10-20 Mayıs 2011

Page 1

kapak 13_Layout 2 5/11/11 1:30 PM Page 1

Obama’lı ABD emperyalizmi, Ortadoğu, Bin Ladin Sf. 12-13 Dersim halkı hesap soruyor: 1937-38 Dersim Katliamı’nın 74. yılında Dersim halkı devletten hesap soruyor. Sf. 4-5

Haydi sınava: Sınav sisteminde çarpıklıklar sürüyor ve sistem değişmedikçe bu tarz olaylar daimi bir hal alacaktır. Sf. 16-17

YENİ DEMOKRASİ İÇİN

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011 Yıl: 1 Sayı: 2 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

DTK’dan sabrımız kalmadı, açıklaması

g GÜNCEL 06 Çözüm çadırları polis terörü ile kaldırılırken, yüzlerce kişi gözaltına alındı. KCK adı altında gözaltı ve tutuklama terörüne yeni halkalar eklenirken bu süreçte gerilla alanları yoğun askeri saldırılara maruz kaldı. Ve DTK artan devlet şiddetine karşı “Sabrımız kalmadı” açıklamasında bulundu. Artan devlet şiddetine karşı Amed’de toplanan DTK, saldırıların sürmesi durumunda, kötü olayların yaşanacağını, PKK lideri Öcalan ise sürecin şiddete elvereceğini açıkladı.

Hayali gönlümde yadigar kalan -1Sarkis Hatspanian’ın yazısı Sf. 10-11

USAme Bin Ladin ve Ortadoğu

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

bu çelik aldığı suyu

unutmayacak Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının ve halklarının komünist önderi İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleri ve mücadele pratiği, ölümünün 38. yılında hakim sınıfları korkutmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın temsil ettiği programın içeriğini boşaltarak O’nu ikonlaştıramayanlar baskı, yasak ve cezalarla korkularını dindirmeye çabalıyorlar. Bir Mayıs ayında daha Kaypakkaya yoldaşı anarken tekrarlıyoruz: O’nu anmak savaşmaktır, devrim mücadelesini her alanda yukarılara taşımaktır, hakim sınıfların korkularını daha da büyütmektir.

g DÜNYA 18 ABD emperyalizmi, dünya halklarına kan kusturmak için öne sürdüğü Usame Bin Ladin’in, 2 Mayıs’ta Pakistan’ın İslamabad yakınlarında olan Abbottabad’daki karargâhında ‘ölü olarak ele geçirildiğini’ duyurdu. Peki, 11 Eylül saldırısı sonrasında El Kaide ve Bin Ladin tehlikesi bahaneleriyle Ortadoğu’ya dönük saldırı hattı yaratmayı başaran ABD emperyalizmi, en büyük düşmanı olarak gösterdiği Ladin’i öldürmesinin ardından bölgede nasıl bir yol izleyecek?

GÜNCEL Pardon nerede kalmıştık? sf 02

6 Mayıs şafağında faşizmin cellatları tarafından katledilen, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, ölümlerinin 39. yıldönümünde dostları ve yoldaşları tarafından anıldı.

EMEK Mücadele etmeden hak alınamaz sf 08


2-3_Layout 2 5/11/11 12:07 PM Page 1

02 güncel

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

‘Pardon, Halk yakasını bırakmayacak Dersim’in Ovacık İlçesi’nde, geçen yıl Haziran ayında 14 yaşındaki zihinsel engelli bir kıza tecavüz girişiminde bulunan Jitem elemanı Rıza Çokak’ın serbest bırakılması Dersim halkı tarafından protestoyla karşılandı Mahkemelerde açıkça ve “gururla” devletin ajanı olduğunu, jitemle çalıştığını, dahası güvenlik nedeniyle Ovacık’tan askeri helikopter hizmetiyle merkeze gittiğini söyleyen Rıza Çolak, şimdi serbest... Ovacık İlçesinde hain Rıza Çolak’ın serbest bırakılmasıyla beraber ilçede son günlerde Rıza Çolak’ın ‘arkadaşları ve akrabaları’ halka saldırmaya başladı. Ovacık Demokrasi Platformu ajan Rıza Çolak’ın devlet tarafından serbest bırakılmasının ardından yürüyüş düzenleyerek, Çolak’ı Ovacık’ta barındırmayacaklarını belirtti. Yapılan açıklama sonrası Rıza Çolak’ın ailesi yürüyüş içerisinde yer alan kişilere küfrederek, saldırdı. Kitlenin tepkisi nedeniyle eylem alanından uzaklaşan “Çolak yakınları”, daha sonra yürüyüşe katılan kişilerin evlerini basmaya kalkıştı. İlçede gelişen bu duruma karşı Ovacık Demokrasi Platformu bir açıklama yaparak halkı bu kişilere karşı dikkatli olmaya çağırırken, işbirlikçi ve hainlerin bu topraklarda yaşam şansı bulamayacağını ifade etti.

Devlet adına tecavüz İhbarcı ve işbirlikçiliğinden gurur duyan bir şahsın insanlıkla bağdaşan bir yanının olamayacağı vurgulanan açıklama-

YENİ DEMOKRASİ İÇİN

da, “Devletin yıllarca halkımız üzerinde değişik biçimlerde uyguladığı şiddet, bu kez yıllarca kullandığı maşası aracılığıyla bir kız çocuğun bedeni üzerinde kendini gösterdi. Bu dejenere olmuş kirli şahsiyet zihinsel engelli bir kız çocuğunu kirli amaçları için kullanırken yakalandığında, Ovacık halkı ona gereken cevabı verdi. Ama günümüzde görüyoruz ki bu utanç abidesi şahsiyet, yine ‘sevgili devleti’ ardına sığınarak tahliye edildi. Verdiği ifadelerde her şeyi devleti adına yaptığını itiraf eden bu karanlık şahsiyet küçücük bir kız çocuğuna taciz ve tecavüzü devleti adına yaptığını itiraf etmiş oldu.” ifadelerine yer verildi.

Yaşam şansı bulamayacaklar Rıza Çolak’ın akrabalarının halka dönük saldırılarının devlet destekli olduğu bilgisi verilen açıklamada son olarak, “Egemen sistemin yıllarca sömürerek ve katlederek bastırmaya çalıştığı bu halkın evlatları bu yüzden sevdalısı oldu dağların. İlçemizde son günlerde halkımız üzerinde Rıza Çolak yakınlarının bir tavır takındığını biliyoruz ve ilgili şahısları uyarıyoruz! Kullandıkları maddelerin de etkisiyle bu insanlar evlerimize giriyor, bizleri silah ve bıçaklarla tehdit ediyorlar. Başta Ovacık Kaymakamlığı’nı, emniyet güçlerini ve savcılığı bu konuda göreve çağırıyoruz ve soruyoruz! Emniyet güçleri evlerimiz basıldığında nerdeydiler? Üzerimize bıçak ve sopalarla saldıran bu gençlere neden engel olunmadı? Bugün bizlere yapılan yarın herkese yapılır. Bu insanlara karşı dikkatli olalım. Bu halk yıllarca ajanlara ve işbirlikçilere karşı en onurlu mücadeleyi vermiştir. Bu topraklar, ihbarcıları, işbirlikçileri, ajanları kabul etmedi. Bunu o şahsiyet de, yardakçıları olan diğer şahsiyetlerde bilmelidir.” denildi.

Demokratikleşme, açılım, 12 Eylül’ün faileri yargılanacak... Haddi hesabı olmayan bu vaadlerin arkasında duracak bir kişi bile kalmadı... Öyle bekletimiz de yoktu zaten. Şimdi dava açmak için başvurular oldu. Ama yargılayacak kurum bile yok. Referandum seçimlerini hatırlayalım, çok fazla olmadı? Seçim propogandasında bin bir türlü vaat havalarda uçuşuyordu. En basitinden darbeleri yaratan ‘statükoya son’ verilecekti, darbecileri koruyan geçici 15. madde kaldırılacak, ivedilikle hesap sorulacaktı! Ya Erdoğan’ın akıl hocası, şeyhi, Fethullah Hoca efendi ne der bu duruma dersiniz. Zira hoca efendi daha işin başında Kenan Evren’i cennetlik olarak ilan etmişti. Neyse “dün dündür, bugün bugündür”. Öyle değil mi. Eh bunların hepsinin mayası da aynı burjuva feodal kültürden geliyor. Bugün oy kapma zamanı. Erdoğan’da öyle yapıyor, solcu ve ülkücü camiadan oy alabilmek için yapmadığı şaklabanlık kalmadı. 17 yaşında idam edilen Erdal Eren için bakanlarıyla beraber koro halinde göz yaşı dökmeleri, Diyarbakır işkencehanelerinde yaşananların insanlık suçu olduğunu her platformda dillendirmesi, (yanlış anlaşılmasın sadece seçimler bitene kadardı bütün bunlar. Yani köprüyü geçme olayı) idam edilen ülkücülerden Mustafa Pehlivanoğlu’nu anlatırken ağlaması, Allahtan rahmet dilemesi, uzatmayalım Erdoğan’ın halkın önünde oy için padişahın soytarısı gibi takla atmaması kaldı sadece. Peki ne oldu vaatlerin karşılığı? Olan şu: ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’. Her şey köprüyü geçmek içindi. Şimdi sıra ipe un sermede, bu konuda sorulan her soruya cevap olmak yerine, bin bir dereden su getirip topu taca, pardon savcılara atmak doğru olan. Erdoğan’da öyle yapıyor. İşi savcılaar havale etti (gerçi kendisi savcıların başı ama, tabi o işine geldiği durumlarda oluyor, yanlış anlaşılmasın). Savcılar ne yapıyor? Onlarda birbirilerinin üzerine atıyor. Bakalım ihale kimin üzerinde kalacak. İşte en son durum; 12 Eylül askeri darbesiyle ilgili soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı Murat Demir Bayrak’ın ‘Harekât Planı’na ilişkin belgelerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan gelmesinin

ardından ‘görevsizlik’ kararı vererek dosyayı Özel Yetkili (siz bunu DGM olarak anlayın, hani şu devrimcilere işkence yapmaktan zevk alan ama köpeğine de ağlayacak kadar duygusal olan Nusret Demiral’ın mahkemesi) Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na gönderebileceği öğrenildi.

‘Bu işin savcısı benim’ Referandumda kabul edilen anayasa değişikliğiyle ‘darbecilerin’ yargılanmasının önü ‘açılmış’ ve 12 Eylül’ün sorumlularının yargılanması için onlarca suç duyurusunda bulunulmuştu. Bu suç duyuruları üzerine ilk soruşturmayı özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekilliği başlatmış ancak eski özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekili Hamza Keleş, Eylül 2010’da görevsizlik kararı vererek, dosyayı Ankara Cumhuriyet

Halkın Günlüğü

KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: Bölgesel Süreli Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

BÜROLAR

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232) 482 01 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com


2-3_Layout 2 5/11/11 12:07 PM Page 2

güncel 03

ne diyorduk’

DÜZELTME

Savcılığı’na göndermişti. Keleş, kararında özel yetkili mahkemelerin görev alanının 1 Mayıs 1984’ten itibaren işlenen suçlarla sınırlandırıldığını, suç tarihinin 1980 olması nedeniyle bu suça bakmakla görevli olunmadığını belirtmişti. Başsavcılık da bunun üzerine dosyayla ilgili savcı Demir’i görevlendirmişti. Demir, 2011/1 hazırlık numarasıyla ‘anayasal düzeni ihlal etmek ve insanlığa karşı suç işlemek’ suçlarından başlattığı soruşturmada Balyoz davası kapsamında bulunan, ‘Bayrak Harekât Planı’yla 12 Eylül darbesine ilişkin belgeleri istedi.

Darbenin kılavuzu niteliğindeki belgeler üzerinde incelemesini tamamlayan savcı Demir’in söz konusu suçun özel yetkili savcılık tarafından soruşturulması konusunda değerlendirmeler yaptığı ve soruşturma dosyasını görevsizlik kararı vererek özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’ne gönderebileceği öğrenildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Ethem Kuriş’in ise söz konusu görevsizlik kararıyla ilgili olarak önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklama yapacağı ifade edildi. Savcı Demir’in işkence suçuna ilişkin dosyaları da suçun

Gazetemizin 9 ve 10. sayısında yayınlanan Temel Demirer’in “Özel Yetkili Mahkemeler”e tarihi kenar notları” başlıklı yazısının 10. Sayımızda yer alan bölümünde yazar tarafından yapılan alıntılar içerisinde hem yazarın hem de bizim dikkatimizden kaçan hatalı ibareler bulunmaktadır. Gazete olarak bu konulardaki yayın ilkelerimiz ve prensiplerimiz genel olarak bilinmektedir. Konuya ilişkin Temel Demirer tarafından kaleme alınan düzeltme ve özür metnini yayınlıyor, bu dikkatsizlik ve özensizlik nedeniyle dostlarımızdan ve okurlarımızdan özür diliyoruz.

işlendiği illerin savcılığına gönderebileceği öğrenildi. Evet işte olan bu, en son olarak dosya başladığı yerde, yani havuzda. Bir görev üslenen çıkarsa ne ala, yoksa mı? 30 yıldır bekliyor canım, biraz daha bekler ne olacak. Top taçda, kim attı dersiniz? Ben bilmem. Kime soralım derseniz, ineğe sorun derim. Suçlu inek, suyu o içti, hani kara kediydi, ağaca çıkmıştı, onu da balta kesmişti ya, eh balta da suya düşmüştü öyle değil mi, evet ama onu da inek içmişti, evet suçlu savcı, hani inekti, yok yok savcıyı bulun, baş savcı Erdoğan’dı. Yok değildi. Sahi başsavcı kimdi?

HATA BENİMDİR; HATALIYIM; ÖZÜR DİLİYORUM… ‘Yürüyüş’ ve ‘Halkın Günlüğü’ dergilerinin editör ve yazı kurulu’nun dikkatine Değerli Dost(lar), sizlere daha önce yazmıştım. ‘Yürüyüş’ dergisindeki (No: 265, 24 Nisan 2011, s.46.) eleştiri, haklı, yerinde ve

doğrudur. Bir gazetedeki yazıda yayınlanan “liste”den aktarılırken yapılan hata, ciddi ve özür dilenmesi gereken boyuttadır. Bu bağlamda “HATALIYIM” diyerek, ‘Yürüyüş’ ve ‘Halkın Günlüğü’ ile tüm devrimci kamuoyundan ÖZÜR DİLİYORUM…

YÖNELİM

T

kazım cihan

KAYPAKKAYA!

ürkiye-Kuzey Kürdistan proleteryasının öncü müfrezesi, enternasyonal proleteryanında muazzam bir kazanımıdır. Bu kazanım öncelikle Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür. Büyük Proleter Kültür Devrimi, enternasyonal devrimci proletaryanın evrensel ideolojisinin yeni-nitel 3. Aşaması Maoizm’i ifade eder. Günümüzde komünist-devrimci olmanın başta gelen kriteri bunu savunup, uygulamaktır. MLM bilimin Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasının somut koşullarıyla birleştirilmesinin adıdır Kaypakkaya güzergâhı. Ve bu devrimimizin önder çizgisidir. Devrim tarihimizde nitel bir çığırdır. Komünist, devrimci, ilerici mirasın sadece sahiplenilmesi, devam ettirilmesi değil aynı zamanda hata ve zayıflıklardan nicel değil, köklü ve nitel bir kopuştur da Kaypakkaya! ÖrneğinKaypakkaya, Şanlı Ekim Devrimi’nin ürünü olan, 1920’ler Mustafa Suphi TKP’ sinin komünist mirasının aynı seviyede bir tekrarı olarak ta sınırlandırılamaz. Komünist niteliğine rağmen, Kemalizm-Ulusal Sorun gibi diğer bazı konularda da Mustafa Suphi yoldaş önemli yanılgı ve zayıflıkları aşamıyordu. Yeni-genç bir parti ve güçlü bir tarihsel tecrübeden yoksunluk gibi birçok sınırlamayı, bunu eleştirmeme gerekçesi haline getirmemeliyiz. Kaldı ki bu hatalardan Uluslararası Komünist Hareket (UKH)’te muzdaripti. Tarihi kökleri oldukça eskiye dayanıyordu. Hegel’in gelişmiş ‘tarihi’ ve geri ‘barbar’ halklar anlayışının yükü adeta taşınıyordu. Batı aydınlanmacılığını, merkezi üniter cumhuriyeti, üretici güçlerin gelişme seviyesini bir uygarlık abidesi olarak yücelten yaklaşımının yükü de! İkinci enternasyonal de kangren haline gelen bu yüke karşı meydan okuyuşa rağmen üçüncü enternasyonal yönelimi de, bu noktalarda köklü bir kopuş ihtiva etmiyordu. İşte böyle bir gerçeklik ortamında Kemalizm-Ulusal Sorun, Kürt sorunu, Ermeni Soykırımı, Jön Türk, İttihat-Terakki eksenli T.C. devlet gerçekliği ve bel kemiği ordusunun içeriği vb. konularındaki tezleri, komünist nesli yanılsamalara sürükleyen hatalara karşı yeni bir doğruluştur. Ve evet tüm bu konularda yeryüzünde ve ilk kez komünist bayrağın İbrahim şahsında yeni bir evreye ulaştığını görmekteyiz. Bu boş bir ajitasyon sözcüğü değil, tarihi gerçekliğin tamı tamına ifadesidir. Aynı seviyede kendisini tekrar eden değil, büyük ileri atılımlar yönelimiyle zafere kilitlenmiş bir birini aşan muharebelerle sonuna kadar devrim! Kaypakkaya yolunu, sınıf mücadelesine hükmettirmenin, parti önderliğinde devrimi siyasal iktidarı Halk Savaşı ile fethetme perspektifiyle inşa etmenin yolu budur. Hiçbir methiye, bu görevi unutturmamalıdır. Coşkulu bir dalga olarak mayalanan ve artık emperyalist ülkelerde de, devrimin fırtına merkezleri ezilen ülkelere uzanan bir devrim köprüsü ortaya çıkmaktadır. Gericiliğe karşı eksik olan halkların gazabı değildir. Halklar gericiliğe meydan okuyor, ihtiyaçları MLM önderliktir. Dünyanın şiddetlenen çelişkiler sahnesi, devrimin ilerletilmesi için çok büyük fırsatlara zemin sunmaktadır. Kitlelerin gözü pek cüreti, MLM’nin kumandası ile birleştirilmelidir. Sistem dışı kapsamlı bir devrimci yürüyüşü mümkün kılacak budur. Bu aynı zamanda emperyalist-gerici çıkarları için gladyatörler misali kitleleri birbirlerine boğazlattıran ‘medeni-çağdaş’ maskeli barbar köle imparatorlarının günümüzdeki temsilcileri sermaye dünyasına karşı, ezilenlerin kaderlerini ellerine almasının da yegâne yolu budur.

Ancak belirtmeden, altını özenle çizmeden geçmeyeyim: HATA BENİMDİR… Şahsım dışında hiç kimse ve hiçbir kurumla ilintilendirilmemelidir, ilintilendirilmesi de doğru olmaz… (Ayrıca hatamdan ötürü devrimciler arasında bir “tartışma”ya yol açmak,

beni vahim hatamdan da daha çok üzer.) Özeleştirimi, söz konusu yazımı daha önce e-posta ile yolladığım gruptaki tüm adreslere de iletiyorum. Gereğini (b)ilginize sunarım. Selamlarımla.

TEMEL DEMİRER


4-5_Layout 2 5/11/11 12:11 PM Page 1

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

ürk devletinin devletleşme süreci içerisinde hakim ulus kimliği ve hakim etnik yapısı dışında kalan, faşist otoritesini, sömürge uygulamalarını, merkezi yönetime kapalı yaşam biçimleri ile red eden, kendine özgü yaşam biçimleri ile tekçi mantığı mahkum eden çeşitli ulus, milliyet ve etnik gruplar ülkemizde büyük katli-

T

amlara, siyasi soykırımlara tabi tutulmuşlardır. Bu topraklarda devlet uluslaşma süreci Osmanlıdan, Türk devletine kadar uzanan siyasi yelpazede her daim, azınlık uluslar ve etnik gruplar baskı, imha ve asimilasyonla merkezi yapıya uyumlu hale getirilmek istenmiştir. Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Lazlar,

Gürcüler, Çerkezler, Pontuslar, Aleviler, Rumlar, Hıristiyanlar, Yezidiler Türk ulus mantalitesinin içerisinde tek bayrak, tek dil, tek ulus siyasetiyle türlü türlü zorbalıklara maruz kalmıştır. Bu ulus ve azınılık milliyet ve etnik grupların oluşturdukları bölgelerine özgü yönetim (yazılı olmayan hukuk) biçimleri, dil ve kültür birliktelikleri faşist yönetim uygulamaları ile (karakol, okul, vali-

lik, kaymakamlık gibi) dağıtılmış, hakim sınıfların hukuku ve yönetim biçimine biat etmeleri istenmiştir. Birçok ulusa yönelik uygulanan katilamlar arasında 1937-38 Dersim katliamı da, gerçekleri ile Türk hakim sınıfları ve onların devletinin gerçek yüzünü resmederken, kurdukları sözde halkçı cumhuriyetin de rengini açıkça

Dersim halkı

Dersim Katliamı CHP ve AKP arasındaki siyasal dalaşa alet edilmesi, Dersim halkına hakarettir. Devlet Dersim’e yönelik baraj, HES ve siyanürlü altın arama projeleri ile ‘3738 Dersim Katliamı’nı güncel olarak sürdürüyor.

DEDEF Genel Sekreteri

DEDEF neden 4 Mayıs’ı öne çıkartıyor? ›› 4 Mayıs’ı bir halkın tarihlere sığmaz

bir acının ve kederin başlangıcı olarak görüyoruz. 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu kararı ile Dersim’de Tedip ve Tenkil Harekatı başlatıldı. Bu karar ile Dersim’in dilini, kültürünü, Kızılbaş-Alevi inancını ve coğrafyasını yok etmeye yönelik bir karar alındı. DEDEF olarak her yıl 4 Mayıs’ı Dersim Tertelesi’ni anma günü olarak ilan ettik ve 1937-38 de yitirdiklerimizi aklımızdan ve yüreğimizden yitirmemek için her yıl 4 Mayıs’ta mumlarımızı ve miyazlarımızı tüm yitirdiklerimiz için yakacağız ve dağıtacağız.

Özer Tekinoğlu

paralellik şaşırtıcı değildir. Nazi SS’i ile Türk SS’i yani (Sünni süngü) yöntem olarak birbirlerini çağrıştıran katliamlar üzerindeki eşgüdüm üzerinde ciddiyetle durulması gerekir. Bilirsiniz ki Osmanlı döneminde Hamidiye Alaylarıyla düşüremedikleri bir kente, Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türk-İslam ideolojisinin bir sonucu olarak toptan yok etme katliamı düzenlendi. 1937-38 Dersimliler için Alevi-Kızılbaş inancının 74 yıl sonra Gülen tarikatı ile ‘yeşile’ çevirme çabasıdır. Sadece bu çaba bile 1937-38 kırımının asırlar sonrasına dönük bir siyasetin ürünü olarak karşımızda duruyor. 1937-38 Dersimliler için Munzur’u kendi sularında boğdurma, kendi dilinin yasaklanması, pepuk kuşunun çığlığını kesme ve insanını yok etme çabasıdır.

Dersim Katliamı’nı tetikleyen koşullar neydi? Devlet neyi amaçlamıştı AKP ve CHP’nin Dersim kat›› Resmi terminolojiye uymayan halklara karşı bir kırım söz konusudur. Ermeni liamı üzerinden karşılıklı poliSoykırımı, Dersim kırımına giden yolun tik dalaşlarını nasıl değerlentaşlarını döşemiştir. Ayrıca 1935’teki Nürn- diriyorsunuz? berg Yasaları’yla kanunlaşan 1938 kristal geceleriyle zirve yapıp gaz odalarında son ›› Biz DEDEF olarak Dersim 1937-38 Terbulan Yahudi Soykırımı ile 1935 Tunceli Kanunu ile Seyitlerimizin idamlarıyla zirve yapıp gaz mağaralarıyla son bulan Dersim Tertelesi arasındaki zamansal

telesi’ni o günün tüm devlet yetkililerinin bu kırımda hem fikir olduğu ve çeşitli özel kanunlarla bir halka karşı nasıl acımıasızca kırım uyguladıklarını belgelerle görmek-

teyiz. Ve bu anlamda da dönemin tüm yetkilileri bu kırımdan sorumludur. Dersim kırımını CHP ve AKP’nin birbirlerine karşı politik şantaj olarak kullanması hususuna gelince, travmatik sonuçlarını hala yaşadığımız bir kırımın siyasi şantaj olarak kullanılması, Dersimlinin yaralarını bir kez daha kanatmıştır. Bu anlayışı şiddetle kınıyoruz. Çünkü CHP Genel Başkanının “Ben o tarihte doğmamıştım”, Başbakanın “Ben o tarihte iktidarda değildim” söylemi, devletin sürekliliğinin esasına aykırı bir görüş olarak durmamaktadır.

Tertelesi’ne bağlamaktayız. Çünkü o dönemlerdeki belgelerden de görüyoruz ki Dersim’i barajlarla bir göletler şehrine çevirip dış dünyadan koparmak istiyorlar. Bugün Munzur’un önüne setler kurarak Munzur’u boğmak isteyen Başbakan devletin sürekliliğini esas alırken, “katliamda ben iktidarda değildim” söylemi kendisiyle çelişmektedir.

Katliam politikasının güncel etkileri bölgede ne şekilde görülüyor ›› Bölgede halkın karşı çıkmasına rağ-

verilsin, Dersim ismi iade edilsin, Dersim halkından özür dilensin, sürgünler, kayıplar ve evlatlık alınan çocukların listeleri açıklansın, Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklansın, dillerimize ve Kızılbaş-Alevi inancımıza özgürlük tanınsın, Munzur’daki baraj projeleri iptal edilsin.

men yeni baraj ve HES’lerin yapılmasını, siyanürlü altın arama çalışmalarını 38

DEDEF 4 Mayıs’ta hangi taleplerle alanlara çıktı? ›› Devlet arşivlerinin açılarak hesap


4-5_Layout 2 5/11/11 12:11 PM Page 2

güncel ifade etmektedir. Dersim’de 1937-38 tarihlerinde gökyüzü yakılan insanların külleri kaplandı, akarsuları, kesilen bedenlerden akan kanlarla sel olup aktı, mağaralar bombalarla parçalanmış uzuwlara mezar oldu. Katliamdan kurtulanlar zora sürgün edildi başka diyarlara, kimsesiz kalan çocuklar başkalarına evlat verildi.

Yıllarca Dersim’e giriş çıkışlar yasaklandı. Yaşanan vahşetin toplumda konuşulması, gazetelerde haber yapılması yasaklandı. Ve böylesi bir ilin varlığı yok sayılarak adı dahi unutulsun diye bölgenin ismi Tunceli oldu. Yaşanan bu katliamın ardından politik kurumları ile gerçekleri haykıran Dersimliler, devletin katliamcı yüzünü teş-

hir ederek, atalarına uygulanan katliamın hesabını soruyorlar. Halen devletin gözünde asiler, devletin faşist yönetim biçimlerini eleştirerek.

leri ile birçok ilde alanlara çıkarak devletin katliamcı yüzünü teşhir ederken, katliamın güncel gelişmelerle devam ettiğini ifade etti.

Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF), bölgenin özgün koşullarını kendisine rehber edinerek örgütlenmiş yöre derneklerinin çatısı durumunda. DEDEF 4 Mayıs tarihinde üye dernek-

Biz de, DEDEF Genel Sekreteri Özer Tekinoğlu ile Dersim Katliamı’nın (kimine göre soykırım, tertele ya da kırım) 74. yılında unutulmayan yönleri ve güncel etkileri üzerine konuştuk.

hesap soruyor! Dersim Katliamı protesto edildi leşmeyeceği bizlerin belirleyeceği bir durum değildir.” diyerek, “Ancak Dersim halkı kendi celladına ilan-ı aşk edip, henüz kabuk bile bağlamamış ve dokunulması için toplumsal rıza gerektiren bu kuru bir intikamcılıktan ziyade, akıl-vicdan dengesini gözeten en basit sağduyulu bir yaklaşımın bile teknik olarak Jenosid (Soykırım) olarak tanımlayacağı bu suçun, bir daha işlenmesinin önlenmesine ve bütün insanlık nazarında teşhirine katkıda bulunmak üzere çaba gösterilmelidir.” ifadelerini kullandı.

Katliamın hesabı verilsin!

DEDEF ve Dersim yöre dernekleri birçok ilde Dersim Katliamı’nı protesto etti. Eylemlerde, CHP ve AKP’nin Dersim Katliamı üzerinden siyasi rant sağlama çabalarına tepki gösterildi

Dersim’de bölge halkı ‘38 katliamını kitlesel bir şekilde protesto etti. Sanat sokağında bir araya gelen kitle buradan ’38 katliamını tanıklık eden, Gole Çetu ziyaretine yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “Katil devlet hesap verecek”, “Kahrolsun faşist Kemalist diktatörlük”, “Dersim onurdur onuruna sahip çık” sloganları atıldı. Eyleme DHF, Partizan, ESP destek verdi.

Katil devlet hesap verecek

Dersim halkı adına açıklama yapan Dersim Kültür Derneği Başkanı Ali Mükan, 4 Mayıs 1937’de ‘Tedip ve Tenkil Harekatı’nın travmatik etkilerinin günümüzde de sürdüğünü belirtti.

4 Mayıs 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Bakanlar Kurulu tarafından, “Tedip ve Tenkil Harekatı” adı altında çıkarılan kararnamenin ardından Dersim’de 2 yıl süren katliam harekatının 74. yılında, alanlara çıkan Dersimliler, “katil devlet hesap verecek” dedi.

Mükan, “Dönemin monolitik gücü olarak CHP’nin ve onu da kapsayan Türk devletinin Dersim`de işlediği bu insanlık suçundan dolayı özür dileyip dilemeyeceği, bu utancıyla yüzleşip yüz-

Açıklamaya katılan DEDEF Genel Başkanı Özkan Tacar ise Dersim Katliamı’nın AKP ve CHP tarafından birbirine şantaj ve siyaset yapma aracı olarak kullanılmasını eleştirerek, tüm belgelerinin açıklanmasını istediklerini ifade etti.

Ovacık Demokrasi Platformu da katliamı protesto etti. Ovacık merkezde toplanan Ovacık halkı da 74. yılında katliamı protesto etti. Munzur vadisine yürüyüş yapan Ovacık halkı Munzur dağından getirdikleri çiçekleri Munzur suyuna bırakarak katliamı protesto etti.

Dersim ismi iade edilsin Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF), “Dersim ismi iade edilsin. Dersim halkından özür dilensin.” talebini yineledi. Taksim Tünel’de, “Tertele Dersim’i 38’de Sur Vi (adır vi), asmen devri vi- 38 No

Vira Nekeme Asla Unutmayacağız” yazılı DEDEF pankartı arkasında toplanan kitle kortejler oluşturarak Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Meydanda DEDEF adına açıklama yapan DEDEF Genel Sekreteri Özer Tekinoğlu, Dersim, “4 Mayıs’ta mumlar, katliamda yitirdiklerimiz için yakılacak. Biz Dersimliler 4 Mayıs’ın hükümet tarafından “Dersim 38 Tertelesi’ni Anma Günü” olarak ilan edilmesini istiyoruz. Daha önce de dile getirdiğimiz taleplerimizi buradan bir kez daha haykırıyoruz. Dersim ismi iade edilsin. Dersim halkından özür dilensin.” ifadelerini kullandı. Eyleme DHF ve Munzur Çevre Derneği’de destek verdi.

Kara gün İzmir Dersim dernekleri, devletin dersim üzerindeki asimilasyon politikalarına son vermesini istedi. Eski Sümerbank önünde yapılan basın açıklamasına devrimci-demokrat kurumlar da destek verdi. Dersim dernekleri adına konuşma yapan Kemal Mutlu basın metnini Zazaca okudu. Mutlu; “Bu karar, halkımıza katliam, sürgün ve asimilasyon olarak yansımış ve tarifsiz acılara yol açmıştır. İşte bu nedenle halkımızın mutabakatıyla 4 Mayıs ‘Roza Şaye’ (Kara Gün) ilan edilmiştir.” dedi. Dersim Katliamı Adana’da Tunceliler Derneği tarafından protesto edildi. DHF’ninde destek verdiği protesto eyleminde Dersimliler adına yapılan açıklamada, Dersim’de devlet eliyle yaşatılan bu kıyımın bugüne kadar yalan ve hileyle üstü kapatılmak istendiği ifade edildi.


6-7_Layout 2 5/11/11 1:25 PM Page 1

06 güncel Sırada internet var Sansürde sınır tanımayan egemen sınıflar, basın kuruluşlarına getirdikleri yasaklarla yetinmeyip bu kez yaygın iletişim ağı olan interneti de tamamen kontrol altına almayı hedefliyor Son dönemde devrimci-demokrat-yurtsever basına yönelik saldırılar, yasaklamalar, kapatmalar devam ederken egemen sınıflar daha geniş bir iletişim ve paylaşım ağı olan internete saldırmaya hazırlanıyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından alınan karara göre, 22 Ağustos’tan sonra günümüzde yaygın bir iletişim aracı olarak kullanılan internete, uygulanan sansür daha fazla artacak ve uygulanan sansüre ‘ulusal filtre’ adıyla meşruluk kazandırılacak. Fethullah Gülen’in internetin denetim altına alınmasını isteyen vaazlar vermesinden kısa bir süre sonra BTK’nın böyle bir karar alması ve Gülen’in konuşmalarında internetin denetim altına alınması için ortaya koyduğu gerekçeler ile BTK’nın koyduğu yasakların örtüşmesi çok şaşılacak bir durum değil. 22 Ağustos’ta başlayacak uygulamaya göre 3 ‘güvenli’ internet profili oluşturulacak ve birini seçenler, BTK’nın belirlediği, verilerini tuttuğu ve servis sağlayıcı şirketlerle paylaştığı ‘ak’ ve ‘kara liste’lere göre filtrelenecek. Filtreler düzenli güncellenecek. Çocuk paketinde ‘zararsız’ sitelerin bulunduğu ‘ak liste’ dışında herhangi

bir siteye ulaşılamayacak. Aile paketinde ‘zararlı’ sitelerin bulunduğu ‘kara liste’de bulunan hiçbir siteye ulaşılamayacak. Yurt İçi paketinde ise sadece yurt içi kaynaklı sitelere ulaşılabilecek.

‘İnternetime dokunma!’ İnternet kullanıcıları 22 Ağustos’ta başlayacak olan ‘filtre’ uygulamasını Facebook ve Twitter üzerinden örgütlenerek 15 Mayıs’ta sansüre karşı sokaklara çıkmaya hazırlanıyor. “İnternetime dokunma!” başlığı altında BTK’nın filtrelerine karşı çıkan kullanıcıların oluşturduğu gruba katılanların sayısı 450 bini geçti. Gruba katılanların sayısı yer geçen saat artıyor. Grubun eylem çağrısına göre protestolar Türkiye’nin çeşitli illerinde 15 Mayıs saat 14:00’te yapılacak. İstanbul’da Galatasaray Meydanı protestonun adresi olurken, İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi, Sevinç Pastanesi Önü, Bursa’da Fatih Sultan Mehmet Bulvarı, Nilüfer Kent Konseyi önü, Eskişehir için Adalar Migros önü, Çanakkale için Cumhuriyet Meydanı, Kocaeli için Seka Park, Kırklareli için Kırklareli İstasyonaltı Konser alanı protesto alanları olacak.

Okmeydanı’nda polis terörü Okmeydanı’nda bulunan İdil Kültür Merkezi, Gençlik Derneği ve Okmeydanı Haklar ve Özgürlükler Derneği’nin yanı sıra birçok ev gece yarısı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Bağlı siyasi polislerce basıldı. Eş zamanlı düzenlenen baskınlarda Grup Yorum üyelerinin de aralarında bulunduğu 40 kişi gözaltına alındı. Gazetemizin yayına hazırlanışı sırasında gerçekleşen baskınlarda gözaltına alınanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Okmeydanı’nda bulunan derneklere gece yarısı baskın düzenleyen siyasi polis, dernek camlarını kırarak içeriye gaz bombası attı. Siyasi polisin gece yarısı baskınına dernekte bulunan dernek üyeleri “Baskılar bizi yıldıramaz” , “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz” sloganlarıyla cevap verdi.

‘Bu kurumlar yasal kurumlardır’ Yapılan baskınlara tepki gösteren Avukat Taylan Tanay, “Üç ayrı yerde faaliyet gösteren kültür merkezi ile dernekler yasal kurumlardır. Bunlar için arama kararı bulunmamaktadır” dedi. Grup Yorum’un verdiği konserlerde on binlerce kişiyi meydanlara topladığını belirten Tanay, “Gözaltına alınmalarını anlamak mümkün değildir. Bu yerlere polis gündüz vakti de gelip arama yapabilirdi. Ama 02.00 sıralarında geldi. Gözaltına alınanların DHKP-C örgütü ile bağlantısı olduğu iddia ediliyor. Bununla ilgili gizlilik kararı olduğu söyleniyor. Bu baskının hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Bir mahkeme hakiminin verdiği kararla bu aramaların yapılması baskının haklılığını göstermez” dedi.

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

‘Sabrımız

KCK’nin eylemsizlik kararına rağmen, Kuzey Kürdistan’da askeri saldırılar artarak devam ediyor. En son PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Süreç ya anlamlı bir müzakereye dönüşecek ya da kıyamet kopacak” açıklamasında bulundu. Ardından Amed’de toplanan DTK, saldırılara dikkat çekerek “Sabrımız bitmiştir. İsyanımızı büyüteceğiz” dedi Devletin son dönemlerde Kürt halkına dönük başlatmış olduğu saldırılara karşı DTK Amed’de toplandı.

YSK kararının ardından başta demokratik çözüm çadırları olmak üzere, DTK ve BDP’nin yapmış olduğu eylemlere ve gerilla alanlarına dönük yapılan operasyonlara karşı Amed’de bir araya gelen DTK, “Sabrımız bitmiştir. İsyanımızı büyüteceğiz” dedi. Avukatları ile yapılan görüşmede süreci değerlendiren Abdullah Öcalan, devletin veerdiği sözleri tutmadığını, çözümsüzlükte ısrarın devam ettiğini ifade ederek, “Ölüm de olmayacaktı, operasyonlar, tutuklanmalar da olmayacaktı, taş da atılmayacaktı. Ancak bunlara uyulmadı. Hükümet bu kadar gözaltı, operasyonlar yapıyor. Hükümet bunun açıklamasını yapmak zorundadır. 15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar. Her ikisi de çok büyük olur. Müzakere olursa büyük ve anlamlı bir müzakere olur, savaş olursa da büyük bir savaş olur. Her ikisi de büyüktür, anlamlıdır ve kutsaldır” dedi.

Kötü şeyler olacak Son süreçte yoğunlaşan saldırılar karşısında Amed’de toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde konuşan DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “Konuşmama umut vaat eden sözlerle başlamak isterdim. Yazık ki yine kaygılandıran, çatışmalardan, ölümlerden ve olası sonuçlarından bahsetmek zorundayım. Çünkü ‘felaketimiz’ eşikte duruyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ‘İyi şeyler olacak’ demişti. Onca zaman geçti, olmadı. Şimdi yine keskin bir dönemeçteyiz. Dilim varmıyor demeye ancak ‘Kötü şeyler olacak’ ifadesini bir his olarak değer-

lendirmek durumundayım. Kürt meselesi ile ilgili herkes bilebilir ki ağır ağır değil hızlı hızlı sıfır noktasına doğru gidiyoruz” dedi. “Barışa ramak kalmışken, diyalogdan müzakereye geçiliyorken, çözüme dönük pratik adımlar atılacakken, birileri yine kanayan yaraya dokunuyor ve oluk oluk kan akıyor” diyen Tuğluk, konuşmasına şöyle devam etti: “YSK denen ideolojik kurum, saçma sapan bir karar alıyor ve demokratik temsiliyetin önüne geçmeye çalışıyor. Halk direniyor ve hakkı olanı canı pahasına savunuyor. Sonuç sil baştan oluyor. Ama ardında İbrahim’in (Oruç) genç hayatını bırakarak, yüzlerce gözaltı ve tutuklama, onlarca yaralı bırakma pahasına oluyor tüm olup bitenler. TSK denen militarist kurum, eylemsizlik

Sevgili yoldaşıma mektup Dört yanım zulüm, dört yanım ölüm Dört yanım ölüm Dört yanım kan, barut ve kurşun Dört yanım zulme isyan Ölümüne direniş… Kurşuna karşı Cana siper bedenim yoldaş, yoldaşa can siper… C. Tayyar Bektaş

Canım kardeşim, can yoldaşım tekrar seni karşılamanın sevinciyleyiz. Tarih 1 Mayıs, 6 Mayıs, 7 Mayıs, yine isyanlarda, yine efkarlarda, yine Direnmedeyiz. On yıl oldu. On asır gibi On’larla Ulucanlardaydın. On’lar gibi on oldun, yüz oldun, bin oldun. Seni yine 1 Mayıs gibi, 6 Mayıs’ta Deniz, Yusuf, Hüseyin gibi yine 7 Mayıs gibi karşılayacağız. On değil bin mayıs gibi karşılamaya, zaferini muştulamaya geldik. Banaz’da Pir Sultan olduk. Derisi yüzülen Nesimi olduk. Nurhak olduk, dörtler olduk, Mazlum Doğan olduk. Diyarbakır zindanlarında; en çok da Diyarbakır zindanlarında Kaypakkaya olduk. Sert bir kaya, İbrahim Kaypakkaya olduk. Ne tuhaf değil mi sevgili yoldaşım. 7 Mayıs, 7 kardeştik, seni sonsuzluğa uğurladık yine de. 7 kardeşiz değil mi sevgili yoldaşım. 7 Mayıs günü nasıl huzuruna duracağım sevgili yoldaş.


6-7_Layout 2 5/11/11 1:25 PM Page 2

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

güncel

kalmadı’

pozisyonundaki gerillaya karşı olağanüstü bir güç ve teknikle operasyon düzenliyor ve en son Dersim’de 7 cana kıyılıyor. 4 gerillanın cenaze merasimi bu şehirde oldu. Hepiniz bilirsiniz, bu şehrin acısı ve öfkesi biriktikçe kimseyi tanımaz.”

İsyanımızı büyüteceğiz AKP hükümetinin Kürt sorunundaki söylem değişikliğine dikkat çeken Tuğluk, şöyle konuştu: “AKP denen kurum ise olan bitene karşı art niyetli, Kürt meselesine karşın devletçi, iktidarcı tutumuyla ve daha fazla tahrik edercesine ‘Kürt meselesi artık yoktur’ deme cesareti kadar gafilliğine de

Tarihin tekerini ters döndür de beni de al yanına sevgili yoldaş. Bu eller haram bana beraber muştulayalım o güzel günü. Zafere Halay’ı beraber çekelim yoldaşım. Sensiz çekilmiyor bu zalimler diyarı, sessiz hiç çekilmiyor bu gül vatan, diken vatan. Sensiz hiç çekilmiyor sevgili yoldaşım, sensiz hiç çekilmiyor. Hani ne demiştin yoldaş: “Böylesi bir görkemin soluğunu, sıcaklığını ve kavuruculuğunu hissedenlere ne mutlu! Ne mutlu ki tetik dokunuşuna hazır yüzlerce mermiden biri olma şansını yakalayan bizlere! Ezilenlerin zaferine, yengisine olan inancın, kazanacağımıza olan sarsılmaz güvenin, o büyük ailemize. Halkımıza, yoldaşlarımıza, kanla yazılan tarihimize olan bağlılığımla, gerillayla aynı hedefi vurma-

girebiliyor. Sizlerin huzurunda Başbakan’a bir hakikati hatırlatmak isterim; İnkar isyanı büyütür Sayın Başbakan. İnkar isyanı büyütür. Açık ve net cümlelerle ifade ediyorum: Kürtler her türlü soykırıma karşı var olma ve direnme mücadelesini tereddütsüz sürdürecektir. Özgür bir gelecek ve eşit, insanca, onurluca bir yaşam için var olma ve direnme hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Egemenler yasakladıkça biz özgürlük uğruna isyanımızı büyüteceğiz. Devletliler baskıladıkça, biz kendimize yeni yaşam alanları açacağız. İktidar zulmettikçe, biz onurumuza, kimliğimize daha fazla sahip çıkarak direnme gücümüzü büyüteceğiz.”

nın coşkusuyla bir kez daha diyorum ki; “Canımız halk savaşına feda olsun!” “Hepinizi yüreğimin en korunaklı yerinden sımsıkı kucaklıyor, destanımızın o kor aleviyle sarıp sarmalıyorum.” Evet sevgili kardeşim, can yoldaşı diyorum ki bir gün ben de hani demiştin ya “Böylesi bir görkemin soluğunu, sıcaklığını ve kavuruculuğunu hissedenlere ne mutlu demiştin ya! Ben de mavzerin tetik dokunuşunda “Zafere Halaya” duracağım. Evet on yıl oldu, on asır gibi, anan, baban kardeşlerin, en çok ta yoldaşların zafere halay durdular. Rahat ol can yoldaş. Bayrağı nice yiğitler devraldı. Seni yüreğinin en korunaklı yerinden öpüyorum. Abin, yoldaşın: Ali Rıza Bektaş

UFUK ÇİZGİSİ

bakış can

BİRLİK - BİRLİK - BİRLİK evrimin kitlelerin eseri olduğundan kuşku duymak devrime sırt dönmekle eşdeğerdir. O halde, devrimci parti doğrudan kitlelere yönelmek durumundadır ve yönelir de. Kitlelerle birleşemeyen veya kitleselleşemeyen siyasi bir parti ne kadar yetenekli olursa olsun devrim hedefinde muvaffak olamaz. Kitlelerle birleşme söylemi soyut bir görev değil, somut hedeftir. Yani, kitleler belirsiz bırakılmış amaç ve zeminde değil, somut devrim ve devrimci örgütlerinde birleşirler. Demek ki, kitlelerin birleşmesinin somut anlamı, halkın sınıf mücadelesinde kullanacağı örgüt aracında birleşmelerinde ifade bulur. Kitlelerin birliğinin en özlü anlamı, geniş halk kitlelerinin mücadele ve devrim kaygısıyla öncü örgütlerinin çatısı altında toparlanmasıdır. Eğer kitlelerin önderliği altında birleşecekleri bir örgüt yoksa, kitlelerin birleşmesinden söz etmek anlamsız ve saçmadır. Bu, bizi, kitlelerin devrim hedefi doğrultusunda birleştirilmeleri söylemini somut karşılığa ulaştırmak üzere, proletarya ve emekçi halk kitlelerinin seçkin unsurlarından teşkilatlanmış olan komünist partinin inşası sorununa veya inşa olmuş böyle bir partinin pekiştirilmesi ve geliştirilmesi görevine iter.

D

Kitlelerin birleştirilmesi iyidir ama bu birlik nerede ve nasıl bir birlik olacaktır? İşte yaşamsal mesele bu soruda yatmaktadır. Misal, kitleler burjuva liberal önderlikler altında, küçük-burjuva devrimci önderlik altında ve benzeri birleşebilirler. Ama bizlerin istediği veya kast ettiği kitlelerin birliğibirleştirilmesi sorunu bu değil, bundan tamamen başka bir şeydir. O halde geniş halk kitlelerinin birliğinden kastımız, kitlelerin Maoist parti inisiyatifi altında birleşmeleri veya birleştirilmeleri niteliğidir. Yani, sınıf kuvvetlerinin sınıfın ileri nitel gücü ekseninde komünist örgütte birleşmesi halidir. Bütün bunlar ise ancak Maoist partinin ideolojik-politik niteliklerinin yanı sıra, örgütsel ve güç itibarıyla çekim merkezi olma yeteneğinde olması veya bu gücü temsil etmesi ile mümkündür. Kısacası, Maoist komünistler birleşmeden geniş halk kitlelerinin birleştirilmesi düşünülemez. Kitleleri birleştirmenin tek gerçek ve doğru zemini budur. Bunun dışında kitlelerin birleştirilmesinden bahsetmek soyut lafız ve gerçek dışıdır. Unutulmamalıdır ki, soyut gerçek diye bir şey yoktur, gerçek her zaman somuttur. Devrimci halk kitlelerinden söz etmek ama bunun temeli olan öncü güçlerin birliğini es geçmek temelden çürük bir yaklaşımdır. Devrimci halk kitleleri örgütsüzdür. Bunun gibi, Maoist güçler de tüm güçleriyle ortak örgüte sahip değil, dağınıktır. Kitlelerin birleştirilip devrime seferber edilmesinin ilk adımı en ileri güçlerinin birleştirilmesinden geçer. Bu birlik sağlanmadan halk kitlelerinin birleştirilmesi ve devrim doğrultusunda kalıcı büyük adımlar atılması tasavvur edilemez. Öncü kuvvetlerin dağınık olması bir kader ve kaçınılmazlık değil, bilakis tarihsel bir talihsizliktir. Siyasal açıdan dağınık ve ayrık kalmayı zorunlu kılan haklı gerekçeler yoktur, ilke sorunları hiç yoktur. Mevcut ideolojikpolitik zemin ve genel güzergah Maoist güçleri esasta kavramakta, tek po-

tada buluşmalarını olanaklı kılmanın da ötesinde zorunlu kılmaktadır. Yazık ki, Maoist güçlerin ayrı örgütlenmeler biçiminde vuku bulan dağınıklığı uzun yıllardır sürmektedir. Bu dağınıklığın sorumluluğu Maoist güçlerin omuzlarında olup, devrimimizin gelişmesi ve geleceği ile doğrudan alakalıdır. Maoist güçlerin devam eden ayrı örgütlemeler sürecinin tüm tecrübesi, gerekli gelişmelerin sağlanamadığını kanıtlamakla birlikte, bu dağınıklığın daha büyük kan kayıplarına yol açtığını somut olarak ortaya koymaktadır. Bu tecrübe yabana atılır önemsizlikte değildir. Devrimimizin tabii talepleri, buna bağlı tüm zemin ve öğeler Maoist güçlerin birliğini dikte etmektedir. Uzun yıllardır tek taraflı yürütülen ve son olarak diğer Maoist gücün de şartlı yürüttüğü tartışmada gelinen nokta oldukça zayıf olsa da, önemli emareler taşımaktadır. Birliğin ideolojik-politik zemini olan ve birlik kıstasları olarak öne çıkan esaslarda bir uyumun olduğu açığa çıkmıştır. Bu sevindiricidir. Her ne kadar birliğin kabulü söz konusu olmasa da ve yaklaşımda katı bir tutum yansısa da, birliğin gerçek zemininde zımnen bir hem fikirlik söz konusudur. Sunulmuş olan birlik kıstaslarına yaklaşım bunu doğrulamaktadır. Geriye kalan mesele “darbe“ meselesidir. Bu konuda, yani “darbe“ eleştirisine muhatap olan Maoist partinin “darbe“ ye ilişkin fikri ortaya koyduklarıyla bilinendir. Burada tartıştığımız “darbe“ sorunu değil, birliğin önünde engel olup olmamasıdır. Eğer birliğin kıstaslarında problem yoksa, salt “darbe“ düğümüne takılmak açıkça hatadır. Şayet “darbe“ ve bunun yol açtığı ayrılık sıcak bir sorun olmuş olsaydı, bunun tartışılması elbette örgütsel açıdan birincil hal alabilirdi. Ancak, geçmiş örgütsel bir sorunun (doğruluğu-yanlışlığı ayrı bir sorun) her şeyin önüne çıkarılarak tartışılması, ilelebet güncelleştirilmesi ve örgütsel muhtevasına karşın tüm birlik temelinin önünde engel haline getirilmesi çokça anlaşılır olamaz. Birlik için gerekli olan temel kıstaslarda uyum sağlandığı halde, örgütsel taktik değerde olan “darbe“ eleştirisinin birliği engelleyen bir sorun haline getirilmesi tutarlı ve doğru olamaz. Darbe eleştirinizde tamamen haklı olduğunuzu varsayalım; buna rağmen birliğe yaklaşımınız ne olmalıdır? Bir eleştiri ya da örgütsel-taktik bir sorundan ötürü, bütün ideolojik-politik birlik zemini heba edilmeli midir? En önemlisi de tartışmadan bu sorunları nasıl çözeceğiz, nasıl aşacağız? Tartışmak istemediğinizi vb söylemektesiniz! Peki tartışmadan nasıl ikna eder ya da olursunuz? Tartışmadan nasıl doğruları açığa çıkarabilirsiniz? Tartışmama tutumunuz demokratik açıdan ne anlama gelir? Bu bir dayatma-benmerkezci tutum ve ön yargı değil midir? Bir tartışmıyoruz demekle “darbe“yi tartışmasız kabul edin demiş olmuyor musunuz? Bu bir dayatma ve anti-demokratik tutum değil midir? Eskiden tartışıldı, yeniden tartışmaya gerek yok diyebilirsiniz. Fakat eski tartışmaların sağlıklı olmadığı aşikardır. Dahası eskiden tartışmış olmak, yeterince tartışıldığı anlamına gelmez ve yeniden tartışmamak anlamına hiç gelmez. Somut bir öneri var ve bundan ötürü olsa bile tartışmak gereklidir.


8-9_Layout 2 5/11/11 12:14 PM Page 1

08 emek

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

Mücadele etmeden Bu işyerinde grev var Saybolt Gözetim ve Laboratuvar Hizmetleri A.Ş. işletmesi ile iş yerinde örgütlü olan Petrol-İş Sendikası arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmeleri uzlaşmazlıkla sonuçlandı. İşletmede yeni örgütlenen Petrol-İş Sendikası ile Saybolt Gözetim ve Laboratuvar Hizmetleri A.Ş arasında yürütülen görüşmelerin süreci şöyle gelişti; Bakanlık tarafından 15. 09. 2010 tarihinde gönderilen yetki belgesi ile 08. 10. 2010 tarihinde toplu iş sözleşmesi ön protokolü imzalayan Petrol-İş Sendikası ile Saybolt Gözetim ve Laboratuvar Hizmetleri A.Ş. arasında 01.11. 2010 tarihinde de TİS görüşmeleri başlamıştı. Ancak 74 işçiyi bağlayan toplu sözleşme sürecinde görüşmeler olumsuz sonuçlanmış ve 7 Nisan 2011’de sendika greve gitme kararı almıştı. Grev kararının alınmasının ardından yapılan görüşmelerde de bir uzlaşıya varılamayarak ilan edilen grev kararı, 4 Mayıs tarihinde uygulamaya konuldu. Saybolt Gözetim ve Laboratuvar Hizmetleri A.Ş.’nin merkezi Gebze’de bulunuyor. İşletme İzmir Aliağa, İstanbul Haramidere, İzmit, Trabzon, Mersin ve Batman’da faaliyet gösteriyor. Firma petrol şirketlerine gözetim ve analiz hizmeti veriyor. Saybolt çalışanları limanlara gelen petrol gemilerinden numune alıyorlar, laboratuvarlara gelen numuneleri inceleyerek rapor ediyorlar. Petrol-İş Sendikası yaptığı açıklamada şu bilgileri verdi; “SAYBOLT, 100 yılı aşkın süredir faaliyet gösteren, 50 ülkede, 70 ofisi bulunan bir gözetim ve denetim hizmeti veren bir firma. Şirket, Türkiye’ de 1989 yılında franchising (isim hakkı alarak) olarak Saybolt Catoni Persa olarak kuruldu. 2007 yılında % 100 hissesi Corelab tarafından alınan Saybolt, Saybolt Turkey olarak faaliyetlerine devam ediyor. 2007 yılında Amerikan firması olan Corelab tarafından alındıktan sonra çalışanların yıllık performans primleri kesildi. 2007 - 2009 yılı arasında çok düşük ücret zamları yapıldı.”

hak alınamaz Özelleştirme süreci olanca hızıyla devam ederken, bunun yükünü ise bu hizmetlerden yararlanan halkla birlikte çalışanlar çekiyor. Özlelletirme ve taşeronlaştırma sonucu onlarca kişi işsiz kalmış, çalışır durumda olanlar ise kölece çalışma koşullarına maruz bırakılmıştır.

Hizmet sektöründeki özelleştirme birçok alanda olanca hızıyla devam ediyor. Bugün belediyeden sağlığa, eğitimden ulaşıma kadar birçok alanda yapılan özelleştirmeler sonucu çalışma koşulları barbarca bir sömürü mekanizmasını oluştururken, bir çok kişi de işsizliğin kucağına atılmıştır. Bu çalışma koşullarına ve işsizliğe karşı direnişe geçenlere ise saldırıya uğrayarak geleceksizlik, açlık ve yoksulluk dayatılmıştır. Kaybedecek bir şeyi olmayan işçi ve emekçiler bu saldırılara en iyi cevabı direnişlerini sürdürerek vermiştir, vermektedir. Bu durumun diğer bir canlı tanığı ve sanığı olan Adana Numune Hastanesi işçileri başlattıkları direnişi kazanıma çevirdiler. 120 gün süren hak arama mücadeleleri kazanımla sonuçlanan işçiler, direniş boyunca yaşadıkları saldırıları, bu süre içerisinde karşılaştıkları güçlükleri ve kazanıma giden yolda elde ettikleri birikimi paylaştılar. Adana Numune Eğitim ve

Araştırma Hastanesi işçileri ile yaptığımız söyleşide bu sürece dair değerlendirme yaparak devam eden özelleştirme süreciyle birlikte halkı nasıl bir geleceğin beklediğine dair görüşler aldık. Sizleri direniş çadırından tanıyoruz. Fakat okurlarımız için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Muhsin Asilkan: Merhaba. Ben Muhsin Asilkan. 33 yaşındayım. Aslen Bingöl’lüyüm. Adana’da yaşıyorum. 8 yıldır Adana Numune Hastanesi’nde bilgisayar operatörü olarak çalışmaktaydım, ta ki 1 Ocak 2011 tarihine kadar. Cem Ateş: Merhabalar, ben Cem Ateş.27 yaşındayım. Güvenlik görevlisi olarak çalışıyordum. Ocak ayı başında toplam 32 kişi işten çıkarıldınız. İşten çıkarılma sebepleriniz üzerine bizi biraz bilgilendirebilir misiniz? Muhsin Asilkan: Bizler taşeronda çalışan işçileriz. Eski şirket Keynet ihaleyi kay-

betti. İhaleyi yeni kazanan Orpaş yetkilileri de bize, “gidin eski şirketinizle alacak-verecek meselenizi halledin” yani ibralaşıp öyle gelin dedi. Bizler de imzalamayacağımızı söyledik. Yasal haklarımızın özlük haklarımızla eski şirketten yeni şirkete devrolmasını istedik. Kabul edilmedi. İlk etapta 90 arkadaş imzalamadık. Fakat hastane yönetiminin baskısı üzerine imzalamayan sayımız 32 ye düştü. 32 arkadaş 1 Ocak günü işten çıkarıldık. 120 gün süren mücadeleniz zaferle sonuçlandı. Bu süreci kısaca değerlendirebilir misiniz? Muhsin Asilkan: 3 Ocak Pazartesi günü bilgisayar şifrelerimizin kapalı olduğunu gördük . Bunun üzerine başhekimle görüşmek istedik. Hastane idaresi bizleri başhekim yardımcısı Mustafa Bolkan’a yönlendirdi. Bolkan bize mahkemeleri işaret etti. “Gidin hakkınızı mahkemede arayın” dedi. Bizler mahkemeyi kazanacağımızı biliyorduk ama zaferin sokakta kazanılacağını da biliyorduk. Bu

Cumartesilere Haber-Sen’den tepki verdi. Tunç direnişte olma nedenini kısaca anlatarak sendikalı bir işte işe başlayana kadar direnişine devam edeceğini, taşeronda çalışmak istemediğini söyleyerek PTT çalışanlarının verdikleri mücadeleyi desteklediğini ve kendilerinden de destek beklediğini ifade etti.

“Sabrımız taştı”

Cumhuriyet Meydanı Merkez Postane önünde bir araya gelen KESK Haber-Sen İzmir Şubesi üyeleri “Cumartesi çalışmalarına hayır” dediler. Basmane PTT önünde toplanan HaberSen üyeleri “Daha kaliteli hızlı güvenilir ve çağdaş hizmet için Cumartesi çalışmak değil! Yeterli personel istiyoruz / KESK Haber-Sen” pankartı arkasında merkez postaneye yürüdü. Sık sık cumartesi çalışmak istemediklerini haykıran emekçiler,

PTT’ye sahip çıkılmasını istediler. Gerçekleştirilen yürüyüşün ardından Haber-Sen Genel Başkanı Ufuk Beytekin bir konuşma yaparak AKP hükümetine yüklendi. Baytekin, özelleştirmelere dikkat çekerek “Biz çocuklarımıza kölece çalışma koşulları bırakmak istemiyoruz” dedi. Baytekin cumartesi ve resmi tatillerde çalışma saatlerinin düzenlenmesini istedi. Buca Belediyesi’nde çalışırken işten atılan taşeron işçi Batıgül Tunç da eyleme destek

Gerçekleştirilen konuşmaların ardından emekçiler adına basın açıklamasını HaberSen İzmir Şube Başkanı Hüseyin Özdem yaptı. Özdem açıklamada şunları dile getirdi: “Bizler PTT emekçileri olarak sabrımızın taştığını haykırıyoruz. Hafta içinde zaten üç kişinin işini tek başına yapan postacıları yetmiyormuş gibi, cumartesi günleri ve resmi tatillerde çalıştırarak modern köleliğin kurumumuzda vücut bulmasına neden olan PTT Genel Müdürlüğü, 4 Cumartesi günü çalışmasına karşılık olarak aylık toplam 45–50 lira arasında değişen komik sayılabilecek fazla mesai ücretini kendi çalışanlarına reva görmektedir.”


8-9_Layout 2 5/11/11 12:14 PM Page 2

emek 09

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

eylemi ve 81. günde başhekimliğin önünde yaptığımız oturma eyleminin de etkili olduğunu düşünüyorum. Cem Ateş: Birlik olmak, inanmak ve örgütlü olmak en belirleyici sebepler galiba. Ben güvenlikte çalıyordum. İşe iadeler başladığında bölümümü değiştirmek istedim. Kabul ettikleri ve işe alacakları sözünü verdiler. Şimdi 20 arkadaşımız çalışıyor ben çalışmıyorum ama yine de kazandık diyebiliyorum. Önemli olan da biz diyebilmek. Son olarak kazanımla sonuçlanan direnişinizi ve yaşadığınız deneyimleri düşünecek olursak okurlarımıza ve bizlere ne söylemek istersiniz?

olaylardan sonra direniş çadırı kurma kararı aldık. Bu kararı duyan hastane yönetimi “Evinize gidin oturun, çadırdan uzak durun. Biz sizi çağıracağız” diye haber gönderdi. Çadırı kurduktan sonra Adana’daki tüm sivil toplum kuruluşları ilerici devrimci-demokrat, yurtsever kurumlar da maddi manevi her anlamda destek oldular. Çadırı kurarken, özgürlüklerin bedel ödenerek kazanılacağını biliyorduk. Bizler de bu bedeli ödemeye hazırdık. 120 günlük süre zarfında sınıf mücadelesini ve işçilerin dayanışma içerisinde olması gerektiğini öğrendik. Başhekimliğin savcılığa suç duyurusunda bulunmasından sonra, devletin güvenlik güçleri çadırı kaldırmaya çalıştı. Kararlı duruşumuzdan sonra vazgeçmek zorunda kaldılar. Cem Ateş: Bazı arkadaşlar imkansız olarak bakıyordu. Hastane yönetimi üç-beş gün bağırıp çağırıp giderler diye düşünüyordu. Bizdeki inancı gö-

rünce tedirgin olmaya başladılar. Bizi bölmeye çalıştılar ama başaramadılar. Bizler örgütlenmek nedir bilmiyorduk. Ta ki destek görüp mücadeleyi birliği öğrenene kadar. Her kesimden destek geldi. Özellikle sol kesimden. Önceleri biraz tedirginlik oldu. Çünkü çadırda sol görüşlü kişiler yoktu. Genelde AKP’li MHP’li olanlar vardı. Bir sorun yaşanmadı çünkü hepimiz orda hakkımızı aramak için vardık. Hak aramanın sağı-solu olmayacağını anladık. Birlik olup kazandık. 120 günlük mücadelenizde kazanmanızı sağlayan en önemli şey sizce neydi? Muhsin Asilkan: Bize çadırdan bir şey çıkmaz diyenlere inat, inançlı bir şekilde direnişimizi sürdürdük. Kazanmamızı sağlayan en önemli etkenler; birlik olmamız, azimli olmamız, yaptığımız şeye inanmamızdı. Bunlar dışında 80. günde yapılan zincirleme

Muhsin Asilkan: Öncelikle sendikalar ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Sendikalar bir siyasi partinin veya kurumun arka bahçesi olmamalıdır. Sendika işçilere-emekçilere; dayanışmayı, mücadeleyi, işçi haklarını ve sendikanın, sendikacılığın ne olduğunu anlatmalı. Mücadeleyi, hak aramayı öğretmeli, bu yönde öncü olmalı. Şimdi gelelim sorunuzun yanıtına! Şu an 20 kişi işe başladı. 10 kişi kendi istemiyle geri dönmedi. 2 kişi için de mücadelemiz devam ediyor. Geri iade sözünü aldık, takipçisiyiz. Bizler örgütsüz olan işçiler olarak başladık direnişe. Direnişten çok şey öğrendik. Bunlardan biri de işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesi içerisinde varolmaları gerektiğiydi. Bizler artık biliyoruz ki; sermayedarlar alınteri ile çalışan işçileri canları istediği gibi kapı dışarı atabiliyorlar. Bu durumun örgütsüzlüğümüzden kaynaklandığını, örgütlü mücadelenin şart olduğunu söyleyebilirim. Örgütlenelim diyorum çünkü örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez. Cem Ateş: Emek harcamadan, mücadele etmeden hak alınamaz. İşçiler haklarını arasınlar. Bu konuda hiçbir şekilde taviz vermesinler. İnanarak, düşünerek olgun davranarak hareket etsinler. Yani hak ararken haksız bir duruma düşmesinler, bölünmesinler, kucaklayıcı bir rol üstlensinler.

İşçiler kararlı İşten atma saldırılarına karşı birleşerek direnen Ontex/Canbebe ve PTT işçilerinin eylemleri devam ediyor. Haftalardır hakları için direnen taşeron işçileri cumartesi eylemlerinin 9. haftasında Taksim’de bir kez daha bir araya geldiler. Ontex/Canbebe ve PTT işçileri “Haklarımız ve geleceğimiz için direniyoruz! Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz / Direnişçi OntexCanbebe - PTT taşeron işçileri” pankartı ile Galatasaray Lisesi önünde toplandılar. Buradan yürüyüşe geçen işçiler yürüyüş boyunca mücadele çağrısı yaptılar. Ontex’in sahibi olan Goldman Sachs Capital Partners ve Texas Pacific Group bünyesindeki Burger King önüne kadar yürüyen işçiler burada bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

‘Rant peşindeler’ BDSP ve DÖB’ün de destek verdiği yürüyüşün ardından, basın açıklaması öncesi direnişteki Ontex/Canbebe işçilerinden birisi bir işçi konuşma yaptı. Patronun sendikalaşmaya karşı saldırılarına değinen işçi, hükümetin de bunu desteklediğini belirterek, anayasal bir hak olan sendi-

kalaşma hakkının hiçe sayıldığını dile getirdi. Ontex emekçisi düzen partilerinin birbirinden farkı olmadığına vurgu yaparak onlara oy vermeme çağrısı yaptı. İşten atılan taşeron işçiler adına ortak açıklamayı ise Cafer Kalağ yaptı. “Konak işçilerinin mücadelesinde gördük ki burjuva partilerinin tutumu hep aynı. Bugün AKP’sinden CHP’sine kadar hepsi rant peşinde” diyen Kalağ, Konak işçilerini sefalete mahkum eden CHP’li Konak Belediyesi’ni de kınadıklarını söyledi. Ontex/Canbebe, PTT ve Konak Belediyesi işçileri olarak taşeronlaştırmaya, kölece çalıştırmaya ve sefalet ücretine karşı kararlılıkla direndiklerini söyleyen Kalağ, açıklamasını şu sözlerle noktaladı: “Eğer bu direnişlere destek olunmazsa, direnişçi işçilerin sesine kulak verilmezse, hepimiz açlık, yoksulluk ve kölece yaşam koşullarına boyun eğmiş olacağız. Bundan dolayıdır ki dostlar: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!”

Taşeronlaşma zehirliyor, yetkililer susuyor MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nda öğle yemeğini yiyen personel’in büyük bir çoğunluğu zehirlenerek hastanelere kaldırıldı. Emekçiler, zehirlenmenin sebebini bulmak için numuneleri MEB’e bağlı Hıfzısıhha’ya gönderen yetkililerin olayın üstünü kapatmak istediğini söylüyor. Konuya ilişkin Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı önünde toplanan Eğitim-Sen Ankara 2 No’lu Şube, yaklaşık bin kişinin zehirlendiği olaya ilişkin bir protesto gerçekleştirdi. “Önce KPSS sonra YGS, şimdi de zehirlenme”, “3’ü bir arada: özelleştirme, taşeronlaştırma, zehirlenme”, “Ölen ölür AKP ardına bakmadan yürür” dövizlerinin açıldı. Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Sekreteri Çerkez Aydemir, geçmiş yıllarda da bu tür olayların yaşandığını, zehirlenme olayının ardından yapılan tek açıklamanın “Yemek numunelerinin Hıfzısıha Başkanlığına gönderildiği” olduğunu belirtti. Aydemir, “Numunelerin MEB’in kendi merkez kurumlarında test edilmesi, olayın üzerinin

kapatılmaya çalıştığını göstergesi” olarak yorumladı. AKP iktidarının özelleştirme ve taşeronlaştırmalarla halkın ve personelin sağlığını hiçe saydığını söyleyen Aydemir mutfak personelinin genellikle taşeron firma elemanı olduğu, kurumlarda taşeron şirketin sık sık isim değiştirerek personelinin işe yeni girmiş gibi gösterildiğini söyledi. Bu yerlerde yemeklerin hijyeni, malzemenin saklanması, korunması ve hangi kalitede malzeme alındığının denetimsiz olduğunu hatırlatan Aydemir, sorumluları derhal ortaya çıkarmasını, Milli Eğitim Bakanı’nın istifa etmesini istedi. Açıklamanın ardından yemekhaneyi incelemek isteyen Eğitim-Sen işyeri temsilcileri ve basın mensupları MEB güvenlik şefi olduğunu iddia eden görevlice engellendi. Üstlerinden kesin emir aldığını söyleyen güvenlikçi’nin özellikle gazetecilerin alınmaması talimatı aldığını söylemesi de dikkat çekti. Uygulamayı protesto eden işyeri emekçileri olayın sonuna kadar takipçisi olacaklarını söyledi.


10-11_Layout 2 5/11/11 12:16 PM Page 1

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Hayali gönlümde yadigar kalan! -1g Sarkis HATSPANIAN “Vardaşen” mahpusanesi Sonra birlikte yolculuk yapacağı Dersimli yoldaşıyla Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıktılar. Onlarca kontrolden geçip, 2 yerde zorunlu aktarma yaptıktan sonra doğupbüyüdüğü şehre varmışlardı. Oradan Ergani’ye gitmek için daha önceden bildiği bir tanıdık kamyoncunun yardımıyla gece geç vakit yola düştüler. Bu arada açlıktan başlarına ağrı girmişti ama bulundukları kamyonun da Ergani’ye varmasına çok az kalmıştı. rına, ezgiye, baskıya, zulme, hıyanete karşı Ermeni insanının destanlara konu olmuş direnişlerine, kendi topraklarında özgürce yaşama arzusunu gerçekleştirme amacıyla yakılmış bilinen-bilinmeyen ateşlerine ulaşmak gerekiyor. Öyle’ki, gelin isterseniz Silvan’dan Diyarbakır’a göçen bir Ermeni ailesinin 7 çocuğundan dördüncüsü olarak 1953’te doğan yiğidimizin, 1972 yılında mahkemeye başvurarak değiştirmek zorunda kaldığı asıl adından başlayarak onu daha yakından tanımayı deneyelim.

Yıllar önce yazımın kahramanını “Bir kısmımız onu Orhan Bakır, bir kısmımız Armenak Bakırcıyan, bir kısmımız Ali Ağa kod adıyla bildi… Hangi isimle bilinirse bilinsin, geçmişte, bugünde ve gelecekte yüreği eşitlik ve özgürlükten yana kardeşçe bir yaşamdan yana atanlar için O, daima hafızalarda yiğit bir komünist, kararlı, sevilen ve unutulmayan bir kişilik olarak belleklerde yerini koruyacak” anlatımıyla özetlenmiş, O’nu gerçekten de bire bir tanımlayan güzel bir makale okumuştum. Orada Armenak’ın insani meziyetleri hakkında olabildiğince bilgi verilmiş olsa da etno-kültürel kişiliği okuyuculara yeterince iletilmemişti diye düşünenlerdenim. İnançlı bir Hıristiyan ve aynı zamanda komünist olan Giritli yazar Nikos Kazantzakis, İsa Mesih’in insani-dünyevi yaşamını anlattığı, Türkçe’ye “Günaha Son Çağrı” başlığıyla çevrilen ve aynı zamanda tüm Hıristiyan alemini allak-bullak eden bir filme de adapte edilen kitabıyla ilgili bir Alman düşünürle yaptığı görüşme sırasında, kendi açısından insanı ”inandıkları uğruna adanan bir yaşamın temeline, yani köklerine inerek, ilk bakışta görünmeyen ya da fark edilmeyen yapısal özelliklerin hamuruna katılan mayada aranıp, içinde yanmakta olan ateşin anlaşılırlığına ulaşmakla ancak tanınabilecek bir varlık” olarak tarif ediyordu. Bence Armenak’ın hamuruna katılan maya ve içinde var olan ateşin anlaşılması için, onun köklerine, yani Sasun’un sarp kayalıklarına, kutsal Andok, Maratuk dağla-

Doğduğunda, babası Cano’nun aslı Sasun’un Aharonk Köyü’nden çok yakın bir arkadaşı ona “gel bu çocuğa köylüm Armenak’ın adını ver de, sadece 44 bahar yaşayabilmiş yiğit fedaimizin adını onun şahsında yaşatalım” demiş. Böylece O, Ermeni tarihine Hrayr (Ateşadam) ve Tjokhk (Cehennem) takma adlarıyla geçmiş, 1860’ta Batı Ermenistan’ın Daron Bölgesi’nin Sasun Nahiyesi’ne bağlı Aharonk Köyü’nde bir papaz ailesinde dünyaya gelip yaşamış, Muş’un Surp Garabet Manastırı’ndaki Ruhban Okulu’nda okuyup mezun olmuş, bölgenin Ermeni okullarında öğretmenlik yapmış, aydın kişiliği nedeniyle daha 20 yaşındayken Muş Ermenilerinin önemli liderlerinden biri olarak halk tarafından tanınmış, ama aslen Sasun halk direnişlerinin örgütleyicilerinden Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin devrimci önderlerinden Mihran Damadyan ve Medzn Murad (Hampartsoum Boyacıyan) ve hatırı sayılır fedailerden (1) Ağpür Serop, Kevork Çavuş ve Antranik Ozanyan’la omuz omuza döğüştüğü için 1894 ve 1904 Sasun direnişlerinin en önemli isimlerinden biri olması, yaşamının noktalandığı Gelieguzan Köyü’nü kuşatan Türk ve Kürt güçlerine karşı eşitsiz bir kavgada son kurşununa dek döğüşerek şehit olduğu için hakkında kahramanlık şiirleriyle devrimci şarkılar yazılıp söylenen, gerçek adı Armenak Ğazaryan olan can fedainin ismine layık görülmüş işte ! Armenak’ın tüm bacı ve kardeşlerinin nüfusta yazılı olanlar değil ama gerçek adları da yine Sasun direnişlerine katılmış halk fedaileri ve onların analarıyla eşlerinin anısını yaşatmak amacıyla verilmişti. Öyleki, “T.C.” nüfus kayıtlarına Meryem, İbrahim, Süslü, Adnan, Kenan, Semra olarak geçen bu insanlar gerçekte Mariam, Abraham, Sose, Arman, Keğam ve Sima adlıdırlar. Eğer günlerden bir gün Armenak Bakırcıyan’ın biyografisini kitaplaştırma çalışmasında bulunma niyetli bir araştırmacı ortaya çıkacak olsa, biri 1904, diğeri 1980’de şehit olan her iki Armenak’ın yaşam hikayeleri ve kaderlerinin birbirine

şaşılacak derecede benzediğini de mutlaka görecektir. *** ... Hapisten kaçırıldıktan sonra, işler istendiği gibi gitmemiş, o koşullarda dört kişiyle yolculuk yapılamayacağından mecburen ayrılmışlardı. İlk durağı İstanbul oldu, orada bir Ermeni dostunun anasıgilde, yeni bir kimlik getirilene kadar bekledi. Sonra birlikte yolculuk yapacağı Dersimli yoldaşıyla Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıktılar. Onlarca kontrolden geçip, 2 yerde zorunlu aktarma yaptıktan sonra doğup-büyüdüğü şehre varmışlardı. Oradan Ergani’ye gitmek için, daha önceden bildiği bir tanıdık kamyoncunun yardımıyla gece geç vakit yola düştüler. Bu arada açlıktan başlarına ağrı girmişti ama bulundukları kamyonun da Ergani’ye varmasına çok az kalmıştı. Şoför kim olduklarını bilmese de çocukluk arkadaşı Ermeni Khaço’nun yakınları olduklarından, onların da fılla (2) olduğunu tahmin edebiliyor ve kanunla sorunları olduğu besbelli bu insanları gün ağarmadan Khaçogile ulaştırması gerektiğini de iyi anlıyordu. Armenak’la Alişan Ergani’de 2 gün kaldıktan sonra, asker-polis-jandarma birçok tehlikeli arama-tarama zincirlerini zarar-ziyansız atlatarak Dersim’e, Nazımiye’nin (3) Khodik (4) Köyü’nde onları bekleyen Ali Haydar’lara ulaşabilmişlerdi. Orada, bölgeyi çok iyi tanıyan güvenilir bir dostlarından “Hapisten kaçmış olan Armenak’ın fotoğraflarının tüm jandarma ve polis karakollarına dağıtılmış olduğu ve çevre köylerde onlara yataklık etmeye kalkışanların da terorist muamelesine tabi tutulacakları” yönünde çok geniş bir propaganda yapıldığını öğrendiler. Ona, Pülümür(5) - Kırmızıköprü(6)-Günceler(7) muhtarlığından alınmış sahte bir kimlik kartı vermişlerdi, bu kartta kayıtlı olan sicil numarasının karşısındaki haneye 427 yazılmış olduğunu görünce yüzünde bir tebessüm belirmiş, geçmişine gitmişti. Diyarbakır Cumhuriyet İlkokulu’nu bitirdikten sonra orta ve lise öğrenimini edinmek için geldiği İstanbul’un Üsküdar Mahallesi’nde bulunan Surp Khaç Tıbrevank’a kayıt olduğu 1966 eylülünde, okul sekreteri Baron Zare’nin kendisini “427 No’lu talebemiz oldun” diyerek kutladığı o ilk gününü anımsamış ve biri kalkıp da ona, ‘çok yıllar sonra aynı okul numarasıyla sahte bir kimlik kartı taşıyacağını’ ona söylese de, böyle birşeyin insanın aklının ucundan bile geçirilemeyecek “kaderin bir cilvesi” olması haline şaşakalmıştı. 6 yılını yatılı olarak geçirdiği sevgili okulunda


10-11_Layout 2 5/11/11 12:16 PM Page 2

suyu, ekmeği, tuzu, yatak-yastığı, iyi ve kötü tüm günlerini paylaşmış olduğu sınıf arkadaşlarını hatırlayıp, onları bir-bir gözünün önüne getirdi. 2 Hagop, 2 Krikor, 2 Zakar, 4 Garabet, Nubar, Khaçik, Panos, Muşeğ, Khosrov, Bedros, Hovsep, Sarkis, Lutfik, Gülbenk, Nuran, Hayk, Donik, Avedis, Stepan, Vartkes, Stepanos, Masis, Sahak, Zadik, Emran, Yaşar-Serop ve Aydın’la yaşadığı bu eşsiz “Communard cenneti” yıllarında tanışmış olduğu devrimci fikirlere gönül vermesi sayesinde komünist olmasını işte “çeliğine su verildiği” o güzel günlere borçlu olduğunu da düşünmeden edemedi... ***

ni okullarında okumalarını sağlamak amacıyla ter dökenlerin kervanına Armenak da katılmıştır. 1966-1972 yılları arasında, Diyarbakır’daki Ermeni Kilisesi papazı Der Giragos’un değerli yardımlarıyla Siirt, Şırnak, Urfa ve Mardin civarında dolaşarak kader ortağı olduklarından yüzlerce Ermeni’ye ulaşabilmiş, sayısız çocukların İstanbul’a getirilip Ermenice eğitim almalarını sağlamıştı. Tıbrevank’a kayıt olduğu 1966’da okul müdürlüğüne başlayıp, mezun olduğu 1972’de müdürlükten ayrılan hemşehrisi Mıgırdiç Margosyan’ın edebiyata düşkünlüğüne özenmesiyle, onun okul kütüphanesinde ne kadar kitap varsa okumasını da getirmişti. Okumak onun için

Diyarbakır’da bitirdiği Cumhuriyet İlkokulu sonrası Armenak, İstanbul’da yatılı okul olan Surp Khaç Tıbrevank’ta okuyor. Burası, Lozan Antlaşması’na inat Anadolu’dan getirilmiş Ermeni çocukları ruhban olarak yetiştirmek amacıyla tam da kendi doğmuş olduğu 1953’te kurulmuş, tabir-i caizse 1915 sonrasını anımsatan bir nev’i “toplama yurdudur”.

güncel 11

bir araçtır” sözleriyle bilinen Dikran Bedrosyan’ın izinden yürüyen Gary Kasparov, Levon Aronyan gibi diğer dünya şampiyonlarımız da zamanla Virtüoz Maestro’nun sözlerini doğrulamışlardı. Armenak, zekasını kullanarak binbir beladan başını kurtarmasında satrancın yadsınmaz rolünü çok iyi bildiğini en yakını gördüğü birkaç arkadaşıyla paylaştığı anılarında itiraf etmişti. Okulda, anadilini öğrenme sayesinde çoğu 1915’te ölüme gidip-gelmeyen Ermeni şair ve yazarların eserlerini de okuma şansına sahip olmuş, Ermenice ve Edebiyat dersleri öğretmenleriyle o kayıpların acı kaderi hakkında sohbet ediyor, böylece “sakıncalı” konulara giderek artan ilgisi karakterinin oluşmasında da oldukça önemli bir rol oynuyordu. Ses-

Amaçlandığı üzere ruhban yerine çok miktarda solcu yetiştirmiş olan Surp Haç Tıbrevank Ermeni Okulu talebelerinin devrimci fikirlere gönül vermesinin temelinde, 1915 artığı olarak kalakalmış, hayatın her tür sillesini yemiş, Ermeni kimliğini sanki bir suçmuş gibi taşımış, ezilen, horlanan, yoksul Anadolu insanlarının çocukları olması yatar. “T.C.” ‘68 Kuşağı’ denen devrimci gençlik hareketiyle çalkalanıyorken, bu kuşağın en önemli figürlerinden birinin Tıbrevank sıralarından büyükleri Garbis Altınoğlu olmasının oynadığı rol da çok önemlidir. Anadolu’dan getirilmiş Ermeni çocuklardan birçoklarının Tıbrevank’ta devrimci gençlik hareketleriyle tanışmasında, 12 mart döneminin devrimci kadrolarından Garbis Altınoğlu’nun manevi etkisinden sonra, Armenak’ın kendisinin de mezuniyetini takiben militan bir devrimci olarak devam eden Tıbrevank bağlarıyla örgütleyici ve politize edici rolü büyük olmuştur. Tıbrevanklı gençlerin o yıllarda ülkeyi saran devrimci hareketler içinde özellikle TKP/ML-TİKKO’ya sempati duymalarında ise, herhalde onun kurucusu İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermeyen bir yiğit olmasından öte, Türkiye solunun 50 yıllık İttihatçı damarından radikal biçimde ayrılan, Kemalist ideolojinin ırkçı-faşist özünü çırılçıplak teşhir eden, gayrı-Müslim halkların kanlı tasfiyesi ve farklı kimliklerin inkarı üzerine kurulmuş Türk-Müslüman hakimiyetini sorgulayarak ezilen ulus ve azınlıkların özgürlüğü için mücadele bilincini de yükselten bir önder olması belirleyici olmuştur. Tıbrevank, “T.C.” tarihindeki Ermeni gerçekliğini anlayabilmek açısından bir milattır. Tıbrevank’ın öyküsünü öğrenmek isteyen herkes, 1915 felaketinin ardında bıraktığı facianın da canlı şahidi olabilir. Elinden herşeyi çalınmış bir ulusun mucizeyle “hayatta kalanlarının” yine kendi toprakları üzerinde, ama bölük-pörçük, üçü burdabeşi orda, bir o kadarı da beri tarafta yaşasalar bile, uğratıldıkları akıl almaz soykırımını gerçekleştirenlerin arasında yaşıyor olmalarının üzerlerinde bıraktığı tarif edilmesi zor etkilerle, asıl doğa ve yapılarını neredeyse tamamiyle yitirip, tümden başkalaşmış evlatlarıyla karşı karşıya kalınan bir gerçek ortaya çıkmıştır. Anadilinde eğitim görme olanağından yararlanmak için her yaz Anadolu’nun dört bir yanına giderek, kaybolmakta olan soydaşlarını arama, bulma ve onların erkekkız çocuklarını İstanbul’a getirerek Erme-

sanımızı son yolculuğuna uğurlarken, anısına saygı anlamında yaptığım konuşmada, başkalarının dert ve acılarını gönüllü omuzlayarak, yürekten paylaşmaya adanmış bir yaşama paralelde bulunmak için verdiğim bir örnekle O’na atıfta bulunup, “13 sene önce yine bugünlerde yitirmiş olduğumuz Ermeni halkının yiğit evladı Armenak Bakırcıyan’ın ruhu için de dua edelim” deyivermiştim. İkindi vakti Ermeni kilisesi salonunda verilen cenaze yemeğinde, kim olduğunu bilmediğim yaklaşık 40 yaşlarında bir bayan bana yanaşıp çok gizli bir şey söylercesine pek usulce “Söylemesem çok rahatsız olacağım bir şeyi size bildirmek istiyorum. Okul arkadaşınız olduğunu konuşmanızdan öğrendiğim Armenak’ın sevdiği kız, benim Oregon’da yaşayan ağabeyimin bundan bir yıl önce acı bir kazada kaybettiğimiz kızıydı. Zamanında Armenak üniversite öğrencisiyken, yeğenime özel dersler verirken birbirlerini sevmiş olduklarının, belki de tek şahidiyim. Ayrıca bize satranç oynamayı, düşünmeyi, kitap okumayı, herhangi bir konuda görüş bildirmeyi de ondan öğrendik diyebilirim. Amerika’ya göç ettikten sonra bile yeğenim onu unutamıyor, biri diğerinin ardından ne yazık ki hep cevapsız kalan mektuplar yazıp yolluyordu, vurulduğunu çok geç öğrendiğinde ise karalara bürünmüş, uzun zaman yaşayamadığı aşkının yasını tutmuştu” diye hüzünlü bir heyecanla anlattıklarına bir de gözleri yaşla dolu “Bugün burada gördüğünüz, memleketlerinden kovulmuş olarak yaşayan hep hor görülmüş, ezilmiş, bin bir hakaret ve tacize uğratılmış, vurulup kolu kanadı kırılmış olduğu için de pısırık, korkak, ürkek, edilgen bir karakter sahibi olmaya itilip-zorlanmış Anadolu’dan göçme bu Ermeni toplumu, şimdi anavatanı Ermenistan ve Karabağ’ın var olması için çalışmış insanlarından birini bu denli sevip de saygılarını görkemli bir merasimle bildirme noktasına gelmişse eğer, inanın tüm bu insanların bilinç altında Armenak ve Armenak gibi yiğitlerimiz yatmaktadır” sözlerini de ekleyince bu kez duygulanıp gözyaşlarımı tutamayan ben olmuştum. Armenak, yeryüzünün iki ayrı ve birbirinden çok uzak kıtasında yaşayan 2 Ermeni yüreğinde aynı gurur ve acıyı var edebiliyorsa eğer, yarınlarda 2 milyon insanımızın bilinç altında var olanı da pekâlâ bilince çıkarabilirdi kuşkusuz !... DİPNOTLAR : 1- Fedai : Ermeni halkının oluşturduğu direnişçi Partizan gruplarına verdiği ad. 2- Fılla : Kürtler tarafından tüm Hıristiyanlara, burada Ermenilere verilen ad.

aynı hava, ekmek, su gibi bir ihtiyaç demekti, sınıf arkadaşları gibi futbol, voleybol, basketbol türü oyunlara pek ilgisi yoktu, ama çok severek, büyük bir haz duyarak satranç oynuyordu. 1963-1969 yılları arasında dünya satranç şampiyonu olan Dikran Bedrosyan, o dönem doğal olarak tüm dünya Ermenilerinin gurur kaynağı olup, özellikle genç neslin satranca ilgi duymasına da sebep olmuştu. O yıllardan itibaren Tıbrevank talebelerinden birçoğunun değişik yarışmalarda şaşılası başarılara ulaşması ve ülke çapında satranç şampiyonları vermiş olması, hele hele o gençlerin kırsal alanda yaşayan, köylü kökenli ya da zanaatkâr ailelerin çocukları olması öyle kolayca açıklanır, anlaşılabilir bir şey değildi. ”Formu bir oyuna benzeyen satranç, aslında sanat içerikli ve sporda yenme arzusunu zafere dönüştürme azmini geliştirmeye yarayan

siz, sakin halini aslında sönük sanılan bir volkana benzetmek daha doğru olurdu, ateş dışarı fışkırıp, lavını dökmese de, onun içinde, yüreğindeydi ve devrimci yaşamının en doruğuna, dağlara çıktığı dönemlerde kendini mutlaka gösterecekti. ...1993 yılı Mayıs’ında, Karabağ halk direnişine çok değerli katkılarda bulunmuş ve savaş nedeniyle yerinden yurdundan edilmiş insanlarımıza insani yardım ulaştırmak için sıradan bir insanın yapabileceğinin çok üstünde emek ve çaba sarfetmesini fazlasıyla takdir ettiğim, 47 yaşındayken aniden vefat eden Varujan Karian adlı Zaralı çok değerli bir arkadaşımın cenazesine katılmak için Los Angeles’e gitmiştim. O zamana kadar yurtdışında görmüş olduğum tüm cenaze merasimlerinden en kalabalık olanına katılırken, yaşadığı toplumda bu kadar sevilmiş-sayılmış olan in-

3- Nazımiye : Batı Ermenistan’da asıl adı Garmir Vank (Kızıl Kilise) olan bir yerleşim yeridir. Zazacada kullanılan Kısle şekli, Kızılkilise’nin
 bozularak telafuz edilenidir. 1896 yılında Sultan Abdülhamid tarafından kızı Nazime’nin onuruna, şehre Nazımiye adı verilmiştir. 4- Khodik : Zazacada da Xodiğ olarak adlandırılan, “T.C.” tarafından adı Yazgeldi olarak değiştirilen bir Ermeni köyüdür. 5- Pülümür : Dersim’in kuzeyinde Ermenice aslı Plurmori (Böğürtlentepe) olan bir Ermeni şehridir. Zazaca’da bozuk şekliyle telafuz edilmektedir. 6- Kırmızıköprü : Ermenice aslıyla Garmir Gamurç olarak adlandırılan Plurmori merkezinin güney-batısında bulunan köye Zazaca Ermeniceden aynı anlam tercümesiyle Pırdosur (Kırmızı, Kızılköprü) denmektedir. 7- Günceler : Ermenice asıl adı Gıntsıni (Yabanağaç, Karaağaç) anlamını taşıyan, yakınında küçük bir kilise de bulunan bir Ermeni köyüdür. -DEVAM EDECEK-


12-13_Layout 2 5/11/11 12:17 PM Page 1

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Obama’lı ABD Emperyalizmi, O Söz konusu hareketlerin, doğrudan ve klasik anlamlarıyla “halk hareketleri“ ya da “halkın demokratik hareketleri“ olarak tanımlanması tek yanlı hatalı değerlendirme olduğu gibi, bu değerlendirmelere paralellik arz eden mantık tutarlılığı içinde söz konusu hareketlerin ayrımsız olarak ve toptancı yaklaşımla desteklenmeleri doğrultusundaki tutum da hatalıdır. Proleter devrimci bakış Kuzey Afrika ve Orta Doğu coğrafyasında kitle hareketleri biçiminde cereyan eden gelişmeleri sınıf siyaseti ve tavrı adına doğru okumak elzemdir. Her şeyden önce, sınıfsal bakış açısına uygun tavrın belirlenmesi, analitik yaklaşımı şart koşmakla birlikte, formel yaklaşımın öznelciliğine düşmemeyi gerektirir. Gelişmelerin görünen kısmının ötesinde, iç yüzü ve derinliklerini anlamak, arka planını açığa çıkarmak gerekli olan diyalektik yöntemdir. Genel nitelikleri ile özel niteliklerini, görünen özellikleri ile saklı olan özelliklerini, nedenleri ile sonuçlarını, hedefleri ile bu hedefleri tayin eden önderliklerini ve önderliklerinin niteliklerini, bu bağlamda hangi sınıflara hizmet ettikleri veya proleter devrimler karşısındaki pozisyonları vb görülüp hesaplanmak durumundadır. Adı geçen hareketlerin, ortak konjonktürel zincir ve benzer spesifik zemin üzerinde vuku bulması onların tek çerçeve içinde değerlendirilmelerini olanaklı ve gerekli kılar ki, bu, genel olarak doğrudur. Biçimsel nüanslarına karşın yaşanan bütün hareketler ortak karakterde tarif bulurlar. Dolayısıyla aynı atmosferde cereyan eden ilgili hareketlerin ortak analizi mümkündür. Her bir ülkedeki ha-

Obama ve değişen strateji

reket biçimsel muhtevaları itibarıyla belli nüanslar göstermekle birlikte, yine her bir hareket biçimsel olarak farklı özellikler yansıtıryansıtmaktadır. Ne var ki, bu durum onların genel-ortak spesifiğini yadsımaz. Tüm gelişmelerde bir ana halka bulunur ya da tüm gelişmeler temel bir çizgi üzerinde gelişirler. Bu ana halka esas, diğerleri talidir. Biri tayin edici öz, diğerleri özün çevresinde biçimdir. Öte yandan dalgalar halinde gelişen bu hareketlerde bir nesnel-objektif zemin, bir de objektif zemini basamak edinen sübjektif etmen olmak üzere iki yan vardır. Hareketlerin en doğru tarifi, bu iki yanın doğru saptanması ile yapılabilir. Genel olarak nesnel zemin belirleyicidir. Bunu inkar etmek MLM’yi reddetmektir. Fakat ikinci bir gerçek var ki, nesnel koşul kendi başına siyasi sonuçlara varmaz. Nesnel koşulun devrimci sonuçlara ulaşması için sübjektif etmenin devreye girmesi gerekir. Devrimci koşullar olduğu halde, eğer devrimci örgüt aracı veya önderlik yoksa bu devrimci koşullar devrime dönüştürülemezler. Ekonomik alt-yapının belirleyici olduğunu önce söyleyen MLM açıklar ki, belli şartlarda üst-yapı belirleyici rol oynar, belirleyici hale gelebilir. Bunu inkar etmek de MLM’ye terstir. Genel geçer bir doğruyu hatırlatalım ki, emperyalist dünya sistemi içinde yaşanan gelişmeler değerlendirilirken emperyalizm olgusunu göz ardı etmek asla mümkün değildir. Bu hareketler, sosyal taban veya ayaklanmacı bileşen açısından bakıldığında halk kitlelerinden oluşmaktadır. Bu reel gerçektir. Fakat, derin gerçekte durum daha farklıdır. Hareketlerin emperyalist stratejilerle örtüşen en geniş siyasal çehresi ve pratik deneyimleri ile tüm kapsam ve bütünlüklü fotoğrafı değerlendirildiğinde, bu hareketlerin, devrimci teorimize uygun olarak tanımlanan Halk Hareket(ler)ine denk düşmediği kesin olarak söylenebilir. Mevcut hareket ya da ayaklanmalara, siyasi amaç, hedef ve sonuçlar itibarıyla nüfuz eden, sınıf damgasını vurarak niteliğini belirleyen halk kitleleri değil, burjuva sınıflar ve emperyalist güçlerdir. Hareketin talepleri halk kitlelerine rağmen ve onların manipüle edilmesi yoluyla gerici sınıflar ve emperyalist odaklar tarafından biçimlendirilmektedir. Kollanan

Emperyalist stratejilerin söz konusu hareketlerdeki imgelerini hareketlere ekonomik destekten askeri müdahalelere kadarki iştirakleri, iktidarların değişimi için uyguladıkları baskılar, hareketler karşısındaki açıklama ve taraflı tutumları, güdülerinin yeni dönem ihtiyaçları ve stratejilerine uygun iktidarların oluşturulmasına dayandığı ve art arda patlayan hareketlerin ABD’nin dünya ve bölgenin dizayn edilmesi hedefi ile zamanlamasına denk gelerek rastlantı olmadıklarını, emperyalist politikaların ürünü olduklarını

çıkar halkın çıkarı değil, emperyalist gericiliğin çıkarlarıdır. Hareketlerin hedef ve sonuçları halk hareketinin mantıki sonuçları ve kazanımlarıyla doğru orantılı değil, taban tabana zıt nitelikte gelişmektedir. Hareketlerle kurulan ve/veya hedeflenen proletarya iktidarı ya da onun tarihsel-toplumsal şartlardaki özgül biçimi-parçası olan halk iktidarı değildir. Hareketlerin önderliği proletarya ve halk kitlelerini temsil etmemektedir. Halk hareketinin tüm mantığı, mevcut hareketlere ‘’halk hareketi’’ demeyi engeller. Bunun gibi, ‘’demokratik halk ayaklanmaları’’ ya da ‘’halkın demokratik hareketleri’’ tanımlaması da bu hareketlere uygun düşmez. Bu hareketlerin sonuçlarına devrim denemeyeceğini ise, dillendirmeye bile gerek yoktur.

Gelişmeleri doğru okumak Hareketlerde emperyalist stratejiler devrede olmakla birlikte; bu hareketler burjuva kliklerin halk kitlelerini ‘’demokrasi-özgürlük’’ gibi argümanlar kullanarak yedeklediği, özünde emperyalizmden bağımsız olma-

vb vs yeniden ve özetle vurgulayalım. Bütün bunların yanı sıra dikkatle üzerine düşünülmesi gereken bir tablo da şudur. ABD’nin özellikle Irak işgali sonrası veya işgaliyle birlikte yaşanan gelişmeler neticesinde (özelikle işgal gerekçelerinin sonunda kof çıkması, Guantanamo işkenceleri, Irak’da yaşanan katliamlar ve verdiği kayıplar ile iç kamuoyunda gelişen tepkiler, Irak’ın istikrarsızlığa sürüklenmesi...), dünya kamuoyu nezdinde teşhir olarak prestij kaybına uğradığı ve bu tarihle birlik-

yan komprador burjuva klikler arasındaki iktidar dalaşından ibarettir. Geçmeden not düşelim ki, hareketlerin tüm negatif niteliğine karşın halk kitlelerinin ayaklanmış olması gerçekliği genel devrimci mücadele ya da sınıf hareketi açısından pozitif bir gelişmedir. Her şeye karşın halk kitlelerinin devrimci öfkesi ve talepleri, hareketlerdeki diğer gerici amaç ve içerikten ayrıştırılarak olumlanmak durumundadır. Dahası, halk kitlelerinin ayaklanma veya eyleme geçme pratiğiyle, hak ve özgürlüklerini ancak örgütlü mücadele yoluyla ele geçirebilecekleri ve bunu yapacak güçte oldukları tecrübe edilerek, bu pratiklerinden öğrenme ve kendilerine güvenmelerinin zemini daha da güçlenmiştir. Bu, devrimci sınıf hareketi adına önemli bir kazanım ve sınıf mücadelesi hazinesine pozitif katkısıdır. Ayaklanmalar silsilesindeki meşhur hareketler emperyalist burjuvazinin stratejileri güdümünde edindiği esas niteliğine karşın, tali de olsa önemli olan bu olumlu özelliği

te belli bir sarsıntı yaşadığı genel olarak söylenebilir. Bu tarihle beraber, ABD yeni bir imajla sarsılan prestijini düzeltmeyi Obama faktörüyle denedi-devreye soktu. Obama’nın ırkı- etnik kimliği de bu taktiğe uygundu. Ve Obama yeni stratejiler geliştirme veya ABD stratejilerinde daha yumuşak görünmeye çaba göstererek işgal hareketlerini ise hiç aralıksız devam ettirdi. Bu stratejilerin önemli ayaklarından biri kuşkusuz ki, Mısır-Tunus’tan Libya-Suriye’ye kadarki sıcak ayaklanmalarla oy-


12-13_Layout 2 5/11/11 12:17 PM Page 2

perspektif

Ortadoğu, Bin Ladin Cinayeti! rildiği-dolaştığı coğrafyaya, hareketlerin hedefleri ile iktidarların sınıf niteliğinde yarattıkları değişikliklerin özüne ve emperyalizmin ayaklanmalar karşısındaki tutumuna (destek ve ittifakına) bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Yaşanan gelişmeler emperyalist politika ve stratejilerden bağımsız değil, bilakis onun cereyanıdır. Ayaklanma ve hareketlerdeki sübjektif etmen-yan işte budur. Ve harekete niteliğini veren esas yandır. Bundan hareketle; hemen söyleyelim ki, söz konusu hareketlerin, doğrudan ve klasik anlamlarıyla “halk hareketleri“ ya da “halkın demokratik hareketleri“ olarak tanımlanması tek yanlı hatalı değerlendirme olduğu gibi, bu değerlendirmelere paralellik arz eden mantık tutarlılığı içinde söz konusu hareketlerin ayrımsız olarak ve toptancı yaklaşımla desteklenmeleri doğrultusundaki tutum da hatalıdır.

unutulmamalı-es geçilmemelidir. Öte yandan, harekete katılan dinamiklerin veya hareketin sosyal tabanının kimi taleplerinin hareketin sonuçlarına kısmen de olsa yansıması muhtemeldir. Ki, bu anlamda halk kitlelerinin kimi taleplerinin hareketin sonuçlarına yansıması hareketin genel niteliğini belirlemez. Dolayısıyla bu ayaklanma veya hareketler, halk kitleleriyle teşekkül olmasına karşın, proleter devrim ve halk iktidarlarına hizmet eden, onu hedefleyen değil, emperyalizmin güdümünde başka burjuva-feodal faşist iktidarlara ya da iktidarın gerici sınıflar arasında el değiştirmesine yol açmaktadırlar. Devrimci halk kitlelerine rağmen, hareketlerin önderlikleri ve emperyalist stratejik oyunlar bu hareketleri objektif olarak emperyalist projelere yamamaktadır veya parçası haline getirmektedir. Öyle ya da böyle, yaşanan hareketler emperyalizmin(somut olarak ABD’nin) dünya ve bölge stratejisinin pratikleştirilmesi rotasında bulunmaktadır. Domino taşlarının dev-

Mevcut hareketleri ‘’demokratik hareket’’ olarak nitelemek, analitik yaklaşım ve sınıf bakış açısına uygun tavır karşısında özürlü olduğu gibi; demokrasi anlayışında da devrimci ve sosyalist demokrasi anlayışından geri düşerek burjuva demokrasisi anlayışıyla birleşmek demektir. Ki, pratikte de bu buluşma gerçekleşmektedir. Emperyalist güçler ve yerli gerici iktidarlar da mevcut hareketlere ‘’demokratik hareketler’’ demekte ve desteklemektedirler de! Emperyalist burjuvazi açısından bu anlaşılırdır. Çünkü, bu tümden onların işine gelmektedir. Burjuvazi hareketlerin özünü gizleyerek, hareketlerdeki biçimsel ve tali olan unsurlarla onu nitelemektedir. Ama devrimci ve komünistler böyle hareket edemezler. Komünist ve devrimciler, hareketlerin niteliğine ilişkin yaptıkları tespitten dolayı harekete katılan halk kitlelerini gerici değerlendirme aymazlığına düşemez ve asla bu hareketlere karşı uygulanan saldırı ve katliamları haklı bulma görüşüne sahip olamaz. Dahası, Komünistler, hareketin önderliğini de harekete saldıran diktatörlükleri-iktidarları da halk düşmanı karşı-devrimci sınıflar olarak değerlendirmekte ve burjuva klikler arasındaki bu iktidar dalaşında herhangi bir kesimi destekleme tavrına düşmez. Yalnızca bu hareketler

nanan büyük oyunudur. (Burada not düşelim ki, ‘’ayaklanmalar yüzyılı’’ söylemi boşuna değil, hazırlanan stratejik planın parçası bir söylemdi...) Ayaklanmalar planıyla yeni iktidarlar kuruluyor, dahası ayaklanmacı halk kitlelerinin desteğindeki yeni iktidarlar ABD emperyalizminden destek alarak ona bağımlı nitelikte gelişiyor. En önemlisi de halk hareketine terfi edilerek lanse edilen bu hareketler vasıtasıyla sadece yeni kurulan iktidarlar değil, bu hareketlerin taban kitlesi de fiilen ABD’ye güven duymuş-‘’bağlanmış’’ oluyor. Kurulan yeni iktidarlar ancak halk kitlelerinin hareketi görünümünde olursa başarılı bir strateji izlenebilirdi. Obama bunu yaptı-yapıyor. Yani, eskiden öne

içinde halk kitlelerini ve onların demokratikdevrimci taleplerini sahiplenir ve destekler. Halk kitleleri ile burjuva klikleri birbirlerinden ayırarak yalnızca halk kitlelerini destekler ve emperyalist stratejiler temelinde yerli burjuva/burjuva-feodal klikler arasında iktidar dalaşı muhtevasıyla karakterize olan hareketi desteklemez. Komünistler, her kimden olursa olsun, halk kitlelerine karşı uygulanan faşist saldırı ve katliamları sınıf nefretiyle lanetler, emperyalist kirli oyunlarla halk kitlelerinin birbirine kırdırılması biçimindeki katliamlarını da aynı biçimde lanetleyerek teşhir eder.

Emperyalist projeler devrede Emperyalist BM Güvenlik Konseyi, NATO neden ölümcül füze bombardımanıyla (hem de ‘’desteklediği’’ muhalif kesimleri de vurma pahasına!) devrededir? Halk kitlelerini sevdiği, kolladığı, iktidara taşımak istediği için mi? Erdoğan Barak Obama’nın talimatlarıyla neden ‘’Kaddafi iktidarı bırakmalıdır’’ çağrılarını yinelemekten yorulmuyor? Libya halkını düşündüğü için mi? Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları ve Kürt ulusuna kan kusturan Erdoğan iktidarı Libya halklarının dostluğuna mı soyunuyor?! Dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı olan Obama iktidarı-ABD emperyalizmi Libya halklarının demokrasi ve özgürlüklerini kazanmak için mi Kaddafi’yi iktidardan indirmek istiyor?! Kısacası, neden sorusuyla birlikte bunlar kafalara not edilmelidir. Kanlı ‘’domino taşları’’ oyunuyla iktidar değişiklikleri yaşayan ve bu değişikliğe gebe olan ilgili ülkelerin birçoğunda, zaten ABD yanlısıbağımlısı iktidarların olması, ABD’nin bu harekelerle iktidarlar değiştirme-kendine bağlama hedefini çürütmez. Zira, emperyalizm veya ABD emperyalizmi yeni dönem strateji ve bu dönem ihtiyaçlarına uygun yeni iktidarlar oluşturmaktadır. Daha sağlam ve günün ihtiyaçlarına daha iyi yanıt verecek güne uyarlanmış devletler yapılandırıyor. Örneğin ‘’TC’’ devleti kendisine bağımlı olduğu halde onu yeniden yapılandırmaya tabi tutuyor. İşte Mısır-Mübarek şahsında yaşanan gelişmeler ortadadır. Hüsnü Mübarek ABD yanlısı-bağımlısı iktidardı ama Mübarek iktidarı değiştirilerek, Mısır’a taze kan taşınmış oldu ve ABD’ye bağlı olan yeni Mısır yönetimi Fi-

sürülen asılsız gerekçelerle işgal görüntüsünü, kendisine bağlı muhalif kesimler aracılığıyla ve bizzat destekleyerek kitle hareketleri yaratıp bu görünüm altında istediği iktidarları kurmayı gerçekleştirmektedir. Ve açık ki, Bin Ladin operasyonu da bu oyunun başka bir parçasıdır. Nitekim, bu operasyonla Obama yeniden ABD hakim sınıfları dahil, dünya ölçeğinde gerici hakim sınıflardan övgü alan bir başkan durumuna yükseldi… Bundan da önemlisi, geniş coğrafyada (Arap dünyasında) büyük etkiye sahip olan Bin Ladin ve El Kaide’nin, Bin Ladin’nin katledilmesiyle buralarda etkisizleştirilmesi ve buralardan kitlelerinin moral değer-

listin’de rol oynamaya başlayarak bölgede itibarlı, söz sahibi bir güç olma söylemini dillendirmeye başladı… Dolayısıyla, hareketin yaşandığı ülkelerde birçok iktidarın zaten ABD yanlısı olması, ayaklanma hareketlerinin ABD stratejileri temelinde gerçekleştiği ve ABD’nin istediği iktidarlar oluşturma gerçekliğini değiştirmez. Emperyalist stratejik planlar temelinde seyreden söz konusu hareketler patlak verdiği ve sıçradığı tüm ülkelerde, bugüne kadar yol açtığı iktidar değişimleri gibi, bundan sonra da ayaklanma hareketlerinin devam ettiği yerlerde iktidar değişiklikleriyle tamamlanacaktır. Daha dün Suriye ile anlaşmalar yapıp vizeleri kaldıran AKP-Erdoğan iktidarı ve öte yandan ABD ile diğer emperyalistler Suriye-Esat iktidarına ‘’reform yap’’, ‘’göstericilere karşı silah kullanma’’ diyerek baskı uyguluyor ve gelecekte müdahalede bulunmalarının işaretini vererek, bunun yolunu döşüyorlar. Esat her ne kadar katliamlar gerçekleştirip kan dökse de, bu ayaklanmaların sertleşmesi ve kararlılaşmasından başka bir şeye yaramayacak ve eninde sonunda Esat iktidarı da yıkılacaktır. Sırasıyla tüm ilgili ülkelerde iktidar değişiklikleri gerçekleştirilecektir. Bu, ayaklanma hareketi sürecini emperyalist güçlerin yönetmesinden veya arkasında emperyalist güçlerin olmasından dolayı böyledir. Emperyalist projeler devrededir ve halk kitlelerinin birbirlerine kırdırılması da dahil, her şey pahasına yürütülecektir. Nesnel koşullar itibarıyla da bu planların gerçekleştirilmesine uygun olan şartlar, emperyalist politikaların hayat hakkı bularak başarılmalarını olanaklı kılmaktadır. Burada açığa çıkan tarihsel görev, halk kitlelerinin demokratik taleplerini esas alarak, bu mücadeleleri halk iktidarları ve proletarya iktidarı perspektifine kavuşturarak devrimci rotada geliştirmektir. Hareketlerdeki halk kitlelerinin talepleri ile emperyalizm ve yerli gerici sınıf kliklerinin oyunları arasına kalın çizgiler çekerek, hareketleri devrimci doğrultuya sokmak, bu hareketlerin önderliğini ele geçirmekle mümkündür. Bu önderlikler tesis edilmeden hareketlerin burjuva çıkarlara heba edilmesi engellenemeyeceği gibi, hareketlerin devrimci öze oturması sağlanamaz ve mevcut haliyle devrimci olarak değerlendirilemezler. Önderlik tayin edicidir!

lerinin zayıflatılarak karamsarlığa sürüklenmesi hedeflenmektedir. Bin Ladin-El Kaide’nin otoritesinin kırılmaması, birçok ülkede hareketlerin başarıyla sürdürülememesi veya bu yerlerde El Kaide’nin fırsatı değerlendirerek iktidarları kontrol etmesi-iktidarlara gelmesi tehlikesi de vardı. Dolayısıyla, Bin Ladin’in katledilmesi ABD emperyalizminin ayaklanmalar sürecini etkili yönetip gerekli sonuçlara varması için önemli bir adımdı. Tam da burada, ‘’neden şimdi’’ diye sorulan Bin Ladin’in öldürülmesi olayı anlam ve yanıt bulmaktadır. Elbette bu zamanlama bir tesadüf değildi. Öldürülme ile ilgili ortalıkta dolaşan spekülasyonların altındaki gerçeklik de budur.


14-15_Layout 2 5/11/11 12:18 PM Page 1

14 emek

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

CHP’yi işgal ettiler deleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Konak Belediyesi taşeron temizlik işçileri 2 Mayıs tarihinde Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi’nin işgal edilmesinin ardından 3 Mayıs’ta da CHP Konak İlçe binasını işgal ettiler.

Bugün burada olan işçi kıyımının yarın hangi belediyede olacağı ve “halkçı” CHP’nin halk düşmanı kimliğinin nerede cerayan edeceği ise merak konusu.

Sendikayı da işgal ettiler İşçiler bir gün önce de Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi’ni işgal etmişti. Birleşik Metal-İş Sendikası’nın direnişlerine destek vermediğini savunarak sendika binasını işgal eden işçiler, yaklaşık 1 saat devam eden eylemin ardından, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Ali Çeltek’i uyardılar.

Seçim meydanlarını arşınlayan ve “devrim” yapacağını ilan eden, “halkçı” Kemal’in partisi CHP’nin halkla başı belada. CHP’li belediye başkanının işten attığı Konak Belediyesi taşeron temizlik işçileri “halkçı” Kemal’in partisini işgal ettiler. Seçim meydanlarında halka umut dağıtan ama diğer taraftan da halk düşmanı olduğunu elinde bulundurduğu kamu kurumlarında pratik olarak gösteren CHP, Konak Belediyesi taşeron temizlik işçileriyle görüşmeye dahi tenezül etmiyor. Daha önce de Çankaya ve Buca belediyelerinde karşılaşılan manzara Konak Belediyesiyle devam ediyor. 70 günden fazla süredir belediye binası önünde oturma eylemi yaparak direnişe devam eden Konak Belediyesi taşeron temizlik işçileri 3 Mayıs tarihinde CHP’nin Konak ilçe binasını işgal etti. Direnişe devam eden işçilerden 30 kişi, sabah saatlerinde sloganlar atarak CHP Ko-

Sendikacıları belediye başkanına ve CHP’ye destek vererek seçim yatırımı yapmakla suçlayan işçiler, Birleşik Metalİş Sendikası yöneticilerini kendileriyle birlikte alanlarda mücadeleye çağırdılar. “Halkçı” CHP’nin milletvekili adayı DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yi de bu sürecin bir ortağı olarak görmek yanlış olmayacaktır.

nak ilçe binasının önüne geldiler. İşçilerden 10 kişi ilçe binasının bulunduğu iş hanının 3.katına çıkarak işgal eylemini gerçekleştirdi. Kendilerini toplantı salonuna kilitle-

yen işçiler üzerlerine benzin dökerek sloganlar attılar. Binaya gelen polisler işçilere müdahale ederek 10 işçiyi gözaltına aldı ve işçiler Güvenlik Şube Müdürlüğü’nde ifa-

İşçilerin atılmasında doğrudan olmasa da, halk düşmanlığı yapan bir partinin adayı olmak bu sürecin dolaylı ortağı olduğu gerçekliğine işaret eder. İşçilerin bu manada yaptığı uyarı son derece haklı bir zemine dayandığı gibi işçi sandikalarının bürokratik, sendikal ağalığını da ortaya koymaktadır.

Tüm Bel-Sen’de olaylı genel kurul Tüzük değişikliğinin amaçlar bölümüne Tüm Bel-Sen, örgütlü bulunduğu tüm belediyelerde siyasi parti ayrımı yapmaksızın özelleştirmelere, taşeronlaştırmaya ve işten atmalara karşı aktif mücadele eder maddesi eklendi.

Tüm Bel-Sen 4. Olağan Genel Kurulu olaylı bir şekilde başladı. Üç gün süren genel kurulun ilk günü saygı duruşunun ardından faaliyet raporunun MYK adına İzzettin Alpergin tarafından okunması ile başladı. Ardından konukların söz almasıyla süren genel kurula CHP Genel Başkan Yardımcısı İzzettin Çetin’in tehditleri damgasını vurdu. Çetin, KESK içindeki temsiliyetlerinin Tüm Bel-Sen üzerinden sağlandığını, genel kurulda kendileri açısından istenilen sonuç çıkmazsa farklı arayışlar içerisine gireceklerini söyleyerek sendikayı bölme tehdidinde bulundu. Konukların konuşmalarından sonra delegasyon söz hakkı kullanmaya başladı. Delegasyondan Çetin’e tepkiler geldi. İkinci gün de delegelerin konuşmalarıyla başladı. Sendika içerisinde özellikle Vicdan Baykara’ya yönelik yoğun eleştirilerin geldiği, Vicdan Baykara’nın kendi grubu içinde kendisine yoğun bir muhalefetin oluştuğu, kurula yansıyan önemli gelişmelerdendi. Özellikle İzmir 2 No’lu şubesi ile,, Muğla, Tekirdağ, Antep, Trabzon, Balıkesir, Zonguldak şubelerinden yoğun bir muhalefetin olduğu gözlendi. Konuşmalarda açığa çıkan diğer bir gerçek ise Vicdan Baykara’nın delegasyonu belediye başkanları aracılığıyla tehdit etmesiydi. Zonguldak, Karşıyaka, İstanbul-Avcılar, İzmir-Konak belediyelerinin üzere delegelere yoğun bir baskı yapmaları Genel Kurul’a yansıyan önemli gelişmelerdendi.

En fazla iki dönem üst üste genel merkez yöneticiliği yapılabileceğine yönelik karar alındı. Bu şekilde, bir yönetici en fazla iki dönem üst üste genel merkez yöneticiliği yapabilecek.

Tüm Bel-Sen 4. Olağan Genel Kurulu olaylı bir şekilde sonuçlandı. Devrimci Değişim Platformu, seçim usulüne ilişkin sunulan antidemokratik öneriyi protesto ederek genel kurulu terk etti Tüzük değişikliği yapıldı 60 civarında delegenin söz hakkı kullanmasının ardından tüzük kurultayına geçildi. Tüzük Kurultayı’nda da önemli değişikler yapıldı. Örgütlenme anlayışında yapılan değişiklikle Genel kuruldan sonraki en yetkili kurul 121 kişiden oluşan Tüm Bel-Sen Meclisi oldu. Daha önce en yetkili kurul MYK idi. Tüm Bel-Sen Meclisi’nin bileşenleri ise şunlar: MYK, şube başkanları, il temsilcilerinden oluşan toplam 60

kişilik doğal meclis üyelerinin yanında şubelerin üye sayılarına göre belirlenen ve seçimle belirlenen yarıdan bir fazla(61) olan meclis üyelerinden oluşuyor. Diğer bir değişiklik de tüm yerel yönetimlerde anadilde hizmet sunulması kararı alınmasıydı. Kadın Sekreterliği kurulması ise alınan diğer bir önemli karar. Sendikaların yeniden yapılandırılması için MYK’ya Genel Meclis’ten karar çıkması koşuluyla yetki verildi.

İkinci günün sonunda sendika Genel Sekreteri İzzettin Alpergin’in seçimlerin, listelerin atılması şeklinde yapılmasına ilişkin divana bir önerge sunmasıyla gerginlik yaşandı. Bu önergeyle seçilebilecek kişilerin önü kesilmek istendiği gibi çarşaf listede seçilememe ihtimali olanların ise seçilmesi garantilenmek istendi. Bunun üzerine YDSB, DSD, DMH ve Tüm BelSen içindeki muhalefet grubunun oluşturduğu Devrimci Değişim Platformu bu uygulamayı protesto ederek Genel Kurulu terk etti. Platform yapılan seçimlere katılmayarak, genel kurulun meşruluğunu yitirdiğini açıkladı. Üçüncü gün ise yapılan seçimlerin ardından Genel Kurul sonuçlanmış oldu. Seçime: Sendikal Birlik, Demokratik Emek Platformu ve Emek Hareketi’nin oluşturduğu liste tek başına katılarak yeni sürecin Merkezi Yürütme Kurulu’nu belirlemiş oldu.


14-15_Layout 2 5/11/11 12:18 PM Page 2

çevre

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

15

Suda iklim değişimi Kütahya’da siyanür tehlikesi Protestolara rağmen siyanürlü altın arama tehlikeli değil diyenlere duyurulur. Kütahya’da Eti Gümüş AŞ’ye ait, bölgedeki gümüş madeninin çıkarıldığı ve işlendiği tesisteki üç kademeli barajda, setlerden birinin çökmesi sonucu siyanürün çevreye yayılması tehlikesi bulunduğu için tesiste üretim durdurulurken, çevredeki köylerin tahliye edilmesi ihtimali ortaya çıktı. Eti Gümüş A.Ş. önünde basın mensuplarına açıklamada bulunan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Murat Taşdemir tehlikenin çok büyük olduğunu söyledi.

Emperyalizmin doğayı talan etme projesinin ayaklarından biri olarak gerçekleştirilen 2. Uluslararası Su Forumu’nda, emperyalist tekellere sınırsız özgürlük alanı açılması gerektiği vurgusu yapıldı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’nde, 3-5 Mayıs tarihlerinde 2. İstanbul Uluslararası Su Forumu yapıldı. Forumda bölgesel su sorunları su kaynaklarının kullanımı yla küresel ve bölgesel işbirliğinin ele alındığı açıklandı. Su kaynaklarının kullanımının kontrol edilmesinin tartışıldığı forumdan özellikle Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’daki su kaynaklarının metalaştırılarak emperyalist çıkarlar doğrultusunda yönlendirilmesinin hedeflenmesi dikkat çekti. Forumda şu başlıklar altında oturumlar gerçekleştirildi: “Su Konusunda Bölgesel Teknik İşbirliği”, “Enerji için Su”, “Tarımsal Su Yönetimi”, “İklim Değişikliği ve Su”, Kentsel Su Yönetimi” ve “Su Kaynakları Yönetimi ve Su Kültürü”.

Halkın suyuna göz diktiler Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu İstanbul’da 3-5 Mayıs tarihlerinde düzenlenen Su Forumu ile ilgili bir açıklama yaptı. Ülkemizde düzenlenen 2.Uluslararası Su Forumu’yla esasta suyun ticarileştirilerek yerli ve uluslararası emperyalist tekellere peşkeş çekilmesi sürecinin başlatıldığını ifade eden eden platform, bütün bu uygulamalara karşı mücadele edeceklerini açıkladı. Forumu düzenleyen ülkelerin esas hedefinin su kaynaklarına el koyarak, insanların en

doğal hakkı olan suyun ticari bir metaya dönüştürülmesinin zemininin hazırlanmaya çalışıldığını ifade etti. Platform İstanbul’da düzenlenen 2.Uluslararası Su Forumu’yla; emperyalist ülkelerin Ortadoğu, Orta Asya, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Kafkasya’da suların ticarileştirilmesini planlandığını, “sanal su” tanımıyla temel gıda gereksinimi üzerinde egemenlik kurulmaya çalıştığını, gıdaların su ve enerji birimi üzerinden tanımlayarak, gıda üretimi konusunda kendileri için tercih ve öncelik dengesini oluşturmak istediklerini açıkladı. Mevcut tarım alanlarında halkın yaşamını sürdürdüğü çiftçilik ve hayvancılık gibi geleneksel tarım yerine çiftçiyi yok ederek köleleştiren endüstriyel tarım işletmelerinin kurulmak istendiğini anlatan platform, “tarımda su kullanımı yönetimi” yalanıyla suyu ticarileştirerek kirli üretimleri için sanayiye aktarmak istediklerini anlattı. Ülke sınırları ile bölünen dereleri, su havzalarını “sınır aşan havza yönetimi” ile kontrol etmeyi düşündüklerini ve bütün bunlar üzerinden kıtasal olarak suları yönetme hedefiyle bu alanların genişletilmeye çalışıldığını ifade eden platform, kapitalizmin içine düştüğü krizden kurtulmak için doğanın metalaştırılarak suya ve yaşam alanlarımıza kapsamlı saldırılar gerçekleştirildiğine değindi.

Doğanın talanına izin verilemez Açıklamada ayrıca kapitalizmin daha fazla sermaye biriktirerek bölgeleri merkezi üretim organizasyonları ile kendi amaçları doğrultusunda yönetmeye çalıştığı anlatıldı. Bütün bunlara karşı ezilen halkların örgütlenerek mücadele etmesi vurgusu yapılarak, emperyalizme ‘dur’ denilmesi gerektiği söylendi. 3-5 Mayıs’ta İstanbul’da Haliç Kongre Mer-

kezinde düzenlenen 2. İstanbul Su Forumu’nda bir araya gelen yerli ve yabancı sermaye kuruluşları, “Dereler özgürdür, özgür akacak”, “Sermaye elini doğamızdan çek” sloganları ile protesto edildi.

Su hayattır satılamaz Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun çağrısı ile 3 Mayıs’ta Beyoğlu Adliyesi önünde toplanan platform, birçok dilde “Su hayattır, satılamaz” yazılı pankart arkasında Kongre Merkezi’ne yürüdü. Yapılan basın açıklamasıyla doğa ve yaşam için vazgeçilmez bir unsur olan suyun ticari bir metaya dönüştürülmesini hedef alan kararların uygulanmasına izin verilmeyeceği vurgulandı. Açıklamada, doğal kaynak sularının tekellerin denetimine alınması girişimi, emperyalizmin dünya halklarına saldırıları konsepti içerisinde değerlendirildi. Ayrıca emperyalistlerin uşaklığını yapan AKP’nin bu dönemde kendisine verilen rolü en iyi şekilde oynadığı, suyun ticarileştirilmesi çalışmalarını hız kesmeden devam ettirdiği belirtildi. İstanbul’da düzenlenen 2. Uluslararası Su Forumu’nda 2009’dan günümüze gündeme getirilen Balkanlar, Gürcistan, Irak, Mısır ve Libya’ya kadar uzanan coğrafyada suların ticarileştirilmesinin hedeflendiğine dikkat çeken açıklamada, HES projeleriyle doğanın ve insan yaşamının tahribatının önünün açıldığı, sömürünün azgınlaşarak sürdüğü bölgemizde emperyalistlere yeni sermaye yaratma arayışlarının bir sonucu olarak suya göz dikildiği belirtildi. Ezilen halkların tek şansının örgütlenerek mücadele etmek olduğu ifade edilen açıklamada, yaşam kaynağımız olan suyun, geleceğimizi kurtarmanın teminatı olduğu ve bütün bunlara karşı mücadele edilmesi gerektiği belirtildi.

‘Köylerin boşaltılması gerekiyor’ Civar köylerin boşaltılmasını isteyen Taşdemir şunları kaydetti: “Şu anda çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Biz çevre mühendisleri olarak gerekli incelemelerimizi yaptık. 25 milyon tonluk bir atık barajından bahsediyoruz. Şu anda 3 baraj yıkılmış durumda. Son baraja yüklenilmiş durumda. Ne yazık ki bizim bu yaptığımız incelemeler gerekli önlemlerin alınmadığını gösteriyor. Bir an evvel köylerin boşaltılması gerekiyor”dedi. Tesisin henüz durmadığını söyleyen Taşdemir “Tesiste şu anda atık devri daim yapılıyor. Eğer devri daim yapılan suyu herhangi bir şekilde baraja boşaltırlarsa barajın yıkılacağına yüzde yüz eminiz. Şu anda barajın sedresinde ıslanma var. Bu ıslanma akışkanlığı getirecektir ve sedre çökecektir. Bir an evvel burada gerekli önlemlerin alınması ve sedrenin güçlendirilmesi gerekiyor. Aksi taktirde baraj yıkılacak ve köyler açısından çok büyük tehdit oluşacaktır. Çok ciddi hayat kayıpları oluşabilir” diye konuştu. Köylüler tepkili Tesisin girişinde toplanan çevredeki Aliköy beldesi ile Gümüş, Kızılcakaya, Dulkadir, Karaağaç köylüleri, daha önce uyarmalarına rağmen tesis yetkililerinin önlem almadığını, buradan çevreye yayılacak siyanürün Sakarya Nehri havzasındaki bütün canlı yaşamını olumsuz etkileyeceğini belirtti.


16-17_Layout 2 5/11/11 1:26 PM Page 1

16 gençlik Faşist saldırılar artıyor Son olarak Mersin Üniversitesi ve Cunhuriyet Üniversitesi’nde yaşanan saldırılar, faşizmin karakterinin devamlılığına işaret ederken, araç ve metotların dahi değişmediği görülmektedir. Geçen sayımızda, üniversiteler üzerinde sistemin baskılarının arttığını belirterek, sistemin şu dönemlerde sivil faşistleri yoğun bir şekilde kullanmaya başladığına işaret etmiştik. Bu tahlilimiz üzerinden çok geçmedi ki, önce Mersin’de ve sonrasında Sivas’ta sivil faşistler devrimcilere saldırdı. Ve bu saldırılar devam edecek gibi görünüyor. Geçen sayımızda konuya genel olarak değinmiştik. Ama son süreç, bizlere üniversitelerin iki karşıt sınıf açısından nasıl bir önem arz ettiğini ve bu saldırıların altında yatan amaçları tahlil etmeyi zorunlu kılıyor. Üniversiteler geçmişten bu yana sınıf mücadelesine hizmette önemli alanlardan birisi olmuştur. Gerek üniversitelerin araştırmaya, düşünmeye ve sorgulamaya açık olması gerekse de üniversite okuyan gençliğin büyük çoğunluğunun yaşadığı gelecek kaygısı, üniversite öğrencilerini sınıf mücadelesinde ön saflara iteklemektedir. Egemen sınıflar için ise üniversiteler, bilim ve araştırma alanı olmaktan çok, iktidardaki sınıfın ahlakını, ideolojisini öğrencilere aktarma aracı olarak görülmektedir. Yaşanmış devrim pratiklerine baktığımızda ve yine ülkemiz devrimci geleneğini incelediğimizde, her iki sınıf açısından da önem arz eden üniversitelerin, nasıl bir misyona sahip olduğunu görebiliriz. Üniversiteler faaliyeti kendi içinden önemli kadrolar yetiştirmekte, önemli çıkışlar yakalamakta ve sınıf mücadelesi ile birleşerek devrime doğru yöneltmektedir. Bu durumun farkında olan hakim sınıflar üniversiteler üzerindeki baskıyı arttırmakta ve bu baskı metodlarıyla üniversitelerin kendi kontrollerinin dışına çıkmasına izin vermemeye gayret etmektedirler. 12 Eylül darbecilerinin ilk yaptıkları iş üniversitelere yönelmek ve üniversiteler üzerindeki en önemli kontrol aracı olan YÖK’ü kurmak oldu. 12 Eylül karanlığı dağılıyor mu!? 12 eylül karanlığını dağıtacağını ifade edenler ise bu karanlığın nasıl “dağıtılacağını” hem sarf ettikleri sözlerle hem de pratik olarak bizzat gösterdiler. Ayrıca olabildiğince uzun bir

çuval yaptılar ki mızrağın ucu gözükmesin. Ama nafile. Mızrak çuvala sığmıyor. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’na (TUSKON) bağlı Kütahya Aktif Sanayici ve İşadamları Derneği (KÜSİAD) hizmet binasının açılışı için Kütahya’ya giden Arınç, patronların, üniversitelerde yükselen öğrenci muhalefetine dair korkularını gidermek için 68 döneminin devrimci yükselişine dönük benzetmelere de gönderme yaparak; “Ülkemizin bütün üniversitelerinde ortalığı karıştırmak isteyen, eski günlerin özlemini çeken, tahrikçi, anarşist gruplar bulunmaktadır. Bunun için hem üniversite yönetimleri hem emniyetimiz ve güvenlik kuvvetleri dikkatli olmak mecburiyetindedir. Olaylar bu noktaya gelmemelidir.” ifadeleriyle saldırıların haberini vermekteydi. Yine bu zat devamında sarf ettiği sözlerde, istihbarat ağını (siz bunu ajanlaştırma olarak algılayın) güçlü kılmaktan bahsederek öğretim görevlilerinden öğrencilere kadar herkesin bu konuda “akıllı” abilere “bilgi” vermesi gerektiğini yoksa olacakların kaos ve karmaşa yaratacağını ifade ediyordu. Bu dönem polislerin üniversitelere rahatça girebilmesi ve istediği zaman istediği öğrenciyi araması, kimlik sorgulaması yapabilmesi için yasalar çıkarıldı. Fakat öğrenciler cephesinden ve demokratik kamuoyundan yükselen muhalefet karşısında durumun meşruluğunu sağlayamayan hakim sınıflar ve işbirlikçileri, devletin terör örgütü olan ülkücü faşistleri devreye sokarak devrimcilere saldırtmış ve sonrasında “polis yoksa işte bu olaylar var” diyerek, polisin varlığına meşruluk kazandırmaya çalışmıştır. Faşist zihniyetin sözcülerinden biri olan Devlet Bahçeli ise “Bu caniler nerelere dayanmaktadır? Nerelerden emir almaktadır? Bunları da çok yönlü incelemelilerdir ve üniversitelerde yayılma eylemi gösteren PKK çapulcularına fırsat tanımayacak, göz açtırmayacak her türlü tedbiri almalarını beklemekteyiz.” sözleri ile yapılacak saldırılar için zemin oluşturuyordu. Yine o dönem Mersin Üniversitesi’nde yaşanan faşist saldırı sonrası polisin öğrencilere dönük “okul içinde değiliz bu yüzden haberimiz olmuyor ve müdahale edemiyoruz. Ama orada olsak müdahale eder ve izin vermezdik” beyanı, okul içinde olduklarında polis-sivil faşist işbirliği ile yapılan saldırıları akla getiriyor. Bugün artan bu saldırıların altında yatan en büyük etmen yukarıda da bahsettiğimiz nedenlerdir. Bu saldırıların nedeni, üniversitelerde gelişen devrimci durum ve bunun yol açtığı endişedir.

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

Haydi sınava Liseliler yaşananlar karşısında alanlarda seslerini yükseltmeye başlamış, bunu sindiremeyen okul müdüründen başbakanına tüm bürokratlar okul kapılarını kilitlemekten karşılarına 10 bin genci alanlara dökmeye, hatta onların arkalarında başka ellerin olduğunu söyleyip liselilerin iradesini ezip hak mücadelelerine gölge düşürmeye kadar varan tedbirler almaya çalışmıştır ÖSYM, 1974 tarihinde kurulmuş, 1981 anayasasının 2547 sayılı kanununun payandalığında YÖK’e bağlanmış; hâlihazırda YGS’den ALES’e kadar otuza yakın sınavın sorumluluğunu üstlenmiş bir kurumdur. Bu aynı zamanda, ona geleceğini emanet eden gençlerin, otuz çarpı binlerce umudu ve otuz çarpı binlerce geleceği demektir. Bu düşünüldüğünde, bu tarz bir kurumun hatalarının “halk vicdanı” açısından ne kadar sarsıcı olduğu her birimizin malumudur. Tabii ki bir de bunun ekonomik boyutu var ki ÖSYM’yi ufak çaplı bir Afrika ülkesinin milli hâsılasına eriştirecek niteliktedir. İSMMMO 2010 yılında “Hayatımız Sınav” adıyla yaptığı çalışmayla ÖSYM’nin giderek zenginleştiğini gözümüzün önüne koymaktadır. Kurum, 2007 yılında 163 milyon 710 bin TL gelir elde ederken 2008 yılında gelirleri 245 milyon 266 bin TL olarak gerçekleşmiştir. Sınava girenlerin sayısının giderek arttığını hesaba katacak olursak ÖSYM bütçesinin buna eş olarak yükseleceğini düşünmek abartı olmayacaktır. Ayrıca 2010’da ÖSYM’nin sınavlarına girecek adayların sayısının 5 milyona yakın olması bekleniyordu. Bunlara ek olarak MEB’in sınavlarına 4.7 milyon, İç İşleri Bakanlığı’nın sınavlarına 200 bin adayın gireceği tahmin ediliyordu.

Bu da ülkemizdeki her 7 kişiden birinin sınava girdiği anlamına geliyor. Sayılarında göstermiş olduğu gibi 2010 yılın da ülkece sınavdaymışız! Şimdi sözü son dönem ülke gündemini haylice meşgul eden/etmekte olan, liseli gençliğin gelecekteki ahval ve şeraitini iyice belirsizleştiren; burjuva-feodal düzenin “çürüğe çıkmış” aygıtlarından olan ÖSYM’nin icraatlarına getirelim. 27 Mart 2011’de “üniversitede okumak isteyen 1 milyon 692 bin 345 adayın” katılımıyla gerçekleştirilen YGS, sınavın üzerinden çok geçmeden kopya iddiaları ile ülke gündemine oturmuştur. Artvin’de avukatlık yapan Ayla Varan, sınav sonrasında, sınava ilişkin daha önceden şifre duyumları alması üzerine, basına dağıtılan mastır kitapçığı üzerinden matematik testinde birkaç deneme yaptıktan sonra şifreyi saptamıştır. Bu bilginin kamuoyu ile paylaşılması üzerine gündeme bomba gibi düşen bu iddialar karşısında ÖSYM başkanı açıklama yaparak, ilk önce şifrenin olduğunu kabul etmese de daha sonrasında bunun basına dağıtılan kitapçıkta var olduğunu diğer hiçbir kitapçıkta buna rastlanamayacağını ileri sürmdü. Bu açıklamanın üzerinden çok geçmeden diğer kitapçıkların da açıklanmasıyla ikinci ve daha


16-17_Layout 2 5/11/11 1:26 PM Page 2

gençlik 17

GENÇ YORUM

sinan çakıroğlu

JANDARMA! ünya halklarının başına bela kesilmiş ABD, Dünya jandarmalığını tesis etmek için, görevlerini “ulvi” araçlarıyla yerine getiriyor. Son eylemi olan Usame Bin Ladin’in öldürülmesi kamuoyuna yıldırım gibi düştü. Niyetimiz, bu makale ile birlikte, operasyonun sınıfsal okumasını gerçekleştirmek. Okuyucularımız arasında, ‘Gerici birinin, yine gerici bir güç tarafından öldürülmesinin, sınıfsal okumasının ne karı olabilir’ diye sesli düşünebilirler. Zira bunu biz de düşündük. Kar oranını her bir soruya tabi tuttuk. En son olarak ise kendimize şu soruyu sorduk. Bin Ladin’in öldürülmesinin, enternasyonal proletaryaya ne karı olabilir? Esas olarak soru, bu şekilde sorulduğu takdirde, makalemizin ‘sınıfsal okumayı’ yerine getirebileceği fikrine vardık. 2001 “saldırısı” sonrasında dünyanın “en popüler isimleri” arasına giren Bin Ladin, uzun zamandır, ABD gericiliği tarafından “yemin billah” aranan bir isim haline gelmişti. Uzun bir dönem “bulamamaları”, birçok yere müdahalenin kapısını açmıştı. İslam âlemine “medeniyet” taşıyan haçlı seferlerinin “modernizasyonu” sonucunda, Afgan ve Irak toprakları fiilen işgal edilmişti. Resmin bu yanını hepimiz biliyoruz. Bugün milyonlarca ezilen, işgal altında, ABD gericiliğinin “demokrasisi” ile zulümlerden zulüm beğeniyor. Bu arada Bin Ladin de boş durmadı. Video kasetleri ile birlikte, müslüman âlemini cihada davet etti. Velhasıl 2 Mayıs sabahı ABD, tüm dünyaya, uluslararası bir operasyon ile Bin Ladin’in öldürüldüğünü “müjdeledi”. Obama, saatler boyunca Pentagon’da izlediği infazı, Beyaz Saray’da kürsüye çıkarak duyurdu. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bir yanda, kriminalize edilen operasyonun detayları konuşulurken, diğer yanda ise dünya halklarına sunulan bir “armağan” şekline dönüştürüldü. Yapılan infaz sadece fiili değildir, ideolojik yanları vardır. ABD gericiliği, binlerce kilometre uzaktan, playstation oynar gibi, “hasımlarını” nasıl ezdiğini göstererek güç “gerçekliğini” göstermek istemektedir. Üstelik bu operasyon, Pakistan’ın hiçbir izni alınmadan gerçekleşmiştir. ABD, adeta şu mesajı vermektedir. ‘Sosyal emperyalizm havlusunu attığı ve nüfuz alanlarının çözüldüğü günden beri, ben yer kürenin jandarmasıyım’. Dikkatinizi başka bir açıklamaya çekmek istiyoruz. Obama adına operasyonun detayını anlatan Carney, gazetecilerin ‘Bin Ladin silahsız olmasına rağmen neden öldürülmüştür’ sorusuna, ‘Direnç, illa silah olmasını gerektirmiyor’ cevabını vermiştir. Yani kişi silahsız da olsa, ABD açısından tehlike arz ediyorsa, infaz edilebilir. İşte dünya jandarmalığına soyunmuş ABD, geçmişte olduğu gibi, gelecek dönemde de, kendisi için tehdit unsuru gördüğü her şeye böyle yönelecektir. Neo-liberal sol cenah, bu “ikazı” topuk selamıyla karşıladı. ABD’nin ne kadar güçlü bir devlet olduğunu ve bu güce karşı silahlı direnişlerin akıbetinin bu olacağını, burjuvaziyi kendi kalesinde yani sadece seçimlerle alt edilebileceğini haykırmışlardır. Kısacası, ‘emperyalizm bakidir, yenemezsin bari düzenle’ denmektedir. Yeni tipte ultra-emperyalist teoriler, halk hareketlerinin devrimci yönelimi yerine “demokratik” talepler sınırlamasına çekerek “yeni” dünya arzularını pekiştirmeye, sadece pekiştirmeye hizmet ediyorlar. Devrimin ana akım olmaması, Dünya gericiliğine karşı uzun süredir gerçekleştirilemeyen kazanımlar ve komünist-devrimci hareketin sınıfsal yetersizlikleri, niyetten bağımsız bu durumu desteklemektedir. Hafızalarda hala diri duran Nepal örneği yine buradan beslenmektedir. Olası bir devrim sonrasında, Nepal’in işgal edilebileceği ve devrimin yenilebileceği “kaygıları” nedensiz değil ama haksız bir “tereddüttür”. Bu siyasal yönelim, emperyalizmin bakiliği ve başka bir yol mümkün çağrıları ile paralel düzeyde gitmektedir. ‘Jandarma’ başlığına geri dönecek olursak, dünyanın tek bir yumruk altında yönetilmesinin şu an için ne ekonomik ve dolayısıyla ne de siyasi bir koşulu mevcuttur. Dünya jandarmalığına soyunan ABD, dönem olur buna uygun pratikler sergileyebilir ama dönem olur diğer emperyalist kuşatmaya tabi olmak zorunda kalır. Emperyalist dünya gericiliği bir kampın içerisinde birden fazla blokla tanımlanır. Emperyalist hegomanyanın görece “zaferini” ilan ettiği bu süreç, yeni isyanların patlamaya –real anlamıyla patlamaya- hazır olduğu durumunu gizlemez, gizleyemez! Daha dün Ortadoğu’da tiranları deviren ezilen halkların isyanı buna canlı bir örnektir. Tüm bu tartışmalar içerisinde, Bin Ladin’in öldürülmesinin, ezilen sınıf ve uluslara zerre kadar tartışması olmamakla birlikte, iyi ele alınmadığı takdirde, dünya gericiliğine hizmet eder-etmiştir. Ezilen sınıflar, her bir gelişmeye, enternasyonal proletaryanın nihai davasına hizmet edip etmediği sorusunu cevap olarak, bir karara varmak zorundadır. ‘Jandarma’ operasyonunun esas hükmü, bir gericinin ortadan kaldırılması değil, dünya halkları üzerinde oluşturulmak istenilen ‘bakilik’ sopasıdır. Bu sopanın ilelebet ortadan kaldırılması için, 21. yüzyılda komünizm için yürümeye ama sadece komünizm için yürümeye muktedir bir kuşak yaratılmak zorundadır. Evet, buna zorunluyuz!

D

a kolay bir şifre ortaya çıktı, tabii bu durum karşısında iyice sıkışan ÖSYM başkanlığı olayı sınav sorularını basan matbaaya atmaya çalışmıştır ki, matbaa bizim veremeyecek hesabımız yok diyerek topu tekrar Demir’e atmıştır. Tüm bu gelişmeler üzerine ÖSYM, Ali Demir’in imzasını taşıyan bir maille sınava giren kişilere yaşanan olayla ilgili sınavda kopya olduğunu fakat bunun “sehven” yapıldığını açıklamıştır. Demir’in bu açıklamaları üzerine Erdoğan, Gül ve YÖK Başkanı Özcan “tatmin olduklarını” açıklamış; Milli Eğitim Bakanı ise Demir’e sahip çıkarak “iddiaları açık yüreklilikle cevapladı” demiştir. Bizce devlet erkânı, bu tarz sözlerle, bu şaibeli kuruma karşı olan sabır sınırlarımızı ölçmek için temayül yoklaması yapmaktadır. Fakat yoklamada temayül sınırlarını parçalayan birileri vardı ki onlar da liseli öğrencilerdi. Liseliler yaşananlar karşısında alanlarda seslerini yükseltmeye başlamış bunu sindiremeyen okul müdüründen başbakanına tüm bürokratlar okul kapılarını kilitlemekten karşılarına 10 bin genci alanlara dökmeye, hatta onların arkalarında başka ellerin olduğunu söyleyip liselilerin iradesini ezip hak mücadelelerine gölge düşürmeye kadar varan tedbirler almaya çalıştı. Ne mutlu ki, bu beyhude çabalar dahi gençliğin alanlardan seslerini yükseltmesini ve haklarını haykırmasını engelleyememiştir. Bugün fiili işgallere kadar varan meşru eylemleri devam etmektedir ve bu süreç devam edecek gibi görünmektedir.

Öğrencilerin psikolojisi bozuldu YGS’de şifre iddiaları sürerken bu defa 8 ilde bulunan hapishanelerde kullanılan soru kitapçıklarının hatalı olduğu ortaya çıktı ve sınav 30 Mart’ta yeniden yapıldı. YGS’ye ilişkin bunca şaibe varken 24 Mart’ta ALES sınavı yapıldı; bu sınavda ÖSYM’nin basiretsizliğinden payını aldı ve İzmir’de yapılan sınavda kitapçıkların hatalı olması nedeniyle 500’e yakın kişi 15 Mayıs’ta tekrardan sınava girmek zorunda kalacak. ÖSYM, şifre iddialarına tatminkar bir cevap vermeden, YGS sonuçlarını açıkladı ve bu seferde sınav sonuçları-

nın yanlışlık olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine birçok öğrenci sınav sonucuna itirazda bulundu. YGS sınavının bir sonraki aşaması olan LYS başvurularının bitmesine 2 gün kala itirazların sayısı 20.000’e ulaştı. Ayrıca sınav sonucu yanlış açıklandığı için birçok öğrenci psikolojik sarsıntı geçirdi. Bunun yanında Mersin’de lise son sınıf öğrencisi olan Sıdıka Soydam beklediği puanı alamayınca intihar etti. Bu olayla da ÖSYM’nin üzerine ölümün ağırlığı çöktü.

Devlet üç maymunu oynuyor Yaşananlar karşısında devlet ne yapacaktır? Geçmişte olduğu gibi yine üç maymunu oynayacaktır. ÖSYM’nin önceli olan ÜSYM’nin 1973’te yaptığı sınavın sorularının özel bir dershaneye satılmasında olduğu gibi; 1992’de Anadolu Liseleri Sınavı’nın sorularının satılmasında olduğu gibi; 1999’da ÖSS sorularının çalınmasında; 2009’da KPSS Eğitim Bilimleri testinin sorularının dağıtılmasında; Polis Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı sınavında ve buna ek olarak TUS, LYS, LGS, YGS ve ALES’de de kopya çekildiğinin ortaya çıkmasındaki gibi… Devlet, 2009’daki kopya skandalın çete işi olduğunu söylemiş; ardından çete çökertilmiş ve ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan istifa ettirilmişti. Olayı bu şekilde kapattığını sanan devlet, YGS’de yaşanan gelişmeyle aslında en büyük çetenin kim olduğunu göstermiş ve başkanı göndermekle sorunun üstünün örtülemeyeceğini anlayarak Ali Demir’e sahip çıkmıştır. Sınavlarda ortaya çıkan şifreler, emperyalizm uşağı yerli burjuvaların eğitim politikalarının ürünüdür. Her siyasi sistem kendi eğitim sistemini yaratacağından bilinmelidir ki yaşananlar tamamıyla burjuva-feodal düzenin bozuk yapısından kaynaklanmaktadır. Sistem değişmedikçe, yeni demokratik düzen tesis edilmedikçe, bu tarz olaylar münferit olmanın ötesinde daimi bir hal alacaktır. Dupanloup’un da dediği gibi “Eğitim özünde bir yetke ve saygı ürünüdür. Bu iki koşuldan biri eksik olursa ürün çürür.” İşte bugün bizim yaşadığımız tam da bu, bozuk düzenin çürük ürünü, çürük sınav sistemi!


18-19_Layout 2 5/11/11 12:22 PM Page 1

18 dünya analiz

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

USAme Bin Ladin ve Ortadoğu üzerine

Başını ABD emperyalizminin çektiği gerici blok, Ladin ve El Kaide gibi unsurları nasıl komünizm korkusuna karşı kullandıysa, bu işbirlikçileri elinde paslanan gericilik silahıyla birlikte yok etmeyi de tarihi bir eylem olarak gerçekleştirmiştir.

A

dı 11 Eylül 2001’de Amerika İkiz kulelerine yapılan uçak saldırısının baş sorumlusu olarak dünyaya duyurulan Usame Bin Ladin’in, 2 Mayıs’ta Pakistan’ın İslamabad yakınlarında Abbottabad karargâhında ABD’nin düzenlediği bir operasyonla ölü olarak ele geçirildiği duyuruldu. Ladin’in ve mensubu olduğu El Kaide örgütünün sorumlu tutulduğu, henüz zihinlerdeki soru işaretleri tamamıyla açıklığa kavuşturulmamış bu saldırının hemen akabinde “terörist” avına çıkan ABD emperyalizmi ve NATO kararıyla gerçekleştirilen Afganistan müdahalesi hala sürüyor. Bin Ladin’in Afganistan’da olduğu iddiasıyla, Afganistan’dan Batı dünyasına tehdit yağdırdığı videolar ya da ses kayıtları, özellikle ABD kamuoyunu korkutmak için saldırının meşru temellerini oluşturma açısından kullanıldı.

Ladin unsuru zamanla unutulmakla birlikte, işgal ile birlikte ABD emperyalizmi, gerek işgale zemin hazırlamak maksadıyla bir karşıt güç; gerekse Sovyetler Birliği’ne karşı kullandığı El Kaide’ye de savaş açtı. Benzer senaryoyu aynen Irak’ın işgali sürecinde oynayan ABD emperyalizmi, (Genişletilmiş) Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dediği, saldırı ve işgal politikasının bir taktiği olarak izlemektedir. ABD emperyalizmi, Irak işgalinin temelini nasıl kendi elleriyle besleyerek büyüttüğü ölüm makinesiyle gerçekleştirdiyse, Afganistan’a da “Radikal İslam’la mücadele” kılıfını uydurdu. 2000’lerin ilk 10 yılına damgasını vuran bu yöntemlerle ve Ortadoğu planında kendine aslan payını izah etmiş olan ABD emperyalizmi din ekseninde yarattığı gerici tartışmalarla da kendine pay çıkararak yoluna devam etti.

İşgal için bir gerekçe olarak öne sürülen

Emperyalizm paslı silahı atar

El Kaide ve Bin Ladin tehlikesi bahaneleriyle kısa dönem bir politik saldırı hattı yaratmayı başaran ABD emperyalizminin bu araçları ortadan kaldırması acaba ne işine yarayabilir? Tunus ve Mısır’la başlayıp Ortadoğu’ya yayılan halk direnişlerine dair AB ve ABD emperyalizminin sürece yön vermek için planlar yaptığı açıkça ortadadır. Emperyalist müdahalelerle yaratılmış gerici çatışmalar ve Ortadoğu planında, bu iki gerici kliğin içerisine girdiği bir çıkar çatışması mevcut olabilir mi? İlk elden böyle sorular akla gelmekle beraber, bunu besleyen somut gelişmelere bakıldığında, Ortadoğu’da ortaya çıkan halk ayaklanmalarına, buralardaki devrimci-komünist damarın güçlü olmaması nedeniyle İslami akımların şekil vermeye başladığı bir sonuç olarak görülebilir. Ortadoğu’da El Kaide gibi örgütlerin bazı Avrupalı emperyalistlerle kurduğu temas söylentilerinin ardından Usame Bin Ladin’in öldürüldüğü söylentileri ya da ger-

çeği manidar gözüküyor. ABD emperyalizminin Ortadoğu planında esas itibariyle girdiği dar boğazı aşmaya çalışırken, bir zamanlar beslediği fakat şimdi hitap ettiği tabanın önemli bir kesimini kaybetmiş olan Usame Bin Ladin’i öldürerek, yeni tip bir İslami karakter hedeflediği açıktır. Öyle ki bu model İslam’ın ılımlı bir tezahürü olabilir. Mesela AKP hükümeti buna en iyi model örneğidir. Bir taraftan emperyalizmin Ortadoğu’daki baş haydutluğunu üstlenmiş İsrail’e karşı “One minute” diyecek, öte taraftan da ABD’nin bölgedeki tüm icazetlerine onay verebilecek bir İslam anlayışı. ABD’nin vurduğu ‘azılı İslami terörist’ için bir yandan camilerde ‘terörist’ yandaşları tekbir sesleri yükselterek ABD bayrakları yakarken; öte taraftan aynı ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanı “terörün sonu budur” diyecek. Geldiğimiz noktada Libya’da da gerek emperyalist bloğun bir bütün olarak NATO eliyle mevcut çelişkilerden faydalanarak ülke halkını içerisine düşürdüğü durum, böl-savaştır-ele geçir politikasının açık bir göstergesidir. “Demokrasi”ye çok ihtiyacı olan bu bölgelerde yapılan katliamın haddi hesabı yok. Ve dünyanın en büyük “demokrasi” ihracatcısı harekete geçti. Bir şablon üzerinden yaptığı hesaplarla kimin üzerinden oynayacağını netleştirip işgale soyundu. Bu zaman dilimi içerisinde de “demokrasi” düşmanı Ladin’in ruhuna rajmet okudu ki bunu iki anlamda yorumlamak gerek. İlk elden burada bulunan ülkelerde uşaklığa soyunanlara ‘haddinizi bilmezseniz, sizin için de aynı son geçerlidir’ mesajı verirken, diğer taraftan ‘intikamı aldık’ mesajını yayınlamak oldu. Başta belirttiğimiz gibi zihinlerde hala (aslında cevabı bellidir) cevaplanmayı bekleyen ikiz kuleler saldırısının kimin eseri olduğu netleşmemişken. Başını ABD emperyalizminin çektiği gerici blok, Ladin ve El Kaide gibi unsurları nasıl komünizm korkusuna karşı kullandıysa, bu işbirlikçileri elinde paslanan gericilik silahıyla birlikte yok etmeyi de tarihi bir eylem olarak gerçekleştirmiştir. Tabi bu yaratacağı ve yeniden yok etmek isteyeceği silahların da teminatı niteliğinde bir gelişmedir. Çünkü kapitalist-emperyalist düzen kirli savaş silahlarını temizlemektense yok etmeyi tercih eder, bu onun varoluş yasasının bir gereğidir.


18-19_Layout 2 5/11/11 12:22 PM Page 2

f

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

‘Faşizme özgürlük’

EKSEN

BD’nin “Küresel terörizmin Kuzey yıldızı” diye tanımladığı Usame bin Ladin, ABD’nin Afganistan’da Sovyet askeri varlığına karşı ileri sürdüğü muteber adamlardan biri idi. Okul yıllarında Müslüman Kardeşler’den esinlenen Ladin önceleri Suudi istihbaratı tarafından Pakistan’daki faaliyetler için kullanıldı. Burada CİA ve Pakistan istihbaratı ISI denetiminde militan yetiştirilmesine yardımcı oldu. Mücahit kamplarında Filistin asıllı Abdullah Azzam’ın fikirlerinden de çok etkilenen Ladin’in ABD ile yolunda giden ilişkileri, Somali’de ilk Amerikan karşıtı cepheyi açtığında sona erdi. Şimdi ise aradan seneler geçtikten sonra okyanusta cansız bir beden olarak yatıyor. (N.Aydın, Amerikalılar herhalde mezar yok etmeyi bizden öğrendiler derken doğruluk payı olmalı. Said-i Nursi, Şeyh Said, Seyyid Rıza) 1858 yılında yayınlanan bir makalede Friedrich Engels’in belirttiği gibi Afganistan’ın coğrafi konumu ve halkının kendine özgü karakteri bu ülkeye Orta Asya sorunlarında küçümsenmeyecek bir siyasi önem bahşeder. XIX. yy.’ın ortası için geçerli olan bu saptama bir buçuk yüzyıl sonra da güncelliğini korumaya devam ediyor. Afganistan’ın “Kuzey kuşağı” nın üç devleti (Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan) ile coğrafi komşuluğunun ötesinde, komşularının tüm etnik unsurlarını bünyesinde barındırır. (Peştular %38,Tacikler %25, Hazaralar %19, Özbekler %6, sair % 12) 11 Eylül olayları Orta Asya tarihinde dönüm noktasıdır. ABD işgaliyle Taliban rejiminin yıkılışı Sovyet sonrası dönemin sonunu noktalamış ve emperyalizm için hala tam olarak tanımı yapılamamış yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bu nedenle SSCB işgali sırasında Bin Ladin, örgütü El Kaide ve Taliban’ın ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından desteklendiği, misyonu bitince Ladin’in tasfiye edildiği gerçekliğinden ziyade işgalin bölgenin tümü üzerindeki jeopolitik sonuçlarını analiz etmek bugün için daha ziyade önem taşıyor. Ancak önemli bir hususunda bilinmesinde de fayda var. Bilinenin aksine ABD, Brzezinski’nin de 1998’de verdiği bir mülakatta kabul ettiği gibi Afganistan’a, iç savaşın başlamasından önce karıştı. Başkan Carter 3.07.1979’da muhalif mücahitlere yardımı öngören planı imzalayarak Rusların Afganistan’a müdahalesini doğrudan olmasa da maksatlı olarak teşvik etti. Böylece dönemin iki süper gücü bölgede güç denemesi yaptı. SSCB’nin çöküşüyle sonuçlanan büyük oyun başladı. 1992’de Hikmetyar’ın hareketinin çökmesinden sonra İslamabat kendi siyasi tercihlerini somutlaştıracak başka bir bağlantı arayışına girdi. Çoğunluğu Peştu olan ve Pakistan’daki medreselerin öğrencilerinden oluşan Taliban’a yöneldi. Taliban için gerçek bir eğitim merkezi olan bu okullar SuudiBin Ladin fonları ile beslendi ve böylece Suudi Arabistan’dan gelen Vahhabilik giderek bu ülkede verilen eğitime sızdı. İdeolojik alanda Taliban’ın İslam anlayışı Afganistan’da fazlasıyla bulunan dini çeşitliliğe karşı hoşgörülü Sufilikten kopuştur. Taliban, kaynağını, sömürge döneminde Hindistan’da ortaya çıkan ve İslami metinleri çağdaş gerçeklerle bağdaştırmaya çalışarak Sünni Müslüman toplumunu yenileme çabasında olan reformcu hareket Devbandi

A

ADGH, YDG, MLKP, Dev-Genc, TKIB, DIDF ve NRW Alevi Gençliği ve Rote Antifa (Kızıl Antifa) SOL NRW, SDAJ (Alman Sosyalist İşçi Gençliği), MLPD, DKP gibi antifaşist, devrimci-demokratik kurum, parti ve kişiler ırkçı yürüyüşü engellemek için sabah saatlerinde Köln merkezi istasyonunda toplanmaya başladı. Binlerce kişilik kitle, ırkçıların muhtemel yürüyüş güzergahları üzerinde bulunan farklı noktalara gitmek üzere harekete geçti. Sonrasında uzun süren çabalarla ulaşabildikleri noktalarda protestocular polisin biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Polisle yaşanan kısa süreli arbede sırasında bazı kişiler gözaltına alındı. Polis gün boyunca çeşitli noktalara kurduğu barikatlarla kitlenin hareket alanını daraltmaya çalışırken, antifaşist gruplar ise, şehrin farklı noktalarında, sokakları ve ana caddeleri ablukalarla ve oturma eylemleriyle saatlerce işgal etti. Irkçılar, yaklaşık 700 metre yürüdükten ve birkaç konuşma yaptıktan sonra yürüyüşlerini iptal etmek zorunda kaldı.

Daha önce de iptal ettirilmişti 1996 yılında temelleri atılan ve özellikle 11 Eylül’ün ardından Avrupa’da yayılmaya çalışılan Islamofobi sonrasında, yaymaya çalıştığı ırkçı-faşist düşüncelerine zemin yaratmak icin çalışmalarına hız veren aşırı sağcı, ırkcı grup Pro Köln/NRW (Köln/ Kuzey Ren Vestfalya Yurtdaş Hareketi)’nin 2008 yılında Almanya’nın Köln şehrinde gerçekleştirmek istediği “Anti-İslamKongresi” nin başarılı bir şekilde engellenmesinin ardından, 2009’daki “2.Anti-İslam-Kongresi” de geniş çaplı direnişlerle karşılaşmış ve engellenmişti. Sarrazin’den Bild Gazetesi ve Spiegel Dergisi’ne kadar, İslamcılık eleştirisi etiketiyle yabancı düşmanlığı içeren tezlerle toplumda yaratılan korku ve düşmanlık ikliminden, kendi ırkçı ve sağ popülist fikirlerine pay çıkarmak amacıyla yararlanmaya çalışan Pro NRW, bütün Avrupa’dan kendileriyle ortak zihniyetteki parti ve kişilerle birlikte , sözde ‘sessizce yaklaşan İslamlaşmaya’ karşı kışkırtıcılık yapmak ve ‘düşünce yasaklarını’ protesto etmek için 7

Mayıs 2011 pazar günü Almanya’nin Köln şehrinde “Özgürlük Yürüyüşü” adı altında bir yürüyüş gerçekleştirmek istedi. Bu yürüyüşle, kendilerinin ırkçı ve faşist düşüncelerine karşı yöneltilen her türlü eleştiri ve karşı koyuşu ‘düşünce özgürlüğüne‘ saldırı olarak göstermeye çalışan grup, bu seneki yürüyüşe kendileriyle aynı düşünceye sahip kurum ve partilerden temsilcileri de davet etmiş, ancak bunlardan Avusturya’dan FPÖ, Belçika‘dan Vlaams Belang, Ispanya‘dan Platafaforma per Catalunya, Fransa‘dan Mouvement National Républicain gibi ırkçı, faşist parti ve kurumlar son yıllarda artan antifaşist tepkilerden dolayı yürüyüşe katılma cesareti gösterememişlerdir.

Avrupa’da artan ırkçılık 7 Mayıs’ta antifaşist, antiırkçı anlayışla yapılan eylemlerin oldukça büyük bir haklılık ve meşruluk zemini mevcut. Almanya’da yapılan ırkçı çalışmalar sadece burayla sınırlı değil elbette. Avrupa’nın birçok ülkesinde hortlatılan ırkçılık hızla derinleşiyor denebilir. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yapılan bir araştırmada birçok ülkede yabancı düşmanlığı yapıldığını ortaya koyuyor. Avrupa Irkçılık Karşıtı Hareket (EGAM), 15 Avrupa şehrinde yaşanan ırkçı yaklaşımları test etti. Paris, Oslo ve Anvers gibi şehirlerde beyazlar sorunsuz bir şekilde eğlence mekânlarına girip çıkabilirken, özellikle siyahi ve Arap asıllı kişilere ırkçı yaklaşımlar sergilendiği tespit edildi. Bar ve disko girişlerini kontrol eden yüzlerce gönüllü araştırmacı Avrupa’da, yabancı asıllılara ırkçılığa varan farklı tutumlar gözlemlendiğini rapor etti. Etnik kökenin gece hayatında farklı muameleye tabi tutulmasında birinci faktör olduğu kaydediliyor. Özellikle Fransa, İtalya gibi ülkelerin başını çektiği ırkçı yaklaşımın ağır olduğu ülkelerde devletin de farklı etnik köken, ırka sahip insanlara yönelik ırkçı yasa ve tutumları mevcut. Her fırsatta göçmenlere ilişkin çıkartılan yasalarla, ya da yapılan sınır dışı etmelerle göçmenlerin yaşamı gittikleri ülkelerde kabusa çevriliyor. İtalya’nın Foggia kentinde yerel yönetim geçtiğimiz yıllarda göçmenlere ayrı otobüs tahsis etme kararı almıştı. Bir başka örnek ise: Fransa’da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy “göç ve suç” arasında açık bağ kurarak, Romanlara yönelik sert “tedbirler” alarak toplu sınır dışı kararı almıştı.

ahmet hacalişi k.

BİN LADİN’İN AFGANİSTAN JEOPOLİTİĞİNE ETKİSİ -I-

Irkçı, faşist grupların Köln’de gerçekleştirmeyi düşündükleri yürüyüş devrimci, demokratik kitle örgütleri, antifaşist kişi ve gruplarca büyük tepkiyle karşılaştı.

7 Mayıs pazar günü faşist ve ırkçı anlayışın haykırılması için gerçekleştirilmesi planlanan yürüyüşe karşı antifaşist kurum ve kişiler alanlara çıktılar.

dünya haber 19

İslam okulunun aşırı bir yorumundan alır. Başlangıçta Taliban, ideolojisini bölgeye taşımakta çekingen davransa da Bin Ladin’in uluslararası karakterdeki ideolojisinin Taliban lideri Molla Ömer’in üzerindeki etkisiyle hareketin yönelimi değişti. Sınır ötesi İslam dayanışması stratejisi öne çıktı. Bölge ülkelerini iliklerine kadar titreten bu strateji değişikliği sonucu Taliban rejiminin devrilmesiyle bölgenin bütününde jeopolitik yapılanma derinden değişti. ABD harekatının harekat alanı ilk bakışta yirmi iki yıldır savaş halinde olan Afganistan’dı. Ancak Ortadoğu’dan başlayarak, Kafkasya, Orta Asya, Keşmir’den geçen, Çin’in uzak sınırlarında Şingjang’a (Doğu Türkistan) kadar uzanan bir çeşit “kriz yayı” boyunca yayılan anlaşmazlıklar yumağı ile belirgin özel bir jeopolitik çerçeve içerisinde etkisini gösteren çatışma alanının bölgesel jeopolitik etkileri ülkelere farklı şekilde yansıdı. Farklı kazanımlar-kayıplar getirdi. İlk sırada Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan yer alır. Bu ilk çemberin ötesinde Pakistan, Çin, İran vardır. Bunlara Afganistan ile sınırdaş olmamakla beraber iki bölgesel güç Rusya ve Hindistan’ı da katmak gerekir. 11 Eylül olayları sırasında Çin, başlangıçta ABD ile ilkesel bir dayanışmaya girdi. Bunun çeşitli nedenleri sayılabilir ancak ekonomik olanını hatırlatmakta fayda var. Bugün için ekonomik alanda Çin ABD’ye kısmen bağımlıdır. Amerikan ekonomik durumunun ağırlaşması, Çin ekonomisi üzerinde ciddi sonuçlar doğurma riski taşır. Uzun sürecek operasyonların ABD ekonomisi üzerine getireceği ağır yüklerin riskini azaltmak için, Washington tarafından başlatılan ”terör” karşıtı kampanyada Pekin’in işbirliği yapmasında büyük çıkarı vardı. Ancak 11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin bölgeye giriş yapması bu alanda yeni ABD varlığı yıllardır bu bölgede biçimlenen Çin-Rus ortak hakimiyetinin gelişmesini yavaşlatma, hatta tamamen durdurma riski taşımakta. Amerikalılar o zamana kadar hiç bulunmadıkları Çin topraklarına yakın, coğrafi bir bölgeye askeri olarak yerleşme başarısı gösterdiklerinden, bu yerleşme Çin’in toplu stratejik konumunu daha kırılgan hale getirmiştir. Bu durum Çin’in nüfuzunu artırmayı ve gücünü göstermeyi düşündüğü bölgesel bir çevrede belirsizliğe yol açacaktır. Çin ayrıca Şanghay İşbirliği Teşkilatı faaliyetlerinin gelişmesiyle kendi güvenliğini büyük ölçüde teminat altına aldığını hesaplıyordu. Ne var ki söz konusu teşkilatın birçok üyesinin topraklarında ABD askerlerini konuşlandırması, ekonomik işbirliğine girmesi Pekin’i rahatsız etmiştir. Orta Asya’da ABD siyasi hamlesi ve daha da vahimi özerk Şinjang sınırlarında ABD üslerinin yerleştiğini görme ihtimali, Pekin’in uykularının kaçması için yeterlidir. Orta Asya ve Ortadoğu’ya doğru Çin’e köprübaşı görevi yapan Şinjang (Doğu Türkistan) sadece Çin’in nükleer deneme merkezlerini barındırmakla kalmayıp ülkenin ekonomik kalkınmasını sürdürmek ve OPEC’e karşı bağımlılığını azaltmak için bel bağladıkları hidrokarbon rezervlerine de sahiptir. Bu bakımdan Afganistan’a yapılan ABD müdahalesi Çin’in bölgesel çevresini alt üst etmiştir. Washington Orta Asya’da uzun süre kalır ve Hindistan ile askeri işbirliğini artırırsa, Pekin yalnız kalmak ve hatta Asya’daki Amerikan yapılanması tarafından jeostratejik anlamda gerçekten kuşatılma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.


20-21_Layout 2 5/11/11 12:36 PM Page 1

ELEŞTİRİ SİLAHI KAYPAKKAYA’NIN ANISINA: YA YAŞASAYDI?

İ

ki soruyla hep karşılaşıyorum. Birincisi, Türkiye’de, Kaypakkaya’nın yok sayılması, yasaklanması ve çeşitli sanatçıların, Kaypakkaya’yı övmekten ötürü haklarında davalar açılmasına ilişkin ne denebilir? İkincisi de, Kaypakkaya bugün yaşasaydı görüşleri ne olurdu sorusudur. Gelin, isterseniz MİT’in o dönem Kaypakkaya hakkında yazdığı rapora bir bakalım. “Türkiye’deki komünist mücadelede şimdiki halde en tehlikeli olan İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metodları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” (TKP (M-L) Ana Davası 1973 Dosyasındaki MİT Raporu) Bu tespite bir de “stratejist” kalemşor Avni Özgürel’in, 27 Ekim 2003 tarihli Radikal’de, Neşe Düzel’e verdiği mülakattan şu sözleri ekleyelim: “Abdullah Öcalan ideolojik formasyonu zayıf biri. Ama Türkiye’de o dönemde İbrahim Kaypakkaya diye ideolojik formasyonu çok güçlü biri de vardı. Eğer Kürt hareketi düşünce anlamında onun gibi radikal bir kadronun kontrolünde olsaydı, Türkiye’de çok sıkıntı yaşanırdı. Onunla mücadele etmek zorlaşırdı.” Şimdi bu çaptaki bir insanı devlet, Evren’in tabiriyle, asmayıp da besleyecek miydi? NATO’nun ikinci büyük gücü olan Türk devleti, burjuva devlet aygıtının gerektirdiği refleksle hareket etmek zorundaydı. Kaypakkaya’yı ele geçirdiğinde, ona pişman olmasını önerdi. Kaypakkaya, o zor şartlarda dahi, savcı Yaşar Değerli şahsında devlete, “hadi ordan” dedi. “Elinizden kurtulursam gene aynı mücadeleyi vereceğim” dedi. Onun için devlet, Kaypakkaya’yı yok etmek zorundaydı. Bugün, devletin “rıza” gösterdiği ve eninde sonunda kendi kulvarına çektiği güçlü bir reform hareketi vardır. Devlet, burada uyguladığı cebirle, bu reform hareketini bir cazibe merkezi haline getirmeye çalışmaktadır. Seçimler, bunun en güzel örneğidir. Cebir ile legalist-parlamenterist iki cami arasında beynamaza zorlanan devrimin bütün güçleri maalesef, bu cazibe sarmalına kapılmış durumdadır. Pınar Sağ ve diğer sanatçıların Kaypakkaya’yı övmelerinden ötürü yaşananlara bir bakın. Eğri oturup doğru konuşalım. Sanatçılar, Kaypakkaya’yı cesurca sahiplenmişler ama yanlış bir algılamayla da savunmuşlardır. Demokrat, Cemevi Sosyalisti, Yurtsever neredeyse, papatya sevenler derneği mensubu bir İbrahim Kaypakkaya portresi çizilmeye çalışılmıştır. Devlet de, mahkemeleriyle abanarak sonuçta, böyle bir İbrahim Kaypakkaya portresinin çizilmesine var gücüyle, tersinden destek vermiştir. Halbuki, MİT’in raporunu mütemadiyen akılda tutmakta fayda var. İbrahim Kaypakkaya’nın vizyonu komünist bir dünyadır. İbrahim Kaypakkaya yaşasaydı sorusuna gelince... Karşı tarafın, bambaşka sorunlarla cebelleşeceğini, bizlerin ise bambaşka sorunları konuşuyor olacağını varsayabiliriz. Neleri mesela? Burada evvela bir iki noktayı açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Birincisi, İbrahim Kaypakkaya’nın, yazdıklarına ve yazmadıklarına ama hem teorik

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

emrah cilasun

hasımlarıyla hem de yandaşlarıyla verdiği mücadeleye bütünsellikli bakarsak, satır aralarını dikkatli incelersek, bir dinci olmadığını bilakis, azılı bilimsel olduğunu görürüz. Mesela, Kemalizm hakkında söyledikleri, Mustafa Suphi TKP’sine sahip çıkarken bile yaptığı eleştirileri ele alalım. Kemalizm meselesinde ortaya koyduğu tezler tamamen Lenin’e, Stalin’e ve Komintern’e karşı gelen tezlerdi. Mesela o yıllarda Türkiye’de faşizme ilişkin yaptığı tespitler tamamen, Dimitrov’a karşı gelen tezlerdi. Onları inkar etmiyor ama onlardan kopması gerektiği yerde kopuyordu. Bu, bilimsel olarak zorunlu ve gerekliydi. En önemli özelliklerinden bir diğeri, o güne kadar, Türkiye’de ve tüm dünyada, Uluslararası Komünist Hareket’te unutulmuş olan komünist çalışma tarzına ilişkin Lenin’in, Ne Yapmalı adlı eserini hatırlatmış olmasıydı. Komünist fikirlerin katiyen, ne ekonomist ne de militan ekonomist bir siyaset üzerinden kitlelere götürülemiyeceği, Kaypakka tarafından döne döne vurgulanmıştı. İkincisi, Kaypakkaya, yazdıklarının toplumun göz bebeği olan entelektüeller ve bilim insanları arasında okunup tartışılmasına ehemmiyet veriyordu. Fikri mayalanmanın gerekliliğine inanıyor ve güveniyordu. İşçi ve köylülere dayanan bir hareketin, enetelektüelleri, sanatçıları ve bilim insanlarını da bağrında toplaması gerektiğini gayet iyi biliyordu. O nedenle 12 Mart şartlarında dahi yazdıklarını, entelektüellere, sanatçılara ve hatta TÜBİTAK gibi kurumlarda çalışan bilim insanlarına ulaştırmaya çalıştı. Şimdi bu saydığım özellikleriyle yaşasaydı, Kaypakkaya’nın, 21. yüzyılda, dünyada ve Türkiye’de, bilimsel komünizmin sorunlarını münakaşa etmesi, kendi yazdıklarına dönüp bakması ve hatta kendisinde bile kopuşlar yapması pek muhtemeldi. Son dönemde Bob Avakian’ın, komünist bilime ilişkin yaptığı yeni, çığır açıcı katkıları okuyorum. Avakian diyor ki, “Leninsiz bir Marx, Avrupa’da sosyal şovenizme, Leninsiz bir Mao, üçüncü dünyada milliyetçiliğe evrilir.” Kaypakkaya’nın ilham aldığı Maoist ekolün iktidarı devrimci Çin’de, 35 sene evvel karşıdevrimci bir darbe ile kapitalist yola sapmıştır. Avrupa’da, geçmişin Maoisti olan Barosso’ların, Schmirer’lerin ve hatta Alain Badiou’lerin dahi bugün, nasıl 18. yüzyıla ricat edip, Jean-Jacques Rousseau’cu oldukları ayan beyan ortadadır. Ha keza bugün, Peru, Filipinler ve Nepal gibi üçüncü dünya ülkelerinde de Maoistlerin nasıl, birer burjuva demokratlara dönüştükleri çok bariz görülmektedir. Türkiye’de de, bir zamanlar Kaypakkaya’nın yanında yer almış olan Aslan Kılıçların ve Cem Somellerin nasıl birer burjuva demokrata dönüştükleri, hepimizin malumudur. Dolayısıyla, bu kötü ünlü örnekler, Çinli devrimcilerin yenilmişliklerini ve kopamadıkları yanlış eğilimleri fırsat bilip, Maoizmi zıddına dönüştürmüşlerdir. Kaypakkaya yaşasaydı, çok küçük bir ihtimal ya bu saydığım örnekler gibi olacaktı ya da komünizm vizyonunun, Mao’dan 35 sene sonra yeni bir senteze kavuşturulması gerektiğini görüp, gerekli olan kopuşları yapacaktı. Tıpkı, Avakian’ın bugün yaptığı gibi.

Sarıl güne,

“Ama Marksizm yine de, resmi bilimin her ‘idam’ fermanından sonra daha sağlam, daha bilenmiş ve daha canlı bir biçimde ortaya çıkmaktadır.” 1913 yılında Marksizm’e yönelik geliştirilen her türlü saldırıya karşı hala güncelliğini koruyan oldukça önemli bir belirlemedir, Lenin tarafından yapılan. Marksizm’i üç ana döneme ayıran Lenin, bu dönemleri; “1) 1848 devriminden Paris Komünü’ne (1871); 2) Paris Komünü’nden Rus Devrimi’ne (1905); 3) Rus Devrimi’nden günümüze dek süren dönemler” olarak belirtiyordu. Birinci dönemin 1848 devrimi ile başladığını belirten Lenin, bu dönemin “Marks öncesi sosyalizmin bütün şamatalı, uyumsuz, tutarsız biçimlerine kesin bir darbe indirdiğini” ifade eder. Bu dönem 1871 Paris Komünü ile zirve yapar ve 1. Enternasyonal’in kurulmasıyla taçlanır (18641872). İkinci dönem ise Avrupa’da burjuva devrimlerin bitişi ve “barışçı” evrenin hakimiyetidir söz konusu olan. Bu dönemde Marksizm’in teorik üstünlüğü ve pratikteki karşılığı hasımlarını Marksizm kılıfına girmeye mecbur eder ve revizyonizm, anarşizm, oportünizm vs. vb. birçok anti-Marksist akım Marksizm adına siyasal sahnede yer bulmaya çalışır. 1905 Rus Devrimi ile beraber üçüncü dönem başlar ve Avrupa’daki sakinlik yerini Asya’daki kalkışmalara bırakır. İkinci dönemin “barışçı” hâkimiyeti kırılır. Proletarya kendi partileri öncülüğünde siyasal sahnede etkin bir aktör olarak yer alır. Sonrasında gelişen 1917 Ekim Devrimi, 1949 Çin Devrimi, Avrupa’da 1848’lerde dolaşan heyulanın bir karabasan misali dünya gericiliğinin üzerine çöktüğü ve milyonlarca insana umut olduğu bir dönemi yaşadık. Okur yukarıdaki pasajı niçin yazdığımızı ve yüzyıl önce yaşanmış olayları niçin günde-

me taşıdığımızı haklı olarak soracaktır. Fakat dönüp objektif ve sorgulayıcı bir gözle 2000’li yılların Türkiye-Kuzey Kürdistan ve dünyasına baktığında, ne kadar benzer yönler olduğunu net bir şekilde görecektir. Ultra emperyalist tezlerin yerini İMPARATORLUK’un aldığı, revizyonist-anarşist akımların hayaletini liberalizmin-tasfiyeciliğin canlandırmaya çalıştığı, sınıf savaşımının yadsınarak sınıf düşmanlarının “kardeşçe” bir arada yaşamalarının salık verildiği günümüz şartları ile, 1900’lü yıllarda yaşananlar oldukça benzerlik gösteriyor. Maksadımız bir bütün olarak tarihsel analizler yapmak olmadığı için, sınıf mücadelesinin ideolojik alanda ülkemiz özgülünde yaşadığı gelişmelere dikkat çekmek ve mümkün olursa buradan canlı bir tartışma ortamı yaratmak hedefimizdir. Herkesin malumu olduğu üzere ABD emperyalizmi öncülüğünde geliştirilen GOP ile TC.’ye ciddi bir misyon biçilmiş ve TC.’nin bu misyonu yerine getirebilmesi için bazı kriterler öne sürülmüştür. Bu kriterlerin yerine getirilmesi içinse “sorunsuz” bir gül bahçesi şarttır! Bunu sağlamanın yolu ise toplumun en ileri dinamiklerini etkisizleştirerek hayata geçirilecek politikaları sorunsuz bir şekilde yürürlüğe sokmaktır. Diğer saldırılarla beraber “Hayata Dönüş Operasyonu”, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın TC.’ye teslim edilmesi oldukça önemli iki belirleyendir. Bir yandan devrimci bir hareketin yaşadığı tüm sorunlara rağmen en diri konumda olan hapishanedeki güçleri, diğer yandan tam bir “baş ağrısı” pozisyonuna gelen Kürt ulusal hareketi etkisizleştirilip ehlileştirilmeye çalışılmıştır. Ve belirtmek gerekir ki sistem bu iki operasyonda da kısa vadeli de olsa esasta başarılı olmuştur. Devrimci hareket hala içinden çıkamadığı ciddi bir sağ


20-21_Layout 2 5/11/11 12:36 PM Page 2

sarıl saate Taraf, Radikal gibi basın organlarında kümelenen liberal tayfaya karşı ise adeta sağır ve dilsizleri oynamaktadır. Halil Berktay, Ömer Laçiner, Ahmet İnsel, Oral Çalışlar, Murat Belge, Ahmet Altan, Roni Margules… vs. öncülüğünde Marksizm adına geliştirilen Marksizm’e saldırılar gerekli cevabı alamamaktadır. Neredeyse her gün düzenli olarak adı geçen yayınlar ve daha birçok basın yayın organında Marksizm kalbura çevrilmekte, en olmadık saldırı ve karalamalarla karşılaşmaktadır. İbret verici tarzda bu saldırıları yapanların zamanında, saldırdıkları bu düşünce sistematiğine yaşamlarının merkezine koyduklarını da belirtmekte fayda var. Gayet normal olan bu liberalizmin görevlerini yaptıkları gerçeğini not ederek buna yönelik devrimci-komünistlerin neler yaptıklarına bakalım.

tasfiyeci sürece evrilmiş ve kitlelerden kopuk, marjinal, devrimci mücadeleyi basın açıklamalarına hapseden tam bir açmaz içerisine girmiştir ve bu haliyle de bu açmazdan çıkması pek mümkün gözükmüyor. Burada sınıf hareketinin 2002 yılında yakaladığı nitel gelişmeyi 2005 yılında yediği darbe ile ciddi şekilde kaybettiği fakat; bağrında yeniden yükselişe geçeceği dinamikleri de taşıdığını da belirtmek gerekiyor. Kürt ulusal hareketi ekseninde yaşananlar ise başlı başına ayrı bir yazının konusu olmakla beraber şu kısa vurguları yapmak yerinde olacaktır; Abdullah Öcalan’ın TC.’ye teslim edilmesiyle beraber başlayan “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik” üst başlıkları ile sistem içine tam meyl etme eğilimleri, Marksizm’e yönelik Öcalan tarafından eleştiri adı altında yapılan sistematik saldırılar ve karşı cephede imha ve inkar ile elde edilemeyenin tasfiye politikası ile çok küçük bazı kazanımlar eşliğinde elde edilmeye çalışılması temel belirleyenleri oluşturmaktadır. Daha yüzlerce irili ufaklı olguyu göz önüne alarak yapılacak bir değerlendirmede 2000’li yıllarla beraber öncesinde var olan ideolojik dezenformasyon had safhaya ulaşmıştır. AKP’nin uzun yıllar hazırlanarak bu oyunda başrole getirildiği 2002 yılından günümüze tam bir sağ tasfiyeci, liberal rüzgâr estirilmektedir. Bu dönemi incelediğimiz vakit tıpkı yazının başında aktardığımız 1900’lü yıllar başında yaşanan gelişmeleri görmekteyiz. Sınıf farklılıklarının ve savaşımının yadsındığı “barış, özgürlük, demokrasi” söylemleri ile sistem içi mücadelenin kutsallaştırıldığı ve devrimci-komünistlere yönelik saldırıların yoğunlaştığı gerçekliğidir karşımızda duran. Diğer alanlarda yaşananları es geçerek onlarla paralel geliştirilen ideolojik saldırılara karşı, gerek devrimci hareket gerekse sınıf hareketinden doğru, sloganı aşacak tarzda bilimsel, sağlam karşı koyuşlar gerçekleştirilmemiştir. Revizyonist ve reformist cenaha yönelik zaten cılız olan devrimci karşı koyuş, özellikle Birikim,

Marksizm’in ülkemizde hakkaniyetle vücut bulduğu dönemi 1971 devrimci hareketi dönemine denk düşürmek yanlış bir saptama olmayacaktır. Küçük burjuva devrimci örgütlerde çarpık olarak da olsa yer edinen MLM, sınıf hareketinde Kaypakkaya yoldaşın berrak kavrayışı ve somuta uyarlaması nitel bir sıçramaya tekabül ediyordu. Fakat her alanda canlı ve verimli geçen bu dönem sonrası geçen 40 yıllık süreçte, tam bir “donma” hali yaşanmaktadır. Ya “yeni” adı altında tasfiyecilik ya da “solculuk” adına dogmatik bir tavır sergilenmektedir. MLM bilimini kavrama-geliştirme yolunda oldukça sınırlı bir yol alınmıştır. Tam da eylem kılavuzu olarak hayat bulması gereken MLM bilimi sadece belirli kitabi bilgilerle sınırlandırılmış, Marksist okumalar oldukça düşmüş, ideolojik mücadele sıfıra yakın seviyeye gelmiştir. Mevcut durum siyasal süreçten ayrı değerlendirilmekle beraber, böylesine bir açmazı sadece şartlara bağlamak da hatalı olacaktır. Hasımlarımızın Marksist külliyatı bizlerden daha fazla araştırıp okuduğu, içini boşaltmaya dönükte olsa MLM bilimiyle, içli dışlı olduğu gerçeğini göz önüne alınca, yükümüzün on kat daha arttığını bilince çıkarmak gerekiyor. Savunduğu ve karşı çıktığı şeyi tam olarak, tüm yönleriyle kavrayamayan bir devrimcinin başarı şansı oldukça azdır. Bu başarı ya da başarısızlık durumunu belirleyecek olan oldukça enerjik bir şekilde okuma-araştırma-pratikte sınama ve tekrar tekrar döngü hayata geçirilip geçirilmemekle bağlantılıdır. MLM’ye yönelik bunca saldırının olduğu bu süreçte, devrimci-komünist saflarda bu saldırıları göğüsleyip MLM silahıyla alt edecek birikim şu an için ne kadar zayıf olsa da bunu giderecek şartlar da mevcuttur. İdeolojik mücadelenin yeterince bilince çıkartılıp gerekli savaş araçları itinayla seçilerek hasmımızla kozumuzu paylaşmanın zamanıdır. Görev ertelenemez; ideolojik, felsefi ve siyasal kulvarlarda hasımlarımıza oldukça güçlü ve seri darbeler indirerek inisiyatifi ele almak gerekiyor. Her bir devrimci başta Marksist eserler olmak üzere teorik araştırmalara-çalışmalara hız vermeli; sınıf düşmanlarımız itina ile incelenmeli ve gazete, dergi, internet gibi iletişim araçları üzerinden güçlü bir karşı saldırı geliştirilmelidir. Dağınık, etkisiz, kendiliğinden saldırıların önü alınmalı, somut görevlendirmelerle her bir alanda tam bir ideolojik taarruz başlatılmalıdır. “Revizyonist, Reformist, Liberal, vb. her türlü akıma karşı MLM bayrağını yükseltelim” şiarıyla böyle bir çağrıyı elzem görmekteyiz. “On bin yıl çok uzun, sarıl güne, sarıl saate”.

güncel analiz 21 Yine aynı politikalar: baskı, yasak, sürgün Siyasi tutsaklar, hapishanelerde keyfi uygulamaların artarak devam ettiğini ve baskı, sindirme adı altında kendilerine binbirtürlü politikaların dayatıldığını açıkladılar.

Sakıncalı yayın Gazetemizin 10. sayısının 2. sayfasında yer alan “Cinayeti işleyen devlet” başlıklı “Hrant Dink cinayetinde mahkeme aynı nakaratı tekrarlıyor. Yargı ve tetikçiler hem devleti hem de kendilerini aklamaya çalışıyorlar” yazılı ifadelerin yer aldığı haber ve yine aynı sayıdaki “Tutsaklar havasız bırakılıyor” adını taşıyan ve “Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde hücrelere ani baskınlar düzenleyen gardiyanlar, hücreleri talan etmeye devam ederken, siyasi tutsaklara işkence uyguluyor” ifadelerin yer aldığı haberden dolayı tutsaklara gazetemiz verilmedi. Gerekçe ise son derece traji-komik. Gazetemiz “kurumun güvenliğini tehlikeye düşürüyor”muş ve bu endişeyle tutsaklara verilmemiş.

Renk bölücülüğü Malatya E Tipi Hapishanesi’nde kalan Serkan Güngör gönderdiği mektupta, gazetemizin keyfi gerekçelerle kendilerine verilmediğini ve idarenin kendilerine gelen eşyalara el koyduğunu açıkladı. Gazetemizin 20. Ve 21. Sayfalarında yer alan “Tsunami ve 1 Mayıs” başlıklı haberde “Kızılla sarının ayırt edilmesinin zamanıdır şimdi” ifadelerinin, eğitim kurulunda büyük bir “renk bölücülüğü” sendromuna yol açtığını ifade eden Güngör, “ufak sarsıntılardan büyük depremlere, küçük damlalardan Tsunamiye, küçük ırmaklardan coşkun sellere…” betimlemelerinin hapishane idaresince ‘şifreli haberleşme’ olarak değerlendirildiğini ve “tehlikeli olabilir” gerekçesiyle gazeteye el koymaya delil olarak kullanıldığını anlattı. Güngör, yayınevimiz tarafından yayımlanan Metin Uzunöz’ün “Unutmadım Kaldığım Yeri” kitabının keyfi gerekçelerle kendilerine verilmediğini ancak başka bir hapishanede ise bu kitabın sakıncalı bulunmadığını ve siyasi tutsaklara verildiğini belirti. Güngör, Nevin Berktaş’ın yazmış olduğu “Hücreler” kitabının da toplatma kararı olduğu gerekçesiyle kendilerine verilmediğini ifade etti.

DHF’liler görüşe çıkmadı DHF’li tutsaklar Antep Hapishanesi’nde 5 Mayıs tarihinde açık görüş öncesinde kendilerine arama adı altında dayatılan psikolojik işkence uygulamasını protesto ederek, görüşe çıkmadıları öğrenildi. Görüşmeye gelmeyen yakınlarının akıbetini soran ailelere bilgilendir-

me yapan hapishane yönetimi, aramaların içerinin ve dışarının “güvenliğine” yönelik olduğunu belirtilerek, yapılan aramınıngerekliliği üzerine açıklamalarda bulunduğu ifade edildi. Aileler ise hapishane yönetimini protesto ederek, İHD Antep Şubesi’ne bağlı avukat kanalıyla yakınlarından bilgi aldı. Tutsaklarla görüşen avukatın verdiği bilgiye göre, DHF faaliyetçilerinin, dayatılan keyfi aramanın yapılmasını protesto ederek, görüşe çıkmadıkları öğrenildi. Ayrıca DHF’li tutsakların görüşme gününden bir gün önce Newroz kutlamaları gerekçesiyle açılan soruşturmalarla ilgili ifade vermeye giderken, yine arama dayatmasıyla karşılaşmaları nedeniyle, ifade vermedikleri öğrenildi.

Ermenek’te sürgün Ermenek M Tipi Kapalı Hapishanesi’nde 28 Nisan’da aileleri ile görüştürülmeyen tutsaklar, savcılıktan özel izin almalarına rağmen saatlerce bekletilerek, aileleri ile görüştürülmedi. Açık görüşün yapılmayacağı şeklinde hapishane idaresinin kararına ve görüş hakkını engellenmesine itiraz eden Emrah Yayla, Arif Sönmez ve Mehmet Sevik adlı tutuklular müdürün gözetiminde onlarca askerin saldırısına uğradı ve tekmelenerek dövüldü. Aldıkları tekme darbelerinden vücutlarında morluklar oluşan tutuklular, aldıkları 1 günlük hücre cezasının ardından farklı hapishanelere sürgün edildi. Emrah Yayla Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’ne, Arif Ersönmez Ankara 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne, Mehmet Sevik ise Ankara 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne gönderilirken tutsakların hiçbir eşyasının yanlarına almalarına izin verilmediği öğrenildi.

Rapora rağmen tahliye yok Erzurum H Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan kanser hastası Mehmet Aras’ın dosyaları Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nde halen beklerken, Aras ise her gün biraz daha ölüme yaklaşıyor. Kamuoyundaki sessizliğe ve Aras’ın durumunun giderek ağırlaşması üzerine Erzurum H Tipi Hapishanesi’nde bulunan siyasi tutuklular, Mehmet Aras’ın ölüm sınırında olduğuna dikkat çekerek, Mehmet Aras’ın bir an önce serbest bırakılması için “kendisine insanım diyen herkesin” girişimlerde bulunması gerektiğini ifade ettiler. Daha önceden İsmet Ablak adlı arkadaşlarının da keyfi gerekçelerle tahliye edilmeyerek ölüme terk edildiği belirtilen açıklamada Aras’ın bir an önce tahliye edilmesi gerektiği belirtildi.


22-23_Layout 2 5/11/11 12:37 PM Page 1

22 güncel

Halkın Günlüğü 10-20 MAYIS 2011

Devrim dikensiz gül bahçesi değildir

Bağrından Deniz Gezmiş’leri, Mahir Çayan’ları, İbrahim Kaypakkaya’ları, Mazlum Doğan’ları, Harun Karadeniz’leri ve Vedat Demircioğulları’nı çıkarmış olan bu mücadele, yine bedeller ödeyerek yürümeye devam edecektir. Gün, devrim ve sosyalizm yolunda düşen ve dövüşenlerin kavga bayrağını dalgalandırma günüdür.

Bir tarihin en hareketli noktasında, bir fişek gibi fırlayıp, karanlığı yırtan bir avuç yiğit. Direngen devrimcilerdi onlar. Mataralarında donan suyun soğukluğuna aldırmadan, gelecek güzel günlerin savaşçıları, önderleriydi. Her Mayıs şafağı kana bulanmış bir resim çizer gökyüzüne. Her kızıl çiçek onların kollarında açar Mayıs gelince. En hareketli noktasında fırladılar tarihin ve koca bir miras bıraktılar ezilen milyonlara. Şimdi dağ başlarında açan kızıl güllerin, örs ve çekiç arasında işlenen bilincin tükenmeyen suyudur onlar. O çelik aldığı suyu unutmadı. Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçileri alınan suyun, kabına sığmayan enerjisiyle, dizgin tutmayan bir sevda ile tutundu hayata. Ve sürdürüyor ardınızdan gelenler damarlarınızdan oluk oluk akan kanla işlediğiniz, sınıfsız ve sınırsız bir dünya özlemiyle yaktığınız mücadele ateşini... Mahirler, Denizler, Kaypakkayalar, Mazlumlar, Dörtler ve... daha çok var tarih sayfasında ismi halkın onurlu evlatları arasında yer alıp da burada yazamadığımız. 6 Mayıs şafağında faşizmin cellatları tarafından katledilen, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, ölümlerinin 39.

yıldönümünde dostları, yoldaşları tarafından anıldı. İsimlerinin yazılı olduğu mezar taşlarının yanı başında olanlarda vardı, kavganın adım adım dokunduğu sokakları arşınlayanlarda... yurdun dört bir yanında devrimci, demokrat, yurtsever, ilerici kurumlar tarafından isimleri bir kez daha telafuz edilerek, bu tarihin karartılmak ve belleğimizden silinmek istenenler yeniden ve bir daha hatırlandı. Ve not edildi yine başka bir sayfasına tarihin... gelecek kuşakların hatırlaması ve devrimci çıkışın yarattığı direngenliğin anlaşılması için.

nı İbrahim Kara, yaptığı ortak açıklamada, 6 Mayıs’larda Kızılderede katledilen Mahir Çayanları, Diyarbakır zindanlarında işkencede katledilen İbrahim Kaypakkayaları, Mazlum Doğan şahsında katledilen Kürt gençlerini, katliamlara uğrayan Alevi halkını andıklarını söyledi. Bugün Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının emperyalizme karşı verdiği mücadelenin güncelliğini koruduğunu sözlerine ekleyen Kara, emperyalizme karşı 68 hareketinin devrimci ruhunu kuşanarak, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için verilen mücadeleyi birlikte yürütme çağrısı yaptı.

Ankara , Hakkari, İstanbul, Eskişehir, Malatya, Bursa, Çanakkale, Mardin, Hatay, Balıkesir gibi daha birçok ilde adları bir kez daha slogan olup çıktı. Tabi o dönemin koşulları içerisinde Denizlerin avukatlığını yapan Halit Çelenk’te ayrıldı aramızdan 39 yıl sonra aynı günden bir gün evvel. Bir yanda O’nun cenazesi defnedilirken Denizlerin mezarının yanında, Denizlerin mezarına da kızıl karanfiller bırakıldı. Mayıs’ın şafağı yeniden kızıla boyansın diye.

İstanbul

Ankara 5 Mayıs’ta yaşamını yitiren, Deniz Gezmişlerin Avukatı Halit Çelenk’te bugün vasiyeti üzerine Karşıyaka Mezarlığı’nda Deniz Gezmişlerin mezarlarına yakın bir yerde ve Enternasyonal Marşı’yla sonsuzluğa uğurlandı. Karşıyaka Mezarlığı 2 nolu Kapı girişinde bir araya gelen BDP, ESP, Alınteri, DÖP, EHP, ÖDP, EMEP, TKP, Mücadele Birliği, BDSP, Halkevleri, Kaldıraç, Tüm-İGD, Devrimci 78’liler Federasyonu, 68’liler Dayanışma Derneği, Devrimci 78’liler Girişimi, ÇHD, KESK, DİSK burada bir anma gerçekleştirdi. Halit Çelenk’in ailesi ve dostlarının da yoğun katılım sağladığı alanda Çelenk’in tabutu karanfillerle burada bekletildi. Alanda üç fidan anısına tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi. Katılımcı kurumlar adına SES Ankara Şube Başka-

Galatasaray Lisesi önünde toplanan devrimci-demokratik kurumlar Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın resimlerinin bulunduğu “Kavgamızda Yaşıyorlar” pankartı arkasında toplandı. “Bugün günlerden Deniz Yusuf Hüseyin”,”Yaşasın devrimci dayanışma”,”Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”,”Yaşasın devrim ve sosyalizm”,”Biji bratiya gelan” yazan dövizleri taşıyan kitle kortejler oluşturarak İstiklal Caddesi’nden Dolmabahçe’ye yürüdü. Denizlerin mücadelesinin anlatıldığı anonsların ardından basın açıklaması yapıldı. Eylemi örgütleyen kurumlar adına açıklamayı okuyan Cansu Akkılıçi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın coğrafyamızdaki emekçilerin, ezilenlerin, kadınların ve gençlerin üzerinde uygulanmaya çalışılan baskıların sonucu olarak darağacına gönderildiklerini, ölüme giderken bile bu üç devrimcinin inançlarından ve kararlılıklarından taviz vermeden ölümü karşıladıklarını ifade ederek, “Bağrından Deniz Gezmiş’leri, Mahir Çayan’ları, İbrahim Kaypakkaya’ları, Mazlum Doğan’ları, Harun Karadeniz’leri ve Vedat Demircioğulları’nı çıkarmış olan bu mücadele, yine bedeller ödeyerek yürümeye devam edecektir. Gün, devrim ve sosyalizm yolunda düşen ve dövüşenlerin kavga bayrağını dalgalandırma günüdür. Yolumuz işçi sını-

fının ve ezilen halkların yegane kurtuluş yolu olan devrimdir.” dedi. Açıklamadan sonra Grup Adalılar kısa bir müzik dinletisi verdi.

Hakkari Hakkari’de örgütlenen anma etkinliği, dönemin devrimci gençlerinin Zap Suyu üzerine yaptıkları ve 1999 yılında devletin bombalaması sonrası yıkılan Devrimci Gençlik Köprüsü’nde yapıldı. Bu köprüyü inşa eden devrimcilerin halkların kardeşliğini ve ezilen milyonların kurtuluşunu savunan ve bu uğurda can verenler olduğu vurgulandı. Geçmişten bugüne uzanan bu köprünün, kendisinden sonraki kuşaklara büyük bir armağan bıraktığını, bu armağanın bu dönem geçliğinin üzerinden yükselerek ezilenlerin tarihinde bir miras olacağı ifade edildi.

Malatya Malatya Kız Meslek Lisesi önünde bir araya gelen Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti, Sosyalist Gençlik Derneği üyeleri Soykan Parkı’na bir yürüyüş gerçekleştirdi. Soykan Parkı’nda okunan açıklamada “68 Gençlik önderleri Denizlerin asılmasının ardından 39 yıl geçti ama onların adını duyanların katliam daha dün olmuşçasına yürekleri sızlamakta; her 6 Mayıs’ta bu mahkeme kararı ve meclis onaylı cinayet ile cinayete ortak olanlar lanetlenmektedir. Ölümlerinden bunca yıl sonra onların adı; sadece kendi kurdukları örgütün geleneğine bağlanan gençler için değil aynı zaman da kendisini devrimci ve demokrat sayan Kürt,Türk ,Arap ve her milliyetten gençlik yığınları içinde birer önder birer gençlik lideri, gençlerin önüne yeni ufuklar açan birer sembol olarak bulunmaktadır.” denilerek 6 Mayıs’ın demokrasi ve sosyalizm davasını yaşamıyla savunan ve bu uğurda yaşamını feda eden herkesin anması olduğu belirtildi.


22-23_Layout 2 5/11/11 12:37 PM Page 2

güncel 23

10-20 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

DHF ve Partizan’dan çağrı

15 Mayıs’ta Ankara’dayız

Kaypakkaya’yı savunmak onurdur! Demokratik Haklar Federasyonu ve Partizan, komünist önder İbrahim Kaypakkaya'yı ölümsüzlüğünün 38. yıl dönümünde İstanbul Taksim’de yapacakları yürüyüşle anacaklarını duyurdu. DHF ve Partizan tarafından ortak yapılacak anmaya ilişkin yapılan açıklamada, eylemin devrimci-demokratik kurumlarla ortaklaştırılacağını ve bütün duyarlı kesimlerle birlikte, Kaypakkaya'nın binlerle

anılacağı ifade edildi. Yapılacak ortak anmaya ilişkin çağrı metninde şu ifadelere yer verildi: Ezilenlerin mücadele tarihini ve onların devrimci-komünist önderlerini savunanların "suçlu" ilan edildiği; Kaypakkaya'nın faşizmin mahkemelerinde yargılandığı böylesi bir süreçte ısrarla "Kaypakkaya'yı Savunmak Onurdur!" diyoruz. Bütün ilerici, demokratik, devrimci kurumları ve kişileri; aydınları, ya-

zarları, sanatçıları, Kaypakkaya'yı ve devrimci mücadele tarihimizi savunmak için Taksim'e çağırıyoruz. 18 Mayıs günü alanlara yansıyacak sahipleniş, gerici-faşist saldırılara verilecek en anlamlı cevaplardan birisi olacaktır. Yüreği devrimden yana atan bütün yürekleri seferber olmaya ve "Bu çeliğin aldığı suyu unutmadığını, unutmayacağını" göstermeye davet ediyoruz.

Tarih: 18 Mayıs 2011 Saat: 19.30 Toplanma yeri: Taksim-Tünel (Tünel’de toplanılarak Taksim Meydanı’na yürünecek)

f

muzaffer oruçoğlu

Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB), 23 meslek odasının oluşturduğu Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) aldığı karar doğrultusunda ‘Eşitlik, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve bir arada yaşama taleplerini topluca söylemek için’ 15 Mayıs 2011 tarihinde Ankara’da olacaklarını duyurdu. YDSB tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bizler YDSB olarak; Kuralsız, esnek ve güvencesiz çalışmanın kural haline getirildiği, maden ocaklarında, sanayi havzalarındaki iş kazalarında her gün işçilerin öldürüldüğü, mühendisler arasındaki işsizlik oranlarının arttığı, her dört mühendisten birinin işsiz olduğu, birçok mühendisin mühendislik alanları dışında, düşük ücretlerle, sigortasız ve güvencesiz çalıştığı, toplumun tüm kesiminin yoksullaştırıldığı, nükleer santrallere, HES’lere ve sermayenin karı uğruna doğanın tahrip edilmesine karşı 15 Mayıs’ta Sıhhiye Meydanı’nda TMMOB mitinginde olacağız.”

ANTAGONİZMA

Komün ve serbest zaman

K

omün yıkılabilir mi? Yıkılır. Yikilmayan hiçbir şey yoktur. Sınıflar dünyasında devrimler, yıkılarak ilerler. Önemli olan, yıkılanı yeniden kurmaya kalkışmamak, tekrar etmemektir. Yeniyi kurarken, yıkılanın enkaz arasında kalan sağlam malzemelerini kullanabiliriz. Önemli olan, yapıyı, yeni ve daha güçlü bir yıkıcı dalgaya karşı, eskisinden daha sağlam, yepyeni, devrimci bir anlayışla kurabilmektir. Devrim gibi kapitalizmin düsturu da yıkmak ve yaratmaktır. Kapitalizm, devrimi, değer yasası gibi, kendi asırlık yasalarıyla yıkar. Eşit değer içeren emek ürünlerinin değişimi var olduğu müddetçe; “hak” denilen nesne, yaşa, cinse, güce ve maharete bakmaksızın, sunulan emekle ölçüldüğü müddetçe; insan, inanca, şefe, örgüte bağlı kaldığı, aklını ve basiretini mülkiyet duygusuna tabi kıldığı müddetçe; insanın insan üzerindeki egemenlik

hırsı sürdüğü müddetçe; devrimler, karşıdevrimler tarafından yıkılacaklardır. Fransız ve Ekim Devrimi gibi her büyük devrim, geleceğin kapısına, kendinden önceki büyük devrimin ideolojisini sona erdirerek, yepyeni bir ideolojiyle yüklenir. Doğru, güzel ve büyük işler yap, yıkılmaktan korkma. Komünün ömrü, onun iç işleyişinin, serbest zamanının, insani özünün ve özgürlüğünün gücüne bağlıdır. Her komün bir üretim ve yaşam, kültür ve eğitim birimidir. Komünün çalışma hayatının ilişkileri, eşitliğe dayanır. Ağır ve sıkıcı işler, eşitçe paylaşılır. Bireyin istediği, sevdiği işte çalışma eğilimi, onun iç özgürlüğü ile ilişkilendirilir ve dikkate alınır. Komünün amacı, kâr olmadığı, yaşam düzeyini yükseltmek, bireyin kafaca ve ruhca gelişmesine yol açmak olduğu için, üretim zorlamasından uzak durur; bunun, insan ruhunu ve içgüdülerini olumsuz yönde et-

kileyeceğini bilir. Komünün varlığı, azınlık tarafından uygulanan zorun varlığına karşı bir çıkıştır. İlle bir zordan söz edeceksek, komünde zor, komünün kendi kollektif kararları çerçevesinde, kendine uyguladığı zordur. Komün, hangi alanda olursa olsun, zorun gittikçe zayıflatılması yönünde bir siyaset izler, bunun için gerekli ön koşulları durmaksızın yaratır. Komünde, işçinin artık değeri, doğrudan işçiye döner. Zorunlu emek-zaman, komünün ihtiyaçlarına tabidir. Refahın artışı ile serbest zamanın artışı atbaşı yürür. Komünün gerçek zenginliğinin çapı, yaşam seviyesinin, kültürün ve serbest zamanın çapıyla ölçülür. Birçok insanın sandığının aksine, “çalışmayan yemez” ilkesi, sosyalizmin değil, kapitalizmin ilkesidir. Kapitalizmde çalışma kavramı, serbest zamanın, kafa ve ruh kalitesini artıran, özgür yaratıcılığını içermez. Kitap okumak, tiyatro veya sinema seyretmek, konferans dinlemek, hatta yazı yazmak, resim yapmak,

çalışma olarak kabul görmez. Kapitalizm, her türlü toplumsal ihtiyacı ve bunun için gereken zorunlu ve de serbest emeği planlamaz. Sermayenin yeniden üretimine, devasa kârlarına yol açacak, somut artı-değere bakar. Kapitalizm, toplumsal ihtiyaçları ve yaşamı buna tabi kılar. Komün, bireyin çok yönlü gelişmesini esas alır. Birey ancak, serbest zaman içinde, kendini derinlemesine keşfedebilir, geliştirip gerçekleştirebilir. Komün, bunun için gereken zenginliği yaratmak ve bunu bireylere eşitçe sunmakla yükümlüdür. Zorunlu zamanı, serbet zamanın çoğaltılması amacına bağlı olarak örgütlemeden, bireysel ve toplumsal özgürleşmeyi geliştiremeyeceğini bilir. Kapitalizmde, hem çalışanların hem de işsizlerin serbest zamanları yoktur. Serbest zaman, hiçbir şeyin yapılmadığı bir esneme ve kaşınma zamanı değil, çok yönlü insanileşmenin cereyan ettiği kaliteli bir zamandır.


24_Layout 2 5/11/11 12:42 PM Page 1

Rojaneya Gel Kaypakkaya; wireya qezençkirina pêşerojê ye! Ewa, di nava pêşeroja ku bi polad ve hatiye sitrandin di nav wê de ew ava berdewamiya xwe bidomîne. Li hember hemû cîhên ku êrişên tarî pêk tên, bêdena xwe perçe bikin û di çavkaniyên xwe de derênê û wê biherikin deryayên mezin. Poladên ku di nava sind û çakûç ve hatiye bikaranîn de polad ava ku hildaye tu car bîr nake…

g

Polad, ava ku hildaye ji bîr nake Di dîrokê de xala herî tevger de wek gule kî firiyan û tarî qelişandin, hinek egîdan. Ewna şoreşgerên berxwedêr bûn. Guh nedidane ava ku cewenkeyên wande dicemidîn û pêşve diçûn, ewna serok û şervanên rojên xweş û geş ên pêşerojê bûn. Her berbanga Gulanê wêneyê ku li xwînê geriyaye li asîman xêz dike. Her gulên sor di nava nilên wan de vedide wexta ku Gulan tê. Di xala herî tevgerîn a dîrokê de firiyan û miradekî mezin li hemû bindestan re hîştin. Ewna ava gulên sorê serên çiyan e, ewna ava hişmendiya ku navbera sind û çakûç de tê bikaranîn ew in.Ew polad ava ku hildaye ji bîr nekir. Kedkarên Tirkiye-Bakûrê Kurdistan’ê bi enerjiya vê avê ve bi evîneke gur û geş ve jiyanê de şîn bû. Û Didomînin yên ku di nava me de hatin, bi hesrate cîhaneke bêsînor û bê çînî, bikaranîna xwîna ku di rehê me de diherike, agirê têkoşîna ku vexistine… Mahîran, Denîzan, Kaypakkayayan, Mazluman, Çar Hevalan û… daha dîrokê de gelek navên ewladên gel ên bi rûmet hene ku me navên wan nenivîsiye.Serokê Komunîst ên ku di girtîgeha Amedê kiriye kabosa faşîzmê,yê ku di rêya xwe da bi înad berdewam kiriye,yê ku dujmin di şikefta wî de têk biriye.Ewa ji bo hemû gelên kedkar, karker,gundî ,netewe û netewatiyên bindset ên Tirkiye-

Sê Fîdan hatin bîranîn

Dewleta Tirk ji bo bêdelê têkoşîna feletbûna gelan 6’ê Gulanê de Sê Fîdan bir ber sêpaya îdamê. Denîz Gezmîş, Yûsûf Aslan û Hûseyîn Înan ji bo vê têkoşînê hatin darvekirin. Di sersala 39’emînde di hêla dost û rêhevalên xwe hatin bîranîn. Yên ku di nava vê têkoşî-

nê de nemir bibûn jî hebûn, yên ku hê di kolanan de vê têkoşînê berdewma dikin jî di wir bûn. Bi hêla hemû şoreşger, welatparêz, demokratû saziyên pêşve çûyî ve carek din navên nemiran hat gotinû hatê notkirin carek din rûpela dîroke de… ji bo berxwedana

Bakûrê Kurdistanê bûye bingeha îdeolajiya felatbûnê,wek meşaleya birikandî dibe gule û tariyê parçe dike… Îbrahîm Kaypakkaya… Sal 73, mehan de meha Gulanê, dîrokê rûpeleke nû vekir, sernaveke nû avêt û destpê nivîsê kir, yên ku bûn û yên ku wê bibin…Ji înadê yên ku digotin her tişt xilasbûye re, li hemberê van bi îlankirina tiştên ku nû ve destpêdike, her tişt tek bi tek not kir û da bîranîn ku vê meşê tenê gelên bindest wexta ku cîhaneke bêsînor, bêçînî ku hildan destê xwe wê demê ev meşa wê biqede. Dema ku dîroka vê roja pîroz ya paşerojê li ser kaxiza sipî ku bi xwînê nivîsandin, hemû bi hevre qêriyan û gotin; şer germ û xwîndar e û rojek dîsa nêzîkê roja felaybûnê ye. Roja 18 Gulanê sala 73’yan, li hember çînê serwêr yên k udi şerxsê Kaypakkaya de hemû nirxên şoreşê ku hindirên wan valadikin, ev dîroka di hişê gelên bindest de bi saxî disitire. Her roj di nava şer de, di nava çembera agirde polad dibe ango manîfestoya felatbûna bindestan her roj dîsa ji xwe nû ve îspat dike. Êrişên ku pêk tên bi vê wateyê ve diyar in. Çimkî ji bo wana Kaypakkaya yê ku nasnameya xwe ya sîyasal safîbe bê zirar dibe. Lê belê ew îdeolajîya ku di nava hişê gelên bindest de hatiye bikaranîn her roj di nava rastiya rojê de pê û pê nû ve şîn tê.

şoreşê nifşen pêşerojê re bihêlin. Li Enqerê, Colemêrgê, Stenbolê, Eskîşehîrê, Meletiyê, Bûrsayê, Çeneqqelê, li Mêrdînê, Hatayê û Balikesîrê, di welat gelek bajaran de navên wan carek din dîsa bû drûşm derket holê. Tabî yên k udi nava mercên wê demê de parê-

zertiya Denîzan kiriye ango Halît Çelîk roja beriya sersala 39’ande di jiyana xwe dest da. Di hêlekî cinazê parêzer hat defin kirin di hêla din jî qerenfîlên sor danîn li ser merzelên Denîzan ji bo ku berbanga Gulanê bi rengê sor ve werê boyaxkirin.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.