Veli Tüfekci Aralik/Dezember 2014

Page 1

Aralık / Dezember 2014 | Sayı / Ausgabe: 33 | berlinturk.com | twitter.com/berlinturk | facebook.com/berlinturk

Berlintürk Nachrichten Zeitschrift / Berlintürk Haber Dergisi

Tutuklu Karabağlılar için özgürlük talebi İyi göçmene oturum, kötü göçmene sınır dışı Ayrımcılıkla mücadelede önemli adım Tuğçe Almanya’nın meleği oldu

Veli Tüfekçi İş Dünyasının Öğretmeni

Ab

S.

33

in

De

ut

sc

h


SICAK SİYASET

SICAK SİYASET

BERLİN HABER

BERLİN HABER

İÇİNDEKİLER

04 S A Y F A

Cesaretin simgesi Tuğçe Albayrak

06 S A Y F A

BERLİN HABER

19 S A Y F A

Giyim sektöründe yeni renk

Ayrımcılıkla mücadelede önemli adım

BERLİN HABER

20 S A Y F A

PORTRE

Yuva eğitiminde güveniir el

10 S A Y F A

Tutuklu Karabağlılara özgürlük talebi

16

S A Y F A

BERLİN HABER

22 S A Y F A

07 09 29 31 32

Neukölln’de esnafa “kazı” vurgunu

Berlin’in ilk Türk Başbakan Yardımcısı

YAZAR

26

S A Y F A

Cemile Giousouf Uyum Siyasetinde Göçmen Kadının Yeri

KKTC’nin kuruluşunun 30. yılı Berlin’de kutlandı

S A Y F A

İyi göçmene oturum, kötü göçmene sınır dışı

S A Y F A

Oyun - HALO: The Master Chief Collection

S A Y F A

11 S A Y F A

Hasta danışmanlığında Türkçenin 10. yılı

S A Y F A

Veli Tüfekçi

Kitap - Passagier 23 & Das Kapital im 21. Jahrhundert

S A Y F A

kostenlos / ücretsiz


Biz de uyanırız elbet Uyandık mı? Avrupa’yı mantar gibi saran Çığ gibi büyüyen, sıklaşan İslam-Mülteci karşıtı gösteriler zinciriyle Uyanmadık henüz... Hristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) milletvekili Göçmen, yabancı hanelerde de sadece Almanca konuşulsun teklifi, bin dereden uyum masalı şekline bürünerek sunuldu Uyandık mı? Uyanmadık henüz... Neonazi seri cinayetlerinin uzantısı NSU davası sürüyor. Irkçılıkla Mücadele eden uluslararası düşünce kuruluşu IRR Enstitüsü NSU cinayetlerini araştırdı. IRR bunu “Almanya’da kurumsal ırkçılık ve yapısal inkar vardır” şeklinde özetledi. 2000-2007 yılları arasında 8'i Türk 10 kişiyi öldüren aşırı sağcı terör örgütü NSU üzerinde araştırmalar yapan ve merkezi Londra'da bulunan IRR Enstitüsü'nün saptaması bu. Uyandık mı? Uyanmadık henüz... Bize hitap edecek bambaşka bir varlıktalık Aynı tip insan beyni arzulayan kalıplardan ırak Farklılık arayışı ... henüz kurumsal olarak mevcut değil Nazisi aynı nazi Farklı dine düşman aynı düşman Lakin ... Bu ne savaş ne de barış. Dile gel İster Türkçe ister Almanca Konuş... Konuş ki, Varlığın onaylansın bu topraklarda. Toprağım ol Avrupa Almanya Berlin Kimbilir belki gün gelir, biz de uyanırız. Kezâ Toprağım olan isimlerden, 2014’ü uğurlarken müjdeli haberler aldık. Dilek Kolat Berlin Hükümet Eden Belediye Başkanı Michael Müller’in vekili oldu. Berlin’de bir ilkin altına daha imza attı Dilek Kolat Almanya’nın ilk Türkiye kökenli Hükümet Eden Belediye Başkan Vekili oldu. Berlin Eyaleti Çalışma, Uyum ve Kadın Bakanlığı’na ek bir görev daha ekledi. Mutluyuz... Emine Demirbüken –Wegner de ilklerine artı kattı. Almanya Hrıstiyan Birlik Partisi (CDU) Merkez Yönetim Kurulu’ndaki varlığını, Partinin son yeni kongresinde yineledi. CDU yönetiminde ilk Türkiye kökenli ve Müslüman olarak Demirbüken-Wegner takdire laik bir başarının altına bir kez daha imza atmış oldu. Tüm bunların ışığında,2014’ü de yolcu ettik. bir önceki yıl yarım kalmış ne varsa yeni yılda “tamamlama” umudunu belleğimize yükledik. Hayal kırıklıkları Özlemler Gurur duyduğumuz anlar Anılar, derken... 2015 tüm haşmetiyle Geldi kondu başımıza Hoş Geldin 2015 Her kim olursa olsun yolunu gözleyen Umut, barış, neşe, selamet, sükunet, Sevgi, sevinç, bereket, bolluk, sağlık getir. Unutma Biz de uyanırız elbet...

Sevim Ercan

3


Tuğçe Almanya’nın meleği oldu Almanya son bir aydır, Offenbach am Main’da öldürülen Tuğçe Albayrak’a ağlıyor.

1

5 Kasım günü Offenbach’taki bir restoranda arkadaşlarıyla oturan Tuğçe Albayrak,

şüphesiz o gün başına geleceklerden habersizdi. O gün bir arkadaşının doğum gününü kutlamak için orada bulunan Tuğçe, iki hafta sonra, yani 28 Kasım’da da kendi 23. yaş gününü kutlamaya hazırlanıyordu. Tuğçe ve arkadaşları restoranda otururken baz çığlıklar duydular. Seslerin geldiği restoranın tuvalet bölümünden geldiğini farkeden Tuğçe, tereddüt dahi etmeden seslerin geldiği yöne doğru gitti. Burada iki kadının, üç genç erkek tarafından taciz ve darp edildiğini gören Tuğçe, belki de pek çok kişinin kafasını çevirip gidebileceği bir durumda, büyük bir cesaret örneği sergiledi ve kadınlara saldıran gençlere müdahale etti. Tuğçe’nin müdahalesi sonrası, rahatsız ettikleri kadınların yanından ayrılan gençler, restorandan çıktılar. Bunun üzerine, herkes olayın sona erdiğini sanıyordu ama gençlerin “gururu kırılmıştı”. Kendilerine müdahale eden Tuğçe’nin ve arkadaşlarının restorandan çıkmasını bekleyen gençler, bu cesur genç kıza “cesaretinin bedelini ödetmeye” kararlılardı. Bu sırada, dışarıda başına geleceklerden habersiz olan Tuğçe ve arkadaşları restorandan çıkmaya karar verdiler. Dışarı çıktıklarında, bu üç gençle karşılaşan gençler, olayların ne kadar ileri gidebileceğini de kestiremediler. Restoranın dışarıdaki otopark bölümünde bekleyen gençlerden Boşnak asıllı Sırbistan vatandaşı S.M. kontrolünü kaybetmişti. Henüz 18 yaşında bir genç olan S.M., Tuğçe burada karşısında görünce büyük bir sinirle bağırmaya ve sağa sola saldırmaya başladı. Ancak, S.M.’nin bu hareketleri Tuğçe’yi korkutmaya yetmemişti. Kim bilir, belki de karşısındaki bu ufak tefek kızın, bu büyük cesaretiydi S.’yi daha çok sinirlendiren. Otoparktaki bağırış çağırış sırasında kendini iyice kaybeden S.M., çevredekilerin şaşkın bakışları arasında, önce Tuğçe’nin bir arkadaşına bir tokat, sonra da Tuğçe’ye çok sert bir yumruk attı. Daha az önce, restoranın tuvaletinde iki kadını, bu üç gencin elinden tek

Tuğçe Albayrak

başına kurtarma cesaretini gösteren Tuğçe, otoparktaki onca kalabalığın arasında, kendisi aynı cesareti gösterecek birini bulamamıştı genç Tuğçe. Darbenin etkisiyle bir anda yere yığılan Tuğçe Albayrak, sağlık ekiplerinin 20 dakikalık ilk müdahalesinin ardından, hastaneye kaldırıldı. Bu sırada, bir arabaya binip olay yerinden uzaklaşan üç genç ise, kısa süre içerisinde polis tarafından yakalandı.

Kahramanlığı bununla da bitmedi Aldığı darbe sonucu beyin kanaması geçiren Tuğçe, hastanede sürdürdüğü 11 günlük yaşam mücadelesini 26 Kasım’da, beyin ölümünün gerçekleşmesi sonucu kaybetti. Albayrak ailesi ise, kızlarının iki gün daha yaşam destek ünitesine bağlı kalmasını ve fişin 28 Kasım’da, yani Tuğçe’nin doğum gününde çekilmesini talep ettiler. Tuğçe Albayrak’ın 18 yaşına girdiğinde aldığı bir karar vardı; öldüğünde organları bağışlanacaktı. 28 Kasım’da, ailesinin izniyle yaşam destek ünitesinden çıkartılan Tuğçe Albayrak’ın organları ihtiyaç sahiplerine nakledildi. Almanya’da cesaretin yeni sembolü haline gelen Tuğçe, ölümünün ardından da insanlara yardım etmeye devam ediyordu. Artık, Tuğçe’nin doğum günü 28 Kasım, onun organlarıyla yeni bir hayata başlayan diğer insanların da ikinci doğum günüydü.

Bütün Dünya’dan Tuğçe’ye destek yağdı Tuğçe Albayrak’ın hayata ve ölüme meydan okurcasına gösterdiği cesaret, sadece Almanya ve Türkiye’de değil, bütün Dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Tuğçe’nin ölümün ardından, Almanya’nın pek çok şehrinde anma törenler ve yürüyüşler gerçekleştirildi. Üzerlerinde, “Tuğçe” yazılı tişörtlerle sokaklara çıkan on binlerce insan, genç kızı örnek göstererek, sivil cesareti övdüler ve Almanya’da gitgide artmakta olan, sosyal duyarsızlığa karşı seslerini yükselttiler. Almanya Cumhurbaşkanı Gauck ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tuğçe’nin ölümünün ardından birer taziye mesajı yayınladılar. Bununla beraber, Tuğçe’ye Almanya’da Cumhurbaşkanlığı Liyâkat Nişanı verilmesi için yüz binlerce kişi arasında imza toplandı. Joachim Gauck da, yaptığı açıklamada bu fikri desteklediğini söyledi. Eintracht Frankfurt’un futbolcusu Haris Seferović, Borussia Dortmunda karşısında oynadıkları Bundesliga maçında attığı gol sonrası, formasının içerisine yazdığı “Tuğçe = Medeni Cesaret, Melek, Saygı” yazısıyla, Tuğçe Albayrak’a olan minnetini sundu. Dünyanın önde gelen basın kuruluşları, Tuğçe Albayrak’la ilgili haberlere geniş yer ayırırken, pek çoğu Tuğçe ile ilgili özel haberler yaparken, genç kızın gösterdiği sivil cesareti öven programlar düzenlediler. Almanya’da pek çok rap ve hip-hop şarkıcısı, ölümünün ardından Tuğçe Albayrak için şarkılar bestelerken, Türkiye’den Hollywood’a kadar, Dünya’nın dört bir yanındaki pek çok ünlü isim, sosyal medyada Tuğçe’nin resmini paylaştı ve genç kıza teşekkürlerini ilettikleri mesajlar yayınladılar.

4



Ayrımcılıkla mücadelede önemli adım

Nihat Sorgeç

B

aşbakan Angela Merkel’in himayesinde 7. Uyum Zirvesi gerçekleştirildi. ‘Göçmen ailelere mensup gençlerin meslek eğitim durumları, katılımlarının artırılması ve işletmelerin meslek eğitimi yeri verme isteklerinin artırılması’ temasıyla Başbakanlık’ta gerçekleşen zirvede göçmen ailelere mensup öğrencilerin potansiyellerinin verimli şekilde değerlendirilmesi konuşuldu. Federal Uyum Bakanı Aydan Özoğuz’un organize ettiği 7. Uyum Zirvesi’ne hükümetten Başbakan Angela Merkel’in yanı sıra Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, Eğitim Bakanı Johanna Wanka, İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere katıldı. Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Eric Schweitzer, Alman Sendikalar Birliği Başkanı Rainer Hermann, Kreuzberg Meslek Eğitimi Okulu’nun (BWK) işletmecisi Nihat Sorgeç ve birçok sivil toplum örgütü temsilcisi göçmen ailelere mensup gençlerin meslek eğitim şanslarının artırılması için fikir alışverişinde bulundu. Başbakan Merkel, bütün gençlerin göçmen ailelerden gelip gelmediğine bakılmaksızın meslek eğitimi şansı elde etmesi gerektiğini söyledi. Birçok gencin isminden dolayı meslek eğitimi ön görüşmesine davet edilmemesinden yakınan başbakan, bu gençlerin potansiyelinin kaybolmaması için işletmelere çağrıda bulundu. Merkel, işletmelerden dış dünyaya ‘Bize herkes hoş gelmiş’ mesajını vermelerini istedi. Birçok işletmelerinin Çeşitlilik Pakt’nı imzalayarak iyi örnek olduğunu kaydeden Merkel, zorluk çeken gençlere yardım eden inisiyatiflerin varlığının önemli olduğuna değindi. “Hedefimiz, meslek eğitimi şartlarını taşıyan her öğrenciyi motive etmek olmalı.” diyen Merkel, Almanya’da herkesin fırsat sahibi olması gerektiğini, bunun modern ve dünyaya açık bir ülkede olması gereken bir özellik olduğunu dile getirdi. Göçmenlerin Almanya’ya geldiklerini ve çoğunluk toplumunun kendisini göçmenlere açması gerektiğini dile getirdi. Başbakan Angela Merkel, meslek eğitimi yeri arayan birçok yabancı isimli öğrencinin ayrımcılığa uğramasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi. 7. Uyum Zirvesi’nde konuşan Merkel, “Birçok potansiyeli değerlendiremiyoruz.” diyerek işletmelere kapılarını göçmen ailelere mensup öğrencilere açmaları çağrısında bulundu.

İyi Almanca, başarı için ön şart Meslek eğitiminde başarılı olmanın ön şartlarından birinin de iyi

6

Angela Merkel Almanca olduğunu vurgulayan Merkel, bunun kalifiye gerektiren bir iş için ön şart olduğunu kaydetti. İşverenlere de kendini geliştirmek isteyenlere imkan vermeleri çağrısında bulunan Başbakan Merkel, her şeyi yasayla çözmek yerine işverenlerin kolay bir yol bulabileceklerini kaydetti.

Nihat Sorgeç: Yapıcı eleştirilerimizi ilettik BWK Eğitim Merkezi’nin işletmecisi Nihat Sorgeç ise yaptığı açıklamada, göçmen kökenli bireylerin iş piyasasına adaptasyonu ve bu kişilere karşı uygulanan ayrımcılığın önlenmesi konusunda yapılan çalışmaların artık bir rutine oturduğunu dile getirdi. Daha önce, bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri ve dernekler olarak 8-9 maddelik bir öneri mektubu hazırladıklarını belirten Sorgeç, hem Başbakan Merkel’in hem de Federal Uyum Bakanı Aydan Özoğuz’un, bu mektuptaki öneriler ve eleştirilere son derece ciddi yaklaştıklarını belirtti. Sorgeç sözlerini şöyle sürdürdü, “Burada yalnız derneklerle değil, aynı zamanda Almanya’da eğitim konusunda sözü olan kurumların da dahil olmasıyla, o çerçeve içerisinde başarılı olunduğunu düşünüyorum.” Göçmen kökenlilere karşı, işverenler arasındaki ön yargıların halen devam ettiğini söyleyen Nihat Sorgeç, şu ifadeleri kullandı; “Şimdi tabi ki, hala gördüğümüz ve eleştirdiğimiz noktaların en önemlilerinden bir tanesi de, iş piyasasında yabancı kökenli gençlere hala önyargılı yaklaşılıyor olması. Bunları yapıcı bir şekilde eleştirdik. Anonim bir dilekçe ve özgeçmiş gönderme yoluyla başvuruların sağlanabilmesi için yeni bir sistem oluşturulması gerektiğini dile getirdik. Bu, başka yerlerde gündeme gelmiş ve başarılı bir şekilde yürütülmüş bir sistem. İsim, uyruk, nereden gelindiği ya da kökenin ne olduğu bilgisi başvuruda verilmiyor. Yalnız, hayata bakışı, diploması ve karneleri gösteriliyor. Bu çerçevede gençler aynı şansa sahip olup çağırılıyorlar. Tabi, yapılacak yüz yüze görüşmede göçmen kökenlilik yine belli olacaktır, ancak bu yine de ilk hamle için faydalı bir adım. İkinci olarak da, maalesef halen daha Almanya’daki eğitim sistemi konusunda yeterli bilgilendirme yapılmıyor. Pek çok aile, bilgi eksikliğinden dolayı adım atamıyor. Bu hem akademik seviyede, hem de meslek eğitimi seviyesinde geçerli. Bu sorunların giderilmesi taleplerimizi hükümete ilettik ve çıkacak sonuçları bekliyoruz. Bu arada, biz de üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz.”


KKTC’nin 30. kuruluş yılına Berlin’de kutlama

K

KTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami iki günlük temaslar için Almanya′nın başkenti Berlin′e geldi. Almanya′da üst düzey hükümet yetkilileri ile biraya gelip görüşmelerde bulunan Nami, görüşmelerin olumlu geçtiğini söyledi. Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası′nı ziyaret eden Nami, burada sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile bir araya geldi. Daha sonrasında basın mensuplarının sorularını cevaplayan Nami, Kıbrıs Rum kesiminin müzakere masasından ayrılmasını doğru bulmadığını açıkladı. “Biz KKTC olarak her zaman müzakerelerden yanayız.” ifadelerini kullanan Nami, Rum tarafını müzakere masasına dönmeye davet ettiklerini dile getirdi. Bu konuda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin özel gay-

T.C. Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen

Birgit Şen

yon ve işbirlikleri yapmalarını arzu ediyoruz.” diyen Nami, “Ancak Rum tarafı şu anda içinde olduğu konjonktürde Türkiye ile çeşitli sebeplerden dolayı sorunları olan ülkelerle ittifak yolunu seçmesi asla çıkar yolu olamaz.” dedi. Türkiye’nin bölgede en güçlü ülke olduğuna dikkat çeken Nami “Rum tarafının değişik yollara başvurarak ittifaklar kurmasına gerek yok. Bizimle bir masaya oturup dostluk ve ittifak kurmaya çalışırlarsa, bu Kıbrıs ve bölgedeki halk için en doğru ve başarılı bir çözüm olacaktır.” diye konuştu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de değinen Nami, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun adaylığını 15 Kasım’dan sonra açıklayacağını tekrar dile getirdi. “Kıbrıs Türk tarafında bir devlet politikası oluştu.” ifadesini kullanan Nami, “11 Şubat 2014’de imzalanan anlaşmaya KKTC’deki tüm siyasi partiler tam desteklerini beyan etti. Dolayı-

retlerini takdir eden KKTC Dışişleri Bakanı Nami, “Bu girişimleri destekliyor ve Rum liderin en kısa zamanda masaya geriye dönmesini arzu ediyoruz.” dedi. Alman hükümetinin Kıbrıs konusundaki yapıcı tutumlarını desteklediklerini ve temaslarında da olumlu izlenimler elde ettiğini belirten Nami, “Almanya’dan ve AB’den müzakere sürecinin durdurulması ile alakalı yeterince tepki gelmedi. Bu tepkiler farklı kanallar aracılığıyla daha yoğun bir şekilde olsaydı belki şimdiye kadar Rum lider ile müzakere masasında oturuyor olabilirdik. Bu durumda AB’den ve bilakis ki Almanya’dan daha ciddi tutumlar bekliyoruz.” çağrısında bulundu. “Biz Kıbrıs’ta ve bölgede her tarafın birbirine rağmen veya birbirine karşı değil, bilakis birbirine yardımcı olacak şekilde deklaras-

KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami

Almanya Federal Milletvekili Özcan Mutlu

sıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında da bugün belirlenen siyaset devam edecektir.” diye sözlerini bitirdi.

Müzakere için iki tarafın anlayışı gerekiyor Gecede Berlintürk mikrofonlarına açıklamalarda bulunan Alman Yeşiller Partisi Federal Milletvekili Özcan Mutlu ise, “tam 10 yıl önce, BM’nin sunduğu, Annan Planı adıyla anılan süreç başladı. Adadaki Kıbrıslı Türkler Annan Planı’nı onayladılar ama reddeden taraf Kıbrıs Rum kesimiydi. Burada artık adadaki “kötü taraf Türkler” tezi çürümüş oldu. Biz de, AB olarak, sınırlarımız içerisindeki bu son duvarın yıkılmasını istiyoruz. Bunun içinde diyalog şart. Her iki tarafın karşılıklı olarak tarihten gelen olayaları masaya yatırıp çözmeleri gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

7


8


İyi göçmene oturum, kötü göçmene sınır dışı

A

lmanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere′nin hazırladığı Oturum Yasası′nda değişiklikleri içeren yasa tasarısı Bakanlar Kurulu′nda kabul gördü. Buna göre, ülkeye uyum sağlamış, geçimini kendisi temin eden ve dil bilen yabancı bekâr sekiz yıl aralıksız ikamet etmesi durumunda hızlı bir biçimde süreli veya süresiz oturum alabilecek. Çocuk sahibi olanlarda ise altı yıl aralıksız ikamet şartı aranacak. İki yıl hapis cezası almış veya herhangi bir terör örgütünü destekleyen kişiler ise hızlı biçimde sınırdışı edilecek. Alman hükümeti, Federal İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve geçici oturum iznine sahip, belli şartları yerine getiren yabancılara süreli veya süresiz oturum hakkı tanınmasını sağlayacak olan Oturum Yasası’ndaki değişiklikleri öngören yasa tasarısını Federal Bakanlar Kurulu görüşmesinde kabul etti. Buna göre ülkeye uyum sağlamış dil bilen Duldung statülü (müsamaha isimli geçici oturum izni) bir yabancı bekâra Almanya’da 8 yıl aralıksız ikamet etmesi durumunda hızlı bir biçimde süreli veya süresiz oturum izni verilecek.Çocuk sahibi olanlarda ise 6 yıl aralıksız ikamet şartı aranacak. Aynı kişilerden ayrıca, geçimlerini kendileri çalışarak sağlamaları şart koşulacak. Gençlere veya küçük çocuğu olanlara aralıksız ikamet şartı olarak ise dört yıllık süreler de istisnai durumlar kapsamında değerlendirilebilecek. Almanya’da her an sınır dışı edilme korkusuyla yaşayan geçici oturum iznine sahip 100 bin kişinin ikamet ettiği belirtiliyor. Duldung oturumuna sahip yabancılar ilticacılardan oluşuyor. Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere tarafından hazırlanan ve Birlik Partileri

(CDU/CSU)/Sosyal Demokrat Parti’den (SPD) oluşan Büyük Koalisyon hükümeti tarafından kabul edilen Oturum Yasası değişiklikleri Federal Meclis’in de onayına sunulacak. Almanya’da iltica statüsünde yaşayan kişilerin topluma daha iyi uyum sağlamalarını hedefleyen ilgili yasa tasarısının suça karışmış aynı iltica statüsündeki yabancıların daha hızlı biçimde sınırdışı edilmelerini de öngörmesi dikkat çekti. Buna göre, geçici Duldung oturumuna sahip yabancılar işledikleri herhangi bir suçtan dolayı iki yıldan fazla hapis cezası almaları durumunda Almanya’dan hızlı biçimde sınırdışı edilecekler ve ülkeye yeniden girişleri 10 yıla kadar yasaklanabilecek. Hapis cezası almış kişilerin firar etmelerini engellemek için ise gözaltına alınabilecekler. Geçici oturuma sahip ilticacılar halen yürürlükte olan uygulamaya göre terör içerikli eylemlerden ötürü sınır dışı edilebiliyorlardı.

Terör örgütlerini destekleyenlerde sınır dışı edilecek Diğer taraftan ise, iki yıl hapis cezası almış Duldung statülü bir yabancının yanı sıra terör örgütlerini destekleyen, Almanya’da kalabilmek için resmi dairelere kimliği ile ilgili yanlış bilgi veren kişiler de daha hızlı biçimde sınırdışı edilebilecekler. İlgili yasa, IŞİD veya PKK gibi terör örgütleri arasında ayırım yapmaksızın yasaklılar listesinde bulunan tüm terör örgütlerini kapsayacak. Yasa tasarısına göre, Almanya’nın özgürlükçü düzenine karşı tehdit oluşturan, milli güvenliği tehdit eden, terör örgütlerine destek verenler, terörü destekleyen kuruluşlara üye olanlar, teröristlere yataklık yapanlar ve terör propagandası yapanlar da daha hızlı biçimde sınırdışı edilecekler.

Tercübeli bir ekip tarafından yürütülen geni kapsamlı bir tedavi veya psikiyatrik yardıma ihtiyacıınız varmı? Zamanında kriz önleme ile hastanede yatarak tedavı görmenin önüne geçmekmi istiyorsunuz? O halde Psikiyatri Polikliniğimize başvurunuz. Doktorlar, psikologlar, uzman hemşiriler, sosyal hizmet uzmaları ve ergotherapistlerden oluşan ekibimiz sizler için göreve hazır. Tedavi kapsamımıza giren hastalıklar: şizofreni, duygudurum ve şizoafektif bozukluklar, ağır kişilik bozuklukları, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılıkları ile psikotraumalar. Göçmen kökenli hastaların tedavisi sunduğumuz tedaviler arasında önemli bir yer tutmaktadır.

Görüşme saatleri: /// Pazartesi: 10.00 – 18.00 /// Salı: 08.00 – 19.00 /// Carşamba: 10.00 – 14.30 /// Perşembe: 08.00 – 19.00 /// Cuma: 08.00 – 16.00 Telefon: (030) 23 11 - 21 20 Psychiatrische Universitätsklinik der Charité im St. Hedwig-Krankenhaus Psychiatrische Institutsambulanz (Josefshaus, 5. Etage; mit Aufzug) Ärztliche Leitung: PD Dr. med. Meryam Schouler-Ocak Große Hamburger Straße 5–11, 10115 Berlin E-Mail: st.hedwig@alexius.de Internet: www.alexianer-berlin-hedwigkliniken.de

9


Tutuklu Karabağlılar için özgürlük talebi

A

zerbaycan Öğrenci Ağı′nın (Azerbaijan Student Network) üyeleri, Haziran ayında Dağlık Karabağ bölgesinde Ermenistan askerleri tarafından tutuklanan iki Azerbaycan vatandaşının serbest bırakılması için Berlin′deki Brandenburg Kapısı′nın önünde bir eylem düzenledi. Haziran ayında, annelerinin mezarını ziyaret etmek için Karabağ’a geçen Hasan Hasanov, Dilgem Askerov ve Şahbaz Quliyev bölgedeki Ermenistan askerleri tarafından alıkonulmuş, Hasan Hasanov hayatını kaybetmiş, diğer iki Azerbaycanlı ise tutuklanmıştı. Merkezi Berlin’de bulunan Azerbaycan Öğrenci Ağı ise, tutuklu iki Azerbaycanlının durumuna dikkat çekmek için, Brandenburg Kapısı önünde bir dayanışma eylemi düzenledi. Pariser Platz’ta bulunan insanlara konu hakkında bilgiler veren Azerbaycanlı öğrenciler, daha sonra gönüllü insanlarla beraber “solidarität” (dayanışma) yazan kağıtlarla resimler çektirdiler. Konuyla ilgili Azerbaycan Öğrenci Ağı adına bilgi veren Genel Sekreter Elshan Atayaroğlu İsmayilov, siyasi olarak aktif bir örgüt olmadıklarını, buna karşın tutuklu bulunan iki Azerbaycanlı konusunda büyün insan hakları olduğunu belirtti. Bugüne kadar siyasi aktivitelerin içinde yer almadıklarını belirten Genel Sekreter, buna karşın Hasanov, Askerov ve Quliyev’in Karabağ doğumlu olduklarını ve annelerinin mezarını ziyaret etmek isterken bu olayların yaşandığını belirterek, buradaki amaçlarının insan hakları ihlallerine dikkat çekmek olduğunun altını çizdi. Hasan Hasanov’un öldürülmesinin ardından, Dilgem Askerov ve Şahbaz Quliyev’in yargılanmalarına Ermenistan’da devam ediyor. İki tutuklunun serbest bırakılması yönünde talepler sürerken, bu yönde

10

Dünya kamuoyundaki sesler her geçen gün artıyor. Azerbaycan Öğrenci Ağı′nın (Azerbaijan Student Network) üyeleri, Haziran ayında Dağlık Karabağ bölgesinde Ermenistan askerleri tarafından tutuklanan iki Azerbaycan vatandaşının serbest bırakılması için Berlin′deki Brandenburg Kapısı′nın önünde bir eylem düzenledi. Haziran ayında, annelerinin mezarını ziyaret etmek için Karabağ’a geçen Hasan Hasanov, Dilgem Askerov ve Şahbaz Quliyev bölgedeki Ermenistan askerleri tarafından alıkonulmuş, Hasan Hasanov hayatını kaybetmiş, diğer iki Azerbaycanlı ise tutuklanmıştı. Merkezi Berlin’de bulunan Azerbaycan Öğrenci Ağı ise, tutuklu iki Azerbaycanlının durumuna dikkat çekmek için, Brandenburg Kapısı önünde bir dayanışma eylemi düzenledi. Pariser Platz’ta bulunan insanlara konu hakkında bilgiler veren Azerbaycanlı öğrenciler, daha sonra gönüllü insanlarla beraber “solidarität” (dayanışma) yazan kağıtlarla resimler çektirdiler. Konuyla ilgili Azerbaycan Öğrenci Ağı adına bilgi veren Genel Sekreter Elshan Atayaroğlu İsmayilov, siyasi olarak aktif bir örgüt olmadıklarını, buna karşın tutuklu bulunan iki Azerbaycanlı konusunda büyün insan hakları olduğunu belirtti. Bugüne kadar siyasi aktivitelerin içinde yer almadıklarını belirten Genel Sekreter, buna karşın Hasanov, Askerov ve Quliyev’in Karabağ doğumlu olduklarını ve annelerinin mezarını ziyaret etmek isterken bu olayların yaşandığını belirterek, buradaki amaçlarının insan hakları ihlallerine dikkat çekmek olduğunun altını çizdi.


Kendimi başarılı görüyorum. Çünkü ben tüketen değil, üreten bir insanım


Berlitürk - Veli Bey, siz Berlin’de tanınan ve önemli işler yapan bir işverensiniz. Kendinizi başarılı buluyor musunuz? Veli Tüfekçi - Ben bildiğiniz gibi mobilya sektöründeyim. Çok başarılı mıyım, ona ben karar veremiyorum. Ona sizlerin karar vermesi ve takdir etmesi gerekiyor. Ama ben kendimi şu anlamda birazcık başarılı görüyorum. 94 senesinden beri bu sektördeyiz ve yaklaşık 2000 yılından beri mobilya sektörünün tamamında işler yapmaya başladık. 20. yılımızı dolduruyoruz ve bu sürede üretime geçebilmiş olmak bizi çok sevindiriyor ve onurlandırıyor. Öte yandan, benim kendimi tam anlamıyla başarılı sayabilmem için, yanımda çok kalifiye ve sayısı yüzlerle ifade edilen işçiler çalıştırmam gerekiyor. BT - Bu 20 yıl içerisinde Almanya’da sizin bakış açınızla neler değişti ? V.T. - Biz mobilyada işe başladığımızda alıcı sayısı çok fazlaydı. İki Almanya’nın birleşmesinden doğan alım gücü farklıydı, paranın farklı bir değeri vardı. O zamanlar küçük esnaf diyebileceğimiz mobilyacılar çoktu. Mahalle arasındaki küçük dükkanlarda da mobilyacılık yapılıyordu. Şimdi mobilya sektörü büyük şirketlerin eline geçti ve o büyük şirketler daha önce Berlin’in tek noktasındayken, şimdi her mahallesinde bir mobilyacı haline geldiler deyim yerindeyse. Onlar halka daha rahat ulaşabiliyorlar, daha profesyonel yaklaşabiliyorlar. Biz tabi henüz o gücü elimizde bulamıyoruz. Özellikle reklam konusunda daha zayıf kalıyoruz. Biz kendimizi farklılaştırarak bu sektörde tutunmaya çalışıyoruz. Bu farklılıkların başında hizmet kalitesi ve fiyat gelmektedir. Bunun dışında da, piyasadaki bazı eksikler üzerinden farklılık yaratmaya çalışıyoruz. Nedir bu farklılık? Üretimdir. Üretim dediğimiz zaman, biz kendi döşemeli yataklarımızı üretiyoruz. Aynı zamanda, restoranlar için özel sedirler, yani masa sandalyelerini üretiyoruz. Son bir senedir ise, duvardan duvara dediğimiz yatak odalarının üretimine başladık. Büyük şirketler bu tarz özel üretimleri hızlı bir şekilde temin etmekte zorlanıyor. Bu da bizim piyasa içerisinde parlamamızı sağlıyor. Yani, hayat zorlaşması insanı yeni keşiflere itiyor. BT – Sipariş üzerine üretim çok özel bir alan. Bu alana geçişteki temel motivasyon neydi? V.T. - Samimiyetle cevap vermek gerekirse, önce kendimize faydalı olmak istedik. Eğer biz standartların içinde kalmış olsaydık, yaşama şansımız olmayacaktı. Biz bir çıkış yolu aradık. Büyüklerin yapamadığı, hareket alanımızın daha geniş olduğu bir alan olduğu için üretimi tercih ettik. Tabi, bu üretim özelden çoğula geçtiğimiz zaman halkımıza da belirli bir hizmet oluyor. Çünkü, seri üretimlerde belirli standartların dışında dolaplar veya yataklar bulamıyorsunuz, bulsanız dahi çok aşırı pahalı oluyor. Biz bunu yine fiyatı kontrol altında tutarak daha hızlı ve daha iyi hizmet verebilme anlayışıyla ve en çok da herkese yararı olsun mantığıyla gerçekleştirdik. BT – Kalifiye eleman açığını nasıl kapatmaya çalışıyorsunuz ? V.T. - Kalifiye eleman açığını başta kendi yanımızda yetiştirdiğimiz arkadaşlarla gidermeye çalışıyoruz. Bunun dışında, tabi ki dışardan arkadaşlarımız veya elemanlarımızda var.Arbeitsamt ile ortak çalışmalarımız var, onlar bize işçi gönderiyor. Aynı zamanda kendi öğrencilerimiz var, kendimize satıcı yetiştiriyoruz. Üretimde kendi bünyemize faydalı elemanları yetiştirmek için, devlet daireleri ile iletişim halindeyiz. BT – Peki, size dönecek olursak, Veli Tüfekçi nerede doğdu, nerede hangi koşullarda büyüdü? Bize biraz kendinizi anlatır mısınız? V.T. - Ben Türkiye’de doğdum. Aslen babam Çorumlu. Annemin babası 1938 olaylarından sonra Tunceli bölgesinden Çorum’a göç etmiş birisi. Babamlar çok büyük bir aile. Daha sonra ise, geçim sı-

kıntısı yüzünden babam Manisa’ya göç etmek zorunda kalmış. Ben Manisa’da 1964 yılında doğdum. Manisa’da ilkokulu bitirdim. Ama yaşadığımız yerdeki ortaokul iki sene sonra açıldı. Okulun ilk öğrencilerinden biri benim. Yine, o köyden devlet parasız yatılı okulunu kazanan ilk ve son insan da ben oldum. Devlet parasız yatılı okulunu bitirdikten sonra, Erzurum Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Bölümü’ne girdim ve oradan mezun oldum. Şimdi de burada yaşıyorum. BT - Almanya’ya gelişiniz nasıl oldu? O yıllarda “özel iş yapacağım, kendi işimi yapacağım ve bağımsız çalışacağım” diye bir düşünceniz var mıydı ? V.T. - Ben Türkiye’de fizik bölümünü bitirdim ve Türkiye’yi öğretmen olarak terk ettim. Eğer öğretmenlik yapmış olsaydım, iyi bir öğretmenlik yapacağımı düşünüyordum. Almanya’ya geldiğimde de doktora yapmayı düşünüyordum, ancak birinci kızımdan sonra çalışmak zorunda olduğumu hissettim. Ailemle birlikte çalışmaya başladık, para kazanmam gerekiyordu ve Almanca da bana çok zor geldi. Zorlanınca okulu da biraz aksattım. Artık üniversiteye hiç kayıt yaptırmadan, burada ticaretle ilgili bir şeyler yapmaya çalıştım ve ticaretin içine girdim. Yaptığım işin en iyisini yapmaya çalışıyorum, umarım başarılı olurum. BT – Evlisiniz ve üç kızınız var. Berlin’de yaşam sizin için nasıl geçiyor? V.T. - Çok sevdiğim bir eşim ve çok sevdiğim 3 kızım var. Kızlarımdan bir tanesi evlendi. Kızımın düğününde bu kadar mutlu olacağımı düşünemezdim. Ben eşimin hep yanımda olmasını istiyorum ve yanımda olacağını inanıyorum. Umarım hep sağlıklı bir şekilde yanımda olur ve ben de sağlığıma dikkat ederek onun yanında olmak istiyorum. Kızlarımın iki tanesi üniversite okuyor, bir tanesi de üniversiteye hazırlanıyor. Umarım okuyup başarılı olacaklar. Tek dileğim de bu. İnşallah içinde yaşadığı topluma yararlı insanlar yetiştirebilirim. Şu ana kadar görüntü bu yönde. Umarım bundan sonra da, özellikle iş hayatında da başarılı olurlar. BT – Son yıllarda Berlin, Avrupa’nın en çok parlayan başkenti oldu belki de. Turizm çok gelişti. Bu durum sizin sektöre yansıdı mı? Yansıması için neler yapılması gerekiyor ? V.T. - Turizm ve mobilya arasında ilişki yok gibi dursa da, bana göre ilişkisi var. Bunun hem iyi, hem de kötü tarafları var. Şöyle ki, Berlin’in üretim merkezinden hizmet sektörüne girmesi, belirli dallardaki gelişmeyi sağlarken, yerleşik insanlardaki alım gücünü düşürdü. Özellikle bizim parçası olduğumuz toplumda işsizlik seviyesi çok yüksek ve öğrencilerimizdeki eğitim seviyesi çok düşük.Bunlara karşı bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Bu durumu mobilya sektöründe nasıl bir avantaja çevirebiliriz sorusunu kendi bakış açımızla şöyle değerlendirdik. Turizm sektöründe, özellikle temel ihtiyaçlardan olan masa-sandalye tarzı ürünlerde, başta Berlin’deki gastronomi sektörüne hizmet vermeye başladık. Mobilya sektörünün bir parçası olarak, oradaki açığı biz kapatmak istiyoruz. BT - Bu branşta sizin en çok sevdiğiniz ve sizi ilgilendiren şeyler nelerdir? V.T.- Sonuçta, bu dünyada yaşıyoruz ve insanlara hizmet etmekteyiz. Üretim yapıyor olmak şu aşamada beni en çok ilgilendiren konu. Üretimde bir şeyler başarmak ve hayal ettiğinizi elinizle tutabilmek çok güzel. Sanırım bu nokta beni çok ilgilendiriyor. O nedenle üretimi elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde, çok daha olumlu bir şekilde yapmaya çalışacağım. BT - Üretiminizi rakamlarla bize anlatın desek, bir fizikçi olarak nasıl yaklaşırsınız? V.T. - Şu anda rakamlar elimde yok ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Geçen seneki yaptığımız ciromuzun yaklaşık %30’u kendi üretimimizdi. Bu yılki ciromuzun yaklaşık %35’i kendi üretimimiz olacak. Bu da bizi çok sevindiriyor.


13


BT - Göçmen kökenliler arasında çoğunlukla bulunuyor gibi gözüküyoruz, sadece onlar için üretiyoruz gibi gözüküyoruz. Siz buna katılıyor musunuz? “Almanlara hizmet” denilince aklınıza ne geliyor? V.T. - Biz, konum olarak Spandau’dayız. Spandau’da bizim Alman müşteri sayımız biraz daha fazla, ciromuzu biraz daha yabancılardan yapıyoruz. Hatta, Alman müşterilerimizle ilişkimiz de son derece olumlu, diyalogumuz daha pozitif diyebilirim. Bu da bizi sevindiriyor. Almanya’daki sosyal hayatta, Almanya içinde çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz bu toplumunun bir parçasıyız ve biz kendimizi burada mutlu hissediyoruz. Bu mutluluğumuzun devam edebilmesi için Alman toplumu ile de çok iyi diyalog kurulması gerektiğini biliyoruz. Bunun bilincindeyiz ve bunun için de bir şeyler yapıyoruz. Ben kendi adıma söyleyecek olursam, Spandau’da bir kuruluşa üyeyim. Onlarla beraber hareket edip, Spandau’yu daha verimli, daha yaşanılabilir hale getirme çabası içindeyim. TDU ile Türk toplumu içindeyim. Ama aynı zamanda, TDU ile birlikte Berlin’e, dolayısıyla da Almanya’ya nasıl hizmet edebiliriz diye düşünüyoruz. Benim aynı zamanda Spandau’da bir futbol derneğim var. Orada da futbol ile gençlerimize hizmet vermeye çalışıyoruz. Gençlerimizi sokaktan kurtarıp, tüketen değil üreten insanlar konumuna getirmeye çalışıyoruz.

“Almanya siyaseti ile çok daha fazla ilgilenmeliyiz” BT – Pek çok sivil toplum örgütünden bahsettiniz. Bunlar önemli sivil toplum örgütleri ve örgütlenmeye inanıyorsunuz. Sizce örgütlenme neden bu kadar önemli ? V.T. - Ben örgütlü toplumların daha iyi niyetli ve hizmette başarılı olacağına inanıyorum. Tek başınıza cesaret edemediğiniz bazı hareketleri, davranışları ve hizmetleri, örgütlü toplum olarak daha çabuk ve daha kolay gerçekleştirebilirsiniz. Burada, Türk atasözünün dediği gibi “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”. Bizim elleri çoğaltarak sesi fazlalaştırmamız gerektiğini inanı-

yorum. Önyargılardan sıyrılıp, bu iki toplum arasındaki paralel toplum yaşamından kurtulup bir arada yaşamamız gerekiyor. Almanlarla göçmen kökenliler arasında olduğu kadar, iyi eğitimli ya da iyi eğitimsiz insanlar arasında her türlü ayırımı aşıp birlikte yaşama kültürünü oluşturmamız gerektiğine, bunu da sivil toplum örgütlerinin içinde bulunarak başarılabileceğine inanıyorum. Bu nedenle de her türlü kurum ve toplumun içinde yer almaya çalışıyorum. BT – Buradaki Türk toplumu konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce Berlin’i ve Almanya’yı ele alırsak, bizim toplumumuz içinde tek sesten söz etmek mümkün mü ? V.T. - Berlin’de yaşayan Türk toplumunu düşünecek olursak, buradaki kesimin Türkiye’nin bir aynası konumunda olduğunu görüyoruz. Türkiye’de olan olaylar bizi ilgilendiriyormuş gibi geliyor, buna da bizi itiyorlar. Ben bunun, burada yaşayan Türk toplumuna pek yarar getireceğini düşünmüyorum. Biz Türk toplumu olarak Türkiye’deki partilerin bir uzantısı gibi çalışmaya, kurumlaşmaya ve sivil toplum örgütü olmaya çalışıyoruz. Bu tamamıyla yanlış. Türkiye ile ilgisiz kalamayız. Orası anavatanımız, oradan geldik. Parçalarımız orada, köklerimizin uzantıları orada ama biz artık Berlin’de yaşıyoruz. Almanya siyaseti ile çok daha fazla ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Türk toplumunun artık korkularından uzaklaşması gerekir. Biz eğer kendi eğitimimizi, bilgimizi, beceremizi arttırırsak, üzerimizdeki korkuyu da atabiliriz. Dinimizi kaybetmemiz diye bir olay olamaz mesela. Türk toplumunun birçoğu dinini, milliyetçiliğini ve kültürünü kaybetmekten korkuyor. Bilinçli bir toplum hiçbir şeyini kaybetmez. Sadece kendi kültürünü, dinini ve dilini zenginleştirir diye düşünüyorum. Bu bağlamda görüyorum ama Türk toplumu bana göre buna biraz uzak. BT – Berlin’de yaşayan Tükiye kökenli nüfusu göz önüne aldığımızda, farklı inanç ve kültür gruplarının bu kimliklerini açık bir şekilde yaşadıklarını görüyoruz.Tüm bu oluşumların sentezini yaparsanız kafanızda nasıl bir resim görüyorsunuz ? V.T. - Buradaki Türk toplumunun en önemli sorunlarından bir tane-


si, bir arada hareket etme konusunda yetersiz kalmasıdır. Parçalar güzel ama o parçaların bir bütünlük içerisinde işlevlerini yerine getirmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu bir örnekle anlatacak olursak, bir saatin veya bir motorun dişlilerinden herhangi birisi olarak görebiliriz. Her dişlinin kendi görevini yapması gerektiğine inanıyorum. O tür kuruluşlar mutlaka olmalı, ama ben o tür kuruluşların belli bir noktadan sonra işlevlerini yapamaz hale gelip, artık birleştirici bütünleştirici olmak yerine ayrıştırıcı, ötekileştirici konumuna geçebildiklerini görüyorum maalesef. Biz burada kalıcıyız. Burada Alman Toplumu ile beraber neler başarabiliriz, o çok önemli. Buradan kendi ait olduğum topluma dönecek olursam, benim milliyetçilik anlayışım Atatürk Milliyetçiliği. Anadolu sınırları içerisinde her insanın mutlu olmasını diliyorum. Ondan sonra da, Almanya’daki insanların mutluluğu benim için önemli çünkü ben burada yaşıyorum. Ondan sonra da Dünya mutluluğu diyeceğim ama bu biraz zor olur. Bizim için hedef Anadolu’nun mutluluğu, ailemizin ve Almanya’nın mutluluğu olması gerekiyor. BT - Berlinli 20 yıllık bir işveren olarak baktığınız zaman, Almanya’daki göçmen işverenlerin durumunu nasıl görüyorsunuz ? V.T. - Ben Türk girişimci olarak, Berlin’de halen daha işadamı konumundaki insanları çok göremiyorum. Hala emekçi insanları görüyorum. Hala her işini kendisi yapan insanları görüyorum. Hala iş yönetiminde, işçilerle olan diyalogda, çalışan elemanların yönetimi gibi konularda çok problemlerimiz ve yetersizliklerimiz olduğunu düşüyorum. Bizim şirketlerimiz aile şirketleri. Ailenden birileri eksildiği zaman, bu şirketlerin devam etme şansları yok gibi duruyor. En yaşlı şirketimiz 25 yaşındadır. 30 ya da 35 senelik şirketimiz neredeyse yok. Biz 20 senelik bir şirketiz. Bu şirketimiz eğer 50 senelik olursa bir kurumsallaşmadan bahsedebileceğiz. Berlin’deki işadamlarının da dişlerini sıkıp, eğitime önem verip, çocuklarını kendi yerlerlerine hazırlaması gerektiğine inanıyorum. Bu potansiyel Türk toplumunda var, çünkü biz aile kavramına çok önem veren bir toplumuz. Eşimizin, dostumuzun, çocuklarımızın olması bizi üzmez, aksine sevindirir çünkü çocuğa ayırdığımız zaman ve emeği belki de kendimizin sigortası olarak görüyoruz. Bu tarz bakış açıları, bize Türkiye’den kalma şeyler. Bu da bizim için bir artı aslında. Çocuklarımızla birlikte aynı evi paylaşabilen bir toplumuz biz. Bu aile ilişkilerinin, iş hayatında bize artı olarak geri dönmekte olduğuna inanıyorum. BT – Almanya’daki Türk işveren örgütlerinin, Alman işveren örgütleriyle aynı ciddiyette çalıştığını, ya da aynı oranda ciddiye alındığını düşünüyor musunuz? V.T. - Ben, bireylerin ya da toplumsal yapıların söylediği sözlerin her koşulda ciddiye alınması gerektiğine inanıyorum. Bu benim için çok geçerli ve önemli. Eğer ben bir söz verdiysem, bunun toplumda kabul görmesini isterim. Tabi ki bağlı bulunduğumuz Türk İşverenler Kurumu (TDU) da bir açıklama yaptığında, vermek istediği mesajı enine boyuna hesaplayarak bir kerede söylemesi gerekir. Ve söylediğinin de arkasında durması gerekir. Özür dilemek erdemliliktir ama her seferinde de özür dilemek zorunda kalmamak gerekir. Ben TDU’da olduğum sürede özür dileyecek konuma düşmedim çok şükür. Ama şunun da unutulmaması gerekir ki, bizler işimizden geriye kaldığı kadarıyla bu kurumlara zaman ayırabiliyoruz. Bu, bir kurumun daha canlı ve sağlıklı yaşabilmesi için yeterli değil. Bu yapıların biraz daha kurumsallaşması gerekecek. Bunun için de sekreteryasının çok daha iyi, çok daha verimli, çok daha kalabalık olması gerekiyor. Bunların hepsi onursal olarak yapılan işler olduğu için ve hep oradaki işverenlere ve üyelere dayandığı için hala zorlanıyoruz, ekonomik bağımsızlılığını elde edememiş kurumlar olarak. Ama bunu aşacağımıza inanıyorum. Güzel şeyler olacak. Biz bu topluma kendimizi kabul ettirebilmek için daha fazla çalış-

mak zorundayız ve daha fazla öğrenmek zorundayız. Çocuklarımız sokaklarda gezen değil, Hauptschulelere giden, Hauptschulelere değil Gymnasiumlara giden, Gymnasiumlara değil üniversitelere giden nesiller olmalılar. Bugün istatistiklere baktığımız zaman, Türkiye kökenlilerin durumu maalesef hiç de iç açıcı değil. İşadamları ve aileler, gençlerin eğitimine çok daha fazla eğilmek zorunda. Bizim ailemizde, dört evimizde toplam dokuz tane çocuğumuz var. Bunların yedi tanesi üniversiteye giderken, iki çocuğumuz da üniversiteye hazırlanıyor. Yani, bizler eğitimin önemine inanan insanlarız. Herşeyin, eğitim ve samimiyetle çözülebileceğine inanıyoruz. Ben de bunu her alanda uygulamaya çalışıyorum. İnşallah, başarılı da oluruz. BT – Günümüzde medya dördüncü büyük güç olarak değerlendiriliyor. Siz bir Türkiyeli olarak, Türklerin medyada yeterince yer aldığını düşünüyor musunuz? V.T. - Tabi, her alanda olduğu gibi, medyada da toplumumuzun önemli eksikleri bulunuyor. Ancak, bu alanda çalışan arkadaşlarımızın kendi değerlendirmelerini yaptığını ve eksik gördükleri yerlerde kendilerini geliştirmek için çalıştıklarını düşünüyorum. Öte yandan, bu sektördeki temsilcilerimizin de birbirlerinin tecrübelerinden yeterince faydalanamadığını ben dışarıdan gözlemliyorum ki, bu da toplumumuzun genel sorunlarından bir tanesi. Umarım bu sorunlar çözülür. BT – Siz mobilya sektöründe hem üretim hem de satış faaliyeti içindesiniz. Berlin gibi bir şehirde, sektörün farklı alanlarını bir arada götürüyorsunuz. Önümüzdeki on senede hedefleriniz nelerdir? V.T. - Ben geleceğimi üretimde ve internet üzerinden ürün satışında görüyorum. Bu nedenle, bu iki alanda kendimi geliştirebilirsem, bu sektörde ayakta kalabileceğimi ve güçlenebileceğimi düşünüyorum. Bunun dışında da, bu süre zarfında çocuklarımın eğitimlerini tamamladıktan sonra, belirli bir iş tecrübesine ulaşarak şirketime entegre olmasını umut ediyorum. BT – Son olarak, geride kalan elli yılı değerlendirdiğinizde, göçmenler olarak yeterli aşamayı katettiğimizi düşünüyor musunuz? Sizce bugün Türkiyeli göçmenler Almanya’nın ve Avrupa’nın neresinde? V.T. - Son elli yıl perspektifinde baktığımızda, göçmenlerin müthiş bir yol katettiklerini kesinlikle söyleyebilirim. Genel olarak ise, bugün gelinen noktayı yeterli görmememiz, tembellik yapmadan, daha çok çalışarak kendimizi daha fazla geliştirmemiz gerekiyor. Benim Almanya’ya 1960lı yıllarda gelmiş bir amcam vardı. Konuştuğumuzda, bana sürekli “Oğlum, biz buraya değneğimizi bırakıp gelmiştik” derdi. Değnekten kastettiği, daha önce yaptığı çobanlıktı. Eğitim seviyesi sıfır, okur-yazarlığı olmayan ve buradaki iş gücü ihtiyacından ötürü buraya gelen bu insanların çoğu, her gün bir sonraki gün Türkiye’ye dönebileceği düşüncesiyle yaşıyorlardı. Özellikle, 80li yılların ortalarında, Almanya’nın da teşviğiyle Türkiye’ye dönenler olduğunu düşünürsek, Almanya’daki Türk toplumu olarak bizim kendimizi başarılı saymamız gerekiyor. Ben 90lı yıllarda gelen birisi olarak kendimi başarılı görüyorum. Çünkü ben tüketen değil, üreten bir insanım. Ben topluma katkı sağlıyorum, öğrenci yetiştiriyorum ve bu sayılar Türk toplumunda her geçen gün artıyor. Her ne kadar, Türkler içinde bulundukları durumdan ötürü, bazı işlere çok hızlı girişip, bu sebeple iflasla karşılaşabiliyor olsalar da, inatçı bir toplumumuz var. Belki de, savaşçı bir geçmişten gelen bu özellikle, buradaki toplumumuzun ekonomi alanında da çok çetin bir şekilde savaştığını düşünüyorum. Tabi ki gelinen noktayı yeterli görmemiz mümkün değil. Halen daha yapılması gereken çok şey var. Ama buraya bir insan değil de, sadece kağıt üstündeki bir iş gücü değeriyle gelen ve her söylenene “Jawohl” (Emredersiniz) diye cevap veren nesillerden, kendilerine söylenene “Warum?” (Neden?) diye sorarak yaklaşan nesillere ulaşmış olmak da, bizim için nerede durduğumuzu görmemiz açısından önemli bir veridir.


Dilek Kolat Başbakan Yardımcısı oldu Almanya’da, 2011 yılından bu yana Berlin Eyaleti Çalışma, Aile ve Uyum Bakanlığı görevini yürüten Dilek Kolat, eyalet başbakan yardımcılığı görevine atandı. Kolat’ın Berlin Eyaleti Çalışma, Aile ve Uyum Bakanlığı ile başbakan yardımcılığı görevini birlikte yürüteceği öğrenildi. 2006-2011 yıllarında SPD Berlin Eyalet Meclis Grup Başkan Yardımcısı ve partinin mali konularla ilgili sözcüsü olan Kolat, 2011 yılının Aralık ayından bu yana Berlin Eyaleti Çalışma, Aile ve Uyum Bakanlığı görevini yürütüyordu.

16


Spandau Päwesiner Weg 27 13581 Berlin 030 - 33 50 70 41 Mo-Fr 9.30-20.30 Sa 9.30-18.00 American Dinerbank Vegas ab

159,-

American Dinerbank Berlin ab

229,-

Schöneberg Hauptstraße 146 10827 Berlin 030 - 95 59 99 81 Wedding Müllerstraße 133 B 13347 Berlin 030 - 95 59 41 35

Aus eigener Herstellung für Gastronomie und Privat. Alle Farben, Farbkombinationen und Maße lieferbar!

RIESEN-AUSWAHL an SPITZEN-MÖBELN TOP-ANGEBOTE & SUPER-PREISE Beratung / Finanzierung / Lieferservice / Entsorgung Maßanfertigung möglich

ipp t m i e h Der Ge dau! n in Spa

online-shop

www.moebelland24.de


18


Giyim sektöründe yeni bir renk Berlin’in başarılı iş kadınlarından İfakat Cüneytoğlu yeni bir iş yerini daha hayata geçirdi. Daha önce, Hakiki Gaziantep baklavaları ile Berlin’de adından sıkça söz ettiren ve kaliteli ürünleriyle ün sahibi olan Cüneytoğlu, konfeksiyon branşında da iddialı bir atılımda bulundu. Mağazanın açılışında yoğun ilgi gören İfakat Cüneytoğlu, mağaza ve ürünlerle ilgili Berlintürk’e özel açıklamalarda bulundu. Bugüne kadar kendi üretimini yaptığı baklava ve börek gibi ürünlerle geniş bir müşteri profiline ulaşan Cüneytoğlu, ticaretteki tecrübesini bundan sonra farklı alanlarda değerlendirme niyetinde olduğunu söylerken, yeni bir alana girmenin kendisini korkutmadığını sözlerine ekledi. Konfeksiyon sektörünün oldukça renkli bir dünyasının olduğunu söyleyen Cüneytoğlu, ürün çeşitliliği ve ha-

İfakat Cüneytoğlu 19

zırladıkları özel tasarımlarla beraber insanların özel ve mutlu günlerine ortak olabilmek adına böyle bir işe girmeye karar verdiğinin altını çizdi. Son dönemde Berlin’deki yüksek işsizlikten ötürü pek çok kişinin esnaflığa yöneldiğini belirten başarılı girişimci, buna karşın ticaretin oldukça zor ve aldatıcı olduğunu belirtirken, bu sebeple insanların büyük borçlar altında ezilebildiğini vurguladı. Özellikle Berlin’de kaliteli çalışan bulmanın oldukça zor olduğunu söyleyen İfakat Cüneytoğlu, işletme sahibi kişilerin aynı zamanda kendi dükkanlarında işçi olarak da çalıştığını, bu yüzden de bu ekonomik durumda “patron” olup köşeye çekilmenin mümkün olmadığını söyledi.


Sakine Albayrak

Yuva eğitiminde güvenilir el

G

ünümüz toplumunda çocuk gelişimi ve onlara ne şekilde bir eğitim sunulacağı büyük tartışma konusu. Çocuğun en temel eğitimi ailede verilmeye devam etse de, çok küçük yaşlarda başlanılan yuva ve okul öncesi eğitimler, bireyin bütün bir yaşamı boyunca devam eden davranışlarına çok derin etkiler bırakıyor. “Ağaç yaş iken eğilir” atasözünde olduğu gibi, çok küçük yaşlarda

20


verilen eğitim, bireylerim eğitiminden öte, onları ömür boyu tanımlayacak karakterlerinin oluşmasında önemli bir rol oynuyor. Bu nedenle pek çok aile, çocukları henüz daha 2-3 yaşlarında iken, nasıl bir yuva tercih etmeleri gerektiğini düşünmeye başlıyorlar. Berlin’de yuva olarak hizmet veren ve geçtiğimiz günler 20. yılını kutlayan Nasreddin Kita e.V., çocuk gelişimi konusunda hem sıcak hem de profesyonel bir çalışma yöntemini benimsemiş. Yuvanın sahibesi ve aynı zamanda kendisi de çocuk bakım ve eğitim uzmanı olan Sakine Albayrak, çok çocuklu bir aileden gelmenin neticesinde bu alana yönelmiş. Berlin’e 1969 yılında, henüz 6 yaşında iken ailesiyle birlikte gelen Sakine Albayrak, pek göçmen işçi ailesinin çocuğu gibi, geniş bir ailede büyümüş. “Hayatım boyunca çocuklarla iç içeydim. Sürekli çocuklarla vakit geçirmek, onlara yardım etmek, acılarını azaltmak, onları teselli etmek gerekiyordu.” diyen Albayrak, çocuklara yardım etme arzusundan hiç vazgeçmemiş. Sakine Albayrak, çocuk eğitimine hep çocukların tarafından bakmayı tercih eden birisi. “Genellikle çocukların hakları gözetilmiyor. Bu da, çocukların mutsuz olmasına neden oluyor. Oysa, çocukların güldüğü, mutlu olduğu bir dünya yaratmak bizlerin elinde” diyor Albayrak. 1994 yılında kurulmuş olan Nasreddin Kita’nın ismi, Nasreddin Hoca’dan geliyor. Sakine Albayrak, kendisine her zaman çok yardımcı olan ailesi bile birlikte karar almış isim konusunda. Yuvanın açılış sürecinde kendisine bir diğer önemli desteği de öğretmen arkadaşlarının verdiğini söyleyen Albayrak, ilk yıllarda çok yoğun bir tempoda çalıştığını, ancak edindiği güçlü altyapı sayesinde bu zorlukların üstesinden geldiğini belirtiyor. Şu anda, Nasreddin Kita’da çalışan çok sayıda eğitmen var. Albayrak, bu eğitmenlerin işe alımında oldukça dikkatli olmaya çalıştıklarını, çünkü çocuklarla iletişimin son derece önemli olduğunu söylüyor. “Benim için eğitmenlerin işlerine de kendi evleri gibi sahip çıkmaları çok önemli” çok önemli diyen Albayrak’a en çok mutluluk veren şeylerden bir tanesi de kendi büyüttüğü çocuklarla karşılaşmak. Sakine Albayrak, bir çocuk yuvası eğitiminde ise en çok üzerinde durulması gereken konuları şöyle sıralıyor;

“En başta çocuk sevgisi, uzmanlık, yetişmiş olmak, aileye açık olmak, onları bir para aracı değil insan olarak görüp, kendine has özelliklerini bilmek, çocukları yönlendirebilmek. Bunun dışında çocukların korkmadan öğrenmeleri ve baskı altında hissetmemeleri de çok önemli benim için.” Serbest çalışma kabiliyeti, kendi ayakları üzerinde durma ve çok kültürlü bir ortamda yetişmiş olmak, Nasreddin Kita’ya giden çocukların öne çıkan en temel özellikleri arasında yer alıyor.

Maria Montessori Konsepti Kita Nasreddin’in bir diğer önemli özelliği de, 2007 yılında beri çocuk gelişimi konusunda uyguladıkları Maria Montessori Konsepti. 13 farklı ülke kökeninden 35 çocuğun bulunduğu Nasreddin Yuvası’nda bu konseptin uygulanması büyük önem taşıyor, çünkü bu konsepte göre her çocuğun farklı ilgi alanı ve öğrenme kapasitesi var ve her çocuğa farklı yaklaşmak gerekiyor. Her çocuğun “Freiarbeit”, yani serbest çalışma yöntemiyle eğitildiği konsepte göre, çocuklar kullandıkları malzemeleri kendileri denerler ve belirli aktiviteler eşliğinde bu malzemelerden nasıl faydalanacaklarını keşfederler. Bu malzemeler 5 ana başlıkta toplanmıştır; 1. Pratik Yaşam 2. Duyulara Hitap 3. Matematik 4. Dil ve Konuşma 5. Kozmik eğitim malzemeleri Yapılan araştırmalar, Maria Montessori Konsepti ile yetiştirilen çocukların, ileriki yaşlarda çok daha yaratıcı fikirlere sahip olduklarını ve sosyal anlamda daha aktif olduklarını ortaya koyuyor. Özellikle, küçük yaşlardan itibaren kendi başlarına alet ve malzeme kullanmayı öğrenmenin önemine vurgu yapan uzmanlar, bireysel özellikleri ön plana çıkan çocukların, okul hayatlarında da daha başarılı olduklarını düşünüyorlar.

21


Neukölln’de esnafa “kazı” vurgunu Yakın bir zamana kadar, oldukça hareketli olan Karl-Marx-Straße’deki işletmeler, yapımına başlanan bir yol çalışması ile birlikte çok büyük sıkıntı içine düşmüş durumda. İnşaatın geçtiği bölgede, cadde üzerindeki pek çok işletme halihazırda ekonomik olarak büyük bir sıkıntıya girmiş bile. Cadde üstü olması sebebiyle, ticari işletme kiralarının da yüksek olduğu Karl-Marx-Straße’de bulunan dükkanların geliri, inşaatın başladığı Ağustos ayından bu yana ortalama olarak yarı yarıya düşmüş durumda. Berlintürk olarak, Karl-Marx-Straße’ye gittik ve esnafın sorunlarını dinledik.

Bora Güreli Foto Klas

BT - Bu yol yapımı sizin işinizi nasıl etkiledi? Bora Güreli - Yaklaşık olarak 14 sene önce bu işe başladık. Herkes gibi, biz de memnun değiliz. Caddedeki çalışma bizi baya bir etkiledi. Rakam verecek olursam, yarı yarıya işleri götürdü diyebilirim. Aslında çalışma yapılıyor ancak iyi çalışılırsa bir iki aya biter. Fakat iki gün kazıp beş gün gidiyorlar. Devlet bu konuya bence el atmalı. BT - Bu yol yapımının 6 yıl boyunca devam edeceği söyleniyor. Siz 6 yıl boyunca bu yükü kaldırabilecek misiniz? Yetkililerle görüştünüz mü? B.G. - Bu şekilde çok zor, bildiğiniz gibi değil. Evet birkaç kişi geldi ve taleplerimizi dinlediler. Şu ana kadar herhangi somut bir şey yok ve hep soyutta kalıyor. BT - İşlerinizin daha kötüye gitmesi durumunda ne yapacaksınız ? B.G. - İnşallah korktuğumuz gibi olmaz. Beklentimiz o bir an önce bu işe el atılması. Artık yardım...vs. ne yapılır ve nasıl bir yaklaşımda bulunurlar, onu bilmiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla, çok fazla bir şey olacağını sanmıyorum. Bizim hafta sonları terminlerimiz oluyor, gelin damadımız oluyor ve caddeye gelemiyorlar. Çok büyük sıkıntı yaratıyor. Elimizden geldiğince devam edeceğiz ama nereye kadar direnebiliriz, bilmiyoruz. Buradaki tüm esnaf arkadaşlarımız da kan ağlıyor bu durum karşısında. Bakalım, ne olacak.

BT - Karl Marx Straße’de uzun zamandır süren bir yol çalışması var ve doğrudan sizin iş yerinizin önünde. Bu durum sizi etkiliyor mu ? Muhammed Yusuf Dinç - 2002’den beri bu dükkanı çalıştırıyorum. Bu çalışmanın başlaması bizi çok etkiledi. Belediyeye gidip bilgi aldık, 80 hafta süreceğini söylediler. Bu bizim için çok uzun bir süre. Buradan sürekli aynı insanlar geçiyor, sadece burada oturanlar bu yolu kullanıyorlar. Aynı insanlara sürekli aynı şeyleri satamıyoruz ve taksi işlerimiz de düştü. Ciddi sıkıntılarımız var. Belediyeye tekrardan gittik, ancak geriye dönük bilançoları istediler ve belli bir yardım yapılacağını bildirdiler. Bu da maximum €3,000 olacak. Kiramızın tamamını ödeseler bile şu anda bir girdimiz yok. BT - 80 hafta anladığımız kadarıyla caddenin bir bölümü. Bir de diğer taraftaki çalışmalar olacak ve onun için de 80 hafta diyebilir miyiz ? M.Y.D. - Karl Marx Straße’deki çalışma, aldığımız bilgilere göre, 2020’nin Aralık ayında bitecek. Buranın bitmesinin bir anlamı yok, burası bitecek karşısı başlayacak. Değişen bir şey yok bizim için. Karl Max caddesi öldü. Benim şahsi fikrim olarak, belediye ya da yetkililer bu çevreyi değiştirmek istiyor, buraya daha büyük markaları getirmek istiyorlar ve bunun için de buradaki küçük esnafı eziyorlar. İleride sadece 10 metrelik alanda çalışıyorlar, ancak 6070 metre kapatılmış durumda. En azından belli bölümü açık olsaydı trafik akardı ve biz de iyi kötü işimizi yapardık. Şu anda pimimizi çektiler, bakalım ne zaman patlayacağız. BT - Sizce bütün esnafın toplu olarak hareket etmesi, tepki vermesi yarar getirebilir mi ? M. Y. D. - Biz denedik arkadaşlarla ve Almanlarla sözleştik. Bu işlerle uğraşan firmaya gidecektik ancak o gün bütün Almanların işi çıktı. Yabancılar olarak biz gittik ancak yine aynı şeyler konuşuldu.

Ali Çetrefil Lady Textil

Muhammed Yusuf Dinç Taxi Service Berlin

BT - Lady Textil isimli dükkanın sahibisiniz. İş yeriniz tam cadde üstünde ve burada yol yapımı var. Bu yol yapımının size verdiği zarar nedir ? Ali Çetrefli : Ben dükkanı daha yeni açtım, yolun bana verdiği zarar işlerin yarı yarıya düşmesi oldu. BT – İnşaatın ne kadar süreceği bilgisi size verildi mi? A.Ç. - Ben dükkanı yeni açtığım için yol yapılacağını sonradan öğrendim. Ama iş işten geçmişti. Bir yıl sonra bu kısım bitecek ve kısım kısım Hermannplatz’a kadar gidecek ve inşaatın tamamı 2020’ye kadar sürecek. Şimdi, bir sene bekleyeceğiz. Ondan sonrası ise, artık dayanabildiğimiz kadar... BT - Bu durum sizi nasıl etkiler ne düşünüyorsunuz ve neler yaşıyorsunuz ? A.Ç. - Yol bittiğinde iyi olacak diyorlar ve biz de onu umut ediyoruz. Önceden dışarıdan gelen insanlar vardı ama şu anda park sorunundan dolayı gelmiyor. Tabi, bizler de sürekli aynı insanlara aynı malları satamıyoruz. 6 sene boyunca dayanabilir miyiz, onu bilmiyorum. Tek umudumuz, seneye inşaat ileriki bölüme taşındığında, işlerimizin biraz daha düzelmesi.

22


BT – İş yerinizin tam önünde bir cadde çalışması var. Bu durum sizi ne oranda etkiliyor ? Mahmut Yücel - Karl-Marx-Strasse 166 adresindeki işletmemizi 2011 yılı Ocak ayından beri işletiyoruz. Tabi, yol çalışması dolayısıyla işler %80 oranında düştü. Park alanı yok, müşteri alışveriş yapamıyor. Karşı yönden giden müşterilerimiz de istediklerinde bu tarafa geçemiyorlar, çünkü her yer kapalı. Bu yüzden baya büyük bir sıkıntı var. Çok zor durumdayız. Belediye de yanaşmıyor. Bunun zararını kim karşılayacak? Bunun cevabını yetkililerden ekliyoruz. BT - Bu konuda şimdiye kadar herhangi bir girişimde bulundunuz mu? M.Y. - Biz sadece belediyeye bir mektup yazdık ama gelen mektupta herhangi bir şey yazmıyor. Sadece inşaatın süreceğini söylüyorlar. Kesin bir cevap bize gelmedi hala. BT – İnşaatın 2020’ye kadar devam edeceği söyleniyor. Siz şahsen bu iş yer olarak bu zamana dayanabilecek misiniz? M.Y. - 6 yıl değil, 6 ay daha duramayız. Çok zor, çünkü müşteri kapasitesi çok düştü. BT – Bazı dükkan sahiplerine göre, heryer kapalı, geçiş olmuyor. Fakat çalışan insan yok. Bunu neye yorumluyorsunuz ? M.Y. - Biz de böyle gözlemledik, çok az kişi çalışıyorlar. Bunu kanıtlamamız da mümkün. Bir gün çalışıyorlar, bir hafta yoklar. Bazen öğlen çalışıyorlar ancak öğleden sonra hiç çalışmıyorFehmi & Mahmut Yücel lar. Bu şartlarda 6 yıl değil de 10 yıla kadar da çıkar. Yücel Kebap BT - Sizce neden bu inşaatın bu kadar uzun sürmesinin altında başka sebepler olabilir mi? M.Y. - Evet, benim şahsi görüşüm, buradaki esnafı yok etmek ve daha değişik bir esnaf yapısını buraya sokmak istiyorlar. Esnaf zor şartlara dayanamaz, çünkü uzun zaman bu şartlarda çalışılması zor. Bu durumda kimse burada kalamaz. BT - Peki buradaki esnaflar ortak hareket etmeyi düşünüyor mu? M.Y. - Şu ana kadar herhangi bir şey düşünemedik, ama herkesi haberdar ettik. Bütün arkadaşlarla beraber, birlik ve beraberlik içerisinde nereye başvuracağımızı, hangi yolla hareket edeceğimizi, bu işe nasıl bir çözüm bulabileceğimizi değerlendiriyoruz. Buradaki esnaflar olarak bunun arkasında gideceğiz. BT – Elektrik ve su kesilmelerinin yaşandığı söyleniyor... M.Y. - Üç kez oldu. Benim tahminim esnafı bıktırma çabası içerisindeler. Yavaş yavaş bunun sıkıntılarını da yaşıyoruz. Elektriğin ayrı ayrı kesilmesi ve iş zamanında kesilmesini normal karşılamıyoruz.

Ahmed Mery Mery Shop Parfüm

BT - Siz ne kadar zamandır burada esnafsınız? Çalışmalar sizi nasıl etkiledi? A.M. - Buradaki iki senedir esnaflık yapıyorum. Sene başından beri işlerimiz çok yolunda gitmiyordu, ancak bu yol çalışmasıyla birlikte durumumuz çok daha kötü oldu. Pek çok müşterimizi kaybettik. Bu çalışmanın daha burada senelerce süreceği söyleniyor ama biz burada o kadar uzun bir süre boyunca kesinlikle dayanamayız. BT - Caddedeki inşaatın 2020’ye kadar devam edeceği söyleniyor. Sizin bu konuda bir bilginiz var mı? Bu durum gelecekte sizi nasıl etkiler? A.M. - Evet, öyle olduğunu biz de öğrendik. Sadece bizim dükkanımızın önündeki alan 1,5 sene kadar sürecek ve ondan sonra cadde üzerinde yine inşaatlar devam edecek. Bakın ben bu dükkana her ay binlerce avro kira ödemek zorundayım. Şimdi devletin bize yapacağı bir kaç bin avroluk yardım bize ne fayda getirebilir ki... Bu paralarımızın çoğu maalesef çöpe gitmiş durumda. BT - Sizce bu duruma karşı ne yapılabilir? A.M. - Ne yapılabileceğini ben de açıkçası bilmiyorum. Dükkanın tamamen kesilmiş durumda. Benim burada, daha üç senelik kontratım var. O yüzden çıkma şansımız da yok. Belki bize kontratlarımızda bazı kolaylıklar sağlanabilir. Ben şu anda dükkanımı devredebileceğim birisini arıyorum, çünkü bu kadar yüksek bir kirayı ben her ay cebimden ödemeye devam edemem. Çevre esnafın çoğu da benzer durumda ve her herkes kendisi için en iyi çözüm yolunun ne olabileceğini arıyor şu anda.

BT - Ne kadar zamandan beri burayı işletiyorsunuz? Yol çalışması işlerinizi nasıl etkiledi? Döndü Şahin : Ben burada butik işletiyorum. Kızım Aslı Şahin ise hemen yan dükkanda kuaför işletiyor. Ayrıca, terziyim ben. Yedi ay önce bu dükkanı açtık. O zamanlar çok iyiydi işlerimiz, park sorunumuz yoktu. Yoldan geçerken araçlarını park edip geliyorlardı. Ama şimdi park sorunumuz var ve işlerimiz çok etkilendi. Aslı Şahin : Bende anneme katılıyorum. Benim müşterilerimde bu durumdan şikayetçi ve park yeri bulamadıklarını söylüyorlar ya da 2 durak ileriye park edip öyle geliyor. Bu durumda da kimse gelmiyor sadece çevrede oturanlar geliyorlar. BT – Herhangi bir başvurunuz oldu mu? İnşaatın ne zaman biteceğiyle ilgili bilgi alabildiniz mi? D.Ş. - Duyduklarımıza göre iki sene sürecek gibi görünüyor ancak daha fazla da olabilirmiş. Bize söylenen, Jobcenter’e giderseniz, kiranızı ödeyebilirler, ancak biz bunun için başvuru yapmadık. Şimdiye kadar hiçbir başvuru yapmadık, çünkü maalesef ne kızımın ve ne benim hiç zamanımız olmadı. O yüzden, mecburen bekleyeceğiz. A.Ş. - Çabuk bitmesini istiyoruz ve bizim gibi yeni açılan dükkanlara yardım edilmesini istiyoruz. Çünkü bizim daha müşterilerimiz oturmuş durumda değil. Kirayı bile yetiştirmemiz zor oluyor. D.Ş. - Kızım genç yaşta dükkan sahibi, ama şimdi korkmaya başladık. Her gün, “Anne ben ne yapabilirim? Nasıl yapabilirim?” diye sürekli sorular içerisinde. Benim eşim çalışıyor, ancak kızım için bu durum aynı değil. İnşallah, yetkililer sesimizi duyarlar. 23

Döndü & Aslı Şahin Beautyholic Butik ve Kuaför


Songül Dönmez Vadi Simi Sarayı

BT - Burası sizin iş yeriniz, buradaki yol inşaatı sizi ve işinizi nasıl etkiliyor ? Songül Dönmez - 2011 yılından beri buranın işletmeciliğini yapıyorum. Burayı çok büyük umutlarla açtık. İlk açtığımızda işler yolunda giderken, bir anda başımıza inşaat bıraktılar ve bu durum maddi yönden bize baya bir düşüş yaşattı. Herhangi bir yerden destek alamadık ve müşteri kaybındayız çünkü yol tek yönlü. Bizler de yardım bekliyoruz. BT - Sizler 6 yıl boyunca burada Vadi Simit Sarayı olarak dayanabilecek misiniz ? S.D. - Mümkünatı yok çünkü çok yüksek kiralarımız var. İşçilerimizin yarını çıkarttık bile. BT - Resmi başvurularınız oldu mu ? S.D. - Bazı danışmanlık örgütleri bizi ziyaret etti ve resmi başvuru yapmamızı söyledi. Bunları yaptık ama şu ana kadar bizlere herhangi bir bilgi gelmedi. İşin enteresanı, inşaat 3 ay önce kuruldu ancak toplamda beş gün bile çalışma olmadı. Biz her gün buradayız, biz görmedik. Tabi böyle olunca, 6 yıl da sürer, 16 yıl da sürer. Bu duruma da biz dayanamayız. BT – Burası göçmen kökenlilerin yoğun olduğu bir cadde. Sizce buradaki çalışmada, göçmen kökenli esnafa karşı bir art niyet var mı? S.D. - Düşüncemde var, çünkü herhangi bir şekilde 3 ay içerisinde bizlere herhangi bir bilgi, yazı gelmedi. Diğer işletmeciler gibi, biz de ayakta durmaya çalışıyoruz. Ancak art niyet olduğunu düşünüyorum. “Bizim gibi küçük esnafları mı acaba elemeye çalışıyorlar?” gibi soru işaretleri oluşuyor. Yabancıyız sonuçta. Alman pasaportumuz da olsa, yine yabancıyız. Çok sayıda yabancı esnafız burada. Belki bizleri şehrin dışına doğru göndermek istiyor olabilirler diye düşünüyorum.

BT – Dükkanınızın iki metre kadar önünde bir yol çalışması var. Bunun size ne gibi etkisi var? Gülpınar Ersin - Dükkanımızı 3 sene önce açtık ve bu durum çok etkiliyor bizi anca 6 yıl sürecek diyorlar ancak bu daha fazla sürebilir çünkü çok yavaş çalışıyorlar ve kışta geleceğinde çalışmayacaklar. Müşterilerimizde sürekli park bulamadıklarını söylüyorlar. BT - Sizce ne olur ? Bu koşullara 1 yıl dayanabilecek misiniz ? G.E. - Şimdiye kadar zor görünüyor, ama bakacağız artık. İnşallah bir şeyler değiştirirler. Şu ana kadar bir tek avukat geldi ve kağıt hazırlayacaklarını söylediler. Biz de bu hazırlığa katılacağız. Çünkü yüksek iş yeri kirası ve çalışan parasına karşılık müşterilerde azalma olunca, ödeme sıkıntısı yaşıyoruz. Özetle, burada büyük sorunlarımız var, öyle söyleyeyim.

Gürpınar Ersin Wintone International

Sahin Beratung

- Businessplanerstellung - Gründungsberatung & Coaching - Finanzierung- & Fördermittelberatung - Trainings, Seminare &Workshops - Fachkundige Stellungnahmen

„Unser Ziel ist es, Sie so schnell und so gut wie möglich für den Markt fit zu machen.” 24

Sahin Beratung - Potsdamer Str. 69 - 10785 Berlin Tel.: 0176 / 48 59 70 88 - www.sahin- beratung.de


25


Uyum Siyasetinde Göçmen Kadının Yeri Cemile Giousouf

U

yum politikaları için kadınların konumu öncelikli bir yer tutuyor, çünkü kadınlar öğrendiklerini aktararak bilgi zinciri oluşturuyor. Bu yüzden 2012 yılında kabul edilen Ulusal Uyum Eylem Planı’nda kadınlara ve kızlara yönelik projeler merkezi bir rolde. Peki göçmen kökenli/göçmen kadın olmak bugünün Almanya’sında ne anlama geliyor? Kadınların konumlarını geliştirmek için hangi siyasi adımlar atılıyor, bunlara değinmek istiyorum.

Almanya’da 100 farklı kökenden 7,7 milyon göçmen kadın yaşıyor: 1.2 milyonluk nüfusla Türk kökenli kadınlar, etnik Almanların ardından ikinci büyük grup. Göçmen kadınlar diğerlerine oranla daha genç, evli ve çocuk sahibi. 3 milyondan fazlası meslek sahibi ve bir milyona yakını da üniversite mezunu. Son Yabancılar Raporu göçmen kökenli kızların okulda erkeklerden daha başarılı olduğunu gösteriyor. Örneğin Gymnasium bitiren göçmen kökenli erkek öğrencilerin oranı 13,6 iken, kız öğrencilerde bu oran 18,9. Meslek eğitimi alanında rakamlar: 10,2’ye 11,2. Bunda kızların hem ailelerinden hem de hükümetin başarılı politikalarından gördükleri desteğin payı büyük. Başarılı kızların sayısı arttıkça gelecek nesillerin toplumda daha saygın yerlere ulaşacaklarını öngörmek için falcı olmaya gerek yok. Meslek eğitiminde ise göçmen kökenli gençler henüz istenilen başarı düzeyinde değiller. Son Yabancılar Raporu’nda şöyle deniyor:

2012 yılı rakamlarına göre 20-29 yaş aralığındaki göçmen kökenli gençlerin 1,33 milyonunun mesleki eğitimi yok. Bu oran aynı yaş aralığındaki tüm yabancı nüfusun %30 u demek. Yani yaklaşık bir buçuk milyon gencin meslek eğitimi yok ve bu nedenle iş piyasasında dezavantajlı konumdalar.

Öte yandan mesleki eğitim sözleşmeleri son iki senedir Almanya tarihinin en düşük seviyesinde.

Hükümet sorumluluğunu üstlendiğimizden beri, parti ilkelerimiz ve inancımız doğrultusunda, herkesin eşit imkanlara sahip olması için çalışıyoruz. Bu bizim her insana atfettiğimiz eşit değerden kaynaklanıyor. Dolayısıyla her gencin meslek edinme yolunda aynı imkanlara sahip olması amacıyla federal hükümet 2004 yılından beri meslek eğitimi imkanlarını geliştiren projelere ağırlık veriyor. Bu çalışmalar kapsamında 2004 yılında meslek örgütleri, işletmeler ve Federal Hükümet arasında imzalanan ‘Meslek eğitimi ve kalifiye eleman desteği için ulusal anlaşma’ (“Nationaler Pakt für Ausbildung und Fachkräftenachwuchs in Deutschland”) yapıldı. Bu anlaşma ile bir yandan işletmeleri meslek eğitimi pozisyonu açmaya teşvik ediliyor, diğer yandan devlet imkanları doğrultusunda destekleyici projeler geliştiriyor. Bu anlaşmada “dezavantajlı konumda olan gençlere yönelik özel projeler de var. Örneğin:

Federal Eğitim Bakanlığı „Eğitim Zinciri“ (“Bildungskette”) projesiyle okuldan mesleki eğitime geçerken yaşanabilecek engeller hakkında stratejiler geliştiriyor ve okulla paralel meslek eğitimi (yani Duale Ausbildung) alanında projelere destek veriyor.

“Jobstarter-Programı” içinde göçmen gençler için: Meslek tanıtımı ve meslek eğitiminin içeriğini iyileştirmek için de geliştirmek için JOBSTARTER CONNECT gibi projeler var. Jobstarter Plus ise küçük ve orta ölçekli işletmeleri nasıl meslek eğitimi pozisyonu açacakları ve yürütecekleri konusunda bilgilendiriliyor ve onlara destek oluyor. Böylece hem eğitim imkanları iyileşiyor hem eğitim alanı arttırılarak bir zincir oluşturuluyor.

Tabii ailelerin çocuklarının eğitimine moral ve motivasyon olması kadar, onlara örnek olması, ve eğitim sistemini bilmesi de önemli. Çocukların okuluyla genelde anneler haşır neşir olduğundan veli çalışmalarında kadınlara yönelik programlar ağırlıklı kazanıyor. Annelere eğitim sistemi tanıtılıyor, okuma yazma bilmiyorlarsa kurslar veriliyor veya çocuklarına meslek seçerken yardımcı olabilmeleri farklı meslekler tanıtılıyor. Anneler bilgi sahibi oldukça çocuklarına eğitim süreçlerinde daha fazla destek olabiliyor. Eğitim alanında belirtmek istediğim son bir nokta da bu seneden itibaren Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın Avicenna Vakfı ile yürütülen Müslüman lisans ve lisansüstü öğrencilerine burs programı. Kasım ayında, yüzde 63’ünü kadın öğrencilerin oluşturduğu- 65 bursiyerle başlayan program Almanya’daki üniversitelerin sadece İslam ilahiyatı bölümlerinde değil, bütün lisans alanlarında okuyan Müslüman öğrencilere açık. Alman Eğitim ve Araştırma Bakanlığı programa 2018e kadar yaklaşık yedi milyon Avro kaynak sağlayacak. Mercator Vakfı’da da programa gelecek 5 yıl içinde 1 milyon euro destek verecek. İlk 65 bursiyerin yüzde 63’nü genç kadın öğrenciler oluşturuyor, açılış progra-

26


mında birbirinden zeki ve başarılı bu bursiyerlerle tanıştım. İnanıyorum ki, onların şimdiye kadar elde ettikleri başarılar bundan sonra başaracaklarının teminatı.

Peki iş piyasasında göçmen kadınların durumu nedir? Parti olarak çalışan annelerin konumunu iyileştirmeye büyük önem veriyoruz. Aileden Sorumlu Federal Bakanlık, kadınların iş piyasasında güçlendirmek için fırsat eşitliği konusuyla ilgili 2005 yılından beri bilgilendirme ve destekleme çalışmaları yapıyor. Parti olarak çalışan annelerin ‘çocuğum mu, işim mi?’ ikileminde kalmamasına büyük önem veriyoruz. Bu amaçla bir çok yasal güvenceye imza attık. Kısaca saymak gerekirse: Doğum izni ve Eşitlik Yasası, emeklilik hesabına için çocuk bakım dönemlerinin dahil edilmesi, ebeveyn izni, çocuğuna ilk yıllarında evinde bakacak olan ailelere bakım ödemesi aile politikaları ve özellikle de kadınların yaşamında önemli bir yere sahip. En son CDU’nun ön ayak olduğu ve bu yaz yasalaşan Ekstra Ebeveyn Ödemesi (Elterngeld Plus) 2015 Temmuz’dan itibaren 14 aydan önce işine geri dönmek isteyen annelerin (tabi babaların da) durumu iyileştiriyor. Örneğin önceden 14 aydan önce işine dönen anne, çalışmaması halinde alacağı ödemeden daha az alıyordu. Yeni yasayla işine daha önce dönse de 28 aya kadar ebeveyn yardımı alabileceğinden dezavantajı ortadan kalkacak. Yani işinden ayrı kalmadan ‘çocuk da kariyer de yapmak’ kolaylaşacak. Aile politikalarımız son yıllardaki olumlu sonuçlarla kendini belli ediyor: 2005’ten bu yana çalışan kadınların oranı %63.1den, %71.5 çıktı. Çalışan göçmen kökenlilerin oranı 2013 yılında artış göstererek yüzde (%) 77.1 ile Avrupa Birliği ortalamasının (%75) üstünde. Almanya’da Türk kadınlara yönelik yaygın önyargı, onların çekingen, izole edilen ev kadınları oldukları yönünde. Türk kadınlarının istihdam oranının Almanlara ve diğer göçmen kadınlara göre düşük olması, bu yargıları besliyor. Oysa bir araştırmaya göre çoğunluğu çocuk yaşta Almanya’ya gelen ve uzun yıllardan beri çalışan bu kadınların üçte ikisi evlerine giren gelirin yarısından fazlasını kazanıyor. Son yıllara baktığımızda da kadınların iş piyasasında arttığını görüyoruz. Gelişmelere rağmen, göçmen kökenli kadınların iş hayatında arttırmak gerekiyor. Çünkü sigortalı çalışan göçmen kadınların oranı hafif bir artışa rağmen hala %38.6. Çalışan annelerde durum biraz daha kritik: Göçmen kökenli annelerin sadece yarısı çalışırken, göçmen kökeni olmayan çalışan annelerin oranı %73. Bazı verilere göre 18 yaşından küçük çocuğu olan bir milyon göçmen kökenli annenin üçte ikisi (yani yaklaşık 370 bin anne) çalışmak istiyor ama iş bulamıyor. Bu anneler iş bulsa hem aile bütçelerine ve ülke ekonomisine katkıda bulunabilir. Ama yine önemli bir potansiyel boşa gidiyor. Federal Hükümet bu açığı kapamak için 2011 yılından bu yana önlemler alıyor. Meslekteki Güç-Göçmen kökenli anneler geliyor’ (Stark im Beruf – Mütter mit Migrationshintergrund steigen ein) programıyla annelere bilgi, gelişim seminerleri ve pratik destek veriliyor. Mesela iş başvurusu dosyası için, çocuk bakımı organize etmek ya da Almancaları yeterli değilse dil kursu arayışında yardımcı oluyorlar. Program iş yerlerini de göçmen anneleri işe almaları için teşvik ediyor. Bu program geçtiğimiz iki senede 16 farklı şehirde 500 kadına hizmet verdi. Katılımcıların:

%30’u hemen işe başladı

%32’isi programın projeleriyle meslek eğitimine devam etti ya da diplomasını aldı

%18’i iş hayatına girişlerini kolaylaştıracak önlemler aldı, mesela entegrasyon kursuna gitti.

2015’ten itibaren 80 farklı programla bu proje göçmen kökenli annelerle işverenleri buluşturmaya devam edecek. Kadınlara yönelik diğer bir etkinliğimiz de 2005 yılından beri sürdürülen uyum kurs-

larında göçmen kadınların ihtiyaçlarına göre (örneğin çocuk bakım imkanı) düzenlemek oldu. Devlet dairelerinde çalışan göçmen kökenli personel sayısını arttırmak için de eğitim kurumlarında ve polis teşkilatında göçmen kökenlilere, yönelik çalışmalarla olumlu sonuçlar elde edildi. Kendi işini kuran Türk kökenli kadınların oranı da artıyor. Her iş kuran kadının ortalama dört kişiye iş verdiği düşünülürse ülkeye katkıları ortada. İlginç olan bir başka nokta, yabancı kadın girişimcilerin çoğunluğunun burada doğmamış, ikinci nesil göçmenlerin oluşturuyor olması. Burada doğanlar için uyumdan ziyade fırsat eşitliğinden bahsetmek doğru olacağından, ikinci nesil göçmen kadınların iş hayatında bu denli uyum ve varlık göstermesini çok önemsiyorum. Her başlangıç zordur derler ya, elbette kadın girişimcilere bu alanda siyasi ve sivil örgütler de destek veriyorlar. İktisat ve Enerji Bakanlığı, aralarında Türkçe’nin de bulunduğu beş farklı dilde girişimcileri bilgilendiriyor. 2015’ten itibarense Çalışma Bakanlığı girişimci göçmen kadınlar için destek programları yapacağını açıklandı. Sanmayın ki göçmenlerin toplumsal hayatta ve de iş piyasasında yaşadıklarına pembe gözlüklerle bakıyorum. Elbette birçok göçmen kadın toplumsan hayatta sorunlarla karşılaşıyor. Kadın olmak iş piyasasında başlı başına zorken, göçmen kökenlileri kimi zaman dil konusundaki eksiklikleri veya etnik kökenleri yüzünden de zorluklar yaşıyorlar. Ayrıca iyi eğitimli olsalar bile gerekli sosyal ağlara sahip olmadıkları için sıklıkla daha üst konuma getirilmiyorlar. Toplumun belirli bir kesiminde göçmen kökenli kadınlara dair hala önyargılar da var. Bu imajın ortadan kalkması da, diğer sorunların azaltılması için de bireysel faktörler kadar sivil toplum anlamında da güçlenmek ve dayanışmak şart. Ben bugün Almanya’da yaşayan göçmen kökenli veya göç eden kadınların önyargıları bir bir yıktığını düşünüyorum.

Eğitim, iş hayatı, dedik, peki ya siyasi alanda göçmen kadınının yeri nedir? Parti siyasetinin içinde biri olarak şunu ifade edebilirim ki, siyaset meclis kadar hatta belki de daha çok sivil toplum örgütlerinde şekilleniyor. Bizler mecliste sivil toplumdan gelen talepleri yasal zemine taşıyoruz. Akademik çalışmalara göre Türk kökenli kadınlar sivil toplum kuruluşlarında sıklıkla yer alıyor. Siyaset sahnesine bakalım: 2001-2011 yıllarında Almanya’nın büyük şehirlerinde göçmen kökenli belediye meclis üyeleri üzerine yapılan araştırmaya göre kadınlar çoğunlukta. Belediye meclislerinde yer alan kadın temsilcilerin oranı %33 ve neredeyse yarısını (%40) göçmen kadınlar oluşturuyor. Türkiye kökenlilerse toplamda ön sırada. Eyalet meclislerinde ve federal mecliste de kadın göçmen kökenli vekillerin sayısı artıyor. Elbette henüz göçmenlerin siyasette sayısal olarak temsil edildiklerini söylemek için erken. Aynı şekilde siyasete ilginin seçmen olarak da, seçilen olarak da artması gerekir. Parti olarak bu alanda kapımız herkese açık, hatta sadece kapımızı açmakla kalmıyor doğrudan göçmen kökenli insanları bize katılmaya davet ediyoruz. Sayın Merkel’in geçtiğimiz ay dediği gibi, göçmenler ve göçmen kökenliler Almanya için sorumluluk almak istiyor, bunu biliyoruz. Ve kişisel olarak da partim adına da bu isteğe desteğiz. Son olarak kadın okuyuculara seslenmek istiyorum: yaşadığınız yerlerdeki parti örgütlenmelerine, sivil toplum örgütlerine dahil olun, ihtiyaç duyduğunuzda sesinizi siyasete duyurun. Toplumdaki değişimin parçası olun. Siz yoksanız bir eksiğiz.

Cemile Giousouf Federal Milletvekili ve CDU/ CSU Uyum Federal Meclis Grubu Uyum Politikaları Sorumlusu 27


Berlin’de en çok göçmenler sorunlu görülüyor

B

erliner Zeitung Gazetesi’nin Berlinliler arasında yaptırdığı bir araştırmaya katılanların yüzde 61’i bazı ülkelerden gelen göçmenlerin Almanya’da daha fazla sorun çıkardığına inanıyor. Forsa Enstitüsü’nün araştırmasına göre Almanların yüzde 36’sı en çok sorun çıkaran toplumun Araplar olduğuna inanıyor, yüzde 25’i “en çok sorun çıkaran toplum Türkler” diyor, üçüncü sırada ise yüzde 20’lik bir oranla Romanlar bulunuyor.

du. Buna göre Berlinlilerin yüzde 18’i yerlilerin göçmenlere karşı reddedici bir tavır sergilediğini söyledi. Berlinlilerin yüzde 9’una göre Alman toplumu yabancılaşmaktan korkuyor, yüzde 7’si ırkçı tutum ve tavırları uyuma engel davranışlar olarak nitelendiriyor.

Forsa’nın alternatif cevap imkanları sunmadan sorduğu “Göçmenlerle birlikte yaşamda ortaya çıkan en önemli problemler neler?” şeklindeki soruya araştırmaya katılanların yüzde 35’i “Göçmenler uyum sağlamıyor”, yüzde 19’u “Göçmenler arasında polisiye suçlar ve şiddet yaygın”, yüzde 12’si “Göçmenler sosyal yardım haklarını suistimal ediyor”, yüzde 10’u “Göçmenler Almancayı yeterli derecede öğrenmiyor” cevaplarını verdi.

Araştırmaya katılanlar siyasi partilere göre sınıflandırıldığında ise şu sonuçlar ortaya çıktı: Hıristiyan Demokratik Birlik partili seçmenlerin yüzde 73’ü, Sosyal Demokrat Partili (SPD) seçmenlerin yüzde 63’ü, Sol Partili seçmenlerin yüzde 58’i, Yeşiller partisini seçenlerin yüzde 38’i uyum sorunlarının kaynağının göçmenler olduğunu, göçmenlerin uyum sağlamak için yeterli çaba göstermediğini ileri sürdü. Öte yandan Berlinli seçmenler uyum için siyasetin yeterince önlem almadığı görüşünü savunuyor. Katılımcıların yüzde 74’ü “Almanlarla göçmenlerin kaynaşması için ne Berlin Senatosu, ne de ilçe yönetimleri yeterince önlemler almıyor.” diyor.

Katılımcıların yüzde 61’i de göçmenlerin, uyum için yeterli çaba göstermediğine inanıyor. Bu oran Berlin’in doğu yakasında yüzde 70’e kadar yükseliyor. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 23’ü göçmenlerin uyum için çaba gösterdiğini belirtiyor.

Bu görüşü sadece muhalefet partisi Sol Parti’nin seçmenleri (yüzde 84) değil, Berlin Hükümeti’nin büyük koalisyon ortağı SPD’ye mensup seçmenler de (yüzde 77) savunuyor. Araştırma temsili olarak 1008 Berlinlinin katılımıyla 17 ile 27 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirildi.

Araştırmada Berlinlilerin göçmenlere yaklaşımı da sorul-

Başörtülü Alman olamaz algısı çok yaygın

A

lmanya’da yapılan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 37,8’i, başörtüsü takan bir kişinin ’’Alman olamayacağını’’ düşünüyor.

“Der Spiegel” dergisi, Berlin Deneysel Uyum ve Göç Araştırma Enstitüsünün “Göç sonrası Almanya” konulu araştırmasının bazı sonuçlarına yer verdi. Araştırmada, halktaki kimlik tanımının temelden değiştiği sonucuna varıldığı belirtilerek, buna göre Almanların çoğunun “Alman olmayı” kökene bağlamadığı, bunun yerine başka kriterleri göz önünde bulundurduğu ifade edildi. Araştırmaya katılanların yüzde 96,8’i Almanca bilmeyi Alman olmak için yeterli kriter olarak görürken, yüz-

de 78,9’u Alman pasaportuna sahip olmayı “Alman olmak” için yeterli buldu. Alman olmak için Alman soyundan gelmek gerektiğini savunanların oranının da yüzde 37’de kaldığına işaret edildi. Araştırmada özellikle Müslümanlara karşı ön yargıların da ortaya koyulduğu, buna göre Almanların yüzde 37,8’inin başörtüsü takan bir kişinin ‘’Alman olmayacağını’’ düşündüğü kaydedildi. Söz konusu araştırma kapsamında Sosyal Bilimci Naika Foroutan’ın başkanlığını yaptığı bir ekibin Almanya’da 8 bin 270 kişinin her birine 80 ila 100 arasında soru sorarak kapsamlı bir çalışma ortaya koyduğu ifade edildi. Araştırmanın ayrıntılı sonuçlarının gelecek hafta Berlin Humboldt Üniversitesinde tanıtılacağı bildirildi.

Romanlar dışlanıyor Almanya’da göç konularındaki çalışmaları ile dikkat çeken Göç Konseyi, Sinti ve Romanlar konusunda yeni bir kitap çıkardı.

İ

sviçreli etnolog Prof. Max Matter’in kaleme aldığı ve ″Hiç bir yerde istenmeyenler″ başlığını taşıyan kitap Berlin′de tanıtıldı.

Max Matter, 2014 yılında Almanya’da Sinti ve Romanların göçü ile ilgili sert tartışmaların yaşandığını ve bu konuda toplumda büyük önyargıların bulunduğuna dikkat çekti. Sinti ve Romanların yaşadıkları yerleri terk etmelerinin bulundukları yerlerde fiili saldırı ve dışlamalara maruz kalmalarının bir sonucu olduğunu söyledi. Sinti ve Romanların tek bir gruptan oluşmadığını söyleyen yazar, bu iki grubun ortak özelliğinin ise bulundukları yerlerde ayrımcılığa maruz kalması olduğunu kaydetti. Almanya’da 513 bin civarında Romanya ve Bulgaristan vatandaşının yaşadığına dikkat çeken yazar, bunların ne kadarının Sinti ve Roma olduğunun bilinmediğini, tahminlerin ise 70 ila 80 bin arasında değiştiğine dikkat çekti.

28

Prof. Klaus Bade ise Sinti ve Romanların Duisburg, Berlin Neukölln ve Mannheim gibi sorunların önceden mevcut olduğu yerlere geldiğine dikkat çekerek, “Bu gibi yerlerde her yeni gelen bardağın taşmasına yol açan damla gibi. Dolayısı ile Sinti ve Romanlar buralarda sorunun kaynağı gibi görülüyor. Ancak doğru olan buralarda sorunların zaten önceden mevcut olduğudur.” şeklinde konuştu. Bade, uyum konusunun da Federal İçişleri Bakanlığı’ndan alınarak görevine göre farklı bakanlıklara dağıtılması gerektiğini de sözlerine ekledi.


OYUN

HALO - The Master Chief Collection

H

ALO: Master Chief Collection, HALO serisinin oyunlarını, geliştirilmiş özellikleriyle XBox One için bir araya toplayan bir derleme. HALO: Combat Evolved Anniversary, HALO 2, HALO 3 and HALO 4 oyunlarının yanı sıra, HALO 5: Guardians oyununun multiplayer BETA versiyonuna da erişim sağlayan oyun, ‘Birinci Şahıs Nişancı’ (Firstperson shooter) tarzı oyun severler için yeni yıla girerken renkli bir alternatif sunuyor. Master Chief Collection’da mevcut olanda bütün içerikte, grafik olarak çok ciddi iyileştirmeler mevcut. Bununla birlikte, içinde barındırdığı oyunların senaryolarına ve oynanış şekillerine sadık kalınan derlemede, bütün oyunlar saniyede 60 görüntü hızına sahipken, HALO 2 dışındaki bütün oyunlar 1080p görüntü kalitesiyle oyun severlerle buluşuyor. Bununla beraber, 2011 yılında XBox 360 için üretilmiş HALO 2’deki görsel iyileştirmeler ise, Master Chief Collection’ın en önemli özellikleri arasında yer alıyor. Serideki bütün oyunların her türlü ek özellikleri, zorluk dereceleri ve oyun modları bu derlemede oyunculara açık bir şekilde sunulmuş. HALO serisinin eski oyunlarına sahip olanlar ise bu derlemede unutulmuş değil. Oyunların orijinal sürümlerinde kesilmiş olan sahnelerin eklenmesi, oyuna bir parça tat katmış demek mümkün. Derlemenin multiplayer seçeneğinde, bugüne kadar hazırlanmış bütün multiplayer görevlerin listesinin yanı sıra, bugüne kadarki bütün seviyelerin düzenlenmiş listesine ulaşmak da mümkün. Oyunun en önemli yeniliklerinden olan HALO Nightfall ve HALO 5: Guardians oyununun multiplayer beta versiyonları derlemenin ‘Ekstra’lar bölümünde yer alıyor. Serinin en yani oyunu olan HALO 5’in, 2015 yılı Ocak ayında piyasaya çıkacağının da altını çizmek gerekli. 343 Industries tarafından üretilen ve Microsoft Stüdyoları tarafından 2014 yılının Kasım ayında piyasaya sürülen derleme oyun, oyun severler için görsel bir şölen sunuyor. Bugüne kadar piyasaya sürülen versiyonlarıyla tek tek zaten büyük bir hayran kitlesin sahip olan HALO serisi,

Master Chief Collection ile piyasayı yeniden sarsmış gibi görünüyor. Bugüne kadar HALO serisiyle hiç tanışmamış Xbox One sahipleri için kaçırılmaması gereken bir fırsat sunuyor Master Chief Collection. Oyunu daha önce oynamış olanlar ise, serinin bütün bölümlerini bir arada bulma tecrübesini kaçırmak istemeyeceklerdir.

Türkische Spezialitäten und Köstlichkeiten das Tugra entführt Sie in die Welt der Sultane

Kurfürstendamm 96, 10709 Berlin Tel. 030 - 323 40 27 | Fax 030 - 324 21 93 info@restaurant-tugra.de | www.restaurant-tugra.de

29


Yaşlı Bakımı – anlam DOlU ve GeleCeĞİ Olan BİR İş Yaşlı bakımı zorlayıcı bir meslek. Ama aynı zamanda canlı, anlam dolu ve birçok vaat veren perspektifler de içeriyor.

sevgili Berlinliler, Toplumumuzda yaşlı bakımı aslında hak ettiği ilgiyi görmüyor. Ama ister kadın, ister erkek, ister zengin, ister fakir, ister Berlin‘de doğmuş, ister sonradan gelmiş olalım: Yaşlanmak hepimizi ilgilendiriyor. Ne yazık ki bu gerçeği günlük hayatımızda bastırıyor ve yaşlandığımızı pek istemeyerek düşünüyoruz. Oysa demografik değişimle ilgili yapılan çalışmalar neslimizin yaşlılıkta artık yeterli bakım görmeyeceğini öngörüyorlar – zamanında buna karşı etkili davranmazsak tabii. Şehrimizin gelecekteki zorluklara dayanabilmesi için Berlin Sağlık ve Sosyal Senatörlüğü, „Bakımla Geleceğe“ kampanyasını hayata geçirdi. Bu kampanya yaşlanma konusuna dikkati çekmeyi, yaşlı bakımıyla ilgili toplumsal kabulü yükseltmeyi ve yaşlılık bakımı için meslek eğitimi ve mesleği geliştirme eğitimi almak isteyenleri kazanmayı amaçlamaktadır.

Mario Czaja

Berlin Eyaleti Sağlık ve Sosyal Senatörü

Yaşlı Bakımı – çOk Yönlü ve Canlı BİR meslek Berlinliler yaşlanıyor. 2030 yılına kadar toplam nüfus içindeki 60 yaş üstü insanların payı iki katına çıkacak. Yaşlılıkta sıklıkla bakıma muhtaç olduğumuzdan yaşlı bakımında bize bakacak daha fazla uzman elemana ihtiyacımız var. Bu alanda sürekli yeni adaylar aranıyor, üç yıllık meslek eğitiminden sonra bu alanda bir iş bulma şansı çok yüksek.. Yaşlı bakıcıları, bakıma muhtaç insanların onurlu bir hayat sürebilmeleriyle ilgileniyorlar. Bunun için de tedavi ve tıbbi bakım görevlerini üstleniyorlar. Pansuman yapıyor, ilaç veriyor veya ateş, tansiyon ve şeker ölçümleri yapıyorlar. Yaşlı hanımlarla beylere vücut bakımı, giyinme veya yemek yemede destek oluyorlar. Bakım yapan akrabaları bilgilendiriyor, danışmanlık sağlıyor ve yönetiyorlar. Yaşlı bakıcıları refakatçi, destekçi, dinleyici ve manevi destekçiler. Bunun için de sosyal açıdan yetkin olmalı ve bakıma muhtaç insanlara saygıyla yaklaşmalılar. Hastanelerde, ayaktan sağlayan kurumlarda veya yaşlılar için danışmanlık merkezlerinde çalışırlar ve hastalara ya evlerinde veya bakım evlerinde bakarlar.

Yaşlı bakımı, krize dayanıklı bir iş sektörü olarak mesleki ve kişisel olarak gelişme konusunda da birçok imkân sunuyor. Bu özelliğiyle de bu meslek sadece okul mezunları için değil, mesleki olarak yeni bir yönelim isteyen insanlar için de çekici; örneğin anne-babalık izninden sonra veya meslek değiştirme çerçevesinde. İhtisas eğitimi alan meslek değiştirmek isteyenler için ise Bundesagentur für Arbeit (Federal Çalışma Ajansı) maliyetleri karşılıyor. Eğitimdeki esnek başlangıç süreleri sayesinde pratikte bu mesleğe giriş her an mümkündür. Başka bir avantaj ise: Okul mezuniyetine ve ön bilgilere bağlı olarak eğitim içeriği uyarlanabilir ve gerektiğinde eğitim süreleri de kısalabilir.

Yaşlı bakımındaki meslek eğitiminize veya mesleği geliştirme eğitiminize şimdi başlayın! Ve böylece Berlin‘in bakımlı bir geleceğe bakmasına katkı sağlayın.

www.berlin.de/gepflegt­in­die­zukunft


Hasta danışmanlığında Türkçenin 10. yılı

A

lmanya’da göçmen kökenli bireylerin yaşadığı sorunlar halen tam anlamıyla yok edilebilmiş değil. Bugüne kadar, özellikle sağlık konularında hasta ve doktor arasında yaşanan iletişim sorunları, pek çok göçmeni alternatif çözüm yolları aramak durumunda bıraktı. Önceleri evin çocuklarının tercümesine başvurulurken, daha sonra yetişen nesillerle birlikte yerini sağlık sektöründe yetişmiş göçmen kökenli çalışanların etkisine bıraktı. Ancak, ülkedeki göçmen kökenli bireylerin sayısı göz önüne alındığında, sağlık sektöründeki talebin bu tarz çabalarla karşılanması oldukça zor görünüyor. Bu anlamda, Almanya’daki ilk Türkçe sağlık danışmanlığı hizmeti 2004 yılında Berlin-Brandenburg bölgesinde kurulan derneklerle hastalara ulaştırılmaya başlamış. Sosyal konularda destek sağlayan “Sozialverband VdK Berlin Brandenburg e.V.” ve tüketici hakları konusunda danışmanlık hizmeti sunan “Verbraucherzentrale Berlin e.V.” göçmen kökenlilere yönelik yapılan çalışmaların iki temel yapı taşı olmuşlar. Kısa zamanda hızla büyüyen ve Almanya’nın tamamına yayılan bu yapı, “Sozialverband VdK Deutschland e.V.” ve

“Verbraucherzentrale Bundesverband e.V.” ile federal bir yapıya kavuşmuş. 2007 senesinde ise “Verbund unabhängige Patientenberatung e.V.” ile birleşerek, bugünkü bilinen adıyla UPD, yani “Unabhängige Patientenberatung Deutschland”ı oluşturmuşlar. Almanya’da hastaların bu konudaki en büyük yardımcılarının başında bugün Almanya Bağımsız Hasta Danışmanlığı (UPD) geliyor. Projenin sorumluluğu ise, bu işe yıllarını vermiş olan Havva Arık’ın üzerinde. UPD’de Almanya genelinde “Kültürlere Açılım Projesi”nin sorumlusu olarak görev yapan Havva Arık, 10 yılda epey yol kat ettiklerini ama bu alanda yapılacak daha bir çok iş olduğunu söylüyor. UPD’nin sağladığı danışmanlık hizmetleri oldukça kapsamlı. Hangi durumlarda nereden sağlık yardımı alınabileceğinden, tedavi öncesi ve sonrası dikkat edilmesi gereken konulara kadar pek çok konuda hastaların soru ve sorunların çözüm bulunmaya çalışılıyor UPD’de. Bununla birlikte, tedavi muayene ve tedavi sırasında ya da sonrasında hasta haklarının ihlali konusunda da ciddi çalışmalar yapılmış. Havva Arık’a göre, en büyük sorunlardan bir tanesi hastala-

rın sahip olduğu pek çok hakkı bilmemesi. Bununla beraber, Almanya’daki çoğu doktorun, hastaların kültürel kodlarına hakim olmadığını, bu nedenle Almanya çapında göçmen kökenli hastalar için, kültürel bir açılım olması gerektiğine inanıyor Arık. UPD’ye Almanya’nın her bölgesinden cep ve sabit telefonlar aracılığıyla ücretsiz olarak ulaşmak isteyenlerin 0800-0117723 numarasını araması yeterli. Tamamı konusunda uzman kişilerden oluşan danışmanlık kadrosuyla hastaların sorunlarına çözümler üretmeye çalışan UPD, kendisine gelen bütün şikayetleri incelemeye aldığı gibi, daha sonra bu şikayetleri toplu olarak Almanya Sağlık Bakanlığı’na ileterek, öne çıkan konularda daha kalıcı çözümler bulunması için de çaba sarfediyor. Şimdi daha fazla göçmen kökenliye ulaşarak, onlara yardımcı olmak isteyen UPD’nin kapıları, şikayeti olan herkese açık. Eğer siz de bir hasta ya da hasta yakını iseniz, sağlık ve sigorta hizmetleri konularında merak ettiklerinizi, endişelerinizi ve en önemlisi şikayetlerinizi UPD’ye iletebilir, hem ücretsiz danışmanlıktan yararlanabilir, hem de sorunlara kalıcı çözümler bulunmasına yardımcı olabilirsiniz.

Sağlık sorunlarınız mı var?

Biz yardım ediyoruz!

Danışma hizmetimiz: bağımsız, tarafsız ve ücretsizdir. UPD Berlin` de

Tel. 030.856 29 18-30

c/o Sozialverband VdK Rubensstr.84 12157 Berlin

Almanya genelinde telefon hattı (ücretsizdir):

0800 0 11 77 23

Pazartesi ve Çarşamba saat 10 – 12 ve 15 –17 arası 31


KİTAP KULÜBÜ

Passagier 23 - Sebastian Fitzek

B

ugüne kadar hiç büyük bir yolcu gemisine atlayıp, mavi denizlerine ortasında bir yolculuğa çıkmayı hayal ettiniz mi? Çünkü böyle bir gemi yolculuğu pek çok insanın hayallerini süsleyen bir tatil seçeneğidir. Peki, uzun “mavi yolculuklarda” her sene ortalama 20 yolcunun kaybolduğunu biliyor muydunuz? Üstelik, bu yolcuların büyük çoğunluğuna ne olduğu hiç bir zaman bulunamıyor. Polisiye romanların yıldız yazarlarından Sebastian Fitzek, işte tam da renkli hayallerin bu karanlık tarafı üzerine kurmuş yeni romanı “Passagier 23”ü. Ama Fitzek’in sorduğu soru, romanı daha da enteresan bir hale getiriyor; ya bu kaybolan 23 yolcu günün birinde geri dönerse? Berlinli polis psikologu Dr. Martin Schwartz da ailesiyle birlikte böyle bir gemi yolculuğunun hayalini kuranlardan. Ancak, “Denizlerin Sultanı” ismindeki gemiyle çıktıkları yolculuk, Dr. Schwartz’ın hayatını cehenneme çevirmiştir, çünkü ünlü psikolog hem karısını hem de çocuğunu bu yolculuk sırasında esrarengiz bir şekilde kaybetmiştir.

Ailesini kaybettikten beş sene sonra, bir daha asla böyle bir gemiye yemin etmiş bir vaziyetteki Dr. Schwartz, bir görev esnasında aldığı bir telefonla bir kez daha sarsılmıştır. “Denizlerin Sultanı” gemisinde aylar önce ortadan kaybolan bir yolcu geri gelmiştir. Başta kendi ailesi olmak üzere, gemide kaybolan insanlara neler olduğunu çözmek için bu serüvene atlayan Dr. Schwartz kendisini 3000 yolcuyla birlikte okyanusun ortasında buluverir. Bir tarafta, gemide karşılaştığı gizemli olayları çözmek için Dr. Schwartz, diğer tarafta ise daha büyük bir mücadeleyi, bu lüks hayatın görkemine gölge düşürmemek ve herşeyi halı altına süpürmek isteyen gemi şirketiyle vermektedir. Passagier 23, polisiye roman severlere tek solukta okunacak, muhteşem bir macera vaat ediyor.

Das Kapital im 21. Jahrhundert - Thomas Piketty

D

ünyanın en zengin 100 kişisinin servetlerinin toplamı, en az servete sahip dünya çapındaki 3,5 milyar insanın (Dünya nüfusunun yarısı) toplam servetlerinin üzerinde. Hızla artmakta olan gelir eşitsizliğini farkeden ve bu anlamda bazı önlemler almak üzere “sosyal” politikalar uygulayan Almanya’da, zenginlerle ile fakirler arasındaki fark son 25 sene içerisinde 5’te 1’ten 6’da 1’e yükselmiş durumda. Ekonomik eşitsizliğin bu derece arttığı bir toplumda, insan özgürlükleri ne kadar korunabilir? Dahası, küresel anlamda etkileri ölümcül boyutlara ulaşan bu ekonomik durumda, savaşları önlemek mümkün olabilecek mi? Fransız ekonomist Thomas Piketty, mevcut kapitalist düzenin artık sürdürülemeyeceği düşüncesinde. Piketty’ye göre gelir ve servet dağılımının ulaştığı nokta son derece ürkütücü ve bu konuda çok acil bazı adımlar atılması gerekiyor. Kitap, pek çok Marksist düşünürün aksine devrimsel bir dönüşüm yerine, devletin piyasaya müdahalesini arttırdığı ve sosyal özgürlükler arttırılırken, ekonomik düzende bazen reformların yapıldığı bir sistem öne sürüyor. Thomas Piketty’ye göre gelir ve servet eşitsizliğindeki hızlı artış, 19. yy. sonlarında çok büyük hız kazanmış olsa da, 1900’lü yıllarda yaşanan bazı olaylar, bu eşitsizliği daha az görünür kılmış. İki Dünya savaşı, 1929 Büyük Bunalımı, petrol krizleri gibi olaylardan ötürü servetin tek elde toplanması ve Soğuk Savaş’ın kendine has yapısı, servetin tek elde toplanmasını geciktirse engellememiş. Aksine, bu dönemde eşitsizliğin altyapısının daha sağlam atıldığını söylüyor Piketty. Yeniden yapılandırılmış bir vergi sistemi sayesinde eşitsizliğin önlenmesinin, demokrasinin korunması yolunda çok elzem bir adım olduğunun iddia edildiği Kapital, Karl Marx’ın yazdığı Das Kapital kadar büyük sükse yapmasa da, ekonomi çevrelerini yoğun bir tartışma içine itmişe benziyor.

32


NACHRICHTEN IN DEUTSCH

33 34 38 40 42

Neue Busse für die BVG

S E I T E

Merkel: Alle brauchen Chance auf Ausbildung

S E I T E

“PEGIDA” - eine besorgniserregende “Bürgerbewegung”

S E I T E

Sichere Lebensmittel dürfen keine Frage des Geldes sein

S E I T E

Achtung vor Markentricks bei Lebensmittel Discounter “Lidl“

36 S E I T E

“berlintürk “zu Gast im Restaurant “Spießer” von Michael Groys

S E I T E

Neue Busse für die BVG

D

ie BVG erneuert ihren Fuhrpark. Im Rahmen einer europaweiten Ausschreibung orderten die landeseigenen Verkehrsbetriebe im Dezember 2013 bei dem schwedischen Traditionsunternehmen Scania 156 Niederflur-Gelenkbusse mit der Bezeichnung: “Citywide”. Die Busse sind 18 Meter lang und haben Platz für 99 Gäste. Im Vergleich zu den Doppeldeckern ermöglichen die “Citywide” Modelle Strassen zu nutzen, über denen niedrige Brücken hängen. Die Investition wird die BVG 50 Millionen Euro kosten. 17 abgasarme Busse streifen schon auf den Linien M49 (Heerstraße–Bahnhof Zoologischer Garten) und X9 (Flughafen Tegel–Bahnhof Zoologischer Garten) durch die Stadt und bis zum Jahresende werden es 35. Die restlichen neuen 320 PS starken BVG Busse kommen bis 2017 Insgesamt betreibt die BVG 1300 Busse in Berlin. Es wird eine Fußbodenheizung geben und bessere Innenkameras sagt BVG-Bus-Chef Martin Koller. Die Fußbodenheizung im Eingangsbereich soll vor Vereisung im Winter sorgen. dadurch entsteht keine Rutschgefahr und der Einstieg wird sicherer. Die neuen Innenkameras werden die Fahrer, per Knopfdruck ,Live, im Notfall zur BVG-Leitstelle schalten können. Dort wird dann immer ein Beamter der Polizei im Einsatz sein um bei Gewalt-Delikten eingreifen zu können. Die zusätzliche Außenkamera soll dem Fahrer via Monitor tote Winkel beim Abbiegen anzeigen. Kritik kommt vom Berliner Behindertenverband, den es stört, dass

es nur noch eine Rampe geben wird. Allerdings ist es auch ein Fortschritt das an der zweiten und dritten Tür rote Lampen sofort leuchten, bevor sich die Türen schliessen. Der Allgemeine Blindenund Sehbehindertenverein Berlin kritisiert, das die Busse nicht kommunizieren. Es wird für Blinde also weiterhin keine automatischen Haltestelle-, Linie- und Fahrzielansagen geben.


Integrationsgipfel: Ausbildung im Fokus

A

lle jungen Menschen – ob mit oder ohne Migrationshintergrund – müssen die Chance auf eine Berufsausbildung erhalten. Das ist die Forderung des siebten Integrationsgipfels in Berlin.

Jugendlicher mit Migrationshintergrund. Im Zentrum des Austausches standen zwei Themenblöcke: die Erhöhung der Ausbildungsbeteiligung von jungen Migranten und die Verstärkung der Ausbildungsbereitschaft der Betriebe.

Mit der Konzentration auf die Ausbildung von Jugendlichen mit Migrationshintergrund stand erstmals seit 2006 ein Sachthema im Fokus des Gipfels. Zu dem Treffen hatten Bundeskanzlerin Merkel und die Integrationsbeauftragte der Bundesregierung ins Bundeskanzleramt eingeladen.

Bei der abschließenden Pressekonferenz sagte die Bundeskanzlerin, am Thema Ausbildung habe sich gezeigt, dass Integration keine Einbahnstraße ist. Menschen mit Migrationshintergrund müssten sich nicht einseitig in die Gesellschaft integrieren - auch die Gesellschaft müsse bereit sein, sich zu öffnen. Nur in diesem gegenseitigen Miteinander gelinge die Integration auch bei der Ausbildung.

Vertreter der Länder, der Wirtschaft und der Gewerkschaften sowie Migrantenorganisationen waren nach Berlin gekommen und berieten über die Ausbildungssituation

Merkel: Alle brauchen Chance auf Ausbildung

D

azu fordert Bundeskanzlerin Angela Merkel die Unternehmen in ihrem neuen Video-Podcast auf. Es sei leider richtig, dass junge Menschen mit ausländisch klingenden Namen es schwerer hätten als andere, zu Bewerbungsgesprächen eingeladen zu werden, sagt Merkel. Deshalb widme sich der Integrationsgipfel ganz besonders diesem Thema.

man schauen, ob noch Weiterbildung oder Training notwendig seien. "Wir beobachten das sehr genau." Merkel weiter: "Die Arbeitgeber müssen auch offen sein, sie suchen Fachkräfte. Deshalb ist es gut, mit den Kammern und der Politik zusammen immer wieder zu werben und zu sagen: Jeder soll bei uns im Land eine Chance haben. Das gehört einfach zu einem modernen, weltoffenen Land.”

Es gebe allerdings auch schon viele gute Beispiele, so die Bundeskanzlerin. In der "Charta der Vielfalt" hätten sich sehr, sehr viele Unternehmen zusammengeschlossen, "die auch aktiv nach außen zeigen: Uns ist jeder willkommen". Gute Beispiele machten Schule. Es gebe auch eine Vielzahl von Initiativen, die jungen Menschen unterstützten, wenn sie Schwierigkeiten hätten. "Unser Ziel muss sein, jeden jungen Menschen so fit zu machen, dass er für eine Berufsausbildung geeignet ist", betont Merkel

Einmal mehr betont Merkel die Bedeutung guter Deutschkenntnisse. Das Erlernen der Sprache sei eine Notwendigkeit und eine Voraussetzung für eine qualifizierte Arbeit. Sie ruft die Unternehmen auf, ihre Mitarbeiterinnen und Mitarbeiter dabei zu unterstützen. Wenn Arbeitgeber an einer guten Mitarbeiterschaft interessiert seien, fänden sie entsprechende Wege, auch "ohne dass wir Gesetze machen". Zugleich hebt die Bundeskanzlerin hervor: "Ich glaube, man muss ehrlich sein und sagen: Ein gewisses Eigenengagement muss schon da sein, anders wird das nichts." Eine "praxis-fördernde Methode" sei es auch, zu Hause die Sprache zu sprechen, die am Arbeitsort gesprochen werde.

Mit Blick auf Zuwanderer mit Bildungsabschlüssen sagt Merkel: "Ich denke, wir verschenken immer noch zu viele Potentiale." Das Gesetz zur Anerkennung ausländischer Abschlüsse sei „noch relativ neu", erklärt die Bundeskanzlerin. "Wir müssen jetzt erst einmal sehen, dass diese Prozeduren unbürokratisch abgewickelt werden, dass alle Menschen davon auch Gebrauch machen." Dann müsse

Staatsministerin Özoğuz begrüßt Allianz für Aus- und Weiterbildung

A

rbeitgeber (DIHK), Gewerkschaften (DGB), Vertreter der Bundesregierung (BMWi), der Länder (KMK) und die Bundesagentur für Arbeit haben die „Allianz für Aus- und Weiterbildung“ unterschrieben. Hierzu erklärt die Beauftragte der Bundesregierung für Migration, Flüchtlinge und Integration, Aydan Özoğuz: „Dies ist ein guter Tag für die Jugendlichen in Deutschland, die eine Ausbildung machen wollen. Ausdrückliches Ziel der heute unterzeichneten ‚Allianz für Aus- und Weiterbildung‘ ist es, mehr junge Menschen in die betriebliche Ausbildung zu bringen. Unter denen, die bisher immer wieder leer ausgegangen sind, sind leider überproportional viele junge Erwachsene mit Migrationshintergrund. Und zwar nicht nur leistungsschwächere sondern nachweisbar auch leistungsstarke Jugendliche. Ich erwarte, dass mit den jetzt beschlossenen Instrumenten auch ihre Chancen auf dem Ausbildungsmarkt deutlich verbessert werden.

34

Die feste Verabredung, über 500.000 Schülerpraktika und zusätzliche 20.000 Ausbildungsplätze zu schaffen, ist hier ein wichtiger Schritt. Besonders begrüße ich den Einstieg in die so genannte ‚assistierte Ausbildung‘ mit bis zu 10.000 Plätzen. Hierdurch werden Jugendliche unterstützt, die bisher schlechte Chancen am Ausbildungsmarkt haben. Ebenso hilft die assistierte Ausbildung ausbildungsbereiten kleinen und mittleren Betrieben bei Durchführung einer Ausbildung. Als Beauftragte habe ich das Jahr 2014 unter den Schwerpunkt Ausbildung gestellt. Auch der Integrationsgipfel der Bundeskanzlerin widmete sich ausschließlich diesem Thema. Ich freue mich, dass die hierdurch gesetzten Impulse Eingang in die heute unterzeichnete Vereinbarung gefunden haben. In den kommenden Jahren werde ich mit allen Allianz-Partnern weiter an diesem wichtigen gesellschaftlichen wie wirtschaftlichen Thema arbeiten.“


35

35


zu Gast im Restaurant “Spießer” von Michael Groys

36


D

Dass es türkische Küche in Friedrichshain gibt, ist für mich als endlosem Liebhaber der anatolischen Kulinarie ein Novum. Dass aber so ein Restaurant noch den Namen ,,Spießer“ trägt, war für mich ein Grund zum Staunen. Das von außen nicht besonders auffällige Lokal an der Warschauerstraße, umgeben von touristischen low-quality Schnellimbissen, behauptet sich durchaus mit einem souveränen Angebot an türkischen Speisen und einem Holzkohlegrill. Die Besitzer kommen aus Antakya im Südosten der Türkei, welches sich durch besondere gastronomische Leistungen auszeichnet. Grillen ist dort -wie in Deutschland Bier trinken- eine Tradition. Die Region hat aber auch besondere Produkte, wie der Paprika, die eine milde Würze hat, welche im Verlauf meines Tastings zum Vorschein kommt. Im Gegensatz zu den letzten Tastings, die mich in die Welt der türkischen Weine einführten, hatte ich es diesmal mit dem traditionellsten türkischen alkoholischen Getränk zu tun: Raki! Raki ist ein Anisèe, welcher

Essen **** * ungenügend

aus Weintrauben oder Rosinen hergestellt wird und einen Alkoholgehalt von 40-50% hat, sodass er mit Eis und kaltem Wasser vermischt wird. Das Getränk wird zumeist in geselliger Runde getrunken und hat eine sehr entspannende Wirkung. Selbstverständlich fehlte es nicht an Essen. Von Vorspeisen wie Hummus und Kus Kus bis hin zu einem unglaublichen Grillteller mit Hackfleischspießen, Lammschaschlik, Hähnchenschaschlik und natürlich eingelegt in dünnem Brot, genannt Lavasch. Besonders überzeugend war der selbstgemachte Hummus , wie auch der Fleischteller. Dazu gab es Gemüse auf Grill und immer wieder neuen Raki. Es war für mich nur schwer vorstellbar in mitten von Friedrichshain ein derartiges Stück authentischer türkischer Gastfreundlichkeit zu fairen Preisen und einer äußerst angenehmen Bedienung zu finden. ,,Der Spießer“ ist eben ein Lokal nicht für Spießer, sondern für Suchende nach neuen

Atmosphäre *** ** mangelhaft

*** befriedigend

Preis/Leistung *** **** sehr gut

***** hervorragend

37


“PEGIDA” - eine besorgniserregende “Bürgerbewegung” Was ist Pegida und warum nehmen in Dresden immer mehr Menschen an den Montagsdemos gegen Ausländer teil?

P

atriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes, kurz PEGIDA, ist ein rechtspopulistisches bis rechtsextremes deutsches Demonstrationsbündnis, das sich gegen die aus Sicht der Demonstrationsanmelder drohende Ausbreitung des Islamismus in Deutschland und Europa einsetzt. Dafür führt es Demonstrationen in Dresden durch, bei denen sie auf die ihrer Auffassung nach verfehlte Politik der Bundesregierung aufmerksam machen wollen. Dabei ist ein besonders großer Zulauf an Teilnehmern zu verzeichnen. Bei der ersten Demonstration im Oktober 2014 gingen gerade mal rund 500 Personen gegen „Glaubenskriege auf deutschem Boden“ auf die Straße; zuletzt waren es 10.000. Von den Rednern der Abschlusskundgebungen wurden acht Forderungen zur Zuwanderungspolitik vorgetragen, darunter mehr Polizei und „Null Toleranz“ gegenüber „radikalreligiösen Gruppierungen“ und „straffällig gewordenen Zuwanderern“. In den Ansprachen wurde neben der aus Sicht der Redner notwendigen Verhinderung einer „Islamisierung des Abendlandes“ der Wunsch nach „Bewahrung und [...] Schutz unserer deutschen Identität“ geäußert. Gewarnt wurde vor einer „radikal-religiösen Unterwanderung unserer christlich-jüdischen Abendlandkultur“. Die Dynamik der neu entstandenen Bewegung beunruhigt mitt-

38

lerweile auch das Establishment. So hat der Umgang mit der neuen "PEGIDA"-Bewegung bei der Innenministerkonferenz (IMK) in Köln eine zentrale Rolle gespielt. Die Innenminister von Bund und Ländern warnten ausdrücklich "vor der zunehmenden islam- und ausländerfeindlichen Hetze". Rechtsextremisten und Rechtspopulisten würden ganz gezielt Demonstrationen und Veranstaltungen für ihre Zwecke ausnutzen. Dieses könne bei Plattformen wie "PEGIDA" und ihren Ablegern erschreckend deutlich beobachtet werden. "Wir müssen diese Aufwiegler demaskieren", erklärte der IMKVorsitzende und Innenminister von NRW, Ralf Jäger. Auf dem Rücken von rund vier Millionen friedliebenden Muslimen würden "ganz bewusst Ängste und Vorurteile" geschürt. Besonders schockierend sei die Hetze gegen Flüchtlinge. "Diese Menschen haben sowieso schon alles verloren und brauchen unsere Hilfe", so Jäger. Bundesinnenminister Thomas de Maizière erklärte, das innenpolitische Klima im Lande werde rauer. "Die furchtbare Situation in Syrien, im Irak aber auch in anderen Teilen der Welt erhöht den Migrationsdruck auch auf Deutschland. Menschenverachtende Terrororganisationen erhalten Zulauf auch aus Deutschland. Viele Bürger empfinden Sorgen vor den Herausforderungen unserer Zeit."


Migrantenorganisationen wählen ihre Vertretung im Rundfunkrat des rbb Herr Hasan Akyol vertritt ab dem 1. Januar 2015 für vier Jahre die Migrantinnen und Migranten Berlins und Brandenburgs im Rundfunkrat des rbb.

D

ies beschloss eine von der Integrationsbeauftragten des Senats durchgeführte Wahlveranstaltung der Berliner und Brandenburger Migrantenorganisationen am Dienstag-

abend.

Der 1962 in Caykara in der Türkei geborene Einzelhandelskaufmann engagiert sich seit über 30 Jahren in Migrantenorganisationen. Herr Akyol war Moderator beim Türkischen Fernsehen Deutschland. Diese Erfahrungen will er im rbb-Rundfunkrat nutzen und migrantische Belange einbringen. Hasan Akyol tritt die Nachfolge von Frau Ballé Moudoumbou an, die in den vergangenen vier Jahren dem Rundfunkrat angehörte und in der auslaufenden Legislaturperiode den Schwerpunkt auf die kulturelle Profilbildung des rbb gelegt hat.

39

Herr Akyol erhielt 49 Stimmen von den 69 Wahlberechtigten; Herr Suat Bakir erhielt zehn Stimmen, Frau Ballé acht und Herr Dr. Kien Nghi Ha zwei Stimmen. Wahlberechtigt waren Vertretungen der 171 Migrantenorganisationen, die sich in der öffentlichen Liste gemäß Partizipations- und Integrationsgesetz hatten eintragen lassen. Im Rundfunkstaatsvertrag Berlin-Brandenburg ist festgelegt, dass unter den 30 Mitgliedern des Rundfunkrates des rbb eine Vertreterin oder ein Vertreter der migrantischen Bevölkerung Berlins und Brandenburgs ist. Diese bzw. dieser wird von den Integrationsbeauftragten der beiden Länder vorgeschlagen und auf einer Wahlveranstaltung der Migrantenvereine Berlins und Brandenburgs bestimmt.

39


Sichere Lebensmittel dürfen keine Frage des Geldes sein Der SPD-Parteivorstand hat in seiner letzten Sitzung folgenden Beschluss gefasst:

G

esunde Lebensmittel müssen für alle Menschen in unserem Land verfügbar und auch erschwinglich sein. Diese Verfügbarkeit und Erschwinglichkeit gesunder Lebensmittel ist ein soziales Grundrecht! Verbraucherinnen und Verbraucher müssen darauf vertrauen können, für ihr Geld unbedenkliche Lebensmittel zu bekommen, egal ob in den Regalen der Supermärkte, an Ladentheken, Marktständen, über den Online-Handel oder in der Gastronomie. Dieses Recht muss für alle gelten – unabhängig vom Geldbeutel. Für Kinder und Jugendlichen ist in den KiTas und Schulen der Anspruch auf eine ausgewogene und gesunde Ernährung sicherzustellen. Landwirte, Lebensmittelproduzenten und Handel arbeiten in Deutschland mit hoher Qualität. Verbraucherschutz und die Produktion sowie der Vertrieb gesunder Lebensmittel sind für die allermeisten Unternehmen zentrale Bestandteile ihrer Unternehmensphilosophie. Wahr ist aber auch, dass es in Deutschland gegenwärtig Bedingungen in der Fleischproduktion gibt, die teilweise zu schwerwiegenden Missständen auf Kosten der Lebensmittelqualität führen. Leidtragende sind nicht nur die Verbraucherinnen und Verbraucher, sondern auch die bäuerlichen Erzeugerinnen und Erzeuger, die Beschäftigten in der Fleischindustrie, die Tiere und die Umwelt. Um ein Angebot von qualitativ hochwertigen, für jeden bezahlbare Lebensmitteln sicherzustellen, sind die bestehenden Strukturen in der Land- und Lebensmittelwirtschaft von der Produktion über die Verarbeitung und den Transport und Handel bis zum Konsum auf den Prüfstand zu stellen. Systeme, bei denen unsere Versorgung mit Lebensmitteln auf Ausbeutung von Menschen beruht und die Tiere zu Industrieprodukten degradiert, werden wir in unserem Land nicht länger dulden. Menschenwürdige Arbeitsbedingungen müssen auch in der Fleischindustrie gelten.

1. Wertschätzung von Lebensmitteln Tierische Produkte wie Fleisch, Milch und Eier sind wertvolle Lebensmittel. Ihre Erzeugung aus artgerechter Haltung und ihre fachgerechte Verarbeitung sind arbeits- und kostenintensiv. Produktionsbedingungen und Kosten gehen aber selten klar aus den Etiketten hervor. Doch faire Lebensmittelpreise und transparente Produktionsbedingungen liegen im Interesse der Verbraucherinnen und Verbraucher. Sie fördern den Qualitätswettbewerb und minimieren das Risiko von Lebensmittel-Skandalen.

a) Für alle Kinder und Jugendlichen gesunde Ernährung in KiTas und Schulen ermöglichen Ernährungsweisen und ein verantwortungsbewusster Umgang mit Lebensmitteln werden schon im Kindesalter geprägt. Den Wert von Nahrungsmitteln lernen Kinder besser schätzen, wenn sie schon früh Freude am Essen und Interesse am Ursprung von Lebensmitteln entwickeln. Deshalb müssen wir bei der Verpflegung in Kindertagesstätten und Schulen ansetzen und für alle Kinder und Jugendlichen ausgewogene und leckere Mahlzeiten sicherstellen. Dabei ist es ein Gebot sozialer Gerechtigkeit, die Finanzierbarkeit für Alle zu sichern. Eine gesunde Ernährung ist eine wichtige Basis für gute Startchancen ins Leben, sie darf nicht vom Geldbeutel der Eltern abhängen. Dieses für die Zukunft unserer Gesellschaft wichtige Ziel darf nicht länger mit der Frage der Finanzierbarkeit blockiert werden.

40

b) Souveränität der Verbraucherinnen und Verbraucher stärken Über den Inhalt ihres Einkaufskorbs bestimmen Verbraucherinnen und Verbraucher die Bedingungen, zu denen tierische Lebensmittel erzeugt werden, maßgeblich mit. Um selbstbestimmte und verantwortungsvolle Kaufentscheidungen zu treffen, müssen sie aber gute von schlechten Angeboten unterscheiden können. Hierfür ist die Kennzeichnung von Lebensmitteln tierischer Herkunft einfacher und verbraucherfreundlicher zu regeln. Der Produktionsort, die Fütterung (mit oder ohne GVO-Pflanzen) und die Tierschutzstandards, die bei der Haltung, beim Transport und beim Schlachten von Tieren eingehalten werden, müssen Verbraucherinnen und Verbrauchern transparent kommuniziert werden. Die Konzentration im deutschen Einzelhandel versetzt die wenigen Supermarktketten hierzulande in eine starke Machtposition gegenüber den Zulieferern. So bestimmt vor allem der Lebensmitteleinzelhandel die Preise und damit die Produktions- und Arbeitsbedingungen. Der Kampf um die Gunst der Verbraucherinnen und Verbraucher wird über einen enormen Preisdruck ausgefochten, der zu Lasten der Erzeuger, Zulieferer und der dort Beschäftigten geht. Die SPD setzt sich deshalb für die Schaffung einer Ombudsstelle ein, bei der unfaire Handelspraktiken anonym gemeldet werden können.

c) Lebensmittelverschwendung eindämmen Dumping-Preise für Lebensmittel führen dazu, dass bei Produktion, Weiterverarbeitung, Vermarktung und Verzehr zu wenig auf Qualität und einen sparsamen Umgang mit unseren Ressourcen geachtet wird. Das Wegwerfen ist oftmals günstiger als die Weiterverarbeitung, und viele noch zum Verzehr geeignete Lebensmittel landen im Müll. Die mangelnde Wertschätzung und die Verschwendung von Lebensmitteln haben nach wie vor ein beschämendes Ausmaß. Der Kampf dagegen muss auf allen Stufen der Wertschöpfungskette angegangen werden, denn verantwortlich für die Verschwendung sind nicht allein die Verbraucherinnen und Verbraucher. Ausgehend von der Landwirtschaft müssen gemeinsam mit den herstellenden Betrieben, dem Handel und anderen Wirtschaftsbeteiligten auf jeder Stufe der Kette Maßnahmen entwickelt werden, um die Verschwendung wertvoller Ressourcen einzudämmen. Dabei müssen auch die Unternehmen stärker einbezogen werden, u.a. durch die Vereinbarung branchenspezifischer Zielmarken zur Reduzierung von Abfall.

2. Antibiotika-Resistenzen konsequent vorbeugen Zunehmend erschüttern Meldungen über Funde von multiresistenten Keimen auf Fleischprodukten das Vertrauen der Verbraucherinnen und Verbraucher in die Sicherheit von Lebensmitteln. Die Sorge um Antibiotika-Resistenzen wächst und ist sehr ernst zu nehmen. Denn resistente Krankheitserreger stellen eine gravierende Gefahr für die menschliche Gesundheit dar. Der umfangreiche Einsatz von Antibiotika in der Nutztierhaltung begünstigt die Entstehung und Ausbreitung von resistenten Keimen. Gesunde Tiere in den Ställen und ein fachgerechter Umgang mit Antibiotika sind deshalb ein wichtiger Beitrag für einen besseren gesundheitlichen Verbraucherschutz.


a) Artgerechte Nutztierhaltung för- b) Missbrauch von Antibiotika be- c) Tiergesundheitsrecht neu ordnen dern enden Tiere, die zusammengepfercht auf engem Raum unter schlechten Hygiene- und Haltungsbedingungen ihr Dasein fristen, werden krank. Der Bedarf an Antibiotika steigt. Für die SPD ist daher klar: Haltungsbedingungen müssen den Tieren angepasst werden und nicht umgekehrt. Eine Weiterentwicklung der Haltungssysteme und des Hygienemanagements ist notwendig. Wir wollen flächendeckend tierschutzgeprüfte Stallsysteme in den landwirtschaftlichen Betrieben. Bewegungsfreiheit und ein ausreichendes Platzangebot ist Voraussetzung für eine tierund verhaltensgerechte Unterbringung. Bisherige Züchtungskonzepte müssen hinterfragt werden. Die kurze Mastdauer von Hühnern, Puten und Schweinen und die schnelle Gewichtszunahme schwächen den Organismus der Tiere und machen sie krank. Auch dies befördert den Einsatz von Antibiotika. Ebenso müssen wir uns um den Antibiotika-Einsatz bei Milchkühen, Sauen, Legehennen und Fischzuchten kümmern.

41

Wir wollen gesunde Lebensmittel für die Verbraucherinnen und Verbraucher. Sie sollen vor resistenten Keimen geschützt werden. Dafür sind strengere Vorschriften für die Anwendung von Antibiotika in der Tierhaltung erforderlich. Reserveantibiotika, die in der Humanmedizin hoch wirksam sind, dürfen in der Tierhaltung nicht eingesetzt werden. Das muss auch auf Länderebene streng und konsequent überwacht und durchgesetzt werden. Auch die Preisgestaltung für abgegebene Tierarzneimittel und die ArzneimittelpreisVerordnung gehören auf den Prüfstand. Der Verkauf von Antibiotika muss so geregelt sein, dass kein wirtschaftlicher Anreiz zu einer übermäßigen Abgabe besteht. Tierärzte müssen für ihre Beratungs- und Behandlungstätigkeit bezahlt werden. Für alle Tierärzte müssen die gleichen Abgabepreise für Tierarzneimittel gelten. Hohen Rabatte, die großen Tierarztpraxen eingeräumt werden, wenn sie Antibiotika in großen Mengen abnehmen und weiterverkaufen, stellen einen erheblichen Anreiz zum Missbrauch dar.

Die Vorschriften zu Tierarzneimitteln im Arzneimittelgesetz sind unübersichtlich und in weiten Teilen nicht mehr nachvollziehbar. Das liegt auch daran, dass in Deutschland Human- und Tierarzneimittel in einem Gesetz geregelt werden. Ein eigenständiges Tiergesundheitsrecht ist deshalb notwendig. Dadurch können auch besondere Anforderungen an die Tiergesundheit direkt in ein neues Tiergesundheitsgesetz aufgenommen werden, das auch Tierarzneimittel umfasst. Die SPD setzt sich für eine für die Verbraucherinnen und Verbraucher gesunde, tierschutzgerechte und nachhaltige Fleischerzeugung in bäuerlichen Strukturen ein. Dabei ist das Recht auf gute Lebensmittel aus artgerechter Tierhaltung unmittelbar verknüpft mit der gesellschaftlichen Aufgabe, verantwortungsvoll mit tierischen Nahrungsmitteln umzugehen.

41


Künye Bütün Dergiler

Berlinturk.com

Facebook

Twitter

İmtiyaz Sahibi / Inhaberin: Sevim Ercan berlinturk Bundespressekonferenz Raum: 5315 Schiffbauerdamm 40 10117 Berlin Mobil: 0176 228 505 74 Büro:+49(0) 30 / 537 933 90 E-Mail:sevimercan@yahoo.de www.berlinturk.com Steuernummer: 24/279/61277 Yazı İşleri Müdürü / Redaktion: Kapak / Potre Fotos by Metin Yılmaz Redaktör / Redaktion Görsel Yönetmen / Layout: Çağdaş Özbakan Editör/Herausgeber Görsel Yönetmen / Layout: Özgür Özata oezata@berlinturk.de Danışma Kurulu: Dr. Attila Doğan, PD Dr. med. Meryam Schouler-Ocak, Mustafa Öztürk, Seyhan Yiğit, Cihan Sendan, Hüseyin Yılmaz, Mehmet Can Özer ve Ali Özçelik Baskı / Auflage: 10.000 / Sonderausgabe Fotoğraflar / Fotos: 123rf.com, fotolia.de, photodune.net, Anadolu Ajansı, Cihan Haber Ajansı Reklam için: Mobil: +49 176 228 505 74 E- Mail: sevimercan@yahoo.de Basım Evi / Druckerei: MOTIV OFFSET DRUCKEREI Prinzessinnenstraße 26 10969 Berlin

Bundesregierung beschließt Bürokratie-Bremse

D

er neue Beschluss der Bundesregierung "Eckpunkte zur weiteren Entlastung der mittelständischen Wirtschaft von Bürokratie" ist vielversprechend. Hierbei hat sie festgelegt, keine zusätzlichen Bürokratielasten mehr aufzubauen: Im Sinne des sogenannten "Eins rein, Eins raus"-Prinzips sollen künftig Belastungen, die durch notwendige neue Regelungen entstehen, in gleichem Umfang an anderer Stelle abgebaut werden. Staatsminister Helge Braun, Koordinator der Bundesregierung für Bürokratieabbau und bessere Rechtsetzung, betont: „Zu dem Versprechen auf keine Neuverschuldung und keine Steuererhöhung muss jetzt das Versprechen hinzukommen, dass wir auch keine zusätzliche Bürokratie mehr aufbauen. Gesetze und Verordnungen sind entscheidende und unverzichtbare Rahmenbedingungen; daraus dürfen aber keine zusätzlichen Belastungen für die deutsche Wirtschaft erwachsen. Die Erfolgsformel lautet deshalb künftig: ‚Eins rein, Eins raus‘ – also jeder Euro zusätzlicher Aufwand nur dann, wenn auch jeweils ein Euro Entlastung gewährleistet wird. Die Bundesregierung wird dieses Prinzip nun schnellstmöglich für die Praxis der Gesetzgebung konkretisieren und umsetzen.“ Die weiteren Eckpunkte setzen ebenfalls Impulse für Entlastungen, die vor allem der mittelständischen Wirtschaft zugutekommen. Sie knüpfen direkt an das Arbeitsprogramm „Bessere Rechtsetzung 2014“ an. So sollen beispielsweise das Steuer- und Finanzrecht vereinfacht, Start-ups und Gründer entlastet, Unternehmen von Informations- und Statistikpflichten befreit und der Bürokratieabbau auch in Verwaltungsverfahren forciert werden.

Markentricks bei Lebensmittel Discounter “Lidl“?

E

iner Auswertung von Focus Online zufolge bedient sich die Supermarktkette “Lidl” eines Tricks, um die gleichen Waren in edlen Verpackungen deutlich teurer zu verkaufen.

Die “Deluxe” Produkte die gerade zur Weihnachtszeit beliebt sind, sollen das Image der Marke verbessern. Nur das beste soll auf den Tisch, doch ist alles Gold was glänzt?

Der Kunde will “edel”, aber trotzdem “günstig”. Das scheint “Lidl” für sich zu nutzen. Oft sollen diese angeblichen Luxus-Produkte selber hergestellt und in den hauseigenen Läden angepriesen und verkauft werden. Der eigentliche Skandal dieser Auswertung ist, das die “Deluxe” - Produkte oft die gleichen Lebensmittel enthalten, wie herkömmlichen Produkte. Die Verpackungen suggerieren bessere Produkte, obwohl sich keine qualitativen Unterschiede feststellen ließen.


Türk - Alman Hasta Bakım Servisi dtp GmbH

24 saat yoğun bakım merkezleri

„Leben, unbeschwert in den eigenen vier Wänden“

DTP - Zentrale

DTP Frankfurt

Lützowstr.21 10785 Berlin

Königsteinerstr. 83 65929 Frankfurt am Main

Tel: 030 25 79 79 51

www.dtp-pflege.de



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.