Babil 30

Page 1

HAYATTA ARMONİ Doğa yasalarının uyumu

KUĞU

Zarafet, Sevgi, Dişilik, Güzellik...

İHVAN-I SAFA

Saflığın Kardeşliği

APOLLON VE DAPHNE KEMAL KARADAYI

İletişimde Zen Bilgeliği

1


2


EDİTÖR’DEN “Ölçülülük bizim daha yüksek benliğimiz ve daha alçak benliğimiz arasındaki uyum ve armonidir.” D. S. Guzmann Babil Kulesi serüvenine başlarken, yükseklere sevgimiz bu ismi koymamıza neden olmuştu. Yükseklere tırmanmak tarihte bilgelere, peygamberlere, Kızılderililere ve çeşitli kadim uygarlıklarda bireylere ilham olmuştur. Bu sayı bizim

için tırmanışın en dikey sayılarından biri oldu. Konumuz: “Armoni.” Her anın içinde olan ve bu kadar az dikkatimizi çeken bu konuyu incelemek, anlamaya ve ifade etmeye çalışmak armoni sınırlarımızı zorladı. Tefekkür sürecimizde armoninin temel kurallarıyla şaşmaz bir irade olduğunu öğrendik. Armoninin ancak üzerinde çalışarak ve sürdürülebilirlik ile ortaya çıkabileceğini tecrübe ettik. Bu

konuda doğa bize ilham oldu. Eskişehir'de armoninin tanrıçasına adanış olan Yazılıkaya'yı, savaş sanatları ile iç armoniyi arayan Kung Fu Panda'yı da unutmadık. Mitoslardan Apollon ve Daphne'yi ve daha birçok konuyu ele aldık. Dr. Semra ŞEN

3


İÇİNDEKİLER

08 HAYATTA ARMONİ Doğa Yasalarının Uyumu

KUĞU Zerafet

Sevgi

Dişilik

Güzellik

Zerafet, sevgi, dişilik ve güzelliğin sembolü: “Kuğu” Onunla tanışmam Hans Christian Andersen’nın “Çirkin Ördek Yavrusu” masalıyla başlamıştır. Masalda kuğunun yolculuğu, kaybolan bir kuğu yumurtasının, anne ördeğin yumurtalarının arasına karışmasıyla başlar. Yumurtadan çıktığında, ördek yavruları kadar güzel ve sevimli olmayan minik kuğu sürekli aşağılanır ve dışlanır. Kalbi kırılan minik

kuğu bu durum üzerine bir yolculuğa çıkması gerektiğini anlar. Bu yolculuk esnasında birçok zorlukla karşılaşan minik kuğu yavaş yavaş büyümektedir. Bir gün göl kıyısında kuğu sürüsünü görmesiyle hayatı değişir. Sürünün yanına gitmek için su kenarına ulaşan kuğu göle baktığında kendi yansımasıyla karşılaşır. Artık çirkin ördek yavrusu olmadığını ve bir kuğuya dönüştüğünü farkeder. Sürüye kabul edilen kuğu onlarla say-

gın, huzurlu ve mutlu bir hayat sürer. Masalda da anlatıldığı gibi kuğu değişim ve dönüşümün en zarif sembolüdür. Geçmişte yaşadığımız tecrübeleri yapıcı bir şekilde değerlendirip geleceğe gelişerek, güzelleşerek ve kendi içimizdeki parçaları birleştirerek ilerlememizi anlatır. Aldatıcı doğasının arkasında gerçek güzellik içinde büyür. Hepimizde bulunan iç lütfu, benlik saygısını ve güzelliği bulmamıza

KÜTÜPHANELER Uygarlıkların Hafıza Hazineleri

10

KUĞU Zarafet, Sevgi, Dişilik, Güzellik..

YÜKSEKLİKLER ÜZERİNE

22 30 APOLLON VE DAPHNE

12

34 Kemal Karadayı ile İLETİŞİMDE ZEN BİLGELİĞİ

YÜKSEKLİKLER ÜZERİNE

KEMAL KARADAYI İletişimde Zen Bilgeliği

Ihvân-ı Safâ Saflıgın Kardesligi

16 8 4

İHVAN-I SAFA Saflığın Kardeşliği

38 YAZILIKAYA Midas Kenti


İÇİNDEKİLER

38

Code.org Bu sayımızda sizlere code.org adlı internet sitesini tanıtmaya çalışacağız. Aslında bu sadece bir internet sitesi değil, bir eğitim programı. Code.org benzeri birçok çalışma var ve hepsinin gayesi kod “okur-yazarlığını” öğretmek. Kod okur-yazarlığı kavramına girmeden önce şafağında olduğumuz yeni sanayi devrimini anlamamız gerekiyor. Endüstri 4.0 ismiyle adlandırılan 4. Sanayi devrimi artık hükümetlerin ve büyük firmaların kendilerini hazırladığı bir kavramdır. Endüstri 4.0 ile nesnelerin interneti, büyük data, büyütülmüş gerçeklik ve makinamakina haberleşme gibi kavramlar hayatımızda daha çok yer edecektir. Bu kavramların temelinde yazılımlar ve bilgisayar olacaktır. Yazılımlar

KUNG FU PANDA 3

Bu istatistikleri paylaştıktan sonra code.org’u biraz daha yakından tanıyalım. Mark Zuckerberg, Jack Dorsey, Chris Bosh, Bill Gates, Barack

babil

kulesi ocak-şubat-mart 2016 İmtiyaz Sahibi

Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra ŞEN Genel Yayın Yönetmeni Semra ŞEN

44

Code.org çocukların ilgisini çekebilmek için kimi zaman yıldız savaşları temasını kullanırken kimi derslerde karşınıza karlar kraliçesi çıkabiliyor.

şehir kültür rehberi

İZMİR TİYATROSU Benimle Delirir misin? 16 Haziran 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer su, İzmir Shirley 19 Temmuz 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer su, İzmir Abuzer Nasıl Kurtulur 22 Haziran 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer su, İzmir

DİRİLİŞ Kan Döküldü. Hayat Doğdu.

Obama gibi bir çok kişi code.org’u desteklemektedir. Ben Code. org’u ilkokula gelecek sene başlayacak olan Yiğit isimli arkadaşımdan öğrendim. Yiğit okuma yazma bile bilmezken kod okur-yazarlığında bir hayli yol almış. Code.org’un iddiası her yaş grubundan insana kod okur-yazarlığını öğretmektir. 4 yaş ve üzeri her birey için kategorilere ayrılmış birçok online dersten oluşuyor. Dersler her yaş grubundaki insanın ilgisini çekebilecek oyun-yapboz tarzı giderek zorlaşan derslerden oluşuyor. Ve Türkçe dil desteği de var.

CODE.ORG

ocak-şubat-mart

40

bugünden daha fazla hayatımızda olacaktır. Code.org’un tanıtım videosunda Amerikan Başkanı Barack Obama Amerikalı çocuklara seslenirken diyor ki; oyun oynamayın kendi oyunuzu yapın, uygulama indirmeyin kendi uygulamanızı yapın. Amerika yeni nesillerini bangır bangır gelen yeni dünyaya şimdiden hazırlıyor. Code.org’a % 51,62 oranla en fazla Amerikalılar giriyor. İkinci sırada %34,66 ile Rusya var. 11. sırada %0,35 ile İtalya var. Türkiye sıralamada yok! Halbuki facebook.com’a girmede ilk 7’nin altına düşmedik. 2014 Şubat ayında 1. olduk.

Tiyatro-

48

Tiyatro-

Tiyatro-

KÜLTÜR SANAT

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Seda ÖZTÜRK Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU babilkulesi@gmail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

5 9


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kur'an’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral Ne6

bukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesi'nin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Yaratılış(Genesis) bölümünde de kuleden şöyle

bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘Yeryüzünde dağılmayalım' diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar.


TARİH Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (Tekvin 11:1-9)

köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar.

Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan sonra insanlar dünyanın farklı

İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak isterse de er-

ken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır ancak bir ay yılını 360 gün olarak he-

saplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.

Erkan SİHİR 7


DENEME

8 8


DENEME

HAYATTA ARMONİ Ahenk, uyum, armoni hayatın en önemli unsurlarıdır. En güzel kelimeler armoniyle bağlanmamışsa, en güzel renkler yan yana gelince birbirini tamamlamıyor ve uyum içine girmiyorsa anlamsız ve kurudurlar. Her yerde notalar vardır, ancak armoni onların arasındaki uyum ve notaları icra edenin onlara kattığı değerdir. Hayatta armoni kavramı üzerinde çalışırken bu kavramı kadının doğasındaki bazı temel özellikler ile birleştirebileceğimizi düşünüyorum. “Kadınlık nedir?” sorusuna bugün birçok cevap ve bununla orantılı olarak da birçok tartışma konusu vardır. Bu yazıda bunlara değil, doğanın bazı uygarlıklarda bıraktığı projeksiyon etkisi üzerinden hareket edilecektir. Kadınlık; Çin kültüründe “Yin” (dişil unsur), simyacılarda “ay”, derinlik psikolojisinde su elementi ile bağdaştırılmaktadır. Zoomorfolojik olarak da tüm bu özellikler “kuğu” ile ilişkilendirilir.

Kadınlığın veya dişilliğin (Bu dişi demek değil, doğadaki pasif unsurdur. Örneğin: toprak) temel özelliği fedakarlıktır ve bu özellikle kendini açmak, içeri almak, kabul etmek, güvenceye almak gibi niteliklerin temelini oluşturur. Fedakarlık, aktif eylemden vazgeçmektir. Ay ile su, zıt kutupları olan güneş ve ateşin yaptığı gibi; aktif biçimde parlamaz ve kendi ışıklarını yaymazlar! Bunun yerine ışık ve ısıyı kabul ederler, içeri alır ve yansıtırlar. “Su gibi olmak”tan çokça bahsederiz. Su gibi hareket etmek, yumuşak ve esnek bir şekilde hareket etmektir. Su’ya vursanız sudan bir ses çıkmaz, ayrıca su vuranı da acıtmaz. Su değiştirir; küçük küçük, sabırla ve süreklilikle. Su, kendi biçiminden vazgeçer. Koyulduğu kabın şeklini alır, ona uyum sağlar ve bu şekilde kendini feda eder. Bu kutuplaşma doğada farklı şekillerde ifade edilmiştir: güneş ve ay; ateş ve su; eril ve dişil... Her kutup tek başına yarım ve sağlıksız ol-

duğu için, bütünlük açısından her birinde diğeri eksiktir. Bütünlüğe ulaşabilmek için, her iki kutbun da kendisine özgü nitelikleri tam olarak temsil etmesi gerekir. Kutupların bu farklılığından “yaşam” denilen gerilim oluşur. Jorge A. Livraga’nın dediği gibi “Doğada şüphe de iletişimsizlik de yoktur. Her şey tam olarak uyumludur ve bir bütünlük oluşturur.” İşte bu armoninin en temel unsuru sadeliktir. Armoni çok şeye ihtiyaç duymaz. Ancak önemli olan küçük disiplinin büyük disiplini etkilediğini ve armoniyi etkilediğini bilmektir. Dişil yön her birimizin içinde bulunmaktadır. Onu az ortaya çıkardığımızda sert ve armoniden yoksun oluruz. Zorlandığımızda doğaya bakabiliriz: doğanın bir arada kullandığı renkler uyumludur. Doğanın yasaları uyumludur. Onlarla çalıştıkça biz de hayat senfonisinin armonisini yakalayabiliriz belki. Denemeye değer! Semra ŞEN

9


ARAŞTIRMA

KUĞU Zarafet

Sevgi

Dişilik

Güzellik

Zarafet, sevgi, dişilik ve güzelliğin sembolü: “Kuğu” Onunla tanışmam Hans Christian Andersen’ın “Çirkin Ördek Yavrusu” masalıyla başlamıştır. Masalda kuğunun yolculuğu, kaybolan bir kuğu yumurtasının, anne ördeğin yumurtalarının arasına karışmasıyla başlar. Yumurtadan çıktığında, ördek yavruları kadar güzel ve sevimli olmayan minik kuğu sürekli aşağılanır ve dışlanır. Kalbi kırılan minik 10

kuğu bu durum üzerine bir yolculuğa çıkması gerektiğini anlar. Bu yolculuk esnasında birçok zorlukla karşılaşan minik kuğu yavaş yavaş büyümektedir. Bir gün göl kıyısında kuğu sürüsünü görmesiyle hayatı değişir. Sürünün yanına gitmek için su kenarına ulaşan kuğu göle baktığında kendi yansımasıyla karşılaşır. Artık çirkin ördek yavrusu olmadığını ve bir kuğuya dönüştüğünü farkeder. Sürüye kabul edilen kuğu onlarla saygın, huzurlu

ve mutlu bir hayat sürer. Masalda da anlatıldığı gibi kuğu değişim ve dönüşümün en zarif sembolüdür. Geçmişte yaşadığımız tecrübeleri yapıcı bir şekilde değerlendirip geleceğe gelişerek, güzelleşerek ve kendi içimizdeki parçaları birleştirerek ilerlememizi anlatır. Aldatıcı doğasının arkasında gerçek güzellik içinde büyür. Hepimizde bulunan iç lütfu, benlik saygısını ve güzelliği bulmamıza ve öğrenmemize yardımcı olur.


ARAŞTIRMA

Kuğu; dişilik, sevgi, zarafet, ilişki, birleşme, duruluk, güzellik, hayal gücü, ay ışığı, ilham kaynağı, estetik ve spiritüel güzellik, değişim ve dönüşümü temsil eder. Venüs gezegeni ve aşk tanrıçası Afrodit ile ilişkilendirilen kuğular sevgi ve ilişki mesajı taşır. Kuğu kalbimizin “bir”leşme arzusunun ilahi güzelliğini ve gücünü simgeler. Eşleri ile yıllarca bir arada kalan (tek eşli) kuğular aşkı ve sadakati öğretirler bize. Bu şekilde ilişkile-

rimizdeki nimetleri görmeye teşvik eder. Kuğu enerjisi aşkta ve dostlukta koşulsuz sevgi ve uyumu pekiştirerek kalıcı ilişkiler kurmamıza yardım eder. Su elementinin kuşu olan kuğu; bilinçaltı, duygular, sezgi, hayal gücü ve yaratıcılık ile ilişkilendirilir. Toprak ve hava elementiyle de uyum içinde yaşayan kuğu; suyun akıcılığını, havanın hafifliğini ve toprağın güven veren duygusunu birleştirire-

rek hayatımıza denge sunar. Estetik ve manevi güzelliğin bir araya gelmesiyle ilham verir. Büyüleyici bir şiirselliğe sahip olan kuğu sembolü hayatımıza zarafet , cazibe ve hareket katar. Kaynak http://www.brandmaillive.com/2012/05/ sayi_52/ecesirin.html Eylem AĞARTIOĞLU

11


DENEME

12


DENEME

YÜKSEKLİKLER ÜZERİNE “Sakura” ile ilgili Japon felsefesinin pratik uygulanışını anlatan bir kitapta seyahatlerin insan hayatında önemli bir nokta oldukları ve insanı dönüştürdükleri anlatılmaktadır. Bu nedenle olsa gerek tüm kültürlerdeki gibi bizim kültürümüzde de dervişlerin hayatında mutlaka bir noktada yolculuk vardır. Yolculuk ne kadar uzun ise dönüşüm de o ölçüde olmaktadır. Seyahat dışrak bir seyahat gibi gözükmekle birlikte aslında insanın kendi iç değerleri ile yüzleşmesi için büyük bir fırsattır aslında. Seyahate çıkmadan önce hayata bir düzen verilmesi şarttır. Faturalar ödenir; çiçekler, hayvanlar ve diğer sorumluluklar önceden yerine getirilir veya emanet edilir. Arınılır, hiç dönmeyecekmiş gibi hazırlık yapılır. Mutlaka yedek bir bütçe yapılır, yolda başı-

mıza gelebilecek sürprizler için sigortalanılır. İtalya’ya seyahatim de işte böyle bir tecrübeye rastalamaktadır. İtalya’ya daha önceden geldim ama inanılmaz yükseklik ve güzellikteki SorrentoAmalfi ve Ravello kıyılarına gelişim bir ilkti. Bu seyahatten bana kalan ve beni dönüştüren şey “yükseklik”ti. Yükseklere direkt olarak ulaşılamaz. Bu yolda tehlikeli virajlar vardır. Yükseklikler zorluklar ile doğrudan ilişkilidir. İlginçtir bu kıyılar bu kadar zor olmasına rağmen yüzyıllardan beri yerleşim alanıdır ve özenle korunmaktadır.

merkezi ile doğrudan bağlantılıdır. Merkez en yumuşak, en sıcak ve en yakıcı yerdir. Yükseklikler ve merkez ile buralarda direkt bağlantı vardır. Merkez fikri birçok tarihi yerde olmakla birlikte aslında gerçeğin merkez edinilmesini, aynı bir dairenin merkezi gibi ona göre konum almanın gerekliliğini hatırlatır. Halayda halay başının düzen ve armoni için referans olması gibi merkez de halay başından farklı değildir.

Platon’un dediği gibi zor olan ile değerli olan arasında gizli bir bağ vardır.

Yükseklerde seyahat ederken keskin virajlar mideyi bulandırabilir. Buna hazırlıklı olunmalıdır. Ölüm de hayat da vardır bu yolun sonunda. Yola başlamadan tüm sorumluluklar yerine getirilmelidir. Arkaya sorumluluk adına bir şey bırakılmamalıdır.

Yüksekliklerin nedeni volkanik coğrafyadır. Volkanlar dünyanın

Yükseklikler, vadiler gibi geniş ve düz alanlara sahip değildir ama 13


DENEME

Positano, Amalfi ve Ravello’daki gibi basamak basamak birçok yer sığdırılabilir. Binaların manzara görmesi, denizin ve gökyüzünün sonsuzluğuna açılması, bize de bir sonsuzluk hissini verdiğinden bizim için önemlidir. Yükseklerde yapılmış olan yapılar manzarasını kapatmaz önündekinin. Hangisinin daha yüksekte olduğu önemli değildir, tüneller ve köprüler vardır bağ14

lantıları devam ettiren. Yükseklerde yaşamak toprağı, gökyüzünü, denizi paylaşmaktır ve herkese hak ettiğini vermektir. Daha yüksekte olanın bir farkı vardır: O daha büyük bir manzarayı ve aşağıdakileri de görür. Daha bütünseldir. Yukarıya çıktıkça her şey daha görünür ve daha net hale gelir. Nereden bakarsanız bakın zorluk ve onun evladı olan güzellik onunla birliktedir.

Yükseklerde hava farklıdır. Daha çok ter dökersiniz, farklı bir havayı solur ve sonuç olarak daha neşeli olursunuz. Yükseklerde yaşayanlar hem beden hem de ruh olarak genç kalırlar. Dik yerler fikirlerin yaşanmasının zorluklarını hatırlatmaktadır. Dik yerlerde, burada da olduğu gibi manevi değerler daha ön planda-


DENEME

dır. Her köşe başında diğer bölgelerde olmayan dini motifler ve semboller daha sıktır. İtalya’nın bu bölgesinde binaların eski olması değerli olduğu anlamına gelir. Bir övgü ve gurur nedenidir. Yeni olan binaların yapılması bu nedenle çok tercih edilmemekte, eskiler korunmaya çalışılmaktadır. “Eski” olan aslında tecrübelerin birikimidir belli

ki. Sanatçıların burayı sevmesinin sebebi belki de bu bölgenin tüm bu özellikleridir. Birçok filmin burada çekilmiş olması da bu nedenledir. Cüneyt Arkın’ın bir röportajını izledim geçen günlerde. Neden ödüllerinden bir tanesini kabul etmediği ve Yılmaz Güney’e verdiği sorulmuştu. Hep kahramanlık

filmlerinde oynadığını; pratik hayatta bunu uygulayıp uygulayamadığını, kendisini bu konuda sürekli sorguladığını belirtti. Günlük kahraman olmanın bunu gerektirdiğini ve sorgulamanın daha önemli olduğunu vurguladı. İşte yüksekler bizi zorlar. Kahramanlığı ortaya çıkarttıkça biz de yükseliriz. Zeynep KARASU

15


ARAŞTIRMA

16 16


ARAŞTIRMA

.

Saflığın, arınmışlığın kardeşliği manasına gelen İhvân-ı Safâ; Hicri dördüncü yüzyılda (miladi dokuz yüzlü yılların sonu) Basra’da ortaya çıkan felsefi bir topluluktur. Yanlış bilgiler ve batıl düşüncelerle kirletilmiş olan dini, felsefe ile yeniden temizlemeyi amaçlar. Faaliyet dönemi Abbasi Devleti’nin son zamanlarına rastlayan İhvân-ı Safâ, dini felsefi ve siyasi çekişmelerin yaygın olduğu bir dönemde, yaptığı felsefi, ilmi, ahlaki ve dini çalışma ve gayretleriyle birlik, beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkararak İslam toplumunu fikri bakımdan yeniden yapılandırmayı hedeflemiş bir felsefi topluluktur. Matematikten psikolojiye, astronomiden biyolojiye yaşadık-

,

,

Ihvân-ı Safâ Saflıgın Kardesligi , ları döneme ait çeşitli bilimlerle ilgili bilgiler içeren 52 risâle günümüze kadar ulaşmış olan eserleridir. Hazırladıkları bu risaleler onların İslam Ansiklopedistleri olarak da anılmalarını sağlamıştır. İhvân-ı Safâ’nın Kuruluşu ve Yapısı Topluluğun kurucularının isimleri ne zaman ve nerede ortaya çıktıkları, faaliyetlerini nerede ve hangi tarihlere kadar sürdürdükleri, İslâm toplumunun hangi kesiminden oldukları gibi konularda tarihçiler arasında tam bir ittifak söz konusu olmamıştır. Bununla birlikte bazı üyeleri; Ebu Süleyman Ma’şerel-Busti (elMakdisî), Hârûn ez-Zencani, elMihrecani, el-Avfi, Rıfai, el-Sâbi, Zeyd

b. Rufâa olarak bilinir. Başkanlık eden isim olarak Zeyd b. Rufâa’nın, risalelere son halini veren derleyici olarak da el-Makdisî’nin isimleri öne çıkar. Üyeleri arasında hiyerarşik bir derecelendirme olan topluluk faaliyetlerini gizlilik içinde yürütmeye çalışmış ve haftalık, aylık toplantılarına üyeleri dışında kalan yabancıları dahil etmemiştir. Bununla birlikte görüşlerini yaymakta herhangi bir sakınca görmemiş, hazırlamış olduğu risaleleri İslam Dünyası’nın her bölgesine ulaştırmaya çalışmışlardır. Üyeleri arasında yönetici, tüccar, âlim ve din adamlarının çocukları gibi her grup ve sınıfta insan vardır. İhvân-ı Safâ topluluğuna, ancak şahsi ve güvene dayalı temas-

17


ARAŞTIRMA larla girilebiliyordu. Grup üyeleri genel olarak yaş durumuna göre tayin edilmiş olan dört dereceden oluşmaktaydı: 1) Yaşları 15-30 arasında olan sanatkar gençler. Üstatlarına itaatle mükellef olan bu kimselere el-Ebrâr veya el-Ruhemâ adı verilirdi. 2) İkinci derece yaşları 30-40 arasında olan akıl ve hikmeti bilen, siyasetle ilgilenen kimselerdir. Bu derecedekilere el-Ahyar veya el-Fudalâ adı verilirdir. 3) İlahi kanunu korumasını bilen ve 40-50 yaş arasındaki kimselerden oluşan bu derecedekiler el-Kirâm adıyla bilinirlerdi. 4) En yüksek mertebeye dahil olanların yaşı 50’den daha yukarıdır. Topluluğun tüm üyelerinin ulaşmaya davet edildiği bu mertebeye erişenler hakkı gören ve ahiret halini bilen kimseler olarak sayılırlardı. Safâ kelimesi, sûfiler tarafından nefsin kötü vasıflardan sıyrılarak arınmasını niteleyen iç temizliği anlamın-

da kullanılmıştır. Uzun ismi “Safa Kardeşler, Vefalı Dostlar, Adalet Ehli ve Hamd Çocukları” manasına gelen “Ihvânu’s-Safâ ve Hullânu’l-vefa, Ehl-i Adl ve Elanau’l-hamd” kardeşliğinin her bir üyesi kardeşine yardım etmekle yükümlüdür ve kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe inanç olarak yükseleceğine inanmaz. İhvan, kardeşlerini “Hz. Nuh’un yaptığı gemiye binip, gök apaçık dumanını getirmeden tabiat tufanından, madde denizinin dalgalarından kurtulmaya, böylece boğulanlardan olmamaya, Hz. İbrahim gibi – bir dizi şüphe ve araştırmadan sonra- kesin inanca sahip olarak, O’nunla beraber melekût alemini seyre, ruhunu bütün manevi kirlerden arındırarak, Hz. Peygamber gibi miraca yükselmeye” davet etmektedir. Cemiyet olmanın getirdiği sorumlulukla birlikte İhvân-ı Safâ, risalelerinde ve toplantılarında yardımlaşmanın yararlarına değinir. Bu konudaki düşüncelerini de şu şekilde dile

getirirler: “Bilesin ki, ona selam olsun Adem Babamızdan gelen hatayla içine düştüğümüz bu dünyanın sıkıntı ve âfetlerinden tek başına kurtulamayacağını kesin olarak anlamalısın. Çünkü oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) âlemi olan bu dünyadan, cehennem azabından, şeytanlara komşu olmaktan ve iblisin askerlerinin hepsinden kaçınıp kurtulmak ve gezegenler (felek) âlemine, göklerin genişliğine, yüceler yücelerinin meskenine (meskenu’l-illiyyin), mukarreb rahman meleklerinin komşuluğuna yükselmek için kardeşlerinin yardımına muhtaçsın.” Gerek filozofların gerek diğer insanların, ancak bir toplum içinde yaşamakla mutluluklarını elde edebilecekleri görüşündedirler. Çünkü onlara göre âlimler ve filozoflar da dâhil her insanın öğretim ve eğitime; ahlak, inanç, işler ve sanatlar konusunda bir öğreticiye, bir yol göstericiye ihtiyacı vardır. İhvân-ı Safâ Risaleleri

1Enver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.94 2İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları, s.69

18 18


ARAŞTIRMA Teşkilatın doktrini sayılan risaleler anonim olarak yazılmışlardır. Matematikten psikolojiye, astronomiden biyolojiye yaşadıkları döneme ait çeşitli bilimlerle ilgili birçok alanda detaylı bilgiler içeren 52 risâlenin alanında uzman farklı kişiler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir. Risalelere son halini kesin olmamakla birlikte Makdisi vermiştir. Bu risâleler, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullani’l-Vefâ adıyla günümüze kadar ulaşmışlardır. Yazmış oldukları 52 risale toplam 4 bölümde toplanır: 1.Matematik ve Eğitsel (Riyazî Tâlîmî) Bilimler: 14 Risaleden oluşan bu bölümde; aritmetik, geometri, astronomi, coğrafya, müzik, önermeler, birinci ve ikinci analitikler gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır. 2.Cisimsel - Doğal (Cismani Tabii) Bilimler: 17 Risaleden oluşan bu bölümde; madde ve suret, gök ve evren, oluş ve bozuluş, meteoroloji, tabiatın özü, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insan vücudu gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır.

3.Psikolojik (Nefsani) - Akli Bilimler: 10 Risaleden oluşan bu bölümde; Pisagor’a ve İhvan-ı Safâ’ya göre akli ilkeler, evren ve insan, akıl ve ma’kul, devirler ve felekler(küreler), diriliş ve kıyamet gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır. 4.Dini-İlahi (Metafizik) Bilimler: 11 Risaleden oluşan bu bölümde; görüşler ve mezhepler, İhvan-ı Safa’nın inanç esasları, iman, inanç, ruhani varlıklar, siyaset türleri, âlemin düzeni, sihir, tılsım ve nazar gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır. Tüm risaleler okunduktan sonra okunması için de risalelerin özeti olarak görülen Risâletü’l- Camia hazırlanmıştır. Risalelerde Hermes, Pisagor (matematik, felsefe, astronomi ve psikoloji), Sokrates (ahlak), Eflatun (metafizik), Farabi (din felsefesi) ve Aristo(mantık)’ya sık sık atıflar yapılmakta ve isimleri anılmaktadır. Risalelerin derlenip kaleme alındığı tarih olarak genellikle 10.asrın ortaları gösterilmektedir.

Felsefe, bilim ve dinin birbiriyle sentezlendiği bir nevi bilimler ansiklopedisi oluşturmak amaçlı risaleler, bu felsefi topluluğun eğitim öğretim programı niteliğindedir. İhvân-ı Safâ mensupları belli bir disiplin içinde risaleleri okurlar. Risalelerin büyük bir kısmı basit anlaşılır bir dilde açıklanmış olmasından dolayı kısıtlı imkânlara rağmen, İslam dünyasının hemen hemen her bölgesinde ulaşabilme şansını elde etmiştir. Ulaştığı her bölgede yakın bir ilgi görmüş, evlerde toplu olarak okunmuştur. Bu ansiklopediler İran’dan İspanya’ya kadar İslam düşünce hayatı üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Yazıldıktan yaklaşık yüzyıl sonra Endülüs’e ulaşan risalelerin nüshaları, yaygın bir şekilde okunmasına karşın bazı dönemlerde şiddetli tepkilerle karşılaşmıştır. Aktarılan bilgilere göre Risaleler, 1050 yılında Bağdat halifesi Müstencid’in emriyle yakılmıştır. İslam düşünce tarihinde eşsiz bir işlevi yerine getiren ve Müslüman elit üzerinde büyük bir etki yapan risalelerin Müslüman şehirlerde el

19


ARAŞTIRMA

Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) miraç dönüşü Hazreti Ali, Ashab-ı Suffa ve İhvan-ı Safa’ya mahrem tasavvufi bilgileri aktarmasının resmedilişiydi. Hz.Muhammedin yüzünde bir peçe olduğu halde, başında bir hâle bulunmaktadır. Keza Hazreti Ali’de de bu hâle vardır.

20 20


ARAŞTIRMA yazma nüshalarının çok sayıda bulunması da onların popülerliğini ve etkisini gösterir. İhvân-ı Safâ’nın Amaç ve Hedefleri Din ile dünyayı birbiriyle çatıştırmayan, dünya ve ahiret dengesini kurmaya çalışan, her iki alanı da kuşatan, mutlu ve erdemli insanları yetiştirmeyi amaç edinen bir tasavvuf felsefesi ve anlayışı sunmaktadırlar. “Kardeşlerimizin, ilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı hor görmemeleri, mezheplerden hiçbirine ön yargı ile bakıp taassuba düşmemeleri gerekir. Çünkü bizim görüş ve mezhebimiz, bütün mezheplerin görüşlerini kapsar ve bütün bilimleri kuşatır. O da; başlangıcı ve sonu, gizliliği ve açıklığı... itibarıyle hepsinin bir tek prensip, bir tek sebep, bir tek alem ve bir tek ruhtan meydana gelmeleri bakımından duyularla algılanan ve akılla bilinen bütün varlıkların araştırılmasıdır.”3 Kur’an da dahil olmak üzere, dini metinlerin zahiri anlamının ötesine geçmek isteyen bir an-

layışa sahip olarak ahlakı ilimden, aksiyonu teoriden üstün tutmakta olan İhvân-ı Safâ için, Allah’a ibadet yalnızca namaz ve oruçtan ibaret değildir, bilakis dünya ve ahiretin her ikisinin imarıdır. Dolayısıyla her kim ayırt etmeksizin dünya ve öte dünyanın ıslahına çalışırsa, Allah’ın karşılığını ona sunacağını savunur. “Felsefenin başı ilimleri sevmek, ortası insani güç ölçüsünde varlıkların hakikatlerini kavramak, sonu ise bu bilgiye uygun sözler ve fiillerdir.”4 İnsanı tüm varlıkların merkezi olarak ele alan bir felsefe anlayışına sahiptirler. İnsanı küçük bir evren ve evreni büyük bir insan olarak değerlendirme, yani mikrokozmos-makrokozmos bağıntısı risalelerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Risalelerde, “İnsanın kendini tanıması tüm bilimlerin başlangıcıdır; bu olmayınca varlıkların gerçeğini bilmek istemek ve bilgeliğe erişmeye çabalamak saçmadır”,“Tanrı’yı bilmek için, kendini bil-

mekten başka yol yoktur” diye yazılıdır. 5 Kendini bilmekten sonra, ikinci aşama dış evreni araştırmaktır. Şu anki düzenin tek yaratıcıdan nasıl ortaya çıkıp türediklerini araştırmak için bu dünyadaki varlıklara dair ilimlerin hepsini incelemek gerektiğine inandıklarından dolayı risalelerinde birçok değişik ilimi ele almışlardır. İlk risaleleri geometri, sayılar ve matematik hakkında olup amaçları örnek ve geometrik kanıtlarla evreni incelemek ve açıklayarak felsefi anlayışlarını temellendirmektir. İhvân-ı Safâ’ya göre insan, Rabb’ini bilmekle sorumludur; ancak O’nu bilmesinin yolu, kendi nefsini bilmekten geçer. Nefsin öldürülmesini değil, ıslahını esas almışlardır. Nefsin, arınma, temizlenme, olgunlaşma ve noksanlarını tamamlaması yönünde bu dünyada geçirdiği aşamaları, gelecekteki ebedi hayat için hazırlık olarak görmüştürler. Yahya ŞENOCAK

3Enver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.94 4Enver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.97 5http://www.dinlertarihi.net/dinler-tarihi/2/ihvan-us-safa-felsefesi.html

21


ARAŞTIRMA

22 22


ARAŞTIRMA

KÜTÜPHANELER Uygarlıkların HAFIZA HAZİNELERi

Ve her şey insanın kendini tanıma macerasıyla başladı. İnsan; özünü, doğasını, değerini aradı. Nedenini, yerini, yönünü aradı. Kendine sordu... DÜŞÜNMEye başladı, Başkalarına sordu... KONUŞMAya başladı, Çok konuştu, gürültü oldu... UNUTMAya başladı, Fark etti ve hatırladıklarını YAZMAya başladı, Hatırlayanların ARAŞTIRMAlarını topladı, Tekrar BİRleşmek ve BÜTÜNleşmek için DOĞRU ÇABAya başladı ve KÜTÜPHANELER, insanın kendini tanıma macerasında, uygarlıkların kuşkusuz HAFIZA HAZİNELERi oldu. Tabii bu hazine, ilgiyle bakan gözlere göründü.

Soran İNSAN, DEĞERLİ bir FİKRE ulaştığında bunu doğru SÖZE ve YAZIya dökmeye çalıştı, bu değerleri incinin istiridyesi, mücevherin kadife kutuları gibi, KİTAPlarda sakladı. Ama kitaba geçiş de kolay olmadı. Şimdi yazmak için kalem bile değil, tuşları kullanıyoruz. Oysaki Asurlular, Mısırlılar ve Hititler ÇİVİ YAZISIyla nakşetti. Şimdi kâğıtlara bile değil, ekranlara, sanallara yazıyoruz. Oysaki vaktiyle KAYAlara kazılarak başlandı. M.Ö. 2400 yıllarına kadar uzanan bilgilere göre: Kil tabletler ucuz, yazıları değiştirilemez ve yangına karşı mukavemetli oldukları için çok uygundu ancak ağırdı ve kolay kırılıyordu. Yazı yazma esnasında sürekli nemli tutulmak zorundaydı. Bu nedenle Babil zamanında önemli metinler için mum dolgulu ahşap tabletler kullanıldı. Özellikle çok önemli metinlerde, tablet ince bir kil tabakasının içine

gömülüyordu. Asur Devleti Hükümdarı Asurbanipal tarafından M.Ö. 625 yılında kurulan Ninova Kütüphanesi, bilinen en eski kütüphanedir. Yapılan kazılar neticesinde elde edilen ve bu kütüphanede bulunan çivi yazısıyla yazılmış kil tabletlerden 20.000 kadarı bugün İngiltere’deki British Museum koleksiyonları arasında yer alıyor. Doğu kütüphanelerinden başka evrim manzaralarına ulaşılıyor. ÇİN’den imparator kütüphanesi Çinliler de Tanrılarla konuşabilmek için yazıyı keşfedenlerden… Çin’de Chou Hanedanı (MÖ 2000 - MÖ 256) ile, Çin edebiyatının olgunlaştığı, aristokratların arttığı parlak bir dönem yaşanmış. Buna paralel düşünce hayatı, savaş sanatları, devlet işleri, tarihçi23


ARAŞTIRMA lik, klasikler ve özellikle Konfüçyus’un fikirlerinin toparlanması ve geleceğe aktarılması ihtiyaçları arşivciliği doğurmuş. Hatta ilk arşiv sorumlularından biri olan büyük usta Lao-Tse, tarihin ilk kütüphanecisi olarak bilinir. Söylenecek değerli şeyler var, bakalım aktarılacak kâğıtlar var mı? Şimdi buruşturup atıverdiğimiz kâğıtlar maalesef YOK! Başlarda öküz kemikleri, kaplumbağa kabuklarına yazılmış. Hatta kehanet kemikleri adıyla anılırmış.. Geçmişin tecrübesini fark edemeyen ve kullanmayan geleceğini öngöremez ne de olsa. Sonraları kitaplar bambu saplarına yazılır olmuştu. Bambu tabletler birbirine ipek, kenevir ya da deriden yapılan iplerle bağlanır, taşımada ve saklamada pratik olurdu. Ama yine de değerli olanı çürüyebilecek ipeğe, kalıcı olmayan bambuya, ezeli olmayan metale emanet edemediler ve Çin Üniversitesi’nin bahçesindeki taş anıtlara klasiklerin ve Konfüçyus’un öğretilerini kazıyarak standart metni korumaya çalıştılar. Sonraları tirşe ve kâğıt icad olsa bile bir süre daha taşa kafalarındakileri kazımaya devam 24

ettiler. İmparatorluk kütüphanesi sonraki hanedanlar zamanında da çok geliştirildi.. 3. yüzyılda bambu kitaplar kâğıtlara kopyalandı. Kitaplarda sınıflandırma başladı.. ilk örnek; klasikler, tarih kitapları, filozoflar ve derlemeler şeklindeydi. VII. yüzyılda rulo sayısı 10 binleri buluyordu. Hatta ünlü bilgin Cheng İao (1103-1162), “dağınık kütüphaneler, dağınık askerlere benzer” diyerek, Kütüphane Bilimi ve Bibliyografyanın Teorisi kitabını da hazırlamıştı. Sonraki yüzyıllarda imparatorluk kütüphanesiyle yarışabilecek başka özel kütüphane bile yeşerdi. Ve daha sonraları, insanlığın iniş çıkışlarına paralel yıkımlar, yakımlar ve toparlamalar Çin kütüphanelerinin de başından geçti. Çinliler, yazılı sözün gücünü fark edenlerdendi. “Dilin temizlenmesi ve yüreklerin düzeltilmesi için, bu kışkırtıcı eserleri gelecek nesillere aktaramayız” diyen imparator bazı imhalara bizzat karar vermişti. Hintliler, MÖ 2300-MÖ 1750 döneminde okuryazar olan Haroppa Uygarlığına sahip olsalar da yazılı aktarımdan daha yavaş etkilenenlerdendi.

Hintte 6. yy’dan sonra ortaya çıkan farklı mezhepler, her mezhebin kendi kalıcılığını sağlamak için kutsalı kayıt altına alma ihtiyacıyla yazılı metinlere başladı. Mahavira ve Budizm öğretileri önce manastırlarda arşivlenmeye başladı. Diğer bilimsel, sanatsal vb. eserler daha çok kütüphanelerde yer alıyordu. Hintlilerde Çin rulolarından farklı kayıt yöntemleri vardı; Palmiye yaprakları! Hindistan’ın güneyinde ve Sri Lanka’da harfler sivri kesilmiş kamış şeklindeki kalemlerle kazılır, sonra da kurum ya da odun kömürüyle doldurulurdu. Kore ve Japonya’da ise kültürel liderlik başta Çin’den beklenmişti; Konfüçyus ve Budizm bu ülkeleri de etkilemişti. Kitap ithali de böylece başladı. 7. yüzyılın başında Horyaji Tapınağı’nda Budist vecizelerin bulunduğu eserlerle bir RÜYA SALONU oluşturuldu. Ve bu gelişmeleri saray kütüphaneleri izledi. Ne zaman ki imparatorluklar güçlü, kütüphaneleri de güçlüydü… Zayıfsa zayıf !


ARAŞTIRMA Bir Zamanlar İskenderiye Büyük İskender tarafından kurulan İskenderiye kenti, Dünyanın 7 harikasından biri olan Deniz Feneri yerine daha çok İskenderiye Kütüphanesi ile ünlüdür. Çünkü deniz feneri kasırgadaki deniz yolcularına, İskenderiye Kütüphanesi ise ortaçağdaki hakikat yolcularına rehberlik etmiş, kıymetli kütüphanelerden biridir. İskenderiye Kütüphanesi İskender’in ölümünden sonra iktidara geçen Ptolemylerden I. Soter tarafından Aristotales Akademi’sini model alarak M.Ö. 250 yılında kurulmuştur Bugün gurur duyduğumuz insanoğlunun uzaya gitmesine kadar daha birçok çalışma ta o zamanlarda İskenderiye Kütüphanesi altında zaten çalışılmıştı. İskenderiye ile temas etmiş, öğrencisi olmuş birçok bilim insanı ve düşünür vardı. Bir zamanlar kütüphanenin yöneticiliğini de yapan Eratosthenes dünyanın yuvarlak olduğu ve dünyanın çevresinin boyutunu yaklaşık olarak hesaplamıştı. Biz insanlık bunu öğrenmek ve bu bilgiyi kullanarak yeni bilgiler öğrenmek için Kopernik ve Galileo’yu beklemek

zorunda kaldık. Hem de binlerce yıl... Yine Eratosthenes’in yerküre üzerine yapmış olduğu çalışmalar çok kıymetlidir. “Coğrafya” isimli eseri uzun süre temel kaynak olarak kullanılmıştır.

Yine su saatlerini bulan Ktesibios ve daha çok mekanik oyuncaklarla ilgilenen Hero da konularında önemli temsilcilerdendir.

Çok ünlü bir filolog olan Trakyalı Dionysos isimler ve fiiler üzerine yapmış olduğu çalışmalar ile filoloji tarihine geçmiştir.

Herofilos’un İskenderiye içerisinde yaptığı kadavra incelemelerinin yanı sıra beyin, sinir sistemi, nabız, perhiz gibi alanlarda yaptığı incelemeler çağdaşları için yol gösterici olmuştur.

Heroplus’un, beyin üzerine yapmış olduğu çalışmalar uzun süre geçerliliğini korumuştur.

Bilim tarihi açısından çok kıymetli bir eser olan Almagest’in yazarı da bu kütüphanenin bir neferi 25


ARAŞTIRMA olan Batlamyus’dur. Kütüphane’de bulunan tahmini 900.000 el yazmasının isimlerinin ve kısa açıklamalarının bulunduğu fihrist (pinakes) Kallimachos tarafından hazırlanmıştır. Arşimed, meşhur çığlığını bu kütüphanede atmıştır. Da Vinci doğana kadar geçen yüzlerce yıl boyunca Arşimed’in mekanik alanındaki boşluğu doldurulamamıştır. Bugün hala geçerliliğini koruyan ve geometri denilen bilimin en önemli kurallarını koyan Öklid bu kütüphane’nin en önemli hocaları arasında yer almaktadır. Bu okul-kütüphaneden, insanlığa ışık saçan hem öğrenci hem öğretmen olarak çok özel bir bayan da geçmiştir: Hypatia! Babası Theon gibi matematiğe meraklı olan Hypatia’nın o zamanlar yaşından beklenilmeyecek kadar ileri düzeyde bir alim olduğundan bahsedilir. Hypatia demek, biraz da İskenderiye’nin sonu demektir. Zira Hypatia karanlığın yükseldiği bir dönemde cahil insanlar tarafından katledilir ve bunu izleyen bir yıl içinde de her gelen yeni yönetim, önceki halkların izlerini silmek için her seferinde İskenderiye 26

Kütüphanesini yakıp yıkmıştır. İskenderiye kütüphanesinde ayrıca çeşitli müzeler de dönemin hayvan ve bitkilerinin birer örneği vardı. Ayrıca rasathane ve botanik bahçesi vardı ve içerisinde farklı bilim dallarının öğretildiği evler bulunurdu. 900.000 el yazmasına sahip bir kütüphane! Bunların birçoğu dünyanın çeşitli ülkelerinden çok yüksek meblağlar ödenerek sahip olunmuştur. Hatta İskenderiye, şehrine giren her kitaba el koyup, bir kopyasını çıkarıp ve bir miktar para ile sahibine iade eden bir kültür. Kitaplar göğe ışığa yükselmek için araçtı. Her bir kitap bir tuğla idi. Birçok şeyi keşfettiler. Mini bir rönesans yaşandı. İnsanlığın tekrar hatırlamak için bin yıl bekleyeceği gerçekleri keşfettiler. O gerçeklerin bir kısmı hala kayıp. İskenderiye Kütüphanesi gibi daha üst değerleri gözeten kurumlar olmadığı sürece de tekrar hatırlanacağa benzemiyor. BAĞDAT KÜTÜPHANELERİ

İslam dünyasında, bilimsel kütüphanelerin uygarlığının büyüme ve gelişimi üzerinde önemli bir etkisi vardı. Bağdat Kütüphanesi, uluslararası bir bilimsel üniversite olmuştur. Birçok dilde farklı bilim ve disiplinleri çalışma merkezi, Doğu ve Batı’dan farklı ırklardan ve dinlerden öğrenciler burada eğitim almışlardır. Kütüphanede yeryüzünde eşi bulunmayan el yazma eserler, ilk nüshalardan Kuran-ı Kerim parçaları, İsa öncesi döneme ait bilgileri taşıyan ve tarihte yine yakılarak yok edilen meşhur İskenderiye kütüphanelerinden kurtarılmış müstesna eserler ve Irak’ın geçmişine ait bilgi, belge arşivleri ve daha nice eserler, tarih, sanat değerleri bulunuyordu… Bizans ve İran edebiyatının eski geleneklerinden etkilenen Araplar, felsefi bilimler, tıp, astronomi ve geometri üzerinde çalışmışlardı. Bilgiyi kutsal sayan Müslümanlar, bir süre sonra bilimsel literatüre çok katkıda bulunan üretken bir toplum haline gelmişlerdir. Onların eserleri sayesindedir ki, Hristiyan Avrupa, Rönesans için gerekli ilhamı bulmuştur. Kütüphanenin ışığı yok edilinceye kadar ortalama 500 yıl boyunca in-


ARAŞTIRMA sanlığın yolunu parlatmıştır. Bağdat Kütüphanesi’nde dünyanın her yerinden kitaplar getirtilmiştir. Raflama sistemleri, ciltleme oluşturulmuş. Ciltleme, kopyalama ve onarım bölümleri oluşturulmuştur. Dönemin halifeleri dünyanın birçok ülkesine kitap almaları ve toplamaları için kişiler görevlendirmiştir. Halife cizye karşılığı olarak gayrimüslimlerden kitap talebinde bulunmuştur Ülkenin bütçesinden çeviriler için yüzlerce yorumcu ve çevirmen ve araştırmacı tutulmuştur.

Kitaplara herhangi bir zarar gelmesini veya kaybolmasını önleyebilmek için, kitaplar sadece onlara saygı göstereceğine güvenilen ve kaybolmasına, kirlenmesine veya hasar görmesine izin vermeyecek kişilere

ödünç olarak verilirdi. Tarihi kayıtlara göre, 13. yüzyılda Moğollar Müslüman topraklarında yayılırken, orta Asya’daki bütün şehirleri ve 1258’de Bağdat’ın kendisini yok etmişlerdir. Bağdat Kütüphanesi de dahil 36 halk kütüphanesi yerle bir edilmiştir. Resimli el yazmaları, ve kaligrafinin mükemmel örnekleri yakacak olarak yakılmış, süslemeli deri ciltler Moğol istilacılarının ayaklarına ayakkabı olmuştur. Bilgin ve öğrenciler katledilmiş ve akın Mısır’da durabilmiştir. Cengiz Han orduları tarafından Bağdat yakılıp yıkıldığında, Dicle’nin renginin yanık kitapların

mürekkebi ile koyulaştığı ifade edilir… BERGAMA KÜTÜPHANESİ Bergama Kütüphanesi Pergamon Kralı II. Eumenes (M.Ö. 197-159) tarafından yaptırılmıştır.

Akranı İskenderiye Kütüphanesi gibi çok etkin oldu. Hatta ünlü eserlerin açık arttırmaya çıkarıldığı bir müzayedede, kitapları ağırlığınca altın vererek alan Bergama Kütüphanesi, İskenderiye ile rekabeti kızıştırır. Bunun üzerine Nil deltasına has üretimi ve ticareti olan papirüsün Bergama’ya satışı yasaklanır. Gerçekten de Bergama Kütüphanesi papirüse ulaşamayınca rekabette İskenderiye kütüphanesinin gerisinde kaldı. Bu krizin bir fırsat doğurması çok uzun sürmedi. Bergama Kralı’nın papirüse alternatif bir icatta bulunana ödül vereceğini duyurur. Sardes’li sanatçı Krates, krala dişi buzağı derisinden özel biçimde hazırlanmış, üzerine yazı yazılabilir bir örnek getirir. Bugün bizim parşömen dediğimiz materyallerin nerdeyse tüm dillerdeki ismi etimolojik olarak Pergammon yani Bergama’dan gelmektedir. Parşömenin icadıyla, kitap malzemesi yaygınlaşmıştır. Çünkü artık Nil gibi farklı coğrafyadan değil hayvanın olduğu her yerde çeşitli tekniklerle elde edilebilmektedir. 27


ARAŞTIRMA

En büyük farkı katlanabilir olması, iplikle defter şeklinde dikilebilir olması ki bu şu anki codex kitap formunun ilk halidir. Sonraları İskenderiye’nin yakılması ve bir sürü eserin yok olmasına çok üzülen Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın gözüne girmek isteyen Antonius, Bergama’daki yazmalardan İskenderiye Kütüphanesine hediye eder. 28

Parşömenin tarih sahnesinden ayrılması, Çinlilerin kağıdı buluşuyla olmuştur. EFES CELSUS KÜTÜPHANESİ Efes şehri tarihin en önemli uygarlıklarına ev sahipliği yapmış ve batıyı doğuya bağlayan önemli bir kapı olmuştur. Bu nedenle tarihte hem Efes’in hem de Celsus Kütüphanesi’nin büyük

bir önemi vardır. Celsus Kütüphanesi İzmir, Selçuk’tadır. Celsus Kütüphanesi, doğu cephesindeki yazıttan anlaşıldığına göre, M.S. 110 yılında konsül olan Romalı Gaius Julius Aquila tarafından babası Asya Eyalet Valisi Gaius Celsus Polemaeanus’un anısına bir heroon olarak babasının lahit mezarı üzerine inşa ettirilmişti. Heroon; Eski Yunan’da


ARAŞTIRMA bir kahramanın ya da yarı t a n r ı nın adına adanan kutsal yer ya da yapı demekti. Yine bu yazıtta, M.S. 115117 yılları arasında başlayan inşaatın bitirilmesi, yapının bakımı ve kitap alımı için, Aquila’nın varislerine 25.000 dinar miras bıraktığı ve kütüph a n e nin onun ölümünden sonra M.S. 135 yıllarında varisleri tarafından tamamlandığı yazmaktadır. Böylelikle Celsus Kütüphanesi, kütüphanelerin kahramanlara adanma ve miras ve bağış yoluyla sürdürülmesine, vakıflaşmasına resmi bir örnek olmuştur. İki katlı olan kütüphane binası çok zengin mimari süslemeli bir ön yüze sahipti. Okuma salonu ışı-

ğı özellikle hesaplanmış, kitapların bulunduğu iç duvarlarla dış duvarlar arasında, yazmaların rutubetten etkilenmemesi için dar bir hava koridoru podyumu bırakılmış, bina su ve rutubete karşı son derece iyi yalıtılmış, akıl, fazilet, bilgi ve anlayışı temsil eden heykellerle süslenmiş, yanındaki tiyatro ve agora ile de bütünlük sağlamıştı. - Heykellerin orjinalleri bugün Viyana Müzesi’nde, yerlerinde ise kopyaları bulunmakta! Herhangi bir kataloglama, sınıflama çalışması yaptıkları bilinmese de, kütüphanede yaklaşık 9.500 ile 12.000 arasında kitap rulosu bulunduğu tahmin edilmektedir. Roma’da, kütüphaneden yararlanma ve ödünç verme dostluğa dayanmaktadır. Kütüphane içinde ise okurlar, kitapları kitaplık memurlarından alarak okuyabilmekteydiler. Bu kitaplık görevlileri genellikle şairler, gramerciler ya da bilginlerden oluşmaktaydı. Kitaplık yalnızca 150 yıl amacına hizmet etmiş, M.S. 3. yüzyılın ortasında tahrip olmuş, savaşlar, yağmalamalar, depremlerle pek çok yere saçılmış ve yıllar sonra yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılabilmiştir.

1600 ile 1700’lerde kütüphanelerin popülaritesi tekrar artar. Cambridge, Oxford, Paris, Padua gibi üniversiteler, öğrenmeyi manastırın dışına çıkardılar ve daha seküler bir öğrenmeye yol açtılar. Charles Homer Haskins’e göre Ortaçağ sonlarında Avrupa’da 80’den fazla üniversite mevcuttu ve üniversiteleri teçhiz etmek için büyük bir kitap ticareti oluşmaya başlamıştı. 1286 yılında Paris’te ödünç verilen 138 eser bulunuyordu. Üniversitelerde gelişmiş ve devlet destekli koleksiyonlar ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan birçoğu ulusal kütüphaneye dönüştü. Diyoruz ki; bir kitap beni nasıl değiştirebilir diyorsan, HATIRLA ! KİTAP HAYATTIR Kaynaklar; Kütüphanelerin Hikayesi – Fred Lerner http://www.bby.hacettepe.edu.tr/akademik/zehrataskin/efes.pdf http://www.turkcebilgi. com/ansiklopedi/efes_ celsus_k http://www.harbiforum. org/genel-kultur/110456-kutuphanenin-tarihcesive-dunya-nin-en-guzel-ku tuphanelerinin-resimleri.

Mehmet ATALAY

29


DENEME

30 30


DENEME

APOLLON VE DAPHNE Yunan mitolojisi ne çok hikayeyle dolu... ucu sonu bitmez ilişkiler ilişkiler... Öylesine dinlediğinizde ya da okuduğunuzda, birilerinin dedikodusunu yapıp az biraz hevesinizi alıp geçmek mümkün. Ama “loji” ne diyor; mitos-loji, mitosları incele…Elbet bir ibreti vardır. En uzak mesafeler bile ilk adımla başlar ve minik adımlarla yol alınır. O halde bu kez Apollon ve Daphne mitosuna minicik bakmak bize ne kapılar aralayacak bakalım…

Apollon, kız kardeşi ve hatta ikizi Artemis gibi Zeus’un Leto’ndan olma çocuğudur. Birçok üstün özelliklerin aktarıcısıdır. Güneşin ışınları nasıl her yere ulaşır ve hayat verirse Apollon’un bilgeliği de öyle yayılır, müzik nasıl her yerde titreşirse Apollon’un liri de her yeri ahengiyle sarar. Ayrıca hastaları iyileştirme sanatının insanlara ilk öğreteni, gümüş yayın efendisi, yalan bilmez doğruluğun temsilcisi ve Tanrıların isteklerini insanlara taşıması ile en

ileri gelen Yunan, hatta Roma tanrılarından biri olarak geçiyor. Diğer başroldeki Daphne ise, ırmakların tanrısı Peneios’un güzeller güzeli kızı idi. Gel gör ki, özgürlüğüne düşkün, duru güzelliği, mis kokulu saçları ile günler boyu kırlarda bayırlarda dolanıp duran cıvıl cıvıl bir genç kız idi. Ne zaman evlilikten konu açılsa gene kendini kırlara, doğaya atardı, yalnız yaşamak ona göreydi. Efsane aşklarda hep bir 31


DENEME

üçüncü olur ya... Buradaki üçünkü karakter Afrodit’in oğlu Eros, sihirli okları ile nişan aldığı kişileri aşkın çekim gücüyle etkilerdi ve dilediğini dilediğiyle aşkla bağlardı. Bir gün Apollon Eros’un minik sevimli, kanatlı melek halleriyle bu okun pek uymadığını söyleyip kendisini küçümsemesi 32

üzerine Eros çok bozulmuş, “Benim okum sana da nasip olacak” diye ah etmiş. Gel zaman git zaman Apollon yine ormanlarda dolanırken güzeller güzeli Daphne’yi görür ve izlemeye koyulur. Daphne kendi hallerinde salınıyordur. Bu arada bunu fırsat bilen Eros hemen iki ok hazırlar,

birini altın suyuna batırır ve Apollon’un kalbine fırlatır, artık Apollon kat be kat Daphne’nin aşkından kavrulmaktadır. Diğer kurşun uçlu nefret okunu da Daphne’nin kalbine gönderen Eros, intikamını almıştır; birden karşısında Apollon’u farkeden Daphne bucak bucak kaçmaya başlar. Daphne kaçar Apollon kovalar, Daphne kaçar


DENEME

Apollon kovalar. Apollon seslenir, “Ey güzel kız, ben sıradan çobanlardan değilim; ışığın, müziğin, okçuluğun tanrısı korkusuz Apollon’um, sana aşık oldum, o yüzden kovalıyorum, kaçma! Derdim düşmanlık değil. ”Daphne bunları işitir işitmez daha da hızla kaçar; çünkü tanrılarla evlenenlerin başına neler geldiğini az

çok biliyordur, ya kendileri ya çocukları öldürülür, eziyet görürler. Buna rağmen sonunda kaça kaça yorgun düşen Daphne, Apollo’nun iyice yaklaştığını görünce panik olur, ayağının ucuyla toprağı eşeler ve toprak ana “Gaia”ya yalvarır, “Ey toprak ana, beni sakla, beni ört, beni koru.” Sonra birdenbire Daphne’nin ayakları iyice toprağa çekilir ve kök salmaya başlar, narin vücudunu gri kabuklar kaplamaktadır, elleri uzar uzar dallaşır ve o güzel kokulu saçları da yapraklara dönüşür. O artık defne ağacı olmuştur. Son anda kavuşup Daphne’ye sarılan Apollon’la Daphne’nin kalp atışları birbirine karışır. Apollon çok üzgündür; ağlar, ağlar, ağlar. Aşkını sunmaya devam eder, “Sen benden kaçtın ama ben seni karım yapacaktım, bundan böyle sen benim onur ağacımsın, başımın tacısın, bundan böyle tüm şairler, tüm kahramanlar, tüm komutanlar senin yapraklarından yapılan taç ile taçlanacaklar.” der. Daphne de bu güzel sözlerden etkile-

nir ve o da ağlar. (Hatta bu hikayenin Antakya Harbiye’de geçtiği ve Harbiye Şelalelerinin de Daphne’nin gözyaşları olduğu söylenir..bu kısım, resimlerden birinin altına konabilir) Apollon’un ışığı halen defne ağacına olan aşkını besler. Şimdi bu mitos bizde hangi kapıları aralar? Her kişi kendinde bulur dersi. Mitoslardaki karakterler neyi sembolize ediyorsa, olaylar da onlarla ilişkilendirilir. Ben bir deneme yapayım: Işık, aydınlık, doğruluk, armoni, doğadaki güzelliğe aşık olmuş ve peşinden çok koşmuştur. Anılan kavuşma bizce sanılan klasik kavuşmalar gibi değildir. Aşk korkutucu olabilir ama kaçınılmazdır. Belki de aşk kovalandıkça kıymetlenen, kavuşunca bütünleşilen bir şeydir. Aşk, aşıkların, şairlerin, kahramanların ve zaferlerin baştacıdır. Ölümsüzdür. Başınızda defne tacınız, gönüllerde tahtınız bol olsun, olursa böyle aşkınız olsun… Neslihan USUĞLU

33


YAZAR-KİTAP

Kemal Karadayı ile İLETİŞİMDE ZEN BİLGELİĞİ 34


YAZAR-KİTAP

Eğitim düzeyimiz ne olursa olsun, iletişim her birimiz için yaşamın temel konularından biri durumunda. Bir sarmal gibi büyüyen sorunlarımızın kökeninde iletişim becerilerimizin çok zayıf olması gerçeği yatıyor. Zor bir durumda nasıl konuşacağımızı, saldırı altında nasıl hareket edeceğimizi, kendimizi nasıl ifade edeceğimizi, iletişimin asıl amacına nasıl hizmet edeceğimizi, yaralamadan ve yara almadan nasıl var ola-

bileceğimizi bilmiyoruz. Yeni Yüksektepe Yayınları, iletişim sanatının inceliklerini keşfetmek isteyen herkesi kitabın sayfalarının derinliklerinde bulunan felsefeyi anlamaya davet ediyor. 'Çatışmaları Dengeye, Anlaşmazlıkları İşbirliğine Dönüştürme Sanatı' sloganı ile hareket eden kitap iletişime felsefi bir bakış açısı sunarak bir kılavuz niteliğinde karşımıza çıkmaktadır.

Felsefe ve deneme niteliğindeki makalelerine bir blog yazarı olarak başlayan Kemal Karadayı, 1980 İstanbul doğumlu. 2006'da Uludağ Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü'nden, 2012 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Yaklaşık 8 yıldır Bursa'da öğretmenlik yapmaya devam ediyor. 10 yıldır Tai Chi Chuan konusunda çalışmalar yapıyor ve yaklaşık 35


YAZAR-KÄ°TAP

36


YAZAR-KİTAP 4 yıldır eğitim veriyor. Konsantrasyon ve İletişim çatışmaları ağırlıklı olmak üzere çeşitli şehirlerde eğitimler vermeye devam ediyor. GEA Arama Kurtarma Uluslararası Ekip Üyesi ve Aktiffelsefe Bursa Yönetim Kurulu Başkanı ve burada Doğu ve Batı felsefelerini karşılaştırmalı inceleyen seminerler veriyor. Kemal Karadayı, iletişimde yol almanın ve sorunları çözmenin en temel koşulunun karşıtlığı yenmek olduğunu dile getirmekte. Doğanın sürekli karşıtlıklar yoluyla ilerlediğini ifade eden Karadayı, “Esas mesele, karşıtlıkların birliği olan TAO’yu inşa edebilmekte” fikrini dile getirmektedir. Titiz bir annenin her zaman dağınık bir çocuğu olur. Dağınık bir annenin de titiz bir çocuğu olur. Neden? Çünkü aşırı bir şey sunarsanız, karşıtınızı inşa edersiniz. Eğer aşırı bir şey sunarsanız, karşınızda karşıtınızı bulursunuz. Doğanın iyileştirme, aşırılıkları düzeltme şeklidir bu. Sadece ölçülü olanlar, kendi benzerlerini oluşturabilirler. Sosyolog Karadayı’ya göre, Uzakdoğu kökenli savaş sanatlarının üzerine kurulduğu ilkeler, iletişime de uygulanabilir. Doğu felsefesinde, enerjimizi çalan ve bize

haddinden fazla zaman kaybettiren çatışmaların üstesinden gelebilmek için sayısız çözüm bulunuyor. Çünkü Doğu felsefesi, hiçbir şeyi dışlamadığı için insanlığa her şeyle birlikte var olma olanağı sunuyor. İletişimi bir iç savaş gibi düşünmek gerekiyor. Doğru pozisyonu, doğru konuma almak gerekiyor. Tıpkı bir dojoda, yani savaş sanatlarının üzerinde gerçekleştirildiği o alanda bulunan bir savaşçı gibi aslında iletişim de bizim için bir dojo meydana getiriyor. Ama tabii burada savaş, karşıdaki kişiye karşı verilmiyor, kişinin kendisine karşı veriliyor. Kaçmak yok, dövüşmek yok. Kemal Karadayı, Karma olarak adlandırılan etki-tepki yasasını anlamaya çalışarak, içine sürüklendiğimiz tutsaklığı yenebileceğimizden bahsetmektedir. Çünkü bir çatışma halinde genellikle önce savunmaya geçip, sonra saldırıyoruz. Her zaman etki tepkiyle hareket etmek zorunda değiliz, kendi seçimlerimizi yaptığımız sürece özgür oluruz.

çok uzağında bir yerde, çözümün olamayacağı bir yerde tartışmaya devam ediyoruz. Orada çözüm yok, sadece herkes kendisini kötü hissediyor. Sonunda olacak olan sadece bu. Son olarak Zen öğretisine değinen Karadayı, çatışmaları gerçek manada konuşulabilecek düzleme çekmenin üçüncü koşulunun ise doymazlığı yenmek olduğunu belirtmektedir. Bu kadar hızlı bir şekilde savaşmaya ikna olmamızın nedeni, doymazlığımızdır. İletişimi kazan kaybet oyununa dönüştürdüğümüz zaman kaybedeceğimiz kesindir. Bazen küçük bir tartışmayı kazanmak için öyle büyük laflar sarf ediyoruz ki, diyelim ki kazandık ama karşımızdaki kişiyi de enkaza dönüştürmüş oluyoruz. On yıldır verdiği seminerlerin bir ürünü olan ve Yeni Yüksektepe yayınlarından çıkan kitabı “İletişimde Zen Bilgeliği”ni keyifle okuyacağınızdan eminiz. Semra ŞEN

Bir noktadan sonra kontrolümüzü yitirdiğimiz için konu üzerinden tamamen saparak birbirimizin kişiliğini tartışmaya açar hale geliyoruz ve odak noktamızın 37


GEZÄ°

36 38


GEZİ

YAZILIKAYA

MİDAS KENTİ

Eskişehir sık sık uğradığım güzel bir şehirdir. Porsuk çayı, el yapımı denizi ve sayısız yenilikleri olan bir kent. Son gidişimde de Eskişehir’in bilmediğim ve çok beğendiğim güzellikleri ile karşılaşma fırsatı buldum.

ren ilk araştırmacı W. Ramsay’dir. 1937-1939 yılları arasında İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Sanat Tarihçi Albert Gabriel, Hollandalı Arkeolog C.H. Emilie Haspels; Dağlık Frigya Bölgesi’nde aralıklarla 1958 yılına kadar sürdürecekleri geniş çaplı yüzey araştırmasına başlarlar.

Eskişehir’den kiraladığımız araç ile yola çıktık. Midas Kenti, etrafında küçük bir çaycı dışında turistik anlamda henüz gelişmemiş bakir bir yer. Harabeleri gezerken sık sık karşılaşılan bilgilendirmeler ve yönlendirmeler bulunmaktaydı. Bu bilgilendirmelerden yola çıkarak kısa bir tarihçe derledik:

Bölgenin tarih öncesi dönemden Osmanlı Dönemi’ne uzanan geniş bir zamanını kapsayan bu araştırmalar kitap haline getirilir. 1984 yılında Fahri IŞIK, Dağlık Frigya Bölgesi’ne gelerek Frigya Kaya Anıtları’nı inceler, Urartu ile Frig Kaya Anıtları’nı karşılaştırır.

Midas Kenti, Eskişehir’in Han ilçesine bağlı Yazılıkaya köyünün hemen batısında yer alır. Kent tüf kayalardan oluşmuş Yazılıkaya platosunun üzerinde kuruludur.

1990 – 1993 yılları arasında Eskişehir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü Yazılıkaya-Midas şehrinde, anıtın çevresinde ve sarnıçlarda temizlik çalışmaları yapar.

Dağlık Frigya Bölgesi ve Midas Kenti araştırmaları 1800 yılında William Martin Leake ve arkadaşlarının Yazılıkaya/Midas anıtını keşfiyle başlar. 20. yüzyılın ilk yarısında birçok Avrupalı gezgin ve araştırmacı bölgede incelemeler yapmıştır. Yazılıkaya’ya “Midas Kenti” adını ve-

Gordion, Frigya’nın başkentidir. Midas ise dini başkenttir. Bölgede ilk yerleşim alanlarının 5000 yıl öncesine dayandığı belirtilmektedir. Frigya yıkımı sonrası, Pers, Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemleri’nde şehir terk edilmemiş ve kullanılmıştır. Yüksek bir tepeye inşa edilen ken-

tin en tepesinden bakıldığında karşımızda kaleler yükselir. Kentin ana girişi doğu yönündedir. Kutsal mimaride güneş bilgelik ile ilişkilendirilmekte ve bu nedenle girişlerin doğuya konumlandırıldığı bilinir. Rampalı yol da Tören Yolu olarak anılır. Kentin en etkileyici yanlarından birisi de Ana Tanrıça’ya adanmış, kayalara oyularak oluşturulan bir sunaktır. Burası belli zamanlarda “Kibele” olarak bilinen tanrıçaya adaklarla sunular yapılan tören merkezi olarak bilinmektedir. Hemen karşıda tüf kayaların içine oyulmuş oda mezarlıklar ve kayalıkların arasında bulunan, hala içine inilebilen sarnıçlar oldukça etkileyicidir. Bilgisayar ekranına yıllarımızı ayırarak geçirdiğimiz modern zamanlar yaşıyoruz. Yılda bir kez tören yolundan geçip muhteşem bir manzara ile etkileyici şehrin içinden doğanın bereketine sunaklar yapmayı bir kez denemek unutulmaz ve öğretici olabilir.

39


ANÄ°MASYON

40


ANİMASYON

Vizyon tarihi : 18 Mart 2016 Süre: ( 1s 35dk ) Yönetmen: Jennifer Yuh, Alessandro Carloni Seslendirenler: Okan Yalabık, Köksal Engür, Özlem Özbay... Tür: Animasyon, Macera, Komedi Ülke: ABD, Çin

Panda serisi kendini tanıma yolculuğuna çıkan her kişi için bir rehber niteliğindedir. Daha üstüne ne konabilir ki diye düşünürken bu bölümde savaş fikri ile “Chi”nin gücü ele alınıyor. Kai herkesin

“chi”sini çalmak üzere tekrar sahneye çıkar. Ugway’in silah arkadaşı ve en iyi dostu olan Kai güç zehirlenmesi nedeniyle Ugway ile yolları ayrılır. Kai tüm gücü kendisi için ister. Güç zehirlenmesine uğrayan Kai yıllarca bugünü beklemektedir. Kai; Shifu, Mantis, Maymun, Engerek, Turna ve Kaplan’ı chi gücü ile etkisiz hale getirir. O artık yalnızca gerçek bir chi ustası tarafından durdurulabilir. Shifu öğretmenliği, Po’ya (Çocukluk adının Lotus olduğunu öğreniyoruz.) devreder. Fakat Po’nun öğretmenlik tecrübesi fiyaskoyla sonuçlanır. Po bir gün babası ile

karşılaşır. Babası chi ustalarının olduğu bir köyde yaşamaktadır. Onunla birlikte gider. Köyde kendisi gibi olan pandalarla bir panda gibi yaşamayı da öğrenecektir. Çünkü Chi ustası olmak ancak kendini tanımakla mümkündür. Ancak Po büyük bir sürpriz ile karşılaşır: Chi ustalığını köyde herkes unutmuştur. Aslında herkesin gücü kendisine dönüşmesinden gelmektedir. Hayatın armonisi de burada saklıdır. Diğer bölümlerine göre beklentileri daha az karşılasa da güzel bir animasyon. İyi seyirler… Semra ŞEN

41


SÄ°NEMA

42 42


SİNEMA

Vizyon Tarihi: 22 Ocak 2016 (2s 36dk) Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Oyuncular: Leonardo Di Caprio, Tom Hardy, Domhnall Gleeson Tür: Western, Macera Sinema severlerin kült yönetmeni Alejandro González Iñárritu’nun “Birdman”den sonra ne yapacağı merak konusuydu. Bu merak fazla uzun sürmedi. Iñárritu’nun Leonardo Di Caprio ile çalıştığı “Diriliş” filmi sinema severlere dinmek bilmeyen bir aksiyon vaat ediyor. Birçok filmde mükemmel performanslar sergilemesine rağmen bir türlü Oscar heykelciğine uzanamamıştı Di Caprio. “Hugh Glass” performansıyla yıllardır hasretle beklediği ödüle ulaştı. 28 Şubat 2016’da 88.si dağıtılan Oscarlar Di Caprio’yu Oscar alamayan aktörler listesinden çıkardı. “Diriliş” bu sene en iyi

yönetmen dahil toplam 12 dalda Oscar’a aday gösterildi. En iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen ve en iyi görüntü yönetmeni dalında 3 ödül aldı. Film’de kötü adamı oynayan Tom Hardy En İyi Yardımcı Erkek Oscar’ını alamaması en basit tabirle büyük bir şansızlıktır. Zira kendisi her sahnede devleşiyor. Iñárritu iki sene üst üste en iyi yönetmen Oscar’ını kazanan tarihteki üçüncü yönetmen oldu. Geçen sene de “Birdman” filmiyle aynı ödülü almıştı büyük usta. Filmde bazı sekanslar Tarkovsky’ı bariz hatırlatıyor. Belki de yönetmen Iñárritu, ustaya selam veriyordur.

Michael Punke’ın kaleme aldığı “The Revenant: A Novel Of Revenge” kitabından sinemaya uyarlanan film 1893 yılının Amerika’sına taşıyor bizleri. Film’de Hugh Glass’ın hayatta kalma ve intikam mücadelesini izliyor gibi olsak da alt metinlerde onurun, adaletin, aile kavramının derinlemesine analizine tanık oluyoruz. İnsanın doğa ile mücadelesini ve en zor şartlarda insanın aslında ne kadar da potansiyelli olduğunu bize bir kez daha hatırlatan güzel bir kış filmidir “Diriliş”. İzlemenizi öneririm. Erkan SİHİR 43 43


İNTERNET

Code.org Bu sayımızda sizlere code.org adlı internet sitesini tanıtmaya çalışacağız. Aslında bu sadece bir internet sitesi değil, bir eğitim programı. Code.org benzeri birçok çalışma var ve hepsinin gayesi kod “okur-yazarlığını” öğretmek. Kod okur-yazarlığı kavramına girmeden önce şafağında olduğumuz yeni sanayi devrimini anlamamız gerekiyor. Endüstri 4.0 ismiyle adlandırılan 4. Sanayi devrimi artık hükümetlerin ve büyük firmaların kendilerini hazırladığı bir kavramdır. Endüstri 4.0 ile nesnelerin interneti, büyük data, büyütülmüş gerçeklik ve makina-makina haberleşme gibi kavramlar hayatımızda daha çok yer edecektir. Bu kavramların temelinde yazılımlar ve bilgisayar olacaktır. Yazılım44

lar bugünden daha fazla hayatımızda olacaktır. Code.org’un tanıtım videosunda Amerikan Başkanı Barack Obama Amerikalı çocuklara seslenirken diyor ki; oyun oynamayın kendi oyunuzu yapın, uygulama indirmeyin kendi uygulamanızı yapın. Amerika yeni nesillerini bangır bangır gelen yeni dünyaya şimdiden hazırlıyor. Code.org’a % 51,62 oranla en fazla Amerikalılar giriyor. İkinci sırada %34,66 ile Rusya var. 11. sırada %0,35 ile İtalya var. Türkiye sıralamada yok! Halbuki facebook.com’a girmede ilk 7’nin altına düşmedik. 2014 Şubat ayında 1. olduk. Bu istatistikleri paylaştıktan sonra code.org’u biraz daha yakından tanıyalım. Mark Zuckerberg, Jack Dorsey, Chris Bosh, Bill Gates, Barack Obama gibi bir çok kişi code.

org’u desteklemektedir. Ben Code.org’u ilkokula gelecek sene başlayacak olan Yiğit isimli arkadaşımdan öğrendim. Yiğit okuma yazma bile bilmezken kod okur-yazarlığında bir hayli yol almış. Code.org’un iddiası her yaş grubundan insana kod okur-yazarlığını öğretmektir. 4 yaş ve üzeri her birey için kategorilere ayrılmış birçok online dersten oluşuyor. Dersler her yaş grubundaki insanın ilgisini çekebilecek oyun-yapboz tarzı giderek zorlaşan derslerden oluşuyor. Ve Türkçe dil desteği de var. Code.org çocukların ilgisini çekebilmek için kimi zaman yıldız savaşları temasını kullanırken kimi derslerde karşınıza karlar kraliçesi çıkabiliyor. Temel matematik kavramlar ve temel algoritma bilgisi her derste


İNTERNET çocuğa ya da yetişkine eğlendirerek öğretiliyor. Code.org’un kullandı-

ğı yap-boz oyun tabanlı kodlamayı dünyanın en iyi üniversiteleri bile kul-

lanıyor. Örneğin Berkeley ya da Harvard.

Yukarıdaki örnekte canavarı ay çiçeğine götürmeniz isteniyor. Kullanılacak nesneleri doğru algoritmayla yaparsanız,

programınızı çalıştırdığınızda başarılı olup olmadığınızı ya da nerede hata yaptığınızı anında görüp kodu değiştirebili-

yorsunuz. Yukarda yapboz oyun tarzı yazdığınız kodun Java Scriptte nasıl göründüğünü merak ederseniz aşağıdaki gibi:

while (notFinished()) { if (isPathForward()) { moveForward(); } else { if (isPathRight()) { turnRight(); } else { turnLeft(); } /* while (notFinished()) { executionInfo.checkTimeout(); if (executionInfo.isTerminated()){return;} if (isPathForward()) { } else { if (isPathRight()) { } else { } Code.org insana iyi bir bakış açısı kazandırıyor. Steve Jobs’un da dediği gibi; “Ülkedeki herkes programlamayı öğrenmeli çünkü insana nasıl dü-

şünmesi gerektiğini öğretiyor.” Umarım ülkemizin çocukları kendi oyunlarını yazan, kendi uygulamalarını yapan bireyler olur. Cumhuriyetin 100.

yılında dünyanın en çok girilen sitesi ya da en çok indirilen uygulaması neden bu topraklarda yapılmasın? Erkan SİHİR

45


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

CENK EREN “Repertuvar Tanju Okan Şarkıları” Cenk Eren’in bu albümü Tanju Okan’ın ölüm yıldönümünde çıktı. Açıkçası albümü ilk dinlediğimde Tanju Okan’ın yorumunun üstüne yar olmaz diyerek önyargılı davrandım. Ancak Cenk Eren bu albümle kalbimdeki yerini büyüttü. Kadife bir ses, güzel bir yorum ve Tanju Okan’ın hatırasına layık bir albüm olduğuna karar

46 46

verdim. Sanatçı bu yıl ilk kez düzenlenen Tanju Okan Pop Müzik Beste Yarışması’na da bu albüm ile konuk oldu. Albümün prodüktörlüğünü Şafak Karaman ve Sarp Özdemiroğlu, aranjörlüğünü Sarp Özdemiroğlu yaptı. 1960-70’li yılların soundlarına sadık kalınarak akustik aranjeleri yapılan albümün klipleri de çıktı. Tanju Okan’ın Urla sevgisinden dolayı ilk klip de Urla’da çekildi.

Albüm İçeriği 1.İki Yabancı 2.Kadınım 3.Hasret 4.Deniz ve Mehtap 5.Gözünde Yaşlarla 6.Kemancı 7.Öyle Sarhoş Olsam ki 8.Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün 9.Deli Gibi Sevdim 10.Şerefe


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

BÜLENT ORTAÇGİL BENİMLE OYNAR MISIN 1974 Dergimiz; zamanın içinde güneşin olgunlaştırıcı ışınlarında meyve gibi, zamanın içinde karanlığın derinliğinde daha da tatlanan şaraplar gibi olgun kültür sevgisine tutkun… Müzik köşemizde bu nedenle sanatçının daha 24 yaşındayken hazırladığı, 32 yıldır bizimle büyüyen ve bizi büyüten bu albümü ele aldık. Bu albüm canlı bir varlık gibidir. Kendisin-

den kendini üretebilme ve çoğaltma özelliğine sahiptir. Çünkü verdikçe çoğalır canlılık. Birsen Tezer, Jehan Barbur, Ceylan Ertem ve birçok sanatçının mayasına katılan bu albüm; mayanın kalitesini kendi özgün temel maddesi ile sentezler. Bu sentezden yeni ve güzel tatlar türer. Bu albüm canlı dallar aşılanınca daha da büyüyen bir ağaç haline gelir. Hümanist, şefkatli, sade…

1.Günaydın 2.Kediler 3.Olmalı Mı Olmamalı Mı 4.Anlamsız 5.Herşey Sevgiyle Başlar 6.Suna Abla 7.Bahar Türküsü 8.Benimle Oynar Mısın 9.Yağmur 10.Sen Varsın 1.Yüzünü Dökme Küçük Kız 12.Sık Latife 13.Dört Kişili Düş 14.Günaydın II

47


KÜLTÜR-SANAT

ocak-şubat-mart

şehir kültür rehberi

İZMİR TİYATROSU Benimle Delirir misin? 16 Haziran 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir Shirley 19 Temmuz 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir Abuzer Nasıl Kurtulur 22 Haziran 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir

HAZİRAN Boğaziçi Caz Korosu ve Boğaziçi Gençlik Korosu 18 Haziran 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir Bir Delinin Hatıra Defteri 20 Haziran 2016 21:15 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir

48

30. Uluslararası İzmir Festivali Çeşitli Mekanlar 02 Haziran - 25 Haziran Efes Royal PalaceEfes Royal Palace Resort & SPA 03 Haziran - 16 Eylül TEMMUZ Electronica Festival Çeşme 2016 05 -06 Temmuz 2016 15:00 Alaçatı Soundpool, İzmir Ajda Pekkan 05 Temmuz 2016 21:00 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, İzmir Sertab Erener 06 Temmuz 2016 21:00 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, İzmir Murat Dalkılıç 07 Temmuz 2016 21:15 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, İzmir Linet 09 Temmuz 2016 20:30 Efes Royal Palace Resort & SPA, İzmir


KÜLTÜR-SANAT

KONSERLER Londra Oda Ork.-Daniel Kharitonov-Lucienne R. Vary D-Marin TurgutreisMuğla 21 Ağustos 2016 Fazıl Say-Genç Yıldızlar Bodrum KalesiMuğla 22 Ağustos 2016

Volkan Konak 10 Temmuz 2016 21:15 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, İzmir Cem Adrian 13 Temmuz 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir Ceylan Ertem 28 Temmuz 2016 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu, İzmir Chill - Out Festival Bodrum 2016 Xuma Muğla 23 Temmuz - 24 Temmuz

Aşkın Sesi: Monica Molina D-Marin TurgutreisMuğla 23 Ağustos 2016 Zürih Tonhalle Orkestrası: Patricia Kopatchinskaja D-Marin TurgutreisMuğla 26 Ağustos 2016 Lura Bodrum KalesiMuğla 27 Ağustos 2016 Lara Fabian 26 Ağustos 2016 21:15 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, İzmir

AĞUSTOS Buika 05 Ağustos 2016 21:15 Bodrum Antik Tiyatro, Muğla Color Sky 5K İzmir Renkli Koşu 25 Eylül 2016 11:00 İnciraltı Kent Ormanı, İzmir 12. Uluslararasi D-Marin Klasik Müzik Festivali Kombine D-Marin TurgutreisMuğla 20 Ağustos 2016

49


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.