10-20 Eylül 2011

Page 1

kapak_Layout 2 9/9/11 12:01 PM Page 1

Füze kalkanı ve tampon bölge

TARİH ‘Emperyalizm kağıttan kaplandır’

BAŞKAN MAO ÖLÜMSÜZDÜR

ABD’nin yenilenen yeni ittifakları sınır tanımayan ve bölge halkları açısından da büyük tehlike içeren özel savaş rejimi yeni bir takım kanlı senaryolarla ilerliyor Sayfa 6-7

9 Eylül 1976 yılında aramızdan ayrılan komünist önder Mao Zedung, ölümsüzlüğünün 35.yıl dönümünde emperyalizmin azgın saldırılarıyla karşı karşıya olan dünya halklarına yol göstermeye devam ediyor.

Enternasyonal proletaryanın öğretmeni yoldaş Mao ‘yu saygıyla anıyoruz

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011 Yıl: 1 Sayı: 18 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

iKiZLERiN

HKO’dan özel savaş birliğine darbe fGÜNCEL 04-05 Maoist Komünist Partisi ’ne bağlı Halk Kurtuluş Ordusu gerillaları Dersim-Ovacık’ta operasyona çıkan askeri birliğe yönelik bir eylem gerçekleştirdi. Yapılan eylemde Türk ordusunun özel savaş birliğine bağlı beş asker öldürülerek saf dışı bırakıldı.

‘OYNAMIYORUM’ MIZIKÇILIGI

Bu devlet adaleti sağlayamaz Dosya

Sf. 14-15

Kadın tutsaklara yönelik taciz saldırısı fgüncel 10-11 Karataş Kadın Hapishanesi’nde bulunan devrimci tutsaklara gardiyanlar tarafından taciz saldırıları yapılıyor. Gazetemize mektup aracılığıyla yaşanan işkence uygulamarını aktaran devrimci kadın tutsaklar, kamuoyuna duyarlılık çağrısı yaptı

TC-İsrail arasında krize dönüşen sürece büyük abi ABD kayıtsız kalmadı. ‘Diplomasiye zarar vermeyin’ telkiniyle TC-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini isteyen ABD; Erdoğan-Netanyahu ikizlerinin şımarıklığının kendi çıkarlarına zarar vermemesi gerektiğine dolaylı olarak vurgu yaptı

Devletten yeni açılım; sınır ötesi operasyon Açılım aldatmacasıyla Kürt ulusal sorununda tasfiyecilik ve teslimiyeti hakim hale getirmeye çalışan TC, havuç politikası işe yaramayınca sopa politikasıyla kanlı katliamlarını daha görünür hale getirdi. Son aylarda siyasi, askeri, kültürel vb her türlü

saldırı devreye girdi. Kürt ulusu ve PKK’ye karşı imha ve inkar saldırıları söylenenin aksine yoğunlaşmış durumda. Sorunun çözümünü sınır ötesi askeri operasyonlarda arayan TC, sınır içlerinde ise PKK tarafından yapılan eylemlerde büyük

kayıplar vermekte. Böylesi bir süreçte yapılan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kongresine Demokratik Özerklik damgasını vurdu. Yapılan kongre sonrası BDP hedefe konularak faşist devlet linç kampanyası başlattı. Sayfa 7


2-3_Layout 2 9/9/11 12:26 PM Page 1

Bir de Koşaner’in ağzından Genelkurmay eski başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in internete düşen itiraflarından, Türk ordusunun bilinen iç yüzü bir kez daha ‘hatırı sayılır’ ağızdan açığa çıktı

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında, AKP hükümetiyle yürütülen pazarlıkta anlaşamayan Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in istifasıyla birlikte, komprador bürokratik burjuvazinin Susurluk fosebtik çukuru, bu sefer de bir CD ses kaydıyla yeniden, tüm kadavrasıyla açıldı. Koşener’in de kabul ettiği ses kaydında gerillaya karşı kontrolsüz mayın döşedikleri ve Türk ordusunun kendi askerlerini vurduğu itiraf ediliyor. Gerilla karşısında güçlü ordu imajı ise, çatışma sırasında rütbelilerin ellerindeki silahları bırakıp kaçtıklarını anlatan Koşaner’in itirafıyla tuzla buz oluyor.

Ordunun gerçekliği Işık Koşaner’in 10-20 yıl önce döşeyip sonrasında da başı boş bırakıp gittikleri yerlerde bıraktıkları mayınların MKE yapımı 120 mm’lik havan mühimmatının görevli komutanın emriyle döşenmesini “Ne derler? Döşerken aklınız nerdeydi derler. Maalesef döşeyen yine biziz” diye açıklaması Türk devletinin haksız savaş içerisinde “insani değerle”re verdiği önemi tüm gerçekliğiyle dışa vuruyor.

Gerillanın üstün gücü Koşaner’in ağzında Mayınların temizlenmesi rantından tutalım da sınır karakollarının yeniden inşasına kadar, “tim komutanı” ve “unsur komutanı”n ın mevzilerini terk etmesine canı sıkılan Koşaner’in “…Rütbesi de var kolunda… O arada silahını bırakıp da mevzisinden kaçarsa tabi ki mevzimiz çöker, Tabii ki zayiat veririz.. İşte Hantepe’de İHA’nın görüntüsünden bile belli. Koştular içine girdiler değil mi? Seyreden var mı? Vardır herhalde. Adam da geldi el Bombasını üzerlerine atıyor. Şey atar gibi. Tam bir kepazelik halimiz.” açıklamasıysa, Türk ordusu ve burjuva feodal basının gerilla karışısında şişirdiği ordunun yapılanmasının gerçekliğini ifade ediyor.

İntihar etti yalanını Koşaner açıklıyor Yayınlanan konuşmada Koşaner subaylarıyla görüşürken: “Eğitim zafiyeti nedeniyle terörist diye masum erimizi kendimiz vurduk. Kabahatli biziz, bakın yine örnek dilimin ucuna

Anket devletçiliği

ve yalan pazarı Devlet ve AKP hükümeti halkın bilincinde çürüyen siyasetini gizlemek adına yıllardır sürdürdüğü anket devletçiliğinden vazgeçecek gibi gözükmüyor. AKP yanlısı Star Gazetesi tarafından yayınlanan yeni ankete göre ‘AKP herkesin gözbebeği’ymiş Devlet, halkın sorunlarını çözmek bir yana dayattığı siyasi ve ekonomik koşullarla, halkın yaşadığı sorunları daha bir katmerleştirir ve kurduğu bu düzeni içerisinde halkın emek gücünü sonuna kadar sömürür. Devlet tarafından çıkarılan her bir yasa, halkın bu sömürü düzen içerisinde eli kolu bağlı bir şekilde yaşamasını, sömürü düzeninin sınırlarının dışına çıkmamasını sağlar. İnsanlar aç yaşar, iş bulamaz, bulduğu işte güvenceli çalışamaz, sağlık hakkı olmaz. Tohum alacak parası olmaz, toprağını işleyemez, büyük emek harcayarak topladığı hasatı ise zararına satar, karşılığını alamaz. Dilleri yasaklanır, konuşamaz, demokratik hakları elinden alınır düşünemez, yazamaz, örgütlenemez. Eğitim hakkı metalaştırılır, okuyamaz, güvenceli bir gelecek kuramaz ve hayali bile zdr. Suyu özelelleştirir suya ulaşamaz, doğası altın tröstlerinin sallayalı ağızına verilir, köylerinde huzur içinde yaşayamaz. İstanbul’dan Ağrı’ya, Trobzon’dan Hatay’a kadar her yerde yaşanan bu sorunlar içerisinde yaşamaktan yorulan halkın bilincinde

çürüyen devlet ise kendi imajını tazelemek için çeşitli politikalar yapar. Bu politikaların başında ise sözde halkın cevaplarıyla şekillenen anketler gelir. Bu anketlerde, orduya, hükümete, polise, yargıya, parlemantoya güveniyormusunuz soruları yöneltilir. Ve nerede nasıl yapıldığı bilinmeyen bu anketlerden çıkan sonuçlar her zaman devletin ilgili kurumu şişirilip halka yutturulmak istenir.

AKP’nin imdatına Genar ve Star Gazetesi yetişti 2002’den bu yana devletin siyasal ve ekonomik çıkarlarını işleten AKP hükümeti, halka uygulanan faşizm karşısında yıpranmışlığını gizlemek ve halkı kendi siyasal çıkarları etrafında toplamak için verdiği uğraşına Genar araştırma şirketi ve Star Gazetesi yetişti. Star Gazetesi yıpranan AKP hükümetini şirin göstermek ve halkın bilincinde iyi şeyler oluyor algısını güçlendirmek için, Genar araştırma şirketinin AKP hükümetini iyi gösteren anketini yayınladı. Anket sonuçlarında tabi ki açlık yok, siyasal kriz yok ve halk hükü-

mete, bürokratlara güveniyor. Ayrıca söz konusu ankette TSK üzerinde hegomanyasını güçlendiren AKP’nin son icraatlarının meşrulaştırılması isteği gözleniyor.

Sivillere güven yükselişteymiş Söz konusu haberin içerisinde yer verilen ankette “En güvenilir kurum hangisidir” sorusuna şimdiye kadar, her araştırmada birinci sırada yer alan “ordu” cevabının Genar’ın son çalışmasında ikinci sıraya düştüğü görülüyormuş. Ankette Cumhurbaşkanlığı’nın birinci sırada, TBMM ise üçüncü sırada.

Halkımız açlığı sevmiş Ankette ülkedeki değişimin artık insanlara

huzur ve rahatlık olarak gösterilen yurt dışının eskisi kadar ilgi görmediği ve bunun üzerinden AKP’nin yarattığı “Yeni Türkiye” vurgusu çıkartılıyor. Ankette “İmkanınız olsa Türkiye’de mi yoksa yurt dışında mı yaşarsınız” sorusuna halkın yüzde 81.4’ü “Türkiye’de yaşamak isterim” derken, yüzde 18.6’sı da “Yurt dışında” cevabını vermiş. Yine ankette AKP’yi şişirmek için yapılan “Sivil anayasa” konusundaki soruya deneklerin yüzde 76.9’u “yeni anayasa gerekli” yanıtını verirken, katılımcıların yüzde 65.9’luk oranı da Türkiye’de bir rejim tehlikesi bulunmadığı yönünde yanıt vermiş. Söz konusu ankette 5 yıl öncesine göre ekonomik durumu iyi görenlerin oranı yüzde 43


2-3_Layout 2 9/9/11 12:26 PM Page 2

güncel haber 03

dinleyelim devleti geliyor söylemek istemiyorum. Böyle timi mimi sahip olmazsa orda bir tane karaltı görür tak diye ateş eder, başlar sesi duyan herkes ateş etmeye basıldık diye. Arkadaşımızı bir erimizi alnından vururuz. Vurduk mu? Haberiniz var mı? Var değil mi? Olayı takip ediyorsunuz. Bunu gayet kolay yapmak ama eğitimle bunu yaparsanız olur. Bırakırsanız keyfine gider adam ateş et der. Vay basıldık diye herkes silaha sarılır. Bir masum erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz.” sözleriyse bu zamana kadar ordu içerisinde ölenlerin akıbetini açıklayan netlikte. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, burjuva-feodal medyanın aktardığı raporlara göre yirmi yılda iki tabura yakın askerin, şüpheli şekilde öldüğü belirtiliyor.

Koşaner sadece itiraf etti Ülkede devrimci komünistlerin can bedeliyle yıllarca bu topluma anlatamadığı gerçeklik; Koşaner’in görev başındayken yapılanları açıklaması, Nazi işgali dönemindeki Sovyetlerin ‘Bizim yıllarca anlatamadığımızı Hitler bir gecede anlattı’ demesini anımsatıyor. Gerçeklerin bal-

çıkla sıvanmayacağını ve üç maymunu oynayan devletin bilinçli dezenformasyonunu da devrimci-komünistlere yönelik yargılı-yargısız infazlarından bilinmektedir. Tarihin kimin kanıyla yazıldığı da silinmeyecek kadar belleklere kazılıdır. İnsan Hakları Derneği tarafından açıklanan raporla Jandarma Genel Komutanlığı’nın resmi rakamlarıyla örtüştüğü ve bilgisinden sonra şüpheli ölümlerin TSK kayıtlarına ‘askeri zayiat’ olarak yer aldığı açıklandı. ‘Meçhul Asker’ ailelerine ise; ‘kaza kurşunu’, ‘intihar’, ‘elektrik ya da yıldırım çarpması’, ‘yüksekten düşme’, ‘trafik kazası’, ‘eğitim sırasında mühimmat patlaması’, ‘yılan sokması’ ve ‘kalp krizi’ diye bildirilmesi de “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye”nin kimin canı-kanı üzerinden hangi, yöntemle oluştuğunu da doğallığında açıklıyor. Koşaner’in marifetli CD’si yıllardır bu ülkede yürütülen haksız savaşın ırkçı, faşist yerli uşak kontrasından medyasına Osmanlı oyunun hinliğini iyiden iye açığa çıkarmış olsa da esasta bir sonra ki topyekün imha savaşının da zihin kıvrımlarında büyüyen kurtun kaplanlaşmasıdır.

faaliyeti olarak yüzde 78.5 sağlık, yüzde 71 sosyal yardım, yüzde 68.8 eğitim, yüzde 65.2 dış politika, yüzde 64.4 ekonomi, yüzde 61 demokratikleşme, yüzde 60.8 çetelerle mücadele konuları ön plana çıkartılıyor. Ve anketin neye hizmet ettiğiyse, bu sorunun ardından gelen ek soruda kendisini gösteriyor: Üç ay önceki araştırmaya göre de hükümete duyulan güvende yüzde 10’luk artış meydana gelmiş.

Tabii ki güvenilir lider Erdoğan Anket baştan sona AKP ve devlet propagandasına dayalı. Liderlere güven sorusunda ise tabii ki deneklerin yüzde 53.4’lük oyunu Recep Tayyip Erdoğan alarak ilk sırada yer alıyor. Erdoğan’ı yüzde 17.5 ile Kılıçdaroğlu, yüzde 9.0 ile Devlet Bahçeli izledi. Bu sorunun eki ise “Başbakan Erdoğan’a güveniyor musunuz” sorusu ve verilen cevap ise şaşırtıcı değil; deneklerin yüzde 62.3’ü evet yanıtı verir.

olurken, yüzde 27.7 “daha kötü”, yüzde 29.2 ise “değişmedi” yanıtını vermiş. Genar ve Star Gazetesi bu soruyu yeterli görmemiş ki birde ek olarak, halkın ekonomik algısını değerlendirmiş. Bu soruya ise yüzde 41.9 “daha iyi olacak”, yüzde 28.4 “daha kötü olacak”, yüzde 30.2 ise değişmeyeceği yanıtını vermiş ve başka bir ek soruda ise deneklerin yüzde 22’si bir yıl içinde araba, yüzde 17.5’i ise bir ev almayı düşündüğünü belirtmiş.

Çöken sağlık hizmeti ankete göre çok iyi Hükümetin faaliyetlerinin de değerlendirildiği ankette en beğenilen hükümet

Anketin bitirilişi ise AKP üzerinden yapılıyor. “Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz” sorusuna ise yüzde 51.4 oranında AKP cevabı veriliyor, diğer partilere verilen oy ise anketin teferruatı oluyor.

Anket devletçiliği Türk devleti iç sorularını ve halka uyguladığı faşizmi kapatmak adına giriştiği bu baştan sona yalanla dolu anketlerle gizleyemez. Üzerinde inşi ettiği sömürü sistemi hergün halkını acılarını kat be kat arttırırken, anket devletçiliğiyle halk kitlelerini nereye kadar kandırabilir. Bu anketlerin iç yüzü devletin sömürü sistemini koruyan burjuva feodal basının attığı bu taklalarla bile, günü kurtarmaktan öte bir anlam ifade etmeyecek niteliktedir. Yaşadığımız toplumsal ve siyasal gerçekler hergün bize bunu göstermiyor mu?

Liberalizmle Mücadele

Tasfiyeciliğin yalnızca düşman saldırılarına endeksli olmadığı, bunun yansımalarının günlük yaşamımızda dahi ortaya çıktığı, çıkacağı su götürmez bir gerçekliktir. Proletaryanın büyük öğretmeni, Başkan Mao Zedung’un ölüm yıl dönümü nedeniyle önemli gördüğümüz “Liberalizmle mücadele” adlı makalesini yayımlıyoruz.

B

iz aktif ideolojik mücadeleden yanayız; çünkü bu mücadele, Parti ve devrimci örgütler içinde savaşımızın yararına olan birliği sağlayan silahtır. Her komünist ve her devrimci bu silaha sarılmalıdır. Buna karşılık liberalizm, ideolojik mücadeleyi reddeder ve ilkesiz barıştan yanadır; bu yüzden yozlaşmış ve bayağı bir tavra yol açar, Parti ve devrimci örgütler içindeki bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur. Liberalizm, kendisini çeşitli biçimlerde gösterir. Bir kimse açıkça hata işlediğinde, barış ve dostluk uğruna işi oluruna bırakmak; eski bir tanıdık, bir hemşeri, okul arkadaşı, yakın bir dost, sevilen biri, eski bir meslektaş ya da alt kademeden eski bir arkadaştır diye ilkelere bağlı tartışmadan kaçınmak. Ya da arayı bozmamak için, meseleye derinliğine girmeyip, şöyle bir dokunup geçmek. Bunun sonucunda hem örgüt, hem de o kişi zarar görür. Bu, liberalizmin birinci biçimidir. Düşüncelerini örgüte aktif olarak iletmek yerine, özel çevrelerde sorumsuz eleştirilere girişmek. Kişilerin yüzlerine karşı hiç bir şey söylemeyip arkalarından çekiştirmek ya da toplantıda birşey söylemeyip sonradan dedikodu yapmak. Kollektif hayatın ilkelerine kulak asmayıp kendi bildiğini okumak. Bu, liberalizmin ikinci biçimidir. Kendini şahsen ilgilendirmeyen işlere kayıtsız kalmak; yanlış olanı pek iyi bildiği halde, mümkün olduğu kadar az şey söylemek, açıkgöz davranıp, kaçak güreşmek; sadece, suçlanmamaya bakmak. Bu, liberalizmin üçüncü biçimidir. Emirlere uymayıp kendi görüşlerini herşeyin üstünde tutmak. Örgütten özel bir ilgi beklemek, buna karşılık örgüt disiplinini tanımamak. Bu, liberalizmin dördüncü biçimidir. Birlik, ilerleme ya da çalışmanın gerektiği gibi yapılması için hatalı görüşlere karşı tartışmak ve mücadeleye girişmek yerine, kişisel saldırılarda bulunmak, hır çıkarmak, kişisel kin gütmek ya da öç almaya bakmak. Bu, liberalizmin beşinci biçimidir. Karşı çıkmaksızın yanlış görüşleri dinlemek ve hatta karşı-devrimci düşünceleri duyup da haber vermemek, bunları sanki hiçbirşey olmamış gibi kayıtsızlıkla karşılamak. Bu, liberalizmin altıncı biçimidir. Kitleler arasında olup da propaganda ve ajitasyon yapmamak ya da kitle toplantılarında konuşmamak, kitleler içinde araştırma ve inceleme yapmamak; tersine, kitleler karşısında kayıtsız kalmak, kitlelerin dertleri ile hiç ilgilenmemek, bir komünist olduğunu unutarak komünist olmayan sıradan biri gibi davranmak. Bu, liberalizmin yedinci biçimidir. Birinin kitlelerin çıkarlarına zarar verdiğini görüp de tepki duymamak, onu vazgeçirmemek, engellememek, ya da ikna etmemek ve bunu sürdürmesine göz yummak. Bu, liberalizmin sekizinci biçimidir. Belli bir plan ya da yön olmadan, gönülsüz, baştan savma çalışmak, gün doldurmaya bakmak, “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” tavrı takınmak. Bu, liberalizmin dokuzuncu

biçimidir. Kendisini devrime büyük hizmetlerde bulunmuş saymak, kıdemli olmakla böbürlenmek, büyük görevler için yetersiz olduğu halde küçük görevlere dudak bükmek. Çalışmada savruk, öğrenmede gevşek olmak. Bu, liberalizmin onuncu biçimidir. Hatalarının farkında olmak, ama onları düzeltme yolunda hiç bir çaba göstermemek, kendine karşı liberal bir tavır takınmak. Bu, liberalizmin onbirinci biçimidir. Daha bir çoğunu sayabiliriz. Ama bu onbir tanesi başlıca biçimleridir. Bunların hepsi de liberalizmin birer ifadesidir. Liberalizm devrimci bir topluluğa son derece zararlıdır. Birliği kemiren, dayanışmayı zayıflatan, kayıtsızlığa yol açan ve ayrılık yaratan yıkıcı bir şeydir. Devrimci safları sağlam bir örgütlenmeden ve sıkı bir disiplinden yoksun kılar, politikaların uygulanmasını engeller. Parti örgütlerini Partinin önderlik ettiği kitlelerden koparır. Bu, son derece kötü bir eğilimdir. Liberalizm, küçük-burjuva bencilliğinden kaynaklanır, kişisel çıkarları birinci plana alır, devrimci çıkarları ikinci plana iter ve bu da ideolojik, politik ve örgütsel liberalizme yol açar. Liberal kimseler Marksizmin ilkelerini soyut birer dogma olarak görürler. Marksizmi kabul ederler, ama onu uygulamaya ya da hakkıyla uygulamaya yanaşmazlar; liberalizmlerinin yerine Marksizmi koymaya yanaşmazlar. Bu kimselerde Marksizm vardır, ama aynı zamanda liberalizm de vardır. Marksizmden söz eder, liberalizmi uygularlar. Marksizmi başkalarına, liberalizmi kendilerine uygularlar. Bunlar her iki malı da dağarcıklarında bulundururlar ve her birini kullanacak yer bulurlar. Bazılarının kafası işte böyle işler. Liberalizm, oportünizmin bir ifadesidir ve Marksizme tamamen aykırıdır. Olumsuzdur ve nesnel olarak düşmana hizmet eder; içimizde sürüp gitmesinden düşmanın hoşnut olması bundandır. Bu niteliğinden dolayı liberalizmin devrim saflarında yeri olmamalıdır. Olumsuz bir özü olan liberalizmin üstesinden gelmek için olumlu bir özü olan Marksizmi kullanmalıyız. Bir komünist meselelere etraflı bir şekilde bakmalı ve sağlam ve faal olmalıdır; devrimin çıkarlarını canı gibi korumalı ve kişisel çıkarlarını devrimin çıkarlarına tabi kılmalıdır; Partinin kollektif hayatını sağlamlaştırmak ve Parti ile kitleler arasındaki bağları güçlendirmek için her zaman ve her yerde ilkelere bağlı kalmalı ve bütün yanlış düşünceler ve eylemlerle bıkmadan usanmadan mücadele etmelidir. Parti ve kitlelerle, herhangi bir kimse ile ilgilendiğinden daha fazla ve gene başkalarıyla, kendisi ile ilgilendiğinden daha fazla ilgilenmelidir. Ancak böylelikle komünist adına hak kazanabilir. Bütün sadık, dürüst, faal ve açıksözlü komünistler, aramızdaki bazı kimselerin gösterdiği liberal eğilimlere karşı koymak için birleşmeli ve onları doğru yola getirmelidir. Bu, ideolojik cephemizdeki görevlerden biridir.


4-5_Layout 2 9/8/11 9:20 PM Page 1

04 güncel Maoist Komünist Partisi; Kürt ulusunun Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

MKP:

Erdoğan savaş çağrısı yaparak kanlı dişlerini gösterdi! Kürt ulusal hareketi ve Kürt ulusunun meşru mücadele ve direnişini destekleyelim!

M

aoist Komünist Partisi, Türk devletinin AKP üzerinden Kürt ulusal hareketine ve devrimci güçlere yönelik yeni yönelimine ilişkin açıklama yaptı. MKP yaptığı açıklamada “Demokrasi havariliğine dönük söylenenlerin hepsinin aldatmaca ve hileden ibaret olduğu öz sahipleri tarafından teyit edildi. Savaş çağrısı ve çığırtkanlığı ‘yeni dö-

nem’ olarak deklare edildi.” ifadelerini kullandı. Maoist Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Bürosu tarafından yapılan açıklamada öne çıkan yönler şu şekilde:

Amaç Kürt ulusal hareketini tasfiye etmektir “Kürt ulusal hareketi PKK ile T.C. devleti AKP iktidarı arasında belli bir uzlaşma zemini yakalanmış ve uzunca bir süreçtir gelgitli ateşkesler süreci hüküm sürüyordu. Kürt ulusunun varlığının kabul edilmesini de içeren bu süreç, Abdullah Öcalan ile devlet arasında resmi görüşmelerin yapılmasına kadar bir dizi önemli gelişmeyi barındırıyordu. Gelinen aşamada, T.C. devleti AKP iktidarının özetlediğimiz kapsamdaki ‘yumuşama’ politikasının içinin boş olup, bir oyundan- hileden ibaret olduğu, gerçek amacın Kürt ulusal hareketini tasfiye etmek olduğu bir kez daha açığa çıktı.

Oyalama, aldatma (ve tasfiye) sürecinin tıkanıp, uzlaşmadan kopma realitesiyle gerçek özüne dönmesinin sebebi; AKPdevlet iktidarının PKK’ ye (Kürt ulusal hareketine) dayattığı teslimiyet ve kendini ret yaklaşımının PKK tarafından kabul edilmemesidir. AKP iktidarı, PKK’ yi getirmek istediği çizgiye getiremedi, dayattığı teslimiyet ve kölelik koşullarını kabul ettiremedi. İşte, bir uçtan öteki uca keskin dönüş yapan AKP iktidarıyla PKK arasındaki münasebetin keskin ters orantı çizmesinin turnusolu bu politik realitedir. PKK, T.C. devletinin son derece çıplak olan komplo, hile ve oyunları, dayattığı tasfiyeyi- teslimiyeti görerek pozisyon aldı, AKP iktidarı da (devlet de) PKK’ nin teslimiyet ve tasfiyeyi kabul etmeyerek çekildiği meşru zemin ve hazırlıkları görerek “yeni” stratejiye geçti. ‘Tarihi fırsat’, ‘demokratikleşme’, hatta ‘ileri demokrasi’, ‘çözüm- açılım’, ‘anaların gözyaşı dökülmesin’, ‘inkâr ve asimilasyon siyaseti bitti’ gibi tüm dema-

gojik argümanlar dili geride kaldı. Yerini, ‘ağır bedel ödeyecekler’ repliğinde saklı olan azgın baskı ve terör dili aldı. Demokrasi havariliğine dönük söylenenlerin hepsinin aldatmaca ve hileden ibaret olduğu öz sahipleri tarafından teyit edildi. Savaş çağrısı ve çığırtkanlığı ‘yeni dönem’ olarak deklare edildi. Kürt ulusal hareketine yönelik Kandil ve bir dizi kamplara yapılan saldırılar, özellikle Hakkâri ve BDP hedef gösterilerek Kürt ulusuna yönelik linç girişimleri körüklenmekte, halklar etnik kışkırtıcılıkla birbirine düşmanlaştırılarak çatışmaya sürüklenmektedir.

Tehditler anlamsızdır Bugün savrulan tehditlerin en azgın içeriği, dün ve bugüne kadar yapılanlardan daha vahim olamaz. Onlar ezilen ulus ve halklarımıza faşizmi uygulaya geldiler. Bundan öte yapacakları daha kötü bir şey yoktur- kalmamıştır. O halde, Erdoğan’ın kuru sıkı salvolarla toplumu terörize edip Kürt ulusuna karşı psikolojik baskı desteğinde kanlı

Gerilladan özel savaş

birliğine darbe Dersim’de gerillaya karşı imha saldırısı başlatan Türk ordusu ağır kayıplar vermeye devam ediyor. Ovacık kırsalında HKO gerillaları, bölgede pusuya yatan özel harekat birliklerine sızma yaparak, 5 özel savaş askerini savaş dışı bıraktı. Dersim’de gerilla güçlerine karşı Türk devletinin özel savaş birlikleriyle başlattığı imha harekatının bilançosu netleşmeye başladı. Bölgede Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) ve HPG gerilla güçlerine karşı imha saldırısı düzenleyen Türk devletinin özel savaş birlikleri ağır kayıplar vermeye devam ediyor. Burjuva feodal basında ise bu ağır kayıplar bilinçli olarak yer almıyor. Gerilla güçlerinin etkili darbelerini gizleyen Türk devleti ve burjuva feodal medya böylece arazide morali çöken askerine destek vermeye çabalıyor. Çatışmalar “Tunceli’de büyük operasyon” başlığı altında basına servis edilerek, askerin bölgeyi ve gerillayı kıskaca aldığı iddiaları öne sürülüyor.

HKO’dan özel savaş birliğine darbe Bölgede gerçek ise burjuva feodal basının yansıttığı gibi değil. Ovacık’ın Burnak ve Hanuşağı köylerine yakın kırsal alanda gerilla güçlerine karşı arazide pusuya yatan Türk ordusunun özel savaş birliklerini 20 Ağustos günü takibe alan HKO güçleri özel savaş birliğine sızma yaparak 5 askeri savaş dışı bıraktı. Yine aynı gün HPG güçleri karakollara sızma yaparak birçok askeri savaş dışı bıraktı. HKO’ya bağlı gerilla güçlerinin sızma girişimi yukarıda aktardığımız aynı başlıklı haberin içerisinde “Ovacık’ın Burnak ve Hanuşağı köyleri arasında konuşlanan

jandarma özel harekat timlerine kalabalık bir PKK’lı grubu tarafından uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendi.” şekilinde verildi. Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi-Siyasi Bürosu Dersim ve Kuzey Kürdistan bölgesinde imha saldırılarına ve yakın zamanda yaşanan gelişmelere ilişkin açıklama yaptı. MKP tarafından yapılan açıklama şu yekilde: “T.C. devleti/AKP iktidarının son günlerde Kürt ulusal hareketi şahsında Kürt ulusuna ve tüm Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimci hareketiyle halklarına yönelik gerici savaş konseptiyle geliştirdiği azgın faşist

terör dalgası, özellikle silahlı mücadele ve gerilla güçlerine dönük kapsamlı saldırılarla tırmanışını sürdürmektedir. AKP iktidarı savaş çağrısı yaparak, gerici savaşını sınır ötesi harekat kapsamında Kandil ve sivil yerleşim alanlarını hedefleyerek Kürt köylerini bombalarken; gerçek saldırılarını aslen sınır içinde yoğunlaştırarak kafatasçı katliam operasyonları yürütmektedir. AKP iktidarı kapalı bir olağan üstü hal ilan ederek, Kuzey Kürdistan illeri olan Hakkari, Şırnak, Dersim gibi bir çok ili katliam saldırıları için pilot bölge olarak seçmiştir. T.C. devletinin bu kapsamda operasyonlarını yoğunlaştırdığı illerden biri şüphesiz ki


4-5_Layout 2 9/8/11 9:20 PM Page 2

güncel 05 direnişini destekleyelim dişlerini gösteren açıklaması ve muhtemel faşist terörü, ne halklarımıza ne de Kürt ulusal hareketine sökmeyecektir. Kürt ulusal hareketinin başarılı gerilla saldırıları, tehdit ve dayatmalara karşı mevcut tutarlı tavrı- duruşu, Erdoğan’ın havanda su dövdüğünü göstermektedir. ‘Ölümden korkmayanların ölümle tehdit edilmesi kadar anlamsız- boş bir şey olamaz.’ Savaşanlara savaş çağrısı yapmak, bedel ödeyenleri bedel ödetmekle tehdit etmek de boş bir gevezeliktir.

Kürt ulusal hareketi desteklenmelidir Kürt ulusal hareketinin mevcut duruş ve silahlı askeri eylemde billurlaşan pratik eğilimi son derece olumlu olup, sınıf hareketi tarafından mutlak olarak desteklenmesi gerekendir. Daha da önemlisi; bütün veriler keskin bir çatışma, direniş ve mücadele sürecinin yaşanacağını işaret etmektedir. Kaba tanımlamayla, Türk hâkim sınıflarıyla Kürt ulusal hareketi arasında, yeniden yoğun çatışmalı bir savaş dönemi belirmekte ve muhtemelen keskin bir savaş yaşanacaktır.

Gerçekleştirilen faşist saldırı dalgasının bütün devrimci dinamiklere yöneleceği gibi, özellikle başta gerilla savaşı alanı olmak üzere Partimize de doğrudan yöneldiği- yöneleceği kuşku götürmez. Bütün bu gelişmeler, proleter devrimci hareket olarak önümüze ciddi görevler koyar! Keskin savaş koşullarının ortaya çıkaracağı sorunlar kapsamlı hazırlıklara girişmemizi gerektirirken, Kürt ulusal hareketinin bu haklı savaşında desteklenmesi görevi hayati ödevdir! Kürt ulusuna yönelik yoğunluklu olarak gerçekleşecek olan faşist, ırkçı saldırı ve katliamlara karşı, kesin bir şekilde Kürt ulusunun yanında yer alarak desteklemek ve bizzat direnişin öznesi olmak zorunlu sınıf tavrı ve görevidir! Zaman kaybetmeden, Kürt ulusuna yönelik geliştirilen faşist baskı ve terör saldırganlığı teşhir edilmeli, protestolar gerçekleştirilmeli, Kürt ulusal hareketiyle dayanışma etkinliklerinde bulunulmalıdır! Kitlemiz bu sürece hazırlanmalı, demokratik eylem ve etkinliklere yoğun biçimde katılması sağlanmalıdır! Derhal harekete geçilmeli tepki örgütlenerek, AKP iktidarının faşist saldırganlığı teşhir edilmelidir”

gerillaların bu eylemi hakim sınıflarının faşist saldırı dalgasına yanıtken; öte taraftan ırkçı saldırılara maruz kalan Kürt ulusunun yanında olma ve hareketiyle dayanışma anlamı taşımaktadır.

‘Ava giden avlanır!’ AKP’nin ezme, imha etme ve hatta bitirme hayaliyle kalkıştığı faşist saldırganlık dalgasının bir parçası, Dersim/Ovacık ilçesinde gerçekleştirilen operasyon, pusu ve saldırılardır. Faşist ordu güçlerinin özel eğitimli (özel harekat) birimleri, Halk Kurtuluş Ordusu gerillalarını pusuya düşürüp imha etme gibi hain emellerle Dersim/Ovacık’ın Burnak ile Hanuşağı köyleri bölgesinde, 20.08.2011 tarihinde akşam saatlerinde pusuya yattılar. Pusu atılan alanda bulunan Maoist Halk Savaşçıları düşmanı denetleyerek kontrollerine aldılar. Düşmanın pusu konumlanışını izleyerek tespit eden gerilla güçlerimiz, başarılı bir sızma hareketiyle pusudaki düşman güçlerine sokulup, kızıl namlularını hedefe doğrultup tetiğe bastılar!.. Düşmanın karşı ateşiyle süren çatışma bir müddet devam ettikten sonra, güçlerimiz başarılı eyleminin ardından geri çekilmiştir.

Dersim’ dir. Dersim ve ilçelerine on binlerce asker ve ağır savaş gereçleriyle yığınak yapılmış, özel hareket kuvvetlerinden oluşan kudurgan katliam mangalarına iş başı yaptırılmıştır. Maoist gerillalar gerici savaş tırmanışına devrimci savaşla cevap verdiler. Dersim ve ilçelerinde yoğun operasyonlar olduğu gibi, gerilla güçleri de bu operasyon ve genel saldırı dalgasına karşı yoğun eylemler gerçekleştirmektedir. PKK’nin gerçekleştirdiği karakol baskınlarında düşmana kayıplar verdirilirken, bölgede PKK’li bir kadın gerilla da şehit düşmüştür. Aynı günlerde Halk Kurtuluş Ordusu gerilla güçleri, pusuda bulunan düşman güçlerine saldırı gerçekleştirerek kayıp verdirmiştir. Maoist

Gerilla güçlerimizin bu saldırı eyleminde beş düşman askerinin öldüğü öğrenildi. Ancak düşman kayıplarını saklama yoluna gitmektedir. Eylem de PKK saldırısı olarak basına verilmiştir. Düşman kayıplarının yoğunlaştığı son gelişmelerle birlikte, gerillanın amacına hizmet etmemek için kayıplarını yansıtmamaktadır. Burjuva basına bu doğrultuda balans ayarı çekilmiştir. Gerilla güçlerimizin düşmana beş kayıp verdirdiği bu başarılı eylemin gerçekleştiği bölgenin, daha önce Ozan, Abidin ve İsmail yoldaşların pusuya düşürülerek katledildikleri bölge olduğuna dikkat çekelim! Bu vesileyle kahraman şehitlerimizin anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor; onlara ve halklarımıza verilmiş sözümüzün takipçisi olduğumuzu beyan ediyoruz!

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

YAŞAMI YOK EDENLER ÇOCUKLARI YAŞATAMAZ ir tarafta dünya zenginliklerini haksızca ve zorbaca gasp eden gerici sınıfların sefa içindeki cafcaflı yaşamı, öte yanda maddi-manevi değerlerin yaratıcısı olan yoksul dünyanın esaret, açlık ve cefa içinde boğuşan çilekeş yaşamı… İşte emperyalist dünya sisteminin çıplak yüzü budur. Afrika’da çocuklar şahsında insanlığın dramı olarak dışa vuran gerçek, emperyalist dünyanın bu köhne yüzüdür. Somali’de sadece her altı dakikada bir, bir çocuk annesinin kucağında ama emperyalist dünya gericiliğinin doğrudan ürünü olan açlığın pençesinde can veriyor. Çocuğunun açlığına ve ölümüne çare olamayan anne kulakları sağır eden çığlıklara sığınıyor O’rada! Çocuklar körpe bedenleriyle gökten inen açlığa değil, emperyalist sistemin açlığına yenik düşüyor. Çağımızda yaşanan açlıktan ölüm gerçeğinin utancı emperyalist dünyanın boynuna asılıdır. Yaşama sarılırcasına kocaman açılmış gözleriyle o erimiş çocuk bedenler, emperyalist gericiliğin yoksul dünyaya vergisi olan açlığın kemirgenliğine dayanamayarak yaşama gözlerini kapamaktadır. Bu, emperyalizm meletinin insanlığa armağan ettiği utançtan başka bir şey olamaz. “Çağdaş“ ve gelişmiş modern toplumların 21. yy dünyasında emperyalist kokuşmuşluk ve ikiyüzlülüğün utancı düşüyor Afrika bebelerinin göz bebeklerine.

B

Dünya hegemonyası uğruna en korkunç suçlar işlemekten geri kalmayan, insanlığı açlığa ve emekçi halkları sefalete sürükleyen, işgalilhak saldırılarıyla, biyolojik ve kimyasal silah üretimiyle katliamlar gerçekleştiren ve aynı zamanda doğayı tahrip eden, her türlü insanlık suçu işleyen ve tüm hüneriyle insanlığı felakete iten emperyalistler, açlığın ve ölümlerin dolaysız sorumlusu ve suçlularıdır. Afrika kıtası çocuklarının açlığın koynunda ölüm yazgısını tayin eden şey; kan emici emperyalist barbarlığın azgın sömürü sistemi, kudurgan kar hırsı, çocukların nafakasına göz diken doyumsuzluğu ve özel mülkiyet sistemleridir. Hiçbir emperyalist demagoji, yalan ve göz boyama uğraşı bu gerçeği karartamaz. Dünya pazarı için dalaşan ve dünya halklarıyla ezilen mazlum uluslarını kana boğan ağzı kanlı haydutlar, açlığa mahkum edip diri diri mezara gömdükleri çocuk kurbanlarına “Timsah gözyaşı“ dökmekten geri durmamaktadırlar.

Türk hakim sınıfları gıda kolileri göndererek iyilik meleği kesilmektedirler. Hesap numaraları açarak yardım çağrıları yapan hortumcu, hırsız tayfalarıdır ölümleri çoğaltan. 17 Aralık depreminde uluslar arası yardım kapsamında gelen ceset torbalarının bile sümen altı edenlerin, Afrika’nın açlıktan ölen çocuklara yapılan yardımlara göz dikmeyeceğin garantisi olamaz. Çünkü, burjuvazinin ahlakı bu kadar çürümüş, bu kadar kokuşmuş ve bu kadar iğrençtir. Onların tüm değerleri para üzerine kuruludur çünkü. Açık ki, bilumum gerici sınıfların halk kitlelerine verecekleri tek şey; açlık, sefalet, acı, zulüm ve ölümdür. Afganistan, Irak gibi işgallerin vahşi sonuçları ve gerçekleştirilen katliamlar, emperyalist güçlerin müdahalesinin kabul edilemez gerici saldırganlığına karşın, Suriye/Esat diktatörlüğünün gösterici kitlelere uyguluyor olduğu katliamlar, Türk hakim sınıflarının Kürt ulusu başta olmak üzere devrimci halklarımıza uyguladığı faşist terör ve zulüm, gerici hakim sınıfların evrensel niteliği olarak halk kitleleri karşısındaki gerçeğinin tipik aynasıdır. Tüm tecrübe ve tarih kanıtlar ki, emperyalistler ve tüm uzantısı gerici güruhlar yarattıkları sonuçlarla savaşamaz ve baskıya dayalı sömürü sistemleri içinde muhtaç düşürdükleri emekçi halklara yardım edemezler. Çünkü, bencil çıkarları ve sınıf karakterleriyle insanlığa düşman olan hakim sınıflar her türlü kötülüğün kaynağıdırlar. Açlığın yaratıcıları açlığı ortadan kaldıramazlar. İnsanı doğasıyla birlikte felakete sürükleyenler Afrika’da çocukları yaşatamazlar. O halde açık ki, açlık ve sefaletin pençesinde boğazlanan tüm dünya proletaryası ve çilekeş halklarının sınıf savaşımını yükseltmekten başka şansı yoktur. Bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm için mücadele tek kurtuluş yoludur. Kaçınılmaz olan açlık değil, büyük özgürlük uğruna devrimci savaşımdır. Afrika’daki açlık ölümlerine karşı mücadele, mutlak bir şekilde emperyalist dünya gericiliği ve onun her parçada biçimlenen gerici iktidarlarına karşı savaşma görevine bağlanır. Dünya proletaryası ve halklarının birliği şiarı kılavuzluğunda dünya gericiliğine karşı anti-emperyalist mücadelelerin yükseltilmesi elzemdir. Bununla birlikte, dünya proletaryasının her parçadaki kolu olan somut ülke devrimlerinin gerçekleştirilmesidir. Dünya gericiliği tek tek ülkelerdeki devrimlerin başarısıyla geriletilecektir.


6-7_Layout 2 9/8/11 9:14 PM Page 1

06 güncel 1

Eylül 2011’de basına sızdırılan, daha sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin onayıyla resmileşen Mavi Marmara Raporu Türk devletiyle İsrail arasında gerginlik atmosferinin yeniden yaratılmasına neden oldu. Türk devleti rapora karşı çıktıktan sonra İsrail’ile olan diplomatik ilişkilerini alt seviyeye çekip efelenirken,İsrail ise rapordan çıkan sonucun memnuniyetiyle ve BM nezdinde meşruyiyetinin yarattığı atmosferle “iyi niyet” açıklamalarıyla sürece yaklaşıyor. Bölgede halklara kan kusturan iki şımarık devletin efendisi ABD ise Ortadoğudaki çıkarları gereği, iki devlete “kavga etmeden oynayın” mesajını verdi.

T.C. Raporda umduğunu bulamadı BM, hazırladığı raporda Türk devletinin raporda yer almasını istediği üç beklentiden ikisine yer vermedi. Türk Devleti’nin özür talebi raporda, “uygun bir dille üzüntüsünü ifade etmesi gerekir” ibaresiyle geçiştirildi. T.C.’nin kendisininde inanmadığı Filistin’e uygulanan ablukanın “kaldırılması” tabeliyse BM tarafından rededildi. BM’nin T.C.’nin taleplerinden sadece İsrail’in katledilenlere tazminat ödemesi isteğini kabul etti.

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

KAVGA ETMEDEN OYNAYIN

Bir Davos sendromu daha BM’nin Mavi Marmara Raporu’nun ardından efendileri tarafından istekleri kabul edilmeyen T.C devleti ABD’nin Ortadouğu’daki çıkarları ekseninde kendisine düşen uşaklık payının verdiği güvenle, İsrail devletine AKP kurmayları üzerinden sert çıkışlarına devam etti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İsrail ile olan diplomatik ilişkilerin seviyesinin düşürüleceğini ve beş ayrı yaptırımla İsrail’e karşı olan tepkinin dozunun yükseltileceğini açıkladı.Erdoğan İsrail devletinin şımartıldığını ifade ederek, “Aynı şekilde Türkiye’deki onların diplomatlarının da aynı seviyeye düşürülmesi, ticari ilişkilerimiz, askeri ilişkilerimiz, savunma sanayiine yönelik bunları tamamen askıya alıyoruz. Bu süreci çok daha farklı yaptırımlar da takip edecektir” diye konuştu. Erdoğan’ın Davos çıkışında yaptığı gibi efelenerek söylediği yaptırımlar biranda geri çekilmiş ve olayın yanlış anlaşıldığı belirtilmişti. BM raporunun ardından Erdoğan’ın dile getirdiği “ticari, askeri ilişkilerimizi, savunma sanayiine yönelik ilişkiler, bunları tamamen askıya alıyoruz” yatırımları başbakanlık kurumu tarafından düzeltilerek söz konusu yaptırımların yanlış anlaşıldığı ve sadece diplomatik ilişkilerin ikinci seviyeye indirildiği belirtildi.

Ekonomik ve askeri yaptırım yok AKP, İsrail’in Filistin üzerindeki siyonist işgaline karşı durduğu izenimini verse de gerçekte bu işgali güçlendirecek askeri ve ekonomik ilişkiler içerisinde, yer almaktadır. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan BM raporu sonrasında İsrail’e karşı alınan yaptırım kararlarını değerlendirirken İsrail ile ekonomik ilişkilerin devam ettiğini belirtti ve “Ekonomik yaptırımlar şu an için söz konusu değil” dedi. Yine İsrail askeri yetkilisi Türk devleti ile herrangi bir askeri ilişkiyi kesmediklerini belirtti. Öte yandan T.C.’nin İsrail ile ticaret hacmi sürekli artan bir seyir izliyor. 2009 yılında 2.5 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2010 yılında 3.1 milyar dolara ulaştı. 2011 yılının ilk altı ayında ise yüzde 26 büyüyerek 2 milyar dolara ulaştı. Bu rakam, geçen yılın aynı döneminde 1.59 milyar dolardı.

ABD: Kavga etmeden oynayın TC ve İsrail’in arasındaki çıkar savaşında efendi konumunda olan ABD, her iki devlete de Ortadoğu’daki emperyal çıkarlarına zarar vermeyecek davranışlarda bulunmalarını istedi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, hem TC’nin, hem de İsrail’in müttefik ülke olduğunu hatırlatarak, iki ülkenin de bu sorunu çözmeye gayret etmelerini istedi.

Fethullah Gülen BM’i dinleyin demişti Hatıranacağı üzere AKP’nin akıl hocası Fethullah Gülen, Mavi Marmara olayında İsrail devletini haklı bularak yardım filosunu eleştirmiş ve yaşananları “faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmak” olarak tanımlamıştı. Gülen, bu olayda suçluyu bulma işinin Birleşmiş Milletler’e bırakılmasının en iyi seçenek olduğunu eklemiş ve AKP’ye İsrail ile olan ikili ilişkilerini yıpratmaması yönünde telkinlerde bulunmuştu.

Ne olmuştu

TC ve İsrail devleti arasında çıkar dövüşü yeniden hortladı. Türk ve İsrail devleti karşılıklı birbirlerine efelense de ABD her iki devlete kavga etmeden oynayın ültimatonu vererek, Ortadoğu’daki emperyal çıkarlara zarar vermemelerini istedi.

Uzun süredir kanser tedavisi gören Bedi Avcı 6 Eylül’de yaşamını yitirdi. Tüm mücadele yoldaşlarının, siper yoldaşlarının ve dostlarının, tüm ezilenlerin başı sağolsun!

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)

31 Mayıs 2010 (Pazar) günü çeşitli ülkelerden onlarca “yardımsever” kurulumu, İsrail’in yaklaşık dört yıldır Filistin’e uyguladığı ağır ambargo koşullarına karşın, “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla Gazze şehrine 6 gemilik bir filo göndermişti. Yardım filoları tüm dünyanın gözleri önünde İsrail donanmasının azgın saldırısına maruz kalmış, İsrail savaş gemilerive helikopterlerle yaptığı saldırıda 9 kişiyi öldürmüştü.

Yakalndığı kanser hastalığı nedeniyle 29 Temmuz’da yitirdiğimiz Rıza Ayık’ı anıyoruz. Tüm dostlarına başsağlığı diliyoruz.

Almanya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF)


6-7_Layout 2 9/8/11 9:14 PM Page 2

güncel

10-20 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

07

Füze kalkanı ve ‘tampon bölge’ Emperyalist-kapitalist sistem içine düştüğü siyasi ve askeri yönelimini yeniden yapılandırıyor. Füze Kalkanı projesinin amacı da emperyalistlerin sömürge savaşlarını halkın mücadelesi karşısında güvence altına alma girişimidir AKP sözde Filistin halkının kanını emen İsrail siyonizmine karşı İsrail ile yaşadığı suni gerginlikler arasında dünya halklarına karşı tarihi bir suça imza attı. Dünya halklarına kan kusturacak. Yeni emperyelist işgallerin güvenliğini sağlayacak emperyalist ordu birliğinin yenilenmiş silahı füzeleri, “savunma” adı altında ülke topraklarına yerleştirilecek. Ülkemizde füze kalkanı savunma radarları

için dört yer planlanmaktadır: Adana-İncirlik Hava Üssü, İskenderun-Hatay, MuşMalatya, Diyarbakır-Batman illerinde konumlandırıp Doğu Akdeniz’i görebilmesi düşünülmektedir.

Savaş sanayisinin yenilenen kalkanı füzeler ABD’nin yenilenen yeni ittifakları sınır tanımayan ve bölge halkları açısından da büyük tehlike içeren özel savaş rejimi yeni bir takım kanlı senaryolarla ilerliyor. Bölgedeki halkların isyanlarının devrimci savaş kazanımlarının kitlelerce kavranmasının nasıl bir gücü ortaya çıkaracağının korkusu egemen sömürücü güçlerini bir başka savaş basamağına taşıdı. Ezilen halk kitlelerinin devrimci savaşın gücünün birleşeceği noktada emperyalistler Füze Kalkanı’na sarıldı. Buna paralel olarak “Demokrasi ve özgürlük” dağıtıcıları, dünya halklarına kan kus-

turacak füze kalkanları için hassas-kırmızı sınırları yeniden belirleniyor. Emperyalistlerin kullanımına sınırsızca açarak, uyuşturucu, kara para aklama ve silah ticareti trafiğini füzeler ve patroitle savaş sanayisine taşıyor. İçi boş “barış”, “demokrasi”, “özgürlük” ve “Kürt açılımı”yla doldurulmuş balonlarının patlatılması gibi “savunma” saldırısının füze kalkanında savaş teminatının; direnen halkların toprağında garantilenmesidir. Emperyalistlerin kah Kafkaslarda, kah Balkanlarda, kah Afrika’da ve en nihayetinde Ortadoğu’da vahşi bir dalaşla kaldırılan füzelerin, ekonomik-politik belirsizliklerindeki yapısal krizlerini aşmada, savaş batağındaki “ölümsüzlük iksiri”ni “etnik temizliğin önlenmesi” temelinde halklara içirme sarhoşluğudur. Füze kalkanı emperyalist-kapitalist sistemin içine düştüğü siyasi ve askeri yönelimin “yeniden yapılandırılması”dır. Eskiyi

yenileyerek, ekonomi-politik iflasların savaş tekniğinde yenilenen, savaşı kontrollü sürdürmesinin silahıdır füze kalkanları. Ortadoğu’daki pastadan pay kapma oyununda faşist TC Devleti’nin İsrail ile Davos şovunda açığa çıkan rolün Lizbon G20 Zirve’sinde karara bağlanan Füze Kalkanı’nın “savunma” amaçlı İran’a karşı koruma amacıyla yerleştirilmesi esasen devrimlerin fırtına merkezi konumundaki ezilen halkların başına yağdırılacak emperyalizmin haksız savaşlarındaki “vurucu gücü”dür. Füze kalkanının nerede kurulacağı Lizbon Zirvesi’nden beri tartışmalı, ancak bir gerçek var ki nereye konuşlanırsa konuşlansın “yeni düzen”li dünya isteyen emperyalistlerin huzur bulamadıkları, çatışma ve haklı savaşlardan kurtulamayacağı gerçeğidir. Diğer bir husus ise kumandası emperyalizmin elinde ve tetikçinin kuyruğu da katillerin iki dudağına sıkışmıştır.

BDP’DEN öZERKLiK VURGUSU BDP Ankara’da yapılan 2. Olağan Kongresi’nde “demokratik özerklik” vurgusu ön plana çıkarken ayrıca müzakerelerin başlatılması için hükümete çağrı yapıldı BDP’nin 4 Eylül tarihinde Ankara’da yapılan 2. Olağan Büyük Kongresi’nde Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak BDP Eş Genel Başkanlığı’na seçildi. Kongrede ayrıca 80 kişilik Parti Meclisi de belirlendi. Siyasi Partiler Kanunu nedeniyle Eş Başkanlık için iki kişi gösterilmediği için Selahattin Demirtaş’ın Genel Başkanlık için tek aday olduğu seçimde, PM’ye seçilen Gültan Kışanak da Eş Genel Başkanlık görevini yürütecek.

Koşullar olgunlaşırsa meclise girilecek BDP’nin 1 Ekim günü açılacak Meclis çalışmalarına katılıp katılmayacağının cevabını

ise Demirtaş verdi. Demirtaş, parlamentodan çekilmediklerinin altını çizdi, “Ancak Genel Kurul çalışmalarına katılabilmemiz için asgari demokratik siyaset ortamının oluşturulması gerekir. Bugün itibariyle bu koşulların olgunlaştığını görmüyoruz” dedi.

Kongreden notlar: *) “Özerklik Kürdistan, demokratik Türkiye” sloganı altında gerçekleşen Kongre salonunda Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplumu yaratalım”, “Askeri ve siyasi operasyonlara son” pankartlarının yanı sıra canlı kalkan yürüyüşünde askerler tara-

fından katledilen BDP Van İl Meclis üyesi Yıldırım Ayhan’ın fotoğrafı asıldı. *) Kogrede Kemal Pir, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğrafları asıldı *) ‘Demokratik Özerklik’ vurgusu. BDP’nin 2. kongresinde açılış konuşmasını Selahattin Demirtaş yaptı. Demirtaş, yaptığı konuşmada “Demokratik özerklik olarak tanımladığımız yönetim ve toplumsal örgütlenme modelini ulaşabildiğimiz her yer inşa etmeliyiz” dedi. *) BDP Siirt Milletvekili Gültan Kışanak Ankara’da devam eden BDP 2. Olağan Büyük Kongresi’ne ‘Demokratik Çözüm Protokolü’ sundu. Protokolünde, yeni anayasada çok kimlikli realitenin tanınarak, de-

mokratik ulus tanımı çerçevesinde, özerklik hukukunu esas alan ademi merkeziyetçi yönetim biçimine geçilmesi istendi. *) Kongrede yapılan konuşmalarda Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ın aldığı role dikkat çekildi, Öcalan’ın çözüme ve diyaloğa açık olduğu açıklandı.

BDP Kongresi’ne soruşturma Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, BDP’nin 2. Olağan Kongresi’nde atılan sloganlar ve yapılan konuşmalardan dolayı soruşturma başlattı. Ankara Cumhuriyet Başsavcı tarafından başlatılan, soruşturmanın ‘örgüt propagandası’ kapsamında yürütülecek.


8-9_Layout 2 9/8/11 5:41 PM Page 1

08 emek haber

“Kader” değil, ihmal var Zonguldak’ta 30 madencinin ölümüne sebep olan grizu faciasının, 12 dakika öncesinden görüldüğü ancak çalışmaların durdurulmadığı ortaya çıktı Başbakan Erdoğan’ın “kader” olarak nitelediği maden faciasında ölen 30 işçinin kurtarılabileceği ortaya çıktı. Zonguldak’ta 17 Mayıs 2010’da yaşanan ve 30 madencinin ölümüyle sonuçlanan katliamda ikinci bilirkişi raporu açıklandı. Raporda yaşananın katliam olduğu teyit edilirken, “12 dakikada ocakta metan gazının %4’ün üzerinde seyrettiği, patlama olasılığının çok yüksek olduğu halde, acil kaçış planının uygulanmadığını anlamak mümkün değil” denildi.

İhmal var ODTÜ Maden Mühendisliği bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Tevfik Güyagüler ve Doç. Dr. Hasan Aydın Bilgin ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Süleyman Başterzi’den oluşan bilirkişi heyetinin 16 sayfalık raporunda, galeri-1’de yapılan çalışmalar kapsamında dinamit atımı sonrası degaj (ani gaz boşalması) meydana geldiği, açığa çıkan büyük miktardaki gazın hava ile galeri-2’ye taşındığı, burada oluşan kıvılcımın, sıcak yüzey gibi tutuşturucuyla temas etmesi sonucu patlamanın meydana geldiği belirtildi. Raporda, TTK bakım rapor defterindeki kayıtlara göre galeri-2’de saat 13.15’ten, patlamanın meydana geldiği 13.27’ye kadar geçen 12 dakikada metan gazı miktarının yüzde 4’ün üzerinde seyrettiğine dikkat çekildi. Raporda, “Son 12 dakikada, patlama olasılığının çok yüksek olduğu bilindiği halde, Uzaktan Gaz İzleme Merkezi görevlilerince nasıl bir çalışma yapıldığı, görevlilerin aşağıda çalışan Yapı-Tek çalışanlarına neden haber ulaştırmadığı, neden tüm ekipmanların durdurulmadığı, neden acil kaçış planının uygulanmadığını anlamak mümkün değildir” denildi.

Soruşturmada tutuklu yok Geçen yıl ağustos ayında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nin (ZKÜ) hazırladığı ilk rapor doğrultusunda tutuklanan 6 kişi, bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu serbest bırakılmıştı. Soruşturmayı yürüten Zonguldak Cumhuriyet Savcılığı, suçların kişiselleştirilmediği gerekçesiyle tatmin edici bulmadığı ZKÜ’nün raporunu kabul etmeyerek, ikinci bir rapor istemişti.

Başbakan “kader” demişti Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Kara-

don Müessese Müdürlüğü’ne ait Karadon Yeni Servis Kuyusu’nda grizu patlaması sonrası bölgeye giden Başbakan Erdoğan, iş cinayetleri için “kader” açıklaması yapmıştı: “Bu bölgenin insanı zaten bu tür olaylara alışık. 20 yıl öncesine kadar incelediğimizde 90’lı yıllardan bugüne kadar Zonguldak bölgesinde birçok kaza, grizu faciaları yaşadık. Ben de geldim bu ocaklar nasıl bir ocaktır diye indim. 2000 metre derinlikteki o kömür madeni ocaklarında çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştıklarını gördüm. Bu mesleğin de kaderinde maalesef bu var. Bu mesleğe giren kardeşlerim de bu mesleğin içinde bu tür şeyler olabileceğini bilerek giriyor.”

Madenler ve tersaneler ölüm saçıyor Ülkemizin geçmişten beri iş cinayetleriyle fazlasıyla iç içe yaşayan bir ülke olduğunu hatırlamakta fayda var. Güvenlik önlemlerinin adının dahi anılmadığı, kuralsız çalışmanın kural olduğu pek çok sektörde ölümler ve yaralanmalar istatistiksel veriler olarak kanıksanmış durumda. Özellikle tersaneler ve madenler kar oranlarında olduğu gibi cinayet sıralamasında da başı çekmekte.

Güzel öldüler Basit önlemlerle engellenebilecek kazaların dahi ölümle sonuçlandığı, patronların kar için işçileri feda ettiği devletin de bu ölümlerin sorumlusu olduğunu unutmamak gerekir. Başbakanın “kader” olarak yorumladığı aslında “kader” olmadığı açıklanan raporlarla bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Dün, tersane işçilerini “cahillik”le suçlayanlarla bugün madencilerin “güzel öldüler” diyen, kaderde ölüm de var diyenler aynı sistemin sözcülerinden başkası değil.

İşçiler ölmeye devam ediyor Son iki buçuk yıl içerisinde sadece madenlerde 180 kişinin öldüğü Maden Mühendisleri Odası’nın yayınladığı istatistiklerde görülüyor. Kayda geçmeyen ölümler de düşünüldüğünde bu sayının daha da yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Birkaç ayda bir yeni bir maden -grizu patlaması haberi medyaya düşüyor. Ülkenin Başbakanı “kader”den bahsediyor, bakanı “güzel öldüler” diyor. Birkaç günün ardından ulaşılan işçi cenazeleri defnediliyor ve bir başka kazaya kadar konu kapatılıyor. Ne alınmayan güvenlik önlemleri, ne kaçak maden ocaklarının tablosu, ne taşeron uygulamaları, ne de denetim yetersizlikleri... Bunların hiçbiri bir anlam ifade etmiyor, işçiler beşer onar tetbirsizlikten ölmeye devam ediyor.

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

TORBA

ACILMAYA ,

BASLADI , Kıdem tazminatının fona devredilmesi, çalışma yaşamında AKP’nin “ustalık” döneminin en önemli hükmü ve güvencesizleştirme siyasetinin temel hedeflerinden biri olarak öne çıktı Patronların her dönem dillendirdiği kıdem tazminatı düzenlemesini yapmayı AKP hükümeti kendine görev edindi. Daha önce ne 12 Eylül askeri faşist cunta yönetiminin ve de Özal’ın teşebbüs ettiği bu düzenlemeyi yapamadığı, fakat ardılları AKP, bu sefer yapmakta kararlı görünüyor. Kıdem tazminatının kaldırılmasının ya da fona devredilmesinin en önemli sonucu patronların çok rahat bir şekilde işçi çıkarmasının önünün açılmasıdır. Yani çalışma yaşamında işçinin güvencesizleştirilmesinde patronların önü fütursuzca açıldı. AKP, sendikaları avucunun içine aldığı, sokak muhalefetininse dağınık olduğu bir

dönemde, işçi sınıfının elinde kalan en önemli kazanımlardan biri olan kıdem tazminatını patronların istediği şekilde düzenlemek istiyor.

Kıdem kalkarsa ne olacak? 1- Kıdem tazminatına hak kazanma süresi 10 yıl olursa, daha az çalışan işçi hiçbir şekilde tazminat alamayacak. 2- Yıllık kıdem tazminatı miktarı 15 gün olursa, şu anki düzenlemeye göre alacağı tazminatın ancak yarısını alabilecek. 3- İşçinin maaşının yüzde 3’ü oranında parayı patron her ay fona prim olarak ödeyecek, deniyor. Yani yılda işçinin aylık kazancının yüzde 36’sı fona ödenecek. Kıdem tazminatı şu an her yıl için 30 gün-

Bütçede aslan pa Devlet, kamuoyuna ilan ettiği silahlanmayla bütçenin aslan payını nereye aktarcağını da açıklamış oldu. Bu durum karşısında sendikalar, meslek odaları ve demokratik kitle örgütlerinin gösterdikleri tepki durumu değiştirmezken, yeni savaş araçları alımı da başlamış oldu Sendika konfederasyonlarının; sisteme entegre bir anlayışla karşıtına dönmesi gerçeği bugün emek cephesinde kabul edilir bir hal alması en geri yanıdır. Bundan hareketle; dar grupçu ve reformist muhalif güçlerin kontrolündeki bu mücadele mevzilerinin başta işçi-kamu emekçilerinin ve devrimci kadroların kazanım-

ları olduğunu her zaman için akılda tutmak gerekir. Devrimci hareketlerin güç kaybıyla ‘muhalif-ittifakların girdabında ekonomist ve sendikalist yaklaşımlarla içten içe çürümeye yüz tutan, politikasızlıkla içi boşaltılan, işçi-emekçilerin bedelleriyle kazanılmış olan bu emek örgütlerine/sendikalarına devrimci dinamizmle sarılmak gerekir. Bugün hakim sınıflar savaş bütçesine bile tepki göstermeyen ve ekonomik taleplerine sessiz kalan bir işçi örgütlenmesi ve işçiyi de sisteme yedekleyen bir yaklaşımın hak kazanım mücadelesi verdiğini söylemek söz konusu bile değildir.

Bütçenin açığı nasıl kapanır? Sendikalardaki ve emek cephesindeki mevcut durum buyken; devletin bütçe planlaması suç üretmeyi hedefleyen bir içerik taşımaktadır. Vergilendirme, özel-


8-9_Layout 2 9/8/11 5:41 PM Page 2

10-20 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

emek 09

EMEĞİN KÜRSÜSÜ ≫ dursun baştuğ BIÇAĞI VAMPİRİN KALBİNE SAPLAYALIM fkenin mayalandığı yerde, mücadele de kaçınılmaz olarak varlığını hissettirir. Ve eskinin yıkımı bu mücadelenin izleyeceği seyirle alakalıdır. Eğer ki bağrında eskiyi yıkarken, yeniyi yaratacak bir eğilim taşımıyorsa, eski kendini en güçlü şekliyle organize edecektir. Başlangıcın olduğu yerde bir sondan bahsetmek yanlış olmayacaktır. Zira insan aklının sınırlarında olan ya da insanın bilinciyle kavradığı her başlangıcı bugünden net bilinmese de bir sona gittiği kesindir. İnsanlık tarihi onlarca yokoluşu taşıdı. Her bitişten önce yeni bir başlangıç yarattı. Kendi varlığını bu karşılıklı savaşım içerisinde geliştirdi. Koca bir insanlık mirası bu minvalde yaratıldı. Sınıflı toplumlar bir başlangıcın ilk nüveleriydi. Doğayı kendi mülkiyetine geçirmekle birlikte yabanıllıktan kurtulan insan, modern barbarlar yarattı. Ilk mülkiyet deneyimi kendi türü üzerine olan insan bu tutkusunu onu yok etmekle sürdürdü. Kendisiyle savaştı. Bu savaşlardan elde ettiği ganimetleri biriktirerek koca bir servet yarattı ve binlerce yıllık insanlık tarihinin yarattığı mirası azınlık bir grubun elinde topladı. Bugün hala bu serveti elde etme hırsı ezen sınıfların gerçek savaş nedeni olarak dururken, milyonlarca insan bu savaşlarda ölüyor. Modern barbarların modern kölelere çevirdikleri büyük bir çoğunluk ise kendi kurtuluşundan bihaber barbarların işaret ettiği yere doğru sürükleniyor. Çoğu kez bu barbarlarla birlik olup kendi cinsine saldırıyor, onu yok ederek kendisini daha geniş bir alanda yaşayacağını düşünüyor. Ancak savaş ganimetleri savaşanlara değil savaşı başlatan barbarlara kalıyor. Insanlığın özel mülkiyeti var etmesiyle kadında bu savaşlarda mülki araç olarak barbarların eline geçiyor. Kendi kurtuluşunu yaratacağı nasırlı elleriyle barbarların hizmetinde modern bir köle olarak hizmet ediyor. Onun yarattıkları mücadele edenler de var elbette. Ama onlarda küçük küçük parçalar halinde ve barbarın kalbine değil, parmaklarına vuruyor. Modern devletin yaratmış olduğu değer biçimi kuşkusuz meta dünyasında sinai bir kazanç sağlayan araca dönüşüyor. Ancak ne var ki faizlerin düşmesi için verilen mücadele metalaşmayı getiriyor. Dolayısıyla gerçek bir kurtuluşu ifade etmiyor. Buna karşı bir mücadele hattının örülmesi esası değil tali içerisinde bile en geri pozisyonu ifade eder. Esasa dair bir bağ kurulabilecek örgütsel ve teorik bütünlük varsa, bunlara dair bir çalışma örgütlemek elbette gereklidir. Ancak bu durum mevcut olanın içeriğini güçlendirecek, barbarların sınıf düzenini yeniden tesis edecek şekilde hizmete amade olmamalıdır. Emeğin ya da toplumun gerçek kurtuluşunu sağlayacak yegane şey barbarı barbar yapan özel mülkiyeti hedef almaktır. Onu hedef almayan, doğrudan ona yönelmeyen hiç bir eylem ya da mücadele biçimi yeniyi doğurmaz. Eskinin biraz daha sağlamlaşmasını sağlar o kadar. Ötesi olmaz. Büyük alt-üst oluşlar büyük çatışmalarla yaratılır. Özel mülkiyet dünyasına karşı gelişen her eylem mevcut sınıf çatışmalarının bir sonucudur. Eskinin temsilcisi ezen sınıflarla yeninin temsilcisi ezilen sınıflar arasındaki bu kıyasıya savaş belli bir önderlik altında yürütülmek durumundadır. Ezilen sınıfların çıkarı olan sınıfsız toplum ancak bu sınıfsız toplumu arzulayan, onu programatik olarak savunan ve pratik zeminde bunun gereklerini yerine getiren bir örgütün önderliği altında inşa edilebilir. O örgütün ülkemiz koşullarındaki varlık biçimi silahlı mücadele içerisinde yaratılan Maoist Parti’nin kendisidir. Yılları bulan mücadele deneyimi ve pratik-teorik mirası yüzlerce şehidin kanıyla yazıldı. Bugün gelinen durumda ise Halk Savaşı’nın bütünlüğü içerisinde yıkım gücünü örgütleme işlevini omuzlamaktadır. Halk Savaşı’nın pratik adımları halkın enginliğine kavuştuğunda teknolojik savaş aygıtlarını yerle bir edeceği mevcut pratiklerle sabittir. Bunu görmek için dikkatimizi Maoist gerillanın namlusundan çıkan kızıl alevlere çevirmek yeterlidir. Özel mülkiyeti kutsayarak liberal söylemlerle değil, ona karşı çıkarak sınıfsız toplumu savunarak, barbarların zulmünden kurtulacağız. Gerillayı kucaklayan halk, devrimi doğuracaktır. Zira gerçek kurtuluş oradan doğrulacak büyük bir orduyla inşa olacaktır.

Ö

lük brüt ve patronun ödediği prim kıdem tazminatını karşılamıyor. Bu halde patronun ödemediği kısım nasıl karşılanacak?

Patrona fon desteği Söz konusu yasada kıdem tazminatının sağladığı iş güvencesine dair hiçbir madde yok. Sermaye sınıfının da kıdem tazminatının fona devredilmesini isterken asıl amacı şudur: Kıdem tazminatı fona devredilince işçi atmaya niyetlenmiş patronun karşısına dikilen ekonomik baskı unsuru ortadan kalkacaktır. Bugün pazarlık konusu olan da bu durumdur. Yani fonun kullanımını isteyen patronlarla AKP arasındaki bu pazarlıkta mütabakat sağlanacak. İşsizlik Sigortası Fonunun serma-

yeye aktarılması da işin başka bir boyutu. İşsizlik Sigortası Fonundan işsizlik ödemelerinin üç katı sermaye, kaynak olarak “istihdam sağlayan” komprodor burjuvazinin kasasına aktarıldı. Kıdem tazminatı fonu da herhangi bir “kriz” de istikrarı koruma adına sermayeye aktarılacaklar arasında.

İşsizlik büyüyecek Kıdem tazminatının gaspının bir diğer sonucu ise toplu işçi çıkarma ve iş güvencesiyle ilgili. Toplu işçi çıkarmanın patronlar üzerindeki yükü düşünüldüğünde, fon uygulamasıyla toplu işten çıkarmalar kolaylaşacak ve güvencesizleşmede daha fazla yol alınacaktır. Böylelikle, patronlar üzerindeki

yükü azaltarak ilave istihdam yaratmak amacıyla getirilen bir düzenlemenin işsizliği körükleme riski de ortaya çıkacak. Görüldüğü gibi kıdem tazminatına ilişkin yasal girişim, hak kaybı olmadan yaşama geçirilemez. Tazminata erişebilmek için ise ihtiyaç duyulun ucuz ve uyumlu işçi tipi daha çabuk ve kolay benimsenecek; bu ise sendikal örgütlülüğü engellemenin yanında emeğin sermayeye olan bağımlılığını da arttıracaktır. Öte yandan çalışma ilişkilerinin gerek ücret gerekse istihdam edilen işçi sayısı bakımından esnekleştirilmesinin önünü açılacaktır.

payı haksız savaşa leştirme vb şekillerde elde edilen gelirlerle giderilemeyen bütçe açığı, kesilmesi planlanan cezalarla kapatılmaya çalışılmaktadır. Bir devlet bütçe açığını kesilecek cezalara endeksli ele alırsa, bu cezalara neden olacak suçların da alt yapısını hazırlamak ve bunlara dair de yasal önlemler almak durumundadır. Yapılanın bu olduğu her yıl Resmi Gazete’de yayınlanan bütçe planlamasında görülmektedir. Bütçe planlamasında açık kalan bütçenin yüzde on civarındaki bir bölümü kesilecek cezalardan elde edilecek gelirler arasına eklenmektedir. Tabii ki bu cezaları kesmek için suç durumunu oluşturacak düzenleme de buna göre ele ayınmalıdır. Böyle bir planlamayla ancak suç üreten bir devletin oluşacağı görülecektir.

Bu suçu üreten mekanizma oluştuğunda bununla mücadele de “terör” kapsamında ele alınarak güvenlik önlemleri de had safhaya çıkarılmak durumundadır. İşte bunun için de giderler kısmında “savunma ve güvenlik” kapsamına giren başlığı gayet açıklayıcı oluyor. Diğer harcamalarla karşılaştırıldığında bu fark gözükecektir. Devletin örtülü olarak harcadığı ve kamuoyuna sunmadığı kısım da bunun içerisine dahil değildir. Ona rağmen ayrılan bütçedeki kabarıklık gözükecektir.

“Suç”a karşı mücadele Her yıl bütçe planlaması yapan hakim sınıflar, planlanan bütçenin aslan payını savunma adı altında imha silahlarına ayırıyor. Ayrılan paraları “terör”le mücadele adı altında askeri teçhizat yığınağı yaparak toplumu zorla baskı altında tutan hakim sı-

nıflar, özel savaş mangalarıyla yapacağı katliam için harcıyor. Özellikle gerilla karşısında ciddi kayıplar vererek mevcut yenilgisini yeni askeri donanımla aşmanın derdinde olan devlet güçleri diğer bütün alanlara ayrılan bütçenin neredeyse üçte birini ‘savunma ve güvenlik’ adı altında silahlanmaya ayırıyor. Son iki yıl içerisindeki silahlanmaya ayrılan bütçe dahi bu yığınağı görmeye yetecektir. Alınan tanklar, insansız savaş uçakları, yakın zamanda ise kirpi adıyla anılan mayına dayanıklı zırhlı araç, m-16 silah, panzer vb... Bundandır ki; devlet istediği gibi kalem oynatıp savaşa güç aktarıyor, ama sendikalar ve emek örgütleriyse ekonomik talepleri içinbile kılını kıpırdatamaz kadar sessiz…


10-11_Layout 2 9/9/11 12:31 PM Page 1

10 güncel haber ÇHD: Haydar Ali Ak yargılansın Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi 2. Müdürü Haydar Ali Ak’ın devrimci tutsaklar üzerinde uyguladığı sistematik işkencelere dikkat çekerek, bu işkencelerin sorumluları hakkında soruşturma açılmasını istedi. Başta Haydar Ali Ak olmak üzere, işkencecilerin görevden alınıp yargılanmasını talep etti. ÇHD hazırladığı “Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde Neler Oluyor, Haydar Ali Ak’a İşkence Yapma İznini Kim Veriyor” başlıklı raporla, hapishane müdürü Haydar Ali Ak’ın devrimci tutsakların karşısında sistematik olarak tecrit işkencesini dayattığını belirtti. ÇHD tarafından hazırlanan raporda, uygulanan tecritle tutsakların birbirleriyle iletişiminin engellenerek devrimci tutsaklar arasındaki paylaşmanın ve dayanışmanın önüne geçildiğini ve tutsakların kişiliksizleştirilmeye çalışıldığını aktardı.

Haydar Ali Ak’ın yaptığı işkenceler Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nin işkence merkezi olarak kullanıldığına değinilen raporda hapishane 2. Müdürü Haydar Ali Ak’ın işkenceleri yaptığı ve süreci tutsaklara işkenceleri derinleştirerek devam ettirdiği belirtildi. Ak’ın bizzat başında olduğu işkencelerin bazıları şu şekilde: Sabah sayımlarında tutuklu ve hükümlülere yönelik saldırılar normal uygulama halini almıştır. Süngerli hücreye atılan tutuklu hükümlü sayısı belirgin şekilde artmıştır. Aylık, haftalık olağan arama dışında tutuklu ve hükümlülerin kaldığı yerlerde ani arama işlemi yapılmaya başlanmıştır. Tutuklu ve hükümlülerin havalandırma hakkı keyfi bir şekilde kısıtlanmaktadır. Bizzat hapishane 2. müdürü tarafından hücrelerde kullanılan kalemlik, resim, defter, radyo, paspas sapı, mutfak gereci, dergi, kitap, su peti, demlik vb. gibi pek çok eşya keyfi olarak alınmakta bu eşyalara el konmaktadır. Tutuklu ve hükümlülere ait kitaplara ‘adına kayıtlı olmadığı’ gerekçesiyle el konmakta, kitapların başka hapishanelere ve dışarıya gönderilmesi engellenmektedir. Radyonun düzgün çekmesi için anten olarak kullanılan küçük kulaklık kablosu parçalarına dahi el konmakta ve bu durum bahane edilerek tutuklu ve hükümlülere saldırılar düzenlenmekte; işkence yapılmaktadır. Sonrasında ise darp edilen tutuklu ve hükümlülere disiplin soruşturması açılıp cezalar verilmektedir. Böylece her tutuklu ve hükümlü için ayrı ayrı disiplin cezaları verilmesi ve her birinin infazlarının yakılması amaçlanmaktadır.

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

Karataş’ta taciz

Karataş Kadın Hapishanesi’nde devrimci kadın tutsaklara yönelik tecrit uygulamaları arasına tecavüz saldırısı da eklendi. Gardiyanlar tarafından elleri kolları bağlı bir şekilde “ince arama”dan geçirilen tutsakların üzerindeki giysiler parçalanarak, saldırı sırasında çağrılan askerlere teşhir ediliyor. Hapishanelerde devrimci tutsakları teslim almak ve kimliksizleştirmek için hapishane yönetimleri, burjuva feodal kültürün ne kadar kirli, yoz, faşist saldırısı varsa hepsini uyguluyor. Baskı, taciz, küfür, kaba dayak gibi işkence uygulamaları Karataş Kadın Hapishanesi’nde yaşanan tecrit saldırılarının sadece küçük bir parçası. Hapishanede devrimci tutsakları teslim almak ve tecride biat ettirmek için elindeki yetkileri sonuna kadar kullanan faşist hapishane yönetimi, devrimci kadın tutsaklara yönelik saldırılarını arttırdı. Gazetemize mektup aracılığıyla hapishanede yaşanan işkence uygulamalarını aktaran devrimci kadın tutsaklar, devrimci mücadelenin her koşulda kendisini devam ettirdiğini ifade ettiler. Devrimci kadın tutsaklar üzerinde tecrit uygulamalarını derinleştirmek adına elinden gelen bütün çabayı sarf eden faşist hapishane yönetimi, saldırılarının arasına taciz ve tecavüzü de ekledi. Söz konusu taciz girişimi mektupta şu satırlarla ifade ediliyor: “Gözaltına alınıp 08.06.2011 tarihinde Karataş Hapishanesi’ne getirilen iki tutuklu arkadaşımıza hapishane idaresi tarafından arama dayatılmış, arkadaşlarımız ‘ince arama’ denen onursuz uygulamayı kabul etmedikleri için onlarca gardiyanın saldırısına maruz kalmışlardır. X-RAY cihazın-

dan geçirilirken üzerindeki iç çamaşırı (sutyen teli) ötünce, arkadaşlarımız TMŞ polislerin talimatı doğrultusunda iç güvenlik tarafından saldırıya uğradı. Daha sonra asker çağırılarak arkadaşlarımızı tutmaları istenmiş ve onların yanında arkadaşlarımızın iç çamaşırları çıkartılarak sağa sola atılmıştır. Amaçlanan teşhirdir, teşhir edilenise kadın bedeni nezdinde kadının kimliği ve politik duruşudur. Özlem Aydın kalp kapakçığındaki problemden kaynaklı nefessiz kalma, tekme atılması sonucu sağ ve sol bacakta morarma, saçlarının çekilmesi kürek ke-

miklerinde ve kollarının aşırı burkulmasından kaynaklı ağrıları var. Ayrıca, başgardiyan Filiz… tarafından üstündeki gömlek yırtılarak, asker ve erkek gardiyanların görebileceği şekilde teşhire açık hale getirilmiştir. Arkadaşımız “bırakın üstüm açıldı üstümü düzelteyim” dediğinde ‘bir şey olmaz kalsın’ denilmesi daha öncede aynı şahsın askerlerin yanında ve askere arkadaşlarımızı tutmaları ve (Arkadaşlarımız: Halime Keçeli, Menekşe Tosun) üzerlerindeki üst iç çamaşırları çıkartmıştı kadın bedenini teşhir etme göreviyle görevlendirilmiş bu şahıs.”

Tutsaklara tecrit dayatılıyor Devrimci tutsakların kullandıkları eşyaları gasbeden Ak’ın itiraz eden birçok tutsağa hücre cezaları, soruşturmalar başlatarak disiplin cezaları verdiği belirtildi. Hücreleri zorla aranan tutsaklardan yapılan aramanın nedenini soran Ulvi Yalçın, Turgut Kaya ve Fevzi Oğuz Arslan’ın zorla maltaya çıkarılarak tehdit edildikleri belirtildi. Raporda Ak’ı uygulamalarından dolayı protesto eden bütün tutsaklara disiplin cezaları verildiği aktarılıyor.

ÇHD’den duyarlılık çağrısı ÇHD, tutsaklara dayatılan tecridin Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde özellikle Haydar Ali Ak eliyle yapıldığını belirtti. Engin Ceber’in hapishanede katledilmesi gibi pratiklerin Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde yaşanma olasılığının yüksek olduğuna değinen ÇHD, işkencelerden sorumlu Haydar Ali Ak’la birlikte diğer sorumlular hakkında soruşturma başlatılarak görevden alınmalarının önünün açılması gerektiğini ifade etti. Tecridi tutsaklara dayatan bu görevlilerin yargılanmasının da önemli olduğuna değinen ÇHD, kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdı.

Üniversite öğrencileri 4 ayrı örgüte üye Polisin varsayımlarıyla tutuklanan beş üniversite öğrencisi aylardır hapishanede tutuklu, üstelik hiç bir delel olmadığı halde, her biri dört ayrı örgüte üye olmaktan yargılanıyor. Hukuksuzluk, tecrit, saldırı ve onlarca şeye örnek bir olay… “Polisin saldırı yapacaklar düşüncesi”yle gözaltına alınan, bu da yetmez gibi tutuklanan ve 4 ayrı örgüte üye olmaktan yargılanan öğrencilerin durumu. Ankara’da 20 Ocak 2011’de gözaltına alı-

nıp 23 Ocak’ta tutuklanan 5 öğrenci hala neden yargılandıklarını dahi bilmiyorlar. Tutuklanmaları ve yargılanma nedenleri devletin acizliğinin, trajikomik durumunun bir tablosu adeta… 19 Ocak’ta Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde sivil faşistler, sol görüşlü bir öğrenciyi dövdükten sonra Sıhhiye tren istasyonundan aşağıya attılar. Olayın ardından sivil faşistler değil saldırıya uğrayan öğrencinin arkadaşları cezalandırıldı. Olayın ertesi günü akşam saatlerinde Yusufcan Yıldırım, Ali Haydar Yıldız, Uğurcan Soybelli, Rıdvan Akbaş ve Didem Ezgi Serap adlı öğrenciler gözaltına alındı. Gerekçe ise, “Başka bir öğrenciyi dövmeyi planlamak” olarak ifade

edildi. Aylardır tutuklu bulanan öğrenciler, PKK, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP-C), Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP-L), Maoist Komünist Parti (MKP) isimli dört ayrı örgüte üye olmakla yargılanıyorlar. Hala mahkemeye çıkarılmayan öğrenciler 8 aydır Sincan 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde tutuluyorlar. Devrimci Öğrenci Birliği’nden Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü birinci sınıf öğrencisi Yusufcan Yıldırım, 16 Ağustos’ta, aylardır süren tutuklulukları ve 4 ayrı örgütten yargılanmalarına ilişkin bir mektup yayınlattı. Gözaltına alınma süreçlerini ve polis ve medya işbirliğiyle ile kendileri üzerinden sunulan ya-


10-11_Layout 2 9/9/11 12:31 PM Page 2

güncel 11

saldırısı

Gardiyanlar yüzlerini gizliyor

Mektupta devrimci kadın tutsaklara yönelik uygulanan fiziki işkence saldırılarına örnekler veriliyor. Bu saldırılarda öne çıkan ise gardiyanların tutsaklara yaptıkları sistematik işkence uygulamalarından kaynaklı devrimciler tarafından cezalandırılma korkusu nedeniyle yüzlerini gizlemeye çalışmaları oluyor. Mektupta bu durum şu şekilde aktarılıyor: Sistemin küçük bekçilerinden biri olan Arzu isimli müdür, yüzünü peçeyle kapatarak tanınmak, görünmek istememiş, aklınca kendini kamufle etmiştir. Hayatlarını zulüm, baskı ve yalan üzerine kuranlar onun altında kalacağını bilirler. Bunun için de tıpkı 19 Aralıkta olduğu gibi yüzlerini maskelerler. Ayrıca, yalandan kurdukları dağların yıkılacağını bilmelerine rağmen, bugün dönüp boyunlarına sarılan, yakıcı sorunlardan hapishaneler gerçeğini kitlelerden ve yeni görev yapan personellerden şöyle diyerek ‘siz merak etmeyin, her şey burada olur, burada kalır kimse onların sesini duymuyor’.

Savaşıp kazanıp özgürleşeceğiz

Taciz eden değil protesto edenler ceza aldı Hapishanede yaşanan disiplin cezalarına dikkat çekilen mektupta verilen bir örnek devletin yürüttüğü tecrit uygulamasının sınırlarını açıklıyor. Mektupta söz konusu ilgili bölüm şöyle: “Adli kadın tutsaklardan biri, ikinci müdür M. Ali Karataş’ın cinsel tacizine uğradığı bunun karşısında da tutum ve tavır sergilediğimiz için suçlu bizler olduk. Tacizden yargılanan suçu sabit olan değil de; yedişer günlük hücre cezası, kamu davasıyla üç yıl hapis cezası politik tutsaklardan iki kadın arkadaşımıza verilerek, hukuksuzluğun daniskası bu davayla birkez daha gözler önüne serilmiştir.”

Mektupta son olarak faşist saldırılar karşısında devrimci mücadelenin kazanacağı şu sözlerle vurgulanıyor: “Sesimizin milyonlarla buluşacağı yarınlar uzak değildir. Kaldı ki bizler hapishanelerde örgütlü güçleriz. Tek olmamız ve ya çok olmamız değildir sorun, asıl olan örgütlü bilinçle savaşıp kazanmaktır. Bunu da yıllardır yapıyoruz, yapacağız. Özelde, hemcinslerimiz olmak üzere genelde de tüm halkımızın örgütlü gücü buluştukça, duyulmadığını sandıkları seslerin çoğalacağı, cüretle savaşıp kazanıp, özgürleşeceğiz. Bu biz devrimci kadınların çağrısıdır.”

Hapishane yönetimi protesto edildi Karataş Kadın Kapalı Hapishanesi’nde bulunan devrimci tutsaklardan gelen mektup üzerine bir araya gelen devrimci-demokrat-yurtsever kurumlar, hapishane önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. DHF, İHD, BDP, DÖKH, TUHADER, DP, BDSP, Tunceliler Derneği adına yapılan açıklamada siyasi tutsaklara yönelik uygulanan tecrite son verilmesi istendi.

oldukları iddasıyla yargılanıyor lan yanlış haberleri, düzmece raporları aktaran Yıldırım, 4 ayrı örgüt üyeliğine ilişkin şunları ifade etti: “Bize yönelik iddialar ise öyle ‘ilginç’ ki. Her şey bir yana, bir insan aynı anda dört ayrı örgütün üyesi olabilir mi? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Ama bizim dosyamızda tam olarak bu var. Gözaltındayken ifadem için küçük bir odaya avukatımla birlikte alındığımda, bilgisayar ekranında iddia kısmında dört ayrı örgüt ismi yazılıp, ‘Bunlara üye olmak’ diye görünce şaşırdım, görevli polis memuruna sordum; ‘Dört tane örgüt yazmışsınız da, ben hangisine üyeymişim?’ diye. Aldığım cevabı hiç unutmuyorum, ‘İşte, bunlardan biri’ demişti bana.” Yolda yürürken gözaltına alınıyorlar, 4 örgütte biden üye olmak suçlamasıyla delilsizliklere rağmen tutuklanıyorlar... Devletin devrimci, demo-

krat öğrencilere saldırılarının bir diğer örneği de Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç’ın durumu. SDP üyesi üniversite öğrencileri Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç iki yıl önce Abdullah Öcalan’ın hapishane koşullarının iyileştirilmesi için DTP tarafından yapılan eylemlere katılmış, eyleme polis saldırısı olurken gözaltılar yaşanmıştı. Polis tarafından bulunduğu iddia edilen 6 adet molotofkokteyli için yapılan parmak izi araştırmasında bu iki üniversite öğrencisine ait bir ize rastlanmadığı halde tutuklu yargılanma kararı alınmıştı. Üstelik mahkemede savcı “tahliye edilsinler” şeklinde görüş bildirmişti. Ortada delil olmadığı halde tutuklu bulunan gençlerin bir sonraki mahkemesi ise 20 Aralık 2011’e ertelendi. Üniversiteli gençler mahkeme süresine kadar yine tutuklu kalacaklar.

ÖNCÜ KADIN

≫ rojda demir

BİYO-YAKITIN ÇEREZ ÖĞÜTÜCÜLERİ

T

oplumsal bellekte sınıf mücadelesi ve önemi silikleştirildikkçe yaralar daha derin kanıyor. Ülkeyi hapishane tecridine çevirme işlemi de sistematik işkencelerle sürüyor ve en üst seviyeye çıkarılarak.

Dünyada, tarım arazileri en geniş olan Etiyopya’da kıtlık sorunu yaşanıyor. Çünkü; tarlaları yabancı yatırımlarca satın alınıyor, kiralanıyor, endüstriyel tarım için kullanılıyor. Büyük yatırımcılar Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan ve Çin’den Afrika ülkelerine akın ediyor. Biyo-yakıt ve gıda ihtiyacını karşılamak için ekim-üretim yapıyorlar. Somali, Kenya ve Cibuti’de son süreçte yaşanan 12 milyon kişinin açlık yolculuğuna bütün şatafatıyla eşlik eden timsahların gözyaşından bir damla muruklığu düşmüyor. İnsanlık tarihini hızlıca tüketenlerin bıçağı kimin kemiğinde acaba? ‘Gıdayı kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz’ öğretisiyle palazlanan hakim sınıflar “yardımsever kampanyalar” düzenleyerek kendilerıni aklamaya çalışıyor. Tarihe nasıl ve nereden baktığımız, mücadelenin neresinde durduğumuzu da belirler. Afganistanlı bir devrimci kadının, “emperyalistler burkama dokunursa bunu tecavüz sayarım” diyen içtenliğini anlamak, kaliteyi kadının bekaretiyle ölçen tecavüzcü dünya ezen sisteminden kurtulmanın anahtarıdır esasında. Dersim festivalinde “şifa dışında ayaklarımızı bile suya dokundurmuyoruz” diyen bir köylü ananın doğaya bağlılığında kadın sevgisinin saflığını gösteren örneğini, kaç insan önemsiyor? Talan ve açlık yayan, dünya ezilen halklarına saldıran emperyalistler bu insan saflığından, güzelliğin sembolü temiz yaşamı üreten kadının ve devrimin yıkıcılığından korkuyorlar… Gerici burjuva-feodal sistem bütün kirli yöntemleriyle yaşamı, doğayı, güzeli, doğruyu, tarihi ve insana dair her şeyi azgınca faşizmin batağına çekiyor. Batağa karşı dirençle karşı koyan insanın isyanından korkuyorlar… Ağalar, patronlar, siyasi kurtlar yıllarca sürdürdüğü işkenceleri, tacizleri, tecavüzleri döktüğü insan kanıyla temizleme girişimini yeniden üreterek sürdürmektedir. Hapishaneye kapatma yöntemiyle uslandıramadığı ezilen ulusu şehr-i Diyerbekir’e ‘iyi polis’ini göndererek çözmek istediler ama iyi polislerini de öldürdüler. Çünkü ABD’nin “iyi çocukları”nın tahtıravalli oyununda “insan hakları” ninnisiyle uyutmaya çalıştıkları, dışkı yedirdikleri isyanın çocuğu Kawaları teslim alamadılar. Dersim’e yaptıkları seferleri sonuç vermeyince “iyi Dursun Paşa”ları görevlendirdiler. Çocuklu köylü kadın ve genç kızları tuzağa düşürerek, kandırarak pala bıyıklı katil özel timcilere pazarladılar. Direnişlerle destan yazan halkın kültürüyle oynayarak, onursuzluk dayattılar, ama bütünüyle batağa çekmeye güçleri yetmedi. Kültürde yozlaşma yarattılar zafere ulaşamadılar. Haksız savaşın kirliliğine bellendiler. Bugün fikir üretmek adına ağzında çerez öğütenler, devrimci-komünistlerin can bedelleriyle kazanılan tüm değerlerin üzerinden tepinmektedirler. Neredeyse devrimi yapma görevini üstlendiler. Ama kendileri de “devrimci”liklerinin sabahtan akşama sürmeyeceğini, süremeyeceğini aslında bilmektedirler. Geçmişte faşist devletle kol kola halka kan kusturan, gerilla eşi kadınları ihbar ederek karakollarda bekaret kontrolünden geçirdiler. Maoistler tarafından yapılan cezalandırma eylemlerini faili meçhul kapsamında değerlendirenlerin Kürdistan’ın çatısına ibiklenmesi şaşırtıcı değildir. Dersim’e “isyan ettiğiniz için acı çekiyorsunuz” diyenler, bugün nasıl nemalanacağız hesabındadırlar. Bugün “kimse ölmesin” ozalitleriyle duvar süsleyen, yanı başında “günde beş kadın öldürülüyor” afişlendeki gerçekliği görmüyor. Dört bine yakın köyden zorla göçettirilen binlerce insanın büyük kentlerde içine düşürüldükleri yaşamdan bihaber maval okuyorlar. Zoru zor söker anlayışından o kadar uzak ki, gerçekleri hala bilerek çarpıtma tutumu devrimci savaş karşısında kaybetmeye mecburdur kavrayışına hiç yaklaşmadı reformistler. Tasfiye sürecinin öğreteceği en güzel şey emperyalizmin kendisinin neden olduğu bir çelişkiyi çözmesini beklemenin sadece bir hayal olduğudur hangi tarihte hangi “iyi şeyler olacak”la kavrayacakları ise meçhul. Kitlelere dayatılan ırkçı faşist düzenin saldırıları artmaktadır. Günden güne “ılımlı Müslüman” maskesiyle hızla tırmanan açlığa, yoksulluğa, fuhuşa karşı direndiği için erkek egemen sistem tarafından öldürülen kadınlar ölmek istemiş de ölmüş! trajedi komedisinden korkuyorlar… Ağa-patron devleti; sistematik uyguladığı taciz, tecavüz, uyuşturucu ticaretine, çeteleşmeye, mafyalaşmaya karşı yeni demokrasi kültürününün halkla bütünleşmesinden korkuyorlar… Devrimci savaşın tarafı ezilenler; sınıfsal kurtuluşu için birleşirse, başlarına geleceklerden korkuyorlar… Yürüyelim devrimcileşen halkın devrim doğuran kadınları fırsatçıların üzerine… Biz yürüyelim kadınlı-erkekli uzun yürüyüş sürüyor gerçek kurtuluşa doğru… Afganistan’dan Dersim’e yükselen Maoistlerin vurucu gücüyle halkına kalkan olan ve savaşan bilimsel sosyalist ideolojinin kazanma azmiyle…


10-20 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

DEVRiMCi DEMOKR Maoist Komünist Partisi (MKP), hakkında ölüm kararı bulunan Erdal Aslan’ın cezalandırılması eyleminde İsmail BOZKURT adlı halktan birsinin yanlışlıkla öldürüldüğünü kamuoyuna duyurarak bu yanlış cezalandırma eyleminden dolayı dünya ve coğrafyamız proletaryasıyla emekçi halklardan ve Bozkurt ailesinden özür diledi

Dünya halkları, değişik millet ve milliyetlerden Türkiye- Kuzey Kürdistan emekçi halkları ve BOZKURT ailesine; Maoist Komünist Partisi (MKP), yaptığı yazılı açıklama ile 2009 yılında İstanbul Gazi Mahallesi’nde planlanan bir cezalandırma eylemi neticesinde yanlışlıkla vurularak ölen İsmail Bozkurt’un ailesi ve kamuoyuna yönelik bir açıklama yaptı. MKP-Merkez Komitesi(MK)- Siyasi Büro(SB) tarafından yapılan açıklamayı yayınlıyoruz; “Partimize bağlı bir birim 2009 yılında İstanbul ili Gaziosmanpaşa (Gazi) semtinde İsmail BOZKURT isimli halktan bir insanı yanlışlıkla öldürmüştür. Bir hata sonucu da olsa, parti güçlerimizin gerçekleştirdiği bu elim olayın tüm sorumluluğu Partimize aittir. Partimiz, bu olumsuz pratikten ötürü devrimci halklarımızdan özür dilemeyi zorunlu bir görev ve halka karşı sorumluluğunun bir gereği olarak görmektedir. Ne pahasına olursa olsun, özellikle halka karşı işlediği suç ve hataları gizlemeden açıklamayı, hataları karşısında açık ve dürüst olmayı ve halka hesap vermeyi vazgeçilmez prensipleri arasında gören

Açıklamanın gecikmesinin sebepleri

Partimiz; Komünist niteliği ve sorumluluklarına uygun tavırla hatalarına karşı acımasız olma ve hatalarıyla uzlaşmadan kendi kendini eleştiri metoduyla onları yerme tutumunu benimsemektedir. Partimiz, örgütlü birimimizin gerçekleştirdiği bu yanlış öldürme pratiğinin sorumluluğunu sahiplendiği gibi, bu pratiği mahkum edip kınamaktadır. Partimiz, büyük bir mahcubiyetle aileye baş sağlığı dileklerini iletir, üzüntüsünü paylaşır. Karşı karşıya olduğumuz bu zor durum ve üzüntü veren olay karşısındaki yükümlülüğümüz gereği olayı açıklamayı zorunlu bir görev olarak görüyoruz.

Olayın gelişimi Partimizin, Haziran 1992 tarihinde gerilla bölgesinde Ahmet KARGIN (Kod: Mehmet Zeki) yoldaşı görev sırasında katlederek üzerindeki parayı alıp kaçan Erdal Aslan isimli hain hakkında ölüm kararı bulunmaktadır. Bu unsura dönük daha önce cezalandırma girişiminde bulunulmuş, fakat sonuç alınamamıştır. Partimizin şehir alanındaki örgütlü bir birimi ilgili hai-

Öldürme olayı, gerçekleştikten hemen sonraki günler içinde öldürülen kişinin yanlış kişi olduğu duyulmuş, öğrenilmiştir. Bunun üzerine bölgede bulunan hain unsurun kısa zamanda cezalandırılması hedeflenerek, bu cezalandırma gerçekleştirildikten sonra gerekli açıklamanın yapılması uygun görülmüştür. Hainin cezalandırılması için yeniden hazırlıklara girişilmiş, ancak söz konusu hain izini kaybettirerek kaçmıştır. Dolayısıyla planlandığı veya öngörülüp düşünüldüğü gibi zamanında açıklama yapılamayarak ge-

nin izini bulmuş ve gerekli istihbaratı yaptıktan sonra, evinde cezalandırmayı uygun bulmayarak, cezalandırma eylemini gerçekleştirmek üzere hainin bulunduğu kahvehaneye giderek eylemi

cikme yaşanmıştır. Aynı zamanda ve esasta da örgütsel güvenlik meselelerinden kaynaklı olarak da açıklamanın yapılması zorunlu ya da gerekli olarak gecikmiş- geciktirilmiştir. Daha sonra olayı gerçekleştiren yoldaşlar alan değiştirmiştir. Olayın sağlıklı ve doğru bilgilerle açıklanması için bizzat bu yoldaşlardan bilgi alınması gerekmiştir. Bilginin alınıp gerekli açıklamanın yapılması için gidilen görevlendirmede, irademiz dışında cereyan eden bazı örgütsel engel ve gelişmeler neticesinde sonuç-


açıklama

RATiK KAMUOYUNA Kahvehaneye giren yoldaşlar, hainin edindiği arkadaş çevresiyle sürekli oturduğu masaya doğru giderek hainin ismini çağırarak, ayağa kalkmasını istemişler. Masadan çağrılan isme yanıt gelmiştir. Masaya yaklaşan yoldaş silahını çıkardıktan sonra masadakiler ayağa kalkarak belli bir karmaşa meydana gelmiş. Bu sırada yoldaşın silahı kazara patlamış ama mermi kimseye isabet etmemiştir. Silahın patlaması üzerine, masada bulunup daha sonra yanlışlıkla vurulan kişi o anki psikolojiyle olsa gerek yoldaşa sarılmış. İçeride belli bir karmaşa yaşanmıştır.

gerçekleştirmek istemiştir. Olayı gerçekleştiren birimimiz kahvehanenin dışında güvenlik önlemleri aldıktan sonra, cezalandırmayı

landırılamamış, görev tamamlanamamıştır. Dolayısıyla açıklamanın yapılması bugüne sarkarak, olumsuzluğumuza yeni hata ve eksikliklerimiz eklenmiştir. Bu gelişmelerden sonra, Partimiz ancak bugün açıklama yapma imkanlarını yaratabilmiştir. Bu gecikmeden dolayı Bozkurt ailesi ve halkımızdan özür diliyoruz. Olayın içeriği veya parti güçlerimizin gerçekleştirdiği bu talihsiz olayla Partimizin hanesine geçen suç hak-

gerçekleştirecek olan yoldaşlar içeri girmiştir. Ki, cezalandırmayı yapacak yoldaşlar daha önce keşif-istihbarat aşamasında hain unsuru bizzat görmüş durumdadırlar.

kında tavrımız şöyledir: Büyük bir hataya düşerek halkımıza karşı suç işledik! Bir aileyi en ağır biçimde ‘’mağdur’’ ettik ve telafisi mümkün olmayan bir acıya boğduk; suç işledik! Suçsuz bir insanı yanlışlıkla da olsa öldürüp onarılamaz bir hataya düşerek suç işledik! İnsana karşı suç işledik! Hatamız şahsında devrimci değer, adalet ve ilkelere zarar verdik! Proleter adalet anlayışına zarar verdik; Partimizin güven ve itibarına zarar verdik. En

Silahın patlaması ve arbedede çıkan gürültüyü duyan dışarıdaki bir yoldaş içeri girerek, yanlışlıkla vurulan şahsın yoldaşa sarıldığını görünce, silahla bu kişiyi vurmuştur. Hem yoldaşa sarılması ve hem de hain unsura fiziksel ve sima olarak benzemesinden dolayı, yoldaş bu şahsı hain olan kişi olarak vurmuştur. Sonradan yanlışlıkla vurulduğu anlaşılan bu kişi yaralı halde kahvehanenin dışına kadar kaçmış, fakat dışarıda yoldaşlar bir kez daha ateş ederek öldürmüşler. Yanlışlıkla vurulan kişinin, arkadaşı olan ve cezalandırılması gereken Erdal Aslan hainine benzemesinin ve olayda yoldaşlara müdahalede bulunmasının yanlışlıkla vurulmasındaki etkenler olduğunu tekrar edelim. İstihbarata göre hain unsurun o an kahvehanede olması gerekmektedir. Ancak açığa çıkıyor ki, olay anında

önemlisi de suçsuz bir insanı öldürerek yaşam hakkını en ağır biçimde ihlal ettik; halktan bir insana ve amacımıza zarar verdik. Büyük bir mahçubiyet ve gecikmeli olarak duygusuyla tüm halkımızdan ve hatamıza ‘’kurban’’ giden İsmail Bozkurt’un ailesiyle tüm yakınlarından tekrar tekrar özür diliyoruz. Büyük üzüntü içindeyiz; ailenin üzüntüsünü paylaşıyoruz. Hatamızın somut içeriği ve tekabül ettiği karşılık suçtur. Suçumuzu üstlenerek,

Erdal Aslan haininin kahvehanede bulunup bulunmadığı şu an net değildir. Kısacası, istihbarata uygun olarak veya istihbarat gereği kişinin kahvehanede olması gerektiği ve olay sırasında yanlışlıkla vurulan kişinin hem cezalandırılacak unsura benzemesi, hem de yoldaşa müdahalede bulunması, fiilen dikkati üstüne çekerek cezalandırılması gereken kişi olduğuna yol açarak öldürülmesine sebep olmuştur. İsmail BOZKURT isimli kişinin suçsuz olduğu halde haksız yere öldürülmesine bu gelişmeler sebebiyet verse de, bu durum sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz. Kendi hatalarımızla halktan insanların ölümüne sebep verecek davranışlara girme hakkımız olamaz; bu olumsuzluk gerekçelendirilip meşrulaştırılamaz ve izah edilemez. Adalet anlayışımızı gölgeleyecek ve onda yaralar açacak tarzda basit, ciddiyetsiz ve sorumsuzca davranamayız. Hiçbir sebeple sorumluluğu üstümüzden atamayız. … Aynı olayda, kahvehanede hain unsurun isminin çağrılmasından dolayı, isim benzerliği gibi gerekçelerle olayla alakası olmayan ama kahvehanede bulunan kimi insanlar devlet tarafından olayın zanlıları olarak tutuklanmıştır. Bu insanların ne olay ile ne de Partimizle hiç bir alakası yoktur.

yargısını halklarımıza bırakıyoruz. …Amaç ve ilkelerimize ters düşen hiç bir davranış ve eylem benimsenemez, hiç bir söz savunulamaz, hiç bir pratik uygulanamaz. İnsan yaşamını ilgilendiren meselelerde hata yapma hakkımız yoktur. Sorumsuzluklarımız masum insanlara ve halkımıza fatura edilemez. Bir kez daha tüm halklarımızdan ve BOZKURT ailesinden özür diliyor, yargısına açık olduğumuzu ifade ediyoruz!”


14-15_Layout 2 9/8/11 5:36 PM Page 1

14 güncel

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

Bu devlet adaleti sağlayamaz Karkız ailesi, bir çete organizasyonun saldırısı sonucunda yitirdikleri çocuklarının arkasından yaşadıkları acının verdiği öfkeyle sesleniyorlar, “bu devlet adaleti sağlayamaz” diye. Haklılar; eli kanlı çetecilerden sadece biri tutuklu. Mahallede ise çetevari örgütlenmeler devletin sağladığı kirli ortamda uyuşturucu madde satmaya devam ediyor. Kırlık alanlarda yoksulluklar içerisinde başlayan “umut” yüklü toplu göçler, büyük kentlerin yoksul ve yoksun yerlerinde biterek yeni acıların yaşanacağı yaşamlara bırakır kendisini. Kurtulmak istenen açlık, fakirlik omuzlarda sırtlanarak, büyük şehirlerin ıssız kıyılarında kurulan yeni yerleşim yerlerinde yeniden yüzleşilir. Her şey olduğu gibi burada devam etmektedir. Ancak bir farkla artık bilmediğin, içerisinde olmadığın seninle aynı “kaderi” paylaşan binlerce kişinin içerisinde yabancı olarak bir başına. İkitelli’de İstanbul’un kamu hizmetinden yoksun kalan ıssız yerlerinden biri durumundaydı. Kürt illerinden ve Karadeniz’den büyük göçler alarak zamanla ıssız toprakları önce gecekondulara sonra 3 veya 5 katlı gecekondu tarzında apartmanlara dönüştü. Binlerce insan kır yaşamlarını İkitelli’ye taşıyarak küçük köy mahalleleri kurdu. Sosyal ve kültürel olarak ayrışıma giden bu göç kavimleri İkitelli’de de kurdukları mahallelerin etnik ve doğum yeri adlarıyla; anılmasına vesile oldu. Dersimliler mahallesi, Tokatlılar mahallesi, Karadenizliler mahallesi, Aleviler, Sunniler mahallesi diye.

Devleti çetecileri koruyor

Karkız ailesi de bir umutla İstanbul’a gelmişti Karkız ailesi de Dersim’de yaşadığı açlık ve fakirlik sorunundan kurtulmak için bir umutla İstanbul’lun İkitelli semtine gelmişti. Zorunlu olarak göç ettiklerini aktaran baba Hüseyin Karkız, gelişlerini şu şekilde aktarıyor: “Biz yavruarımızı ne çilelerle büyüttük. Arpa ekmeği bulamıyorduk. Koşular çok kötüydü; yoksulluk içerisinde yaşıyorduk. Dersim’in Batman Köyü’ndeydik. Köyde yavrularımız yalın ayak geziyorlardı. Aç kalıyorlardı, susuz kalıyorlardı. Ailece çalıştık çabaladık bu zor koşullarda. Gece gündüz her işi yaparak midemize bir lokma ekmek girsin diye uğraştık. Benim diğer oğlum Deniz; insanların yaşadığı açlığa ve yoksunluğa karşı halk savaşı’na katılarak devrimci mücadeleye katıldı. Köylülünün yaşadığı acılar onu dağlara taşıdı. 1996 yılında bir tank pususunda 4 yoldaşıyla katledildi. Bizde yaşadığımız acılardan kurtulmak için sırtladık eşyalarımızı İstanbul’a geldik. Burada yaşam mücadelesine devam ettik. Bir oğlumu yitirmiştim. Ancak gel gör ki çocuklarıma zarar gelmesin diye düştüğüm bu yollarda ölüm

İstanbul İktelli’de sistemin yarattığı yozlaşma ve çeteleşme yüzünden birçok can genç yaşta toprağa düştü. 21 Kasım 2010 yılında parkta arkadaşlarıyla otururken öldürülen Dersimli Savaş Karkızda bunlardan biri.

Çeteciler serbest bırakıldı Karkız’ın ölümünün ardından açılan davanın ilk duruşmasında tutuklu yargılanan 4 çete üyesinden üçü, ilk duruşmada avukatların tüm itirazlarına rağmen tahliye edilmişti. 22 Ağustos günü görülen ikinci duruşmada ise mahkeme heyeti, yine dava sürecini yavaş

BABA HÜSEYİN KARKIZ gelip çaldı kapımızı. Burada da Savaş’ımı yitirdim. Hastalıktan ölseydi anlardım. Fakat Savaş’ım faşist köpeklerin kanlı ellerinde can verdi. Bu bana büyük dert verdi.”

Çeteleşme ve İkitelli Farklı kültürlerin beşiğinden yola çıkarak İstanbul’da yeni yaşam yerleri kuran insanlar, devletin yarattığı yabancılaşmadan üstlerine düşen payı fazlasıyla aldı. Birbirlerine selam vermez oldular, “ekmek aslanın ağzında” denilen koşullarda birbirlerini ezerek yükselme öğretisiyle mahallelere, apartmanlarda, evlerin ve odaların kuytu köşelerinde toplumdan kendilerini yalıtarak yaşadılar. Bu süreçte sistemin yarattığı kirli ilişkilerden kazanç sağlayan çete ve mafya organizatör-

işleterek, çetecileri aklayacak yöntemlere başvurdu. Karkız’ın ölümüyle sonuçlanan saldırıya karışan diğer çete üyeleri hakkında sadece yurt dışına çıkma yasağı getiren mahkeme, davayı 18 Kasım 2011 tarihine erteledi. Öte yandan tutuklu yargılanan ve suçu üstlenen Gökçehan Büyükkaya’nın avukatları, Büyükkaya’nın sağlık durumunun elverişli olmadığını iddia ederek, mahkemenin bu durumu göz önünde bulundurmasını istedi.

Katilleri besleyen adalet Duruşmanın ardından açıklama yapan Karkız

ANNE GÜLLÜ KARKIZ leri mahallelere hakim olmaya başladı. Toplumsal birliktelik devletin ekonomik ve kültürel dayatmasıyla mahalleleride parçalamış, sorunlar karşısında birlikte müdahale etme kültürü geride bırakılmıştı. İşte Savaş Karkızda devletin koruduğu bu sistemin içerisinde, çetelerin aldığı canlar arasında yerini aldı. 2010 yılında İkitelli’de mahallesinde bulunan parkta oturduğu sırada haplanmış çete üyeleri tarafından sokak ortasında 9 bıçak darbesiyle öldürüldü. Baba Karkız, uyuşturucu madde satan çetecilerin tertemiz gençlerin canına kıyması karşısında elinden bir çözüm gelmemesine içerleyerek başlıyor oğlunu anlatmaya: “Benim çocuğumu herkese sorun. Kafasını kaldırıp, insanlara ters bakmıyordu bile. İnsanların malında canında gözü var mıydı? Hayır. Ölen

ailesi, mahkemenin çetecileri koruduğunu açıkladı. Adliye girişinde “Savaş’ın katili çetelerdir-Çeteleri koruyan devlettir” pankartı arkasında toplanan Karkız ailesi ve İkitelli halkı, “Anaların öfkesi katilleri boğacak”, “Katil devlet hesap verecek” sloganlarını attı.

ÇHD’den tepki Çağdaş Hukukçular Derneği’nden (ÇHD) Avukat Müşvir Deliduman ise mahkemenin çetelere ve bu türden oluşumlara yönelik verdiği hafif cezaları eleştirerek, “En basit bir trafik


14-15_Layout 2 9/8/11 5:36 PM Page 2

güncel

15

şekilde aktarıyor: “Birinci mahkemede gittik, 4 kişilerdi içeride. İlk duruşmada mahkeme 3 kişiyi hemen serbest bıraktı. Ve bir kişiyi tutukladı. Aynı duruşmada benim yeğenim karara itiraz ettiği için gözaltına alındı ve 1 ay tutuklu kaldı. Cinayeti işleyenler serbest bırakılırken mağdur taraf yaptığı itirazdan dolayı, acısını dışa vurduğu için 1 ay tutuklanıyor. Bu nasıl adalet. Devlet, mağdurdan yana taraf olması gerekirken katilleri koruyor.” Abla Nesrin Karkız ise adliye koridorlarında yaşadıklarını şu şekilde aktarıyor: “İlk duruşmada katillerin serbest bırakılması görülmüş bir şey değil. Ellerinde yeterli kanıt varken kan örnekleri ve tanıklar varken mahkeme katilleri serbest bıraktı. İkinci duruşmada ise avukatlarımız aracığılığıyla yaptığımız baskıdan dolayı, alınan kararları kötünün iyisi olarak değerlendirebiliriz. İkinci duruşmada serbest bırakılanlara yurt dışı yasağı konuldu. Ve kayıp olan iki kişinin zorla mahkemeye getirilmesi kararı alındı. Ülkemizde ekmek çalan çocuğa 9 sene ceza veriyorlar. Demokratik hakları için basın açıklaması yapan insanlara uzun süre hapis cezaları veriyorlar. Ancak katil ve katile yardım edenler 6 ay içeride yattıktan sonra elini kolunu salayarak dışarı çıkıyor.”

gençlerimiz, çeteleşme içerisinde ve mafya vari organizasyon içerisinde olsalar ölümleri anlayacağız. Fakat ölenlerimiz hepsi düzgün, temiz gençler. Aileleriyle, arkadaşlarıyla iyi ilişkiler içerisinde, paylaşımcı dürüstlüğe önem veren gençlerdi. İşte böyle gençlerimizi çetelere kurban veriyoruz. Buna içim yanıyor.”

Toplumsal duyarlılık Sokağa hakim olan sistemin kirli ilişkileri İkitelli’de de halkı evlerine kapatarak, örgütsüz bir şekilde, birbirlerinden uzak yaşamasını dayatıyor. Devrimci güçlerin görece zayıf olduğu bu yerlerde halkın sorunları, çektiği acılar sahipsiz bir şekilde sessiz bir çığlık gibi sokaklarda dolaşıyor. Anne Karkızda oğlunun ölümüne neden olan bu soruna dikkat çekiyor ve ekliyor “Toplum birbirinden uzaklaştırılmış. Oğluma saldırı sırasında kimse sesini çıkarmamış. Burada çeteleşme insanları korku içerisinde ses çıkarmadan yaşamaya zorluyor. Birlik olamıyoruz. Birlik olmamız lazım.”

Halk adalet istiyor Baba Karkız oğullarını yitirmelerinin ardından yaşanan hukuk süreci içerisinde devletin çeteleri koruduğuna dair ön görüleri iyice somutlaşyacak şeyler öğrenmiş. Baba Karkız mahkeme sürecini anlatırken, devletin katilleri koruduğunu şu

Sorunlar karşısında örgütlenmek gerekiyor Karkız ailesinin yaşadıklarından çıkardıkları sonuç ise sorunlar karşısında örgütlenmek oluyor. Tek başına mücadele etmenin sonuç getirmediğini ancak örgütlü mücadeleyle sonuç alınabileciğini aktaran Abla Karkız şu şekilde ifade ediyor örgütlenmenin önemini: “Yaşadıklarımız bize birçok şeyi öğretti. Özellikle insanlar devlete çok güveniyor. Oysa bu devlet katilleri çetecileri koruyor. Katilleri yedirip içirip besleyecek, silihlandırıp daha sonra toplumun içerisine salıyor; yeni canlara kıysın diye. İnsanlarımızda toplumsal duyarlılık ne yazık ki azalmış. Ölen gençlerimiz için yaptığımız yürüyüş sırasında bizi takip edenler okul bando ekibini izler gibi takip ediyorlar. Toplumsal duyarlığın azalmasının sebebi tabi ki sistem ve yarattığı ilişkiler ağı. İnsanlarımızı bu bataklıktan kurtarmamız gerekiyor. Bunun için de örgütlülük şart. Birlikte hareket etmemiz lazım. Biz devletin adaletine güvenmiyoruz. Devletin adaleti sağlayacağına inanmıyoruz. İnandığımız bir şey varsa bizim mücadele etmemiz gerektiğidir. Adaleti biz sağlayacağız.”

olayında bile yıllar süren tutukluluklar yaşanırken, bu organize olayı gerçekleştirenler ise tahliye ediliyor ya da kısa süreli cezalara çarptırılıyor” dedi. Dersim Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Özkan Tacer ise, adaletin devasa adalet sarayları kurularak sağlanamayacağının bu davada da görüldüğünü ifade ederek, “Mahkeme başkanının yanlı tutumlarını biliyoruz. Bu haksızlığa dur demek için buradayız. Son 1 yılda aynı bölgede 4 tane fidanımız katledildi. Bunun Dersimlilere yönelik özel bir durum olduğunu düşünüyoruz.” dedi.

KONUK YAZAR

≫ manny*

TECRÜBE GERÇEK OLANDIR oğuk Savaş dönemiydi. O zamanlar Almanya da insanlar “Calışkan olup herseyi başarırım” rüyasıyla yaşıyorlardı. İnsanların çoğu buna inanıyordu. İnsanlar burda özgürlük ve gerçek demokrasi olduğunu sanıyorlardı. Ve bu “gerçekliğin” insanların kafasında oturması için, DDR’in (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-Doğu Almanya) her an her yerde korkutucu ve negatif bir şekilde propagandası yapılıyordu. Siyasetçiler ve dolayısıyla medya, özgürlüksüz ve reel sosyalist çürümüş bir sosyalist ekonomiden bahsediyorlardı DDR hakkında.

S

1964’de İnşaatçı olarak mesleğime başladığımda, ben de bu söylentilere inanıyordum. Çalışmak ve para kazanmak benim için en önemli faktörlerdi hayatımda. Ben kendi yoksul durumumu çalışıp, para kazanıp geride bırakmak istiyordum ve bunu bu yolda başaracağıma inanıyordum. Benim meslektaşlarımın çoğu her zaman bunu bana anlatıyorlardı. “Ben cok para kazanıyorum ve durumum dolayısıyla geleceğim çok iyi – iyi olacak. Ama biraz daha derinine inen soruları sorduğumda bunların hepsinin bir abartı olduğunun farkına varıyordum. Gerçi bu abartmalar toplumda oldukça yaygındı. Biz gençliğimizde buna “Yalanı cebine doldurmak” diyorduk. Ama bu abartmalar ve yalanlar çok önemliydi. Almanya’da yaşayan çoğu insanın akrabaları DDR’de yaşıyorlardı ve kendilerini “daha iyi bir ekonomik sistemde” yaşadıklarına inandırmak istiyorlardı. Ama realite, yani gerçek şu ki: Cebimde çok para olmasını istiyorsam her zaman daha fazla çalışmam lazımdı. Örnek olarak, kaçak iş. Kaçak iş inşaat sektöründe bayağı yoğundu. Siyasetçiler ve sendikacılar bunu “illegal iş” olarak tanımlıyorlardı. Onun için kaçak işe sahip olan insanlar BRD (Almanya'da) kriminal olarak gösteriliyorlar. Siyasetçiler, yargı kurumları ve sendikalar bu konuda el ele işçilere karşı örgütlenmiş durumdalar. Sendikacılar kendi üyelerini böylesi insanları tesir etmeleri için gün be gün yönlendiriyor. Kısacası işçiler işçilere karşı örgütlendiriliyorlar. Meslek döneminde işverenimle bir defa tartıştım. İşçileri çok riskli koşullarda sömürdüğünü ve bu işçileri hayatı tehlikeye soktuğunu dile getirdim. İşverenim, yani patronumun reaksiyonu tehdit ve baskıydı. “Ya sana verilen işi yaparsın, ya da seni sorumlu kişiye bildiririm” diye tehdit etti. Başka bir dönem aynı eleştiriyi yaptığında, sonuç olarak işten kovuldum. Atılmamın nedeniyse aslında bir gerekçe olarak kabul edilemezdi. Ben işçilerin ve yapılacak işin daha iyi organize edilmesinden yanaydım. Almanya’da bir işçinin açık konuşması, düşüncesini dile getirmesi, haklarını savunması, haksızlığa karşı çıkması, emirleri eleştirmesi veya düzeltmesi, bağımsız hareket etmesi v.s. yasaktır. Bir firmada veya tesiste bir işçi için özgürlük yoktur. Dolayısıyla bu toplum içinde bana, bir işçi olarak, özgürlük yoktur. Biz işçiler için 24 saat baskı ve sömürü söz konusudur. Bankaya gidip maaşımı almak istersem, bir dilenci muamelesi yapılıyor. Bir devlet dairesine gidip bir belge istediğimde ırkçılıkla karşılaşıyorum. Sigortaya gidip tazminatımı istediğimde bir dolandırıcı muamelesi görüyorum. Ev sahibine gidip yan giderlerimin fazlasını geri istediğimde bir eşkiya muamelesi görüyorum. Kısacası, nereye gidersem gideyim banka, işveren kurumu v.s. her zaman bana baskı ve ilkel muamele yapılıyor. Birgün de işsiz kaldığımda İşveren Kurumu’na (Arbeitsamt) bağlı kaldığımda onların emir ve yasalarına göre yaşamam lazım. Bunların yasalarına emirlerine uymazsam, işsizlik param kesiliyor, halbuki bu para benim kendi param, neticede ben bunları çalıştığım dönemde ödedim. Özgürlük ve demokrasiden bahseden siyasetçiler aslında paranın çoğalmasının özgürlüğünden bahsediyorlar. Kendi egoistliklerini yaşamanın özgürlü-

ğünden bahsediyorlar. İnsanların hayatıyla oynama özgürlüğünden bahsediyorlar. 30 senedir inşaatta çalışıyorum. 1948’de Almanya’nın Hamburg kentinde doğdum. Çocukluğumu yoksul koşullarda geçirdim. Liseye gittim. Sokaklarda ve okullarda yoksulluk ve Nazi kültürü yaygındı. İyi bir ortamda ders çalışıp ve okula gitme imkanım yoktu. Liseden sonra meslek yapmak zorunda kaldım ve bütün çevrem, arkadaşlarım işçiydi. O zamanlar 68´lerin ve üniversite hareketinin ne oldugunu tam olarak anlıyamıyorduk. Sendikalı arkadaslarımız ne bize bunu anlatabiliyorlardı ne de anlatmak istiyorlardı. Bizim böylesi ve daha ileri hareketlere sempatimiz, RAF’ın (Kızıl Ordu Fraksiyonu) egemenlere karşı yaptıkları ilk eylemlerden sonra başladı. Onların eylemleri bize hitap ediyordu. Bizde Nazilere, zenginlere ve haksızlığa karşı şiddet uygulamak istiyorduk ve bu arzu gittikçe büyüyordu. Ben ve iş arkadaşlarımın çoğunluğu RAF’a sempati duyuyorlardı. RAF, zamanında bizi örgütlemeyi yani işçi sınıfını örgütlemeyi ön plana koyup bizimle hareket etseydi, ki biz de tam bunu istiyorduk, o zaman bu tarih çok değişik şekilde yazılacaktı. Ben ve arkadaşlarımın çoğu buna hazırdık. Ama malesef RAF´ın bu gücü (işçileri) görmemesi, anlayamaması ve sonuç olarak örgütlememesinin nedenlerini hepimiz biliyoruz. RAF´ın militanları da burjuva ailelerden geliyorlardı. Hiç kimse bu gerçeği görmedi ve görmek istemedi, genç işçiler iyi bir bilimle donanmış ve silahlanmış şekilde, bu sistemi kökünden sallayacak bir potansiyele sahiptir. Birden komünist düşünce her tarafta hakim oldu. Kurum ve örgütler mantar gibi her tarafta yerden sıçrıyorlardı. 10 sene icinde 150’yi aşkın K-Grupları (Komünist Grup ve Örgütler) mevcuttu. Her kurum kendi kendine şu propagandayı yapıyordu: Esas Marksizm Leninizm bizdedir. Ve sonuç olarak yaklaşık 150 K-Grubu çok bilmiş tarzla, açık açık “esas ve gercek Marsizm-Leninizm” için dövüşüyorlardı. Bana ve meslektaşlarıma bu çok itici geliyordu. Bütün bu K-Gruplarında sadece üniversiteliler vardı ve bunların hepsinde aynı alışkanlık veya hastalık gözlemleniyordu: Ben herşeyi biliyorum, bana iktidarı verin! Toplantılarda bana “bilinçsiz” işçi muamelesi yapılıyordu. Onların emirlerini ve rituellerine karşı çıktığım için sinirleniyorlardı. Onların tarzları bana benim işverenleri hatırlatıyordu. Ben de işyerinde emir ve komut veren şeflerle karşılaşıyordum. Onlar da çok okumuş, üniversite bitirmiş çok bilmiş emir veren, tecrübesiz küçümseyen şeflerdi. Okumaya ve bilime karşı değilim, ama kitlenin güvenini kazanmak lazım, emirlerle olmaz, bu herkes için geçerlidir. Tersi subjektif, yüzeysel ve geçicidir. Ama bazı şeyleri öğrenebildim bu kısa zamanda: •Bir işçinin ekonomik durumu ve yerinin, sistemde çok önemli bir güç, hem de en büyük güç olduğunu anladım. Bizim sadece iş gücümüz vardır ve onun için iş, çalışmak, isterse kaçak olsun doğrudur. •Tercübelerime güvenirsem hiçbir propaganda beni yanlış bir tarz ve çizgiye yönlendiremez. •Tecrübeler tekrar ve tekrar yaşanılırsa, değişim gerçekleşir. •Bir iş yerinde işçi için özgürlük demokrasi v.s. yoktur, dolayısıyla bu toplumda özgürlük ve demokrasi olamaz. •Doğru yerde doğru eylem, hareket insanları politize eder. Her bildiriden daha güçlüdür ama bunun yerini almaz. •Önderlik ve güvenceyi kazanmak lazım. •Yeni siyasal değişimler işçilerle ve gençlikle beraber gerçekleşir. •Tekelleşme ve zorunlu işler burjuva özgürlüğün ve demokrasinin sömürü aletleridir.

*Eski bir RAF üyesi


16-17_Layout 2 9/8/11 5:32 PM Page 1

16 dünya yorum

İki yüzlülüğün resmi Açlık ve kuraklığın pençesinde ölümle karşı karşıya olan Somali halkı, emperyalistlerin ve Türk devletinin sahte sevgi gösterilerine ev sahipliği yapıyor. Erdoğan ve şürekası uşaklığı dolayısıyla parçası olduğu bu tabloya yaptığı ziyaretle yakından izledi Somali’de yaşanan açlık, kıtlık, kuraklık ve katliamlar emperyalist-kapitalist sistemin gerçek yüzüdür. ‘Kapitalistler fırsatını bulduğunda ağacın gölgesini bile satar’ gerçekliği Somali vb. ülkelerde somut ifadesini buluyor. Bu anlayış ekseninde gelişen sistem, insanlığı kendine yabancı kılarak düşmanlaştırıyor. Açlıktan derileri ve kemikleri bir birine yapışmış insanların üzerinden çıkar sağlamaya varan bu yabancılaşma, insanlığın geldiği en vahim noktadır. Alabildiğine azgınca bir sömürüye tabi tutulan halklar açlık, kıtlık ve ölümler yaşarken; on binlerce çocuk yetersiz beslenmeden ve çeşitli hastalıklardan dolayı katledilirken, bu ortamı yaratan “bir avuç”, “insan” servetlerine servet katıyor; açlık ordusu büyürken, bu açlıktan beslenen servetler de buna bağlı olarak katlanıyor. Türk devletinin sözcülerinin ailece gerçekleştirdiği Somali ziyaretinde sahte sevgi gösterileri sergilendi. Emperyalist sistemin yarattığı tabloyu efendilerinden icazet alarak görmeye giden Türk devlet şürekası gözyaşı dökme yarışıyla dünya halklarından yardım dilendiler. Elbette uşaklık politikalarıyla bu durumun bir parçası oldukları gerçekliğini maskeleyerek. Somali’de kameralar karşısında çocuklara “şefkatle” yaklaşma çabası-rolü kabusa dönen Erdoğan, aç çocukların saçlarını yapmacık okşarken kameralara göründü, Açlıktan nefesi kokan ve kuraklıktan dolayı yıkanamayan, ceset kokusu ağırlığında kokuları yayılan çocukların rahatsızlığını burnunu kameralara yansıttı. Acaba ziyaret esnasında yaratılan tabloya nasıl katkı sunduklarını hiç düşündüler mi bilmeyiz ama yapacakları rantın hesabında olacakları kesin. Tabi bazı sermaye çevrelerinin kara para aklama hesaplarını da unutmamak gerek. Gönderilenlerin gasp edilmesi bir yana bu yardım malzemelerini gönderenlerin burada insan ticareti yapacakları geçmiş pratik deneyimlerle ispatlıdır.

Açlıkla ve kuraklıkla gelen ölüm Basına yansıyan haberlere göre 12 milyon nüfuslu ülkenin yarısı açlık tehlikesiyle ‘yaşıyor’. Son üç ayda beş yaşın altındaki yaklaşık 90.000 çocuk açlıktan ölürken, gereken yardımın ulaşmaması durumunda 500.000 çocuğun daha ölebileceği belirtiliyor. Birleşmiş Milletler (BM) ise bu durum karşısında Somali’de açlık ilan edip yardım yapma çağrısında bulundu. Bölgede gıda yardımı dağıtan kamyonlar yağmalanıyor. Ayrıca dişe dokunur bir yardım bölgeye kesinlikle ulaşmamakyor; ulaşanlarda çalınarak büyük marketlerde satılıyor. Emperyalist devletlerin bölgedeki esas dikkatini çeken ise oradaki açlığın getirdiği trajedi değil. Somali birçok yer altı ve yer üstü zenginliğine sahip; uranyum, demir, kalay, bakır, doğal gaz ve petrol, bunlardan sadece bazıları. Bu zenginlik, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin gözetiminde. Gözleri Somali’ nin üzerinde olan emperyalistler ve işbirlikçileri önce yardım sonra hakça yatırımla gündemdeki yerlerini alıyorlar. İnsani yardım toplama işiyle kolları sıvıyor sonra da büyük bir “demokrasi” savaşına tutuşuyorlar. Dünya halkları ise tüm bu gelişmeler karşısındasusmayı tercih ediyor. Haydutların ise bundan rahatsız olduğunu söyleyemeyiz. Zaten istenen de odur. Ki deyim yerindeyse “azrail Somali’ye gelse can alacak kimseyi bulamayacak”. Açlığın kemiğe dayandığı ve hatta kemikleri erittiği ülkeye giden “kişiler” ve “yardımlar” tamamen açlığı, kıtlığı ve ölümleri yaratanları gizleme çabasından başka bir şey değildir. Açlığı, kıtlığı, sefaleti, sömürüyü ve ölümü yaratanların mevcut gerçeği gizleme çabası boşuna! Somali’ye gönderilen yardımlar, yardım toplayan kurumların niteliği, kampanyalar ve bu kampanyaları düzenleyen sermayedarların çıkarları doğrultusunda incelendiğinde tüm bu yürütülen çalışmalar, açlıktan öldürdükleri Somali halkının üzerinden sömürüyü yeniden derinleştirmek ve açlıktan yine açlık çıkartarak kendi “servetlerini” garantiye almaktan başka bir şey değildir. Tıpkı bütün şaşalı görüntüleriyle Somali’deki “ölü hayat” kokularını soluyan AKP ve şurekasının şovu gibi...

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

KADDAFi devrildi, peki sonra? Tunus ve Mısır’ın ardından Libya’da da eski diktatör devrildi. Burjuva basın olayı günlerce manşetten verdi. Peki bundan sonra ne olacak? Mısır ve Tunus’taki yeni gelişmelere bakılırsa diktatörlük yeni iktidar sahiplerine devredilecek

Sırça köşklerin bol hizmetkarlı, altın kaplamalı havuzlu bahçelerinde süren rüya, en parlak yerinde bir kabusa dönüştü. Cennetin ilk bahçelerinin kurulduğu bu topraklar her zaman bir savaş malzemesi olarak vazgeçilmez bir adres oldu. İlk imparatorlukların, köleci devletlerin ortaya çıktığı ve nesilden nesile geçen köle ilişkilerinin yeniden düzenlendiği uzun bir tarihsel serüvene ev sahipliği yapan Ortadoğu toprakları... Tabi köleler için her zaman kötü şeyler olmadı, bazen onların lehine gelişmeler de yaşandı. Köle olmalarına itiraz etmedikleri ya da başka bir deyişle kölelikleri daimi olmak koşuluyla. Tunus’ta gördüklerimiz, Mısır’daki ateşin dumanları, Cezayir, Bahreyn gibi ülkelerde şöyle bir dolaştıktan sonra Libya’da konakladı. En son gelinen nokta ise Muammer Kaddafi’nin sırra kadem basmasıyla nihayete erdi. Biraz içeriden, biraz dışarıdan itmeyle tarihi diktatör, gördüğü rüyanın son kısmını kabus olarak gördü. Daha önce de belirttiğimiz gibi burada yaşanan isyanlar, meşru bir talebin yansıması olarak halkın içerisine girdiği bir boyut ifade etmekteydi. Ancak sadece bu kadar. Yani yaşanan isyanlar halkın haklı taleplerinin bir yansıma düzeyini ifade etmesiyle birlikte ona hizmet ederek içerikten yoksun bir seyirde devam etti. Ve yeni iktidar sahipleri daha Kaddafi’nin düşürülmesinden yani halkın ilk kımıldanışından sonra efendilerine göz kırpıp bizi görün dediler. Hizmet edilmeye duyulan hürmet, burada yeşeren yeni temsilcileri hemen kucaklamaya götürdü. Gelinen noktada halkın durumunun ise öncekine göre göreceli olarak iyileşeceği kesin ama taleplerinin neresinde olacağı ise kuşku götürmeyecek kadar açıktır.

Yeni hükümdarlar sahnede Kaddafi’nin hükümdarlığının sona erdirilmesi sözde demokrasi ve özgürlük vaadleri, insan hakları vb bir sürü safsatayla işe koyulan emperyalist hegomanya ve yeni uşakları, yeni Libya’yı kurmak için harekete geçti. Aynı süreç Irak, Afganistan toprakları üzerinde de geliştirilmiş ve ağır kayıplarla hegomanyalarını kuran emperyalistler, burada da “demokrasi”yi tesis etmeye koyulmuşlardı. Ama sürüklendikleri bataklığa halkı da peşlerinden sürüklediler ve bugün hala o bataklık emekçi halkı yutmaya devam ediyor. Ancak bu ülkelerdeki zenginlikleri elde etmeyi, tamamen değilse bile kısmen başardılar. Şimdi aynı süreç Libya’da da işlemeye başladı.

Basına yeni malzemeler Hem ülkemizde bulunan uşak basın, hem de dünya basını büyük bir iştahla verdikği haberlerde, bir diktatörün sonu filmini defalarca kez yayınladı. Manşetlere bu filmi taşıdılar, elbette sponsorları unutmadan. Libya temas grubu ve geçici


16-17_Layout 2 9/8/11 5:32 PM Page 2

dünya 17 konseyin başarıları övmekle bitirilemedi. Ancak yeni düzenleme hakkında, çok derine inilmedi. Nedeni aslında çok basit; sponsorlar aslında hem yönetmen hem de yapımcılığı üstlendi ve böyle olmasını salık verdiler. Burada asıl yaşanan; kurulan ya da kurulacak olan “yeni” Libya’nın durumudur. Halkın haklı muhalefetinin yanı sıra devrimden yoksun bir bakışla hareket edilmesi basının çokça övdüğü gibi bir zafer değildir. Kuşkusuz bir diktatör devrildi, buna kaniyiz. Ancak bu yeni bir diktatörün kurulması pahasına oldu. Çünkü yeni Libya’nın kimler tarafından ve nasıl yönetileceği ve kime hizmet edeceği belli. Bu da emperyalist güçlerin kendisidir. Emperyalizmin içerisinde bulunduğu buhrandan çıkabilmesi için kendisine yeni taze kanlar bulacağı Ortadoğu’da, canlı bir pazar bulunmaktadır. Haliyle de köhnemiş olan krallıkları, şeyhlikleri yeniden revize edip kendi iktidarını kurmaya çalışarak, bulunduğu krizden çıkma gayretindedir. Burjuva basının öve öve bitiremediği temel gerçeklik bu nokta üzerine örülüyor. Yani sahiplerinin işlerini kolaylaştıracak kamuoyu desteğini sağlamakla mükellef oldular. Şimdi de dikkatler birden “yeni” kurulacak Libya’ya değil, Muammer Kaddafi’nin ailesiyle birlikte nereye kaçtığı üzerine çevrildi. Kaddafi elbette isyancıların eline geçmemek için bir taraflara sığınmak durumunda kaldı. Bu zamana kadar yaptıkları karşısında bekleyecek değildi. Ama bundan daha önemli olan, Libya’da nelerin olacağı meselesidir.

Konferansla yazılan bilindik senaryo Fransa’nın başkenti Paris’te Libya’nın “geleceğine” dair yapılan konferanstan bugüne dek uygulanan fiili uygulamalar, resmileştirilerek karar altına alındı. Türk devletinin de katıldığı ve 60 ülkenin katılımıyla gerçekleşen konferansta Libya’nın geleceğine dair çıkan “karar” şöyle oldu: Kaddafi yönetiminin Libya dışında dondurulan para ve mal varlıkları ülkenin yeniden inşası için Ulusal Geçiş Konseyi’ne verilecek. 60 ülkenin katılımıyla gerçekleşen konferansta karar oy birliğiyle alındı. Fransa ve İngiltere’nin ev sahipliğinde düzenlenen konferansta, ayrıca emperyalistlerin ve uşaklarının kendi çıkarlarının korunması anlamına gelen Kaddafi sonrası “güvenlik ve istikrar” sağlanana kadar NATO desteğininde sürmesine karar verildi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkoziy’nin kararı açıkladığı konuşmasında, Ulusal Geçiş Konseyi’nden (kimin için istendiği açık olan) barış ve uzlaşma süreci başlatmasını istediklerini de bildirdi. Sarkoziy’nin yaptığı açıklamada Kaddafi’nin “tehdit oluşturduğu süre boyunca” NATO’nun operasyonlara devam edeceği duyurulurken ve İngiltere Başbakanı Cameron da benzer ifadeler kullanırken, Libya’daki NATO operasyonlarının “sivil halkı korumak” için devam edeceği belirtilirdi. Bütün bunların Libyi gerçekliğinde ne anlam ifade ettiği somut olarak görülüyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ise konferanstaki konuşmasında, Libya’daki yeni sürece müdahil olmak istediklerini, ‘’Ulusal Geçiş Konseyi ile yakın bir şekilde çalışmak için bu ülkeye en kısa zamanda bir BM heyeti göndermek istiyorum” diyerek yinelemesi de aynı gerçekleri ifade ediyor.

Uşaklık baki kaldı Bizce durum gayet açık. Bir taraftan yeni uşak iktidar ilişkisi kuvvetlendirilirken, öbür taraftan savaş sırasında yıkılıp yakılan yerlerin yeniden onarımı ve yapımı söz konusu. Daha önemliyse; yer altı kaynaklarının kontrolü ve bu kontrolü dünya pazarlarına sunacak yeni bir organizasyon ve planlama yapılması olacak. İsyan sırasında öne sürülen talepler ise bir an önce unutturulmalı. Unutturalamazsa da bu kez yine aynı bastırma planı devreye girecek. Dikkatlerin buradan uzaklaştırılmasının nedeni de budur. Diğer taraftan bir nokta daha var. Sokak ortasında işkence ve katliamların devam ettiği gerçeğidir. Bu durum emperyalistlerin işini bir hayli kolaşlaştıracağa benziyor. Zira bölgede istikrarsızlık hakim olursa, uzunca bir zaman “demokrasi”yi garanti altına almak için bölgeye konuşlanmak gerekecek. Böylece de uşaklığın baki kalmasını sağlamak için yeterli müdahaleyi yapacak bir gücün varlığı sağlanmış olacak. Halk yeniden harekete geçerse “demokrasi”nin muhafaza edilmesi gerekir. Mısır veTunus’ta böyle olmuyor mu? Sendikal çalışmaların dahi yasaklanması “devrim”in içi yüzünü daha net ortaya koyuyor. Halkın sokağa çıkmasını engellemek için en küçük gösteriler dahi bastırılıyor. Libya için de aynı senaryo geçerlidir. Libya’dan sonra her ne kadar kısa sürede çok mümkün gibi gözükmese de Suriye de aynı kaderle başbaşa kalacak izlenimi veriyor.

EKSEN

≫ ahmet hacalişi k.

SOMALİ: KARA AFRİKANIN KADERİ eçen hafta Başbakan Erdoğan bütün sülalesi, Bakanlar Kurulu üyeleri, eşleri ve bilumum şarkıcı taifesiyle Somali’ye biraz da PR çalışması kokan “insani yardım” çıkarması yaptı. Dünyanın büyük çoğunluğunu acımasızca sömüren emperyalist güç odakları on binlerle çocuk ölümleri karşısında arazi vaziyetinde iken Erdoğan, Somali’yi kurtaracak proje, yatırımlar peşinde, öncülüğü gene kimseye bırakmadı…

G

Somali, bir Türk firmasının mallarını taşıyan geminin 2009’da korsanlar tarafından kaçırılmasıyla gündeme geldi. Ne var ki hiç kimse “Neden Somali” sorusunu sormadı. Uluslararası diplomaside çökmüş devlet olarak tanımlanan Somali’de 21 yıldır bir devlet yapısı bulunmuyor. Kuraklık ve açlık kol geziyor. Ancak bugün yaşanan kıtlığın iklim ve kuraklık meselesi olmaktan ziyade, son 20 yıldır siyasi otoritenin çözülüşü ve alt yapının tamamen çökmesiyle ilgili olduğunu da unutmamak gerekiyor. Afrika’nın kaderi 1885 Berlin Konferansı ‘yla örüldü. Sömürgeciliğin resmi başlangıcı olarak kabul edilen Berlin Konferansı Avrupalı devletlerin Afrika ülkelerini aralarında paylaştığı ve bu ülkelerin siyasi, sosyal ve kültürel durumlarına birinci derecede etki etmiş olan sömürgecilik tarihinin dönüm noktalarından biridir. Konferans Portekiz’in talebiyle Alman lider Bismarck’ın sömürgeci 14 Batı gücünü Afrika topraklarını bölüştürmek üzere görüşmeye çağırmasıyla toplandı. Bismarck’ın hedefi İngiltere ve Fransa’ya göre çok az olan Afrika’daki Alman sömürgelerini artmaktı. Kıtanın o tarihte başlayan talan edilmesi tarihi bugüne kadar farklı şekillerde devam etti. Klasik sömürge imparatorluklarından sonra bağımsızlaşma süreci ardından ABD elebaşılığındaki emperyalizm ve Sovyet sosyal emperyalizmi arasındaki dalaşmalar-vekaleten savaşlar yerini şimdi de ekonomik dev Çin-ABD kapışmasına bıraktı. 9.5 milyon nüfuslu Somali sömürgeciliğin uygulanmasında sömürme, tüketme ve yok etme yöntemlerinden fazlasıyla nasibini almış bir ülke. Ekonomik ve siyasal alanlarda olduğu kadar toplumsal alanda da sömürgeciliğin tahrip ettiği bir ülke. Müslüman halk oldukça homojen bir yapıda. Ancak Afrika’nın 19.yüzyılın sonlarında Avrupalılarca paylaşılması üzerine İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Somali topraklarına girmesi, Somali halkının farklı sömürge sınırlarında sıkışmasına neden oldu. Sömürge döneminin SOMALİ halkına bıraktığı bir diğer miras ise İngiltere’nin Etiyopya’ya bağışladığı Ogaden bölgesi. Burada yaşayan Somalili nüfus göz ardı edilerek uygulanan bu politika, Somali bağımsızlığını ilan ettikten sonra iki ülke arasında savaş nedeni oldu ve halen de sorun devam ediyor. 1960 senesinde sömürgeci güçlerce Somali devleti kurdurulduktan sonra siyasi sistem, çok kısa zamanda kabileler arası çıkar çatışmaları sonucu iflas etti. 1969 yılında General Siyad Barre, askeri darbe ile devlet başkanlığı

koltuğuna oturdu. SSCB ile işbirliği yaparak sözüm ona “sosyalist ekonomi” modelini benimsedi. Ogaden bölgesi sorunu nedeniyle Etiyopya’ya saldırdı. Barre’nin 20 yıl süren dikta rejimi 1991 yılında Etiyopya destekli muhalif güçlerce devrildi. Barre hükümetini devirerek Başkent Mogadişu’yu ele geçiren gruplar sıra iktidar paylaşımına gelince çatışmaya başladılar. Somali için sonun başlangıcı sayılan bu gelişmeler ülkede 21 yıldır dinmek bilmeyen iç savaşın nedeni olarak nitelendirilebilir. Somali’de patlak veren iç savaş ve savaşın oluşturduğu trajik koşullar çok geçmeden yankı buldu. Mart 1992’de “insani yardım” amacıyla BM Somali’ye asker çıkardı, BM iç savaşla baş edemeyince bu kez Kasım 1992’de ABD ülkeye 36.000 asker çıkardı. Ama çok geçmeden batağa saplandığını gören ABD Ekim 1993’de birliklerini apar topar geri çekti. Bu arada SEBAB diye adlandırılan radikal İslamcılar örgütlenerek ülkenin büyük bölümünü kontrol eder hale geldi. Bu hareketin El Kaide bağlantısı olduğu bahanesiyle 11 Eylül’den sonra ülkenin güney kesimlerini bombalayan ABD, 2007’de maşa olarak kullandığı Etiyopya’ya ülkeyi işgal ettirdi. Şimdilerde Somali’yi ABD destekli bir ulusal geçiş hükümeti temsil ediyor. Ancak hükümet ülkenin bütününü kontrol edemiyor. Yönetimi ayakta tutan, Etiyopya askerlerinden oluşan ve “Afrika Birliği Somali Görevi” adı altında ülkede bulunan yabancı askerler. Afro-Arap güvenlik çemberi içinde olduğu için öteden beri tam bir kapışma alanı içinde olan Somali “İslamcı terörle savaş” döneminde de önemli bir çatışma alanı. Petrolü ve maden rezervleri fakir olan Somali, Batı’nın ham madde ve petrol trafiğinin bağımlı olduğu su geçidi, Süveyş Kanalı’na açılan bir kapı niteliğinde. Bu açıdan Somali’de askeri güç bulunduran ülke kanalın “güvenliğini” de sağlamış oluyor. Ayrıca oldukça uzun kıyı şeridi dikkate alındığında Somali’yi kontrol altına alma, Hint Okyanusü’unda ve Doğu Afrika’da kontrolü sağlamak anlamına geliyor. Somali’yi emperyalist güçler için çekici kılan bir diğer unsur ise ülkenin İran körfezine yakınlığı. ABD-İran arasında süre gelen gerilim, Somali’nin stratejik önemini tartışılmaz kılıyor. Somali’nin stratejik konumunu hatırladığımızda gerek BM ve gerekse ABD müdahalesinin hedefinin “insani” kaygılar değil, Soğuk Savaş sonrası dönemde çıkan “Yeni dünya düzeni”nin devamını sağlamak ve Libya operasyonunda olduğu gibi, Çin’i kıta Afrika’sından söküp atmak olduğu gerçeği karşımıza çıkar. ABD elebaşılığındaki emperyalizmle küresel güç adayı Çin arasındaki kara Afrika’nın zenginliklerini talan etme kavgası bütün şiddetiyle devam ediyor. Bu arada Libya’dan hemen sonra Nisan ayında Fransa’nın, eski sömürge alanı içindeki Afrika ülkesi olan Fildişi Sahili’ne yaptığı iç savaş ortamını körükleyen askeri müdahale de gözlerden kaçtı. Klasik sömürge döneminden beri kendi kaderini tayin hakkı engellenen Somali’nin geleceği ise emperyalizm var oldukça yine dış güçlerce belirleneceğe benziyor.


18-19_Layout 2 9/8/11 5:27 PM Page 1

18 yaşam ‘Devlet, azgınca saldırıyor!’ Demokratik Haklar Federasyonu, termik santrallere karşı direnen Yaykıl köylülerinin mücadelesini ülke genelinde destekleme çağrısı yaptı Sinop’un Gerze İlçesi’ne bağlı Yaykıl köylülerinin termik santrallere karşı vermiş olduğu mücadeleye dair bir açıklama yapan Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), “Yaykıl köylülerinin militan mücadelesi, ülkemiz yoksul ve topraksız köylülüğünün HES, RES ve termik santral yağmasına karşı direnişine yol gösteriyor!” dedi. AKP hükümetinin emperyalizmle kolkola girerek ülke halklarının emeğini yağmaladığı, yaşam alanlarını peşkeş çektiği ifade edildi. Açıklamada, “Bir yanda ABD ve AB emperyalistlerine uşaklıkta sınır tanımayan AKP hükümetinin kırları yağma ve talan politikasının yürütücülerinden olan patronlar kulübü Anadolu Grubu’na bağlı DOKAY şirketinin taşeron firması ve onun hizmetine sunulan tüm yerel devlet erkânı ile jandarma ve polis birlikleri… Diğer yanda ise başta Yaykıl köylüleri olmak üzere çevre köylerden ve Gerze’den gelen; toprağı için mücadele veren emekçiler…” ifadelerine yer verildi. Devletin azgın saldırılarının tüm hızıyla sürdüğüne vurgu yapılan açıklamada, “Yaykıl köylülerinin direnişiyle püskürtülen şirket ve devletin kolluk güçleri, son iki

gündür, köylülerin evlerini ateşe verecek derecede gözü dönmüş bir şekilde Yaykıl Köyü’ne taarruz ediyor! Panzerlerin, yakın mesafeden atılan gaz bombalarının ve hatta silahların kullanıldığı saldırılarda onlarca köylü yaralanırken, bazılarının ise durumunun ağır olduğu biliniyor! Öte yandan polis ve jandarma, atılan gaz bombalarının yoğunluğu nedeniyle başlayan orman yangınına ve bazı köy evlerinin yanmasına da göz yummaktadır! Bir yandan Yaykıl köylülerinin evleri ve ormanları yanarken, bir yandan polis ve jandarma köylülerle çatışarak, şirketin sondaj yapmasını sağlamaya çalışmaktadır! İşte bu tablo, içerisinde yaşadığımız faşist diktatörlük koşullarının ve yoksul köylülüğün toprak ve özgürlük mücadelesinin en bariz resimlerinden birisidir!” denildi. Açıklama şu sözlerle sona eriyor; “AKP hükümeti, ABD ve AB emperyalistlerinin emirleri doğrultusunda sömürü, baskı ve zorbalığın dozunu arttırdıkça emekçilerin ve ezilenlerin öfkesi de kabarıyor, yayılıyor! Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Yaykıl köylülerinin onurlu mücadelesini sahipleniyor. DHF, başta kendi örgütlülükleri olmak üzere tüm devrimci, demokrat ve ilerici kamuoyuna, bu mücadeleyi ülke genelinde destekleme çağrısı yaptı.

Tarım alanları

ranta açıldı Ö

zelleştirmeler, kotalar ve çevre katliamlarıyla yaşam alanlarını yok eden hakim sınıflar, hükümetleri aracılığıyle bu durumu en üst aşamada devam ettiriyor. 17 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazete‘de yayınlanan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair KHK ile tarım toprakları ve mera alanlarının ranta açılması kararı bu saldırının son olarak geldiği noktayı işaret etmektedir. Bu rant politikasıyla tarım arazileri, yaylaklar, kışlaklar, meralar vb. kullanım alanları devletin keyfi kullanım ve rant akınına dönüşecek. Ayrıca çıkarılan yasalar da tarafların herhangi bir etki müdahil olma durumunu da ortadan kaldırıyor. Çıkarılan kararnameyle tarım arazilerinin yanı sıra yerleşim alanları ve hayvancılıkta büyük bir darbe yemiş olacak. Diğer taraftan çevre boyutuyla de ciddi bir yok oluşun önü açıldı. İmar, ruhsatlandırma, denetim, kamulaştırma, kentsel dönüşüm ve tabiat varlıklarına ilişkin tek yetkili olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sit Alanı Koruma Kurulu üyelerinin görevlerine son verdi. Bu sayede 1685 doğal sit alanının statüsü tekrar gözden geçirilecek.

mekle kalmayacak, ayrıca doğal sitler ile aynı zamanda doğal sitlerle kesişen arkeolojik, kültürel ve doğal sit alanlarında tehlike altında olacağı ifade edilen açıklamada; “KHK ile 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 27. maddesi değiştirilerek “Köylerde yapılacak yapılar ve uyulacak esaslar” başlığı altında: “Köy yerleşik alan sınırı içerisinde, 3.7.2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz.” Bu değişikliğin anlamı şu; köy yerleşim alanlarında her türlü yapı, tesis, işletme tarım arazisinin niteliği dikkate alınmadan serbestçe yapılabilir. Bu uygulamayla özellikle kıyı şeridindeki köy yerleşim alanları tamamen ranta açılacak. Birinci sınıf tarım arazilerine turistik tesisler, villalar, sanayi tesisleri yapılacak. Bir diğer konu ise mera alanlarına ilişkin. Söz konusu kararname ile 3194 sayılı İmar Kanunu‘na ek madde eklendi. Maddenin önemli bölümleri şöyle: “Mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşim yeri

Rantsal paylaşım üzerine kararname Konuya ilişkin Ziraat Mühendisleri Odası yayınladığı bildiri ile bu değişikliğin mevcut düzenleme ile nereye evrildiğini kamuoyuna açıkladı. 24.08.2011 tarihli “HÜKÜMET NE YAPMAK İSTİYOR?“ başlığıyla yapılan açıklamada, çıkarılan kararla köy yerleşim alanlarının sermayeye açıldığını ve tarım alanının niteliğine bakılmaksızın serbestçe sermayenin bu alana gireceğini ve 1. sınıf tarım alanlarının turistik tesis olacağı kaydedildi. Bu kanunla birlikte sadece meralar ve verimli tarım arazileri bu süreçten etkilen-

Gerze’de polis, jandarma ve patron “ortaklığı”

Köylerine termik santral yapılmasını engelleyen ve sondaj ekibinin geçiş yapmasına izin vermeyen köylülere; patron, jandarma ve polis işbirliğinde saldırı düzenlendi Sinop'un Gerze İlçesi’ne bağlı Yaykıl Köyünde yapılması planlanan termik sant-

rale karşı direnen köylüler yine saldırıların hedefi oldular. Sondaj ekipleri yüzlerce jandarma ve polis eşliğinde Yaykıl Köyü'ne girmek istedi. Anadolu Grup tarafından yapılması planlanan santral alanında çadır kurarak nöbet tutan köylüler, şirket yetkililerinin ve sondaj ekibinin alana girmesine izin vermedi. Köylülerin şirket yetkililerini engellemesi üzerine polis ve jandarma ekipleri halka saldırdı. Saldırı so-

Sit Alanı Koruma Sit alanlarını daha rahat peşkeş çekmek için önüne çıkan engelleri kaldırmaya dönük uzun zamandır çalışmalar yürüten AKP hükümeti, sit alanları için yetkili koruma kurulunuda feshederek son noktayı koymuş oldu. Konuyla ilgili açıklama yapan Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir çıkarılan kararnameyi şu sözlerle eleştirdi; “Bakanlık, doğal sit alan-

nucu çok sayıda köylü yaralandı. Daha sonra termik santrale karşı çıkan ve sondaj ekiplerinin geçiş yollarına barikat kuran köylülere polis tekrar biber gazı ve coplarla saldırdı. Saldırıda dört kişi ağır yaralandı, polis ile köylüler arasındaki gerginlik uzun süre devam etti. Biber gazı ve cop kullanılan polis saldırısında 25 köylü yaralandı, gözaltına alınan köylülerden de 1 kişi tutuklundı. Saldırılara rağmen geri adım atmayan


18-19_Layout 2 9/8/11 5:27 PM Page 2

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

19

Devlet, ülkedeki bütün üretim ve yaşam alanlarını rantsal dönüşümün hizmetine açıyor. Tarfların müdahil olmasını engelleyen kararname ile sit alanları, meralar, tarım arazileri vb hepsi bakanlığın ve bürokratların keyfi tutumu ile rant alanına çevrilebilecek

olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taşınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine, diğer alanlar da kalanlar ise İl Özel İdarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilir. Mera, yaylak ve kışlakların 12.03.1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımları, ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescil edilir ve bu yerler, 2634 sayılı Kanun çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilir.” Çok açık bir biçimde mera alanlarının kullanımı, bu konudaki yetkili komisyonlar devre dışı bırakılarak il özel idarelerine, belediyelere ve Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na tahsisi öngörülüyor. Yapılan değişikliklerle, tarım toprakları ve hayvancılığın vazgeçilmez beslenme kaynağı meralar amaç dışı kullanıma, ranta açılıyor.” ifadelerine değinildi.

Kurulu feshedildi larını yeniden ‘değerlendirecek’. Bu değerlendirmeyi de bakanlığın ‘uygun’ gördüğü ‘konunun uzmanları’ yapacak!.. Artık gerisini siz hesap edin! Bu, HES’ler ile ilgili dava süreçlerine vurulacak çok önemli bir darbedir. Bu yeni değişiklik ile doğal sit alanları içinde kalan derelere de HES yapılabilecek. Yani bugüne kadar ilan edilen tüm doğal sit alanları, tekrar değerlendirilecek. Belli ki yetmemiş, belli ki işi kökten çözmek gerekmiş. İşin aslı, biz buna hamuduyla götürmek diyoruz.”

köylüler şirketin sondaj aletlerini alana sokmadı. Traktör ve biçerdöverlerle yolu kapatan köylülerle kolluk kuvvetleri arasında zaman zaman gerginlik yaşandı. Çadırlarda bulunan köylülere üç kez saldırıldı..

Baskılara rağmen direneceğiz Yeşil Gerze Çevre Platformu Sözcüsü Şengül Şahin, şirketin hukuk tanımaz bir tavır takındığını söyleyerek, “Şirket

hukuk tanımadan Yaykıl Köyü’ne şantiye kurmak istiyor. Biz meşru biz zeminde mücadele ediyoruz. Şirketin bu tavrına kolluk kuvvetlerinin ortak olmasıyla çok üzücü. Biz her türlü baskıya rağmen direnişimizi sürdüreceğiz. Bu saldırıda düşman topraklarına girer gibi yapıldı. Bunu kınıyoruz. Gerze düşman toprağı değil” diye konuştu.

ELEŞTİRİ SİLAHI

≫ emrah cilasun

MANİDAR ORTAKLIK: SAİD NURSİ -3iyaseten Said Nursi’nin tarihsel fonksiyonu Said Nursi’nin en önemli özelliği, hayatı boyunca, başından beri son derece kararlı bir biçimde komünizme karşı gelmiş olmasıdır. 1. Dünya Savaşı sonrası, dünya çapındaki siyaset sahnesinde oluşan kapitalist kampla komünist kamp arasındaki çatışmada Said Nursi, tercihini anti-komünizmden yana yapmıştır. Rusya’daki Ekim Devrimi’nden (1917) iki sene sonra kaleme aldığı bir eserinde Said şöyle demektedir: “Kızıl Rusya’dan çıkarak, kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran; bazı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, kardeşine, ‘Kardeşini öldür!’ diye bağıran ve en nihayette, âlem-i Hıristiyaniyeti yakıp kavurup harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir belâ olan komünizm gibi azîm bir yangına karşı itfaiye vazifesini üzerine alan Risalei Nur, Müslümanların ve beşerin en büyük ve yegâne tahassüngahı (kalesi) ve en büyük melceidir (sığınadır).” (Tarihce-i Hayat, sayfa, 497) İlkin Osmanlı İmparatorluğu’nun daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin Tanzimat’tan (1839) beri süre gelen “Batılılaşma” serüveni doğrultusundaki münakaşaya, iki ana noktada Said Nurside katılmıştır. Birincisi, ideolojik saflaşma açısından, “âlem-i Hıristiyaniyeti yakıp kavuran… Komünizm gibi azîm bir yangına karşı itfaiye vazifesini üzerine alan” Said’in böylesi bir misyonun zaviyesi ile hareket ettiğidir. İkincisi, bu münakaşada Said, İslam diniyle Batı’nın sadece bilgi ve teknolojisinin harmanlanmasını esas almış ve önermiştir. Dolayısıyla ardıllarının büyük önem atfettikleri “Dinler arası diyalog” söylemine rağmen Said’in, Batı’ya bakışı ve yaklaşımı tamamen pragmatisttir. Türkiye’de yeni cumhuriyet rejiminin, Batı’yı model alarak, yapısal değişiklikten geçmekte olduğu 1930’larda Said, Batı hakkında şu fikirleri öne sürmüştür: “Avrupa ikidir: Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin (iyilikler) zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum. Şöyle ki: O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan (faydalı) başka olan malayani (faydasız) ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih (eğlence düşkünü) medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim: Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm (hasta) ve dalaletli (azgın) bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.” (17. Lema, sayfa, 115.) 1930’larda Batı’nın “muzır hayat ve felsefesine” beddua eden Said Nursi, 2. Dünya Savaşı sonrasında Bağdat Paktı’nın (CENTO Central Treaty Organization) 24 Şubat 1955’de Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere tarafından kurulmasını desteklemişti. O dönemde çok güçlü olup, yayılma istida-

S

dında olan Sovyetler Birliği’ni durdurmayı amaçlayan Bağdat Paktı’nın kuruluşunu Said Nursi büyük bir sevinçle karşılamıştır. Bu vesileyle Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakanı Adnan Menderes’e bir mektup yazarak CENTO’nun, Müslümanların ve dünyanın barışını sağlayacağını ifade etmişti. (Emirdağ Lahiası, sayfa, 437) Said Nursi’de anlaşmak Kendisinin ya da talebelerinin kaleme aldığı, Said Nursi’nin eserleri olarak bilinen Risale-i Nur’un tamamı altı bin sayfadır. Kuran’ın temel alındığı ve ondan yapılan alıntıların ağırlıkta olduğu bu hacimli külliyatta spritüal bir dil hâkimdir. Said Nursi hakkında, Nur hareketi çevresinden gelen araştırmacıların yaptıkları onca biyografik çalışmanın yegâne kaynağının Risale-i Nur olduğu göz önünde bulundurulacak olunursa, sonuçta bu biyografi çalışmalarının dönüp dolaşıp, örneğin, Türk Milli Marşı’nın söz yazarı Mehmet Akif Ersoy’un “Viktor Hügo’lar, Sekspirler, Dekartlar edebiyatta ve felsefede, Said Nursi’nin bir talebesi olabilirler” (Sözler,sayfa, 764) gibi abartılı yorumlarına atıfta bulunmalarına şaşmamak gerekir. Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in tesiri altındaki akademisyenlerin de Said Nursi hakkında yapmış oldukları biyografik çalışmalar son derece problemlidir. Başta Mustafa Kemal olmak üzere, cumhuriyetin kurucu kadroları dine ihtiyaçları olduğunun bilincindeydiler. O nedenle bir yandan Halifeliği kaldırırlarken bir diğer yandan, rejimin ordudan sonra en büyük kurumu olan Diyanet İşleri Riyaseti’ni kurmuşlardı. 7 Şubat 1923’de, Mustafa Kemal’in, Balıkesir’de din hakkında yaptığı konuşma bu anlatılanları ispatlaması açısından önemlidir: Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, iyiliği ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, hepimizce malumdur ki, Kur’anı azimüşşandaki nusustur [dogmalardır yani]. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa hakikate tamamen uyuyor ve denk düşüyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer tabii ilahi kanunlar arasında zıtlık olması icap ederdi. Çünkü bütün kâinatın kanunlarını yapan, Cenabı Hak’tır. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 15, s. 117) Kemalist akademisyenler, Mustafa Kemal’e ait bu tip sözleri bilmek ve duymak istemedikleri için, laik cumhuriyet ile dini çevreler arasındaki çelişkiyi, Bonapartist bir “yobazlık” kavramı üzerinden okumaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Kemal ile Said Nursi arasındaki dine ilişkin özdeşliği görmemezlikten gelmişlerdir. Fakat artık bugün söz konusu akademisyenlere ve onların Kemalizmine gerek kalmamıştır. Sistem bunları tedavülden kaldırmaya çoktan başlamıştır. Bugün, onca toz duman arasında, savaş tamtamlarının ayyuka çıktığı bir ortamda, Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik ve Sırrı Süreyya Önder’in Said Nursi gibi ortak bir müşterekte buluşmaları manidardır. Yeni resmi ideoloji ve paradigma, “ortak akılla” bulunduğuna göre şimdi, sıra yeni anayasadadır.


20-21_Layout 2 9/8/11 5:21 PM Page 1

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

Devrimci-halkçı yerel ››

Geçen sayıda yayımlamaya başladığımız dosyamızın bu bölümünde, Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel, akademisyenler Şükrü Aslan ve Yücel Demirer’in izlenimlerine yer veriyoruz. Devrimci-halkçı yerel yönetimleri pratik zeminde ören Demokratik Haklar Federasyonu, geniş kesimleri çalışmalara katarak Dersim’in Hozat ve Mazgirt İlçesi’nde faaliyetlerini sürdürüyor. DHF’nin yerel yönetimler sorununu tartışmak, devrimci-halkçı belediyeciliği ve yeni demokrasi kültürünün partik izlenimlerini ve çoğulculuğu geliştirmek hedefiyle düzenleyeceği sempozyumun somut çalışmalarından kesitler sunmaya devam ediyoruz. Halka rağmen halk adına iş yapma kültürünün alıp başını yürüdüğü günümüz dünyasında, geri yanlarını aşmakla birlikte halkı siyasi yaşamda özne yapmak ve onun adına değil, onunla birlikte iş yapmak elzem bir noktada duruyor. Bu sempozyum da bu sürecin bir parçası olacak. Sadece teknik anlamda bir planlama ya da sosyal bir test niteliğinde değil, siyasi yaşamın güncel konular ekseninde pratik adımlarıyla birlikte tartışılması ve bu çalışmalara sunacağı katkı açısından önemlidir. Şimdi sözü Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel ve Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi eğitmeni Yücel Demirer’e bırakıyoruz.

“Devrimci, halkçı çabada yalnız değiliz!” Tekin Türkel – (Mazgirt Belediye Başkanı); 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde, Dersim’in Mazgirt İlçesi’nde devrimci, halkçı bir program ve perspektifle ele aldığımız seçim çalışması sonucunda, AKP’de olan belediye yönetimini halkımızla birlikte devraldık. 1945 yılında kurulan belediyemiz, sistemin Dersim politikasından payına düşeni fazlasıyla alan ilçe halkının, ekonomik ve sosyal sorunlarını çözen ve

yaşanan tahribat karşısında halkçı bir mevzi olmaktan uzak bir yönetim anlayışıyla yönetile gelmiştir. Zaten yok denecek kadar az olan kaynaklarla hiçbir şey yapılamayacağı sonucu, geride mevcut ilçe gerçekliğini bırakmıştır. Evet, kaynak yok, gelirlerimiz giderlerimizi karşılamıyor. Belediyenin borcu cüssesiyle karşılaştırıldığında oldukça ağır ve malvarlıklarımız hacizli. Mevcut sorunları daha da sıralayabiliriz. Ama asla çaresiz ve umutsuz değiliz. Zira daha ilk günden biliyorduk ki yalnız değiliz. Devasa dünya nimetlerini paylaşan bir avuç egemenin ve onların sistemlerinin karşısında maddi kaynaklarımızın lafı dahi edilemez. Ama biz başka türlü bir şey yaratmanın mümkün olduğunu gördük ve bundan sonra da bunun mümkün olacağını biliyoruz. Çünkü parçası olduğumuz taraf daha güçlü ve biz bu gücü ortaya çıkarma mücadelesinin bir parçası olarak belediyemizi yönetirsek, yaşanabilir bir ilçe ve sisteme mütevazi de olsa model olacak yaşam alanlarının örneklerini yaratabiliriz. En azından bu çabayı ısrarla sürdürebiliriz. Gerçeklikten ve somut koşulların zorlu sonuçlarından azade “hayalperestler “ değiliz. Doğru, bilimsel ve ortak aklı kolektifleştirip çoğaltırsak zorlu koşulları bu küçük ilçede adım adım aşabileceğimizin bilincindeyiz. Zira yukarıda da ifade ettiğim gibi kazandığımız bu mevzi, insanca bir yaşam mücadelesinin bir parçası olarak, bu mücadele içerisinde olan toplumsal tabakanın ortak paydasıdır ve yeni demokrasi perspektifiyle ele aldığımız bu alanda, parçası olduğumuz “tarafın” çabası ve gücü bizimle olacaktır.

Yücel Demirer (Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi)

›› Belediyeler pratiğin bilgisinden kalkınarak

kurumsallaştırılmış ortak bir algının olmaması, daha sistemli ve bilimsel yöntemlerle ilerlememiz önünde engel oluşturabiliyor. Sosyalist iddia sahipleri olarak, bugün güncel olan bu mevzilerin pratiklerinden hareket ederek sonuçlar çıkarmak durumundayız

Her türlü katkı ve öneriye ihtiyaç var Örgütleme süreci içerisinde olduğumuz “1. Devrimci ve Halkçı Belediyeler Sempozyumu” çalışmalarında geldiğimiz nokta ve ortaya çıkan emek yalnız olmadığımızı bir kez daha kanıtladı. Farklı alan ve mesleklerden mimarların, mühendislerin, şehir planlamacılarının, sosyal bilimci ve akademisyenlerin sempozyum çalışmaları kapsamında Mazgirt ve Hozat ilçelerine gerçekleştirdikleri ziyaret, çalışmalarımızda bize güç ve umut verdi. 11. Munzur Kültür ve Doğa Festivali içerisine denk gelen ziyaret süreci, festival yoğunluğunun getirdiği koşuştur-

maya denk gelmiş olmasına rağmen, bu ilk adım ve sonrasında ilerleyen sempozyum çalışmaları bizce oldukça anlamlıdır. Devrimcilerin, sosyalistlerin, bilgiyi ve birikimi bilimsel bir çabayla kolektifleştirerek, geride bıraktığımız iki yıllık sürecimizi yerinde görmeleri, sorunlarımızı dinleyip, doğru ve yanlışlarımızı inceleme fırsatı bulmaları, önümüzdeki süreçte bizlere yol gösterici olacaktır. Göçler ve sürgünlerle yalnızlaştırılmış bir ilçede gerçekleştirdiğimiz bu buluşma, Mazgirt halkı açısından da son derece anlamlı

Geliştirilmesi gereken bir başarı öyküsü Binlerle ifade edilen konuk-katılımcı-izleyici kapasitesiyle başarıyla kotarılan Munzur Festivali, yerel yönetimler ve siyasal iradeler arasındaki işbirliğinin, deneyim ve gelişimi açısından da önemli bir laboratuar olma özelliği taşımaktadır

11. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ni geride bıraktık. Çevre, toplumsal cinsiyet sorunları, toplu mezarlar ve güncel siyasal süreç, yozlaşma ve cemaatleşme gibi konular çevresinde yapılan tartışmalar, içerikli sergiler, paneller, konserler, film, tiyatro gösterileri ve şiir dinletileri ile zenginleşti. Etkinlik, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir köşesinden, değişik yaş gruplarından insanları bir araya getirdi. “Görmek,” “görünmek” ve “parçası ol-

mak” üzere Dersim’e gelenler farklı coğrafya ve toplumsal kesitlerin ortak kaygılarını paylaşmış oldular. Dersim merkezin yanında, ilçelerde de yüksek katılımlarla etkinlikler kitlesel olarak desteklendi. Öncelikle bu türden bir etkinliği bunca uzun bir süredir ve bu düzeyde bir canlılık içinde ayakta tutmanın önemi vurgulanmalıdır. Toplumsal muhalefet üzerindeki


20-21_Layout 2 9/8/11 5:21 PM Page 2

fDevrimci-Halkçı Yerel Yönetimler

dosya 20-21

yönetimler için ileri... Bütün çabalar ortaklaştırılarak yarına taşınmalıdır Belediyeler alanında pratiğin bilgisinden kalkınarak, kurumsallaştırılmış ortak bir algının olmaması, daha sistematik ve bilimsel yöntemlerle ilerlememiz önünde engel oluşturabiliyor. Sosyalist iddia sahipleri olarak, bugün güncel olan bu mevzilerin pratiklerinden kalkınarak sonuçlar çıkarmak durumundayız. Çalışmalarını özverili bir emekle sürdürdüğümüz sempozyum ve bu kapsamda gerçekleştirilen geziler, bize bu sonuçları oluşturmada ön açıcı yöntemler göstereceği inancındayım.

Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler çalışmalarından olmuştur. 2009’da yola çıkarken ısrarla yalnız olmadığımızı söylemiştik. Mazgirt halkı; bu kısa ama sonuçları ilerde daha net görülecek geziyle ve sempozyum çalışmasıyla yalnız olmadığını görüyor. Üretimden kopartılarak sosyal ve kültürel açıdan “an-lıklaştırılmaya” çalışılan Mazgirt halkının, belediye mevzisinden de, bu saldırılara karşı koyma çabası içerisinde olması noktasında ısrarlıyız. “Uzakta” bir “köy” olamadığını gören Mazgirtliler, açığa çıkardıkları bu mevzinin güçlenip, ileriye taşınmasında her türlü katkıya, öneriye ve eleştiriye ihtiyaç duyuyor. Zira alternatif mekanlar ve kültürel yeniden inşa sürecinde, mimara, sosyal bilimciye, mühendi-

2.

BÖLÜM

se, şehir plancıya, akademisyenlere ihtiyacımız var. Sosyalist bir iddianın sahibi bir yönetim sürecinde, sempozyum vesilesiyle ortaya çıkarılan bu emek sürecinin devamlılığının sağlanması oldukça önemlidir. Mazgirt ve Hozat dışında benzer iddia sahibi olan ve sempozyumumuza da çağırdığımız belediyelerimizle de bu süreci başlatmamız oldukça önemlidir. Bu çalışma, bu konuda var olan ısrarımızı pratikleştirecektir. Yaşanabilir bir dünya mücadelesinin parçası olarak gördüğümüz dost belediyelerle yan yana gelerek, bilgi, birikim ve emeğimizi ortaklaştırmamız, bu sempozyum sürecinin önemli ayaklarından biri olacaktır.

sürekli baskı ve gölgeleme faaliyeti dikkate alındığında bu durum hiç de küçümsenmeyecek bir başarıdır. Binlerle ifade edilen konuk-katılımcı-izleyici kapasitesiyle başarıyla kotarılan Munzur Festivali, yerel yönetimler ve siyasal iradeler arasındaki işbirliğinin deneyim ve gelişimi açısından da önemli bir laboratuar olma özelliği taşımaktadır.

çütlerle yapılan kötümser yorumlar, festivalin sosyal muhalefetin temsili ve inşası bağlamında içerdiği önemi görememektedir. Muhalif bir geleneği ortaya çıkaran, yeni kuşaklara devreden, yeni koşullara göre dönüştüren toplantılar, dar istatistiklerle kavranamayacak işlevsellikleri dikkate alınarak, daha olumlu bir yaklaşımla değerlendirilmelidir.

Festival bütün olarak değerlendirildiğinde bir başarı öyküsü olarak ortaya çıkmaktadır. Dar ve kötümser yaklaşımlarla katılımcı sayısı, konuşmacıların bilinir olması-olmaması, etkinliklerin ana-akım medyada yer bulması-bulmaması gibi öl-

Öte yandan toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi diyalektik bir yenilenme gereksinimi Munzur Festivali için de geçerlidir. Her ne kadar Munzur Festivali devrimci bir dönüşüm için ses üretme, sesleri birleştirme gibi doğrudan siyasal

Mazgirt Belediyesi çalışmalarında daha yolun başındayız. Gerçekleştirilen geziye katılan dostlarımız bu kısa sürede, bunu gözlemlemişlerdir. Yok denecek imkânlarla yürüttüğümüz çalışmalarda hedefimiz rutin “belediyecilik” anlayışını aşmaktır. Ortaya koyduğumuz iddiayla, mekânımızın somut gerçekliğini ve yaşadığımız dönemin ülke ve dünya gerçekliğini değerlendirerek adımlar atmaya gayret ediyoruz. Tam da bu noktada, sempozyum sürecine dahil olarak bizleri yerinde gözlemleyen ve gelemese de bu çabada yanımızda olan dostların katkıları oldukça değerli olmuştur. Bu noktada gerçekleştirdiğimiz toplantılarda dostlarımızın olanaklarını, bilgi ve birikimlerini belediyelerimizle paylaşma kararlılığında olmaları bizleri daha da güçlü kılmıştır.

Doğru ve yanlış pratiklerimizi derslere çevireceğiz “1.Devrimci ve Halkçı Belediyeler Sempozyumu” , bu alana dair teorik birikimimizi güncel pratiklerimizde sınayarak bizlere ve yarına somut yol ve yöntemler oluş-

içerikli bir festival olsa da, güncel siyasal gereksinimler yanında ve bunların ötesinde sosyal ve tarihsel sorumlulukları da omzunda taşımaktadır. Hem bu gereksinime yanıt verecek ve hem de festivalin yarattığı kendini tekrar hissine çözüm getirecek yeni tartışma eksen ve ortamları düşünülmelidir. Siyasal gündemle ilintisi dolaylı olsa da, tarihsel ve sosyolojik derinleşme imkanları toplumsal bütünleşmeyi besleyecektir ve bu yüzden kritik öneme sahiptir. Somut birkaç öneri olarak; her yılda bir temaya yoğunlaşılması, panellerde çok yüksek tutulan katılımcı sayısının üç,

turma noktasında önemli bir adım olacaktır. İçerisinde yaşadığımız ve ona alternatif olduğumuz dünya sistemi her pratiğinden sonuçlar çıkararak, gerici emellerinin refahı için tecrübeler oluşturuyor. Yaşadığı tıkanıkları aşmada geçmiş ve güncel deneyimlerinden çıkardığı sonuçlara başvuruyor. Toplumu, zamanın baş döndürücü akışında, tarihten kopuk bir kompozisyon olarak yeniden yeniden örgütlerken, kendi geleceğinin bekası için her seferinde halk karşıtı tecrübelerinin ortaklaşmış mirasına başvuruyor. Bizler de her pratiğimizden onlardan daha güçlü sonuçlar çıkarmalıyız. Doğrularımızı ve yanlışlarımızı bilimsel ve tarihsel bir yöntemle ele almak zorundayız. Tam da bunun için yerel yönetimler, dar anlamdaysa belediyeler alanında doğru ve yanlış pratiklerimizi derslere çevirip yarına aktarmak güncel sorumluluğumuzdur. Belediyeler alanında, sosyalistler olarak mütevazi mevzilere sahibiz. Ve elimizde hikayeleşmiş anlatılar dışında pratiğin bilgisine de yaslanan, güncelin somutuyla da uyumlu yöntemler oldukça sınırlı. Sempozyum ve o kapsamda ilçemize gerçekleşen ziyaretler, bu sınırlılığı aşmada önemli adımlardan biri olacaktır. Bu vesileyle çalışmaları genişletmek zorundayız. Son olarak, Mazgirt halkı adına yaşanabilir bir dünya mücadelesinde aynı tarafta olduğumuz kişi ve kurumları bu sürece katkı sunmaya çağırıyorum. Ayrıca halihazırda bu çalışmada ortak emek harcadığımız, bizleri yerinde ziyaret eden kurum ve kişilere de Mazgirt halkı adına teşekkürlerimizi iletiyorum.

dört gibi makul bir sayıya düşürülmesi, konuşmalardan sonra mutlaka soru-yanıt için zaman ayrılması, bunların dışında o yılın teması ve güncel siyasi meseleler üzerine dinleyenlerin söz alabileceği “açık mikrofon” gibi demokratik katılım imkanlarının oluşturulması sayılabilir. Festivaller toplumsal dayanışma ve bilinç düzeyini artıran şenliklerdir. Bunların her şeyden önce birer kutlama ve varlık bilincini yükseltme ortamı olduğu akılda tutularak rekabetten çok dayanışma mecraları olması sağlanmalıdır. Munzur Festivali 101. yıldönümünün kutlanma garantisi, mücadeleci olduğu kadar dayanışmacı bir dilin de kurulmasından geçmektedir.


22-23_Layout 2 9/8/11 5:10 PM Page 1

22 kültür sanat

SED Girişimi Kolektifi’nden çağrı

Dünden bugüne hakim sınıfların kültür, sanat politikalarına baktığımızda çok büyük farklılıkların yaşanmadığını, her döneme denk düşecek şekilde her şeyi kendi sınıf çıkarlarına göre şekillendirdiklerini görüyoruz. Günümüz koşullarında sanatın, kültürün ve bilimin metalaştırıldığını, emeğe saygının tüketildiğini; toplumu aydınlatmakla görevli bilim insanı, sanatçı ve aydınların bu görevlerinden alıkonulmaya çalışıldığını biliyoruz. Sistemin sömürüye dayalı dayatmalarını reddeden, bireyciliğin yerine, kolektif üretimi ve karşı duruşu benimseyen sanatçı- yazar ve aydınlara sopanın sık sık gösterildiğinin bilincinde olan bizler, muhalif duruşumuzu hem örgütlemek ve hem de güçlerimizi birleştirerek emeğimizi sahiplenmek adına yaklaşık bir yıldan fazla bir süredir çeşitli uğraşlar içinde bulunduk. Süreci bizlerle paylaşmak isteyen dostlarımızın öneri ve eleştirileriyle düşüncelerimizi zenginleştirerek çabalarımızı bugüne taşıdık. Gelinen aşamada ‘’Sanat-Edebiyat-Düşün Avrupa” olarak örgütlenmeyi düşündüğümüz kurumsallaşmanın, Kuruluş Kongresi aşamasına gelmiş bulunuyoruz. İnsanlığın ve doğanın aydınlık yarınlarına karşı sorumluluk duyan sanat ve düşün emekçileri olarak, sanatımızın ve düşün gücümüzün olanaklarını birleştirerek özgür yarınlara yürümek istiyoruz. Bu bilinç ve sorumluluk duygusuyla, Frankfurt’a 17-18 Eylül’de gerçekleştireceğimiz alternatif sanat ve düşün örgütlülüğünün Kuruluş toplantısı ve şenliğine başta tüm sanat ve düşün emekçileri olmak üzere ilgili herkesi davet ediyoruz. Kolektif Sanat Şenliği Tarih: 18 Eylül 2011 (Pazar) Saat: 13.00 Yer: Haus der Jugend Deutschherrenufer 12 Frankfurt/Main SED (Sanat-Edebiyat-Düşün) Girişim Kolektifi

Umudun resmini birlikte çizelim “Yüz çiçek yan yana açsın, yüz fikir akımı birbiriyle yarışsın” perspektifi doğrultusunda Yeni Demokratik Halk Kültürünü yaratma yolunda ilerleyen Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi ( YÇKM ) yeni dönem çalışmalarına başlıyor. YÇKM 2 Ekim Pazar günü, Okmeydanı Sibel Yalçın parkında gerçekleştireceği açılış etkinliğinde tiyatro, fotoğrafçılık atölye çalışmalarının ve üretimlerinin yanında gitar, koro, yan flüt, keman ve halkoyunları kursiyerlerine de sahnede yer verecek.

Program

“Müziği birlikte yaratacağımız, türkülerimizi birlikte söyleyeceğimiz ve yaşamın tüm gerçekliğini, bin bir rengini karelerde yansıtacağımız, umudun resmini birlikte çizeceğimiz kültür merkezimizde yaşamı yeniden yaratalım!” diyen YÇKM açılış etkinliğine, Grup Munzur, Pınar Sağ ve Erdal Bayrakoğluda ezgileriyle katkıda bulunacak. Yeni dönem kurs kayıtlarına da Eylül ayında başlayacak olan YÇKM iyiden, güzelden, halktan yana olan herkesi açılış etkinliğine bekliyor.

Grup Munzur Erdal Bayrakoğlu Pınar sağ YÇKM Tiyatro Atölyesi YÇKM Halk Oyunları Kursiyerler

Sinevizyon Tarih: 2 Ekim Pazar Saat: 17.00 - 22.00 Yer: Sibel Yalçın Parkı Okmeydanı Tel: 0212 250 4993

‘YILMAZ GÜNEY Bir köle olarak yasamaktansa, özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir...

Halkın sanatçısı halkın savaşçısı

1 Nisan 1937 yılında bir işçi ailesinin çocuğu olarak Adana’nın Yenice Köyü’nde doğan Yılmaz Güney, çocukluk yıllarında pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satıcılığına kadar birçok işte çalışır. 1959 yılında yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışmasıyla birlikte sinemaya adımını atar ve film senaryoları yazmaya başlar. Öyküler yazarak edebiyata giren sanatçı, On Üç dergisinde yayınlanan “ Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri”

adlı öyküsünden dolayı komünizm propagandası yapmakla suçlanır ve yargılanarak 1961 yılında 18 ay hapis alır, hapisten sonra 8 ay Konya’ya sürgüne gönderilir. Hapishanede kaldığı dönemlerde mücadeleden kopmaz. Senaryolarıyla üretimlerini arttırırken yazılarıyla da devrimci sanat anlayışını derinleştirir. Yılmaz Güney, sanatın sınıf mücadelesiyle kopmaz bağlarına vurgu yaparken, sanatın yalnız ideolojik ve kültürel bir mücadele olmadığı-

1 Mayıs’ta 3 gün süren 9. Geleneksel 1 Mayıs Mahallesi 2 Eylül Kuruluş Festivali, yapılan etkinlikler ve konserlerle sona erdi 2 Eylül 1977’de halkın barınma hakkına yapılan saldırılar sonucu 1 Mayıs Mahallesi halkı devrimciler önderliğinde, tarihe adını “Gecekondu Direnişi” diye yazdıran mücadeleyi örgütledi. Yaşanan çatışmalar sonucu 12 kişi hayatını kaybederken, halk kanıyla ödediği bedelle mahallesini yıktırmadı. 2 Eylül Direnişi’ni yaşatmak için bu yıl 9’uncusu düzenlenen Geleneksel 1 Mayıs Mahallesi 2 Eylül Kuruluş Festivali, aralarında Demokratik


22-23_Layout 2 9/8/11 5:10 PM Page 2

Halkın Günlüğü 10-20 EYLÜL 2011

23

kolojisine ışık tutmasıyla da dikkat çeker. Filmde, eski faytonu ve atıyla kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan Cabbar’ın mücadele dolu yaşamı anlatılır. Film Adana Altın Koza Film Şenliği’nde en iyi film ödülünü alır. Film sansür kurulu tarafından yasaklanır. Danıştay’ın kararıyla yeniden izleyiciyle buluşur. Umut filmi ülkemizde ve dünyada büyük ilgi görür. Güney 1971 yılında yönettiği Ağıt, Acı ve Umutsuzlar adlı filmleriyle Adana Altın Koza Film Şenliği’nde dereceye girer ve festival tarihinde üç filmiyle ödül alan ilk yönetmen olarak tarihe geçer. Baba filmini çeken Yılmaz Güney’in bu filmle aldığı ödül elinden alınır. Ancak Güney, politik kimliğinden ve devrimci sanat anlayışından taviz vermeden çalışmalarına devam eder. Aynı yıl gözaltına alınır ve 3 ay süreyle Nevşehir’e sürgüne gönderilir. 12 Mart darbesinden sonra siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklanan sanatçıya, 10 yıl hapis verilir. Aynı yıl Boynu Bükük Öldüler romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanan Güney’in tutukluluğu,1974 affıyla sona erer. Bu dönemde Arkadaş filmini çeker. Bu film iki üniversite öğrencisi arasında yaşanan toplumsal uçurumu anlatırken, bireylerin zamanla bu durumu fark etmesini konu alır. Arkadaş filmini izlerken, onun devrimci sanat anlayışını filme çok iyi uyarladığını ve halkın elinde bir silaha dönüştürdüğünü görürüz. Yılmaz Güney, Endişe filminin Adana’daki çekimleri sırasında karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı öldürmekten 19 yıl hapis alır. Hapishanede bulunduğu dönemlerde Güney dergisini çıkaran sanatçı, senaryo çalışmalarına da devam eder. Senaryolarını yazdığı Sürü ve Yol filmleri, Zeki Ökten ve Şerif Gören tarafından sinemaya aktarılır. Ülkemizde ve ülke dışında birçok ödül alır. 1981 yılında Isparta yarı açık hapishanesinden firar eder ve Fransa’ya gider. Yol filminin kurgusunu yeniden yapan Güney, Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülünü alır. Güney yurda dönmesi çağrılarına uymaz ve 1983’de Türk vatandaşlığından çıkarılır.

nı, aynı zamanda siyasi bir mücadele olduğunu da söyler. Sinema yoluyla insanların duyguları, güdüleri ve bilinçleri üzerine çalıştığını söyler. Bu yönüyle Yılmaz Güney sineması, devrimcilerin elinde güçlü bir silaha dönüşür. 1970 yılında çektiği Umut filmiyle, sinemamızda bir kırılma noktası yaratır. Anlatımındaki gerçekçiliğin yanında, ülkemizde bir dönemin psi-

Aynı yıl Fransa’da Duvar filmini çeker. Bu film hapishanede kalan çocuk mahkumların yaşadıklarını anlatırken, toplumsal olaylara ayna tutan bir işlev görür. Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984’de yakalandığı mide kanserine yenilir ve Paris’te hayatını kaybeder. Gerek filmlerinde verdiği mesajla gerekse yaşamdaki duruşuyla devrimci sanatçı kimliğinden ödün vermeyen Yılmaz Güney, geride yüzlerce filmini ve halkın belleğindeki yerini koruyarak aramızdan ayrılır.

festival coşkusu Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu devrimci-demokratik kurumlar tarafından örgütlendi. Halkın yoğun ilgisinin gözlendiği festival, 1-2-3 Eylül tarihlerinde 1 Mayıs Mahallesi Deniz Gezmiş Parkı’nda yapıldı.

tür Merkezi (YÇKM) Halk Oyunları Ekibi sahneye çıkarken izleyicilerin büyük beğenisini topladı. Festival’de sırayla her gün Grup Vardiya, Pınar Sağ ve Grup Munzur sahneye çıkarak ezgilerini kitleyle paylaştı.

Festival sırasında yapılan panellerde, “Mahallenin Tarihçesi, Kentsel Dönüşüm ve Yıkımlar” , “Güvencesiz Çalışma, Kriz ve Mücadele Biçimleri”, “Kadına Yönelik Şiddet” , “Ortadoğu’daki Gelişmeler” konuları işlenirken panellere Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB) ile Demokratik Kadın Hareketi (DKH)’nden temsilciler katıldı. Tiyatro gösterilerinin yapıldığı etkinliklerde, 2.gün Yüz Çiçek Açsın Kül-

Festivalin 2.gününde 2 Eylül 1977’de katledilen 12 kişi için anma yürüyüşü düzenlenirken, kitlesel geçen yürüyüş sonrası bir basın açıklaması yapılarak, Kentsel Dönüşüm Projeleri’yle yıkılmak istenen mahallenin direniş geleneğine sahip çıkılması çağrısı yapıldı. DHF’ninde yer aldığı devrimci - demokratik kurumlar stand açarak çalışmaları sürdürürken, yerel sanatçılar da sahne aldı,

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

BABALAR GÜNÜ yandım. Bahçede bahar. Pencerede ışık ve kuş şamatası. Kalktım; ağır ve emin. Kitaplar, gece bıraktığım yerlerinde duruyorlar. Birkaç bin yıl sonra hiçbirinden eser kalmayacak. Kitapların da mezarlığı vardır. İnsanı, mezarından çıkarıp okuyamayız. Ama ölmüş kitapları, istersek, mezarlarından çıkarıp okuyabiliriz. Tek üstünlükleri bu. Ayna’nın önünde durdum. Bilinçdışının sınırında parlayan bir çift göz. Musluk açıldığında, basınçlı hava ile çalışan madenci martopikörü gibi takırdayıp duruyor. Kaç yıldır böyle. Yüzümü yıkarken, öncül takırtılarla ardıl takırtılar arasındaki ses farkına takılıyor aklım. Takırtı yerini bazen, taş galeride işleyen lağım burgusunun sesine terk ediyor. Küçük havluyla yüzümü kuruluyorum. “Mecbursam, yapacağım,” diye mırıldanıyorum. Mutfağa doğru yürüyor, yıllardır, her sabah yaptığım şeyi aynen yapıyorum. Aynı çayı demliyor, aynı peyniri çıkarıyor, aynı ekmeği kesiyorum. Kancacı, kömür arabasına aynı kancayı bilmem kaçıncı bin kez aynı şekilde takıyor. Hiçbir hayvan, kendisini bu şekilde tekrarlamaz. Kahvaltıdaki tekrara bakınca, insana olan itimadım sarsılıyor. Aynı sandalyeye aynı şekilde oturuyor ve başlıyorum yemeğe. Tek Türk kanalı var: TRT-Türk. Basıyorum düğmeye. Gümüş Hilal. Karşımda, kültür sanat programı yapan o kadın. Bıkıp usanmadan, dünyanın bilmem neresindeki camilerden, iftar sofralarından, ramazan pidelerinden, bayramlardan, el öpmelerden sözediyor. Programın içeriğini, yani kültür sanatı unutmuş gibi konuşup duruyor. Garip olan, her sabah aynı şekilde, aynı yiyeceklerle yaptığım kahvaltının, bana her gün orjinal ve farklı bir tat vermesidir. Kadını seyrederken, kendimi, kahvaltımla birlikte, onun yerine koyarak düşünüyorum.

U

Bahçeye çıktım; kendisini tekrar etmeyen hayata.. Çamaşır toprağı ve çimen kokusu. Bahçe perişan. Bir yanda taşlar, demirler, camlar, aliminyumlar, bronzlar, teller; bir yanda çimentolar, kumlar, çakıllar, boyalar, fırçalar, malalar, kazmalar, kürekler. Sokaklardan toplayıp getirmişim hepsini. Bu malzemelerle içli dışlı olmasam, bunlarla birşeyleri biçimlendirmesem ve bunlar beni biçimlendirmeseler, ne roman yazabileceğim, ne de makale. Aralarında geziniyorum. Hepsi, kafamdan geçenleri biliyor ve harekete geçmeyi bekliyor. Çevremde evler, anlamsız anlamsız gezinip duran insanlar. Gidip habire alıyorlar, kullanmayınca atıyorlar. Retail Teraphy (alma hastalığı). Her şeyi atıyorlar ve attıkları her şeyi topluyorum. Doğaları birbirine zıt, iki tür hastalık. Geçenlerde açılmamış bir paket getirdim. Üzerinde, fiyatı: Elli dolar. Açtım baktım, aybaşı bezleri. Kaliteli. Alt sınıfın kadınları alamaz; orta veya üst sınıfların kanayan kadınlarına mahsus. Ne yapacağım? Resimde ve heykelde kullanamam. Arkadaşa sordum. “Koy bir kenara,” dedi. “İlerde prostat ameliyatı olur da Ecevit gibi sidiğini tutamazsan, kullanırsın.” Son iki yıldır, ben de atmaya başladım. Topladıklarımdan bazıları işime yaramayınca atıyorum. Küresel krizden türeyen, hırpani kılıklı bazı insanların attıklarımı alıp götürdüklerini görüyorum. İnsana olan itimadım güçleniyor. Bahçede biraz oyalandıktan sonra, malzemeleri kendi hallerine bırakıp eve girdim tekrar. Baktım, Kaddafi’yi arıyorlar. Diktatörlerden nefret ederim. Yine de içimde, büyük güçlere meydan okuyan, sonuna kadar direnen, diktatörlere karşı bir taktirde duygusu uyanır. İnsanlık galiba, “devrim”leri, NATO’yla birlikte yapma çağına girdi. Devrimlerin, dört başı mamur, klasik bir devlet iktidarı haline geldikten sonra yozlaşmaya başladıklarını biliyorduk. Libya, devrimlerin elde silah, iktidara yürürlerken ani bir yozlaşma ve çürüme çukuruna da düşebileceklerinin örneği oldu. Dünyanın, bu kadar kalabalığı ve açlığı taşıyamayacağı açıkça görülüyor. İnsanlığın gelmiş geçmiş en büyük devrimi, ileri sanayinin ve kültürün kalesi durumunda olan Avrupa’da patlayacak. Sokaklardan topladığım malzemelerin bana fısıldadıkları gerçek budur. Oturdum, roman yazımını sürdüreyim derken, telefon çaldı. On altı yaşındaki oğlum: “Baba, babalar günün kutlu olsun. Sana aldığım hediyeleri, elektronik posta adresine bakarsan görürsün.” “Sağ ol oğulcuğum,” dedim. İnternete girdim baktım, kumbarasındaki parayla iki hediye almış bana. Birisi, Somali’deki aç çocuklara yardım olarak gönderilmiş, elli dolarlık bir bağış. Diğeri de, Afrika’nın Mali’sinde, aç bir aileye verilmek üzere Mali’den satın alınan 40 dolarlık bir süt keçisi. İleri ülkelerin bağrında, böyle bir gençliğin ve hassasiyetin yetişmekte olduğu açık. Gençliğin derin hümanizminden beslenerek yükselen birleşik devrimlerin gücünü, tarih eninde sonunda gündemine alacaktır.


24_Layout 2 9/9/11 12:12 PM Page 1

Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Wê êdî di welatê me de

fûzeya patriotê hebe Dewleta Tirk di nokeriya stratejîk de gavên nû avêt. Dewleta Tirk a ku kete çavên efendiyên xwe û serkanên wî yên şerker ji bo ku kumande destê wan de bimîne ABD “îqna” kirin. Wê cîhê fûzeyên patrîotê din ava sînorê dewleta Tirk de bibe.

E

mperyalîzm pevçûn û ataxên ku di binê kontrola xwe de nagirê destûrê nade wan pevçûnan. Ji bilî emperyalîzmê, serbixwe “pergala cîhanê” nayê xeyalkirin. Sazkirina cîhanê li gorî hewcetiya emperyalîzmê ye. Ev şeren ku cîhanê de pêk tênê (şerên k udi rêveberiya emperyalîzmê de yên heremî û parvekirinê) sedemen daxwazên heza siyasî û bazarê wê ye. Pîşeyên leşkeriya cîhanê dîsa li sîrtê gelên herêma ku dixwaze nû ve saz bike derdixe. Bi awayê leşkeriya bi pere ve budça xwe nû dike. Dîsa wan pêşveçûnan wek tehdîdek dibîne û usên leşkerî ve di navenda van welatê cîhanê sêyemîn de sazdike û wan welata têdixe binê kontrola xwe. Rêxistiniya şer ango NATO ji bo ku heza emperyalîzmê arenaya navnetewî de bide pejirandin ne îro hatiye sazkirin, eva ne daraza ku îro tê îfadekirin ewe. Ev sedema vê rastiyê sazkirina wê ji hela hemû kesî ve tê zanîn. Ev dema dawîde projeya kut ê sazki-

rin ya ku bi navê mertalê fûzeya tê bi zanîn ne ji bo parastina cîhanê kul i hember tehdîdên nukleerê ye. Tê zanîn ku ev çekên nukleerê û çekên komkujiyê dîsa bi destê van zat-ê mihterem tê çêkirin û di piyasêyên cîhanê de tên bazarkirin. Naha kîjan cîhan wê kîjan tehdîdê bê parastin.

Wê kumandê kê bigire Xwedayên cengê yên emperyalîzmê herêmên ku diyar kirine di seri de welatê me û welatê wek welatê me yên nivî mêtingerî di nava van herêma de ne. Ev herêmana li gorî dîzayna şerên nû tên sazkirin û bi vî awayî têkiliyên wan yên nokeriya emperyalîzmê tên saxlemkirn. Ev hukumetên van herêma di binê navê gotinê “demokrasî”, “sivîlî” yê de di “tepsiya zêr” de serwês dikin û bi vî awayî dibin pêxemberên van xwedayên cengê yên nû. Bi awayê rojanebûnê ve be jî sazkirina fûzeyên patrîotê yên di welayê me de “bazariya” heta vê demê nîşanê me dide. Lê belê ev bazariya mersela “kumande” yê nîne. Mersele

ewe ku emperyalîstan ji bilî kontrola xwe desturê nadin tu projeyê. Mersela îro di welatê me de didome jî wew ku emperyalîstan çînên serwêr de yekî ku tercîh bike dixwaze ya dinê jî bê xeyîd cem xwe cîh bike. Di serî de jî dixwaze vê yekê li ser AKP’ê saz bike. Hêla din jî gavên ku hêla çareseriya “pirsgirêk” ên welatê me de bên avêtin ewe. Di van welata de sazkirinên tehdîdên heremî ve nokeriya xwe berdewam dike Hevpariya stratejîka projeyên BOP ‘u GOP’ê li ser vê sonda nokeriyê saz bû ye. Ev fûzeya patrîotê jî ajala vê demê ye. Kumande destê kê de dibe bila bibe yên ku ferman dide yekî dinê ye. Heke ferman jî hûn bidin serî de ev yeka hewceye bê nirxandin. Welatê ku herçar aliyî wî b usên emperyalîstan ve hatiye dorpêçkirin û ku bûye makîneya cenga emperyalîsta, di vî welatî de daxwaza kumande girtinê, tê wateya daxwaza nokeriya herî baş. Ne diyare ev fûzeyana ku wê kî derê bênê sazkirin û wê kî derê “biparêzin”, dawiya sazkirinî ji bo cîhê xwe yên nû disekinin.

Ji hêla gerîlayên maoîst ve çalakî Êrişên dewleta Tirk yên li hember gerîlayan zêdetir berdewam dike. Li Dêrsimê navçeya Pulurê navbera hêzên dewletê û gerîlayên Artêşa Felatbûna Gel yên girêdayê Partiya Komunîsta Maoîst de di 20’ê Tebaxê de pevçûn derket. Daxûyaniya ku hêla Komîteya Navendê –ya MKP’ê ve hat kirin di hêla operasyonan ve agahî hat dayîn. Di daxûyaniyê de hat îfadekirin ku operasyonên ji bo komkujiyê ya ku derdora gundê Burnak û Hanuşaği ku girêdayê Pulurê ye de kemîna ku hela tîmên bi perwerde ve ku pêk hatinê de 5 leşkerên dewletê hatin kuştin. Ev çalakiya ku hat kirin ji hêla çapemeniya burjuva–feodal ve wek çalakiya PKK‘ê hat dayîn. Lê belê daxûyaniya ku hêla MKP-HKO’ê ve hat kirin de jî waha hat îfadekirin; “Ev çalakiya ku hêzên gerîlayên me pêk anîne, di vê çalakiyê de pênç kes hatin kuştin û em bal bikişînin eva çalakiya serkeftî herêma ku rêhevalên me Ozan, Abîdîn û Îsmaîl di wir de bûne şehîd ew dera bû! Ji ber yekê em ji ber bîranina şehîdên xwe yên qehreman carek dîsa bejna xwe ditewînin; Em beyan dikin ku ew soza ku me daye gelên xwe û şehîdên xwe emê heta dawiyê pêy biçin”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.