1-10 Ağustos 2011

Page 1

kapak21_Layout 2 8/2/11 12:19 PM Page 1

Dink’in katili 10 yıl yatacak

DOSYA SAİT ÇETİNOĞLU’NUN YAZISI SF 19-20-21

ERMENİ SOYKIRIMININ İZLERİ

Hrantk Dink’i katleden devletin tetikçisi Ogün Samast, yapılan “yargılama” sonrası 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest kalacak. Sayfa 6-7

Dosyamızın bu bölümünde de Ermenilere ait malların önce gazetelerde ilan edilip sonra hazineye gelir olarak kaydedilerek soykırım kurbanlarının mallarına nasıl el konulduğunu aktarmaya devam ediyoruz.

1915 Ermeni Soykırımı’nın T. C. Merkez Bankası kayıtlarındaki izleri

YENİ DEMOKRASİ İÇİN

Halkın Günlüğü Hangi ‘YENİ’

1-10 AĞUSTOS 2011 Yıl: 1 Sayı: 6 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Dersim halkı festivalde buluştu

DÖNEM?

fGÜNCEL 08-09 11. Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nde on binler buluştu. Bir dizi panel, söyleşi, tiyatro ve konserin yapıldığı festival canlı bir atmosferde geçti. Mazgirt ve Hozat belediyelerinin yerel yönetimlere dair planladığı sempozyumun ön toplantıları da festival etkilikleri kapsamında yapıldı.

Genel seçimlerden oyunu arttırarak çıkan yeni savaş hükümetinin temsilcisi Erdoğan, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesi TSK’nın kurmayları ile pazarlıklarda anlaşamayınca “komutan”lar terk-i diyar eyledi.

Yunanistan Komünist Örgütü ile güncel gelişmeler üzerine Röportaj Sf. 16-17

Türk hakim sınıflarının “Yenilik”çiliğe karşı hayranlığı Osmanlı’dan bu yana devam ediyor. “Yeni” lale bahçeleri inşa eden Türk devletinin savaş hükümeti, kendisi kadar “yenilik”çi olan TSK kurmayları ile anlaşamadı. Komutanların istifasıyla birlikte vesayetin kalktığı ve yeni dönemin başladığı vurgusu yapı-

Sendikalarda siyasal organizasyon fEMEK 14-15 Devletin emekçilere karşı saldırısı hız kesmeden devam ediyor. Sendikalar ise içerisinde bulundukları durumdan kurtulmak bir yana, işçi ve emekçileri hakim sınıf partilerine yedeklemeye çalışıyor. Bu duruma karşı çıkanlar ise mevcut güçsüzlükten kaynaklı çekim merkezi haline gelemiyor

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

Devlet tarihinde yeni bir dönem mi? sf 4-5

❯ ‘Hayata Dönüş’ mü

demiştiniz sf 22-23

lıyor. Ancak YAŞ öncesi yapılan pazarlıklar sonucu yaşanan istifalar, savaş koalisyonun yeni paşalarla sürdürüleceğinin dışında bir anlam taşımıyor. Emperyalizmin ‘yeniden yapılandırma’ politikasının bir sonucu olarak tüm kurumlarına ayar çekilen Türk devleti, AKP hükümeti aracılığıyla yeni saldırı konseptine hazırlanıyor.

❯ Bir devlet geleneği LİNÇ sf 04-05

Demokratik Özerklik ve DTK Genel Kurulu Van’da 4 günlük kampın ardından yol haritasını açıklayan BDP’li vekiller, anayasal zeminde çözüme hazır olduklarını söylediler. Vekiller, hükümetin adım atması halinde bu sürecin içerisinde yer alacaklarını ifade ettiler. 30-31 Temmuz’da toplanan DTK 5.

Genel Kurulu ise “Demokratik Özerklik”in ilanından bu yana geçen süreci değerlendirerek “Abdullah Öcalan’ın sürece hakim ve müdahil olması için koşullar düzenlenmeli, eylemsizlik ilan edilmeli, operasyonlar durdurulmalı, meclis inisiyatif alarak de-

mokratik ve anayasal çözüm için katılımcı bir yöntemle çalışmaları 1 Ekim tarihi itibariyle başlatmalıdır” şeklinde kararlar aldı. KCK da bu süreçte açıklama yaparak, “Demokratik Özerklik’in öz savunma güçleri oluşturulmalıdır” dedi. Sayfa 10-11


2-3_Layout 2 8/1/11 3:06 PM Page 1

02 güncel Bir vefa bin şehit Güle güle yoldaşlarım güle güle! Silah arkadaşlarım, Rüzgar soluklarım. Halkımın vefalı oğulları savaşımızın şehitleri. Sesinizi taşıyor şimdi serin dağ yeli. Karadere, Kurubayır şahittir. Sesiniz yankılanıyor şimdi savaş siperlerinde savaşçının kulaklarında. And olsun and olsun ki bire on! Siz ki haykırdınız sarsılarak vurulurken! Bu savaş bizim savaşımız diye. Destan yaratanların, yarın savaşanlarındır diye. Sizler yakın tarih üzerine kurulmuş kurguları yapılan hesapları tuzla buz ettiniz. Güle güle yoldaşlarım güle güle. Silah arkadaşlarım, rüzgar soluklarım. Sesinizi taşıyor simdi serin dağ yeli. Karadere, Kurubayır sesinizle yankılanıyor. Gidip bir bakayım ölmemiştir belki. Yaralıymış biri, düşman sürüklerken bedenini, kafası taşlara çarparken, yüzüne otların yeşil rengi bezenmiş iki günlük sakalıyla. Roj! Biliyor musun? Vurulurken diğeri yaşamı pahasına, gözlerinin önünden gecen flim şeridinin son perdesinde sen varmışsın. Gözleri son karede donup kalmış yoldaşımın diyorlar. Sen onun bilinç altında bilinçli hapsolmuş ve onun özleminin diliydin. Güle güle yoldaşlarım, silah arkadaşlarım, rüzgar soluklularım, sesinizi taşıyor şimdi dağyeli. Düşman bunu böyle bilsin; And olsunki bire on! Yoldaşlarımın kurşunlanmış ölüsünü soğuk bedenini, yoldaşlarına, anasına, babasına, yarine sunmayı reva gören düşman! Senin de bedenini bombalarla tuzla buz etmek benim boynumun borcu olsun! Yoldaşlarıma vefa borcum olsun ve devrime sözüm

Güle güle yoldaşlarım güle güle Silah arkadaşlarım, rüzgar soluklarım. Sesinizi taşıyor şimdi serin dağ yeli, Karadere, Kurubayır şahittir. Gül kızıllığında, başak serinliğinde, sıcak sevgilerle hoşçakalın. Sesiniz yankılanıyor savaş mevzilerinde, savaşçıların kulaklarında. Destan yaratanların -yarın savaşanlarındır bir vefa- bin şehit. Yoldaşınız

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Büyük

çatışmaların

ordusu parça parça inşa ediliyor

Maoist Komünist Partisi (MKP) Dersim Bölge Komitesi üç Halk savaşçısının ölümsüzleşmesine ve devamındaki gelişmelere ilişkin bir açıklama yaptı. MKP-DBK, Halk Savaşçıları Ozan Derman, Abidin Demir, İsmail Perktaş’ın ölümsüzleşmesine neden olan pusuya ve sonraki gelişmelere dair bilgilendirme yaptı. MKP-DBK tarafından çatışmaya dair şu bilgiler verildi: “27 Haziran saat 21:00 sularında köy çıkışına atılan pusu sonucu YILMAZ (Ozan Derman). TAYLAN (Abidin Demir), FECİR (İsmail Perktaş) yoldaşlar şehitler kervanına katıldı. Çatışma esnasında yoldaşlarımız düşmana karşı cevap vermesine rağmen pusudan belli bir mesafe uzaklaşmayı başarsalar da alandan çıkamamış ve ölümsüzleşmişlerdir. 27 Haziran günü Burnak Karadere hattına atılan bu pusunun ayrıca Kepir Yaylası sırtlarından gözetleme ve pusu timleri ile takviye edildiği, çatışma esnasından sonra alana gelen kobra helikopterlere atılan izli fişekler ile düşman konumlanmasının geniş bir alana yayıldıgı görülmüştür. Ayrıca çatışma anında 20’ye yakın lav silahı kullanılmıştır. Belli türde silah ve yığınaktan anlaşılacağı üzere alana yapılan kapsamlı bir pusulamaya yoldaşlarımız

takılmıştır. Esasen pusulama ve yoğunluk direkt HKO gerillarına yönelik değildir. Yoldaşlarımızın şehit düştüğü pusu çatışması yaklaşık 21:45 civarlarında son bulmuştur. 22:00 civarında ise çatışma alanına 2 kopra helikopter gelip alanın üzerinde yaklaşık 45 dakika dolaşmıştır. Çatışma sabahı düşman güçleri şehit düşen yoldaşlarımızı almaya çalışırken yine M-16 tüfekleriyle yoldaşlarımızın bedenlerine ateş ederek yanaşmıştır.” Ölümsüzleşen Üç Halk Savaşçısının devrim ve komünizm yürüyüşünün zorlu ve çetin bedelli gerçeği olduğunu açıklayan MKPDBK, Ozan Derman, Abidin Demir, İsmail Perktaş’ın “yaşamı devrimcileştir” çağrısı olduğunu ifade etti. MKP-DBK tarafından yapılan açıkama şu şekilde devam ediyor: Ozan Derman (Yılmaz): Partimizin son dönemlerde yetiştirdiği genç, yetenekli yoldaşlarımızdan bir tanesiydi. Yılmaz yoldaş, Maoist partide şehit düştüğü ana kadar parti üyesi olarak görevlerini sürdürmekteydi. HKO’ içerisinde parti komitesinde görev alan Yılmaz yoldaş, Pulur (Ovacık)

mıntıka parti üyesiydi. Yılmaz yoldaş, üniversite öğrenciliğinden dağlara uzanan genç bilgeliğiyle Halk Savaşı’nın pratik taşıyıcılığına örnektir. 2009 yılında gerilla alanına gelen yoldaşımız kararlı devrimci tutumu ile örnek olmuş ve halkla geliştirdiği ilişkiler sonucunda partimiz ile halkımız arasında güçlenen ilişkide önemli oranda katkısı olmuştur. Yılmaz yoldaş, çerçeveli diploma peşinde koşan, hayatın nabzını entellektüel sınırlara sıkıştıranlara doğru bir cevap ve doğru bir yol gösterici rehberdir. Yılmaz yoldaşın HKO saflarında kuşandığı silah ‘yaşamı devrimcileştir’ perspektifinden bağımsız değildir. Tasfiyeciliğin, umutsuzluğun, biçare tutumların ağır kasveti altında Yılmaz yoldaş, üniversite kampusünden Halk Kurtuluş Ordusu’na umut ve direnişin geliştirilmesinde partimizin, faşişt TC devletine komünist bir pratikle cevabı olmuştur. Gün dağları konuşmak, gerillaların resimlerine, silahlarına bakmak, uçurum boyları manzaralarına dalarak anımsamak günü değildir. Günün çağrısı, savaşmak için silah kuşananındır! Şehitlerden öğrenmek teorik, politik ve olmazsa olmaz pratik yöneliminden öğrenmekle olacaktır. İsmail Perktaş (Fecir): Fecir yoldaş, 2010 yılında gerilla alanına katılmıştır. Partimizin saflarında örgütlü olmadan önce başka bir dost devrimci harekette örgütlü olan Fecir yoldaş, partimiz saflarında örgütlendikten sonra gerilla alanına katılmak için başvurdu. Yoldaşın gerilla alanında öne çıkan en önemli yanlarından birisi savaşı tek bir yaklaşımla sadece teorik ya da sadece askeri faaliyetler çerçevesinde yürütmemesiydi. Fecir yoldaş Halk Savaşı’nın ilerisini önemseyerek, bütünsel bir gelişme için muazzam bir çaba harcamaktaydı. Bir yıllık gerilla pratiğine rağmen gerilla deneyimi, bilgisi ve davranış kabiliyeti, gösterdiği devrimci çaba sonucunda bir yıllığı çoktan aşıp gitmişti. Fecir yoldaş ailemizin ikinci şehidi-

YENİ DEMOKRASİ İÇİN Halkın Günlüğü

KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

BÜROLAR

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232) 482 01 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com


2-3_Layout 2 8/1/11 3:06 PM Page 2

güncel

1-10 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

dir. 2005 yılında Mercan’da ölümsüzleşen 17’lerden Ahmet Perktaş (Zeki) yoldaşın kardeşidir. Devrimci savaş içerisinde kimi ailelerimiz ikinci üçüncü şehitlerini devrim uğruna vermişlerdir. Bu büyük onura sonuna kadar bağlı kalacağız. Fecir yoldaş şehit düştüğünde HKO Pulur (Ovacık) gerilla birliğinde savaşçı olarak görevini sürdürmekteydi. Abidin Demir (Taylan): 2006 yılında HKO’ya katılan Taylan yoldaş, HKO saflarında birçok görev alarak başarıyla yerine getirmiştir. 2008 yılı gerilla Dersim faaliyetlerinin ara boşluğundan sonra tekrar kaldığı yerden silahını kuşanan Taylan YŞoldaş, devrimin, partinin, ordunun görevlerine sahip çıkmada bir an olsun tereddüt etmedi. Taylan yoldaş askeri yetkinliği ve geliştirdiği ideolojik duruşuyla da teorideki Maoizmin, pratikteki yalçın kayalığındandır. Taylan yoldaş, 27 Haziran gününe kadar Pulur (Ovacık) mıntıkasında Mıntıka Komutanlığı görevini yürütmekteydi.

Kimden nasıl öğrenmeliyiz? Devrimciliğin anlamsızlaştırılmaya çalışıldığı, bedel ödemenin gereksiz ve ahmaklık derecesine düşürüldüğü bu ağır süreçte şehitlerimiz bizim devrim kararlılığımız ve iktidar bilinçlerimizdir. Onlar zorluklar, yetmezlikler, savrulmalar ve karamsarlığa vurulan devrimci bir hançerdir. Taylan, Yılmaz, Fecir tıpkı kendilerinden önce ölümsüzleşen yoldaşlarımız gibi silaha sarıldılar ve bedel ödemekten tereddüt etmediler. İşte bu açık bir devrim belleği ve bilincidir. Yoldaşları anlamak bu kilometre taşlarından geçmektedir. Çünkü onlar yaşamları ve tercihleriyle devrimi yaratma uğruna şehit düştüler. Halk için savaştılar. Halk iktidarı ve komünizm için şehit düştüler. Temel meseleleri buydu. Onlardan öğrenmek, Halk Kurtuluş Ordusu’nda kana kan bir savaşa katılmakla işlenebilir. Her bedel devrim savaşında bir kararlılık ve

Taylan’a Yılmaz’a Fecir’e

OZAN DERMAN bir çağrıdır. Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın çağrısına kulak verin ve yüreğinizi doruklara uğurlayın! Onların çağrısı zorun zorla parçalanacağına cevap olmak için gerillanın politikalarını adımlama hareketine geçin çağrısıdır. Toprağa düşen yoldaşların arkasında bıraktığı savaş çağrısıdır. Burjuva kırıntılarına sıkıştırılmış sistem içi tasfiyeciliği bertaraf çağırısıdır. Maoizm ve Halk Savaşı bunun en açık pratik ilânıdır. Şimdi yollar dağlara çevrilmeli çünkü kuşatma saati gelip çatmıştır.

Dersim halkına ve ‘Siperlerin başına’ çağrısına ilişkin Dersim halkı şehitlerini sahiplenerek pratik politikada düşmanına net tavrını koymuştur. Bu bütünleşme ve sahiplenme tarihin derinliklerinden süzülüp gelmektedir. Dersim coğrafyası 39 yıllık devrimci savaşta pratik ve politik taraflılığını her dönemde farklı düzeyde ortaya koymuştur. Kitlelerle sıkı ve sağlam bağlar savaşın gelişmesinde olmazsa olmazdır. Dersim’de bu bağ her zaman varola geldi. Bugün daha da gelişerek devam etmekte, şehitleri sahiplenmek ile devrimci savaşı sahiplenmek arasındaki sağlam bağ daha da geliştirilmelidir. Halkımız, bizi misilleme için siperlerin başına çağırıyor. Bizler siperlerin başındayız. İstenileni biliyoruz. HKO savaş karargâhıdır.

Bir gerilla olsaydım Dersim’in dağlarında yılmadan savaşan Bir gerilla olsaydım köhnemiş yaşamdan kopup dağlara taşan Bir gerilla olsaydım savaşı savaşarak öğrenen ve Bir Taylan olsaydım Yarınlar için silahıyla düşmana kin kusan

İSMAİL PERKTAŞ Devrim için düşmanın darbelenerek yok edilmesinin yegâne aracıdır ve şehitler verilse de verilmese de asli görevi düşmanı darbelemektedir. Her şehitlden sonra haklı olarak misilleme beklentisi kitleler nezndinde oluşur, oluşacaktır da. HKO buna cevap olacak kadar yetkin ve yeterlidir. Partimize yönelik düşman tarafından özel bir yönelim geliştirilmektedir. Çünkü son yıllardaki çıkış ve çatışmalar düşmanı tedirgin ederken halka güven vermektedir. Özel yönelim ile olumlu süreç kırılmak isteniyor. Dost da düşman da bilir ki; en ağır yenilgilerde bile aman demeden devrimci savaşı yürüttük, yürütüyoruz. Tarihimiz açık ve net olarak referansımızdır. Biz en ağır şartlarda ayağa kalkıp yürüyüp, umudun bayrağını yücelere taşıdık, taşıyoruz.

Yılmaz’a, Fecir’e, Taylan’a Yoldaşlar şimdi gösterdiğimiz devrimci kararlılığın fotoğrafı arkasında binler cenazenizi uğurluyor. Devrim savaşının umuduna sarılıyor. Yeni yoldaşlar HKO depolarında silahlar kuşanıyor. Dağların heybeti ve devrimci cüret gelişiyor. Büyük çatışmaların ordusu parça parça inşa ediliyor. Tetiklere giden elleri soruyorsunuz? Onlar huysuzlaştı, sabırsızlaştı, gözler karış karış araziyi tarıyor. Ezilenlerin kinini, ödediğimiz görkemli bedellerle zafere taşımak için.”

Bir gerilla olsaydım Mücadelenin ileri mevzilerine atılan Bir gerilla olsaydım Yaşama umutla sarılan Bir gerilla olsaydım Suskunluğu bozup gerçekleri haykıran ve Bir Yılmaz olsaydım Silahıyla düşmanı darbeleyen

03

ABİDİN DEMİR Arıyorum kavganın sıcaklığında Sessizce, tetiğe giden parmağı ‘Ben varım’ Gerillanın yürüyüşe giden yolunda diyen sesi Şimdi dolaşıp duruyor Şu Dersim’in dağlarında Ölüm öfkesini kustu üstüne Daha yeniydi bakışları Taze yapraklar gibi Suya, güneşe muhtaçken O elinde silahı Tüketiyordu teriyle bedenindeki suyu Ve soğuk zemheri de Bedenindeki ısısını veriyordu Dünyanın soğukluğuna Annemin şefkatine ihtiyacı yok Yarin sıcaklığına da Artık onun da olmayacak Sevgi denizinde suyu Çünkü o dolaşırken şu Dersim’in dağlarında Halkı için vurulup akıtmıştır kanını Ve daha nice kana tanıklık edecek Her yiğit kuşanırken gerillanın silahıyla Düşmanın kaleleri bir bir tükenecek Tükendikçe çoğalacak yiğitlerin de sesi

Abidin Demir (Taylan)

Bir gerilla olsaydım Güneşe sevdalı dağlara aşık Bir gerilla olsaydım Zulme başkaldırıp silahını ve Bir Fecir olsaydım Canını halkına feda etmekten çekinmeyen...

Dersim’den bir HKO gerillası


4-5_Layout 2 8/2/11 12:28 PM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Devlet tarihinde Türk devletinin yeniden yapılandırılması süreci devam ediyor. AKP’nin TSK ile olan YAŞ öncesi pazarlıkları paşaların istifasıyla sonuçlandı. Türk devletinin emperyalist politikalar etrafında yeniden yapılandırılması devam ederken, TSK kurmaylarının istifası geldi. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesi başbakan, cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı arasında yapılan pazarlıklarda sağlanamayan uzlaşı TSK kurmaylarını istifa ettirdi. Değişik kesimler tarafından farklı farklı değerlendirilen bu gelişme daha çok “askeri vesayetin geriletilmesi ve demokratikleşme açısından olumlu bir adım” olarak görülüyor. Özellikle hükümet yanlısı kesimler-kişiler ile liberal tayfanın öncülüğünde yoğun bir

BDP Zeytinburnu İlçesi Eşbaşkanı Methiye Al: Polis hedef gösterdi

Bir devlet

Gazetemize açıklamalarda bulunan BDP Zeytiburnu temsilcileri saldırganların kahvehanelerde, depolarda bir araya gelerek saldırıları planladıklarını ve polisin saldırganların üzerine gitmediğini ifade etti. Kürtlere yönelik linç girişimlerinin düğmeye basılarak başlatıldığı bu süreçte BDP Zeytinburnu İlçesi Eşbaşkanı Methiye Al yaşananlarla ilgili şu carpıcı açıklamaları yaptı: “Polisler saldırılardan önce Kürtlerin yoğun olarak gittiği kahvelerde kimlik kontrolü yaptı. Esasta bunlar bahaneydi. Polisler saldırıların planlandığı kahvehaneleri olaylardan önce görerek saldırılar için uygun bir ortam hazırladı. Polis baskınlarından sonra gelişen saldırılarda en az 100 kişilik gruplar bir araya geldi. Batmanlılara ait bir kahvehane ile Diyarbakırlılara ait iki kahvehane tahrip edilerek camları kırıldı. Masalar ve içeride bulunan eşyalar yerle bir edildi.

geleneği LİNÇ

‘Sokağa çıkma hakkınız yok’ Emniyete ve valiliğe giderek yaşanan olaylara müdahale edilmesini ve kontrol altına alınmasını talep ettiklerini belirten Methiye Al, “Arkadaşla-

rımız saatlerce kapılarda bekletildi. Görüştüklerinde ise aba altından sopa gösterilerek, ‘evet şu anda mağdursunuz ama bu mağduriyete tepkinizi gösterme hakkınız yok’ sözleriyle tehdit edildi.” dedi.

Linç için ortam hazırlandı’ Saldırıların polis yönlendirmesiyle gerçekleştiğini ve bunu herkesin gördüğünü ifade ederek, saldırıların devlet yetkililerin yaptığı açıklamalardan sonra “tesadüf” bir şekilde yapıldığına dikkat çeken Methiye Al: “Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet yetkilileri Kürt halkına yapılan saldırılarla provokasyon ortamı yaratmaya çalıştı. Halkımız üzerinde tedirginlik ve korku atmosferi yaratarak bizleri sindirmeye çalışıyorlar. Ancak Kürt halkı çok acılar çekti. Kürt halkının kendi irade gücü ve enerjisi vardır. Kürt halkı yürüttüğü örgütlü mücadeleyle bu süreci aşacak güçtedir. Biz şu anda provokasyonlara uygun bir ortam yaratıldığını düşündüğümüz için sağduyulu davranıyoruz ve bir an önce olayların kontrol altına alınmasını talep ediyoruz.” dedi.

propagandayla; generallerin istifasının TC tarihinde bir ilk olduğunun altı çizilerek “yeni bir dönemin başladığı” yorumları yapılıp, hükümetin ne kadar “kararlı” ve “başarılı” olduğuna atıflarda bulunuluyor. Beyaz saraydan atanmasının dışında 12 Haziran genel seçimlerinde de rakiplerini geride bırakan AKP, bu propagandalarla birlikte “açılım”, “demokrasi” peçelerinden sonra “sivil anayasa” miğferini de başına geçirmiş bulunuyor. Askerlerin istifa etmesiyle birlikte “yeni” bir dönemin başladığı, askeri vesayetin bittiği gibi yorumlarla birikte yaratılan bu yanılsamalı durumun altında yatan gerçek ise emperyalist projelere uşaklık eden Türk devleti ve onun yürütmesinde yer alan AKP hükümetinin, efendilerinin icazetleri ile birlikte devlet kurumlarının hizaya çekilmesidir. Yenilik diye ortaya sürülenler de bir önceki dönemin devamı ve savaş koalisyonundaki isimlerin değişme-

Linç için kışkırtılan faşist güruhlar, Kürtlere ait iş yerlerine ve evlere saldırdı. Ellerinde satırlarla, sopalarla insan avına çıkan faşist güruh evleri bastı, insanları tartaklayıp, yerlerde sürükledi. Irkçı faşist saldırıda iki kişi silahla vurulurken evlerden insanların üzerine taşlar atıldı, Kürt kadınları yollarda durdurularak taciz edildi. Mahalleleri savaş alanına çeviren sivil faşistleri yönlendiren polisler, saldırganların önünde ekip otolarıyla ve yunuslarla giderek saldırganlara gönüllü eskortluk yaptı. Özelikle Kürtlerin yoğun olarak gittiği kahvehaneye yapılan saldırıda görgü tanıklarının ifadelerine göre ilk taşı polisler attı.

Silvan’da gerillanın 20 askeri savaş dışı bırakmasıyla beraber, AKP ve devlet kurumlarının temsilcileri hep bir ağızdan burjuva feodal medyada boy göstererek, BDP ve Kürt ulusunu hedef gösteren konuşmalar yapmasının ardından Kürt ulusuna yönelik polis destekli faşist ırkçı saldırılar gerçekleşti. Polis desteğiyle kışkırtılmış kafatasçı faşist güruh, Kürt ulusunun yaşadığı batı bölgelerinde linç girişiminde bulundu.

‘Polislerden korkuyorduk’

Bursa, Eskişehir, Konya, Denizli, Aydın ve daha birçok ilde gerçekleşen linç girişimlerinin en tehlikelisi İstanbul’un Zeytinburnu İlçesi’nde yaşandı. Silvan’da 20 askerin öldürülmesi bahane edilerek, Kürtlerin yaşadığı Çırpıcı ve Yeşiltepe mahallelerinde kahvehanelere ve esnaflara saldıran ırkçı, faşist gruplar, Kürt ulusuna mensup birçok kişiyi ağır yaraladı.

Kürtlerin yoğun olarak gittiği mahallelerden Dostlar Kıraathanesi’ne yaptığımız ziyarette saldırının izlerini görme imkanı bulduk. Saldırıda kıraathanenin camlarının tamamen kırıldığı gözlenirken, içeride bulunan masalar paramparça bir haldeydi. Yıkıntılar içerisinde konuştuğumuz Dostlar Kıraathanesi’nin sahibi Ali Düştü yapılan saldırılar sırasında polisle konuşmaktan korktuklarını belirterek, saldırıyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Kahvehanenin bulunduğu yere

“Türk bayrağına hakaret ettiler”, “Bunlar terörist”, vb. söylemleriyle sivil faşistlere hedef gösterilen Zeytinburnu İlçesi’nde yaşayan Kürt ulusuna mensup insanlar, organize linç girişimlerine maruz kaldı. Kürt ulusun yoğunluklu olarak yaşadığı mahalleyi polis ablukasına alan devletin kolluk güçleri, 12 Eylül’ü aratmayan uygulamalar ve kimlik kontrolleriyle Kürt ulusu üzerinde planlı bir baskı ve sindirme politikasını hayata geçirdi.


4-5_Layout 2 8/2/11 12:28 PM Page 2

güncel 05

yeni bir dönem mi? sinden ibarettir. Ne AKP sivil siyaset yanlısıdır ne de ordu bu sürecin masum çocuğu. Her ikisi de kirli siyasetin aktörleri olmakla birlikte, sınıf kardeşidirler. Birbirleriyle olan ilişkileri de bu çerçevededir. Dolayısıyla AKP hükümetinin, siyasetin içinde olan orduyu “dışında” bırakma gibi bir hedefi yoktur. Tam tersine siyasetin içerisinde olan orduyu yine siyasetin içerisinde, ancak kendi ekseninde tutmak istemektedir. Ayrıca ordunun bundan sonraki rolü ve statüsü her ne olursa olsun esas olarak devletin niteliğinde herhangi bir değişiklik olmayacak ve faşist diktatörlük devam edecektir. Kaldı ki, ister faşizm olsun isterse demokrasi hiçbir ordu siyasetin dışında yer alamaz. Türk devlet geleneği içerisinde ordu sistemin bekasını koruyan önemli bir güç ve baskı aygıtıdır. Bu haliyle de siyasetin içindedir. Dolayısıyla orduyu siyasetin dışına çıkarmak gibi

bir durum söz konusu değildir, böylesi bir hamle zaten olmamıştır da. Bugün ortaya çıkan tablo da ise gayet açık bir şekilde TSK’nın yeniden yapılanma sürecinde elden geçirilerek, siyasi kulvarda kimin yanında duracağının hatırlatılmasıdır. Şimdi yeni bir organizasyonla hem ordunun siyasetin dışına çıkarıldığı hem de orduda mevcutta var olan kirli ilişkilerden kurtarıldığı propaganda edilecektir. Sürece komuta edecek kurmayların atanmasıyla birlikte mevcut sistem kendi iktidar bekasını sağlamak için ordusunu “temiz”e çıkaracaktır. Kendisi kadar kirli olan orduyu “temiz”e çıkarmak içinde sözde operasyon ve yargılamalarla her şeyin “değiştiği” ve ordunun eski olan “derin devlet”ten kurtulduğu yanılsamasını yaratacaktır. İşte bugün üzerinde yoğun tartışmaların yapıldığı durum özetle bundan ibarettir.

UFUK ÇİZGİSİ

ZAMANA DOĞRU YAKLAŞMAK

Z

amanın her şeyin ilacı olduğu vecizesi, göreli bir gerçeği ifade etse de, özünde burjuva dünya görüşüne tekabül eden ve idealist felsefenin ürünü olarak ondan peydahlanmış olup kendiliğindenciliği kutsayan teorinin sinsi bir uzvudur. Zamanın nasıl kullanıldığı, nasıl tasarruf edildiği veya ne kadar tutumlu değerlendirildiği, nasıl geçirildiği (emek verilerek mi, yoksa avarelikle mi doldurulduğu), nasıl ve hangi doğrultuda ve kimler tarafından veya hangi amaçlarla yönetildiği, söz konusu zamanın hangi planlamalarla harcandığı ya da zamanın planlanıp planlanmadığı, harcanan veya geçen zamana hangi sınıf egemenliği ve iktidarının damga vurduğu, nelere tanıklık yaptığı gibi geniş yelpaze üzerinde çoğalan sorular, zamanın tılsımını çözen kuvvetli delilleri oluştururlar. Bunlar göz ardı edilerek düz ve insan aktivitesinden bağımsız telakki edilen “zaman en iyi ilaçtır” sözü katıksız idealizmdir. Zaman kavramıyla ilgili olarak; “alışırsın”, “unutursun”, “zamanla geçer” ve hatta “sabırlı ol” gibi telkinler çoğu kez yaşanan gelişmeler karşısında haklı ve yerinde gösterilen reaksiyon durumunda karşımıza çıkar. Bu telkinlerin hepsini her şartta reddetmeyi mutlaklaştırmak elbette doğru olamaz. Örneğin, salt tepkisel-duygusal davranışlarla hareket etmenin hatalı olacağı, buna karşın planlı bilinçli hareket etmek için belli bir sabrın taşınması doğru olanıdır. Ama bu telkinler yaşanan olumsuzluk ve negatif gelişmelerle barışık durma, kanıksama, kabul etme, entegre olma vb temelinde gündeme geldiğinde (yani haklı reaksiyonu pasifize etme-nötrleştirme veya geri olanla uzlaşma muhtevasında iseler), tamamen gerici rol oynarlar.

geldiğimde camlar kırılmıştı. Sokak, başından sonuna kadar saldırganlarla doluydu. Ellerinde kesici aletler, satırlar, döner bıçakları var. Kahvehaneyi darmadağın ettiler. Biz hiçbir şekilde yanaşamadık. Polis ekipleri de buradaydı. Seyrediyordu polisler. Kendi gözleriyle saldırıların yapıldığını görüyor ama müdahale etmiyorlardı. Polislerin bize saldırmalarından korktuğumuz için polislere neden olayları engellemediklerini soramadık. Saldırılar başlamıştı ve hiçbir şey yapmıyor, sadece seyrediyorlardı.”

yanınızdayız” mesajının verildiği ziyaret, oluşturulan heyetin ilk saldırıların gerçekleştirildiği kahvehaneyi giderek yaşanan olaylarla ilgili bilgi almasıyla devam etti. Olay yerinde incelemeler yapan heyet saldırı yapılan kahvehanenin sahibi Ali Düştü’yle görüşerek yaşanan olaylarla ilgili bilgi aldı. Heyet olay yerinde inceleme yaparken polislerin olay yerine gelerek sanki saldırılar yapılırken olayları seyretmemişler gibi “burada ne olmuş?” şeklinde soru sorması dikkatlerden kaçmadı.

DHF’den destek ziyareti

Faşist güruh serbest bırakıldı

Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Zeytinburnu örgütlülüğü BDP’yi ziyaret ederek bir açıklama yaptı. DHF Zeytinburnu örgütlülüğü Kürt ulusuna yapılan saldırılarla ilgili, TürkKürt çatışması yaratılması hedeflendiğini belirtirken, Maraş’ta, Çorum’da, Gazi Mahallesi’nde halka yapılan saldırıların perde arkasında bulunan polislerin Zeytinburnu’nda görev başında olduğunu ifade etti. DHF saldırıların önlenmesi için BDP’nin yanında olduklarını ifade etti.

Zeytinburnu’nda Kürtlere dönük gelişen saldırıların kamuoyunda büyük tepkiye yol açmaması için devlet, faşist güruhu provoke ettikleri gerekçesiyle, 125 saldırgan gözaltına alındı. Ancak yapılan gözaltıların tamamen olayı soğutmaya ve geçiştirmeye dönük olduğu anlaşıldı. Gözaltına alınanlardan 38’i adliyeye sevkedildi ve sadece 8’i tutuklandı. Buna karşın saldırıya uğrayan ve gözaltına alınan 22 kişiden 5 kişi tutuklandı.

BDP’ye destek ziyareti

Zeytinburnu’nda Kürtlere yönelik gelişen linç saldırılarında hedefte olmalarına rağmen, saldırganlarla birlikte gözaltına alınan ve mahkemeye sevk edilenler arasında bulunan Fatih Akkurt, Mehmet Sadık Dursun, Hikmet Kurttok, Şirvan Budak ve Sinan Yeşilmen hakkında mahkeme tarafından tutuklama kararı verildi.

DHF, Kaldıraç, ÖDP’nin de aralarında bulunduğu devrimci demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler bir heyet oluşturarak Zeytinburnu’nda bulunan BDP İlçe Başkanlığı’nı ziyaret etti. BDP’ye yapılan saldırılarla birlikte “Kürt halkı üzerinde yaratılmaya çalışılan provokasyonlara karşı devrimci demokratik kitle örgütleri olarak

≫ bakış can

Kuşkusuz ki zaman kavramıyla tanımlanan olgu; insanın bilinçli dinamik rolü ve nesnel gerçekle uyumlu iradi müdahalesi, bu zeminde fonksiyon oynayan iradesi ve gerçeğe hükmeden dönüştürücü devrimci kuvveti, gelişmelere yön veren ve yöneten etkisi, çelişki ve gelişme yasasının siyasi yansıması olarak sınıflar mücadelesi yasasının içeriği ve ilerleme yönü, tecrübelerin direnç oluşturduğu vb vs hesaba katılmadan ve salt kendiliğindenci koşullarda tasavvur edildiğinde (bu olgu, yani zaman); aşındıran, ufalayan ve acı da dahil her şeyi unutturan etkilere sahiptir denebilir. Kısacası, zamanın belli bir etkiye sahip olduğu doğru ama esas olarak zamanın insan kitlelerinin veya sınıflar aktivitesiyle birlikte daha tam ve anlamlı tesire kavuştuğu inkar edilemez. Zamanın etkisiyle ilgili ikili yaklaşım; özünde, gelişmeyi kendiliğindenci akışına bırakma tutumu olan birinci yaklaşım ile bu gelişmeye devrimci müdahaleyle etkide bulunmayı öngören ikinci tutum olarak bir birinden kökten ayrışır. Birinci görüş, “nasılsa tarihin tekerleği ileri doğru dönmektedir ve toplum eninde sonunda sınıfsızlığa varır, dolayısıyla bu tekerleği hızlandırmanın çabasına girmenin manası yoktur” der, ikinci görüş

de hiçbir nesnel koşul tek başına devrime varmaz, dolayısıyla nesnel gerçeğe uygun olarak sübjektif güçlerin sürece müdahale etmesinin zorunluluğu ve gerekliliğini öngörür… İkinci görüş devrimci, birinci görüş teslimiyetçi ve hatta özünde sınıf işbirlikçisi görüştür. Çünkü, özünde sınıf çelişkilerini reddeden ve sınıfların barış içinde bir arada yaşamasını salık verendir. Buna karşın birinci görüş, sınıf mücadeleleri ve sınıf savaşımı olmadan toplumların nitel ilerlemesinin göreli olup bir sınıf devrimine ve sınıf iktidarına yol açmayacağı görüşü olarak sınıfsız topluma gidiş yolunun sınıf mücadeleleriyle mümkün olduğunu bilimsel zeminde öne sürer. Kuşkusuz ki, devrimcilerle kendiliğindenci oportünizm ve hatta sınıf işbirlikçiler zaman veya zamana yaklaşım meselesindeki ayrışımda netleşmezler. Ölçü bu değildir. Fakat şu ölçüttür ki, devrimciler zamana en doğru yaklaşanlar olmak durumundadır. Ve zamanı değerlendirmeleriyle devrimci özelliklerini yansıtmış olurlar. Kısacası, devrimcilerin zamanı doğru değerlendirmeleri, planlamaları, yönetip yönlendirmeleri, tamamen bilinçli olarak düzenlemeleri şarttır. Şayet bunu yapmazlarsa, devrimci özelliklerini en azından zayıflatmış veya tam manasıyla yerine getirmemiş olurlar. Zamanı salt bir süre veya geçen saat meselesi olarak telakki edemeyeceğimiz; tersine geçen bu süre içindeki olay ve gelişmeleri, çelişkileri, görevleri zaman içinde tarif ederek zamana yükler ve zamanın planlamasını yaparak onu anlamlandırırız. “Bugün erken, yarın geç olabilir” sözü zamanın sınıf mücadelesi açısından ne ifade ettiğini ve onu muazzam derecede planlamamız gerektiğini ortaya koyar. Bu, zamanın içindeki gelişmelerin, çelişmelerin, görevlerin vb. öne çıkardığı değerdir; salt günün doğuşu ve batışının önemi değildir. Bekleyerek-bekle gör yaklaşımıyla zamanı karşılamamızın devrimci tutuma kökten tezat olduğu açıktır. O halde gelişmeleri zamanında değerlendirmek, zamanında çelişki ve çatışkıların içine girerek bunlara yön verip zamana ortak olmak gerekmektedir. Ne çatışan yoldaşlarımızı bekleyerek zaman kaybedip savaşa seyirci kalabiliriz ne de şehit düşen yoldaşlarımızı zamana yayarak unutabilir ve bizlere bıraktıkları bayraklarını doruklara dikmekten geri kalabiliriz. Zamanı kendiliğindenciliğe salıp yitirmeden ve zamanın tanıklık ettiği gelişmelere kayıtsız kalmadan ateşten gömlekleri giyip zamanın sürükleyeni olarak ileri çıkmanın günüdür. Komünist ve devrimcilerin belleği “balık belleği” olmadığı gibi, kendiliğindenci idealizmin “zaman her şeyin ilacıdıriyileştirenidir” teziyle de çatışan sağlamlığa hastır. Anlık duygu ve tepkilerle değil ama davaya kesin bağlılığımızla ve tüm devrimci kararlılığımızla şehit düşen yoldaşlarımızı unutup unutturmadan onların mevzilerini tutma göreviyle karşı karşıyayız. Düellocu değil ama stratejik kavgamız adına, bugün, yarın ve her gelen gün gerilla saflarında yer almak somut ve stratejik görevimiz-devrimci hedefimizdir.


6-7_Layout 2 8/1/11 3:08 PM Page 1

06 güncel

Köylüler ÇED toplantısını iptal ettirdi Artvin’in Hopa İlçesi Kemalpaşa Beldesi’ne bağlı Osmaniye Deresi üzerinde yapılması planlanan HES projesi için düzenlenen ÇED değerlendirme toplantısı, köylülerin protestosu üzerine yapılamadı Hopa İlçesi Kemalpaşa Beldesi Karaosmaniye Dereiçi Akdere ve Gümüşdere köylerini kapsayan Osmaniye Deresi üzerinde Güngören Enerji Üretim ve Ticaret AŞ. tarafından yapılması planlanan Osmaniye regülatörü ve HES projesine ilişkin ÇED değerlendirme ve halkı bilgilendirme toplantısı onlarca köylü tarafından protesto edildi. Kemalpaşa Belediyesi Parkı’nda toplanan köylüler, “Satılık deremiz yoktur-HES’çi şirket defol”, “Kemalpaşayı terk et-Kemalpaşa Dereleri Platformu” yazılı pankartı açarak “Metin Lokumcu ölümsüzdür” sloganları eşliğinde ÇED toplantısının yapılacağı Osmaniye Köyü İlkokulu’na doğru yürüyüşe geçti. Jandarmanın yoğun önlem aldığı yürüyüşe kadın genç yaşlı çocuk onlarca köylü katıldı. Yaklaşık bir kilometre yürüyen köylüler yürüyüş boyunca “Su haktır satılamaz”, “Dereler özgürdür özgür akacak”, “Hes şirketi Kemalpaşa’yı terk et” yazılı dövizler taşıdı. ÇED toplantısının yapılacağı okul içinde davul zurna eşliğinde horon çeken köylüler, saat 13.00’da yapılması planlanan toplantıya HES şirketi yetkilileriyle Orman ve Çevre Müdürlüğü yetkililerinin gelmemesi üzerine okul bahçesini terk etmedi. Açıklama yapan Kemalpaşa Dereleri Platformu Sözcüsü Şenol Çelik, ‘Görülüyor ki HES şirketi yetkilileri bu kalabalığın karşısına çıkacak yüz bulamamıştır. Biz burayı akşama dek terk etmeyeceğiz. Derelerimize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Vadilerimizi, derelerimizi sattırmayacağız. Dün Hopa’yı terk eden HES gibi bu HES şirketi de Kemalpaşa’yı terk edene dek gözaltı ve baskılara rağmen, halkımızla beraber derelerimizi ve vadilerimizi korumaya devam edeceğiz” dedi.

‘ÇED gerekli değildir’ kararına iptal Artvin’in Borçka İlçesi’ne bağlı Aralık Köyü sınırları içerisinde TG Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan HES projesi için Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, 4 Nisan 2008’de verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararına karşı köylülerin Nisan 2009’da Rize İdare Mahkemesi’nde açtığı ‘iptal’ davası köylülerin lehine sonuçlandı. Mahkeme, gerekçeli iptal kararında bakanlığın yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak ‘ÇED gerekli değildir’ kararı veremeyeceğini belirtti.

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Tetikçi Samast 10 yıl İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilmesinde tetikçilik yapan Ogün Samast’a ceza verirken, Dink ailesinin avukatlarının talebinin aksine cezanın üst sınırını uygulamadı. Mahkeme, Samast’a “öldürme” suçundan üst sınır olan 24 yıl yerine 21.5 yıl, ruhsatsız silah taşımak suçundan ise 3 yıl yerine 2 yıl ceza verdi. Böylece Samast’ın cezaevinde kalacağı süre infaz hesabına göre 2 yıl 2 ay düştü. Dink’in kardeşi Hosrof Dink, kararı “Bu tetikçi ne ceza alırsa alsın bu işin arka planındakiler ortaya çıkarılmazsa, verilecek ceza bizim için yetmez” sözleriyle değerlendirdi. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Samast’ı, “Hrant Dink’i tasarlayarak” öldürmek suçundan TCK’nın 82/1. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, Samast’ın olay tarihinde 18 yaşından küçük olduğunu ve 17 yaşını tamamlamamış olduğu gerekçesiyle cezayı TCK’nın 31/3. maddesi 3. uyarınca 21 yıl 6 aya indirdi. Mahkeme Samast’ı “ruhsatsız silah taşımak” suçundan da Ateşli Silahlar Kanunu’nun 13/1. uyarınca 2 yıl hapis ve 900 TL adli para cezasına mahkum etti. Ceza yaş küçüklüğü indirimiyle 1 yıl 4 ay hapis ve 600 TL para cezasına indirildi.

10 yıl yatacak Bu cezalara göre Samast toplam 22 yıl 10 ay hapis almış oldu. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’a göre Samast, bu cezanın 15 yıl 2 ay 18 gününü yattıktan sonra şartlı tahliye olabilecek. Samast, 4.5 yıldır tutuklu olduğu için kalan 10.5 yıl hapis cezasını yattıktan sonra bu suçlardan tahliye olacak. Mahkeme, cezanın üst sınırını uygulasaydı “öldürme” suçundan 24 yıl, “ruhsatsız silah” suçundan ise 2 yıl ceza verecekti.

Hrant Dink’in katledilmesinde tetikçilik görevini yapan Ogün Samast toplam 22 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. 4.5 yıldır tutuklu bulunan Samast, infaz yasası gereği 10 yıl sonra tahliye olacak

Bu durumda aldığı 26 yıl hapis cezasının 17 yıl 4 ayını yatacaktı. Yani mahkemenin üst sınırdan ceza vermemesi nedeniyle 2 yıl 2 ay 18 gün daha erken tahliye olacak. Samast’a alt sınırdan ceza verilseydi öldürme suçundan 18 yıl, ruhsatsız silah suçundan ise 8 ay ceza alacaktı. Bu suçtan iyi hal indirimi yapılsaydı ceza 15.5 yıla düşecekti ve Samast 5 yıl sonra tahliye olacaktı.

‘Önemli olan arka planın aydınlatılmasaydı’ Hrant Dink’in kardeşi Hosrof Dink, “Bu te-

tikçi ne ceza alırsa alsın bu işin arka planındakiler ortaya çıkarılmazsa, verilecek ceza bizim için yetmez. Bizim için önemli olan yargının bu cinayetin arka planını aydınlatmasaydı. Bu yüzden tetikçiye verilen böyle bir cezanın caydırıcılığının da olmayacağını düşünüyorum” dedi. Samast’ın davasının çocuk mahkemesine gönderilmesinden sonra yapılan yargılamayı aile olarak protesto ettiklerini ve duruşmaya katılmadıklarını hatırlatan Dink, “Aslında verilen bu cezanın üst sınırdan olmaması da önemli. Bu cinayetin aydınlatılması için kitap yazan Nedim

Eti Gümüş tehdit etmeye devam ediyor Eti Gümüş yaşamda tehdit oluşturmaya devam ediyor. Köyü tamamen atık havuza çevirmeye çalışan şirkete tepki gösteren muhtar, şirketteki işinden oldu Kütahya’nın Tavşanlı İlçesi’ndeki Eti Gümüş A.Ş’de 7 Mayıs 2011’de meydana gelen siyanür atık barajının çökmesinin ardından, siyanür tehlikesi insan sağlığını ve doğayı tahrip edecek düzeye ulaşmıştı. Dulkadir Köyü’nün şebeke suyuna siyanürün karışmasıyla köylüler zehirlenmişti. Son olarak ise Eti Gümüş A.Ş’ de çalışan işçilerde yapılan sağlık taramasında ağır metal tespit edildi. Çevre Mühendisleri Odası’nın talebi üzerine sağlık taramasından geçirilen 137 işçinin 97’sine yapılan kan ve idrar tahlillerinde, işçilerin kanında ve idrarında kurşun, arsenik, kadmiyum ve civa bulundu. Şirkette ça-

lışan 800 işçinin hepsi ise sağlık taramasından geçirilmedi. Sağlık taramasında vücutlarında ağır metal tespit edilen işçiler, Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildi. Kan ve idrarlarında ağır metal tespit edilen işçilerle ilgili açıklama yapan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Başkanı Murat Taşdemir; “Bu işçilerin kanında ve idrarında kurşun, arsenik, kadmiyum ve civa bulundu. Eti Gümüş A.Ş. tarafından bu hastaların ellerine kağıt tutuşturuldu, bu kağıtta ‘kanınızda ve idrarınızda yüksek miktarda ağır metal bulundu, ileri tetkikler için Ankara Keçiören Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurmanız gerekmektedir’ yazıyordu. Bu işçiler, hasta halleriyle tek başına hastaneye gönderildi. Burada çok ağır bir ihmal var. Tesisteki diğer 663 işçiye herhangi bir sağlık taraması yapılmıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nü göreve davet ediyoruz” dedi.

Eti Gümüş ile anlaşmayan muhtar işinden oldu Kütahya’da Eti Gümüş’e en yakın yerleşim yeri olan Dulkadir Köyü’nde yaşayan köylülerin tek istihdam kaynağı Eti Gümüş A.Ş. köydeki diğer köylüler gibi burada çalışan Dulkadir Köyü Muhtarı Selim İlhan, 7 Mayıs’ta atık havuzunda yaşanan çökme ve siyanürün içme suyuna karışmasının ardından, şirketin köylülerin arazisini almasına karşı çıktığı için işten çıkarıldı. Köylülerin arazisini almak isteyen şirket ile anlaşmayan Muhtar köylülerin topraklarını satmak istemediği ve köyü kimseye satmayacakları şeklinde açıklamalarda bulunmuştu. Şirketin arazileri alması için Eti Gümüş A.Ş ile uzlaşmayan Muhtar yaşadıklarını “Köyü istimlak etmek için uğraşıyorlardı. Karşı çıktım, vermek istemedim. ‘Muhtar bize yardımcı olmuyorsun’ dediler. Köye siyanür verildiğini medyaya bildirdim, rahatsız oldular” sözleri ile anlattı.


6-7_Layout 2 8/1/11 3:08 PM Page 2

güncel

1-10 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

“Esrarengiz” 4 kişi Dink ailesinin avukatlarının yaptıkları görüntü analizine göre, 19 Ocak 2007 tarihinde katliamın yapıldığı Agos gazetesi önünde dolaşan ve sık sık telefonla konuşurken güvenlik kameralarına yakalanan bir kişi var. Görüntülerde bu kişinin, yanına yaklaşan yaşlı bir adamla konuştuğu ve diğer bir şahısla da işaretleştiği görülüyor. Dink ’in Agos’tan çıkıp girdiği bankadan ayrılmasından sonra arkası dönük olduğu halde telefonla konuşan bu kişi, birden bire dönerek Dink’in bulunduğu yöne bakıyor. Cinayetin ardından Samast kaçarken, aynı kişi yanında bir başka kişiyle birlikte arkadan bir süre bakıyor ve sonra da o bölgede bulunan bir inşaata giriyor. Avukatlar, görüntülerdeki ikinci kişinin Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal olduğunu öne sürüyor. Bu amaçla Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne Hayal ’in biyometrik fotoğrafının çekilmesi için yazı yazıldı, ancak fotoğraf Hayal bulunamadığı gerekçesiyle mahkemeye ulaştırılmadı.

Şener bile 28 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyordu” dedi.

Devlet ‘özel hayatı’ hatırladı Vatan gazetesinin haberine göre Hrant Dink cinayetinin perde arkasını aydınlatabilecek çok önemli bir bilgi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) engeline takıldı. TİB, Dink katledildiği sırada, olay yerinde tetikçi Ogün Samast dışında şüpheli 4 kişinin daha bulunduğunu ileri süren avukatların mahkeme kanalıyla ilettikleri cinayet sırasında o civarda bulunan kişilerin telefon numaralarının gönderilmesi talebini “özel hayatın ihlali” olacağı gerekçesiyle reddetti.

Görüntülerdeki bu kişilerin esrarını çözebilecek en önemli bilgi ise TİB engeline takıldı. Avukatların Dink cinayetinin görüldüğü 14. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla TİB’den istedikleri, cinayetin işlendiği gün cinayet mahalinde sinyal veren telefon numaralarının gönderilmesi talebine olumsuz yanıt geldi. TİB, talebi, belli bir zaman aralığında, belli bir bölgede bulunan tüm telefon numaralarının mahkemeye gönderilmesinin, o telefon kişilerin “özel hayatının gizliliğini ihlal edeceği” gerekçesiyle reddetti. Ancak dinleme ve teknik takip devrimci ve demokrat kişilere gelince devlet kurumları polise ve jandarmaya sınırsızca yetki veriyor. Birçok mahkemede kabul edilen polis iddianamelerinde devlete muhalif kişiler hakkında suç unsuruna delil olarak kişilerin birbirleriyle yaptıkları eş, dost sohbetleri uzun uzadıya veriliyor.

Eğitim sisteminin çürümüşlüğü Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sonuçları 21 Temmuz’da açıklandı. Sonuçlara ilişkin değerlendirme yapan Eğitim-Sen, “LYS sonuçlarının eğitim sistemindeki çarpıklığı ortaya koymuştur” dedi. Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız’ın imzasıyla yapılan açıklamada yükseköğretime geçiş sisteminin önemli bir basamağı olan LYS sonuçlarında çıkan verilerin, YGS’de yaşanan şifre skandalıyla puanların yanlış hesaplanması gibi birçok skandala rağmen, hayli dikkat çektiği belirtildi. 2010 yılındaki sınava göre daha az kişinin barajı geçtiği belirtilen açıklamada; “Çok sayıda öğrencinin neden bu sınavlarda sıfır çektiği, meslek liseli öğrencilerin başarı düzeylerinin bu sınavlarda neden en alt sı-

ralarda yer aldığı, başarı ortalamasının batı illerimizde yüksekken neden doğu illerimizde alt sıralarda yoğunlaştığı soruları her yıl cevaplanmayı beklemektedir. Bu sabitlik karşısında yetkililerin bugüne kadar bu sorunları çözmek için neler yaptıkları ise can alıcı soru olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle İmam Hatip Liseleri’nin başarı oranındaki artışın şifre skandalıyla aynı döneme denk gelmiş olması ise dikkat çekici bir gelişmedir.” denildi. KPSS ve diğer sınavlara da yayılan kopya şaibelerinin ört bas edilmeye çalışıldığı vurgulanan açıklamada, “Bugüne kadar sınavlarda hiçbir sorun yaşanmamışçasına, AKP’ye yönelik komplo senaryoları üzerinden kendilerini aklama-

ya çalışmaları, en başından beri sürecin nasıl ve kimler tarafından siyasallaştırıldığını açıkça göstermiştir. Açıkça bilinmelidir ki KPSS, YGS ve LYS sonuçlarının üzerindeki şaibe halen ortada durmakta ve aydınlatılmayı beklemektedir.” ifadelerine yer verildi. Eğitim sisteminin ticarileştirildiğine dikkat çeken açıklama; “Eğitimin bir hak, dolayısıyla kamu tarafından yerine getirilmesi gereken bir hizmet olmaktan çıkarılarak piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi, söz konusu eşitsizlikleri giderek derinleştirmektedir. LYS, YGS gibi sınavların sonuçları da eğitim sistemimizin “sınava endeksli” durumunu her yıl ortaya koymaktadır.” sözleri ile son buldu.

DGH, köy çalışmalarına hazırlanıyor

sonra çıkacak

E

mek Seferberliği Kampanyası ve Köy Çalışmalarını yaz dönemlerinin en önemli siyasal çalışmaları olarak değerlendiren DGH, bu çalışmaların yaz dönemlerini geçiştirmek veyahut salt ekonomik bir faaliyet amacıyla yapılmadığını belirtiyor. Okullardan, semtlerden çıkan halk gençliğinin emekçi halkla, işçilerle, köylülerle aynı havayı soluyarak ellerini nasırlaştırması, gençliğin bilincini kirleten yoz, kirli, gerici düşüncelerden çalışarak arınması için hayata geçirilen devrimci bir eylem olduğunun altını çiziyor. Tüm bunların yanı sıra 1971 devrimci çıkışını yaratan İbrahimlerin, Denizlerin, Mahirlerin devrimci mirasını örgütlü halk gençliğinin bir geleneği haline getirmeye gayret eden DGH, ülkede estirilen tasfiye rüzgarına karşı örgütlediği köy çalışmalarıyla emekçi halkla buluşarak, sistemin dayatıp onayladığı devrimcilik anlayışını sorgulama ve yıkma hedefiyle hareket ediyor. Uzun soluklu devrim yürüyüşünün ve iktidar mücadelesinin esas unsurları olan işçi sınıfının ve yoksul topraksız köylülerin üretim süreçlerinde yer alarak, bugün emekçi halk kitlelerinden kopartılan ve “hedefi-sınırları belli” muhalefet düzeyine indirgenen devrimci mücadelenin karşısında ideolojik netliği korumak ve mücadeleyi kuvvetlendirmek hedefiyle DGH, köy çalışmalarına hazırlanıyor. DGH, kuşkusuz Emek Seferberliği kampanyası ve köy çalışmalarıyla emekçi kitleleri orta-uzun vadede yeni demokrasi mücadelesinin bir parçası haline getirme amacıyla hareket ederken, bu örgütlemenin ve örgütleşmenin ortalama bir ay süren köy çalışmalarıyla mücadeleye seferber edilebileceği gibi idealist bir yaklaşımdan uzak durmaktadır. Doğru-devrimci olan buyken devrimin itici gücü olan yoksul köylülüğün alın terinin aktığı tarlalarda böylesi çalışmaların DGH tarafından örgütlenmesi, tatil kamplarında “Denizleşen” bir gençlik profilinin olduğu günümüz koşullarında önemli bir noktada durmaktadır. Ülkenin sosyo-ekonomik gerçekliğinin dolaysız bir sonucu olarak devrimin temel gücünü oluşturan yoksul köylülüğün örgütlenmesinin, orta-uzun vadeli planlar çerçevesinde ülkedeki tüm yeni demokrasi kuvvetlerinin en önemli görevi olduğunun altını çizen DGH, yakın devrim hedefinin baş çelişkisini oluşturan toprak sorununun

07

çözülebilmesi için başta yoksul köylülüğün örgütlenmesinin önemine vurgu yapıyor. En öncelikli hedefi burjuva-feodal gericiliğin halk gençliğine empoze ettiği bireyciliği ve bencilliği, kolektif üretimle; disiplinsizliği ve sorumsuzluğu yoksul köylülüğün çalışkanlığıyla ve emeğin üretici, devingen gücüyle bertaraf edebilmek; her geçen gün düzen içi yaklaşımlarla emekten ve emekçi halktan hızla uzaklaşan devrimcilik algısını, alın terinin aktığı tarlalarda, fabrikalarda ve atölyelerde aşabilmek olan Emek Seferberliği ve köy çalışmaları, aynı zamanda devrimin itici gücü olan yoksul köylülüğün örgütlenebilmesi hedefiyle mütevazi adımlardan bir tanesi. DGH, programına yön veren yeni demokrasi perspektifi kapsamında sınıf mücadelesinin önemini vurgulayarak önümüzdeki süreçlerde de sınıf mücadelesinin geliştirilmesinde ve emekçi kitlelerin örgütlenebilmesinde önem arz eden bu tarz çalışmalara tüm halk gençliğini katılmaya çağırıyor. Geçtiğimiz yıllarda düzenlediği Emek Seferberliği Kampanyası ve bu kapsamda ele aldığı köy çalışmalarında, bu ve benzeri çalışmaların önemine vurgu yapan DGH, ağustos ayında başlayacak olan çalışmasının ön hazırlıklarını yaparken, diğer taraftan da Dersim’de alana giden faaliyetçileriyle birlikte ilçe ve köylerde örgütlenen çalışmalara katılıyor. Köylük alanlara akmanın ve tarlalarda örgütlü faaliyetçilerinin, taraftarlarının ellerini nasırlaştırmasının, ideolojik mücadelenin somut bir zeminle buluşması olduğunu belirten DGH, işçilerin, yoksul ve topraksız köylülerin, kısacası tüm emekçilerin alın teriyle buluşarak ve üretim alanlarında onlarla ellerini nasırlaştırarak her geçen yıl bir önceki çalışmanın deneyimlerine yaslanıyor. Bu yıl da önceki yıllara oranla daha fazla faaliyetçi ve taraftarı ile örgütleyeceği çalışmalar 15 Ağustos’ta başlayacak.

Demokratik Gençlik Hareketi (DGH), her yıl geleneksel olarak düzenlediği köy çalışmalarının 4.sünü gerçekleştirirken, tüm faaliyetçilerini bu çalışmalara katılmaya çağırıyor.


8-9_Layout 2 8/1/11 2:13 PM Page 1

08 güncel

Yeni Demokrasi mücadelesini büyütelim DHF, Dersim, Ovacık ve Hozat’ta “Cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve barajlara karşı Yeni Demokrasi mücadelesini büyütelim” şiarıyla eylem yaptı Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Dersim, Ovacık ve Hozat’ta “Cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve barajlara karşı Yeni Demokrasi mücadelesini büyütelim” şiarıyla eylem yaptı. Yapılan yürüyüşlerde yapılan ajitasyonlarla barajlar teşhir edildi. Halkın güçlü katılımı ve devrimci coşkuyla gerçekleşen eylemlere, demokratik kitle örgütleri de destek verdi. DHF temsilcilerinin eylemlerde halka hitaben yaptığı konuşmalarda yüz yıllardır Dersim’de yaşama geçirilen baskı, sindirme ve zülüm politikalarına karşı Dersim halkının örgütlü gücüyle direndiğine dikkat çekildi. Dersim’de yüzlerce yıllık baskı ve zulüm politikalarının cemaatleşme, modern karakollaşma, yozlaştırma politikalarıyla daha şiddetlendiğinin ifade edildiği konuşmalarda, Dersimlilerin onuruna sahip çıkarak, barajlara, karakollaşmalara, cemaatleşme ve yozlaştırma hamlelerine karşı örgütlü politik gücüyle cevap olacağı vurgulandı.

Harde hore wayir vejiye Dersim’in Nazımiye İlçesi’nde yapım aşamasında olan Pembelik Barajı, DEDEF, DHF ve Partizan tarafından yapılan yürüyüşle protesto edildi. Nazımiye’de oluşturulan konvoy ile barajın yapılacağı Aşağıdoluca köyüne hareket eden kitle yolda karakol noktasında “kimlik kontrolüne” takıldı. Uzun bir bekleyişten sonra harekete geçen araçlar buradan Pembelik Barajı’nın yapılacağı Aşağıdoluca köyüne vardı. Köyde yüzlerce kişi tarafından sloganlarla karşılandı. Yoğun yağışa rağmen yürüyüşe katılan yüzlerce kişi, baraj ve HES projelerine hayır diyerek baraj inşaatının yapıldığı şantiyeye yürüdü. Şantiyeye gelen kitleyi öğrenen şirket yetkilileri çalışanları alarak karakola sığındı. Şantiye alanına giren öfkeli grup burada şantiye araçlarını taşladı. Şantiyeden karakol önüne gelen kitleyi asker el tetikte karşıladı. Yürüyüşe katılan köylüler tarafından karakol önünde yapılan konuşmalarda, doğa katili şirketlerin Dersim topraklarından ellerini çekmeleri istendi. Yürüyüş, baraj altında kalan Gola Xızır ziyaretinde son buldu.

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Dersim’de

festival günleri

‘Toprağına geri dön’ şiarıyla 11. Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nde bir araya gelen Dersimliler, cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya, barajlara karşı seslerini yükselterek “dur” dedi Bu yıl “Dağların anahtarı, evliyaların diyarı özgürlüğün ve ateşin kadim toprakları, arınmaya, yaşatmaya ve özgürleşmeye Dersim’e geri dön” şiarıyla düzenlenen festivalde, ulusal sorun, kadın sorunu, kültürel sorun, doğa katliamı, cemaatleşme, halkçı belediyecilik ce daha birçok konu tartışıldı, devrimci sanat etkinlikleri gerçekleştirildi. Osmanlı’dan Türk devletine uzanan süreç

zarfında gerici hakim sınıfların her türlü siyasal ve ekonomik saldırısına maruz kalmış, katliamlarla insanı yok edilmek istenmiş, direnişiyle doğası kızıla kesmiş Dersim’de 11 yıldır düzenli olarak gerçekleştirilen Munzur Doğa ve Kültür Festivali halkın sorunlarını ve mücadelesini ortaklaştırdığı bir etkinlik olma özelliğini bu sene de sürdürdü. Kültürel değerlerin kaybolmasını, yok edilmesini ve halkın kendi toprağına yabancılaşmasını en-

gellemek için 11 yıldır düzenli olarak gerçekleştirilen Munzur Festivali’nde, paneller, konserler, doğa gezileri, film-belgesel gösterimleri, söyleşiler, gerçekleştirildi. Bölgede, cemaatleşmeye, karakollaşmaya, yozlaşmaya ve barajlara karşı, mücadele çağrısını yineleyen eylemler yapıldı. Geçen senelere oranla bu yılki festival katılımın azlığı ve aşırı sıcak havaların yaratmış olduğu sıkıntılara rağmen birçok yerde festival kutlamaları coşkuyla geçti.

Dersim DERSİM: Dersim merkezde 4 gün süren festivalde panel, söyleşi ve konser etkinlikleri gerçekleştirildi. Gündüz saatlerinde sergi açılışları, atölye çalışmaları; film gösterimi, söyleşi ve panel düzenlendi. “38’i yaşayanlar anlatıyor”, “Kadın kırımına karşı kadın örgütlülüğü ve toplumsal sözleşmesi”, “Kürt sorunu, barış ve anayasa konseyi ışığında çözüm arayışları” başlıklı panel gerçekleştirildi. Festivalin konserinde ise yerel sanatçıların yanı sıra Grup Munzur, Metin Kahraman, Koma Gulan Herzan, Sena Dersim, Grup Yorum, Grup Arjen ve Grup Şiar sahne aldı. Konser etkinliğinde festival organizasyon komitesi adına konuşan Yusuf Topçu, “Dersim Katliamı devam ediyor. Bugüne kadar buranın insanını yok etmeyi başaramayan devlet, şimdi de doğasına, kültürüne saldırıyor. Ama Dersim direnmeye devam edecek” dedi. Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, BDP Amed Milletvekili Nurşen Aydoğan ve DEDEF Genel Başkanı Özkan Tacar da birer konuşma yaptı.


8-9_Layout 2 8/1/11 2:13 PM Page 2

Festivalin ilk gününden başlayan ve son güne kadar sürdürülen panellerde verimli sunumlar yapılırken festivalin en önemli panel başlıklarından ulusal soruna ilişkin panel bir hayli yoğun ve tartışmalı geçti. Festival programı içerisinde Dersim merkezin yanı sıra ilçelirinde güçlü programlarla festivali karşılaması dinleti, söyleşi, panel ve konserler düzenlemesi Dersim halkının festivalle buluşmasını daha nitelikli sağladı. İlçelerden coşkunun ve katılımın en yoğun olduğu yer ise Ovacık oldu. Geniş bir katılımın sağlandığı ilçede Dersim halkı ve festival konukları Grup Munzur’un

marşları ve ezgileriyle coşkulu anlar yaşadı. Diğer taraftan ise aydın-yazar ve akademisyenlerden oluşan bir heyet ise Dersim’de yaptığı gezintilerle inceleme ve gözlemlerde bulundu. Dersim’in kültürel, sosyal durumuna ilişkin izlenim edinmek ve neler yapılabileceğini tartışmak için bir araya gelen aydı-yazar-akademisyenler yaptıkları gezilerde halkla buluştular. Bütünlüklü olarak yoğun bir programla geçen 11. Munzur Doğa ve Kültür Festivali devrimci coşkunun vetabiatla iç içe olmanın verdiği mutlulukla sona erdi.

barajlarla boğulmak isteniyor Hep birlikte mücadele edeceğiz HOZAT: Munzur Festivali’nin Hozat programında binlerce kişi, panallere ve düzenlenen konserlere katılarak, güzel dakikalar yaşadı. Hozat Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen “Dersim’de Kimlik Tartışmaları Dinamikler ve Karşı Dinamikler” başlıklı panele halkın ilgisi yoğundu. Hozat’ta düzenlen konser programında Grup Şiar, Arzu, Kardeş Türküler ve birçok sanatçı sahne aldı. Etkinlikte Belediye Başkanı Cevdet Konak, DHF temsilcisi, Milletvekili Sabahat Tuncel ve EMEP Genel başkanı Selma Gürkan konuşma yaptı.

Örgütlü mücadeleyi yükseltme çağrısı MAZGİRT: Mazgirt Belediyesi ve Mazgirt Kültür ve Dayanışma Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği Munzur Festivali’nin Mazgirt programı coşkuyla gerçekleşti. Davullu zurnalı ve yöresel oyunların

sergilendiği, Ermeni Halk Oyunları Grubu’nun da oyunlarıyla renk kattığı Mazgirt’te, Ozan Rençber, Haydar Bayar, Ahmet Aslan, Pınar Sağ, Grup Munzur sahne aldı. Etkinlikte halka seslenen DHF temsilcisi devletin bölgede cemaatleşme, baraj, karakollaşma ve yozlaştırma hamleleriyle uzun yıllardır uyguladığı politikalara yeni, sinsi bir saldırı furyası eklediğini söyledi.

Halk savaşçıları ölümsüzdür OVACIK: Festivalin Ovacık programında çeşitli konularda paneller düzenlendi, Munzur gözeleri ziyaret edildi ve binlerce insanın katıldığı konser etkinliği düzenlendi. Festival programına damgasını vuran ise ölümsüzleşen Maoist gerilların halk tarafından anılması oldu. Festivalde “Barajlar HES ve Madenler Kıskacında Munzur” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Konser etkinliğinde Grup Munzur Ovacık halkının büyük ilgisiyle karşılandı. Grup Munzur isyan marşlarını Ova-

cık halkıyla birlikte seslendirirken, marş aralarında halk hep bir ağızdan “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” ve “Halk savaşçıları ölümsüzdür” sloganları attı. Ovacık’ta ayrıca Grup Yorum ve Suavi sahne aldı.

Munzur özgür akacak PERTEK: Diğer ilçelerde olduğu gibi Pertek İlçesi’nde de festival programına halkın ilgisi yoğun oldu. Pertek Belediye Gençlik Salonu’nda “Barajlar ve Çevre Politikalarının Toplumsal Hayata Etkileri” konulu bir panel yapıldı. Panelde barajların Dersim insanına, iklimine ve kültürüne yönelik ciddi zararları aktarıldı. Konser etkinliğinde Grup Munzur, Grup Şiar, Ahmet Aslan ve Kardeş Türküler sahne aldı. Grup Munzur sahneye çıkarken, toplu şekilde alana giriş yapan DHF’liler sık sık “Baraj yapma boşuna yıkacağız başına”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Munzur özgür akacak”, “Halk savaşçıları ölümsüzdür” sloganları attı.

Devrimci halkçı belediyecilik sempozyumu

1-10 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

güncel D

09

evrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu’na hazırlık kapsamında DHF tarafından yapılan çalışmalar kapsamında Mazgirt yapılan toplantıya kent ve göç sosyolojisi alanında çalışan Dr. Şükrü Aslan, Dr. Sibel Özbudun, Yrd. Doç. Dr. Yücel Demirer, Avrupa Alevi Akademisi Başkanı Mustafa Bülbül, mimar ve mühendislik alanında uzmanların yanısıra Dersim Merkez Belediye Genel Meclis üyeleri de katılım sağladı. DHF temsilcisi, Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel ve Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak, Devrimci Halkçı Belediyecilik anlayışıyla geçmiş dönem yaşanan deneyimleri ve sempozyum süreciyle birlikte hedeflenen daha kapsamlı çalışmaları aktardı. Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel, yeni demokrasi mücadelesi perspektifi ile göreve başladığı Mazgirt Belediyesi Başkanlığıyla birlikte ilçenin en önemli sorunlarından biri olan işsizlik ve istihdam sorunlarına yönelik attıkları adımlardan bahsetti. Bunların başında ilçede ve bölgede tarım ve hayvancılık alanında projeler hazırladıklarını, kooperatifleşme ve köylünün ürünlerini birinci elden isdihdam ve geliri yükseltecek tarzda yürütme yollarını aradıklarını ifade etti. Hozat Belediya Başkanı Cevdet Konak’da ikinci dönemine giren devrimci, sosyalist, halkçı bir yerel yönetimler modeli oluşturmak için çıkılan yolun başında Hozat’ta kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri anlattı. Konak, halka tamamen açık olan bir karar alma sürecinin işletilerek kısa vadede ilçenin en temel altyapı ve içme suyu gibi sorunlarını önemli ölçüde çözüldüklerini aktardı. Konak, “Biz gücümüzü, Hozat halkı başta olmak üzere devrimci kurumlarımızdan, Dersim halkı, hem yerel ve hemde uluslararası alanda faaliyet yürüten dostlarımızdan, mimar, mühendis ve şehir plancıları dostlarımızdan aldık. Hatalarımız karşısında özeleştirimizi herzaman halkımıza vermeye hazırız.” dedi. Belediye başkanlarının yaptığı sunumların ardından Mazgirt halkı ilçede devletin ilgili organlarının sağlık hakkı, gibi temel meselelerde dahi ayrımcı politikalar uygulayarak bu alanlardaki en temel hizmet sunumlarını dahi yürütmediğini aktardı.

DHF tarafından Ekim 2011 sonlarında yapılması planlanan Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu’na hazırlık kapsamında Mazgirt ve Hozat’ta çeşitli etkinlikler ve geziler düzenlendi


10-11_Layout 2 8/1/11 3:10 PM Page 1

10 güncel Clinton’un ziyareti ve emperyalist saldırganlık 15 Temmuz’da Libya Temas Grubu 4’üncü toplantısının yapıldığı İstanbul’a gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen devlet erkânının tam tekmil şovlarıyla karşılandı. Emperyalist haydutlarla; İran gezisi, füze kalkanı projesi ve PKK gibi konuların görüşüldüğü ifade edildi. 18 Temmuz’da CIA Başkanlığı’na getirilen Org. David Petraeus, Afganistan’daki NATO güçlerinin komutanı olarak görevini John Allena’ya devredip hemen ilk ziyareti için Ankara’ya geçti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve Davutoğlu ile ayrı ayrı görüşen Petraeus’un görüşmeleri sürerken bu görüşmeler trafiğinde İran Ordusu da PJAK varlığı gerekçesiyle Kandil’e bir askeri harekat başlattı. Emperyalist güçlerin Ortadoğu planında yaşanacak kaos ve iç çatışmaların işlerine gelmesi nedeniyle perde arkasında desteklediği bu işgal hamlesi Türk egemen sınıflarının da işine geliyor. ABD heronlarının ve istihbarat servislerinin bu işgal hareketinin içerisinde yer aldığı bilgilerinin sızması savımızı doğrular mahiyetteki emarelerden. Diğer taraftan TSK’ya bağlı güçlerin tanklarla daha işgal operasyonunun başından itibaren sınır bölgelerine konuşlanması ve akabinde sınır ötesine geçtiği bilgileri ise bir taşla iki kuş vurma gayretinin emareleri olarak görünüyor. Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesini coğrafyamızda silah ve imha yoluyla çözme pratiğini gittikçe ileriye taşıyan Türk hakim sınıfları, emperyalizmin Ortadoğu’daki işgal ve sömürü projesinde uşaklık ilişkileri icabı hamilik kapma hevesi içerisinde. Bir taraftan da güçlenen ve Güney Kürdistan’da bölge hakim sınıflarının kabusu olmaya başlayan Kürt ulusal özgürlük mücadelesini parçalama, birbiriyle çatıştırma hazırlıkları yapılıyor. Güney Kürdistan’daki işgal ve katliam planının sadece PJAK gerillalarına yönelik değil, buralarda yaşayan sivil yoksul Kürt halkını da hedef aldığı bilinmektedir. Bu gelişmelerin akabinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un İstanbul’da katıldığı 4. Libya Temas Gurubu Toplantısı’nda satır arası notları yayınlayan feodal burjuva medyadan “Türkiye ile ABD arasında geçen yıl bazı konularda görüş ayrılıklarının yaşanmasına karşın, iki ülke ilişkilerinde önemli ilerlemeler kat edildiğini” yazdı. Libya, başta olmak üzere Suriye konusunda ABD emperyalizminin sözde demokrasi söylemleriyle Türk devletini uyguladığı baskı ve tutuma taraf etme gibi gündemler konusunda açıklama yapan ABD üst düzey yetkililerinin bu anlamdaki işbirliğinin “mükemmel” düzeyde olduğunu söylemesi ise bilinen bir gerçek. Diğer Ortadoğu ve bazı Balkan ülkeleriyle ilgili de görüşmelerin gerçekleştiği ve tam bir mutabakat içerisinde olunduğu yönündeki açıklamaları ardından bu bölgelerde kurulacak Füze Kalkanı gibi temel başlıklar da toplantıdan sızan bilgiler arasında. Clinton’un sözcülüğünü yaptığı gerici emperyalist bloğun ülkemiz ve yakın coğrafyamız ezilen halkları, işçiler, emekçiler ve köylülüğü için de muazzam projeleri olduğu yönünde bazı başlıklar da toplantı sonuçları içerisinde yer aldı. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, emperyalist güçlerin gerek füze kalkanı gibi projelerine, gerekse üretim araçları üzerindeki tasarrufu ve yağmalama stratejisine kapılarını tam aralayan ülkemiz egemenleri sınır tanımıyor.

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Demokratik Özerklik ve DTK Genel Kurulu BDP’nin Van’da yaptığı 4 günlük kamp ve DTK 5. Genel Kurulu’nda, “Demokratik Özerklik”e dair yol haritası belirlendi. Abdullah Öcalan ve KCK’dan da benzer içerikte açıklamalar yapıldı, Toplantıda ‘Demokratik Özerklik’in BM yasalarıyla tanınması istendi

Van’da Merit Otel’de başlayan ve “siyasal süreç, Demokratik Özerklik, çatı partisi ve seçimden sonraki gelişmeler” gündemiyle 4 gün kampa giren BDP ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u milletvekillerinin aldıkları karar esasen anayasa değişikliğiyle birlikte BDP’nin yol haritasını belirleme olarak kamuoyuna yansıdı. Van kampından sonra BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, özgürlükçü anayasa için çalışmalarını sürdürdüklerini ve Türkiye’deki bütün toplumsal kesimleri kendi dili, kimliği, kültürü ve inancıyla Türkiye’de yaşamasını garanti altına alacak bir anayasayı birlikte yapmak gerektiğini belirtti. Cumhuriyet’in demokratikleşmesi hedefiyle yola çıkan blok hareketine ilişkin; bir kongreyle siyasi partiye dönüşmesi çalışmalarının başladığını, kurulan komisyonla daha önce ‘çatı partisi’ olarak ifade edilen çalışmanın blok olarak ifade bulduğunu ve bileşenleriyle bir kongre şeklinde örgütleme çalışmalarına aktif

olarak başladığını’ belirten Demirtaş, “Bizim Türkiye’nin genel demokrasi perspektifi ile ele aldığımız bu çalışmaya biz BDP olarak da hem büyük bir destek sunacağımızı ve Türkiye’nin demokrasi, özgürlük umudunun da bu çalışmadan geçtiğini ifade ediyoruz” dedi. Van çalışma kampının kapanışında basına bilgi veren Demirtaş, DTK’nın ilan ettiği projenin bir savaş ilanı olmadığını, dayatma değil barış projesi olduğunu belirtti. Ortaya çıkan ölümlerden BDP’yi sorumlu tutmanın iki yüzlülük olduğunu, PKK eylemsizlik kararı ilan ederken başbakanın operasyonları sürdürmesi ve ölen gençlerden sorumlu değilmiş gibi sorumluluğunu perdelemesinin hesabını vatandaşlara ve Türkiye’ye vermek zorunda olduğunu ifade etti.

‘Barışçıl çözüm’ çağrısı yinelendi Demirtaş hükümete Kürt sorununun çözümünde şiddeti devre dışı bırakmasını ilan etmesi için yaptığı çağrıda, “Tek yol siyasettir, barışçıl yöntemlerdir demelidir. Bunu dediği günden sonraki gün yanında göreceği ilk destekçi biz olacağız. Ama ben askeri operasyonları yapacağım, polisle bu işi çözeceğim diyorsa biz savaş çığırtkanlığının yanında olmayacağız. Bu nedenle hükümete meclisin kapalı olduğu bu dönemde sesleniyoruz. Madem şiddet çözüm değil gelin siyaseten ölümleri durduralım, hep birlikte kurtarabileceğimiz tek bir can varsa onu kurtarmak için siyasi sorumluluk üstlenelim. Biz blok milletvekilleri olarak 4 günlük çalışmamızda böylesi bir duruşumuzun olduğunu belirtmek isteriz.” sözlerine yer verdi.

‘Doğal yaşam sistemi’ DTK’nın Demokratik Özerklik ilanı’ndan hemen sonra Amed Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma başlatmasına DTK Eşbaşkanı ve Van Milletvekili Aysel Tuğluk; ‘bir devleti yıkmak ve yeni bir devlet kurmak amaçlı olmayan Demokratik Özerklik’in tüm toplumların doğal yaşam sistemi olduğunu’ savundu. Tuğluk, Kürtlerin gelinen noktada kaybedecek olan taraf değil, müzakere ve çözüme hazır ve kararlı taraf olduklarını belirtti. İnkarın bitmesi ve Abdullah Öcalan ile müzakere düzeyi halkın mücadelesiyle kazanılmış bir sonuç olduğunu, başbakanın yaptığı açıklamaların bir karşılığının olmadığını belirten Tuğluk, “Çoluk çocuk, kadın, BDP’li, köylü, herkes ölüyor vuruluyor, dövülüyor. Artık ne olsun Allah aşkına onurumuza dokunuyor artık. ‘Neden Özerklik’ diyenlere diyoruz, işte bu yüzden Demokratik Özerklik. Onurumuza dokunuluyor. Kabul edilmiyoruz, teslim alınmak isteniyoruz, eşit görünmüyoruz. AKP’nin bu tarzı sürerse, değerli bilgemiz Apê Musa’nın dediği gibi Kürtlere sadece direnmek kalır” dedi. KCK operasyonu ile binlerce Kürt’ün tutuklanmasının askeri darbe dönemlerini arattığını, AKP’nin iktidarcı siyaset tarzının aynı dönemi çağrıştırdığını, eskiden asker şimdi ise polis operasyonuyla yapıldığını, bölgede yaşanan son 6 aylık hak ihlalleri raporunun her şeyi açıkladığını dile getiren Tuğluk, kadınlar, gençler başta olmak üzere halkın tüm kesimlerinin de-

Faşizmin postalları

Samsun’un Havza İlçesi’nde 19 Temmuz günü düğünden dönen iki kardeşten 16 yaşındaki Gökhan Çetintaş pusuda bekleyen kolluk güçlerinin açtığı yaylım ateşi sonucu yaşamını yitirdi.

Olayla ilgili savcılığın soruşturma başlattığı ifadelerini de kullanan Samsun Valisi soruşturmaya yer kalmadan ‘soruşturmanın sonucunu’ medya kanalıyla tüm kamuoyuna duyurmuş oldu.

Kolluk güçlerinin ‘Terörist zannettik’ iddiasıyla pusuda beklerken yaylım ateşine tuttukları iki kardeşten Gökan Çetintaş olay yerinde yaşamını yitirirken Habip Çetintaş ise şans eseri yara almadan kurtuldu. Başta Samsun Valisi Hüseyin Aksoy’un açıkça kolluk kaynaklarından aldığı talimatların ürünü olduğu belli olan “dur ihtarına uymadıkları” ve “silahla karşılık verdikleri” için kolluk güçlerinin ateş açtığı iddiaları ise hafızalardaki yerini koruyor.

Canını şans eseri kurtaran ve gözlerinin önünde kardeşi katledilen Habip Çetintaş ise “Dur ihtarı falan duymadık. Bir anda kurşun yağmuruna tutulduk” sözleriyle yaşadığı şaşkınlığı belirtiyordu. Ağabey Habip Çetintaş yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Akrabalarımızın oturduğu Paşapınar Köyü’ne ziyarete gitmiştik. Bir düğüne katıldıktan sonra evimize dönü-

‘Dur! İhtarı olmadı’

yorduk. Düğün dönüşü kardeşimle birlikte gece 22.30’da Boğaziçi Viyadüğü’nün altında araba bekliyorduk. Uzun bir süre araba bekledik, gelmedi. Gelenler de bizi almadı. Karşı bayırdan yukarı viyadüğe çıkmak istedik. Bir anda silah sesleri duymaya başladık. Sonrasını hatırlamıyorum. Bende de kuru sıkı tabanca vardı. Askerlerin ateşi üzerine bir el ateş açtım. ‘Dur’ ihtarı olmadı. Çatışma esnasında kardeşimin yere yatması için tekme vurup, kendimi aşağı demir yoluna yuvarladım. Bize kimse ‘dur!’ ihtarında bulunmadı.” “Samsun’da PKK’lılarla çatışma” ifadeleriyle medyaya yansıyan haberlerin ardından valinin kolluk güçlerinin ilçeye bağlı Boğaziçi mev-


10-11_Layout 2 8/1/11 3:10 PM Page 2

11

1-10 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

mokratik örgütlenmesini oluşturduğu, halk meclislerinde doğrudan ve özgür eşit yurttaşlık temelinde politikasını öz güç ve öz yeterlilik ilkesini esas alarak öz yönetimlerini oluşturduğu, sınırların, sembollerin değişmesini değil, ortak sınırlar içerisinde bölge halklarının değerlerinin kabul edilip, ortak değerlerde buluşulan yeni toplumsal sözleşmenin kendisi olduğuna değindi.

Amed Kent Konseyi’nden özerklik ilanı Demokratik Özerklik modelini, Amed Kent Konseyi, Diyarbakır’ın 25 özerk bölgeden biri olarak “Amed Demokratik Özerk Bölgesi” olduğunu açıkladı. Özerkliğin hayata geçmesi için ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik, hukuki, diplomatik ve savunma alanlarında atılacak adımların atılmasını açıklayan Kent Konseyi Sözcüsü Medeni Alpkaya; “Çağımızın ret ettiği ırkçılık, şovenizm, hırsızlık, gasp, yaşam hakkına kastetme, taciz ve tecavüz gibi kişi ve toplum güvenliğini tehdit eden mevcut idari sistemde hükümetin de baş edemediği doğal afetlerde toplumun içinden her yönüyle sivil ve gönüllü olan öz savunma güçleri demokratik özerk bölgede köyden sokaktan başlayarak mahalleden ilçeye

kadar, kentten demokratik özerk bölgeye kadar canlı diri dinamik bir yapı kazandırılacak” dedi.

Avrupa’da örgütsüz bir tek Kürt kalmayacak Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) yıllık kongresini gerçekleştirdi. CDK’nın beş gün süren kongresine Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen kurum-birlik temsilcileri ile delegeler katıldı. Demokratik Özerklik ilanı paralelinde Avrupa’da yaşayan Kürtlerin yaşadığı alanda komünler ve meclisler oluşturulması kararlaştırılırken, CDK, örgütsüz bir Kürt bireyi kalmamak üzere yıl içerisinde 50 bin üye hedefiyle kampanya başlatılmasını, derneklere üye olunması, üyelere yönelik baskı ve tehditlere karşı ortak iradeyle bütünleşmenin ve Özgür Toplum Alanları adıyla yeni bir örgütlenmeye kavuşturulmasının da karar altına aldığını duyurdu.

DTK 5. Genel Kurulu’nu yaptı Delege seçimlerini 24 Temmuz’da yapan DTK’nın 30-31 Temmuz 2011’de Amed’de gerçekleştirdiği 5.Genel Kurulu’na, DTK Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk, BDP Eş Genel Başkanları Filiz Koçali ile Hamit Geylani, BDP milletvekilleri,

demokratik kitle örgütü temsilcileri, aydın, yazar, gazeteci ve kanaat önderleriyle halk delegeleri katıldı. Genel Kurul’da söz alan Aysel Tuğluk, “Bu meseleyle ilgili sözü ve eylemi olan herkes her aktör tüm kurum ve şahsiyetler 12 Haziran seçimlerinden sonra bu ara dönemde düşünme imkanı olan hesabını kitabını yaparak, gücünü ve güçsüzlüğünü bilerek yeni bir tarihsel süreç için kararını verecektir. Önümüzde iki seçenek duruyor. Kürt meselesi ya şiddet çatışma zemininde aynı şekilde sürdürülecek ya da anlamlı bir mücadele, eşit, özgür bir birliktelik yoluna gidilecektir” dedi. DTK 5. Genel Kurulu’nda, “İran’a karşı eylem yapılması, Demokratik Özerklik modelinin hayata geçirilmesi ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın eleştirileri karşısında özeleştiri verilmesi” kararları alındı. Tartışmalarda Öcalan’ın rolünü oynayabilmesi için sağlık, güvenlik ve özgür bir çalışma ortamının sağlanması amacıyla da mücadele kararı alındı. Demokratik ve anayasal çözüm için ilgili her aktör net bir ifadeyle irade beyanında bulunmalı ve tutum belirlemeli, 1 Ağustos-1 Ekim 2011 tarihleri arasında uygulanacak kısa vadeli yol haritası hazırlanarak, işlevli kılınmalı, KCK tutuklularının bırakılmasından TMK değişikliğine kadar idari ve yasal düzenlemelerden ibaret olmalı, Abdullah Öcalan’ın süreci hakim ve müdahil olması için koşullar düzenlenmeli, eylemsizlik ilan edilmeli, operasyonlar durdurulmalı, meclis inisiyatif alarak demokratik ve anayasal çözüm için katılımcı bir yöntemle çalışmaları 1 Ekim tarihi itibariyle başlatmalı şeklinde karar alındı. DTK Genel Kurulu ayrıca Ulusal Konferans, Demokratik Özerklik ve Kürtlerin statüsünü belirlemenin yanı sıra Seçim Komisyonu, Daimi Meclis ve Eşbaşkan seçimi yapılarak süreci başlatmış olacak. Demokratik Özerklik tartışmaları paralelinde; İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ve KCK’dan benzer içerikteki açıklamalar yapılırken, demokratik ulus, ortak vatan, demokratik cumhuriyet ve demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan’ın hayata geçirilebilmesi için Demokratik Özerklik’in uluslar arasıyasalara uygun olduğu ve tüm farklı kültürlere tanınmış bir hak olmakla birlikte BM’nin yasalarında da mevcut olduğu belirtilen konular arasındaydı.

Gökhan’ı ezdi kiinde demiryolunun bulunduğu noktanın ‘terör örgütü mensuplarınca güzergâh olarak kullanılabileceği’ şüphesiyle pusu kurduğu, dur ihtarına ateşle karşılık verildiği ve çatışma yaşandığı yönündeki kesin ifadeleri ise vahşeti gözler önüne seriyor. Devletin kolluk güçlerinin benzeri birçok vakadan sanki hiçbir şey olmamış gibi sıyrılabilmesi, yaşadığımız coğrafyada insan canının ne kadar ucuz olduğunu defalarca göstermiştir.

Samsun ne ilktir ne de son Egemen sınıfların koruyuculuğunu üst-

lenen faşist askeri diktatörlük özelde Kürt halkının haklı mücadelesi ve ezilen milyonların baskı ve zorbalık politikaları karşısında yükselecek mücadelesine karşı ellerindeki silahı halkın üzerine doğrultuyor. Samsun’da yaşananlar katı faşizmin ülkemizdeki somut pratiklerinden en sonuncusu değildir, olmayacaktır. Bu anlamda yakın geçmişe baktığımızda ‘terörle mücadele’ kisvesiyle Hatay’da Mustafa Fil ve Ali Dalmış, Gümüşhane’de Kenan Çubukçu ve Olcayhan Bayrak, Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ile babası ve

daha nicelerin katledildiklerine tanık olduk. Samsun’da yaşananlar da devletin topyekün bir imha projesini ‘hassas vatandaşları’ kanalıyla yaşama geçirdiği ve kolluk güçlerinin gözleri önünde aleni katliam provalarının hayata geçirildiği böyle bir zaman diliminde yaşanan rutin bir ölüm olarak şimdiden tarihteki yerini aldı. Yaşamımızın her alanında korkunun ve ölümün ayak izlerini bırakan; kendi vatandaşına toprağını, taşını, suyunu havasını zehir eden bu düzen değişmediği sürece bu denklem böyle sürecek gibi.

MAYA

≫ arif bilgin

SAVAŞ EKSENİNE KAYMA MI?

S

eçim, temel siyasal sorunlar hakkında toplumsal tercihlerin test edildiği varsayılan bir şeydir. “Demokrasi”, “açılımlar”, gösterişli anti-militarist tavırlar, 12 Eylülcüleri “yargılama” havalarının 12 Haziran seçim sonuçlarında önemli bir etki yaptığı kesindir. Ne kadar manipüle edilmiş olursa olsun, toplumun bu tercihlere onay verdiği söylenebilir. Sonra ne oldu? 12 Eylül seçim yasasında dayanarak kazanan iktidar kadrosu, ilkin, 12 Eylül paşalarını taklit eder gibi “halkın iradesini” hiç değilse kısmen tasfiye etme yoluna gitti; seçilmişlerin görev yapmasını engelledi, onları hapishanelerden salmadı, bazılarının yerine kendi seçilmemiş vekillerini parlamentoya çağırdı. Tasfiye edilenlerin 8 kişi veya 550 kişi olması arasında nitelik olarak fark yoktur. Böyle bir durum, hapishanelerde olmayan diğer seçilmiş muhaliflerin de aynı tehdit altında bulunduğunu gösterir. Nitekim bu yönde gereğinden fazla belirti mevcut. Vekiller dahi kendilerini tehdit altında hissederse, halk neler hissetmez ki! Sonuç: “Yemin krizi” gibi gözüken parlamento krizi… Muhalefetin bir bölümü dönmüş olsa bile, fiilen bölünmüş bir parlamento; bir bölümü Ankara’da öteki bölümü Diyarbakır’da… İktidarın buna bilinçsizce yol açtığı söylenemez. Zaten kısa süre sonra askeri operasyonlar, biber gazları, sıra sıra gelen cenazeler, sokaklara taşan ırkçı hezeyanlar, olanların boş birer kabadayılık olmadığını gösteriyor. Daha seçimden önce “profesyonel ordu“ kararı aldılar. Gazeteler “90’lı yıllara dönüş“ manşetleri atıyor. Kafalarına şeytan maskesi geçirmiş katil çeteleri her tarafta yeniden boy gösteriyor. Bir yanda “ekonomik kriz tehditi“nden söz ediliyor, öte yanda Kürt direnişinin tasfiyesi için, silah şirketlerinden yeni savaş araçları alınıyor. Bölgede silah sesleri kesilmiyor, havada savaş jetleri ve helikopter uçuşları kuşlardan daha fazla. Binlerce köyü boşalmış 5 milyona yakın insanı hala sığındıkları kentlerde perme perişan yaşam mücadelesi veren Kürtlerin ikinci bir tasfiye dalgasına karşı daha sert biçimde direneceği kesindir, daha ilk hamlede ortaya çıkan tablo bunu gösteriyor. Aklını yitirmemiş her siyaset adamı bunu kolayca tahmin edebilir. Doksanlardaki saldırı, sorunu, uluslararası bir sorun haline getirdi, ikinci saldırı ise kopmaya ve ayrılmaya yolaçacaktır. Kürtlerin bile istemediği böyle bir ayrılmayı neden dayatıyorlar? Yoksa AKP iktidarı, devrimci Kürt hareketini tasfiye ederek yerine AKP benzeri bir hareket inşaa ettirmek ve böylece kolayca güdülebilen gerici bir “Özerk Kürt parlamentosu“na ortam mı hazırlamak istiyor? Mevcut iktidar yalnız iç siyasette şiddet ve militarizme dönük bir eksene kaymıyor, dış siyasette de savaş ve gerilime egilimli gözüküyor. Ortadoğu’da ABD stratejisine tamamen angaje olmuş durumda. Savaş, çok şeyi değiştirir; kendi vatandaşlarıyla savaşa tutuşan bir iktidar, zaman içinde mevcut inisiyatifini de kaybederek daha çok uluslararası büyük aktörlerin piyonu olup çıkar ve ülkeyi çok büyük facialara sürükler. Şu sıralar ABD dışişleri personelinin Türkiye’de pek sık gözükmesi hayra alamet değil. Umalım ki, iktidar iç sorunlar açmazından kurtulmak için dikkatleri dış sorunlara kaydırma ve rahatlama hayalinde değildir. Çünkü bu onun sonunu da getirebilir. Kürtler özgürce yaşamak istiyorlar. Türk gençleri kendi kardeşleriyle savaşma belasından kurtulmak istiyorlar. Ya bunu anlarsın ve gereğini yaparsın ya da sana dokunmayı “ibadet“ sayan müritlerinle birlikte çeker gidersin.


1-10 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

Sorunları alt etmenin yolu Sorunların temelinde ideolojik problemin olduğunu tespit etmek, onları kabullenip geçmek ve bu yolla meşrulaştırmak anlamına gelmez. Bilakis, ideolojik-siyasi eğitim sorununu önemsememizin gerekliliği açığa çıkar. Dahası, sorun ve olumsuzluklara karşı pratik eğitim aracı olan disiplin ve ilkeleri iknaeğitim ve kazanma temelinde benimsemeli, uygulamalıyız. Soyutlamalardan somut sorunların irdelenmesine ışık tutmak ve teoriyle tecrübeyi, genel ile özeli birleştirmek gereklidir. Ancak bu somutlama, somut eleştiri olarak algılanmamalı, anlayış bazında ele alınmalıdır

D

ışımızdaki yaşamı bir kenara bırakırsak; küçük ya da büyük olsun içimizde yaşanan her sorun, her anlaşmazlık, her farklı ideolojik-kültürel yansıma, yaklaşım ve anlayışta gündeme gelen her nüans ve her tartışma konusu, kesinlikle bir çelişkiyi ifade eder. Çelişkisiz bir yaşam, bir varlık, bir süreç düşünülemeyeceği gibi, en nitelikli irade-eylem birliği veya örgütsel birlik şartlarında da bu çelişki mevcuttur. Nesneldir, kaçınılmazdır. Niteliği ve derecesi farklılıklar gösterse de çelişki her yerde ve her şeyde sürekli olarak vardır. Çelişki bitimsiz bir süreçtir. Ancak, yer değiştirir, biçim değiştirir, nitelik değiştirir ama asla yok olmaz. Çelişkinin evrenselliği olarak tarif ve tanım edilen şey budur. Düzey ve niteliği değişik de olsa, çelişki var olma anlamında veya varlık sebebi olma anlamında her süreçte egemendir. Çelişkinin gelişme ve ilerleme dinamiği olduğu da doğrudur. Çelişkiden ve dolayısıyla sorunlardan tama-

Devrimde ısrar yegane çözümdür

men kaçınmak mümkün değildir. Ama sorunları aza indirmek, çelişkileri çözerek ilerlemek tamamen mümkündür. Tüm mesele çelişkilerin varlığını doğru kavramak, çelişkilere bilimsel zeminde yaklaşım ve doğru çözüm metotları uygulamaktır. Doğru tahlil ve doğru-bilimsel yöntemle çözülemeyecek bir çelişki ve aşılamayacak bir sorun yoktur. Bu teorik bir doğru olduğu kadar, pratik bir gerçektir de. Çelişki veya sorunlar ne kadar karmaşık ve ağır olursa olsun mutlaka çözüm yöntemleri vardır. Çözümünü içinde barındırmayan bir tek sorun-bir tek çelişki yoktur. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bunun tersini savunmak idealizmdir. İdeal olanı yakalama azmi bilimsel zeminde devrimci çaba iken, mükemmeliyetçi ve mutlakçı yaklaşımlar ise hatalı ve yanlıştır. Buna karşın bazı özgün durumlarda veya mücadele koşullarında sorunları rutin yaklaşımla ele alma şartları değişir. Yani, demokrasinin çerçevesi ve ele alınışı belirli özel-özgün koşullarda belli sınırlara çekilmek, somut şartlara uygun biçimde düzenlenmek durumundadır. Disiplin şartları da aynı biçimde daha sıkı tutularak, ihtiyaca bağlı bir disiplin uygulanır. Bu, keyfi bir tutum değil, koşulların dayattığı zorunluluktan doğan gerekliliktir. Bu zorunluluk doğrudan sınıf mücadelesinin ihtiyaçları tarafından saptanır.

Kırılmaların ana zemini ideolojik Kavrayışsızlık ve siyasal gerilikler üzerinde vücut bulan bilimsel inanç zayıflığı, davaya bağlılıkta zayıflık, bunun koşulladığı bencillik, kişisel kaygı ve korkular, burjuva yaşam özlemleri, mücadeleden geri çekilme, zorlukları göğüsleyememe veya bunlar karşısında bocalama gibi sayabileceğimiz bir dizi kusur, ideolojik-siyasi gerilikten beslenir. Zorlu olan şartlarda sorunların daha fazla yaşanması genel kural olarak mantığa uygundur. Yenilgi şartlarında sağ eğilim ve ruh halinin peydahlanması gibi… Burada başka sebepler gibi yansıyan veya başka sebeplerle de birleşen sorunların ana sebebi, son tahlilde gelip ideolojik meseleye dayanır. Ne var ki, ideolojik sağlamlık her bireyde eşit olmaz. Bu diyalektiğe uygun ve son derece anlaşılır bir durumdur. Sınıflı toplum realitesi

Her şeyin etkileşim içinde olduğuna dikkat çekmek gerekli ve faydalıdır. Dıştaki gelişmelerin içte belli eğilimlere yol açacağı inkar edilemez! Bu anlamda kendi sorunlarımız ülke devrimci hareketinin zayıf karnından tamamen kopuk sayılamazlar. Yapı olarak stratejik duruşumuzu muhafaza etmemize karşın, saflarımızda tasfiyeciliğin etkilerine rastlamak mümkün ve reel bir tespittir. Sorun ve çelişkilerin varlığı, kişisel sorun ve örgütsel problemlerin yaşanması vb vs devrimci mücadeleyi terk etmenin gerekçesi yapılamaz. Zorluklar, yetersizlikler, zayıflıklar gibi geçici gerçekler asla! Farklı düşünmek de mücadeleden geri durmanın haklı nedeni değil,

ile tüm gerçeğin yankısıdır. Dolayısıyla bazı yoldaşların zayıflık göstermesi, zorluklara göğüs germekte sorun yaşaması gibi eksikliklere ve hatta gerilemelere düşmesi anlaşılır bir şeydir. Fakat bu, gerileyen veya olumsuzluklara düşen yoldaşların hatasız olduğu veya iyi-doğru yaptıkları anlamına gelmez. Tutum ve durumlarının olumsuz, hatalı ve geri olduğu açıktır. Bu yoldaşların realitesini anlamak farklı ama bu tavırlarını olumsuz görmek daha farklı şeydir. Negatif gerçeği görmek doğru, kabul etmek ise yanlıştır. Dürüst olmak hatalı olmanın önünde engel değildir örneğin. Dürüstlük iyi ama buna karşın hata yapmak kötüdür. Dürüstlüğü olumlayarak sahiplenmek ama hatayı olumsuzlayarak eleştirmek zaruridir. Sorun veya olumsuzluklara karşı doğru yaklaşımı bu iki yönlü bakış açısıyla ele almak durumundayız. Aksi halde sorun veya çelişkiyi objektif olarak kavrayamaz, doğru yaklaşım ortaya koyarak çözemeyiz.

Materyalist diyalektik yöntem Sorunların temelinde ideolojik problemin ol-

olsa olsa başka ideolojik-siyasi kulvarda mücadele etmenin nedeni olabilir. Devrimci mücadele tanımlanan sorunların-çelişkilerin hepsiyle bir bütündür ve bunlarla vardır; bu sınıf mücadelesinin ta kendisidir. Şimdinin modası olan “görüşlerim değişti” sözü devrimcilikte yan çizmenin en aktüel aracı edilmiştir. Oysa farklı görüşlerin yaşama veya egemen olma mücadelesinde zemin bulduğu en demokratik koşullar mevcuttur. Farklı görüşlerin önü asla kapalı değildir ve bu görüşler disipline uygun meşru platformlarda kaldığı müddetçe asla bastırılmaz-engellenmez ve yasaklanmaz. Bilakis en demokratik şartlarda bu görüşlerin kendisini ifade etme, yayma, egemen olma

duğunu tespit etmek, onları kabullenip geçmek ve bu yolla meşrulaştırmak anlamına gelmez. Bilakis, ideolojik-siyasi eğitim sorununu önemsememizin gerekliliği açığa çıkar. Dahası, sorun ve olumsuzluklara karşı pratik eğitme aracı olan disiplin ve ilkeleri ikna-eğitim ve kazanma temelinde benimsemeli, uygulamalıyız. Soyutlamalardan somut sorunların irdelenmesine ışık tutmak ve teoriyle tecrübeyi, genel ile özeli birleştirmek gereklidir. Ancak bu somutlama, somut eleştiri olarak algılanmamalı, anlayış bazında ele alınmalıdır. Tekrar edelim ki, sorunlar farklı bölgelerde de gündeme gelse, başka başka konularda zuhur etse de, bu çelişki ve sorunların niteliği ve ciddiyeti değişiklikler gösterse de, hepsi son tahlilde çelişkilerin çözüm metoduna dayanır, diyalektik ve tarihsel materyalizm bilimiyle açıklanır. Güçlü ile zayıf arasındaki sorun-çelişki de, yöneten ile yönetilen arasındaki sorun-çelişki de, bireyler arasındaki çelişki de, objektif olan ile sübjektif olan arasındaki sorun-çelişki de, doğa ile insan arasındaki sorun-çelişki de, geri olan ile ileri olan

hakkı tanınıp uygulanır. Devrim gibi tartışmasız bir dava, sınıf mücadelesinin içeriğine uygun olarak yaşanan sorun ve çelişkilerden ötürü feda edilemez. Devrim mücadelesinde tökezleme yadsınamaz bir gerçektir. Fakat bunun yerli yerine oturtulması ve tökezlemeye girenlerce açıkça ortaya konması şarttır ve erdemdir de. En önemli eksikliklerse, devrime bilimsel bağlılık noksanlığıdır. Bu noksanlık devrimde ısrarlı olmamalarını koşullar ki, bu da onları sorunlar bahanesiyle devrime sırt dönmelerine vesile olur. Bırakan veya bırakanlarla özünde farklı olmayan bu kesimler devrimcilik adına gerçek bir adım atmadan, devrimciliğin basit tanımına


perspektif

u devrimde ısrardan geçer laşarak bizleri sarmalayan kemirgenlerdir. Büyük ağaçların küçük tohumlardan doğduğunu kavramayanlar bu sorunların önemini kavrayamazlar. Bünyeye düşen ideolojik hastalık tedavi edilip önlenmediği müddetçe veya kendiliğindenciliğe bırakıldığı koşullarda tüm bünyeyi sarması kaçınılmaz olur. Devrimciliğin keskin olma tabiatı veya zorunluluğu bu zeminde anlam kazanır.

her zaman olmasa da maalesef çoğu zaman gerekli başarı sergilenememektedir. En azından belli dönemlerde yoğunlaşan sorunlar şahsında bunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sorunların çözümünde başarısızlığı koşullayan zeminin bir parçası da sorunların örgüt bilinci ve işleyişi içinde uygun mekanizmalarla ele alınmayıp, dedikodular veya yatay ilişkiler biçimi üzerinden çözülmeye çalışılmasıdır. Bu yöntem sorunları çözme yerine, onları çözümsüzlüğe iterek yeni sorunlara zemin yaratmaktadır.

İrade ve eylem birliği sulandırılamaz

arasındaki sorun-çelişki de, küçük ve büyük/ağır hafif/karmaşık sade her nitelikteki çelişki-sorun, çelişki yasasına uygun olarak ve materyalist diyalektik yöntemle çözülürler. Tek mesele, çelişkilerin çözümü için gerekli çaba ve bu çabanın alacağı zamanın ve verilen emeğin yoğunluğu-miktarı-süreci değişkenlik gösterir. Yani, kimi çelişki ve sorunlar daha rahat ve erken çözülebilirken, bir kısmı ise niteliklerine bağlı olarak daha zor ve uzun süre içinde çözülebilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, çelişkilerin çözülmesi bütünlüklü şartlar dışında tasavvur edilemez. Çelişkilerin etkin olarak çözülmesi için, nesnel zeminin uygunluğu ile birlikte, çözüm dinamiklerinin de gerekli güç ve olanaklara sahip olması gerekmektedir. Doğru yaklaşım ve doğru bir çizgi her şeyden önce şarttır. Çelişki-sorun taraflarının da çelişkinin çözülmesine uygun pozisyonlar göstermesi önemli gereksinimlerden biridir. Sorunların çözümü anlamında tartışırsak; eğer çelişki çözülmeye uygun bir olgunluğa ulaşmamış veya çelişmenin tarafları bu çözüme elverişli şartlar ve olumlu eğilim

uygun davranmadan ya da devrimci tutarlılık sergilenmeden, ileri görüşlülük edasıyla devrimcilik adına ahkam kesmektedirler! Devrimin neye ihtiyaç duyduğunu sübjektif dünyalarına uygun açıklayıp düzenleyen hastalıklı bünyeler, asla bir arpa boyu yol alamaz, devrime gerçek bir katkı da sunamazlar. Bunlar, “teorik ve bilimsel doğruluklarına” ya da “ileri görüşlü devrimciler olduklarına” dair ileri sürdükleri tüm çürük iddialarına karşın, devrimci mücadele pratiği adına bir tek adım ortaya koyamayışlarına lafazanlıktan öteye somut bir açıklama ve yanıt verememektedirler. Ama devrimci mücadele adına pratik örgüt ve pratik mücadele yürüten

taşımıyorsa, çelişkinin tek yanlı çözülmesi nispeten zordur. Çelişki ve sorunların aşılmasında bu şartları inkar etmek olmaz. Ne var ki, en genel ifadeyle, çelişkilerin çözülebilir olduğunu kabul etmek en temel gerekliliktir. Elbette her sorun hemen çözülmez-çözülemez. Ancak bazı çelişki ve sorunlar var ki,(ki, bunlardan iç sorun ve çelişkileri kast ediyoruz), bunların çözülmesi doğru yol-yöntemin benimsenmesi ve gerekli iradeyle birlikte sorunların doğru ele alınması konusuna bağlıdır. Bilindiği gibi, küçük veya çözülebilir sorunlar bile, doğru yöntemlerle ele alınmadığında antagonist niteliklere bürünebilirler. O halde, doğru yaklaşım ve doğru tahlille doğru çözüm metotlarının uygulanması her şeyden önce gerekli olandır. Çelişkilerin çözüm yöntemleri, nitelikleri, ele alınış biçimleri vb Mao’nun geniş analitiklerinde en somut ve en geniş biçimiyle ortaya konmuştur. Bunlara en derinlikli hakim olan güçler Maoizmi kılavuz edinen Maoist güçlerdir. Fakat ilginçtir ki, çelişkilerin belli bir niteliği olarak ortaya çıkan bulan iç sorunların çözümünde,

yapıyı çizgi tartışması ve eleştiri adı altında fiilen de olsa kötülemekten de geri durmamaktadırlar. Her bakımdan tutarsız zeminde duran bu kesimler esas olarak devrimci dinamikleri eleştirip yermekten, altını boşaltmaktan başka bir iş yapmamaktadırlar. Siyasi duruştan tasfiyeci-gerici rüzgarlara göğüs germeye, oradan savaş barikatlarını büyüterek geleceği ele almaya kadar tüm devrimci süreç mutlaka nitelik üzerinde inşa edilecektir. Fakat niteliğin önemsenmesi adına niceliğin havaya savrulması tutumuna da düşülemez. Ne liberalizm ne de sekterizm çaredir. Çare çelişme yasasına uygun siyaset ve bilimsel yaklaşımda ifade bulan toparlayıcı,

Örgüt ve örgüt kültürüne, bilincine, işleyişine vb dair yaşanan her yabancılaşma, her bozulma, her gerilik-kavrayışsızlık, son tahlilde bir nitelik ve şekilleniş sorunu olarak karşımıza çıkar ki, bu çarpık şekilleniş Halk Savaşı’na uygun olmayan şekillenişin en geniş tabanını yaratırbesler. Dolayısıyla her aşamasında örgüt bilinci, kültürü, işleyişi ve disiplinini sıkı tutarak doğru tesis etmek zorunluluktur. Ciddi sorunların bir bütünlükten beslendiği ve çoğu kez tek tek hataların çok ciddi olmadıkça büyük tahribatlara yol açmadığı açıktır. Gerçek tahribat bazen ayrıntı ve esaslarda biriken ama çoğu kez görünmeyen veya önemsenmeyen sorunların toplamından doğar. O halde sorunların iç içeliğini kavrayarak bütünlüklü yaklaşmak ama bu bütünlüğün tek tek sorunlardan teşkil olduğunu unutmamak gerekir. Laubali lümpen kültür, gevşek ve ciddiyetsiz yaşam tarzı, büyük düşünme adına gerçek sorunları küçümseme hastalığı, değerlerde aşınma ve yabancılaşmanın genişlik adına kabulü, disiplin ve keskin tutumun horlanarak aşırı demokrasi eğiliminin egemen kılınması, olumsuzlukların kanıksanması veya kazanma adına onlarla barışık olunması, yetinmeci devrimcilik modelinin icat edilip pratikleştirilmesi, burjuva hümanizmi ve bununla ayaklarımızın altındaki toprağı boşaltan tutumlar, tasfiyeciliğe yenik düşme veya tesirine girme, pasivizm ve legalist eğilim, adamcılık, dedikodu, boşboğazlık, hava atma, liberalizm ve sekterizm vb vs gibi olumsuzluklar yaygın-

örgütleyici ve kazanıcı devrim pratiğindedir. Bunda hem niteliğe ihtiyaç vardır, hem de niceliğe. Birincisini esas almak doğrudur ama ikisini karşı karşıya koyarak doğruyu aramak darlıktır. Her ihtiyacı karşılayan tek şey bilimsel doğrudur veya bunun etrafındaki teori-pratik halkadır. Bunun somut ve en üst ifadesi Halk Savaşı perspektifiyle gerilla savaşını geliştirmektir. Zira yalnızca devrim veya stratejik devrimci doğrultu karmaşık ve geri ağır süreçleri ve bu sürecin sorunlarını kökten alt edebilir. Sürecin tartışma konusu olan çelişkilerini çözmenin anahtarı devrimci eylem ve devrimci savaştır. Siyasi eğitim küçümsenemez ama bunun en ileri derecesi,

Devrimci ilişkilerinin iğdiş edilip gerçek yoldaşlık ilişkilerinin artık nostaljiyle anılır hale geldiği ve burjuva kırması demode yoz kültürün yakın çevremizde kol gezdiği bugünün şartlarında, geçmiş devrimci niteliğe, ilişkilere ve değerlere sımsıkı sarılmak her zamankinden daha önemlidir. Yani, unutulan veya unutturulmak istenen keskin devrimci nitelik, tarz ve militan duruşun kazanılması büyük bir ihtiyaçtır. Devrimciliğin sınıf mücadelesinin acımasız gerçeğine uygun olarak tarif edilmesi maalesef gereksinim haline gelmiştir. Çünkü, yasalcılık ve tasfiyeci şartların ideolojik kuşatmasına teslim olup, savaş ve devrimci duruştan uzaklaşan “acımacı” burjuva eğilim, nitelik ayrımı yapmayan “savaş karşıtlığı” ve “insanlar ölmesin” demagojisi altında sınıf mücadelesi gerçeği dışına çıkarak niyetten bağımsız da olsa devrimciliği ve devrimi baltalamaktadırlar. Komünist ve devrimcileri zımnen “insanların ölmesini istemekle” ve açıktan “ölümler üzerinden siyaset yapmakla” suçlayan bu dar görüş, sınıf mücadelesini kavramadığı gibi, asla devrimci de olamaz. Gözünü burjuva parlamentosu ve burjuva demokrasisine diken bu sığ ve reformist görüş, çürümüş olduğu kadar, gerçek tasfiyeci bir hastalıktır. İki yol vardır; ya bedel ödeyerek devrim doğrultusunda devrimci çizgi pratiğiyle yürüyeceğiz, ya da önümüzü burjuva düzene çevirip devrime sırt döneceğiz. Komünist devrimcilerin tavrı devrimci savaşın bedellerini göğüsleyerek ilerleyen devrimden yanadır. Düşman sınıflar arası antagonist çelişkilerin çözüm yolu devrimdir. Bu çelişkiyi, inkara düşen veya bu çelişkinin çözümünü düzen içinde arayan doğrultu devrimci değil, reformist-revizyonisttir.

koşullarımızda siyasi mücadele pratiği olan politik askeri savaştır. Bu en küçükten en büyüğüne kadar her sorunda dikkate alınmalıdır. Ne var ki, bugün esas tehlike tasfiyeciliğe meyleden yasalcı sağ pasifist eğilimdir. Konjonktürel şartlar, siyasi gelişmeler, tasfiyeci süreç olarak işleyen reel politik koşullar bu eğilimi destekleyerek büyütmektedir. Bir konuda kesinlikle katı olunmalıdır ki, stratejik devrimci duruş tarafından tayin edilen ana ilkelerden, ideolojik-teorik temelden ve bunun örgütte maddileşmiş siyasi pratik hattından asla pirim verilemez!


14-15_Layout 2 7/31/11 5:02 PM Page 1

14 emek

Sağlık çalışanları iş bıraktı

Taksim İlkyardım Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçileri “sağlıkta dönüşümün” yarattığı yıkımlara karşı “Güvenceli iş, insanca bir yaşam istiyoruz!” diyerek iş bıraktı Taksim İlkyardım Hastanesi’nde Acil-Ortopedi Polikliniği’nde ortopedi asistanlığı yapan Dr. Abdulkadir Polat’ın 24 Temmuz’da darp edilmesinin protesto edildiği eylemde, hastane yönetimi tarafından çalışanlara yönelik keyfi dayatmalar teşhir edildi. Hastanenin sadece acil servisiyle, yatan hastaların tedavi gördüğü servis bölümleri çalıştı. Hastanede tüm bölümlerindeki çalışanların tam katılımı ile gerçekleşen iş bırakma eyleminde, çalışanların örgütlü oldukları Dev Sağlık İş, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve İstanbul Tabip Odası döviz ve pankartlarıyla yerini aldı. Asistan hekimler, hemşireler, doktorlar ve sağlık teknisyenleriyle birlikte hastanede bulunan temizlik, veri giriş, bilgi işlem, yemekhane, teknik servis çalışanı 200’ün üzerinde sağlık emekçisi eyleme katıldı.

Sağlık çalışanları hedefte İstanbul Tabip Odası adına yapılan basın açıklamasında İşyeri Temsilcisi Fatoş Turgut, sağlık çalışanlarının ağırlaşan çalışma koşullarıyla yüz yüze olduğunu, sağlık hizmetinde oluşturulan aksaklıklar ve yetersizlikler karşısında hasta ve yakınlarının, sağlık emekçileriyle karşı karşıya getirildiğine dikkat çekti. Turgut sözlerine şu ifadelerle devam etti:“Sağlık bakanı ve kamuoyu bilmelidir ki; saldırgan tutumları hastalarımızın sağlığa, sağlık emekçilerine erişimini engellemektedir. Sağlıkta eşitsizliklere neden olan, sağlığı piyasa koşullarına iten, hastanelerde izdihama neden olan, hastaların acillere doluşmasına zemin hazırlayan ya da hastalara katkı paysız tek yol olarak acilleri bırakan, sağlık çalışanlarının kesintisiz, uzun saatler çalışmasına, yorgun ve tahammülsüz olmasına neden olan, sağlık ortamında başarısız uygulamaların sorumlusu sağlık bakanıdır”

Sağlık hizmetine ulaşmak zor Sağlıkta dönüşümü gerçekleştirenlerin her şeyin yolunda olduğuna dair bir yanılsama yarattıklarına değinen Turgut, çalışma ortamlarında şiddetin yanı sıra keyfi uygulamaların hedefi olduklarını ifade ederek, “taahhütname”leri imzalamayan arkadaşlarının sendikalı oldukları için işten çıkarıldığını belirtti. 14 gündür direnen Güllü Hanoğlu’nun bu belgeyi imzalamayı reddettiği için işten atıldığını ifade etti.

Hastane bahçesinde direniş Direnişine hastane bahçesinde devam eden Güllü Hanoğlu söz alarak Atlas adlı taşeron firmanın kendisi gibi birçok çalışana, haklarından vazgeçtiğine dair bir taahhütname imzalatmak istediğini belirtti. Bu dayatmayı kabul etmediği için işten atıldığını belirten Hanoğlu, Şefika Fırkar’ın da aynı dayatma ile karşı karşıya bırakılarak işten atıldığını sözlerine ekledi. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören de günde 1000-1500 hasta bakmanın sağlıklı olmadığına dikkat çekerek sadece yılbaşından bu yana sağlık çalışanlarına yönelik 45 şiddet olayının yaşanarak mahkemeye taşındığını ifade etti. Birçok hasta ve hasta yakını eylemi izlerken alkışlarla eylemcilere destek verdi.

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Sendikalarda siyasi “Patron sendikalarında örgütlenin” Devletin kazanılmış haklara karşı saldırıları kapsamlı olarak devam ediyor. Özelleştirmeler, taşeronlaştırma, kıdem tazminatlarının kaldırılması gibi birçok saldırı yasalarla garanti altına alınırken, işçi ve emekçilerin örgütlenme hakkı da ellerinden alınarak, tamamen alternatifsiz ve sessiz bir toplamın nüveleri yaratılmaya çalışılıyor. Sendikal anlamda dahi, bir örgütlenmeye müsaade ve tahammül gösterilmiyor. Varolan örgütlenmeleri de ya tasfiye etmeyi ya da kendi yandaşı durumuna getirerek kendisinin dışında gelişebilecek herhangi bir gelişimin önünü kapatmaya çalışıyor. Bazen de iktidar savunucusu partilerinin yandaşı pozisyonunda bulunan sendikalara zorla, baskı ve tehditle üye yapılarak, biraz daha dinamik durabilecek sendikaları tamamen devre dışı bırakmaya çaılşıyor. Yani işçileri patron sendikalarında örgütlenmeye zorlanarak, işçilerin elinde bağımsız silah olarak hiç bir alternatif bırakılmadan, taşeron bir örgütlenme dayatılıyor. Özellikle devrimci dinamiklerin daha kısa zamanda hakim hale gelebileceği sendikal örgütlenmeleri hedef olarak seçmesi bir tesadüf değil. Tamamen planlı, hesaplı yapılmakta. Bunu yaparken de işçiyi sıkıştırabilecek her türlü yöntem deneniyor, kimi zaman aile, maaşlarda kesinti, mesai ücretlerinin ödenmemesi, sürgün ve daha akla gelebilecek onlarca yöntem saldırının bir aracı olarak kullanılıyor. Devletin bu saldırıları aymazca devam ederken, sendikalar içerisindeki bürokratlaşmış yapı da işçiyi bu saldırılar karşısında güçsüz bırakıyor. İşçi ve emekçiler, mevcut güçsüzlüğün kurbanı olarak ya olanı kabul ediyor ya da bireysel çıkışlarla kendini korumaya çalışıyor veya biraz daha dinamik durabilecek sendikalara sığınıyor. Elbette bunların dağınık durumu da çözüm noktasında pek etkili olamıyor. Sendikalar içerisinde oluşan bürokratlaşmış yapı, bu kurumları da birer rant merkezine dönüştürmüş durumda. Burada ifade ettiğimiz ekonomik açıdan bir rantla sınırlı olan durum değil. Bunun dışında siyasi bir otorite de sağlanıyor. Bununla birlikte patron ya da hakim sınıf yandaşlığı ise üst düzeyde seyrediyor. Bugün ülkemizdeki sendikaların merkezinde yer alanların hemen hemen hepsi hakim sınıf partilerinin yandaşı durumunda ve işçi sınıfından çok hakim sınıflara yakın duruyorlar. Devrimci hareketlerin süreç itibariyle düştüğü güçsüz durumda bunun üzerine eklenince sınıf sendikacılığı da kısmi düzeyde yapılan çabalarla sınırlı kalıyor.

Deklarasyon ve sendikalar Sendikalarda yaşanan gelişmeler bununlada sınırlı değil. Bazı sendikalar kendi merkezlerine karşı deklerasyon yayınlayarak birlikte hareket etme kararı aldı. Türk-İş’e bağlı bu sendikaların

AKP-CHP kutuplu bir sendikal yapı oluşturulmak isteniyor. Böylece de sendikalar içerisinde sağlanabilecek sisteme muhalif çıkışın da önü kapatılmak isteniyor. İşçi sınıfı hareketinin bağımsız gelişebilecek mücadelesini engelleyerek en geriye çekemek ve kendi güdümlerinde bir sendikal hareket istiyorlar

her birinin durumu diğerinden farksız. Sınıf sendikacılığı adına düşündüğümüzde karşı oldukları genel merkezden de farklı düşünmüyorlar. Merkezlerinden ne kadar farklı düşündükleri kendi pratikleriyle ortada duruyor. Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıdaİş, Tez Koop-İş, TGS ve TÜMTİS’in imza attığı deklerasyon bazı ilerici maddeler taşıyor. Ancak siyasi yönü daha ağır basıyor. Yani işin merkezinde yer alarak ortaya çıkabilecek dinamikleri, farklı kutuplar arasındaki dalaşta eriterek bitirmek. Ve esasen ülke siyasetinin dizaynından bağımsız şekillenen bir işlev taşıdığını söylemek mümkün değil. Bazı ilerici maddelerin olması mevcut durumu perdelemekten başka bir işleve de sahip değil. Konuya ilişkin söy-

leşi yaptığımız Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm, deklarasyona dair düşüncelerini gazetemizle paylaştı. İşin içinden biri olarak süreci kendi bakış açısıyla özetleyen Gülüm “Bu durumu ele alırken bütünsel gelişmeden bağımsız ele almamak gerekir. Türkiye siyaseti, bir yandan uluslararası sermaye, diğer yandan da Türkiye burjuvazisi ya da diğer adıyla kapitalist sistem, kendisini yeniden yapılandırıyor. Bu siyasette kendisini nasıl biçimlendiriyorsa, sendikalarda da yapıyor. Bugün on sendikanın çıkışını da böyle anlamak lazım. Hem de genel anlamda işçi sınıfı hareketine yönelik saldırısını da böyle anlamak lazım. Bir saldırıya uğramak var, bir de saldırıya yönelik ortaya çıkan farklı hamleler. “İleri” gibi görülen sendikal


14-15_Layout 2 7/31/11 5:02 PM Page 2

emek 15

organizasyon ve kendi güdümlerinde AKP eksenli bir yapı oluşturmak -Türk-İş’in yaptığı gibi-. Diğer taraftan da ola ki sendikal alanda bir yükseliş olursa bunu da bugün kendisini on sendikayla ifade eden ve CHP’nin de merkezde olduğu bir sendikal yapıyla CHP’ye akmasını istiyorlar. Nedeni şu, şöyle bir koşul kendisini gösteriyor; Sendikal alanda dünyada yaşanan son gelişmeler, Avrupa’da, başta Yunanistan olmak üzere, İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde patlak veren krizler ve kitle eylemlerinin ortaya çıkması. Bunun dışında Tunus’la başlayan, Mısır’la devam eden halk hareketleri. Hemen onların dışında uzak doğu ülkelerinde Nepal’de, Hindistan’da, Filipinler’de yükselen, sosyal ve sınıfsal kurtuluş mücadelerinin, bağımsız gelişmesinin yaratattığı etkiden kaynaklı ülkemizde de olabilecek bir mücadeleyi engellemek, kırpmak, kendi istedikleri rotada tutabilmek için bağımsız gelişebilecek koşulları ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. İşte on sendikanın ortadaki tablosunu böyle anlamak ve böyle okumak gerekiyor. Yani tabandan gelen bağımsız bir çıkış, sınıfa dayanan, sınıfın hareketini yükselten bir çizgide gelişen çıkış değil. Yarının ihtiyacı olabilecek, yarının alternatifi olabilecek bir gelişmeye karşı ortaya çıkıştır. alternatifi saldırıya yönelik bir çıkış olarak algılamak gerekiyor.” sözlerine yer veriyor.

f Yani tam da bütün sendikaların işçilere dair pratikleri ortadayken ve her bir sendika kendi iç sürecinde bu deklarasyondakilerin yarısını bile uygulamazken ne oldu da birden bu hareket çıktı? TEKEL süreci mesela, tutumları ortada... Evet Tek Gıda-İş’i TEKEL’den tanıyoruz, her bir sendikayı kendi deneyimleri ve mücadele pratiğinden tanıyabiliriz ayrıca. Diğer yandan da ortada bulunan hareketlerden ilerici olanlar, gerçekten mücadele etmek isteyenler var. Ama bunlar bugün bu sendikaların ortaya koyduğu sendikal çizginin esasını oluşturuyor değiller. Buna bugün güçleri de yok. Peki ne oluyor o zaman. Biz bunu şöyle anlıyoruz; aslında siyasette oluşturulmak istenen iki farklı kutup, sendikal alanda da oluşturulmak isteniyor. Bir yanını AKP, diğer yanını CHP ile oluşturmak istiyor sermaye. Bütün ara renkleri, sınıfsal farklılıkları silikleştirerek yapılan tasfiye süreci, sistematik olarak 4-5 yıl öncesinde başlatılarak sendikal alana da yansıtıldı. Yani AKP ve CHP eksenli yaratılan siyasi algı sendikalarda da bu şekilde kutuplaştırılmak isteniyor. Yani AKP-CHP kutuplu bir sendikal yapı oluşturulmak isteniyor. Böylece de sendikalar içerisinde sağlanabilecek çıkışında önü kapatılmak isteniyor. Bunu iki nedenden ötürü yapıyorlar, birincisi işçi sınıfı hareketinin bağımsız gelişebilecek mücadelesini engelleyerek en geriye çekmek

f Peki hiç ileri yanları yok mu? Bu çıkışın ileri yanları yok mudur. Hemen onu söyleyeyim. Elbette ki bu hareketin ileri yanları vardır. Birincisi ben deklarasyona baktığımda, önemli oranda katıldığım evet dediğim, bir anlamda, ciddi olarak ele alınabilecek bir deklerasyon. Deklarasyonun şöyle ileri bir yanı var; deklarasyon bir platformu öngörüyor. Bizim açımızdan belki en önemli noktadır. Sadece içerisinde bulunan on sendika değil, sınıftan yana, emekten yana herkesle ortaklaşabileceği bir mücadelenin örgütleyicisi olabileceğini söylüyor. Bu herkesin önemsediği ve ihtiyaç duyduğu bir noktadır. Bunların niteliklerinin buna uygun olup olmaması bir yana, platformun böyle bir özelliği var. Bu platformda önemli olan bu noktayı, ortaya konulan bu çizgiyi hayata geçirmek önemlidir. Böyle olabilecek bir mücadele, daha bağımsız, daha ileri bir mücadelenin, bir hareketin örgütlülüğü ve dinamiği olabilir. Onun adımları atılabilir. Yani olumlu ve olumsuz iki yönü var. Bu platformdan bizim anlamamız ve okumamız gerekenin bu olması gerektiğini düşünüyorum. Zemin ve koşullar buna uygun gibi. Çünkü, önümüzde saldırıların yaşandığı bir gerçeklik de var. Kıdem tazminatı vb en temel hakların ortadan kaldırılmasına dönük saldırılar var. Özellikle kamuda böyle birşey yaşanacak. Bunlar bir dayanak yapılarak tabanı bunun üzerinden hareket ettirip bir dinamik yakalanabilir. Böylece bu sendikal hesapları da bir nevi bozabilir. Toparlanış olabilir. Ortaya çıkış noktasını buradan da ele almak ve okumak gerekiyor.

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

HALİMİZ HAL DEĞİL e zaman ne yapacağım belli değil. Yan gelip yazabilirim. Gezebilirim. Çizebilirim veya bahçede heykel yapabilirim. En sevdiğim şey, çöplüklerden malzeme toplamaktır. Nesnelere ruh üflemekten, yani üfürükçülükten vazgeçtim. Nesneleri ruhlarından koparmadan, sanatsal yaratıcılığın yapıcıları olarak seferber etmek bana daha uygun geliyor. Gençliğimin sınır tanımayan kavrayış gücü gerilerde kaldı. Bir şeye meftun olduğum zaman avareleşiyorum artık. Eskiden envai çeşit çelişkilere, bilinç ve serüven biçimlerine sahiptim; çıkarsama, yıkma, kurma, yeniden yıkıp yeniden kurma hususlarında hırslıydım. Yapmak istediğim her şeyin, bana karşı direnci on kat arttı. Binamdan gelen şikayetler arttı. Yavaşladım. Daha çok kendi içimdeyim. Bazen kendi yanıma çıkıyorum. Bazen da terkediyorum kendimi. Eskiden insanlarla aram iyiydi. Ne oldu bilmiyorum, yıldım insandan. Her yer insan. Yürümüyor, oturuyor, yiyor ve artanını da atıyorlar. Arabalarından güç bela iniyor, asansörlere binip shoplara çıkıyorlar. Elektirikle işleyen, hareketli merdivenlerde bile yürümüyorlar. Ekranların karşısında, yemek yapma programlarını seyrediyor, yemek kitaplarını okuyor, yiyor, atıyor ve geğiriyorlar. Kibrit çöpleri gibi birbirlerine benziyorlar. Kıyamet kadar ayak, burun, ense, göbek, iş ve aş gailesi, rekabet, hırs, ego, mülk, vatan, bayrak ve namus dolaşıyor piyasada. Düdük sesini bekliyorlar. General düdüğü öttürdüğünde, hemen mevzilere girecek, birbirlerini boğazlayacaklar. Hepsi haklı. Ortada haksız yok. Boğazlama işi bittikten sonra, bir yığın profesöre iş çıkacak: “Muharebenin Garp Cephesindeki Seyri.” “Doğudaki çıkarma ve 9. Ordunun Başarıları.” Yıkıntılar, ölüler kaldırılırken, al sana yeni bir merak, yeni bir okuma furyası. Birbirlerinde silikleşen, yiten, nesneleşen kalabalıklar, kahramanlık menkıbeleri, zafer kutlamaları, gaziler, sancaklar, madalyonlar, niyaziler. Yokuşu nefes nefese çıktı. Daha selam vermeden, “Hocam bu namus cinayetleri konusunda ne düşünüyorsun?” diye dik dik baktı. Bakışlarında kocaman bir göçmen yüzü. Yüze benzemiyor. Tutunmaya, kendilerine yer açmaya çalışan, hiçlenmiş, yok sayılmış, kendi çelişkilerini kendi içinde devindirememiş, ya da ne bileyim barındıramamış, kaymış, taşlaşmış ruhların mahşer alanı. Benimkinden beter. “Herkesin bir malı, bir namusu var,” dedim. “Toplum, herkese, iç hizmetler kanununun fişmekan maddesine göre, namusu izleme, koruma ve kollama görevini vermiştir. Bu uğurda aileler dağılabilir, insanlar ölebilir, aşiretler, sülaleler ve ezbetler birbirlerine girebilir. Bunda bir beis yoktur.” Şaşkınlaştı. Benden böyle bir cevap beklemiyordu. Gözünün birini yumup düşündü biraz. Bu hali bana, ölümlülerle cinsel ilişkiye girdiği için, yer ile gök arasında, bir gözü açık, diğeri kapalı olarak asılı kalan, günahkâr melek Azzaz’ı anımsattı. “Allah Allah,” diye mı-

N

rıldandı. “Bir çaresi yok mu bunun?” “Var,” dedim. Umutlandı. “Nedir?” dedi. “Şimdiki toplumun yerini, malsız ve namussuz insanlardan oluşan bir başka toplumun almasıdır,” dedim. İyice şaşırdı. Suskunlaştı. Komünist Manifestosu’nu anımsadım. 150 yıl önce, mülkiyete ve namusa karşı çıkışıyla tüm dünyayı sarsmıştı. İmkânsızı dayatmıştı. Devrim işte budur. Sarsar. Düşüncede ve pratikte çok derin yıkar. Sadece devleti değil, toplumu da yıkar. İnsanın özüne karşı köklü bir çıkışın adıdır devrim. Sınırları parçalar, tabuları, idolleri ve idol yaratma kültürünü yıkar, yepyeni bir özle ortaya çıkar. Komünistiz. Mal, namus ve mevki sahibiyiz. Mülk dünyasının değerlerinden, değer yargılarından kopamamışız. İnsanın özüne dönmesini savunuruz. Mevkimizde bir ömür kalabiliriz. En yüksek mevkideki insanı, sıradan yığınlar gibi ululayabiliriz. Neden böyleyiz? Böyleliğimizin başlıca kaynakları nelerdir? Günü düşününce kötüyüm, yıkıntıyım. İyiyim, geçmişi ve geleceği düşününce. Sürü, bu haliyle hayatı kışkırtacak, insanı ve doğayı hırpalayarak yarattığı muhteşem rezaletle devrimin kapısını aralayacak. Kibrit çöpleri, birbirlerine benzemeyen ve hayatı dipten tutuşturan ateş parçalarına, öznelere dönüşecek. Buna adım gibi eminim. Dünyanın neresinde hazırlanıyor, bilemiyorum ama, sadece kendinde değil, parçacıklarında bile sınır olmayan bir varlık bilinci, sınır ve tabu tanımayan bir kavrayış, devinip durmakta, arzın kabuğunu zorlamaktadır. Nerde, bir yerde veya aynı anda birkaç yerde, er veya geç, çıkacak yeryüzüne. Herkes, yaşamın bir türküden ibaret olduğunu, “İşte geldim gidiyorum, şen olasın Bayburt şehri,” olduğunu biliyor. Ve herkes, Bayburt şehrinden gitmeyecekmiş gibi hareket ediyor. İyi. İyi de, halleri hal değil. İnanıyorlar mı, inanmıyorlar mı o da belli değil. Kadın seçim kampanyasında, Allah’a inanmadığını ve nikâhsız yaşadığını açıklıyor. Hiçbir parti bu açıklamayı, kampanya sırasında, kadına karşı kullanmıyor. Ve kampanyadan sonra sandıklara gidiyorlar. Allahsız ve nikâhsız kadın, Avustralya Başbakanı olarak koltuğa oturuyor. Bir de böyle bir durumları var işte. Hoşuma giden bir durum. Kemal Kılıçdaroğlu, seçim kampanyası sırasında, Allah’a inanmadığını ve nikâhsız yaşadığını açıklasaydı, diğer partiler ne derlerdi acaba? Recep ne derdi? Kemal ne kadar oy alırdı? Mülkiyetçi namuscu toplum, Deniz Baykal’ı ne hale soktu. Perde kalksa, toplum, kendi çoğunluğunun Deniz Baykal’lardan oluştuğunu görecek. Ama bu çoğunluğun ne kadarı, eleştiri cereyanı karşısında Baykal ve hanımı gibi dik ve cesur durur, bilemiyorum. Mal ve namus. İkiz kardeş. İkiz bela. İnsanın mal üzerindeki mülk duygusu ile insanın insan üzerindeki mülk duygusu, özünde aynıdır. İnsan, her ikisini de tepe tepe kullanıyor.


16-17_Layout 2 7/31/11 3:09 PM Page 1

16 dünya röportaj

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Son sözü halk

söyleyecek

‘Hükümet son yasayı parlamentoda onaylamayı başardı. Ancak halk son sözünü söylemedi. Halk önemli adımlar attı, kendi gücüne güveni var, elleri bağlı durmayacak, Yunan komprodorlarıyla onların yabancı patronlarını yeni bir mücadele turu bekliyor. KOE başından beri halk protestosunu selamlarken, üyeleri de bütün ülkede direniş eylemlerine aktif olarak katıldı’

Yaşanan ekonomik krizin Avrupa’daki en belirgin noktası Yunanistan oldu. Yunan hükümeti faturayı halka kesmek için yoğun bir trafik içerisine girdi. Bu duruma karşı gelişen eylemlerde sokağa dökülen halka yönelik uygulanan şiddet, çokça bahsedilen Avrupa demokrasisinin sınırlarını da bir kez daha ortaya koydu. Yunanistan’ın krizle birlikte iflasını açıklamasının ardından İtalya’da benzer bir durumla karşılaştı.

rin olmayacağı durumda. Komprador yönelime, özellikle turizm sektöründe, gittikçe daha fazla destek vererek uluslararası hassas krize ve serbest piyasaların daha serbestleştirildikleri bir ortamda AB nin devlerine mutlak bağlılık, bağımsız numizmatik (para) politikası yokluğu euroya girdikten sonra Yunanistan ekonomisini “Arjantinleştirme” ihtimali ortamında Yunan hükümeti “güçlü ekonomi” söylemiyle tatmin oluyordu.

Krizin etkilerini derin bir şekilde yaşayan İtalya, Avrupa’nın en büyük üçüncü ekonomisi olarak biliniyor. Şuan İtalya hükümeti de faturayı halka kesiyor. Bu dalgalanmanın İtalya ile de sınırlı olmadığı, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde de etkili olacağı ve Avrupayı derinden sarsacağı ortada. Elbette fatura Avrupa emperyalistleri tarafından krizi kendi sınırları içerisinde olan halklara ve sömürge ve yarı sömürge ülkelerde yaşayan halkların üzerine yükelyecekler. Bunun etkileri bu ülkemizde dahi hissedilir derecede balirgin olarak durmakta. Özelleştirmeler, zamlar, işten çıkarma, alım gücünün düşmesi vb bir yığın gelişme buna işaret ediyor.

Özellikle “Arjantinleştirme” Euroya girme sonuçları tespitimizden dolayı saldırıya (siyasi) uğradık. O dönemde Yunan burjuvazisi yüksek kalkınma göstergelerinin bayram havasını yaşıyordu. Ne yazık ki, solda iflas ihtimalini görebilen analiz yoktu. Çoğu Yunanistan da “dinç bir kapitalizm” hatta “emperyalizm” görüyorlardı. Aynı zamanda uluslararası ekonomik kriz ihtimalini ufukta görünüyor olmasına rağmen ciddiye almıyorlar. Ki böylesi bir kriz bazen özel nedenlerden dolayı Yunanistan’da bir üst düzeyde yaşanacak, böylelikle sistemin zayıf halkasını oluşturacaktı.

Bu krizin etkisiyle birlikte iflas eden ve yukarıda ifade ettiğimiz birçok çelişkiyi yaşayan Yunanistan’a ilişkin Yunanistan Komünist Örgütü (KOE)’yle bir röportaj gerçekleştirdik.

Krizin nedenini çarpıtıyorlar fYunanistan’da yaşana ekonomik krizin nedenlerini nasıl yorumlayabiliriz? Yunanistan Komünist Örgütü (KOE), birinci kongresinin (2003) 11 nolu kararında şunları belirtiyordu: “ Yunanistan ekonomisinde eskiden beri boy gösteren sorunlar: gittikçe büyüyen ticaret açığı, kamu masrafları açığının gittikçe büyüyerek, borcun büyümesine neden oluyor, devam eden sanayi küçülmesi, “kalkınma’ hızının düşüşü, bunlar ekonomik krizin görünen etmenleri”. AB 3. ekonomik destek paketleri sayesinde bazı bayındırlık projeleri de olmasaydı kriz daha belirgin bir şekilde gündeme gelirdi. Uluslararası ekonomik kriz karşısında tek “sabit” dayanak ekonomik göçmenlerin aşırı sömürülmesidir. Söz konusu sermayenin daha ucuz iş gücü amaçlı doğu Avrupa çıkartması iç iktisadi etkisi çok sınırlı, 2004 olimpiyat oyunlarının ekonomik sonuçlarının olumsuz olacağından kimsenin şüphesi yoktur, bu da muhtemel aksilikle-

Yunanistan Komünist Örgütü 2. kongresi 2007 54 nolu kararı (tezi) tümüyle şu şekildedir: “Aşırı borca girmiş bir ekonomi, zayıf bir üretim örgütlenmesi, özelleştirmeler ve serbest piyasalılaştırma otomatiğe bağlanmış, AB 15’lerle kıyasla düşük ve gittikçe daha düşen işçi ücretleri (doğu bloku AB üyesi ülkelerle kıyasla yüksek) araştırma yatırımlarda son derece düşük (15 lerin AB sinde sonuncu sırada) yatırımlar konut ve inşaat sektörü ekseniyle sınırlı. Tüm bunlar yunan kapitalizmin gidişatında neyi gösteriyor; bir bataklıktan başka ne olabilir ki, bundan sonra tek yürütme çözümü olarak geriye kalan malını satma ‘geriye kalan zenginlikler’ ve halkın gelirine cepheden bir saldırı, derinden bir sınıfsal kutuplaşma ve sosyal elemelerin sıkıntıları yakın gelecekten manzaralara benziyor.” Sanıyoruz kongrelerimizin bu tespitleri birkaç yıl önce bugünkü gelişmeleri anlatıyor, Yunanistan’da bugünkü krizin temel nedenleri tatmin edici düzeyde tanımlıyor.

fYunanistan’da yaşanan ekonomik krizin nedenlerinden biri kamu harcamaları olarak gösteriliyor. Kamu harcamaları içinde ise maaş artışları ön plana çıkarılıyor. Bu yaklaşım gerçeği yansıtıyor mu? Bir önceki dönemde Yunanistan hakim sınıfları

özellikle basın aracılığıyla bir onceki dönemde gerçek niyetini gizleyerek ülkeyi Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komitesi ve özelikle IMF’nin kancasına takarak, buyuk Yunan bankalarını ve cok uluslu şirketleri halkın ve ülkenin aleyhine kurtarmaya koyuldu. Hiçbir iktisadi gösterge, ekonomik durumun, iflasa gidişin nedenleri olarak “büyük kamu sektörü”, «yüksek ucretler” olarak gösteremez. Ama bu yalanların halk uzerinde önemli derecede etkisi olmuştur. Hatta işçi sınıfı içinde zıtlıklar oluşturdu da. Özellikle de kamu ve özel sektör emekçileri arasında. Doğrusu bu gün artık bu masallarla kimseyi aldatamazlar. Özellikle son kamu yatırım ve ücret kısıtlamalarından sonra durum düzelmenin aksine daha fazla bataklığa sürüklendi. Gittikce daha fazla kişi bugünkü krizin nedenlerinin son yıllarda dayatılan; politik, ekonomik ve sosyal modelin sonucu olduğunu biliyor..

fYunanistan’ın eknomik krize girmesinde asıl neden olan emperyalistler, görünürde Yunanistan’ın tek kurtarcısı gibiler. Emperyalistlerin bu politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine bu soruya bağlı olarak, Yunan halklarının ABD emperyalizmine gösterdiği tepkiyi Avrupalı emperyalitlere göstermediğini görüyoruz. Bunun sebepleri nelerdir? Sorunuzun başında yaptığınız tarif kesinlikle doğrudur. Yunanistsan’ın AB ve daha sonra euroya girişi Yunan halkının cennete girmesi gibi lanse edildi. Aslında bu, bugünkü cehenneme sürükleyen politikalardan başka bir şey değildi. Sizin doğru şekilde belirttiğiniz gibi bugün Avrupa’dan emperyalistler Yunan hakim sınıflarının gönüllü olarak katıldığı cinayeti tamamliyorlar. Yunanistan’ın iflas, kısır döngüsünde daha derine batırarak cinayeti tamamlıyorlar. Belirttiğiniz ikinci soru çok isabetli. Yunan halkının anti-Amerikancılıkla önemli bir geleneği var. ‘2. Dünya Savaşı’ sonrası dönemde özellikle ülke tarihinde, ABD cuntasının dayatılmasında ve Kıbrıs’ta işgaldeki rolü ozellikle. AB ülkeleri için durum aynı değildir. Bize göre önemli iki ülkeyi belirteceğiz. Birincisi; AB’nin Yunanistan ekonomisinde ve kalkınmasında sözde önemli rolü ile ilgili geniş çaplı propaganda. Bir örnek: her büyük alt yapı şantiyesi bölgesinde Avrupa fonlarında bu kadar milyon verildiğini belirten büyük tabelalar dikilir. Diğer yandan ise Yunanistan sanayisinin, tarımın sınırlanması her türlü bağımsızlık unsurunun dağıtılması, direktifler yoluyla para cezasıyla, envai çeşit uy-

gulamalarla, Avrupa emperyalizminin planlamları dayatılıyor. Tüm bunlar ülkenin hükümetlerinin ve komprador burjuvazinin arzu ve isteğidir. İkinci neden Yunan solunun AB’ye karşı olan tavrıdır. Özellikle Yunan solunun iki büyük partisi her biri kendi uslubuyla AB karşısındaki politikaları zaman zaman burjuva partileriyle ittifak yaparak, 1989 sonrası Avrupa emperyalizmini mütevazi göstererek kalkınma ve modernleşme vaad eden “Avrupa ülküsüne” adapte oldular. Böylelikle halk büyük oranda bu propagandaya karşı savunmasız bırakıldı. Bugün büyük oranda AB’nin ve euronun milyonlarca insan için belirleyici ağırlığı var. Aynı zamanda halk ve öğrenci kitlelerinde düşünme ve arayış dalgası yüksek seyrediyor.

Göçmenler hedef gösteriliyor fEkonomik krizin derinleşmesiyle birlikte Yunan kamuoyunda tepkiler de arttı. Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu ise halkın öfkesini dindirmek için kabine değişikliğine gitti. Yapılan kabine değişikliğinin krizin aşılmasına katkısı olabilir mi? Türkiyedeki-Kuzey Kürdistanda’ki dostlarımızın ülkemizdeki durumu anlamalarını istiyoruz. Ülke bildiğimiz “parlamenter demokrasiden” oldukça uzaklaşıyor, yeni bir rejimsel duruma girmiş bulunmaktadır. Olağanüstü bir durumla karşı karşıyayız. İMF ve AB’nin direktifleri parlamenter formaliteyi sollayarak devletin yasaları oluyor. Çoğu defa bu direktiflerin Yunanca’ya çevirisi ayaküstü yapılarak karmaşık ve anlaşılmayan kararlar uygulanıyor. Yakın zamanda başbakan yardımcısı, ‘durum daha da karmaşık olursa tankların sokağa çıkacak’ tehdidinde bulundu. 28-29 Haziran’da polisin şiddetinin hat safhaya ulaşması sonucu binlerce yaralı vardı. Yunanistan’ın bilinen anlamda bir hükümeti yok. Yunanistan bugün daha çok manda durumunu anımsatan bir duruma dönüştürülmüş. Siyasi ve ekonomik bir işgal durumu var. Üçlü diye anılan (AB-Avrupa Merkez Bankası- İMF) bakanlıkların ve kamu kuruluşlarının bürolarına yerleşmiş ve emir dağıtıyorlar. İkinci kongremizde “Balkan tipi” serüvenlerden kastettiğimiz buydu. Ancak bu durum böyle gitmez, burjuva cephesinde sarsıntılar oluyor. Burjuva cephesinde ve ozellikle Pasok da sarsıntılar oluyor. Birçok iktidar partisi milletvekilli halkın baskısı sonucu istifa etti. Sağcı ana muhalefet partisi uygulanan politikalarla tamamem hem fikir olmasına rağmen, kendi prestijini kurtarmak için hükü-


16-17_Layout 2 7/31/11 3:09 PM Page 2

dünya 17

EKSEN

ORTA ASYA BİR TÜRK ALANI MI ? ovyetler Birliğinin 1991’de nihai olarak ortadan kalkmasıyla Orta Asya’daki Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi Türkçe konuşan halklar bağımsız devletler haline geldi. Türkiye’de öteden beri Turan hayali kuran PanTürkist çevreler, Türk dili konuşan halkları bir araya getirecek, böylece “Türk dünyası” birliğini gerçekleştirecek bir toprak bütünlüğünün yaratılmasının artık mümkün hale geldiğini düşündüler. Bu mahut çevrenin dışında bu görüş devlet katında da kabul gördü. Örneğin Turgut Özal “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyası”, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “bugün hiç kimse Adriyatik kıyılarından Çin seddi’ne kadar uzanan bir Türk dünyasının varlığını inkar edemez” şeklinde formüle etti. Orta Asya cumhuriyetleri ile Azerbaycan’a doğru yönlendirilen çabalara rağmen bu düşünce kısa sürede acı gerçekle karşılaştı. Türkiye şüphesiz bugün Orta Asya’da mevcuttur. Ancak Türkiye’nin faaliyeti Türkçe konuşan devletler arasında toplantılar ve zirveler düzenlemekten öteye geçemedi. Aradan geçen 20 senede Türkçe konuşan halkların bütününü kapsayacak bir ülke oluşturulamadı. Oluşmayacak da. Zira Orta Asya cumhuriyetleri, geçmişte çizilen suni sınırlar nedeniyle kendi azınlık sorunlarıyla uğraşır ve kendilerine has çıkarları varken Türkiye’ye ayrıcalıklı bir işlem yapmak istemiyorlar. Daha doğrusu yeni bir “ağabey” in sopası altına girmek istemiyorlar. Öte yandan Türk birliği ideolojisi Türkiye’de birçok milliyetçi akım içinde hala varlığını sürdürmekle beraber Orta Asya’da yankı yapmıyor. Orta Asya cumhuriyetleri, yakınlıkları öne çıkarmaktan ziyade dil alanındaki farklılıklarını şiddetlendirerek ulusal bilinci daha üst seviyeye çıkaracak politikalar izliyor. Soğuk savaş süresince NATO’nun ileri karakolu olarak ABD’nin bekçiliğini yapan Türkiye soğuk savaşın bir ganimeti olarak Avrasya’da Türkçe konuşan halkların yaşadığı enerji havzasında etkinlik kurma hakkını kendinde gördü. Türkiye’nin ABD ile birlikte hareket etmesi başlangıçta bölgeye nüfuz etmesini kolaylaştırdı. Ufak tefek mali yardımlar ve öğrencilere öğrenim imkanı tanınması gibi (kendi muhtacı himmet bir dede, nasıl gayrıya himmet ede) çıkara dayalı yaklaşımlar ilk başlarda işlerin yolunda gitmesini sağladı. Türkiye’nin hayalini gördüğü Orta Asya, zengin yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle büyük güçlerin kıyasıya mücadele ettiği dünyanın en stratejik bölgesidir. ABD elebaşılığındaki emperyalizmin XXI.yüzyıldaki hedefi yüzyılı aşkın süredir nüfuz edemediği Orta Asya coğrafyasıdır. Keza Rusya’da Sovyet imparatorluğu döneminde egemen olduğu bu bölgede inisiyatifi yeniden ele geçirmek için mücadele ediyor. Çin ise gelişiminin devamı için ihtiyaç duyduğu daha fazla enerjiyi temin edebilmek adına Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile Orta Asya’ya adım attı. Türkiye’nin bölgeye ilişkin girişimleri,

S

metin yaptıklarına tamamen onay vermiyor. Yakın zamanda yapılan hükümet kabinesindeki değişikliklerden amaç yeni, taze hükümet olarak lanse etmek ve söz konusu politikaları bakanların uygulamalarına bağlamak. Bu taktiksel hareketlerin ekonomik krizle ilgili olumlu hiçbir etkisi olmaz. Ne de var olan ekonomik krizin sancılarını kısıltlamak gibi bir etkisi olabilir.

fYunanistan’ın içinde bulunduğu kriz sonucu, aşırı milliyetçi ve ırkçı kesimlerin güçlendiği tespiti sizce doğru mu? Öyle ise bunun nedenleri nelerdir? Kriz kuralsal olarak toplumu daha tutucu, daha milliyetci ve ırkçı olmaya sürükler fikrine katılmıyoruz. Kriz çeşitli zıtlıkları ortaya çıkarır. Sonuçları çeşitli yönelimler yaratır. Burada “öznel etmenler” önemli rol oynar, yani başka bir perspektif için bilinçli mücadele eden güçlerin olup olmamasıdır. Egemen sınıflar kendi açısından halkın kinini basit bir yöne sürüklemeye çalışıyor. AB ve “Dublin 2” antlaşmasıyla sefalet ülkesi olarak seçilen Yunanistan’da, göçmenler çok kötü yaşam şartlarına mahkum ediliyor, gergin bir ortam oluşturuluyor. Özlellikle Atina’nın bazı semtlerinde bundan yararlanmak istiyor. Geçtiğimiz nisan-mayıs aylarında ırkçı saldırılarda bulundular. Hakim basın kendi kirli rolunu oynamaya çalışarak göçmen sorununu gündem yaparak hükümete destek oldu. Yunan halkının büyük çoğunluğu ırkçılığın kolay bir şekilde mağduru olamaz. Büyük eylemler ve 25 Mayıs’tan sonra terör ortamı temelden değişti. Ve gündemin merkezine tekçi üçlülerin ve hükümetin yıkıcı politikalarını koydu.

Halk son sözünü söylemedi fYunan hükümeti krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarmanın peşinde. Bu duruma karşı Yunan halkları uzun süredir protesto eylemleri yapmaktadır. Bu eylemlerin biçimini ve içeriğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yunan halkı 25 Mayıs’ta önemli eylemlere girerek genel halk ayaklanması düzeyine geldi. Yunanistan’ın tüm merkezi meydanlarına yüz binlerce insan toplanıp mücadeleyi örgütleyerek hükümetin ve üçlünün gitmesini istedi. Böylelikle halkın gelişmelerin ve kararların dışında bırakıp suçlu olanın politik sistem olduğu ortaya konuldu. Halkın katılımıyla sağlanacak gerçek demokrasi ve kendi hayatını kendisi belirleyecek bir sistem istenildi. Ülkeye bağımsızlık, emperyalistlerin AB ve İMF’nin ekonomik ve politik

işgalinin sona ermesini istediler. Halk siyasi mucadelesinin hedefine gerçek suçluları koydu. Bu durumdan biz çok memnunuz. Halkımızın gücüne güveniyor büyük bir ayaklanma için çabalıyoruz. Halk gücünü gösterdi. Hükümeti oyun ve entrikaya başvurmaya zorladı. 15 Haziran’da birkaç saatliğine de olsa istifa durumuna düştü. Hükümet son yasayı parlamentoda onaylamayı başardı. Ancak halk son sözünü söylemedi. Halk önemli adımlar attı, kendi gücüne güveni var, elleri bağlı durmayacak, Yunan kompradorlarıyla onların yabancı patronlarını yeni bir mücadele turu bekliyor. KOE başından beri halk protestosunu selamlarken, üyeleri de bütün ülkede direniş eylemlerine aktif olarak katıldı. Halk hareketine tepeden bakıp, sloganları ”apolitik” olarak niteleyerek, mücadele metotlarını yanlış gören politik güçlerle hem fikir değiliz. Resmi KP ve başka güçler kendilerini bu hareketten ayrı tutup eleştirel ve fikir hocalığı tavrına girdiler. Solun rolünü böyle görmüyoruz. Aynı zamanda olabildiği kadar geniş bir halk cephesini desteklemekten geri durmayacağız.

fGazetemiz aracılığıyla Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına vermek istediğiniz mesaj var mıdır? “Kara bulutlar her tarafa yayılıyor durum şatavatlıdır”. Özelikle bölgemizde bu deyim her zaman daha güncel. Bütün zıtlıklar sivriliyor, büyük emperyalist güçler dahada fazla jeopolitik kaosa batıyor, bölgesel güçler yeni ve daha iyi rol oynama arayışında. Halk için tehlikeler çok büyük. Çünkü burjuva sınıflar sadece yıkım aracılığıyla krizlerini aşmayı deneyebilirler. Yunistan komprador burjuvazisi tehlikeli bir oyuna girmiş bulunmakta. Ülkeyi emperyalist güçlerin kervanına katıyor. Bölgesel çelişkilerden faydalanarak ekonomik krizden kurtulmaya çalışıyor ve her zaman büyük güçlerin hizmetçisi olarak ülkeyi emperyalsitlerin savaş oyunlarına ve çatışmalarına götürüyor. Ancak bütün küresel ve bölgesel ”oyuncalar” halk etmeni fikriyle titriyorlar. Gericilerin iktidarı halk arasındaki gerçek dostlukta titriyor. Halk için gerçek demokrasi ve bağımsızlık için ortak mücadelemizi güçlendirelim, zulmün, devlet terörünün, işgal ordularının, sefalet ve yoksuluğun olmadığı, yaşanacak bir dünyayı hep birlikte kuralım diyoruz. Son olarak mücadelenizde yanınızda olduğumuzu belirtiyor, aylardır faşist bodrumlarda tutuklu olan gazetenizin yazı işleri müdürü Hıdır Gürz’ün serbest bırakılmasını istiyoruz. Turkiye-Kuzey Kürdistandaki kardeşlerimizi selamliyoruz.

≫ ahmet hacalişi k.

Orta Asya devletlerinin bağımsızlıklarının Uygur Özerk Bölgesi’ndeki bağımsızlıkçı hareketleri tetikleyeceğinden korkan Çin’de endişe kaynağı oldu. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Büyük Türk Dünyası” siyaseti Pan-Türkizm emellerinin yansıması şeklinde anlaşıldı. Çin’lilere göre bu slogan Uygur Özerk Bölgesini de içine alan bir siyasi coğrafyanın ortaya çıkmasının fikirsel alt yapısıdır. Çin, Türkiye’nin girişimlerine karşı 1996 senesinde Rusya, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan ile birlikte ŞANGHAY BEŞLİSİNİ kurarak karşı hamle yaptı. Bu tarihten sonra Türkiye’nin “Türki” devletler ile ilişkileri gevşemeye başladı. Bunda ABD’nin 1996’dan itibaren Avrasya’da kendi başına siyaset geliştirerek Türkiye’yi dışlaması ve daha da önemlisi ABD’nin etkisiyle bölgedeki muhalif hareketlerin desteklenmesinin (Özbekistan Andican olayları) yarattığı tepkinin olumsuz etkisi oldu. 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’nin Orta Asya politikası Çin-Rusya ekseni karşısında iflas etti. Türkiye’de düzenlenen birçok zirveye Orta Asya cumhuriyetlerinden artık lider düzeyinde katılım olmaması, Özbekistan ve Türkmenistan ile ilişkilerdeki olumsuzluklar iflasın yansımasıdır. Gelinen aşamada Türkiye, bir yandan büyük Türk dünyası hayallerini bırakıp ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni sahiplenirken diğer yandan Rusya ve Çin’in yürütmekte olduğu Avrasya projesinden küçük paylar kapmaya çalışan çıkarcı devlet pozisyonuna düşmüş bulunuyor. TÜRKİYE’NİN ŞİÖ HAYALİ 2001 senesinde Şanghay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ) kurulmasıyla Türkiye’de harekete geçerek tam üyelik konusunda irade beyan etti. Ancak bölgeye ilgisini devam ettirmek isteyen Türkiye’nin, kendi aleyhine olan ŞİÖ’ye girmek istemesi tam bir dış politika körlüğü oldu. Zira ŞİÖ’nün çıkarlarıyla, ABD çıkarları doğrultusunda politika yapan Türkiye’nin çıkarları bir birine tamamen zıttı. Örneğin 2005’de ŞİÖ Aştana zirvesinde ABD’ye Hanabad üssünü kapatma ve Afganistan’dan çekilme çağrısı yapıldığında Afganistan’da askeri güç bulunduran Türkiye’nin verebileceği cevap yoktu. 2005 ŞİÖ Aştana zirvesi Avrasya birliğinin kuruluşunun ilan edildiği zirve oldu ve Türkiye bu fotoğrafın dışında kaldı. Böylece Türkiye ile Türkçe konuşan devletler arasına perde indi. Bugün itibariyle Türkiye’nin Türk dünyası diye övünebileceği bir tek Azerbaycan kalmış bulunuyor. Sonuç olarak şunları söylemek gerekir. ŞİÖ’yü Çin ve Rusya gibi büyük güçler kendi çıkarları doğrultusunda yönetiyor. Türkiye’nin Çin ve Rusya’yla bölgeye ilişkin hiçbir ortak çıkarı olmadığı gibi aksine çatışmakta. Tek süper güç ABD’yi zorlayan iki dünya gücü karşısında Türkiye’nin Pan-Türkizm hayalleriyle Orta Asya’da söz sahibi olabilmesi mümkün değildir. Amerikan yağmurundan kaçarken Rus-Çin yağmuruna tutulmamak akıllıca olacaktır. NOT.Okurların hoşgörüsüne sığınarak 20 gün tatil izni istiyorum.


18-19_Layout 2 7/31/11 3:12 PM Page 1

ELEŞTİRİ SİLAHI FOTOĞRAFLARIN DİLİ ürt marabasının, işçisinin ve yiğit gençliğinin devrimci enerjisini, hayallerini, müzakere masasında pazarlık konusu yapan Kürt burjuvazisinin, “kahraman” kalemşorları bırakalım, kendilerine destek olunmadığı için saldırsınlar. Son günlerin karmaşası içinde yaşananların alt alta toplamı bizlere, kimin kimle birlikte, neyi savunduğunu, hangi çıkarların gözetildiğini ve ufukta nelerin belirmekte olduğunu yeterince göstermektedir. Gelin filmi başa saralım ve filmin karelerine tek tek bakalım.

K

11-13 Temmuz tarihlerinde, Abdullah Gül’ün, Bulgaristan’a yaptığı resmi ziyarette, Türkiye heyetine davet edilenlerin arasında, resmiyette daha hala yemin etmemiş olan Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk de bulunmaktadır. 11 Temmuz’da Şumnu’da, Türk güreşçisi Koca Yusuf (18571898)’un anısına yapılan heykel, Cumhurbaşkanı Gül tarafından törenle açılmıştır. Aşağıda, Cumhurbaşkanlığının resmi internet sitesinden alınan fotoğrafta Ahmet Türk’ü açılış törenin de, “First Lady” Hayrünnisa Gül’ün hemen solunda görmekteyiz.

16 Temmuz tarihli Radikal’de, Silvan’daki çatışmadan bir gün sonra, PKK ile yapılacak bir müzakerenin ateşli savunucularından olan Avni Özgürel’den şu satırları okuyor ve altını çiziyoruz: “Tablonun şu anda ne kadar iç karartıcı olduğunu biliyorum. On üç şehidin fotoğraflarının yer aldığı yaka kartına sadece bakmak dahi yürek kabartmaya yeter. Ancak ortalık ne denli toz duman içinde olursa olsun, emin olun ki çözümün eşiğindeyiz, çözüme yakınız, tünelin ucundaki ışığı görme sınırındayız. Muhtemelen şu an olası mutabakatın ana hatları dahi belli olabilir.” Gürel’in yazısının yayınlandığı günün akşam saatlerinde, Anadolu Ajansı tarafından yandakii fotoğraf medya kuruluşlarına servis edildi. Fotoğraftaki masanın sol tarafında, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Cilinton’u; masanın sağ tarafında ise Barış ve Demokrasi Partisi’nin Grup Başkan Vekilleri, Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’ı görüyoruz. 16 Temmuz’da yapılan bu görüşmenin, Türkiye kamuoyu tarafından bilinmesi ge-

reken kısmını ancak 23 Temmuz tarihli Radikal’den okuyoruz: “Edinilen bilgiye göre Clinton, kendisine ‘Hatip Dicle, tutuklu vekiller, kültürel haklar’ gibi talepleri hakkında bilgi veren ve devletin müzakere zemini yaratmadığından yakınan BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş’a ‘Müzakereleri ilerletmek için şiddeti reddetmek gerekir. Ölümcül saldırılarda ölen gencecik insanlar için ‘üzgünüm’ demek yeterli değil. Müzakereler sürsün istiyorsanız önce şiddeti kınayın’ mesajı verdi. Clinton, Kuzey İrlanda’nın bağımsızlığı için savaşan İrlanda Kurtuluş Örgütü (IRA) ile siyasi kanadı Sinn Fein’in yaptıklarını anlatıp, ”IRA örneğine bakın. Sinn Fein görüşmelerde ilerleme sağlamadan önce IRA’yı reddettiğini açıkladı. Bu Sinn Fein’e moral avantaj kazandırdı’ dedi. Demirtaş’ın yanıtı da ‘Bizim amacımız da bu’ oldu.” 18 Temmuz’da Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yaptığı görüşmede, Silvan çatışmasından bir gün sonra, devletin resmi heyetiyle arasında bir görüşme daha olduğunu belirtmiş ve Fırat Haber Ajansı’nın verdiği habere göre şunları söylemiştir: “Şunu söylemekte sakınca bulmuyorum. Heyetle en son bir görüşme daha gerçekleştirdik. Kamuoyunun bilmesinde fayda var. Böyle kritik ve sıcak bir dönemde bile görüşmenin sürmesi ciddidir, önemlidir. Silahları bıraktırma irademiz var. Açık ve net söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz. En azından şimdi durum budur. Bunu ben söylediğim için böyle değildir, bu rolü ben kendi kendime biçmiyorum. Bunu herkes görüyor, herkes söylüyor, devlet de söylüyor, ‘bir tek sen silahları bıraktırabilirsin’ diyor. Burada görüştüğümüz devlet yetkilileri, bilinçli, deneyimlidirler, onlar da bunu söylüyor. ‘Ancak sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Herkes ‘ancak sen yapabilirsin diyor’. Ben de bu rolden kaçamam. Gereği neyse yapmak istiyorum. Bunun için çok açık Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Bana rolümü oynamam için gerekli pratik araçların sunulması gerekir.” (Fırat Haber Ajansı, 20 Temmuz 2011) 21 Temmuz’da, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yakınlığı ile bilinen Fehmi Koru, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde, Avni Öz-

≫ emrah cilasun

gürel’i aratmayacak bir iyimserlikle, “bir süre sonra, tabii gelişmeler yanlış istikamete doğru evrilmez ise önümüzü bugünkünden daha iyi görebileceğiz... Göreceğiz ve gördüğümüz manzara bizi mutlu edecek... Hepimizi...” dedikten sonra, son derece manidar olan şu saptamayı yapıyor: “Türkiye’nin bu soruna (Kürt meselesine. Bn.) bir kaç aşamalı bir planla cevap verme çabasında olduğunun artık gizlisi saklısı kalmadı. Planda, ülke sınırları içinde yaşayan Kürtleri ‘kimlik’ konusunda en geniş rahatlığa kavuşturacak, PKK’yı silâhtan arındıracak alt-formüller bulunduğu da anlaşılıyor. Dağdan gönüllü inenler yanında hayatı boyu eli tetikte yaşamaya alışmış PKK’lılar da düşünülmüş olmalı. Planın hayata geçebilmesi için bölgedeki ve global ölçekli müttefiklerinin desteğini sağlamış durumda Türkiye… Yeter mi? Yetmediği, çok aşamalı planın en önemli bölümlerinin bir türlü gündeme gelemeyişinden belli... ABD’nin daha fazla sürece dâhil olması bekleniyor. ‘PJAK adıyla İran’ın başını ağrıtıyor PKK; ABD’nin istenen çapta bir işbirliğinden uzak duruşu bunun bitmesini istememesi olabilir mi?’ Bu soru nicedir zihinleri işgal ediyor... İran birlikleri hafta sonu Irak sınırını aşarak PJAK kamplarını bombalamaya başladı. PJAK, operasyonu, ‘İran bunu hep yapıyor’ diye küçümsüyor; buna karşılık Tahran ‘Sonuna kadar gideceğiz’ kararlılığında... Şimdi soru şu: PJAK’la çatışma bir büyük operasyonun habercisi olabilir mi?”

da, elindeki silah tehdidini daha yüksek pazarlık payı için kullanmakta ısrar eden kimi PKK yöneticilerini devre dışı bırakmak için. Taraflar, birbirlerinin elini zayıf düşürmek için ellerinden geleni yapmaktadır ve daha da yapacaktır. Bunun anlamı, savaşın kâh kızışacağı, kâh sakinleşeceğidir. Fakat her halükarda tüm bu fotoğraf kareleri, milli zulmün ortadan kalkmayacağını ve başka araçlarla devam edeceğini; dolayısıyla, Kürt marabasının, işçisinin ve yiğit gençliğinin devrimci enerji ve hayalinin pazarlık malzemesi yapıldığını ve daha da yapılacağını haber vermektedir. Onun için bu pazarlık ortamında PKK’nın elinde silah var mı, yok mu diye bakılarak PKK’nın dünya görüşüne dair fal bakılamaz. Devrimcilik, dünya görüşüyle alakalıdır; militanlıkla değil. Tıpkı vaktiyle, Nepal’de sınanmış olduğu gibi. Nepal partisi ve savaşçıları hakikaten militanlardı. Attıklarını vururlardı. Ama dünya görüşleri ve çizgileri, onları “şah” iken “şahbaz” yaptı. İnanmayan aşağıdaki fotoğraflara baksın. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Koffi Annan ve Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in liderlerinden Baburram Bahattaria daha iktidara gelmeden, Katmandu’daki bir kokteyl de sohbet ederken.

Başbakan Erdoğan’ın Yeni Şafak Gazetesi’nde Yasin Doğan müstear ismi ile yazan danışmanı Yalçın Akdoğan, 22 Temmuz tarihli “Dayatmayla mesafe alınamaz…” başlıklı köşe yazısında, uzunca bir tehdittin ardından, “Kürt meselesini çözmeye çalışanların elbette süreç içindeki tüm aktörleri, tüm görüşleri hesaba katması gerekiyor” diye yazdığını okuyoruz. Tek tek bakmaya çalıştığımız filmin, tüm bu kareleri bize ne anlatmaktadır? İlk iki fotoğraf bize, devlet ile PKK’nın, ABD’nin himayesi altında ama öyle ama böyle, masaya oturacaklarını haber vermektedir. Ve görüldüğü gibi, “statü” sahibi olmak isteyen Kürt politik eliti, daha şimdiden rolüne alıştırılmaktadır. Burada aynı anda Fehmi Koru’nun yorumu önem kazanmaktadır. Zira Koru müzakere öncesinde ve sırasında, ABD’nin oluru alınarak ve onun himayesinde, İran-Irak Kürdistan yönetimi ve Türkiye tarafından ortak bir operasyonla PKK’nın üzerine gidileceğini haber vermektedir. Niçin? Bir taraftan pazarlık payını düşük tutmak için, öte taraftan

Katmandu’da Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in Başkanı Prachanda, Başbakan olduktan sonra Hindistan Devlet Başkanı Manmohan Singh’i kabul ederken. Çin Halk Cumhuriyeti devlet başkanı Wen Jiabao, Pekin’de Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in Başkanı ve Nepal Başbakanı Prachanda ile.


18-19_Layout 2 7/31/11 3:12 PM Page 2

DOSYA

f1915 Ermeni Soykırımı SF 19-20-21

1915 Soykırımı’nın T.C. Merkez Bankası kayıtlarındaki izleri

-2-

Gaspedilen hayatların değeri SAİT ÇETİNOĞLU İmparatorluğun burjuvasını temsil eden gayri müslimlerin hayat standardı oldukça yüksek hatta Avrupa seviyesinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak burada bir parantez açarsak: Gayri müslimler yekpare bir sınıf değillerdir. Her katmandan insanları kapsamaktadır. Burjuva sınıfını olduğu kadar proleteryayı da bunlar oluşturmaktadır. Türkiye işçi sınıfının şanlı tarihinden söz edilirken bunların öncülerinden de söz etmeliyiz. Proleteryanın bilincini yükselten grevlerin öncüleri Ermeni, Rum ve Musevi işçilerdir. Maalesef resmi “sol” tarihte işçi hareketlerinden söz edilirken etnik kökeni farklı diye, bu önderler atlanır. Mürettibin cemiyetinin grevinden övgüyle söz edilerek bu grev, Türkiye işçi hareketinin kilometre taşlarından biri olarak nitelenirken, bu grevin önderi Palu’lu Ermeni Karekin Kozikyan’ dan (Yessalem)

söz edilmemesi, yok sayılması Türkiye “sol” hareketinin içindeki Milliyetçi virüsünden, İttihatçı damarından kaynaklanmaktadır. Tekrar konumuza dönersek Ermeniler birikimlerini bankalarda saklarken, bankaların kiralık kasalarında değerli eşyalarını muhafaza ederler. Ayrıca dünya borsasının da aktörlerinden olduğunu bu kasalardan çıkan hisse senetlerinden anlamaktayız. Hayat sigortası yaptıranların da yüksek olduğunu biliyoruz ki bu da, İttihatçı yönetimin iştahını kabartmaktadır. İttihat ve Terakki (1. Jöntürk) diktatörlüğünün “Bakanlar Kurulu” 11 (24) Kasım 1916 tarihinde aldığı kararla, bankalardaki ve sigorta şirketlerindeki birikimlerin listesini yaparak, bunlara el koyma işlemlerine dair politika oluşturmaya çalıştığını aşağıdaki belgeden anlıyoruz.

f1. Jöntürkler siyaseti ve savaşı bu biri-

fKemalistler Ermeni mülklerini CHF,

f18 Ağustos 1929 günlü Yeni Malatya

kimlerle yürüttükleri gibi, ardılı Kemalistler (2. jöntürkler) de siyasetlerini Ermeni birikimleri üzerinde yükseltirler.

Halkevleri ve Türkocağı gibi siyasi kuruluşlara peşkeş çekmişlerdir. Burada sadece bir örnekle yetineceğiz:

Gazetesi’ndeki ilan siyasetin nereden yükseldiğini göstermektedir. Evet siyaset bir utanç üzerinde yükselmektedir.

Meclis-i Vükela Müzakeratına Mahsus Zabt-namedir Sıra numarası:581 Tarihi:30 Rebi ü’l-evvel,11 Kanun-i sani 332 Tebliğ olunduğu devair:Ticaret ve Ziraat nezareti’ne tebliğ olundu Tarih-i Tebliğ. 16 Kanun-i sani 332 Hulasa-i Meali Tahliye olunan mahallerdeki Ermeniler tarafından bankalarla hayat sigorta kumpanyalarına ve müessesat-i saireye tevdi

bi’t-terhin edilmiş olan nukud ve emvalin hesabatını mübeyyin cedveller Dahiliye Nezareti’nden vuku bulan iş’ar üzerine tasfiye komisyonlarına li-ecli’t-tebliğ Maliye Nezareti’ne gönderilmekte ise de sigorta edilmiş olan Ermenilerden vefat edenler bulunduğu halde veresesine teslim edilmek üzere sigorta bedelatının şirketlerden mutalebesi mi yoksa ta’kibatın alakadarana terki mi icabedeceği istifsarınadair Ticaret ve ziraat Nezareti2nin 28 Rebi ü’l-evvel 1335 9 kanun-i sani 1332 tarihli tezkeresi okundu.

Kararı

Şimdilik mezkür cedvellerin Maliye Nezareti’ne gönderilmesi ile iktifa olunması lüzumunun cevaben Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne bildirilmesi tezekkür edildi. Şükrü- Ahmed Nesimi- Ali Münif- TalatEnver- Musa Kazım- Mehmed Said Merkez Bankası’nın kayıtlarında Alman Bankası’ndan devrin olmamasını Alman bankalarının bu birikimleri İttihatçılara devrettiklerini çıkartabiliriz. Nitekim Soykırım-

dan kurtulmuş Ermenilerin evlatlarının ABD’de Doyçe Bank aleyhine açtıkları ve halen devam eden davada, bankayı 600 (altı yüz) avukatın savunmaya çalışmasını da bu suç ortaklığının ve suçluluğun en önemli kanıtı olarak görmemiz de yanlış değildir. Avrupa bankalarındaki birikimleri hariç tutulmak üzere Ermenilerin kayıpları 14 milyar FF olarak hesaplanmıştır. Bu konuda ayrıntılar okuyucunun internet’te kolayca bulabileceği Sermayenin ”Türk”leştirilmesi başlıklı uzun yazıda verilmiştir.


20-21_Layout 2 7/31/11 3:14 PM Page 1

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

Hazineye gelir kaydedilen mallara el konuldu Bir para uzmanı olmamakla birlikte okuyucuya el konan miktarlara dair kıyaslama olanağı vermek bakımından birkaç noktaya işaret etmekte yarar vardır: Osmanlı para birimi lira, dönemin ender altın standardına bağlı para birimlerindendir. Bu bakımdan Altın Lira olarak düşünülmelidir. 1915 yılında kağıt para da altına eşdeğerdir. 1 Altın Mecidiye 7,2 gr ağırlığında ve 22/24 ya da %91,67 ayarındaydı. 1 Altın Lira= 100 Gümüş Kuruş, fiyatlara ilişkin kıyaslama bakımından iki örnek verirsek: 1914 yılında bir inşaat işçisinin yevmiyesi 10-12 Kuruş olup 1 okkalık ekmek (1280 gr) savaş öncesinde 2 Kuruş’a satılmaktadır. (Daha fazla bilgi için: Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda paranın tarihi, Tarih Vakfı Yurt Y,1999) TC Merkez Bankası kayıtları Cumhuriyet Gazetesi’nin 6 Şubat 1936 tarihli nüshasında da hazineye irad kaydedilecek mücevherata ilişkin listeler yer almaktadır. Bunlardan da bir kaçına yer verelim; Bay Rupen (Sarıyer Yenimahalle)adet roza yüzük, Bay Hamparson (Gedikpaşa Müslüm) 1 adet roza yüzük, Bay Onnik (Gedikpaşa Tatlıkuyu) 1 Roza tektaş yüzük, Bay Artin (Pangaltı İcadiye) 11 gr lık 1 altın bilezik, Bay Karabet (Kınalıada Yazmacı) 25 lira değer biçilen 1 Rozalı yüzük, Bay Zare Babikyan (Beyoğlu Feridiye) 25 lira değer biçilen 2 pırlantalı yüzük, Bay Boğos (Bakırköy Zeytinlik Cad) 1 çift küpe ve 60 lira değer biçilen 2550 gr gümüş çekmece, Bay Arşak (Pangaltı) 17 lira değer biçilen 2 roza yüzük, Bay Keğam 1 roza iğne ile 40 lira değer biçilen 1 roza yüzük. Bay Perikli 1 Felemenk yüzük 100 TL. Bayan Evtimiya 1 roza yüzük. Bay Nikolaki 1 altın saat, 1

altın şadlen,1 ziynet altın sikke 42 gr ve 1 altın iğne 50 TL. Bay Toma 1 çift altın küpe,1 roza yüzük, 1 altın kakmalı kalemtraş ve 1 uçları altın kıldan yılan. Bay Kosti 1 roza yüzük. Bay Hunan 1 altın saat. Bay Antuvan 1 altın mineli enfiye kutusu 120 TL, Bay Yani 1 altın saat. Bay komist 1 altın bilezik 20 gr. Bay Kaloz 1 incili elmaslı şadlen. Bay İstafenos 1 yüzük taşı sırça 9 gr. Bayan Rayoka 1 roza bilezik 20 TL. Bayan Katina 2 roza yüzük ve 1 altın halka 9 gr. Bay Karabet 1 rozalı yüzük 25TL.Bay Pavli 1 altın hurda kordon 34 gr 25 tl. Bayan Sofi 1 roza yüzük. Bay Atanaş 1 altın resimlik iğne ve 1 çift altın küpe. Bayan Efrusini 1 altın köstek 13 gr. Bay Yako 1 roza iğne 40 Tl. Bay Kostaki 1 roza tektaş yüzük. Bayan ester 1 roza yüzük. Bayan Mage Tarahya 1 roza yüzük 15 TL. Bay Aryak 2 roza yüzük 17 TL. Bay Kostaki 6 gümüş kupa, 6 gümüş zarf 682 gr, 6 gümüş tabak. Bay leon 1 rozalı incili broş … Cumhuriyet Gazetesi’nin 4 Şubat tarihli nüshasında yine hazineye intikal edecek tahviller listelenmektedir: Satenik Saryan’ın 1 adet Rumeli Şimendifer hissesi 240 FF, Gregoin Babikyan’ın 1 adet Rumeli Şimendifer hissesi 240 FF ve 4 adet ikramiyeli yuna tahvili beheri 100 Dr, 2 adet Y. Berç 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili beheri 250 FF , leon Burihiyan 1886 Mısır Kredi Fonsiye tahvili beheri 250 FF, Artin Gezerikyan 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili beheri 250 FF ile %7 ½ FTB tah. Kesir ve resepise 40 FF, Kirkor Derkapilyan 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili beheri 250 FF. Kosta B.Artas veresesi 1 yunan ikramiyeli tahvili ve adedi 250 FF 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili. Yanulius Dökmeci oğlu adedi 250 FF 1 adet 1886 Mısır Kredi Fonsiye tahvili, 1 yunan ikramiyeli tahvili ve adedi 250 FF 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili. C. Wamvos veresesi Ville de Paris tahvili 1 adet 100 FF.Hayık Elezivon 2 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili adedi 250 FF ve 3 adet 1911Mısır Kredi Fonsiye tahvili adedi 250 FF. Kalyopi Evgeniu %7,5 F.T.B. tahvili 1 adet de-

ğeri 500 FF ile 1 adet 250 FF lık %7,5 F.T.B. tahvili . Nişan Hanesyan 5 adet Üsküdar- Kadıköy suları his adedi 500 FF. Kirkor Derkapılyan 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili adedi 250 FF. Aron Matalon 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye tahvili adedi 250 FF ve 1 adet %7,5 F.T.B. tahvili 40 FF. …

Süngünün ucundaki hesaplar! Cumhuriyet Gazetesi’nin 18 İkinci kanun 1936 günkü sayısında Osmanlı Bankası Kayseri Şubesinin teslimatında Aznif Cevahirciyan 60.68 Lira, Osmanlı Bankası Trabzon Şubesi’nin teslimatı olan Mıgırdıç Amberyan’ın 37.22 liralık… mevduatlar hazineye gelir kaydedilecekler arasındadır. 16 2.Kanun [Ocak] 1936 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nden Samsun Osmanlı Bankası’nın Emorfili Papadopulos’a ait 25 TL, A. Gürekian’a ait 68 TL, Nuriciyan İpekçiyan’a ait 24,24 TL ve Hoçadur Luzikyan’a ait 106,44 Tl. Osmanlı Bankası Nazilli Şubesi’nideki mevduatlardan Ph Yoannu’a ait 44,87 Tl, Artin Taşçiyan’a ait 44,87 TL. Trabzon Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak Ohanes Maranian 43,13 tl, Mıgırdıç Hov. Khaçoiyan’a ait 50,52 TL.G. Algardi 61 TL, Kundakçiyan‘a ait 26 TL, Kevork Terian’ın 318.60, Nakkaşıyan’ın 155.-, Osmanlı Bankası Gaziantep Şubesi’nin tevdiatı olarak G. Karamanukyan Mahdumlarının 564,70, Leon kılıçyan 28,85 TL, Neres Arakpanosyan ‘a ait 32,87 TL, Abraham birecikliyan 49,60 TL,Nevork Levonyan 63,35 TL.Osmanlı Bankası Konya Şubesi’nin teslimatı Aknes Boyacıyan’a ait 24,87 TL. Mersin Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak Ohannes Magasian’ın 124.63, Kastamonu Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak Madikyan Biraderler’in 73.63, Kaliopi Papazoğlu’nun 26,43 Tl. Balıkesir Osmanlı Bankası’nın teslimatı Madam Galinoki Arhondi 44 TL. Osmanlı Bankası Afyon Karahisar Şubesi’nin teslimatı G. Karadoghanian’a ait 43,68 TL. Denizli Osmanlı Bankası’nın tevdiatı Migiryan’a ait 25.-TL, Dr. R. Sassad’a ait 61,85 TL. Banko di Roma İstanbul Şubesi’nin

azetesi

rihli Yeni Malatya G

15 Ağustos 1929 Ta

Soykırımdan dolayı sahipleri tarafından aranılmayan bu değerler gazetelerde ilan edikten sonra hazineye gelir kaydedilerek soykırım kurbanlarının değerlerine el konulmuştur. teslimati Aram M’nin 25,59 TL sı, Ketti Stiliotopulo 26,03 TL.Osmanlı Bankası Galata Şubesi’nin tevdiatı olarak A.B.Anastasiades’e ait 23,66 TL, Mari Mardirosyan’ın 25 TL si ve K. Adinian’ın 188.10 lirası. Osmanlı Bankası Beyoğlu Şubesi’nin tevdiati Palmyre’in 251TL ve Anastasiades Aleks’e ait 33,87 Tl. Hanri 101,89 Tl, Couyoumdjian Madam Bedros 27,33 Tl, Vailard Lady 83,89 tl, Kekyaian 22,25 TL hazineye gelir kaydedilelecekler arasındadır. Akşam Gazetesi’nin 14 Kanunsani [Ocak] 1936 günlü sayısına göre Osmanlı Bankası İstanbul Şubesi’nin teslimatı olan Hermine Arslanian’ın 358.80, Archaki Gumuchjiyan’ın 43.90, Y.M.Stavro 615,25 TL Ath. Mem Dimos 27.01 Tl, Madam Dimas 51,87 TL, Dr. Elia Laikadis 24,75 TL, Ardouk Leybowvitch Pomeranz 70,90 TL, Alex Teologos 32,24 Tl. Osmanlı Bankası Galata Merkezini Tevdiatı olarak Madam A. Aslanidies 25 TL,İ. Karagöziyu 20 TL, M. Petaris 52,47 TL, Hristakis 25 TL, Agalyan Ohanes 19,27 TL, Madam Karatodori Paşa 42,17 TL, Madam Roz Dabbagh 27,87 TL, Paskalidi R.C. 38,51 TL, Sakerlaris Pol 64,39 TL, S. Speçarides 1.078 TL, Leon Çarikyan’ın 50.00, Artin Margasnian 25.00, General Nubar (Nubar Paşa olmalı] 20.00, Madam Zaruhi İştabosyan’ın 30.00, Mığırdıç Dekadomyan’ın 100.00, Armenak Teheyan’ın 150.00, Karkin Essayan’ın 50.00, Arutik Der Spepanyan’ın 140.00, Vahan Sürenyan’ın 27.14,


20-21_Layout 2 7/31/11 3:14 PM Page 2

f1915 Ermeni Soykırımı

dosya 20-22

beheri 100 dr olan Yunan Milli Bank. Tahvili 1904, Kostanten Petinikidis 1 adet 250 FF lık Kredi Fonsiye, Rahip Y. Yonidis 1 adet 100 Dr. Lık yunan milli Bank tah. 1904, Aleksandır Dimitriadis İstanbul Um. Sigorta Şti hissesi 3 adet y değeri 8.80, Hacer Haceryan’ın 1 adet 40.00 liralık Türk Borcu tahvili , Osmanlı Bankası Mersin Şubesinin teslimatı olarak Aleksandr Ladkani 4 adet beheri 360 FFlık Türk borcu Kesir Tahvili, Osmanlı Bankası Uşak Şubesi’nin teslimatı olarak Piyer Simonidis 1 adet 40 FF lık Türk borcu Kesir Tahvili, M.O.Kebeyan’ın 1 adet 40.00 liralık Türk Borcu tahvili, Osmanlı Bankası İzmir Şubesi’nin teslimatı olarak Anyastupolos Türk borcu Kesir Tahvili 1 adet 40 FF, Anadolu mümessil senedi 3 adet beheri 395 FS, 3 adet beheri 100 Dr lık Yunan milli tahvili 1904, 3 adet beheri 100 Dr lık Yunan milli tahvili 1912, Anadolu D.Y 2. Tertip 12 adet beheri 150 FS, Pantzaris Kristo 5 adet beheri 100 Dr lik Yunan milli tahvili, Der Azeryan Hacı’nın beheri 250 FF lık 2 adet Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Minasyan Kirkor’un beheri 250 FF lık 1 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Mandika Zareh beheri 250 FF lık 5 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Nigogosyan Stephan’ın beheri 250 FF lık 2 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Osmanlı Bankası Adana Şubesi’ni teslimatı olarak Karabet Hayrabetyan’ın beheri 120 liralık 2 adet Türk Borcu tahvili, Ohannes Bahadıryan’ın 40 FF lık Türk Borcu tahvili, Osmanlı Bankası Uşak Şubesi’nin teslimatı olarak A. Mısırliyan’ın beheri 250 FF lık 1 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili. Osmanlı Bankası Kütahya Şubesi’ni teslimatı İstrati Efemoğlu’na ait 1918 Dahili istikraz tah 1 adet 100 TL. İstrati Peleşoğlu 4 adet dahili istikraz tah 20 TL hazineye gelir kaydedilecekler arasındadır.

Yağmalanan sadece mallar değildi Madam Mari Yakubyan’ın 52.40 TL. Söke Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak, Köseoğlu Aleks 40,21 TL,Kastanaki Nikolas 25,65 TL, Kaldıroğlu Vasilos 42,50 TL, Theo Reppen 153,20 TL, Madam G. Kazakol 46,53 TL, Agop Denigyan’ın 200.00, Asadur Sukelyan’ın 50.00, Minasyan Yeremya 23,34 TL , Hamparsum Isklanyor 22 TL, Abraham Kaynikyan’ın 150.00, Boğos Pabuçyan’ın 150.00, Harutyan Hanameryan 20 TL, Boğos Köseyan 20 TL, Somen köseyan 20 TL, Karkin Altunyan 30 TL Kirkor Çukumyan 150.00, Rupen Donikyan’ın 90.00, Mardiros Gugasyan 30.00, Ohannes Nadiryan’ın 30.00, Boğos Vartanyan 20 TL, Madam Petrone 20 TL, Loussouitak 38 TL, Agop Veletyan’ın 50.00, Manuk Sinanyan’ın 120.00, Madam Hanone Sinanyan’ın 40.00, Hriptime Cafenyan’ın 38.00, Harutyun Pabuçyan’ın 30.00, Haçik Değirmenciyan 38.00, Garabet Nersesiyan 225.00, Minas Keçociyan 100.00, Nişan Keçociyan 50.00, Misak Garabet Brutyan 40.00, Kevork Mecaduryan 115.00, Aleksan Balyan 48.00, Hayganuş Balyan 50.00, Zaruhi Balasanyan 30.00, Bakuhi Balasamyan 40.00, Virjini Tokaciyan 20.00, Mardiros Caferyan 20.00, Boğos Caferyan 20.00, Hamparsum dedikyan 20.00,Nişan Gönyan 50.00, Varuhi Gönyan 45.00, Sarkis Hasoyan 60.00, Rupen Parsekyan 50.00, Madam Yeşa Hovanesyan 50.00, Madam Civan Vartikyan 25.00, Madam Agavni Vartikyan 45.00, Simon Maviliyan 80.00, Madam Anjel Datulian 30.00, Madam Maryam Manuelyan 38.00, Madam Elmas Caferyan 100.00, Madam Maryam Manuelyan 19.00, Madam Agavni Vartikyan 20.00, Vahram Vartikyan 20.00, Madam Nazlı Caferyan 115.00, Bedros Kesoyan 50.00, Bemjannis Topalya 20.00,Mektar Mersikyan Mahdumu 310.00, Fransuva Gedikyan 525.00, Ohanes Kazaziyan 30.00, Ohanes Garabetyan 60.00, Kevork Hubinyan 40.00, Yervand Yakutyan 40.00, Agop Sirunyan 100.00, Misak Esacanyan 20.00, Armenak Kozkazyan 20.00, Bedros Paklaryan 100.00, Stepan Paklaryan 100.00, Garabet Paklaryan 50.00, Haşeranni

Larzanyan 30.00, Ohanes Mersikyan 50.00, Haçatur Naksikeryan 80.00, Madam Mari Uzanyan 40.00, Bayrad Hoşarapyan 109.00, Boghos Paciyan 100.00, Hakutyan Hüdaverdiyan 160.00, Kapriyel Sukiyasyan (Sukyasyan)195.00, Telemek Berberyan 250.00, Hacı Dudu 110.00,Nalbant Kevork Manukyan 300.00, Dr. Misak Bağdasaryan 70.00, Surin Dingoyan 50.00, Omuşaban Muratasyan (Maruşaşyan) 100.00, Hamayak Gobulyan 170.00, Ohanes Paşayan 120.00, Hrant Pamukyan 75.00, Ohanes Baltacıyan 50.00, Yegişe Tacoyan 30.00, Garabet Parunakyan 100.00, Homayag Gabolyan 70.00, Gaspar Ağacanyan 50.00, Yervant Ağacanyan 50.00, Mihran Sakinyan 25.00, Stepan Dinagonyan 50.00, Kirkor Kirkayaşoryan 25.00, Garabet Nersesyan 50.00, Mariça Cihanyan 100.00, Ohanes Nalbantyan 45.00, Karnik Kılıçyan 30.00, Dr. Mihran Sarayduryan 23.00, Kirkor Pehlivanyan 200.00, Mihran Mikaelyan 280.00, Avadis lusikyan 300.00, Osmanlı Bankası Galata Merkezinin tevdiatı olarak Haçadur Vartanyan 100.00, Vartan Haçaduryan 100.00, Haçsadur Vartanyan 200.00 (bence bu üçünün aynı kişi olma ihtimali yüksek), Kirkor Pehlivanyan 370.00, Serkis Pehlivanyan 150.00, Zaruhi Papazyan 50.00, Bedros Gümagosyan 50.00, Misak Camciyan 50.00, Nazaret Camciyan’ın 50.00, Armenak ve Maryam Mebsirikyan 20.00, Elyas Hacı Tomas 78.00, Akşam Gazetesi’nin 21 Kanunsani 1936 günlü nüshasında Osmanlı Bankası Beyoğlu Şubesi’ni teslimatı olarak K. Mengeneciyan’ın efendinin 65.20, Nikola Papadopulo Ef. 25,30, Yoanis Papahıristo 27,70, Jorj Deppas Ef. 156,60, Akşam gazetesinin 4 Şubat 1936 günlü nüshasında Osmanlı Bankası Tekirdağ Şubesi’ni teslimatı Kosta Emanüel’e ait beheri 250 FF lık 2 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Osmanlı Bankası Aydın Şubesini teslimatı olarak Jorj Betakoz beheri 250 FF lık 1 adet Mısır Kredi Fonsiye 1903 tahvili, Osmanlı Bankası Edirne Şubesi’ni teslimatı olarak Dimitri Yakovidis 1 adet ikramiyeli Panama tahvil 400 FF ve 2 adet

Akşam Gazetesi’nin 6 Şubat 1936 günlü nüshasında Muhtelif bankalarca Merkez Bankası’na devredilmiş ve hazineye gelir kaydedilecek ayniyata ilişkin ilan yer almaktadır. İlanda hazineye gelir kaydedilecek kıymetli eşya sahiplerinin soyadı yer almamaktadır, bu yüzden milliyetine emin olduğumuz kişilere yer verdik, milliyetini bilemediğimiz kişilere ait gelir kaydedilecek kıymetli eşyaya yer vermedik: Bay İspiro 1 altın saat, Bay Dimitri 1 altın kordon ve 1 altın şadlen19 gr, Bay aryak 1 roza yüzük, Bay Nikola 1 altın mineli kordon 60 gr, Bayan Kleanti 1 altın kordon 60 gr, Bayan Savuç’a ait 2 altın halka yüzük, 1 altın şadlen 32 gr, 1 altın zincir bilezik, 1 altın iğne üstü sırça,1 altın saat, 2 roza tek taşlı yüzük,1 çift roza küpe, 1 gümüş kupa, 2 gümüş kaşık, 1 gümüş kemer tokası 919 gr ve 1 gümüş bilezik. Bay Kiramana 1 gümüş kaşıklık 382 gr. Bay Bağya 1 gümüş tabaka 124 gr. Bayan Andirya 7 gümüş kaşık,6 gümüş çatal 1241 gr, 6 gümüş zarf ve 1 roza yüzük. Bay andirya 1 roza yüzük. Bay Dimitri 1 roza yüzük, 1 roza haç ve 7,2 gr ziynet altını. Bay Artin’e ait 1 adet roza yüzük, Bay Ardaş’a ait 1 adet roza yüzük,1 altın saat, 2 altın yüzük (birinin taşı sırça diğeri markalı) 19 gr, 1 altın şadlen, 1 gümüş kutu 65 gr. Bay Artin’e ait 12 gümüş zarf, 550 gr 3 gümüş çay kaşığı. Bay Kosti’den 1çift altın küpe, 1 altın kaplama bilezik,1 altın iğne taşları, 1 adet altın yüzük sırçadır. Bay Aram’ın 1 adet 200 liralık pırlanta yüzüğü. Bay Armenak’ın 1 altın saati ile 1 altın sikkesi (ziynet 4,3gr) kıymetli eşya ve ziynet hazineye mal edilecekler arasında sayılmaktadır. 12.1.1936 günlü Tan Gazetesi’nde Osmanlı Bankası İzmir Şubesi’nce devredilen -yeri gelmişken İzmir’in bir özelliğini ilave edelim İzmir girilmesiyle birlikte Kemalist hükümetin aldığı ilk karar bankalardakı Rum ve Ermeni mevduatlarının dondurulması kararıdır- Costi haralambo 45.00,cristo Akantopoulo 45.00,georges Hancı oğlu 22,50, Othos Michonicon 5.423,52, anastasia Daika 45.00,Aleksadre Tchakir oğlu 45.00, l. Xenekis 45.00,m. Zachariou 23,18,

Tchomlekdji oglu 1.479,85, Const vilopouolos 145,00,Dul Philoméne 163,72, A. David oğlu 45,00, A Thanassoula biraderler 26,22, J. Doufexopoulos 111,14, A. Saitanidis 109,76, Madam evangelis Papa christianti 25,00, S. Kiopach oğlu 45,00, S. Dimitricu 20.00, Papaz oğlu G 21,71, Spetokorides S 24,64, M. Ellian biraderler 388.12, A. Yiramian 25, Kodjamaian Andonian 36.55, M. Biberian 75.00, Karabet Mamarian 22.00, Urfa Osmanlı Bankası Şubesi’nin Manofar Djindoyan’a ait 28.49, Osmanlı Bankası’nın Sivas Şubesi’nin M. Assuryan’a ait 44.67, A. Dönikyan 60.00, A. Keçyan 60.00, M.O.Gezenyan’a ait 29.00, Uşak Osmanlı Bankası’nın Tevdiatı Melkon Balyan’a ait 182.83, M. Kehayan 30.00, Ghengas Ahakimyan’a ait 50.00, Vasil Oglu nikoli 20.00, Angeli Anghelidés 30.00, Erzurum Osmanlı Bankası’nın tevdiatı Leon Bagevyan’a ait 35.00, dr. Zavrieff 30.00, Kirkor Parzudyan 45.00, Agop Karagulyan 49.92, Armenak Retçiyan 25.00, Kirkor Ağa Laçinyan 133.25, Elaziz Osmanlı Bankası’nın tevdiatı S. Boyacıyan’a ait 114.98, T. Torosyan 40.85, Avadis Kaçukiyan Biraderler 105.15, Meg Kaçukiyan biraderler 84.63, Serkis Konghian 55.78, N.G.Magahian Biraderler 197.02, Karabet Ohanian 49.97, Kevork Taşçiyan 158.39, Vartonkiyan Biraderler 475.67,H. Asadoryan 45.00, Margurite Grandt 78,50, Bandırma Osmanlı Bankası’nın teslimatı Theologos Çakır oğlu 189.00, Polihronis Karaciv oğlu 320.00, Constantin lazaru 25.00, Ordu Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak Evropi Tsitonidu 45.00, Aydın Osmanlı Bankası’nın teslimatı olarak Lukas Niflis 67,33, Jorj Skarfides 125,00, Harutiun Kocabaşyan’a ait 205.00, S. Gigirdiçyan 104.00, Bursa Osmanlı Bankası’nın teslimatı Kiracı Girogi 20,90,lici Niko 31.00,Aleko Helio 30,00, Mavro Mehali 22,50, Periklis Haci bek oğlu 20.00, Yanakopolos Anasta 30,05, Yovanides Eftratiades 129,28, Shaski Haci Vasilyu 60,00, Stavro hurmas 51,82, Hamamcı Nuriciyan’a ait 38,15, Kılıçyan S. 46.50, Baltayan 49.63, Bağdasaryan 517.70, A Harunyan 25.00, Giresun Osmanlı Bankası’nın tevdiatı olarak Kevork Şahrigyan’a ait 103.00, Eskişehir Osmanlı Bankası’nın teslimatı P.A. Steryis 215,86, Kayseri Osmanlı Bankası Şubesi’nin Tevdiatı olarak Kostantin Kotras 39,50, Doun Kara oğlu Jean 20,00,Oscar Subcassian, 43.50 Stepan Boğosyan 43.50. Adana Osmanlı Bankası’nca tevdi edilen Şahbazyan-Keşişyan’a ait 26.24, Ayvazadoryan 56.88, Agop Frenkyan 23.00, Sarkis Bizdikyan 25.00,Yordan Artemyan 116.00,Bedros Karaoğlanyan 145.00, Nerses Arakelyan 50.00, Rupen Noakitidya 150.00, Epram Hovaciyan 50, Sadık Bedosyan 450.00, Matmazel Hobaba 450.00, Osmanlı Bankası Adapazarı Şubesi’nin tevdiatı Dr. Garabet’e ait 140.00, Bandırma Osmanlı Bankası’nın tevdiatı S. Cillomomir oğlu veresesi 30.30, Polihonis Potitakis 182,20, Akşehir Osmanlı Bankası’nın Tevdiatı Hovsep Çaklıyan’a ait 42.85 ve Nişan Pilavciyan’a ait 53.50. Diyarbakır Osmanlı Bankası Şubesi’nin tevdiatı olarak Dr. V.H.Topalyan’a ait 205.00 ve Nezaret Telfeyan’a ait 63.00, Şöför Averol 55.00, 19.1.1936 günlü Tan Gazetesi’nde Osmanlı Bankası İzmir Şubesi’nin tevdiatı olarak ilan edilen İssaveredens Ardhimithi 60.00, Osmanlı Bankası Uşak Şubesi’nin tevdiatı olarak ilan edilen l. Papazoğlu’na ait 30.12 ve A. Mısırliyan’a ait 1182.68. Kayseri Osmanlı Bankası’nın tevdiatı Aznif Cevahirciya’a ait, 27.50. Osmanlı Bankası Malatya Şubesi’nin tevdiatı olarak Serkis Nerkisoğlu’na ait 63.76, Kiragos Hıdırşak 24.19, Dr. Karabet Sarkisyan 143.56, Urfalıyan leon 46.69, Osmanlı Bankası Giresun Şubesi’nin teslimatı Metanopulos Hristo 52,70, Osmanlı Bankası Trabzon Şubesi’nin teslimatı Onnik Boyacıyan’a ait 22,75 Liranın hazineye gelir olarak intikal ettirileceği belirtilmektedir.

Devam edecek


22-23 _Layout 2 7/31/11 5:11 PM Page 1

22 güncel

Kardeşinin cenazesi için ölüm orucunda

Dersim Çemişgezek’teki toplu mezarda bulunan kardeşinin cenazesini almak için açlık grevine yatan Hüsnü Yıldız, bir gelişme olmaması üzerine eylemini ölüm orucuna dönüştürdü Dersim’in Çemişgezek İlçesi’nde Nisan 1997’de 19 gerillanın katledilip gömüldüğü toplu mezarda oğulları DHKP-C gerillası Ali Yıldız’ın da olduğunu söyleyen Yıldız ailesi, “Cenazemizi istiyoruz” diyerek başladıkları süresiz açlık grevinin 46. gününü geride bıraktı. Devlet bürokratlarıyla yaptıkları görüşmeden bir sonuç çıkmaması üzerine; Ali Yıldız’ın ağabeyi, sürdürdüğü süresiz açlık grevini ölüm orucuna dönüştürdü. Cumhuriyet Meydanı’ndaki Yeraltı Çarşısı’nda çadır kuran Ali Yıldız’ın 46 yaşındaki ağabeyi Hüsnü Yıldız ve 75 yaşındaki annesi Sakine Yıldız’a Tutuklu Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (TAYAD) üyesi aileler de destek veriyor. Ölüm orucuna başlayan Hüsnü Yıldız basına yaptığı açıklamada şunları dile getirdi: “Süresiz açlık grevi direnişimi ölüm orucuna dönüştürüyorum Benim adım Hüsnü Yıldız! Hayatın bana verdiği sıradan yaşama şansını kullanmaya çalışan biriyim. 7 yıldan beri iki çocuğumla birlikte yaşamımı sürdüren bir babayım aynı zamanda. 6 ay kadar önce, Yıldız ailesi olarak; 14 yıldır kayıp olan kardeşim Ali Yıldız’ın Dersim’in Çemişgezek İlçesi’nde ortaya çıkan bir toplu mezarda olduğunu öğrendik. O günden itibaren annemin, babamın ve bizlerin ziyaret edebileceğimiz bir mezar taşı olsun diyerek adliye adliye dolaştık ama devletin tüm kapıları yüzümüze kapatılarak mezarımız bize teslim edilmedi.

‘Hayata Dönüş’ mü “Hayata Dönüş Operasyonu” olarak adlandırılan daha sonra askeri makamların mahkemeye sunduğu raporlarda “Tufan” olarak geçen 19 Aralık “Hayata Dönüş” adıyla siyasi tutsaklara yapılan vahşet katliamda görev almış askerlerin itiraflarında ortaya çıkmaya devam ediyor. Bayrampaşa Hapishanesi’ne yönelik yapılan, katliamda görev alan bir asker, mahkumların askerler tarafından kasıtlı bir biçimde yakıldığını söyledi. Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifade veren Uzman Çavuş A.S. şunları söyledi: “Uzun süredir teşkilat içinde bulunuyor olmama rağmen daha önceden hiç görmemiş olduğum özel otomatik tabancalar ile tutuklu ve hükümlülere karşı müdahale yapılmıştır. Bayan tutukluların bulunduğu koğuştan kapılara vurulmak suretiyle, teslim olmak istediklerini, dışarıya çıkmak istediklerini, kapıyı açmamızı istediler, fakat amirlerimizden herhangi bir emir almadığımız için bu duruma müdahale edemedik. İtfaiye de müdahale etmedi. Rütbeli arkadaşlar, yangından korunmak için yaş battaniye attıklarını söylediklerini ancak battaniyeleri suya değil, yanıcı maddelere batırdıklarını anlattı.”

“Kaçmasınlar diye vurduk” Daha önce, Taraf Gazetesi’ne giderek operasyonda yaşadıklarını anlatan ve o tarihten bu yana ifadesi alınmayan A.S. adlı eski uzman çavuşun ifadesi, Bayrampaşa Hapishanesi’ndeki katliamdan 10 yıl sonra açılan dava kapsamında alındı. Tutuklu 12 devrimcinin katledildiği Bayrampaşa Hapishanesi saldırısına ilişkin 10 yıl sonra açılan davaya bakan Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talimatı doğrultusunda, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifade veren A.S., şunları anlattı: “Cezaevinde mahkumlara karşı ilk müdahaleyi Ankara Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı Birliği’nden (JÖAK) gönderilen ve

19 Aralık Katliamı’nda yaşatılan vahşet, katliamda görev almış askerlerin itirafları ile gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Siyasi tutsakların askerler tarafından çıkarılan yangında çabuk yanmaları için yine askerler tarafından üzerlerine benzinli battaniye atılmış tam olarak nereden geldiğini bilmediğim başka personel de dahil olmak üzere, ateşli silahları kullanmak suretiyle müdahale etmişlerdir. Bildiğim kadarıyla ilk müdahale esnasında koridorda gördükleri tutuklu ve hükümlülerin kaçmalarını ve karşı koymalarını engellemek amacıyla ayaklarından vurulmak suretiyle teslim almışlardır.”

Envanterde bulunmuyor A.S. Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ifadesine şöyle devam etti: “Belirtmiş olduğum birlikler tarafından cezaevi duvarları ve tavan betonları delinmek suretiyle koğuşlara mahiyetini bilmediğim ve envanterimizde bulunmayan değişik gaz bombaları ile müdahale edilmiştir.”

‘Bir mezar hakkınız değil’ denildi. Soruyorum bir mezar herkesin hakkı değil midir? Tüm başvurularımıza rağmen talebimiz karşılanmayınca Dersim meydanındaki Yeraltı Çarşısı üzerinde çadır kurarak süresiz açlık grevine başladım. Benim ve ailemin tankı topu yok. Yasalar çıkarma, karar verme gücümüz de yok. Bedenlerimiz var. İşte ben de bedenimi mücadele silahı yapıp, açlık grevine başladım. Çünkü başka bir silahım yoktu. Konunun birinci derece sorumlularından AKP iktidarının Adalet Bakanı Sadullah Ergün’e konunun tüm detayları bir saat kadar bir sürede anlatıldı. Ama aradan iki haftaya yakın bir süre geçmesine rağmen bir adım atılmadı. Devletin gözü açlık grevi çadırımızı görmedi. Devletin kulağı sesimizi duymadı. Devletin eli mezarımızı açmadı.”

Ankara’da saldırı 26 Temmuz tarihinde Hüsnü Yıldız’ın başlattığı ölüm orucuna destek vermek ve toplu mezarların açılması talebiyle TAYAD’lı Aileler’in Yüksel Caddesi’nde başlatmak istedikleri açlık grevi eylemine kolluk güçleri saldırdı, 7 TAYAD’lı gözaltına alındı. Akşam saatlerinde serbest bırakılan TAYAD’lılar açlık grevi eylemlerine devam ederek iki gün boyunca, Yıldız’ın açlık grevini ölüm orucuna çevirdiğini anlatan konuşmalar yaptılar ve imza topladılar.

Gardiyan hedef gösterir savcı Hapishanede gardiyanların Tecrit işkencesi sürüyor onursuz aramasına tepki gös- Tecride Karşı Mücadele Platformu (TKMP) hateren görüşmeci Hülya Yer önce pishanelerde yaşanan hak gasplarıyla ilgili Temmuz ayı raporunu açıkladı. gardiyanların sözlü tehditine Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan Tecride maruz kaldı. Ardından tehditi Karşı Mücadele Platformu (TKMP) bileşenleri yasallaştıran savcı tarafından, “Tecrite son” pankartını açarak “Devrimci tut6 ay kardeşiyle görüşmeme ce- saklar teslim alınamaz”, “Tecrit işkencesine son”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” yazılı zası aldı dövizleri taşıdı. Hapishanelerde Temmuz ayında yaşanan hak ihlalleri, devletin devrimci tutsaklar karşısında ne kadar organize bir saldırı içerisinde olduğunu gösteriyor. Hapishanede kardeşini görmeye giden Hülya Yer, bir tutsak yakınının onur kırıcı ve keyfi bir şekilde aranmasına tepki gösterince gardiyanların, “Sen görürsün bir daha buraya gelemeyeceksin” şeklinde tehditlere maruz kaldı. Tehditin hemen ardından Şişli Cumhuriyet Savcılığı Hülya Yer’e 6 ay görüş yasağı verdi. Bununla da yetinmeyen savcı, Yer’in MKP davasından tutuklu bulunan kardeşi Şerafettin Yer’e de 4 ay görüş yasağı verdi.

TKMP adına yapılan açıklamada, siyasi tutsaklara yönelik sürdürülen kimliksizleştirme, teslim alma ve katletme saldırılarının çeşitli politikalarla sürdürüldüğü ifade edildi. Açıklamada F Tipi tecrit saldırısının ortaya çıkardığı bilançonun iletişim ve görüş yasakları, yayınların verilmemesi, disiplin cezaları ve tedavi hakkının engellenmesi, sürgün sevkler, işkence ve keyfi uygulamalarla dolu olduğuna değinildi. Temmuz ayı boyunca devrimci tutsaklar açısından F tipi tecrit uygulamalarının oluşturduğu tabloda bir değişiklik yaşanmadığını aktaran TKMP, “Örgütsel iletişim, Örgütsel amaçlı haberleşme vb. gerekçelerle tutsakların gönderdiği

ve tutsaklara gelen çok sayıda mektup ve faks keyfi bir şekilde verilmedi ya da karalanarak okunmayacak hale getirildi. Tutsakların bu keyfi uygulamaları konu ettikleri dilekçeler kaybedildi, ya da reddedilerek sonuçsuz bırakıldı. Telefon hakkı ‘mesai bitti’ vb. gerekçelerle gasp edilmektedir. Görüş yasakları, onur kırıcı aramalar keyfi uygulamaların değişmez tablosunu oluşturmaktadır. Dahası tutsak ailelerinin tehdit edilmesiyle boyutlandırılan bu saldırı devrimci tutsakların yakınlarıyla iletişimini keserek tecridin tutsaklar ve yakınları üzerindeki etkisini arttırmayı amaçlamaktadır.” denildi. Devrimci tutsaklara dayatılan her türlü baskı ve işkenceyle teslim alma saldırılarına karşı TKMP’nin devrimci tutsakların sesi olacağının ifade edildiği açıklamada, tüm devrimci, demokratik, ilerici kurum ve kişileri tutsakların talepleri doğrultusunda sürdürdükleri direnişi desteklemeye ve yanlarında olmaya çağrıldı. TMKP’nin Temmuz ayı hak gaspları raporunda öne çıkan hak ihlalleri şu şekilde: Görüş yasakları da uygulamada kendine yer bulurken 8 Haziran 2011 tarihinde ağabeyi Şerafettin Yer’i ziyarete giden Hülya Yer, il dışından


22-23 _Layout 2 7/31/11 5:11 PM Page 2

Halkın Günlüğü 1-10 AĞUSTOS 2011

demiştiniz ğuşlarına gittiler, sesleri geldiği için öyle tahmin ediyorum, kısa bir süre sonra da koğuşlarında yangın çıktı.

Biz de, İstanbul İtfaiye Müdürlüğü ekipleri de herhangi bir müdahalede bulunmadılar. Operasyon sona erdiğinde ve kovuşa girdiğimizde kadın mahkumların sayısını tam olarak hatırlamıyorum, gördüğüm kadarıyla koğuş içinde üç ayrı noktada kömürleşmiş derecede yandıklarını ve hayatlarını kaybettiklerini gördüm. İlk etapta bu derecede yanmaya bir anlam veremedim, çünkü koğuşta sadece yatak ve yorgan vardı ve yanan şahıslar yatak ve yorganlardan uzak noktalarda hayatlarını kaybetmişlerdi.”

Benzinli battaniye

‘Böyle yanmalarına anlam veremedim’ Görevli A.S.’nin ifadesi şu şekilde sürdü: “Operasyon sonucunda çok sayıda, özellikle DHKP-C mensubu tutuklu ve hükümlü yanmak suretiyle hayatını kaybetmiştir. Bayanlar dışarıya çıkmak istediklerini, kapıyı açmamızı istediler fakat amirlerimizden herhangi bir emir almadığımız için bu duruma müdahale edemedik. Daha sonra bayan tutuklu ve hükümlüler ko-

A.S. ifadesine şöyle devam etti: “Operasyondan uzun yıllar sonra değişik birliklerde karşılaştığım ve şu an ismini hatırlamadığım bazı rütbeli arkadaşlar operasyon esnasında JÖAK da görev yaptıklarını ve koğuşta yangın çıktıktan sonra yardım isteyen tutuklu ve hükümlülere ‘sizi kurtarmak için yaş battaniyeler atıyoruz, bunlara sarılın ve kendinizi koruyun’ diyerekten battaniye attıklarını, fakat battaniyelere su değil, yanıcı madde dökerek bu şekilde attıklarını ve yanmayı hızlandırdıklarını sohbetimiz esnasında beyan etmişlerdir. Bütün hayata son verici veya yaralayıcı müdahaleleri JÖAK ve dosyada adı geçen birlikler tarafından gerçekleştirilmiştir.”

ceza keser gelen yaşlı bir tutsak yakınına karşı yapılan keyfi uygulamaya itiraz edince, gardiyanlar tarafından tehdit edildi. Keyfi aramaya tepki gösteren Hülya Yer, gardiyanların tutumunun hukuk dışı ve onur kırıcı olduğunu ifade etti. Gardiyanlar tarafından Hülya Yer’e ‘Sen görürsün bir daha buraya gelemeyeceksin’şeklinde tehditler savrulurken, Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından Hülya Yer’e 6 ay görüş yasağının tebliğ edildiği açıklandı. Jet hızıyla çıkan bu karar sonrası Şerafettin Yer’e de 4 ay görüş yasağı verildi.

etmesi üzerine ise 7 gün hücre hapsi verildi. Metris’ten sevk gelen Emrah Doğan ve Hakan Karabey’in onursuz aramaya karşı çıktıkları için memura mukavemetten 1’er gün hücre hapsi verildiği, Alaattin Öğet adlı tutsağın sayımda oturarak dilekçe vermek istemesi üzerine dikkate alınmadığı, bunun üzerine Öğet’in tepki göstermesi üzerine gardiyanlara hakaret ettiği gerekçesiyle 7 gün hücre hapsi verildi.

‘Düşleri Gerçeğe Dönüştürmek’ adlı kitap ‘örgütü öven örgüte katılımı teşvik eden, örgütü yücelten’ içerikte olduğu gerekçesiyle tutsaklara verilmedi.

Şizofren olan Kemal Gömi’nin aldığı müebbet hapisten dolayı 19 yıldır hapishanede tutuklu bulunuyor. Bolu F Tipi Hapishanesi’nde bulunan Ufuk Keskin’in şeker hastası olması, günde 4 kez iğne yapılması ve günlük şekerinin ölçülmesi gerektiği halde tedavisi yapılmıyor.

27.05.2011 tarihinde yapılan genel aramada H. Tahsin Akgün’ün kaldığı hücre talan edildi, Akgün’ün müdürle tartışması üzerine kendisine soruşturma açıldı. Soruşturmaya itiraz

Yine Antep Hapishanesi’nde tutuklu olan DHF ve gazetemiz faaliyetçilerine mahkemeye çıplak ayakla çıkma eylemi gerekçesiyle iletişim cezası verildi.

f

güncel 23

TUTSAK PARTİZAN

≫ cafer çakmak

DEVRİMCİ MÜCADELE EN GENİŞ ÖZGÜRLÜK ISRARIDIR utarlı demokratik karaktere sahip olmak; sorunu doğru ve gerçek boyutlarıyla ortaya koymak, soruna neden olan etkenleri açıklamak ve çözümüne ilişkin devrimci tavır koymaktır. Son elli yıllık -öncesini saymazsak- siyasi politik mücadeleye hakim olanlar bilirler ki her dönemde koşullarına uygun, rejimin koruyucu meleklerine dönüşen aydın geçinen, ünvanlarındaki harfler isimlerinden uzun olan şahsiyetler, biçimsel burjuva hümanist eşitlikçi, uzlaştırmacı yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Olayın esasına bakmadan ilk bakışta, doğru ve insanın duygularını okşayan biçimsel yaklaşımların özünde gerçeklerin ortaya çıkmasında ve anlaşılmasında tutarsızlıklar içerdiği çok açıktır. Çünkü kendini aydın ve ilerici olarak sunanlar, sorunu yaratan burjuva-feodal sistemin Türk egemen gerici sınıflarına ve onların hizmetindeki Türk devlet rejimine tavır alamamaktadırlar. Örneğin; askeri faşist darbelere karşı tüm güçleriyle mücadele eden, halkın önder öncü güçleri olan devrimci-komünist hareketin yanında yer almak ve demokratik mücadeleyi tutarlıca geliştirmek yerine, çeşitli bildiriler yazıp altına, imza atmakla yetinmişlerdir. Aydın kimlikli koca ünvanlı, solcu “sosyalist” proflar 1990’lara kadar Kürt ulusal sorununu kabul etmiyorlar, görmüyorlardı bile… Neyse ki ulusal savaşım, Kürt ulusunun en temel haklarının üstünün örtülmesindeki boyutlu, geniş ve karanlık perdeyi kaldırdı ve sorunun kabul edilmemesi süreci geride kaldı. Fakat bununla da iş bitmiyor ki. Aynı damarda kalem oynatan rejim ve Kemalizm’le bağı derin olan aydınlar sorunun gerçek boyutlarını ortaya koyup, Kürt ulusunun haklı, meşru ve demokratik taleplerini, ulusal baskıya karşı savaşımını desteklemekten çok, yine biçimsel, eşitlikle ilgisi olmayan, hümanistçe tavırlarla tarihsel görevlerini yaptıklarını sanıyorlar. Örneğin sadece “barış olsun” ve “kimse ölmesin” sözlerini tekrarlıyorlar ama barışın eşitlik olmadan olanaksız olduğunu, Kürtlerin ulusal haklarının ne olduğuna ve bu hakların tanınması gerektiğine dair tek kelime etmiyorlar. Bu nedenle Mazlum Erenci’nin Dersim’de şehit düşmesinden sonra “çocuklar ölmesin” içerikli ilan ve bildirilere imza atan aydınlar, geçici duygularını tatmin ediyorlar. Birazcık olsun tutarlıca sorunun gerçek devrimci özünü

T

sahiplenme (Bu biçimsel hümanist aydınların önemli bir kısmı, o çocukların hayatını verdikleri hareketleri “terörist” gördüklerini de unutmamak gerekir) dürüstlüğünü gösterebilseler, inanıyoruz ki, ölüme dayanan ve kanla beslenen gerici faşist düzeni değiştirmek daha kolaylaşacak. Çünkü Türk devleti tarafından katledilen Mazlumların yerini Kürt çocukları almaktadır, almışlardır. Kuzey Kürdistan’da Kürt çocuklarının 18’ine varmadan çok önce işkenceye uğradığını, şiddetin ve ölümün toplumsallaştırıldığını görmek istemeyen aydınlar bildirilerle içindeki burjuva biçimsel hümanizmi ortaya çıkarmış oluyorlar. Kürt çocukları yeni ölmüyor. Tüm Kürt isyanlarında savaşı babaları, ağabeyleri, ablaları, anneleriyle aynı “kaderi” paylaşmışlardır. Koçgiri, Ağrı, Zilan isyanlarında bombalanan ezilen Kürtler topluca öldüler. Sağ yakalananlar topluca öldürüldüler. Halen Dersim’de dilden dile anlatılanlar, kitaplara geçmiştir. Dersim isyanının önderlerinden olan Qopo’nun öldürülmesi için yapılan askeri baskında sağ yakalanan Qopo’nun küçük yeğenlerinin kurşunla değil ama subaylar tarafından bizzat ayaklarından tutulup sallanırken başlarının kayalara vurularak öldürülmesinin altında yatan vahşet, günümüzde ilerlemiş teknik ve yöntemlerle devam ediyor. Rejimin karakteri, kendisine karşı mücadele eden ezilen ulus güçlerine devrimci ve komünistlere uyguladığı yöntemlerden en çıplak haliyle anlaşılır. Seyit Rıza’nın yaşını küçülterek küçük oğlunun yaşını büyük göstererek babasının gözünün önünde idam edilmesiyle, 18 yaşından küçük olan genç devrimci Erdal Eren’in idam edilmesi arasında bir fark yoktur. “Çocuklara duyarlı” olan aydınların resmin bütününü görmeye ihtiyaçları vardır. Son kırk yıldır mahkemelerde yargılanıp ceza alan, çocuk yaşta tutuklanıp kırlaşmış saçlarıyla çıkan ya da içeride öldürülenleri akılda tutarak yine savaşın en acımasız koşullarında özgürlük tutkularını onurluca taşıyarak şehit düşen, binlerce “çocuk” vardır. Devrimci ve komünistlerin yargısız infaz edildiği evlerde öldürülen çocuklar, gece yarısı evleri taranarak gözaltına alınan ve çocukları işkence tezgahlarına yatırılan kaç bin aile olduğunu belki aydınlar bilmez, fakat çocuklarıyla zulmün cenderesinde yoğrulan halkımız gayet iyi bilmektedir. Bu nedenledir ki yüreklerinin yarısını acıya bağlasalar da diğer yarısını devrimci

mücadeleye sunmaya devam etmektedirler. Çocukların öldürülmesine duyarlı olan aydınlar, tutarlılıklarının gereği mücadelenin kendisine duyarlı olmak zorundadırlar. Kuzey Kürdistan’da kitlesel protestolarda çocuklar öldürülüyor. 2006’da 14 gerillanın öldürülmesinden sonra başlayan kitlesel protesto eylemlerinde Amed’de çocuklar öldürüldü. Aynı eylemde gazetemiz muhabiri İlyas Aktaş katledildi. Kamuoyuna yansıyan onlarca çocuğun öldürülmesine aydınlar tepki göstermediler. İlyas Aktaş’ın adını bile ağızlarına almadılar. Öyle ya devrimci gazeteciler öldürülmeyi hak ediyor. Çünkü devrimci gazeteciler düzeni değiştirmek için mücadele ediyor. 27 Haziran 2011’de Dersim’de MKP’nin üç gerillası faşist Türk devlet güçleri tarafından katledildi. Aydınlar onların hayat hikayeleriyle ilgilenmeyecektir. Çünkü 18 yaşından küçük devrimcilerin işkencelerden geçmesi, hapishanelerde tutulması ve dağlarda savaşarak şehit düşmesi gerçekliği, onların işine yaramamaktadır. Bilakis bu süreçte, biçimsel demokrat ve hümanistleri korkutmaktadır. Fakat özgürlük bilincini edinmiş devrimden başka kurtuluşun olmayacağına inanan halk evlatları, işçiler, köylüler mücadeleyle çocukların hunharca kurşunlanmadığı, ulusların eşit, kardeşçe zenginliğin hakça bölüşüldüğü devrimci halk iktidarı uğruna Halk Savaşı’nda Ozanlaşacak, İsmailleşecek, Abidinleşeceklerdir. Aydınlara gelince -safını halktan yana koyan namuslu, devrimci ve tutarlı demokrat aydınları ayırıyoruz- “barış” ya da “çocukların ölmemesini” istemek; en insani duygu ve düşünceyi dile getirmektir. Bu iyi bir şeydir. Bu anlamıyla başta belirttiğimiz gibi aydınları tutarlı olmaya davet ediyoruz. Haklı ve meşru mücadelenin yanında saf tutmak gerekir. Bunun dışındaki yaklaşımlar rejimin izin verdiği ölçülerde davranarak daha büyük katliamlara ve çocukların öldürülmesine katkı sunmaktır. Komünistler köleliğin biraz daha iyi şartlarda sürdürülmesine hayır dedikleri için, köleliği yaratan nedenleri ortadan kaldırmaktan vazgeçmiyorlar. Bu anlamıyla da demokrasi devrim mücadelesinden asla koparılamaz. Gerçeklerin üstünü örten her türden sözlerin arasındaki olguyu görelim. Halkın gücüne güvenelim ve mücadeleyi her alanda geliştirelim.


24_Layout 2 8/2/11 12:18 PM Page 1

Rojaneya Gel Çanda lînçê kesayetiya faşîzmê ye Dîktatoriya burjûva-feodal ji bo ku berjeyendiyên xwe biparêze sawirên di civakê de sazdike û yên ku ji xwe re dujmin îlan kiriye jî sawiran didomîne li ser wan û komkujiya pêk tîne.Helmeta lînçê ji bo vê mînaka herî şênber e.

g

Lînç û milkê taybet Pêşveçûyînên civakî di pêşengiya çînekî de tê jiyan. Dîsa civak bi emirkirina wê hakimiyetê bi awa digire. Ev rastiya gelemperî bi gorî bingehîna milk tê guherandin. Ango awayê milk vir de ji bo ku em têkiliyên civak û îqtîdarê rast fem bikin alîkariyê dide me. Civaka ku bi milkên taybet hatiye sazkirin, çîna ku li vir de hakim me ya xwediyê milk e. Bi taybetî jî dixwaze hemû hêzên xwe ve odaxên îqtîdara siyasî hilde dest û dixwaze hemû civakê vê pergalê bîne. Ev çîna çanda ku ji bo berjewendiyên xwe saz dike bi vê çandê ve hemû civakê dixe binê hegemonya xwe. Evê îqtîdarê jî bi alîkariya dewletê ve saz dike. Ev hêza îqtîdara dewleta me ya îroyîn ango dîktatoriya feodal-faşîst awayê çanda ku sazkiriye têkiliya wê bi rewşa welatê me ya jeopolîtîk, netewe,netewatî û kêmarên cuda ku di welatê me de dijîn û bi hebûna komên oldariyê ve hene. Ev nûnerên îqtîdara faşîst ya ku van êrişên neteweperwer-şoven-nijadperest pêk tînin bilî xwe bi Tirkî destûrê nadin tû kes û kesayetiya. Ev bûyerên çînên serwêr polîtîkayên îmha û înkarkirinê derdixine holê. Vê polîtîkaya îmha û înkarkirinê dikine pirsgirêka hemû neteweyên bindest û vê dema înkarkirinê têdikine pevçûna civakî. Civak bi destê çînên serwêr kaşê nava vê pevçûnê dibin. Dikine dujminê hember hev. Piştî vê sazkirina sawirê jî ya herî

Du hev gundî di vegerandina dîlanê de hatin qetilkirin

Kujerên ku leşker û polês wek pevçûnê nîşanê me didin didomin. Aliyê din jî medyaya burjûva-feodal karê ku li ser wî ye bi serkeftî cîh dîne. ’’Li Samsun’ê li ser banga leşkeran ya radest bûnê, hemberî nedan û li ser vê pevçûn derket. Di vê pevçûnê de gerîlayek mirî û yek jî bi saxî dest ket’’. Ev nûçeya bi derewîn tenê yek bû. Bûyera Samsun’ê

de ku leşkeran ‘’bêdarizîn’’ ku du kes kuştin bi hêla leşkeran ve ev bûyera bi “darizîn’’ bû. Ew vîyaduka ku rêya Enqerê-Samsunê bi hevbe girêdide, rêya Enqerêya berê ku zanîn li ser wê rêye bi gotinê derewîn li ser agahiyên îstiqbaratê leşkeran li hember gerîlayan kemîn danî. Di vê ke-

hêsan ewa ye ku yên rajêrî xwe daye hemberê neteweyê cuda fît bike. Bi demê re di nava van pevçûna de çandeke nû tê saz kirin. Ev çanda wahaye ku li ser kesayetîya mirovahî tê dûrketin,armanca wî ewe ku yê hemberê xwe parçe bike û bi kuştina wî kêfxweş bibe. Komeke waha çêdikin. Îşte eva koma dibe aktorê serî yên van helmeta lînçê. Çînên serwêr ji bo milkên xwe yên çînî biparêzin hemû ferdên civakê bi zorê têdixine binê ala xwe û bi beralîkirinê ve hakimiyeta xwe hildide binê ewlatiyê. Vê komê ku binê vê çandê de ye li hemberê dînamîkên çînî, civakî, netewe û netewatiyên cuda dide xebatê. Ev kesên ku bi dujmin hatine îlankirin dibine armanca van makînên mirinê. Tabî yên ku her demê dibine armanca van makînên mirinê dîsa neteweyên bindest û gelên kedkar in. Bilî hêzên xwe yên bimilî sazkirina van artêşa bê forme ve bi gotinê de bertekên ’’gel’’ dide pêş û êrişên dewletê yên înkarkirinê bi vî awayî meşrû dikin. Ji bilî vê taybetiya vê koma ku êriş dibe ser neteweyê bindest yên ku netewatiya xwe înkar dike bi wan kesa saz dibe û ya herî xeternak jî ev e. Bêguman mersele ya kêmarî û piraniyê nîne. Mersele ewe ku ferdê ku fermanrewatiya netewatiyan ku dipejirîne ne aydê wiye. Ji ber vê yekê dibe parçekî helmeta lînçê. Ev rewşa ku bûye rê û rêzan û dewleta Tirk ku bi her gav serî lê dide bûyerên herî dawî de carek dîsa xwe nîşanê me dide.

mîn danînê de du hev bira yên ku dîlanê pêyatî dihatin ango yên 16 salî G.Ç û birayên mezin yên 18 salî H.Ç hatin kuştin. Li gor çavkaniyên leşkerî,leşkeran diyar kir ku gundiyan li hember banga radestbûnê derketine û dorê de pêvçûn derketiye. Di vê pevçûnê de kesên 16 salî G.Ç jiyana xwe dest daye û birayê wî yê 18 salî H.Ç jî birîndar bûye.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.