Kanıt dua

Page 1

KANIT Düşünce Kültür Sanat

Tasarım: T sanat

Sayı 5-6-7 DUA

İMTİYAZ SAHİBİ& YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

AHMET ŞAMİL KAAN ahmetsamilkaan@gmail.com kanitdergi@gmail.com tyayin.com/dergimiz facebook.com/dergimiz twitter.com/dergimiz @dergimiz #dergimiz @ahmetsamilkaan

#dergimiz hakkında

YAYIN İDARE MERKEZİ İrfan baştuğ cad. No: 188 03123476816 BASIM TARİHİ: 04/2016 BASIM YERİ: SEMİH OFSET Sebze Bahçeleri Caddesi (Büyük Sanayi Sitesi) No:103, Zübeyde Hanım Mh., Ankara 0312 341 4095 www.semihofset.com.tr

• #dergimiz basın ahlak ve etik ilkelerine, insan onuruna ve Allah’ın cc koyduğu kurallara saygı duyar. • Vicdani ve ahlaki değerleri öteleyen hiçbir unsur #dergimizde yer bulamaz. (gözümüzden kaçar başka) • Kadının güzelliğini, çocuğun masumiyetini istismar eden hiçbir reklama yer vermeyiz. Tek kişi kalsak da sözümüz bitene kadar susmamaya ahdettik, azmettik. • #dergimizin fiyatı içeriğinin ve emeğinin karşılığı değil, matbaa ve kağıdın bedelidir. Ecrimizi O’ndan beklemekteyiz. • Bu dergi Türk pediatri derneğinden, nöroşirurji derneğinden, woswos sevenler kulubünden onay istememiştir. • #dergimizde beğendiklerinizi aleni, beğenmediklerinizi özelden söylerseniz fena olmaz. :D • Her zaman ciddi olmak bünyeye zarar verebilir. Olmadık esprilere hazır olun.


İÇİNDEKİLER

4 14

50 24

NE KADAR GİZLİ O KADAR GÜZEL

40

KELİME KUTUSU KÖK KARDEŞLİĞİ

56 60

KANIT|DUA| 2

46-47 SAMİMİYET YETERLİ MİDİR

44

TESADÜF MÜ TEVAFUK MU+


DUA...

Hemen söyleyelim. Bu dergimiz bir önceki sayımız kader ile bağlantılıdır. Beraber okunduğu takdirde daha faydalı olacağı düşünülmektedir. Önceki sayılarımıza tyayin.com/dergiler adresinden ücretsiz ulaşabilirsiniz.

De ki eğer duanız olmasa rabbiniz size niye değer versin. furkan 25/77

Duanın ne olduğunu bilmeyen yoktur elbette. Çünkü insan çocukken, büyükken korktuğunda, delikanlıyken, yetişkinlikte korktuğunda dua etmiştir. Evet, biliyoruz, herhangi bir üslub yanlışı yapmadık. İnsanoğlu korkak bir varlık. Çünkü sahiplenen ve sahiplenilebilen bir varlık. Sahip olabildiği için elindekileri kaybetme; sahip olunabildiği, ilgiye, güvene, aidiyete ihtiyacı olduğu için de terkedilme ve yalnızlık korkusu yaşar. Bu korku doğru yönetilirse kişiyi gergin ve ayık tutar. Uyuşma ve aptallaşmayı önler. Yanlış yönetilirse saldırganlık ya da yaşamaktan vazgeçme çabasıyla neticelenir. Bu yüzden zalim iktidarlar ve uyuşuk kitleler tarihin değişmez aktörleridir. İktidarını kaybetmekten korkan yöneticiler, tebaasını ezerek korkutmaya ve bu suretle erişilmez olmaya çalışırlar. [Bkz. Firavun, Nemrut, israil] Eğer kişinin iktidar kaygısı, hayat meşgalesi de yoksa bu durumda bu içgüdüsel korkuyla baş etmek için bu korkuyu fark eden aklını uyuşturma yoluna gider. Akıl olmadığında korku da olmaz çünkü. Bir de bu denklemin orta yoldan çözümü var. Dua. İnsan baş edebileceği her türlü riskle karşılaşır, savaşır. Geçim savaşı, hayatta kalma savaşı verir. Darda kaldığında duaya sarılır, denize düştüğünde yılana sarılmaz. Karada da denizde de sarılacak tek kulp Allah’ın ipidir, müslüman bunu bilir. Müslümanın iyi bildiği bir başka şey de şudur. Dua, sadece dille değil; elle, gözle, ayakla da yapılır. Yaşama katılan her ne varsa duaya da katılır. Her işin neticesi, o iş için gösterilen gayretin duasıdır. Gaza kontrolsüz basmak “Allahım bana kaza yaptır”, derse çalışmak “Allahım bana güzel neticeler aldır”, işini yapmak “Allahım bana bundan hayırlı kazançlar ver” demektir. Bir çoğu da muhtemelen kabul olur. Dua, arkasında bir işin bekçiliğini yaptığı sözlü eylem, eylemli sözdür.

KANIT|DUA| 3


Niye dua eder insan En güzel isimler Allah’ındır. Onun vasıflarına sahip olduklarını zannedenleri bırakın . Onların yaptıklarından dolayı karşılıklarını vereceğiz. Araf 8/180 KANIT|DUA| 4

Eğer insan durağan, değişmeyen, her şeyiyle sabit bir varlık olsaydı bunun da tek bir cevabı olabilirdi. Bu konuda Rabbimiz pek çok ayette şu tespiti yapmaktadır. “ İnsan keyfi yerindeyken Rabbini unutur kendisine bir zarar dokunduğunda ise hemen Rabbini hatırlar ve uzun uzadıya dua etmeye başlar ”. Dolayısıyla öncelikli dua etme sebebimiz korku, keder ve sıkıntılar. Korktuğunda dua edebilmek, psikolojik olarak etkinliği kanıtlanmış rahatlama terapilerinden bir tanesidir. Dua eden insanlar, etmeyenlere nazaran daha çabuk iyileşmektedir. Bunu bilmek için kalın kitaplar devirmeye gerek yok. Herhangi birimiz zor durumda dua ettiğimizde işlerin yola gireceğine dair bir ümit gelir kalbimize. Sureta anlamsız gibi görünen bu ümit bizi iyileştirir. Neden mi? Çünkü insanı hasta eden en büyük psikolojik etkenlerin başında korku ve stress gelmektedir. Hasta eden korku yılan, kertenkele vb. gibi maddi sebeplere dayalı değil, aç kalma korkusu, hastalanma korkusu gibi olmamış bir şeyin olabilme ihtimali düşünülerek yaratılan, sureta, asılsız korkulardır. Mantıklı düşünelim ve iki kalın puntolu cümleyi bir arada okuyalım şimdi. Ortaya çıkan sonuç şu. Bizi hasta eden asılsız korkular olduğu için, dua ederek asılsız gibi görünen bir ümit bizi iyileştiriyor ve koruyor. Bu normal mi? Evet, son derece normal. Her insan, her daim güvenebileceği, hangi durumda olursa olsun yanında olacağına inanmak istediği, kendisine her haliyle değer veren bir varlığın olmasını ister. Çocuklukta bu imge anne ile doldurulur fakat yetişkinlikte boşluk yeniden açılır. İnsan annesinin bile kendini terkedebileceğini, ölebileceğini görür ve kavrar. Bu yüzden hiç ölmeyen, bitmeyen yeni bir güven imgesinin peşine düşer. İşte bu kovalamacanın hayırla biteceği son nokta Allah’tır.


Yine bu sorunun tek bir cevabı yok. Çünkü doğru bir şekilde dua edenler de yanlış da çoğunlukta. Her insan her şey için doğru bir şekilde dua etmiyor. Bunun içinde sen ben hariç değiliz. Hepimiz için geçerli bu dediğimiz. Bu yüzden gelin bu soruyu “ İnsan neye, kime, ne için, nasıl dua etmeli”ye çevirip öyle cevaplamaya çalışalım. Bu soruyu da tersten cevaplayalım. Neye nasıl dua edilmez?

Sebebi maddi olan bir durum için sözlü dua fayda etmez. Bebeğinizin gazı var, feryad figan bağırıyor. (biz de yeni keşfettik, Allah sabır versin). Bu çocuğun şifası gerekli işleri yapmak, sırtına vurmak, karnını sıvazlamak vb.dir. Bu bebeğe ayet, hadis okumak fayda etmez. [Ben okudum niye tesir etmedi diye Kuran’ı suçlamaya kalkışmayın daha Türkçesi. :D]

Sebebi manevi olan bir durum için maddi dua (ilaç, iğne) tesiri azdır ve kesinlikle geçicidir.

Nasıl dua eder insan

Bir insan, “Ben nasıl üniversiteyi kazanacağım ya kazanamazsam” , “Ben nasıl işe girip evleneceğim. Ya işsiz kalıp evlenemezsem” korkusuna düşmüşse psikiyatri servisinden alacağı reçete onu en fazla bir sene iyileştirecektir. Hayattan korkmaya başlayan kişi ancak sağlam bir yaşam tecrübesi ile gerçekten iyileşebilir. O insana dua etmeyi öğretmek elzemdir. Bu duadan kasıt al şunu 333 kere oku, al bunu 101 kere sağına, 101 kere soluna oku türünden yahudi hesabıyla üretilmiş anlamsız tekrarların öğretilmesi değil, Allah ve hayat ilişkisinin kendisine doğru bir şekilde benimsetilmesidir.

KANIT|DUA| 5


Peygamberler as nasıl dua etmişler

Peygamberlerin asıl duası kendilerine verilen tebliğ görevini yerine getirmeleridir. Bu yüzden çok az peygamberin tebliğ duası hayırla neticelenmiş ve insanları hidayete sevk etme bahtiyarlığına erişebilmiştir. Peygamberimiz efendimiz de onlardan biridir. Bunun dışında “Rabbe iltica, yalvarma, yakarma, niyaz” anlamında duaları Kuran’ı Kerim’de ifade edilmektedir. Peygamberimizin dua ve zikirlerini bir araya toplama bahtiyarlığına Nevevî “ El-Ezkâr” isimli kitabıyla erişmiştir. Bu kitap o kadar elden ele dolaşmıştır ki , “ bi’id-dâr, veşteri’l-ezkâr ( Evi sat, ezkar kitabı al)” sözü bir deyiş olarak dile yerleşmiştir.

KANIT|DUA| 6

Buhari ve diğer hadis kitaplarında peygamberimizin duaları zikredilmiştir. Bu duaların genel karakterine baktığımızda hiç de hazırlanılmış metinler olmadığını görebiliriz. Son derece spontane, emprovise (bak, bak yabancı kelimeler de kullanırmış) bir şekilde gelişmiş, içinden geldiği gibi, aşk ilan eder gibi, birbirinin tekrarı olmayan tamamen kalbin dile gelmesi şeklinde dualar olduğu gözümüze çarpacaktır. Özellikle de peygamberimizin uzunca yaptığı dualar bu manada dikkat çekicidir. Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin dualarının geneline baktığımızda şu ana ilkelere bağlı kaldıklarını görmekteyiz.

1. Rableri ile aralarındaki samimiyet ve sıcaklık dualarına da yansımıştır. Ağdalı bir dille değil, samimi ve yanan bir kalple yapıldıkları belli olmaktadır. 2. Duaları genelde kısadır ve üç cümleyi çoğunlukla geçmez. Dertleri ve problemleri neyse onun için çabalamışlar ve gayretlerinin boşa gitmemesi için de dua etmişlerdir. 3. Efendimizin uzun diyebileceğimiz duaları genel olarak gece, Rabbiyle başbaşa iken yahut da namazda secdede, tahiyyatta vecd halinde yaptığı dualardır. Bu duaların ezberlenmesi pek mümkün değildir bunun yerine okunup özümsenmesi daha


önemlidir. Peygamberimiz namazda uzun uzun dua etmiştir. üç defa subhane rabbiyel-azim deyip bıraktığı çok nadirdir. Buradan çıkaracağımız en önemli netice peygamberimizin namazdaki ruh halidir. O bir nevi namazda kendinden geçmektedir. Rabbini o derece çok sevmektedir. Hz. Nuh’un duası, Nuh suresinde bize bildirilmektedir. Kurandaki en uzun peygamber duası da odur. Nuh as 950 seneye yakın tebliğinden sonra başarıya ulaşamamış kendisine çok az kişi iman etmiştir. Bu nedenle Nuh as 950

küsür senelik [bu arada buradaki 950 senenin sümer takviminde öyle olduğunu bizim takvimlerle 80 seneye tekabul ettiğini okudum ama ne derece doğru bilmiyorum] emeğini zayi eden halka karşı Rabbine el açıp hepsinin yeryüzünden silinmeleri için dua etmiştir. Bu dua kabul olmuş, Nuh as’a gelecek kasırgadan kendisinin, inananların ve bazı canlıların kurtulmaları için bir gemi yapması emredilmiştir. Gemi inşa edildikten sonra meşhur Nuh tufanı kopmuş ve Nuh as’ın duası gereği yeryüzünde inkarcı bir tek kişi kalmamıştır.

İnsan kendi iyiliği için dua ettiğini zannederek şerrine dua eder. Çünkü insan çok acelecidir. İnsanoğlu sabırsızdır. İstediği o an olsun ister. Zaman ve mekan üstü bakma olgunluğuna çoğu kez erişemez. Fakat Rabbimiz zaman-mekan üstü olduğu için kendisinden istenen her dileği anında işleme koymaz. Dileyenin samimiyetini ortaya koymasını ister. Sözünün arkasında mısın der bir nevi.

KANIT|DUA| 7


Peygamberlerin duaları Hz. Adem Rabbimiz biz kendimize zulmetti. Eğer sen bizi bağışlamaz ve günahlarımızı affetmezsen biz şüphesiz kaybedenlerden oluruz Hz. Nuh Rabbim, beni, anne-babamı, evime sana inanarak giren bütün erkek ve kadınları bağışla. Hz. İbrahim (Ateşe atılırken cebrailin kendisine yardım teklifi üzerine) Bana Allah yeter. O ne güzel vekildir. (Hasbiyallahu ve nimel vekil) Hz. Musa Rabbim, bana indireceğin en küçük bir hayra muhtacım Rabbim, göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki anlasınlar beni. Hz. Eyyub Rabbim, bana zarar dokundu ve sen merhametlilerin en merhametlisisin. Hz. Zekeriya Rabbim bana senin katından (gelecek bir rahmet ve sebep ile) bana temiz bir nesil ver. (çocuğum olsun.) Sen duaları işitensin.

Bunlar bana yetmez daha fazlasını istiyorum diyen kardeşlerimiz yandaki kodu telefonlarına okutarak Kuran’da geçen duaları pdf formatında telefonlarına indirip okuyabilirler.

KANIT|DUA| 8


BİZİM dualarımız Nasıl ki tıpçılar “hastalık yoktur hasta vardır” diyerek her hastanın özel ilgilenilmesi gerektiğini ifade ederlerse biz de aynı şeyi belirtmeliyiz. Dua yoktur dua eden vardır. Bizim duamız öncelikle hazır olmamalı. Birinin yaptığını duayı o yapmış kabul olmuş ben de söylersem benim de kabul olur tarzında bir kabul, falanca öksürüyormuş şu hapı kullanmış ben de kullanayım da öksürüğüm geçsin gibi bir tavıra benzer. Her öksürüğün sebebi farklı olabileceği gibi her dua da her kişinin dilinde aynı etkiyi verecek gibi bir kaidemiz yoktur olamaz da. Biz kuran’da yahut başka kitaplarda falancanın duasını okuyunca dur ben de okuyayım madem o mübarek okumuş gibi bir tavırla duaya yaklaşırsak baştan duayı anlamadığımız ortaya çıkar. Her insan gibi, her dua da özeldir, özel olmalıdır. Nasıl ki eve özel bir misafir geleceği zaman özel yemekler yapılır, yapılmamış, denenmemiş lezzetler

ortaya çıkarılırsa dualarımız da bizim için çok özel olan Allah’a sunulacağı için daha önceden kimsenin tatmadığı, tamamen el ve gönül işçiliği ile hazırlanmış kelimelerden, duygulardan seçilmelidir. Rabbimizin katına gittiğinde kelimelerin samimiyeti meleklerin burunlarını sızlatmalıdır. Samimiyet ile beraber dualarımızda bulunması gereken ikinci özellik ise bilinçtir. Bu herhangi bir devlet kurumuna verilen dilekçelerdeki “bu adam ne istiyor açık mı?” sorusunun duaya yöneltilmiş halidir. Melekler şunu söylememeli “ Ne istiyor bu adam?” Bu bizim için de geçerlidir. Ne istediğini bilmeyen bir insanın isteği elbette itibar görmeyecek, kabul edilmeyecektir. Bir örnekle açıklayalım isterseniz. KANIT|DUA| 9


Çocuklarımız var ve bayram günü karşımıza geçmişler belliki bizden bir şeyler isteyecekler. İlk çocuğumuz “Baba-Anne bana o gün mağazada gördüğümüz mavi renkli oyuncak arabayı alın” İkinci çocuğunuz; “Bana bir araba alın”. Üçüncüsü ise “Bana bir şey alın” diyor. Aile alışverişe çıkıyor. Mağazada görülen pahalı mavi arabayı büyük çocuğa alıyor. Orada kelepir, ucuz adi arabalardan görüyorlar onu da ikinci çocuğa alıyorlar. Eve gelirken cadde ortasında boncuk satan bir kadın görüyorlar. Ondan bir

MAĞAZADAKİ MAVİ ARABA

KANIT|DUA| 10

liraya bir bileklik alıyorlar ve onu da en küçüğe veriyorlar. Şimdi düşünelim burada en kârlı kim. Elbette birinci çocuk. Peki, aile burada herhangi bir çocuğa haksızlık yaptı mı?

Mutlak manada evet, çocukların isteklerine göre hayır.

İlk çocuk ne istediğini ve nerede olduğunu açık ve net bir şekilde söyledi. Aile durumu müsait olduğu için aldı. İkinci çocuk belki isteğini söylerken abisinin istediği gibi bir araba olduğunu içinden geçirdi. Fakat dile getirmediği için dikkate alınmadı. Üçüncü çocuk zaten saldım çayıra

ARABA

ŞEY


hesabı “bana bir şey alsanız da olur almasanız da” der gibi bir tavır takındı ve en işe yaramaz hediye onun oldu. “Bununla dua aynı şey mi iyi de” diyen kardeşim. Evet. Hatta dua için bu söylediğimiz daha çok geçerli. Kişi Allah’tan ne isteyeceğini bilecek kadar bilinç sahibi değilse, daha doğrusu kendisine verilen bilme ve farketme kabiliyetini insani ilişkilerde sonuna kadar kullanıyor da Allah ile olan ilişkisinde kelimelerini ve duygularını baştan savıyorsa, Allah’ı ciddiye almıyorsa Allah da onu ciddiye almayacaktır. Kişi Rabbine yalvarırken içinden gizli gizli “Yav biz de bir şey yapıyoruz güya. Sanki kabul edileceği mi var duanın” diye geçiriyorsa o duanın hiç yapılmaması sahibi için daha hayırlıdır. hiç şüphesiz o dua kabul edilmeyecektir fakat bundan daha da kötüsü o kişinin duanın kabul edilmeyeceği inancı daha da pekişecektir.

Önce samimiyet, sonra netlik. Üçüncüsü ise... Dualarımızda bulunması gereken üçüncü özellik de gizlilik. Rabbinize gizlice ve yalvararak dua edin buyuran Rabbimiz (Araf 55), bizden bu şekilde dua etmemizi istiyor. Özel istekler, özel zamanlarda ve özel mekanlarda yapılmalıdır. Birisi bizden önemli bir şey isteyeceği zaman yalnız bir zamanımızı kollar ve kimsenin görmediği bir yerde ister. İsteyen ve istenen o kadar önemli değilse herkesin ortasında istenebilir. Örneğin, dilenciler her yerde herkesten para ister.

Rabbimizden gerçekten ihtiyacımız olan bir şey isteyeceğimiz zaman da biz özel zamanlar ve mekanlar seçmeliyiz. Ciddi istekler için en uygun zaman gecedir. Gece yapılan dualar diğerlerinden daha bereketli ve kabule şayandır. Rabbimiz Rasulünü geceleyin Kuran okumaya davet etmektedir. Çünkü söz, gece insan kalbine daha çok tesir eder. Bir şey gece bizi uykumuzdan kaldıracak kadar önemliyse Allah katında da o kadar önemlidir. Bizim önem vermediğimize Allah cc da önem vermez.

KANIT|DUA| 11


Samimiyet, Netlik, Gizlilik Ve... Haklılık Buradaki kastımız, hakim karşısındaki masumiyet türünden bir haklılık değil. Bir şeyi hak etme, liyakat anlamındaki haklılık. Bir insan düşünelim. Esnaf ya da memur. İşi bitmiş, eve gelmiş, yapacak bir şeyi yok, televizyonu açmış, dünyanın berbat halini tv’den görmüş, daha berbatını da programlardan izlemiş bu dünya nasıl düzelir demiş içinden ve aklına birden gelmiş ki “Ben başbakan olsam bu dünyayı düzeltirdim” hemen duaya başlamış “Ey mülkün sahibi yüce Rabbim. Sen şu kuluna bir başbakanlık lutfet de dünyayı düzelteyim”. Sizce bu hikayenin sonunda bu adam başbakan olmuş mudur? Duası kabul edilmiş midir? Bildiniz, hayır. Niye, peki? Çünkü bu adam başbakan olmayı hak edecek hiçbir işe girişmedi.

1 Fıkra Molası (Dikkat, bu fıkradaki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür.) Evvel zaman içinde adamın biri kendisine piyangodan para çıkması için dua etmeye başlamış. Bir sene dua etmiş, yok. İki sene, yok. üç, dört, beş, on, yirmi derken kırkıncı seneyi doldurunca gökten yeryüzünü temaşa eden meleklerden bir tanesi bu duruma müdahale etme ihtiyacı hissetmiş. Duaları kayda geçiren meleğin karşısına dikilmiş. - Yahu, şu yeryüzündeki adamı görmüyor musunuz. Adam kırk senedir kendisine piyangodan para çıksın diye yapmadığı iş, gitmediği türbe [Vay, vay, vay bi de türbeye gitmiş demek. Bunu sonra görüşelim] kalmamış. Şu adama bir kere piyango çıksa ne olur yani. Deyince, sorumlu melek derin bir iç çekip cevap vermiş. - Efendi, biz o adamın duasını kabul ettik, bayağı da oldu. Fakat bu adam daha bir kere bile para verip bilet almadı.

KANIT|DUA| 12


.ANAHTAR

Fıtrata Kainata Kadere Mantığa

UYGUNLUK Belki de diğer saydığımız hususlardan daha önemli ve hayati bir ilke yapılan duanın Allah’ın diğer yaratışlarıyla uygunluğudur.

dua ile iyileşir mi meselesini tartışmıyoruz, yapılan duanın kabulünün mümkün olup olmamasını tartıyoruz.

Biraz hayal dünyamızı köpürtelim ve bütün peygamberlerin bir araya gelip, insanlar kanatlansın, kuş gibi uçsun diye dua ettiğini düşünelim. Duaları kabul olur mu? Olmaz. Ama onlar peygamber, onların duası kabul olmayacak da kimin olacak, diye düşünmüyoruz burada. Böyle bir hayalde imkansız olan Allah’ın duayı kabul edip etmeme meselesi değil, insanın fıtratında kanatlanma olup olmamasıdır.

Demekki herhangi bir duanın kabul olması için sahip olması gereken beşinci önemli özellik, onun yaratılışın diğer boyutlarıyla sünnetullah, fıtratullah, halkullah ile uyumlu ve uygun olmasıymış. Olmadığı takdirde kim ederse etsin, kaç defa söylerse söylesin, hangi ismi azam, efsun, böyle sihir, şöyle tesir böyle keskin olursa olsun hiçbir kıymeti yokmuş. Bütün yeryüzü ashabının mübarekleri [?] toplansa güneşin çıkmaması için dua etse tesir etmez. Güneşin kaderi vakti gelince doğmaktır. Güneşin kararması için yeryüzü seferber olsa kâr etmez, güneşin karakteri aydınlatıcı olmaktır.

İnsanın ölmesi için dua edilse kabul olabilir mi? Matematik olarak evet. Çünkü insan ölümlü bir varlık. İnsanın iyileşmesi için dua edilse kabul olabilir mi? Mantık olarak evet, çünkü insan hastalandığı gibi iyileşebilir de. Bakınız, burada insan

KANIT|DUA| 13


Duanın kabul olması için beş şart samimiyet gizlilik

sünnetullah, fıtratullah,

uygunluk

liyakat

netlik

Onlar gemiye [bugün uçağa] bindiklerinde Allah’tan başka hiç bir şey akıllarına gelmeden ihlaslı bir şekilde dua ederler. Ayakları yere basar basmaz eski (yaşam tarzlarına) şirke devam ederler. Ankebut 29/65 KANIT|DUA| 14


DUANIN YASALARI Sünnetullah Allah’ın cc kainatın işleyişi için koyduğu kurallara verilen isimdir. Yağmur’un buluttan yağması, tohumsuz ekin bitmemesi, güneşin sabah doğudan doğması, zalimlerin bir gün helak olması... Biz insanların bazen tabiata, bazen topluma atfettiği, ismini kimi zaman meteoroloji, kimi zaman sosyoloji, psikoloji koyup onun ismi altında gördüğümüz insanda, toplumda, kainatta süregelen ve tekrar eden işleyişlere biz sünnetullah ismini veriyoruz.

Fıtratullah Bütün varlığın bazen kendine özel, bazen de bütün hemcinsleriyle

paylaştığı, yaratılışın gerçekleştiği ve halen de devam ettiği zemine verilen isimdir. İnsanın fıtratı düşünmek, akletmek, güvenmek, Korkmak....tır.

Köpeğin fıtratı kedileri kovalamak, kedinin fıtratı köpekten kaçmaktır. Hayvanların fıtratı acıkınca yemek, tok olduğunda kimseyi rahatsız etmemektir. Zamanı gelince eş aramak, zamanı geçtiğinde umrunda olmamak bütün hayvanların genel fıtratıdır.

Halkullah (Ahlakullah) Allah’ın yaratışı, kulların yaratılışı anlamına gelir. Fıtrat’ı bir çekirdek düşünürsek, ahlak da o çekirdeğin büyüyüp ağaç olmuş ve meyve vermiş halidir. Ahlaklılık, kişinin fıtrat üzere gelişim göstermesi ve davranması halidir. Yalan söylememek ahlaktır, çünkü fıtrat buna müsait ve Allah’ın emirleri de bu yöndedir. Sır tutmak, laf taşımamak ahlakidir. Çünkü fıtrat buna müsait, peygamberimizin sünneti ve emirleri bu minvaldedir. Ahlakın örnekliliğini peygamber efendilerimiz yapmışlardır. Fıtratın ne olduğunu kutsal kitaplar bildirmiştir. Sünnetullah’ı ise kainat, lisan-ı haliyle bize bildirmektedir.

KANIT|DUA| 15


DUA KADERİ DEĞİŞTİRİR Mİ D D D D D D D D D D D D

Kaderin değişmesinden ne anladığımızı öncesinde izah ettik fakat yine de ifade edelim. Kader mümkün ihtimallerden birinin gerçekleşmesidir. Bu ihtimallerin hepsi farklı boyutlarda yaratılmış olarak vardır. Biz onlardan birisini irademizle gerçeklik boyutuna taşıyarak gerçekleştirmiş oluruz. Şimdi sorunun can alıcı kısmına değinelim. Dua’dan ne anlıyoruz.

1001 dua, 4444 kere okununca her istediğinin olduğu dualardan anlıyorsak onu en başta anlaşalım. O duaların çoğu din istismarıyla hacı teyzelerden para toplamaktan başka bir işe yaramıyor. O dualar insanlarda herhangi bir değişikliğe sebep vermedikleri için insanların yaşadığı dünyada da bir değişikliğe sebep olamayacaklardır. İster 2222 ister 1234 ister 4321 kere okunsun. Kaderi değiştirme ihtimali olan dua hangisidir peki? Bu sorunun cevabını bize Rabbimiz kuran-ı kerim’de bolca vermektedir. Peygamberlerin rabbine yaptıkları dualar. Bu duaların özellikleri neler ve ne için kaderi değiştirebilecek bir rol oynayabilir. Bu sorunun cevabına geçmeden önce (hani bazı programlar vardır, reklamını tanınmış bir isim üzerinden yaparlar, programa gider bakarsınız ki tanınmadık, çömez birisi çıkmış kürsüye lafı eğip bükmekten başka bir iş yaptığı yok. Şimdi bu cümlede de öyle bir hava sezdim sanki) kaderin işleyişi hakkında biraz tefekküre dalalım. Kaderin ne olduğu üstten üçüncü satırda yazıyor tekrar yazmayalım lafı uzatmayalım. Şimdi buraya biraz daha yakından bakalım. Dünyanın işleyişi, olayların akışı ve oluşuna baktığımızda ana faktör nedir? Hazır verelim cevabı. İrade. Nedir irade? İstemek, çağırmak, davet etmektir.

Peki, olaylar açısından düşünürsek, bunlar (İnsan, Allah, iyiler, kötüler tarafından) ortaya koyulan bir iradenin neticesi midir? Evet. Peki, bu irade savaşında dua nereye oturmaktadır?

Bu sorunun cevabını bulduğumuzda dua kaderi değiştirir mi sorusunu da cevaplamış olacağız.

KANIT|DUA| 16


İradeler buluşması Ana sorumuzu cevaplayabilmek için çok basit bir soru sormamız gerekiyor. Dua kaderi değiştirir mi değiştirmez mi bilemeyiz belki ilk planda fakat kaderi ne değiştirir sorusunun cevabını bulabilirsek, işimiz sadece bir tek adıma kalacak. Dua o kaderi değiştirenlerden birisi midir? Bu soruya cevap bulursak sorunumuz çözüldü demektir, yoksa aramaya devam. İlk sorumuzun cevabı, kaderi yöneten kimse; değiştirecek olan, değişiminin yol ve yöntemini bilecek de odur. Peki, Allah dünyayı nasıl yönetir. Bunu bize nerede söyler? Kuran’da. “ Onun işi, bir şeyin olmasını irade ettiği zaman, ona ol demektir. O hemen oluverir” Allah’ın yaratmasının tek boyutlu, zamanlı, mekanlı olmadığını biliyoruz artık. Kader nasıl işler sorusunun cevabıydı bu. Şimdi sorumuz şu. Bu yaratılmış kaderlerden hangisinin bizim olacağını belirlemede bizim iradelerimizin rolü nedir? Ben irademi nasıl gösterirsem, bunun kaderde yapacağı değişim ne olur? İşte burada ilk adımı atıyoruz. Bizim irademizi göstermemizin üç yolu var. Biz üç şekilde değişime karşı irademizi ortaya koyarız. Eylem, Söz ve Dua.(buradaki dua, ilk anlaşılan anlamında, okununca bir şey olduğunu düşündüğümüz sözler). bunların her birisinin iradesinden bahsedeceğiz şimdi.

Eylemin iradesi

Sözün iradesi

İstemenin iradesi

Farklı iradeler buluştuğunda üstün olan alttakileri baskılar ve onun doğrultusunda eylemleri şekillendirir. Bununla ne kastettiğimizi örneğimiz açıklasın. Ali, Berk ve Cavit bir lokantada yemek yiyecekler. (Mantık sorusu mu acaba). Aralarındaki hikaye aşağıdaki gibi olsun. Ali kuzu pirzolayı çok seviyor (Çok garip bir durum niye ki acaba). Burhan tavuk hastası. Cavit’e et verin gerisine karışmayın. A: Kuzu ısmarlayalım mı ne dersiniz? B: Bilmem, başka şeyler de yiyebiliriz. C: Susarken içinden geçiriyor. (nasıl olsa ya tavuk ya kuzu gelecek ikisini de yerim)

A: (kuzu almaya niyetli bu yüzden bastırıyor.) Abi kuzu pirzoladan daha güzel bir nimet varsa cennettedir. Bu dünya görmemiştir. Ben kuzu ısmarlıyorum.

A: Oyunbozanlık yok arkadaş. (garsona sesleniyor). Delikanlı bize üç porsiyon kuzu pirzola. Her zamanki gibi lezzetinden parmaklarımızı yiyelim.

B: Abi herkes kendisi ısmarlasın istersen.

B: iyi bakalım. Alacağın olsun. C: (sonuçtan memnun)

KANIT|DUA| 17


Devam eden bu üç enstantaneye dikkat kesilelim. 1. durumda her üç taraf da halinden memnun. A, b ve c’yi kendi iradesi yönünde baskı altına almaya çalışıyor. C nin iradesi A ile çatışmadığından sessiz kalarak kabul ettiğini belirtiyor. B, isteğinin A ile çatıştığının farkında fakat kalp kırmak istemiyor. 2. Durumda kendi ne yiyorsa herkesin de onu yemesi gerektiğini düşünen A, bunu kabul ettirme isteğini dillendiriyor. B de bunun tam tersi yönündeki iradesini dile getiriyor. Burada A ve B’nin uzlaşması pek mümkün görünmüyor. Zıt iradeler aynı kuvvette ifade ediliyor çünkü. 3. Durumda isteğinin mantıklı ve mümkün bir itiraz karşısında zayıf kalacağını düşünen A, bu sefer bir adım ileri gidiyor ve eyleme geçiyor. B bu hamle karşısında “hayır, ben kendime tavuk ısmarlıyorum” diyemediği için A’nın iradesi hepsine galip geliyor. A: Tamam arkadaşlar, benimkisi sadece bir teklifti. Herkes neyi seviyorsa ısmarlasın. B: Bence de sen kuzu seviyorsun diye bize de zorlamaya gerek yok. C: İyi tamam ben de köfte alayım o zaman.

Dikkat edersek bu senaryoda tavırlar, durumlar ve olaylar, dolayısıyla da kaderler değişti. Şu durumda B tavuk, C köfte yiyor. Öncekinde ise her üçünün kaderi kuzu yemekti. (Bana sorarsanız hayatlarının fırsatını kaçırdılar.)

3 Şimdi bir adım öteye geçelim. B bu sefer hiç bir şey demesin, dua etsin.

A: Kuzu ısmarlayalım mı ne dersiniz? B: [dua ediyor] Allahım n’olur tavuk ısmarlasın C: Ben Allah diyeceğim. 1

KANIT|DUA| 18

derim,

ne

A: Madem herkes razı kuzu yiyoruz beyler. İtirazı olan yok değil mi. Gerçi olsa da fark etmez ya. B: (Allahım tavuk olsun gelen kuzular) C: Kuzudan güzel et mi var şu yeryüzünde Ali. Yolla gelsin 3


Şimdi bu durumu A açısından değiştirelim. Eyleme geçmesin, sözünde de ısrar etmesin.Bu örnekte dua kaderi (olayı, sonucu) değiştirmedi. neden? İşte bu başlıkta anlatılmak istenenlerden dolayı. İlk senaryoda A istek, söz ve eylem arasından en güçlü olan eylemin iradesini kullanıyor ve kuzuyu ısmarlıyor. Kuzunun ısmarlandığını gören B, bunun karşısında zayıf olan iradeyi kullanıyor ve tabiki işe yaramıyor. Hatırlayalım üç iradeden bahsediyorduk. Eylemin Sözün İsteğin Verdiğimiz senaryo şunu gösteriyor. En güçlü irade eylemin, sonra sözün sonra da isteğin yani içinden geçirilerek yapılan dua’nındır. Dua denildiğinde zihnimizde uyanan anlam parıltısı bu olduğu için dua’yı en zayıf irade olarak ortaya koyduk. Peki size de bu hüküm biraz su götürür, şüpheli, art niyetli gibi gelmedi mi? En zayıf irade duanın ise İslam’ın bünyesinde özel bir yeri olan duayı bu teoride nereye koyacağız. Ya teorimizi yok sayacağız, (ki kusura bakmayın hiç öyle bir niyetimiz yok) ya da şunu fark edeceğiz. islam’ın kainatın denge noktalarından biri olarak belirlediği dua ile bizim sayıp okuduğumuz duanın birbirinden farklı olduğunu anlayacağız. Bunun için yaptığımız duaları kıymetine göre sınıflandıralım.

Eylemle beraber samimi dua

yapılan

Samimi dua

Sadece söylenen dua

Peygamberlerin yaptığı Mutlak kabul edilen dua Samimiyetin ölçüsünde kabul edilen dua

Allah’ın muhatap almadığı dua

KANIT|DUA| 19


Eylemle

beraber yapılan samimi dua

Neden bu duayı peygamberlerin duası olarak sınırlandırdık. Biz insanların da böyle duaları olamaz mı? Evet, olur. Olduğu zaman da çokça dillendirdiğimiz “Dualarımızı peygamberlerin duası gibi kabul et” sözünün geçerli bir dayanağı olur. Yoksa çokça ifade edeceğimiz gibi,

Biz dedik diye öyle olmaz. Bunu zihnimizin, kalbimizin her tarafına yazmalıyız ki yarın bir gün aklımızdan “Acaba benim dualarım niye kabul olmuyor” diye bir şeyler geçmesin. Sebebi budur işte. Arkasında samimi bir eylem olmadığı için söz hep riyakar gidiyor Rabbinin yanına. Bu tıpkı CVsine siyasi, bürokrat, sanatçı bir çok insanın telefonunu referans olarak yazan adamın, referansları aranınca hepsinin tek ağız “Biz öyle birini tanımıyoruz” demesine benzer. Rabbinin katına ulaşan güzel sözlü dualar da kabul edilmek için Rabbi tarafından referansın onayı istenir. Yarabbi, sen peygamberinin yüzü suyu hürmetine diye başlamış bir dua gök katına çıktığında “Bu kul, peygamberine ne kadar bağlı. Peygamberinin sünnetini ne kadar yerine getiriyor. Hangi hakla peygamberi referans gösteriyor” diye sorgulanır. Nereden mi biliyoruz. Şu ayetten.

ِ َّ ‫إِلَي ِه يصع ُد الْ َكلِم الطَّيِب والْعمل‬ ُ‫الصال ُح يـَْرفـَعُه‬ َْ َ ْ ُ َ​َ َ ُ ّ ُ

Şöyle buyuruyor bu ayette Rabbimiz. Güzel söz ona yükselir. Fakat güzel sözle yapılan duayı, ona uygun bir amel, iş, eylem geçerli kılar.

KANIT|DUA| 20


Samimi dua Bu dua genellikle bir sıkıntı, çıkmaz, iş yapamaz hale gelmiş, elinden bir şey gelmeyen, Rabbine yalvarmaktan başka çaresi kalmamış kimselerin duasıdır. Yaşlıların duası kabul olur denmesinin arkasında yatan neden budur. Mazlumun duasının bu nedenle Allah ile arasında perde yoktur. Peygamber efendimizin “günahsız bir dille Allah’a yalvarın” buyurmasından sonra sahabilerin “ Ya Rasulallah, hepimiz günahkarız bu nasıl mümkün olur” diye sorunca “sizin diliniz sizin için günah işler, arkadaşınız için işlemez. Bunun için kardeşlerinize dua edin. O zaman günahsız bir dille dua etmiş olursunuz” mealindeki hadisi de samimi duayı tarif eder gibidir. Acaba benim duam samimi mi? Allah kabul eder mi? Diye sorulur. Bunun cevabını şöyle bulabiliriz. Dua, yakarış yalvarış gerçekten samimi ise Allah onu mutlaka kabul eder. Fakat arkasında onu geçerli kılacak bir eylem yoksa bu durumda kabul edilişi ahirete ertelenebilir. Çünkü Allah cc bu dünyayı sünnetullah dediğimiz yasalarla idare etmektedir. Bunlardan bir tanesi “kişiye çalıştığı vardır” ayetinde ifade edilen hakikattir. Bu yasa gereği ister müslüman ister yahudi (lanetli kavim) olsun herkes bu dünyada çalıştığı kadar karşılık alacaktır; çalıştığının, çabaladığının karşılığını bulacaktır. Eğer müslümanlar birbirlerinin kuyusunu kazar, sen bizden değilsin, senin tarikatın, mezhebin, meşrebin farklı diye ayrışmaya başlarlarsa, her zaman birlik olan küfür milleti gelir tepesine çöker.

KANIT|DUA| 21


MÜSLÜMAN COĞRAFYALARI neden bugün ateş altında. Oradakiler müslüman değil mi? Onlar dua etmiyorlar mı? Ediyor elbette. Peki neden duaları bu dünyada kabul edilmiyor? OKUMAYA DEVAM Bu Alllah’ın yasasıdır. Bunun olmaması için Allah cc zamanında “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrışmayın” diye uyarmıştır. Şimdi müslümanlar kendilerini islamdan başka ön ya da son eklerle tanımlamaya başladılarsa pek yakında küfrün ateşi onların da tepesine düşecektir kuşkusuz. Bu gerçekleştiği zaman, Allah’ım bize yardım et, bizi bu beladan kurtar demek, meleklere kahkaha attırır (Allahu a’lem). Bu zamanda böyle bir dua göğe çıktığında reddediliş sebebi bellidir. “Ey insanoğlu, ben sana Kuran gönderdim, sen onu değil, onu açıklayanın kitabını kendine kitap belledin. Sen Kuran’ı bıraktın, onun ikinci el açıklamalarını rehber edindin. Allah’ı bırakıp kulların sözüne uydun. O kulun sözüne uymayanlardan da kendini ayrıştırdın. Onlar bizden değil dedin. müslüman kardeşlerine ve kendine islamdan başka lakaplar buldun ve öyle belledin. O kadar zaman Allah’ı unuttun da şimdi mi aklına geldi Allah’a dua etmek. Bugüne kadar kimi kendine rehber bellediysen şimdi de o kurtarsın seni” Sen ne biliyorsun böyle denileceğini, müneccim misin kahin misin be adam diye aklına gelen kardeşim, şuradan biliyorum. Hal-u vaziyet onu gösteriyor. Ne körüz, ne sağır ne de zeka özürlü. Irak, Afganistan, Suriye, Filistin neden bugün ateş altında. Oradakiler müslüman değil mi? Onlar dua etmiyorlar mı? Ediyor elbette. Peki neden duaları bu dünyada kabul edilmiyor? Sünnetullah dediğimiz yasalardan dolayı.

KANIT|DUA| 22


Küfür, İslam’ı devirmek amacıyla çalıştığı için, tembel tembel oturup televizyon seyreden, okumayan, birbirini didikleyen, kusur araştıran, dedikodu yapan, araştırmayan, düşünmeyen islam toplumlarını birbir midesine indiriyor. O kadar rahat yapıyor ki bu işi. Kendiliğinden parça parça bir ümmet var çünkü karşısında. Hazır lokma. Bu hakikat tarihin her diliminde tekerrür ettiği halde müslümanların buna karşı duyarsız kalmalarının ardındaki neden ne olabilir? Düşünmemeleri, akletmemeleri. Bu konunun son cümlesini Allah cc söylesin biz dinleyelim. “Hiç kimse Allah’ın izni olmadan iman etmez. Allah akletmeyenleri pisliğe bular.” Yunus 11/100 Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’inde onun peygamberinin de sahih hadislerinde belirtildiği üzere dua ederken saymanın hiçbir mantığı, gereği yoktur. Çünkü hiçbir ayette bu ayeti 100 kere okuyun, hiçbir hadiste de bu ayeti beş yüz kere okuyun gibi bir şey belirtilmemiştir. Sayının girdiği yerde anlam kaybolacağından efendimiz sayı taleplerine kişinin sabrı, yapısı, anlama kabiliyeti gibi hususları gözeterek cevap vermiştir. Bu yüzden tesbihat gibi zikir ve evradda kendisi bazen sadece bir ayeti okuyarak gecesini ihyat etmiş, bazen de ayetleri ve evradını uzatmış, bir defa okumuştur. Hadis kaynaklarında bize aktarılan tavırları bu minvaldedir.

KANIT|DUA| 23


Duayı kaç kere okursak kabul olur Herhangi bir sözün sayısıyla kıymet kazanacağı inancı yahudilerin icadı yaptığı ebced kültürüyle müslümanların zihinlerine girmiştir. Peygamber efendimizin zamanında müslüman olan yahudiler bu alışkanlıklarından vazgeçemediği için, İslam kültürüne yahudilerin başta zararsız gibi görünen pek çok hikaye ve mantığı geçebilmiştir. Bunların başa en bela olanı ise sayılarla iş yapma hevesidir. Yani ebced. Ebced yahudi ibranice alfabesinin sıralanmasıyla oluşan dizinin okunma tarzıdır. ebcedde elif, bet, gamel, dalet harfleri bulunmaktadır ibrani adlarıyla. Seslerinin birleşmesinden de ebced okunur. Peki ne işe yarar? Antik zamanlarda sayı kavramı oluşmadığı için insanlar alfabelerindeki harfleri sayı yerine kullanıyordu. [Roma rakamlarını hatırlayalım]. Tıpkı roma rakamları gibi ibraniler de kendi alfabelerindeki harflere birer sayı değeri verip onlarla sayma işlemi yaptılar. Fakat ta o zamandan beri zeka sorunu olan bu insanlar Allah’ın onlara gönderdiği vahyi anlamak yerine “Bak burada şu harfler var. Bunun ebced değeri 115, bunu üçe böl, beşle topla etti sana kırk” demek ki kırk sene sonra biz dünyaya hakim olacağız hesabına girişmişlerdir. Şaka gibi fakat gerçek. Bugün kendini zeki sayan bazı cahiller de yeni bir şey bulmuş gibi Kur’an’dan ebced hesabıyla kehanet yapmaya çalışıp bir şey bulduğunu zannedince “bak Allah nelere kadir!” türünden hezeyanlar savurabilmektedir. Biz müslümanların bilmesi gereken temel şey şudur. Allah kitabını apaçık indirmiş ve içine de hiçbir şifre koymamıştır. Kur’an’da şifre olduğunu iddia edenler “Beni şifreci olarak işe alın” diyerek kendisine ekmek çıkarmaya çalışanlardır. “ Her kasanın bir şifresi vardır, duadaki sayılar da bu şifrelerdir” diyenler de bütün dertlerinin kasayla, parayla olduğunu sanki istemeden izhar etmişler ya da sözlerinin nereye gittiğinden haberdar değildirler. Derginin içeriğinde bahsettiğimiz duanın kabul şartlarının hiçbirinde Kur’an’ın 4444 kere söyleyin, 321 kere okuyun üfleyin ifadesi yoktur. Hadis olarak aktarılanlar da yahudilerin katıştırmasıdır. Rabbimiz duanın ve zikrin kabul olunma belirtisini kalpte rahatlama ve huzur olarak belirtmiştir. Dil vardır bir kere söyler tesir eder, dil vardır bin kere söyler tesir etmez. Sayan dilde değil, seven yürektedir marifet. KANIT|DUA| 24


Ebced nedir? İşte budur! Yahudilerin alfabesi

Ok yönünde alfabe harflerinin ilk seslerinin birleştirilmesiyle ebced denilen sihirli(!) dizimi elde ediyoruz. Sonra bir ayeti, cümleyi “Bu ebcede göre bu kadar ediyor” diyerek sapkınlığın ilk adımlarını atıyoruz. Daha sonra bu işin aslını bilmeyenler bizi tanrının kutsal sesi kabul edip peşimize düşüyor. Sonunda şöhret olup amacımıza ulaşıyoruz. Cahil sırtından şöhret olmak böyle bir şey işte.

KANIT|DUA| 25


Bazı kardeşlerimizin dua ile alakalı zihinlerine takılan sorular oluyor. Bu sorular da genelde herkesin zihnine takılabilecek cinsten olduğunda herkesin okuyabileceği bir zeminde cevaplamanın faydalı olacağına inandık.

Allahtan bir şey isterken yani dua ederken isteğimizin nefsten gelmediğini nasıl anlayabiliriz? Örneğin, kişinin nikahlanmak istediği bir bayan olunca onun için dua ederken belkide güzelliği belkide ahlaklı oluşu hoşuna gidipte istemiştir, bunu nefiste isteyebilir kalp de, bunu ayırmak mümkün mü ? KANIT|DUA| 26


Öncelikle şunu kesin bileceğiz. Eğer kalp yeterli bir organ olsaydı Allah onun yanında bir de beyin yaratmazdı, beyin tek başına yeterli gelseydi yanında bir de kalp olmazdı. Dolayısıyla insan karar verirken, düşünürken her ikisinden de faydalanması lazım. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünürken hem akıl ve mantığına hem de vicdanının sesine başvurması lazım. Mantık, doğru bilgi, sağduyu yaşanmış güzelliklerle gelişir. her kalp her şeyi hissedemez, her beyin her şeyi kavrayamadığı gibi. Peygamberler hariç diğer bütün insanların kalbi eşit derecede şeytana açıktır. Kendini eğiten ve bilgili insanlar kalplerine gelenin şeytandan mı Rahmandan mı olduğunu ayırt edebilir. Bunu da sağlam bilgi ve sağduyu ile yapar. Sağlam bilginin kapısı sağlam bilgi, ilimdir. İlim de yaşanmış, tecrübe edilmiş, sağlaması yapılmış bilgidir. Bu tür bir bilgi tecrübeli insanlarda, klasik kitaplarda ve hayatına itibar edilen insanların yazdıklarında ve söylediklerinde bulunur. Dolayısıyla bir şeyin hakkımızda hayırlı mı hayırsız mı, isteğimiz Allah’tan mı şeytandan mı gibi kararsız kaldığımız durumlarda yapmamız gereken öncelikli iş sağlam kapıya, sağlam bilginin kapısına gitmek, istişareye başvurmaktır.

İstişarenin öncelikli kuralı da elbetteki bir işi yapanıyla, yaşayanıyla yapılmasıdır. Bekar biriyle evliliği, memur bir insanla ticareti, bürokratla hayır işlerini istişare etmek vakit kaybıdır. Evlenmeyen, evliliğin mahremiyetini, güzelliğini, tehlikelerini, zayıf ve güçlü noktalarını, insana katıp insandan götürdüklerini bilemez. Diğer meslek ve meşguliyetler için de durum bundan farklı değildir. Hayatını memur olarak geçirmeye alışmış bir insan, risk unsurları barındıran ticaret mesleğine karşı her zaman çekinceli davranacaktır. İstisna şahıslar olabilir elbette fakat kaideler istisnalar üzerine kurulmaz. Genel durum bundan ibarettir. Bilgilenme, bilginin peşinde koşma efendimizin çokça üzerinde durduğu hususlardan bir tanesidir. “ Muhakkak, ben sadece muallim olarak gönderildim”, “ Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz”, “Ya öğreten, ya öğrenen, ya onların meclisine devam eden, ya da onları seven ol. Beşincisi olursanız, kaybedersiniz” sözleri toplumumuzda da şöhret bulmuştur. İşi sadece kalbe bırakmak kişiyi miskinliğe ve tembelliğe, sadece beyne bırakmak kibir ve kendini begenmeye götürebilir. Kalp ve beyin birbirinin sigortasıdır. Onun için dergide işe aldık. :)

İstişare’nin, Anadolu kültüründe atasözü haline getirilmiş ifadeleri “ Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış “ “ Bin bilsen, bir bilene sor”

KANIT|DUA| 27


Ben Allah’ın benden istediği her şeyi eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Bilerek günah işlemiyorum. Allah’ın da benim ondan istediklerimi vermesi gerekmez mi? Yoksa benim yaptıklarım boşa mı? Allah benim dualarımı neden kabul etmiyor hocam. Liseden tanıdığım bir kız arkadaş vardı. O gün yolda gördüm. Konuştuk. Ona karşı duygularımı açıldım. Anlaştık gibi de oldu. Fakat ailesi bir türlü razı olmadı. Kız şimdi başkasıyla evli. Hocam ben gece gündüz dua etmiştim halbuki. Allah beni sevmiyor mu? Allah katında bu kadar mı değersiz benim sözüm. Ne yapacağım bana bir yol gösterin. İçimden yaşama sevinci her şey gitti. Bir yolunu bulsam da kendimi öldürtsem diye geçiyor içimden....Allah benim dualarımı neden kabul etmiyor hocam.

KANIT|DUA| 28


Değerli gençler, yandaki duruma benzer kaç tane problemle karşılaştığımızı bir Allah bir de karşılaşanlar bilir. Desek ki erkeklerin başına ne gelirse bu kızlar yüzünden geliyor yeridir. Ama öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor. Hayattaki bütün problemlerin kaynağı genelde bizim onlara karşı yanlış tavrımızdır bunu bilmenizi isteriz. Şimdi düşünelim ki yolda yürürken ayağımız takıldı; tam düşerken can havliyle önümüzdeki kalıplı adamın yakasından yapıştık. Eğer durumu açıklamak için bize beş saniye vermezse dayak yememizin önünde herhangi bir engel var mıdır? Yoktur. Hayatta bizim karşılaştığımız problemlerden genelde dayak yiyerek çıkmamızın ardındaki neden de bizim onları yanlış anlamamızdır. Sevip de alamamayı düşünelim. Bizim tarafımızda her şey olması gerektiği gibi. Elimiz, yüzümüz düzgün, yakışıklıyız, kızla aramız sağlam. Aile bir türlü razı gelmedi alamadık. O dünya bataydı da biz de altında kalaydık bu acıyı çekeceğimize modu on. Bunun öncelikli nedeni, bizim herhangi birisini hayatımızın tek seçeneği gibi düşünmemiz. O olmazsa ben öleyim, yaşamayım daha iyi. Peki olmadı. Ölmedik de. Ölemiyoruz da. Ölmek problemi çözmüyor. Ne olacak. Sıkıntı, bunalım, depresyon, daha da ileri giderse psikolojik tedavi. Öyleyse madde bir. Hiç kimseyi hayatımızın yegane yol arkadaşı, olmazsa olmazı olarak görmeyeceğiz. Çünkü ölümlü dünyada herkesin ve her şeyin bir sonu olmak zorundadır.

İkincisi. Ben çok mu kötü bir adamım/ kadınım ki Allah benim dua mı kabul etmiyor düşüncesi. Okumaya bu sayfadan başladıysanız, bu soruyu sormanız normal. Derginin başında duanın ne demek olduğunu hangi duanın niye kabul olduğunu, duanın öncelikli kabul şartlarından birinin sünnetullah ve fıtratullaha uygunluk olduğunu söyledik. Söylemediysek de ziyanı yok burada söylüyoruz. Dolayısıyla duası kabul olmuyor diye kimsenin kötü olduğu yok. Dünyanın en iyi adamı, fillerin uçması için dua etse kabul olmaz. Bu o adamın kötülüğünü değil, istediği şeyin kainatın kaderi ve filin fıtratına uygunsuz olduğunu gösterir. Çok istedik ama Allah bir şeyi [o kızı] bize vermediyse belki de biz değil, o kız kötüdür. Allah bizi sevdiği için evlenmemizi engellemiştir. Her şey bir tarafa evlilik meselesi öyle bir sayfada, bir lahzada açıklanabilecek bir mesele değil. En önemlisi de iyi insanlar dünyada sıkıntı görmez, bütün duaları kabul olur diye bir kanun yok. Öyle olsaydı peygamberimiz hiç sıkıntı görmezdi. İyiler ve kötüler bir arada aynı dünyada yaşıyoruz. Sünnetullah’a göre idare ediliyoruz. [Hele de kızın babası karadenizliyse hiç uğraşmayın benden demesi.] Bu kadar kendimize yüklenmemizin bir anlamı da gereği de yok. Hem sana kız mı yok hacı. :D

Íyi insanlar dünyada sıkıntı görmez, bütün duaları kabul olur diye bir kanun yok. Öyle olsaydı peygamberimiz hiç sıkıntı görmez, firavun gibilerin derdi bitmezdi. KANIT|DUA| 29


Ne okuyoruz Türkiye’de son zamanlarda dinin yozlaştırılması, Kuran ve sünnetin sureta var olup, işlevinin yitirilmesi için bilerek ya da bilmeyerek yürütülen kampanyalardan bir tanesi de dua üzerinden kurgulanmakta. Plan şöyle işlemekte. İnsanlar fıtratı gereği dine acıkacak. Ağlayan bebeğe emzik verilince sustuğu gibi insanlara da sosyal emzikler vererek onları susturabiliriz. Ama öyle bir emzik olmalı ki bu; hem tad almalı insanlar hem de doyduklarını zannetmeliler. Böylece aldıkları emziği ağızlarından çıkarmalılar. İnsan fıtratı dine muhtaçtır. Yani ruhumuz bu dünyanın nimetlerinden çokl daha üstün, temiz, kutsal, olağanüstü şeyler görmek, duymak, hissetmek ister. Bu yüzden insanlar gece rüyalarında güzel şeyler gördüklerinde bunu anlatmak isterler ve bununla sevinirler. İnsanoğlunun ilk meskeni cennet her şeyin tek bir emirle var edildiği yerdir. Bu eski alışkanlığımız bize bu dünyada da sadece söyleyerek bir şeyler olabileceği yönünde bir refleks oluşturur. Bu yüzden amirlik herkesçe istenilen bir mevkidir dünya için. Amir olamayanlar için ise emzikle susturma planı devreye konulmaktadır ve insanlar sünnetullah, fıtratullah nedir demeden, düşünmeden herhangi bir sihirli lafzı seslendirerek isteklerinin gerçekleşebileceğine ikna edilmektedirler. KANIT|DUA| 30


Bunun için de aslı astarı olmayan, ekleyip çıkartma, yap-boz misali dualar oluşturulmakta ve bunları 2222, 3333, 4444 kere okuyunca insanların Allah’a söz geçirecekleri düşüncesi zihinlerine sokulmak istenmektedir. Din etiketi üzerinden insanlara pazarlanmak istenen bu tür söylemler, endüstri haline dönüşmüştür malesef. O kadarki insanların zeka düzeyleri sıfır varsayılıp Cebrail’in peygamber efendimize bir dua getirerek “ zırhını çıkar ve bu duayı oku” dediği rivayet edilmiştir.

Malesef dua ülkemizde bir sektör haline gelmiştir

Bu rivayetlerin kendine taraftar bulmasının sebebi din duygusunun en büyük virüsü olan din üzerinden dünyevi kazanç sağlama dürtüsüdür. Herhangi bir sözü kaç kere okursam ne olur şeklinde bir düşünce beynin devrelerini yakıp bir daha kullanılmaz hale getirmek için son derece ustaca tasarlanmış bir cümledir. Rabbimizin peygamberimize “al oku ve bununla korun” şeklinde hiçbir direktifi yoktur ve olamaz da. Çünkü “ gücünüz yettiğince her türlü kuvvet hazırlayın ve cihad için atlar hazırlayın “ [Enfal 9/60] buyuran O Allah’tır. Zırhı çıkar bunu oku diyecek Allah, orduya da çıkmadan önce şu duayı okuyup üfleyin düşmanın gözü kör olsun derdi ve de çok da güzel olurdu. Fakat İslam hem insanın hem de yeryüzünün fıtratına birebir uyduğu için sihirbaz okulunun ders notlarını değil müslümanın yapması gerekenleri emretmiştir. Şu kadar var ki insan kitleleri düşünmekten çok itaat etmeye yatkın olduğundan bu duayı al, oku, şifa bulacaksın türü hezeyanların müşterisi git gide artmaktadır.

Bunun en büyük sebebi talep eden kitlenin cehaletinde samimi olması

KANIT|DUA| 31


Bunun sebebi ise duayı okuyup şifa bulmayanların “Acaba ben kafir miyim, günahlarımdan dolayı mı şifa bulmadım?” diyerek kendini suçlu hissetmesi ve insanlarla bunu paylaştığı takdirde onlar tarafından ayıplanma korkusudur. Halbuki çok basit bir durum vardır ortada. Allah’ın emretmediği, istemediği bir durum insanlar tarafından yetkisizce Allah adına pazarlanmaktadır. Dua manevi bir silahtır. Kişiye manevi özgüven ve şifa verir. Herhangi bir hastalığın ruhta olumsuz tesirleri varsa kişi dua ederek bu tesirlerden arınıp şifa bulabilir. Fakat lütfen ifademize dikkat. Kişinin bilinçli duasından, Rabbi ile bilinçli etkileşiminden bahsediyoruz. Ne olduğunu, ne yazdığını, ne okuduğunu bilmediği, anlamadığı ifadeleri anlamsızca ve bilinçsizce tekrarlaması değildir burada amaç. Peygamberimizin dualarına da baktığımızda hiçbir zaman al, oku, tekrar et türünden bir cümle sarf ettiğine şahit olmamaktayız. Kızına, Abdullah b. Abbas’a, kendisinden diline dolamak için söz isteyen bedeviye söyledikleri tamamen anlamlı, maksatlı, bereketli kelimelerdir. Şunu bir kez daha üzerine basarak söyleyelim. Burada bereket sözde değil, sözü söyleyenin bilincinde ve samimiyetindedir. Bir örnek verelim müsaade ederseniz. Size dilde hafif mizanda ağır bir kelime söyleyeyim mi “ Subhanallahi ve bihamdihi subhanallahi’l azim ” Şimdi sorumuz şu bu cümle ne oluyor da mizanda ağır geliyor. Anlayalım evvela. “ Ey Rabbim seni bütün eksik sıfatlardan tenzih ederiz, sen yücelerden yücesin, bütün övgülerin sahibi sensin, en büyük, en yüce tesbih edilecek, yüceltilecek sensin ” KANIT|DUA| 32


Duada amaç, kişinin ne olduğunu, ne yazdığını, ne okuduğunu bilmediği, anlamadığı ifadeleri anlamsızca ve bilinçsizce tekrarlaması değildir.

Bu cümlelerde ne var bu kadar mizanda ağırlık yapacak diyenlerimiz olacaktır açıklayalım. Putperestlikten henüz çıkmış, sosyal ve siyasal birçok kurumu yıkılmış insanların zihninde ve kalbinde şirke ait kırıntılar ve yaşanmışlıkların izleri bulunabilir. İnsanların yüreğinde ve zihninde bu cümlelerle derin bir temizlik yapması onların zihnen ve manen Rableri katında derece kazanması demektir. Putperestlik şeytanın en büyük silah deposudur ve 2020lere adım adım yaklaşan dünyanın halen en büyük açmazı insanlar tarafından ilahlaştırılan kişi, kurum ve eşyalardır. Bugün süperstarlar, para, lüks tüketim eşyaları milyondolarlık evler, arabalar aklınıza insanlara hoş gösterilen fakat kalıcı olmayan ne geliyorsa bunların hepsi insanların kendini ve diğer insanları avutması için icat ettikleri putlardır. Müşriklerin ahiretlerine faydası olmayan putların önüne altınları yığıp bırakmasıyla, zenginlerin milyonlarca doları verip kendilerini mutlu hissetmeleri arasında mahiyet ve keyfiyet açısından hiçbir fark yoktur.

KANIT|DUA| 33


Böyle bir dünya düzeninden gelen insanların “ Allahım bundan sonra senden başka hiçbir varlığa gereğinden fazla önem vermeyeceğim, seni öveceğim, seni değerli bileceğim” demesi elbetteki onların mizanında ağır gelecektir. Fakat bu ağırlığı kelimeler değil, kelimelerin anlamlarını idrak eden ve gereğini yapan iradeleri oluşturacaktır. Kelimeler birer kap gibidir, içine irade, niyet, samimiyet ile dolu olduğu takdirde muhatabına tesir eder. Karşımızda kendi kabile dilinde bir şeyler söyleyen zenciye ne olumlu ne de olumsuz duygular beslemeyeceğimiz gibi, karşısında ne dediğinden habersiz öylesine dili kıpırdayan kullara karşı da Allah’ın rahmeti harekete geçmeyecektir. Geçecek olsaydı filistin bombalanırken milyonlarca müslümanın duası def edebilirdi. Fakat dualar değil oraya gönderilen yardımlar ve çalışanlar hayat kurtardı.

Acaba materyalist ya da determinist mi düşünüyoruz. (Anlamadıysan zararda değilsin aziz okuyucu.) Hayır. Aksine bugün müslümanlar gereğinden fazla hayal aleminde yaşıyor ve dinini gerçeğin dışında bir platforma taşımış durumda. Müslümanlar [yani biz] salat-ı tefriciyeyi 4444 defa okuyunca kanserli hastanın iyileşeceğine inanıyorlar fakat aynı müslümanların kanser araştırma enstitüleri kurmak akıllarına gelmiyor. Sağlıklı yaşam için kamuoyu oluşturmak, hibrit tohumları piyasadan silmek, yasaklatmak umurlarında değil. Bu tam da şeytanın askerlerinin hoşuna giden din türü. Otur, ayak ayak üstüne at, tv’yi aç, face’de kim yazmış bak, onlara cevap yetiştir, orada kız, bağır, dökül ama gerçeklerle karşı karşıya kalınca fantastik bir kimliğe bürün. Durun bu hastalığı ben yüzbin hadisle tedavi edeceğim, on bin hatim indrieceğim de. Sonra çocuğun sana umutsuz vaka olarak baksın, senin yüzünden dine düşman olsun, sonra hocalara dert yan ki bu çocuk niye namaz kılmıyor.

Müslümanlar [yani biz] salat-ı tefriciyeyi 4444 defa okuyunca kanserli hastanın iyileşeceğine inanıyorlar fakat aynı müslümanların kanser araştırma enstitüleri kurmak akıllarına gelmiyor. KANIT|DUA| 34


Evet buraya yazıyoruz. Namaz kılmayan çocuk varsa yüzde doksan evde namaz kılanlar çocuğa antipatik ve cahil geldiği içindir. Acı gerçek şu ki çocuklarımız bizim gibi her denileni kabul eden cinsten varlıklar değil. Onlar her şeyden çok kanıt istiyor inanmak için. Hoca öyle dedi, ninemden öyle duydum geçerli bir sebep ya da delil değil. Onun için neye niçin inandığımızı kendimiz için olmasa bile, çocuklarımız için yeniden düşünmeli ve mantıklı bir zemine oturtmalıyız. Falanca duayı şu kadar okuyunca paran oluyormuş, evleniyormuşsun cümlesi yeni nesil için gülünecek bir espriden daha da öte iğrenç bir kandırmaca. Sırf babasından harçlık aldığı için onun yüzüne söylemiyor olabilir fakat arkadaşlarının arasında çok dürüst ve samimi bir şekilde ailesinin din anlayışından rahatsız olduklarını dillendiriyorlar. Bizler ebeveyn olarak şunu anlamalıyız. Camide hoca dinleyip evde din edinme dönemi bitti. Artık youtube, facebook her türden, her dinden hoca kaynıyor. Yanına çıplak kadın çıkaranı da var, Kuran okuyup mana vereni de, Buhari’ye laf atanın dilini keserim diyen de. Onlarla beraber biz de dinimizi yeniden araştırmak, yanlışımız varsa düzeltmek zorundayız. Aksi takdirde onlar kendi dinlerini beğenerek, seçerek alacaklar.

KANIT|DUA| 35


Yatağımın altından kağıt çıktı, muskacıdan iki muska yazdırdık, bende büyü var... Sektörün kandırmacasına maruz kalmış bazı müslüman kardeşlerimiz dine olan muhabbetinden ne yaptıklarını bilmez bir şekilde içinde Arapça metin yazılı kağıtları işine, dükkanına asarak işlerinin düzeleceğine inanmakta. Aynı kardeşlerimiz yazılı bir kağıdın evine bırakıldığında işlerinin bozulacağına da inanıyor. Şunu öncelikle bilmek zorundayız. Bir şeyin dine ait olup olmadığını sadece ve sadece dinin sahibinin yetkilendirdiği kaynaklar ile düşünebiliriz. Elektrik faturasını, elektrik dağıtım şirketinin onaylamadığı bir kuruma yatırdığımızda kimse bize sen faturanı ödemişsin muamelesi yapmaz. Senin aklın yok muydu, niye araştırmadın buraya yatırılan faturalar yerine ulaşıyor mu diye bir de azar çeker. Öyleyse dua ederken de önce bu dua dinin sahibinin onayladığı bir dua mı diye sormamız gerekiyor. Şimdi soralım Kuran’a. Ey Rabbimiz sen kime dua edilmesini istersin? Senden başka varlıkların ve şahısların ismini zikredersek daha mı kabul olur dualarımız? Hani biz günahkarız ya. Mübarek şahısları da araya katsak daha güzel olmaz mı? Sen bunu daha çok sevmez misin? O bize şöyle seslenecekti muhtemelen her namazda bize seslendiği gibi

KANIT|DUA| 36


Eğer Allah sana bir (şeyin) zarar vermesini isterse onu senden kaçırabilecek yoktur. Eğer o bir iyilik vermek isterse de onun fazlını senden çevirecek yoktur... (hud 1)

Ey insanoğlu! Ben sana her namazda “ Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isteriz” dedirtmiyor muyum. Mübarek kul ne demek bu arada. Benim yarattıklarım arasında şerli mi var. Ben hep iyiyi yaratırım fakat insanlardan bazıları kötüyü seçerek şeytana uyar. Onları da affetmeye hazırım. Okumadın mı hiç Kuran’ı. Kullarım sana benim hakkımda sorarlarsa deki ben şüphesiz yakınım. Dua edenin çağrısına cevap veririm. O zaman benden cevap bekleyin ve bu konuda bana hep güvenin ki doğru yola eresiniz. [Bakara 2/186]. Peygamberimiz duysaydı şöyle hitap ederdi bize zannediyoruz. Ey insanoğlu! Allah bu dini niye indirdi acaba madem Allah’tan başkasının adıyla dua edilecekti. Müşrikler “ Biz bunlar bize Allah’a yaklaştırıyor diye tapıyoruz” diyorlardı.

Allah’ın dinine ait bir kural ancak Allah ve Rasulü tarafından koyulabilir. Peygamberler dahi bence böyle olsun diyerek din adına konuşamaz. Başkasının ne konuştuğu, yazdığı kendini bağlar. Bizi değil.

Siz de bilmeden bu mübarek kullar Allah’a daha yakın onların ismiyle dua edelim diyorsunuz. Aklınızı başınıza alın. Allah cc herkese şah damarından daha yakındır. Siz onu unutup dünyaya dalıyorsunuz diye o da sizi unutuyor, sizden uzaklaşıyor mu zannediyorsunuz. Ey insanoğlu! İki kuruş kazanıp paranı yatıracak olsan her yere soruyor danışıyorsun acaba hangisi kârlı, kime versem, nereye yatırsam diye. Peki din için kazandığını niye sormuyorsun acaba bu dinden mi değil mi diye. Eline arapça yazılı kağıt geçince onu Allah’tan geldi zannedip kutsuyorsun. Hiç mi yanında yörende bilen yok. Sor bakalım neyin nesiymiş. İçinde ne yazyormuş, ne anlatıyormuş. Dinen sakıncalı bir şey var mı içinde. Arapların şiirleri de Arapçaydı fakat tamamen şirk ve günah doluydu. Para için çalışan aklımı dinim için niye durdurayım.

KANIT|DUA| 37


Dua ederek Allah’tan uzaklaşıyoruz Allah’tan başkasına yalvarılmaz, dua edilmez, ismi söylenmez.

Resme bakınca “A! Bundan bizim evde de vardı ya da halen var” demeniz muhtemel. Adına karınca duası denilen bu metin hakkında şöyle bir inanış var. Eğer bunu dükkanına, evine asarsan kazancın bereketlenir, işin açılır. Peki şimdi bakalım bu dua Kuran’dan mı alınmış? Hayır. Sünnette böyle bir dua var mı? Peygamberimiz sav birisine böyle bir şey demiş mi tavsiye etmiş mi? Hayır, ki zaten etmesi de imkansız, niye olduğunu birazdan açıklayacağız. Çok yakında. Bizi okumaya devam edin. Burada ne yazıyor önce bakalım. [Çizgi ve vurgular bizdendir.]

KANIT|DUA| 38


Sadece sana kulluk ederiz sadece senden yardım isteriz Allahım. Ey Rabbim ve [Ey Rabbim tamam da şimdi bu diğerleri ne oluyor. Hani yalnız Allah’tan İsteyecektik. ] Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, bereketleri indiren, Tevratı, Zeburu, Furkanı indiren. olumuzu iyiliğe çevirecek, kötülükten vazgeçmek için kuvvet verecek Allah’tan başkası yoktur. Her şeye hükmeden, apaçık, hak olan Allah’tan başka ilah yoktur, sözü dosdoğru Muhammed O’nun elçisidir. Ey Rabbim, ey hep diri ve her şeyi yöneten, ey celal ve ikram sahibi, senden beni en güzel şekilde rızıklandırmanı istiyorum yüce arşın sahibi sensin merhametlilerin en merhametlisi. [Allah’tan başka fazlalıkları attık adama döndü biraz ama gelen çok daha feci. Ashab-ı Kehf’in isimlerinin Allah’a yapılan duada ne işi var] Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyûş, Kıtmîr. Bizim burada kesinlikle bilmemiz gereken bir şey var. Annemiz-babamız bize din adına konuşamaz. Din hakkında dini bilen insan konuş-

Fatiha Suresi 4. ayet

malıdır. Anne-babamız bize dolar çıkacak dolar al dese alır mıyız yoksa bir dakika bizim bankacı arkadaş var ona sorayım mı deriz? Din paradan daha önemli diyorsak [demeyene zaten sözümüz yok] o zaman onların dediğini değil Allah’ın cc dediğini dinleyeceğiz. Allah cc bize “ Allah ile beraber başka ilahlara dua etmeyin. Ondan başka her şey geçicidir.” Buyuruyor. Yanisi şu. Allah deyip yanına bir de peygamberini koyarsan peygamberi de ilahlaştırırsın. Ashab-ı kehf’i koyarsan onları da ilahlaştırırsın. Biz beş vakit “ Allah’ım yalnız senden isteriz” diyorsak sözümüzü tutmak, sözümüzde durmak zorundayız. Aksi takdirde sadece yalancılıkla kalmayız mazallah şirke de bulaşmış oluruz. Yazdıklarımızdan şu anlaşılmasın. Bu insanlar kötü değil. Mesele de o değil. Şirk dediğimiz olay, bir zamanlar iyi olan insanların hatırasına gereğinden fazla hürmet edilmesinden dolayı yeryüzünde icat olmuştur. Onlar iyi evet, fakat Allah’tan başkasına yalvarılmaz, dua edilmez, ondan istenmez, mesele bu.

KANIT|DUA| 39


Ne kadar gizli O kadar güzel Paylaş! Bu kelimeyi son zamanlarda ne kadar sık duyar olduk sanal alemde. Var olduğunu sandığımız; gözlerimizi kapatınca, elektrikler gidince, şarjımız bitince yok olan bir alemden bahsediyoruz. Var olduğunu zannediyoruz. Onun için zanni, sanal diyoruz. Biz de herkes gibi bu alemi aktif halde kullanmaya başladılar. Hamama giren terler hesabı böyle nemli bir ortamda kuru kalmayı pek beceremediler. Mavi sitenin kırmızı uyarılarını görünce gurbetten yari gelmiş on sekizlik gelin heyecanları sarıyor yüreğimizi. Acaba kim beğenmiş, kim bakmış, o niye beğenmemiş ki ben onun sayfasını beğenmiştim halbuki tarzı düşünce ve cümleler umuri adiyeden (yani sıradan işler. Bakma öyle biz de bildiğimizi göstereceğiz. Nefis taşıyoruz değil mi) sayılır oldu. Biz de herkes gibi paylaş (share) bağlantısına tıklamaya sabırsızlanır olduk. Olalım! Ne var bunda? Yazı yazacak başka mevzu mu bulamadın! Tam aksine hiç de yazmaya niyetimiz yokken gördüklerimiz ve yaşadıklarımız bizi bu konuda yazmaya sevketti. Müslüman olmak öncelikle farklılaşmayı kabul etmektir. Herkes yazın şortla gezebilir ama siz müslümanım iddianızda samimiyseniz gezemezsiniz. Herkes rüşvetle iş görebilir ama siz göremezsiniz. Herkes devletin malına deniz yemeyene keriz gözüyle bakabilir siz bakamazsınız. En başta müslümanım diyerek Allah’ın emirlerine ram olmayı kabul ettiniz.


facebook Sosyal paylaşım sitesi dünya genelinde bir milyarı aşkın üyesi var Her yirmi dakikada bir milyon bağlantı paylaşılıyor

Hal böyle olunca herkesin yediğini, gezdiğini paylaştığı mavi sitede bir müslümanın neyini ne kadar paylaşabilceğine dair sınırları hatırlatmakta fayda mülahaza ettik. Çünkü gördüğümüz o ki, müslümanlar, onu geçtik insanların örnek kabul ettikleri imam rolündeki zatlar dahi evine gelen misafiri eşiyle beraber fotoğraflayıp feyse atabilmektedir. Genel bir hipnoz durumu yaşadığımız doğrudur. Şimdiye kadar kimseden görmediğimiz, bak böyle yaparsan böyle olur, bizim köylü falan yapmıştı da çarpıldı türünden hurafe ayarında dahi bilgi verilmediği için biz canımız ne isterse onun fotoğraflarını elin sitesine gönül rahatlığıyla koyabilir bir hale geldik. İşte bunun niye böyle olmadığını bir de bu vesileyle hatırlatalım istedik. öncelikle mahremiyet kuralları. Mahremiyet nedir ne değildir anlatalım isterseniz. Malumunuz insanların kiminle evlenip kiminle evlenemeyeceğine dair dinimizin kesin kuralları var. Bir kişi örneğin annesiyle, teyzesiyle, dayısıyla, dedesiyle evlenemez. Bu evlenemeyeceği kişilerin toplandığı daireye mahremi, evlenebileceği kişileri ifade eden daireye ise namahrem adını veriyoruz. Mahrem, yasak yer; namahrem, yasak olmayan yer anlamında. Kişi, özellikle de hatun kişi, yüz, el ve ayak hariç uzuvlarını bu mahrem daire dışına göstermemesi gerektiği yönünde ayet, hadis ve icma sabittir. (başörtüsü yasakları başladıktan sonra ne hikmetse bazı alimlerin ihtilaf ettiğini öğrenmiş olduk söyleyelim içimizde kalmasın). Mahremiyet, bununla sınırlı değildir tabiki. Kişinin evi, eşi, eşyaları, çocukları mahremidir. Yani kıymetlisidir.


Beğeni fahşeti Yanlış yazım yok. Vahşet değil fahşet demek istedik ve onu yazdık. Fahşet bir menfaat elde etmek için her türlü çirkinlik ve rezalete bulaşmaktan geri durmama anlamına geliyor. Bu yüzden fahişe kelimesi var bizde. Sosyal medyada beğeni, retweet toplamak için yalan, dolan, ajitasyon yapanlara da beğeni fahişesi diyoruz . Bu adama facebook her paylaşım için on tl, her beğenme için çok tl veriyormuş. Rica etsem sayfamı beğenir misiniz. Ben bu vatan için ölürüm diyen kaç kişiyiz. Allah lafzı yazan domatesi beğenecek 999999 gerizekalı arıyorum. Justin’e 50milyon beğeni gelmiş, bu minik hafızımıza neden gelmesin Bu ve bunun gibi bahanelerin hiçbirinde bu insancıklar samimi değiller. Kendilerine beğeni toplamayı hayatlarının amacı edinmiş garabet yaratıklardır.

Bu ve bunun gibilerin hepsi seni tavlamak için uydurulmuş yalanlar İnanma kardeşim

Bir dakika, “demin mahreme yasak dedin şimdi kıymetli diyorsun” demeniz gerekiyor tam burada Dediyseniz biz de niye demediğimizi açıklayalım. Arapçada hurmet kelimesi hem itibar, izzet, saygınlık hem de yasak, mesafe koyma anlamına gelir. Muhterem dediğimiz bir kişi varsa şunu kastediyoruz, seninle biz aynı seviyede değiliz sen bizden daha üstünsün bundan dolayı da sana diğer insanlardan daha fazla kıymet veriyoruz. E iyi de şimdi içki haram yani kıymetli mi? Hayır, kıymetli olan bizim bedenimiz ve aklımız. Aklımız hürmete layık olduğu için içki gibi zararlılardan uzak tutmamız gerekiyor. Rabbimiz bize bir şeyi haram kıldığında “uzak dur” mesajı veriyordur. Zina haramdır. Zinaya yaklaşma yoksa başın belaya girer. Sadece senin değil hem de bütün toplumun. Kızın babası, abisi çıkar bir gün, gelir seni vurur, öldürür. Hadi kanundan korktu yapmadı. Bu yaptığın iş bir gün karşına çıkar, rezil olursun. İzzetin, itibarın, kıymetin beş paralık olur. Yasak anlamındaki harama, günümüz müslümanları yol kenarına gizlenmiş radarlar gözüyle bakmakta. Allah bunları bize ceza olarak koymuş. Bir yolunu bulup atlatırsam mesele yok. Hayır. Asla. Zinhar. Rabbimizin fıtratımıza koyduğu bir sistem halihazırda işlemekte. İnsan güzel olanı gizler. Sahiplendiğini korur. Başkasına vermek istemez. Benim olsun der başkasıyla paylaşmak istemez. Bu fıtrat ters yönlü bozulmakta şu anda. İnsanlar paylaşması gerektiği temel değerlerde cimrilik ederken, kendisinde saklaması gereken değerlerini afişe etmenin vesilelerini aramakta.


Bir Şiir Molası Bir yüreği olsaydı yağmurun Şafak iğne iplik bir terzi Geziniyor göğümde İçimde depreşen kurşun

Tuzla buz oluyorsun yüreğimde Bazen sızlıyorum düşündüğümde seni Bazen de ferahlıyorum sen aklıma gelende Bir insan kadar içinde olsaydı teper Gösterirdim sana bir yürek nasıl teper Ben Yusuf, aşk da benim kuyum Ağına düştüm kaderin Atıldığımda çıkrığıma sarılan Asılırken boynuma urgan İlk gördüğüm yılana mı sarılsam Kenan da kaç kuyu vardır Bana beslenen kinden daha derin Mısır yatağım olsa, nil de yorgan Rüyalar bilirim karışık ve belirgin İftiradan kuru tuzaklardan sinsi Ben de bir rüyaydım ilk zamanlar Yormayın ne olur beni görünce Yoruluyorum rüyamı kuyulara gömünce

Senden geriye

İlk ben duyardım vuruşunu


Doksanlı yılların en ateşli tartışma konularından bir tanesi tesadüf var mıdır yok mudur idi. İkibinli yıllarda tesadüf yoktur tevafuk vardır genel kabul edilir bir ilke olarak yerleşmeye başladı. Bugünlerde ise fazla gündeme gelen bir nokta olduğu söylenemez. Whatsapp paralı mı olacak, olursa ne yaparız, nasıl mesaj atarız daha gündem olmaya layık bir konu gibi duruyor. Doksanlar darwinizmin ve evrim safsatasının tavan yaptığı yıllardı ve darwin’in çokça dillendilrilen bir iddiası vardı. “Her şey tesadüfen oluşmuştur ”. Dolayısıyla o zamanın şartlarında tesadüf kelimesini kullanmak, Allah yoktur demeye eşti. Kazara birisi tesadüf diyecek olursa, hemen bir kardeşimiz “tevafuk diyecektin galiba” diyerek araya girme ihtiyacı hisseder ve bunu yapan da “ben biliyorum” imasında havalara girer gibi olurdu. Peki hakikaten böyle bir durum var mı? Gerçekten kainatta tesadüfe yer yok mu? Her şey tevafuk mu? Kainatta her şey tesadüftür dediğimizde küfre mi düşeriz acaba? (Allah Allah bu adam şimdi tesadüf vardır mı diyor” diye endişelenen kardeşim, yazıyı okuduktan sonra ön yargılarına söz hakkı ver istersen :))

Bu soruların cevabını bulmak için yapacağımız ilk iş, tesadüfün ve tevafukun ne anlama geldiğini bilmek ve bulmak olmalıdır. Öncelikle bu iki kelime de Arapça’dan dilimize geçmiştir. s-d-f (sedef ile pek bir alakası yok, baştaki harf sad) kökünden tesadüf; v-f-k kökünden de tevafuk elde edilmiştir. sa-de-fe kökünün tam Türkçesi rastlamaktır. Bir kişi eşyasını, hayvanını kaybettiğinde onunla bir anda karşılaştığı zaman bu kökü kullanır. Hayvanıma tesadüf ettim der. Tesadüf, bunun için, iki şeyin birbirinden habersiz olarak çakışması, buluşması demektir. Tevafuk’un kök harfleri ise uyum anlamına gelir. Muvafakat, muvafık, tevfik gibi kavramlar yakın tarihte dilimizde çokça kullanılırdı. Bugün halen memurlar kurum değiştirirken muvafakat alırlar. Yani kurum amiri, memurun bu kararını onaylar, şahsi kararın kurum için de uygun ve kabul edilebilir olduğunu belirten belgenin adıdır muvafakat. Dolayısıyla tevafuk deyince biz iki iradenin birbiriyle uyumunu anlıyoruz. Demek ki tevafukun olabilmesi için en az iki iradenin olması gerekiyor. Tesadüfte ise bir irade iki varlığı birbiriyle buluşturuyor.

TEVAFUK MU

TESADÜF MÜ


Kainat için kullanıldığında peki bu manalardan hangisini ne için kullanıyoruz. Tesadüf, Allah’ın iradesi ve kaderi dahilinde iki şeyin birbiri ile karşılaş[tırıl]masıdır. Güneş tutulması, ay tutulması birer tesadüftür bu manada. Allah’ın iradesi ve bilgisi dahilinde zaman zaman buluşmaktadırlar. Tevafuk, ise eşya değil insanlar için kullanılan bir kavramdır. Eğer kişinin istediği Allah’ın verdiği ile uyumlu ise bu durum tevafuk olarak isimlendirilir. Ali, ilkokul arkadaşını her nedense bir an aklına getirmiş ve bir gün sonra da arkadaşına rastlamıştır. Ali ile arkadaşının buluşması, Ali açısından bir tevafuktur. Çünkü Ali onu görmeyi istemiş, Allah’da onları karşılaştırmıştır. Allah’ın iradesi Ali’nin isteği ile vefk etmiştir. Birbiri ile kesişmiştir. Uymuştur. İşte Allah’ın ve kulun iradesinin birbiriyle uyuşmasına tevafuk diyoruz. Herhangi bir şeyin kendiliğinden oluşması anlamını karşılayacak Arapça bir kavram ise yoktur. Çünkü böyle bir şey akıl ve mantıkla izah edilemez. Var olan her şeyin bir var edicisi vardır,

Tesadüf iki şeyin birbirinden habersiz olarak çakışması, buluşması demektir. Allah’ın ve kulun iradesinin uyuşmasına ise tevafuk diyoruz. olması zorunludur. Kumu, çimentoyu, suyu havaya attım bina oldu cümlesi gibi anlamsızdır. Dil ise asla anlamı ve imkanı olmayan bir şeyi kavramlaştırıp insanların zihnine sunmaz. Çünkü dilin, anlamın yaratıcısı da Allahtır. Kainatta her şey tesadüftür bu manada. Allah tarafından bir araya getirilir, buluşturulur, karşılaştırılır. İradesiz eşyanın, kendince kararlı bir yol üzerinde gittiğini ifade edebilecek kadar aptallığa, insanlık son yüzyılda düçar olmuştur ki ateizm yeni sayılabilecek bir akımdır. Evrenin Allah’ı yoktur ifadesini bu yüzyıla kadar

kimse dillendirememiştir. Putperestler dahi putları için “Bizi Allah’a yaklaştırsın diye onlara tapıyoruz” diyecek kadar akıllıydılar. Akılsızlık; tesadüfün kendiliğinden manasını taşıdığını iddia edebilecek kadar dilin, aklın ve mantığın imkanlarını küçümsemektir. Kainatta her şey tesadüftür, bazen de tevafuktur. Kendiliğinden olmak diye bir şeyin olabileceğini düşünebilecek kadar aklını devreden çıkarabilen topluluk sadece biziz.


KÖK KARDEŞLİĞİ Dua ile harfleri aynı olan kavramlara, dua ile olan ilişkilerine bakalım.

‫دعو‬ ‫عودة‬ ‫ودع‬ ‫وعد‬ ‫عدو‬ ‫دوم‬ ‫دوى‬

d-a-v davet a-v-d avdet

Çağırmak, gelmesini talep etmek, ihtiyacı olmak demektir.

Dönmek demektir. Dua etmek kişiyi aslına döndürür. Aczini hatırlar. Dua ederek kişi asli mahiyetinin farkına varır. Dua ile dönüşüm başlar. v-d-a Aslına dönen, gerçek ihtiyaçlarının farkına varan kişi, Veda bulunduğu hayatın sahte zevklerini bırakmak, onlara veda etmek zorundadır. Bulunduğu hali bırakacak cesareti olmayan kişinin yapacağı dua da hedefini bulamayacaktır. v-a-d İyi ya da kötü bir şeyin olacağını söylemektir. Dua ile kişi, vaad olması muhtemel bir kötülükten uzak durmak, olması muhtemel bir iyiliği elde etmek ister. Vaad edilen şeyin durumuna göre kişinin yaptığı dua da değişir. a-d-v Dikkat edilirse harf dizilimi üstteki veda kelimesinin tam adavet tersidir. Kişiye düşmanlık besleyen şeytan asla onu terketmez. Zayıf anını bulur bulmaz üzerine yapışmak ister. Bundan dolayı da Allah düşmanımıza karşı Allah’a dua etmeyi, ona sığınmayı emretmiştir. d-v-m Dua, bilincin uyanıklılık halini gerektirir. Aynı şekilde dua devam edilen her neyse tek duada elde edilemeyeceği bilindiği için durmadan istenilmesi gerekmektedir. Duada devamlılık esastır. d-v-â Kişinin eksikliğinin farkına varması ile ortaya çıkan dua deva hali, kişinin hastalıklarının farkına varmasını da ifade eder. Bundan dolayı dua, kişinin kalbî hastalıklarının en önemli şifasıdır. Yapılan bilimsel araştırmalar, dua eden insanların iyileşme sürelerinin etmeyenlere nazaran daha kısa olduğunu ispatlamıştır. Nasıl ki stress (manevi gerilim) hastalığa sebep oluyorsa manevi dinginlik de şifa kaynağıdır.


KELİME KUTUSU Dua kökünden dilimize hangi kelimeler geçmiş, hep birlikte görelim. Dua Dâî Tedâî İddia

Müddeî Dava

Davet

Çağırmak, bir şeyin getirilmesini istemek, ihtiyacı olmak demektir. Allah’a dua etmekten maksat, Allah’ın yardımını çağırmaktır, kişinin bir şeyin olmasını Allah’tan istemesidir. Çağıran demektir. Günümüzde pek kullanılmamakla birlikte klasik roman ve şiirlerde pek sık rastlanabilmektedir. Çağrıştırma demektir. Bir kelime söylendiğinde başka bir kelimenin aklına gelmesi bir tedaidir. Fedai ile hiçbir alakası yoktur, her ne kadar onu çağrıştırsa da. Ne garip değil mi? Kim derdi ki o melun kumarın adının bizim en kutsal kavramlarımızdan biriyle isimlendirileceğini. Türkçede kullandığımız iddia hangi manadaysa Arapçadaki iddia da o manadadır. Savunmak, hep dile getirmek manasındadır. Sosyal dilde pek nadir kullanılsa da hukuki metinlerde sıkça dillendirilir. Savcı kelimesi tedavüle girene kadar bu makamın adı buydu. Müddei, savunan kişi demektir. Çağırmak kökünden türetilmiş bu kelime Türkçede hukuki ve siyasi bağlamda kullanılmaktadır. Siyaset açısından dava, belli bir mesajı, ideolojisi olan akımlar için kullanılır. Dava adamlığı, davasına sadık gibi kullanımlar tanıdık gelebilir. Hukuki açıdan dava ise, neticesi çok kısa zamanda belli olan (!) sosyal hayatta çıkan sürtüşmeleri hukuki zeminde sonuca götüren sürece verilen isimdir. Yirmi sene sürenleri bulunmaktadır. Konuşma ve metinlerde misafir ile aynı bağlamda sıkça kullanılan bu kelimenin kökü de dua ile aynıdır. Çağırmak demektir tıpkı dua gibi. Dua ile arasındaki fark kullanımda ortaya çıkabilir fakat dua, dava, davet aynı kökün farklı mastarlarıdır. Davet, genel olarak yeme ve içmeye çağırmak için kullanılır. Dava, bir şeyi ispat etmeye çağırmak için kullanılır. Dua, bir şeyin olmasını talep için kullanılır.


İYİ HOCA

HOCAM NAMAZIN VAKTİNİ GEÇİRDİM NE OLUR Sevgili kardeşim, evvela şunu bil ki hoca ya da başkası kimsenin akıbeti hakkında hüküm verici değildir. Hüküm yalnız ve yalnız Allah’a aittir. Allah ise kullarına karşı hem çok merhametli ve bağışlayıcı hem de icab ettiğinde azabının çok acı verici olduğunu bize bildirmektedir. [Hicr 14/50] Namaz ile alakalı çok geniş bir dosya hazırlama aşamasında olduğumdan orayı beklemeni tavsiye ederim ayrıntılı bilgi için. Şimdi ben burada anlatmaya başlasam bana ayrılan sürenin sonuna gelip geçmiş olurum. Fakat şunu bilmen kafi. Namaz bizim rabbimizle olan bağımız, bağlantımızdır. Bu ne kadar sağlam olursa biz o kadar sağlam dururuz. Hayat bize ne kadar sağlam vurursa vursun bizi yıkamaz. Sel gelir, ağaçları kökünden söker atar fakat dağları yerinden kıpırdatamaz. Dünyanın belası kötülüğü de en fazla tsunami kadar olsun. Allah’ın gönderdiği felaketler kulların binalarını söküp atar fakat Rabbimizin yeryüzüne çaktığı çiviler hükmündeki dağları ondan başkası yerinden söküp atamaz. İşte insan da Rabbine bağlandığında dağ gibi olur ve onlar gibi sağlam durur. Namazın vaktini geçirmek, o bağlardan birinin sökülmesi demektir. Şeytana karşı gardın düşmesi demektir. Bağışıklık sisteminin çökmesi demektir. Günaha karşı, açık hedef haline gelmektir. Bir defa yaptın belki bilmeyerek lütfen bir daha yapma olur mu güzel kardeşim. Şeytanın oyuncağı olacağımıza Rabbimizin kulları olmak çok daha mantıklı.

HOCAM BEN İMANIMDAN ŞÜPHELENİYORUM.

Güzel kardeşim, şüphe imandandır. İnsan güvenip kullandığı şeyin bitmesinden şüpheye düşer. Paranı düşün mesela. Evlatlarını düşün mesela. Onlara ne kadar çok güveniyorsun değil mi. Ama en çok da onların başına bir iş gelirse diye endişeleniyorsun. Acaba okulda birisiyle sürtüşür mü, başına bir iş gelir mi diye şüpheleniyor, evhamlara kapılıyorsun doğru mu ? - Evet hocam. İşte, imanımız da böyledir. Onu kendisinin en değerli varlığı olarak görenler yok olabileceğini aklına getirip endişeye kapılır, şüphe üretirler. Anasından babasından Allah vardır birdirden başka imanına emeği olmayan insan son derece emindir. Şüphelenmeseydin işin kötüydü.


HOCAM NAMAZIN VAKTİNİ GEÇİRDİM NE OLUR

KÖTÜ HOCA

Kim gelmiş? Ne olmuş? Adam gibi yemek yedirtmezler ha şimdi! Kesin bir tanesi gene olmadık soru soracaktır. Adımız hoca ya! - Geeelll! Ne var? - Hocam! Eee! - Oğlum geveleme ağzında lafı! Neyse sorun sor, işim gücüm var benim! - Ya hocam, ben şimdi namazın vaktini geçirdim de, işlerin yoğunluğundan aklıma da gelmedi değil ama, ha şimdi ha birazdan bi de baktım ikindi ezanı. - Tüü! Senin karakterine, sıfatına, kalıbına! Lan, yediklerin gözüne dizine dursun hayırsız! Bi de gelip yanımda itiraf ediyorsun. Şeref... Neyse girmeyim oraya şimdi. Karakterini tövbeeee! Yemin mi eksik, suyun mu hayvan herif. Bir vakit namazı kılmayanın seksen sene yanacağını duymadın mı? - Ne! Seksen mi! Aman hocam, bi saniye dayanamıyoruz biz ateşe. Bu işin affı, tevbesi yok mu? - He, tabi! Hemen tövbe! Nasıl olsa Allah affeder! Yok öyle yağma. İşlediysen bi suç, cezasını çekeceksin. Senin gibiler yüzünden zaten din laçkalaştı böyle. Evvelden hocanın dediğine itiraz edilmezdi şimdi herkes hoca kesildi başımıza. Utanmadan bi de gelip marifetmiş gibi de anlatıyorsun. Yıkıl karşımdan densiz herif.

HOCAM BEN İMANIMDAN ŞÜPHELENİYORUM. Senin imanın mı var bre zındık. Gündüzün bir isyan, gecen ikinci günah. - Hocam günahsız, kusursuz insan mı olur. Elbette, sizin günahınız yok mu? - Densize bak hele! Adam olmuş karşıma almışım, bir de benim günahım var mı yok mu hesap soruyor. Terbiyesiz zındık! İmanından şüpheleniyormuş bir de! Önce imanın var mı yok mu onu bir öğren. İman nedir, iman eden nasıl eder, imansızlık nasıl belli olur. Cahilliği boyunu aşmış gelmiş burada bana felasife yapıyor. Yıkıl karşımdan bre! Kumandamı bulamıyorum hatun. Kahve getir hararetim dinsin. Milletin maymunu olduk tövbe yarabbim. Adamın derdine bak yav


Ç

ocuktur büyür. Her çocuk büyür fakat hepsi yetişmez. Çocuk büyütmek son derece teknik bir tabir; yetiştirmek ise içerisinde en ulvi değerleri barındıran bir cehd1 eylemidir. Çocuk yetiştirmek, onları büyümeye hazırlamak, bir nevi hayata aşılamaktır. Aşının amacı da budur. Çocuğun bünyesine zayıflatılmış mikrop zerk edilir ve böylece vücudun o mikroba karşı antikor üretmesi sağlanır ki bir dahaki sefer güçlü bir mikropla karşılaştığında bağışıklık sistemi kendini savunabilsin ve hastalığı atlatabilsin. İyi yetiştirilmiş bir çocuk, hem akıl hem de ruhen sağlıklı bir birey olarak topluma kazandırılır. Yetişmiş insan hızlı koşup yetmiş şınav çekmese de doğru düşünen, doğru karar verebilen, hayatını başkasına muhtaç olmadan devam ettirebilen, aklî, zihnî ve kalbî melekeleri yerinde ve düzgün çalışan kişi demektir. Sağlıklı kişi, bünyesinde mikrop olmayan değil, vücudu mikroplara hazır ve hastalıklara karşı bağışıklık sistemi güçlü insan demektir. İşte kişinin çocuk yaşlarda bu manada mutlaka tanıması ve tatması gereken en önemli değer bizim yazımızın konusu olacak. Mahrumiyet ve mahremiyet.

Cehd: İçerisinde bir amaç için gerektiğinde en sevdiğini terketmek, gecesini gündüze katıp çalışmak, bulmak için bütün gayretiyle aramak gibi manaları olan çok boyutlu ve neredeyse kutsal denilebilecek bir kavramdır. cihad, buradan türer ve adam kesmeye değil adam kurtarmaya verilen isimdir. Herhangi bir işi can ve mal ile, ruh ve beden ile yapmanın ismi cihaddır. 1

KANIT|DUA| 50

Mahrumiyet ve mahremiyet kelimelerinin yazılışlarından rahatça anlaşılabileceği üzere kökteş kelimeler ve h-r-m kökünden türetilmiştir. Mahrumiyet, bir şeyden yoksun olma, onunla arasında mesafe olma, erişememe ; mahremiyet ise kişinin herhangi bir kişi ya da şey ile arasına mesafe koyması, gizlemesi manasına gelmekte. Dilimizdeki karşılıkları da bu minvalde2.

Minval: Bir şeye ulaşmak için kullanılan alete verilen isimdir. Nail olmak ile aynı köktendir. Sözlükte anlamı Biçim, yol , tarz şeklindedir.


Bu fotoğraf 2015 Kurban organizasyonu vesilesiyle ziyaret ettiğimiz Kenya’da çekildi. Okul öncesi çocuklarının hiçbirinin ayakkabısı yok. Daha da şaşılacak bir şey söyleyeyim. Bu çocuklardan hiçbiri mutsuz değildi. Tam aksine hayat, enerji ve gülücük doluydu. Basit bir ifadeyle mahrumiyet çocuğun arzularının kontrol altına alınması, mahremiyet ise [Ruh ve beden olarak] kendisinin özel olduğunun farkına varmasının sağlanmasıdır. Yani şimdi ben çocuğumun istediklerini gücüm yettiği halde almayacak mıyım? Her anne-baba çocuğu ile alakalı işe yarar tavsiyelere kulak kabartır. İşte sözümüz o kulaklaradır. Herkesin dilinde bir söz vardır. Eşya zıddıyla kaimdir. Biz bir de şunu ekliyoruz. Her şey zıddına hamildir. Yani, kontrol edilmediği ve serbest bırakıldığı takdirde, her güç - dışarıdan müdahale edilmese dahi - kendi içinde zıddını oluşturur. Zengin ailelerin çocukları yetiştirilmediği ve eğitilmediği takdirde müsrifleşir ve fakirleşir. Yetişmiş, okumuş ailelerin çocukları eğer eğitimi konusunda yeterli mesai harcanmamışsa serseri, cahil bir birey olarak yollarına devam ederler. Neden? KANIT|DUA| 51


Peygamberimiz nasıl yetiştirildi Peygamberimiz diyorsa doğrudur. O zaman biz de onun nasıl yetiştirildiğini, Rabbinin ona neler verdiğini ve ondan neler aldığını görelim. Hiçbir şey için olmasa dahi... Bu kadar acıyı görüp yine de aklını kaybetmediği için bütün yeryüzü mevcudatının peygamberimize saygı duyması gerekir. Böyle bir dayanıklılık rekoru yok.

Beni Rabbim yetiştirdi [her türlü maddi, manevi ihtiyacımı gördü ve beni bu günlere getirdi]. Ne güzel yetiştirdi. Babasını doğmadan kaybetti. Annesini altı yaşında kaybetti. Dedesini sekiz yaşında kaybetti. Amcası Ebu Talip ve çok sevdiği eşi hz. Hatice’yi aynı sene kaybetti. Altı çocuğunu kaybetti. Rakamla 6. Yazıyla ALTI. Bilmeyenler olabilir, evlenmemiş, çocuğun ne demek olduğunu anlamayanlar, parmak hesabı yapmaya kalkışanlar olabilir. Bir dil evlat acısını acının alabileceği bütün manaları yeterli görmeyerek özel bir deyim grubuna alıyorsa bilinmeli ki orada kelimelerin kifayetsizliğine dem vuruluyordur. Bir yaşında kızı olan bir baba olarak yazıyorum. Kızımın elinin acıması dahi, kalbime çizik atıyor, dayanamıyorum. Aklıma “ya ben ölürsem de kızım üzülürse” geldiğinde hormon dengelerim bozuluyor. Evlat sevilmiyor bu böyle biline. Sevgi evlat oluyor. Başka hiçbir şeyi onun kadar sevme ihtiyacınız olmuyor. Fıtratı kararmış, para için evladını harcayacak kadar vicdansızlar muhatabımız ve meselemiz değil. Uhud’da amcası hz. Hamza’yı kaybetti. Peki bu kadar kayıp ona ne kazandırdı.

KANIT|DUA| 52


Dünyaca ünlü YETİMLER

SEN ÜZÜLME YAVRUM BEN HEP SENİN YANINDA OLACAĞIM TAVRININ ÇOCUĞU KIYISINA GETİRECEĞİ UÇURUMU BİR PSİKOLOG ABLAMIZ ÇOK GÜZEL AÇIKLAMIŞ. İnsanın doğasında özerk olmak var. O nedenle; güçlü olan çocuk bu durumdan sıyrılmak için ileride bir şekilde (ruhsal veya gerçek) çok uzağa gidecek ve dönmeyecek. Gidecek kadar güçlü olmayan çocuk ise yanıbaşınızda size bağımlı ama öfkeli kalacaktır. İyi anne babalık; kendini ona adamak, her dediğini yapmak, çocuğu sevgiye boğmak, (böylece hep beni sevsin) hiç çatışma yaşatmamak, hep size bağımlı kılmak, biz arkadaşız, …… demek değildir. Anne babalık; sanki siz hiç yokmuşunuz gibi ayakları üstünde durabilen, kendi kararlarını verip, sonuçlarını yaşayabilen, yaşına uygun sorumlulukları yerine getirebilen, hayata karşı kendi normlarını oluşturabilen, hayatı iyisiyle kötüsüyle bir potata eritebilen çocuklar/ nesiller yetiştirmektir. Ödülü de; size bağımlı değil, bağlı evlatlar yetiştirmiş olmaktır. [Nihal Akyıldız]

hz. MUHAMMED SAV Onun torunları HASAN HÜSEYİN ÜMMÜ GÜLSÜM GAIUS JULIUS CAESAR LEO NIKOLAYEVICH TOLSTOY NELSON MANDELA STEVE JOBS JOHANN SEBASTIAN BACH İMAM ŞAFİİ İMAM GAZALİ BILL CLINTON JOHANNES KEPLER MALCOLM X Bu listeyi araştırırken şunun da farkına vardık. Bizim yetim mirasımız hakkında hiçbir eli yüzü düzgün bir araştırma yok. Belki var fakat erişime açık değil. Bir kardeşimiz mümkünse bu işi uhdesine alsın ve İslam tarihinin meşhur yetimlerini bize anlatsın.

KANIT|DUA| 53


Samimiyet yeterli midir Ahmet Şamil Kaan Yolu bir cuma camiye düşenlerin dinleyeceği hutbelerden bir tanesinin konusu samimiyettir. İyidir, hoştur, güzeldir. Samimi insan olmak muteberdir, samimi olmak her şeye bedeldir. İşin özü budur, bu anlatılır bize. bir düşünelim. Gerçekten samimi olmak iyi midir? Ya da şuna çevirelim soruyu. Samimi olmak tek başına yeterli bir erdem midir? En son söyleyeceğimizi en başa yazalım ve niyesini de ardına yazalım. Samimiyet tek başına yeterli değildir hatta kötüdür. Niye mi? Şöyle bir düşünelim. Bu topluma zararı dokunanların en öne çıkan vasıfları neydi? Samimi olmaları. Evet, çok basit değil mi.

Çok samimiler evet fakat bu onları iyi yapmıyor. İyi olmaları için bir de bilinçli olmaları lazım

Samimiyet bir kalp eylemidir. Kişinin herhangi bir işe, kişiye karşı kalbinde sıcaklık bulunmasıdır. Samimi bir dost sizi candan sevdiği için bu vasfı hak etmiştir. Hiçbir ücret verilmediği halde derslere devam eden öğrenci ve öğretmen bunu samimiyetinden yapmaktadır. Samimiyet kişiye para almadığı halde bir işi yapma sebebi olabilecek kadar tesirli bir duygudur. Hele de inanç noktasında samimiyet olmazsa olmazdır. Buraya kadar herkesin bildiklerini tekrar etmekten başka bir şey yapmadık dikkat edersek. Peki, gelin bir de olaya kötüler ve kötülük açısından bakalım. İçimizden herhangi biri iblisi yani şeytanı samimiyetsizlikle itham edebilir mi?


İblis, aptaldı, geri zekalıydı, inatçıydı, kendini beğenmişti, düşüncesizdi, inkarcıydı, kafirdi, her şeydi ama samimiydi. Hem de “Allahım bana izin ver, senin yarattığın bütün insanları da benim yoluma çekeyim” diyecek kadar hem de. Rabbimiz de onu bu samimiyetinden dolayı dileğini duasını kabul etti ve iddiasını gerçekleştirmek için fırsat verdi. Hz. Adem de samimiydi yasak ağaca yaklaşırken. Merak ediyordu sadece niye yasaklandığını. Son derece samimi, iyi niyetli bir şekilde emri çiğnedi. Neticesinde nefsini uyandırdı, günaha girdi ve cennetten çıkarıldı. Aynı Adem, tevbe ederken de samimiydi. Yaptığı işin ne kadar saçma ve bedeli ağır bir suç olduğunu iliklerine kadar hissetmişti. Dertsiz, tasasız cennetten, keder ve kaygı yurdu dünyaya atılmak kadar acı veren ne olabilirdi ki. Rabbimiz biz

Samimiyet; bazen tadına doyulmaz. [İsimler sahte, olay gerçektir] Sahabe döneminde değil, iki bin on beş senesinin nisan ayında yaşanmış gerçek bir olaydır anlattığımız. Emre, bir gün sevdiği Ali abisiyle bir konu hakkında konuşmak üzere sözleşirler. Emre gelirken bir kutu lokum ve bir paket bisküvi alır. Buluştuklarında Emre’nin elinde bir poşet Ali abisinin dikkatini çeker. “Abi buyur bunları sana aldım” der. Ali poşeti açtığında gördükleri karşısında yüreği burkulur, eski bir fotoğrafına bakar gibi bakar. Çok basit bir şeydir poşetteki maddi olarak. On yirmi en fazla tutacağı. Fakat çok daha fazla ve paha biçilmez bir hediyedir o poşetteki. Abi seni seviyorum. O kadar seviyorum ki yemekten en çok zevk aldığım şeyi sana sever misin diye sormadan aldım getirdim. O kadar seviyorum ki seni kendimden farklı görmüyorum görmek istemiyorum. Ali, o gün hayatında ilk defa bisküvi arası lokum yer. O gün gerçekten anlar sevildiğini. Bambaşkadır lezzeti.


kendimize zulmettik, sen affetmezsen işimiz bitik mealinde yakarış bu samimiyetin en acizane ifadesi değil de nedir. Bu işin başlangıcında böyleydi de şimdi değişen bir şey var mı peki? Hayır, yok. Kendini islam’ın en büyük temsilcisi, en aziz neferi, en kutlu dava adamı, hatta mehdisi (!) olarak sunanların en büyük iddiaları samimiyet değil midir? Tarihin en başından günümüze kadar ne kadar şarlatan, asalak, dinden geçinen adam müsveddesi varsa hepsini biz samimi gösterildikleri için kabul etmedik mi? Salya sümük ağlamak, gırtlağı yırtarcasına bağırmak değil miydi bu insanların ortak vasfı. “Yav samimi olmasa ağlar mıydı” “Adama baksana ne kadar içten konuşuyor. Bu adam yalan söyler mi” (Hakkını yemeyelim şu aralar kadın versiyonu da çıktı bu din tüccarlarının, özellikle mevlana acayip satıyor) Bütün bu anlatılanlar bazı hakikatleri ortaya koyar nitelikte. Öncelikle biz insan soyu safız. Samimiyet nişanesi gördüğümüz herkesi öyle zannediyoruz ve aldanıyoruz. İblis bunun en büyük örneği, öğrencileri de onun devamı niteliğinde. Sonrasında samimiyet dediğimiz şey yarar ve zarar kapasitesi eşit, zarar verme ihtimali fayda sağlamasından çok daha fazla bir vasıf. Bunu en çok kendini din merkezli tanımlayan insanların kavraması gerekiyor. Cemaat, tarikat, sohbet, grup gibi kavramlara aşina neslin aldandığı en büyük alanlardan biri samimiyeti bir pazarlama aracı kullananlar olmuştur. Bir insanın samimiyeti nereden anlaşılır sorusuna vereceğimiz cevap çok klasik ve kolay taklit edilebilirdir. Örneğin, sakal, cübbe, şalvar, sarık, tesbih bir insanın samimiyetinin göstergelerinden biridir kime sorsanız. Peki, kötülükte samimi ve gizlenme niyeti olan bir münafık da bu kisveye bürünebilir mi, gayet tabi. Bu durumda gerçekten bunu inandığı için yapanla gizlenmek için yapanı nasıl ayırt edeceğiz. Aslında cevabı çok basit fakat işimize gelmiyor çoğunlukla.

Ahlakından.

KANIT|DUA| 56

Osmanlı’nın yıkılmasını müteakip anadoluyu işgal etmeye hazırlanan devletlerden biri olan İngiltere, işgali kolaylaştırmak için halk desteğini yanına almak istemiştir. Normal şartlarda imkansız olan bu eylemi mümkün hale getirmek için anadolu köylerine sahte şeyhler gönderilmiştir. Bu şeyhlere sakalının arasından ve cübbesinin içinden zikir çekerken yeşil ışık çıkartan özel bir düzenek verilmiştir. O zaman için böyle bir hileyi anlayamayacak saf anadolu halkı “bizim şeyhin sakalından cübbesinden nur çıkıyor gözlerimle gördüm” diyerek onların etrafında kenetlenmiş ve zamanla bu adamların “ingilizlere destek verin” telkinlerine maruz bırakılmıştır. Başarılı olamadıklarını anlıyoruz fakat tesirsiz olduklarını iddia edemeyiz. Böyle bir silahın ingilizlerin eline geçebilmesinin tek nedeni bahsettiğimiz samimiyet ilkesinin çok kolay kötü niyetlilerin elinde silaha dönüşebilmesidir.


Gerçekten bu kadar basit. Ahlakın taklit edilebilir bir yanı yoktur. Bir insan hem samimiyetsiz hem de hizmetkar olamaz. İş çıkınca kaytaran, yemek gelince oturan insanın samimiyetsizliği sırıtır. Zekat vermeye gelince mazeret üreten, zekat toplamaya gelince dilencilere taş çıkartan bir karaktere bürünen kişinin samimiyeti kendini ortaya koyar. Davranış ve ahlak eksenli bir değerlendirme samimiyetin ne kadar samimi olduğunu test eder. Samimiyeti bir motorun turbosuna benzetebiliriz. Turbo, gaza basıldığında motorun performansını artırdığı gibi, bir müslüman da samimiyetle hareket ettiğinde işi bereketlenir, sözü tesir eder. Motor çalışmıyorsa gaza basmanın bir faydası yoktur. Daha da kötüsü araba yanlış yöne gidiyorsa gaza basmak ölümü çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Arabanın yönünü tayin eden kuvvet ise bilinçtir. Direksiyon başında uyuyan bir insanın gideceği yer bir hastane acil servisinden başkası değildir. İnsanın samimiyetinin işe yaraması için de öncelikle bilinçli olması, bilgili olması, istikamet sahibi olması elzemdir. Samimiyet ateş gibidir. Ateş karanlıkta ve soğukta işe yarar. Fakat bilinçli kullanılırsa. Üşüdüm diye kendini ateşe atan ısınmaz, yanar. Samimiyet de kendini sadece samimi olmaya adayan insanı yakar. Kişi önce samimi değil bilinçli, akıllı ve ahlaklı olmak zorundadır. Bütün bu vasıflara samimiyet eklendiğinde kişi daha az zamanda daha çok mesafe alır. Bu meziyetler samimiyetle birleşmediğinde sahibini tembelliğe, miskinliğe, kendini beğenmişliğe ve kibre götürebilir.

Araç yanlış yöne gidiyorsa, gaza basmak ölümü çabuklaştırmaktan başka bir işe Akıl, bilinç ve ahlak olmadan samimiyette yarışan kişinin durumu ise gözü kapalı son gaz giden bir arabadan farksızdır. yaramaz. Göz açılmadıkça , yön tayin edilmedikçe gaza basmak fayda değil Mekke müşrikleri zarar getirecektir. samimiyetlerini daima muhafaza etmişlerdi. Fakat bu , onların azabından Bir kişinin doğruluğunun, hakbaşka bir şeyi lılığının tek ölçütü olsaydı; artırmadı. Bilinçsiz Adem’i samimiyetle kovduran samimiyetleri şeytana tabi olmamız gerekirdi felaketlerini getirdi.

Samimiyet

KANIT|DUA| 57


Yeşilçamın es geçtiği 90’lı yılların bir Türk aile sahnesi. Mekan : Mahallenin en müsait düzlüğü

Zaman : Mümkünse tatil. Hafta sonu daha iyi.

anonim

Cast : Annesi, babası ve çocuk Kamera. Ekşın.

Her çocuk, daha doğrusu “telefon istiyorum beaann” diye ağlamayan, oyun, arkadaş, yol, yordam, sosyalite bilen bizim zamanımızdaki her çocuk bilir. Gündüz sokağa çıkan çocuk, akşamı bilmez. gözü topu göremeyinceye kadar oyuna dalar. akşam olur ve ebeveyn hava karardığında gelmemiş çocuğu aramaya başlar. Baba çocuğunu ilk aramaya başladığında döveceğini zaten kafaya koymuştur. İşte bu kafaya koyma aşamasnnda ortaya çıkan çocuk, sansli çocuktur. Çünkü çocuk bu KANIT|DUA| 58

aşamada bulunmadigi vakit, ebeveynlerde oluşan sinir duygusu, yerini tedirginliğe bırakır. Dayak atma isteği bir anda telaşa donusur. İşte bu aşamadan sonra bulunan her çocuk ebeveynin duruma gore saatlerce biriken öfke, sinir, telaş gibi duygularını çok sert bir biçimde bünyesinde hisseder. Özellikle cep telefonunun olmadığı yıllarda dışarıda top oynamaktan saatin nasiı geçtiğini anlamazdık. Başka mahal-

lelerle maç yapardık. Güneş batmış, birbirimizi zor görüyoruz, halen devam. Mahallenin onuru bizin elimizde sanirsin. Mac biter eve dogru gidersin. Apartmanin onunde kadroya girememis çocuklardan biri, mac yapamamanin vermis oldugu kiskanclikla “ baban seni ariyodu en son :)))) “ der. O an unutursun maçı, kac gol attigini, ustundeki tozu topragi. Kosar adim cikarsin merdivenlerden, çalarsın kapıyı. Annen açar. Gözlerinden anlarsın ki baban halen seni ariyor.


Annen duruma gore baban seni öldürecek der veya insafliysa sadece kapiyi acar ve biraz sonra olacaklari dusunerek sadece susar. Bu daha kotudur aslinda. Direk üstünüzü başınızı çıkarıp banyoya atarsiniz, elinizi yuzunuzu yikayip temizlenirsiniz. Amacınız “ saatlerdir evdeyim ben yaa “ imajı vermektir. Kim yer bunu? Ama siz babanızın bunu yiyeceğini düşünürsünüz. Umut fakirin ekmeği iste. Ve o zil calar. Baba gelmistir. Yalandan uyuma numarasi yapmak mı dersin, odadaki butun eşyalarını düzenleyip hayırlı evlat numarası yapanı mı dersin, artık aklına ne geliyorsa. Ama en acısı babasının gelme anını, ders çalışarak bekleyendir. Koşturmaktan, korkudan, telaştan pancar gibi kıpkırmızı olmuş çocuk açmış matematik kitabini ders çalışıyor. üç ayağı

bağlanan kurbanlik koyunun tek ayagiyla yaptığı son hamleler kadar boş ve acinasi... [post prodüksiyonda buraya bir arabesk koyalım] Güzelce dayak yenir ve bu olay sonrası bir sure dışarı çıkılamaz. Eve gerektiğinden de önce gidilir, bakkaldan alınan ekmeklerden kalan paraüstü tek kuruşuna kadar anneye geri verilir ve çizgi film izlenmez, atari oynanmaz. Dayak zaman aşımı olan ve aileden aileye değişen sonra ki dayak serüvenine kadar da rutin eylemsizlik hareketleri devam eder. Sonra tam gaz devam. Seviyorum türk aile yapisini. İyi ki eve geç geldiğim için derhal odana çık, 2 gun cezalısın diyen anne & baba sahibi olmamışım. Aksiyon olacak, ekşın olacak, heyecan ve korku olacak ki hayatın tadı çıksın da biz de kendi çocuklarımıza anlatabilecek hikayeler bulabilelim. :))

KANIT|DUA| 59


Dileyeni mi dilediğini mi KANIT|DUA| 60

ALLAH’IN AHMET İRADESİ BAYRAKTAR ٍ ‫شاءُ بِغَْي ِر ِحس‬ ‫اب‬ َٓ َ‫َوال ٰلّهُ يـَْرُز ُق َم ْن ي‬ َ Bakara 212

Allah dileyeni/dilediğini hesapsız/sebepsiz rızıklandırır.

ٍ ‫صر‬ ِ ٰ ِ َٓ ‫وال ٰلّهُ يـ ْه ۪دي من ي‬ ‫اط‬ َ َْ َ َ َ ‫شاءُ الى‬ ‫ُم ْستَ ۪ق ٍيم‬ Bakara 213

Allah dileyeni/dilediğini doğru yola iletir.

Müslümanların kafasını en çok karıştıran meselelerden bir tanesi de Allah’ın iradesi, istemesi meselesidir. Özellikle de Kuran’ı Kerim’de bazı ayetlerin her iki anlamı da içerebilme imkan ve ihtimali nedeniyle medya maymunu olmuş insanların diline çokça düşmeye bu yüzden bilen bilmeyen herkesin görüş ve fikir belirttiği bir hale gelmeye başladı. Samimiyetinden şüphe duymadığımız arkadaşlarımız tarafından da bu sorular sorulmaya başladığına göre anlatma vakti gelmiş demektir.

Bu soruyu cevaplamadan önce nereden çıktığına bakalım. Kuran’daki ifadeler böyle bir karmaşaya sebebiyet verecek derecede kapalı ve gizli mi? Hayır ve evet. Hayır, çünBakara 269 kü çok net ayetler var bu konuda. Evet, çünkü gerçekten iki manayı O dileyene/dilediğine da ifade edebilecek hem ifade hem hikmeti verir. Kime hikmet verilmişse çok hayır de tecrübeler var. Allah dileyeni mi saptırır yoksa diverilmiştir. lediğini mi? Allah dileyene mi verir, dilediğine mi? Kitabımızı açıp bakalım. Arapçada dilemek fiili şâe - yeşâu’dur. Allah diledi (şae Allahu) o diledi (şâe) ile ifade edilir. Bir metin içinde daha önceden Allah lafzı geçtiyse o zaman şâe (istedi-istiyor) ifadesi hem Allah hem de dileyen bir başka kişi için kullanılır hale gelebilir.

ۚ ِ ‫يـ ْؤتِي ال‬ ‫اء‬ ‫ت‬ ‫ؤ‬ ‫ـ‬ ‫ي‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫و‬ َٓ َ‫ْح ْك َمةَ َم ْن ي‬ َ ُْ ۜ ْ َ َ ُ ‫ش‬ ُ ۫ ِ ِ ً‫الْح ْك َمةَ فـَ​َق ْد اُوت َي َخ ْيراً َك ۪ثيرا‬


ٰ ِ ِ ‫ك الْمل‬ ‫ْك‬ َ ۘ ‫ْك تـُْؤتِي ال ُْمل‬ ُ َ ‫قُ ِل اللّ ُه َّم َمال‬ َٓ َ‫َم ْن ت‬ َٓ َ‫ْك ِم َّم ْن ۜت‬ َ ‫شاءُ َوتـَْن ِزعُ ال ُْمل‬ ُ‫شاء‬ َٓ َ‫َوتُ ِع ُّز َم ْن ت‬ َٓ َ‫شاءُ َوتُ ِذ ُّل َم ْن ت‬ ُ‫شاء‬ Âl-i İmrân 26

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.

ِ ‫لِمن َٓش‬ ‫يم‬ َ َْ َ ‫اء م ْن ُك ْم اَ ْن يَ ْستَ ۪ق‬

Tekvir 28

Kuran, ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ve alemlere bir öğüttür.

۫ ٰ ِ ٓ َّ ٓ ‫ش‬ ‫ي‬ ‫اء‬ ‫ب‬ ‫ر‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ن‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫ؤ‬ ُّ َ ُ ّ َ َ َ ْ َ َ ُ ‫شا‬ َٓ َ‫َوَما ت‬ ‫ين‬ Tekvir 29 َ ‫ال َْعالَ ۪م‬

Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz

Bakara suresindeki ayetlere baktığımızda yeşau ifadelerinin hem Allah hem de insan için anlamlı ve yerinde bir kullanıma sahip olduğunu rahatlıkla görebiliriz ve her iki türlü meali de verebiliriz. Mavi fonlu bölümde en üstteki ayette ise isteme fiili sadece Allah’ın zatını cc ifade için kullanılmıştır ve başka bir varlığı kasıt imkanı yoktur. Çünkü fiilin başındaki t zamiri 2. Tekil şahıs için kullanılmıştır ve o şekilde devam etmiştir. Tekvir 28 ve 29uncu ayetlere baktığımızda ise aynı anda birbirine zıt gibi görünen iki isteme fiilinin tam yerinde ve başka bir anlama taşınmasına müsaade edilmeyen bir yapıda geldiğini görüyoruz. 28. Ayette sizden - minkum- ifadesi gelerek isteme eyleminin Allah’a cc değil insanlara ait olduğunu çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Fakat hemen bir sonraki ayette alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz diyerek sanki bir önceki ayetin hiçbir anlamı olmadığını sandıracak bir ifade kullanılıyor. Taban tabana zıt, çelişki gibi görünen bu ifadelerin çözümü bir sonraki sayıya değil sayfaya bırakıyoruz.

KANIT|DUA| 61


Allah istemeden siz isteyemezsiniz KANIT|DUA| 62

Bu cümlenin üzerinde derin düşünelim. Gelin bir mizansen kuralım. Bir lokanta sahibi müşterilerine diyor ki “Bu yemeklerden ben yemeden siz yiyemezsiniz”. Lokantaya bakıyoruz ki herkes harıl harıl yemek yiyor. Ne düşünürüz? 1 Lokantacı yalan söyledi 2 Lokantacı bütün yemekleri yemiş demek ki Lokantacının yalan söylediğini neden düşünürüz? Çünkü cümleyi şöyle anlamışızdır. Herkes bu yemeklerden yemeden önce benden izin alacak. Bana soracak ki “sayın lokantacı amca! Ben yemek yiyeceğim. Siz yediyseniz başlayayım” Bütün yemekleri yediğini niye düşünürüz. Şöyle anladığımızdan. Bu lokantacı buraya verdiği her yemeği önce kendisi yiyor sonra gönderiyor. Esas konumuza dönelim şimdi. Allah istemeden siz isteyemezsiniz ifadesini “Allah hiçbir şey istemedi. Dolayısıyla siz de isteyemezsiniz” [Ama ben istiyorum. Demek ki Allah yok. Yaşasın!]şeklinde anlarsak Allah’ın varlığını inkar edesimiz gelir. [Böylesini gördüm. Yalan yok hilaf yok.] Eğer “Ben istiyorsam demek ki bunu Allah da istedi” şeklinde anlarsam bu durumda istediğim şeyi gerçekleştirme azmim artar. Sınavı kazanmayı istiyorsam demekki Allah da öyle istiyor ki ben de isteyebiliyorum dediğimde motivasyonum tepe yapar.

Sözü yanlış anlarsak söyleyenin yalancı olduğuna inanırız.


Fakat tam bu sırada içinizden bir sesin homurdandığını duyuyorum. İ�yi de benim istediğim her şey - çoğu zaman da hiçbirisi - gerçekleşmiyor ki. O zaman ya ayeti yanlış meal verdin bize ya da verdiğin ayette yanlışlık var. Hayır. Her ikisi de doğru. Yanlış olan bizim anlayışımız. Açıklayalım. Allah bir şeyi istediğinde o şeyin olmaması gibi bir durum imkan ve ihtimal dışındadır. Allah ne istediyse o zaman ve mekan bağımsız var olur. Eğer o isterse yine o mevcut şeye bir zaman ve mekan atanabilir. Biz herhangi bir şeyin var olmasını istiyorsak Allah’ın zaten var ettiği, yarattığı o şeyi bizim zaman ve mekanımıza taşımak için gayret göstermemiz icap eder. Herhangi bir var oluş formunu ister madde ister olay olsun, kendi alemimize taşımak için koyulmuş kanunlara da sünnetullah diyoruz ki ne olduğunu duanın yasaları bölümünde açıkladık. Dolayısıyla biz bir şey dilediysek bilelim ki onu istenebilir hale getiren en önceki istek Allah tarafından yapılmış ve Allah cc onu bilmediğimiz tanımadığımız bir alemde var etmiştir. İ�çinde bulunduğumuz alem, Allah’ın onun için belirlediği, yürürlüğe koyduğu bazı kanunlarca yaşamakta, varlığını devam ettirmekte. Ö� r: Kişiye ancak çalıştığı vardır. Çalışan kazanır. Su kaldırır. Havanın içinde azot ve oksijen vardır. ....... vs... Bugün bilim insanlarının bulunca övündüğü, kullanarak dünyaya ve kainata biçim ve düzen vermeye çalıştığı bütün maddi ve manevi kanunlar Allah cc tarafından koyulmuş ve bu alemin başlangıcından beri işlemektedir. Dolayısıyla tekvir suresinin bu ayetlerinde hiçbir çelişki yoktur. Şu şekilde anlıyoruz. Allah sizin doğru yolu bulmanızı ta ezelden istediği için, sizin onu istemenizden başka önünüzde hiçbir engel yoktur. [ Çıkıp da Allah’ı cc suçlamaya kalkışmayın yani]

sünnetullah Allah’ın cc kainatın işlemesi için koyduğu ve kendisinin de yaratırken bunlara uyduğu [kimsenin onu uymaya mecbur tutmadığı] kanunların tümüne verilen isimdir. Peygamberlere verilen mucizeler de bu kanunlar geçici olarak askıya alınabilir. hz. İ�sa’nın ölüleri diriltmesi, hz. Musa’nın asasının yılana dönüşmesi vb buna örnek verilebilir.

KANIT|DUA| 63


Gittik Gezdik

KANIT|DUA| 64


Çeltikçi güdül yolu üzerinde mahkemeağcin köyü jeositi. Hristiyanların kayaları oyarak yaşadığı yerleşim yeriymiş bir zamanlar. Kiliselerinin üzerinde haç resmi halen görünüyor.

Hristiyan yerleşim yeri köyün camiinin hemen üzerinde. Fakat cami de sıradan bir cami değil.

KANIT|DUA| 65


Köye vardığımızda ikindi namazının vakti daralıyordu. Geldik madem bu mescidde kılalım dedik namazları.

Bir de ne görsek iyi

bunu da gördük Caminin mihrabının tepesinde bir kabe maketi. E ne var bunda mı diyesiniz geldi? Açıklayalım. Bu tür davranışlar şirk başlangıcıdır. Şirk değildir fakat şirke giden yollar hep buralardan geçmiştir. Allah rasulü sav kendi resminin görüldüğü yerde parçalanıp atılmasını ve diğer dini olan ya da olmayan bütün suretleri mescidlerden uzaklaştırmıştır. Neden? Düşünelim. Bunu birisi bu köyde gördü beğendi hadi bizim köye de yapalım aynısından dedi. Herkes diğerinden gördü ve mescidlere birer kabe maketi koyuldu. Sonra insanlar zararsız gibi görünen bu maketi önce mescidin, sonra dinin bir unsuru olarak algılamaya başladı. Sonra herkes evine bundan birer tane aldı ki namaz kıldığında orada dursun. Ne oldu peki? İşte Allah’ın dininde olmayan bir şey onun dinine eklendi. Şirk de işte tam böyle bir şeydir. Kimse başta işkillenmez. Sonra o şey hayatın her yerine girmeye başlar. Bir de bakarsınızki insanlar artık onsuz hayatı düşünemez olmuşlar. Biri tutup o maketi indirmeye kalkıştığında kızarlar, döverler, söverler. Bu dinden değildir dediğinde “sen bizi dinimizden mi edeceksin demeye başlarlar”. Bütün müşriklerin peygamberlere söylediği şeyi yani.

KANIT|DUA| 66


KANIT|DUA| 67


Sosyal medya aptalların taptığı sapkın bir din olmuş dedirten durumlar

facebook/cahiliye Her beğeni 1 lira

Puta her hediye sevap

Dikkat edilirse her ikisinde de maddi bir değeri manevi değerle değişim söz konusu. Ve her ikisinde de kazançlı çıkan putun sahibi şahıs. face’de sayfanın sahibi beğeni arttıkça reklam firmalarından aldığı para artıyor. Cahiliyede de putun sahibinin kazancı. Bir sayfanın üye sayısı 5bini aştığında reklam firmalarına pazarlanıyor. Sayfanın admini 20 tl alacak diye milleti aptal yerine koyuyorlar.

Niye yaparlar Niye yaptılar

Put ne kadar beğenilir ve ona hediye getirilirse o kadar zengin oluyorlardı.

MADDİ DEĞERLERİ MANEVİLEŞTİRME MANEVİ DEĞERLERİ MADDİLEŞTİRME KANIT|DUA| 68


Sayfamız şikayet altında lütfen beğenin türünden yapılan çığırtkanlıklar da bir öncekinden alta kalan bir fırsatçılık değil. Dediğimiz gibi sayfayı beğenen herkes sayfa sahibi tarafından görüntülenebilmektedir. Diyelim ki dergimizin fb.com/dergimiz sayfasını beğendiniz. Beğenen kişilerin facebook kimlikleri yönetici sayfasından çok rahat görülebiliyor. Eğer ben de bundan faydalanmak istersem reklamcı amcayı / teyzeyi sayfama moderatör atıyorum veee hoppala. Keklikler çantada. Bana bu reklamı niye gönderdiler diye düşün dur ondan sonra.

Dikkat edilirse metotlar ve araçlar değişiyor fakat yollar hep aynı kapıya çıkıyor.

Birinin zengin olmak için diğerlerinin aptallığını kullanması. 4 beğeni 1 şikayet siliyor

Bir put 10 kişiye şefaat ediyor

Sahte Değerler Üretip Bunun Üzerinden Toplumu Örgütleme

https://goo.gl/Bc2YhO

Din kurumu insanlara bu dünyanın ötesinde değerlerin kazanılarak ahirette cenneti va’d eder. Dinin yerine geçmek isteyenler de bazen puan, bazen beğeni, bazen paylaşım koyarak insanların tatmin duygusunu okşar ve kendilerine bağlamaya çalışır. Sahteyi gerçeğinden ayırmanın yolu basittir. Kim yarattıysa onun dediği doğrudur. Aklı başında herkesin tahmin edeceği gibi çok beğeni çok şikayet siler, az paylaşım sayfayı tarihe gömer gibi kuralları yok face’in. Tam aksine siz burada canınız istediği gibi oynayın ki ben de sizin bilgilerinizi toparlayıp büyük firmalara satayım, üzerinizden reklam geliriyle köşeyi kısa yoldan döneyim derdinde ve bu emeline de ulaşmış durumda. Bunu da işte böyle akıllılar sayesinde perçinliyor.

KANIT|DUA| 69


Kimin sayfası daha çok beğenildi. Kimin gönderisi daha çok paylaşıldı. Kimin takipçileri kiminkileri döver. Ben de buranın fenomeniyim naber...

Maddî büyüklüğü manevî büyüklüğün GÖSTERGESİ SAYMA 10 milyon beğeni vaayyy

Şu putun büyüklüğüne baak

Cahiliye toplumu, büyüklüğü zenginlik, mülk, şöhret, itibar, kadınlarının güzelliği, çocuklarının işi, kazancı, büyüklerinin zaferleri gibi durumlar üzerinden belirlerdi. (E bizden tek farkları zamanlarıymış o zaman. 1500 senede değişen bir şey olmamış. Bilgisayarı icat etmişiz, face’e taşınmışız o kadar)

KANIT|DUA| 70


Çoğu zaman gerçekler inciticidir. Herkes anlamaz, beğenmez. Yüz çevirilir. Onun için taraftar toplamanın en iyi yolu onu biraz bozmak, değiştirmek, farklı elbiseler içinde arz-ı endam ettirmektir. Canım photoshop göreyim seni, Kahin diyelim, deli diyelim, iftiha şimdi onu oradan kes buraya ra atarız mesele değil, sen de bir yapıştır şiir yaz

Hakikati Değiştirip, Bozup, Saptırarak Amacına Ulaşma Toplumsal tabanını genişletmekten başka derdi olmayan cemaatler, tarikatler, vakıflar, dernekler kendilerine düşman belledikleri (müslümanın düşmanı azmış gibi bir de birbirlerine düşman oluyor ya güler misin ağlar mısın) karşı gruptan adam koparmak için (bir nevi iktidar gayesindeki parti refleksi) ona iftira atabilmek için ya kaynağı belirsiz bir haberin peşine düşüyorlar ya da bilgisayarın sihirli güçlerinden faydalanmak için harekete geçiyorlar. Peki netice ne? Benim cemaatim mi güçlü seninki mi? Bir şey yarıştırmak diyorlardı neydi yav! Dilimin ucundaydı şimdi.

KANIT|DUA| 71


Onu öyle sevmiştim ki… Ahir zamanda kıtlığını çektiğimiz özlemini duyduğumuz, acaba kaldı mı dediğimiz, en fazla ihtiyacını duyduğumuz şeyin adıdır “dost”. Lise ve üniversite çağı benliğin ergenliğin tepe yaptığı, kanın deli aktığı, vücudun bambaşka şekle girdiği, dünyanın renk değiştirdiği bir çağdır. Genç o dönemde elindeki fırçayla her şeyi boyar. Pembe, siyah en çok kullandığı renktir. Tek dokunuşta boyar hem de. Bu iyi. Bu kötü. Bir anda karar verme eğilimlidir. Zanneder ki hayatın saat ibresi onun iki kaşının arasında. Kendi dahil hiçbir şeye mühlet vermez. Bir anda aşık olur. Bir anda sever. Bir anda nefret eder. Bir anda bağlanır ve soğur. Sosyal medya böylesi ayran gönüllü delikanlılar, terk edildiği için herkese psikolojik danışmanlık yapmaya hazır, on yedisinde güzin abla olmak için sıraya girmiş, tecrübe abidesi kızlar ile doludur. Senin yaptığın atar, hayatıma renk katar; üç kuruşluk adama beş kuruş değer verirsen arada kalan iki kuruşa seni satar türünden buram buram zeka kokan aforizmalar uçuşur tepelerinde kavak yelleriyle beraber. Böyle zor zamanlarda birileriyle tanışır genç kardeşimiz. Abi ya da Abla dır. Mezhebi, meşrebi, cemaati, tarikatı fark etmez. Kimin deresi hangi denize akıyorsa o sahilde dolaşan birisidir o. Çok vardır onlardan. Temel vasıfları iyi olmaktır. İyilikten kastımız nedir peki? Aşağı yukarı her şeyi bilir gibidirler. Her konuda danışabilir, tavsiyelerine uyabilirsiniz. Lokantaya çağırır, hesap öderler. Kimsenin anlamadığı bilmediği yerlerden para kazanır gibidirler. Sanki hiç kızmazlar, hiçbir şey onları üzmez gibidir. Daha sayılacak nice sıradan insanda bulunamayacak vasıflar. Vardır onlarda.

KANIT|DUA| 72


Sarılırlar, öperler, koklarlar sanki kardeşinizmiş gibi. İlk görüşte ülfetin, ünsiyetin bini bir paradır. Şaşırırsınız onlarla otururken. Sanki kırk yıllık dostuyla konuşur gibidir sizinleyken. Hayatta herkes sizi terk etse o elinizden tutacak gibi gelir. Gün geçer. Biraz daha tanımaya başlarsınız. Geçirdiğiniz vakitler çoğalır. Her şeyi bırakıp onunla konuşmak, dertleşmek, muhabbet etmek, geyiğin dibine vurmak istersiniz. O da başka işi gücü yokmuş gibi her cümlesini sizin tonunuza göre ayarlar. Tavlandığınızı fark etmezsiniz bile. Bir sene, iki sene, üç sene derken bakarsınız hayatınızın vazgeçilmez elemanı olmuş. Her şeyinizi ona açma, her şeyi onunla konuşma, o diyorsa anababayı önemsememe halleri baş gösterir. Onlar sizi büyütmüştür ama alim olan, bilge olan odur. Eski kafa değildir onlar gibi. Üniversite bitip kendi memleketinize kanat açmışsanız en güzel hatıralar onunla geçirdiğiniz anlardır. Eğer orada kalmışsanız artık yeni bir insan, hayat, alışkanlıklar sizi bekler. Başka bir hayata adım atmak üzeresinizdir. Aynı kalan onun sevgisidir. İşte bir gün gelir işin öyle olmadığını anlarsınız. Sevdiğiniz, her şeyden çok değer vermek istediğiniz, her şeyiyle sizin olmasını istediğiniz o melek kişiliğin insan taraflarıyla karşılaşmaya başlarsınız git gide.

KANIT|DUA| 73


Sevdiklerimiz bize kötülük yapmaz, biz onlara “zarar versem de bana mecbur zaten” izlenimi bıraktığımız için güçlerini bizim üzerimizde denerler. Çaresi peygamberimizin öğüdünü tutmaktır.

Yapar mısın cümlesine ilk hayır cevabını verdiğinizde, git dediğinde gidemeyeceğinizi belirttiğinizde, gel dediğinde gelemediğinizde ilk donuk suratla karşılaşırsınız ve hayalleriniz bir anda yıkılıverir. Yani bu kadar mıydı her şey. Onca değer, sevgi bir isteğini yapmadığınız için hiç olmamış gibi mi olacak. Derin bir nefes alalım. Buraya kadar kim doğru kim yanlış taraftaydı sizce. Kendini sizin başarınıza, iyiliğinize adadığını zannettiğiniz o dost mu, yoksa kendini biricik zanneden, bütün ilgiyi kendine bekleyen taraf mı? Gölgemiz bizi karanlıkta terk eder ama karanlığın en zifirinde dahi terk etmeye yanaşmayan bir benliğimiz var bizim. Her şeyin en iyisine layık olduğumuzu söyleyip duran, bütün iyilik ve güzelliklerin bizden dolayı bize sunulduğunu düşünen, ben hep iyiyim bana da iyilik yapılsın diyen bir benlik yeşerttik yüreğimizde. Adına nefs diyelim, id diyelim neyse. Yeryüzünde kendini Allah’a ve onun dinine adayan insan hiç tükenmemiş bu topraklarda. O razı olsun diye herkese eyvallah eden, kan yutup kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen, benim olmasa da olur onların olsun diyebilen insanüstü karakterler gezip dolaşır aramızda hızır gibi. O hızırların yanında yarım karış yer bulan insanlar olan bizler ise başka bir havadayızdır. Onun sahibi gibi, o da bizim sahibimizmiş gibi düşünmeye alışırız. Ben onu her şeyden çok seviyorum ya o da beni öyle sevmeli, öyle düşünmeli benim hakkımda.

KANIT|DUA| 74


Severken ölçülü sevin, belki düşman olursunuz. Nefret ederken de ölçülü edin, belki dost olursunuz.

Hayır. Yanlışız dostum. O insanlar bu dünyaya bizim için gönderilmediler. Bizim istediklerimizi yapmakla da mükellef değiller. Onun için, bir insan sana ünsiyet, ülfet, yakınlık gösterdiğinde onu kendinden, kendine bilme. O sana değil, senin vesilenle Allah’ın rızasına yapılıyor bunu böyle bil. Her insan menfaatine çalışır. Onlar da ahiret menfaatlerine çalışan insanlar. Sen çok kıymetli, sevgili, değerli olduğundan değil, onlar kendini öyle gördüğünden, kendilerini cennete layık gördüklerinden sana ve senin gibi birçok kişiye iyilik yaparak cennetteki yerlerini genişletip, süslüyorlar. Neden söyledim bunları? Çünkü bazı kardeşlerimiz, o ilgi ve sevgiyi mutlak bilip, o insanı da melek mesabesine koyup her şeyi her zaman her şekilde konuşabileceklerini zannedip kendi kredilerini tüketebiliyorlar. Sonra “ben onu öyle tanımamıştım, bilmemiştim” deyip o insanı suçlayabiliyorlar. Suç senin değerli kardeşim, kendini kaybetmiştin. Karşındakinin insan olduğunu sırf sana verdiği değer nedeniyle unutmuştun. Belki bu sayede hayatın toz pembe, katran siyah olmadığını, olamayacağını anlamış oldun. İyi tarafından bakalım bir de. Bundan sonra kimseyi melek zannetmeyiz herhalde. İnsanı insan bilip o kadar değer vermek gerek. Aksi halde Allah’ı Allah bilememek ve ona değerini verememe tehlikesiyle yüz yüze kalırız. Onun terketmesi başka birisine benzemez. İslamın altıncı şartı haddini bilmektir demişler. Öyleymiş, değil mi!

KANIT|DUA| 75


Milletler önce şiirsizleşir, sonra şuursuzlaşır. Sanatçı odur ki, eseri öyle sanatkarâne olsun da bakanlar ihtişamıyla kendinden geçsin, esere bakan sanatçısını unuttursun. İşte Allah öyle bir sanatkâr, dünya öyle bir sanat eseridir. Allah’ı göremeyenler de kendinden, etrafından ve sanattan anlamayan cehalet içinde kıvranan kimselerdir

feyz duvarı

İki türlü iman var. Biri inandıkça ateşe odun atar gibi kişiyi gayrete getiren, akıllandıran sahabe imanı, diğeri ölünün üstüne toprak atar gibi aptallaştıran, tembelleştiren yahudi imanı İslam her şeyden önce kişinin alışkanlıklarını terk edebileceğinin farkına varmasıyla başlar. Çünkü kişinin bırakamayacağı en büyük alışkanlığı yaşamaktır. Öleceğine inanan bir insanın bırakamayacağı hiçbir alışkanlığı yoktur.

Fıkra icabı çölde aç biilaç ölmek üzere olan bir adama Cebrail görünmüş. Üç dileğin kabul olacak ne istersen iste demiş. Adamın tek düşündüğü suymuş. Bana bir şişe su ver demiş. Adam içtikçe içmiş yüzüne kan, tenine can gelmiş ama su ilk eline aldığında nasılsa öyle duruyormuş. Adam bir şişeye bir de Cebrail’e bakmış. - Bak işte Rabbinin hediyesi bitmez tükenmez. Kalan iki dileğini de söyle. Ne olur ne olmaz sen iki şişe daha ver bana.

Benim hayatıma sünnetini geçirdiğim her gün bende peygamber doğmuştur Onun sünnetini terk ettiğim her gün bende peygamber o kadar ölmüştür.

Dünyayı değiştirenler, bütün dünya üstüne geldiği halde inancı uğrunda dik duracak kadar omurgası sağlam, istendiği gibi yaşamaktansa istediği gibi ölmeyi göze alabilecek iman ve iradeye sahip olanlardır.



mescİdler sadece

Allah’ındır ÖYLEYSE Onunla BİRLİKTE

BAŞKALARINA DUA ETMEYİN cİN 72/18 KANIT DÜŞÜNCE KÜLTÜR SANAT DERGİSİ

SAYI 5-6-7

DUA


KANIT ISSN 2149-2522

Düşünce Kültür Sanat

Yeni Nesil Yeni Hayat Eskimeyen Hakikat SAYI 5-6-7 DUA @ - #dergimiz tyayin.com/dergiler | f /dergimiz | t /dergimiz 20 TL

DUA

NEdir Ne değildir Nasıl kabul olur Niye kabul olmaz

Kime dua edilmez Nasıl dua edilmez İyi sayın aman ha

EKSİK OLMASIN



Dijital hayatımızda /tmedyasanat

/aklet

/dergimiz

/tkitap

Hayatın içinde T var www

tyayin.com

iyideniye.com kuranla.net

Kültür hayatımızda

Yazın hayatımızda


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.