20-30 Eylül 2011

Page 1

kapak25_Layout 2 9/21/11 11:10 AM Page 1

GÜNCEL Yasaklara inat yürüyoruz

Tescilli katil şimdi devletin ‘iyi halli sade vatandaşı’

sf 06

GAZETEMİZ 3. KEZ KAPATILDI

Ağar’ın halka karşı işlediği suçların haddi hesabı yok. Devlet faşizminin simgeselleşmiş ismi Ağar, bizzat talimatını verdiği onca suça rağmen halen devletin ‘iyi halli sade vatandaşı’. Sayfa 02-03

Devletin ezilenlere bahşedeceği tek demokrasi baskı-sansür ve yasaktır

İleri demokrasi aldatmacası içerisinde devletin gerçek niteliğini halka ulaştırdığımız için 3. kez kapatıldık. Gazetemiz 9 aylık yayın hayatının 3 ayını yayını durdurularak geçirdi.

YENİ DEMOKRASİ İÇİN

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011 Yıl: 1 Sayı: 7 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

NATO’ya kalkan 5 tutsak devlet eliyle diri diri yakıldı fGÜNCEL 02-03 İstanbul-Van karayolu üzerinde 5 tutsağın ring aracında mahsur kalarak onlarca kişinin gözleri önünde diri diri yanması, devletin “güvenlik” adı altında uyguladığı hapishane politikasının yok etmeye endeksli olduğunu bir kez daha gösterdi.

olmayacağız ABD ve AB emperyalistlerinin NATO şemsiyesi altında “güvenlik” aldatmacasıyla dünya halklarına kan kusturacak savaş araçlarına karşı gücümüzü birleştirelim. Emperyalistlerin taşeronu AKP hükümetinin halkımızın karşı çıkmasına rağmen onayladığı emperyalist savaş politikalarına dur diyelim

Halk gençliği

üreterek öğreniyor Gençlik

Sf. 10-11

KÜRECİK HALKI FÜZE KALKANI İSTEMİYOR

Tarihi devrimci miraslarla dolu olan Kürecik halkı, ABD ve AB emperyalistlerinin çıkarları için kurulan füze kalkanına izin vermeyecek. Füze kalkanlarına karşı yapılacak eylemler için bir araya gelen Kürecikliler, emperyalist savaşın dünya halklarına kan kusturacak araçlarına karşı ellerinden gelen bütün çabayı sarf edeceklerini açıkladılar. NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik ise daha güçlü eylemler için çağrı yapmaya devam ediyor

Selahattin Demirtaş KCK adı altında yapılan son tutuklamaları sert bir dille eleştirerek, “Ülkede AKP sorunu var” dedi

Özelleştirmede usta hamleler femek 08-09 Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İstanbul Şube Başkanı Atalık; “Şeker fabrikalarımızın özelleştirilmesi sonucunda pek çok fabrikamızın, dolayısıyla pancar tarımımızın gerilemesi tüm bu faydaların ve ekonomik canlılığın yok olması anlamına geliyor.”

AKP hükümetinin saldırı ‘açılımı’ Şemdinli’de gerillalarla asker arasında çıkan çatışmada 3 Kürt köylüsü katledildi. Birçok ilde ise Kürt siyasetçileri yine KCK üyeliği bahane edilip, polis baskınlarıyla gözaltına alınarak tutuklandı. Bölge halkı sokaklara dökülerek tutuklamalara ve ölümlere karşı “teslim olmayacağız” mesajı verdi. SAYFA 04-05

Aysel Tuğluk devletin savaş başlattığını belirterek, “Bu zihniyet faşizmden başka bir şey değildir” ifadesini kullandı. Kürdistan Konferansı’nda birlik çağrısı çıktı. Amed’de toplanan konferansta Öcalan’la müzakereye devam edilmesi istendi.


2-3_Layout 2 9/21/11 10:57 AM Page 1

02 güncel

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

DEVLETiN iYi HALLi SADE Devletin yetiştirdiği eli kanlı tetikçi ve bürokratların başında gelen Mehmet Ağar halkın gözünde teşhir olan bütün katliamlarına, mayfa ilişkilerine rağmen devletin “iyi halli sade vatandaşı” olmaya devam ediyor

Faşizmin simgeleşmiş katili

Devletin halka ve devrimcilere yönelik katliam, işkence uygulamalarını meşrulaştıran, “devlet adına bin operasyon yaptım” sözüyle kutsal hizmetini öven eli kanlı faşist tetikçi Ağar, 1997 yılında İstanbul DGM Başsavcılığı’nın fezlekesi ile başlayan yargılama sürecinin ardından ilk cezasını yıllar sonra aldı. Yüzlerce insanın ölümünden sorumlu, hapishanelerde işkence uygulamalarının baş aktörü, yargısız infazların destekleyicisi, devletin üst düzey kurumlarında görev almış Mehmet Ağar halkın gözünde faşizmin simgeleşmiş aktörü olarak biliniyor. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar’a Susurluk davası kapsamında Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemle ilgili suç işlemek için silahlı çete oluşturduğu gerekçesiyle örgüt yöneticiliğinden 5 yıl hapis cezası verdi.

Devletin bir numaralı olarak tanımlanabilecek katillerinin arasında olan Mehmet Ağar, Susurluk kapsamında yargılandığı davadan 5 yıl hapis cezası aldı. Ceza yargıtayda onansa bile Ağar devletin gözünde “iyi halli” biri olduğu için indirimden yarar-

Özlem Aydın sürgün edildi Küfür, taciz, tecavüz, iletişim, hücre vb “ceza”lar hapishanede tutsakların günlük yaşamının bir parçası haline geldi. Daha önce tacize maruz kalan MKP dava tutsağı Özlem Aydın Denizli’ye sürgün edildi Hapishane yönetimleri devrimci tutsakları teslim almak ve kimliksizleştirmek için hapishane yönetimleri, burjuva feodal kültürün ne kadar kirli, yoz, faşist saldırısı varsa hepsini uyguluyor. Baskı, taciz, küfür, kaba dayak gibi işkence uygulamaları Karataş Kadın Hapishanesi’nde yaşanan tecrit saldırılarının sadece küçük bir parçası. Hapishanede devrimci tutsakları teslim almak ve tecride biat ettirmek için elindeki yetkileri sonuna kadar kullanan faşist hapishane yönetimi, devrimci kadın tutsaklara yönelik saldırılarını arttırdı. Adana Karataş Kadın Kapalı Hapishanesi yıl içerisinde ikinci defa sürgün sevk gerçekleştirdi. Daha önce DHKP/C dava tutsaklarını sürgüne gönderen hapishane yönetimi bu kez 9 Eylül tarihinde Maoist Komünist Partisi dava tutsağı Özlem Aydın’ı sürgün etti. MKP dava tutsağı Özlem Aydın gardiyanlar tarafından tacize uğramış ve daha sonra da 9 Eylül tarihine kadar hücre “cezası”na maruz kalmıştı. Aydın, cezasının bitiminden hemen sonra kaçırılırcasına apar topar Denizli D Tipi Kapalı Hapishanesi’ne sürgün edildi.

lanarak 2 yıl yatacak. Ergenekon, Balyoz vb. davalarla karanlık derinliğini temizleme furyasını halka ustaca yedirmeye çalışan devlet, toplumsal muhalefete uyguladığı terörün tetikçiliğini

ve savunuculuğunu yapmış eski üst düzey bürokratlarına yeni sürece destek vermelerinden kaynaklı emeklilik maaşlarını banka hesaplarına yatırarak, rahatça yaşam sürmelerine izin vermeye devam ediyor.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın karar duruşmasında vareste tutulan Mehmet Ağar’ın avukatları AbdulKadir Toluç ile Abdullah Egeli ve davaya müdahil olmak isteyen Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar katıldı. Duruşmada Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Avu-

Devlet ‘güvenliğinde’ Van’dan İstanbul’a götürülen tutsakların bulunduğu ring aracında yangın çıktı. Askerler kendilerini kurtarırken. “kaçarlar” diye dışarı çıkarılmayan 5 tutuklu diri diri yanarak can ver Hapishanelerde gün geçtikçe ağırlaşan tecrit ve tredman politikaları sadece hapishanelerde değil, sevk ve sürgünlerde de kendisini gösteriyor. “Güvenlik” adı altında akıl almaz politikalar tutsaklara dayatılmakta, tecrit ile başta devrimci tutsaklar olmak üzere bütün mahkumların ‘ıslah’ edilerek ‘topluma faydalı’ bir hale getirilmeleri amaçlanmakta ve bu politikalar neticesinde her yıl onlarca tutsak öl(dürül)mektedir. Tutsaklar için mahkemelere gidiş-gelişler, sevkler ve sürgün sevkler tam bir eziyete dönüşmektedir. Ring aracının içinde birer metrekarede, eller kelepçeli ve havasız bir şekilde, bazen günlerce süren yolculuklarda tutsaklar birçok sağlık problemiyle karşı karşıya kalıyor. Ring aracında kilitli bir ortamda, kamera kaydının yapıldığı, araç içinde birçok askerin konumlandırıldığı şartlarda, tutsakların ellerinin kelepçelenmesi tamamen keyfi ve hu-

kuksuz bir uygulama olarak baskı mekanizmasına dönüştürülmüştür. Tüm bu şartları bir arada değerlendirdiğimizde yaşanan ölüm olaylarında kriminal bir takım araştırmalar yapıp ‘ihmal’ler tespit etmek gerçeği gizlemekten başka bir anlam ifade etmiyor. Yukarıda ifade ettiğimiz şartlarda meydana gelen ve beş tutsağın ölmesiyle sonuçlanan son örnek Van’da yaşandı. Van’dan İstanbul’a mahkum götüren hapishane aracı, Malatya- Kayseri karayolunda yandı. Araçtaki 2 şoför ve 2’si rütbeli 10 jandarma kendilerini alevler arasından dışarı atıp yaralı kurtulurken, bulundukları bölümün kilidi açılamayan 5 tutuklu ve hükümlü yanarak öldü. İstanbul’dan, Van’daki bir davanın duruşması için getirilen tutuklu Akif Karabalı (24) ve Abdülsettar Ölmez (35) ile Van Hapishanesi’nde yatan ancak İstanbul’daki bir davanın duruşmasına katılacak hükümlüler Medeni Demir (47), Sinan Askan (18) ve İsmet Erin (33) adlı mahkumlar 15 Eylül’de 34 BL 2564 plakalı hapishane aracıyla Van’dan İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Sivas-Kayseri illeri arasında aracın motorunda çıkan bir arıza sonucu ring aracı alev alarak yanmaya başladı. Jandarma ve şoförler araçtan çıkarak kurtulurken, kilitli bölmede tutulan beş tutsak ‘kilit açıl(a)madığı’ için yanarak öldü.

İHD: Affı olmayan bir vahşet Konuya ilişkin devlet kademelerinden ‘güvenlik’ gerekçeli açıklamalar yapılırken, İnsan Hakları Derneği (İHD) ise yaptığı açıklamada tutsakların ring araçlarında yaşadıkları zorluklara ve hak gasplarına değinerek şunları ifade etti; “Bu gece sabaha karşı Kayseri İli Pınarbaşı İlçesi’nde yaşanan, İstanbul’dan görülecek bir dava için Van’a getirilen ve dönüş yolunda beş


2-3_Layout 2 9/21/11 10:57 AM Page 2

güncel

20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

VATANDAŞI kat Selçuk Bozağaçlı eski özel harekatçı ve Susurluk davası hükümlüsü Ayhan Çarkın’ın İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekilliğinde verdiği ifadelere dikkat çekerek, Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde öldürülen avukat Faik Candan’ın ailesinin talebi üzerine müdahillik isteminde bulundu.

Avukat Bozağaçlı, “Katledilen meslektaşımızın ailesinin istemi üzerine buradayız” diyerek, Ayhan Çarkın’ın “Her şey Mehmet Ağar’ın ve İbrahim Şahin’in bilgisi dahilinde yapılmıştır” sözlerini hatırlattı. Bozağaçlı, Çarkın’ın “Bir ölüm listesi var. İşadamları bu listeden çıkmak için parayı alıp İbrahim Şahin aracılığıyla Mehmet Ağara veriyordu” sözlerine atıfta bulunarak, mahkemede Mehmet Ağar için istenilen cezayı kabul edemediklerini belirtti. Mahkeme heyeti ise, avukat Bozağaçlı’nın katılma talebinde bulunanların doğrudan doğruya zarar gördüğü hususunun sabit olmadığına karar vererek, talebi reddetti. Mahkeme Başkanı Hasan Şakır, Savcı Taştan’ın Ayhan Çarkın’ın tanık olarak dinlenmesi talebinin reddedildiğini oy birliğiyle karar verildiğini belirterek, Mehmet Ağar hakkındaki kararı açıklamak için duruşmaya ara verdi. Verilen aranın ardından mahkeme Ağar’a onca sabitlenmiş suçuna helal getirmeyecek kararı verdi. Söz konusu iddianamede Mehmet Ağar için örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan ceza is-

tenmesine rağmen, mahkeme Ağar’ı ustaca örgüt yöneticiliği suçundan mahkum etti. Ağar, “silahlı çete oluşturduğu” için aldığı 5 yıl hapis cezası yargıtayda onananırsa “iy halinden” kaynaklı hapiste sadece 2 yıl yatacak. Ağar söz konusu davada cürüm işlemek için silahlı çete meydana getirmek, gıyabi tutuklu Abdullah Çatlı’nın saklı bulunduğu yeri bildiği halde yetkili mercilere haber vermemek ve gizlenmesine yardım etmek, Çatlı ve Öz’e silah taşıma izin belgesi vermek suretiyle görevi kötüye kullanmak, Çatlı ve Öz’e hususi damgalı pasaport verilmesini sağlamaktan yargılanmıştı.

Ağar AKP’ye sığındı Eski Özel Harekâtçı ve bugünlerde katliam sürecin en önemli itiafçısı Ayhan Çarkın, 1990’lı yıllarda işlenen cinayetlerden Mehmet Ağar ve Tansu Çillerin ‘haberdar’ olduğunu açıklamıştı. Çarkın kendisinin sadece yargılanmasının yetmeyeceğini ‘bu dava Mehmet Ağar’dan Tansu Çiller’e kadar uzanmalı’ demişti. Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanlığı yaptığı 90’lı yıllarda “Bin operasyon yaptık” söylemiyle kendi gururunu okşayan, Mehmet Ağar, Çarkın’ın verdiği ifadelerin ardından çıktığı her kürsüden AKP’ye destek verdiğini söylemişti. Başbakan Erdoğan’a övgüler dizen Ağar, “Başbakan’ın çok dirayetle irdelediğini görüyorum. Bundan da büyük memnuniyet duyuyorum” demişti.

beş tutsak öldü

Hopa davasında bir sonuç yok Halkın kanını emmek için çete kuranlar, devlet için katliam yapanlar devletin temin ettiği emeklilik maaşlarıyla rahat rahat gezerken, halkın sorunlarını dile getirenler tutuklanarak zindanlara atılıyor Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mayıs 2011 günü Artvin’in Hopa İlçesi’nde düzenlediği mitingin ardından çıkan olaylarda, ‘terör örgütü propagandası’ yapmak suçundan Erzurum Özel Yetkili 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan 7 kişinin duruşması 26 Eylül’e ertelendi. Özel Yetkili 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 4.5 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan Ali Aksu, Erhan Köse, Görgü Demirpençe, İbrahim Aksu, İdris Akbıyık, Önder Öner, Şafak Ustabaş hakim karşısına çıktı.

‘Polise gül mü atacaktık?’

mahpusun yanarak yaşamını yitirmesi, affı olmayan bir vahşettir. Tüm görevlilerin kurtulduğu ve kaçabilecekleri ihtimali gözetilerek mahpusların bulunduğu kısmın kapılarının açılmadığını ve ölüme neden oldukları düşünüldüğünde mahpuslara yapılan uygulamaların boyutu ortaya çıkmaktadır. Beş insanın yaşamlarından sorumlu olan tüm görevlilerle ilgili soruşturmanın en kısa zamanda yapılması ve bu insanların yanarak ölümlerine sebep olanların cezalandırılması gerekmektedir. İnsana reva görülen bu muameleyi de kamuoyunun iyi bilmesi ve vicdanlarında muhasebe yapmasını umut ediyoruz.”

03

ÇHD: Diri diri yaktılar Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD)’de yazılı bir açıklama yaparak yaşanan olayın tamamen devletin hapishanelerle ilgili politikaları sonucu yaşandığını vurguladı. “Bugün sadece tutukluların ölmesiyle sonuçlanan olayın başlıca sorumluları tutuklulara ağır tecrit koşullarını dayatan ve jandarmaya ‘GÜVENLİK GEREKÇESİYLE’ ring aracının kapısını açtırmayan siyasi iktidardır. Beş tutuklu ve hükümlünün ölümünden AKP hükümeti sorumludur.” denilen açıklamada tüm sorumluların hesap vermesi istendi.

Hopa olaylarında yaşamını yitiren emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu anarak savunmasına başlayan sanık Ali Aksu, yargınalanması gerekenlerin onlara cehennemi yaşatan polisler olması gerektiğini söyledi. Ali Aksu şöyle konuştu: “Ortamın bu denli gazla, suyla, copla, kurşunla terörize edilmesi ve bunun sahibi olan polis teşkilatına empati içinde gül mü atacaktık? Nasıl kurtulacaktık? Bir tek yol vardı, durdurmak. Bizlerin ve Metin hocanın da yaptığı ‘yapmayın, etmeyin, gitmeyin’ deyimlerini kullandık. Hopalıları yaralayan ve canını alan polislerdir. Ben AKP gibi düşünmek zorunda değilim. O gün derelerimiz üzerine HES kurmak ve Çay-Kur’u özelleştirmek isteyene, işçiyi sömürmeye devam edene, bize ne kadar zarar verdiğini anlatmak istedik.”

Mahir, Hüseyin ve Deniz’i anmak suç mu? Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Parti Meclisi üyesi Görgü Demirpençe de ifadesinde şunları kaydetti: “Dev-Yol ile bağlantı kurularak dosya hazırlanmış. Yaşı büyütülerek katledilen Erdal Eren ile ilgili yüzlerce insan yargılanmıştır. Aynı Erdal Eren’i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, timsah gözyaşları ile yad ediyor suç olmuyor. Mahir, Hüseyin, Ulaş, Deniz Gezmiş’in isimleri yad edilince suç oluyor. 3.5 aydır mağdur edilmemizin tek nedeni o gün orada görev alan polis ve başbakandır. Burada yargılanması gereken Recep Tayyip Erdoğan’dır.” İddia edillen suçlamaları reddeden İdris Akbıyık polislerin kendisini tehdit ettiğini ve serbest bırakılması için üç kişi hakkında ifade vermeye zorlandığını söyledi. Savunmaların ardından savcılık mütalaa için süre istedi. Mahkeme heyeti savcılığın talebi üzerine mütalaanın hazırlanması için mahkemeyi 26 Eylül tarihine erteledi.

Davanın seyri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim gezisi için 31 Mayıs günü gittiği Hopa’da düzenlenen mitingden sonra çıkan olaylarda gözaltına alınarak Erzurum’a getirilen 31 kişiden 12’si tutuklanarak Erzurum H Tipi Hapishanesi’ne gönderildi. Daha sonra terör suçlaması kaldırılarak yetkisizlikle Hopa’ya gönderilen dosyada 12 kişinin ‘kamu malına zarar verme, görevli memura mukavemet, toplantı ve gösteri yasasına aykırılıktan’ cezalandırılması istendi. Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Rasim Karakullukçu tarafından 11 Ağustos günü hazırlanan iddianameyle 12 kişiden 7’si hakkında ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan dava açıldı.


4-5_Layout 2 9/21/11 10:58 AM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

HüKüMETiN SALDIRI Türk devleti AKP üzerinden Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde halkların ezen sınıflara karşı verdiği mücadeleye destek turları ata dursun, ülkemizde ise Kürt ulusuna mensup insanlar katledilmeye, siyasetçilerine kelepçeler vurularak zindanlarda baskı altında tutuluyor.

Şırnak, Adana ve Mersin’de Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) öne sürülerek BDP il yöneticileri ve üyesi 100’e yakın kişi zindanlara konuldu.

Hakkari Şemdinli’de gerillanın karakol ve polis noktalarına yaptığı eyleme karşılık bölgede halkın üzerine bombalar yağdıran Türk devleti 3 kişiyi katletti. Bu eylemin ardından ise Hakkari, Adana, Mersin’de BDP yönetcileri ve üyeleri KCK kapsamında gözaltına alınarak tutuklandı.

Polis, aralarında BDP il ve ilçe teşkilatlarının da bulunduğu savcılığın daha önceden belirlediği adreslere eş zamanlı baskınlar düzenledi. Baskınlarda polis, BDP teşkilatlarındaki bilgisayar kayıtları ve belgelere el koydu. Şırnak Belediye Meclis üyeleri Maruf İke, Aydın Pusat, Temer İdin, Cemil Yorgun, Cizre Belediye Başkan Vekili Hanım Onur, Eğitim-Sen Şırnak Şube Başkanı Serhat Uğur, BDP Şırnak İl Başkan Yardımcısı Salih Gülenç, İl Genel Meclisi Üyesi Sara Ölmez, BDP İl Yöneticisi Selman Uysal, DTK Şırnak sözcüsü Temel İdil’in de aralarında bulunduğu toplam 35 kişi gözaltına alındı.

3 kişi katledildi Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde gerillalarla asker arasında yaşanan çatışmada asker, 3 köylüyü katletti. Yaşamını yitiren Osman Erbaş’ın düğünde olduğu sırada açılan ateş sonucu, Necdet ve Tayyar Güreli kardeşlerin ise Şapatan Köyü’nde evlerine giderken insansız hava araçlarının verdiği koordinatlar sonucu atılan havan topu sonucunda yaşamını yitirdikleri öğrenildi.

Yine KCK yine Kürt siyasetçiler gözaltında ABD’nin Ortadoğu’daki “demokrasi oyunu”nda kendisine verilen başrol oyunculuğuna ısınan AKP, bugünlerde halkların karşısına çıkarak demokrasi, eşitlik, özgürlük repliklerini ezbere okurken ülkemizde halka uygulanan faşizmin bu repliklerle gizlenemeyeceğini nakşediyor.

devlete “teslim olmayacağız” mesajı verdi. BDP Cizre İlçe binası önünde toplanan kitleye seslenen BDP Cizre İlçe Başkanı Esat Malkoç, yapılan tutuklamalarla Kürt hal-

kına gözdağı verilmek istendiğini belirterek, “Bizler hiçbir baskıya karşı asla onurlu mücadelemizden taviz vermeden direnişimizi sürdüreceğiz.” dedi.

Şırnak’ta BDP il ve ilçe teşkilatıyla BDP’li yöneticilerin evlerine yapılan polis baskınlarında 35 kişi gözaltına alındı.

Adana ve Mersin’de yapılan polis baskınlarında ise onlarca kişi gözaltına alınarak sorgudan geçirildi. Ağır silahlarla yapılan baskınlarda Kürt siyasetçiler apar topar gözaltına alındı. Adana’da gözaltına alınanlardan 11 kişi “KCK yapılanmasında yer almak” iddiasıyla tutuklandı. Mersin’de ise gözaltına alınan Kürt siyasetçilerden 8’i KCK yapılanmasında yer aldıkları iddiasıyla tutuklandı.

Teslim olmayacağız Gözaltıları protesto eden binlerce insan BDP Cizre İlçe binası önünde toplanarak,

İmkansızlıklar halkın

gücüyle aşılıyor

Mazgirt sokakları bakımsızlıktan kolektif çalışmayla kurtuluyor! İlçe halkı kendi olanaklarıyla Mazgirt’i daha yaşanabilir hale kavuşturmak için seferber oluyor

rak ve çalışanların ihtiyaçlarını karşılayarak ilçelerine sahip çıktı. İlk gün, neredeyse kullanılmaz hale gelen iş makinesinin bozulması nedeniyle erken sonlanan çalışmaya, ikinci gün daha yoğun katılımla, iş makinesinin tamir edilmesiyle birlikte devam edildi.

İmkansızlıkları örgütlü dayanışmayla aşan Mazgirt Belediyesi, belediye işçileri, Mazgirt halkı, DHF üye ve taraftarlarıyla birlikte yıllarca kaderine terk edilmiş sokakları çamurdan kurtarmaya çalışıyor. Yurt içinde ve dışında devam eden dayanışma kampanyasına, Mazgirt halkı da emeğiyle katkı sunuyor. İki gündür devem eden çalışma boyunca çamur olan yollara kilitli parke döşenirken, yolları çamurdan kurtulan Mazgirtliler çalışmaya katıla-

Yaşanabilir bir Mazgirt yaratma hedefi doğrultusunda imkansızlıkları kolektif çabayla aşmaya çalışan Mazgirt Belediyesi, önümüzdeki günlerde çalışmalarına devam edecek. Kış gelmeden tamamlanması hedeflenen çalışmaların yanı sıra, dayanışma kampanyası kapsamında Viyana’da düzenlenecek olan gecenin ve aralık ayında Ankara’da yapılacak “Devrimci Halkçı Belediyeler” sempozyumu hazırlıkları da devam ediyor.

Sınır ötesi saldırı için hazırlıklar sürüyor Türk devleti Kandil’e yönelik karadan saldırı için hazırlıklarını sürdürüyor. İran, Irak bölgesel Kürt yönetimi ve ABD ile görüşmelerini gizliden gizliye sürdüren Türk devleti, Şırnak ve Hakkari’de askeri sevkiyatı arttırdı Türk ordusu 17 Ağustos’ta Güney Kürdistan topraklarına yönelik hava saldırısının ardından, şimdi de sınır ötesi

kara saldırısını gündeme almış bulunuyor. Gerillaya karşı imha konseptiyle hare-


4-5_Layout 2 9/21/11 10:58 AM Page 2

güncel

20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

AÇILIMI 121 kişi gözaltına alındı

BDP İstanbul İl Örgütü tarafından Taksim Meydanı’nda Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülme-

05

Amed’de Kürdistan

Konferansı

DTK, BDP, KADEP ve HAK-PAR öncülüğünde Amed’de gerçekleşen “Türkiye’de Kürdistan Konferansı”nın sonuç bildirgesi açıklandı. Sonuç bildirgesinde, askeri saldırıların durması, Öcalan’la müzakereye devam edilmesi ve yeni anayasa için barış ortamının sağlanması istendi

mesi ve artan operasyonları protesto etmek için yapmak istediği basın açıklamasına polis saldırdı. Saldırıda 121 kişi gözaltına alındı.

Devletin Kürt ulusunun taleplerine yönelik sürdürdüğü çözüm politikaları katliam, tutuklama ve şiddeti resmediyor. Hakkari’de 3 Kürt köylüsü katledildi, Şırnak, Adana ve Mersin’de Kürt siyasetçiler tutuklanarak hapishaneye konuldu

Amed’de iki gün süren Kürt ulusal birliğinin tartışıldığı konferansın sonuç bildirgesi açıklandı. Sonuç bildirgesinde, “Kürt halkının cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üzerinde yaşadığı ve adıyla özdeşleşen Kürdistan’da her türlü insani ve ulusal haklarından yoksun bırakıldığı hatırlatılarak, Kürtlerle birlikte yaşayan Süryaniler, Ermeniler, Mehelmiler, Araplar, Êzîdîler, Aleviler ve Sunni dindarların da

aynı kaderi paylaştığı” belirtildi. Hükümeti barış ortamını sağlaması için gerekli tüm çabaları ve önlemleri almaya çağırılan sonuç bildirgesinde, tüm askeri ve siyasi operasyonların derhal durdurulmasının, çözüm zemininin oluşması için en önemli koşullardan biri olduğu deklare edildi. Sonuç bildirgesinde, çözümün muhatapları şöyle vurgulandı: “Silahların susması için PKK lideri Abdullah Öcalan ve farklı dinamiklerle başlatılmış olan görüşme ve müzakerelerin Kürt halkının özgür iradesiyle seçilmiş ve Kürtler adına siyaset yapan tüm kesimlerin dahil edilerek, kesildiği yerden şeffaf bir biçimde devam edilmesini arzu eder.” Konferansın ana gündem maddelerinden biri olan Kürtlerin anayasadaki statülerinin belirlenmesi noktası da sonuç bildirgesinde yer aldı. Sonuç bildirgesinde, yeni anayasa için şu cümle kaydedildi: “Eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir anayasa için öncelikli olarak barış ortamının sağlanması gerekiyor.”

Demirtaş: Hepimizi

tutuklamazsanız

namertsiniz Kürt siyasetçilerinin tutuklanmasına sert tepki gösteren BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “50 bin Kürdü tutuklasanız da Kürtler özgürlüklerini elde edecektir. Bu ülkede bir AKP sorunu vardır” dedi. ket eden Türk devleti bir yandan kolluk kuvvetlerini sınır hatlarına yerleştirirken diğer yandan efendisi ABD ile pazarlıkları sürdürerek harekat izni bekliyor.

Barzani’ye karşı ABD kozu Türk devleti yakın zaman içerisinde Ankara’ya gelecek olan Neçirvan Barzani’yle olası sınır ötesi kara operasyonunu görüşecek. Kara operasyonuna karşı çıkan KDP’nin bu tutumuna karşı Türk devleti efendisi ABD’nin kapısını çalarak, gerekli izinleri ve teknik desteği almak niyetinde.

Her an gerçekleşebilir İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, sınır ötesi kara saldırısı için “her an yapılabilir” dedi. Şahin şöyle dedi: “Yani karada boşluk yok. Görevlilerimiz sürekli karada harekat halindeler. Kara harekatından kasıt, sınır ötesi bir kara harekatı ise o tabii ki ayrı bir konu, onun değerlendirmesi devam ediyor. Ama bizim kendi sınırlarımız dahilinde kara harekatımız, karadan kontrol, karadan suç ve suçlularla mücadelemiz devam ediyor. Sınır ötesi harekat da havadan olduğu gibi karadan da sınır komşumuz ülkeyle yapılan görüşmelere bağlı olarak her an yapılabilir.”

Şırnak’a gözaltıları incelemek için giden BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş halkın siyasetçilerini ve gençliğini tutuklayarak sindireceklerini sananların Botan halkının yakın geçmişini unuttuklarını söyledi. Şırnak halkının katliamlara boyun eğmediğini ve bugün de inkar ve imha politikalarına sessiz kalmayacağını vurgulayan Demirtaş, “Mazlum Doğan’a, Beritan’ı ve Agit’i teslim alabilseydiniz bu halkı teslim alabilirdiniz. Bu hal-

kın üzerine geldikçe küçülüyorsunuz. Burada devletin değeri bir gaz bombası ve cop kadardır. AKP hükümeti ve devlet gaz bombası, coptan başka herhangi bir şeyi temsil etmiyor. 50 kişi değil 50 bin kişi tutuklasanız da bu halk mücadeleye devam edecek hepimizi tutuklamazsanız namertsiniz. “ dedi.

Yaşananlar faşizmdir Bölgede incelemelerde bulunan DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk ise, “Biz barış, kardeşlik ve birlikte yaşam dedikçe karşımızdaki zihniyet halkımıza karşı bir savaş başlatıyor. Bu inkarcı zihniyet giderek faşizmi sonuna kadar uyguluyor” diyerek, bugün yaşadıklarının faşizmden başka bir şey olmadığını söyledi.


6-7_Layout 2 9/21/11 10:59 AM Page 1

06 güncel

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

NATO’ Halkın Günlüğü SUSTURULAMAZ

Gazetemizin 10-20 Eylül 2011 tarihli 18. Sayısı çıktığı gün mahkeme kararıyla toplatılarak, 1 ay yayın durdurma kararı aldı. Gazetemizin yayını 3. kez 1 ay süreyle mahkeme tarafından durdurulurken, aldığımız “cezalar” nedeniyle 9 aylık yayın faaliyetimizin 3 ayı devletin sansürüne takıldı.

Demokrasi ve özgürlük kelimelerinin hakim sınıflarca dillere pelesenk edildiği şu günlerde, bu iki kelimeye inat ezilenemekçilere yönelik saldırılar yoğunlaşarak devam ediyor. Yaşamın tüm alanlarında cereyan eden bu saldırılardan devrimci-sosyalist basın da payına düşeni elbette alıyor. Sadece son bir yıl içinde basın-yayın alanında boy gösteren baskılara baktığımızda dahi nasıl bir demokrasi ve özgürlük anlayışıyla karşı karşıya olduğumuzu da net bir şekilde görmüş oluruz. Baskısı dahi yapılmamış kitap nüshalarının imha edilmesi, onlar-

ca gazetecinin hapishanelere konulması, birçok gazete-dergi yayınlarına ilişkin para cezaları, yayın durdurma, toplatma kararı verilmesi vb. birçok baskı yöntemiyle devrimci-muhalif basın susturulmak isteniyor. Faşizmin kendi gerici iktidarını devam ettirebilmesi için sadece fiziki zora değil aynı zamanda kitlelerin bilincini bulanıklaştırarak onları manipüle etmeye de ihtiyacı vardır. Hayata geçirmeye çalıştıkları politikaların kabul görmesi için kullandıkları en etkin araçlardan birisidir basın. Bu gerçeklikten dolayı halkın doğru-objektif ve bilimsel haber alma, ülke ve dünya gündemine ilişkin doğru perspektifleri okuma, devrimci-komünistlerin seslerini duyurmalarının önüne geçmek için her türlü zorbalığa başvurarak saldırılarını sürdürmekten bir an dahi geri durmamışlardır. Devrimci Demokrasi ve öncelleri olan basın-yayın geleneğinin mirasçısı olarak 2011 yılında başladığımız yolculuğumuzda böylesi saldırılarla sık sık karşı karşıya kalacağımızın bilincindeydik. Zira dünle bugün arasındaki tek farkı, bugünkü saldırıların demokrasi maskesi altında yürütülmesi olarak görmekteyiz. Aradan geçen dokuz aylık zaman dili-

minde hakkımızda birçok dava açıldı, gazetemiz üç kez kapatıldı, yazı işleri müdürümüz ve birçok çalışanımız gözaltına alındı, tutuklandı, çeşitli baskılara maruz kaldı. Tüm bu saldırıların devlet katında hukuki(!) gerekçelendirmesi ise ‘terör örgütü propagandası’ olarak gösterilmektedir. Oysa bizler biliyoruz ki onların ‘terörist’ dedikleri sınıfsız ve sınırsız bir dünya özlemiyle bilinçlerini ve yüreklerini devrim ve demokrasi mücadelesine adamış oğullarımız ve kızlarımızdır, devrimci-komünistlerdir. Onların adlarını anmak, seslerine ses katmak ve yürüdükleri yolda yürümek bizler için çekinilecek bir olgu değil bilakis onur duyulacak bir eylemdir. Bir kez daha ilan ediyoruz ki Halkın Günlüğü susturulamaz. Halkın Günlüğü halkın sesidir. Gerçekleri, doğruları yazmaya, devrimci-komünistlerin vermiş oldukları bu onurlu kavgaya omuz vermeye devam edeceğiz. Bütün çalışanlarımız, okurlarımız, dostlarımızla faşizmin saldırılarını göğüsleyeceğimizi ilan ediyoruz.

Devrimci önderleri anmak suç değildir “Yasadışı örgüt propagandası” yapıldığı iddiasıyla 25 Mayıs 2011 tarihinde siyasi polislerce yapılan operasyonda gözaltına alınan 31 kişinin ilk duruşması 19 Eylül’de görüldü. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın 6 Mayıs 1972 tarihindeki idamları ve Diyarbakır Hapishanesi’nde 3 ay boyunca işkence görerek katledilen komünist önder İbrahim Kaypak-

kaya’nın anmaları ülke genelinde olduğu gibi Adana’da yapılmıştı. Adana’da toplumsal tarihe mal olmuş devrimci önderler için basın açıklaması ve yürüyüş gerçekleştirilmiş ve devrimci önderlerin mücadele yaşamları kitlelerle paylaşılmıştı. Bu anmalara katılan aralarında 5 DHF’linin de bulunduğu 31 kişi 25 Mayıs tarihinde Adana Emniyetine bağlı siyasi polisler tarafından gözaltına alınmıştı. Tutuksuz yargılanan 31 kişinin ilk duruşması 19 Eylül tarihinde görüldü. İlk duruşmaya hakkında dava

açılan 28 kişi katıldı. Duruşmaya katılan 28 kişi yaptıkları savunmalarda bu eylemlerin demokratik ve meşru olduğu ifade ettiler. Ayrıca bu eylemlerin ülke genelinde yapıldığı, herhangi bir suç oluşturmadığı ifade edilerek; “gerçekleştirdiğimiz bu eylemlerin kendisini yasa dışı olarak ifade eden emniyet teşkilatı eylem esnasında yüzlerce kolluk kuvvetiyle orada bulunmasına rağmen neden herhangi bir müdahalede bulunmamıştır? Eğer “suç” olarak görülüyordu ise neden böyle yaparak bu

suça ortak olundu, öyle ise şu an burada devletin kolluk kuvvetleri ve onlara onay veren üstleri de olmalıydı” denildi. Savunmaları alınan kişilerin ardından savcı “bilirkişiye sorulması” talebinde bulundu. Avukatlar tarafından yapılan savunmalardan sonra, tüm kişilerin eylemlere katılanların kendileri olduğunu net bir şekilde kabul etmeleri sebebiyle bilirkişi raporu talebinin reddine, duruşmaya katılmayan diğer sanıkların da savunmalarının alınarak mahkemenin 12 Aralık’a ertelenmesine karar verildi.

ABD ve emperyalistler Ortadoğu halklarına “güvenlik” adı altında kan kusturacak füzeleri, Malatya’nın Kürecik İlçesi’nde konumlandıracak. Geçtiğimiz yıldan itibaren adım adım gündeme sinsice sokulan Füze Kalkanı Projesi’nin ülke topraklarına konuşlandırılması, resmen karara bağlandı. NATO’nun Füze Savunma Kalkanı kapsamında ülkemize yerleştirilecek radarla ilgili Washington ile Ankara arasında imzalar atıldı. İçişleri Bakanlığı füze kalkanlarının Malatya’nın Kürecik nahiyesine kurulacağını bildirdi. Kürecik halkı istemiyor NATO’nun radar üssünü Kürecik’e kurması bölge halkı tarafından protes-


6-7_Layout 2 9/21/11 10:59 AM Page 2

güncel

20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

07

-

YA KALKAN OLMAYACAGIZ Emperyalistler NATO üzerinden dünya halklarına güvenlik adı altında kan kusturacak savaş ‘oyuncaklarını’ AKP hükümeti üzerinden ülkemize yerleştirecek. Devrimci, demokrat kurumlar ise dünya halklarına kan kusturacak füze kalkanlarına karşı birleşme çağrısında bulundu.

toyla karşılandı. Kürecikliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği öncülüğünde Kürecik Cemevi’nde bir araya gelen bölge halkı radar üssünün kurulmasını engellemek için çaba göstereceklerini söyledi. Radar üssüne karşı organize edilen toplantının açılış konuşmasını gerçekleştiren derneğin eski başkanı Hüseyin Hazar, Kürecik ve ülkenin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya ol-

duğunu belirterek, “Çevreye ve

yaşama zararlı bir mekanizmayı bugün Kürecik’e kurmaya çalışıyorlar, biz buna şiddetle karşı çıkacağız. Kürecik halkı karşı çıkmayı eskiden beri bilen bir halktır.” dedi. Dernek Başkanı İbrahim Duman ise hiçbir savaş üssünün halka yarar getir-

meyeceğini vurgulayarak, “Biz Kürecikliler olarak insanlığa zarar getirecek her türlü şeye karşı çıkacağımızı söylüyoruz. Biz savaşlara karşıyız, savaşlara hizmet eden her türlü mekanizmalara da karşıyız.” dedi. Muhtarlar adına söz alan Kürecik Gürkaya muhtarı Ali Gürkaya’da, Kürecik’te tehlikeli bir silahın kurulmasına tüm muhtarlar olarak karşı çıktıklarını ve düzenlenecek her türlü eyleme katkı vereceklerini söyledi.

NATO’nun füze kalkanına

geçit vermeyeceğiz Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ülkemize kurulan savaş mevzilerinin, ABD ve AB emperyalizminin Ortadoğu işgallerinin yeni aşamaları için kullanılacağını açıkladı. DHF, ABD ve AB emperyalistlerinin silahlı örgütü NATO’nun, ülkemizde AKP hükümeti eliyle önemli ekonomik, sosyal, siyasi, askeri ve idari düzenlemelere giderek, ülkemizde nükleer silahlarını konuşlandırmakta olduğunu açıkladı. DHF’nin, füze kalkanına ve emperyalistlerin yeni savaş mevzilerine karşı anti-emperyalist mücadeleyi büyütme kararlılığında olduğunun belirtldiği açıklamada, “tüm devrimci, demokratik halk güçlerini emperyalizme karşı emekçilerin ve ezilen halkların birleşik devrimci mücadelesini yükseltmeye çağırır! NATO’nun füze kalkanına geçit vermeyeceğiz! Emperyalist, siyonist cellâtlara “kalkan” olmayacak, halklara karşı işlenecek yeni cinayetlere taşeronluk etmeyeceğiz! Emperyalistlerden ve işbirlikçilerinden, uşaklarından mutlaka hesap soracağız!” denildi.

Patlamalar tesadüf değil Ankara OSTİM Sanayi Sitesi’nde yaşanan patlamada 20 işçinin yaşamını yitirdiği OSTİM davasının ilk duruşması görüldü. İkinci duruşma 11 Ekim’e ertelendi.

yaralanmıştı. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan davanın ilk duruşması 16 Eylül tarihinde yapıldı. Duruşmaya, sanıkların yanı sıra her iki patlamada hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla tarafların avukatları katıldı. OSTİM patlamalarında hayatını kaybedenlerin yakınları, sabahın erken saatlerinde Ankara Adalet Sarayı önünde bir araya gelerek burada basın açıklaması yaptı.

3 Şubat 2011 tarihinde Ankara’da Ostim Sanayi Sitesi’nde yaşanan patlamada 9 kişi hayatını kaybetmiş, 27 işçi de yaralanmıştı. Aynı gün kısa bir süre sonra İvedik Organize Sanayi Bölgesi’ndeki patlamada ise 11 işçi hayatını kaybetmiş, 20’den fazla işçi de

Mahkemeye sunulan iddianamade, patlamaların meydana geldiği işyerlerine gaz satışı yapan firmanın ortağı ve yasal yöneticisi Kasım Ersoy ile firma çalışanları Bahadır Esendik, Burhan Koç, Ali Bayındır, Hüseyin Erdem, Yusuf Kılıç ve Tuncay Ka-

Aileler basına açıklama yaptı

rabenli’nin, “Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak” ve “Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması ve el değiştirilmesi” suçunu işledikleri iddiasıyla 26’şar yıla kadar hapsi istendi. Patlamaların meydana geldiği işyerlerinin yasal sorumluları Aydın Özkan ve Numan Güleç ise “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak” suçlamasıyla yargılandı. İş güvenliği için hala bir önlemin alınmadığı OSTİM yeni patlamalar olma ihtimalini kuvvetle taşırken, patronlar mahkemede sorumluluğu birbirlerinin üzerine yıkma çabasındaydı. Dava 11 Ekim tarihine ertelendi.

OSTİM’de meydana gelen ilk patlamada hayatını kaybeden Abdullah Kurakulak’ın oğlu Fatih Karakulak, “Bugün ilk duruşmamız dolayısıyla burada bulunmaktayız. Bütün sorumlular yargılanıncaya kadar adalet mücadelemizi ve arayışımızı sürdüreceğiz. Yakınlarını kaybetmiş ve yaralanmış aileler bir araya gelerek, bu memleketin geleceği, iş güvenliği, sağlıklı yaşam koşulları ve kanun dışı çalışma koşullarını sona erdirmek için davalarımızın takipçisi olacağız” diye konuştu. Tek dileklerinin suçluların cezasını bulması olduğunu ifade eden aileler, basın açıklamasında, patlamada yaşamını yitiren işçilerin fotoğraflarını taşıdı.


8-9_Layout 2 9/20/11 4:28 PM Page 1

08 emek haber Açık var atama yok 2011-2012 eğitim ve öğretim yılı bir dizi eksikle başladı. İstatistikler ülkemizde 150 binden fazla öğretmen açığı olduğunu gösteriyor. Bu durum ataması yapılmayan öğretmenler tarafından protesto edildi. Yeni eğitim ve öğretim yılının başlamasına rağmen, ataması yapılmayan 300 bine yakın öğretmen yine ders başı yapamadı. Yeni eğitim ve öğretim yılında atama bekleyen ancak atamaları yapılamayan öğretmenler Taksim meydanında protesto gösterisi yaptı. Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan öğretmenler, çeşitli pankart ve dövizler taşıyarak Galatasaray Lisesi önüne kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi. Gerçekleştirilen yürüyüşün ardından atanamayan öğretmenler adına basın açıklamasını Yasemin Çim yaptı. Çim, yıllarca okuduklarını, kendilerini eğitime adadıklarını ancak plansız ve umut tacirliğine dayanan öğretmen atamaları dolayısıyla hala işsiz olduklarını dile getirdi.

Açığa rağmen atama yok Eski Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun verdiği 55 bin atama sözünün hala tutulmadığını vurgulayan Çim, sadece 11 bin atama yapılmış olmasına tepki gösterdi. Bizzat Bakan Ömer Dinçer’in, 150 bin öğretmen açığı olduğunu söylediğini belirten Çim, 10 bin tanesi İstanbul olmak üzere toplamda 80 binin üzerinde ücretli öğretmen olmasının da öğretmen açığının düşük gözükmesine yol açtığını ifade etti.

Meslekleri öğretmenlik değil Ücretli öğretmenlik yapanların birçoğunun mesleğinin öğretmenlik olmadığını belirten Çim, pazarlama mezunu olan kişilerin fen bilgisi öğretmenliği yaptığını, uluslararası ticaret mezununun Türkçe öğretmeni olduğunu, hayvan yetiştiriciliği mezununun sınıf öğretmeni olduğunu söyledi.

Durum içler acısı Eğitimde durumun içler acısı hale geldiğini belirten Çim, hayvan yetiştiriciliği mezunun sınıf öğretmenliği yapmasının ne kadar mantıklı bir iş olduğunu sordu. Ücretli öğretmenliğin kaldırılması gerektiğini belirten Çim, bir an önce atamaların yapılmasını talep etti.

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

ÖZELLEŞTiRMEDE Toplumların yaşamsal değer taşıyan ihtiyaçlarının devletler tarafından özel sermayeye sunularak ülke ekonomisinin neo-liberal dönüşümle sürüklendiği politikalar daha fazla kar mantığı güderek kendisini göstermeye devam ediyor. Eğitim, ulaşım, barınma, sağlık alanları pervasızca emperyalist güçlere uşak AKP eliyle peşkeş çekiledursun hükümetin şimdiki icraatı da beslenme alanında. Özelleştirme girişimlerine yıllar önce de maruz kalan Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. yeniden gündeme alınarak toplamda 10 fabrika özelleştirilmeye çalışılıyor. Özelleştirme İdaresi tarafından 14 Eylül 2011 tarihli Resmi Gazete’nin 28 bin 054 sayılı ilanında yer alan Elazığ, Malatya, Erzincan, Elbistan şeker fabrikalarının yer aldığı portföy B grubu ve yine Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum, Çarşamba şeker fabrikalarının yer aldığı portföy C grubu şeker fabrikalarının portföy grubu olarak bir bütün halinde “Satış yöntemi Varlık Satışı” şeklinde uygulanmak suretiyle “Pazarlık usulü” ile özelleştirilmek üzere ihale edeceği yayımlandı.

Sendikalardan ‘tepki’ gecikmedi Hak ihlalleri boyutuyla işçi ve emekçilerin birçok direniş ve eylem pratiklerinde aldığı olumsuz tepkiyle anılan Türk-iş, sürece bürokratlığıyla “tepki” gösteren kurumlar arasında. Şeker-İş Sendikası, Türkşeker’e ait 10 şeker fabrikasının özelleştirilmesi için ihaleye çıkarmasına ilişkin Özelleştirme İdaresi Başkanlığı kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay’a dava açtı. Sendikadan, tepki adına gerçekleştirilen ba-

sın açıklamasında, yapılan hukuksuzluğa değinilerek şu ifadelere yer verildi; “…Özelleştirme gerekçesi ile TÜRKŞEKER’in ihtiyaç duyduğu yatırımlara onay vermeyen, kadrolu personel istihdamı yerine verimsizlik aracı olan alt işveren uygulamasını teşvik eden, şeker pancarı sektörünü olumsuz etkileyen dünyada insan sağlığı açısından tartışmaları devam eden NBŞ lobisine karşı TÜRKŞEKER’i savunmasız bırakan özelleştirme otoritesi kamuya büyük zararlar vermektedir.Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sürecinde yürütmekte olduğumuz hukuki ve meşru mücadelemiz çerçevesinde, özelleştirme otorite-

sinin hukuka ve kamu yararına aykırı her kararını geçmişte olduğu gibi, günü gününe takip edeceğimizi bildirmek isteriz.” Şaşırtmayan itiraf; “Şeker Fabrikaları, 3’lü koalisyon hükümeti döneminde özelleştirme kapsamına alınmıştır” Sömürü düzenini ezenler cephesine çekerken ardıllarıyla yarışan uşak hükümetler, liberalizm geleneğini ise “suçu” kendilerinden çıkarma niyetiyle aktarıyorlar. AKP Malatya Milletvekili Öznur Çalık, Malatya Şeker Fabrikası’nın özelleştirilmesi konusundaki tepkileri değerlendirerek, yapılan yağmayı adeta

Ülkeyi zarardan kıdem Egemenlerin her dönem dile getirdiği fakat bir türlü yerine “getiremediği” kıdem tazminatı düzenlemesi, bugün AKP eliyle yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Emekçiler ise duruma karşı tepkilerini dile getiriyor

Egemen sınıflar kıdem tazminatı düzenlemesi adı altında yapılan değişikliklerle işçi ve emekçilerin elindeki tüm hakları almayı hedefliyor. Yapılan düzenleme ile işten atmaların kolaylaşmasıyla birlikte hiç kimse düzenli bir iş yaşamına sahip olamayacak. Elbette bu durumda patronun dayattığı şartlarda çalışma garanti altına alınmış olacak. Ayrıca bu fonda biriken para da yine devlet tarafından işçi ve emekçilere karşı kullanılmak için devlet erki elinde kullanım serbestisi kazanacak. Sistemin sendikaları avucunun içine alması ve kısacası işçi sınıfının önemli kazanımlarından biri olan kıdem tazminatı, tam anlamıyla patronların çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi anlamına geliyor. Mevcut sis-


8-9_Layout 2 9/20/11 4:28 PM Page 2

20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

’USTA’ HAMLELER KiİT’lerin özelleştirilmesi tam gaz devam ediyor. Şeker Fabrikaları A.Ş yeniden özelleştirilecekler arasında yeniden gündeme alınarak, emperyalist tekellere peşkeş çekiliyor

önem arzetmekte ve aslında ortaya çıkacak tabloyu özetlemekte; “Şeker pancarı tarımı; Milli Gelire; buğdaya göre 6, ayçiçeğine göre 3,5 kat daha fazla katkı sağlıyor. Kendinden sonra ekilen hububatta %20 verim artışı sağlıyor. Taşımacılık sektörüne yaklaşık 30 milyon ton yük sağlıyor. Tarım alet ve makinaları ile zirai mücadele ilaçları üreten sanayilerin ülkemizde kurulmasını ve gelişmelerini sağlamıştır. Ekim sisteminin münavebeye dayalı olması, monokültür (aynı ürünün sürekli aynı tarlaya ekilmesi) tarım yapısının polikültür (değişik ürünlerin bir arada ve sırayla yetiştirilmesi) tarım yapısına dönüşmesini sağlamıştır. Aynı alanı kaplayan ormana göre 3 kat daha fazla oksijen sağlar.

masumlaştıran bir edayla da hatırlatma gereği duyup bir yandan da hükümete köstek olmaya çalışan özbeöz kardeşlerine sesleniyor; “Unutulduğunu düşündüğüm için hatırlatmak istiyorum. Şeker fabrikasının özelleştirilmesi 3’lü koalisyon dönemine denk gelir.Yani, ANAP, DSP ve MHP hükümetleri döneminde, 2000 yılında özelleştirme kapsamına alınmıştır. O gün özelleştirme kararına karşı çıkmayan zihniyet bugün kendince tepki koymak adına kamuoyuna açıklamalarda bulunu-

yor. O gün özelleştirmeyi uygun gören zihniyet, bugün neden karşı çıkıyor? Bunu bir sorgulamak lazım.” Geçtiğimiz yıl yayınlanan Şeker-İş, Sayı: 115, Ocak-Mart 2010 dergisinde Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İstanbul Şube Başkanı Ahmet ATALIK ile şeker fabrikalarının özelleştirme sürecine dair yapılan röportajda özelleştirmeyle birlikte bu sektörde çalışan grupların dolaylı veya dolaysız olarak nasıl etkileneceği değerlendiriliyor. Sürece denk düşmesinden dolayı Ahmet Atalık’ın verdiği cevap

Şeker pancarından elde edilen melas, bazı kimya sanayi kolları ile özellikle alkol ve maya üretiminde kullanılmaktadır. Yaklaşık 450 bin çiftçi ailesi geçimini şeker pancarı tarımından sağlamaktadır. Pancar tarımı buğdaya kıyasla 13, mısıra göre 8 ve ayçiçeğine kıyasla 5 kat daha fazla istihdam yaratmaktadır. Bu yönüyle nüfusun kırsal kesimde tutulmasına, göçün yavaşlatılmasına yardımcı olur. Şeker fabrikalarımızın özelleştirilmesi sonucunda pek çok fabrikamızın, dolayısıyla pancar tarımımızın gerilemesi tüm bu faydaların ve ekonomik canlılığın yok olması anlamına geliyor.”

tazminatı kurtaracak temin kaldırılmasının zor olacağı ve büyük çapta eylemliliklerin ekonomik yönden ülkeyi zarara götüreceği endişesiyle yeni bir sistem adı altında fon kurulması yönünde çalışmalar başlatıldı. İşçilerin haklarının sözde gasp edilmemesinin önünü kesmek için para fonu oluşturulacak fakat bu fonun yönetimi yine iktidar tarafından yönetilecek. İşçilerin kıdem tazminatlarını haketmelerinin ardından artık toplu para ödemesi yapılmayacak. Onun yerine fonda biriktirilip iktidarın belirlediği şartlar dahilinde ödemeler yapılacak gibi düzenlemeler getiriyor. Bunun farkında olan işçiler ve sendikalar çeşitli eylemler yaparak kıdem tazminatı üzerinden yapılan hak gasplarını protesto etti.

‘Hakkımıza dokunma!’ İşçilerin haklarının gasp edilmesine karşı ülkenin çeşitli yerlerinde protesto eylemleri başladı. İstanbul’da DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası, kıdem tazminatı hakkının gaspına karşı, örgütlü olduğu çeşitli belediyelerde 15 Eylül günü eylemler gerçekleştirdi. İstanbul’da Beşiktaş Belediyesi önünde

toplanan Genel-İş Sendikası Avrupa Yakası 1.No’lu Şube üyesi işçiler AKP binasına yürüdü. Şube Başkanı Hikmet Aygün “AKP iktidarı dokuz yıllık süre içinde yaptığı icraatlari ve ekonomide meydana gelen cari açıklarını biz işçilerin, emekçilerin sırtından kazanarak, alın terimizi çalarak kapatmak istiyor. “İktidar sermayenin çıkarlarına uygun davranmış, ülkemiz kayıt dışının yaygın olduğu, gelir dağılımın olağanüstü bozulduğu, sendika üyeliği, toplu sözleşme ve grev haklarının kullanılmaz hale geldiği, iş kazalarında ölümlerde dünyada ilk üçe giren, örgütsüz ve güvencesiz bir toplum haline getirilmiştir. Yasal ve demokratik talepleri baskı ve şiddetle susturmayı, tutuklamalarla da ortadan kaldırmayı kendine rota edinmiştir. İşçinin 30 yıllık çalışma sonucunda kazandığı kıdem tazminatını elinden almaya çalışmaktadır” diye konuştu. İzmir’de de Basmane’de toplanan Genel-İş İzmir 2 No’lu Şube üyesi işçiler İzmir Büyükşehir Belediye binası önüne kadar yürüdü. Belediye işçileri, kıdem tazminatı hakkının gaspına karşı imza kampanyası başlattı. Basın açıklama-

emek 09

sını okuyan Genel-İş 2 No’lu Şube Başkanı Taner Şanlı, “AKP, 1936 yılından bu güne kadar uygulanan kıdem tazminatı hakkını gasp etmeyi hedefliyor. Bu yolla işçilerin iş güvencelerine son vererek, köklü bir darbe yapılmak isteniyor” ifadelerine yer verdi.

Trabzon KESK Şubeler Platformu üyeleri kıdem tazminatları için yürüdü. Hükümetin programına koyduğu ve kıdem tazminatı sistemini kaldırmayı hedefleyen yasa hazırlığına tepki gösteren KESK üyeleri hükümeti protesto etti. KESK Dönem Sözcüsü Muhammet İkinci, kamu emekçilerinin var olan yasal haklarının AKP tarafından gasp edildiğini söyleyerek açıklamada şunları kaydetti: “Böyle bir yasa ve yaklaşımı kabul etmiyoruz. Grevsiz toplu sözleşme, toplu sözleşmesiz sendika olmayacağını yapılan tüm görüşmelerde ifade ettik. Emekçilerle alay etmek anlamına gelen bu taslağı ve yasal düzenlemeyi asla kabul etmiyoruz. Kazanılmış haklarımızdan, demokratik taleplerimizden vazgeçecek ya da hükümetin insafına bırakacak değiliz.”

Sahte sendika

yasasına tepki Binlerce kamu emekçisi, 4688 sayılı sahte sendika yasasıyla yapılması planlanan değişiklikleri protesto etmek ve grevli toplu sözleşmeli bir yasa için 15 Eylül’de sokaklara çıkarak eylem yaptı. Meclis’te görüşülecek olan Kumu Görevlileri Sendikalar Kanunu’na tepki gösteren KESK; İstanbul, Ankara, İzmir, Malatya, Diyarbakır, Bursa ve Samsun başta olmak üzere ülke genelinde alanlara çıkarak “Sahte sendika yasası değil grevli toplu sözleşmeli, örgütlenme özgürlüğü tanıyan bir yasa istiyoruz” dedi. Ülke genelinde gerçekleştirilen eylemler için KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul basın açıklaması yaptı. Tombul yaptığı basın açıklamasında; “Anayasa’nın 53. maddesine yerleştirilen ‘toplu sözleşme’ düzenlemesinin kamu emekçileri lehine düzenlemeler içermediği, bu değişiklik gerekçe gösterilerek sadece 4688 sayılı sahte sendika yasasında tadilat yapılmaya çalışıldığını, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli yasa talebinin görmezden gelinmeye çalışıldığını” ifade etti. Konuşmasını “Yasa taslağının 4688 sayılı yasanın özünü koruduğunu, toplu sözleşmenin tarafları, kapsamı ve uygulanmasına ilişkin birçok geri düzenlemeler içerdiğini, grevi hiçbir şekilde gündeme almadığını, sendikaların anayasası olan tüzüklerine müdahaleler içerdiğini, “isimsiz” ihbarlara dayanarak sendikaları denetim altına almak istendiğini” söyleyerek sürdüren Tombul, “dayanışma aidatı, tek düzey toplu sözleşme gibi düzenlemelerle yandaş örgütlenmelerin daha da büyütülmek istendiğini” belirtti. “Toplu sözleşmenin kapsamının daraltılmaması, eşit taraflar ilkesiyle hareket edilmesini, toplu sözleşme masasında kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki tüm hak ve çıkarlarının belirlenmesi gerektiğini vurguladı. Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanamaması durumunda grev hakkımız teminat altına alınmalıdır” şeklinde konuşan Tombul diğer konfederasyonlara çağrı yaparak; “Grev ve toplu sözleşme hakkımızın olduğunu sadece lafzi olduğunu söylemek yetmez, aslolan bu hakları kullanmak için mücadele etmektir. Hükümetin peşine takılmayın gelin haklarımızı kullanmak için birlikte mücadele edelim” ifadelerine yer verdi.


10-11_Layout 2 9/20/11 4:42 PM Page 1

10 gençlik

ADGH 19. Kongre çağrısı İşçi, işsiz, öğrenci, göçmen gençlik; Emperyalist-kapitalist dünya sistemi, “mutlak” egemenliğini ilan ettiği günden bu zamana kadar, ezilen sınıflara hep telkinler yağdırdı. Dünyamızdaki emeğe dayalı tüm zenginliği yaratan yüz milyonlarca kadın, erkek, genç ve yaşlı ezilene, “demokrasi” lütfunde bulunarak, kirli savaşlarla insanları katletti ve doğayı talan etti. “Barış” ve “kardeşlik” gülücükleriyle birlikte, sermaye merkezli yürüyüşünü sürdürürken, sömürü ve baskı zincirlerini güçlendirdi. İnsanlığın bu “tek kutuplu” dünyaya karşı koyamayacaklarını, sosyalizmin kesin “yenilgisini” ve sınıfların “tarihsel” olarak “son” bulduğu yalanını söyleyen bir avuç gericiye cevap, çelişkiler yumağı olan ama hep horlanan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan geldi. Ezilen sınıfların öfkeleri sınırlar aşarak, herkese şu mesajı verdi: ‘ Egemenler, ezilenlerin örgütlü gücü karşısında bir gecede devrilebilir. Emperyalizm, baki değildir!’ Dünyanın “unutulmuş” kara parçasında yaşanılan bu gelişmeler, ‘en geri, en ileridir’ belirlemesinin, emperyalizm ve proleter devrimler çağındaki devrimci dinamikleri anlamak açısından daha iyi özetlemektedir. Tüm bu bilimsel önermelere bağlı kalarak, Avrupa’nın en gerisi konumundaki Yunanistan’daki sermaye bağımlılığının, AB’ye önderlik eden AlmanyaFransa hegemonyasının sömürgeci doğasından ötürü girdiği çıkmazla birlikte, halk kitlelerinin çelişkilerinin derinleştiği ve keskinleştiği görülmektedir. Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi olarak, Dünya’da ve Avrupa’da egemenlere karşı ayağa kalkan, isyan etmekte meşru olan halkları selamlıyor, ‘Ortadoğu’dan Yunanistan’a, İsyanı Körükle! Özgür Dünya, Yeni İnsan İdeali İçin, Mücadeleyi Yükselt!’ şiarıyla birlikte, tüm duyarlı kesimleri 19. olağan kongremize davet ediyoruz. ADGH 19. Kongresi Yer: Haus der Jugend Deutschherrnufer 12 60594 Frankfurt am Main Tarih: 15-16 Ekim 2011 Saat: İlk gün 12.00, ikinci gün 10.00

AVRUPA DEMOKRATİK GENÇLİK HAREKETİ 18.DÖNEM KOMİSYONU

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

E

meğin en yoğun bir şekilde harcandığı bu köy çalışması; köylülük ve köy yaşamı üzerine okuduğumuz teorilerin küçük de olsa pratikteki karşılığını bulmamız açısından oldukça öğretici oldu

HALK GENÇLİĞİ

Demokratik Gençlik Hareketi (DGH), bu yıl dördüncüsünü düzenlediği köy çalışmalarını başarıyla tamamladı. Köylük bölgelerde üretim sürecine dâhil olan ve dört yıldır onlarca üyesini bu alanlara taşıyarak pratikte üretim sürecine dâhil eden DGH, kitlelerden öğreniyor-öğretiyor. DGH köy çalışmalarına ilişkin yaptığı açıklamada şunlara dikkat çekti: “Bu yıl da, 12 ayrı ilden üniversite ve lise öğrencileri, işçi, köylü ve işsiz gençlikten oluşan DGH üye ve taraftarları köy çalışmalarına katıldılar. Köy çalışmalarıyla emekçilerin kaderlerine ortak olan DGH’liler yoğun bir emek sürecini sonlandırıp faaliyet alanlarına döndüler. DGH 4 senedir örgütlediği köy çalışmalarından oldukça önemli deneyimler kazanmaktadır. Köy çalışmalarına başladığı ilk seneden sonuncusunu gerçekleştirdiği bu zamana kadar tecrübe ettiği, deneyimlediği pratikler DGH’yi güçlendirmekte, faaliyetçilerini geliştirmekte, bir okul işlevi görmektedir. Ülkemizde bilcümle reformist hareket son yıllarda yaz dönemlerini okulların kapanması ile deniz kenarlarında tatil kampları veyahut ‘eğitim kampları’ örgütleyerek geçirmektedirler. Reformist ve devrimci birçok gençlik örgütünün halk kitlelerinden ve emek süreçlerinden uzaklığı onları, yaz dönemlerinde sahil kenarlarına tatil kamplarına ve ‘eğitim kamplarına’ kadar götürmektedir. Halk gençliğinin bugünkü ihtiyacı deniz kenarlarında ‘kolektif üretim’ veyahut sahil kenarlarında bilimsel sosyalist klasikler okunarak gerçekleştirilen ‘seminerler’ ile önemli tartışmalara girmek değildir. Halk gençliğinin ve gençlik örgütlerinin bu pratiklerle devrimci bir faaliyeti gerçekleştiremeyecekleri çok açıktır. Halk gençliği bir bütün olarak emek süreçlerinden kopuktur, ihtiyaç onların sınıf çelişkilerini sadece sosyalist klasiklerden değil yaşamın canlı devrimci pratiğinde görmeleri ve yaşamalarıdır. Bugün deniz kenarlarına çağrı yapan gençlik örgütleri sınıf mücadelesinden vazgeçmeye yüz tutmuş, tasfiyeciliğin limanına yanaşmışlardır.”

ÖĞRENİYOR

Böylesi önemli gelişmeler ekseninde DGH tarafından örgütlenen köy çalışmaları da ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu yıl köy çalışmalarına katılan DGH üye ve taraftarlarının yapılan çalışmaya ilişkin görüşlerini paylaşıyoruz; Isparta’dan bir katılımcı: Emekçi kitleler ile emeği egemenliği altına alan ve bunun üzerinden kendi refah düzeyini yüksekte tutmaya çalışan sömürücü kesimler arasındaki mücadele, ezen ulusla ezilen Kürt ulusu, diğer azınlık milliyetler ve farklı inanç kesimleri arasındaki çelişkiler devam ederken halk gençliğinin örgütlü kesimi olan bizler; köy çalışmasında mı, yoksa çeşitli muhalefet kesimlerinin örgütlediği, rakımı sıfıra düşen kent kıyılarındaki gençlik kamplarında mı olacaktık? Veyahut bunların ikisinden de ayrı, yaşam koşullarının savurduğu herhangi bir yerde herhangi biri olarak mı kalacaktık? Ne zaman, nerede, kimlerle ve hangi koşullarda niçin birlikte bulunacağımızı bilinçli bir tercih yapıp ortak bir amaç için

ÜRETEREK

DGH programı etrafında safımızı tuttuğumuz gün seçmiştik. Keza bu amaç kabaca ifade edecek olursak, geleceği emekçi kitlelerin lehinde yaratma amacıdır. Adana’dan liseli bir katılımcı: DGH’nin 4 yıldır düzenlediği köy çalışmalarına ilk kez katılıyorum. Çalışmaya katılırken emekçi-ezilen kitlelerin meşru, devrimci mücadelesine dönük, ülkemizde son süreçte sürdürülen tasfiye saldırılarının saflarımızdaki etkisinin emekçi kesimin içerisinde kırılacağına olan inancı taşıyordum. Tasfiyeci saldırılar işçilerin, köylülerin içinde onlarla birlikte üretim sürecine dahil olarak, onlarla iç içe geçerek, emekçileşerek kırılabilir tespitinin tutarlı pratiği olarak çalışmalara katıldım. Ankara’dan liseli bir katılımcı: Emeğin yoğun bir biçimde sömürü altında olduğu bu ufak köyde halk gençliği olarak ‘emek seferberliği’ kapsamında köylülerin arasına giriyor, onların sorunlarına, yaşamlarına dahil oluyoruz. Köy, köylü yaşamı ve köylülerle geçen bu emek süreci, bizlere köylüleri daha iyi tanıma, köylülerin çelişkileriyle yüz yüze gelme fırsatını ta-

nıyor. 3 yıldır ilmik ilmik örülen bu çalışmanın 4. yılı, bize de duvarın üstüne bir tuğla koyma şansı verdi. Tarlalarda, bağlarda, bahçelerde ya da köy meydanında her an köylülerin yaşamlarıyla karşı karşıya kalmak oldukça öğreticiydi Eskişehir’den bir katılımcı: DGH’nin köy çalışmaları adı altında bu yıl 4.sünü düzenlediği köy çalışmasına ilk defa katıldım. Emeğin en yoğun bir şekilde harcandığı bu köy çalışması; köylülük ve köy yaşamı üzerine okuduğumuz teorilerin küçük de olsa pratikteki karşılığını bulmamız açısından oldukça öğreticiydi. Köylülerin sorunlarına eğilme ve köylülere yardım etme devrimci anlayışını mütevazı bir şekilde sürdürmemizi sağladı. İstanbul’dan bir katılımcı: Kadınlar olarak bir ananın evinde kalıp kolektif yaşamın gerektirdiklerini ev hayatında uyguladık. Yemek, bulaşık, temizlik vs. gibi işler belli bir sıra yapmaya bile gerek duyulmadan bütün kadınlar tarafından sahiplenildi. Köylülerin geri yanlarıyla uzlaşmamaya ve onlarda ters tepki yaratmamaya çalışarak belli politik sohbetlerle kafalarında


10-11_Layout 2 9/20/11 4:43 PM Page 2

gençlik 11

Yaz kamplarında küçük burjuva ideolojiyle barışık, çelişkilerden uzakta sözüm ona “Denizleşenlerin” olduğu bir süreçte, DGH emekçi halk kitleleri ile birlikte üretimin ve emeğin yanında devrimci bir pratik gerçekleştirmiştir. Bilecik’ten bir katılımcı: Köy çalışması hiçbir şey değilse bile kolektif yasamı yoldaşlığı doğru kavramayı öğretmektedir. Son olarak bilinmelidir ki devrim konser alanlarında “yaz kamplarında” ya da metropollerin kalabalık sokaklarında değil emeğin yoğun yaşandığı yaşam alanlarında alevlenecektir. Antalya’dan bir katılımcı; On yıllardır hakim sınıflar tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan, bir yanıyla da başarıya ulaştırılan tasfiye sürecine karşı başlatılan köy çalışmaları, gerek gençliği halklaştırırken akabinde militanlaştırmaktadır. Tasfiyeciliğe karşı devrimcileşerek saldırılara göğüs germek gerekmektedir. Herkes bir yaşamın zırhını giymiş yalanlarını yaşamın çeşitli alanlarında örtmeye çalışıyor, bizim bu tür insan profiline ihtiyacımız yok, bunlara gerek de yok.

İstanbul’dan bir katılımcı: DGH’nin örgütlediği köy çalışmalarının biz öğrenci gençliği emekçilerle buluşturması ve esasta bizlerde var olan eksikliklerin açığa çıkmasında ve eksikliklere müdahale edilmesi açısından çalışmaları oldukça faydalı görüyorum. Öncelikle kolektif yaşamın bu müdahale noktasında belirleyici bir yerde olduğunu vurgulamak gerekir. Köy çalışmalarında bulunmayıp fakat farklı alanlarda bireysel olarak bu çağrıya kulak veren yoldaşların belli noktalarda eksikliklerinin belli yanlarını fark etmeleri olumlu bir durum iken, çelişkiye müdahale etme noktasında sıkıntıların yaşanacağını düşünüyorum. Çünkü kolektif yaşam içerisinde bireyin tek başına olmayıp evde, işte yani günün tüm saatlerinde yoldaşlarıyla birlikte olmasının, çelişkilerin açığa çıkmasında ve müdahalesinde önemli etkisinin olduğunu ifade edebiliriz. Ankara’dan bir katılımcı: Emek seferberliği kapsamında düzenlenen köy çalışmaları, kimi gençlik örgütlerinin kampüs duvarlarıyla sınırladığı, tatil köylerinde Denizleşen, Mahirleşen “devrimcilik” algılarına karşı üretmenin, yaşamı devrimcileştirmenin adı olmaya devam ediyor. Emperyalizmin hakim sınıflar eliyle komünist ve devrimci hareketlerin tasfiyesini amaçladığı şu günde, yoldaşlarımızın ve dostlarımızın küçük-burjuva yaşamlarından üretim alanlarına akması, devrimci mücadelede ısrarın ifadesidir.

soru işareti bırakıldı. Bizlerle ilgili şikâyetlere (jandarmaların sürekli soruşturması, muhtarın soruşturması) karşı köylülerle kurulan sıcak ilişki sayesinde bizleri savunan sahiplenen köylülerle karşılaştık. Kocaeli’nden bir katılımcı: Bu yıl dördüncüsü düzenlenen köy çalışmalarında, çalışma havası solunarak, emeğin gasp ediliş biçimini bir kez daha yakından görerek, yaşam alanlarımızda sıradanlaşmış hale gelen birçok çelişkilerimizi açığa çıkarma pratik eyleminde bulunduk. Emeğin gasp ediliş biçimiyle oluşan sosyo- ekonomik yapıyla bağlantılı olarak mevsimlik tarım işçilerini, topraksız köylülerimizin gündelikçi olarak toprak işletmelerini, mülksüz köylünün, mazot ve ilaç gibi masraflarının devlet tarafından desteklenmeyip krediye sürüklendiğini ve parasız geçen bir günün bile değerli olduğunu bu koşullarda deneyimleyerek gördük. Edirne’den bir katılımcı: Uzunca bir zamandır düzenli olarak gerçekleştirilen köy çalışmalarını bu yıl da geçmiş dönemlerden alınan mirasın üzerine bir deneyim ekleyerek geçirdik. Tarlalarda tüm katılımcılarla ciddi bir emek süreci yaşadık. Tasfiyeciliğin ve reformizmin halk gençliği üzerine bir karabulut gibi çöktüğü bir dönemden geçiyoruz.

Eskişehir’den bir katılımcı: Bir kez daha katıldığım köy çalışmasında yoldaşlarla birlikte üretimin içinde bulunmak, tarlalarda çalışan yoksul halkımızla birlikte aynı sofrayı paylaşmak, onlarla birlikte ter dökmek, onların yaşadığı çelişkileri bir kez daha yaşamak, bizim ve örgütümüzün gelişimi için çok önemli yerde duruyor. Geçen seneye oranla, bazı eksikliklerin giderildiği bu köy çalışmasında bazı hedeflerimizi gerçekleştiremedik. Köy çalışması sadece bir bölgede değil farklı yerlerde örgütlenmeli ve daha fazla katılım sağlanmalı. Bunda da her bireye önemli bir görev düşüyor. DGH’nin merkezi politikasını yerellerde halk gençliğine en etkili şekilde anlatmalıyız. Edirne’den bir katılımcı: Çalışma süresinde kimi olumsuz noktalar olsa da genel olarak olumlu bir havada geçti. Tarladaki mevsimlik işçilerle olsun köydeki köylülerle olsun yeni ilişkiler ve dostluklarımız oldu, evde yoldaşlarla ilişkilerimiz olumlu havada geçti. Belli konularda yoğun tartışmalar yaşadık, birbirimize kattığımız ve öğrettiklerimiz oldu, farkına vardığımız çelişkiler ve hastalıklar noktasında birbirimize müdahale ettik. Köy çalışması içimizdeki çelişkileri netleştirmek ve zaaflarımızı görmek açısından önemli bir yerde duruyor. Bu noktada bütün yoldaşların bu çalışmaya katılması gerektiğini düşünüyorum. Proletarya ve burjuvazinin kavgasında safını netleştirme, mücadeleyi ve bilimimizi içselleştirme noktasında büyük katkı sağlayacaktır.

GENÇ YORUM

≫ sinan çakıroğlu

‘YENİ EĞİTİM’ DÖNEMİNDE DEVRİMCİ EĞİTİM üyük Ortadoğu Projesi, füze kalkanları, ekonomik kriz, Kürt “açılımı”, “terörle mücadele” gibi, burjuva-feodal sınıfların gündemini işgal eden meselelerin gölgesinde yeni eğitim-öğretim dönemi start aldı. Tahmin edileceği gibi, bunca işin içerisinde, gençlik yığınlarının geleceğini belirleyecek olan hâkim sınıfların, yukarıda saydığımız ve sayamadığımız siyasal atmosfer dışında bir müfredat düşlemek çocuksu bir hülya olur. ‘Örnek Model’ olmanın getirdiği zorluklarla, atfedilen önemin pratik sahasını örgütlemek üzere biçimsel olarak yeni ama sınıfsal olarak yeni olmayan eğitim-öğretim önemli bir yerde durmaktadır. Zira bunca hazırlık, sadece idari önlem üzerinden yapılamaz. Toplumun tekrardan şekillenmesi, kalıba dökülmesi zaruridir. Tüm bunlardan ötürü, hâkim sınıf temsilcisi olarak AKP hükümeti ve onun güçlü dinamikleri olan tarikatlar, okul alanlarını kendi karargâhlarına dönüştürmek istemektedirler. Otogarlardan kampüslere kadar uzanan seccadenin kıblesi, gerek klik çatışmasında derinleşmenin gerekse görev biçilen ‘örnek modelin’ argümanlara cevap olabilmek için yükselmektedir.

B

Asgari düzeyde Yeni Demokratik Devrim’i hedefleyen, demokratik halk gençliği, sistemin ve onun temsilcilerinin “yeni” yönelimlerini görmüş ve eş güdümlü olarak, taktik politikalarını, gücü oranında hayata geçirmiş durumdadır. Bu taktik politikanın iki önemli yanına işaret etmek doğru olacaktır. Birinci yanı, geniş gençlik yığınlarıyla buluşma, buluşma esnasında çeşitli materyaller ve sözlü ajitasyonlarla, sistemin niteliğini ve ona bağlı olan eğitim sistemini teşhir etmektir. Diğer bir yan ise, ilişkilendiğimiz kitleyi, yeni “eğitim-öğretim” dönemi boyunca, devrimci eğitim-öğretime tabi tutmaktır. İki aşamalı yürüyen çalışmamızın birinci bölümü olan siyasal teşhir, ortalama olarak her ilerici-devrimci örgüt tarafından yapılmaktadır. Hatta bazı reformist örgütlerin teşhir çalışması, bize göre daha “başarılı” geçmektedir. Ama bizleri reformistlerden ayıran önemli nitelik, sistemi eğitim-öğretim boyutuyla teşhir etme değil, bütünlüklü olarak deşifre etme ve tüm bu teşhir çalışmalarını siyasal iktidar mücadelesine kanalize etmektir. Örneklerle devam edelim. Eğitimin metalaştırılmaması talebi, ilerici bir talep iken, eğitimi metalaştıran, sermayenin insafına bırakan toplumsal formasyonun ne olduğu, hangi sınıfların hizmetinde olduğu, neyi hedeflediğini söylemeksizin, oku hedefine atmamız mümkün olamaz. Yine üretim araçlarına sahip olan egemen sınıfların, eğitim sistemi de dâhil olmak üzere, siyasal nitelikleri anlatılmadan, teşhirimizin bir ayağı yarım kalır. Demokratik halk gençliğinin, söylediğimiz hususları, gücü oranında ve gerektiği gibi yaptığı açıktır. Çalışmalarımızın ikinci bölümünün, gerici sınıfların eğitim ve öğretim saldırısına karşı, devrimci eğitimin olduğunu söylemiştik. Kendi içerisinde ayrı bir derinliği kapsayan, bir makale ile geçiştirilemeyecek olan, devrimci eğitimin, yöntembilimini detayları ile açıklamak yerine, muhtevasının kavranması yazımızın temel gayesini oluşturmaktadır. Yeni Demokratik İktidar ile birlikte inşa edilecek olan Yeni Demokratik Halk Liseleri ve Yeni Demokratik Halk Üniversiteleri’nin, iktidar mücadelesi gibi, bugünden yarına uzanan bir seyir izlemesi gerekir. Nasıl ki, bir sınıfı alaşağı etmek ve proletarya önderliğinde ezilen halk kitlelerinin iktidarını sağlamak için, çetin ve meşakatli bir mücadele seyrini ve bu seyre uygun hazırlığı mecburi koşuyorsak, Yeni Demokratik Halk lise ve üniversitelerinin kurulması için de bugünden bir hazırlık içerisine girilmelidir. Akademik birikimi ne merkezine alan ne de yadsıyan, sağ ve “sol” anlayışlara düşmeden, sadece retorik olmayan ama retorik platformda dahil olmak üzere, gençlik kitlelerinin devrimci enerjisini, reform bulamacından çıkararak, devrimci şekillenişe tabi tutan bir eğitim devrimidir, Yeni Demokrasi güçlerinin savunduğu. ‘Elmanın tadını öğrenmek mi istiyorsun? O halde onu ısırmalısın’ diyen, bilmekyapmak diyalektiğinin billurlaşmış yörüngesinde, devrimci eğitimi devrimci çalışmalar içerisinde inşa edilecek içsel bir devrimdir, Yeni Demokrasi güçlerinin savunduğu. Karşı devrimci eğitim saldırılarının karşısında, sadece devrimci bilincin yükseltilerek yaygınlaştırılması ile savuşturulacağı kesindir. Alternatif bir dünya projesine sahip olanların, buna uygun olan bir örgüt ve çalışma tarzı içerisinde olması “aykırı” görülebilir. Zira aykırı olmasa problem gözetir. O yüzden tüm “marjinal” sıfatlara rağmen, bazı durumlarda “marjinal” olmayı da bilinçli olarak seçerek, büyük toplumsal kopuşun hazırlığı için, devrimci komünizmin ihtiyaçlarına göre bir eğitim çalışması, görevlerimiz arasındadır. Demokratik halk gençliği, geçmişte olduğu gibi, “yeni” eğitim-öğretim yılı ile birlikte, ezilen gençlik yığınlarına bu gerçeklik üzerinden hazırlığını hızlandırmalı ve yıkılması gereken köhnemiş sistemin devrilmesinden evvel, zihinlerdeki eski dünyanın yıkımını berdevam kılmalıdır.


20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

KİTLELERİN GÜNLÜK YA Devrimci mücadele kendi içinde inişler çıkışlar yaşar. Bazen durgunlaşır. Bunları tarihimizde gördük yaşadık. Bu tür inişçıkışları ancak ve ancak kendi içinde ilkeli ama politik olarak esnek kurumlar ya da bireyler karşılayabilir. Aksi durumda sürecin genel durgunluk ya da iniş özellikleri bizlerin ya da kurumlarımızın ruh halini etkiler ki bu tip durumlarda bilinç faktöründen yeterince söz edemeyiz.

Önderlik çizgisi kitle çizgisini belirler Proletarya Partisi’nin tarihi muhasebesini yaparken üzerinde durduğu önemli konulardan birisi de önderlik konusudur. Önderlik çizgisi aynı zamanda kitle çizgisini de belirleyen bir konudur. Kitlelere dönük bakış açımız ve pratiğimiz doğrudan önderlik sorununu nasıl anladığımızla ilgili somut bir durumdur. 31 yıllık tarihi muhasebenin gerçekleştirilmesi başlı başına önderlik çizgisinin sorgulanması demektir ve ciddi bir bilinç göstergesidir. Aynı zamanda 31 yıllık bir bilgi birikimi ve deneyimi anlamına gelir. Bulunduğu nokta itibarıyla Maoist Parti her alanda kurumlarını yaratmış, kitleler içerisinde örgütlü bir şekilde kök salmış bir durumda değil. Zaten öyle olsaydı, ortaya konan tarih çalışması muhasebe niteliğinden ziyade yaşanmış deneyimlerin doğrudan aktarıldığı bir çalışma niteliğinde olurdu. Kitleler içerisinde tanınmışlık sorunu yok. Ancak mesele basit anlamıyla bilinip bilinmeme sorunu değildir. Sorun sıklıkla vurguladığımız gibi kitleleri örgütleme, biliçlerini değiştirme sorunudur. Bunun en önemli göstergesi de kitlelerin günlük yaşamını etkileyip etkileyemediğimiz yani kitlelerin günlük yaşamını değiştirip değiştirememe sorunudur. Açıktır ki varolan kurumlarımız bu seviyenin gerisindedir. Oysa egemen sınıflar, evde, okulda, işyerinde, sokakta kısacası yaşamın tüm alanlarında değişik araçlarla kitlelerin günlük yaşam-

larını kontrol altında tutmaya çalışıyor ve yönlendiriyor. Bu yönlendirmenin ve etkilemenin merkezi aygıtını ise son noktada devlet oluşturuyor.

İdeolojik-politik merkez: Parti Bu haliyle, sınıf savaşımı gündelik bir sorun olarak ele alınmalıdır ve yaşamın bütünlüğü içerisinde sorunlar anlaşılmaya ve çözümlenmeye çalışılmalıdır. Bizler için politikanın yoğunlaştığı merkez ise Proletarya Partisi olarak algılanmalı ve çalışmalar bu anlamıyla merkezileştirilmelidir. Proletarya Partisi’nin işlevi ve rolü bu şekilde anlaşılmadıktan sonra, partiden ne beklenirse beklensin, parti bu beklentileri gerçekleştiremez. Partinin rolü tek başına sınıf savaşımını yürütmek değildir, onu yönlendirmek ve gideceği doğrultuyu belirlemektir. Oysa genel anlayış şudur: “Parti şu soruna niye el atmıyor, bu meseleyi niye çözmüyor. Parti o alana neden militanlarını göndermiyor vs.” Doğrudur, parti bunların bir kısmını yapmalıdır. Ancak açıktır ki her sorunu partililerin ya da örgütlerinin çözmesi, sorunlara el atması imkansızdır. Tüm bunları partiden beklemek sadece ve sadece idealist bir anlayıştır, partiyi bilimsel politik bir örgüt olarak değerlendirmek yerine kutsal, tarikatvari bir silahşörler örgütüne indirgemektir, ki aşağı yukarı mevcut bilinçte budur. Bu bilinci Maoistler olarak önce bizler kıracağız. Proletarya Partisi teorik olarak bu anlayışı muhasebede mahkum

Teori gerçeğin dilidir

etti. Sıra doğru anlayışla politik çizginin uygulanmasına geldi, ki bu da uygulanıyor. Henüz birçok militanı ve aktivisti bu çizgiyi yeterince kavramış değil ya da kavramakla birlikte eski alışkanlıkların esiri olmaktan kurtulamıyor. Bunlar doğal olmakla birlikte bu yanlış anlayışın kesin suretle kırılacağını bir kez daha ifade ediyoruz. Çünkü başka bir doğru alternatif yoktur. Proletarya Partisi geçmişteki birçok tartışmayı geride bırakmıştır. Günümüzün sorunları kollektif olarak neyi ne kadar yapıp yapamadığımızın sorunlarıdır. Her aktivist bunlar üzerinde yoğunlaşmalı ve sorgulanacaksa önderlik bu çerçevede sorgulanmalıdır.

Devrim, devrimci mücadele inanç kavramıyla anlaşılacak, savunulacak olgular değildir. İnanç gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen olaylar ve olgular karşısında insanların ortaya koyduğu düşüncedir. Bizler içinse devrim, toplumsal yasaların zaruri sonucu olarak gerçekleşecek tamamıyla nesnel bir sorundur. O halde devrime, halka ve partiye bağlılık da bilimsel kriterler çerçevesinde olmalıdır. Marks ve Engels Komünist Manifes-

Bütün faaliyetlerin odağına öncelikle kendimizin, buna bağlı olarak kitlelerin bilinçlendirilmesinin oturtulmasına önem vermeliyiz. Bunun için okumalı, araştırmalı ve attığımız her adımı uygun bir zeminde kollektif olarak tartışmalıyız. Örnek verecek olursak, bir kitle eyleminde atılacak sloganların belirlenmesinde gerekirse tek tek her sloganın üzerinde durulmalı ve tartışılmalıdır. Sloganın süreçle bağlantısı, hedefi vs. üzerinde düşünülmeli, bunların dışında kısa ve uzun vadedeki amaçlarımızla uygunluğu vs. ortaya konabilmelidir. Bu noktada herhangi bir kişi bu sloganı neden attınız gibi bir soru sorduğunda bunun cevabını verebilecek

to’nun adını belirlerken, o dönemde genel olarak bu tür metinlerin amentü gibi adlandırılmasına şiddetle karşı çıkmışlardı. Çünkü bu şekilde bir adlandırma son noktada Komünist Manifesto gibi bilimsel politik bir metnin içeriğini dinsel bir çağrışımla, idealizmle bulanıklaştırıyordu. Marks ve Engels’in bu noktadaki itirazları bizim içinde geçerlidir. Tekrarlayacak olursak, bizler için faaliyetin ya


perspektif

AŞAMINA ODAKLANMAK rinde yeterince durulmayacaksa çok da önemli değildir. Çünkü bir partinin tarihi, savunduğu program doğrultusunda ne kadar başarılı olup olmadığıyla ilintilidir. O halde programın okunması, tartışılması ve tartıştırılması önemlidir. Program, dolayısıyla stratejik çizgi iyi anlaşılmalı ki tüm çalışmalarımızı nasıl düzenleyeceğimiz konusunda net fikirlere, sağlam bir temele sahip olmuş olalım. Bunun dışında, yukarıda kitlelerin günlük yaşamına hitap etme sorununu açmıştık. Programda demokratik halk iktidarında yaşamın nasıl düzenleneceğine ilişkin maddeler var. Bunlar hedefleri ortaya koymaktadır. Bunların büyük bir kısmı ancak demokratik halk iktidarında ya da kızıl siyasi iktidarlar kurulduğunda gerçekleştirilebilecek şeyler. Böyle olmakla birlikte bunların özü, perspektifi doğru bir şekilde anlaşıldığında günlük yaşamımızın bugünkü şartlarda bile nasıl düzenlenebileceğini temel yönleriyle ortaya koymaktadır.

bir durumda olmalıyız. Yine bu örnekten yola çıkacak olursak, böylesi bir kitle eyleminden önce veya sonra atılan sloganlar üzerinde kitlelerle tartışmalı sloganların genel olarak bilince çıkarılmasını sağlamalıyız.

Teorik-politik çalışmaların odağına program oturtulmalıdır Devrimci mücadele kendi içinde inişler çıkışlar yaşar. Bazen durgunlaşır. Bunları tarihimizde gördük yaşadık. Bu tür iniş-çıkışları ancak ve ancak kendi içinde ilkeli ama politik olarak esnek kurumlar ya da bireyler karşılayabilir.

da faaliyetçilerin değerlendirilmesinde ele alınması gereken kriterler bilinç ve somut pratiklerdir. Soyut kavram ve kriterlerle örgütü, kitleleri değiştirip dönüştüremeyiz. Bu çalışmalarda amacımız soyut, genel doğruları peş peşe sıralamak da değil. Bunun böyle olmadığını bu yazıda da ortaya koymaya çalıştık.

Aksi durumda sürecin genel durgunluk ya da iniş özellikleri bizlerin ya da kurumlarımızın ruh halini etkiler ki bu tip durumlarda bilinç faktöründen yeterince söz edemeyiz. Çünkü devrimci bilinç, her koşulda kendisini yenilemeyi ve kendisini her koşulda durumun genel özelliklerine göre geliştirmeyi bilir. Bir kollektif çalışmada bilinç sorununun odağına program oturur. Programda genel amaçlar, strateji ve taktikler yazılıdır. Bu önemli konular özet ve temel yönleriyle programda kısaca belirtilir. Programın anlaşılması ve savunulması tüm teorik ve politik çalışmalarımızın odağına oturmalıdır. Muhasebenin okunması bile, eğer program üze-

Kendi tarihimizi ortaya koyuyoruz, bizzat bize ait sorunları ortaya koymaya çalışıyoruz. Ancak bu şekilde sınıf savaşımının sorunlarını çözebilir ve kitlelere doğru bir tarzda önderlik edebiliriz. Başta da belirttiğimiz gibi önderlik sorunu aynı zamanda kitle çizgisi sorunudur. Kitlelere güvenmeyen, kitleleri bir araya getirip kendi gelecekleri için örgüt-

Bizim sorunumuz kitleler adına savaşmak ya da bir şeyleri savunmak vs. değildir. Kitleleri bizzat günlük yaşamlarında örgütleyip mücadeleye seferber edemiyorsak, özelikle de programı kitlelerin benimseyip savunduğu bir program haline getiremiyorsak doğru bir kitle çizgisinden bahsedemeyiz. Kitlelerin ne için mücadele ettiklerini bilmesi lazım. Bunun için program tartışmaları yılmadan usanmadan gerçekleştirmemiz gereken tartışmalardır. Program çerçevesinde kitlelerin eleştirilerine açık olunmalı, bu haklı eleştiriler doğrultusunda programın değişebileceği bilinci örgütlü kitlelere verilmelidir. Proletarya Partisi’nin tarihsel muhasebesi göstermiştir ki bugün için bize en gerekli olan, ideolojik temelleri üzerine sağlam bir şekilde oturmuş, iki çizgi mücadelesini doğru bir şekilde kavramış modern bir parti örgütüdür. Proletarya Partisi’ni tarihsel gelişimi içerisinde bu noktaya getirilmesi zorunludur.

lenmelerini sağlamayan bir önderlik çizgisi kendisini var edebilir ama geliştirmez. Bu tip önderlik örnekleri bu topraklarda istemediğiniz kadar çoktur ve bu tarz, küçük burjuvazinin tarzıdır. Proletarya, kurtuluş için bayrağını göndere çekmişse geriye kalan tek şey sınıf savaşımının kızgın pratiği

Devrim ve devrimcilik soyut kavramlarla açıklanamaz

İdeolojik-politik seviyemizi ancak somut çalışmalar içerisinde yükseltebiliriz ve bireyler olarak da ancak bu şekilde sağlam kişiliklere dönüşebiliriz. Şunu unutmayalım, politikada niyet olmaz. Lenin yoldaş sıkça vurgulardı: “Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir”. Niyetimiz doğru ve haklı ise izlediğimiz pratik, üslubumuz ve kullandığımız tüm araçlar ve donanımımız da buna uygun olmalıdır. “Ben şunu yanlış yaptım ama niyetim şöyleydi” gibi samimiyet gösterilerinin ya da sorgulamalarının politik mücadelede yeri yoktur. Madem bilimsellikten bahsediyoruz o zaman kendimizi ve faaliyetimizi değerlendirirken de bilimsel ölçülere başvurmalıyız. Samimiyet ya da niyet gibi kavramlar, soyut ve tam olarak pratikte karşılığı olmayan göreceli kavramlardır. Oysa bilinç ve bu bilincin ortaya konduğu pratik oldukça somuttur ve bizim almamız gereken ölçü de budur. İyi bir partili olmak ya da devrimci olmak politikayı nasıl kavrayıp uyguladığımızla ilintilidir. Devrimcilik fedakarlık ister, dürüstlük ister, ancak devrimciliğin ya da iyi bir partili olmanın kriterleri bunlar değildir. Yani ne kadar fedakar olursan o kadar devrimci olmazsın. Son yıllarda devrimci hareketin yazınına böylesi idealist yaklaşımlar da girdi. Bu yanlış şekillenişin sonucu da devrimcilik ya da örgütlü mücadele içerisinde olmak ulaşılamaz bir şey gibi algılanmaya başlandı. Mesele cesaret sorunu gibi, ahlak sorunu gibi algılanıyor. Oysa ki biz bir halkın devrimcileşmesinden, kendi iktidarı için savaşmasından bahsediyoruz. Peki bir halkın tek tek cesur, dürüst, kararlı insanlardan oluşması mümkün müdür? Tek tek her bireyin önüne bunlar kriter konursa bu halkın bilinçlenmesinin ne önemi kalır. Cesaret de korkaklık da son noktada bilinç sorunudur, inanç değil.

içerisinde kurtuluş bayrağını her koşulda kitlelerin görebileceği yükseklikte tutmaktır. Proletarya Partisi her türlü eksiklerine ve hatalarına rağmen bu görevini yerine getirmede hiçbir zaman geride kalmamış, uyuşuk davranmamıştır. Kurtuluş bayrağı göndere çekildi, şimdi ise daha da ileriye, yükseğe taşınacaktır.


14-15_Layout 2 9/21/11 11:00 AM Page 1

14 yaşam

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

ENKAZLARIN ARASINDA YAŞAM MüCADELESi Yıkımda mağdur olan 5 çocuk annesi Melek Öpüş ise kaldıkları yıkık evin sağlıksız olduğundan çocuklarının sürekli hastalandığını söylüyor. Belediye’nin yıkımda ailelerin direniş göstermesini engellemek için oyun kurarak evleri yıktığını belirten Öpüş; “Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu 27 Nisan’da bu konuyu görüşmek ve sorunu çözeceğim diyerek sabah 9’da bizi belediyenin önüne çağırdı. Biz hepimiz çoluk çocuk, komşularla birlikte gittik. Bekliyoruz fakat bir türlü görüşmek için dışarı çıkmadı. Meğer biz orada belediye önünde beklerken burada jandarmayla birlikte evlerimizi yıkmaya gelmişler. Kandırıldık, burası yoksulların mahallesiydi, burayı mı yıkmak zorundaydı.” dedi.

Çeşme’nin Ovacık Mahalesi’nde belediye tarafından evleri yıkılan yoksul aileler enkazların arasında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor İzmir’in Çeşme İlçesi’nde bulunan Ovacık Mahallesi’nde 27 Nisan tarihinde 14 Kürt ailenin evi ruhsatsız olduğu gerekçesiyle, ailelerin açtığı davanın kararı bile beklenmeden belediye tarafından yıkılmıştı. Yaşadıkları alan belediyenin yeni imar planına göre tarım arazisi olarak belirlenmiş ve aileler Tarım İl Müdürlüğü’nden yaşadıkları bölgenin tarım arazisi olmadığına dair rapor almalarına rağmen evleri yıkılmıştı. Arazilerinin tapulu olmasına rağmen evleri ruhsatsız olduğu için yıkılan 14 aileden 4’ü çaresiz kaldıkları için enkazların arasında, evlerin üstü kapalı kalan yerlerinde yaşamaya çalışıyor. Yarı dışarıda yaşayan, elektriği olmayan ve sağlık koşulları kötü olduğu çocukları sık sık hastalan aileler Çeşme Belediyesi tarafından zor yaşam koşullarına mahkum edilmiş ve mağduriyetlerini gidermeye dönük en ufak bir adım atılmamış. Aileler kış geldiğinde burada nasıl yaşamaya devam edeceklerini düşünüyor. Yaşam koşullarının zorluğundan kaynaklı rahatsızlanan inşaat işçisi Ahmet Akkor, akciğer kanseri olmuş ve Antalya’da tedavi görüyor. Çeşme Belediyesi’nin yaptığı yıkımın ilginç bir tarafı ise bölgede birçok evin aynı durumda olmasına rağmen, yıkımın lokal olarak yapılması; yani sadece Kürt ailelerin evlerinin yıkılması. Yıllardır Kürt Ulu-

Yıkımının ardından belediye evlerin etrafını yaktı Yıkımdan sonra eşyalarının az bir kısmını kurtarabildiklerini söyleyen Öpüş; “Burayı yıktıktan sonra ateşe verip çıktılar. Eşyalarımızı bile almamıza izin vermediler. Faik Tütüncüoğlu yokluğu görmemiş, insanlığı bilmemiş ki bizi bu hale soktu.

su’na yönelik katliam yapan faşist ordudan emekli albay Faik Tütüncüoğlu emekli olmasına rağmen, belediye aracılığıyla görevine devam ediyor. ‘Yemedik içmedik bir evimiz olsun istedik’ 13 yıldır oturduğu evinin yıkılmasına ilişkin yaşadıklarını anlatan Sema Özkul evlerinin bulunduğu arazinin tapulu olduğunu belirterek; “Bu araziler hazine malı değildi bize ait. Yıkımdan sonra gidecek yeri-

miz olmadığı için 4 aile burada kaldık. Biz Bitlis’ten geldik yerleştik buraya. Yemedik içmedik bir evimiz olsun istedik. Belediye ise bu kadar insanı perişan etti, sokağa attı. Kiraya eve çıkacak durumumuz yok. Eşim inşaat işçisi ve 6 aydır iş olmadığı için çalışamıyor. 7 tane çocuk var ve mecbur kaldığımız için böyle sürünüyoruz. Nereye gidelim.” diyor. ‘Kandırıldık’

Emekli Albay olan Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu’nun bu şekilde yaşamalarını da çok gördüğünü belirten Öpüş; “Belediye kalanı da yıkacağız, enkazı da toplamaya geleceğiz diyor. Burayı yerle bir edeceğiz, sağlam kalan yerleri de yıkacağız diyor.” ‘Kürtlüğümüzü savunacağız’ Yıkımın Kürtlere yönelik yapıldığını söyleyen Melek Öpüş ; “Biz bu acıyı Kürt olduğumuz için çekiyoruz. Çekmeye de devam edeceğiz. 10 tane evimizi yıksalar biz kimliğimizden vazgeçmeyeceğiz. Kürtlüğümüzü savunacağız” diyor.

Talan devam ediyor AKP hükümeti doğayı ve yaşam alanlarını talana açarak peşkeş çekiyor. Yapılan son yasal düzenlemelerle yasal garantisi sağlanan talan, ormanlık arazileri hedef alıyor Doğa katliamlarına karşı çevrecilerin, köylülerin eylemleri ve tepkileri sürerken, yasa değişiklikleri ya da mevcut yasalarını bile çiğneyerek yoluna devam eden hakim sınıflar da saldırılarına ara vermiyor. HES projeleriyle akarsuların talana açılması, Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın bazı kararnamelerde yaptığı değişiklerle tarım alanlarının ranta açılması gibi, doğa ve yaşam alanlarında tahribat ve katliam yaratacak olan bir diğer saldırı planı olan 2B Yasa’sın-

da sona gelindi.

2.704 hektarlık alanı TOKİ’ye tahsis edilecek.

Talana açılacak araziler hazır

2B arazilerinin, güzergahı belli olan 3. köprü projesi kapsamında yapılacak otoyol ve bağlantı yollarının bulunucağı öngörülen yerlerde yoğunlaşması dikkat çekiyor. 2B kapsamındaki bölgelerin neredeyse tamamı İstanbul’un kuzey ormanları bölgesinde yer alıyor.

AKP hükümetinin Kanun Hükmünde Kararnameyle hızlandırdığı 2B arazilerinin tespiti yapıldı. Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından ülke genelinde yapılan tespitlerde 161 bin 120 hektarlık alan 2B arazisi olarak belirlendi. Bu alanın toplam 121 bin 816 hektarlık bölümündeki arazilerin satışıyla ilgili değer belirleme çalışmaları tamamlandı. 2B arazilerinin büyük bölümü Antalya, Mersin, Balıkesir, Ankara, Adapazarı, Muğla, Bolu, Samsun, Bursa, İzmir, Kırklareli, Adana, Zonguldak, Kırıkkale, Afyon ve İstanbul’da bulunuyor. İstanbul’da tespit edilen 2B arazilerinin alanı 9.251 hektar büyüklüğünde. Bu arazilerin büyük kısmı Beykoz, Çatalca, Silivri, Şile, Ümraniye, Sultanbeyli, Sarıyer, Eyüp, Arnavutköy, Pendik ve Üsküdar ilçe sınırları içinde yer alıyor. İstanbul’daki arazilerin parsel sayısı 66 bin 720 olarak belirlenirken arazilerin

Derinceliler toplantıyı iptal ettirdi İzmit Körfezi’nde bulunan Derince Limanı’na akaryakıt tanklarının kurulması için yapılan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) toplantısı protestolar sonucunda yapılamadı. 66 bin 155 metreküp kapasiteli akaryakıt tanklarının kurulmasına karşı yapılan protestolar sonucunda toplantı iptal edildi. Şehircilik ve Çevre Bakanlığı, ÇED Şube Müdürlüğü, GS Petrol Ürünleri Ticaret A.Ş.’nin Derince Deniz Mahallesi’ndeki dolum tesisinin kapasite artışı amacıyla Derince Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde ÇED toplantısı gerçekleştirmeyi planlıyordu. ÇED Şube Müdürü Nursoy Yılmaz ile Osman Demircan ve

Ece Demirel’in yürütücülüğünü yaptığı toplantıya Derince halk temsilcileri ile Halkevleri, Dersimliler Derneği temsilcileri katıldı. Toplantıda Nursoy Yılmaz akaryakıt tanklarına karşı çıkan fikirlerin tartışılmasına izin vermedi. Bunun üzerine Derinceliler yanlarında getirdikleri düdüklerle toplantıyı protesto etmeye başladı. Derinceli gençlerin “Tüpraş felaketini unutmadık. Derince’de akaryakıt tankı istemiyoruz” pankart açtığı protesto sonrasında ÇED yetkilileri toplantıyı iptal etmek zorunda kaldı. Nursoy Yılmaz toplantının iptal edilmesinin engel olmayacağını söyledi. “Toplantının iptal edilmesi bir şey değiştirmez. Biz sadece size anlatmak istiyoruz. Dinlemek istemezseniz de bir şey değişmez” diyerek halkın düşüncesini önemsemediğini ifade etti. Toplantı sonrasında bir basın açıklaması gerçekleştirilerek tanklardaki kapasite artırımına izin verilmeyeceği ifade edilerek, hukuki yollara da başvurulacağı belirtildi.


14-15_Layout 2 9/21/11 11:00 AM Page 2

20-30 EYLÜL 2011 Halkın Günlüğü

güncel

T

arihe ülkemiz özgülünde ‘açılımlar’ dönemi olarak yazılacak olan bir süreçten geçmekteyiz. 88 yıllık TC devleti, üzerine inşa olduğu ırkçı-faşist zihniyetin en somut temsillerinden olan ‘Tek dil, tek din, tek bayrak, tek millet…’ paradigması gelinen süreçte işleyemez bir duruma savrulduğu için yeni birtakım makyajlarla tazelenip yeni bir şeymiş gibi tekrardan ezilen-emekçilere dayatılmaktadır. ABD emperyalizminin bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya çalışılan TC, AKP eliyle ‘Açılımlar’ projesine soyunmuş fakat açılım olarak sunulmaya çalışılanın aslında faşizmin güncele yeniden uyarlanmasının bir başka adı olduğu da ortaya çıkmıştır. ‘Kürt Açılımı’ olarak isimlendirilip ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ eksenine oturtulan ve büyük bir gürültü ile pazarlanmaya çalışılan Kürt ulusal sorununa sözde çözüm projesi, gelinen aşamada çözüm adına Kürt ulusuna ve Kürt Ulusal Hareketi’ne tasfiye ve teslimiyet-ihaneti dayatma projesi olmuştur. Bu ‘Açılımın’ Kürt ulusuna faturası ise binlerce tutuklama, yüzlerce ölü, azgın devlet terörü, bin bir türlü baskı ve zulümdür. ‘Kürt Açılımı’ na benzer şekilde planlanan fakat aynı fiyaskoyla sonuçlanan ‘Roman Açılımı’, ‘Alevi Açılımı’, ‘Azınlık Açılımı’ da hafızalardaki yerini canlı bir şekilde korurken AKP’den ikinci ‘Alevi Açılımı’ atağı geldi. Türk-İslam sentezi üzerinden kurgulanan yapıya paralel olarak şekillendirilen eğitim-öğretim sistemi de eğitim kurumlarının ötesinde faşizmin beyinlere kodlandığı mekansal alanlara çevrilmiştir. Başka birçok örneğiyle beraber Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi bu durumun en yakıcı örneklerindendir. Müslümanlığın Sünni kolu üzerine yapılandırılan ve ülkemizde yaşayan -Aleviler başta olmak üzere- diğer mezheplerin özgünlüğünü yok sayan bu anlayış ve temsil edildiği yamalı sistem dikiş tutmadığı için bu farklılıkları da kendi torbasına eklemleyerek asimile edip, uysallaştırmaya çalışmaktadır. Alevi Çalıştayları’na ellerinde, Alevi inanışını savunan insanların kanları olanları davet etmeleri, kandırmaca üzerine kurgulandığı ayan olan bu toplantılarda dahi gerçek niyetlerini gizleyemeyerek gerici zihniyetlerini söz ve eylemleriyle ortaya sermeleri, bu kandırmaca-saldırı konseptini görüp teşhire yönelenlere azgınca saldırmaları amaçlananın nasıl bir ‘ucube’ olduğunu da göstermektedir. Gerçekler böylesine sabitken karşımıza çıkan yeni gelişmeler devletin asimilasyon saldırılarını yeni, maskelerle yeniden gündeme taşıyacağını da göstermektedir.

Alevilik din dersi kitaplarında Devlet adına ‘Alevi Çalıştayları’ nı yürüten ve şimdiki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan Faruk Çelik yaptığı açıklamayla “Hükümet olarak Milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirmek adına, toplumsal bazı sorunları demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler zemininde yeniden ele alıp değerlendirme amacı taşıyan bir dizi girişim başlattık” diyerek ‘Alevi Açılımı’ nın ‘en somut adımı olan’ Aleviliğin din dersi kitaplarına konulacağını ifade etti.

15

Karar altına alınan ve bu yıl itibarıyla uygulanmaya konulacak olan Aleviliğin 4. sınıftan lise son sınıfa kadar Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında yer alacak olması açıkladığı andan itibaren büyük tartışmalara yol açtı. ‘AKP eliyle İlahiyat Fakülteleri öncülüğünde hazırlanması’, ‘Mevcut siyasi iktidarın bu konuda samimi olmadığı, amacın Alevilerin kendilerine benzetilmesi olduğu’, ‘Alevilik Ali’yi sevmekten ibaret değil. Kendisine özgü doğa, insan, kadın ve toplum anlayışı olan ve keza kendi gelenek görenekleri olan, kurumları, tarihi olan bir yol ve felsefedir Alevilik. Bu tanım doğrudan doğruya Alevileri Sünnileştirmenin yolu olduğu’ başlıklarıyla yürütülen tartışmalar ve ders kitaplarında Alevilikle ilgili bölümlerde yazılanlara bakıldığında amaçlanın tam bir asimilasyon olduğu anlaşılmaktadır.

AKP’nin Alevilik düşmanlığı

Türk-İslam sentezi üzerinden kurgulanan yapıya paralel olarak şekillendirilen eğitim-öğretim sistemi de eğitim kurumlarının ötesinde faşizmin beyinlere kodlandığı mekansal alanlara çevrilmiştir

ALEViLER ‘DÜŞMAN MEZHEP’

Yine oldukça tesadüfü(!) bir şekilde AKP Hükümeti sözcüsü olan Hüseyin Çelik tarafından Suriye’de ki gelişmelere ilişkin CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili sözleri de aslında nasıl bir açılım anlayışıyla hareket edildiğini de gösteriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriye’deki gelişmeler üzerine AKP’yi eleştirmesi neticesinde açıklama yapan Hüseyin Çelik “Niçin savunuyorsunuz Suriye’deki Baas’çı rejimi? Açıkçası aklıma başka kötü şeyler de geliyor. Suriye’deki Baas’çı rejim yüzde 15’lik kitleye dayanıyor. Acaba Sayın Kılıçdaroğlu mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor? Bu da aklımıza gelir. Eğer böyle bir şey yapıyorsa bu daha da affedilmezdir.” diyerek Alevilik ve diğer mezheplere ilişkin yaklaşımını da açıklamış oluyor. Yine R. Tayyip Erdoğan’da Ortadoğu ülkelerinde başlattığı ziyaret ‘seferleri’ sırasında Mısır basınına yaptığı açıklamalarda “Suriye’de Aleviler ile Sünniler arasında bir iç savaş çıkmasından korktuğunu”, “Alevilerin rejim içinde ve güvenlik birimlerinde önemli pozisyonlarda olduğuna” işaret ederek “Halkın öfkesi de onlara yönelik” dedi. Tüm bu söylemlerin uzun süredir Suriye’de devrilmeye çalışılan Esad rejiminin, ülkede bir mezhep çatışması çıkartılarak devrilmesinin hedeflendiğini amaçladığı ve özellikle Suriyede’ki Alevilerin hedef alındığı ortaya çıkmaktadır. Tüm bu yaşananları analiz ettiğimiz takdirde karşımızda oldukça sinsi bir şekilde planlanmış bir saldırı konseptiyle karşı karşıya olduğumuzda görülecektir. Maraş, Çorum, Sivas katliamları ve bu katliamın yegane faili olan TC, kendisini aklama çabası ve dün zorla yapamadıklarını bugün şekere bulanmış kurşunlarla ‘iyilik yaparak’ başarmaya çalışmaktadır. Fakat özü itibarıyla halka karşı düşmanlık ve zorbalıkla şekillenen TC, emperyalizmin hizmetinde dönemsel ‘barışçıl’ politikaları hayata geçirdiği izlenimi yaratmaya çalışsa da bu, yalan bina olan yapı üzerinde oldukça eğreti bir şekilde durmaktadır.


16-17_Layout 2 9/21/11 11:01 AM Page 1

16 dünya yorum

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

ŞOV BAŞLADI, iZLEYiCiLER Başbakan Erdoğan ailece gittiği Somali’nin ardından şimdi de Ortadoğu’ya gitti. Gitmeden önce başlattığı İsrail’e yönelik sert açıklamalarına buralarda da devam etti. Hatta Filistin için bağımsızlık bile istedi Ortadoğu’nun yeniden revize edildiği bu süreçte Erdoğan’ın bir taraftan İsrail’e “kafa tutması” diğer taraftan da Ortadoğu’ya seyahat düzenlemesi hiç hayra alamet değil. Emperyalistlerin açıktan hegemonyası haline gelen Ortadoğu’ya talipler çoğaldı. Efendileri adına göreve hazır olduğunu İsrail’e “kafa tutarken” ortaya koyan Erdoğan, Mısır’da yaptığı konuşmalarda da bu hizmete aday olduğunu tekrar etti. Burjuva-feodal medya bu geziyi göklere çıkararak ne kadar barış yanlısı ve dostane yaklaştıklarını tekrarlayıp durdu. Erdoğan Mısır’daki konuşmasında bu ülke halklarıyla akrabalık ilişkisini çok kadim bir şekilde anlattı. “Öncelikle bizler Doğu Akdeniz’in iki yakasında, binlerce yıllık medeniyetlerin zengin kültürel birikimlerinin mirasçılarıyız. Bu kadar köklü geçmişe sahip ülkelerin dostluğu da o nispetle köklü olur. Kaldı ki; biz, aynı zamanda kardeşiz. Bizler aynı zamanda kıtaları da birleştiriyoruz. Kardeşimiz Mısır nasıl Afrika’yla Asya’nın birleşim noktasındaysa, her iki kıtanın da birbirine açılan kapısıysa; Türkiye de Asya ve Avrupa kıtalarını kucaklaştıran bir coğrafyadadır. Kıtaları birleştiren ülkelerin dostluğu da güçlü ve sağlam olur. Kardeşimiz Mısır, Doğu Afrika’nın bereketini Nil Nehri üzerinden Akdeniz’e taşıyor. Türkiye’de boğazlarıyla

Avrasya’nın enerjisini ve dinamizmini, Seyhan ve Ceyhan nehirleriyle de Anadolu’nun bereketini Akdeniz’e taşıyor.” Yani dostluk için bağın ana hattını oluşturan coğrafyadaki bütünlük. Diğer bir mesele ise bu dostluğun hangi temel üzerine inşa edildiğidir. Çeyrek asırdır Mübarek ile kolkola emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan Türk hakim sınıfları ve sözcüleri bugün gelinen noktada sıkı bir Mübarek düşmanı oldular. Tabii Seyhan ve Nil Nehri Akdeniz’e bereket taşıyor. Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil “Türkiye’nin hem Bingazi hem de Misrata’daki yaralıların Türkiye’ye götürülmesi konusunda Kaddafi hükümetine karşı göstermiş olduğu dirayeti Libyalılar hiçbir zaman unutmayacaklar. Ve Libyalılar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün“Başlangıcından beri kalbimiz Libya devrimi ile atıyor.” sözünü asla unutmayacaklar. Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Bu zor dönemde bir başbakan olarak değil Libyalı bir vatandaş gibi muamele görmeliyiz.” sözünü asla unutmayacaklar. Ahmet Davutoğlu’nun ise “Libya halkı açken biz burada rahat uyuyamayız.” sözünü unutmayacaklar.” sözleriyle Ortadoğu’da yeni bir dönemin Türk devleti üzerinden planlandığını açıkça ifade ediyor.

Dünya basınından yansıyanlar

Hepsi bir yana Filistin için de bağımsızlık istemesi ve bunun için her şeyi yapacağını ifade ederek “Filistin halkının bu haklı ve meşru mücadelesini bütün gücümüzle desteklemeliyiz” söylemi ise Müslüman Araplar’ın teveccühünü kazanmakla birlikte efendilerini az da olsa kızdırdı. Ama oraya kadar gitmişken bu kadar kabadayılığın üstüne bu söylenmeseydi inandırıcılığı kalmazdı herhalde. Hazır poz vermişken bir şov daha yapmaktan bir şey çıkmaz.

Dünya basınında ciddi bir haber ve medyatik olarak yer alan Erdoğan’a övgüler gittikçe artıyor. İsrail’le gelişen övgüler şimdi de Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler’in de gözünden kaçmayacak kadar büyütüldü. “Türkiye’nin çağı geliyor, Ortadoğu bundan böyle aynı olmayacak” cümleleriyle değerlendirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu ziyaretleri aslında fazlasıyla medyatik olmanın yanı sıra “demokrasi”nin ihraç kanalını akıllara getiriyor.

Türk devletinin bölgenin lider ülkesi, Erdoğan’ın İslam dünyasının yeni lideri olarak artık güç ve gövde gösterilerine sahne oluyor. Guardian gazetesi yazarı Michigan State University’den Prof. Muhammed Eyub ise, ‘Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasıyla Ortadoğu’nun artık eskisi gibi olmayacağını’ yazmıştı. Eyub yazısında, “Bölgede şu anda yaşananlar İsrail’in Doğu Akdeniz’de artık rakipsiz olmadığını gösteriyor. İsrail’in işgal topraklarına yönelik politikaları uluslararası fo-

Yunanistan’da emekçiler yeni grevlere hazırlanıyor Yaşanan ekonomik krizin etkisi devam eden Yununistan’da krizin faturası emekçilere çıkarılıyor. Emekçiler ise tepkilerini sokaklara dökülerek gösteriyor Yaşanan ekonomik krizin faturasını emekçilere kesmeye çalışan Yunanistan hükümetine karşı halk sokaklara iniyor. Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ve üniversite öğretim üyeleri grev kararı aldı. 1 gün sürecek olan grev 6 Ekim tarihinde yapılacak. Açıklamada bulunan ADEDY Genel Sekreteri İliyas İlyopulos, yapılacak grevin bir uyarı grevi niteliğinde olduğunu, eğer bu uyarı dikkate alınmasa yeni grev dalgasının başlayacağını duyurdu. Bu grevlerin Yunanistan İşçi Konfederasyonu’nun (GSEE) da katılacağı başka grevler le sürdürüleceğini söyleyen İlyopulos,

ya bu politikanın değişeceğini ya da halkın tepkisinin bu durumu değiştireceğini kaydederek hükümetin iki seçeneğinin olduğunu ifade etti. Hükümetin saldırı politikaları devam ederken yüksek eğitim alanında yapmak istediği değişikliklere tepki gösteren öğrencilerin, üniversitelerdeki işgal eylemleri sürüyor. Ayrıca üniversite öğretim üyeleri de 21 Eylül’de 24 saatlik grev kararı aldı. Yunan basınında çıkan haberlerde, öğrenci kuruluşlarının Atina Hukuk Fakültesi’nde gerçekleştirdikleri genel kurul toplantısında, ülkedeki tüm öğrenim kurumları kapatılıncaya kadar işgal eylemini sürdürme kararı aldığı belirtildi. Diğer yandan 55 yaşında olduğu ifade edilen bir kişi hükümeti ve ekonomi politikalarını protesto etmek için Selanik’te bulunan Çimiski Caddesi’nde hükümet aleyhine eylem yaptıktan sonra kendini yakma girişiminde bulundu.


16-17_Layout 2 9/21/11 11:01 AM Page 2

dünya 17

R HAZIR MI?

şikliklerin, halkın yararına ve bir devrim havası eşliğinde göstermektedir. Ancak Ortadoğu’da Arap Baharı diye adlandırılan dönemin ardından yaşanan gelişmeler aslında bu baharın nereye denk düştüğü görülecektir. Erdoğan’ın yaptığı geziler ve emperyalist ülkelerin bura üzerinden geliştirdiği siyaset, ülkemize kurulan Füze Kalkanı, NATO’nun bura ülkelerini işgali halk isyanlarının geldiği noktayı açıklıyor. Yeni bir diktatör yaratmak için eski diktatörün yıkılması... olup bitenin buradan uzağa gitmeyeceği aşikar. Mısır, Tunus ve Libya’da yeni dönem diye adlandırılan dönem halka karşı saldırıların pervasızca devam ettiğini göstermektedir.

Devrim mi oldu gerçekten? Aylarca basın organlarından göklere çıkarılan Arap ülkelerindeki halk isyanlarının sonuçları yeni bir diktatörü getirdi. Devrim olacak ya da halk ayaklanmaları diktatörleri devirdi gibi yaklaşımlarla methiyeler dizilen sürecin evrildiği yer yeni diktatörlerin çıkışını kolaylaştırdı.

rumlarda bundan böyle ciddi sınavlarla karşılaşacak. Türk dış politikası bağımsızlığını ilan etti” yorumları yer almıştı. İsrail ve TC arasındaki ilişkiler kimse için sır değilse de Erdoğan hem Türk hem Arap sokaklarını tanıyan ve onlardan destek alarak esasta gösterişli ve “harikulade bir devlet adamı” imajı vererek emperyalistlerin gözdesi oldu. Bu durumu da basın ve medya yoluyla tüm Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan halkına gösterdi. Yapılacak olan yeni düzenlemelerle ekonomik ve siyasal anlamda deği-

Evet halkın büyük bir isyanla yerle bir ettiği Tunus’ta eski rejimin tekrarı yaşanıyor. Sendikalar yasaklı, eylem yapan kitle en sert saldırıyla karşılaşıyor vb... Mısır’da ise geçen hafta İsrail Konsolosluğu’na yürüyen kitleye sert müdahalede bulunan ordu onlarca kişiyi gözaltına aldı. Libya’da ise sular zaten durulmadı. Hala yer çatışmaların yaşandığı bilinmekte vs. Halkın talepleri ne kadar meşru olsa da akacağı kanal önemli bir yer oluşturmakta. Bu ülkelerde yaşanan halk isyanları çıkışı itibariyle önemli bir durumda iken geldiği boyut itibarıyla bu önemi kaybetmiş pozisyondadır. Zira halkın yaşamında bir değişiklik yaşanmıyor. Bunun için kahin olmaya gerek yok. Son günlerde yaşanan trafik bunu daha aleni bir hale getirmiştir.

REDD Sanat ve Düşün

Kolektifi kuruldu Avrupa’da yaşayan Türkiye-Kuzey Kürdistan’lı Sanat-Düşün emekçileri 17 Eylül 2011 tarihinde yaptıkları toplantıyla kuruluşlarını deklare etti Avrupa’da yaşayan Türkiye-Kuzey Kürdistanlı Sanat-Düşün emekçileri bir bucuk yıldır sürdürdüğü Sanat ve Düşün örgütlenmesi çalışmalarını tamamlayarak 17 Eylül 2011 tarihinde gerçekleştirdiği buluşmayla kuruluşunu deklare etti. Yapılan toplantıda şu ifadelere yer verildi: “REDD adıyla Sanat ve Düşün Kolektifi–Avrupa olarak örgütlenerek önümüzdeki süreçte doğa ve insan merkezli emek faaliyetlerini sürdüreceğiz. Demokratik Sanatçılar Birliği(DSB) ve Enternasyonal Sanatçılar Birliği (IWAA) adlarıyla daha önceki deneyim ve tecrübeler

üzerinden, kolektif irade sonucu gerçekleştirdiğimiz kuruluş buluşmasıyla içinden geçtiğimiz süreçte yaşanan örgütsüzleştirme ve dağınıklığa karşı REDD örgütlenmesiyle yola koyulduk. Sanatı ve sanatçıyı kutsamıyoruz,ancak öneminin de yeterince farkındayız. Kolektif muhalifler olarak ezen ve sömürenlere karsı görevlerimizin bilinciyle safları sıklaştırmak için örgütleniyoruz. Kolektif bir şekilde, demokratik temelde sanatçının örgütlenmesi ve bu zemin üzerinden sanat ve düşün insanları-emekçileri olarak bir araya geldik. Kolektif kararlar alıp, işbölümü ile görev ayrışımında bulunarak yeni örgütlenme mevzisi REDD ile şimdi daha güçlüyüz. Tüm düşün ve sanat emekçileriyle ezilenlere uzanan yüreğimizi, emeğimizi ve ellerimizi birleştirmek icin merhaba...”

YÖNELİM

≫ kazım cihan

HUKUK VE ANAYASA

Ö

ncelikle belirtelim ki, burada vurgulayacaklarımız stratejik bir yönelimdir. Konuştuğumuz taktik siyaset değildir..

Toplumsal bir varlık olan insan, yaşamında, doğa ve tüm varlıklarla ilişkide, verili koşullardaki ilişkileri düzenlemede, hukuk elbette gereklidir. Komünistler açısından sosyalist devlette de hukuk-yasalar olacaktır. Bunu yadsıyan ve ne adına olursa olsun, kendisini hiçbir yasayla sınırlamaya tabi tutmayan bir yönetim biçimi savunulamaz. Koşullardan bağımsız, soyut, değişmez bir hukuk yoktur, olmamıştır. O, her bir toplumun ekonomik, sosyal, siyasal kültürel ilişkileri temelinde yükselen toplumsal yaşamın bir düzenleniş biçimidir. Buna bakmadan, her hukuk karşısında secde edilemez. Zira, Hammurabi’nin de, tüm gerici faşist devletlerin de, dinin de bir hukuku, kuralları vardır. Fiili toplumsal yaşam ilişkilerini, mülkiyet biçimini, üretim ve dağılım ilişkilerini bir kenara bırakıp, 1789 İnsan Hakları Bildirgesi ve sonrası insan hakları beyannamesiyle insanların eşit hak ve hukuka sahip olduğunu vaaz edenler yine revançta. Ezilenler devrim görevi yerine, haksızlıkları adeta “adalet tanrısı”na havale etmelidirler. Sömürücü düzenleri ve onun bir yürütülüş biçimi faşizm, yada teokratik rejimlerde salık verilen şudur; Devlete itaat et! Layık ol!.. Kamu-özel tüm hukuk, bu destura göre şekillenir. Neo liberal “demokratik uygarlık” paradigmasının seçimler, genel oy hakkı-parlamento ve temsili hükümet retoriği ve ideolojik hegomanya manipülasyonlarının demokratik cephe savaşçılarının yaptıkları şey, burjuva devleti yüceltmedir. Şimdi de, sıfır kilometre -sivil anayasa- için saf tutmuşlardır. Varolmayan sözde özgürlükler -anayasal- hukuk düzeni aldatmacasıyla pazarlanmaktadır. Halk kitlelerini yanılsatmalar stratejisiyle devrimden koparıp, düzene entegre etmeye karşı durulmalıdır. Burjuva devlet devrimle parçalanıp, halkın eğemenliği tesis edilmeden halk anayasası olmaz. Kitleleri kontrolde tutma, sürdürülemez eski statükoyu yürür duruma getirme planı, anayasal oyunlarla icra edilmektedir. Parlamenter -laklakhane- gevezeliğiyle halkın devrimle gerçekten egemen olması önlenmeye çalışılmaktadır. Anayasal hayalleri gerçeğin yerine koyan tasfiyecilik, formel-biçimsel eşitlik hukuk yalanı ve faraziyelerle burjuva egemenliğin hizmetindedir. Burjuvazi tarafından ezilen çoğunluk yokmuş gibi, burjuva partiler çoğulculuğunu, burjuva devlet durumunu, halk için demokrasi olarak gösterenler büyük bir dolandırıcılığın oyuncağı durumundadırlar. Silahlı ordusu bürokrasisi-özel mülk dünyası, sömürüsüyle burjuva devlet varken, bu ortamı aşamamış, kitlelerin özgürlüğünden nasıl bahsedilebilinir? Tüm toplumsal sorunları, devrimle birleşmiş ve bizzat onu sürdüren ve temsili değil iktidarı bizzat icra eden kitlelerin iradesi çözer. Hukuksal beyanlar ve anayasal hayaller değil. Dev-

rimle burjuvazi arasında yalpalayan, bağımsız devrimci bir alternatif değil, düzen sınırları içinde özgür toplum düşleyenler, “ikili iktirdarcılar” “yamalı demokratlar”, devrimden vazgeçişlerini zaten beyan etmiş durumdadırlar. Burjuva rejisörlerin hazırladığı siyaset sahnesinin burjuva liberal fügüranlarının çağrısı, özünde burjuva devlet çiftliğinin artıklarıyla beslenme, boyun eğme durumudur. Neo-liberal Türk İslam oligarşik devletinin yeniden yapılandırılmasına reformist ceset demokrasi diye selam durmaktadır. Devletin burjuva-feodal niteliğine rağmen onun koşullarında halk için anayasa ham bir hayaldir. Sivil anayasa ile “demokratik cumhuriyet”e ortak vatan ve kurucu meclis ile özgür topluma, gitme mühendislerinin konsepti, kitleleri oyalamadır. Kulis odaları, burjuva eğemenliğin “demokratik” deklerasyonu parlamenterizm lafazanlığı, ordunun demokratikleştirilmesi(!) ustalığından halkın anayasası çıkmaz. Türk egemenlik sisteminin rötuşünden, Kürt ulusu ve azınlıklara özgürlük çıkmaz. Emperyalist stratejik yeniden yapılandırma çerçevesindeki statüko ameliyatları, burjuva düzenin sürdürülebilir duruma getirilmesi çabasıdır. Koşullar zaten bunu zorlamaktadır. TESEV, müzakereler, Oslo görüşmeleri ile egemenler, Kürt silahını kırmaKürt’ü tasfiye etme peşindedirler. Olayları kriminal bakış açılarıyla ele almanın, spekülasyonlarla karşılamanın, skandallar mantığıyla izah etmenin, hayretle şaşırmanın gereği yoktur. Görüşmeler yıllardır sürüyor. Müzakerelerde, her şey, belli-açık çizgilerin mecrasında yürüyor. Uzlaşma-antlaşma bu çizgiler temelinde yükseliyor. Dönem-dönem “barış” ve bazen de “savaş” söylemlerinin yoğunlaşması, genel doğrultuyu görmeye hiç de engel değildir. ABD himayesinde Pensilvaya”lı Gülen’in projesi bellidir. ABD”nin stratejik bir kartı olarak bölgede güç olmak bunun için şoven bazı sivrilikleri törpüleyerek, Kürtü tavlamak... Ilımlı denilen emperyalist İslam demokrasisi ile, fırtınaların devrime esmesinin önünü kesmek. Rejimi reorganize etmek... Polis, ordu, yargı, burokrasindeki gelişmeler, AKP Kürtü ve Alevisi açılımları bu plan doğrultusundadır. Kitlelerin demokratik haklar mücadelesini devrime bağlı olarak savunacagız. Siyaset sahnesinde meydanı boş bırakmayacağız. Kitlelerin geriliklerini, onların mücadelesine seyirci kalmanın gerekçesi yapanlar skolastik lafazanlardır. Devrimsiz dönüşümcü liberallere ve tüm egemenlere devrimin sözü şudur; Kim ne derse desin, biz yolumuzda yürüyeceğiz! Türk demokrasisi için, silahsız-legal siyaset kapılarına, meclise buyur davetlerine, sukünet çağrılarına neden olan halkın başkaldırısıdır. Bu başkaldırı, köhnemiş kurumsal statükoyu çöpe yolcu etmiştir. Yerine burjuvazinin yeniden üretimini sağlama alma planlarının kılıçlarına “boynumuzu vurmaları” için uzatamayız.. Kim ne derse desin sen bildiğin yolda yürü.. Devrim ile!..


18-19_Layout 2 9/21/11 9:47 AM Page 1

18 okur

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

Kavgaya sevdalı bir yürek; Ozan yoldaş

Yayın hayatımıza başladığımız günden itibaren planladığımız okur sayfamızın uzun süreli bir gecikmeyle pratikte yaşam bulması bizler açısından büyük bir eksiklik olmakla beraber, bu eksikliği bugünden giderecek bir hat tutturmanın önemininde farkındayız. Bu sayımızdan itibaren okurlarımızın yazılarını sayfalarımızda yayınlayacağız. Bundan dolayı bütün okurlarımızın paylaşımlarıyla gücümüze güç katmasını ve gazetemizi güçlendirmesini bekliyoruz. Gazetemizin teknik özellikleri göz önüne alınarak yazıların uzun tutulmaması hem yayınlamak hemde bir sayıda birkaç okur yazısına yer vermek açısından özen gösterilmesi gereken bir durumdur. Bu sayımızda 2011 Haziran ayında 2 yoldaşıyla birlikte ölümsüzleşen Ozan Derman yoldaşa ilişkin kaleme alınmış yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

da kararlı bir yürek bırakarak şehit düştü. Şairin dediği gibi “…ölümü arzularken yaşama olan sevdasını…” haykırarak aramızdan ayrıldı. Ozan yoldaşla birlikte Ovacık’ta şehit düşen İsmail ve Abidin yoldaşlarımızın mücadelesini geliştirmek ve güçlendirerek ileriye taşımak bizim öncelikli görevlerimizdendir. Halk Savaşı’nda kayıpların olabileceği gerçekliğini atlamadan şehitlerimizin bıraktığı yerden kavga bayrağını hep daha ileriye taşıma kararlılığımız bizlere güç veriyor. Onların yarattığı değerleri ve ilkeli yaşamı kavrayarak Kaypakkaya’dan günümüze verdiğimiz yüzlerce şehidimizin taşıdığı mücadele azmini ve kararlılığını yaşatmak bizim esasımızdır. Onların bıraktığı savaş siperlerini Halk Savaşı’na katılım göstererek doldurmak ve Kaypakkaya’nın çizdiği kızıl güzergahta hayatı çoğaltmak için mücadeleye omuz vermek hedefini canlı tutmamız gerekiyor.

***

Onları yaşatmanın en iyi yolu sınıf mücadelesini geliştirerek güçlendirmek ve hakim sınıfların iktidarına son vermek için Halk Savaşı’nda ısrar etmektir. Gün ne devrimci lafazanlık yapmanın ne de teslimiyetin teorisini yapmanın zamanıdır. Gün halkın ordusunda örgütlenerek mücadeleyi büyütmenin günüdür.

Ozan yoldaşla yaklaşık 4 yıl önce tanıştım. Aynı alanda kısa bir süre faaliyet yürütmemize rağmen yoldaşlık ilişkilerimizi adım adım geliştirdiğimiz bir sürece tanıklık ettik. Genellikle sakin bir duruşu vardı. Yaşamdaki enerjik duruşuyla kendini sürekli geliştirme çabasını ve mücadeleye olan bağlılığını anlatmadan geçmek onu eksik anlatmak olur. Kendini ileriye taşıma çabasının yanında coğrafyamızdaki devrimci hareketleri de tanımaya ve anlamaya çalışıyordu. Sosyalist basını olanakları ölçüsünde takip etmeye çalışır, okuduğu yayınlarla ilgili bütünlüklü değerlendirmeler yaparak sentezlere ulaşırdı. Onun en sevdiğim yanlarından biri, anlatmak istediğini kısa, özlü ve net olarak anlatmasıydı. Söylemek istediğini dolambaçlı yollara sokmadan direkt söylerdi. Bu özelliği ondaki ideolojik netliği açıkça ortaya koyar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken okulu bitirme ve güvenli bir gelecek gibi bir kaygıya hiçbir zaman kapılmadan devrimci mücadele içerisinde yerini aldı ve gözünü kırpmadan yaşamı kucaklamak için ölüme yürümeyi bildi. Bu duruşu da ondaki ideolojik netliği gösteren önemli bir veridir. Ozan yoldaş sürekli kendini yenilerken ideolojik konularda derinleşmeye çalışırdı. Bütün bunları da rastgele bir tarzda değil, belli bir plan program üzerinden yürüyerek yapardı. İdeolojik kavrayışını derinleştirebileceği kitapları okumayı da hiçbir zaman ihmal etmezdi. Araştırmaya olan ilgisinin yanında okumaya da geniş zaman ayırırdı. Dünya klasiklerinden okumadığı kitap neredeyse yoktu. Birbirimize okuyup beğendiğimiz kitapları tavsiye ederdik. Şolohov’un Durgun Don romanını okuduğunda çok beğendiğini söylemişti. “Neden beğendin” diye sorduğumda “Bu kitapta savaşın ta kendisi var, bütün çelişkileriyle hayatın ta kendisi” demişti. Bir araya geldiğimiz zamanlarda şiirler okumamı isterdi. Özellikle 1994’te şehit düşen Cömert Kayar’ın 1991 yılında Karadeniz’de şehit düşen Hasan Toy için yazdığı “Yoldaşa Mektup” adlı şiiri, benden okumamı istediği şiirlerden biriydi. Şiiri coşkulu bir şekilde okurdum. O da heyecanıyla ve gözlerindeki sıcak gülüşüyle enerjisi-

ni ortamımıza katarak sessizce dinlerdi. Ve yeniden bir araya geldiğimizde bu şiiri mutlaka yeniden okumamı ister ve dinlerken aynı heyecanı ve coşkuyu yeniden yaşardı. Şiirin aşağıda bulunan bölümünü okuduğumda coşkusu giderek artardı. Bunu gözlerinden anlardım.

perlerine giderken enerjisi ve sakinliğiyle bütünleşen kişiliğiyle en önümüzdeydi o… Gidişinden kısa bir süre önce doyasıya sohbet ettiğimizde, ondan ayrılacak olmanın hüznünü yaşarken mücadeleye katıldığında yapacağı önemli katkıların bilinciyle coşkum daha da arttı.

“… Evet Orhan yoldaş,

Ozan yoldaşla bir sohbetimiz sırasında “eğer ikimizden biri şehit düşerse yaşayan kişi şehit düşen kişinin mücadelesini yaşatmak için onu anlatan bir yazı kaleme alacak” demiştik. Ozan yoldaşa “Beni en iyi sen anlatırsın, eğer mücadele içerisinde şehit düşersem, sen yazarsın benimle ilgili düşündüklerini” demiştim. Onun gidişinin ardından soluğunu sizlere taşımak görevi bana kaldı. Ozan yoldaşın aramızdan fiziki olarak ayrılmasının acısını yüreğimde taşırken gelişmeye açık yanlarıyla aramızdan erken gidişinin hüznünü yaşıyorum.

Çıkar Bitlis paketlerini, Çayın çayın da az geldi, Ateşi büyütmen, Çaydanlıkları çoğaltman lazım, Yüz kere bin kere daha demle, demle güzelim çayı, Ve benden bizden hepinize kızıl selamlar, Güneşe durmuş ak alnınızdan öperim, öperiz.” Kavga siperlerine atılmadan önce yaptığımız bir sohbette, devrimcilerin de eksik yanları olabileceğini, onların mücadelesini anlatırken eksikliklerini ve hatalı yanlarını da görerek değerlendirme yapmak gerektiğini söylemişti. İnsanın eksik yanlarının bilincine vararak kendini ileriye taşıması gerektiğinden söz ediyordu. Mücadelenin ileri mevzilerine kendini taşıma kararlılığı ve özgüveniyle her koşulda sakin yapısını koruyarak atılım gösterdi. Mücadele içerisinde gerektiğinde çok ağır bedeller ödemek gerektiğinin bilincinde olarak yoluna devam etti. Hayatı kucaklamak için ölüme yürümeyi bildi. Umudun ilmek ilmek örüldüğü savaş siperlerine adımını atma kararını öğrendiğimde sevinmedim diyemem. O dönemlerde sevinci ve coşkusu doruk noktadaydı. Halk Kurtuluş Ordusu (HKO)’nun kavga si-

Yaşamdaki kararlı duruşuyla ve ideolojik netliğiyle bizlere çok şeyler kattı. 25 yıllık kısa yaşamına onurlu bir yaşam ve kavga-

Ozan yoldaş mücadele içerisindeki ilkeli, kararlı tutumuyla ve ideolojik duruşundaki netlikle düşmanın kurduğu hain bir pusuda son mermisine kadar çatışarak şehit düştü. O verdiği mücadeleyle tasfiyecilik rüzgarlarının giderek derinleştirilmeye çalışıldığı günümüz koşullarında, kavga siperlerinde yerini alarak mücadelenin en önünde Kaypakkaya’nın yolunda ilerleyen önemli bir kilometre taşı olduğunu gösterdi. Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının mücadele coşkusunu büyüterek kitlelerle bütünleştirmek için halk savaşı siperlerinde gözünü kırpmadan yerini alan mütevazi savaşçılardan biri olarak yaşadı. Ozan yoldaşı Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirinden bir bölümle sonsuzluğa uğurluyorum: “… Diyelim ki döğüşülmeye değer bir şeyler için Diyelim ki cephedeyiz Daha ilk hücumda daha ilk o anda yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün Acı bir hınçla bileceğiz bunu Gene de çıldırasıya merak edeceğiz Belki de yıllarca sürecek olan savaşın sonunu…” Ozan yoldaşı kavgamızda yaşatacağız…

İstanbul’dan bir okur

KOMÜNİST ÖNDER CAFER CANGÖZ’ÜN ANNESİ FATMA CANGÖZ 9 EYLÜL’DE YAŞAMINI YİTİRDİ. CANGÖZ AİLESİNE VE YAKINLARINA BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUZ

Halkın Günlüğü Gazetesi


18-19_Layout 2 9/21/11 9:47 AM Page 2

kültür sanat19

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

Mazgirt Belediyesi’yle dayanışma etkinliği

Zorunlu göçler, baskı ve zulumle biat etmeye zorlanan bu coğrafyanın halkın emeği ve gücüyle inşa olacağı ifade edilen bildiride “örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” vurgusu yapılarak “Göçler ve sürgünlerle topraklarından kopartılan Mazgirtlilerin ve Mazgirt’e yüzü dönük olan dostlarımızın dönebilecekleri, gelip kalabilecekleri bir ilçe oluşturmak için, emeğimize emek katan her cana şimdiden teşekkür ediyoruz. Bütün güzel yürekli dostlarımızı ve kurumlarımızı birikimlerini, deneyimlerini, önerilerini, küçük büyük demeden olanaklarını, fikirlerini, emeklerini, üretimlerini Mazgirt halkıyla paylaşmaya davet ediyoruz.” denildi.

Tüm Mazgirtliler ve iyiden, güzelden yana olan dostlar, sizleri dayanışma gecemize omuz vermeye çağırıyoruz Mazgirt Halkı ve Belediyesi’yle Dayanışma Komitesi bir açıklama yaparak 16 Ekim’de gerçekleştireceği Mazgirt Belediyesi’yle Dayanışma Etkinliği’ne katılım çağrısı yaptı. “Daha Güzel ve Yaşanabilir Bir Mazgirt Yaratmak için Umudumuzu ve Emeğimizi Birleştirelim” başlığının bulunduğu çağrı metninde “Tüm Mazgirtliler ve iyiden, güzelden yana olan dostlar, sizleri dayanışma gecemize omuz vermeye çağırıyoruz. Acılar, yoksulluklar, yok saymalar ve elbette ki tüm bunlar karşısında onurlu duruşundan taviz vermeyen tarihiyle, Dersim coğrafyasının bir parçası olan Mazgirt, göçler ve sürgünlerle insansızlaştırılan bir coğrafyada payına düşeni fazlasıyla alan ve almaya da devam eden bir ilçemizdir. On yılların biriktirdiği sorunlar karşısında, ‘Halk kazanacak, Halk yönetecek’ şiarıyla başladığımız çalışmalar bo-

PROGRAM

yunca, ister Avrupa’da ister ülkemizde, kendisine devrimciyim, yurtseverim, demokratım, sosyalistim diyen ve yüzünü o coğrafyaya dönüp bakan bütün dostlara ihtiyacımız vardır. Kim hangi pencereden bakarsa baksın, nasıl düşünürse düşünsün, o coğrafyanın sorunları, sıkıntıları bi-

zim ortak paydalarımızdır. Bu anlamda Avrupa ve uluslararası boyutta kim nerede yaşıyorsa yaşasın; bütün dostlarımızdan, Dersimliler ve Dersim dostlarının ama mutlaka ve mutlaka Mazgirt halkına, umuduna bir umut katmalarını istiyoruz.” ifadeleri kullanıldı.

Ozan EMEKÇİ, Ozan RENÇBER, Pınar SAĞ, Umut ALTINÇAĞ, Ali Haydar ve Devrim, Grup FİAZ, Sinevizyon Konuşmacılar: Tekin Türkel ve Mehmet Ali Çankaya Tarih: 16 Ekim 2011 pazar Saat: 13:00 Yer: Mozaik Salonu SchererstraBe 4 A1210 Wien

Mezopotamya Sosyal Forumu Amed’de başlıyor Bu yıl ikincisi örgütlenen Mezopotamya Sosyal Forumu “İnsanlık için, kapitalizme ve sömürüye karşı, özgürlük kazanacak” sloganıyla 21-25 Eylül tarihleri arasında Amed’de yapılacak II. Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) 21 - 25 Eylül 2011’de “İnsanlık için, kapi-

talizme ve sömürüye karşı, özgürlük kazanacak” şiarıyla Amed’de yapılacak. Foruma, Arjantin, Ekvador, Brezilya, İtalya, Almanya, Rusya, Mısır, Tunus, Lübnan, Filistin, Yemen, Irak, Federal Kürdistan Bölgesi, İran, Suriye, Ermenistan, Fransa, Cameron ve Nijer gibi ülkelerden çok sayıda gençlik örgütü temsilcileri katılacak. Tiyatrolar, belgesel gösterimleri, resim sergileri ve açık alan etkinliklerinin de

yapılacağı forumda, “Ekoloji”, “Dil”, “Gençlik” ve “Kolektif Halklar Grubu” adı altında konular işlenirken, Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) de yapılacak olan forumlarda görüşlerini ifade edecek. DGH, forum süresince Amed’de kuracağı “Demokratik haklarımız için örgütleniyoruz! Özgürlüğümüz için başkaldırıyoruz!” çadırıyla, ulusal ve uluslararası kamuoyuna mücadelesini aktaracak.

YÇKM’de yeni dönem kayıtları başladı Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) yeni dönem atölye çalışmalarıyla ilgili kayıt almaya başladı. 2011-2012 dönemi çalışmaları ekim ayında başlayacak. Atölyeler arasında keman, bağlama, gitar, yan flüt, tiyatro, fotoğrafçılık, konservatuara hazırlık, yetişkinler ve çocuklar için tiyatro eğitimi, yetişkinler için koro ve halk oyunları kursları bulunuyor. Yeni dönemde şan eğitimi, çocuklar için drama atölyesi, perküsyon (ritim), senaryo ve piyano dersleri de verilecek. 2 Ekim Pazar günü, Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda yapılacak etkinlikle yeni dönem çalışmalarını başlatacak olan YÇKM, Grup Munzur, Metin Kahraman ve Erdal Bayrakoğlu konserlerinin yanı sıra kendi bünyesinde bulunan tiyatro ve halk oyunları topluluklarının da üretimlerini halkla buluşturacak.

Yılmaz Güney mezarı başında anıldı Yılmaz Güney ölümsüzlüğünün 27. yıldönümünde Paris’teki Père Lachaise Mezarlığı’nda anıldı. Anma etkinliği AvEG-Kon’a bağlı Türkiyeli Göçmen İşçiler Kültür Derneği (ACTİT), Fransa Demokratik Haklar Federasyonu (FDHF), Bir-Kar, Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), Odak ve Alınteri tarafından organize edilirken Güney’in mezarı başında “Devrimci sanatçı Yılmaz Güney ölümsüzdür” pankartı açıldı. Yılmaz Güney şahsında devrim şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından Güney’in yaşamını anlatan bildiri okundu. Yapılan anma, söylenen marşlar ve “Devrimci sanatçı Yılmaz Güney ölümsüzdür” sloganının atılmasıyla son buldu.


20-21_Layout 2 9/20/11 4:54 PM Page 1

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

Devrimci-halkçı yerel ››

Devrimci-halkçı yerel yönetimler sempozyumu ülkemizde pratik adımları atılan yerel yönetimlerin gelişmesinde önemli bir yerde durmaktadır. Konuya ilişkin Dersim’in Mazgirt ve Hozat ilçelerinde sempozyumun ön çalışmalarına katılan akademisyen, sosyolog, şehir plancısı, sendikacı, mühendis, aydın ve yazarların görüşlerine yer veren ve sempozyumu güçlendirdiğini düşündüğümüz dosya çalışmasının üçüncü ve son bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘Küçük kentin büyük etkinliği’ Geçtiğimiz yıl Radikal Gazetesi’ne yazdığım bir yazıda Munzur Doğa ve Kültür Festivalini, “küçük kentin büyük etkinliği” olarak tanımlamıştım. Gerçekten de (ve özellikle) önceki yılların programlarına bakıldığında, festival bir yönüyle uluslararası bir kongre havasında geçmekteydi. Hemen her yıl konuşmacı ya da dinleyici olarak katıldığım festivalin bu havası ben de her zaman derin bir sevinç yaratmıştır. Fakat galiba kayıtların belgeye dönüşmemesi ve dolayısıyla yayına konu olmaması bu festivaller zincirinin ihmal edilen alanları olduğunu da gösteriyor. (Bu vesileyle Sosyal Bilimlerin lisansüstü öğrencilerini Munzur Festivallerinin değişik boyutları üzerine tez yazmaya davet ediyorum)

dillerin kendilerini üretmesini saygıyla karşılıyoruz” dedikten sonra “ama” ile devam eden ve bir önceki cümleyi anlamsız hale getiren yeni cümleleri festival sırasında çokça duymak doğrusu üzücü ve şaşırtıcıydı. Bu tartışmada “ama”lar, politik uyanıklığa işaret ediyor olsa da gereksizdir.

Şükrü Aslan (Sosyolog)

Mazgirt ve Hozat Belediyelerinin öncülük ettiği ve yakın bir gelecekte gerçekleşeceğini umduğum sempozyumda tüm sosyalist, demokrat, yurtsever belediyecilik deneyimlerinin birbirine temas etmesini, deneyimlerini paylaşmasını dilerim.

Son yıllarda festivallere yansıyan ve benim de net şekilde görebildiğim en önemli hususlardan biri, düşünsel yarılmanın festivali doğrudan etkilemesidir. Bunun görünür bir dizi örneği var. Ayrıca yüzlerce farklı kişiden “festival eleştirisi” dinlemek doğrusu insanda endişe yaratıyor. Bu düşünsel yarılmanın özellikle kimlik meselesinde kendini hissettirdiği gözlemlenebiliyor.

Bu yıl Hozat Belediyesi’nin ev sahipliğinde yaptığımız ve benim de konuşmacı olarak bulunduğum “Dersim’de Kimlik Tartışmaları” başlıklı panele gösterilen ilgi (ve ne yazık ki soru sormaya zaman kalmamasının yarattığı gerilim) kentte bu konuya gösterilen hassasiyetin çok yüksek seviyede olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu konunun festivalin ana teması olarak ele alınmasının bir ihtiyaç haline geldiğine işaret ediyor. Dersim’in çoğul kimlikler alanı olduğu gibi temel bir gerçeği modernist ve milliyetçi bakış açısının dışından ve olgunlukla tartışma ihtiyacımız çok açık olarak görülüyor. Daha somut olarak söylemek gerekirse bu coğrafyanın her zaman baskın bir kimliği vardı (Kızılbaş Alevilik) ve fakat bu coğrafya her zaman çoğul kimlikler alanıydı. (Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, Sunni vb.) Bu nedenle Dersim’deki kimliklerin her birinden söz ederken muhakkak özenli bir dil kullanmak gerekir. “Biz bütün kültürlerin ve

Sanırım özellikle kimlik meselesinde akademik derinlik ve politik olgunluğun hakim olduğu bir atmosferde festival programları daha özenle hazırlanabilir; her dilin ve kültürün öncelikle festival ortamında kendini görünür kılmasına olanak sağlanabilir ve tam da böyle bir ortamda festivalin çok önemli etkinlikleri Dersim’in sınırları dışında da etkisini gösterebilir.

Bu yıl gerçekleşen festivalde işaret etmek istediğim önemli deneyimlerden biri şüphesiz Mazgirt ve Hozat Belediyelerince örgütlenen Halkçı Devrimci Belediyecilik Sempozyumu girişimiydi. Mazgirt’te açık alanda konuyla ilgili yapılan toplantıda Belediye Başkanı sayın Tekin Türkel’i dinlerken, bir toplumun kendi olanaklarıyla, devletin dolduramadığı hemen tüm boşlukları doldurabilecek bir dinamik yaratmış olduğunu gördüm. Sistem, bu akış kanallarının özgürce kullanılmasına güvenli bir ortam yaratsa yeter aslında. Yani bu dinamik kendine yetebilir. “Her şeyi devletten beklemeyelim” diyen liberalizmin tezini düşününce bu topraklarda kimsenin devletten bir beklentisi olmadığı olgusu daha anlamlı hale geliyor. Mazgirt ve Hozat Belediyelerinin öncülük ettiği ve yakın bir gelecekte gerçekleşeceğini umduğum sempozyumda tüm sosyalist, demokrat, yurtsever belediyecilik deneyimlerinin birbirine temas etmesini, deneyimlerini paylaşmasını dilerim. Bu deneyimler üzerinden sınıfsal, kültürel, siyasal yeni pencerelerden bakabilme imkanları da ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Hozat ve Mazgirt Belediye Başkanlarını bu çalışmalarından dolayı kutluyorum; bu süreci ilgili belediyeler adına örgütleyen akademi çevresinden genç arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Kişisel olarak bu sürece katkıda bulunmaktan mutlu olduğumu da belirtmek isterim.

Madunların elindeki tek silah Sözü dolandırmanın âlemi yok; bir yandan bölgesel denge(sizlik)ler, bir yandan durmaksızın patlayıcı biriktiren iktisadî koşullar, bir yandan da Kürt sorununa “düzen-içi” bir çözümün olanaksızlığının iyice açığa çıkması, bu ülkenin gericiliğe doğru dümen kırmasına neden oldu. Bu koşullar altında, devrimcilerin, sosyalistlerin elinde olduğu yerel yönetimlerin durumu hem büyük önem kazanmakta, hem de büyük ölçüde kırılganlaşmaktadır.

Sibel Özbudun

Sempozyumun, kapitalist yıkım ve talan ortamındaki devrimci/sosyalist yerel yönetimlerin, hayata geçirilebilir alternatifleri tartışarak hem kendi aralarında, hem bu ülkenin devrimcileri/sosyalistleri arasında, hem de uluslararası planda, kapitalizm karşıtı dinamiklerle dayanışma yaratmayı amaçlayan ve bunu hayata geçirme konusunda bir adım oluşturan bir kurguya dayandırılması.

Önem kazanıyor, çünkü yönetimdeki devrimcilerin, sosyalistlerin başarısızlıkları bu toplumda yerleşikleşmiş olan sola yönelik umutsuzluğu ve güvensizliği bir kez daha perçinleyecek, karamsarlığı arttıracak, oysa başarılar, yalnızca yönetimlerin ilişkili olduğu devrimci/sosyalist kesimler arasında değil, tüm bir devrimci/sosyalist cenahta özgüveni ve umudu çoğaltacaktır.

Kırılganlaşıyor, çünkü bu yerel yönetimler

seleflerinden devasa miktarlarda borç ve yolsuzluk mirasından başkaca bir şey devralmadıkları koşullarda ve yoksul bölgelerde, yoksulların desteğiyle, üstelik de “battıklarını” görmekten fazlasıyla sevinecek “düşmanca” bir siyasal iktidara rağmen, iş başına gelmiş durumdalar. Çoğunun kasası tamtakır, borçları Demokles’in kılıcı gibi bir “terbiye aracı” olarak tepelerinde sallandırılıyor; memurları en iyi olasılıkla bezgin ve kayıtsız, vb. vb. Ezcümle, koşulları zor; bu zorlukların aşılması ise, madunların elindeki tek silah olan dayanışmanın harekete geçirilmesine bağlı. Üstelik de söz konusu Dersim’in yerel yönetimleri olduğunda, yalnızca ulusal/yerel değil, küresel ölçekli bir dayanışmayı örmek, mümkün.

Birkaç bakımdan: Dersim, eşine pek az rastlanan bir zulüm ve direniş coğrafyası olarak hak ediyor bu uluslararası dayanışmayı. Kaç kentin (yakın) tarihinde, iktidarın kadınerkek, yaşlı-çocuk demeden kendi insanları


20-21_Layout 2 9/20/11 4:54 PM Page 2

fDevrimci-Halkçı Yerel Yönetimler

dosya 20-21

yönetimler için ileri... Dersim belediyelerinin nitelikleri

Kentsel gelişme potansiyellerinin az olduğu bu ilçelerde yoksulluk da göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara ve yoksullara verilecek hizmetlerle ilgili hedefler ve projeler üretilmelidir.

Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler çalışmalarından

üzerine bomba yağdırması, adının tarihten silinmesi, evlatlarının bağrından kopartılarak asker ailelerine dağıtılması… vardır? Kaç kent tüm bunlara karşın adı ve onuru için onlarca yıl direnmeyi bilmiştir? Kaç kent tektip bir inancın baskıcılığında, gözelerini, ziyaretlerini, ibadetlerini kıskançlıkla korurken bir yandan da okuyan gençleri, yurt dışına uzanan dalları, metropollerdeki kültürel faaliyetleri, yetiştirdiği bilim insanları, sanatçılar, ozanlar, yazarlarla dünyaya açılabilmiştir? Evet, Dersim bir yandan da iyi yetişmiş, dünyaya açık evlatlarıyla olanaklı kılıyor bu dayanışmayı. Şu hâlde Dersim’li yerel yönetimler, sahip oldukları değerler aracılığıyla hem ulusal hem de küresel ölçekte bir dayanışmayı harekete geçirebilirler: eşine az rastlanan bir zulüm ve direniş tarihlerini, akarsularını kapitalist rant kaynağı olarak pazarlamaya çabalayan iktidara ve şirketlere karşı hem yaşam alanları hem de kültürlerini korumak için sürdürdükleri mücadeleyi, Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli veçhelere bürünen asimilasyonist çabalar karşısında, ve şimdilerde de Fethullah cemaati eliyle sürdürülen Sünnileştirme girişimlerine karşı kültürlerini kendileri tanımlama yolundaki mücadelelerini anlatarak, kendilerini “Başka bir dünya mümkün” diyenlere açarak sağlayabilirler bu dayanışmayı. Son yıllarda yeryüzünün lanetlileri arasında, dünyanın zorba efendilerinin egemenliğini alt etmek toprağı, havayı, suyu, kültürü, yani yaşamın bütününü

3.

BÖLÜM

kapitalizmin egemenliğinden kurtarma, halklara yaşam alanı açma konusunda verilen mücadelelerin deneyimlerini paylaşabilirler, benzer savaşımları sürdürenlerle. Alternatif tarım, alternatif turizm, alternatif enerji kaynakları gibi deneyimlere katılarak bir yandan malî darboğazı aşma konusunda yol alabilir, teknik bilgi ve donanımlarını geliştirebilirler, bir yandan da “kapitalist olmayan” ve doğa ve insan yaşamına, çeşitliliğine saygılı yaşam planlarının varlığını, geçerliliğini kanıtlayabilirler, görmek isteyenlere…

beklerken arşivlerde tozlanan yüzlerce “yerel yönetim” paneli, konferansı, sempozyumu vb. gerçekleştirilmiştir.

Dahası, bizatihî kültürel çeşitliliğinin Dersimliler için bir zenginlik kaynağı olduğu, 2011 festivaline katılan Ermeni konukların coşkusuyla açığa çıktı. Yerel yönetimler, eski sakinlerinin torunlarına kucak açarak, hem “halkların kardeşliği” ilkesini fiilen yaşama geçirebilir, hem de bu ülkenin kördüğümlerinden birinin daha çözülmesinde hepimize yol gösterebilirler.

Kanımca en uygunu, sempozyumun, kapitalist yıkım ve talan ortamındaki devrimci/sosyalist yerel yönetimlerin, hayata geçirilebilir alternatifleri tartışarak hem kendi aralarında, hem bu ülkenin devrimcileri/sosyalistleri arasında, hem de uluslararası planda, kapitalizm karşıtı dinamiklerle dayanışma yaratmayı amaçlayan ve bunu hayata geçirme konusunda bir adım oluşturan bir kurguya dayandırılması. Bunun yanı sıra, katılımcılar kuramsal ufuklarını zenginleştirirken, hepimizin alternatif medya, ekolojik tarım teknikleri, katı atıkların enerji üretiminde kullanılması, kadınlar için kent planlaması, doğaya ve kültürel çevreye saygılı turizm, vb. merkeze kârı değil de yaşamı yerleştiren somut tasarımlar konusunda daha önce bilmediklerimizi öğrenmiş ve yeni sorularla yüklü olarak ayrılacağımız bir sempozyumun, sonuç getirici olacağını düşünüyorum.

Yapılması tasarlanan sempozyumun, bu gibi konularda somut önerilerin geliştirilip tartışılmasını sağlayacağı ölçüde, son derece yararlı olacağını düşünüyorum. Kanımca sempozyum organizatörleri, birkaç noktayı dikkate almalı: Salt akademisyenlere ses vererek sempozyum programının aşırı kuramsal ve akademik bir yük altında yitip gitmesinden kaçınılmalıdır. Ülkemizde hemen hiçbiri, harcanan yüzlerce kiloluk kağıt dışında hemen hiç iz bırakmadan tamamlanan, ve belgeleri müstakbel araştırıcıların ilgisini

Sempozyum, salt yerel yönetimleri elinde tutan sol siyasal yönelimler arasında ittifak (ya da siyasal hesaplaşma) alanı olarak da görülmemeli, “ideolojik mücadele”ye kurban edilmemelidir. Nihayet sempozyum, salt yerel yönetimlere değgin “teknik” konuların (sağlık hizmetleri, kanalizasyon sistemi vb.) tartışıldığı, ufuk kısırlaştırıcı bir alan olarak da kurgulanmamalıdır.

Dr. Binali TERCAN (Şehir ve Bölge Plancısı)

Sempozyum hazırlıkları iki çalışma halinde değerlendirilerek sürdürülmelidir. Çünkü düzenleme komitesindeki belediyelerin uygulamaları sempozyum hedeflerini yansıtamayabilir.

Birinci çalışma; bir model oluşturmayı hedefleyen, üniversitelerin ve akademisyenlerin ağırlıklı çalışmalarıyla şekillenen bir sempozyum düzenlenmesi. İkinci çalışma ise; özellikle sosyalist belediye başkanlarının seçildiği belediyelerde teknik, mali, idari ve coğrafi konumu itibariyle yetersizliklerin giderilmesi bağlamında teknik kapasitenin artırılmasına yapılabilecek katkıların tartışılabileceği çalıştaylar düzenlemek. Belediyelerin sorunlarıyla ilgili çalıştalar; —Teknik altyapı ve fiziksel planlama çalıştayı —Sosyal, siyasal ve çevre sorunları çalıştayı —İktisadi sorunlar çalıştayı şeklinde düzenlenmelidir. Bu çalıştaylar sonucu tespit edilen sorunların çözümleri için hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için de stratejilerin oluşturulması gerekir. Bu süreçler, belediyelerin özeliklerine göre değerlendirilerek projelendirilebilir. Özellikle İlçe belediyeleri kırsal nitelileri ön planda olan yerleşim birimleridir. Zorunlu göçün de etkisiyle buralardaki temel sektör tarıma, kısmen de hayvancılığa dayalı iş alanlarıdır. İç güvenlik hizmetleri dışında hizmet sektörü yok denecek kadar azdır. Kamu hizmetlerinin çoğunda Tunceli merkezine veya çevre illere olan bağımlılık maksimum seviyededir. Dersim il ve ilçelerinde en önemli kentsel gösterge olan “hizmet sektörü” geliştirilmelidir. Mazgirt ve Hozat belediye başkanlarının yaptıkları icraatlarda ve hedeflerinde çoğunlukla kırsal alana yönelik hizmetler mevcuttur. Kentsel alanlarda kentsel hizmetlerin artırılmasına yönelik çalışmalara öncelik verilmelidir. Kentsel gelişme potansiyellerinin az olduğu bu ilçelerde yoksulluk da göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara ve yoksullara verilecek hizmetlerle ilgili hedefler ve projeler üretilmelidir. Teknik elemanı bulunmayan belediyelerde teknik hizmet sunmak imkânsızdır. Teknik kapasite sorunu en kısa sürede geliştirilmelidir. Farklı düzeylerde belediyeler arası ilişkiler, bilgi ve kaynak paylaşımı; İdari, mali ve personel düzeyinde tabi olunan yasal sistemde iyi niyetli ve özverili sosyalist belediye başkanlarının inisiyatifi ne düzeyde olabilir? Belediye birlikleri ve kardeş belediyelik sistemleri etkin şekilde kullanılmalıdır. Bu ilişkiler Uluslar arası düzeyden komşu ilçeler düzeyine kadar farklı seviyelerde sağlanabilir. Meslek örgütleri ve Üniversitelerle ilişki kurulup ortak çalışmalar gerçekleştirilebilir. Geliştirilmek istenen yönetim anlayışıyla karar süreçlerine kenttaşların aktif katılımları sağlanmalıdır. Teknik bilgi destekleriyle de uygulanabilir projeler gerçekleştirilebilir.


22-23_Layout 2 9/21/11 11:02 AM Page 1

Halkın Günlüğü 20-30 EYLÜL 2011

1915 Soykırım

sürecinin itirafı olarak Vatikan İle Osmanlı arasındaki yazışmalar 1915 Soykırım sürecine ilişkin Vatikan’ın müdahalesine dair Vatikan Belgeleri 100 yıl sonra gün ışığına çıkarılacağına geçtiğimiz günlerde karar verildiği açıklanmıştır. İki yıl sonra okuyucunun karşısına çıkacak olan Vatikan Belgeleri’nden en önemli olan iki belgeyi okuyucularla paylaşıyoruz. Soykırım sürecine batılı ülkeler savaşın tarafları, tarafsız ülkeler ve çeşitli uluslararası kuruluşlar kendi meşreplerine göre müdahale(!) ettikleri malumdur. Bunlar mektup, ültimatom, yüz yüze görüşmeler şeklinde gerçekleşmiş ancak İttihat ve Terakki yönetimi her durumda bu girişimleri savuşturarak, bu coğrafyanın en kadim halklarını insanlığa karşı en büyük suçlarından birini işleyerek kanla bu topraklardan kazımayı başarmıştır. Batı 1. büyük savaş sonundaki reel-politik gereği bu suçların cezalandırılmasını gündemden kaldırıp, 20.yüzyılın ilk büyük soykırımını cezasız bırakarak gelecek soykırımlara gerekçe hazırlamış ve soykırım modern tarihin kurumsal, etnik temizlik mekanizmalarından biri haline getirmiştir. Batılı güçlerin 20. yüzyılın bu ilk Soykırımı karşısındaki duyarsızlığı, diğer soykırımları da cesaretlendirmiştir. “Tüm olanlara rağmen bugün Ermenilerin imhasından bahseden kim kaldı” diyen Hitler, 1939’daki bu sözleriyle Ermeni Soykırımının cezasızlığından cesaret aldığını açıkça ifade etmektedir. Batının savaş sonrası tavrı duyarsızlıktan başka bir şey değildir. Soykırım kurbanlarına savaş sonrası kucak açması ise ucuz ve güvensiz işgücü ihtiyacını karşılayarak kurbanları dünyanın dört bir köşesine dağıtmıştır. Batının bu tavrı dünyanın birçok yerinde hala devam eden soykırıma ve birçok soykırım suçlularına cesaret verdiği gibi coğrafyamızda 1915 sonrasındaki devam eden uygulamaların da bir anlamda gerekçesini oluşturmuştur. Vatikan, arşivinde bulunan Ermeni soykırımına dair belgeleri tek ciltlik kitap halinde yayımlamayı düşünüyor. Kararı açıklayanVatikan Gizli Arşivleri Müdürü Sergio Pagano, Ermeni soykırımı belgelerini “Burada beni insanlığımdan utandıracak belgeler mevcut. Eğer inancım olmasaydı, gördüğüm tek şey karanlık olurdu” sözleriyle ifade etmektedir. Pagano, Vatikan’ın gizli arşivindeki belgelerin yayınlanmasına ilişkin son kararın Papa 16. Benedict tarafından verileceğini söyleyerek özellikle Ermeni soykırımına ilişkin belgelerde karşılaştığı manzaraların iç karartıcı olduğunu vurgular. İki yıl sonra okuyucunun karşısına çıkacak olan Vatikan Belgeleri’nden en önemli olan iki belgeyi okyucularla paylaşıyoruz: Bunlardan biri Papa XV.Benedictus’ın Osmanlı sultanına hitaben yazdığı 24 kasım 1915 tarihli mektubudur. Mektup her ne kadar diplomatik dille de yazılmış olsa Osmanlı coğrafyasının kadim halk-

larına uygulanan soykırım sürecinin özetidir. İkincisi ise İttihad ve Terakki yönetiminin meclis-i vükeladan geçirip, Sultan’a imzalatarak Vatikan’a verdiği bir anlamda yapılanları teyid eden cevap mektubudur. Cevap mektubu İttihatçı Soykırım zihniyetinin apaçık ortaya konulması bakımından özellikle müsveddesiyle birlikte verilmiştir. Mektuplar gayet açık olup bize fazla söz bırakmamaktadır.

Bâb-ı Âli 24 Teşrinisani 1331[24 kasım 1915] Nezaret-i Hariciye Tercüme Müdiriyeti numara: 1

Atabe-i Ulya-yı hazret-i Padişahiye 10 Eylül 1915 tarihiyle haşmetli Papa “onbeşinci Benova” hazretleri tarafından tastir olunan namenin mahal-i âlîsine refve takdim kılınmak üzere Papa Vekili Monsitor Dolçi tarafından Hariciye Nezareti’ne tevdi edilen Fransızca sûret-i mütercemesinin tercümesidir. Şevket-meab Saltanat-ı seniyye-i kaviyyü’ş-şekîmelerinin Avrupa düvel-i muazzamasıyla birlikte girişmiş olduğu cidâl-i azîmin elem-i ehvâliyle dil-hûn olduğumuz bir sırada memali-i vesîa-i Osmanniyyede gayr-i kabil-i tarif ve tavsif âlâm ve ıztırabata dûçar olan bütün bir milletin nalevâniyeti bize kadar pek sûzişli bir surette aksediyor. Ermeni Milleti şimdiye kadar evlâdından bir çoğunun diyâr-ı ademe gönderildiğini ve içlerinde müteaddid rahipler hatta bazı piskoposlar bile bulunan diğer pek çok evladlarının da habse ilka veya nefy ve tagrîb edildiğini mûşahade eylemiştir. Şimdi de istihbar ettiğimize göre bir takım bilâd ve kuranın tekmîl-i sükkânı mezahim ve ıztırabat-ı azîme merakiz-i baîdet-i ictimaatanakl olunmak üzere terk-i dâr ü diyara icbar edilmektedir ki bunlar oralarda âlâm ve ekdâr-ı maneviyeden başka bir de en müdhiş sefalatin mahrumiyetlerine dahi açlığın evca-i ıztorabatına dahi marûz olacakır. Şevket-penah Biz bu yoldaki şidâtedin hükûmet-i seniyyelerinin hilâfı-ı merzîsi olarak vukua geldiğine kail bulunduğumuz ciketle kemâl-i i’timadla zât-ı şâhânelerine tevcih ederek sâlik olduğu mezheb kendisini zât-ı hûmayunlarına sâdık ve münkad kalmaya saik bulunan bir millete merahim-i işfâk-ı ulviye-i mulûkâneleri iktizasınca bi’t-te-

SAİT ÇETİNOĞLU rahhum hakkında bezl-i şefaat buyurmalarını en hârr bir suretle temenni eyleriz. Ermeniler arasında hâin veya cerâim-i sâire ile müttehem eşhas bulunduğu halde bunların tahtı muhakemeye alınmalarına ve ahkâm-ı kanûniyyeye tevfikan tecziye edilmelerine bir şey denilemez. Fakat zât-ı şâhânelerininde mütehallik oldukları his-i ulvî-i adalet-perverî iktizasınca ma’sûmînin aynı mücrimîn gibi dûçâr-ı mücazât olmalarına kail olmamaları ve merhamet ve şefkat-i mülûkânelerini, râh-ı hakkı savâbdan adem ve inhiraf etmiş olanlar hakkında da bî-dirig buyurmaları cümle-i temenniyatımızdandır. İstirham ve intizar olunan irâde-i nafize ve müessere-i afv-ı safh-ı mülûkâneleri şeref-riz olup ta Ermeni Milleti şedâed ve tenkîlattan masun kalırsa kendi hamisinin ülviyyet nişanını takdis eyleyecektir. Bu bâbdaki ümid ve aşkımıza binaen zât-ı şahanelerinin masûsuniyyet-i hümayunları ve tebaa-i mülûkânelerine husûl-i saadet-hane hakkındaki temenniyat-ı halisanemizi kabul buyurmalarını rica eyleriz.

Bâb-ı Âli Hariciye Nezareti Umûr-ı siyasiye Müdiriyet-i Umûmiyesi Mühimme kalemi Siyasi Sadarete tezkire Ermeniler hakkında ba’zı ifadat ve temenniyatı hâvi olarak geçende Papa hazretleri tarafından zât-ı şevket-simat-ı hazret-i Padişâhîye irsal kılınan nameye cevaben kaleme alınan ve meclîs-i Vükela’da mütalâa olunan name-i hümâyun-ı mülûkâne müsveddesi ile Türkçe tercümesi leffen takdim kılındı. Hâk-i Pây-i şâhâneye arzıyla tasvîb-i alîye mukarîn olduğu halde Türkçe metnin ale’l-usûl tebyizen tahrir ettirilmesi ve imzâ-yı hümâyunla bi’t-tevşih taraf-ı âcizaneme tevdi’i husûsuna delâlet-i celî-i sadaret-penâhileri sekîne buyurulmak babında.


22-23_Layout 2 9/21/11 11:02 AM Page 2

fErmeni soykırımı

tarih 22-23

dukları (hükûmâtın teşvîkatiyle) hükûmat tarafından müteşevvik oldukları halde bir hareket-i ihtilâliye (tertib) ika’eylemişlerdir ki bu hareket (ihtilâl-cûyane) memâlik-i şâhânemizin (bulunduğu ahvâli müşkileyi) hâl ve mevkii müşkiline bir (kat daha tevhim etmiş) fesad-ı vahamet getirmiş ve vatanımızın te’min-i müdafaası maksadıyla ittihaz olunan tedâbir-i askeriyeyi (ika’mevaki ve müşkilât) ta’vik eylemiştir. (Maar-üz – zikr erbâb-ı ihitilâlin (bizzat vuku’ bulan itirafatıyla) kendi ikrarlarıyla ve cerâidi ecnebiye (ile) de vaki’ olan neşriyatlar(ından)iyla (bunların öteden beri tasmîm ve tertib edilmiş) el-yevm gayrı kabil-i i’tiraz surette sabittir ki uzun ve mükemmel bir taammüdle ve müretteb bir plâna tevfikan hareket etmişlerdir (oldukları el-yevm gayr-i kabil-i i’tiraz bir surette rehî-i mertebe-i sübût olmuştur. (Ermeni İhtilâl komitelerinin Anadolu’nun her köşesinde şu’beleri bulunduğundan (bunların tarafından) bunlar tarafından tertib olunan (edilip) düşmanlarımız canibinden (tahrik ve iltizam etmiş oldukları) kıyam teşvik ve muavenete mazhar olan umumi bir (şekilde) mahiyette (idi) olmuştur. Böyle bir hal muvacehesinde kendi halinde yaşayan unsur ile (sakin) intizâm-ı umûmîyi ihlâl eden unsuru yekdiğerinden tefrik edebilmek me’mûriyetimizce fi’len gayr-i mümkün (idi) (Binaen aleyh) olduğu cihetle hükûmetimiz (birtakım) tedâbir-i umumiye ittihaz etmek ve harekât-ı askeriyeye sahne olan mahaller (pek karib bulunan havaliyi) kurbundaki menatıkı Ermenilerden tahliyeye mecbur kalmıştır. Mücrimlerle bî-günah’lar (hakkında bilâtefrik) lâ-ale’t-tefrik tedâbir-i tenkilliye tatbik veya haklarında bi’l-mukabele muamelât ihtiyar edilmiş olması mevzû’-ı bahs olamayıp (bunun ancak) vakı’- hal düşman devletler tarafından her cihetten tehdit edilmekte olan memâlik-i şâhânemizin menâfi’-i aliyyesi icabatından olarak (yalnız) umûmi bir nakl-i mekândan ibarettir. (bulunmuş olduğu der-kârdır. Hükümetimiz arzûyı şâhânemize tevfik-i hareketle işbu tebdil-i mekânın (mahal-i ahara sevk olunan) yerleri değiştirilen ahaliye zarar (ve ziyanlarını intac edecek) iras edecek bir sûrette vuku’ (bulmamasına) hususunda sû-i efali irtikâb edecek (olan) me’mûrîn ve efradın (te’dib) tecziesine ve mekânı tebdil ettirilen kesan ile (kezalik) eşhası sâlisenin menafirlerinin bu bâbda mahsûsan neşr (ve ilan) edilen kanun (mahsus) ahkâmına tevfikan vikaye (muhafaza edilmesi hususlarına nezaret etmekten hâli kalmamış ve kalmamakta bulunmuştur) edilmesine nigâh-ban olmaktan hâli kalmamış ve kalmamakta bulunmuştur. Memâlik-i şahanemizin Ermeni ahalisinin (ahalisinden bulunan Ermenilerin) bize medyûn-i sadakatten fi-ma-ba’d inhiraf etmeyecekleri ûmidini izhar eder ve zâtı haşmetanelerinin kıymetdar sıhhat ve afiyet ve saadet-i halleri hakkındaki temenniyâtı halisanemizin kabülünü rica eyleriz.

Mühimme kalemi 74179-360 11 teşrinisani 331 24 teşrinisani 915

Namenin aslı Fransızca tercümesi Ragıp Baki Beye tevdi’an Papa vekiline gönderilmiştir. 28 teşrinisani 331 Taraf-ı eşref-i hazret-i padişahîden Papa Onbeşinci Benova Hazretlerine irsal kılınan namenin tercümesidir. Memalik-i şâhânemizin (şahane ahalisinden bulunan Ermenilerin hakkında gûya ittihaz) Ermeni ahalisinin gûya haklarında ittihaz olunan tedâbir-i şedîdeden (ve dûçar oldukları) ve bi’l-mukabele icra kılınan muamelâttan (istifa-i mahbûbâneden) masun bulundurmaları ricasını hâvi olarak tarafımıza irsal buyurdukları 10 Eylül 915 tarihli name-i haşmatanelerini ahz eyledik. Memleketimiz (Memâlik-i şâhânemiz ahalisinden bulunan) Ermenilerinin halleri (Ermenilerin ahvali) hakkında Papalık makamına vürûd eden (havadisin hakikatte) haberlerin hakaik-i ahvâle muvafık olmadığını zat-ı (haşmetlerine) haşmet-penâhîlerine iş’ar eylerim. [Bilâ-tefrik cins

ve mezheb bi’l cümle tebaamız hakkında daima aynı derece re’fet ve şefkat-pederâne hissiyatı ile mütehassis bulunuyoruz.] Mamafih şurasının beyanı lâzım edendir ki Ermenilerden ba’zı kısımları kendilerinden bi-hakkın intizar etmekte olduğumuz sadakatten ahîren inhiraf etmişlerdir. Memalik-i şahanemizde ahvâl-i meşrutiyetin iade-i te’sisinden evvel ihtilâl komiteleri teşkil etmiş olan Ermeniler bi’l-ahare teşkilâtlarını fırka-i siyasiye haline ifrağ-eylemişler idi. (şurası) Maa’l-esef müşahade ettik ki (sabit olmuştur ki) işbu tahavvül ancak zâhirî ve sırf şeklî (şekilden ibaret) olup hakikatte (ise) talep eylediği bi’l cümle hukûk-ı medeniye ve siyasiyeyi meşrutiyeti müteakib istihzal etmiş olan bir (ahali) kavim için asla hakka tevfik edilemeyecek olan teşkîlât-ı kadîme-i ihtilâl-kârâne hey’et-i sabıkasında (ihtilâl-cûyane tamamıyla) muhafaza edilmiş idi. Hudutlarımıza düşman orduları (tarafından) (dûçar-ı taaruz olduğu hengâmeden) tecavüz ettikleri andan bi’l-istifade Ermenilerin bu düşman ordularıyla (müştereken hareket etmişler) ve (bu orduların) bunların mensub ol-

Bâb-ı Âlî Hariciye Nezareti Tercüme Müdiriyeti Taraf-ı eşref-i hazret-i padişahîden Papa Onbeşinci Benuva hazretlerine irsal olunacak namenin tercümesidir.

Memâlik-i şâhânemizin Ermeni ahalisinin gûya haklarında ittihaz olunan tedâbir-i şedîdeden ve bi’l mukabele icra kılınan muamelâttan masun bulundurulmaları ricasını hâvi olarak tarafımıza irsal buyurdukları 10 Eylül 915 tarihli name-i haşmetanelerini ahz eyledik. Memleketimiz Ermenilerinin hakkında papalık makamına vürûd eden haberlerin hakâik-i ahvâle muvafık olmadığını zât-ı haşmet-penâhîlerine iş’ar eylerim. Bilâ-tefrik cins ve mezheb bi’l-cümle tebaamız hakkında daima olduğu gibi aynı derece re’fet ve şefkat-pederâne hissiyatı ile mütehassis bulunuyoruz. Mamafih (şurasının beyanı lâzımedendir ki) Ermenilerden bazı (kısımları) makulenin

kendilerinden bi-hakkın intizar etmekte olduğumuz sadakatten ahiren inhiraf (etmişlerdir) etmiş olduklarının beyanı icab eder. (Memâlik şâhânemizde usûl-i meşrutiyetin iade-i te’sisinden evvel ihtilâl komiteleri teşkil etmiş olan Ermeniler bi’l-ahare teşkilâtlarını fırka-i siyasiye haline ifrağ eylemişler idi. (maa-l-esef müşahede ettik ki) işbu (tahavvül) zahir ve sırf (şekli) şeklen vaki olup hakikatte ise Ermenilerin teşkilât-ı kadîme-i ihtilâl kârenelerini hey’et-i sabıkasında muhafaza ettikleri maa-t-teessüf müşahade eyledik. Talep eylediği bil-cümle hukûk-ı medenniyye ve siyassiyyi meşrutiyeti müteakip istihsal etmiş olan bir (kavim için) kavmin şu hareketi asla (Tevfik edilemeyecek olan teşkilât-ı kadîme-i ihtilâl-kârane hey’et-i sabıkasında muhafaza edilmiştir.) ma’zerete hak ve savab olmaz. Hududumuza düşman orduları tecavüz ettikleri andan bi’l istifade Ermeniler bu ordularla müşterek ve onların mensub oldukları hükümât tarafından müteşevvik oldukları halde bir hareket-i ihtilâliye ika’eylemişlerdir. Ve bu hareket memalik-i şâhânemizin hal ve mevki’-i müşkiline bir kat daha vahamet iras eylemiş ve vatanımızın te’min-i müdafaası maksadıyla ittihaz olunan tedabiri askeriyeyi ta’vik eylemiştir. Marr-üz-zikr erbab-ı ihtilâlin kendi ikrarıyla cerâid-i ecnebiyede vâki olan neşriyatlarıyla el-yevm gayr-i kabil-i itiraz sûrette sabittir ki bunlar şu hususta uzun ve mükemmel bir taammüdle ve müretteb bir plâna tevfikan hareket etmişlerdir.Ermeni ihtilal komitelerinin Anadolu’nun her köşesinde şubeleri bulunduğundan bunlar tarafından tertib olunan düşmanlarımız cânibinden teşvik ve muavenete mazhar olan kıyam, umûmî bir mahiyette olmuştur. Böyle bir hal muvacehesinde kendi halinde yaşayan unsur ile intizam-ı umûmîyi ihlâl eden unsuru yekdiğerinden tefrik edebilmek me’mûriyetimizce fi’len gayri mümkün olduğu cihetle hükûmetimiz tedâbir-i umûmiye ittihaz etmek ve harekât-ı askeriyyeye sahne olan mahaller kurbundaki menâtıkı Ermenilerden tahliye etmek mecburiyetinde kalmıştır. Binaen-alâzâlik mücrimlerle bi-günahlara lâ-ale’t tefrik tedabir-i tenkîle tatbik veya haklarında bi’l mukabele muamelât ihtiyar edilmiş olması mevzbahs olamayıp Vaki-i hal düşman devletlerin (tarafından) her cihetten tehdidleri altında kalmış bulunan (edilmekte olan) memâlik-i şâhânemizin menâfi-i aliyyesi icabatından olarak umûmî bir nakl-i mekândan ibarettir. Hükümetimiz arzûyı şâhânemize tevfik –i hareketle işbu tebdîli mekanın yerleri değiştirilen ahaliye zarar irâs edecek bir surette vuku’ bulmasına ve bu hususta sû-i efef’al irtikâb edecek me’mûrîn ve efradın teczie edilmelerine ve mekânları tebdil ettirilen kesan ile eşhâsı sâlise menafilerinin bu bâbda mahsûsan neşr edilen kanun ahkâmına tevfikan vikaye edilmesine nigâh bâh olmaktan hâli kalmamış ve kalmamakta bulunmuştur. Memâlik-i şâhânemizin Ermeni ahalisinin bize etmeyecekleri ümidini izhar eder. Ve zât-ı haşmetanelerinin kıymetdar sıhhat ve afiyet ve saadeti-i halleri hakkındaki temenniyatı-ı halisanemizin kabulûnü rica eyleriz.

Bâb-ı Âlî Daire-i Sadaret Umûr-ı Mühimme Kalemi Hariciye Nezaret-i Celîlesine Papa hazretlerine tastir olunan name-i hümayun hakkında Devletlü efendim hazretleri 11 Teşrinnisani 331 tarihli ve 360 numaralı tezkire-i aliyyelerine cevaptır. Papa onbeşinci Benova hazretlerine hitaben tastir olunup icab-ı âlîsi icra buyurulan name-i hümayun leffen taraf-ı devletlerine irsal kılınmış olmakta ifayı muktezası siyakında tezkere-i senâverî terkim kılındı efendim.

17 muharrem 334. 22 teşrinisani 331 sadrazam namına müsteşar Emin


24_Layout 2 9/21/11 11:06 AM Page 1

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO Y ENİ DEMOKRASİ İÇİN Halkın Günlüğü HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Jargonên îmha û înkarkirinê yên ‘nû’ Dewleta tirk operasyonên xwe didomîne. Hêlekî bi operasyonên leşkerî ve çiya û kevir dibine armanca bombeyan, di hêla din jî dehan kes bi operasyonên siyasî ve tên girtin. Ev operasyonên ne nû nîşanê me dide ku konsepta îmhakirinê berdewam dike

P

işaftina û îmhaya ku sedan sale berdewam dike vê carê bi helavdariya înkarê nayê pêk anîn. Dema berê ferhengê ku dihatin çapkirin peyva Kurdî di nav de tune bû, lê niha jî bi pejirandinê ve dema îmhakirinê tê dijî. Ev polîtîkaya komkujiyê ya “nû” ku sosa “Demokrasiyê” dane tê xuyakirin ku hukumeta AKP’ê vê dimeşîne û tê xuyakirin ku dev ji “yekitiya neteweyî” berdaye û operasyonên ku destpêkirine teorîze dike. Ango dewleta tirk dev ji gotinên nakaratê ku tê zanîn bernade. Ev dema hê serî de diyar bû ku wê waha bibe. Niha jî gengeşiyeke nû destpêkiriye; gelo pêşiya demê kê dixitimîne!

Mirov nişkê ve dinêhêre û dixwaze bipirse; biborînin kêjan dem? Ango ew dema bi heyran dihate behskirin çawabûn pêşiya wan “açilim”an hatin xitimandin. Ev yeka bi hela lîberalên me ve tê nîqaşkirin. Tabî komkujî jî di siya van nîqaşan de pêşve diçe. Operasyonên siyasî, operasyonên leşkerî û dema dawîde jî operasyona bêjahi ya ku wê Başûrê Kurdistanê pêk bê… Ev dema ku ji me re bi zorê dixine ehven-î şer gelo mîna gotina wana nû ye an na? Bê guman di navbera wê de “nûtiyan”hene. Lê belê nûtiyana ji bo teoriya komkujiyê pêk hatine. Ev nûtiyan ne wek gotinan wan ango ji bo “çareseriya” pisgirêka neteweyên Kurd e. Bi rastî jî ev yeka dijî kevneşopiya dewleta tirk e.

Wan bûyerên dawî ku mirov binêhêre tê xuyakirin ku ne dewleta tirk dixwaze vê pirsgirêkê çareser bike, ne jî rastiya wê ya bipergal heye. Di gel vê jî ji bo çi çînên serwêr yên tirk dev ji îmtiyazên xwe berdin? Bê guman têkoşîna ku PKK dimeşîne ya neteweyî, vê demê têdixe zorê û bi vê wateyê ve pirsgirêka neteweyê Kurd têdixe rojeva welat û cîhanê. Lê belê daxwazên wan çi dibin bila bibin, armanca hêzên emperyalîst û çînên serwêrên tirk tasfiyeya vê têkoşînê ye. Pêşveçûyîna vê demê bi rasterast waha ye. Di rêya ne rasterast de jî wê hinek daxwazên wan bên pêşwazîkirin. Dewleta tirk bi êrişan ve dixwaze vê demê vebigerîne lehê xwe û armanca wî ewe kaşê maseya xwe bike.

Gotin, raye û biryar ji gel re Komîteya piştgiriya Şaredariya Mazgêrdê û Gelê Mazgêrdê peşdarbûna bernameya piştgiriyê ya ku 16 cotmehê de ku pêk bê bang kir. Daxuyaniyê de hate kirpandin ku gelekî birêxistin tu quwet têk nabe û “Ji bo sazkirina Mazgêrdeke jiyanbar û herî baş heviyên xwe û keda xwe bînin arekî” hat gotin “Vê navçeya me ya biçuk de dostên me yên ku bi keda xwe ve sibeyên me baş dikin û her demê ku me tenê nahêlin hene. Bi vî awayî em bang dikin ku ev dostên me yên ku me tenê nahêlin, yên ku bi tecrûbên xweve, komasiyên xwe ve dikarin ku rê nîşanê bidin, em dixwazin ev dostana bi fikr û pêşniyariyên xwe û projeyên xwe bi me re hevparvekin û em dixwazin van xebatan de berpirsiyariyê hildin û bi hewldana gelê Mazgêrdê re bibin hevpar. Bi hildana berpirsiyariya Mazgêdê ve, bi parastina berjewendiyên gelên Mazgêrdê û bi xwedî derketina zimanê gelên me, dîroka gelên me û çanda gelên me ve Şaredariya Mazgêrdê ne tenê ya Mazgêrdan e; yên ku aliyê başî û rindiyê ye ev şaredariya ya wan hemûyan e.” Hat îfadekirin ku “Yên ku bi koçberiyên ve û bi mişextan ve axa Mazgêrdê hatine dûr xistin ji bo ku paşve bifitilin jiyana xwe nû ve sazbikin navçeke nû tê saz kirin. Ev dostên me yên ku tevli vê xebatê dibin em niha ve ji wan hemûyan re spas dikin.”


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.