4 minute read

Bana Göre Olan Bu

Aptal olduğunu söylediğim için suratımı yumruklayan aptal bir kadının evindeyim Kafasında kurduklarıyla sağda solda terör estiriyor çatlak kadın Dört bir yanımızı sarıp sarmalıyor ölülerin nefesi, kanepede yiyişiyoruz Derin bir kesikle dışarı kusuyorum göz bebeklerimi midemden Punk artık ibneleşse de bu kadın aşıkla alay etmeyi icat edenlerin sonuncusu Göt oluncaya kadar uyuştuğu bir gece tanrıyı gördüğünü söylüyor Ve yine söylediğine göre aynı tanrıya bu yüzden inanmıyor Zaten hayatını birinin ya da bir şeyin üzerine kurmak kadar ahmakçası yoktu Fizyolojik gerçekliği bilgisayar kodlarından oluşma bir şiir gibiydi hepsi Nagazaki yok olurken Japon nefretiyle otuzbir çeken bir Çinli düşün Henüz yeni oluşan bir karadelikten içeri boşalıyor ıssız coğrafyasını Ve neyin önemli olduğunu unutuyoruz tümden, kanepede yiyişiyoruz Binlerce yıl sürecek bir saçmalık diliyoruz pastanın üzerindeki mumlardan Her insanın kafatasının içinde bir seri numarası taşıdığını söylüyor kadın Neden bu kadar çok konuşuyor, diye düşünüyorum, kafatasımdan bana ne Ve neden güzel olan şeyleri hissetmeye yönelik boktan bir alerjim var Buruşmuş, incelmiş ve anlatacak hiçbir şeyi kalmamış şu parmaklarımı Ölü keş arkadaşlarımın öyküleriyle birlikte kadının vajinasına daldırıyorum Aşık olan aptalların her sike inanmaya başladığı bir saatte titriyor kadın Dişlerini değdiren duygusal ibnelerin hologramı beliriyor çukurlu yüzünde Kendi içinde derinleşen bir ışık huzmesi fışkırıyor ve yapışıyor tırnaklarıma Kendi içimde sikip atıyorum adını hatırladığım her kadının hatırasını Bir mermi gibi geçip gidiyor kafamın içinden, duraksamayan bir tren gibi Ve pişirip enjekte ediyorum bayatlamış hislerimi, tek bir vuruş yetiyor Çünkü boşalan kadın da biliyor, ben seçtim yalnız ve karanlıkta olmayı Bu yüzden, gülümsüyorken bütün yıldızlar ve rüzgar okşuyorken tenimi Denizin üzerinde parıldıyorken güneş ve balıklar oltaya gelmişken Neşeli türküler söyleniyorken hep bir ağızdan ve şerefine içiliyorken içkiler Düşünmüyorum, bunu hak edecek ne yaptım, diye… Çünkü tanrı kankan da biliyor, ben seçtim yalnız ve karanlıkta olmayı

Karanlığın içinde olup biten her şey zindan gibidir aslında. Düşünmeden edemediğin bir ton şey vardır köşede bekleyen; sigara borçları, ödemesi geciken krediler, bir şeyler farklı gitseydi içerdeki kadının yerinde olması muhtemel başka bir kadın, kanepende takılan ve asla uyumayan, sızlayan çürük dişler, çabuk biten esrar, sabahın sekizde işbaşı yapmak ve kendini aptal gibi hissetmene neden olan bir ton şey. Ama çoğu insanın aksine, kıçını kurtaracak bir mucize aramazdın burada, bu zindanda, karanlıkta, çünkü kurtarılması mümkün tiplerden değilsindir. Olduğun şeyin doğasıdır bu. Bundan başkası sana uygun değildir, sen de bundan başkasına uygun değilsindir elbette. Çalan ilk telefonla siktir edersin paçoz karıyı. Ve ne tesadüftür ki; ihtiyaç duyduğunda çalan ilk telefonla o da aynını yapar sana. Boktan olmanın simetrisidir bu, Anne Sexton’ın söylediği üzere kıçına sokamazsın. Tuhaf bir kahvaltıya uyandırdı beni, oturduğum tekli koltukta sızıp kalmıştım. Birkaç haşlanmış yumurta ve ekşimiş peynirle yetindik. Ekmek bile yoktu. Hepsi bu. Bir sigara ateşledim ve çalışma odasına kapattım kendimi. Çizdiği şeyleri bir kenara kaldırıp yazmaya başladım. Yolun bir öyküye mi yoksa dağınık bir şiire mi çıkacağından emin değildim, yalnızca yazıyordum. Sonra da aklıma hala sözleşme göndermelerini beklediğim şu yayınevi geldi. Moralimi bozuyordu durum, aylar olmuştu: kim okuyacak bu zırvalıkları, diye düşünerek bıraktım yazmayı -ki nadiren yapardım bu saçmalığı. Öylece oturdum sandalyede. Öylece oturmayı seviyordum bazen. Sigaradan sağlam bir fırt çektim ve keşke biraz votka olsaydı diye geçirdim aklımdan. “Ben çıkıyorum!” diye seslendi. Cevap vermedim. Nedeni yoktu, bir şey söylemek istemiyordum. Gece yarısı salondan gelen tıkırtıyı dinler gibi dinledim sadece, nefesimi tutarak. Kapıyı açtı ve bir süre daha bekledi. Seslenmeyecektim. Derin bir nefes çektim ve yazmaya başladım: Uzun yıllar boyunca kadınları inceleme fırsatım oldu: kimi eşsiz parçaları sever, senden başka kimsede olmayan şeyleri, kimiyse yalnızca ona verebileceklerinle ilgilenir. Ve biliyorum ki az önce söylenerek çekip giden şu hatun, sırf yazar olduğum için takılıyor benimle. Hoş, hiç ayık gezmesem ve küfür etmeden konuşmasam da çalıştığı yerdeki bahşiş muhabbetlerinden ve müşteri dedikodularından fazlasını veriyorum ona. Hem… Siktiğimin Ginsberg’ini kim sevmez ki? Oysa beni kolayca terk edebilen kadınları daha çok seviyorum, çünkü aksini mümkün kılmak oldukça zor. Birkaç kez kırıldıktan sonra çakıyorsun köfteyi. Ama hepsinin ötesinde, kendimde idrak etmekte güçlük çektiğim bir özellik olarak şunu söyleyebilirim; kanepemde çıplak oturan sarhoş kadınları seviyorum, geğirdikten sonra kendine gülen ve dakikalarca devam edebilen kadınları, erkek gibi küfreden kadınları, sarhoş olanları ve nadiren ağlayanlarını ve başlarından geçen komik bir olayı iştahla anlatan genç adamları seviyorum, onları oturma odamda görmeyi seviyorum. Onlar da beni sevinceye dek, seviyorum. Ve çok soru sormaya başladıklarında sıkılıyorum, çünkü cevaplara inanmıyorum. Zaten olduğum noktadan başka bir yerde hayal etmiyorum kendimi; çünkü biliyorum ki akşam olduğunda kadın geri dönecek, muhtemelen birkaç birayla birlikte dönecek, çabuk sarhoş olacak ve onu taciz eden babasından söz edecek, o piç kurusunun hayatını nasıl mahvettiğinden bahsedecek, sonra da onu dinlemediğimi düşünerek değersiz hissedecek ve aslında öyle olmadığını söylemem için birkaç cümle bekleyecek, ben “ne söyleyebilirim” diye düşünürken sinirlenecek, biraz bağıracak, ortalığı dağıtacak, küfredecek, zırlayacak ve sonra birdenbire aslında bunların hiçbirinin benimle bir ilgisi olmadığını itiraf edecek. Bu yüzden tüm bunlar gerçekleşirken sessizce oturacak ve içkimden yudumlayacağım. Tıpkı her günün sonunda olduğu gibi. Ne istiyorum, diye düşüneceğim. Ne istiyorum bu kadından? Aptal mıyım neyim?

Advertisement

Iskalayıp Durur Bazıları öyküsünden alıntıdır.

This article is from: