve bütün koğuşları Türk dolu hapishanelerine, ölüm kamplarına ve yargısız infazlarına rağmen, Türk kimliğini yaşatma mücadelemiz bir an durmadı. “İslamlaştırılmış Bulgarlar” tezine göğüs gerdik, direndik. Türklüğümüzün örf ve adetleriyle gizli yaşadık, ama teslim olmadık. Bulgaristan toplumunda paralel yaşam tarzı oluştu ve halkın Türklük birikimi 1989’da patladı. Trenleri, tren istasyonları, havaalanı ve lokantaları havaya uçurma gibi terör olayları Türklerin hesabına yazılmaya çalışılsa da, mücadelemiz ancak barışçı araçlarla sürdü. Okuma yazma bilmeyenler göz göze anlaşırken, bayramlarda kucaklaşanlar “ölüm var teslim olmak yok” yemini içti. 15 bin kardeşimiz, Türk kimliğimizin kaymağı, en yürekli, en cesur gençlerimiz içerdeyken, 1989 Mayısında Ayaklananlar Kadın, Gelin ve Kızlarımızdı. Bulgar tarihinde ilk etnik ayaklanma dev boyutlara vardı. İnsan hakları için parladı. Bu ayaklanmaya 72 bin kişi katıldı. Türkiye’nin varlığı her zaman hepimizi yüreklendirdi. Çarpışmalara yara alan kardeşlerimizi Bulgar hastaneleri almayınca, İstanbul Çapaya taşıdık. Bizimki Cebel’den, Mestanlı’dan Deliorman’a Dobruca’ya yükselen bir direniş dal-


Makale ve Analizler - 2019

85

gasıydı. Bulgar tarihinde böylesi görülmemişti. Türklük ruhumuz dev güç toplamıştı. Ne yazık ki, bu kutsal şahlanışımız, azınlık haklarımızı bütünsel elde etmemiz açısından yarım kaldı. İsimlerimizi ve din özgürlüğümüzü geri aldık, fakat eğitim ve kültürel kimliğimiz sakat kaldı. 500-binimizin Türkiye’ye geçmesiyle özgürlük, adalet ve demokrasi davamızın unutulacağını sananlar aldandılar, bugün de aldanıyorlar. Bulgar halkı Türklerle el ele, omuz omuza olmadan, iyi ve kötü gün beraberliğini kabul etmeden, tek dilli, dek kültürlü Bulgar devleti kurma saçmalığından vazgeçmeden, ne özgürlüğün, ne adaletin ne de demokrasinin tadına bakamaz, yüzünü göremez. Üçüncü aşama 10 Kasım 1989’da başladı. Değişim Türk İsyanıyla başladı. Üçüncü Bulgar Devletinde Türkler ilk kez 1990’da politik sahneye çıktılar. XX. Yüzyılın Müslümanlara devlet zulmünden bir politik parti olarak Hak ve Özgürlükler Hareketi doğdu. Bu parti, Bulgaristan toplumuna dışarıdan yapılan bir siyasi aşı değildir, kitlesi köylü olan bir siyasi birikimin hak ve özgürlükler, adalet ve demokrasi mücadelesinde dikey yapılanmasıdır. Ruhu halktan doğan bilinçle beslenir ve tüm azınlıklara kanat açmıştır. Yeni dönemde, Bulgaristan Müslümanları, Türkler ve tüm azınlıklar, halkın somut problemleri ve istekleriyle siyaset yapacak, özgürlük, adalet ve demokrasi davasını doğru yönlendirecek, 1990’dan sonra yetişen ve artık siyaset sahnesine çıkan Bulgar gençleriyle kucaklaşacak bir davaya sağdık lider bekliyor. 1990 Anayasası Bulgaristan Türklerine ve öteki azınlık topluluklarına bireysel ve kolektif haklar, azınlık hakları, özgürlük, sivil toplumda eşit haklılık, özgürce seçme ve seçilme hakkı getirmedi. Bu nedenlerle 1991 Anayasası Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekilleri tarafından imzalanmadı. Yeni rejim, insan hakları konusunda uluslararası yükümlüklerini yasalaştırıp uygulamadı, uygulamıyor, gizli ırkçılığı devlet politikası olarak sürdürüyor. Bunu modern teknolojik araçlarla donanıp aşmamız aktüel ödevimizdir. Hatta “Böyle bir devlet yok!” partisinin lideri Slavi Trifonov’un 16 Kasım 2016’da gerçekleştirdiği halk oylamasında 2,5 milyon vatandaşın onayladığı istekleri parlamentoda partiler uygulamadı. Türklerin desteklediği bu isteklerde politik sistemin değiştirilmesi, seçim kanunu değiştirilerek çoğulcu sistemden, majoriter seçim sistemine geçilmesi, partilere oy başı devlet yardımlarının kesilmesi, zorunlu seçim gibi maddeler vardı.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul’da başında bulunduğum BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği sadece 700 bini Türkiye’de olmak üzere toplam 3 milyon civarında seçmen dış ülkelerde bulunan genel seçimde oy vermenin posta yolu ile verilmesini önerdi. Çifte vatandaşların seçilme hakkını savunuyoruz. 27 Kasım 2019’da Bulgaristan’da yerel seçim vardı. Totaliter komünizm naşı anlamına gelen s r a t ü k o – yani 30 yıldan beri var olan sakat durum kalkmadı, değişmedi. Totalitarizm suçluları cezalandırılmadı. Toplumun kabuğu değişti fakat özü aynı kaldı. Seçimden 1 gün sonra “YOK BÖYLE BİR DEVLET PARTİSİ” politik sistem değişikliğine yeniden bayrak açtı. Bu parti, 1989’dan beri kurulan 411-inci siyasi partidir. 151-inin nefes aldığı haberlerini alıyoruz. Toplumda yenilenme süreci güç topluyor. Yüzyılda Bulgar siyasetini belirleyen 2 siyasi parti var. 1989’da parlayan özgürlük ateşiyle Demokratik Güçler Birliği (CDC), 1997’de tek başına iktidar olan Birleşik Demokratik Güçler (ODS) ve 2001’de iktidara davet edilen II. Simeon Partileri saman ateşi gibi kendiliğinden söndü ya da seçmen tekmesi ağır gelince defteri kapattı. Bulgar toplumu da bekleyiş içinde, Avrupa’nın en yoksul ülkesi, halkın %80’nini çaresizliği, devlet servetinin oligarşi elinde toplanması, rüşvetçi, adaletsiz, endişe yaratan ve korku saçan bir toplumda kimse yaşamak istemiyor, hele hele genç kuşak gençlerimiz… Sözünü ettiğim 2 parti, siyasi komünist gerçeğin yazı ve tura tarafıdır. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), 130 yaşındaki Bulgaristan Komünist Partisi’nin kuyruğunu koparmış ve renk değiştirmiş kertenkele suretindedir. Bu parti Moskova’dan aldığı emirlerle sol-sağ yaparken, ideolojisiz, mihversiz ve hayalsiz kala kaldı. Totalitarizmin terör estiren polisleri Pomaklara ve Türklere karşı işledikleri cinayet ve suçlardan tam 16 yıl saklandıktan ve Avrupa Birliği ve Amerika siyasetçilerinin “başkası yoksa onlar da olur” anlayışıyla eski tüfek komünistlerin çocukları ve torunlarını siyasete davet etti. 1944-46 yıllarında babası 1 300 kişiyi öldüren bir katilin oğlu, bu gün 27 Ekim 2019 da yerel seçimlerinin 2. Turunda, Ruse (Rusçuk Belediye Başkanı seçildi. “Belene” ölüm kampı Amirinin oğlu da mecliste, BKP MK Politik Büro üyelerinin kızları Uluslararası Bankaların karar mercilerinde veya Avrupa Parlamentosunda milletvekilidir.


Makale ve Analizler - 2019

87

Onların gönlünde “sosyalizmin iyi günlerine” özlem var. Jivkov devleti, 15 000 partizanı, 250 bine çıkarmıştı. Hazıronculara FAŞİZME VE KAPİTALİZME KARŞI SAVAŞÇI MAAŞI vermişti. Kimilerini ezerken, diğerlerine “nazı böcek” muamelesi yaptı. Ayrım uyguladı, toplumu parçaladı, dağılıyor. İkinci parti. 2009’da ABD ve AB ile uzun süren müzakerelerden sonra iktidara gelen, Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları GERB ve Başkanı Boyko Borisov, 10 senedir Brüksel ve Washington temsilcisidir. İktidara koltuk olan hazır oncular artık 400 bin oldu. Rusya’ya ters bakmayıp, Ankara’yı da neredeyse “dost sınır bekçisi” ilan ederek, seçimden seçime ömrünü uzatıyor. Üçüncü parti. Totalitarizmi geri teperek reddetme ve demokrasiyi hayata çağırma mücadelesinin içinde bir de Türklerin ve Müslümanların HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ var. Artık 29 yaşında. Yukarıda işaret ettiğim, zülüm altında kurulan 52 direniş örgütünün, her gün camiden çıkarken ellerini duaya açıp “Allah Kabul Etsin!” diyenlerin, çocuklarının başını okşarken “umudum sizsiniz” diyenlerin, yarımız memlekette öteki yarımız gurbette ekmek parası arayanların, vatan hasretiyle yanan soydaşlarımızın partisidir, kısaca “DPS” HÖH sözde Türk partisi dediğimiz bu parti. Bu partinin Kökünde, mayasında ve meyve yüklü dallarında hile olmayan bir partidir. Karıncaya yol veren, olağanüstü çalışkan, hile bilmez, kötülük bilmez, alçak gönüllü, kalbi iyilik dolu halkımın partisidir. Mücadelemizden doğmuş ve mücadelemizde hala yaşıyor. Son seçimlerde 1 il ve 37 ilçe belediye kazanan ve 800 civarında muhtarlık kazandı. Bu partiye oy verenlerin %95’i Türk-Müslüman kitlesidir. En barışçı silah olan oyumuzdan korkanlar, seçilmemizi istemeyenler, bin bir yasak icat ediyorlar. Burada Kıbrıs’ta ve Türkiye’de bulunan yaşayan soydaşlarımız çifte vatandaşlılar Bulgaristan’daki evlerinin vergisini, yol ve çöp vergilerini ödüyorlar ama yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakları yok. Evet burası Bulgaristan burası AB Ülkesi… Avrupa Birliği Dünya medeniyeti dedikleri yer burası işte.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her yıl Batı ülkelerinde çalışanlar Bulgaristan’daki yakınlarına 1 milyar 250 milyon Euro yardım gönderirken, çocukların okulsuz, yaşlıların eczane ve doktorsuz sağlık merkezlerinden yakınmalarına üzülüyor. Halkın %48’inin okuduğunu anlamayan bir ülkede yaşamak zor! 2 milyon 700 kişinin katıldığı seçimde oyların 650bin 150’sinin oyları geçersiz olması acı bir gerçektir. Alıp yürüyen karamsarlık kör cahillik sonucudur. Demokrasi, içki markası, şapka, Mercedes plaksı değiştirmek değildir. Yolsuzluklara karşı ayaklanamayan bir halk devlet yönetemez. Bulgaristan’da neler oluyor; 16 bankası soyulan bir ülkede dolandırıcılardan hiç biri tutuklanıp içeri atılmazsa adaletten söz edilemez. İnsan haklarına, fikir özgürlüğüne tahammül edemeyen ülkelerde adalet olmaz. Anadil yasaklanamaz! Hiç kimsenin böyle bir hakkı olamaz. Bunun ismi medeniyet bunun ismi Avrupa Birliği olsa ne yazar. Türkleri, sadece Türk oldukları için 100 yıl göçe zorlayan, Pomak kardeşlerimizi Müslüman oldukları için 100 yıl zülüm eden, Millet-Çingeneleri memleketten kovmaktan zevk alan ve nüfus olarak yok oluşundan başkalarını suçlu tutan bir milletin devleti uzun ömürlü olamaz ve huzurlu ise hiç olamaz. Bulgarlar 7-8 defa kırılınca MİLLET olma tavını kaçırdı. Devlet- Millet diyorlar. Şu unutulmamalıdır. Fasulyenin sırığı ne kök salar, ne açar ne de sarar. Bulgarların yaşadığı bunalımın son simgesi işte o kuru sırıktır. Hayat Türkleri, bizi yeniden göreve davet ediyor. Osmanlı devrinde 500 yıl huzurlu yaşayanlar, yeniden güven ve huzur istiyorlar. Gerçeğin acı tarafı şudur. Osmanlı bölgeden el çekince Bulgarlar 1 asırda 6 defa savaşa girdi, 4 askeri darbe ve 3 ayaklanma yaşadı ve Rus Çarı II. Aleksandır’dan sonra, bir defa Nazi Almanya’sı bir de Stalin Rusya’sının esaretine düştü. Son 140 yılda Bulgaristan Türkleri ise hep katmerli esaret yaşadılar. Yeni bir seçim yapma, seçenek arama zamanı gelmiştir. Her sabah Güneşin doğuşunu bekleyen Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye, Büyük Türkiye’ye, Türk Dünyasının önderi, 82 milyonun lideri Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk-İslam Dünyasının ve dünyada tüm mazlumlar gibi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bakıyorlar ve her gün ona dua ediyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

89

Bekleyenlerin umudu Büyük ve Güçlü Türkiye, Türk halkı ve Türk Dünyasının Birliğinden geçer işte bu birlik burada. Her birey kendi işimizi yaparken dünyada en iyisi olmak için yapacağız ve bunun sonucunda Türk Dünyası Birliği böyle oluşacaktır. Evet herşeyden önce Güçlü ve Büyük Türkiyeyi birlikte oluşturmalıyız. 25 yıldan beri yürüdüğüm hayat yolumu özetledim. Konuya ilişkin 2 de eserim var. Bizi buraya toplayan TÜRK BİR Derneğinin başta Güven AKIN Başkanımız olmak üzere tüm emeği geçenleri tebrik ediyor, kutluyorum. Teşekkür ederim. Başarılar dilerim. Sağlıcakla kalınız! Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

91

Bulgarlar 10 Kasım 1989’U Anmadı

Tarih: 10 Kasım 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Bulgaristan’da 30 yıl önce başlayan değişim fol çıktı. 33 yıl parti ve devlet iktidarında kalan diktatör Todor Jivkov 10 Kasım 1989’da devrilmişti. Bu tepe takla olmanın 30. Yılında memlekette yaprak kıpırdamadı. TV ekranına çıkıp da olayları hatırlayanlar “aldatıldıklarını” yıllar sonra fark ettiklerini çekinmeden paylaştılar. 1980’li yıllarda baştan sona derinleşen bunalım içine düşen ve zorla isim değiştirme trajedisiyle çatırdayan Bulgar komünist totaliter diktatörlüğünün mezarı 360 bin Türkün sel gibi anavatan Türkiye’ye akmasıyla gerektiği derinlikte ve şekilde kazılmıştı. Kazıldı kazılmasına da naaş gömülemedi. Sanki cin şişeye döndü de, korkusu dışarıda kaldı. 30 yıl önce Bulgarlar arasında “giderse ne yaparız” diyenler ile “aman kayarsa ne yaparız” diyenlerin oranı dengelenmişti. İşte bugün 10 Kasım’ın artık tartışmalı bir tarih olduğuna tanık oluyoruz. Koyu komünistler diktatörün ardından ötede beride birkaç anıt dikti, ne ki 10 Kasım 2019’da çiçek ve çelenk götüren olmadı. Diktatör Jivkov’u gözden çıkaran Sovyet parti ve devlet lideri Mihail Gorbaçov’tan son defa yardım isteği cevapsız kaldı. Gorbaçov insan hakları konusunda halkları aldatmayı olmayan vicdanına sığdırmıştı. KGB Generali, 1989’da Sovyetler Birliği’nin Sofya Büyükelçisi Viktor Şarapov Jivkov’la son görüşmesini diktatör bile bile ve danışlı döğüş ortamında öıt demeden alabora olmazdan 4 ay önce yapmış ve “Kendini hazırla yapacak bir şey yok!” demişti. 30 yıl sonra 3 bin kişi anti-komünist kahraman ilan edilen Bulgaristan’da 80-li yıllar boyunca Türklerden başka “Kahrolsun Todor Jivkov!” ve “Kahrolsun Komünist diktatörlük!” diye haykıran, slogan yükselten, bu istekle Büyükelçiliklere mektup gönderen, Batı Radyolarına haber ileten kimse yoktu. Bir ara, birkaç gün için Federal Almanya’ya giden T. Jivkov Aşağı Saksonya eyalet yönetimiyle görüşmesinde “Her şeyden haberim var. Allah kimseye sosyalizm kurdurmasın!” Demişti.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

10 Kasım 2019 tarihinde Sofya’da Avrupa Konseyi Evinde KOMÜNİZM ZULMÜ YAŞAYANLAR DERNEĞİ bir toplantı yaptı. Bu toplantıya da Bulgaristan’daki azınlıklardan çağrılan olmadı. Komünizm zulmünden söz edenler bu memleketin Türklerin ve Pomakların yaşadığı 50 belediyesinin her köyünde ve şehrinde totalitarizm şehidi Müslüman anıtı var, demediler. 1984’ten sonra Bulgaristan’da Türklüğü yok etmeye kalkan diktatör Jivkov’un sürüsünde meleyenler şimdi anti-komünist kahraman kesiliyorlar. Parti içi muhalefet olduğu yaygınlaştı. T. Jivkov’un parti üst kademelerindeki kadrolara 1DS1 – ajanlığıyla bağlanmalarını yasaklamıştı. İkinci olarak yeni yeni ateşlenen eski anti-komünistlerin şu istekleri de belirdi: TOTALİTER KOMÜNİZM MÜZESİ kurmak ve SOFYA’DA VE MEMLEKETİN DİĞER İL MERKEZLERİNDE MİLLİ BELLEG ENSTİTÜSÜ açmak. Soruyorum: Bulgarlar kendileri TOTALİTER KOMÜNİZMLE mücadele etmediğine ve şehit vermediğine göre bu müzenin raflarına ne koyacaklar acaba? Çünkü 1876’da Batak kasabasında Türklerle Bulgar köylüler arasında kavga, çatışma, silahlı çarpışma ve savaş olmamıştı, fakat Batak Kilisesi ve Müzesinin içinde piramit şeklinde üst üste yığılmış yüzlerce kafatası yok mu? 1984-1989 Türklükle Bulgar devlet terörü çatışmasında yüzde yüz haklıyız. Bulgaristan Başbakan Yardımcısı, Eğitim ve Teknoloji Bakanı, Yeni Bulgar Üniversitesinde tarih Profesörü Veselin Metodiev’in belirttiği gibi zorla isim değiştirme ve vatandan kovma sürecinde ”soykırım denemesi” yapılmış, “kültürel soykırım” işlenmiştir. Katillerden hiçbiri tutuklanıp yargılanmamış, cezasını çekmemiştir. 1989 öncesinde 33 yıl memleketi ve devleti Todor Jivkov idare etmiş ve devlet terörü ilk günden son güne onun imzalı emirleriyle işlenmiştir. “Belene” Ölüm kampında 1946 – 1953 arasında kalan Türklerin, 1972-1973’te kalan Pomakların ve 1984’ten sonra ölüm kampında tutulan 517 Türk aydının Türk adı, baba adı ve soyadları “BELENE” KAHRAMANLARI ANIT LEVHASINA yazılmazken, bize antiterör ve anti- totalitarizm müzesinde stant mı verilir! İkinci olarak, KOMÜNİZM ZULMÜ YAŞAYANLAR DERNEĞİ daha geniş bir açıklama yaparak MİLLİ BELLEG ENSTİTÜSÜ çalışma programı ile ilgili demokratik kamuoyunu ve medyayı bilgilendirmelidir. Biz, Bulgar milli hafızasındaki Türk, Müslüman, İslam kültürümüze, beraber yaşadığımız 500 yılın kardeş anılarına yer verilip verilmeyeceğini bilmek istiyoruz. Bu bellegte Türk kimliğine yer olacak mı? Çünkü Bulgar tarihinde ülkede yaşayan Türk azınlıklara karşı işlenmiş binlerce, tonlarca, sayılmayacak kadar çok işkence, suç, zulüm, katliam, sahtekârlık ve tuzak var.


Makale ve Analizler - 2019

93

Bu BELLEK içene 1942-1944’te Ege Bölgesi ve Makedonya’dan toplanıp Polonya “Treplika” kampına gönderilen ve orada yakılan Yahudiler nasıl anlatılacak? 1913’te isimleri ve dinleri değiştiren, camilerden kilise yapan Bulgar zulmü nasıl anlatılacak, şehitlerin ahtı yaşıyor. Makedon haydutlara kıydırılan iki başbakan: Aleksandır Stanbolov ve Aleksandır Stamboliyski. Hangi sözlerle yazılacak MİLLİ BELLEK? Kıvrıklarında 100 yılda 1 milyon Türkün ata-vatanlarından sökülmesi nasıl anlatılacak genç kuşaklara. 30 yıldan beri “olay” diye anlatılan, Bulgaristan Türklerinin devlet terörüne karşı, hak, özgürlük, demokrasi, eşit insan hakları, kolektif haklar ve hukukun üstünlüğü davamızı kanıtlarımızla sergileyebilecek misiniz? Mezar taşı yıkma barbarlığı hangi vicdan azabıyla dile gelecek? Adalet ve demokrasi için kendilerini yakanlar, anası-babasız kalan çocuklar ve daha kimler kimler bu milli bellekte yer bulabilecek mi? 30 yıldan beri bir tek insan hakları davası sonuçlanmadı. Adalet nasıl anlatılacak? Son 30 yılda Bulgar toplumu 10 Kasım 1989 tek perdeli TV oyununa henüz hak ettiği adı bulamadı. Tartışma şu 3 tarif üzerinde devam ediyor. Geçiş Döneminin başlangıcı. Demokratikleşmenin başlangıcı. Parti içi danışıklı dövüş – iç darbe. Todor Jivkov’un düşmesi, acemi binisinin eşekten düşmesi gibi bir şey oldu. Düştü de bir şey mi değişti? Evet, bazı kâğıtların üzerinde kimilerin yazdığı yazıları başka birileri değiştirdi. Neymiş mi efendim? 1991’de Yeni Anayasanın birinci maddesinden “komünist partisinin (KP) yönetici rolü silinmiş”, nasıl silinmesin ki, Bulgaristan işçi sınıfı tarihten silindi. KP onları temsil etmiyor muydu? İşçi sınıfı olmayınca KP ne işe yarar ki? Öyle olsa da, 10 Kasım 1989’dan sonra Komünist Partisi (Sosyalist Partisi) ismiyle 8 yıl iktidarda kaldı. Başka bir değişle demokratikleşmeye geçiş 8 sene geciktirilebildi. 1994 seçimlerini kazanan Jan Videnov Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 25 Ocak 1995’te tek başına iktidar kurdu. Bu gerçek 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov sandalyesinin itilmesi olayının bir “parti içi darbe” olduğunu kanıtladı. Yazılarımızın birinde 10 Kasım 1989 tertibinden birkaç gün önce (26 Ekim 1989) İç İşleri Bakanlı Bakan (Georgi Tanev) ve yönetim, “DS” generallerinin Moskova’da KGB şefi Vladimir Krüçkov ile görüşmelerini ve öğütlerini yeni açılan gizli dosyalardan anlatmıştık. Anımsanacağı üzere Krüçkov, olayların 30 senede bir yinelediğini anlatırken, parti içi ve dışı anti-komünist muhalefetin birleşmesine asla imkân tanımamak gerektiğine vurgu yapmıştı. Her olayın kökünde “DS” olduğuna tanık oluyoruz. Şu son seçimlerde GERB’te 22, BSP’de 23 ve bir sürü de DPS’de eski ve yeni


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ajanı olduğu yeniden ortaya çıktı. Vladimir Krüçkov’un sivil toplum örgütlerine, direniş hareketlerine ve muhalefet güçlerine birleşmelerine asla imkân tanınmaması, anadilde propagandaya, sözlü ve yazılı yayınlara olanak tanınmaması gibi öğütleri bizde son 30 yılda büyük dikkatle uygulandı. İpleri Moskova’ya bağlı liderlerin dışında örgütlenmeye izin verilmedi. Biz artık açılan gizli dosyalardan gerçekleri okuyabiliyoruz, artık KGB emirleri ortadadır. 1989’dan beri Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti kuruldu, fakat ancak hangisinin dibine şıra döküldüyse, o filizlenebiliyor. Fakat Bulgaristan’ı anlamak, tanımak isteyenler artık tablo renklerini okumaya başladı. Bu renklerin en parlağı Todor Jivkov’u gerçek düşürenin isyancı Türkler olduğu gerçeğidir. Daha ötesi Bulgaristan’da Türkler olmadan adalet ve demokrasi olamayacağı gerçeğidir. Tablodaki karışık renkler ise tuzaklar, yalanlar, dalavereler, gizli planlar, dolaplar, zulüm ve devlet terörüdür. Vatandaşlar kokuyu aldı memleketi terk etmeye devam ediyorlar. Onları durduracak olanlar da ancak biziz! Devam edeceğiz. Okuyanlar paylaşsınlar.


Makale ve Analizler - 2019

95

ŞİFA MI, ÖLÜM DAVETİYESİ Mİ? 14.11.2019 Geçenlerde çay bahçesine oturdum ve bir taraftan da ağaçlarda kuşların cıvıltıları ile çayımı zevkle yudumlarken yanı başımda masaya oturanların yüksek sesle sohbet etmelerinden dolayı sesleri neredeyse parkı sarıyor olmasına rağmen başkalarını rahatsız edecekleri belki akıllarından bile geçmiyordu. İstemeden de olsa izleyici kaldıkça, duyduklarım yaşadığımız çağın ne kadar gerilerinde olduğumuzu seriyordu gözler önüne. Nerede olursak olalım, konuşanı dinlemeyi, etrafımızı rahatsız etmeden eğlenmeyi, sohbet etmeyi öğrenmedikçe, başkalarının hakkına saygı göstereme dikçe bizim hakkımıza ne kadar saygı gösterilir? Saygısızlığın karşılığına da ne kadar saygı duyulur ayrı bir konudur. Bir toplumda herkes aynı anda konuşursa kim dinler, kim ne anlar? Bir bayan hasta olan babasının derdine deva arıyordu eşten dosttan. Buraya kadar neyse ama daha ötesi yirmi birinci asırda yaşayan genç bir kişinin yaşlı başlı birinin söylediği ve reçete verir gibi dile getirdiği ilaç tedavisine şaşırmamak elde değil. Seksenine merdiven dayamış bir beyefendi doktor edası ile bir takım ilaç isimleri veriyor ve ilaçların hangi eczaneden alınacakların bile adresi teslim. Kendisi doktor değil, sağlıkçı değil ama kendisine iyi gelmiş ilaçların tanıtımını yapmaya devam ediyor ve yüzde yüz şifa garantiliyordu karşı tarafa. Derde çare aramak ayıp değil ama nerede aradığımıza da bağlıdır. Onları dinleyen herkes her halde benim kadar şaşırmıştır. Bana iyi geldi sana da tavsiye ederim ilaç muhabbetine. İlacı zehirden ayıranın dozu olduğunu biliriz, sağlık dışı olanların da bu dozu ayarlamalarının ne kadar tehlikeli olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Yıllarca TIP eğitimi almış doktorlarımıza güvenmeyip bir sağlıkçıya danışmadan ve meslekten olmayan birilerine güvenmemiz yakınlarımıza şifadan önce ölüm davetiyesi gibidir sevdiklerimizi bu tuzaklara atmayalım olmaz mı?????? Firdevs BÜYÜKATEŞ KALEMİN DİLİ kitabımdan


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

MÜCEVHER GİBİ Nedir beni sana böyle bağlayan Sorusu yıprandı dudaklarımda Sensiz cehennemin neresi yalan Kalbim can veriyor kundaklarında Kaç kez veda ettim sana içimde Kaç kez yaktım yıktım menzillerini Atacağım derken avuç içimde Gizlediğim sendin mücevher gibi Ömrümün kanayan yarası mısın? Bütün çareleri sana bağlayan Yoksa iki kapı arası mısın? Doğumumdan önce bende var olan? Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ


Makale ve Analizler - 2019

97

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar-1 Tarih: 20 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Azınlığın çoğunluk olduğu günler geldi.

16 Eylül 2019, Pazartesi zil çaldı. Bulgaristan’da 2019-20 ders yılı başladı. Birinci sınıfa gidecek 20 000 (yirmi bin) çocuk, birinci gün okula gelmedi. Köy ve mahallelerde ev ev arandı. Sanki yerin dibine batmışlar. Çanta sırtlamış okul avlusunda toplanan 60 000 (altmış bin) afacandan 28 000 (yirmi sekiz bini) Bulgar ailelerin evlatlarıyken, 32 000 (otuz iki bini) Bulgaristan’ın yerlisi ve vatandaşı olan ama etnik olarak Bulgar olmayan, yetkililerin ifadesiyle “anadili Bulgarca olmayan”, dini Hıristiyan olmayan (Türk, Roman /Çingene/, Çerkez) ailelerin çocuklarıydı. Öğretmen ve eğitmenlerin ulusal ortalama maaşın % 120 (yüzde yüz yirmisini) alabilmesi ve “anadili Bulgarca olmayan” öğrenciler için ödenen primleri ve “ağır koşullarda çalışma” ek ücretini de alabilmek için ana deftere bir sınıfta 25 öğrencinin ismini alt alta yazması ve onları ders odasına toplaması gerekiyor. Bunu yıl boyunca yapamasa bile, ilk gün (göz boyamak amacıyla) Okul Müdürü, Belediye Başkanı, Muhtarın ve okul müfettişlerinden birine göstermesi gerekiyor. Yukarıdaki rakamlar Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev tarafından TV programında değerlendirildi. Bakana göre, Bulgaristan’da yeni bir demografik durum (nüfus dağılımı ortamı) oluşmuştur. 7 yaşında okula ayak basanlar 2012-13 yıllarında doğmuştur. O yılın kayıtlarında “Bulgar olmayanlar” etnik Bulgar olan akranlarından fazlaydı. 7 yıl önce Bulgaristan’da ilk kez doğum oranı “Bulgar olmayanlar” lehinde değişmiştir. “Bulgar olmayan” ama Roman grubundan olanlardan 12 000 (on iki bin) çocuk kendi aralarında Türkçe konuşuyor. Türk Kimlikli millet ailelerinden gelmiştir. 2012’de “azınlıktan” olanlar, 2019’da “çoğunluk” olmuştur. Bulgaristan okullarında Bulgarca konuşmayanlar (anadilleri Bulgar dili olmayanlar – Türkçe ve Romence konuşanlar) ezici çoğunluk (egemen durum) oluşturdu. Fakat bu egemenlik henüz okuması yazması olmayan cahiller çoğunluğudur. Bu kitle, okuyup meslek sahibi olup uzmanlaşarak devlet kurumlarına yerleşmedikçe, fabrika kapıları önünde işsizler kuyruğunda bekledikçe, niteliksel değişiklikten söz edilemez.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuyu TV ekranında yorumlayan Bulgar ırkçı milliyetçiliğinin ileri gelen temsilcilerinden sözde “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) başkanı Valeri Simeonov ile VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambaski “çoğunluk olsalar da mecliste, hükümette, makamlarda yönetimi ele geçirmelerine imkan tanımayacağız” görüşünde birleşiyorlar. Onlar için bu, “Avrupa Birliği fonlarından azınlıklar için para çekip, paralara el atmak ve azınlıkları yoksul ve kör cahil bırakmak” uğruna hayat vermeye hazır oldukları kutsal bir plandır. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Türk Okulları konusunda sustukça, anayasa değişikliyle başlayan bir Eğitim Reformu’nda direnmedikçe, milliyetçiırkçıların değirmenine su taşımaktadır.(Sanki gizli amaç ve çalışma buna yönelikti) Bu 29 yıldan beri devam eden bir iğrençliktir. Bulgar dilini ve kültürünü, ayrıca yaşam tarzını kabul etmeyen bu büyük halk topluluğuna yaklaşımının yeniden değerlendirilmesi ve sorunlara çözüm bulunması zorunlu olmuştur. Yoksulların evlerini yıkmak, yakmak ve yaşadıkları getto-mahalleleri yerle bir etmenin çözüm olmadığı neden anlaşılamıyor anlamıyorum. Neden bunu anlamak istemiyorlar?! Hedeflenen nedir? Bu yıl Bulgaristan’ın Plovdiv (Filibe) ili Maritsa (Meriç) Belediyesinin Voyvodino köyünde, Gabrovo kentinde, Varna ve Ruse (Rusçuk) mahallerinde, Sofya’da ve Gırmen’de az mı ev yıkılıp yakıldı. Hiçbir Roman mahallesinde okul yok. 1990’dan beri Türk köylerinde tek okul kurulmadı. Türkçe öğretmeni yetiştiren enstitüler kapandı. Üstelik Roman çocukların il merkezlerindeki bakımlı modern okullara alınmıyor. Onlar ancak suyu yolu olmayan kenar mahalle okullarına kayıt yaptırabiliyorlar. Bakan’ın açıkladığına göre, 2019-20 ders yılında eksik öğretmen sayısı 2 000 (iki bin) kişidir ve bunlar o kenar semt okullarındadır ve eğitimi anlamsız yapan unsurlardan biridir. Hiç okula gitmeden okul bitirenleri ise konu etmek istemiyorum. Bulgaristan’da eğitim öğretim ve gelecek probleminin çözülmesi için nüfus olarak kazanılan egemenliğe giderek kesin politik anlam kazandırmak gerekecektir. 2019’da ders yılı açılırken öğrenciler, ana babalar, kamuoyu temsilcileri önünde yapılan konuşmalarda, basında ve TV tartışmalarında “Eğitim Reformundan” söz edilmedi. Hükumet asimilasyon politikası uygulayan eğitim öğretim sistemini değiştirmek istemiyor. Anadil eğitimini küçümsüyor. Din derslerine yol açılmıyor. Oysa Bulgar toplumunda dinden başka ahlak öğreten ders de yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

99

Ancak 1944-1989 “suçlu dönem ilan edilen” – totalitarizmi kapsayan tarihin “zulüm dönemi” olarak anlatılması ve isim ve kimlik değiştirme, anadil, din, yaşam tarzı, gelenek yasaklayan 1972-1989 “kültürel soykırım” dönemini de ders kitaplarına alma sorunları tartışıldı. Yeni olan bir başka gelişme de DPS Başkanı Mustafa Karadayı’nin “Türkçe Ders Kitapları” hazırlatıp bastırma vaadinde bulunması oldu. Fakat DPS bu defa da, okullar açılmazdan önce 2019-20 ders yılında devlet ve belediye okullarında birinci sınıftan yedinci sınıfa kadar Türkçe okuması için ana babaların Okul Müdürüne sunduğu dilekçelerin yürürlüğe konmasına baskı yapmadı ve işi denetlemedi. Bulgarca tek söz bilmeyen 12 000 Milletten öğrencinin Türkçe derslere katılması için de bir şey yap(a)madı. DPS, Bulgar okullarında Reform Yapılması ve Avrupa istem ve değerlerine uygun eğitim-öğretim yapılmasına önayak olmadı. DPS, azınlıkların kör cahil kaldığını görmek istemediği gibi, şu da var: Bulgar eğitiminde çatlaklar belirdiğini, eğitimde ayar düzenini bozulduğunu halka açmıyor. Son yıllarda Bulgar ailelerin okul çağındaki çocuklarını ya dış ülkelere, ya Sofya, Plovdiv, Varna gibi şehirlerdeki Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan dil okullarına, bir kısmı da umumiyetle okula göndermeyip nitelikli öğretmenleri kiralayıp eve çağırıp (ev okullarında) öğretim yapıldığını izliyoruz. Bazı semtlerde Yeni Özel Okullar açıldığı da dikkati çekiyor. Sofya’daki FETO Okulu da eğitim etkinliklerine devam ediyor. İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüsü de var, fakat bunların müfredatında ciddi Türk dili ve Türk tarihi eğitimi yok… Ülkemizdeki yabancı (dil) okullarında öğrenciler sanki dış ülkelerde gurbetçi olarak çalışmaya hazırlanıyor. İstatistiklere daha dikkatli bakıldığında, 2019-20 ders yılına 20 000 (yirmi bin) öğrenci daha fazla gelmesi bekleniyordu. Bu çocuklar dış ülkelere çıkarılmış, fakat henüz gerçekler açıklanmıyor. Genç aileleri Bulgaristan’da tutabilmek ve çocuklarını okullarda milli ruhta eğitebilmenin artık mümkün olmadığı gün gibi ortadadır. Bu problemin tek çözümü var. Azınlıkların kabul etmediği Bulgarca eğitim ve öğretimden vazgeçip, azınlık dillerinde, özellikle Türk dilinde, Avrupa istem ve değerlerine uygun okul programlarına göre, eğitim ve meslek eğitimi başlaması zamanı geldi. Ülkemizdeki yeni dev sanayi tesisleri Türk sermayesi tarafından kurulmuştur, Türk üretim tarzı istemlerine uygun çalışmaktadır ve işçilerin Türk dilini bilmesi, Türk adabına, yardımlaşma ve hoşgörü ruhuna göre eğitilerek uzmanlaşmaları zorunlu olmuştur. Bulgaristan’da eğitim modelinin hayatın el attığı istemlere uygun değişmesi gerektiğini görmeyen kalmadı. BGSAM ve BULTÜRK bu gereğe defalarca işaret etti. Bir gün önce Türk okulları açılması gerektiğine defalarca vurgu yaptı.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu iyi bilinmelidir. Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların içinde büyük bir korku var. Bu korkunun özünde 20. Yüzyıl dehşeti, asimilasyon vahşeti ve 21. Yüzyılın ilk 19 yılının aynı ruhtaki yaklaşımlarıdır. Hatta faşist ırkçılığın yeşermesi ve hükümet ortaklığına tırmanmasıyla durum sertleşmiştir. “Bulgar Etnik Modeli”, “Romanları Asimilasyon On Yılı” gibi saçmalık ve boş işler denendi ama netice alınamadı. Olmayan bir işin olmamasının nedenidir? Gerçek neden nedir? Şöyle açabiliriz: İnsan toplulukları 2 şekilde gelişir (büyürler). Birinci yöntem) Öteki toplulukları eritip yutarak (asimile ederek). Bulgar ırkı bugüne kadar bu tür bir topluluk oluştura gelmiştir. Örneğin, Bulgarlar daha Balkanlara gelmezden önce İslavlarla karşılaşmışlar. Onları yenmişler, kadınlarını kullanarak üremişler ve çoğalarak yayılmışlar. 5 oğlu olan Han Kubrat’ın eşi de bir Rus kadını olup 5 çocuk anasıdır. Onlardan biri de Bulgar ırkını Tuna nehri boylarına indiren Han Asparuh’tur. Osmanlı devrinin son döneminde asker alınmayan Bulgar gençler iş güç sahibi olmuş ve Bulgar ırkı ilk kez 2 milyon olabilmiştir. 20. Yüzyılda bütün savaşlarda kırılan Bulgar ırkı toprak olarak genişlese de, nüfus olarak içine büzülme devrine girmiştir. Nüfus olarak büyümek için başka etnik ve milletleri eritip içine akıtma yöntemini devlet siyaseti haline getirip uygulayan Bulgarlar 140 yıldan beri bu ilkeden asla vazgeçmediler: Önce 1913’te ve 1934-1944 yılları arasında Müslüman Pomaklar asimile edilmek istenmiştir. Aynı dönemde Ulahlara, 1944’ten sonra, önce Makedonlara, 1962’de Romanlara, 1964’te ve 1972-73’te yine Müslüman Pomaklara, 1982’de yine Romanlara, 1984-1989 yılları arasında Türklere amansız saldırıp hepsini (istisnasız) eriterek (tarihte iz bırakmamak şartıyla) Bulgar Irkı içine akıtmak ve geçmiş ve gelecekten silmek istemiştir. Bunu kabul etmeyenler göçe zorlanmış ve 1 milyondan fazla Türk Anadolu’ya geçmek zorunda kalmıştır. 1958’de tüm azınlık okullarının devletleştirilmesi ve Bulgar okul müfredatına geçilmesi de bu sinsi niyetin bir ürünüdür. 1989 sonunda sözde bu süreçlerden “dönüldüğü” ilan edilse de, Bulgar makamlar devletler arası hukukun bazı ilke ve maddelerini sinsi niyetleri lehinde ustaca kullanmışlardır. Bu ilkelerin başında gelen “suçlu bir devletin, kendini cezalandırmasının mümkün olmadığı” ve ikincisi de “kolektif alınan kararlardan kişilerin suçlu tutulamayacağı” ilkesidir. Böylece “soy kırım” diyebileceğimiz olaylardan tutuklanan ve ceza gören olmamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

101

Bu siyasi çarpıklık Rusya ve Batı devleti tarafından desteklenmiştir. Azınlıklara zulümden yargılanmış Bulgar yoktur. İlk kez ev yakma, doğduğun yerde yaşama, ana dilimizi konuşma, dernekleşme gibi konularda davalarımızı Strazburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine (UİHM) taşıyabildik. Devlet ve Belediye okullarında ana-okulunda zorunlu eğitim ve öğretim davamızı da UİHM’ne taşıma zamanı gelmiş bulunuyor. Bulgar Eğitim Bakanı Krasimir Vılçev yeni ders yılının açılması vesilesiyle verdiği demeçte, “öğretmen, eğitmen, okul bekçisi, polis, jandarma ve okul müdür ve müfettişlerin 2019-2020 ders yılına Bulgarca eğitmek için öğrenci toplamak amacıyla mahalle ve gettoları toplam 200 000 (iki yüz bin) defa ziyaret ettiğini, evlere girdiğini, çocuk aradığını, ana babalara değişik önerilerde bulunduğunu” açıkladı. Bu da zorla asimilasyon siyasetinin bir devamıdır. Ailelere bakı uygulandığı ortadadır. Bu gelişmeler yeni olayların günümüz Bulgaristan’ında eğitim sorunun kader belirleyici duruma geldiğini kanıtlıyor. Azınlıklar 21. Yüzyılda 20. Yüzyıl kâbuslarını yaşamak istemiyorlar. Bulgaristan’daki etnik topluluk kimlikleri koruma direnişleri iç savaşa neden olabilir… İkinci yöntem) Bulgar olmayan etnik toplulukların kendilerini koruyabilme, hayatta kalma ve öz gelişme mücadelesidir. Bulgarlar kendilerinden olan ve olmayanları eritip yutarak gelişirken, Bulgarca konuşmayan Bulgaristan etnikleri – Müslümanların hepsi, Makedonlar ve Ulahlar – doğal yoldan çiftleşip üreyerek büyüme yolunca gelişiyorlar. Asırlar boyu bu Türklerde, Romanlarda hep böyle gelmiş ve gelişmiştir. Bu açıdan bakıldığında Bulgar okullarına gitmek istemeyen azınlık çocuklarının anaları ve babaları, topluluğun kendisi koruma refleksiyle tepki veriyor, elini kolunu kaptırmaktan, evlatlarının beyninin değersiz şeylerle doldurulmasını istemiyor, ayrıca da doğal zekâlarını korumak istiyorlar. Bütün savaşları kaybetmiş ve devamlı çökmüş, esaret altında olmaktan sanki zevk alan Bulgar toplumuna, bu nedenle de karışmayı istemiyorlar. 3 milyon vatandaşın ülkeden kaçmasını başka türlü anlatabilmek imkânsızdır. Hiçbir ana baba çocuğunu batan bir gemiye bindirmek istemez. Devam edecek. İkinci yazı: Çözüm yollarını birlikte arayalım. Okuyanlar lütfen dostları ile paylaşsınlar. Teşekkür ederim.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar – 2 Tarih: 20 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bulgar toplumunu sarsan yalın gerçek: Birinci sınıfa yazılan 20 000 çocuk Bulgarca tek söz bilmiyor. Bulgaristan’da 2019-20 ders yılı başladı. 60 000 afacandan 28 000’i evde Bulgarca konuşan ailelerin evladı. 32 000’i evde Bulgar dili kullanmayan ailelerden geliyor. Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev ders yılını açarken yaptığı konuşmalarında “Anadili Bulgarca olan” ve “Anadili Bulgarca olmayan” çocuklar derken toplumu ikiye bölündü. Türk çocuklara, Türk, Romen çocuklara Çingene-Roman-Millet, Makedonlara Makedon diyemeyen bakanın, bu konuşmayı çok zor hazırladığına inanıyorum. Çünkü 1944 yılından Bulgar toplumuna böyle bir niteleme getirilmemişti. Türkler “fes”, “ibrikçi” veya “Gacallar”, Romanlar “mangal” dı onların dilinde. Diğerlerinin de lakapları vardı. Ne var ki ortada bir vesile olmayınca, dilleri dönmüyordu. Aileden gelen, dil-altında yaşayan bu sivri taşlar, çocukların sokak kavgalarında bakla gibi dökülüyordu ortalığa. Benzer durumlarda Bulgar toplumu yağmurdan sonra zehirli mantarlık gibi açıyordu. Bakan Vılçev’ın duyurduğu ve 16 Eylül 2019’dan beri Bulgaristan’da Bulgar medyasında en çok (her haberden önce) yinelenen “Yirmi bin birinci sınıf öğrenci Bulgarca tek söz bilmiyor – GELE GELE BURAYA GELDİK!? Sözleri uyuyanları uyandırdı mı? Toplumu nodulladı mı? Azınlıkları Bulgarlaştırma işlerini “saraydan” yöneten hain Ahmet Doğan göbeğini kaşıdı mı? Bulgar toplumu kör cahil kaldığından sonra Avrupa Birliği’nden çıkarılır mı? Bu sorular sormakla bitmez! Bulgaristan’da çok yakında WhatsApp, bilgisayar, çamaşır ve bulaşık makinesi vs kullanamayan, Bankomattan para çekemeyen, elektrik, su faturasında, trafik ceza fişinde yazanları sökemeyen, vergi ödemeyi beceremeyen bir genç kitle oluşacak. Bu gençlere sokak süpürme işi ancak yaprak dökümünde verilecek, çünkü şehirlerde oluşan ırkçı orta tabaka onları evlerinin etrafında ve yaşadığı sokakta, köpeğini gezdirdiği bahçede görmek istemeyecektir.


Makale ve Analizler - 2019

103

Bildiğiniz gibi 1934 yılından başlayarak Almanya’da Yahudileri toplumdan ırkçı silkme böyle başlamıştır. Yahudi çocuklar Alman okullarına alınmamıştı, fakat Yahudi öğrencilerin Alman çocuklarla aynı sıraya oturması yasaklanmıştır. Biz Bulgaristan’da bugün “ırk üstünlüğü” gibi bir ruh hastalığına yakalanmış olanlar şehirlerinde, değil Çingene-Millet okulu, Çingene-Millet çocukları için top sahası olmasına, Çingene-Millet mahallesinde kütüphane ve benzerlerinin açılmasına tahammül gösteremedikleri gibi, “çalga müziği”ne karşı yasa çıkarmaya çalışıyorlar. Azınlık geleneklerine göre düğün yapılması ırkçıları rahatsız ediyor. Millet-Romanlarla aynı düğün salonunda evlenmek istemeyenler çoğalıyor. Gettoların yıkılması, Azınlıkların Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ırkçılık devrinde olduğu gibi “(bandüstanlarda)-siyah derili mahalleleri Geto” – dikenli telle çevrili, teneke kulübelerde yaşanan kapalı alan – toplanması Bulgar eğitim sistemi için bir mezar olarak belirleniyor. Tek dilli, tek kültürlü Bulgar devletinin çok yakında çözüleceği merkezler işte bu getto mahalleler olacaktır. Son 140 yılda ilk defa olmak üzere 1990’dan sonra Bulgar Müslüman azınlıkları Avrupa ve dünya görme imkânı buldu. En kötü işlerde çalışmaya hazır genç bir etnik kitle Batı Avrupa Ülkelerinden Birleşik Amerika ve Kanada’ya kadar yayıldı ve bambaşka insanlar olarak Bulgaristan’a geri döndüler. Bulgaristan’da ikinci sınıf bir insan olarak ezildiklerinin bilincine yeni yeni vardılar. En kutsal hakları olan anadil, öz kültür, müzik ve sanat, edebiyat haklarının ellerinden alındığını gördüler. İşte bu sene Bulgar Eğitim bakanlığı köy kütüphaneleri için bir milyon leva ayırmış, ama hiçbir Türk, Çingene-Roman-Millet veya Pomak mahallesinde kütüphane açılmasına, bu kütüphanelerin raflarında azınlık dillerinde 10 kitap, bir gazete, bir dergi olmasına bir leva ayrılmamıştır. Büyük ayrımın, ötekileştirmenin, azınlıkların kültürel kimliğinin her gün, her ay, her yıl yok edilmesinin küçük adımları bunlardır. Gırnatacının elinden zurnanın, davulcunun elinden tokmağın alınmasının başka bir anlamı olamaz. Bulgaristan’da yaşayan 8 Roman-Millet azınlık lehçelerinden hiç birinin alfabesinin 140 yılda hazırlanmaması anlamını siz yorumlayınız. Romanlaran-Millet’in Bulgarca sayması sorunları çözmüyor.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar zenginleri ayrı okullara gidiyor. 2019-20 ders yılında büyük şehirlerdeki 51 okula Bulgar sanayicileri damga vurmak, okullarda sanayi tesislerinde ihtiyaç olan dillerin, teknik derslerin, bazı derslere ağırlık verilmesini istiyor. Bu iş adamları ve sanayi tesisleri listesinde Türk şirketi olmaması dikkat çekiyor. Şumen, Tırgövişte, Plovdiv ve Kırca Ali okullarında haftada 3 defa Türk dili öğretimine geçilmesi zamanı gelmiştir. Türk diplomasisinden de daha kararlı adamlar bekliyoruz. Şu tespitler çok önemlidir. Yedi yıl önce Bulgaristan’da ilk kez doğum oranı “Bulgar olmayanlar” lehinde değişmiştir. Bu tespit anadil olarak belirlenmiştir. Bakan, “Anadili Bulgar olmayan” gruptan söz ediyor. Demek oluyor ki, Bulgar dili Bulgar kimliği için belirleyici olduğu gibi, Türk dili de Türk kimliği, Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliği için de belirleyicidir. Roman-Millet grubundan 12 000 (on iki bin) 7 yaşında çocuk kendi aralarında Türkçe konuşuyorsa ve ailesi ona evde başka bir dil öğretmemişse, Türk’tür. Bunlardan 20 000’i 7 yaşında çocuk (Bakanın belirttiğine göre) Türkçeden başka dil bilmiyorsa, öğrenmemiş ise (konuşmuyorsa) Türk Kimlikli milletin ailelerinden gelmiştir. 1879’da Tırnova Kaymakam Konağında Bulgar Prensliği’nin Birinci Büyük Millet Meclisi’ne delege olarak gelen, seçilmiş 9 Türk milletvekili Bulgarca bilmediğinden dolayı, tercüman çağrılmış ve meclis tercümeli çalışmıştır. Anayasa’yı imzalamaya çağrılan 6 il Müftüsü ise, Bulgarca yazıp okumaları olmadığından, Bulgar Meclisinin de sağdan sola ve Arap harfleriyle atılan imzayı kabul etmediğinden dolayı, imza yerine parmak basmışlardır. Nereden çekildik nereye geldik? 2019’da Bulgar Meclis kürsüsünden yapılan konuşmalar, Bulgaristan’da okul bitirenlerin % 42’sinin Bulgarca okuduğunu anlayamadığını, nüfusun % 80’nin “debil” olduğunu belirtiyorlar. 1879’dan bu yana, ortalama 25 yılda kuşak değiştiğini kabul ettiğimizde, şimdi biz Bulgar devletinde ve toplumunda yaşayan altıncı nesiliz ve bizim çocuklarımızın 7 yaşına kadar tek Bulgarca kelime öğrenmeden tamamen kapalı sosyal ortamda yaşadığına tanık oluyoruz. Toplumun bu göz çıkaran gerçeği normal karşılaması beni kahrediyor. Bulgarlar gerçekten de olmayanı karanlıkta arıyor ve azınlıkları da zifiri karanlığa itiyorlar. Aydınlığı şişede bulsalar önce kendileri içecekler ve arttığında azınlıklara “alın azdan az siz de tattın” diyecekler.


Makale ve Analizler - 2019

105

Yakın geçmişte Türkçenin Bulgaristan’daki rolü büyüktü. Bulgar ekonomisinde en büyük döviz kaynağı olan tütüncülükte üretim dili Türkçeydi. Tütüncülerin tamamı Türklerdendi. Çocuklar evde ve işte üretim dili ve ustalığı öğreniyorlardı. Bakan Mehmet Dikme, ardından Rus oligaşi balonu D. Peevski, hainler başı aç kurt Ahmet Doğan ekmek teknemizi kırdılar. Yerine ise hiçbir şey koyamadılar ve gençler kurtuluşu AB’ye gitmekte gördüler. Tütünle beraber hayvancılığa indirilen öldürücü darbe de Türkçemiz üzerinde çok olumsuz etki yaptı. Türkçe 300-500 sözle kapsülleşmiş bir “ölü dil” haline getirilmeye çalışıldı. Kör cahillerle birlikte Bulgarca konuşan, fakat konuşulanı anlamayanların sayısı arttı. DSP’nin mecliste 38 milletvekili bulundurduğu günlerde yapılan bir anketten öğrendik. Yalnız yedisinin cebinde tükenmez varmış. Bulgarca konuşmayan ve Bulgar dilinde eğitim ve öğretim almak istemeyen yeni bir kuşak meclise dolacak kadar kalabalaştı, gene de tedbir alınmadı. Hep dinlediler, ama ne diyecekleri akıllarına gelmedi. Daha da ilginç olan ise şudur: Bize “ekmekle” yaşasınlar, diyorlar. Toplum sağ kayarken faşistleşirken manevi olan “onlara ait olmayabilir” diye düşünenler çoğalıyor. “Geri zekâlılık” toplumun bir niteliği ya da vasfı ise, biz örgütlü ve toplumu bütünüyle saran bir “geri zekâlılığın” kök salıp yayıldığına tanık oluyoruz. Kör cahillikte, fakirlikte, yoksullukta, çaresizlikte, gurbetçilikte ilk sıralarda olmamız bunu her gün kanıtlıyor. Belirtiyorum “karanlık” bizim için çıkış noktası olamaz… Toplumda bu konunun yıllarca konuşulması yüzde yüz yasaktı. 1980’li yıllarda Türk Okulu isteyen, çocuklarımıza anadillerinde ders vermek isteyen, anadilimizde şiir, öykü yazan aydınlarımızın hepsi toplandı ve zindanların en karanlığına atıldılar. Değişen hiç bir şey olmadı. Ama ne yazık ki, ders çıkaran da olmadı. Köklü değişim yapılmadı ve daha da kötüsü planlanmıyor da… Türkiye’deki yakınları ile Türkçe yazışan kardeşlerimizin tümünün yargılanmadan sürüldüğü ya da toplama kamplarına atıldığı dikkate alındığında, Bulgaristan’da rejim değişikliğinden “demokrasiden” söz edenlerin ne demek istediklerini gerçekten öğrenmek istiyorum. Çünkü birbirimizi anlayamaz olduk. Anlamak istemiyoruz. İçinde bulunduğumuz Eylül ayında Haskovo şehri merkezindeki Tarih Müzesinde sergilenen ve ayın sonuna kadar açık olacak “Belene Anıları” sergisini hiçbir Müslüman mahkûm veya yakını ziyaret etmemiştir. “Belene” kampında 517 Türk hak ve özgürlük mücahidi kahramanımız kapandı, işkence gördü, isimleri orada zorla değiştirildi.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yasalar yol vermediği için haklarını arayamadılar. Bu gün “Belene” Anıt Levhasına Bulgar isimleri yazıldı, isimlerinin değiştirilmesini, Türk adlarının yazılmasında direnen karşı gelen bile olmadı. Bu gidiş pek iyi yere gittiğimizi söylemek mümkün değil. Denizleri-Okyanusları geçtik derken şimdi Arda’nın-Meriç’in sularında boğulacağız mı? Bu sergiye gidip, isteklerini hatıra defterine düşüncelerini yazmayı bile tenezzül etmiyorlar. Biz Türk öğrencilerin bu sergiye götürülmesini tavsiye ediyoruz. Okullar bunu yapmasa bile anne-babalarını bunu yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ruhsuz insan insan değil, RUHLAR DA BURALARDAN BESLENİRLER. Afacanlarımız tarihe girdi. Yanağına makas atmak istediklerim, 2012’de “azınlık” olanlar, 2019’da “çoğunluk” oldular. Bulgaristan okullarında Bulgarca konuşmayanlar (anadilleri Bulgar dili olmayanlar) ezici çoğunluk (egemen durum) oluşturdu. 1910’daki rüzgâr döndü ve 130 yıl azalan nüfusumuz geri döndü. Bu büyük bir zaferdir. Kırılmayı kapattık. Bu nazik egemenlik henüz okumaya yazması olmayan cahiller çoğunluğudur. Bunu asla unutmayalım. Kollarımızı sıvayalım. Toplum kuraklıktan yarılan toprak gibi parçalanmıştır. Toplunun yalnız okulda değil, her alanda, her mahallede yüzde yüz parçalandığını görenler, 140 yıl derinleşen sonra bu bölünmenin kapanma sürecinin başlamadığını belirtiyorlar ve haklıdırlar. Bu yönde bizim için olumlu adımlar ancak Türkler ve Türkiye tarafından atılıyor. Türkiye okullarında Bulgaristanlı soydaş öğrencilere vatan dilimiz olan Bulgarca öğretilmesi ne güzel… Bulgaristan’da yatırımı olan Türk iş adamlarının Türk fabrikalarında çalışmak isteyenlere Türk dili öğretilmesini istemelerini alkışlıyoruz. Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği’nin, Kültürel Etkileşim Derneği ve Hoşgörü Kulüplerinin, ebe beyin çalışmalarını vb destekliyor ve kutluyoruz. “Balon” “Filiz” gibi bir öğrenci gazetesi çıkarılması yine aktüel oldu. Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı’nın gerçek durum karşısında dilini yuttuğunu, çaresizliğini görüyoruz. Ne ki o, hala “biz ülkemizdeki azınlıklarla okul çalışmalarında 1879’dan daha durgun ve geriyiz, o zaman hiç olmazsa meclise tercüman çağırmışlar, biz 2019’da sınıf odalarına toplanan ve tek Bulgarca kelime bilmeyen çocuklarımızın kendilerine Bulgarca konuşulanları anlayabilmeleri için tercüman mı tutalım? Çok acı bir gerçek…


Makale ve Analizler - 2019

107

Unutmayalım, Türkçe öğrenmek yalnız TV seyretmekle olamaz. Çocuklar Türklüğün hayat sıcaklığını bekliyor. El uzatmışlar tarihimizi, töre ve geleneklerimizi, Peygamberimizin hayatını öğrenmek, şiir ve masal kitaplarımızı ve tablet istiyorlar… Çıkış yolu Türk çocukları için özel kreşler, Türkçe anaokulları, okula hazırlık dersleri, Türk okulları açılmasıdır. Okullarda Türkçe zorunlu dil olmalıdır. Türkün dili Türkçedir. Eğitim sorunları en önemli konularımızdan biridir. Devam edecek. Sadece kendimiz değil çevremizi de bilinçlendirelim, Paylaşınız lütfen. Teşekkür ederim


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar – 3 –

Tarih: 21.09.2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Anadilde okul eğitimi ve azınlık haklarımız için sert bir mücadelenin eşiğindeyiz. Bulgaristan’da 2019/20 ders yılı açılışında birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğun tek kelime Bulgarca bilmediği ortaya çıkınca, Bulgar devletinin afacanların eline sıkıştırdığı Bulgarca kitapların işe yaramayacağı anlaşıldı ve ulusal çapta tartışma açtı. Paket halinde kitapları alan çocuklar annelerine mahzun gözlerle, “Bunlar ne?” diye sordular. “Ne desem acaba!” telaşı içinde, anneler boynu bükük, gönlü kırık, üzgün ve endişeliydiler. Ders yılının aşılış törenlerinde, besbelli Bakanlık emriyle olacak, okul duvarına boydan boya NEFRET SÖYLEMİ YASAK pankartı uzatıldı. Bulgar faşizminin damarında dolaşan kan nefret söylemindedir. Bulgaristan’da bunun ustaları ve hocaları VMRO başkanı Krasimir Karakaçanor, VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki, “Ataka” partisi lideri Volen Siderov ve “NFSB” partisi lideri Valeri Simyonov’tur. Bu partilerin sağ ve sol uçtan olmaları “faşist” ve “ırkçı” olmalarına engel değildir. Türk düşmanı olmaları “faşist ve ırkçı” olmalarına en büyük kanıttır. Bizim memlekette, etnik azınlık okullarının (Türk okullarının, medreselerin, dershanelerin) devletleştirildiği ve özel okullarımızın yasaklandığı 1958 tarihinden beri yani 61 yıldır nefret uygulanmasına özgür alan açılabilmesi için “nefret söylemi yasak” pankartı duvar kâğıdı yerine kullanılmaktadır. Kıdemli öğretmenlerimizden Galip Sertel Hocam bu trajediyi derin hüznünü gemleyip şöyle dile getirdi: Çarmıha gerilmiş ağlamakta zaman Mezar taşları kırılmış gömütlükte Feryat ediyor sükût içinde yatan Kıyamet günleri gelmiş değil Çocuğun isyanı bitmiş değil. Bu Bulgaristan Müslümanlarının toplumsal gerçeğidir. Okullarımız bu facianın yalnızca bir halkasıdır, ne var ki, geleceğimizi belirleyen olduğundan dolayı çok önemli, olmazsa olmazımızdır. Okul mücadelemizi hiçbir şey durduramaz, engelleyemez…


Makale ve Analizler - 2019

109

Biz bugün Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türkler yani Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev’in “anadili Bulgar olmayanlar” kategorisine girenler, aslında durumları cidden acınası olan insanlarız. Fakirler, zavallılardır, iki ucunu bağlayamayanlarız, yaklaşan kışa odun alamamış ailelerdendir. Her sayfasındaki ırkçılık kokusu buran direği kıran 1991 Bulgar Anayasasında (Türk milletvekilleri tarafından imzalanmamıştır) “Anadili Bulgarca Olmayan” vatandaşlar tanımı (tarifi) yoktur. Bakan, Türkler, Romenler, Millet, (Çingeneler) diyemiyor bu vatandaşlarımıza. Resmi Bulgar makamlarının ağzında onlar “ataları İslamlaştırılmış vatandaşlar”. Bulgarlar da devlet ve millet olarak sözde bizim Müslümanların “kurtarıcısı” olduklarını iddia ediyorlar. Şöyle yani bir defa Ruslar bizi Osmanlıdan (dedelerimizden) “kurtarmış”. İkincisi de Bulgarlar sayesinde “İslamlaştırılmış Bulgar olmaktan kurtarılmışız.” Biz Türkler güya “iki defa kurtarılmışız da”, anlaşılan 2 defa da kölelik zincirine bağlanmışız… Okulları, medreseleri, okul bahçeleri, oyun alanları, alfabeler, kitaplar, kaz tüyler, divitler, okkalar, tükenmezleri ellerinden alınmış, ateşe atılmış külü savrulmuş zavallı insanlarız. Tarihte ancak kölelere karşı olan bu yaklaşım XV. ve XIX. Yüzyıllar arasında Afrika kıtasında yaşanmıştır. Bütün kıta kör cahil, ayak ve kol bilekleri kelepçelenmiş, boyunlarında ise başka kelepçe ve zincirler… Kelepçeler bizim dilimize ve zihnimize vuruldu. Zincirleri 140 yıldan beri soruyoruz. Bir yere varamadık. Tarihte gelişip biçimlenmiş öz kimliği olmayan bir millet olan Bulgarları azınlıklardan oluşan “köle sahibi eden” Rus Çarına ve Sovyet devlet ve komünist partisine (SBKP) sonsuz minnettarlık ifadesi olarak 2020 yılında Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin Bulgaristan’a davet edildi. Bulgarları esir alıp sıcak denizlere çıkmak için 1877’de Osmanlıya saldırı savaşı yapan, Tuna’yı geçtikleri yer olan Sviştov (Ziştovi) şehrinde sözde “kurtarıcı” Çar II. Aleksandır’ın 6 metre yüksek bir at üstünde anıtı dikilmesi hazırlıkları sürüyor. Anma törenlerinin yapılacağı tarih, köleleştirildiğimiz gündür. Şu da var. Biz Müslümanlar ve Bulgaristan’daki azınlıklar, kendilerini “köle sahibi” zanneden aslında kendileri de “köle” olan, Bulgar kölelerin, ve onların derip çattığı devletin de hepimiz topluca köleleriyiz. Bizim için bu katmerli köleliktir ve 140 yıldan beri çökmektedir ve çöktükçe hepimizi daha da ezmektedir. Vatandaşlardan yarısının yurtlarını terk etmesine başka bir anlam verilemez… “Türk” sözü ve “Türk dili” kavramı gibi “köle” ve “katmerli köle” kategorileri de Bulgar anayasasında olmasa da, hayatta var ve zincirleri sürüye sürüye yaşamak zorundayız.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1878’den beri durumumuzun tarifinde şu da var. Devletten süresiz “savaş tutsağı” muamelesi görüyoruz. Başımıza gelenler ancak büyük bir savaşta esir düşenlerin başına gelebilir. 1500 köyümüzü, 2700 okulumuzu kaybettik. 40 binden fazla öğretmen, eğitmen, okul müdürümüz, aydınımız göçe zorlandı, yok oldu. Afrika’daki kölelerin aralarında anadillerinde konuşmaları yasaktı. Başka dil bilmediklerinden bir tek susma hakları vardı. O da hiçbir belgeye işlenmemişti. Seçme ve seçilme hakları yoktu. Ancak ıslık çalıyor ve burunlarından çıkardıkları sesle müzik yapıyorlardı. Günümüz “çalgacıları” gibi… Kölelere para cezası kesilmiyordu. Çünkü onların parası yoktu. Bizde durum farklıdır. 1989’da 5 (leş) leva olan Türkçe konuşma cezası 2019’da 2 400 (iki bir dört yüz) levaya çıktı. Bulgar makamları, kurumları, adalet ve yargı bu konuda itiraz kabul etmiyor. Soruyorum: Tek söz Bulgarca bilmeyen birinci sınıf öğrencileri ne yapacaklar? Okulda aralarında Türkçe konuştukları için onlara kesilecek cezaları kim ödeyecek? Yoksa Bulgar okullarının birinci sınıfında 2019-20 ders yılında öğrencilerle öğretmenler kafa sallayarak ve el işaretiyle mi “konuşacaklar”?! Cahil kalmamızdan, budalalaşmamızdan, serserileşmemizden, divaneleşmemizden ve dolayısıyla aptallaşmamızdan memnun ve hatta mutlu olduğunu gizleyemeyenlerin başında hiç kuşkusuz 126 yıldan beri İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ismi ardına gizlenenlerin gorgor-başlarından Angel Cambazki geldi. Devlet ve belediye okullarında Türkçe okunmasına en sert tepki verdi ve ateş püskürdü. 2019 Mayısında ikinci kez seçilen ve Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili olan Cambazki’nin Balkanlı olduğunu soyadı ele verirken, soyunun yarımadamızın neresinden geldiğine de, dini yortularda giydiği beyaz kısa etekli, ayakları çarıklı Ege Yunan giysileri ve belini saran kırmızı kuşağı sıkan siyah kemere taktığı kılıflı kama işaret ediyor. 21 Eylül günü VMRO ırkçı yönetimi Cambazki’nin 27 Ekim günü yapılacak yerel seçimlerde Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı gösterildiğini açıkladı. İyilikbilmez ve nefret söylemi dolu kimliğini açarken, bu defa Sofya kenar semtlerinde yaşayan ve sayıları artık 400 bin olan RomanlarMillet ve 25 bin Arap, Pomak ve Türklerle ilgili tek söz söylemedi. Geçen hafta, VMRO-lu Makedonlardan en az 500 yıl önce Sofya’ya yerleşen Romenleri başkentten kovma niyetini gizlememişti. O, 2019-2010 der yılı açılırken Eğitim ve Bilim bakanı Vılçev’in birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğa “anadili Bulgarca olmayanlar” demesin-


Makale ve Analizler - 2019

111

den sonra patladı. Bulgar okullarında Türkçe okunmasına “Anayasa’nın izin vermediğini ve bu hususta Türkiye ve Bulgar devletleri arasında mutabakat olduğunu” belirtti. Aday gösterilmesi aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığıyla otorite yapan Cambazki’nin belirli güçler tarafından kullanıldığını ortaya koydu. Aday yalan söylemeye başladı. Bir defa Bulgar anayasasında “yasaklayıcı” madde yoktur. Anayasa Bulgar dilini resmi dil ilan ederken, azınlıkların anadillerini yasaklamamıştır. Bulgaristan’da azınlık nüfus çoğunluk olma eğiliminde olduğundan, konuşulan azınlık lehçelerinin önemi artmıştır. Türk dili bir büyük kültür ve uygarlık dili olduğundan dolayı çekicidir. Türkçenin azınlıkları birleştirdiği ortadadır. Türk kimliği oluşturan bir anadil ve ulusal dil olma nitelikleri de taşıdığı için yayıldıkça yasaların ve anayasanın değiştirilmesi gerekecektir. Makedonya’da Arnavutça ikinci dil olmuştur. Düne kadar yasaklı dil olan Boşnakça devlet dili olmuştur. Şimdilik Bulgaristan’da önemi arttıkça Türk dili ikinci resmi dil olabilir. Bunu gören Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi (HŞOP) bu isteği programına almıştır. Bu istek, Türkiye’deki 1 milyon soydaşımızın ve Batı ülkelerindeki 150 bin gurbetçimizin önemli isteklerinin başında gelendir. Avrupa Birliği ülkelerinde çalışan ve sayıları 600binden fazla olan Roman – Millet kardeşlerimiz ailelerinde ve iş esnasında kendi aralarında Türkçe konuştukları, Müslüman istemlerine uygun yaşadıkları gibi, büyük bir dayanışma içinde yaşam kavgası veriyor ve çocuklarını vakıflara ve camilere bağlı Türk okullarına gönderiyorlar. Kısaca, modern kültüre katılıp Uygurlaşmamızın Bulgaristan kaynaklı yolları ırkçılar tarafından kapanmış bulunuyor. Güven kaynağımız yine anavatanımız. Türkiye ise bu hizmetleri Müslümanlık ve Türklük adına sunuyor. 2018’de ve 2019’da Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanımız Çavuşoğlu ve Büyükelçi Sayın Dr. Hasan Ulusoy’un Bulgar okullarında Türk dili okutulmasını ısrarla önerince, alınan tepkileri ve diplomatik gerginliği unutmadık. Mücadelemiz devam etmektedir. Cambazki, AP seçimlerinde “Prestoe” ve “Ruen” , Plovdiv ve Kırca Ali şehir ve köy okullarının hepsinde Türkçe okutulması isteklerine gösterdiği tepkide “Bulgaristan’da Türk okulu yok. Bulgar okullarında Türkçe asla okutulmayacak” dedi. Fakat Bulgar devleti 2 700 Türk Okulu yıktı, 2 535 cami, mescit ve medreseye el koydu, devlet ve belediye mülkümüzü gasp etti, yarısını kilise, diğerlerinden büyük bir kısmını da “müze” yaparak kullanımdan aldı, demedi. Bütün yasaklar, el koymalar, dönüştürmeler, bombalamalar ve yasalara ve mahkeme kararlarına rağmen herhangi birini iade etmeye karşı kararlı


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

direniş sanki bir planın halkaları. Nefret yüklü böylesi bir dil, kültür ve din düşmanlığının dünyanın hiçbir yerinde görülmediğini yazmak zorundayım. Irkçı ve kültür düşmanı bir milliyetçiliği temsil eden siyasetçilere 21. Yüzyılda yer almamalıdır. Hele Sofya meclisinde, hele hele Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığında ya da AP’unda. Bulgar devleti azınlık düşmanı öz siyasetini Cambazki gibi aşırı ırkçılar söyleviyle sürdürüyor. AP milletvekili Bulgaristan okullarının Eğitim ve Bilim Bakanlığı şapkası altında olduğuna vurgu yaparken, “okulların hepsi Bulgarlarındır, Bulgar devletinin ve Bulgar belediyelerinindir,” azınlıkların “okul hakkı yoktur” demekten çekinmiyor. Dili dönse “siz kölesiniz,biz ne dersek o olacak, kör cahil kalmak kaderiniz,” demek istiyor da, henüz dili dönmüyor. Kendisini Bulgaristan çıkarlarının savunucusu sayan ve bunu resmen beyan eden bu haydut voyvoda kalıntıları, İkinci Balkan Savaşında (1913) ve Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-18) Bulgar Ordularının yenilgili Makedonya çarpışmalarından sonra Ege ve Vardan Boyundan kovulunca 39 000 kişi olarak Bulgar Krallığına sığındılar. İlk boy gösterişleri, 1913’te Çar Ferdinand’ın Batı Rodoplar’da Pomakların isim, baba adı, soyadı ve din, dolayısıyla kimliklerini değiştirerek Müslüman’dan Hıristiyan ve Türk’ten Bulgar yapma saldırılarının taşa çarpmasından sonra dal budak saldı. Onlar Rodop Dağlarında Çar çıkarlarını savunan çapulculardı. Giderek kiralık katilliği üstlendiler. Büyük sayıda yerlinin köylerinden kovulmasından sonra “adalet dağıtıcı” rolünden hırsızlar olarak kol gezdiler. Savaş cephelerinden kaçırdıkları silahlarla boy gösterip Haydut Çeteleri kurdular. 1923’te Bulgar Halk Çiftçi Birliği’nin başkanı, Başbakan Aleksandır Stamboliyski öldürdüler. Daha önce Başbakan Stanbolov ile Maliye Balkanı Belçev’ı de Makedon mülteci haydutlar tarafından öldürüldüler. Moskova (Komintern) uluslar arası terör örgütüne para ve silah karşılığı kulluk ettiler. 1925 askeri darbesine katıldılar. 1934’te VMRO yasaklandı. Silahları toplandı. 1944’te yöneticilerin bazıları imha edildi ve 1990’a kadar yasaklı kaldılar. 1991’den sonra VMROsempatizanlılarını derneklerde örgütlediler, Bulgar Ulusal Hareketi (BUH) oluşturdular. “Yurtseverler” olarak ünlenmeye çalışırken, 2017 seçimlerinden önce, aşırı soldan gelen ve Moskovçu olduğunu gizlemeyen “Ataka” Partisi ve 1913’te Türkiye Trakya’sından Bulgar Krallığına geçen ve Burgaz, Yambol ve Haskovo illerine yerleşen Bulgarları derneklerde örgütleyerek “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partisi ile birlik olup sözüm ona “Milli Cephe” kurdular 26 Mart 2017 seçimlerinde üçüncü siyasi güç oldular ve GERB partisiyle hükümet ortaklığı oluşturdular. Bu


Makale ve Analizler - 2019

113

ortaklıkta VMRO Başbakanı Krasimir Karakaçanov Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevleriyle birlikte birçok kurumu elinde topladı. Bulgaristan Müslümanlarının boynuna 1878’de takılan kölelik zincirini çıkarmamak şartını kabul ettiği için kurulmasına onay verilen Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS – HÖH) partisinin 1990’lı yıllarda gizli devletle ilişkilerini VMRO-subayları üzerinden yürüttü. Ayrıca Başkan Ahmet Doğan’ın daha 1992’de VMRO’nun en yüksek ödülü olan “Altın Yıldız” ile ödüllendirildiğini düşündükçe, 57 yıl yasaklı olan bu partinin Moskofçu olduğunu düşünen de olmuştur. Fakat VMRO ve HÖH partisinin meclisteki oylarını birleştirip son 75 yılda ilk kez ABD F-16 savaş uçaklarından 8 adet almak için 2.2 milyar leva ödeme yapması ve aynı zamanda “Türk Akım” gaz boru hatlarının Bulgaristan üzerinden geçmesi için 2.4 milyar yatırımda buluşmuş olması – üstüne üstelik Angel Cambazki’nin Bulgaristan Türklerinin en ilke insan haklarının verilmesine karşı direnişleri – normal insanları gerçekten şaşırtabilir. Bu gelişmeler, 2019’un Eylül ayında memleketimizdeki hangi siyasi yapılanmaların ipi Kremlin’e bağlı sorusunu sormamıza neden oluyor. Toplumsal yapı içinde çürük diş kökü olarak gördüğümüz, Bulgaristan’ı SSCB’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlamak isteyen Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) kuaföre uğramış şekli olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile ABV partisine değinmeden, bazı başkalarına de değinmek istiyorum. Örneğin çok yakına kadar, Kremli’nin Bulgar Romanlardan (Çingeneleri) savcı Toma Tomov’u “Avrupa Güvenliği ve Bütünleşme” (Roma) adlı bir siyasi parti kurmaya sıkıştırdığını bilmiyordum. Bulgaristan’da sözüm ona “demokrasi” döneminde, DPS “fahri” lideri, Rusya’nın 1990’lı yıllarda Bulgaristan’daki ekonomik kalın enseliler modülü olan “Multi Grup” yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Doğan’ın emriyle ve “sarayda” öldürülen Ahmet Emin’in imzasıyla, gazeteci Volen Siderov’a verilen 1 600 000 leva ile kurulan “Ataka” Partisi 3 yıl önce “Çingenelerden sabun yapmak istediğini” gizlemezken, şimdi sustu. Kremlin’e bağlı olup Bulgaristan’da cirit atan güçler, “Trakya Derneklerinden” Moskovçu bir parti kurmaya yıllarını vermişler, ama bir şey çıkmamış. Bu derneklerin yönetimine BSP’li aktör Prof. Stefan Danailov ile birlikte, halen Momçilgrad (Mestanlı) Belediye Başkanı görevi için seçim yarışmasına katılan Sali Şaban’ın da Moskova’ya bağlı “Trakya Dernekleri” yönetimine katıldığı ilgi çekicidir. Çünkü bu dernekler de Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlüklerinin verilmesine karşı baş kaldıran ve her hamlemize karşı çıkan güçlerin başında gelir. Özgür yaşamamızın özünü körelt-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek isteyen ve Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği güçlerin arasında yer alan “Trakya Dernekleri”nden bir adayı DOST partisi Başkanı Lütfi Mestan’ın Mestanlı Belediye Başkanı göstermesi de, anlaşılır gibi değildir. Moskova’daki “Stratejik Araştırma Enstitüsü” emirlerine uyarak mecliste ayar olup denge kuracak yeni bir siyasi partiyi tam kurmaya hazırlanırken 20 bin üyesi olan Bulgar “Rusofil” hareketinin 8 kişilik yönetimi şafak sökerken yapılan baskınlarla tutuklandı. Moskova’dan gelen yoğun telefonlardan sonra teminat karşı tutuklananların stratejik önem taşıyan Bulgaristan’da yapılacak sosyolojik araştırmalar için 31 bin Euro ve kamuoyunu yeni partiye çekmek için de 2.2 milyon Ruble karşılıksız destek aldığı açıklandı. Memlekette çok enteresan bir durum oluştu. Sosyolojik anket sonuçları, vatandaşların % 75’inin Rusofil olduğunu, % 51’inin “Çalga” müziği dinlediğini, % 62’sinin Batı ülkelerindeki gurbetçilerimizden gelen1. 250 000 000 Euro’dan aldıkları payla geçindiklerini, 430 bin kişinin çalışmadan maaş aldığını gösterirken, bu vatandaşların “anadili Bulgarca olmayan” 20 bin evladımızın devlet okullarında birinci sınıfta anadilini öğrenmesine neden susarak karşı olduğunu ve yalnız Angel Cambazki’nin bir çakal gibi havladığını anlamak kolay değil. Hakikatten ipler kimin elinde? Yoksa kölelik zincirleri çoktan küflenmiş ve kesip atılacak zaman gelip geçmiş de bunu yapacak birileri mi yok!? Paylaşmaya önem verelim. Okuyanlara paylaşanlara teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

115

Kitaplar Arasında Bir Yüzyıl 16.11.2019

Şuralarda 10-15 yıldır hangi bir gün ise,hangi günün birinde kitaplar aleminde nezih bir gezi düşse gönlüme,yolum alır başını, Türkiye Cumhuriyeti’nde,Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri üzerine en çok kitap yazan, 21 Eylül 2015’de yüz yaşını kucaklayan bizim Deliormanlıya götürür beni… Haberli habersiz Avcılar Öğretmenler Sitesi’ndeki dairesinin kapısını çalar,ayağım henüz eşikte, ufak tefek bir isabetsizlik veya rahatsızlık diye bir özür dileme ısrarımı bile dile getirmeye müsaade buyurmayan araştırmacı yazar,kütüphaneci,dokümantalist,çevirmen,emekli derleme müdürü Mehmet Türker Acaroğlu, o daima titrek,ama insana cesaret,özgüven aşılayan babacan sesiyle: – Ne münasebet?! – der…Ben bu uzun, uzunca ömrümde,çalışma hayatımda öğle uykusu,dirsek sefası gibi bir şeyler bilmem…Daktilomun sonsuz tik takları dinlendirir,huzurlu kılar,mutlu eder beni…Genç nesillere bir kültür mirası bırakmaktır arzum. Dört yabancı dil (Bulgarca,Ruşça,Fransızca,Macarca) bilen, kutsal irfan iklimimizin birçok alanında ilklere imza atan bir dava adamı, araştırma lar,incelemeler,kaynakçalar antolojiler,sözlükler bağlamında yüz yıllık ömrüne yüz kitap sığdırmış bir Türkçe sevdalısı. Emektar daktilosuna şerit bulamayan Acaroğlu,1935’lerden bugünlere, 2015’lere kadar 80 yıldır bir yaratıcılık serüveninde azı çoğu, eğrisi doğrusu ile 25,000 bin sayfayı bulan eserlerine vücut vermiş,göz nuru,el emeği, düşünce yağmuru bahşetmiş. Sadece kitap tanıtımı köşe yazıları 900 küsür… Emektar daktilosunun aşınmış klavye tuşlarına 100 milyonu aşan vuruşları ile herhalde bir dünya rekortmeni.Yani 100 milyon harf yazmış. “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum”demiş Hz.Ali ve buralardan ötesini sizler düşünün artık kim kimlerin kölesi olabileceğini ve beni de çok düşündürmüştür bu sırrı gizemli enerjik üretkenlik de: – Bizim oraların havasındandır, diyor Mehmet ağabey….Bizim Deliorman’ın mancar yeşilindendir,diyor…Deliorman’ın delice havasından,ömre ömür katan,sağlık saçan nefsinden gelir, diyor gülümseyerek içten içe.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve bir muhabbet başlıyor Deliorman,Teleorman diye diye…Demir Baba Tekkesi ve serhat sınırlarını koruyan göğsü kıllı,demir pençeli pehlivanlar… Türkler’in 2000 bin yıldır doğu- batı ekseninde yeşilin bol ve sineğin olmadığı bölgelere doğru hayvan sürüleriyle göçleri ve Hunlar,Avarlar,Peçen ekler,Bulgarlar,Macarlar,Türkler…Tuna Vilayeti Valisi Mithat Paşa’nın at yetiştirme çiftliğini havası nefis Deliorman’a yerleştirmesi; İvan Vazov’un Deliorman hikayeleri ve “Türk gibi güçlü” dedirten Koca Yusuflar,Kara Ahmetler,Hergeleciler,Hasan İsaevler gibi adlı şanlı pehlivanlar diyarı… – İşte böyle anlı şanlı diyarları anlatmak için çok geniş bir kültürel birikimi olmalı bir araştırmacı yazarın,diyor Mehmet Türker Acaroğlu…Ve okumalı,uykuları bölerek okumalı diyor… Şair Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi: “Uyumayacaksın Memleketinin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketin hali Düzelmeden dünyanın hali” Dünyanın hali ve memleketlerin halleri hep daha düzelemediği için, Bulgaristan’da Müslüman azınlıklara uygulanan soykırıma baş kaldırıp,1300 yıl Bulgaristan Devleti kuruluşunun altın madalya ödülünü reddederek insan haklarını savunur duruşuyla, emektar daktilosunun klavye tuşlarına yorulmaksızın vuruşlarıyla yaşına rağmen devingenliği ile bir çalışkanlık abidesi olarak, eserler yaratma azminde edebiyatımızın Ahmet Mithat Efendi’si ile boy ölçüşen bir Mehmet Türker Acaroğlu Bulgaristan Türklerinin de bir gurur kaynağıdır. Sadece bu değil…Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinin Razgrad (Hezergrad) şehrinde 1922’lerde başlayan o bilgi edinme,öğrenme,yetişme süreci,sanki vatan şairi Namık Kemal’in : “Yüksel ki yerin bu yer değildir


Makale ve Analizler - 2019

117

Dünyaya geliş hüner değildir.” dizelerine sarılarak, Sofya’da gazeteciliği,Balıkesir ve Adana Öğretmen Okulları,Ankara Üniversitesi,Paris Sorbonne Üniversitesi diyerek 1957’lerde tamamlanacak.Tamı tamına 35 yıl meslekte (öğretmen,kütüphaneci,derleme müdürü) ,araştırma,inceleme, çevri ve kaynakça eserleri yaratmakta, eğitim öğretimden de vazgeçmeyerek,her şey ele ele yürüyecek. Çünkü araştırmacı yazar M.T.Acaroğlu,Atatürk’ü Balıkesir Öğretmen Okulu’nda yakından görmüş ve Ata’nın: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” sözlerini kendine kılavuz kabul edip, çevrisini yaptığı Grigoriy Petrofun “Ak Zambaklar Ülkesinde” kitabın ön sözünde belirttiği gibi: – Ünlü Fin filozofu Şnelman’ın Fin gençliğine söylediklerini, biz Türkiye’ye uygulayarak diyebiliriz ki,Türkiye’nin top peşinde koşan gençlere gereksinimi yokur.Bizim Türk halkının ekonomik,toplumsal,düşünsel, ahlaksal yaşayışını kaldıracak güçlü delikanlılara gereksinimiz var,diyor. İşte Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip Türkiye Cumhuriyeti gençlerinin güçlü, vatana ,millete yararlı birer delikanlı olabilmeleri içindir 100 yaşındaki Mehmet Türker Acaroğlu’nun emektar daktilosunun geceli gündüzlü tik takları ve bu tik taklar korosunda: – Baş yapıtım “Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu’dur”- diyor Mehmet Türker Acaroğlu…Gelecekte anılacak isem,bu kitapla anılmak isterim… Ve ne yazık! Ne yazık ki bizlere bu büyük eserin değerini kavrayamamışız… Türk Tarih Kurumu Yayınları çerçevesinde 2006 yılında yayınlanan 1076 sayfalık bu eser, Fransız bilim adamı Albert Sorel’in: “Dünyada keşfedilmemiş daha iki bilinmeyen var.Bunlardan biri coğrafyada kutup, öteki de tarih içinde Türklük.” sözlerini desteklercesine Bulgaristan’daki 10 000 köy,kasaba,dere, tepe,dağ,orman,nehir yol,boğaz, gibi Türkçe yer adlarını irdelemekte. Bu türde bir ilk olan bu araştırma eseri hakkında: “Balkanlar’da Türk mirasını aramaya çalışmak abestir,çünkü Balkanlar’ın kendisi Türk mirasıdır” diyen Bulgar araştırmacı yazar Mahya Todorova’nın gerçekleri kanıtlar sözlerine rağmen,Bulgaristan göçmenleri adına neşredilen bir dergide,adı geçen kitap, ufak tefek,ceviz kabuğunu dolduramaz eksikler dile getirilerek insafsızca eleştirilere maruz bırakılmış ve insan istemeyerek istemeyerek, şair Muhsin İlyas Subaşı’nın dizelerinde duraklayıp düşünceye dalıyor:


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Sevgiye peşrev yoktur Hoşgörüyü terk ettik Gerek yok sınır ötesi düşmanlara Biz bize yettik” Oysa Türkiye Cumhuriyeti haricinde yine bir Türklük yurdu olan Deliorman’da doğan, bir Türkçe sevdası ile farklı alanlarda 100 yaşında eserler veren ikinci bir Türk kültür insanı olan Mehmet Türker Acaroğlu sessiz sedasız kitapların sayfalarını çevirip,araştırmalarına devam ediyor. Yazı şeritlerin teminatı günden güne zorlaşan emektar daktilosunun tuşlarına vurdukça tik taklar ikinci kattaki kitaplarla dolu dairesinin balkonundan taşıp yeni bir kitabın ışık hüzmesi gibi uzaklara yayılıp duruyor. Galip Sertel


Makale ve Analizler - 2019

119

Vatan Sana Sen Vatana Emanet 17.11.2019

VATAN SANA SEN VATANA EMANET En derin karanlıklarda bile Sabahın beyaz örtüsü vardır Küçücük anların bütünü bile Damlalardan oluşan deryalar dır. Karanlık camlarını açacak Elbet sabahların doruğuna Bakışın ışık olup saçılacak Vatanın her karış toprağına Elinde silah göğsünde gurur Zaferlerin TÜRKİYE’YE ibadet Gözlerin düşmanı silahsız vurur Vatan sana sen vatana emanet. FİRDEVS BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ. Bu şiirimi canım mühendisim,sonsuz gururum BARIŞ BÜYÜKATEŞ’E AĞRI’DA asker olduğu zamanlar yazmıştım. Şimdi tüm askerlere sevgi ve saygılar olsun.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) EY MİLLETİM, BEN, MUSTAFA KEMAL’İM ‘Yıkın Heykellerimi’ “Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal’im… Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Halâ en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım, dilim. Özür dilerim… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi… Özgürlük halâ, En yüce değer Değilse eğer… Prangalı kalsın diyorsanız, köleler… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi… Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı, Orta çağa taşımak istiyorsanız zamanı, Baş tacı edebiliyorsanız Sanatın içine tüküren adamı… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi… Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın. Anlamı kalmadıysa Yurtta sulh, dünyada barışın. Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın. Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi…


Makale ve Analizler - 2019 Özlediyseniz fesi, peçeyi. Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi. Halâ medet umuyorsanız Şıhtan, şeyhten, dervişten. Şifa buluyorsanız, Muskadan, üfürükçüden… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi… Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek… Kara çarşafa girsin diyorsanız, Yobazın gazabından ürkerek… Diyorsanız ki, okumasın Kadınımız, kızımız; Budur bizim alın yazımız… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi… Fazla geldiyse size, Hürriyet, Cumhuriyet… Özlemini çekiyorsanız, Saltanatın, sultanın… Halâ önemini anlayamadıysanız, Millet olmanın… Kul olun, ümmet kalın, Fetvasını bekleyin, Şeyhülislamın… Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi. RAHAT BIRAKIN BENİ…” S.Apaydın

121


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerinin Türkiye Cumhuriyetine Katkıları

Tarih: 18 Kasım 2019 Yazı: Konferans notları – Prof. Dr. İlber Ortaylı Konu: Bulgaristan Türklerinin Türkiye Cumhuriyetinin Aydınlanması ve Sanayileşmesine Olağanüstü Büyük Katkıları. PROF. İLBER ORTAYLI: KÖY ENSTİTÜLERİ MODELİ BULGARİSTAN’DAN GETİRİLDİ Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’nin sanayileşmesi ve gelişmesinde Balkanlar’dan gelen göçün büyük faydası olduğunu ifade etti. Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Eğitimde Gelecek Konferansı EKG19’a iştirak eden tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı ‘Geçmişten Geleceğe Eğitim Politikaları’ konulu bir sunumla katıldı. Sözcü’de yer alan habere göre Prof. Dr. Ortaylı’nın sunumundan bir satırbaşı şöyle: ‘Bazı eğitim sistemleri enternasyonaldir. Köy Enstitüleri modelini Bulgaristan’dan kendisi de Rumeli göçmeni olan Tonguç Bey getirdi. Bulgarlar, 19. yüzyılda ilk milliyetçi gazeteyi İzmir’de çıkardı. İzmir, böyle kozmopolit köşeydi. Köy Enstitüleri sistemi Alman ortaöğretim yapısına benziyordu. Ama sanıldığı gibi komünist değildi. Köy Enstitüleri’ni kapatan Demokrat Parti değil Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Zaten DP ile CHP aynı torbadan çıkmış, öyle birbirine çok yabancı arkadaş falan da değildir.’


Makale ve Analizler - 2019

123

‘Türkiye’nin gelişmesinde Balkan göçünün faydası büyük’ Eylül ayında Trakya Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ‘Balkanlar’a ve Balkanlar’dan Göçler’ konulu sempozyumda konuşan Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’nin sanayileşmesi ve gelişmesinde Balkanlar’dan gelen göçün büyük faydası olduğunu ifade etmişti. Tuna boyundan göç edenlerin, Türkiye’nin eğitim sistemine büyük katkı sağladığını kaydeden Ortaylı,’Türkiye’nin tarihinde hala tartışılan ama eğitimimizde büyük katkısı olan köy enstitülerinin kuruluşu bile, bugünkü Bulgaristan yani Tuna boyundan göç eden öğretmenlerin, en başında İsmail Hakkı Tonguç’un eseridir’ demişti. Rumeli göçmenleri Türkiye’nin çehresini değiştirmiştir Türkiye’nin Rumelisiz düşünüleyeceğini söyleyen Ortaylı, 1912’de Rumeli’den Anadolu’ya gerçekleşen göçlerin Türkiye üzerindeki etkisini ‘Rejim farklılıkları, bilhassa komşu ülkelerimizdeki göçler, Türkiye’deki üniversitelerin, liselerin, hastanelerin şehir hayatını ve çevresini değiştirmiştir. Türkiye yerli halkı ve gelen Rumeli göçmenleri, en kısa süre uyum sağlamışlardır ve Türkiye’nin çehresi değişmiştir’ sözleriyle vurguladı. Köy Enstitüleri Tuna boyundan göç edenlerin eseridir Konuşmasına Balkanlar’dan yapılan göçün Türkiye’deki eğitime etkisinden söz ederek devam eden Prof. Dr. Ortaylı, ‘Bizim sanayileşmemizde, gelişmemizde Balkanlar’dan yapılan büyük göçün son derece büyük faydaları oldu. Montaj endüstrisinde, arkasından büyük endüstrileşmede, tarımda endüstriyel bitkilerin ekimine, küçük sanatların gelişmesine çok büyük katkıları olmuştur. Şurası bir gerçektir; Türkiye’nin tarihinde hâlâ tartışılan ama eğitimimizde büyük katkısı olan köy enstitülerinin kuruluşu bile, bugünkü Bulgaristan yani Tuna boyundan göç eden öğretmenlerin, en başında İsmail Hakkı Tonguç’un eseridir. Bu sayededir ki Türk eğitiminde bir değişim başlamıştır’ demişti.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ı Anlatıyorum

Tarih: 24 Kasım 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Oligarşi Piramidi Altında Ezilen Sakat Devlet Her yıl olduğu gibi bu sene de Kasım ayı eskiyi yorumlama uğraşılarıyla geçti. Sorularına cevap bulamayan Sofyalı Bulgar gençler, Vitoş Dağı eteklerinde genişçe bir boş alan bulmuşlar. Oraya önce saman balyaları taşımışlar, ataları gibi üst üste yığıp üste çekilen çatıya taş levhalar dizerek eskiyi yaşıyorlar. Arkada bir at çiftliğinden kişnemeler geliyor. Akşamları alanda ateş yakıyorlar. Ateş çemberi içine kor yayıp çıplak ayakla üzerinde geziyorlar. Bu, şeytanları kovmanın bir yolu… yanan kılıçla oyun oynamak ise daha sert bir yöntem. Seyircileri var. Her akşam toplanıp seyrediyorlar. Bu tarih sevdalıları “Vılkaşin” derneği kurmuşlar. Bulgar efsanelerinde “Vılkaşin”, Bulgarların dağdan dağa adımlayan, bir oturuşta beş kuzu yiyen, 3 kofa su içen ve halkanın gücünü anlatan mucize kahraman. Bunu bilenler böyle bilirken, gösterileri izlemeye gelenlere anlatılan efsane biraz farklı. “Vılkaşin” eski Bulgarcada “Aşin Kurt” anlamındaymış. Günümüz Bulgarcasındaki “vılk” eski Bulgar dilinde “kurt” demekmiş ve “Arşin” ise eski Bulgar soylarından biri. Anlattıklarına göre bu soyların sayısı 22 imiş. Anlatılana göre bu yollar nereleri dolaşırsa dolaşsınlar hep aynı kavşağa çıkmış. Bu öykülerin Bizans ayağında anlatılar Bulgar kavmine “köpek huylular” demişler. Neden “Kurt huylular” dememişler Bulgarlara bilemiyorum. Öyle olsaydı, biz bugün Bulgarlarla anlaşır olurduk, çünkü biz Kurt südü emmiş bir milletiz. Vitoş Dağı eteklerindeki ateş başı sohbetlerinde henüz bizim kadar derinleşmeseler de yolcu yoluna devam ediyor… Sohbetlerde ‘devlet’ konusu en fazla zaman alıyor. Devletin askeri birlikten doğduğuna inanıyorlar. Aileden soya, soydan boya, boydan millete giden yolu izlemeleri zor olmalı. Milletlerin kırılırken yok olduklarından da söz etmiyorlar. Bulgar milli yolunun Hazar Denizi ile Karadeniz arasında bir vadiden başladığına inanan bu grup alanda yanan ateşi gece gündüz koruyor ve bu ateşin Bulgarlık ateşi olduğuna, bilimin de yaşayan tarih olduğuna inanıyorlar. ***


Makale ve Analizler - 2019

125

Tabii tarihi canlandırmak ve eski günlerde yeniden yaşamak olanaksızdır. Eski zamanlardan birkaç günü derin dondurucuda buzlanmış bir halde bulsak ve gün ışığına alsak, buzu çözülünce dayanamaz, kısa sürede yeniden geldiği yere dönmeyi seçer. Çünkü hasır veya perde ardından yönlendirilip yönetilen iktidarı ve hayatı kabul edemez. Olup biten her şeyin kulislerde paketlendiğini görünce çıldırır. Hayatın nesnel kurallarını, dini, yasa ve yasallıkları, edep ve ahlakı reddeden bir kişisel yönetimin putperestlik yolu seçtiğini haykırır ve olamaz, kabul edemeyiz demekten çekinmez ve gördüğünü söyleyemeyen günümüz insan ve topluluklarına ve toplumlarına güler. Kamu kuruluşlarının bu kadar sıkı kontrol altında bulunmasını, sosyal medyanın dilinin bağlanmış olmasını gülünç bulur. Bugün gözle görülen sırtına piramit şeklinde biçimlenmiş bir oligarşi binmiş ve sakatlanan devleti eziyor. Toplum can çekişiyor. Yol bulamıyor. Doğum durmuş. Uçak bileti alacak parayı bulan uçup gidiyor. Toplumun en zor sorunu bir rejimden (devlet düzeninden) başka birine geçmektir. Bu nedenle olacak ki, Bulgaristan’da 1989’da başlayan sürece “Geçiş Dönemi” dedik. Düğümüz ya da dönmek istediğimiz toplumsal düzene işaret de edilmiyor. Temel sorun da hangi Bulgar devletine notsalci besleniyor sorusudur. Monarşi yıllarında kurulan Bulgar devleti 9 Eylül 1944’te yıkıldı. Kadroları öldürüldü. Monarşinin kurduğu devlet yaralandı ve 1944-1989 döneminde yöneten sakat bir devletti. Alman Nazi devletinden farklı tarafı, toprağı tapusuz kooperatifçilik biçimine, sanayide üretim araçlarını tümüyle devletleştirmesidir. Köylüler ve kentliler hepsi birden proletarya olmuştu. Devlete çalışıyorlardı. Üstüne üstelik 1944’ten sonra memleketimiz Sovyetler Birliğinin sömürgeci görevlileri (memurları) tarafından yönetiliyordu. Ülkede en fazla sömürülen, kör bırakılan, yoksulluğa itilen kesim azınlıklardı. Manevi olan hiçbir şeye dikkat çevirmeyen, değer vermeyen, kendi değerleri olmayan, Avrupa Birliğindeki ortak değerleri de uygulamayan bir iktidardır 1989’dan önce ve bugün halkımızı ezen. 1990’dan beri Bulgaristan’da yeni bir devlet kurulmuyor. Tek dilli, tek dinli, tek kültürlü iktidar ayakta kaldı. Değişen hiç bir şey yok. Bu yönde hiçbir deneme yapılmadı mı, adım atılmadı mı? Şöyle bir deneme yapıldı. Yeni biçim bir devlet kuruculuğunun ilk adımını atan Başbakan Filip Dimitrov (8 Kasım 1991 – 30 Aralık 1992)atmıştı. F. Dimitrov’un kurduğu hükümet oligarşinin darbesiyle yıkıldı ve ardından Bulgar mafyası biçimlendi. Yeni Bulgar devlet duruculuğu yönünde sistem çalışmalar yapıldı-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğını Başbakan İvan Kostov dçneminde 1997-2001 yılları arasında gördük. Birleşik Demokrasi Güçleri 2001 seçimlerinde 2. Görev süresine geçebilseydi, günümüzde Bulgaristan’ın görünümü başka olacaktı. İv. Kostov’tan başka hiçbir başbakan rüşvet almadan çalışmadığı için 6 bakanını birden görevden atmamıştır. Şunu önemle belirtmek yerinde olur, Çar II Simeyon (24 Temmuz 2001 – 17 Ağustos 2005), Üçlü koalisyon (17 Ağustos 2005 – 27 Temmuz 2009)ve Plamen Oraşarski (29 Mayıs 2013 – 6 Ağustos 2014) ve hatta GERB yıllarında Bulgaristan NATO’ya girdi. Avrupa Birliği’ne alındı. Birleşik Amerika ile yakınlaştı. Fakat yeni devletçiliğin kuruculuğu yönünde adım atılmadı. Bu kuruculuğu tamamlanmamış, yarım kalmış bir devlet tarafından yönetildiğimizi itiraf ediyoruz. Sakat bir adamdan sadaka alınmaz. Bu bakıma bizim Bulgar devletinden eğitim, kültür ve sosyal alandaki beklentilerimiz gülünçtür, çünkü adamın verecek bir şeyi yok, o sakat bir devlettir. Yöneten eski totaliter rejimin baskı ve terör mekanizmasıdır. Onları beslemek ve asla rahatsız olmamaları için 1 Ocak 2018’de Başbakan Borisov polis gücüne 100 milyon Avroyu avunmaları için hediye etmedi mi? Kime verildi böyle bir para? 30 yıldan beri kimseye verilmedi. Bizim memlekette her çeşit reform yapılma denemesi yapılabilir, fakat hiçbir reform yapılamaz. Bugün Demokratik Bulgaristan koalisyon başkanı olan hukukçu II. Borisov hükümetinde Adalet Bakanı iken, Yargı Reformu yapmak istedi. O zaman L. Mestan yönetimindeki HÖH partisi buna engel oldu. Neden mi? Çünkü HÖH lider takımının oligarşiden beklentisi vardı. Ardından Ahmet Doğan deniz köşkünü tamamladı. Devlet bankasından teminatsız krediler aldı ve yuttu bitti. Bulgaristan’da Borisov hükümeti yasalar içinde çalışmıyor, yasaları kendi yolsuzluklarına uyduruyor. Son haberlere göre, Borisov hükümetleri yıllarından taşınmaz değişimi dalaverelerinden, devlet 40 milyar leva soyulmuş. Bu soygun Başsavcı S. Tzatsarov, Baş Savcısı Yardımcısı da İv. Geşev idiler. Şimdi Geşev Başsavcı, Tzatsarov da Ruşvet İşlerinden Zenginleşenler Komisyonu Başkanı atanıyor. 7 yıl başkanıyken bir olayı çözmeyen bu ekipten bir şeyler beklenmesi boş iştir! Savcılık devletin ana organlarından biridir. Çalışmıyorsa bünyede kalp çalışmıyor, yani ölüm yakındır, anlamına gelir. Yasaların çarpık duruma uydurulması ve yolsuzluk yapanlardan bakan atanması, yargı ve savcı olması, Bulgar devlet bağımsızlığına ve çok yüzlü sahtekârlığın yaşam hakkı bulmasına toplumsal temeldir. Demek istediğim “Faşizm” kitabını daha 1963’te kaleme alan ve 1980’ler başında yayınlayan Dr. Jelio Jelev Bulgar monarşisi devrinde (1879 – 1944)


Makale ve Analizler - 2019

127

döneminde yapılanan faşist devletin, 1944’ten sonra bozulmadan yaşamaya devam ettiğini ve Bulgar komünist totalitarizm rejiminin kurulmasına omurga ve temel olmuştur ve son 30 yılda yıkılamayan, sakatlanan ve özürlü kalan aynı rejimdir. Küçük bir farksa şudur: Bu ay 10 Kasım 1989’da Jivkov’un yıkılmasını, Berlin Duvarının yıkılmasını, “Prag Baharı” ve 1956 Macaristan olayları hatırlıyoruz. Zorunlu göçü kınıyoruz. Bu olayların biz Türkler için “soy kırım denemesi” duyuruyoruz. 30 yıl öncekindeki totaliter rejimde ülkemizde 82 toplama kampı olduğunu, grup halinde sürülen Türklerin 200 yere dağıtıldığını ve onlar için de 200 toplama merkezi kurulduğunu 90 bin kişinin sürüldüğünü, yıllarca taş kırdırıldığını, zulüm görüldüğünü anlatıyoruz. Ve bu toplantılarda Stalinizmi, Nazizmi, Faşizmi, Hitlerizmi ve diğer totaliter rejim biçimlerinin tümünü kınıyoruz ama sanki gerçeği göremiyoruz veya görmek istemiyoruz. Bizim için kurulan kumpasları, tuzakları, saçılan ideolojik zehri anlatıp açıklamak ve herkesin öğrenmesini sağlamak ödevimizdir. Lütfen paylaşınız. Teşekkür ederim.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi Çok Kötü Durumdayız Tarih: 24 Kasım 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Suyu kaynaktan Tutalım Eskiden köylerde diş çektirmiş biri, nalbant kerpeteni gördüğünde nasıl ürküyorduysa, günümüzde Bulgaristan’da mahkeme binası, demir ve dikenli tel örgülü duvar veya reye elbise giymiş birini görence aynı şekilde tiksinip ürperir. İnsan kerpeten korkusundan mı olgunlaşır yoksa adalet kavgasında mı, söyleyebilmek zor. Ne ki kerpetenler küflendi hurda olurken, mahkeme binaları ise kocaman Adliye Sarayı oldu. Korku büyüdü. İkinci olayın ülkede adalet diye bir şey olmamasından kaynaklandığını bilsem de, adaletin ne olduğunu birçok kişiye sordum ama hiç birinden cevap alamadım. Askerde içeri düşenler hep adaletsizlikten söz ederdi. Aklımda kalan asker paltoları gece buzlanan nara yapışmış, kış aylarında gelen çorbaların üstü de ince buzlanmış oluyordu. Fransa’daki yerel seçimlerde muhtar veya Belediye başkanı seçimleri 1 yıl önceden başlar. Sofya’dan 5 mislİ büyük olan bu şehirde 4 aday aralarında yarışır, kampanya masrafı adayı cebinden çıkar. % 5 oy alanın tüm harcadıkları iade edilir. Bizde Sofya Büyük Şehir Belediye başkanlığına 70 aday vardı. Hepsi elini cebine sokmadan para saçtı. Kampanya rüşvet üzerine kurulmuştu. Fransız demokrasisi olgunlaşmış ve gazeteler yazılarında “rüşvet” sözünü kullanmıyor. ABD’nin Sofya yeni Büyükelçisi Bayan Mustafa ikinci demecini verdi. “Bulgaristan’da rüşvetle ve hukukun üstünlüğü için mücadele edeceğim” dedi. Bulgaristan’da hesap sorma adeti iyice bozuldu. Bizim demokrasinin doğuşu nasıl olduysa oldu da, sanki biraz gecikti. 2 dişi, vücudu kıllı ve başı da bir kısım saçla dünyaya gelen çocuk gibi doğdu. 30 yaşına girdi hala başparmağını emiyor demokrasimiz. Halkı da parmak emmeye ve tükürük yutarak doymaya alıştırıyorlar. 2019 istatistiklerinde işsiz sayısı azalmış, bir kısmı dış ülkeyi boylarken, ötekiler de çöp tenekesi dolaşıyorlar. “Adları “kloşar” yani toplanmamış çöpten geçinenler. Bizim işsiz istatistiği cetvellerinde “kloşar” hanesi yok ve onlar artık iş bulmuş hanesinde gösteriliyorlar. İşsiz kalma korkusunu yenmişler…


Makale ve Analizler - 2019

129

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenler arasında kalan Bulgaristan Çar Ordusu 1919’da Paris’e bağlı Neuilly’de imzalanan Barış Anlaşması kararıyla dağıtılmıştı. 1920’den başlayarak Bulgaristan’da yaşayan Müslüman azınlıklar 1,5 yıldan 3 yıla kadar uzanan bir zaman kesiminde devletin en ağır işlerinde boğaz tokluğuna çalıştırıldı. O yılların istatistiğinde bu bedava çalıştırılan gençler de işsiz hanesinde gösterilmemişler. Bu sebeple olacak, yılda bir asker elbisesiyle birkaç günlüğüne evine dönenlere hiç kimse “nerde askersin, ne iş yapıyorsın, kaç para alırsın?” gibi soru sormazdı. , herkes teskere “ne zaman” derdi. Bulgaristan Müslümanları hem monarşi diktatörlüğünde, hem de komünist totaliter diktatörlükte inşaat eri üniforması giydiler de, bu iki rejimde yapılan askerlik arasındaki farkı ortaya koyan bir çizgi çizilemedi. Olay araştırılıp incelenmedi. Askerde ölen kardeşlerimizin sayısı bile bilinmiyor. Hiçbir yerde bir İnşaat Eri anıtı yok. Osmaniye (Botevgrad) yüksek köprüyol inşaatında çalışmış inşaat erlerinin isimleri bir levhaya altın suyuyla azılmış ve sütunlardan birine asılmıştı. Koparıp almışlar ve kırıp atmışlar. Parasız çalıştırdıkları gençlerimizin kurduğu köprüden her gün geçiyorlar ama isimlerini görmeye tahammülleri yok. Bulgaristan’a son gidişimde öğrendim, İtalyan yazarlarından R. Fabio, “Monarşiler” konulu bir kitap üzerinde çalışmış ve “komünizm monarşinin en ilkel biçimidir, sosyalist entelektüeller ise aristokrasinin en ilkel benzetmesidir” demiş. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan gibi bir ülkede “Biz devlet değiştirme” peşindeyiz diyenlere verecek cevap bulamıyorum. Göçle devlet değiştirmek sanki moda oldu da, anlatmak istediğim, Bulgar’ın kendi devleti içinde ve onun enkazı altında ezilmesidir. Bulgaristan’da, daha fazla Sofya’da nefes alan Sağ Güçlerin Tutucu (Konservatif) Partisi adlı bir siyasi parti var. Parti Başkanı, II. Borisov hükümetinde Sağlık Bakanı görevinde bulunan D-r. Petır Moskov, yerel seçimlerin 2. Turundan tam 20 gün sonra basına yaptığı açıklamada, Başbakan’ın yönettiği GERB partisi son seçimde Sofya’da 500 bin, Reformcu Blok yerini kapan Demokratik Bulgaristan’ın da 175 bin oy kaybettiğini açıkladı. Onun tezine göre, “sol ve sağ diye bir şey olmayan” Bulgaristan’daki gelişmelerde, seçmenlerin birden bire sola kayması tehlikesi büyüyor. Şu an bu korkuyu gemleyebilecek bir güç yok. Sosyalistlerin BSP partisi bu yükümlülüğü üstlenebilecek durumda değil. Çünkü ülkede yaşayan 1,6 milyon vatandaş yoksulluk çizgisinin altında yaşam kavgası vermeye zorlanıyor. Fakir bu tabakanın da lideri yok. Lider belirse korku daha da büyecek.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyologların Cuma günleri verdiği basın toplantılarında yeni bir bakış açısı ve adalet arayan içgüdüyü ateşleyen kıvılcım parlamıyor. Sorunların saptanması kendiliğinden bir çözüm formülü sunmuyor. 1879’da kurulan Bulgar devleti birdir. Şekli, Osmanlı’ya bağımlı bir anayasal, parlamenter Prensliktir. Büyük devletlerin Bulgaristan’a gönderdiği Batenberg hanedanından Aleksander Batenberg’tir. O bu devlete veraset usûlüyle, yani irsî olarak geldiğinden dolayı da kurulan, devletin şekli monarşidir. Başka bir değişle bir devlette, devlet başkanlığı görevi veraset yoluyla intikal ediyorsa, o devlet bir monarşidir. Bulgar soyunda hükümdar, imparator, Çar ve Kral türünden kimse kalmamış olduğundan dolayı, 1878’de o dış hanedan soylarından gönderilmişti. Bize alışamadı, meclis ve anayasamız olsa da kurulmuş bir devlet yoktu. O anayasada kendisine tanınan hakları sınırlı buldu. Meclisi dağıttı. Askeri hükümet kurdu. Referandum yaptı. Başbakan oldu, 10 başbakan değiştirdi, yine olmadı. Bulgar halkı Rusya Çarlık düzeni tipi bir devlet ve monarşi rejimi istemiyordu. Bulgaristan’ı küçük buldu. Doğu Rumeliye uzandı ve sonunda çekip gitti. Bu olayda halkın Rusya’ya uyarak olgunlaşmak istememesi vardı ki, bu istek kapitalizmleşme açısından Rusya’dan çok önde olan Osmanlıdan ayrılıp adı toprak köleliği ve diktatörlük olan bir düzene saplanmaya gönlü razı olamazdı. Toplumun nabzını tutan İstanbul Robert Kolejden sonra Batı başkentlerinde yüksek öğrenim görmüş ve uzlaşmış aydınlar hukukun üstünlüğünde birleşmişti. 1896’da Prens Tacını giyen Ferdinand tam bir diktatörlük kurdu. Balkan, Müttefikler arası ve Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan’ı tam bir felakete sürükledikten sonra 1918’da yerine oğlu III. Boris’i bırakarak ülkeyi terk etti. 96 yıl önce şimdiki gibi Kasım ayında Bulgar Çarlığında derin faciadan sorumlu olan yetkililerin hepsini yargılamaya başlamak için bir halk oylaması yapıldı. 1911-1913 yılları arasında başbakan olan İvan Geşov; 1913’te başbakan olan Stoyan Danev ve 1918’de başbakan olan Aleksandır Malinov ve başkaları tutuklanıp yargılandılar. 88 dava açıldı. Bu halk oylaması Bulgar Çiftçi Halk Partisi iktidarının isteği üzerine yapılmıştı. Başbakan İvan Geşev ve Aleksandır Malinov yıllarca içerde kaldı. Stoyan Danev Fransaya kaçtı. Döndüğünde tutuklandı ve 1934’e kadar içerde kaldı. Bulgaristan’a zarar veren her kişi yargılanmıştı. Çiftçi Partisi hukukun üstünlüğünü uygulamaya çalışmıştı. Bugün Bulgaristan’da Geçiş Dönemi suçlularının yargılanması konusunda bir referandum yapılsa halkın % 80’ni “Evet” oyu verir. Fakat biz-


Makale ve Analizler - 2019

131

deki demokrasi ham olduğundan dolayı böyle bir halk oylaması yapacak irade yok. Bu yapılmadan toplumun değişim sürecine girmesi mümkün değil gibi görünüyor. Aslında totaliter-komünist katliamları da ortada! Son açıklamalarda “demokrasi” yıllarında 40 milyar leva çalındığı açıklandı. “Olmasa çalınmazdı” deyip kadehe uzananlara şaşıyorum. 1946’da düzenlenen referandumla Bulgaristan’da monarşi rejimi Cumhuriyet biçimiyle değişti. Komünistler, monarşi faşist güçle hesaplaştılar. Yargısız idam edilenlerin 25 bin kişi olduğu açıklandı. Faşist kanunları onaylayan milletvekillerinin hepsi yargılandı. Birkaç yıl önce araştırmacı yazar Borislav Skoçev “1949-1987 ‘Belene’ Toplama Kampı adlı 924 sayfalık bir kitap yayınladı. Bu kamptan 1952-1953 yılları arasında, 11 bini mahkemeye çıkarılmadan ve haklarında hiçbir mahkeme kararı olmadan olmak üzere 15 bin kişi geçmiştir. Bu kişiler rejim değişikliğini kabul etmeyen aydınlardır. 1987’yediye kadar kamp devamlı dolmuş ve boşalmış, asla boş kalmamıştır. “Belene” kampı Sovyetlerdeki “Gylag” kampları örneğince kurulmuş ve çalıştırılmıştır. Kampın kuruluş hedefinde şunları okuyoruz: “Kampın kurulma amacı düşmanın maneviyatını kırıp yok etmektir.” O zaman Bulgaristan’da Irkçı-Faşist partilerin hepsi kapatılmıştı. Tabii bu yazar da Müslüman katillerinin sayısını vermemiş… Totaliter komünizm yıllarında işlenen suçların hakkı hesabı yok. Müslüman halka karşı devlet terörü uygulandı, soykırım denemesi yapıldı, yüz binlerce kişi vatanından kovuldu. Halk parçalandı, dağıldı. Katliam yapıldı. Suçlu yok. Neden diye sorulduğunda “suçlulardan hesap soracak yasa yok” cevabı hazır. Ülkede adalet yok. Aleksandır Stanboliyski (1919-1923) döneminde memleketi felakete sürükleyen başbakan ve bakanlar yargılanabiliyordu. Yargılanmaları için halka başvuruluyordu. Bugün Avrupa’nın en yoksul, en geri kalmış ülkesi durumundayız, suçlu yok!… Adalet olmadığını gören faşistler iktidara tırmandılar. İşte en yeni örnek:


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2019’da Bulgaristan’da tamamen farklı bir politik sembiyos (ortak yaşam) görüyoruz. 25 Kasım 2019’da Başbakan Boyko Borisov Birleşik Amerikaya gitti. Başkan Trump ile birlikte uçaktan onunla birlikte inenler şunlardır Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev Bulgaristan’a gelen dış paralardan sorumlu. Krasimir Karakaçanov, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı 1949’da yasaklanan İç Makedon Devrim Hareketi VMRO Başkanı, aşırı milliyetçi, ırkçı ve Avrupa Konseyi tarafından “faşist” olarak nitelenen siyasi hareketi başıdır. Emil Karanikolov, Ekonomi Bakanı, Rus yanlısı olmakla ünlü “Ataka” partisinin III. Borisov hükümetindeki temsilcisi. Siyasi olarak tamamen karışık olan bu heyette ülke nüfusunun % 40’ını temsil eden azınlıkları temsil eden siyası güç yok. Paylaşınız. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

133


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Balık Küçükleri Yer Tarih: 26 11 2016 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Başbakan B. Borisov Washington’da Başkan D, Trump ile görüştü. Birleşik Amerika Başkanı Donald Trump’un daveti üzerine Beyaz Saray’ı ziyaret eden Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov heyetine Dış İşleri Bakanı Zaharieva’yı almadı. Bayan Zahariyeva işe de gitmedi avlusuna çiçek dikti. Beyaz Sarayın oval odasında yapılan görüşmede Trump Başbakan Borisov’a Güney Bulgaristan’da Güney Doğu Rodoplar’da bir şehrin ortasında uzaydan bakınca şakıyan bir şey varmış, nedir o, diye sormuş. Borisov, önce Koşukavak’taki (Krumovgrad) üstü açılan altın ocağını düşünse de, “olsa olsa Kırca Ali’deki” ‘Su Aynası’ olabilir diye düşünmüş ve “Var öyle bir yer” demiş. Ama bu şehirde Türklerin yaşadığını ve belediye başkanının da Türk olduğunu söylememiş. Üstelik ben Bulgaristan’da işleri öyle yönetiyorum ki, bu güzel diyarda yaşayan insanlar 2009 yılından beri 110 bin kişi azaldı. Ülkeden kaçtılar da dememiş. Şu da bilinse iyi olur, kaçıp gidenler yalnız Türk değil Bulgarlar da kaçıyor. Trump son 20 yıl’da birçok Bulgaristanlı sığınmacı ve gurbetçiye Amerikan vatandaşlığı verdiklerini belirtirken, Alabama’da patates üretenlerin önderi olan Hasan Byalkov ekibini öne çıkarmak istemiş ama Byalkov’un adı aklına gelmeyince, iş öylece kalmış. Bu adamı tanıyor musunuz diye sorsa, acaba Borisov bir Pomak’tır, halk önderidir, kararlı bir hak ve özgürlük savaşçısıdır, Batı Rodopludur, diyebilir miydi? Anlaşılan Amerikan Başkan Bulgaristan’ın insansız kalmasını istemiyor ki, “şimdi biz vizesiz rejime geçemeyiz!” demiş. Bulgaristan yıllık bütçesinin % 3,5’ini askeri harcamalara ayıran ve bu yıl 2 milyar 200 milyon levayı Pentagon’a aktaran Borisov hükUmetini överken, Bizden 8 adet “F-16” uçağı almanız iyi oldu diyeceğine “F-35” uçakları almanız iyi oldu, deyivermiş. Dilimi sürtüştü yoksa “bırakın şu demode” “F-16”sevdasını, bir o kadar daha para gönderin de, “F-35” vereyim mi demek istedi, pek anlaşılamamış.


Makale ve Analizler - 2019

135

Borisov, Putin’le sarmaşıp öpüşmek için Moskova’ya giderken hediye olarak “Karakaçan” tipi çoban köpeği götürmüştü. Trump’a ise çilingir yapımı özel bir av tüfeği hediye etmiş ve Başkanı Bulgaristan’a ava ve golf oynamaya davet etmiş. Bu, komünist totaliter devlet geleneklerinden biridir. Çar III. Boris’ten sonra diktatör T. Jivkov da kendisini büyük bir avcı yapmıştı. Başında kasket, sağ omzunda bir çakar patlamaz, Sovyet lideri Leonit Brejnev’i ve Almanya-Bavyera Eyalet Başkanı Yozef Straus’u Deliorman göbeğindeki Ada Köy (Ostrovo) yakınlarındaki “Hüseyin Baba Tekkesine” (Voden Av Çiftliğine götürmüş ve devlet terörüyle sim ve din değiştirme “soykırım denemesinde”içine düştüğü bunalımdan çıkabilmek için para istemişti. Trump da para dilenmek gibi bir amaçla Bulgaristan’a davet edilmiş olabilir. Şimdi dünya ters döndü. Bu ziyaretten de anlaşıldığı üzere, bu defa Amerika bizden para istiyor. Şu Başbakan Borisov’un “bataklık” dediği, 20 yıldan beri öylece duran, “Belene” Nükleer Elektrik Santrali inşaat alanı Başkan Trump’un dikkatini çekmiş. “Ne yapıyorsunuz orada?” manasında bir yüksek düzey nükleer uzmanlar heyetini “Belene” şehrine göndermeye karar vermişler. Olayın boyası Borisov dönmeden şakıdı. “General Dinamics” şirketinin elinde kalmış birkaç nükleer jeneratör varmış, bize kakıştırmayı düşünmüşler. Elimizde Rus Yapımı bir tane var zaten. “Almayalım, bu işten referandumla vazgeçtik” dedik, Uluslar arası mahkeme kararıyla dayattılar ve 1 milyar 200 milyon US Dolarımızı Moskova zorla aldı. Tabii biz “General Dinamics” in işini bitirmeyi üstlenen Başkan Trump’un ne kadar üstün nitelikli iş bağlayıcı olduğunu biliyoruz. Beni üzen “Belene” de boş depo olmaması… Kuşkusuz düşündüren noktalar da var. “Ataka” küstüğüne ve Amerikan türbinlerinin alınmasına mecliste oy vermeyeceğine göre, bu iş de DPS’siz olmayacak. Öyleyse M. Karada’yı bir daha Trump’a görünüp “sen canını sıkma ben buradayım” deseydi, öyle de öyle cebinden harcamıyor. Bu arada Bulgaristan’da 30 yıl önce olan bir olay da açıklandı. 1990’ların başında, Amerika’dan Bulgaristan’da “Geçiş Dönemi” planını çiz diye gönderilmiş, bir gözü kara bir kapakla bağlı, sarışın biriydi gelen, adı RANN idi. O zaman Bulgaristan’a sözde “Rann fonu üzerinden” İsviçre bankalarından para akmaya başlamışlardı. Sofya’da da en lüks binaların birinde açılan “Amerikan Fonları” ofisine 2 Amerikalı dolandırıcı “uzman” yerleşti. Güya gelen paraları yatırımlara yönlendiriyorlardı. Şimdi anlaşıldığına göre “Rann çizdiği planda Geçiş Dönemine” nokta koymayı unutmuş. Gelen ”uz-


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manlar” da iyi ki aylakmış. Bulgar bankalarına düşen paralar da Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) ülkeden kaçırdığı ve sonra geri çekmeye başladığı paralarmış. Bu işin bir dalavere olduğunu herkesten önce anlayan Beyaz Saray, İsviçre Bankalarında ABD Dolar olarak hesaplara toplanan BKP paralarını dondurmuştu, acaba diyorum, biz bu “General Dinamics” türbinlerini bu paralarla mı ayacağız ve Başbakan ve beraberindeki heyet de, “bütçeden hemen ödedik” masalı anlatmaya mı başlayacak? Çünkü bizde bütçeden çıkan, bankadan çalınan, ödenmeyen, paraların hesabı tutulmuyor. Bu arada ABD bizim dış ülkelerden sağlıklı doğal gaz almamızı da kontrol edecekmiş. Bu konuda “Türk Akım” boru hattı “Balkan Akım” adıyla Bulgaristan’dan geçerken bir yolsuzluk olmaması “kontrol” edilecekmiş. Bulgaristan Türkiye ve Yunanistan üzerinden boru hattıyla doğal gaz almaya da çok hevesli, hatta Dede Ağaç (Aleksandropolis) limanında, deniz üstünde konteynerlerde depolanacak olan Amerikan akışkan gazına da talip olmuş. Bu arada bugüne kadar US sermayesinin neden Bulgaristan’a yönelmediği de açıklandı. Bu iş için ayrılan ”Ei Ey Es”şirketi ile anlaşmalar imzalamışız ama kontrolü elimizden kaçırmak istemediğimiz için Amerikalılar bizi sert bulmuş ve çekip gitmiş. Borisov ile Trump 10 yıllık stratejik işbirliği sözleşmesi imzalamışlar. Varna’da Pentagon deniz gözetleme merkezi kurulacak, artık Rus silahı almayacağız, Amerika bizi silahlandıracak… ABD Senatosunun Bulgaristan’da yönetimin yüksek katlarında rüşvet ve dolandırıcılıkla mücadele devam edecek. Borisov – Trump görüşmesinin sona ermesinden 1 saat sonra Sofya’daki Amerikan Büyükelçiliği görüşme ve anlaşmalarla ilgili bir Bildiri yayınladı ve belgede bu konuda şu görüşe yer verildi: “Demokrasinin Güçlendirilmesi ve Hukukun Üstünlüğü” Paylaştığımız güvenlik ve perspektifin temellerini başarılı yönetim oluşturur. Amerika Birleşik Devletleri Bulgaristan’a, ekonomik büyümesine engel olan ve kamu kuruluşlarına güveni azaltan rüşvetçiliğin yok edilmesinde polis birimleri arasında işbirliği, yardımlaşma ve eğitim yollarıyla yardım etmeye kararlıdır. Bu çabalarımız, yönetimin yüksek katlarındaki rüşvetçiliğin, uluslar arası dolandırıcılık ve cinayetlerin ve Bulgaristan’da işlenen mali suçların araştırılmasını da kapsayacaktır. Bulgaristan, yasaların üstünlüğünü koruyarak ve hızlı ekonomik kalkınma koşulları oluşturmaya çalışıyor. İki devlet medya güvenliği alanında da işbirliği yapmaya kararlıdır.”


Makale ve Analizler - 2019

137

Oval salondaki görüşme esnasında Başkan Trump Başbakan B. Borisov’a cevabı oldukça zor olan bir soru yönelterek yanıt beklemiştir. Trump Bulgaristan’daki Rusofillerin Lideri Nikolay Malinovtan ilgilenmiştir. Bu kişi, 2 ay önce Rusya lehinde casusluktan, Rusçu parti kurmaktan ve Rusya oligarşi temsilcilerinden yüklü miktarda para almakla suçlanarak tutuklanıp yargılanmıştı. Sofya mahkemesi kararında Malinov’un dış ülkeye çıkmasını da yasaklamıştı. Buna rağmen, o uçakla Moskova’ya gitmiş ve orada Vladimir Putin tarafından “Halkların Dostluğu” nişanıyla taltif etmişti. Şu da var, Bulgaristan’da hakkında mahkeme kararı olmasına rağmen, Putin Malinov’un Rusya devletinin koruması altında dokunulmaz biri olduğunu ilan etmişti. Bu gelişmelere Başbakan Borisov yanıt verememiştir. Başbakan Borisov ile Başkan Trump görüşmesi.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da İslam Eğitimi Kurumları’nın Kısa Tarihi 1371 – 1944 24.11.2019 Ali Mehmedov

Doktora Öğrencisi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, alimehmedov8@gmail.com Özet: Bulgaristan’da İslam eğitimi kurumumlarının tarihi üç dönem olarak tasnif edilmiştir. İlk dönem Osmanlı’nın 1371 yılında gerçekleşen Çirmen muharebesinden 1878 senesinde Osmanlı-Rus Savaşına kadardır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Bulgaristan’da ilk medrese 1375-1385 yılları arasında veya XIV. asrın sonlarında Yanbolu’da kurulmuştur. Bu dönemde İslâm eğitim sistemi iki aşamalıdır – sıbyan mektebi (ilkokul) ve medrese (ortaokul, lise ve yüksek eğitim). İkinci dönem 1878 senesinde Üçüncü Bulgar Devleti’nin kuruluşundan Bulgaristan Başmüftülüğünün 1910 yılında tesis edilişine kadardır. Bu dönemde İslâm eğitim sistemi üç aşamalıdır: ibtidaiyye (ilkokul), rüşdiye (ortaokul) ve medrese (lise ve yüksek öğrenim). Üçüncü dönem 1910 yılından 1944 yılında Komünizm döneminin başlangıcına kadardır. Bu dönemde muallim ve müderris yetiştirme kurumları oluşturulmuştur: Dârü’l-Muallimîn (1918) ve Medresetü’n-Nüvvab (1922). Anahtar Kelimeler: Bulgaristan’da İslam Eğitimi, Bulgaristan’da İslam Eğitimi Kurumları, Bulgaristan’da İslam Eğitimi Tarihi, Bulgaristan’da İslam Eğitimi Kurumları Tarihi, Medrese. Short History of Islamic Education Institutions in Bulgaria 1371 – 1944 Abstract: The history of of Islamic education institutions in Bulgaria is divided into three periods. The first period started from the Battle of Chernomen in 1371 and ended with the RussoTurkish war in 1878. According to the records given by Evliya Chelebi the first madrasah is erected between 1375-1385 or in the last years of XIV century in Yambol. In this period the the Islamic education was organised in two stages: sibyan schools (primary school) and madrasah (secondary school, high school and university). The second period started from the creation of the Third Bulgarian State in 1878 and ended with the establishment of the Chief Mufti office in Bulgaria in 1910. In this period the Islamic education is organised in three stages: ibtidaiyah (primary school), rushdiya (secondary school) and madrasah (high school and university). The third period was from 1910 to 1944 – the beginning of the Communist regime. In this


Makale ve Analizler - 2019

139

period the education and training institutions for teachers and professors were set up: Dar al-Muallimin (1918) and Madrasat al-Nuwwab (1922). Keywords: Islamic Education in Bulgaria, Islamic Education Institutions in Bulgaria, History of Islamic Education in Bulgaria, History of Islamic Education Institutions in Bulgaria, Madrasa. GİRİŞ Bulgaristan’da İslâm eğitimi genellikle araştırmacılar tarafından kısmî ve parçalı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu bağlamda kapsamlı ve kronolojik tasnife ihtiyaç vardır. Yapılan çalışma bu boşluğu doldurmak içindir. İslâm eğitiminin periyodları tarih olarak saptanış ve adlandırılmıştır. İslâm eğitimi kurumlarının ise farklı peryodlarda nasıl oluşturulduğu ve organize edildiği ortaya konulmuştur. Böylece Bulgaristan İslâm eğitimi kurumlarını zaman ve nitelik açısından sistematize ederek bilimsel argümantasyonlu kısa tarih elde edilmiştir. Orijinal bir katkı ise üç olayın aynı yıl içerisinde vuku bulmasından yola çıkarak Bulgaristan’da İslâm eğitiminin başlangıç tarihini 1371 olarak belirlemenmesidir. Bu tarihte Çirmen Muharebesi Osmanlı tarafından kazanılmış, çar İvan Aleksandır ölmüş ve çar İvan Şişman tahta çıkmıştır. Birçok tarihçi bu olaylardan dolayı 1371 yılını Bulgaristan topraklarının fetih başlangıcı olarak kabul etmektedir.(Георгиева ve Генчев,1999) Yapılan çalışma, bilimsel tekniklerin ve metotların kullanıldığı tarama modelinde yürütülmüş bir araştırmadır. Önce resmi kayıtlar, belgeler, yayınlar ve konuyla ilgili yapılmış olan araştırma raporları taranmış, dini alandaki yetkili kişilerle görüşülerek konuyla ilgili bilgi, görüş ve kanaatler toplanmıştır. 1.Osmanlı Döneminde Bulgaristan’da İslâmî Eğitim Balkanlarda Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerden biri Bulgaristan’dır. Nüfusunu Bulgar, Türk, Pomak, Makedon, Tatar, Çingene vs. etnik gruplar oluşturmaktadır. Anadolu’dan Türklerin Bulgaristan’a yerleşmesi, Osmanlıların Balkanları fethetme hareketlerinin başlaması ile yoğunluk kazanmıştır. Bulgaristan’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesi Murad Hüdavendiğȃr(13601389) zamanında başlamış ve Yıldırım Bayezid(1389-1402) döneminde tamamlanmıştır. Bulgarların başında 1360’lı yıllarda Balkan and Near Eastern Journal of Social Sciences Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi Mehmedov, 2018: 04 (04) 122 İvan Aleksandır Asen bulunuyordu. 1371 yılında Asen’in ölümüyle taht kavgaları başlamış Osmanlı’nın Bulgaristan’ı fethetmesi kolaylaşmıştır. Aleksandır Asen’in küçük oğlu İvan Şişman’ın abisi İvan Stratsimir ile yaptığı mücadelede, Osmanlı’lardan yardım istedi. Şişman’ın kızkardeşi Mara, I Murat’a eş olarak verildi. Bu şekilde akrabalık ilişkileri kuruldu. Daha sonra Sultan Murat’ın Anadolu’ya geçmesinin fırsat olduğunu düşünen Sırp kralı Jovan İgljesa 1364 yılında yapılan Sırpsındığı savaşının intikamını almak için Edirne’de bulunan Osmanlı ordu-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

suna saldırmak için plan yaptı. 26 Eylül 1371 tarihinde Çirmen mevkiinde yapılan savaş, Osmanlı Devleti’nin zaferi ile sonuçlandı. Çirmen muharebesi ile Osmanlı’ya Avrupa’nın kapıları açılmış, Sırp kralı ve Bulgar kralı Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak vergiye bağlanmıştır. Trakya ve Balkanların güneyindeki Bulgar toprakları Osmanlılar tarafından fethedilmeye başlandı. Sultan I. Murad zamanında Kral Şişman’a ait olan Bulgaristan topraklarının büyük bir kısmı fethedildi. Nihayet Yıldırım Bayezid( 1389-1404) döneminde Bulgaristan fethedildi.(Uzunçarşılı, 1982). Osmanlı Türkleri, diğer fethettikleri yerlerde olduğu gibi, Bulgaristan’a geldiklerinde de kendileri ile birlikte yepyeni bir devlet düzeni getirmişlerdir. Bulgaristan’da İslam eğitiminin tesis edilmesi ve yayılması Osmanlı hâkimiyeti döneminde büyük hız ve yoğunluk kazanmıştır. Osmanlı Devleti, hâkimiyetine giren bu topraklarda daha ilk yıllardan itibaren Müslümanlarla meskûn olan köy ve kasabalarda cami, mescit, mektep, medrese kurarak Türk-İslam eğitimi ve öğretimi tatbik edilmesine büyük özen göstermiştir. İlk eğitim-öğretim kurumları camiler olmuştur. Bunlar yalnız ibadet yeri olmakla kalmayarak, aynı zamanda Müslümanların birbirleriyle görüşüp kaynaşması, toplumsal sorunların cemaat arasında konuşularak tartışılması ve karara bağlanması için bir toplumsal mekân olmuştur. Camiler dinî kurumlar olmalarına rağmen İslâmî eğitim sürecinde çok önemli rol oynamışlardır. Daha kuruluşundan itibaren camilerde tedrici bir gelişme ile hemen hemen bilinen bütün dinî ilimlerin (Kur’an ilimleri, Arap dili, Hadis, Fıkıh ve Usûlü, Kelam) tedris edildiği bilinmektedir.Osmanlı Devleti caminin bu rolünü Balkan ülkelerine de taşımıştır.Bu yörelerde inşa edilen binlerce cami ve mescit birer öğretim müessesesi olarak Balkan ülkelerinde meskûn olan Müslümanların dinî eğitimine hizmet etmiştir. Camilerle paralel olarak, Osmanlı hâkimiyetinin daha ilk yıllarında eğitim ve öğretim sisteminde sıbyan mektepleri ya da mekteb-i sıbyan olarak adlandırılan orta ve yüksek dereceli medreseler önem arz etmektedirler. Bu eğitim kurumları Bulgaristan’ın fethedilmesiyle kısa zamanda ülkenin her köşesine yayılmıştır (Memişoğlu, 2002). 1.1. Sıbyan Mektepleri (İlkokullar) Osmanlı devletinde yaygın olarak ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yer sıbyan mektepleri olmuştur. Çocukların eğitimi için tesis edilen bu mektepler klasik İslâm medeniyetinde “küttâb” adlı okulların devamı mahiyetindedir. Bu okullara ayrıca dârü’tta’lim, dârü’l-huffaz, taş mektep veya sadece mektep de denilmiştir. Bulgaristan’da ilk sıbyan mektepleri büyük şehirlerde, daha sonra ise kasaba ve köylerde faaliyete başlamışlardır. Kurulan mekteplerin sayısı hakkında malumat çok sınırlıdır. Rumeli eyaletlerinin merkez sanacağında XV ve XVI. yüzyıllarda 60 sıbyan mektebinin bulunduğu rivayet edilir.


Makale ve Analizler - 2019

141

Bunlara cami ve mescitlerde yapılan ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri de ilave edilirse, Bulgaristan’da ve diğer Balkan ülkelerinde geniş mektep ağı tesis edildiği anlaşılmaktadır (Baltacı, 2002). Bulgaristan’da ilk ve en eski mektepler arasında Eski Zağra’da Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleymanzamanında yapılan Hamza Bey mektebi yer almaktadır. Mektep Emir Süleyman’ın komutanlarından Hamza Bey tarafından 1409 yılında inşa edilmiştir (Çelebi, 1970). Bulgaristan’da Osmanlı Türk mektepleri hakkında en doğru tasviri Evliya Çelebi yapmaktadır. Ona göre, XVII. yüzyılın ortalarında Sofya’da 40, Filibe’de 71, Silistre’de 40, Eski Zağra’da 42, Tırnova’da 20, Vidin’de 11, Plevne’de 7, Şumnu’da 7, Kazanlık’ta 7, Hasköy’de 3, Hezargrad’da 1 sıbyan mektebi bulunmaktadır. Ayrıca Evliya Çelebi her camide, her mahallede birer çocuk mektebi veya mescidin bulunduğunu belirtmektedir (Çelebi, 1970). Bu okullarda erkek Türk-Müslüman çocukları 7-15, kız çocukları ise 7-13 yaşlarında eğitimlerine devam etmişlerdir.Bilebildiğimiz kadarıyla okula kayıtkabul gibi herhangi bir işlem söz konusu olmamıştır.Müslüman olan her ailenin çocuğu bu mekteplere gidebilmiştir. Okula giden kız ve erkek öğrencilerin hepsi bir oda içinde, fakat ayrı yerlerde, mektebin hasırı veya kilimi üzerine diz çökerek oturup, önlerindeki birer küçük veya 5-6 kişilik rahleler üzerindeki Kuran’ı ya da dua kitapları İvan Aleksandır Asen bulunuyordu. 1371 yılında Asen’in ölümüyle taht kavgaları başlamış Osmanlı’nın Bulgaristan’ı fethetmesi kolaylaşmıştır. Aleksandır Asen’in küçük oğlu İvan Şişman’ın abisi İvan Stratsimir ile yaptığı mücadelede, Osmanlı’lardan yardım istedi. Şişman’ın kızkardeşi Mara, I Murat’a eş olarak verildi. Bu şekilde akrabalık ilişkileri kuruldu. Daha sonra Sultan Murat’ın Anadolu’ya geçmesinin fırsat olduğunu düşünen Sırp kralı Jovan İgljesa 1364 yılında yapılan Sırpsındığı savaşının intikamını almak için Edirne’de bulunan Osmanlı ordusuna saldırmak için plan yaptı. 26 Eylül 1371 tarihinde Çirmen mevkiinde yapılan savaş, Osmanlı Devleti’nin zaferi ile sonuçlandı. Çirmen muharebesi ile Osmanlı’ya Avrupa’nın kapıları açılmış, Sırp kralı ve Bulgar kralı Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak vergiye bağlanmıştır. Trakya ve Balkanların güneyindeki Bulgar toprakları Osmanlılar tarafından fethedilmeye başlandı. Sultan I. Murad zamanında Kral Şişman’a ait olan Bulgaristan topraklarının büyük bir kısmı fethedildi. Nihayet Yıldırım Bayezid( 13891404) döneminde Bulgaristan fethedildi.(Uzunçarşılı, 1982). Osmanlı Türkleri, diğer fethettikleri yerlerde olduğu gibi, Bulgaristan’a geldiklerinde de kendileri ile birlikte yepyeni bir devlet düzeni getirmişlerdir. Bulgaristan’da İslam eğitiminin tesis edilmesi ve yayılması Osmanlı hâkimiyeti döneminde büyük hız ve yoğunluk kazanmıştır.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osmanlı Devleti, hâkimiyetine giren bu topraklarda daha ilk yıllardan itibaren Müslümanlarla meskûn olan köy ve kasabalarda cami, mescit, mektep, medrese kurarak Türk-İslam eğitimi ve öğretimi tatbik edilmesine büyük özen göstermiştir. İlk eğitim-öğretim kurumları camiler olmuştur. Bunlar yalnız ibadet yeri olmakla kalmayarak, aynı zamanda Müslümanların birbirleriyle görüşüp kaynaşması, toplumsal sorunların cemaat arasında konuşularak tartışılması ve karara bağlanması için bir toplumsal mekân olmuştur. Camiler dinî kurumlar olmalarına rağmen İslâmî eğitim sürecinde çok önemli rol oynamışlardır. Daha kuruluşundan itibaren camilerde tedrici bir gelişme ile hemen hemen bilinen bütün dinî ilimlerin (Kur’an ilimleri, Arap dili, Hadis, Fıkıh ve Usûlü, Kelam) tedris edildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti caminin bu rolünü Balkan ülkelerine de taşımıştır.Bu yörelerde inşa edilen binlerce cami ve mescit birer öğretim müessesesi olarak Balkan ülkelerinde meskûn olan Müslümanların dinî eğitimine hizmet etmiştir. Camilerle paralel olarak, Osmanlı hâkimiyetinin daha ilk yıllarında eğitim ve öğretim sisteminde sıbyan mektepleri ya da mekteb-i sıbyan olarak adlandırılan orta ve yüksek dereceli medreseler önem arz etmektedirler. Bu eğitim kurumları Bulgaristan’ın fethedilmesiyle kısa zamanda ülkenin her köşesine yayılmıştır (Memişoğlu, 2002). 1.1. Sıbyan Mektepleri (İlkokullar) Osmanlı devletinde yaygın olarak ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yer sıbyan mektepleri olmuştur. Çocukların eğitimi için tesis edilen bu mektepler klasik İslâm medeniyetinde “küttâb” adlı okulların devamı mahiyetindedir. Bu okullara ayrıca dârü’tta’lim, dârü’l-huffaz, taş mektep veya sadece mektep de denilmiştir. Bulgaristan’da ilk sıbyan mektepleri büyük şehirlerde, daha sonra ise kasaba ve köylerde faaliyete başlamışlardır. Kurulan mekteplerin sayısı hakkında malumat çok sınırlıdır. Rumeli eyaletlerinin merkez sanacağında XV ve XVI. yüzyıllarda 60 sıbyan mektebinin bulunduğu rivayet edilir. Bunlara cami ve mescitlerde yapılan ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri de ilave edilirse, Bulgaristan’da ve diğer Balkan ülkelerinde geniş mektep ağı tesis edildiği anlaşılmaktadır (Baltacı, 2002). Bulgaristan’da ilk ve en eski mektepler arasında Eski Zağra’da Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleymanzamanında yapılan Hamza Bey mektebi yer almaktadır. Mektep Emir Süleyman’ın komutanlarından Hamza Bey tarafından 1409 yılında inşa edilmiştir (Çelebi, 1970). Bulgaristan’da Osmanlı Türk mektepleri hakkında en doğru tasviri Evliya Çelebi yapmaktadır. Ona göre, XVII. yüzyılın ortalarında Sofya’da 40, Filibe’de 71, Silistre’de 40, Eski Zağra’da 42, Tırnova’da 20, Vidin’de 11, Plevne’de 7, Şumnu’da 7, Kazanlık’ta 7, Hasköy’de 3, Hezargrad’da 1 sıbyan mektebi bulunmaktadır. Ayrıca Evliya


Makale ve Analizler - 2019

143

Çelebi her camide, her mahallede birer çocuk mektebi veya mescidin bulunduğunu belirtmektedir (Çelebi, 1970). Bu okullarda erkek Türk-Müslüman çocukları 7-15, kız çocukları ise 7-13 yaşlarında eğitimlerine devam etmişlerdir.Bilebildiğimiz kadarıyla okula kayıtkabul gibi herhangi bir işlem söz konusu olmamıştır.Müslüman olan her ailenin çocuğu bu mekteplere gidebilmiştir. Okula giden kız ve erkek öğrencilerin hepsi bir oda içinde, fakat ayrı yerlerde, mektebin hasırı veya kilimi üzerine diz çökerek oturup, önlerindeki birer küçük veya 5-6 kişilik rahleler üzerindeki Kuran’ı ya da dua kitapları okuyarak eğitim görmüşlerdir. Hocalığa genellikle medrese eğitimi görmüş veya okuma yazma bilen imam vb. kişiler getirilmiştir. Hocanın görevi çocuklara okumayı öğretmek, İslâm dîninin kuralları ile Kuran’ı belletmekti.“Her öğrenci hocanın önüne gidererek, dersini okur ve yerine döndükten sonra dersini birçok defa tekrar ederdi.Bu, bireysel ve her çocuğun düzeyine uygun bir öğretme yöntemi idi” (Memişoğlu, 2002). Diğer yerlerde olduğu gibi, Bulgaristan’da da sıbyan mekteplerinin Tanzimat dönemine1 kadar belli başlı bir eğitim müfredatı yoktu. Eğitim ve öğretimin esas maksadı talebenin doğru dürüst ve kaide üzerine Kuran’ı okuyabilmesi, namaz kılmak için lüzumlu olan birkaç âyeti ezbere öğrenebilmesi, ibadet ve dîni vecibelerini ifa edebilmesi için gereken bilgilere sahip olması ve İslâm’ın şartlarını yerine getirmekten ibaretti. Bu eğitimöğretim sistemi birkaç asır herhangi esaslı bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Ancak XIX. yüzyıldan sonra sıbyan mekteplerinin geliştirilmesi yönünde, köklü reformlara gidilme ihtiyacı duyulmuştur (Memişoğlu, 2002). 1.2. Medreseler Medrese sözlükte“okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak” anlamına gelen “ders (dirâse)” kökünden türetilmiş bir mekân ismidir. İlk medreselerin ne zaman inşa edildiği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak kaynaklarda medrese olarak anılan ilk müessese, fakih ve muhaddis Ebû Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbğî (ö. 342/954) tarafından Nîşâbur’da kurulan dârüssünnedir. Hasan b. Ahmed el-Mahledî ve Muhammed b. Hüseyin el-Haseni gibi hadis âlimlerinin imlâ meclisleri düzenlediği bu dârüssünnede 1000 kadar öğrencinin ders yapabildiği belirtilmektedir. Medresinin bir de vakfının bulunduğu, İmam Sıbgî’nin medrese ile vakfın işlerini kendisinden sonra talebesi Hakîm enNîsâbûrî’nin yürütmesini vasiyet ettiği kaydedilmektedir (Bozkurt, Diyanet İslam Ansiklopedisi,[DİA] , c.28). Bütün İslâm dünyasında olduğu gibi, Osmanlı Devleti de medrese eğitimini vakıflar sayesinde devam ettirme yoluna başvurmuşlardır. Medrese sistemi ve teşkilatı, İslam dünyasındaki bütün sosyal hizmet ve yardım amaçlı müesseseler gibi vakıf temeli üzerine kurulmuştur (Memişoğlu, 2002).


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslâm eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese, Osmanlı döneminde mevcut olan fizikî şartlar, mimari özelikler, eğitim programı ve temsil ettiği zihniyetle önemli gelişmeler göstermiştir. Medrese bu dönemde sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimine tekabül eden, İslâmî kimliği sebebiyle sadece Müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliği taşır. Osmanlı döneminde ilk medrese olarak Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu, İznik Orhaniyesi adını taşıyan İznik Medresesi gösterilir (İpşirli, DİA, c.29). Yüksek seviyede eğitim-öğretim gerçekleştiren medreselerin önemini kavrayan Osmanlı Devleti fethettiği Balkan ülkelerinde sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılayabilmek, idari ve yönetim kadrosunu yetiştirmek ve Türk-İslâm kültürünü yaymak için bu müesseselerin açılmasına ve gelişmesine büyük özen göstermiştir. Balkanlar’da ilk medreseler XIV.asrın sonlarından ve XV. asrın başlarından itibaren faaliyet göstermeye başlamıştır (Memişoğlu, 2002). Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Bulgaristan’da ilk medrese 13751385 yılları arasında veya XIV. asrın sonlarında Yanbolu’da kurulmuştur. Yine XIV. asrın sonlarında Sultan I. Murad ve I. Bayezid’in ünlü komutanı ve ilk Çirmen sancakbeyi Saruca Paşa tarafından Kazanlık’ta bir cami ve medrese inşa edilmiştir (Memişoğlu, 2002). Evliya Çelebi Yanbolu’da bulunan diğer bir medresenin 1481 yılında Şeyh Mehmed İbn-Noktacı tarafından tesis edildiğinden bahsetmektedir. Plevne’de XV. asrın sonlarında ise Mihal oğlu Ali Bey Medresesi’nin faaliyete geçtiğini görmekteyiz. Bu medresenin kurucusu XV.asır Osmanlı akıncıları arasında önemli bir mevkii işgal eden Mihaloğullarından Gazi Ali Bey’dir (Кипровска, 2017). Bulgaristan’ın diğer bir yerleşimi Hezargrad’ta XVI.asrın başlarında İbrahim Paşa Medresesi açılmıştır. Bu medresenin kurucusu, Kanuni Sultan Süleyman’ın ikinci vezîr-i azamı Maktul İbrahim Paşa’dır.Medresinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir (Memişoğlu, 2002). Sofya’da bulunan Sofu Mehmed Paşa Medresesi ise XVI.asrın ortalarına doğru faaliyete başlamıştır. Bu medresinin kurucusu Kanûnî Sultan Süleyman devri vezirlerinden Sofu Mehmed Paşa’dır. Evliya Çelebi bu medreseden bahsederken: “Kubbeleri mavi kurşunla kaplıdır. Hoca ve talebelerinin beslenme, aydınlanma tayınatları vardır.Her gün devamlı yemekleri çıkar” demektedir. Sofya’da XVI. asırda inşa edilmiş olan medreseler arasında Mahmud Paşa Medresesi’nin önemli yeri vardır. Evliya Çelebi bu medresenin talebelere mahsus kırk adet okuma yeri olduğundan bahseder (Çelebi, 1970, c.3). Bulgaristan’ı XVII. asrın ortalarında dolaşan Evliya Çelebi, Silistre’de 8, Filibe de 9, Vidin’de 7, Tırnova’da 7, Köstendil’de 3, Yanbolu’da 3, Vraça’da 2, Kazanlık’ta 2, Samakov’da 2, Sofya’da 2, Plevne’de 2, Rahova’da 1, Lom’da 1, Hasköy’de 1, medrese


Makale ve Analizler - 2019

145

bulunduğuna dair bilgiler vermektedir (Keskioğlu, 1986). Bazı kaynaklara göre, XVII.asırda Bulgaristan’da medreselerin sayısının 98’e ulaştığı belirtilmektedir. Genellikle medreselere sıbyan mekteplerini bitirenler veya hususi öğrenim görmüş fakat medrese seviyesinde olantalebeler alınmıştır. Burada medreselerin derecelerine göre, farklı zamanlarda çeşitli dersler okutulmuştur. Ancak bu derslerin hangileri olduğu hakkında kesin bir bilgi elde edilememiştir (Memişoğlu, 2002). Osmanlı Devleti’nin diğer eyaletlerinde olduğu gibi Bulgaristan’da da medreseler, müderrisler ve talebeler büyük vakıflar tarafından idare edilmiş ve bütün ihtiyaçları vakıflarca temin edilmiştir. Meselâ 1540 tarihli vakfiye kayıtlarından anlaşıldığına göre, Maktul İbrahim Paşa vakfın gelirlerinden yıllık 68.139 akçe Hezargrad Camisi ve Medresesinin ihtiyaçlarına ayrılmıştır (Градева ve Иванова, 1998). Aynı şekilde Filibe’deki Şahabeddin Paşa Medresesi, Camisi ve İmareti için 1529-1530 yılında aynı zatın vakıf gelirlerinden 179.987 akçe temin edilmiştir (Kiel, DİA, c.13). “Medreselerin ekseriyeti yatılı tipinde olup dershaneleri ve talebelere mahsus yatak odaları vardı.Öğrenciler burada karşılıksız barınma imkânı bulurlardı.Mütevelliler, talebelerin beslenme ve barınması, hatta cep harçlığı bizzat vakıfların gelirlerinden belirli miktarda para ayırırlardı.” (Memişoğlu, 2002). Böylece Bulgaristan medreseleri Osmanlı eğitim sistemi içinde teşkilâtlı ve yüksek seviyede eğitimöğretimi gerçekleştiren müesseseler olarak gelişmişlerdir. Bu medreselerde Osmanlı Devleti’nin kadılık, müftülük, müderrislik, kâtiplik gibi ilmiye sınıfı yetiştirilmiş ve ülkenin kültürel, idarî ve diğer kadro ihtiyacı karşılanmıştır. Umuma yönelik medreselerin yanı sıra İslâm ananelerini tetebbü etmek için Filibe’de 1, Plevne’de 1, ve Hezargrad’da 1 olmak üzere 3 Daru-l-Hadis ismiyle bilinen ihtisas üzere tesis edilmiş olanlar da vardır. Bu medreselerde ihtisaslaşmış meşhur kişiler birçok ilim dalında ders vermişlerdir.Bunların yanında, kaide üzerine doğru dürüst Kur’an okumak için Filibe’de 7, Lofça’da 1, Hezargrad’da 1 ve daha 5 yerde olmak üzere 13 Dârû’l-Kurra ismiyle ihtisas medreseleri de kurulmuştur (Memişoğlu, 2002). Evliya Çelebi Filibe’deki medreselerden bahsederken “Ulu Câmi’de Şeyhul-Kurra Gazzazzâde, Kuran’ı yedi okunuş tarzına göre öğretir Şahabeddin Paşa Dürül-Kurra’sı da günlük okutur” demektedir (Çelebi, 1970, c. 3). Bu medreseler umumiyetle imam, müezzin gibi cami ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetlileri yetiştirmek amacıyla tesis edilmişlerdir. 2. Bulgaristan’da Osmanlı sonrası Din Eğitimi Osmanlı Bulgaristan’dan çekilmesinden sonra ardında büyük bir Müslüman-Türk kitle bırakmıştır. Bu topraklarda kalan Müslümanların dinî ve millî kimliklerini koruma ve geliştirmesiyle ilgili hususlar uluslararası anlaşmalar ve iki devlet arasında imzalanan sözleşme-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerle teminat altına alınmıştır. Din eğitimi görme, insanın en önemli haklarından biri olarak değişik anlaşma ve kanunî düzenlemelerde ele alınıp değerlendirilmiştir. İslâmî eğitim, Maarif/Eğitim Bakanlığı’nın nezaretinde ilk yıllarda Bölge Müftülüklerinin, 1910 yılından itibaren ise aynı yıl kurulan Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü’nün yetkisine bırakılmıştır (Şimşir, 1986). Yukarıda belirtilen anlaşma ve kanunî düzenlemeler çerçevesinde Başmüftülük kurumunun ve halkın kendi gayretleriyle Bulgaristan Müslümanları 130 yıl boyunca İslâmî eğitim görme hakkından yararlanmışlardır. Başlıca birkaç sebepten dolayı 1877-1878 yıllarındaOsmanlı-Rus Savaşı esnasında ve daha sonra bir-iki yıl içerisinde Bulgaristan Müslümanlarının eğitim sistemi büyük bir buhran yaşamıştır. Mevzu bahis yıllarda Müslüman-Türk topluluğunun dinî ve fikrî öncüleri Osmanlı topraklarına göç etmiş, okul binaları harap veya gasp edilmiş, okulların ana malî kaynağı olanvakıf malları talan edilmesi ve hayırsever eşrâfın/zenginlerin yuvalarını terk etmek zorunda kalması sebebiyle maddî destek asgarîye düşmüştür (Ahmed, 2002, c.22). Yeni kurulan Bulgaristan devletindeki Türkler ilim ve irfana verdikleri önem sebebiyle bulundukları aşırı olumsuz şartlara rağmen, kısa bir zamanda bu buhranlı durumdan çıkabilmenin çarelerini aramaya koyulmuşlardır. Belirli bir zaman içinde eskiden var olan eğitim sistemini yeni şartlara göre yeniden yapılandırarak azınlık haklarını ve bunların en önemlisi din ve din eğitimi özgürlüğünü kazanma ve gereğince kullanma yolunda zorlu mücadelelerine başlamışlardır. Bulgaristan Müslüman azınlığının kültürünü geliştirme ve eğitim-öğretim alma hakları hemen savaş sonrasında akdedilen Yeşilköy (Aya Stefanos) Anlaşması ve Berlin Anlaşması gibi uluslararası sözleşmelerle temin edilmekle beraber, 1879 yılında kabul edilen Tırnova Anayasası tarafından da sabitlenmiştir. Ancak pratikte birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Zira yeni kurulan Bulgar devletinin Müslüman azınlığın sorunlarını çözme hususunda tecrübesi ve hazırlığı yoktur. Bundan dolayı Müslümanlar eğitim ve kültür konularında bir anlamda kendi haline bırakılmıştır. Bulgar devletinin hazırlıksız oluşunu, tanınmış Maarif Bakanı Konstantin İreçek’in belirli bir dönemde hem Avrupa’nın, hem de şeriatın taleplerine uygun düşen çözümler bulabilecek yeterlilikte Fransa’dan Cezayir asıllı bir Müslüman uzmanı getirme yönündeki girişimi de göstermektedir (Назърска, 1999). Öğretim konusunda kendi haline bırakılan ve belirli bir bağımsızlığa sahip olan MüslümanTürkler’in eğitim çalışmaları aynı zamanda uygulanan ekonomik ve idarî baskı ile engellenmektedir.


Makale ve Analizler - 2019

147

Meselâ, daha ilk kanun tasarılarında Müslüman okulları özel statüde değerlendirilmekte, ancak malî güvence olarak ana damarını oluşturan vakıf malları istimlâk, gasp ve harape dilmektedir. Başka bir örnek ise birtaraftan kanunların Müslüman okullarında Bulgar dilinin okutulmasını zorunlu kılması, diğer taraftan ise Müslümanlar arasından bu dersleri verebilecek öğretmenler hazırlanmasına imkân tanınmamasıdır. Ayrıca sağlık kurumları birtakım hijyenik kurallara riayet edilmesini istemekte, fakat aynı zamandaVidin, Samakov, Rusçuk, Tırnova, Pravadı ve Sofya gibi şehirlerde bulunan en güzel ve elverişli Müslüman-Türk okullarına “toplum yararına” elkonmakta, Müslümanların istifade edemeyeceği duruma getirilmektedir (Назърска, 1999). Bulgaristan’da Osmanlı sonrası İslâmî eğitim iki döneme ayrılabilir. Birinci dönem savaş sonrasında Osmanlı’dan kalan Müslüman topluluğun eğitim kurumlarını yeni şartlara gore oluşturduğu ve yapılandırdığı yıllardır (1878-1910). İkinci dönem ise lise ve yüksek okul düzeyinde İslâmî eğitim veren Medresetü’n-Nüvvab’ın açıldığı ve İslâmî eğitim sisteminin belirli ölçüde oturduğu yıllardır (1910- 1944). 3. İslâmî Eğitim Sistemini Yeniden Yapılandırma Dönemi (1878-1910) Bulgaristan Müslümanlarının din öğretim ve eğitimi, genel öğretim ve eğitimlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ele alınan dönemde Bulgaristan’da hem genel eğitim, hem de İslâmî eğitim kurumlarının canlandırılarak yeni bir sistem kurma sancılarının yaşandığı zaman dilimidir. Bu dönemdeverilen din eğitiminin portresini çıkarabilmek için üç aşamalı bir sistem olarak ele almak gerekmektedir: İlkokul, Ortaokul ve Medrese. 3.1. İlkokullarda Eğitim Önceleri ilköğretim, “sıbyan mekteplerinde” yapılmaktaydı. XIX. yüzyılın sonlarında ise “ibtidaiyye” olarak adlandırılmaya başlanan ilkokullarda gerçekleşmeye başlanmıştır (Celil,1928). Müslümanların ikamet ettiği her yerleşim yerinde bu tür dokullar bulunmaktadır. Dersler genellikle okulda, cami odalarında veya hocanın evinde yapılmaktadır. Çoğunlukla öğretmen aynı köyün imamı ve hatibidir. Öğretim yılı Kasım’dan Mayıs’a kadar sürmektedir. Ayrı sınıflar bulunmayıp öğretim hoca yardımcısı yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Öğretmenin imam olması sebebiyle ders zamanı vakit namazlarına göre ayarlanarak ya öğle namazına kadar ya da ikindi namazına kadar devam etmektedir. Namaz vakti olunca öğrenciler hep birlikte “âmîn”ler eşliğinde ilâhisöyleyerek o günlük dersi noktalamaktadırlar (Ahmed, Kalem, 2002). İlk yıllarda okullardaki öğretimin tamamen dinî olduğunu söyleyebiliriz, çünkü bu okullarda sadece Kur’ân-ı Kerim okuma, Arapça yazma, temel din bilgileri (ilmihal) ve hendese öğretilmektedir (Ванков,1905).


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ancak zamanla okul programlarına tedricen Bulgarca, müzik, Türk tarihi, coğrafya, tarih ve tabiat bilgisi gibi dersler de konmuştur.OsmanlıRus Savaşından sonar ilk yıllarda çocuklar Kur’ân-ı Kerim’i okumayı ve yazmayı öğrenmektedirler, bununla birlikte namazın kılınışında lâzım olan kısa sureleri ve duaları da ezberlemektedirler.Ayrıca imanın 6 şartını ve İslâm’ın 5 şartını öğrenmekte ve abdest ve namaz gibi ibadetleri camide uygulamaktadırlar.Bu saydıklarımızı öğrendikten sonra öğrenciler “hatim duası” yaparak öğrenimlerini tamamlamış olmaktadırlar.Öğretim süresi kesin bir şekilde belirlenmemiştirve programın mahiyeti ve ders saatleri adedini hocalar belirlemektedir. Ancak XIX. yüzyılın sonlarıyla ve XX. yüzyılın başlarında ortak bir program arayışı başlamış ve bunun neticesinde 1904/1905 öğretim yılında oldukça düzgün ve ortak sayılabilecek bir program hazırlanmıştır. Özellikle 1906 yılında Bulgaristan Muallimîn-i İslâmiyye Cemiyet-i İttihâdiyyesi’nin kurulmasından sonra ortak program takip etmeye önem verilmiş, fakat bu konuda her zaman başarı sağlanamamıştır. Ortak müfredat açısından 1904/1905 öğretim yılında hazırlanan programı göz önünde bulundurduğumuzda, Rusçuk bölgesinde haftada toplam 19 saat (ІІ. sınıfta – 8 saat, ІІІ. – 9, ІV. – 2) din bilgisi, Razgrad bölgesinde ise toplam 16 saat (І. sınıfta – 3 saat, ІІ. – 6, ІІІ. – 5, ІV. – 2) din bilgisi okutulduğunu görmekteyiz (Memişoğlu, 2002). Müslüman ilkokullarında öğretmenler çok nadiren (eğer yerleşim yerinin vakıf gelirleri bulunursa) maaş almaktadır, sosyal güvence ise kesinlikle bulunmamaktadır. Fakat öğrencilerin velileri hocanın hakkını vermede son derece ciddiyetle hareket etmektedirler.“Mektebe başlama”, “Cüzü bitirme”, “Hatmetme” gibi değişik vesilelerle öğretmenlere hediyeler vermektedirler.Bu hediye ve ödemeler çoğunlukla aynî olarak verilmektedir. Hatta bazı durumlarda öğrenci velileri, borçlarını ödemek için hocanın işlerini yapmaktadırlar (Ванков, 1905). 3.2. Ortaokullarda Eğitim Bulgaristan eğitim tarihinde rüşdiyeler, önceleri 4 yıllık daha sonraları ise 3 yıllık sınıf sistemine göre düzenlenmişlerdir ve ortaokul seviyesinde eğitim veren okullardır. Rus-Türk Savaşı sonrası ilk birkaç yılda sadece bazı merkezî şehirlerde rüşdiye okulu kalmıştır, ancak 80’li yılların ortasında bu türden okullar başka yerleşimlerde de açılmaya başlamıştır. Bunların en önemlileri Şumnu, Varna ve Filibe rüşdiyeleridir, çünkü oralarda pedagojik formasyon sahibi, İstanbul’da Dârü’l-Muallimîni bitirmiş öğretmenler görev yapmaktadır. Bu üç okulda birçok tanınmış eğitimci ve düşünce önderi yetişmiştir. Sınıf tertibi ve müfredat açısından meselâ Filibe kız ve erkek rüşdiyelerinde


Makale ve Analizler - 2019

149

İslâmî öğretimin temeli aynı olmak beraber biraz farklar da mevcuttur. Kız rüşdiyesi üç yıllıktır, her üç sınıfta Kur’ân-ı Kerim, din bilgisi (ilmihal) ve Arapça, 1. ve 3. sınıflarda ise İslâm tarihi okutulmaktadır. Erkek rüşdiyesinde öğretim süresi dört yıldır, Kur’ân-ı Kerim sadece 1. sınıfta, din bilgisi her dört sınıfta okutulmakta olup son sınıfta akaid görülmektedir. Ayrıca dört yıl boyunca Arapça ve iki yıl İslâm Tarihi okutulmaktadır (Keskioğlu, 1985). 3.3. Medreselerde Eğitim Yeni Bulgar devletinde medreselerin kendilerine has birtakım özellikleri bulunmaktadır. Onlar Osmanlı medreselerinin devamı olmakla birlikte, artık Osmanlı kurumlarının denetimi altından çıkmışlardı. Ayrıca 1910 yılına kadar Baş müftülük makamı olmadığı için medreselerin denetimi bulunmamaktadır. Medreseler belirli ölçüde Bölge Müftülükleri tarafından denetlenmektedir. Bulgaristan medreselerinin başlıca özellikleri, sadece din derslerinin okunması ve çoğunlukla tek müderrisin görev yapmasıdır, bir medresede iki hocanın görev yaptığı durumlar yok denecek kadar azdır. Bütün medreseler bağımsız olup ortak bir program takip edilmemekte ve uygulanan program tamamen hocanın bilgi ve becerisine bağlı kalmaktadır. Prensipte medrese eğitimi ilkokuldan sonra başlamakta ve eğitim süresi dört-beş yıl sürmektedir, ancak bazılarında bu süre daha da uzamaktadır. Ele aldığımız dönemde Bulgaristan medreselerinin eğitim seviyeleri çok düşüktür.Bu medreselerden mezun olanların daha sonra yıllarca İstanbul medreselerinde öğrenimlerini sürdürmeleri bunun en açık göstergesidir. Medreselerin amaçları, arzu edenlere daha geniş dinî bilgiler vermek ve Müslüman halkın imam, hatip ve vaiz gibi dinî kadro ihtiyacını karşılamaktır. Başka yetişkin eleman bulunmaması sebebiyle medrese mezunları yıllar boyu ilkokullarda öğretmenlik yapma imkânına sahip olmuşlardır.İstatistiklere göre, 1904/1905 öğretim yılında Bulgaristan içinde bulunan 1460 ilkokul öğretmeninin 565’i medreselidir (Memişoğlu, 2002). Ayrıca Bulgar devleti medrese mezunlarına görev yapmaları durumunda bazı imtiyazlar tanımış ve onları askerlikten muaf tutmuştur. Bulgaristan eğitim tarihi araştırmacılarına göre, 1878-1885 yılları arasında aşağıdaki yerleşim yerlerinde medreseler bulunmaktadır: Varna, Hacıoğlu Pazarcığı, Pravadı, Balçık, Şumnu, Silistre, Eski Cuma, Osman Pazarı, Rusçuk, Razgrad, Turtrakan, Vırbovka, Küçük Kokarca (Ahmed, Kalem,2002). Fakat başka yerleşimlerde de medreselerin olabileceği ihtimal dâhilindedir. 4. İslâmî Eğitim Sisteminin Belirli Ölçüde Oturduğu Dönem (1910-1944) Birinci Dünya Savaşı sonrasında Aleksandır Stamboliyski’nin iktidara gelmesiyle Müslümanlar genel eğitim alanında birçok kazanım elde etmişlerdir (Ялъмов, 2002).


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu kazanımların etkisi İslâmî eğitim hususunda da hissedilmiştir. Maari Bakanlığı 1920 yılında Müslüman okullara müfettiş tayin etmiş ve ilkokul programlarının birleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu ortak programda dört sınıfta haftalık Kur’ân-ı Kerim dersi toplam 15 saat (ІІ. sınıfta – 4 saat, ІІІ. – 6, ІV. – 5) ve din bilgisi dersi toplam 7 saat (І. sınıfta – 1 saat, ІІ. – 2, ІІІ. – 2, ІV. – 2) olarak yer almaktadır (Keskioğlu, 1985, s.67). Aynı zamanda Bulgaristan Muallimîn-i İslâmiyye Cemiyet-i İttihâdiyyesi’nin gayretleriyle birçok ders kitabı hazırlanmış, ilkokullar için Ahmed İhsan ve Osman Nuri (Peremeci) tarafından din bilgisi kitapları yazılmıştır (Memişoğlu, 2002). Bazı değişikliklerle tabi olmakla beraber bu program 9 Eylül 1944 tarihinde geçilen yeni siyasi düzene kadar yürürlükte kalmıştır. Yeni program ve ona uygun ders kitapları hazırlamak üzere 1936 yılında Başmüftülüğün denetiminde bir komisyon kurulmuştur. O sıralarda Başmüftülük nezdinde yeni kurulan Din Eğitim Müfettişliği Müdürü ve eski Başmüftü Hüseyin Hüsnü ile Süleyman Sırrı, Hâfız Nazif Osman, Hâfız Yusuf Yakub, Eğridereli Hasan Sabri ve Mehmed Fikri gibi değerli ilahiyatçı ve pedagoglardan oluşan bu komisyonun çalışmaları neticesinde yeni bir program hazırlanmış ve kitapların yazılmasına başlanmıştır. Siyasi sebeplerle açılan Din Eğitim Müfettişliği yine aynı sebepler yüzünden 1937 yılında kapatılınca uzun yıllar askıya alınan Türk Okulları Müfettişliği yeniden canlandırılmış, başına da Türk okullarının gelişimini engelleme yönünde büyük gayretler sarf etmiş olan Dimitır Neşev getirilmiştir. Onun zamanında daha önce hazırlanan program gözden geçirilerek Müslüman ibtidâiye ve rüşdiye okulları programı olarak kabul ve ilân edilmiştir (Medeniyet, 1936,s.101,s.1). Bu programda 1940 ve 1943 yıllarında birkaç küçük değişiklik yapılmıştır. Bakanlık tarafından onaylanan programda İslâmî dersler şu şekildedir: İlkokullarda haftalık toplam 8 saat din bilgisi (І. sınıfta – 2 saat, ІІ. – 2, ІІІ. – 2, ІV. – 2) ve toplam 12 saat Kur’ân-ı Kerim (ІІ. sınıfta – 4 saat, ІІІ. – 4, ІV. – 4). Ortaokullarda haftalık toplam 6 saat din bilgisi (І. sınıfta – 2, ІІ. – 2, ІІІ. – 2) ve toplam 8 saat Kur’ân-ı Kerim (І. sınıfta – 3, ІІ. – 3, ІІІ. – 2) (Medeniyet, 1937). Aleksandır Stamboliyski döneminde Bulgaristan Müslümanlarının eğitim hizmetleri için ilk defa ortaokul seviyesi üzerinde okul açılmıştır; bunlar Şumnu’daki Dârü’l-Muallimîn ve Medresetü’nNüvvab’tır. Dârü’l-Muallimîn veya tam adıyla Devlet Türk Dârü’l-Muallimîni, Müslüm anokullarına öğretmen hazırlama amacıyla 1918 yılında açılmıştır (Tatarlı, 1995). Ancak 10 yıl faaliyet gösterebilen okulun programında bu sebepten dolayı din dersleri de vardır. Bu dersleri dönemin en tanınmış


Makale ve Analizler - 2019

151

ilahiyatçılarından Emrullah Feyzullah Efendi, Hâfız Emin Zarifî veYusuf Ziyâeddin Ezherî gibi âlimler okutmuşlardır. Okul programında din bilgisi dersi dâhilinde ibadetler ve akaid bölümleri verilmiştir (Keskioğlu, 1986). Yine bu dönemde Şumnu’da 1922 yılında meşhur Medresetü’n-Nüvvab açılmıştır. Osmanlı sonrası Bulgaristan medreselerinin sayısını ve bulundukları yerleri 1930’lu yıllara kadar tespit etmek oldukça zordur. Bumedreselerin büyük bir kısmı Medresetü’nNüvvab’ın açıldığı tarihe kadar, hatta ondan sonra birkaç yıl daha faaliyet göstermişlerdir. Medreselerle ilgili portrenin biraz daha netleşmesi bakımından aşağıdaki tablo önemlidir. SONUÇ Evliya Çelebiden başlayarak birçok âlimin Osmanlı döneminde Bulgaristan’da faaliyet gösteren İslâm eğitimi kurumları hakında verdikleri malumat derlenmiş ve kısaca verilmiştir. Ayrıca Osmanlı-Rus harbinden Bulgaristan Başmüftülüğünün kuruluşuna kadar temel İslâm eğitimi kurumlarının yeniden yapılandırlıdığı dönem aydınlatılmıştır. Başmüftülüğün kurulmasından itibaren merkezileşen İslâm eğitimi kurumları denetimi ve geliştirilen ortak müfredat detaylı şekilde tarif edilmiştir. Farklı dönemlerde İslâm eğitimi kurumlarının isimleri nasıl değiştiği verilmiştir. Bulgaristan topraklarının Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasıyla İslâm eğitimi kurumlarının devamlılığı nasıl sağlandığı arzedilmiştir. Yeni Bulgar devletinde Müslamanların eğitim hakkına nasıl müdahale edildiği açıkça gösterilmiştir. Bulgaristan’da yetişen birçok İslâm âliminin isimleri zikredilmiş ve bağlı oldukları kurumlar belirtilmiştir. KAYNAKÇA AHMED, Vedat S. (2002). Bulgaristan Türklerinin Siyasî ve Kültürel Tarihine Dair Genel Bir Çerçeve. (Editörler: Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca) Türkler. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, c. 20, s.386. AHMED, Vedat S. (2002). “Bulgaristan Müslümanlarının Durumu – III; 1878-1885”, Kalem, Sofya, sayı 6, s. 18. BALTACI, Cahid (1976). XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât. Tarihi, Istanbul: İrfan Matbaası., s.19. BOZKURT, Nebi (2003). İslâm tarihinde eğitim ve öğretim kutumlarının genel adı. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi(DİA), Medrese Maddesi, 28, 324, Ankara. CELİL, Mehmed (1928). Mekteblerimizin İyi ve Fenâ Günleri. Rehber, 18, s.1-2. ÇELEBİ, Evliya (1970). Seyahatname. çev. Zuhuri Danışman. İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi. ГЕОРГИЕВА, Цветана, ГЕНЧЕВ, Николай,(1999). История на България XV-XIX век, Анубис, София, s.26. ГРАДЕВА, Росица и ИВАНОВА, Светлана (1998). Мюсюлманската Култура по Българските Земи.Изследвания . София, с. 147. İPŞİRLİ, Mehmet (2003) DİA, Medrese Maddesi, 28, 327. Ankara KESKİOĞLU, Osman (1986). Bulgaristan’da Müslümanlar ve İslam Eserleri. İstan-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bul: Hilal Yayınevi KESKİOĞLU, Osman (1985). Bulgaristan’da Türkler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı. s.58 КИПРОВСКА, Мария,(2017). Власт и Общество в Плевенско на Прага на Две Епохи: Съдбата на рода Михалоглу и неговите благотворителни фондации(вакъфи) в условията на прехода от имперско към национално дъжавно управление, Българите в Османската Империя, XIX в.: Понятия, Структури, Личности., София , с, 363. KİEL, Michael (1996). DİA, Filibe Maddesi. 13. 80. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı. MEMİŞOĞLU, Hüseyin (2002). Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Kültür Bakanlığı. MEMİŞOĞLU, Hüseyin (1995). Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Seri: I, Sayı A. 28. MEDENİYET (1936/1937). Müstakilü’l-efkar müslüman gazetesidir. Sofya., 13. 08. 1936, sayı 101, s.1, 14. 06. 1937, sayı 141, s. 1. НАЗЪРСКА, Жоржета (1999). Българската Държава и Нейните Малцинства 1879-1885, София, 1999, с. 87. ПАВЛОВА, Антоанета (1993).История на Турските Училища в България 1878-1959. София, с.55 ŞİMŞİR, Bilal (1986). Bulgaristan Türkleri. Ankara: Bilgi Yayınevi. s. 33-38 TATARLI, İbrahim (1995). Şumen Devlet Türk Öğretmen Okulu (Daru’l-muallimîn). Ümit. Sofya, 5, 16-17.UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara, 1982. s.188194 ВАНКОВ, Никола (1905). Из Архивата на Министерството на Народното Просвещение – 1878/1879-1884/1885. София, с. 95. ЯЛЪМОВ, Ибрахим (2002). История на Турската Общност в България, София с. 87.


Makale ve Analizler - 2019

153

Tehlike Sivriliyor Tarih: 27 Kasım 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Bulgaristan’daBüyük Halk Meclisi Seçimleri Kapı Çalıyor. Bulgaristan Cumhuriyetinde (BG) Büyük Halk Meclisi (BHM) ancak Cumhurbaşkanının veya “olağan” Halk Meclisinde milletvekillerinden yarısından fazlasının önerisi üzerine çağrılabilir. Seçim, yapılan önerinin milletvekili bileşiminin üçte ikisi tarafından onaylandıktan sonra en erken 2 ay sonra ve en geç de 8 aya kadar yapılabilir. Bu ay Bulgaristan’da Başsavcı seçimi yapıldı. Bizde Başsavcı başbakanlıktan ve başsavcılık bileşiminden gelen öneri üzerine yapılıyor. Bu defa hükümet öneri sunmadı. Başsavcılık bileşimi, son 7 yılda Başsavcı görevinde bulunan S. Tsatsarov’un yardımcısı olan İvan GEŞEV’i yeni Başsavcı olarak önerdi. Cumhurbaşkanı Rumen Radev “veto” hakkını kullanarak, öneriyi geri çevirdi. Fakat ikinci onaylamadan sonra imzaladı ve Sofya Polis Akademisi mezunu olan İv. Geşev önümüzdeki 7 yıl için BG Başsavcısı seçildi. Bu süreç Sofya’da Adalet Sarayı basamaklarında ve Başsavcılık önünde gece gündüz devam eden protesto gösterileri ortamında gelişti. Göstericiler Başsavcının halkın, Başbakanlığın, Cumhurbaşkanlığı ve Halk Meclisi adayları arasından seçilmesinde direndi ama olmadı. İlk ziyaretini Cumhurbaşkanlığına yapan Başsavcı Geşev’le görüştükten sonra basına demeç veren Cumhurbaşkanı Radev, “Görüşme esnasında, bağımsız savcılık esası üzerinde adalet umutlarımı dile getirdim. Anayasa değişikliği için kamuoyunda geniş tartışma kapısı açıyorum” dedi. Cumhurbaşkanı Radev derin endişelerini de şöyle dile getirdi: “Toplumun fazlasıyla duyarlı olduğu baş konu, Bulgaristan Başsavcısının yükümlülükleri ile ilgili hesap vermesinin seçildiği gün noktalanmasından kaynaklanıyor. Biz bu konuyu Bulgar Başsavcılığının dipten tepeye modelinde, yapısında ve işlevlerinde, yargı sistemindeki yerinde ve öteki devlet kurumlarıyla bağlarında görüyoruz. Bu çok ağır bir konudur. Anayasa değişikliği gerektiriyor. Son 30 yılda (son Bulgar anayasası 1991’de kabul edilmiştir) Başsavcılığın işlevleri ve sorumlulukları konusunda Anayasa’da değişiklik ya da ilave yapılmamıştır. Bugün bu konu olağanüstü aktüelleşmiştir.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Ben, Anayasa değişikliği için toplumda geniş bir tartışma başlatıyorum. Yakın gelecekte, bilinen hukukçuları, bilim adamlarını, mecliste milletvekili olan partileri, kurum temsilcilerini, meslek örgütlerini ve sivil toplum örgütlerini görüşmeye davet etmeyi düşünüyorum.” “Adli sistemde yapılacak olan reformun verimliliği, öncelikle adalet sağlama konusunda anlaşabilmemize, rüşvet, dalavere ve dolandırıcılık yolunu kesmeyi başarmamıza, yüksek nitelikli bir devlet yönetim modeli uygulayabilmemize ve halka huzur veren bir sosyal sistem kurmamıza bağlıdır.” Cumhurbaşkanı Radev şöyle devam etti: “Bizim bir millet olarak geleceğimiz, halk olarak olgunluğumuza ve ortak çabalarımıza bağlıdır. Ancak toplumumuz kendi güç ve sorumluluklarının farkına vardığında ve yönetim ve kurumlar üzerinde sivil toplum sorumluluğu arttığında Bulgaristan normal bir Avrupa ülkesi olabilir.” “BG toplumu, yönetimin yüksek katlarında rüşvet, dolandırıcılık ve dalavere düğümünün çözülmesini, politikacı, yargıç ve savcıların gizli Of Shor hesaplarının açılması, dış ülkelerde kurulan şirketlerin bilyeyi, yolsuzluk yaparak sözde satın alınmış taşınmazların halka duyurulması, ucuz fiyat üzerinden alınan dairelerin ve diğer mülklerin açıklanmasını, Bulgar Gıda Sağlığı şirketi çalışmaları ile ilgili daha yakından ve ayrıntılı bilgi almak, devlet parasıyla yapılan onarımların kalitesi ve durumu, altyapı projeleri, KTB bankası soygunu ile ilgili bilgilenmek istiyor. Suçlu kişilerin hepsinden hesap sorulması Başsavcının temel ödevi olmalıdır.” Bu yeni gelişme BMM konusunu gündeme taşımakla kalmadı, kızıştırdı. Cumhurbaşkanlığından çıkar çıkmaz Yeni Başsavcı Geşev, onun seçilmesine karşı protestolara katılan vatandaş, girişim komitesi, sivil toplum örgütü ve politik partilere ateş püskürdü. “Hesap sorulacak” dedi. Yapabilecek mi acaba? Anayasa değişikliği için bir gruba çalışması başlatmak. Bu gruba her etnikten, her partiden, gurbetçi gruplarından, soydaşlardan vb temsilciler girecek mi. Halka ne istediği sorulacak mı? Vatandaşlar böyle bir ortak irade çıkarabilecek mi? Mecliste üçte iki çoğunluğun oyu isteniyor. Bunu sağlayabilecek mi? 2016’da bu isteklerin bazıları olan majoriter oy kullanma, zorunlu seçim gibi istekler 2,5 milyon oy almıştı. Hukuk iradesinden destek alınsa, politik iradeyi birleştirmem mümkün olabilir mi? Hiçbir kimse anayasaya dokunulamaz demiyor. Birlik olursak bu olabilir. Fakat şu an biz Yeni Başsavcı Geşev’in arkasında kimin durduğunu bile bilmiyoruz. O, 40 milyar çalınmış, bu parayı alıp devlet hazine-


Makale ve Analizler - 2019

155

sine akıtabilir mi, yoksa yolu mu kesilir? Değişiklikler başsavcılık makamından mı başlayacak. Fakat bu yapılmadan, Başsavcıyı Cumhurbaşkanı, Başbakan veya meclis önünde sorumlu kılmadan, mahkeme heyetinden çıkarmadan ADALET yolunda adım atılamaz. Cumhurbaşkanını desteklerken kendi isteklerimizi de ön plana çekmek zorundayız. Önce soydaşlarımız 600 bin imzalı, EGN-li ve Bulgaristan’da tam adresli bir dilekçe imzalayıp hiçbir surette ve asla kısıtlanamaz “seçme ve seçilme hakkımızı” BG Cumhurbaşkanına iletmeliyiz. Bu işleri bizim için yapacak başka biri yok. Belki de her gün yeni baştan başlayıp kenetlenmek zorundayız. Haklar verilmez alınır. Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimiz de 1 milyon 500 bin imzalı bir“Anadilimizde okumak istiyoruz” dilekçesini BG Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e iletmelidir. Bu büyük dönüşümün başlangıcı olabilir. En başta gelen de Türk Kimliğimizin resmen tanınmasıdır. Bu bizim günlük mücadelemizin sürdürülebilirliğinin anahtarı olmalıdır. BULGARİSTAN BMM seçimine katılarak oy kullananların şu bilgileri bilmesi gerekir. 200’ü majoriter, 200’ü de parti listelerine göre çoğulcu olmak üzere 400 milletvekili seçilir. Anayasa değişiklikleri milletvekillerinden hepsinin (400), üçte ikisinin (300 milletvekilinin) oyuyla, değişik günlerde yapılan oylamalarla yapılır. BMM ödevlerini yerine getirdikten sonra meclis kararıyla dağılır. BMM seçimiyle ilgili henüz Yüksek Seçim Komisyonunun herhangi bir açıklaması yayınlanmadı. Fakat bu olağanüstü önemli konunun, şimdiki anayasaya göre, Başsavcının Cumhurbaşkanı, Meclis ve Başbakan önünde hesap verme yükümlüğü olmamasından ve sorumluluk taşımadığı gerçeğinden çıkarak bir BAŞSAVCI CUMHURİYETİ haline gelmemiz tehlikesi açısından bakmamız yeterli olmaz. Başsavcılık ile yürütmenin kaynaşmasından totaliter rejim oluştuğunu, yasaların (anayasanın) rafa kaldırıldığını, insan haklarının (tanınmayan azınlık haklarının) hasır altı edildiğini hep hatırlayalım. Biz Bulgaristan Türklerinin, T.C.’deki soydaşlarımızın ve Batı Avrupa ve diğer ülkelerdeki gurbetçilerimizin anayasal hak ve özgürlüklerimiz kısıtlıdır. Bir defa Bulgaristan’da etnik (milli) azınlıkların kimlik hak ve özgürlükleri tanınmıyor. Türklerin Türk kimliği, Pomakların Müslüman Pomak Kimliği, Çingene Kimliği, Makedon Kimliği, Ulah Kimliği, Tatar Kimliği vs yasallaştırarak resmen meşrulaştırmıyor. Dolayısıyla etnik azınlıkların kurumlarına eşit oranlı katılmaları engellenmiş oluyor. Örneğin bugün Kuzey Makedonya Cumhuriyetinde Anayasa Mahkemesi Başkanı bir Türk hukukçudur.Bulgaristan’da bir Türk, Pomak ve Çingene’nin Anayasa Başkanı, Yüksek Mahkeme başkanı olma şansı sıfırdır. Ülke nü-


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fusunun % 25’i Arnavut, öğretmenlerin, savcıların, yargıçların % 25’i de Arnavut kadrolardandır. Bu devlet kurumları, enstitüler, meclis ve bakanlılar için de geçerlidir. Bulgaristan Türkleri sürekli aldatılıyorlar. 2017’de Başbakan B. Borisov Bulgaristan’da azınlık seçmene “oyunuzu GERB partisine veriniz, 10 Bakan Yardımcısını sizden atayacağım” dedi. Ama sözünde durmadı. Başbakan yardımcılarını, bakanları ve bakan yardımcılarını faşistlerden seçti. Bir defa Avrupa Konseyinin “faşist” dediği VMRO, NFSB ve “Ataka” gibi partilerin seçime katılması, meclise ve devlet yönetimine katılmaları kesinlikle yasaklanmalıdır. İki, yasal zorunlu hakkımız olan seçme ve seçilme haklarımızın uygulanması için engelsiz, kısıtlanmadan ve özgürce kullanma ortamı yaratılmalıdır. Kardeşlerim öncü olmaya hazırlanalım. Şimdiki iktidar zihniyetinin Türkiye’de ve dünyanın da 54 ülkesine dağılmış bulunan 3 milyon Bulgaristan vatandaşının serbestçe oy kullanmasını sağlayabilecek bir ortam oluşturamayacağına göre, kanun değişikliği yapıp, “dış ülkede bulunan ve oy kullanma hakkı olan vatandaşlarının oylarını posta ise göndermesi yasaldır.” Maddesi eklensin. Bu madde, Almanya, Avusturya, İngiltere seçim yasasından kopya edilebilir ve sorun çözülür. Bir defa şu çök önemlidir ki, bir ülke nüfusunun yarısından fazları dış ülkede bulunuyor ve oy kullanamıyorsa, bu anayasa değişikliği kabul edilemez. Şu da çok önemlidir: Diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi Bulgaristan’da da çifte vatandaşlara yalnız seçme hakkı değil, seçilme hakkı da tanınmalıdır. 2019’da anayasada olmayan kolektif haklarımızı yeniden başarılı kullanmaya başladık. Biliyorsunuz bireysel ruhun ailede birleşmesinden aile ruhu, mahallede birleşmesinden mahalle ruhu, etnik topluluklarımızda kaynaşmasından milletimizin kırılmaz, yenilmez, sırtı yere gelmez direnç ruhu oluşuyor. Bu bizim özümüzde yani edebimizde var ve yaşadıkça güçleniyor. Ekim ayının tam ortasıydı. Millet Güney Bulgaristan’da çocuklarını aynı anda bir hamlede okullardan çekti. Ailelerin arkasından usul usul, sessizce, sorun çıkarmadan çalışan ve çocukları ailelerden koparak gizemli “sosyal görevliler”, geçen yıl (2018)de toplam 4 bin çocuğu ailelerinden koparmayı başarmışlardı. Ana-babalar susun diye her ay ceplerine çocuk başı 720 leva sıkıştırmaya başlamışlar. 1990 yılı başında Bulgaristan’da aylık ücret 5-6 ABD Dolara düştüğünde ve işsizlik denizi dalgaları yükseliş kaydederken, Milletten hamile Bayanlar Yunanistan’a geçiyor, orada doğum yapıyor, 7 bin US Dolar karşı-


Makale ve Analizler - 2019

157

lığında çocuğu görmeden, emzirmeden, koklamadan oracıkta bırakıyor ve dönüyorlardı ama bu devir geçti. Bir defa Bulgar etnikleri de doğum temposunu düşürdüler, “elimden alırlarsa, gün gelir, başıma bela sarar” görüşü artık ağır basıyor. Hollanda’ya gidip gelenlerin anlattıkları korkunç ve etkileyici. Orada yeni doğan çocukların kaydı yapılırken cinsi yazılmıyormuş. Hollanda “Jender Sözleşmesini yasallaştırmış ve uyguluyormuş.” Sokaklarda dolaşan gençlerin kız mı oğlan mı olduğuna işaret eden özellikler silinirmiş gibi. Herkes “sosyal tip”. Toplumda aile bozulmuş. Ahlak bozulmuş Edep diye bir şey kalmamış. Bizim bu işlere basında cevap verip tepki gösterecek genç ve zeki hukukçular eğitmemiz gerekiyor. Çok parçalandık, ailemiz bu baskıya dayanamaz…Tabii problemli bir dönen. Bu gidişe tepkiler de şiddetli. 1960’ların “Heppylerini” hatırlatıyor bu gelişmeler bize. Bunları anlatmamın nedeni ise, anayasa dışı gelişmeler olması ve BG Başsavcı Yardımcısı İvan Geşev’in bugüne kadar göz yumduğu gelişmeler dizisinden olmalarıdır. Çalınan çocuklar Norveç’e – Danimarka’ya gönderiliyor ve orada “sosyal tip örnekleri” olarak yetiştiriliyormuşlar. Bu işler için Bulgaristan’a gelen ve sus payı olarak dağıtılan paralar varmış. Evet, mesele hep Başsavcılığa dayanıyor. Başsavcı paşaların paşası gibi davrandıkça istediği kelleyi uçurabilir. Başbakanla Başsavcı kaynatsa totalitarizm doğar onu da 1944-1989 arası yaşadık, başımıza gelmeyen kalmadı. En iyisi Başsavcı meclise hesap versin ve halk meclisinin çizdiği kuralların dışına çıkamasın…. Yasaları çiğneme hakkı asla olmasın vb vb. Konumuz devam edecek. BG’de demokrasi halısı döşenmeye başlıyor havası esecek gibi. BMM seçimlerine ciddi hazırlanmak zorundayız! Anlattıklarımın hiç birisi 1991 anayasasında yer almıyor, sanki kanunsuz bir ortamda yaşıyoruz… Hadi hayırlısı. Paylaşanlara teşekkürler. Teşekkürler. Kendinize iyi bakınız. Kader ortak, dava ortak, birlik olalım…


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sağlığımıza Dikkat Edelim Tarih: 29 Kasım 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Bulgaristan’da sağlık problemleri ciddi boyut aldı. Bir sağlıkçı olarak beni en fazla ilgilendiren konular arasında sağlık başta gelir. Avrupa Birliği (AB) Sağlık Komisyonu raporlarının sonuncusundan öğreniyorum. Önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklarla ilgili önlem alınmaması sonucu ömür uzunluğunun kısaldığı ve ölümlerin arttığına yer verilmiştir.Raporda, fakirlerin sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı, muayeneleri ve ilaçları ödeyemediği belirtilmiştir. İşaret edilen önemli bir özellik ise, Bulaşıcı hastalıkların yayılması açısından da ülkemiz birinci yerde bulunuyor. Örneğin son zamanda baş gösteren, sivrisineklerle taşınan Mısır gribi artık 8 kişinin ölümüne neden oldu. Son günlerde Sofya’da en önemli Hastanelerden biri olan “Pirigov” Acil Yardım Merkezinde yangın çıktı, 2 kişi can verdi. Çocuk hastalıkları hastanesinde 1 çocuk hayatından oldu, ülkemizin en iyi Çocuk Hastalıkları Uzmanları görevden alındı. Birçok başka doktor da işinden ayrıldı ve hastane kapılarını kapadı. Burada mutlaka meclise taşınması ve görüşülerek kanunla düzenlenmesi gereken bir olay var. Şimdiye kadar Bulgaristan vatandaşı olup devlet bursu ve Üniversitelerde bedava eğitim alan ve diplomasını alıp yüksek maaşla çalışmak için Batı ülkelerine kaçan genç veya deneyimli doktorların ülkeyi terk etmesi yolu kesilmelidir. 5 binden fazla doktorumuz Bulgaristan dışında çalışıyor. Başkent dışındaki poliklinik ve hastanelerde doktor ve uzman hekim yok ve çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Görüşülüp onaylanması gereken kanun, devlet bursuyla okuyan gençlerimizin doktorsuz kalan hastanelerimizde 5 yıl çalışması ve halkımıza sağlık hizmeti göstermeyi şartı getirilmelidir. Bu istem aynı şekilde ebeler, hemşireler, sağlık memurları (felşerler) için de geçerli olduğu gibi, bu personelin maaşlarına da gerekli zam yapılmalıdır. Tabii bu istemler paralı okuyanlar için geçerli olmayabilir.


Makale ve Analizler - 2019

159

Tabii sağlık konusunda sosyal medyada çok değişik yorumlara rastlıyoruz. Şu görüş çok sık savunulmaya başladı. Bulgaristan 25 000 kişinin katledildiği ve 90 bin kişinin toplama kamplarında zulüm gördüğü ve 1950’de 115 bin Türkün göçe zorlandığı dönemde birinci demografik kriz başlamış, 40 yıl sonra 360 bin Türkün ülkeden sökülüp atılmasıyla da ikinci demografik (nüfus) bunalımı başlamış ve ülke nüfusu 7 milyondan 5 milyona azalmıştır. Bulgaristan’da 2011 yılında son nüfus sayımı yapılmış ve zamandan beri 2,5 milyon vatandaş sürekli çalışmak için dış ülkelere çıkmıştır. Savunulan ve tartışma konusu olan şöyle bir görüş de var. 1990 yılından sonra Bulgaristan vatandaşları kişi başı 30-50 bin leva arasında sağlık sigortası ödemiş. Bu paradan her Bulgar vatandaşının elektronik hesabında ne az 20 bin levalık sağlık voucher (Para yerine geçen bir belge) olmalıydı ki, doktora gittiğimizde ek ödeme çıkanca problemsiz sağlık hizmeti alabilinsin. Şimdi doktora her gidişte yeni hesap çıkarılıyor ve hasta ödeyemeyince klinikten uzaklaşıyor. İlaç fiyatları da çok pahallı! Örneğin pankreas ilaçları 700-900 leva. Bir ekmekli 220 leva aylık gelirle nasıl alsın? Bu arada 1997’de Başbakan İvan Kostov emekli maaşlarını % 50 azalttı. Birinci B. Borisov hükümetinin Maliye Bakanı Dyankov da Milli Sağlık Hizmetleri Kasasından 2 milyar levayı çekti aldı ve geri çevirmedi. Bu olaylar sosyal yardıma ihtiyaç tabakayı çok genişletti. 200 yılında Bulgaristan’da ömür uzunluğu ortalama 71,6 yaştı, 2019’da 74,7 dir. Diğer AB ülkelerinde bu ortalama 77,3 ten 80,9 yaşa çıkmıştır. Bulgaristan’da sağlık hizmetlerinden herkesin yararlanamadığından başka yüksek ölüm düzeyini etkileyen faktörler arasında sigara ve içmek, iyi ayarlanmamış diyetler başta gelirken, inme, kalp ve akciğer hastalıkları başta gelmektedir. Bulgaristan’da sağlık reformu yapılamamasının nedenleri arasında Sağlık Bakanlarının ve politik iktidarın sık değişmesi gösteriliyor. Nüfusu sağlık bilgisinin yeterli olmaması, özellikleri çocuklara aşı yapılması istemlerine bilinçli uyulmamasına vurgu yapılıyor. 2018 yılında AB ülkelerinden yalnız Macaristan, Portekiz, Slovakya, Malta ve İsveç’te çocukların % 95’ine aşı yapılırken, Bulgaristan ve Estonya bu sıralamanın sonunda yer alıyor. Bulgaristan’da ancak nüfusun ‘ 2’sine aşı yapılmıştır.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu hafta Bulgaristan Meclisi 2020 yılı devlet bütçesini birinci görüşmede kabul etti. Bütçe’de Sağlık ve Eğitim Bakanlıkları bütçeleri en büyük olsa da reform yapılması öngörülmüyor. Bütçede hastanelerde eksik doktorların ve hemşire ve ebelerin yerini dolduracak kadro eğitimine, 2017 yılından beri sağlık kadrolarının bütün il merkezlerinde ve Sofya’da yaptığı gösterilerin bu defa da dikkate alınmadığı dikkati çekse de yeni gelişmeler öngörülmüyor. Ağustos ayında açıklandığına göre, Pazarcıkta bir röntgen uzmanı doktor 54 bin leva (27 bin Avro) maaş alırken, aynı bölümde çalışan bir hemşirenin maaşı 860 levadır (430 Avro). Bu adaletsizliğin, soygunun önünü alacak önlemler de halen alınmıyor. 2009’dan beri plansız programsız çalışan hükümetler devletle beraber sağlığı da tamamen çökertiyor. Devlet, bakanlıklar, genel müdürlükler diğer sektörlerde olduğu gibi sağlık sektöründe de işleri doğru yönlendirip yönetemiyor, kontrol sistemi çalışmıyor. 2019 yılı gelişmeleri artık “Pirigov” acil sağlık merkezinde ve Sofya’daki diğer Tıp Akademisine bağlı sağlık kurumlarında da art arda sorunlar yaşandığını gösterirken, ülkede en güvenilir hastanelerin başında “Acıbadem City Tokuda Hospital” Türk sağlık deneyimlerini 49 sektörde bu modern tesiste Bulgaristan’a taşıyor. İkinci bir modern tıp tesis de Panagürişte’de açıldı. Ve Tatar Pazarcık ve Plovdiv (Filibe) yöresine hizmet sunuyor. Koşukavak (Krumuvgrat) bir Kanada şirketinin “Adatepe” altın maddelerinin işletilmeye açılmasıyla şehir hastanesine ilgi arttı. Hastanenin onarılması, acil yardım sisteminin ve bölümlerin yeniden donatılması gündemdedir. Acı badem sistemine bağlanması Güney Doğu Rodoplar’da sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine doğru çok önemli bir adım olabilir. Sağlık sistemimizin işler duruma getirilmesi sorunlarımızın yarısına çözüm olabilir. Güvendiğimiz bir kurum oluşacaktır. Çözüm yolları aramak zorundayız. Bulgaristan Müslümanlarının artık ülke yerel yönetiminin % 37’sine sahip olması ve özellikle de Türkiye’den ata topraklarına dönüşün başlamasıyla yok olan sağlık hizmetlerinin özel sağlık tesislerinde, sağlık merkezinin hizmetinde olacak araçlarla yeniden örgütlenmesi gündem olmaktadır. İşsiz, okulsuz, kültür merkezsiz, ailesiz ve topluluksuz var olmamızın mümkün olmayacağı gibi sağlık hizmetleri olmadan da var olmamızın yolu kapalıdır. Yeni sistemin bizim olabilmesi için özel olması şartına uyulmalı. Bulgaristan’da bu sorunların çözülmesinde Türkiye Cumhuriyeti deneyimlerine gerek vardır.


Makale ve Analizler - 2019

161

Bulgarlar kendileri, 1919’da Paris-Neuilli (Wersay) Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra Sırbistan topraklarında kalan sayıları o zaman 120 bin olan ve bugün ancak 20 bin Bulgarlara sınır ötesi sağlık hizmeti sunmaya devam ediyor. Bununla birlikte orada köy ve kentlerde kurulan Bulgar okullarına ve kültür merkezlerine eğitimsel ve kültürel yardımlar Sofya Bakanlıkları tarafından gönderiliyor. Tüm öteki sorunlar bir yana çocuklarımızın aşısından, yaşlılarımızın bastonuna kadar sağlık sorunlarımızı çözme yollarını birlikte el elverip bulmak zorundayız. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız lütfen.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Asıl Kırılmayı Biz Yaşadık 1

Tarih: 29 Kasım 2019 Hazırlayan: Oya Canbazoğlu Konu: Bulgaristan’da Yaşayan Her Türk Bir Kahramandır. Bulgaristan’da Osmanlı Maddi Kültür Mirasının Tasfiyesi (1878-1908) Balkanlarda ulus devletlerin kuruluşu Osmanlı geçmişi ile büyük bir kırılma yaşanmasına, Osmanlı geçmişinin reddine ve Osmanlı mirasının tasfiyesine sebep oldu. Bulgaristan’da saf bir ulusal kimlik inşası ve ulus devletin konsolidasyonu sürecinde Osmanlı mirasının tasfiyesi Avrupalılaşmanın ön koşulu olarak görüldü. Yeni bir yazı dizisiyle konumuzu genişletmek istiyorum. Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız danışmanlığında Balkanlarda Dönüşüm, Milli Devletler ve Osmanlı Mirasının Tasfiyesi: Bulgaristan Örneği (18781913) başlıklı doktora tezin esas aldık. Ayrıca Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümünden Sn. Aşkın Koyuncunun çalışmalarından da yararlandık. Bulgar modernleşmesi, en başından bir Osmanlıdan arınma hareketine büründü. Ancak, Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi mücerret bir modernleşme sorunu olmaktan çok, din taassubu, ulusçuluk ve ulus devlet modelinin telkin ettiği bir zorunluluktu. Bulgar aydını ve devlet adamları Osmanlı hâkimiyetini Hıristiyan Bulgar kültürünün bastırıldığı ve gelişiminin engellendiği bir esaret ve zulüm dönemi olarak telakki etti, anlattı. Sonunda bu gelişmeler kültürel soykırım ve genel soykırım denemesine dönüştü. Bu tahayyül (imge) Osmanlı döneminin ve Osmanlı hâkimiyeti ile özdeşleştirilen kurumların, geleneklerin, Türk ve Müslüman grupların, hayrât ve müberrâtın hor görülmesine ve şeytanileştirilmesine sebep oldu. Bulgar kimliğinde artık Şarklı unsurlara yer yoktu. Bu süreç bugüne kadar devam ediyor, zenginleştirilerek, yeni yeni biçimlerde kışkırtılıyor. 2017’de Eski Zara’da (Stara Zagora) 2017 yılında 52 bin Türk yer adının değiştirilmesi T.C. Başbakanı B. Yılmazın müdahalesiyle durduruldu. Limdi “Koca Balkan” tepelerinin “Bekleme”, “Araba Konak”, “Şipka” gibi adlarına Bulgar isimleri arıyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

163

2019’da Bulgar Kültür Bakanlığında tartışılan sorunlardan birisi, Bulgar klasik İvan Vazov’un “Pod İgoto” (Esaret Altında) romanının içindeki 6 bin Türk ve eski Bulgar sözünün yeni sözlerle değiştirilip, romanın yeniden yazma sorunudur. Bu yeni yazma sürecinde içindeki Türk düşmanlığı buharlaşır mı bilemiyorum. Bu nedenle yeni Bulgar devleti siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel, demografik ve dinsel alanlara nüfuz eden Türk, İslami ve Şarklı etkilerin tasfiyesine çalışılmaktadır. Bu bağlamda geçmişin istenmeyen unsurları arasında Osmanlı maddî kültür mirası ön sıraya yerleştirildi ve şehirlerin modernleştirilmesi adına çok sayıda Osmanlı eseri yıkıldı. Bulgaristan’da Osmanlı maddi kültür varlıklarının tasfiyesi “93 harbi” ile başladı ve Berlin Anlaşması’na (1878) aykırı olarak incelediğimiz dönem boyunca sürdü. Bâbıâli (Osmanlı hükümeti) ve Osmanlı komiserlerinin çabalarına ve protestolarına rağmen Osmanlı dönemini hatırlatan çok sayıda cami, mescit, minare, medrese, hamam, mezarlık, tekke, türbe, han, kervansaray vb. eser Bulgar belediyeleri tarafından şehirlerin yeniden inşası ve planlanması gerekçeleri ile yıkıldı. Osmanlı eserlerinin tasfiyesi, gerçekte Bulgar hükümetlerinin ülkenin Hıristiyan Bulgar karakterini vurgulamak için uyguladıkları bilinçli bir politika oldu. Camiler din taassubu ve ulusçuluğun başlıca hedefiydi. Nitekim bu dönemde şehirlerdeki camilerin çoğu yıkılırken bazıları kilise, müze, okul, hastane, matbaa, depo ve cephaneliğe dönüştürüldü. Mesela Sofya’da 18771878 savaşından önce mevcut olan 44 camiden yalnızca bir tanesi ayakta kaldı. Sonuç olarak, Bulgaristan’da Osmanlı sonrasında en köklü değişim şehirlerin görünümü, fiziksel yapısı ve mimarisinde meydana geldi. Bugünkü Bulgaristan’ın en büyük şehirlerinden örneklerle konuyu ayrıntılı olarak genelden özelle işlemek istiyoruz. *** Balkanlarda ulus devletlerin kuruluşu, ilgili halkların yalnızca siyasî açıdan Osmanlı hâkimiyetinden ayrılmalarına değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan da Osmanlı nüfuzundan çıkmalarına, Osmanlı geçmişi ile derin bir kırılmaya ve Osmanlı mirasının tasfiyesi ile senkronize bir Avrupalılaşma sürecine işaret eder. Osmanlı sonrasında, Balkanlarda ulus devletin ve ulusal kimliklerin inşasında Osmanlı mirasından ve onun toplumsal yaşamın bütün alanlarına nüfuz eden etkilerinden kurtulmak, Avrupalılaşmanın ön koşulu ve muadili sayılmıştır.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nitekim Bernard Lory, Bulgaristan örneğinde Osmanlılıktan ve Osmanlıya ait şeylerden uzaklaşma ile Avrupalılaşma hareketinin veya Doğunun izlerinden arınma ile Batı kültürü ile bütünleşme çabalarının eş anlamlı ve birbirini tamamlayıcı bir olgu olarak görüldüğü kanaatindedir. Gelgelelim, Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi mücerret bir modernleşme sorunu olmaktan çok, din taassubu, ulusçuluk ve ulus devlet modelinin telkin ettiği bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir. Çünkü dinsel, etnik, kültürel stereotip ve ön yargılar ile yeni ve özgün bir ulus devlet yaratma iştiyakı, tasfiye hareketinde daha belirgin bir rol oynamış ve ulus devlet meşruiyetini Osmanlı mirasının tasfiyesinden almıştır. Bu yüzden Bulgaristan’da ulus devlet, en başından modernleşmenin siyasal örgütlenme biçimi olarak algılanmış ve yönetici seçkinler devlet mekanizmasını ve toplumsal yaşamı Batılı referanslar doğrultusunda yeniden inşa etme ve evrimleştirme yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı geçmişinin yadsınması, inkârı, karalanması ve izlerinin silinmesi hareketi yeni bir kimlik, yeni bir toplumsal güç bulmuştur. Bu anlamda geçmişin istenmeyen unsurları arasında Osmanlı maddî kültür mirası ilk sıralara yerleştirilmiş ve şehirlerin modernleştirilmesi adına çok sayıda Osmanlı eseri yıkılmıştır. Bu nedenle Bulgaristan’da Osmanlı sonrasında şehirlerin fiziksel yapısı, mimarisi ve görünümünde köklü bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim her ne kadar modern şehircilik anlayışının kaçınılmaz bir sonucu gibi görünse de şehir planlarının hazırlanış ve imar faaliyetlerinin ve uygulanış biçimi tasfiye hareketinin bilinçli bir yıkım politikasının ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim A. İşirkov’un, Sofya ile ilgili olarak 1912’de sarf ettiği “Yunanlıları bizim eserlerimizi tahrip etmiş olmaları yüzünden kınamak için yeteri kadar kelime bulamayan bizler, kendimiz, Türk eserlerini fanatik bir çılgınlıkla yıktık” şeklindeki sözleri bu duruma işaret eder. Bulgar Ulusçuluğu ve Osmanlı Mirasının Algılanışı Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi hareketinin zihinsel arka planı Bulgar milliyetçiliğinin doğasında gizlidir. Balkanlarda 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarından itibaren ulusal düşünce tüccar, öğretmen, gazeteci, edebiyatçı ve paradoksal olarak papazlardan oluşan “entelijansiya” (aydınlar) sınıfı tarafından yoğrulmuş ve modern ulusu ve müstakbel ulus devleti düşleyen, onun fikrî ve kültürel temellerini atan da bu sınıf olmuştur. Entelijensiya sınıfı,(Bu sınıf İstanbul “Robert Kolej”, Batı Üniversiteleri ve Rusya okullarında eğitim almıştır) Balkanlarda kimliklerin ayrışmasında dinin belirleyici olduğu Ortodoks cemaatinin dil ve etnisiteye dayalı laik ve lengüistik birimlere bölünmesi sürecini başlatmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

165

Böylece Balkanlarda milliyetçilik bir yandan Osmanlı karşıtlığı ve Türk düşmanlığı üzerinde biçimlenirken, diğer yandan gayri Rum Ortodoks unsurlar arasında Fener Patrikhanesine duyulan tepkinin artmasına yol açmış ve Osmanlı millet sisteminin sınırlarının zorlanmasına sebep olmuştur. Bulgar milliyetçiliği bu doğrultuda şekillenmiştir. BULGARİSTAN’DA OSMANLI MADDİ KÜLTÜR MİRASININ TASFİYESİ esnasında aydınlar daha en başından kendileri ile yöneticileri (Türkler) arasına sınırlar çizerek yabancılaşma ve ötekileştirme sürecini başlattılar veya din farklılığından beslenen mevcut ayrımları derinleştirdiler. Bu yüzden siyasî, idarî, ekonomik, kültürel, sosyal, dinî, demografik vs. alanlardaki Osmanlı etkileri henüz bağımsızlık öncesinde ulusçu aydınlar tarafından yerli Hıristiyan halka dayatılan yabancı unsurlar ve inorganik eklentiler şeklinde nitelenerek tahkir edilmeye ve reddedilmeye başlandı. Böylece, Balkanlarda Osmanlı varlığı, daha mirasa dönüşmeden Osmanlı mirasının kaderi tayin edilmiş oluyordu. Bulgar aydını arasında Osmanlı’dan uzaklaşma ve yabancılaşma hareketi, bağımsızlıktan çok önce başlamış, uluslaşmaya paralel olarak güçlenmiş ve 1878’den sonra hâkim cereyan halini almıştı. Her şeyden önce Bulgar aydınları açısından Osmanlı İmparatorluğu Türklerin imparatorluğuydu ve Şarklı, yabancı, Müslüman bir medeniyeti temsil ediyordu. Bulgar aydınları saf bir Bulgar kimliği arayışında sıradan halka “ötekini”, “yabancıyı” gösterirken, Ortaçağ Bulgar krallıkları ve toplumlarını yücelterek Osmanlı hâkimiyetini ulusal değer ve erdemlerin yok edildiği, Hıristiyan kültürünün bilinçli olarak bastırıldığı ve gelişiminin engellendiği bir esaret ve zulüm dönemi olarak resmettiler ve Bulgar milliyetçiliğini mağduriyet hissi üzerine inşa ettiler. Bu anlamda ilk örnek, Bulgarları Rumlaşma tehlikesine karşı uyarması ve onlara eski Bulgar çarları ve azizlerinden örnekler vererek Bulgar tarihine ve diline sahip çıkmaya çağırması bağlamında ismi tarih yazıcılığımızda sıkça telaffuz edilmesine rağmen kendisinin bu yönüne hiç değinilmemiş olan Paisiy Hilendarski’dir (1722-1773). Paisiy 1762’de yazdığı “Slavyanobılgarska İstoriya” (Slav-Bulgar Tarihi) adlı hagiographic eserinde Bulgaristan’ın Türk esaretine girişi, soyluların katledilmesi ve halka yapılan zulümler, çocukların yeniçeri yapmak için toplanarak Türkleştirilmesi, Tırnova Patrikliğinin ilgası,kiliselerin camilere çevrilmesi,çok sayıda kilise, manastır ve sarayın Türkler tarafından yakılıp-yıkılması ve gasp edilmesi,Türk yönetiminin kötülüğü ve katlanılmaz olduğu vs. konulardan da söz ediyordu.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Paisiy’in “Osmanlı” terimini hiç kullanmaması dikkat çekicidir. O, ayrıca “tursko porobvane” (Türk köleliği) ve “agaryansko robstvo” (Müslüman esareti) gibi terimlerle Bulgar tarih yazıcılığında Osmanlı dönemini nitelemek için sıkça kullanılan “Tursko robstvo” (Türk esareti), “Tursko igo” (Türk boyunduruğu) gibi klişe terimlerin öncüsüdür. Parteniy Pavlovich (1695-1760), Türkleri, halkı İslam’a geçmeye zorlamakla, reddedenleri öldürmekle, kiliseleri camilere çevirmekle suçlarken, ilk Bulgar metropoliti Sofroniy Vraçanski’nin (1739-1813) otobiyografisinde ise 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarındaki kargaşa ortamında (Kırcaaliler Dönemi, 17901813) Türkler yine zalimler, hapsediciler, işkenceciler, katiller, rüşvet yiyiciler, keyiflerine göre kadınları alıp götürenler ve gulampareciler olarak öne çıkıyordu. Bulgar aydınları özellikle 1835’den sonra laik okullar, Osmanlı sınırları dışında yayınlanan Bulgarca gazete, kitap ve risaleler, çitalişteler (okuma salonları) ve nihayet küçük ruhban ve kiliseler vasıtası ile Osmanlı imparatorluğunu ve Türkleri ulusal gelişimlerini engelleyen ve kendilerini Avrupa çevresinden koparan bir güç olarak tasvir ettiler. Georgi Rakovski, Lüben Karavelov, Vasil Levski ve Hristo Botev’in komitecilik mücadelesine girişmesinden sonra bu süreç hızlandı (1862-1876). Mesela, Georgi Rakovski Türkler hakkında “parazit gibi yaşayan, Hıristiyan kızlarına tecavüz eden Asyalı barbarlar”, “Dünyada Türkler kadar insanoğluna karşı mezalimde bulunmuş başka bir halk yoktur”, “Türkler bizim ebedi düşmanımızdır” vb. görüşlere sahipti. Lüben Karavelov, Türkleri “Asyalı barbarlar”,“yarı ahlaksız”, “yarı vahşi”, “yarı kokuşmuş”, “homoseksüel” vb. sıfatlarla aşağılıyor ve 1870’de Bulgar Eksarhlığı’nın kurulması arifesinde “çorbacı, Rum metropolit ve Türk yönetici üçlüsü ağaçlara asılmadıkça Bulgaristan kurtulamaz” diyordu. Bağımsızlık öncesi Bulgar aydınındaki genel algılama biçimi bu merkezdeydi. Öte yandan, Bulgaristan’da milliyetçilik yerel anlamda Osmanlı yönetiminin karşılaştığı krizler ve Rusya’nın güneye doğru yayılma politikası eşliğinde yükseliyordu. Ayanlar, Kırcaliler veya dağlı eşkıyasının (1790-1813) yarattığı dehşetin izleri toplumsal hafızada canlıydı. Tanzimat döneminde Gayrimüslimlerin imparatorluktaki sosyal ve hukukî statülerindeki gelişmeler; kilise, manastır ve mektep inşa ve tamirindeki kısıtlamaların gevşetilmesi ulusçu aydınlar tarafından yetersiz görülüyordu. Yine Tanzimat döneminde yapılan ıslah çalışmalarına rağmen “reayayı bayağı kendi esirleri hükmüne koymuş olan” gospodarlar ile ağa, zaptiye ve yerel memurların önlenemeyen suiistimal ve kötü muameleleri, Niş ve Vidin’deki köylü isyanlarında başıbozukların yağma ve çapulculukları, yerel halk açısından doğrudan “Türk zulmü” olarak algılanıyordu. 1876 Nisan Ayaklanması bu algıyı doruk noktasına çıkardı. Bulgar milliyetçilerinin, yukarıdaki tabloyu


Makale ve Analizler - 2019

167

bütün Osmanlı asırlarına teşmil etmesiyle beş asırlık Osmanlı hâkimiyetini niteleyen terimler cevr ve taaddi, ribka-i ecnebiye, esaret, baskı, zulüm, geri kalmışlık, Şarklılık, dinî fanatizm ve karanlık devir gibi klişelere indirgendi. Bu tahayyül bir bütün olarak Osmanlı döneminin karalanmasına ve onunla özdeşleştirilen Türk ve Müslüman grupların, kurumların, dinî veya seküler eserlerin şeytanileştirilmesine sebep oldu. Ancak, 1864’de Tuna Vilayetinin ve 1870’de Fener Patrikliğinden ayrı müstakil bir Bulgar Kilisesinin kurulmasına ve Bulgaristan’da yaşanan ekonomik gelişmeye rağmen romantik milliyetçiliğin bağımsızlık dışında bir alternatifle tatmini gayrikabildi. Nitekim son tahlilde kazanan devrimci grup oldu ve Osmanlı mirasının kaderinde de bağımsızlıkla birlikte tek geçerli yaklaşım haline gelen devrimci görüşün Osmanlı algısı belirleyici oldu. 22Ancak, 1878’de Bulgar bağımsızlığı, aydınlar, komiteciler ve oluşmakta olan burjuvazinin sosyal ve siyasî özgürlük çabaları ile değil, Rus ordusunun zaferi ile geldi. 1876 Nisan ayaklanması ile Rusya’nın Balkanlara müdahalesini meşru kılacak bir zemin yaratıldı. Ayaklanma meşru bir devlete karşı bir isyan hareketinin bastırılması değil, Türklerin Hıristiyanları katletmesi şeklinde sunuldu ve kayıplar abartılarak, mesele Hıristiyanlık-Müslümanlık davasına dönüştürüldü. Bu suretle Avrupa kamuoyu Türkler aleyhine çevrilerek Şark meselesine çözüm yolları aranmaya başlandı. Pan-Slavist ve Gladstone’un temsil ettiği İngiliz liberal çevrelerde, hatta Amerikan basınında Türklerin Avrupa’dan atılması söylemi yaygındı. Tarihlere „93 harbi” olarak geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşının amacı da, Balkanlar’da kendi ayakları üzerinde durabilecek bağımsız bir Slav devletinin kurulmasıydı. Savaş Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyetine ve Bulgaristan’daki Türk varlığına büyük bir darbe vurdu. Nitekim muharebeler esnasında yaklaşık 800.000 Türk ve Müslüman’ın ölüm veya sürgün suretiyle yerlerinden atılması ve Bulgaristan’da yaşanan Todorova “Balkanlardaki Osmanlı Mirası 1830–1878 arasında Bulgaristan’da zanaatçılık, proto-endüstriyel imalat sektörü, tarımsal üretim ve kentleşmeyi değerlendiren Michael Palairet, Osmanlı yönetiminin Bulgaristan’da ekonomik açıdan en verimli olduğu dönemde sona erdiği sonucuna varmıştır. BULGARİSTAN’DA OSMANLI MADDİ KÜLTÜR MİRASININ TASFİYESİ demografik yıkım ancak savaşın bu bağlamı ile anlaşılabilecek bir olgudur. Netice itibariyle “93 Harbi” özerk statüdeki Romanya, Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık getirirken, Bosna-Hersek’in Avusturya kontrolüne girmesine sebep oldu. Bulgaristan’da ise beş asırlık Osmanlı hâkimiyetine son vererek özerk bir prenslik kurulmasını sağladı. Ayastafenos Anlaşma-


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sında Makedonya ve Şarkî Rumeli’yi de içeren Bulgaristan Prensliğinin sınırları Berlin Anlaşmasında daraltıldı. Bunun sebebi, Avrupalı güçlerin Rus nüfuzunun stratejik olarak Bulgaristan vasıtasıyla Ege Denizine inecek olmasından duydukları endişeydi. Berlin Anlaşmasında Şarkî Rumeli, Hıristiyan bir vali yönetiminde özerk bir yönetim kurulması, Makedonya ise ıslahat yapılması şartıyla Osmanlı imparatorluğuna iade edildi. Böylece Bulgaristan Prensliği, Tuna Vilayeti dâhilindeki Sofya, Vidin, Niğbolu, Ziştovi, Rusçuk, Silistre, Varna, Şumnu, Lofça ve Tırnova şehirlerinden oluşuyordu. Şarkî Rumeli Vilayeti ise Edirne vilayetine bağlı Filibe, İslimye, Eski Zağra, Tatarpazarcık, Burgaz ve Hasköy’ü içine alıyordu. Bulgaristan Prensliği, 1885 yılında bir oldubitti ile Şarkî Rumeli’yi ilhak etti, Osmanlı imparatorluğuna bağlılığı ise kâğıt üzerinde kaldı. Bulgaristan’da ulus devletin, Sırp ve Yunan örneklerindeki gibi, Rus orduları sayesinde kurulması toplumun sivil temelleri henüz oluşmadığı için radikal ve militan unsurların yükselmesine yol açtı. Böylece ulus, yukarıdan aşağı ulusal önderlerin yürütecekleri bir inşa projesi olarak algılandı. Güçlü bir merkezi devlet, bürokrasi, ordu, eğitim kurumları, kilise ve basın Bulgar ulusunun inşası ve yoğrulmasında baş rolü oynadılar. Bulgaristan, tıpkı diğer Balkan devletleri gibi, Osmanlı imparatorluğundan farklı etnik ve dini grupları tevarüs etmişti. Bu yüzden Bulgar aydını ve politikacıları Bulgar ulusunun tanımını yapmak ve sınırlarını belirlemek durumundaydı. Balkan milliyetçiliğine has bir olgu olarak görülen etnik ve dini azınlıklardan arınmış, saf bir millet arzusunun öne çıkmasıyla Bulgaristan’da “bir ulus-bir devlet” prensibi benimsendi ve Bulgarca konuşan ve Bulgar Ortodoks Kilisesine mensup olanlar aslî unsur sayıldı. Bir başka ifade ile Bulgar ulusu dil ve din üzerine kuruldu. Anayasal özgürlüklere rağmen, etnik ve dini açıdan Bulgar Ortodoks çoğunluktan ayrılanlar “diğerleri” kategorisine yerleştirildi. Bu kategoriye Bulgarca konuştukları halde Müslüman oldukları için Pomaklar da dâhildi. Azınlık durumuna düşen ve geçmiş dönemin istenmeyen kalıntıları nazarıyla bakılan Türk ve Müslüman nüfus göç etmek veya yeni duruma alışmak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakıldı. Buna mukabil küçük etnik ve dini grupların (Rum, Ulah, Gagavuz vs.) asimilasyonu fikri benimsendi. Ulus devletlerin ihtiyaç duyduğu seçkin bir tarih ve şanlı bir geçmişin şanında Bulgaristan’da Osmanlı öncesi dönem yüceltilirken, Osmanlı döneminin karalanması yoluna gidildi. Yeni tarih gelenekleri yaratmak ve Osmanlı dönemini bu bağlamlar içerisinde yorumlamak, sadece ulus inşası ve yeni rejimin ülke içinde meşrulaştırılması işlevini görmekle kalmıyor, Batı dünyasına karşı da bir meşrulaştırma amacını güdüyordu.31 Böylece, bağımsızlık öncesinde dini literatür ve sözlü kültürde yaşayan ef-


Makale ve Analizler - 2019

169

saneler, aydınlar tarafından Osmanlı hâkimiyetine yönelik olarak üretilen düşünce ve stereo-tipler tevatür haline getirildi, evrimleştirildi ve gerektiğinde icat edilerek modern zamanlara taşındı. Bu durum Bulgaristan’ın Osmanlı geçmişine olduğu kadar Osmanlı’dan miras kalan Türk ve Müslüman unsurlara karşı da yabancılaşmasını arttırdı.Bulgar devlet adamları açısından Avrupalılaşmanın ilk şartı Osmanlı geçmişinin reddi ve Osmanlı izlerinin silinmesi idi. Çünkü Avrupa bütün olumlu unsurları bünyesinde barındıran örnek bir model olarak telakki edildiği ve Osmanlı kurum ve yapıları için bir mihenk taşı olarak görüldüğü için Şarklı unsurlar Batıya benzerlikleri veya farklılıkları bağlamında değerlendiriliyordu. Bundan dolayı, Osmanlılık geri kalmışlık ve Avrupa’nın dışında kalmakla, Avrupa’yı taklit etmek ise ilericilikle eşdeğer görülüyordu. Bu anlayış Jusdanis’in tabiriyle gecikmiş modernlik algısının dayattığı bir durumdu. Osmanlı dönemi Bulgarları için din değiştirerek Müslüman olmak etnisitenin de değişmesi anlamına geliyordu. Bu yüzden Pomaklar daha Osmanlı döneminde ana kitleden ıskat edilmişlerdi. BULGARİSTAN’DA OSMANLI MADDİ KÜLTÜR MİRASININ TASFİYESİ olgularla tavsifi Avrupa merkezli oryantalist değerlendirmelerle de örtüşüyordu. Osmanlı asırları boyunca Balkanlara seyahat eden Avrupalı seyyahlar Balkanların medenî açıdan “Şarklı”, “Asyalı” karakterine vurgu yapmışlar ve Balkanları muhayyel Doğu-Batı sınırının Doğusuna yerleştirmişlerdi. Bağımsızlık bir anlamda oryantalizm tuzağına düşen Balkan aydın ve politikacılarına rüştlerini ispatlama ve Avrupalı oldukları iddiasını kanıtlama imkânı vermişti. Bu nedenle, Yunan bağımsızlığından itibaren Balkanlarda kurulan her yeni ulus devletin kendisini Doğu-Batı sınırının Batısında görmesine ve siyasî, sosyal ve ekonomik yapılarını, şehirlerini ve gündelik yaşamlarını kuşatan “Şarklı lekelerden” arınmaya çalışmasına şaşmamak gerekir. Bulgaristan’ın yeniden yapılandırılması sürecinde Bulgar devlet adamlarının üstesinden gelmesi gereken ilk sorun eski Osmanlı kurumlarının yerine Avrupa kurumlarının ve politik sisteminin ikamesiydi. Devlet teşkilatında Osmanlı mirasının tasfiyesi geçici Rus idaresi döneminde başladı ve yaklaşık yirmi yıl sürdü. Bürokrasi, ordu, eğitim, basın, toplum, edebiyat ve sanatta Batı tarzı benimsenmesine rağmen idarî, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda Osmanlı izlerinin silinmesi tedricen gelişti. Osmanlı mirası özellikle popüler kültür ve gündelik yaşam alanları (davranış ve yemek kültürü, zihniyet, alışkanlık ve adetler, dil, müzik, konut mimarisi vs.) ile “93 harbinin” yol açtığı nüfus kaybı ve sürekli göçlere rağmen demografi alanında tasfiye hareketine direnç gösterdi. Bulgaristan’da Osmanlı izlerinin silinmesi hareketi, daha çok görünür ve kamusal alanda


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başarılı oldu ve en radikal değişimlerden birisi kentlerin görünümü, şehircilik, mimarî anlayış ve giyimde meydana geldi. Sofya’dan başlayarak şehirlerde yaşanan modernleşme ve fiziksel değişim kısa sürede kendi tiplerini yarattı ve Aleko Konstantinov’un roman kahramanı Bay Ganü benzeri Batıya öykünen taklitçi tipler türedi. Bulgaristan Şehirlerinde Osmanlı Eserlerinin Genel Görünümü Osmanlı döneminde inşa edilen ve vakıflar sayesinde yaşatılan sivil ve dini yapılarla Balkan şehirlerinin çehresi ve siluetleri değişerek İslamî bir görünüm kazanmıştı. Cami, mescit ve minareler, medrese, tekke, zaviye, türbe, mektep, imaret, hamam, konak, çeşme, bedesten, han, kervansaray, köprü vb. eserlerin yanı sıra, çoğunlukla tek katlı ahşap ve kerpiç evleri, dar ve çıkmaz sokakları, yazın tozlu-kışın çamurlu yolları, arasta, çarşı ve mezarlıkları ile yeşillikler içinde, uzaktan bakıldığında pitoresk bir manzara sunan, fakat bakımsız, hijyenik açıdan yetersiz ve genel anlamda modern bir plandan yoksun olan ve dini cemaatlerin farklı mahallelerde yaşadıkları Bulgaristan şehirleri, Osmanlı şehrinin bütün özelliklerini taşıyordu. Osmanlı hâkimiyetinin son döneminde Mithat Paşa’nın gayretleri ile Tuna vilayetinde altyapı ve bayındırlık alanlarında önemli gelişmeler kaydedilmişti. Mithat Paşa, belli başlı şehirleri kamu binaları, rüştiye ve sıbyan mektepleri, Türk ve Bulgar çocukları için karma ıslahhaneler (Rusçuk ve Sofya’da), hastane ve sokak ışıkları ile donatmıştı.Ayrıca, Rusçuk limanını ıslah ettiği gibi, Ziştovi’de ana sokakları genişletmiş ve Rıhtım ve Kün Pazar meydanlarını aydınlatmıştı. Sofya’da ise modern şehirciliğin bir timsali olarak bir merkezde birleşen İstanbul, Orhaniye, Lom, Köstendil ve Vitoşa bulvarlarını inşa etmişti. Onun beş dairesel eksen üzerine kurulu imar planı, bağımsızlıktan sonra Sofya şehir planının temelini teşkil etti. Osmanlı Devleti İslam ideolojisine sahip olduğu için şehirlerde İslam eserleri gelişirken, Hıristiyan eserleri kemiyet ve keyfiyet itibariyle geri planda kalmıştı. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bulgularına göre, Osmanlı döneminde Bulgaristan’da 2356 cami ve mescid, 142 medrese-darülkurra, 273 mektep, 42 imaret, 174 tekke-zaviye, 116 han, 113 hamam-kaplıca- ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray ve saray, kale, hastahane, kütüphane, saat kulesi, bedesten vs. olmak üzere toplam 3399 adet eser inşa edilmişti. Bağımsızlıkla birlikte Şarkî Rumeli hariç olmak üzere Bulgaristan Emaretine miras kalan vakıf hayrât (cami, mescit, medrese, imaret vs.) ve müberrâtın (han, hamam, çeşme, köprü vs.) sayısı 2051 idi. Aşağıdaki tablolar, bağımsızlık öncesinde Tuna vilayetinin çeşitli şehir ve kasabalarındaki bazı Osmanlı eserleri hakkında bilgiler sunmaktadır. Devam edecek. Bu dizimizden Osmanlı eserlerinin kaderini öğreneceksiniz. Bizi izleyiniz. Paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

171


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

TANAP–TAP

Tarih: 30 Kasım 2019 Yazan: Neriman KALYONCUOĞLU Konu: Türk Dünyasını Batı Avrupa’ya Bağlayan İlk Enerji Akımı Türk dünyası Avrupa kıtası enerji kaynaklarına

İpsala’da bağlandı. 30 Kasım 2019’da belki de insanlığın (eski kıtanın) bundan böyle kutlayacağı en önemli günlerden birini yaşadık. Edirne ili İpsala’da yapılan büyük bir uluslar arası törenle, adına Güney Gaz Koridoru denen, dev Asya – Avrupa enerji projesinin Avrupa kısmında çok önemli bir kesim kullanıma açıldı. 30 Kasım 2019 Trans Anadolu Gaz Boru Hattı (TANAP) Hazar Denizinden Yunanistan ve İtalya’ya doğal gaz akıtma hazırlıklarını tamamlıyor. Böylece Güney Avrupa Gaz Boru Hattı projesi hayata geçirilmiş oldu. Kısa adı (TAR) olan Trans Adriyatik Gaz Boru Hattı Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya uzanacak.


Makale ve Analizler - 2019

173

2020 yılından sonra bu dev sistemler arası gaz boru hattına Yunanistan üzerinden Bulgaristan’da bağlanacak. Böylece Güney Doğal gaz boru hattından Romanya, Moldova ve Romanya da alabilecek. TANAT fikri 20 yıl önce doğdu. 1.2 trilyon metre küp yedekli Şah Deniz kaynaklı doğal gaz Azerbaycan’dan çekilip, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Güney Avrupa’ya yöneldi. Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazına yüzde yüz bağlılığını azaltma devrini açtı. Güney Doğal Gaz koridoru Avrupa Birliği Antlaşması 2009’da Prag’da imzalanmıştı. Türkiye’yi geçtikten sonra Güney Avrupa Gaz Boru hattı 3 yoldan devam edecektir. Nabucco (Türkiye- Bulgaristan- Rumanya- Macaristan-Avusturya); İTGİ (Türkiye – Yunanistan- İtalya); TAP (Türkiye-Yunanistan-Arnavutluk- İtalya). O zaman TANAP projesi geliştirilirken, Nabucco ‘ya da bağlı olmak üzere, Azerbaycan ’la birlikte gerektiğinde Irak doğal gazından takviye planı da geliştirilmişti. 2013 yılında Güney Doğal Gaz projesinin baş kısmı olarak, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki 2007’de hizmete açılan, Güney Kafkas Doğal Gaz Boru Hattı genişletilmesi kararı alındı. Avrupa Birliğine uzanan bu projenin uzunluğu 3 500 km. Yıllık kapasitesi de 10 milyar metre küptür.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rus kaynaklar bu hacmin AB için çok az olduğunu belirtirken, TANAP’ın bölgesel gaz projelerine engel oluşturmayacağına vurgu yaptı. 2015-2018 yılları arasında Güney Kafkas Doğal Gaz Boru Hattı genişlemesiyle kapasitesi 28 milyar metre küpe ulaştı, ticaret hacmi de 3 milyar US Dolara ulaştı. Bakü –Tiflis-Erzurum 700 km uzun ve yıllık 8 milyar metre küp kapasiteyle hizmete açıldı. Bu projenin hisseleri şöyle dağılmıştır. BP % 28,83, TPAO % 19, Malaysiya % 15,5 ve “Lukoyl” % 10. Türkiye bölümü Kars’tan başlayan TANAP 1850 km uzun olup Avrupa kıtasına Çanakkale Boğazında girip Yunanistan Kipoi mevkisinde TAP’a bağlandı. Bugünkü kapasitesi 16 milyar metre küp olup bu kapasite 60 milyar metre küpe yükseltilebilir ve ancak 6 milyar metre küpü T.C.’de kullanılmak üzere kalacaktır. Bu projenin inşaatı 3 yıl kadar sürdü. (17 Mart 2015’te başlayan çalışmalar 12 Haziran 2018’de tamamlandı.) 8 milyar US Dolar yatırım yapıldı. En büyük yatırımcı ve hisse senetlerinin % 51’ine sahip olan “Güney Doğal Gaz Akımı” Azerbaycan devlet şirketidir. BOTAŞ hisseleri % 30, BP hisseleri de % 12 vb. Yunan sınırından batıya uzanan doğal gaz boru hattı (TAP) 2020’de hizmete açılacaktır. Bu fikir 2003’den beri gerçekleştirilmeye çalışılıyor. 2007’de İsviçre’de tescil edilen “Trans Adriatic Pipeline” (TAP) AG projeyi gerçekleştirmeyi üstlenmiştir. 13 Şubat 2013 günü Atina’da Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya liderleri TAP kuruculuğuna ilişkin devletlerarası projeyi imzaladı. Aynı yıl yine bu projenin genişletilmesiyle ilgili Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan ve BosnaHersek arasında bir devletlerarası işbirliği memorandumu imzalandı. Projenin gerçekleştirilmesi çalışmaları son 7 kilometresi İtalya’daki San Foka ili Leçe köyüne kadar uzanan ve toplam uzunluğu 878 km ve toplam tutarı da milyar Euro olup 17 Mayıs 2016’da başladı. Bu doğal gaz boru hattı 10 milyar metre küp kapasiteyle başlayıp tedarik 2 kat artacaktır. Uluslar arası açılış töreninde bir konuşma yapan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafları kutladı ve değişen Avrupa’nın kurulmasında dünya akaryakıt kaynakların % 60’ı üzerinde bulunan Yakın Doğu ve Türk Dünyasının Balkanların ve Balkanların yarınları için taşıdığı önemine vurgu yaptı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliev ise konuşmasında, dev projenin uluslar arası önemini vurguladıktan sonra, büyük uluslararası lider Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile dev hamlelerle büyüyerek ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti halkına kalpten teşekkürlerini sundu.


Makale ve Analizler - 2019

175


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ağır Sorunlu Ülke – Bulgaristan

Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Büyükelçi Bayan Hero Mustafa uykularını kaçırdı. Son 2 ayda Bulgaristan’da “bir Müslüman kadın ancak bulaşık-çamaşır işi bilir süpürge elinden düşmez, saçını örer, başka bilmez” görüşü eriyip buharlaştı. Yeni atanan Birleşik Amerika Büyükelçisi Bayan Hero Mustafa, Amerikan üniversitelerinin ön sırada gelenlerinde okumuş, üstüne Bulgarca da konuşuyor ve beklenmedik bir aktiflik, bilgelik ve kesin açık tavırlılıkla biçip savuruyor. Hafta sonu Bulgaristan Batı hayranlığının 1989 ürünü olan Atlantik Kulübü’nde konuştu. Bulgar basını için henüz çetin ceviz olan ve devlet adamları ve siyasetçilerin yorumlamaya dili dönmeyen ağır sorunlardan çıkarak US Büyükelçisi hepsinin yüzüne baka bakan aynen şöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri, (devlet görevlilerinden, milletvekillerinden, yüksek yargıçlardan ve başka olmak üzere) dolandırıcı ve rüşvetçi oldukları pazara çıkmış Bulgar resmi yetkililerine yaptırım uygulamaya hazırdır.” Bayan H. Mustafa, “Suçsuzlarmış gibi davranan Bulgaristanlı hırsızlara ve insan haklarını uygulamayanlara karşı, örneğin “keskin dişleri olan” – 7031 C gibi Amerikan yargı hükümleri araçlarını uygulamak hedefimizdedir.” Dedi. Amerikan yasalarına göre, “yabancı görevlilerin önemli dolandırıcılık olaylarına karıştığına veya insan haklarının kaba bir şekilde ayaklar altına alındığına ilişkin US Dış İşleri Bakanlığı elinde yeter derecede bilgi ve delil toplandığı hallerde ilgili kişiler ve ailelerine ABD’ye girme yasağı uygulanacaktır.” Büyükelçinin kanısına göre, “Yasaların üstünlüğüne uymak, uzun sürede Bulgaristan’ın politik ve ekonomik gelişmesi sağlayacağı için yararlı olacaktır.” Aynı zamanda o, güçlü bir demokrasi için bağımsız medya geliştirmenin şart olduğuna vurgu yaptı. 2019 yılında Bulgaristan bu gibi sinyalleri daha önce de almıştı. Daire alım satımındaki dolandırıcılıklar iktidar partisi GERB’i sarstı ve parçaladı. Başkan Yardımcısı Tsvetan Szvetanov partiden ayrıldı, meclisten çıktı ve Mart ayında yeni bir siyasi parti kuracağını açıkladı. Bulgar yünetiminin üst katlarında dolandırıcılık olduğu – somut örneklerle – ilk önce “Amerika’nın Sesi” radyosundan yayıldı. Toplum, dolandırıcılıkla, rüşvetle mücadelenin sertliğini yeniden hissetti. Rüşvet konusunda AB birincisi olan Bulgaristan işleri yönetip yönlendiremediği için her 11 milyar leva para kaybediyor. Bulgaristan’a kötülüklerin ana kaynağı olarak bakanlar çoğalıyor.


Makale ve Analizler - 2019

177

Aynı radyo şimdi de Kırgızistan’dan Duba’ya oradan da Of Schor hesaplara ve ABD’ye 700 milyon US Dolar tutarında bir kaçakçılık olayı hazırladı. Ülkenin gümrük mafyası dalaverenin içindeymiş. “Transparency İnternational” tarafından yapılan araştırmalardan Avrupa Birliği ülkeleri arasında rüşvetin devleti ve toplumu en fazla boğan ülkenin Bulgaristan olduğunu ortaya çıktı, fakat Bulgaristan yetkilileri tarafından dikkate alınmadı. Bu nedenle olacak ki, Büyükelçi Bayan H. Mustafa “adalet reformu isteyen ve insan hakları için mücadele eden” sivil toplum örgütlerine ve onların etkinliklerine büyük önem verdiklerine işaret etti. Dünyayı kendi gözleriyle görmek ve uyanıp dirilmek istemeyenlere etkili saptamalar. İstemeden de olsa son 30 yılda farkında olmadan benliğimize bir kelepçe daha takılmış olduğu bilincine varıyoruz. Bizim kendi mantığımızla düşündüğümüzde, Büyükelçi Bayan Mustafa, bahçenize ektiğiniz kazıp suladığını kabak kökenleri bizim bahçeye geçti. Biz çiçekçiyiz. Büyükten Büyük kabaklar çiçeklerimizi eziyor. Ökeni keseceğiz ve kabakları hayvanlara yem edeceğiz, diyor. Alman “Deutsche Welle” – Almanya’nın Sesi Radyosu Bulgarca yayınında, Bayan Mustafa’nın sert konuşmasını yorumlarken, öncelikle hırsız ve dolandırıcı başı, mafya ve oligarşi babası Hak ve Özgürlükler milletvekili, Ahmet Doğan’ın adamı Delyan Peevski adına işaret ederek, Geçen sene New York’ta hakkında 200 milyon istekle açılan dolandırıcılık davasını anımsattı. Yerli basın ise, Fransız adalet makamlarının Ahmet Doğan ve yakın dostu Delyan Peevski’den 120 milyon Avro talep ettiğini, bu korumalı kişilerin sıkıştırıldığını yazdı. Besbelli koruma bekliyorlar ki, DPS parlamento grubu şefi Hamid Hamir de birden bire sahnede belirdi ve halkın istemediği yeni Başsavcı ve hırsızlıklarla mücadele işleri komiserler başı olarak meclis kararıyla atanan, eski başsavcı Tsatsarov’a övgüler yağdırdı, “daha iyisini arasak da bulamayız” dedi. Başsavcılığın görevinin hırsızlık, soygun ve rüşvet olaylarını sonradan tespit etmek değil, peşin eylemlerle önlemek olduğunu söylemedi. 30. Yılını acı bir gerçek olarak anımsadığımız ve toplantılarla andığımız 360 bin kişinin vatanından, yerinden, yurdundan kovarken, 78 “DS”li Generalin milyoner olduğuna ve bu kişilerden hesap sorulması gerektiğini de söylemedi. İşlerin dosya açmakla bitmediğini, özellikle hatırlatmak isteriz.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyükelçi Bayan Mustafa’nın vurguladığı ama Hamid Hamid’in görmek istediklerinin özünde şöyle bir gerçek var. Şimdiki anayasamıza göre, Başsavcılığı kontrolsüzlük aleminden çıkarıp halk meclisinin kontrolüne ancak bir Büyük Halk Meclisi verebilir. Fakat bu izlek henüz başlamamıştır. Bu durumda, haklarında dava açılan Başsavcı ve savcıların önyargı ve yargılama sürecinden askıya alınması gerekir. Bu ise üçte iki çoğunlukla bu meclis tarafından da yapılabilir. Bu yapılmadan hukukun üstünlüğü ve adaletten söz edilemez. Son gelişmelerde dikkati çeken bir özellik de şudur: Başsavcı Nikolay Geşev, halkın olan ve değişik devlet ve belediye kanallarından çalınan, gasp edilen, üzerine oturulan paraların toplam miktarının 40 milyar leva olduğunu söyledi. Bu hırsızların listesi ne zaman açıklanacak. Cumhurbaşkanı R. Radev, Of Schor, İsviçre, Lüksemburg, Malta, İngiliz Adaları ve Panama bankalarına çıkarılıp gizlenmiş paraların çıkarılmasını, geri toplanmasını istiyor. Tabii önce vergiden kaçırılan bu paraların geri gelince bir de % 10 oranında vergisi var. Bu işler, Madam Mustafa’nın da bildiği üzere, bir basın toplantısıyla, balık kokusu almış kedileri toplar gibi olmayacak. “Yasak çıkarıp Birleşik Amerika’ya bırakmayız” diyor da, onlar hırsızlık yapanın yakalanınca içeri düşeceğini bildiği gibi, başa gelecekleri zaten biliyor. Benim aklıma gelense şu. ABD polisi bizi hırsızların peşine düğüp bulduğuna el koyarken, bir de bizden “polis hizmeti” parası istemesin!!! Bizde çalma hastalığı (kleptoman) olanlara hapis cezası yok. Bayan Mustafa “kleptomaniden” söz ediyor demecinde. 2 sene önce Amerika Büyükelçimiz Bayan Elena Poptodorova, Warşova uçak alanındaki “Free Shop” özel parfümler butiğinden çok beğendiği bir “minik şişeyi” çantasına salıvermişti. Değeri “10 bin US Dolar” dediler. Kamaralar olayı kaydetmiş ve biz bir devlet, medya ve özel sözcüler hep bir ağzından “olur mu, olamaz, yanlıştır” desek de, diplomatımızın çalma hastalığı olduğu açıklandı. Ne ki bu hastalık, doğuştan olduğundan ve bizde insanların hepsi doğuştan eşit haklı olduğu için, “çalmış da ne olmuş” fikri ağır bastı. Amerika’ya girme yasağı konması bir hayal. Diplomat Bayan Poptodorova parası pulu olup da çalmaya devam edenlere “vazgeçin bu meraktan, rezil olmak var” bile demiyor. Aslında bizde iri balıklar için koğuş yok. 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan Türkleri ve T.C.deki soydaşlarımızın emeğiyle kurulan tüm tesislerin % 60’ını 1997-2001 yılları arasında satıp savuran ve hatta 15 bankanın suyunu içen Başbakan İvan Kostov ve ekibi de duruşma salonuna girmeden dinleyenlere akıl vermeye hala devam ediyor. Kitap yazıp kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Delyan Peevski ile eski Tarım Bakanı


Makale ve Analizler - 2019

179

da Mehmet Dikme BULGRTABAC AG satışıyla binlerce aile ocağı söndürdüler. Hatta toplumun işsizler ordusunu yaklaşık 1 milyon kişiyle arttırdılar, fakat burunlarına sivrisinek bile konmadı. Halk patlaması ise o zaman şöyle çözülmüştü: 1985 yılının 14 Haziran günü Fransa ve Almanya sınırı yakınlarında Lüksemburg “Shengen” gölünde “Prenses Mariya Astrid” adli bir geminin güvertesinde, o zaman 10 ülke olan Avrupa Topluluğundan beşi – Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Hollanda ve Fransa, vizeleri kaldırma anlaşması imzalamışlardı. 2000 yılının sonunda Başbakan İvan Kostov Bulgaristan’ın kara listeden çıkarılması ve memnuniyetsizlik kaynayan ülkeden Batıya akma yolu açıp gerginliğe çare ararken, kendisi siyasetten silindi. 19 yıl sonra ekonomik ve mali çöküşten İv. Kostov’un suçlu olduğunu iddia edenler Bulgar toplumunun % 46’sıdır ve yargı yolu açılması istiyorlar. Bayan Mustafa’nın sözlerini yorumlayanlar Bulgaristan’da rüşvetçilik ve dolandırıcılık metastazla mücadele azmi olmadığını yazdılar. Bulgar yönetimi bu hastalıktan tedavi edilmek istemiyor. Şimdi soru şudur. Birleşik Amerika dolandırıcılıkla, dalaverecilerle ve rüşvet babalarıyla mücadelede neden yardım eli uzatıyor? VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü gibi pasaport tüccarı hükümet ortaklarının ABD’de yardımlarına sevineceklerine inanmıyorum. Avrupa Birliği’ne üye olurken Bulgaristan’a rüşvet konusunda monituring (izleme) konmuştu ama işe yaramamıştı. Bu yönde başarı elde edilemese de kaldırılmasına isteniyor. ABD’den Bulgaristan’a gelen ciddi yatırım yok. Amerikan yatırımları Hollanda üzerinden geliyor. Komünistlerin (BKP) yatırımları fa Hollanda üzerinden geliyor. Şu da dikkat çekiyor: Rüşvetçilikle birlikte devlet kurumlarının çalışmaması Bulgaristan’da milli güvenliğin kuyusunu kazıyor. Bu açıdan baktığımızda, dış ülkeden gelen kontrol mekanizmalarına devlet duvarının çatlak olduğunu görüyoruz. Rusya da Bulgaristan’a tank ve füzelerden fazla rüşvet araçlarıyla etkide bulunmayı seçmiştir. Olaylar, rüşvetçiliğin Bulgaristan’da Rusya lehine çalışan bir araç olduğuna örnekler sunuyor. Medya araçlarına gelince mafya kontrolünde olan 23 radyo kanalı yıllardan beri aynı yönde yayın yapıyor. Gazeteler Rus iradesinin denetimine geçmiş, Bulgaristan’da işler bu alanda da düzelmeye gideceğine, bozuluyor, fikir özgürlüğü sansürlü ülkeler arasında 139’uncu yerde bulunuyoruz.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayan Mustafa, yaptırım önlemlerinden söz ederken, Bulgaristan Müslümanlarının haklarından, anadilinde okulu, radyo, TV programları ve basın organları olmadığına vurgu yapmıyor. İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğü genel ilkeler olarak savunurken AB ülkelerinde hukukun üstünlüğünden söz etmek isteyenler azalıyor. Çünkü hukukun üstünlüğünü ve adaleti arayanların davasını bir yumrukta toplamak zorlaşıyor. Faşizmin 70 yıldan sonra Bulgaristan’da da baş kaldırdığını, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov ile bir faşist örgüt olduğu Avrupa Konseyi karlarında yer alan NDSB –“ Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” başkanı Valeri Stoyanov ‘ın halk meclisi başkan yardımcısı seçilmesi geniş tepkilere neden oldu. AB anti-rüşvet komisyonlarının daha aktif çalışması bekleniyor. Savcılığı sunulan araştırma raporları rafa kaldırılmalıdır. Büyükelçi Bayan Mustafa bu konulara değinmese de, HÖH Avrupa Parlamentosu HÖH milletvekili İlhan Küçük, her fırsatta Brüksel, Strasbur ve TV programlarında bu tehlikeli gidişe dikkat çekiyor ve faşizm tehlikesini lanetliyor. Bayan H. Mustafa’nın Bulgaristan insan hakları ve adalet mücadelesi sahnesine kararlılıkla çıkması umut doğurdu. Milli azınlık hakları konusunda görüşlerini sabırsızlıkla bekliyoruz. Olayları yakından izliyoruz. Kendisini kutluyoruz. Bizi izlemeye devam ediniz.


Makale ve Analizler - 2019

181


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

183


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

185


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

187


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

189


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

191


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

193


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

195


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

199



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.