20-30 Aralık 2011

Page 1

kapak_Layout 2 12/20/11 11:45 AM Page 1

Devletin “koruma kalkanı” Devletin kadını “korumadaki “başarısı” ve “güvenlik” güçlerine tanıdığı sıfır tolerans duyarlılığıyla Fevziye Cengiz’in başına gelenler elbette son bulmadı. Polis yaralamakla suçlanan Cengiz’in işkence gördüğü ortaya çıkınca polisten gelen savunma da gecikmedi. Polisler, Cengiz’in konsomatris olduğu açıklamasını yaptı

8

Devrimci-halkçi yönetimler 3-4 Aralık tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu” dosyasının son bölümünü yayınlıyoruz 8 19-20

10-11

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011 Yıl: 1 Sayı: 25 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

Türk-İş Genel

Kurulu Yapıldı f EMEK 08-09 Uzun süredir sendikal tartışmaların merkezinde yer alan Türk-İş, 21. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Sendikal Güç Birliği Platformu tarafından yapılan çalışmalar hakimiyet kazanamadı. Yapılan Genel Kurul’da Mustafa Kumlu yeniden başkanlığa seçildi. Genel Kurul salonunda AKP ve Türk-İş yönetimi karşıtı protestolar Kurula damgasını vurdu. Genel Kurul’da yönetimi kazanamayan SGBP, yaptığı açıklamada mücadeleye devam edecekerini vurguladı.

Katliamlar devletin resmi politikasıdır

AB’de kriz çanları çalıyor

8

16-17

19-22 Aralık 2000 de eş zamanlı olarak 20 hapishaneye yönelik yapılan katliam saldırısında 28 devrimci-komünist tutsak şehit düştü, onlarcası da yaralandı. Katliam saldırısından sonra F tipi hücre politikalarına karşı içerde ve dışarda sürdürülen ölüm oruçlarında onlarca tutsak şehit düşerken, yüzlercesi sakat kaldı.

Festus Okey davasında komik ceza

8

14-15

Devlet şimdi de Melle açılımı yapıyor

8

02-03


2-3_Layout 2 12/20/11 10:10 AM Page 1

02 güncel haber

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

Devletin Mele

Devletin Kürt ulusuna yönelik topyekun saldırı ayaklarının en önemlilerinden biri de halkın din hassasiyeti kullanılarak Kürt Ulusal Hareketi’nin etkisi kırılmak istenmesidir

PKK’li tutsaklar açlık grevinde Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishanelerinde bulunan 8 bin PKK ve PJAK’lı tutsak, Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecriti protesto etmek için Aralık ayı başında başlattıkları dönüşümlü süresiz açlık grevini sürdürüyor. PKK ve PAJK’lı tutsaklar tarafından ilan edilin telepler şöyle; “1- Önder Apo üzerindeki tecride son verin 2-Önder Apo'nun, özgür hareket, sağlık ve güvenlik şartlarını yerine getirin, 3-Savaş suçu olan ve tüm dünyada yasaklanmış olan, kimyasal silah kullanımına son verin, savaş hukukuna uyun, 4-Sivil-savunmasız insanlarımız üzerinde gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama terörünü sonlandırın, 5-Kurumlarımız ve insan hakları savunucuları-aydın ve yazarlar üzerindeki sürek avından vazgeçin” Yapılan açıklamada, bu talepler karşılanana kadar açlık grevinin devam edeceği belirtildi. Bu talepleri desteklediğini belirten devrimci tutsaklar da 15 Aralık’ta 3 günlük açlık grevine başlayacaklarını duyurdular. Tüm hapishanelerde bulunan MKP, TKP/ML, MLKP ve TKEP/L davası tutsakları, askeri ve siyasi operasyonların son bulmasını ve PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılmasını talep ediyorlar.

Halk olarak her gün yeni ‘gündemlerle’ uyanıyoruz, gözlerimizi açıyoruz yeni güne. Bu gündemler her defasında hakim sınıfların kendi çıkarları doğrultusunda yaratılan ve bizlere dayattığı gündemler oluyor. Burjuva feodal sistem, dini her zaman halkları aldatmak için bir araç olarak kullanmış ve bu amaçla ilgili kurumlarınca çok kez kararlar almıştır. Son olarak da Kuzey Kürdistan’da, Diyanet İşleri bünyesinde melelerin kadroya alınması girişimi gündemde. Öncesinde benzer bir girişimi Alevi dedelerine maaş bağlamakla başlatan, ancak istediği sonucu alamayan hükümet, bu girişimle de aynı amaçları güdüyor. Güdülen amacın nasıl bir sonuca varacağı ise bölge halklarının tavrıyla orantılı gelişecektir.

“2012 yılının en önemli projesi” Diyanet İşleri Başkanlığı Kuzey Kürdistan’da, bir sefere mahsus, “mele” denilen ve halk arasında “molla” olarak tabir edilen kişileri işe almak için 1000 kişilik bir kadro açtığını duyurdu. Bu proje Başbakanlık tarafından da “2012 yılının en önemli projesi” olarak değerlendirildi. Projeye dair ilk açıklama yapanlardan biri Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ oldu. Üzerine hayli kafa yorulduğu ve belirli bir plan-program çerçevesinde ele alındığı anlaşılan proje hakkında Bozdağ; “Bu kişileri analiz ettik. Toplumda sözü dinlenen saygınlığı olan, sözleri insanları durduran ve harekete geçiren insanlar. Bu kişilerin hizmetinden müftülük dene-

timinde yararlanmak istiyoruz” diyor ve ekliyor: “ Bu proje 2012 yılının en önemli projesi “

Meleler memuriyeti “Yeni yılın en önemli projesine” dair Bozdağ, “Doğu’da mele, bizim bildiğimiz tabirle molla denilen din eğitimi almadığı halde din bilgisi olan, toplum tarafından saygı gören isimler var” olduğunu ve bu kişilerden Diyanet Başkanlığı olarak istifade edebilmek için daha önce çıkardıkları kanun hükmündeki kararnamede bir düzenleme yaptıklarını ve bu tip kişilerden, Diyanet tarafından yapılacak sınavda başarılı olmaları kaydıyla sözleşmeli imam hatip olarak yararlanmak istediklerini, bunun bir defaya mahsus olarak kullanılacak bir düzenleme olduğunu ve 1000 kişilik bir kadro öngördüklerini, lakin yaptıkları hesaplamalara göre ise 800 civarında ihtiyaç olduğunu belirterek, projenin kapsamını ve hedeflerini açıkladı.

Projenin hedefi mele alımı değil Diyanet İşleri ise basına yansıyan biçimiyle bu projenin hedefinin “mele alımı” olmadığını, çalışmanın bu şekilde sunulmasının doğru olmadığını belirtti. Diyanet İşleri Başkanlığı, “Basına yansıdığı biçimiyle bu çalışmanın hedefini ‘mele’ alımı gibi sunmak doğru değildir. Bu uygulama, din hizmetine ihtiyaç duyulan ve özellik arz eden yerlerde bu ihtiyacı karşılamak üzere yetişmiş eleman istihdamına ve hizmet önceliğine matuf bir uygulamadır. Söz konusu haberde geçen ‘din eğitimi almadığı halde din bilgisi olan’ ifadesi ise gerçeği yansıtmamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı, personeline yönelik yoğun hizmet içi eğitimi yapan bir kurumdur. Bu kapsamda değişik eğitim merkezlerinde ülkemizin farklı yörelerinden gelen din görevlilerine yönelik özel hizmet içi eğitim programları düzen-

lene gelmiştir. Basına yansıyan bu eğitim programı da aynı niteliktedir.” diyerek projeyi savundu.

Bu projeyle, bölgede devlet ve cemaatin eli güçlenecek Başbakanlık ve Diyanet açıklamalarında konuya dair bir tezatlık olduğu sanılabilir fakat özünde benzer-aynı şeyler söyleniyor. Mevcut proje kapsamında kadro alımlarının içeriği değişmemekte; yani sözü edilen kadrolar bu bölümlerle ilgili fakülte mezunu kişilerden değil, aksine

MİT’çi yargılamaya Ülkemizde birçok devrimci on yılları bulan yargılamalarla ‘cezalandırılırken’ devletin kendi tetikçilerini kurtarmak için hazırladığı yasalar ve uyguladığı politikalar son olarak kendisini Hrant Dink davasında gösterdi Gazeteci Hrant Dink'i ölümünden üç yıl önce 24 Şubat 2004'te İstanbul Valiliği'nde tehdit ettiği öne sürülerek haklarında soruşturma açılan iki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisi hakkındaki suçlamalar, "zama-

naşımından" düştü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Dink'in eşi Rakel Dink'e gönderdiği tebligatta, MİT görevlileri Özel Yılmaz ve Handan Selçuk'un "görevi ihmal ettiğini ve görevlerini kötüye kullandıklarını" kabul etti. Dink Ailesi avukatları Fethiye Çetin ile Hasan Ürel, savcılığın bu kararına itiraz ederek, suç tarihinin 2004 değil, Dink'in öldürüldüğü 19 Ocak 2007 olduğunu söyleyerek, MİT görevlileri hakkındaki "kovuşturmaya yer olmadığına dair" karara itiraz etti. Avukatlar, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi'ne ilettikleri itiraz metninde, MİT görevlilerinin eyleminin "ihmal yoluyla insan öldürme" olduğunu ifade etti. Dink, 24 Şubat 2004'te İstanbul Vali-

liği'ne çağrılmış, Vali Yardımcısı Ergun Güngör'ün odasında gerçekleştirilen ve iki istihbarat görevlisinin de katıldığı görüşmeyi, Dink "haddini bildirme operasyonunun bir parçası" olarak nitelemiş ve "Artık hedefteyim" diye yazmıştı. Bu görüşmeye katılan iki kişiden biri olan Özel Yılmaz’ın Ergenekon davasında sanık olmasıyla görüşmeye katılanların üst düzey iki istihbarat görevlisi olduğu ortaya çıktı. MİT Müsteşarlığı, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği 19 Temmuz 2010 tarihli yazıyla, görüşmeye katılanların MİT mensubu olduğunu cinayetten 3,5 yıl sonra kabul etti. Bu bilginin ardından, avukatların başvurusuyla ve başbakanlığın 21 Ocak


2-3_Layout 2 12/20/11 10:11 AM Page 2

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

e Açılımı!

hizmet içi eğitime tabi tutulup sertifika alan, ya da Mele-Molla denilen kişilerden yapılacak. Bir fark söz konusu değil. Ki bu, işin özü değil, aksine projenin esasının saptırılması, bilgi kirliliği yaratılması ve projenin yüzeysel tartıştırılmasıdır. İşin-projenin esası, Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik saldırılarının bir ayağını oluşturması ve dini anlamda Kürt hareketinin bölgede yarattığı etkiyi kırmak, cemaatin ve devletin elinin güçlendirmek, bölgede Meleleri kadroya alarak “Müftülük denetimli hizmet” ile toplu-

03

mu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ve yönetmek, kendi memuru haline getirip siyasi hedefine yöneltmek ve böylece toplumun sistemden rahatsızlığını ve ona karşı mücadelesini “Meleler memuriyeti”yle en alt seviyeye indirmek ve hatta öteleyip iş yapamaz hale getirmek amaçlanmaktadır. Mevcut proje ile burjuva-feodal gerici devlet ideolojisi bu “kadrolar” aracılığıyla Kuzey Kürdistan’daki halklara empoze edilmekte, yaratılan bilgi kirliliğiyle halklar teslim alınmak, sindirilmek istenmektedir.

‘zamanımız’ yok 2011 tarihli izniyle, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı MİT görevlileri hakkında soruşturma başlattı.

kümlülüklerini yerine getirmedikleri anlaşıldı. Ancak beş yıllık zamanaşımı süresi dolmuştur."

Avukatların başvurusunda, Yılmaz ile Selçuk'un, Dink'i korumakla görevli oldukları ancak tam tersine Dink'i tehdit ettiği, "ihmal davranışıyla kasten öldürme suçunu işledikleri" yer alıyordu. Bu nedenlerle, MİT mensuplarının, Türk Ceza Kanunu'nun 83. maddesine göre yargılanması talep edilmişti.

Savcılığın kararına itiraz eden Dink Ailesi avukatları, zamanaşımı süresinin, valilikteki görüşme olan Şubat 2004'ten başlatıldığını ancak suç tarihinin 19 Ocak 2007 olduğunu söyledi. "Şüphelilerin suç oluşturan ihmali Dink'in öldürüldüğü Ocak 2007'ye dek devam etmiştir" dendi. İtiraz dilekçesinde, suç tarihi ve zamanaşımının başlangıcı konusunda savcılığın hataya düştüğü, MİT görevlilerinin eyleminin sonucuyla değerlendirilmesi gerektiği vurgulandı. Ayrıca, suçun basit bir "görevi ihmal" olmadığı belirtilerek, "Yılmaz ile Selçuk İstanbul İl Koruma Komisyonu üyesi oldukları halde hiçbir önlem almayarak kasten insan öldürme eylemini ihmal davranışlarıyla işlediler" ifadesi kullanıldı.

Ayrıca, valilikteki görüşmeye hangi makamın hangi yasal yetkiye dayanarak karar verdiğinin de araştırılması istenmişti. Savcı Murat Demir ise 29 Eylül tarihli yazısında, Yılmaz ile Selçuk için "kovuşturmaya yer olmadığını" şöyle açıkladı: "Şüphelilerin eylemleri görevi ihmal ve kötüye kullanma mahiyetindedir. Dink'e yapılan tüm saldırılara başından beri vakıf olan görevlilerin buna rağmen koruma konusunda yü-

SINIF TAVRI

≫ ismail uçar

HALKIN GÜNLÜĞÜ’NÜ GÜÇLENDİRELİM

B

"ir gazete, sadece bir kolektif propagandacı ve kolektif ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir de. Bu bakımdan, yapım halindeki bir binanın çevresinde kurulan iskeleye benzetilebilir; yapının dış kenarlarını belirtir ve yapıcıların birbirleriyle temasını, işbölümünü ve örgütlü çalışmalarının meydana getirdiği ortak sonuçları görmelerini sağlar." 2011 yılında, Devrimci Demokrasi ve önceli olan basın geleneğimizden aldığımız güçle yolumuza devam etme kararı aldığımız Halkın Günlüğü, birinci yılını doldurmanın arifesinde bulunuyor. Olumluolumsuz yönleriyle geçen bir yıllık süreç ciddi bir muhasebeye tabi tutulmalı ve hatalardan arınarak, doğruları daha da geliştirerek yolumuza devam etmeliyiz. Geçmiş sürecin değerlendirmesini yaparken bugün durduğumuz noktayı baz almak bilimsel yöntem olacaktır. Dün önümüze hedef olarak koyduğumuz nokta ile bugün içerisinde bulunduğumuz durum arasındaki açı, başarı ya da başarısızlığın kıstası olacaktır. Bu açıyı hesaplarken objektif ve sübjektif koşulları en doğru tarzda hesap ederek var olan durumumuzu abartısız bir şekilde ifadelendirmeliyiz. Böylesi bir muhasebe “ülkemizdeki devrimci iktidar yürüyüşüne nasıl daha iyi hizmet edilebilinir?” sorusuna vereceğimiz cevapla alakalıdır aynı zamanda. Bu çalışmanın, işin mutfağında emek veren yoldaşlarımızdan dağıtımcısına, okuruna kadar geniş bir yelpazede yapılması da ayrıca önemlidir ve öğretici olacaktır. Dünden bugüne basın-yayın geleneğimizin misyonu ve niteliği net bir şekilde belirtilmişken bazı dönemlerde bu misyonun gerekliliklerine uymayan anlayışlarla karşılaşabilmekteyiz. “Coğrafyamızda siyasi iktidar hedefiyle beliren bu davranış ve mücadele çizgisiyle saptanan somut görev, Yeni Demokratik kültürün ideolojik-politik-örgütsel inşasıyla Yeni Demokrasinin egemen kılınması görevidir. Bu görevin başarılması için kullanılan örgüt-örgütlenme ve mücadele biçimlerinin önemli bir parçası hiç kuşkusuz ki, Halkın Günlüğü çizgisindeki ideolojikkültürel cephe ve bunun basın yayın faaliyetidir. Buradan hareketle, “Halkın Günlüğü” gazetesi, Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında Halk Demokrasisi/Yeni Demokratik Cumhuriyet uğruna verilen mücadelenin önemli bir parçası olarak rol üstlenir ve Yeni Demokrasiye duyulan ihtiyacı karşılamanın bir unsuru olarak yayın hayatına girer.” Bir yıl önce gazetemizin niteliğine

vurgu yaparken ifade edilen bu realitenin bazı yoldaşlar tarafından kavranmadığını düşünmekteyiz. Altını çizerek belirtmekte fayda var; Halkın Günlüğü sıradan, ideolojik-politik-örgütsel formülasyonu muğlak, kendiliğinden bir yayın organı değildir. Halkın Günlüğü, Yeni Demokrasi güçlerinin basınyayın alanındaki en önemli mevzilerinden biridir. Bundandır ki hangi alan ve faaliyet içerisinde olursak olalım Halkın Günlüğü’nü sahiplenmek, örgütlemek, geliştirmek görev ve sorumluluklarımızdandır. Bu görev ve sorumluluğa olan yaklaşımımız aynı zamanda devrimci faaliyet algımızın da göstergelerinden birisidir. Yer yer karşılaştığımız, Halkın Günlüğü’nün durduğu yeri sorgulamaya, onu önemsizleştirip sıradanlaştırmaya çalışan, onunla ilişkilenmesini ekstra bir faaliyet ve lütuf olarak sunan vb. yaklaşımların tümü acilen mahkum edilmeli ve doğru bir şekilleniş yaratılmalıdır. Devrimci faaliyet bütünlüklü bir mücadeleye işaret eder. Parçalı yaklaşımlar, bütünü görmeyip sadece durduğu zemini önemseyen ve buraya kilitlenen anlayışlar bütünü güçlendiren değil zayıflatan bir yerde durur. İktidar yürüyüşünde halkın çeşitli kesimlerini daha etkin bir şekilde örgütlemek için oluşturulan farklı faaliyet alanları ve bu alanlarda görevlendirilen yoldaşlarımızın her biri bu realiteyi bir an dahi akıllardan çıkarmayarak buna göre davranmalıdırlar. Faaliyet alanımız ve görevimiz ne olursa olsun esas olarak Yeni Demokrasi mücadelesi içerisinde olduğumuzu unutmadan mücadele etmeliyiz. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sakat şekilleniş zaman zaman kendisini çeşitli faaliyet alanlarında göstermektedir. Ve bu sorunla en sık karşılaştığımız alan ise gazetemiz olmaktadır. Burjuvazinin basın-yayın alanında yaratmaya çalıştığı dezenformasyonun boyutları her geçen gün daha da artmaktadır. Böylesi bir saldırının püskürtülmesinde bütünlüklü mücadele içerisinde devrimci basına büyük bir rol düşmektedir. Bu rolü layıkıyla yerine getirebilmenin yegane koşulu da MLM ilkelere sıkı sıkıya sarılmış, bilimsel, objektif, nitelikli bir kadro ve yayın zeminine yaslanan ve sadece dar bir kadro bütününün değil okurundan, dağıtımcısına kolektif bir çalışmayla inşa edilen bir gazete bu misyonu ancak yerine getirebilir. Bu gerçekliği görmeden ortaya konulan her politika ve pratik burjuvaziye hizmet anlamına gelir. Birinci yılımızı dolduracağımız şu günlerde daha güçlü, nitelikli, amacına en iyi şekilde hizmet eden bir gazete için Halkın Günlüğü’nü sahiplenelim, güçlendirelim, geliştirelim…


4-5_Layout 2 12/20/11 10:16 AM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

Devletin katliamcı Devletin 19-22 Aralık 2000’de devrimci-komünist tutsaklara yönelik gerçekleştirdiği katliam birçok ilde yapılan eylem ve etkinliklerle protesto edildi

Hakim sınıflar tarafından 2000 yılında gerçekleştirilen 19-22 Aralık katliam saldırısı aradan geçen 11 yıla rağmen hafızalardaki yerini koruyor. Devletin devrimci-komünist tutsaklar şahsında halka yönelik gerçekleştirdiği bu katliam saldırısı 11. yılında birçok ilde ve yurtdışında çeşitli eylem ve etkinliklerle protesto edildi. İSTANBUL- 19 Aralık tarihinde bir araya gelen TUYAB, TUAD ve İHD Cezaevi Komisyonu düzenlediği meşaleli yürüyüşle katliamı protesto etti. Saat 18.00’da Beyoğlu Tünel’de toplanan kitle meşalelerle ve “19 Aralık katliamını unutmadık, unutmayacağız” yazılı pankartla Taksim Tramvay durağına yürüdü. Katledilen ve ölüm orucu eyleminde yaşamını yitiren devrimcilerin fotoğraflarını taşıyan kitle yürüyüş boyunca “19 Aralık katliamını unutma, unutturma”, “Katil devlet hesap verecek”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak” sloganlarını haykırdı. Taksim Tramvay durağında ilk konuşmayı yapan İHD İstanbul Şube Başkanı Abdülbaki Boğa, kimyasal silahlarla yapılan katliamın ardından, yapılan yargılamaların sembolik olduğunu belirtti. Boğa, ülkenin devrimcilerinin, düşünürlerinin F tiplerine yerleştirilerek düşüncesiz, onursuz bırakılmaya çalışıldığını ifade etti. Ardından konuşma yapan Sanatçı Pınar Sağ ise, 19 Aralık katliamının sadece bir hapishaneye yönelik değil, 20 hapishaneye eş zamanlı olarak yapıldığını ve 28 devrimci tutsağın katledildiğini belirterek, katliamın sadece siyasi tutukluları değil, dışarıdaki toplumsal muhalefeti de susturma amaçlı olduğunu ifade etti. TUYAB, TUAD ve İHD Cezaevi Komisyonu adına basın açıklamasını yapan Taşkın Türkmen, katliamda; 8 jandarma komando taburu, 191 subay, 432 astsubay, 392 uzman jandarma, 281

Kanla yazılan tarih silinmez

uzman erbaş, 7 bin 80 er, skorsky helikopterler ve 20 bini aşkın bomba kullanıldığını ifade etti. Saldırıların 19 Aralık katliamı ile sınırlı olmadığını belirten Taşkın; "Bugün hala hastane ve mahkeme gidiş gelişlerinde tutsaklar fiziksel saldırıya uğruyor. Sevkler esnasında tutsaklara insan onurunu kırıcı dayatmalarda bulunuluyor. Hücre cezaları, mektup ve yayın yasağı ise olağan bir hal almış durumda. Ayrıca süren görüş yasakları ile tecrit içinde tecrit yaşatılıyor. Yıllardır özel bir tecrit uygulamasına maruz kalan Abdullah Öcalan'ın aylardır avukatlarıyla dahi görüşmesi engelleniyor" dedi.

Bu düzenden adalet beklemediklerini belirten Taşkın; “19 Aralık’ta çiğnedikleri yasaları, ezilen sınıflar ve halklar üzerindeki baskı araçlarından sadece birisidir. Bu yüzden egemenlerin yasalarıyla ezilenler lehine adalet gelmeyecektir” dedi. Yapılan basın açıklamasının ardından Grup Adalılar’ın verdiği kısa bir müzik dinletisi sonrası eylem sloganlarla sona erdi.

Unutmadık unutturmayacağız Katliamın yıldönümünde Tecrite Karşı Mücadele Platformu(TKMP)’nun çağrısıyla Sağmalcılar Metro durağında toplanan kitle “Yaşasın 19-22 Aralık direnişimiz, katliamı unutmadık, unutturmayacağız “ ve “19-22 Aralık Şehitleri ölümsüzdür, hesabını soracağız” yazılı pankartlarla Sağmalcılar Hapishanesi'ne yürüdü. Kitle yürüyüş boyunca sık sık “19-22 Aralık Şehitleri ölümsüzdür”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz”, “Katil devlet hesap verecek” sloganlarını attı. Sağmalcılar Hapishanesi önünde TKMP adına yapılan açıklamada, 19-22 Aralık katliamının amacının, devrimci tutsakları teslim almak, tüm halk üzerinde korku imparatorluğu yaratmak ve tüm halkı esaret altında tutmak olduğu belirtildi. 19-22 Aralık katliamını emperyalizmin işgal ve katliamlarıyla birlikte değerlendirmek gerektiğini belirten açıklamada, “AB emperyalizminin F tipi hapishanelerinin inşası için milyonlarca EURO göndermesinin başka bir nedeni yoktur. Emperyalizm, Türkiye’de istikrarı ortadan kaldıracak, işbirlikçi, uşak iktidarı yıkacak bir gücü ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmaktadır ve yapmaya da de-

Maoist Komünist Partisi (MKP) Dava Tutsakları gazetemize posta yoluyla gönderdikleri açıklamada 19-22 Aralık hapishaneler katliamına dair bütün halkı katliamdan hesap sormaya çağırdı MKP Dava Tutsakları tarafından 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’na ilişkin yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Emperyalizm; sorunsuzca halkımızı sömürmek, kaynaklarımızı kurutmak için öncelikle komünist-devrimci hareketin ezilmesini zorunlu görmektedir. Halka önderlik eden güçlerin ezilmesinin yol, yöntem ve savaş araçlarının kullanılması bakımından uşak Türk devlet güçlerini eğitti, sonsuz desteğini sundu. F tipi tecrit politikası emperyalizm ve emrindeki

vam edecektir.” ifadeleri yer aldı. Basın metninin okunmasının ardından ÇHD adına açıklama yapan Av. Oya Aslan, kimyasal silahlar kullanılarak yapılan bu katliamın, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu ve katliamın asıl sorumlularının yargılanmadığını ve davalarının sürüncemede bırakıldığına dikkat çekti. Oya Aslan’ın konuşmasının ardından katliamın canlı tanıkları yaşadıklarını anlattı. Eylem, İdil Tiyatro Topluluğu’nun skeç gösterimi, şiir ve Grup Yorum, Kutup Yıldızı ve Pınar Sağ’ın Çavbella Marşı’nı söylemesiyle devam etti. Eyleme destek vermek için katılan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, katliama ilişkin, Kıbrıs Savaşı’ndan sonra en fazla askerin kullanıldığı operasyon olduğuna dikkat çekerek,

egemen sınıfların halkımıza karşı sürdürdükleri savaşın bir biçimidir! 19 Aralık 2000 faşist Türk devletinin hanesine yazılan kanlı bir tarihtir. 19 Aralık’ta iki sınıfın iki ayrı tavrı vardır: Sömürüden beslenen, iktidarını tank, top, tüfekle sürdüren faşist, işkenceci, ahlaksız, emperyalist işbirlikçi egemen sınıfların tavrıyla, sömürüsüz bir gelecek için halkın özgürlüğü uğruna mücadele eden, haklılığını ve devrimci gücünü tüm değerleri ve zenginliği yaratan, emekten alan devrimci ve komünist sınıf tavrıdır. Devrimci sınıf tavrı, sınıf duruşu bükülmez iradesiyle, ideolojik gücünü, felsefesini, ahlaki sorumluluğunu ortaya çıkardı. Bir kez daha faşizmin çaresizliği yazıldı tarih sayfalarına. Hapishanelerin sınıf mücadelesinin birer alanı olduğunu en çarpıcı şekilde gösteren tarihlerden biridir 19 Aralık 2000… Emperyalist işbirlikçi sınıflarının kukla faşist devleti sisteme muhalif tüm kesimleri, devrimci

katliamın bütün suçluları belliyken sadece 30 askere ihale edilmeye çalışıldığını belirtti. Sağmalcılar Hapishanesi kapısına bırakılan karanfillerin ardından eylem sona erdi.

Devrim şehitleri ölümsüzdür 19-22 Aralık katliamını protesto etmek için bir araya gelen DHF, ESP, Partizan, KÖZ ve SODAP üyeleri Okmeydanı’nda yürüyüş yaptı. Okmeydanı Dikili Taş Parkı’nda bir araya gelen kitle, “19 Aralık’ı unutmadık, unutturmayacağız” pankartı açıp “Devrimci irade teslim alınamaz”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “ Gün gelecek devran dönecek katil devlet hesap verecek”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları atarak Sağlık Ocağı’na kadar yürüyüş yaptı.

demokrat aydınları, ekonomik, kültürel, ulusal, cinsel, sınıfsal mücadele yürüten halkın devrimci güçlerini tamamen sindirmek, demokratik hak arama bilincini dahi ortadan kaldırmak için ilk önce halkın devrimci öncülerinin doldurulduğu hapishanelere saldırmayı seçti. Bağımlılıkta borç batağında dünyanın en önde giden ülkelerinden biri olan Türkiye-Kuzey Kürdistan’da halkın kanını emen IMF programını sorunsuz uygulamak için komünist ve devrimciler ezilmeli, yok edilmeliydi.! 19 Aralık saldırısı ezilen sınıfların sessizleştirilmesi, örgütlülüklerinin parçalanması, yabancılaştırılması, egemenlere karşı korkutulması, komünist devrimci hareketin tasfiye edilmesi saldırısında önemli bir eşiktir. Bugün hiç kimse devrimci saflarda türeyen ve güçlenen oportünizmin, reformizm, parlamentarizm ve yasalcılık eğilimlerinin siyasi iktidar iddiasını kaybetme ve egemen sınıflarla işbirliğini geliştiren akıma dahil ol-


4-5_Layout 2 12/20/11 10:16 AM Page 2

güncel

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

05

yüzü: 19-22 Aralık destek veren Mahmut Konuk bir konuşma yaptı. Devletin bu operasyonu devrimci tutsakların bir arada bulunma koşullarını yok ederek tutsakları tecrit koşulları altında yok etmeyi hedefleyerek gerçekleştirdiğini vurgulayan Konuk, 1999 ve 2000 dönemindeki mücadele deneyimlerini aktardı. Ardından söz alan DHF temsilcisi devrimci iradenin teslim alınamayacağını defalarca gösteren devrimcilerin mücadelesinin sahiplenildiğini vurgularken tüm gerici saldırılar karşısında mücadele azmini gösterenlerin kazanacağını aktardı. Katılımcıların söz almalarının ardından etkinlik sona erdi.

Katil devlet hesap verecek İZMİR- 19 Aralık 2000 tarihinde “ hayata dönüş “ adı altında yapılan operasyonda katledilen 28 devrimci tutsağı anmak için 18 ve 19 Aralık tarihlerinde yürüyüş ve basın açıklamaları gerçekleştirildi. Bir araya gelen DHF, Alınteri, BDSP, Partizan, ESP, Devrimci Hareket üyeleri “19 Aralık Hayata Dönüş Değil Katliamdır Unutmadık Unutturmayacağız “ pankartı taşıdılar. Karşıyaka ve katliamın yapıldığı hapishanelerden biri olan Buca Hapishanesi önünde basın açıklamaları yapıldı. Yürüyüş ve basın açıklamaları sırasında kitle sık sık “19 Aralık katliamını unutmadık unutturmayacağız, katil devlet hesap verecek, devrimci irade teslim alınamaz, devrimci tutsaklar onurumuzdur, yaşasın devrimci dayanışma” sloganlarını attı. Yapılan yürüyüşün arından kitle adına basın açıklaması okundu. Okunan basın metninde devletin bu katliam saldırısıyla bir bütün olarak toplumu teslim almaya çalıştığına vurgu yapıldı. Eylem slogan ve zılgıtlarla sona erdi.

dirilerek ailelere söz verildi. Sürece ilişkin yaşananların aktarıldığı konuşmalarda geçmiş dönemlerin mücadele geleneğinin sahiplenilerek mücadelenin yükseltilmesi vurgusu öne çıkarıldı.

19 Aralık anma etkinliği yapıldı

Mezarlık anmasının ardından Ankara Demokratik Haklar Derneği’nde Ali Özkan İhsan’ın ailesi tarafından yemek verildi. Yemek esnasında ve sonrasında 19 Aralık ve öncesi süreçlerde hapishaneler dışında mücadeleye katılan tutsak yakınları ve mücadele arkadaşları tarafından hapishane dışında yaşanan süreçler aktarıldı.

ANKARA- Ankara Demokratik Haklar Derneği tarafından 19 Aralık Kahramanlık Haftası anma etkinliği gerçekleştirildi. Etkinlik Ali İhsan Özkan ve Cafer Tayyar Bektaş’ın Karşıyaka Mezarlığı’ndaki mezarlarının ziyareti ile başladı. Ali İhsan Özkan ve Cafer Tayyar Bektaş’ın ailelerinin de katıldığı mezarlık anmasında DHF temsilcisi tarafından 19 Aralık Hapishaneler Katliamı süreci değerlen-

Yemek sonrası 19 Aralık Hapishaneler Katliamı konulu sinevizyon gösterildi. Sinevizyon gösteriminin ardından söyleşi kısmında etkinliğe

masını 19 Aralık saldırısından bağımsız değerlendiremez.

öldürme, tutuklayarak ezme, sindirme ve korkutma biçimleriyle halkın üzerine çökmüştür.

Saldırının işçi sınıfına, halk kitlelerine yapıldığını söylemiştik! Bugün tecrit toplumsallaştırılmış bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Devrimci tutsaklar F tipi hücrelerinde yalıtılmışlardır, ama tecrit bunun çok ötesine geçmiştir. Tecrit mutlak denetim kurma sistemidir. Örgütlülükleri parçalanan, üretim alanlarına, sokaklara, evlere, okullara, fabrikalara takılan kameralara, dinleme cihazlarına, kentlere kurulan denetimlere bakın!..

Egemenler halkı sessizleştirmek, halkın öncüönder güçlerini içeride, dışarıda yok etmek için her yöntemi denemekten asla geri durmazlar; durmadılar. Binlerce eğitilmiş askeri gücü kontra kanlı katilleriyle komünist ve devrimci tutsakları f tipine götürmek için 20 hapishaneye aynı anda saldırı düzenlemiştir. Bu saldırıda 28 komünist ve devrimci tutsak katledilmiştir. Silahlara, kimyasal gazlara karşı tutsaklar devrimci iradeleriyle direndiler. Öldüler ama teslim olmadırlar. Faşizmin tüm vahşetine rağmen teslim alacak tek bir tutsak bile bulamadılar. 19 Aralık direniş tarihidir. Devrimci duruşu, tavrı ve militan ruhu temsil eder. İddia sahibi olma, ağır bedellerle yürüme duruşudur. İdeolojik gücümüzün, siyasi ve örgütsel kararlılığımızın ifadesidir.

Kürtlerin kitlesel tutuklanmasına, avukatların, aydınların, gazetecilerin kitlesel tutuklanmasına bakın!.. (sadece basın açıklamalarından dolayı tutuklanıp yıllarca ceza alan öğrencilere bakın) Açıktır ki sistem bireyin örgüte, örgütlerin ezilen sınıflarla birliğini sağlayacak her türlü çabanın kırılması için faşist yöntemler kullanılmaktadır. Artık tutuklanma korkusu son aşamaya varmıştır. Toplumun üzerinde kurulan F tipi tecrit rejimi

19 Aralık direnişimizde tarihe kanla yazılan kararlılık mücadelemizin her alanında ideolojik, si-

Kamuoyuna yapılan açıklamalarda: “Dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan emperyalizmin devrimci ve yurtseverlerden yana korkuları kâbusa dönüşmektedir. Onun içindir ki, bunca baskı ve zor uygulanmakta, En demokratik eylemlerde alınan insanlara, meşru taleplerini haykıranlara F tipi ile “sus” mesajı verilmek istenmektedir. F Tiplerinde: İyileştirme adı altında “ehlileştirme” ve “sessizleştirme” gayesi yatmaktadır. Topluma verilen gözdağı bizzat tecrit üzerinden yapılmaktadır. Ancak dün olduğu gibi bugün de direnenler geleneğin bayrağını elden düşürmeyecek ve bunca baskı ve zora karşı yılmadıklarını yine haykırmaktan vazgeçmeyecektir. 19 Aralık katliamında: Ateş altında dahi marşlarını söylemekten yılmayan ve halaya duran devrimci

yasi, örgütsel olarak taşınıp işlenerek ancak anlam bulabilir. Düşünsel, felsefi ve ahlaki sorumluluk değerleri büyütmeyi gerektirir. 19 Aralık seneden seneye hatırlanması gereken, alışkanlığa dönüşmüş anmaların çok ötesinde ideolojik derinliği siyasi iktidar amacına bağlılığın ifadesi olarak kavranmalıdır. “Amacınızdan vazgeçin yoksa öleceksiniz” diyenlerin karşısında ölümü tereddütsüzce seçenlerin geleneği 19 Aralık’ta bir kez daha somutlaşmıştır. 20 Ekim 2000’de başlayan Ölüm Orucu direnişimiz, 19 Aralık saldırısıyla da sonlandırılamadı. F tipi tecrit saldırısına karşı dünyada benzeri görülmeyen büyüklükte sürdürülen direnişte 122 komünist- devrimci şehit düşmüştür. Fakat F tipi tecrit kırılamadı, ağırlaştırılarak devam etmektedir. Gerçekliği olduğu gibi kavramak bize güç katar. 19 Aralık halkımıza topyekûn saldırıdan bağımsız ele alınamaz. Ölüm Orucu ’da sınıf mücadelesin-

irade teslim alınamayacağını bir kez daha tarihe yazmasını bilecektir.” vurgusu yapıldı. Yapılan eylemler sloganlarla ve hapishane girişine karanfil bırakmayla sona erdirildi.

Katliam Adana'da protesto edildi ADANA- 19 Aralık tarihinde saat 18.00'de İnönü Parkı'nda "19 Aralık Katliamını Unutmadık Unutturmayacağız!" pankartı arkasında bir araya gelinerek tüm kurumlar adına basın açıklaması okundu. Yapılan açıklamada katliamın esas amacına vurgu yapılarak devamında şu ifadelere yer verildi; "...Eşi benzeri görülmemiş bu zindan katliamının adına hayata dönüş operasyonu dediler. Aslında hayata dönüş operasyonu değil tam bir yok etme operasyonuydu. Ancak 28 devrimci tutsak vahşice katledilse de devrimci irade teslim alınamadığı gibi,4 gün boyunca Mahirlerden, Denizlerden, İbrahim Kaypakkayalardan devralınan direniş geleneğini devam ettirip gelecek kuşaklara miras bıraktılar. Direniş ateşi F tiplerine tutsakların atılmasıyla söndürülemediği gibi daha bir harlandı ve süren ölüm oruçlarında 122 devrimci tutsak şehit düştü." Adli veya siyasi ayrımı yapmadan bütün tutuklu ve hükümlüler için insan onuruna saygı gösterilmesi, hiçbir tutuklu ve hükümlünün tecrit ve izolasyon koşullarında tutulmaması, hapishanelere giremeyen Kürtçe yayınların tutsaklara verilmesi, hapishanelerin sivil izlemeye açık olması, tutuklu ve hükümlülerin savunma, şiddete maruz kalmama, sağlık, eğitim, beslenme, aileleriyle ve genel olarak dış dünyayla iletişim haklarına saygılı olunması vb. taleplerin dile getirildiği açıklamada son olarak "katliamın gerçek sorumlularının açığa çıkarılarak haklarında idari ve yargısal soruşturulmalar açılıp cezalandırılmaları için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğimizi buradan bir kez daha haykırıyoruz." denildi. Basın açıklaması "Devrimci irade teslim alınamaz", "Devrim şehitleri ölümsüzdür", "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek", "Yaşasın devrimci dayanışma", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarının atılmasıyla sonlandırıldı. ESP, BDSP, İHD ve DHF'nin örgütleyicisi olduğu eyleme ÖDP, Emek Partisi, HDK, Eğitim-Sen, Halkevleri, T. Gerçeği de katılım gösterdi.

den ve bu saldırılardan bağımsız düşünülemez. Mücadele ve direniş sürüyor. F tipi hücrelerinde baş eğmeyen tutsakların kalbi sınıf mücadelesinin tüm alanlarında atmaya devam ediyor. Devrimci tutsakların direngen tutumu yaygınlaştırılmalıdır!.. İhtiyaç duyulan ise ÖO ve 19 Aralık direnişimizin ideolojik, siyasi kararlılığıyla örgütlü gücümüzü geliştirmek, tecrit karşıtı mücadelenin sınıf mücadelesinin bir parçası olarak yürütmenin zorunluluğunu kavramak, devrimci militanlığı, ısrarı ve baş eğmezliği, komünist kişiliği ve savaşım cesaretini kuşanarak örgütlü yürüyüşüyle, halk kitleleriyle bütünlüşelim. Siper yoldaşlığı, mücadele, dayanışma ve daha yüksek birlik için 19 Aralık direnişimiz yol göstermeye devam ediyor. 19 Aralık şehitleri ölümsüzdür.”

MKP Dava Tutsakları


6-7_Layout 2 12/20/11 10:23 AM Page 1

06

güncel

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

Devletin ‘iyi çocukları’ Mevcut yasalar var olan sistemin çıkarları ve geleceği için halka karşı yapılan-yazılan yasalardır. Yani sınıfsaldır; sisteme hâkim sınıfın diğer sınıfa karşı oluşturduğu bir kalkandır

malarla ilgili öne sürülen hangi gerekçeler değişti ki tahliyeler oldu” sorusunu sorarak, tahliyeleri onaylamadığını belirtti. Daha önceden İbrahim Şahin’in dolaylı olarak suçlamaları kabul ettiği yönünde açıklamalar olduğunu hatırlatan Sürek, “Kamuoyuna yansıyan bilgi ve açıklamalarla bile tahliye olmamalıydı” dedi.

“Şike Davası”ında tahliyeler var Ayhan Çarkın’ın ifadeleri doğrultusunda “faili meçhul” cinayetler soruşturması kapsamında tutuklanan 6 eski Özel Harekatçı ile tescilli katil İbrahim Şahin, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakıldı. Tahliye kararına gerekçe olarak Çarkın’ın “Soyut iddiaları dışında soruşturma dosyasında somut delil bulunmaması” gösterildi. Karar neticesinde 4 ay süren tutukluluk sonucunda 6 Özel Harekatçı serbest bırakılırken, Ergenekon davasından tutuklu bulunan İbrahim Şahin, “faili meçhul” soruşturmasından çıkarılmış-aklanmış oldu. Bu arada tahliyelerin itiraz üzerine yapılmadığı, CMK’da yer alan “tutukluluk incelemesi” (108. madde) maddesi gereği yapıldığı öğrenildi.

Şike davasında BJK'li yönetici Serdal Adalı, Teknik Direktör Tayfur Havutçu ve futbolcular İbrahim Akın, İskender Alın, Ümit Karan ve Korcan Çelikay, BJK’li Ahmet Ateş ve Abdurraman Yakut tahliye edildi. Aralarında Aziz Yıldırım’ın da olduğu 23 kişinin tutukluluğu ise devam ediyor. “Şike Davası”nda gerekçe olarak "Atılı suçun vasıf mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süreler, 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Yasanın 6250 Sayılı yasa ile değişiklik yapılması" gösterildi. Statlara girişi yasaklanan 68 şüpheliden 28'i için bu yasak kaldırıldı.

Avukatlardan tepki

Bu ve benzeri davaların başlangıç ve sonuçlarına baktığımızda mevcut yasalarla ve mahkemelerin yaptığı yargılamaların devletin tetikçiliğini yapan, devrimci, ilerici insanları katleden kişileri aklamaya dönük göstermelik yargılamalar olduğunu görüyoruz. Mevcut yasalar var olan sistemin çıkarları ve geleceği için halka karşı yapılan-yazılan yasalardır. Yani sınıfsaldır; sisteme hâkim sınıfın diğer sınıfa karşı oluşturduğu bir kalkandır. Bu sebeple yapılan tahliyeler, burjuva-feodal medyada yansıtıldığı gibi, “sürpriz ve şaşırtıcı” değildir. Devrimci, ilerici, yurtsever kişi ve kurumları gözaltı ve tutuklama terörüne tabi tutarken ve uzun yıllar yargılayıp hüküm

Tahliyeleri değerlendiren Av. Kamil Aytaç, kararı “Şüpheye düşüren bir karar” olarak yorumladı. Av. Kamil Tekin Sürek, “Onaylamak mümkün değil”, BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ise “tahliyeler hayra yorulacak gibi değil” dedi. Avukat Kemal Aytaç, yargı kararının insanları şüpheye düşüren bir karar olduğunu belirtti. Aytaç, “Maalesef bizim anlayamadığımız, problemli şeyler oluyor. Diğer taraftan insanlar tutuklanarak, 1-2 yıl mahkeme önüne çıkmadan cezaevinde tutulduğunu” ifade etti. Avukat Kamil Tekin Sürek ise “Tutukla-

Tahliyeler “şaşırtıcı” değil

giydirirken de gördüğümüz gibi fark ortada; hukuk sisteminin esasında kâğıttan kaplan misali olduğudur. Egemenler ve on-

ların planları, işbirlikçi-tetikçileri söz konusu olunca bir kibrit kıvılcımı ile tutuşturulup yok sayılan ya da bir makas darbesi

İnsan olmanın doğal Bilinir ki her ekonomik düzen çelişki dolu ve karmaşık bir tarihsel olgular bütünüdür. Kapitalistemperyalist dünya düzeni geçmişin kalıntılarını geleceğin tohumları olarak insan hakları söylemleri ile karşımıza çıkarmaktadır

Bu yazımızda insan hakları nedir, ne değildir? Sorusunu tekrar tekrar cevaplamaktan ziyade kapitalist –emperyalist dünya sisteminde insan haklarının sosyal demokrasi kılıfına nasıl ve niçin büründüğünden bahsedeceğiz. Kılı kırk yararak ve her türlü kazanılmış hakkı bugün birer armağanmış gibi ve bunu da sadece insan olduğumuzdan dolayı

bizlere sunduğunu iddia eden sömürgeci sistemin sosyal demokrasi adı altında köleliği meşru kılmaya çalıştığı görülmektedir. Bilinir ki her ekonomik düzen çelişki dolu ve karmaşık bir tarihsel olgular bütünüdür. Kapitalist-emperyalist dünya düzeni geçmişin kalıntılarını geleceğin tohumları olarak insan hakları söylemleri ile karşımıza çıkarmaktadır. Özel mülkiyetin olduğu ve insanın insan tarafından sömürüldüğü bir düzende insan haklarından bahsetmek mümkün müdür? Dolayısıyla bu yazımızda bu kıstas esas alınmaktadır. Proletaryanın büyük öğretmeni Lenin “emperyalist bir dünya düzeninde, demokrasi çok yaygınlaşmışsa bilin ki kapitalizmde bir o kadar yaygınlaşmıştır.”demektedir. Çünkü kapitalizmin çıkarları, toplumun çıkarları ve insanın ileri gelişmesi ile tam anlamıyla çe-

lişmektedir. Bu tespit sonucunda bugün en iyi burjuva ahlakının dahi büyük puntolarla AHLAKSIZLIK olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz kapitalist-emperyalist sistem keskin bir insan hakları savunucusu olmakla kendini ifade ederken, kendi yasalarını dahi kah zorunlu kah keyfiyetçi olarak çiğneyen ve bunları da gelişi güzel üstünü kapamada da aynı aymazlığı göstermektedir. Bundandır ki bırakın insan haklarından söz etmeyi bir ahlaktan dahi bahsetmek mümkün değildir. Emperyalist bir düzenin güdümü ile oluşan Birleşmiş Milletler bakın insan hakları içi ne demektedir ; “Birleşmiş Milletler halklarının, Birleşmiş Milletler Kuruluş Belgesinde, temel insan haklarına, kişinin onuruna ve değerine, erkekler ile kadınların hak eşitliğine olan inançlarını teyit ettiklerini ve daha geniş öz-

gürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyini sağlamaya kararlı olduklarını ve üye devletlerin, Birleşmiş Milletler’le işbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görmesi ve gözetilmesini sağlamayı taahhüt ettiklerini” ifade etmektedirler. Şüphesiz bunun ülkemizdeki yansıması ileri demokrasi safsatasından başka bir şey değildir. Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da son bir yılda yaşanan vahşetleri, trajedi ve komedileri göz önünde bulundurduğumuzda bir kez daha tarihsel olarak ödenen bedeller ve kazanılan haklar, yahut insanın gerçek kurtuluşunun, bahşedilen haklarla değil zoru zorun karşısında biricik güç olarak varlığını ilan etiğinde elde edileceğini kavramalıyız. Netice itibari ile en son yaşadığımız güncel olaylardan bahsedecek olursak; İzmir’de bir


6-7_Layout 2 12/20/11 10:23 AM Page 2

07

serbest

UFUK ÇİZGİSİ

SAYIN CİLASUN’A VE CİLASUN VESİLESİYLE

D

ersim kırımı üzerine yürütülen mevcut tartışmalar ya da konu ile ilgili bu minvaldeki güncel gelişmeler hakkında sergilenen en enteresan yaklaşım Sayın Cilasun’a aittir desek yanlış olmaz. Yani, ilgili gündem veya konunun “devrimci” açıdan yorumlanmasının şampiyonu Cilasun’dur!? Abartı değil ki, yüzlerce yorum yapıldı gelişmelere ilişkin. Doğru-yanlış çok şey söylendi. Ama bunlar içinde en belirgin olarak ve hatta sadece Sayın Cilasun’un baktığı pencere ve elbette ki meramı enteresandı. Bu özellik nereden ileri geliyordu? Birazcık mübalağa edersek; neredeyse yeryüzündeki melanetlerin esas sorumlusunun “Kaypakkaya camiası” olduğu veya tüm bu melanetlerde Kaypakkaya geleneğinin parmağının olduğunu savlayacak kadar bağdaşıksız tasvir biçiminden, daha doğrusu saplantısından ileri gelmektedir. Bu mealde, yani Kaypakkaya “camiasına” pay çıkarma bakımından eşine az rastlanır bir yetenekle konuyu sımsıkı sararak kavrıyor Sayın Cilasun.

ile değiştirilip yeniden organize edilen hukuk(suzluk) sistemi söz konusu halkın örgütlü güç-

leri olunca kaplanlaştırılıp bir baskı ve sindirme aracı olarak önümüze sunulmaktadır.

hakları müzikholde kimlik kontrolü sonrası kolluk kuvvetleri tarafından karakolda işkenceye maruz kalan kadını hatırlamamız yeterli olacaktır. Şüphesiz ki bunu genişletebiliriz. Örneğin üniversitelerde eşit, parasız, bilimsel, ana dilde eğitim mücadelesi veren halk gençliğinin, özelleştirmelere, taşeronlaştırılmalara, 4/C, 4/B, 4/A, torba yasası gibi köleliğin adı olan çalışma sistemine karşı mücadele eden işçi sınıfının, üretimden muaf kılınmaya ve HES’lerle deresiz, topraksız bırakılmaya çalışılan köylülüğün mücadelesini, meta olmadığını eşit işe eşit ücret kavgasını veren kadının, ezen ulusun her türlü bas-

kısı altında ezilen Kürt ulusunun vermiş olduğu meşru mücadelesinin ve son olarak da özel mülkiyetin ve insanın insan tarafından sömürülmesine son verecek olan devrimci ve komünistlerin, gözaltı, işkence ve imhasını gerçekleştirmeye çalışan faşizmin insan haklarını hayata geçirmiş halleri olarak bahsedebiliriz. Bunlar gerçekleştirildiğinde ise faşizmden bahsedebiliriz. Dolayısıyla bu yalın gerçekliğin pratikte muhatapları olarak bizler ancak sınıf mücadelesinin görev ve sorumluluklarını yerine getirdiğimizde insandan ve haklarından bahsedebiliriz.

≫ bakış can

Tayyip Erdoğan meclis grup toplantısında, kaçınılmaz bir açıklama haline gelmiş olan Dersim katliamını, “bir taşla iki kuş vurma” siyasetiyle hem halk kitlelerini aldatma ve hem de Kemalistleri-CHP’yi de hırpalama fırsatını değerlendirmek üzere; Dersim’de gerçekleştirilen katliamı resmi ağızdan itiraf edip, gerekiyorsa devlet adına özür dilerim demesinden sonra sarsıntı geçiren Sayın Cilasun alelacele “Kaypakkaya camiasına” verip veriştirdi. Tayip ayaklarınızın altından halıyı çekip aldı diyerek, siz misiniz bölgecilik yapan kükreyişiyle kendince iyi bir ders verdi adı geçen camiaya?! Oysa ne halı çekilip alınmıştı ayaklarımızın altından, ne de bölgeciliğimiz söz konusuydu. Dolayısıyla olmayan bir bölgeciliğin verdiği zarar da olamazdı ve bu “bölgecilik” ile Tayyip’in manipülasyonu arasında bir bağlantı da yoktu. Kurana helal olsun! Eh meram ilgili camiayı eleştirmek olursa, elbette bir pay çıkarılır, takılacak bir kulp bulunur. Ki bu kulpun bağlantısında tutarlı olması da gerekmez… Biz bu saplantıya yabancı olmadığımızdan ötürü meseleyi abartmadık. Ne ki, Sayın Cilasun daha garip bağlar kurmaya başlayarak yetisini iyice ilerletti. Eleştiri hırsı ve öfkeye varan hıncının esiri olarak; “bakın DHF’nin zamanında birlikte hareket ettiği bu Hüseyin Aygün’dür” diyerek bu geçmiş geçici beraberliği de aynı camiayaya suç saydı, kendince teşhir etti ya da eleştirdi Sayın Cilasun. Bu eleştiri (tabi eleştiri denirse…) son derece biçimsiz ve bir kaba sığmayan türden. Böyle bir eleştiri olmaz-olamaz. Eleştirinin amacı bellidir. Peki, “bakın zamanında beraber hareket ettikleri zat buydu” diyerek

ne ispatlanmış olunuyor? Sayın Cilasun biraz düşünmelidir ve bu eleştirisiyle ne amaçladığını, amacının ne olduğuna bir yanıt verebilmelidir. Eleştirmiştir ama nasıl ve niçin? Üstelik adı geçen kişi hakkında yönetici-yetkili organların açık teşhir ve tavır bildirileri olduğunu yok sayma ve bu gerçeği atlayan dürüstlükle… Kötü bir tarz. Sadece adı geçen camiayı karalama, kötü gösterme, gözden düşürme, teşhir etme içeriğine sahip olan bu eleştiri; ne eleştiridir, ne de dostane yaklaşıma sığandır. Cilasun bu eleştirisiyle hoş görümüzü ihmal etmiştir. Cilasun demokratik tavır ve yaklaşımımız karşısında suistimalcidir! Kaypakkaya camiasının kriterleri farklı, ilgili alan ve çalışmalarda yapılan birlikteliklerin ölçüleri farklı şeylerdir. Kaldı ki, geçmişte olmuş bir birlikte hareket etme olayı somut bir meseledir. O gün, yani ortak hareket edildiği dönem CHP’li kimlik yoktu. Öte yandan adı geçen kişi karşı-devrimci, gerici bir insan olmayıp, demokrat, ilerici, dost veya halktan biri olma özelliklerine sahipti. Dolayısıyla ortak hareket etmenin önünde bir engel olmadığı gibi, o gün birlikte hareket edilmesi yanlış da değildi-değildir. Farklı şartlarda (geçmişte ve geçici olarak; üstelik belirli bir çalışmada olmak üzere), belli anlayış ve zemin doğrultusunda gerçekleştirilen ortak çalışmalar, bugün farklılaşan şartlarda ortaya çıkan yeni durumdan hareketle mahkum edilemezler. Cilasun’un da geçmiş birlikteliklerinden bir kısmı ille de değişmiştir. Ve bugün o birlikteliklerin yürütülmemesi veya yürütülmesinin yanlışlığı, dünün birlikteliğini mahkum etmeye yetmez, delil edilemez. Bunun dışındaki yaklaşım, yani Sayın Cilasun’un bugünkü somut eleştirisi diyalektiği kavramaktan uzaktır, diyalektik dışı yaklaşımdır. Sayın Cilasun, Mao neden Lin Biao ile vb, Lenin neden Troçkiyle vb ortak hareket etti, bir parti içinde yer aldı diye eleştirsin. Hatta Bob Avakian revizyonist olarak damgaladığı Nepal’li eski Maoist’lerle vb. nasıl birlikte hareket etti eleştirmelidir. Tutarlılık adına bunu yapmalıdır… Evet, Sayın Cilasun’un, H. Aygün ile geçmişte ortak hareket etmemize şuradan anlam vermelidir: Kaypakkaya camiasıyla bu denli (kendisinin ortaya koyduğu mevcudiyet kadar) tezat duran Sayın Cilasun ile bu camianın ilişki sürdürmesi nasıl ki suç ve günah değilse, tersine her şeye karşın gerekli ve doğru ise, öyle de o günün H. Aygün’ü ile beraber çalışmak da o kadar doğrudur. Cilasun, Kaypakkaya camiasının kendisiyle hukuk’unu nasıl ki eleştirmiyor ve doğru buluyorsa, öyle de H. Aygün ile yürütülmüş olan beraber hareket etmişliği de yadırgamamalıdır. Yanlış anlaşılmamalıdır H. Aygün ile Sayın Cilasun’u aynı mesafede görmüyor, bir ve aynı değerlendirmiyoruz. Fakat o günün şartlarında H. Aygün de

dost ve halk kategorisinde duran, bu niteliklere uygun biriydi. Birinin siyasi niteliğinin daha ileri, diğerinin daha geri olması farklı şeyler ama bu iki nitelikle beraber hareket etmenin doğruluğu ayrı şeydir. Bu gerçeklerden bir şey çıkar! Maoist ayrıcalığımızın verdiği farklılık! Ve bunun gereği olarak farklı fikirlere yaklaşım meselesinden, dost güçlerle ilişkilere, oradan devrimin güçlerine yaklaşım ve onların değerlendirmesine, ittifak politikasından eylem birliklerine ve hatta devlet ve demokrasi anlayışına kadar uzanan düzlemde farklı yerlerde durduğumuz açığa çıkmaktadır. Ne pahasına olursa olsun demokrasi anlayışımızdan, iki çizgi mücadelesi kavrayışımızdan ödün vermeyeceğiz. Sosyalizmin güçleri olarak değerlendirdiğimiz ya da halk sınıf ve katmanları arasında gördüğümüz, hatta hakim sınıflara karşı geçici ittifaklar yapacağımız daha geniş demokratik-ilerici kesimlerle ortak paydalarda birleşme, mümkün olan tüm noktalarda ortaklıklar yakalama politikamızdan ödün vermeyeceğiz. Belirli ilke ve anlayışlar temelinde ve somut kriterler üzerinden tüm devrimci demokratik güçlerle ortak hareket etme olanakları olduğu müddetçe ortak hareket edeceğiz. Hiçbir geri eleştiri bizleri doğru anlayış ve ilkelerimizden geri adım atmaya yetmeyecektir. Dünün H. Aygün’ü dost kapsamdaydı, bugünün Cilasun’u da devrimci dostlarımızdandır. Dün H. Aygün’le ortak hareket etmemiz de, bugün Sayın Cilasun ile bilinen paylaşımımız da yanlış değildir. Birlikte devrimi gerçekleştireceğimiz halk kitleleri ya da bu kesimlerin siyasi temsilcilerinin farklı fikir ve eğilimlerine saygı göstermek ve bu farklılıklarla birlikte beraber yürüme olgunluğunu sergilemek durumundayız. Herkesin bizim gibi düşünmesini bekleyemeyeceğimiz gibi, bu mümkün de değildir. Gelecekte iktidarı paylaşacağımız güçlerle bugünden doğru ilkeli ilişkiler kurup geliştirmek ya da bu kesimleri birleştirmek tam da önderlik fonksiyonu ve devrim kaygısıdır. Bizleri eleştirenlerle beraber çalışma avantajımızı öteleyemeyiz. İsterse en sert ve hatalı eleştiriler yürütülsün, devrimci kalındığı müddetçe bu kesimlerle ortak hareket etme ve onları dönüştürüp birleştirme hedefinden sapamayız. Bu gün dönüştüremesek de yarın mutlaka! Ama yarına kadar çevremizde kalmaları öncelikle şarttır. Eleştiriden korkmuyoruz, tersine bekliyoruz. Hatta saldırılardan da korkmuyoruz. Hatalı eleştirilerden hiç korkmuyoruz. Hatalı eleştiriler sadece eleştiri sahibini zayıflatmaktadır. Sayın Cilasun dostumuzdur. Ne var ki, hatalı eleştiri tarzını düzeltmelidir.


8-9_Layout 2 12/20/11 10:30 AM Page 1

08 emek haber Mücadele eden işçiler yargılanıyor

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

Türk-İş Genel Türk-İş 21. Olağan Genel Kurulu, 8-11 Aralık’ta Ankara’nın ücra bir köşesinde gözlerden uzak ve işçilerden kaçırılırcasına “olağandışı” şartlar altında gerçekleştirildi

İhaleye fesat karıştırılmasını engellemek ve haklarını elde etmek için mücadele eden Dev-Sağlık İş üyesi 27 işçi “ihaleye fesat karıştırmak”la yargılanıyor Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nde taşeron çalışmaya ve yapılan ihalelere karşı mücadele yürüten ve 22 Ağustos günü yapılacak olan ihaleyi teşhir etmek amacıyla yaptıkları basın açıklaması sırasında gözaltına alınıp saldırılara maruz kalan Dev-Sağlık İş üyesi 27 işçi hakkında “ihaleye fesat karıştırmak” suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması 16 Aralık’ta görüldü. Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 27 sendika üyesi hakkında her bir ihaleden 12’şer yıl olmak üzere 2 ihaleden 24’er yıl, polislere görevini yaptırmamaktan da 3’er yıl olmak üzere toplam 27’şer yıl hapis cezası isteniyor. Mahkeme saati öncesi, davanın takipçisi ve işçilere destek olmak amacıyla belirlenen program dahilinde sendika ve sağlık emekçileri tarafından yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirildi. TTB, DİSK, SES, Dev-Sağlık İş üyeleri, Balcalı Hastanesi sağlık işçileri ve çeşitli devrimcidemokrat kurumların da katılım gösterdiği eylem, Atatürk Parkı’ndan Adana Adliyesi’ne yapılan yürüyüşle başlatılarak ardından basın açıklamasıyla devam etti. Yapılan açıklamada Dev-Sağlık İş ve SES yöneticileri; “Yargılanacak kişiler, işçiler değil; onların haklı ve meşru mücadelelerine biber gazı sıkarak, şiddet kullanarak, gözaltına alarak müdahale eden polisler olmalıdır.” şeklinde konu-

şarak işçilerin haklı mücadelelerine vahşice saldıran hakim sınıfların ve uşaklarının yargılanması gerektiğini ifade ettiler.

Biz işçiler birleşerek kazanacağız! Basın açıklaması sırasında Gazi Devlet Hastanesi’nde taşeronlaştırmaya karşı mücadele eden ve kazanan işçiler söz alarak; “Bu dava sadece Balcalı işçilerinin davası değil, ülkemizde yaşayan tüm taşeron işçilerin davasıdır. Balcalı işçisi yalnız değildir ve biz işçilerde birleşerek, örgütlenerek kazanacağız” şeklinde konuşarak işçi dostlarına örgütlenmeye ve direnmeye devam çağrısı yaparak destek oldular.

Korkunun çaresi, üzerine gitmektir! Eylem sırasında konuşma yapan işçiler, patronlardan ve hakim sınıflardan korkulmaması gerektiğini, eğer korkuluyorsa bu durumun örgütlenerek ve mücadele edilerek alt edilmesi gerektiğini ve önemini vurguladılar. Dr. Eriş Bilaloğlu da bu gibi davalarla emekçilerin korkutulmaya çalışıldığını, fakat korkuların üzerine yürüyeceklerini belirtti. Basın açıklaması, işçi ve emekçilerin haklarını gasp eden ve meşru mücadelelerine saldıran ve saldırtan hakim sınıflara karşı mücadele çağrısıyla sonlandırıldı. Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmada dava mahkeme heyetince 12 Mart 2012 tarihine ertelendi. 22 Ağustos 2011 tarihinde Balcalı Hastanesi’nde yapılan ihaleyi protesto etmek amacıyla oturma eylemi yapan sağlık işçilerine saldırılar gerçekleşmiş, 2’si ağır çok sayıda işçi yaralanmış ve 27 işçi de ihaleye ‘fesat’ karıştırdıkları gerekçesiyle gözaltına alınmıştı ve haklarında dava açılarak 27’şer yıl hapisleri istenmişti.

4 günlük kongre sürecinin ardından TES-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu tekrar Türk-İş Genel Başkanlığı’na, Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak tekrar Türk-İş Genel Sekreterliği’ne seçildi. Yönetim Kurulu’nda yer alan diğer isimler ise şöyle: Genel Mali Sekreter Ergün Atalay (Demiryol-İş Sendikası Genel Başkanı), Genel Eğitim Sekreteri Ramazan Ağar (Yol-İş Sendikası Genel Başkanı), Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Nazmi Irgat (TEKSİF Sendikası Genel Başkanı). Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP)’nun toplam delege sayısının 90 olduğu ve aday olarak belirlediği Mustafa Öztaşkın’ın 127 oy aldığı Türk-İş 21. Genel Kurulu’nda, yeniden genel başkanlığa seçilen Mustafa Kumlu ise 223 oy aldı.

Suskun Türk-İş istemiyoruz Genel Kurul’a küçük bir yandaş grubun Mustafa Kumlu’nun konuşması sırasında attığı “Kumlu nerede biz oradayız” sloganlarını bastıran ve büyük çoğunluğun katılarak “İşçi nerede biz oradayız”, “Suskun Türk-İş istemiyoruz” sloganlarıyla aldığı tavır damgasını vurdu. Bu tavırla olacak ki konuşmasının sık sık kesilmesine ve salonda gergin anların da yaşanmasına rağmen sadece TEKEL işçilerinin haklı mücadelesini nasıl sattığını unutmuşçasına AKP’yi, özelleştirme ve neo-liberal politikaları eleştiren Kumlu, tescillenmiş işçi düşmanlığı karşısında adeta şov yaptı. Özel istihdam bürolarına, taşeronlaşmaya, istihdam politikalarına, basın özgürlüğüne de değinen Kumlu, kıdem tazminatı konusunda ‘kırmızı hatların’ kazanılmış haklar olduğunu söyledi. 19. Türk-İş Genel Kurulu’nda alınan karar gereği kıdem tazminatına dokunulması durumunda genel grev yapacaklarını sözlerine ekledi. Sistemin özelleştirme furyası içerisinde işçinin en temel ve büyük bedeller ödeyerek kazandığı ve sadece bir bütün olarak ele alındığında anlam ifade eden, kıdem tazminatı hakkına belirli ‘kırmızı hatlar’ıyla sahip çıkan Kumlu, milyonları ilgilendiren bu konuda keskin pratik çıkışlar yapmayarak adeta arabulucu misyonunu tescilliyor.

Irkçı histeri işçilerin baş düşmanıdır Türk-İş’teki sendika ağalığı ve bürokrasinin ülkemiz işçi sınıfının baş düşmanı olan gerici, sağ iktidar ve muhalefet partilerinin nasıl hizmetinde olduğunu kanıtlar mahiyetteki belirgin tutumu ise AKP, CHP, MHP ve işvereni kucaklamadaki başarısı. Kürt halkının meclisteki iradesi olan BDP grubundan kimsenin kongreye davet edilmemesi, onlar nezdinde Kürt ve Türk işçilerinin bağ kurmasından egemenlerin duyduğu korkuyu simgeliyor. Yandaş sendika ağalarını, büyük işadamlarını, düzen partisi temsilcilerini kongrenin baş konuklarıymış gibi ağırlayan, çalışma yaşamına belki de en büyük saldırıların yapıldığı bir dönemin egemen

Prangasız bir yaşam Dev-Sağlık İş Sendikası, insanca yaşanacak asgari ücret talebini dile getirmek için Şişli Etfal Hastanesi önünde basın açıklaması yaptı 14 Aralık Çarşamba günü Şişli Etfal Hastanesi Konferans Salonu önünde toplanan Dev-Sağlık İş üyeleri “Bu zamlarla yaşanmaz! İnsanca yaşanacak bir asgari ücret istiyoruz” pankartını açarak ellerinde “kira 550 TL, ulaşım 210 TL, doğalgaz 114 TL, Su 55 TL asgari ücret 659 TL” yazılı dövizlerle hastane bahçesinde yürüyerek yeniden konferans salonu önüne geldi. Salon önünde toplanan kitle adına bir konuşma yapılarak asgari ücret tespit komisyonunun toplantıları öncesi

insanca yaşanabilir bir asgari ücret talebiyle mücadele edildiği vurgusu yapıldı. Sağlık çalışanlarına dayatılan taşeron çalışmanın kabul edilemez olduğunun ifade edildiği konuşma sonrası SES Şişli Şube yöneticilerinden Aziz Çelik bir konuşma yaptı. Sendikal mücadelenin 250 yıllık deneyimlerle kazanıldığını açıklayan Çelik, sağlık çalışanlarına yapılan bütün baskılara rağmen hastanelerde örgütlendiklerini ve tüm hastane çalışanlarının mücadelesini sahiplendiklerini belirterek 21 Aralık’ta yapılacak iş bırakma eylemine katılım çağrısı yaptı.

İnsanca yaşayacak bir ücret istiyoruz Çelik’in konuşması sonrası Dev-Sağlık adına yapılan basın açıklamasında, asgari ücret tespit komisyonunun 15 Aralık’ta ikinci toplantısını yapılacağı anlatılarak, hü-


8-9_Layout 2 12/20/11 10:30 AM Page 2

emek

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

Kurulu yapıldı

platform olmadıkları” vurgusu yapmaları, siyasi gündemlerden tutuklu gazeteciler ve TMK’nın değiştirilmesi gibi talepler, konfederasyon çatısı ve delege profili de düşünüldüğünde beyhude bir çaba olarak duruyor. İşçi ve emekçilerin temel sorunları karşısında derin bir kriz ve çıkmaz içerisinde olan sendikal hareketin, bu sorunlarına cevap olamayan, ya da “Türk-İş değişecek Türkiye değişecek” sloganıyla yola çıkan SGBP’nin kendi yapısını da tarif eden bürokrasiyi kıramaması diğer bir çıkmazdı. Diğer taraftan muhalif sendika ve konfederasyonları yanına alarak yeni bir sendikal hareket yaratma cüretini taşıyamamaları da başka bir handikap. SGBP içerisinde az önce bahsini ettiğimiz handikabı aşma yönlü bir tutum da var fakat bu cılız olmakla birlikte, mevcut yapı içerisinde bürokrasinin kırılamaması, alanın tabanın inisiyatifine bırakılmamasıyla birlikte sloganlaşan hedefi vuramıyor.

Temsili irade değil, temsil edilen irade!

konsepti olan hükümetin Çalışma Bakanı’na bu kongrede söz söyleten bir zihniyetin elbette ki işçiden yana olması beklenemez. Kaldı ki Kumlu’nun hükümetten, “istihdama yönelik politikalara öncelik verin, kayıt dışı ile mücadele edin, işçi haklarını koruyan yasal düzenlemeler yapın” tarzındaki samimi, sıcak çağrıları Türk-İş’in sınıf sendikacılığı ve sınıf mücadelesine nereden baktığının aktüel bir örneği. Türk-İş yönetiminin aynası olan gerici, sağ, faşist düzen partilerinin kongre salonundaki atışmalarına meydan bı-

rakılması ise daha şimdiden önümüzdeki dönemde hangi güçlerle pazarlık masalarına oturulacağının göstergesiydi.

SGBP’nin handikabı Hükümet yetkililerini konuşmaları sırasında “İşçi düşmanı hükümet istifa” sloganları, alkış ve ıslıklarıyla protesto eden ve salonu dolduran çoğunluğun, kongredeki temsilcisi konumundaki Sendikal Güçbirliği Platformu’nun durumuna bakmakta da fayda var. SGBP’yi temsil eden sendika başkanlarının genel kuruldaki konuşmalarında, “seçime dönük bir

istiyoruz kümetle birlikte işveren ve işçi temsilcilerinin zamların ardı ardına geldiği bu dönemde emekçiler açısından yaşamın daha da ağırlaştırılacağı bir ortaoyununu sergiledikleri ifade edildi. Taşeron çalışmanın dayatıldığı sağlık çalışanlarının yaşam koşullarının açlık sınırının altında olduğu belirtilerek, emekçilerden her gün gelen zamlarla birlikte “katkı payı” ve “katılım payı” adı altında ücretler alındığı açıklandı. Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi; “Başta hastanelerde çalışan biz taşeron sağlık emekçileri olmak üzere gelirleri asgari ücrete odaklanmış tüm emekçiler için asgari ücret bir pranga olmaktan çıkarılmalıdır. Bizleri açlığa mahkum eden bu ücreti ve bu çalıştırma biçimlerini kabul etmediğimizi ve etmeyeceğimizi bir kez daha ifade ediyor, herkesi sermayenin yararına emekçilerin zararına olan bu politikalara karşı mücadeleye çağırıyoruz.”

Önümüzdeki dönemde de sistemin ve sermaye güçlerinin yoğun saldırılarının ilk elden muhatapları olacak olan Şeker fabrikalarını ve üretici köylülüğü doğrudan etkileyen özelleştirme saldırıları epeyce yol aldı. Sırf bu konunun özel olarak genel kurulda açılmamış olması dahi Türk-İş’in önümüzdeki dönemde bu alanda yeni bir TEKEL trajedisine hazır olduğunu gösteriyor. Şimdi sormak lazım işçiler ve üretici köylüler bu yıkım karşısında kendilerini bekleyen hazin sona hazır mı? Ya da iradelerini temsil eden sendika ağalarının pazarlık masalarında “ateşten gömlek giydik” sözlerine ne kadar inanıyor. Şimdi öyle görünüyor ki bu durum karşısında işçinin ve köylünün kendi üretimden gelen gücüne güvenmekten başka çaresi yok! Ya da temsili irade karşısında temsil edilen iradenin dipten gelen gücünü keşfetmesinin zamanı…

09

Teslim

olmayacağız direneceğiz! DİSK tarafından başlatılan kampanya ülke geneline yayılmaya devam ediyor

DİSK’in kıdem tazminatının gasp edilmesine, torba yasa ve kazanımlarla elde edilen tüm hakların gasp edilmesine yönelik 'Yılmayacağız, teslim olmayacağız, direneceğiz!" şiarıyla başlattığı eylemler sürüyor. DİSK başlattığı kampanya çerçevesinde geçtiğimiz günlerde Kocaeli, Antep, Konya ve İzmir‘de yaptığı eylemlerin ardından 14 Aralık Çarşamba günü İstanbul’da da eylem yaptı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’nun çağrısıyla Aksaray Saraçhane'de bulunan Genel-İş Bölge Temsilciliği binası önünde işçiler bir araya geldi. Temsilcilik önünde bir araya gelen işçiler, “Tutuklu sendikacılar serbest bırakılsın! Yılmayacağız, teslim olmayacağız, direneceğiz!”, “Kıdem tazminatı emeğimizdir! Emeğimizi gasp ettirmeyeceğiz!” Genel-İş Sendikası imzalı pankartlar açarak, “Kıdem hakkımız gasp edilemez!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek!”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!”, "Zam zulüm işkence işte AKP" sloganları atarak Unkapanı'nda bulunan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) binası önüne kadar yürüyüş yaptı. Yapılan yürüyüşün ardından SGK önünde toplanan işçiler adına basın açıklamasını DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün yaptı. Ortadoğu'ya demokrasi dersi veren AKP'nin özel yetkili mahkemeler yoluyla ülkemizde demokrasiyi alt üst ettiğini kaydeden Görgün, "AKP adeta yargısı ile adalet değil korku dağıtmaktadır. Suyunu, toprağını korumak isteyen köylüler, parasız eğitim isteyen öğrenciler, gerçeğin peşindeki gazeteciler, adalet arayan avukatlar, insanca yaşamak isteyen işçiler yani haklarını arayan herkes tutuklanıyor. Tutuklamalar seçilmiş milletvekillerine ve belediye başkanlarına kadar uzanıyor" diye belirtti.

AKP, kazanılmış haklara göz dikti AKP'nin işçi sınıfı ve emekçilere karşı tarihinin en büyük saldırılarından birine hazırlandığına dikkat çeken Görgün, işçi simsarlığı anlamına gelen Özel İstihdam Büroları yasasının gündeme getirildiğini ve kıdem tazminatının gaspının hedeflendiğini vurguladı. İşçilere ve sendikalara dönük baskılara da dikkat çeken Görgün, 12 Eylül'den kalma sendika yasalarının hala geçerliliğini koruduğunu belirtti. Görgün, sendika yasalarının ILO sözleşmelerine uygun biçimde yeniden düzenlemesini istedi. "Kıdem tazminatının gasp edilmesine izin vermeyeceğiz. Torba yasa sürgünlerine, işsizlik sigortası fonunu yağmalanmasına, Özel İstihdam Bürolarına boyun eğmeyeceğiz. Suskun kalmayacağız" diyen Görgün, hedeflerine ulaşmak için yapılması gereken üç şeyin "mücadele, mücadele, mücadele" olduğunu ifade etti. DİSK tarafından yapılan eyleme KESK, TMMOB, TTB gibi çeşitli sendika ve devrimcidemokratik kurumlar destek verdi.


10-11_Layout 2 12/20/11 10:34 AM Page 1

10 kadın Amed’de kadınlar haklarını konuştu

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

İzmir’de ‘güvenlik’ Karakolda kadına işkence yapan polisler “konsomatris” deyip kendilerini aklamaya çalıştı, savcılık da kadın hakkında 6,5 yıl hapis istedi

Amed’de çeşitli kurumlar bir araya gelerek İnsan Hakları Haftası’nda “Kadın Hakları” konulu bir seminer gerçekleştirdiler 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası vesilesiyle İHD Diyarbakır Şubesi, MAZLUM-DER, TİHV, Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası ortak bir etkinlik gerçekleştirdi. Ceren Kadın Derneği'nde kadınlara yönelik düzenlenen "Kadın Hakları" konulu seminere çok sayıda kadın katıldı. Seminerde konuşan İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Av. Pınar Dalkuş, kadın katliamlarına dikkat çekerek, yaşanan ölümlerin, caydırıcı önlemler alınmadığı ve yeterli yasalar oluşturulmadığı için yaşandığını söyledi. Kadın katliamında son yıl-

larda yaşanan artışı hatırlatan Dalkuş, "Kadınlar artık zulme boyun eğmediği, başkaldırdığı için katlediliyor. Ezildiğinin farkında olan kadın buna izin vermek istemeyince öldürülüyor. Ve maalesef devlet koruyamadığı için her geçen gün bu ölümler daha da artıyor" dedi. Kadınlara Medeni Kanun ve Ceza Yasası konularında bilgilendirme yapan Dalkuş, velayet, boşanma sonrası mal paylaşımı, hangi durumda boşanma davası açılabildiği, vekalet ve nafaka gibi konular hakkında dava süreçlerini ve yargı süreçlerini aktardı. Seminer, kadınların soruları ve sorulara verilen cevaplarla son buldu. Ayrıca etkinlikler kapsamında iki gün boyunca Amed’de bulunan 3 ayrı okulda ilköğretim ve ortaöğretimde okuyan çocuklara yönelik insan hakları eğitimleri verildi.

Fethiye davasında yine sonuç yok Yıllardır süren Fethiye davasından yine sonuç çıkmadı, dava yine ertelendi ve yargıtecavüzcü ortaklığı devam etti! Muğla’nın Fethiye İlçesi’nde meydana gelen tecavüz olayının davası hala devam ediyor ve devlet ısrarla tecavüzcüleri koruyor. Yıllardır süren 8 sanıklı davanın altıncı duruşması da gerçekleştirildi. Fethiye 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada sanıkların bilgisayarları üzerinde yapılan teknik incelemenin bilirkişi raporu değer-

lendirildi. Bilgisayarlarda "pornografik" görüntüler tespit edildiğinin belirlenmesi üzerine müşteki avukatlar görüntülerin mağdurla ilişkisinin olup olmadığının tespit edilmesini isterken, sanık avukatı ise buna özel hayata gireceği gerekçesiyle itiraz etti. Ancak, mahkeme heyeti bilgisayarlardaki görüntülerin incelenmesi için yeni heyet oluşturulmasına karar verdi. 10 kişinin tecavüzüne uğrayan ve yargı tarafından da ayrıca adeta bir işkenceye maruz bırakılan kadının davası yine zamana bırakıldı. Mahkeme duruşma sonunda davayı eksik kalan evrakların tamamlanması gerekçesiyle 17 Şubat 2012’ye erteledi.

Geçtiğimiz haftalarda basına bir şekilde sızdırılan güvenlik kamerası görüntüleri ile şiddetin nasıl “güvenlik” altına alındığı ortaya kondu. Fevziye Cengiz’in iki polis tarafından işkence gördüğü sırada alınan kayıtların ortaya çıkmasıyla bu şiddetten kamuoyu haberdar oldu. Polis işkencesi sırasında ve sonrasında yaşananlar bir devlet klasiğinin sürüp gittiğinin kanıtı idi. Yaklaşık altı ay önce ailesi ile eğlenmek için bir eğlence mekanına giden Fevziye Cengiz, mekana polislerin gelmesiyle tam bir “güvenlik mağduriyeti” yaşadı. Mekandan Fevziye Cengiz’i kimliği olmadığı iddiasıyla gözaltına alan polisler, Cengiz’i İzmir Karabağlar Karakolu'na götürdü. Burada kaba dayak işkencesine maruz kalan Cengiz polislerden şikayetçi oldu. İşkence gören Cengiz’in durumu ne adli tıpta ne de savcılıkta dikkate alındı. İşkence gördüğü ayan beyan ortada iken savcılık polisleri koruyarak Cengiz hakkında, “kamu görevlilerini yaralamak ve hakaret etmek” iddiaları ile 1,5 yıldan 6,5 yıla kadar hapis istedi.

Polisten savunma gecikmedi Devletin kadını korumadaki “başarısı” ve “güvenlik” güçlerine tanıdığı sıfır tolerans duyarlılığıyla Cengiz’in başına gelenler elbette son bulmadı. Polisi yaralamakla suçlanan Cengiz’in işkence gördüğü ortaya çıkınca polisten gelen savunma da gecikmedi, Polisler, Cengiz’in konsomatris olduğu açıklamasını yaptı. Kadına yönelik şiddet saldırısını cesurca devam ettiren polisler “ahlaksızdı işkenceyi hak etti” imajı yaratmak için kolları sıvadı. Ve polisin savunması hemen karşılığını buldu. Cengiz’in oturduğu mahallede “mahallemizde konsomatris istemiyoruz” diyerek imza toplandı ve Cengiz evinden de oldu. Bir “adalet ve güvenlik” trajedisine dönüşen Cengiz’in davasında devlet güçleri adeta toplumsal linç örgütledi.

Bir gelenek devam etti Cengiz’e işkence uygulayan polisler aylar sonra mesele bu kadar gündemleşince ancak açığa alındılar. Dava da 15 Şubat 2012’de görülecek. Cengiz’e karşı polisler tarafından ifade edilen “konsomatris suçlaması” elbette ki klasikleşen bir devlet savunusu. Meselenin içinden çıkılamadığı zaman ilk başvurulan yöntem elbette kadını toplumsal ahlak yargılarına dayana-

rak bir lince tabi tutmak. Başbakan’ın “kadın mıdır kız mıdır” ifadesi de polisin yaptığı savunu ile aynı mantığın ürünü idi.

Kumanda projesinin ikiyüzlülüğü Kadın katliam ve şiddetinin büyük oranda arttığı ülkemizde bunu artık çuvala sığdıramayan devlet göstermelik adımlar atmaya çabalıyor. Bunlardan bir tanesi de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in dillendirdiği “kumanda” sistemi… Cengiz’in başına gelenler ve ortaya çıkanlar birçok şeyin yanı sıra bu kumanda projesinin de yalandan, ikiyüzlü bir kurmacadan başka bir şey olmadığını tekrar kanıtladı. Şahin geçtiğimiz günlerde bir panelde “Kadını eve hapsetmeyecek, yolda giderken nerede olduğunu gösterecek ve sinyale bastığında hemen haber verecek bir sistemi de hayata geçiriyoruz'' deyip konuşmasının devamına şunları eklemişti: “Biz her mağdurun başına bir polis mi dikeceğiz. Burada bilgi ve teknolojiyi kullanacağız. Bilgi ve teknolojiyle, sinyalizasyon sistemiyle, mahkeme kararına uymayan bir erkek varsa, ona, koruma kuvvetinin hızlı bir


10-11_Layout 2 12/20/11 10:34 AM Page 2

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

11

polisten gösterisi

ELEŞTİRİ SİLAHI

Evrim Teorisi = Yeni Sentez, Yaradılış Efsanesi = Revizyonizm erden nereye? Şu sıralar üzerinde çalışmakta olduğum kitap projesi kapsamında, Yordam Kitap’tan çıkan, Devrimci Komünist Partisi/ABD’nin yayın organı Devrim’in yazarlarından Ardea Skybreak’in, Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi’ni okuyorum. (Laf aramızda bu esere, Bob Avakian’ın Yeni Sentez’ini anlayabilmek için temel bir metodoloji kılavuzu da denebilir)

N

Dün akşam kitaba ara verdiğim bir esnada kendi kendime, “acaba Türkiye’de evrim tartışmaları ne durumda” deyip, internette aramaya koyuldum. Google’ın önerdiği yüzlerce adresten Youtube’daki bir videoya takılıp kaldım; (http://www.youtube.com/watch?v=6 TCtl0FCwm4) Görüntüler, bu senenin başından; 26 Ocak 2011’de NTV’de yapılan bir açık oturumdan. Konu: Ankara’da, bir 5. sınıf öğrencisinin sorusu üzerine derste, Evrim Teorisi ve Darwin’den söz eden öğretmene, öğrencilerin kafasını karıştırdığı gerekçesiyle uyarı cezası verilmesi. Katılımcılardan biri Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kemal Solak. Kemal Bey, genel havasıyla ve konuşmasıyla bir bilim insanından çok; ununu eleyip, eleğini asmış; hafta sonunda şehrin yolunu tutup; “Palavra Meydanı”ndaki kahvede, aval aval çevreyi izleyen yaşlı bir köylüyü hatırlatmaktaydı. Sanki “beni niye buraya getirdiniz” edasıyla stüdyo da oturan, hem profesör hem de doktor olan Kemal Bey, aynen şöyle buyurdu: “Okullarda hem yaradılış teorisi’nin hem de evrim teorisinin öğretilmesinden yanayım kaldı ki Evrim teorisi de hâlâ ispatlanabilmiş bir teori değildir.” Bu gaflet tabii ki stüdyo konuklarında derin bir infiale neden oldu. Uzun zamandır çeşitli programlarda, hurafecilere karşı bilimi can siperhane savunmasını gıptayla izlediğim Hacettepe Üniversitesi’nden Ergi Deniz Özsoy, kendisinden “kıdemli” olan Kemal Bey’e, hiçbir şeyden korkmaksızın kelimesi kelimesine şunları söyledi:

şekilde ulaşacağı bir sistemi hayata geçiriyoruz.” Şiddeti cinse indirgeyip, devletin şiddet besleyiciliğini gizlemeye çalışan Şahin’in “güvenlik güçleri” karakolda Cengiz’e tekme tokat saldırdı, küfürler yağdırdı. Korumak gibi bir derdi olmayan bu azgın faşistleri kadının “kahramanı” yapma projesi de aslında ellerinde patladı!

Bu bir sindirme ve tehditti Cengiz’in işkenceye maruz kalması ve sonrasındaki tüm süreç tam olarak onun sorunu değil aslında. Farkına varılır ve daha doğru bakılırsa bu tüm topluma, özellikle de kadınlara büyük bir tehdit. Kadını karakola alan, döven ve konsomatris diyerek “ teşhir” politikası yürüten bu davranış tüm kadınlara “hanım hanımcık oturun” tehdidi taşıyor. Yoksa başınıza bunların hepsi gelir bir de 6,5 yıl hapisle yargılanırsınız! Cengiz’in “O günü hatırlamak, konuşmak istemiyorum. Psikolojik tedavi görüyorum. İlaçlarla ayakta duruyorum. Karakol görmek istemiyorum, korkuyorum oralardan" deyip sonrasında aktardığı, olay gününe ilişkin, şu ifadeler yapılmak isteneni ortaya ko-

yuyor. “Dayak yedikten sonra süt dökmüş kedi gibi oldum. Çok korktum çünkü. Beni nezarete atacaklarını, düğmesi koptuğu için en az 6 ay hapis yatacağımı söylediler. ‘Öldürsek bile kimse bir şey yapamaz’ dediler. Zaten bakın dedikleri doğruymuş. O yüzden şikâyetçi olmadığımı söyledim.” Şiddetle, yani açıktan faşizmle tehdit edilen, sindirilen halk baskıyı bütünü ile kabul eden bir yığına dönüştürülmek isteniyor. Bundaki amaç ise adeta dikensiz gül bahçesi yaratılarak, her türlü politikanın sorunsuzca halka kabul ettirilmesi gerçekliğidir. Bu gerçeklikte kendisini en çok kadınların yaşadıklarında gösteriyor. Evde, işte, sokakta kadınlar susmaya kabullenmeye zorlanıyor, güçsüzleştirilip zayıf hale getiriliyorlar. Ve bizler her gün önümüzden geçen, içinde kadın yatan tabutları seyrediyor, ellerinde kadın saçları ile gezenlerin sırtını sıvazlıyoruz. Bu devletin yasaları, kolluk güçleri, elektronik kumandaları kadını ancak korunmaya daha muhtaç hale getirir, oysa kadının asıl korunma duygusundan vazgeçmesi lazım.

≫ emrah cilasun

“Evrim, birinci sınıf bir bilim, kuramlaşmış bir bilimdir. Kuram genel bir açıklama biçimidir. Ayakları yere basmayan bir hipotezler birliği değildir. Evrimsel biyoloji, evrimin kendisi aslında, konu gereği ispatlanmış pek çok hipotezi ve hipotezlerin ispatlanmasında kullanılan pek çok yasayı içeren çok büyük bir genel açıklama biçimidir. Teori, gözlemlerle ve deneylerle oluşturulacak olan pratik bir yaklaşımın ilgili yasalarla aslında, kanıtlandığı geniş bir bütündür. Onun için yaratılış teorisine teori diyemeyiz.” Özsoy’u dinleyince, bilimin nasıl da “ortak bir akıl”a sahip olduğunu bir kez daha müşahede etmiş oldum. Marx’ın ünlü sözünü hatırladım: ”Bir kez iç bağlantı kavrandığında, mevcut koşulların daimi ve kalıcı gerekliliğine olan tüm teorik inanç, onun pratikte çökmesinden önce yıkılır.” Marx’ın bu harikulade bilimsel tespiti kadar hiçbir tespit, bilinmezcilerin, dar

deneycilerin canına okumamaktadır. Zira onlara göre (mesela Kemal Solak’a göre), bir fikrin doğruluğu ancak pratikte ispatlanırsa doğrudur(!) O halde? 1859’da Charles Darwin’in eseri, Türlerin Kökeni yayınlandığında Darwin’in, doğal ayıklanma yoluyla, evrim teorisinin doğruluğu kesin olarak ispatlanmamıştı. Bu ancak bütün bir 20. yüzyıl boyunca yapılan binlerce deney ve gözlem sonucu, kesinkes doğrulandı. Şayet 1859’da yaşasaydık; kimin yanında olacaktık? Darwin’in mi yoksa yaradılış efsanecilerinin mi? Bu münakaşa, epeydir yaşamakta olunan bir çelişkiyi bana hatırlatmıştır. Bob Avakian’a, bir yandan düşmanca bakıp; onun Yeni Sentezi’nin “teorik” olmasını (!) mesele edenler; öte yandan da Avakian ile Praçanda/Bataray/Garef revizyonizmini aynı dalga boyutunda göstermekten çekinmeyip, birlik ve tartışma önermektedirler. Akılları sıra bu yaptıklarını da “bilimsel” olmakla izah etmektedirler. Hâlbuki öneri sahipleri, Yeni Sentez’i hâlâ anlamamak, tartışmamak ve kavramamak için adeta çırpınmaktadırlar. Endişem, tıpkı geçmişte Mao Zedung Düşüncesi’nde ve daha sonra da Maoizm’de olduğu gibi, bugün de tarihin akışını ıskalayarak, Yeni Sentez’den mahrum kalmalarıdır. Neyse… Fakat herhalde Yordam Kitap, Türkiye’de de fikirlerinden mahrum kalınmasın diye olacak, geçtiğimiz günlerde, Bob Avakian’ın, Kültür, Sanat, Bilim Ve Felsefe Üzerine (Çeviri: Şükrü ALPAGUT) adlı eserini yayınlamış. Kitabın tanıtım yazısı şöyle: “Bob Avakian, emperyalizmin kalesi ABD’de özgün bir bakışa sahip maoist bir parti olan Devrimci Komünist Parti’nin (RCP) başkanıdır. Son 30 yılda Marksizm’in genel teorik konularından Çin Devrimi ve Mao Zedung düşüncesine, bilimden kültür ve sanata uzanan geniş bir alanda çok sayıda eser üretmiştir. Basketboldan dine, doo-wop müzikten bilime kadar her konuda kışkırtıcı görüşleri olan bir yorumcudur. “Bu kitapta, Avakian’ın sanat, kültür, bilim ve felsefe konularındaki düşünceleri ve gözlemleri bir araya getiriliyor. Bu gözlemler, Avakian’ın proletarya diktatörlüğüne yeni bir gözle bakışından hakikat ve güzellik, bilim ve imgelem, lisenkoculuk sorunları ve Marksizmin genel olarak felsefeyle ilişkisi üstüne düşüncelerine kadar uzanıyor.” Avakian’ı bilmek, öğrenmek isteyen herkese hararetle öneririm. *** Sevgili Okurlar, Halkın Günlüğü’ndeki ilk makalem, Avakian üzerineydi. Ne tesadüftür ki son makalem de Avakian üzerine oldu. Evet, bu bir veda yazısıdır. Çünkü onu aşkın ülkenin arşivlerinde araştırma yapıp; yüzlerce ikinci kaynağı inceleyip kaleme alacağım bir biyografi çalışmasının başındayım. Adeta zamana karşı bir yarış olacak bu çalışma. Başka bir zaman tekrar buluşmak üzere, sevgi ve muhabbetle…


20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

AKP “DİKENSİZ GÜL BAHÇ

Açık alan demokratik mücadele ve örgütleri ya da örgütlemelerini asla yadsımadan ve kesin retçi yaklaşımla bu alan çalışmalarını öteleyen sol hataya savrulmadan, demokratik mücadele ve örgütlemelerini sağ anlayış olarak damgalamadan, bu alan çalışmalarını önem ve gerekliliklerine uygun tarzda bir ihtiyaç olarak ele alıp yürüteceğiz “Gül dikeni” olmakta kararlıyız! Sorun bir grubun, bir kurumun veya tutuklanan tek tek insanların sorunu değil, bütün demokratik devrimci güçlerin, en nihayetinde tüm halk kitlelerinin-toplumun sorunudur. Bunun için en geniş tepkinin örgütlenip ortaya dökülmesi gerekmektedir. Sorun on ya da yüz kişinin tutuklanması değil, özünde demokratik muhalefetin, mücadelenin ve alternatif güçlerin mengeneye alınarak ezilip yok edilmesi; bütün bir toplumun esaret altında kaderine rıza edilmesine dönük tehlikedir. İşte militan karşı koyuşla mücadelenin yükseltilmesinin ihtiyacı buradan ileri gelir; şart olur. AKP gerici emel ve hülyalarla “dikensiz gül bahçesi” yaratmak peşindedir. Bu bahçede “gül dikeni” gibi sert olmak yeğdir. Tüm mesele burada yatmaktadır. 12 Eylül AFC’si döneminin tutuklamaları bugün hüküm sürüyor. Evet, bugün TC devletinin AKP eliyle planlı bir sindirme konseptiyle yürüttüğü tutuklamaların mantığı ve pratiği 12 Eylül faşizmini aratmamaktadır. AKP hükümetinin ulusal hareketin güçlü devrimci eylemi sonrasında yaptığı savaş ilanıyla başlayan azgın terör dalgasındaki tırmanış devam etmektedir. Tutuklananların hesabı tutulamayacak kadar kabarık olduğu halde, bu tutuklama terörü gün geçtikçe daha geniş yelpazeye yayılarak devam ediyor. Tutuklamalar zincirinin ana halkası veya büyük bileşenini Kürt ulusu oluşturmaktadır. Ancak devrimci demokratik kurum ve örgütlülükler ile tek tek aydın, demokrat, devrimci kişiler de sessiz sedasız hapishanelere tıkılıyor. Yeni demokratik güçler ise bu terör dalgasının bir başka hedefi durumundadır. “Terör örgütüne-örgütlerine yardım yataklık eden, üye olan veya ilişkilenen herkesin mal varlığı ve hesapla-

Devrimci savaşı yükseltmek şarttır

rına el koymayı” öngören faşist yasalar göz önüne alındığında, devlet terörünün daha azgın biçimde ve “yasal meşruiyet” altında yürütüleceği görülebilir. Öyle ki faşist öze uygun yasal düzenlemeler yapılmasına karşın, gerçekleştirilen tutuklamalar kendi hukuklarını da çiğnemektedir. Bir taraftan “ileri demokrasi” safsatasına sarılırken ve özellikle Dersim katliamı ile ilgili açıklamalarıyla manipülasyonu derinleştiren Erdoğan, öte taraftan çıkardığı yasalar ve fiili anlamda geliştirdiği kapsamlı faşist baskılarla toplumu teslim alma hedefiyle yol almaktadır. AKP-Erdoğan’ın demokrasi anlayışı burjuva demokrasisi ile kılıflanan faşizm olduğu kadar, bu demokrasiyi de kendisine has gören tipik bir tek adam diktatörlüğü türündendir. Koyu bir diktatörlüğün tesis edildiği ve bunun giderek pekiştirildiği görülmekle birlikte, bu faşist diktatörlüğün keskin dişlerini gün be gün daha açık biçimde gösterdiğine tanık olmaktayız.

Devletin ikiyüzlü siyasetçileri On yıllardır devrimci halk kitleleri ve komünistlerin, özelde de Dersim halkının dillendirdiği katliam gerçeği duymazdan gelindiği halde, “her nedense” bugün ansızın sağır kulaklar duyar oldu ve Dersim’de neler olduğunu öğrenmeye “merak” saldı. “Devlet arşivleri açılsın Türkiye’nin yakın tarihinde neler olduğunu öğrenelim” diyen ikiyüzlü siyasetçi, “aydın” vb. sormak gerekir ki, bunca yıldır Dersimliler kıyım ve kırımdan geçirildiklerini yana yana bağırırken neden duymadınız? Özellikle 93-94 yılları arasında; Bolu, Eskişehir, Erzurum, Patnos’tan “kibritçiler” olarak tabir edilen özel askeri güçler Dersim’e yığılıp bir kez daha Dersim, canlısıyla birlikte evleri yakılıp yıkılırken, harabeye çevrilip viran edilirken, insanı “kayıp” edilip katliamdan geçirilirken ve

Tutuklamaların son derece yaygınlaştığını ve pervasızlaştığını söylemek, yalnızca gerçeği ifade etmek olur. Diri demokratik kuvvetlere yönelik tutuklama terörü bu kesimleri baskısı altına alıp sindirme-susturma amaçlı olduğu gibi, açıktan gözdağı vermeyi de hedeflemektedir. Söz konusu faşist baskı politikalarıyla sadece belli bir kesime değil, tüm topluma gözdağı verilmek istenmektedir. Toplum susturulup sin-

yeri-yurdu-köyünden sürülürken, yani Dersim bir kez daha 38 vahşetini yaşarken, şimdi Dersim’de neler olduğunu yeni duyma ikiyüzlülüğüyle öğrenmek isteyen sözüm ona siyasetçiler, liberal “aydınlar” ve özellikle de o AKP’liler ile hempaları bütün bu gerçekleri bilmiyorlar mıydı ve duymamışlar mıydı? Ne AKP, ne Tayyip ve ne de bu eksende liberalinden, siyasetçi, “aydın”, “demokrat” geçinen gerici zümre Dersim tiyatrosunda samimi değildir-olamazlar. Evet, onlar tam manasıyla bir tiyatro oynayıp halkın gözünü boyamaktadırlar. Dersim’deki demokratik örgütlenmeler ve faaliyetlere karşı girişilen faşist baskı ve tutuklama terörü bunun en açık kanıtı durumundadır. Belirtmeden geçemeyeceğiz ki, AKP’nin ikiyüzlülüğü tanık ve kanıt gerektirmeyecek kadar ayan iken CHP-Kemalistlerin de maskeledikleri gerçek yüzü saklanamaz biçimde teşhir ve deşifre oldu. AKP’nin uygulamalarına terör dememiz bo-

dirilmek ve itaatkarlar yığınına dönüştürülmek isteniyor. Baskılar artarak, ağırlaşarak ve daha da yaygınlaşarak devam edecektir. Daha büyük saldırıların gündeme gelebileceği hesaplanmak durumundadır. Bütün bunların anlamı bu faşist baskı ve teröre boyun eğerek sinmek değil, başkaldırarak meydanlara çıkmaktır. Her türlü demokratik tepkinin sergi-

şuna değil, bilakis somut bir gerçeğin tarifidir. Ulusal hareket gerillalarına ender rastlanır bir kapsamda kimyasal silah kullanılarak vahşi bir katliam gerçekleştirildi. Kürt siyasetçiler, belediye başkanları, vekiller ve neredeyse eli-ayağı sağlam her Kürt içeri atılıp susturulmaktadır. Sağlık alanında çıkarılan yasa ve yapılan düzenlemelerle sağlık emekçileri ağır yaşam şartlarına itilip mesleklerini yapamaz duruma getirilirken, sağlık hizmetleri de iktidarın bencil çıkar ve hesapları uğruna kuşa çevrilmektedir. Öğrenci gençliğin akademik-demokratik eksenli mücadelesine azgınca saldırılıp öğrenciler hapse tıkılmaktadır. Füze kalkanına karşı demokratik tepki gösterenleri aynı faşist saldırılarla bastırıyor. Demokrasi mücadelesi yürüten Demokratik Halklar Federasyonu üyeleri tutuklanıyor, daha önce tutuklanıp serbest bırakılan üyelerine ağır cezalarla davalar açılıyor. “İleri demokrasi” zırvasıyla ortaya çıkan AKP, bu söylem eşliğinde ülkeyi tam bir hapishaneye çevirdi.

lenmesi gibi, daha ileri reaksiyonların gösterilmesi hem gerekli hem de şarttır. Militan devrimci eylemle mücadeleyi geliştirmek, son tahlilde devrimci savaşı yükseltmek şarttır. Tersi durumda, yani sinip susmayı tercih ettiğimizde hakim sınıfların yapmak istediğine yardım etmiş ve onların amaçlarının gerçekleşmesine hizmet eden birer aracı durumuna düşmüş oluruz.


perspektif

ÇESİ” YARATMAK İSTİYOR faşist ve bütün gerici baskıların teşhir edilip mücadele ile göğüslenmesi gerekli ve meşrudur. Sıranın susanlara da geleceği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Faşist terörle geliştirilen tutuklamalar dalgası sarsılmak, kendine gelmek için yeterli göstergedir.

Hakim sınıfların tutuklama terörü anlamsız olmayıp, ileriye dönük işaretler vermektedir. Devrimci halk kitlelerini hedefleyen çok daha ciddi terör dalgasından (ve belki de kanlı saldırılardan) önce diri demokratik muhalif kesim ve alternatif komünist veya devrimci kesimleri bastırmak, susturmak, tasarlanmış muhtemel saldırıya hazırlanan odak için gereklidir. Muhalif toplumsal dinamiklerin reaksiyonuna ya da komünist ve devrimci direnişin boy vermesine yol açacak önemli yasaların çıkarılması veya yine toplumu sarsacak ağır saldırıların gerçekleştirilmesinden önce komünist ve devrimciler başta olmak üzere tüm demokratik muhalif kesime yönelik tutuklama gibi baskıların yoğunlaşarak gerçekleştirildiğini hepimiz bilmekteyiz.

Öyle ki, bir tek muhalif sese dahi tahammül göstermemekte, hapishane, kovuşturmasoruşturma, gözaltına alma, dinleme ve tahkikata uğrama, para cezaları gibi aktüel uygulamalar “Demokles’in Kılıcı” gibi insanların başında sallanmaktadır. Unutulmamalıdır ki, tüm bu yaşananlar emperyalist tasfiyeci sürecin politikaları ve uygulamalarıdır. Bugün yürütülen siyaset “havuç-sopa” politikasında “havuç” göstermeye bile gerek duymayan açık bir şiddet siyasetidir. Öne çıkan ağırlıklı yan “sopa” siyasetidir ve bu onların sınıf niteliklerinin tabi sonucu ve faşist özlerinin gereğidir.

Her sınıf kendi karekterini resmediyor Olağan şartlarda da faşist iktidarların bu ve bunun gibi, hatta daha ağır terör dalgaları estirmesi sınıf nitelikleri gereği olağan karşılanmalıdır. Terör, saldırı, baskı, tutuklama, katliam, faşist iktidarlara yabancı değil, bilakis onların spesifiğidir. AKP’nin demokrasi

En önemlisi de bütün bu yaşananlardan doğru ders çıkarma yeteneği gösterebilmektir. Peki, yaşananlar neyi doğrulamakta, neyi öğretmektedir? Şunu: Burjuva demokrasisine hayranlığın ne kadar ahmakça ve boş olduğunu; yasalcı reformist akım ve legalist eğilimlerin ne kadar sığ ve kof olduğu; bu zemindeki örgütlenmelerin akıbetinin hakim sınıfların merhametine bağlı olmakla birlikte kaderinin hakim

getirdiğine, Erdoğan’ın demokrat, ilerici olduğuna inananlar dışında ve elbette ki barış, çözüm, ileri demokrasi safsatalarıyla başı dönen yasalcı legalistler olunmadığı müddetçe, bu saldırıların hakim sınıfların sınıf karakteri ve siyasi nitelikleriyle özdeş olduğunu kavrayarak böyle kabul eder. Buna karşın, yani hakim sınıfların stratejik genel nitelikleri ve sınıfsal özlerini doğru okumakla birlikte, taktik siyasetlerini, somut saldırılarını, güncel politikalarını doğru okumak gerekir. Bu bağlamda aktüel olan tutuklama terörünün arka planında yatan gerçekleri veya buna yol açan sebep ve amaçları açığa çıkaran bir bilimsel öngörü şarttır. Ki, bu, hakim sınıfların sınıf özleri ve karakterlerini unutan ve liberal beklentilere giren sağ pasifist tasfiyeci yaklaşım değildir. Sözün özü, her sınıf kendi davranışını sergiliyor, kendi görevini ifa ediyor. Bunda şaşılacak bir şey yok. AKP’nin demokrasi dağıtacağı beklenemezdi-beklenemez de. Lakin

sınıflara bağlı olduğu, dolayısıyla bu zemin örgütlerinin stratejik değil, taktik değerde olduğu kesinlikle açığa çıkmaktadır. Yine, coğrafyamızda demokrasi mücadelesinin devrim mücadelesinden başka bir şey olmadığı bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu tarihsel derslere doğru orantılı olarak; demokratik mücadele ve örgütleri ya da örgütlemelerini asla yadsımadan ve demokratik mücadele ile yasalcı-

Peki, neden bunu yaparlar? Çünkü iktidar sınıfları veya sahipleri çok iyi bilmektedirler ki, faşist yasaları veya azgın faşist terör dalgalarına, katliamlarına karşı direniş genellikle patlak vermiştir-verir. Bu direnişin de geçirecekleri yasaları kolayca, sükunet içinde ve rahatlıkla geçirmelerine, planlarını pürüzsüz-sorunsuz biçimde uygulamalarına, gerçekleştirecekleri saldırı veya katliamlarını kolayca gerçekleştirmelerine izin vermeyeceğini bilirler. Yani, plan ve projelerini gerçekleştirmek için istedikleri zeminin olmayacağını bilirler. İşte bu direniş ve muhalefet engelini kaldırmak ve dolayısıyla da faşist plan-proje, yasa ve bilumum saldırılarını gerçekleştirme başarısı için bu tutuklama terörü veya terör dalgasının alt dalgalarını estirirler. “Fırtına öncesi sessizlik” tasviri bu durumda “büyük saldırılar öncesi ‘küçük’ saldırılar” biçiminde yapılabilir.

Amaç, ilerici dinamikleri susturmaktır Tutuklamaların yapıldığı dinamiklerde de bir isabet söz konusu. Yani hasbelkader bir saldırı-tutuklama furyası değil, sınıf ve halkın ya da demokratik mücadelenin diri dinamiklerine tutuklama terörü uygulanmakta-

legalist anlayışları aynılaştırıp bu alan demokratik mücadele ve örgütlemelerini sağ anlayış olarak damgalamadan; bu alan çalışmalarını önem ve gerekliliklerine uygun tarzda bir ihtiyaç olarak ele alıp yürütmekle birlikte, esas örgüt-örgütlenme, mücadele ve çalışmalarımızı militan devrimci niteliğe uygun olarak tesis edip yürütmemizin gerçek değeri sosyal pratik tarafından yeniden ispat edilmiştir. Demokratik

dır. Tutuklama furyasının bu dinamiklerle kalmayıp daha geniş yelpazeye sıçraması, yani en geniş muhalif kesimlere yayılması isabet gerçeğini değiştirmez, tersine pekiştirir. Pekiştirir çünkü, hakim sınıflar hiçbir muhalif sese tahammül etmezler ve dahası en geniş demokratik kesimlere yayılmış bir tutuklama terörü veya saldırı furyası bu çeperlere kadar uzandığında mutlaka diri dinamikleri ilk hedefler olarak kapsayıp geçmiştir. Tutuklama saldırıları ulusal hareketin tasfiyesine paralel olarak devam eden kapsamlı planın parçası olarak ele alınmış olabilir ki tutuklama teröründe bu yan kesinlikle vardır. Ancak daha özel sebepler de vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi nedenler ya da yakın sayılacak zaman diliminde gerçekleştirilecek olan yerel seçimler öncesi, bu seçimlere dönük hesaplarla gerçekleştirilmiş olabilir tutuklamalar. Seçimlere çok daha yakın zamanda tutuklamaların yapılması saldırının iç yüzünü tamamen gözler önüne serer. Dahası bu vakte kadar ertelenmiş tutuklama terörü geç kalmış olmakla birlikte gereksiz veya amaçlarına yeterli hizmet etmemekle işlevsiz olmuş olur; hatta teşhir olmalarına vesile olarak ters tepmiş olur. Elbette ki seçim hesabıyla yapılan tutuklamalar daha fazla ertelenemezdi. Zira geçen her zaman devrimci-demokratik çalışmalar güçlenmiş, iktidar sınıfları zayıflamış olur; burjuva siyasette başarılı olan AKP’nin elini çabuk tutması veya zamanlamasını böyle yapması boş değildir. Özcesi, dün, bugün ve yarın karşılaştığımız, izlediğimiz-izleyeceğimiz tüm saldırılar komprador sınıfların devlet ve yönetim biçimine denk düşen, mevcut gerici-faşist hakim sınıfların sınıf niteliklerinin olağan sonuçlarıdır veya sınıf karakterlerinin dışa vurumudur. Ama bunun da ötesinde güncel olarak seyreden gelişmelerden kimi çıkarsamalar yapmak mümkün olup, mevcut gelişmelerin özgünlüklerini okumak ve verdikleri ipuçlarından öngörülerde bulunmak için bu çıkarsamalar gereklidir de. Bu anlamda, eğer büyük ve ağır bir terör dalgası, aynı ciddiyette bir katliam-saldırı planı ya da yine aynı önemde bir yasanın çıkarılması söz konusu değilse tutuklama terörünün özel sebebi yerel seçimler hesabıdır.

mücadele araçlarını, yöntemlerini ve tüm olanaklarını sonuna kadar kullanmakta tereddüt etmeyeceğiz. Ancak bu mücadele ve örgütlemeleri asla stratejik değerde ele almayacak ve amaçlaştırmayacağız. Bugünün tecrübesi, legalist yasalcı reformist hat ve tasfiyeci akımın bir kez daha iflas ettiğini ama devrimci çizgi, duruş ve tavır ile militan şekillenişin zorunluluğunu göstermektedir.


14-15_Layout 2 12/20/11 10:48 AM Page 1

14 güncel haber “Başkaldırıyoruz” davasının 2. duruşması görüldü 8'i tutuklu 117 kişinin yargılandığı "Başkaldırıyoruz" davasının 2. duruşması görüldü. Dava 16 Mart tarihine ertelendi 5 Ocak 2011 tarihinde Ankara’da yapılan "YÖK’e, Polise, AKP’ye Başkaldırıyoruz!" eylemine katıldığı için, 117 kişinin yargılandığı davanın ikinci duruşması 14 Kasım'da Ankara Adliyesi’nde görüldü.

de kolluk güçlerini çağırması ve “salonda çıt çıkmayacak” şeklindeki ifadeleri, hukuk sisteminin kimi, neyi savunduğunu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Duruşmanın bitiminde hâkimin “siz dua edin ki özel yetkili mahkemede değilsiniz yoksa bu kadar kolay kurtulamazdınız, gününüzü görürdünüz” şeklindeki ifadeleri de dikkat çekti.

DGH faaliyetçilerinin de aralarında bulunduğu 117 kişinin yargılandığı davanın ikinci duruşmasında ifade veren öğrenciler "Başkaldırıyoruz" eylemini sahiplenerek, demokratik haklarını kullandıklarını ifade ettiler. Polisin öğrencilere saldırdığını ifade eden öğrenciler tazyikli suyla, gaz bombalarıyla polisin ortamı provoke ettiğini belirttiler.

Duruşmaya tutuklu sanıkların dinlenmesi için verilen arada, arkadaşlarına destek olmak için gelen öğrenciler “Başkaldırıyoruz” pankartı açıp basın açıklaması yaptı. Öğrenciler adına açıklamayı yapan Merve Yetkin, AKP’nin davayı kullanarak öğrencileri üniversitelerde adım atamaz hale getirdiğini belirterek, “Polis terörüyle yıldıramadığı öğrenci gençliği düzmece iddianamelerle vermek istediği, hapis cezalarıyla sindirmek istemektedir” dedi.

Hâkimin duruşma başlamadan önce bir öğrenciye uygunsuz pozisyonda oturduğu gerekçesiyle tutanak tutturması, bunun sonrasında salona tehdit eder şekil-

Mahkeme ikinci duruşmaya mahkemeye katılmayan öğrencilerin sonraki mahkemeye zorla getirilmesi kararıyla 16 Mart 2012 tarihine ertelendi.

Devlet terörü tırmandırılıyor Devletin DHF'ye yönelik saldırı ve baskıları artıyor, bu saldırıların son halkası olarak Balıkesir'de DGH üyelerine "örgüt üyeliği" davası açıldı

dıkları mahkemece serbest bırakılmışlardı. Yaşanan bu gözaltı terörünün ardından Balıkesir Üniversitesi’de gözaltına alınan DGH üye ve taraftarlarına soruşturmalar açmış ve bu hukuksuzluğu devam ettirmişti.

Balıkesir ve Denizli’de 26 Nisan 2011 tarihinde gerçekleştirilen ev baskınları sonucunda 14'ü Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) ve 3’ü Yeni Demokrat Gençlik (YDG) üyesi olmak üzere toplam 17 kişi gözaltına alınmıştı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 14'ü DGH üye ve taraftarı, 3'ü YDG'li olmak üzere 17 üniversite öğrencisine "örgüt üyeliği" iddiasıyla dava açıldı.

Gözaltına alınanların 15'i İstanbul Beşiktaş Adliyesi’ne sevk edilmiş, 13 ü savcılık sorgusu sonucu serbest bırakılmış, gözaltına alınan 2 DGH üyesi ise çıkarıl-

"Örgüt üyeliği" iddiası

Davanın ilk duruşması 18 Ocak 2012 tarihinde 09.30’da görülecek. DGH Balıkesir örgütlülüğü tüm duyarlı halk güçlerini bu davanın müdahili ve takipçisi olmaya çağırdı.

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

‘Adil yargı’dan Festus Okey davasında alışıldık bir karar çıktı. İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada geçen dört yılın ardından 4 yıl “ceza” kararı verildi 20 Ağustos 2007’ de arkadaşı ile birlikte Taksim’ de gözaltına alınan ve götürüldüğü İstanbul Beyoğlu Asayiş Büro Amirliği'nde polisler tarafından katledilen Nijeryalı göçmen Festus Okey’ in öldürülmesi ile ilgili dava İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme oy çokluğu ile aldığı kararda tutuksuz yargılanan polis memuru Cengiz Yıldız’a ‘ taksirle adam öldürmek’ suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi.

Vekâlete rağmen savunma engellendi Festus Okey’ in ailesine uzun süre ulaşılamadığından güçlükle alınan vekâletin, Türk yargısında geçerliliği olmadı. Duruşmada Festus Okey ‘in avukatları olan Alptekin Ocak, Can Atalay ve Burcu Özaydın'ın davaya katılma talepleri reddedildi. Duruşma sonrası adliye önünde bir açıklama yapan avukat Alptekin Ocak, Festus Okey'in ailesinin avukatı olduğunu, aile tarafından verilen belgeler ve vekâlete rağmen mahkemenin kendisini müdahil olarak kabul etmediğini söyledi.

Cengiz Yıldız ‘görevini yapmış’ Mahkemede son savunmasını yapan sanık Cengiz Yıldız, "Ben görevimi yaptığım için şu an mahkemenin huzurundayım, görevimi tam ve eksiksiz olarak yapmamış olsaydım şu anda burada olmayacaktım. Kurumumun bazı eksiklikleri nedeniyle bu acı olayı yaşamak durumunda kaldım ve hayatım boyunca da bunun vicdan azabını çekeceğim" dedi. Mahkeme Heyeti Cengiz Yıldız hakkında ‘olası kastla adam öldürmek’ suçundan açılan davayı ‘taksirle adam öldürmek’ suçuna çevirdi. Sanığı, TCK’ nın 85/1 maddesi gereğince 5 yıl hapis cezasına

çarptıran mahkeme heyeti, bu cezayı sanığın geçmişi, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları ile cezanın sanığın üzerindeki olası etkilerini göz önüne alarak 4 yıl 2 aya indirdi.

İki ayrı muhalefet şerhi konulan mahkemede daha az ceza istendi Mahkeme Başkanı İshak Eken muhalefet şerhinde, Cengiz Yıldız'ın eyleminin kendisinin görüşü doğrultusunda oy çokluğuyla "taksirle ölüme sebebiyet vermek" olarak kabul edildiğini hatırlatarak, sanığın kusur oranı karşısında temel cezanın daha alt seviyeden, 2 yıl 6 ay olarak belirlenmesi gerektiği görüşünde olduğunu bildirdi.

YÖK’ün yeni başkanı; mış durumda. Yeni YÖK’ün halen devam eden tartışmalarının arasında sıkışmış olan sivilleşmesi gündemdeki yerini almıştır.

YÖK başkanı değişti. Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen Gökhan Çetinsaya YÖK’ün başına getirilen isim oldu

Güle güle geldi güle güle gitti!

80 Askeri Faşist Cuntası’nın üniversitelerdeki beskı mekanizması olarak kurulan YÖK, misyonunu her dönem yerine getirmeye devam ediyor. Hütümetler değişiyor ve YÖK başkanı bu anlayışa göre değiştiriliyor, baki kalansa YÖK’ün kuruluş niteliğidir. Başkan yenilemenin yanı sıra AKP ile YÖK’ün faşist niteliği korunarak başka şeyler de değiştiriliyor. Bu değişimler YÖK’ün isminin değiştirilmesiyle başla-

YÖK başkanlığı süresince Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan sınav skandallarına, soruşturmalara, tutuklamalara değin birçok konuya imza attıktan sonra yeni işlere imza atacak olan çiçeği burnunda yeni başkan Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’ya görevi devretti. Destekçileri arasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da bulunduğu Şehir Üniversitesi, Ülker Grubu'nun başkanı olan Murat Ülker'in kurduğu Bilim ve Sanat Vakfı’nın bir girişimi olarak kuruldu.


14-15_Layout 2 12/20/11 10:48 AM Page 2

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

15

komik ‘CEZA’

GENÇ YORUM

DEVLETİN ‘PARKA SİYASETİ’ VE EYÜP CAN GÜZELLEMELERİ ir savaş gerçekliği olarak, egemen sınıfların ezilenlere yönelik sistematik saldırısı (kesintili değil, sürekli-sistemli saldırısı) çeşitli araçlarla süre gider. Çeşitli araçlar vurgusunda, fiziki imha için başvurulan aygıtlar olarak ele alınmamasına dikkat edilmelidir. Zira sınıf mücadelesinin en önemli mevzilerinden bir tanesi psikolojik savaş sahasıdır. Egemen sınıfların haylice ustaca kullandıkları bu saldırı furyası, geniş halk yığınlarının düşün dünyalarında var olanı varlığının dışında olarak tahayyül etmek üzere şekillendirilir.

B

Sonbahara girilmesiyle birlikte, TSK’nın gerçekleştirdiği yok etme operasyonlarının hız kazanır. Doğa avantajını kullanan gerilla, sonbaharın başlaması ve kış mevsiminin belirli bir evresine kadar harekât alanı zayıflar. İz bırakma ve görüntü verme riski çoğalır. Bundan dolayıdır ki, puslu havayı seven faşist TSK, bu dönemlerde saldırılarını tırmandırır. En azgın silahlarını kullanarak, halkın meşru mücadelesini sürdüren gerilla güçlerini kanla boğmayı arzular.

Başkan Eken, ayrıca sanığın, sabıkasının bulunmaması, suçun niteliği, kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, duyduğu pişmanlık ile suçun işlenmesindeki özellikler dikkate alınarak verilen cezanın paraya çevrilmesi gerektiği görüşünde olduğunu belirterek, çoğunluğun cezanın neredeyse üst sınıra yakın olarak 5 yıl şeklinde belirlenmesi ve paraya çevrilmemesi yönündeki görüşüne katılmadığını ifade etti. Üye hâkim Keskin Karakurt da muhalefet şerhinde, sanığın eyleminin "olası kastla öldürmek" suçu kapsamında kaldığı görüşünde olduğunu belirterek, eylemin "taksirle ölüme sebebiyet vermek" olarak kabulü yönündeki çoğunlu-

ğun görüşüne katılmadığını açıkladı.

Ayrımcılığa hayır demek için takipçi olacağız! Alptekin Ocak "Festus Okey'in mahkeme kararıyla taksirle ölümüne neden olan polis memuru Cengiz Yıldız’ın, savcılık ifadesinde 'siyahî ve doğudan gelen vatandaşlar, suçlular arasında daha dikkat çekiyor' demişti. Yapılan ayrımcılık ve ırkçı söylemler karşısında verilen cezanın hiç de adil olmadığını ve bu kararın dünya kamuoyu açısından da emsal teşkil edilebilecek bir durum olduğu için insan haklarına aykırı bir karar ve bu kararın peşini bırakmayacağını ve kararı temyize göndereceklerini söyledi.

Gökhan Çetinsaya Dört tarafı güçlü bir başkan! Çiçeği burnunda yeni başkan “Bilim ve Sanat Vakfı’nın” kurucularından olan Davutoğlu hakkında “hocamdır, üstadımdır” gibi ifadeler kullanmıştı, aynı zamanda da Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı ve cemaatin alternatif oluşumu olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na üye. Yeni başkanın Şehir Üniversitesinin açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu bilinmekteydi. 2010–2011 eğitim öğretim yılında faaliyete başlayan Şehir Üniversitesi’nde “Tarih ve Medeniyet” konulu ilk ders,

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından verilmişti. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın da Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde “ilk ders” deneyimi bulunuyor.

‘İstikrar’ devam ediyor! Bir vakıf üniversitesi rektörünün YÖK başkanlığına getirilmiş olması yeni gündemleri de beraberinde getirmiş oluyor. Zaten hali hazırda devam eden ve ardı arkası kesilmeyen özelleştirme, ticarileştirme politikalarına biraz daha hız kazandırılması bekleniyor. Olması gereken en kısa zamanda hayata geçirilecek deyimleri kendini daha yakından göstermeye başlamaktadır.

≫ sinan çakıroğlu

Daha geçtiğimiz aylarda onlarca gerillaya karşı kimyasal silahlarla saldırı düzenleyip, Kürt halkının yiğit kadın ve erkeklerini hunharca katleden devlet, bütünlüklü ezme siyasetinden “şefkat” misyonerliğine geçişin tablosunu çizmektedir. Bingöl’de 7 gerillanın tutsak edilmesini görüntüleyen medya, “şefkat” atılımını büyük fotoğraflarla sürmanşetten verdi. Genç bir gerillanın eline tutuşturulan sigara ile sırtına geçirilen parkayı ‘büyük bir sükse’ olarak değerlendiren burjuva kalemşorlar, görev başına geçtiler. Ve o bilindik, yalanın aynı nakaratını aymazca tekrar ettiler; “Kardeşlik”… Radikal Gazetesi’nde bu konuyu işleyen Eyüp Can, ’30 yıldır bize sunulan tek gerçek ya öl ya öldür’ metaforunu çizerek, perspektif olarak ise ‘ölme ve öldürme’ “utancından”, ‘O parka ve sigarayı paylaşmayı öğrenmeden bu sorunu asla çözemeyeceğimizi’i salık vermekten geri kalmadı. Eyüp Can yazısının geri kalan kısmında, Kürt ulusal sorununu var eden temel koşulları, i-n-s-a-n dünyasının idesinde, sadece öznel belirlemeler sonucunda ortaya çıkan sorunların yine in-s-a-n tarafından “hoşgörü” ile çözülebileceği zırvalıklarını savunadurdu. Sınıf karakteri gereği, Eyüp Can’ın böylesi bir siyaseti savunmasında sıkıntı yok. Devrimci komünistlere düşen görev, bu siyasetin hedeflerinin ne olduğunun deşifre edilmesidir. Soruyu doğru sorarsak, doğru sonuca ulaşmamız daha ihtimaldir. Birkaç hafta öncesine kadar toplu imhalarda bulunan, KCK davaları altında halkın demokratik meşru mücadelesini engelleyen, en sıradan hak taleplerini azgınca bastıran gerici sınıflar, nasıl olurda “kardeşleşme” yolunda, parka ve sigara fotoğrafını basına servis yapar? Esas sorun, Eyüp Can’ın neden böyle bir yazıyı kaleme aldığı değildir! Eyüp Can’a bu makaleyi yazmasına vesile olan siyaset neyi hedeflemektedir? AKP temsiliyetindeki dışa bağımlı burjuva-feodal sınıflar, halk kitlelerinin öznelerine karşı pervazsızca saldırıları ve özel olarak KCK davalarında aydın ve hukukçulara yönelik tutuklamalar, liberal kesimler tarafından AKP’nin “Kürt Açılımı” sınavında ‘başarısız olduğu’ düşüncesini dillendirmektedir. ‘90’lı yıllara dönülüyor’ atıflarıyla,

sözde rahatsızlıklarını dile getiren liberal hempalar, devletin sınıf niteliğini kavrayamadıkları için ‘demokratizasyon’ oyununun devam kılınması için, “son” yaklaşımlardan vazgeçilmesini salık veriyor. Diğer bir boyutuyla ise halk kitleleri içerisinde dolaşan ‘devlet savaşın bitmesini istemiyor’ serzenişlerini boşa çıkartabilmesi için, taktik manevraların hayata geçirilmesi, egemenler açısından zorunluydu. Milli patentli emperyalizmin acentası mecliste, ‘barışın önünde tek engel AKP’nin tutumudur’ haykırışını yükselten BDP’nin de savuşturulabilmesi için, ara siyasetlerin her dönem uygulanması kaçınılmaz olarak gündemde durur. Hakim sınıflar, bir taraftan kendi iktidar aygıtlarını sağlama almak için ZOR aygıtını ertelemeksizin kullanırlarken, diğer taraftan ise toplumun çeşitli sınıf ve tabakalarında cereyan eden eleştirileri boşa çıkarmak için, tarihsel “kardeşliğin’ fikir hüsranı sofrasını serer. Burjuva-feodal ideolojinin merkezinde, psikolojik tahakkümü savaşı yürütür. Bundan sonucu olarak, Kürt sorununu, ekonomik temelleri ve dolayısıyla sınıfsal yaklaşımı olmaksızın, bir sigara ve parkayla çözülebilecek kadar kolay olduğunu yaygınlaştırmaya çalışır. Ezilen Kürt ulusunun “çıkmazını” ‘ölmek ve öldürmek’ üzere yola çıkmış akılsızlar sürüsü olarak nitelendirir. AKP’ye övgü olsun diye değil ama düşmanımızın dönem siyaseti daha iyi anlamak açısından şunu söylemek zorundayız; toplumun her bir sınıf ve tabakasını kapsayan bütünlüklü bir tasfiyeci süreç yaşanmaktadır. AKP, üzerine düşen misyonu iyi oynamaktadır. Oynanan oyunun mahiyetini kavramadan, oyunu bozmak ancak tesadüfi bir şey olur. Oyun bozulsa dahi yenisini inşa etme sürecinde alternatifimiz yanlış olur. Bu anlamda, gelecek toplum projemizi sağlamlığı ve realitesi, tarihin akışına yüzükoyun değil kuş bakışı bakmakla mümkündür. “Kardeşleşme” siyasetine dahil olacak her devrimci komünist, nasyonal sosyalizmin tesirinden kurtulamaz. Düşman sınıfların, “kardeşleşme” çağrılarına cevap, sosyalist “kardeşleşme” olamaz. Yeni Demokratik devrim ve devamında sosyalist devrim, ulusları bir birinden ayıran, üretim ilişkilerine ayrı ayrı ulusların paylaşım zorunluluğu çizen bir gelecek değildir. Ulusal farklılıkları gözeten ve tarihsel haksızlıkları gideren ama bunun da ötesinde tüm bu farklılıkları ve haksızlıkları yaratan üretim ilişkilerini, ulus-devlet sevdalılığını ortadan kaldıran ve devrimci proletarya önderliğinde sınıfsız topluma ilerleyişin dinamosudur savunduklarımız. “Kardeşçe” ulus-devlet devamlılığını sürdürme değil, ulusal zorunlulukları ortadan kaldırarak, devleti adım adım sönümlendirme elzemliliğidir bizimkisi. Taktik olarak savunduğumuz ‘halkların kardeşliği’, bir ulusun diğer bir ulus üzerindeki siyasal tahakkümünü ortadan kaldırmak üzere inşa edilmiştir. Bu anlamıyla, stratejik olmayan slogan, düşmanla hesaplaşma içerisine girilirken, kullanılmalı ama bunun da ötesinde gitmekte mükellef olduğumuz toplum ortaya koyulmalıdır. Ön özet haliyle, ulus-devlet olarak “kardeşleşme” projesi, ulusal farklılıkları nihai olarak sonlandıramaz. Ama ulus-devlete karşı zor kullanılmadan hiç sonlandırılamaz. Tüm ulusalsınıfsal-cins ayrımcı farklılıkları ortadan kaldırmak için devrimci yıkıma cüretle devam edelim…


16-17_Layout 2 12/20/11 10:50 AM Page 1

16 dünya

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

AB ekonomisinde

Kapitalizmin sahip olduğu değerleri kendi sonunu hazırlarken şok etkisi yaratıyor. ABD’de ortaya çıkan ve devasa bir kayıba yol açan (2008) mortgage krizi ile sanal para döngüsü iflas etti. Bununla sınırlı olmayan süreç domino taşları gibi birbiri ardına devrilerek, AB ülkelerinde de paniğe yol açtı. Elbette malum son oluştu ve bu etki Avrupa’yı da sarstı. Gelişmeler birbirini takip etti fakat hiçbir devlet bir diğerinin yaşadığı ekonomik çöküntünün etkisini paylaşmak istemiyordu. Ne varki her biri dalga dalga yayılan bu çöküntünün altında kalmaya devam ediyor.

Şimdilerde ise yine bu sürecin akışı içinde uyum sağlayamayan bir hatta sürükleniyorlar. Yunanistan’la başlayan, İspanya, İtalya, Portekiz gibi ülkelere yayılan kriz, bu ülkelerin her birini iflasın eşiğine getirmiş durumda. Ardı ardına yapılan zirvelerle çözüm aranırken, oluşacak bir enkazın altında kalarak siyasi ve ekonomik etki güçlerini kaybetmek istemiyorlar. Ancak, durumu fırsata çevimek ve biri diğerinin üstünde hakimiyet kurma çabası uzlaşma serüvenini de boşa düşürüyor. Kapitalizmin süreğen olan kriz hali, her etapta yeni bir açmazı beraberinde getiriyor. Sistemin sürekli kendisini yenileme hamleleri bir sonraki etabın çözümünü ve kendisini kurtarma durumunu zora sokuyor. Yeni pazarlar elde etme yarışı da oluşan finans açıklarından kaynaklı mümkün olmayan bir hale geliyor. Kendinde ihraç edebileceği bir sermaye kalmayan, dahası kendi ülkesindeki açığı kapatmak için bu sermayeye ihtiyacı olan ülkeler tekelleşme yarışında geride kalıyor. Elbette yaşanılan bunalımdan istifade etmek isteyenler de var. İspanya ve Portekiz’e altınları satmasını salık verenler (ki bunlar Yunanistan’a adaları satmayı, İtalya’ya da Roma’yı satmayı dahi önerecek fırsatı bekliyorlar) bugün kendileri satacak bir şeylerin derdine düşmüş haldeler. Son günlerde AB ve ABD borsalarında yaşanan kayıplar krizi henüz derin-

den yaşamayan AB devletlerini de önemli ölçüde zora soktu. Zaten krizle debelenen ve iflas bayrağını kaldırmaya hazırlanan bazı Avrupa ülkeleri ise bu halden hiç memnun kalmadılar.

İngiltere’den veto Kurtarma paketleri adı altında bankalar başta olmak üzere mali sektöre akıtılan kaynaklar ise kurtarmayı planladıkları ekonomik çöküntüyü halkın üzerine yıktıkları anlamına geliyor. Hele bir de uzlaşının geri teptiği bugünlerde.

Ancak İngiltere’nin buna karşı çıkmasına rağmen AB’den çıkışı anlamına gelmediğini de ekledi.

Ayrılmak mümkün değil! Yani İngiltere’siz bir AB’nin mümkün olamayacağı sinyali verilmiş olundu. Ancak ABD’siz bir İngiltere’nin de mümkün olamayacağını görmek lazım. Hem Avrupa’da hem de dünya ekonomisinin içerisindeki etki gücü itibariyle İngiltere’nin ABD ile

olan şirket evlilikleri ve tekleşen dünyada çıkarları gereği ayrı kalamayacağı biliniyor. Bu ikisinin de zararınadır. Ancak İngiltere AB’den de ayrı kalamaz. Zira güçler dengesini ve dünyadaki kutupları ve elde ettiği hegomanya Avrupa üzerinde de bir nüfuz sağlıyor. Ayrıca bu sadece İngiltere’nin değil, stratejik ortağı, müttefiki ve ikiz kardeşi ABD’nin de istemidir. Kendi kontrolünden ve etki gücü altından sapacak bir AB’nin rotayı ne tarafa çevireceği

İngiltere “daha sıkı bütçe kuralları ve mali birlik” yani “bütçe disiplinini güçlendirmeyi öngören reform projesini” reddetti. Avrupa ülkeleri arasında Mali Sözleşme olarak geçen bu sözleşmeyi İngiltere dışındaki diğer ülkeler kabul etti. Buna göre her devlet kendi bütçesini ve sözleşmeyi gözden geçirecek. Bu “reformu” veto eden İngiltere daha serbest ve kuralsız bir dolaşım istiyor. Zaten kendi ekonomisinden şimdilik kaygı duymayan İngiltere’nin yeniden bir rekabet koşulu yaratacak etkide bir ülkeyle karşılaşması durumu da yok. İngiletere’nin Mali Sözleşme’yi veto etmesi üzerine açıklama yapan Fransa Cumhurbaşkanı Nikolay Sarkozy, İngiltere Başbakanı David Cameron’un sunduğu tekliflerin kabul edilemez olduğunu belirterek artık “iki Avrupa'nın olduğunu" söyledi. Almanya Başbakanı Angela Merkel ile birlikte İngiletere’yi ikna etmek için çok uğraştıklarını söyleyen Sarkozy, krizin nedenini deregülasyon (devletin karar alanını daraltan regülasyonların, azaltılması veya kaldırılması, kamu gücünün özel sektöre ve sermayeye devredilmesi yönünde yapılan yasal düzenlemeler) olduğunu ifade ederek, daha fazla regülasyon (devletin ekonomiye doğrudan müdahale ettiği çeşitli iktisat politikası aracından biri ve müdahaleyi çeşitli alanlarda, piyasaya giriş çıkışı düzenleyici yasal tekeller oluşturarak yapıyor) uygulanması gerektiğini söyledi.

“Wall Street’i İşgal Et” hareketi ABD, 17 Eylül’den bu yana protesto ve işgal eylemleriyle sarsılıyor. Dünyanın birçok yerinden”Wall Street’i İşgal Et” eylemlerine destek sesleri yükselirken liman işletmeleri işgal ediliyor “Wall Street'i İşgal Et” sloganıyla gündeme oturan ve üç ayını dolduran eylemler ABD’de yaklaşık yüz kente yayılırken Avrupa ülkelerinde de karşılık buluyor. 17 Eylül’de Zuccotti Park’a kurulan kampla başlayan protesto eylemlerinde binlerce kişi tutuklandı ve işten çıkarıldı. Gelir da-

ğılımındaki dengesizlik, sosyal hakların gasp edilmesi protesto edilirken; eğitim, sağlık gibi temel haklar ve daha rahat yaşam koşulları eylemcilerin ana gündemini oluşturuyor. Wall Street işgali hedefiyle yola çıkarak Zuccotti Park’a kamp kuran eylemcilerin çadırı daha önce polisin saldırısı sonucu kaldırılmıştı. Daha sonraları ise Washington Square Park, New York Times Meydanı ve farklı finans merkezlerini hedef alan eylemler kesintisiz olarak devam etti. Bu süre zarfında birçok ülkede destek eylemleri ve kısa süreli de olsa işgal eylemleri düzenlendi. Protestoların hedefi olan hükümetler ve uyguladıkları ekonomik politikalara karşı tepkiler büyüdü. ABD’de yankısını bulan eylemlere

katılım da artmaya, hatta ülkenin birçok kentine yayılmaya başladı. 50 civarında kentte ve 1000’e yakın kasabada hemen hergün protesto ve işgal eylemleri yapılıyor. Bu eylemlerin bir ayağını da ülkenin batısındaki liman işletmeleri oluşturuyor.

Hedefte limanlar var Protestoların hedefinde olan kapitalizmin finansal merkezi Wall Street eylemine devam eden emekçiler liman işletmelerini hedefe aldılar. Yapılan eylemler ve işgallerden kaynaklı California, Oregon ve Washington eyaletlerindeki limanlarda kısmen kapanmalara yol açtı. Eylemlerde polisle zaman zaman çatışmalar yaşanırken birçok kişi de gözaltına alındı. California’da Oakland limanı yapılan ey-

lemler nedeniyle 150 işçiyi evine gönderirken limanda bulunan iki terminal fiilen işlemez hale geldi. Los Angeles'ta Long Beach limanı eylemcilerin işgali dolayısıyla kapanırken, Oregon'un Portland kentinde de işgal ve yapılan eylemler nedeniyle işlemez hale gelerek kapandı. Ayrıca Alaska eyaleti ve Kanada'nın Vancouver kentlerinde de limanlar işgal edildi.

Çocuklardan destek New York'un Union Meydanı çocuklara ev sahipliği yaptı. Union Meydanı’nda toplanan bir grup çocuk, anne-babalarıyla birlikte “Wall Street'i İşgal Et” inisiyatifinin eyleme başladığı 17 Eylül'den bu yana binlerce kişinin tutuklanmasını, öğret-


16-17_Layout 2 12/20/11 10:50 AM Page 2

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

kriz

17

O

Dünyanın finans merkezleri ekonomik krizle sarsılıyor. AB’de çatlaklar oluştu. Şimdi iki ayrı Avrupa’dan bahsediliyor. İngiltere regülasyonu öngören planlama önerisini veto etti

yaygınlaşıyor Londra’da işgal çadırları İngiltere’de devam eden “Londra’yı İşgal Et”eylemleri de soğuk hava ve yapılan anti-propagandaya rağmen devam ediyor. 15 Ekim tarihinde Londra’nın tarihi Saint Paul Katedrali’nin önüne çadır kurularak başlayan işgal eylemleri ikinci ayını doldurdu. İngiltere’de “işgal” eylemleri “Wall Street’i İşgal Et” eylemlerine destek vermek için Londra Hisse Senetleri Borsası’nın yanında bulunan Katedral’in önüne kurulan çadırla başlamıştı.

Şuan kentin iki ayrı noktasında, Fins-

bury Park'ta ve Hackney’de kurulan çadırlarla, işgal eylemleri sürdürülüyor. Polisin saldıracağı ve çadırların söküleceği yönündeki haberler ve aşırı sağcı grup olan EDL (İngiliz Savunma Ligi)’nin saldırı hazırlığında olduğu şeklindeki söylentiler eylemcilere geri adım attırmadı. Yapılan işgal eyleminde sistemin antidemokratik ve adaletsiz olduğuna vurgu yapılıyor. Ayrıca vergi sistemi, kesinti politikaları, şirketlerin ve bankaların piyasadaki gücü, savaşlar, silah ticareti, çevre kirliliğine karşı tepkiler dile getirilerek; eğitim, sağlık, işsizlik vb. taleplere yer veriliyor.

≫ ahmet hacalişi k.

RUSYA’NIN ORTA ASYA HAREMİNE GİRİŞİ rta Asya” ifadesi tıpkı “Ortadoğu “ gibi XIX yüzyıl coğrafyacılarına özgü bölgesel alt bölünmelerden türemiş bir soyutlamadır. Orta Asya terimi Avrupalılar için uzun süre erişilemeyen bölgeyi tanımlamakta kullanılmıştır. Bölgenin en önemli özelliği yalıtılmış hali ve Avrasya’nın kalbinde yer alan “merkeziliği”dir.

pek belli olmayabilir. Bu aralar revaçta olan Asya sermayesinin sıcaklığı bu birliğin gözde mekanı haline gelebilir. Ama AB’de ABD’den en azından şimdilik ayrı düşmeyi istemiyor. Çünkü onlar da bu bağlanışın içerisinde ABD şirketleri ile bir ortaklığın içerisinde. Zincirleme bir durum var ve bu kendisi açısından pek hayırlı olmayacağı anlamına geliyor. Zaten Sarkozy ve Merkelde böyle bir ihtimalin olmadığını birinci ağızdan söylediler.

menlerinin işten çıkarılmasını ve ABD hükümetinin uyguladığı şiddeti eleştirerek protesto etti.

EKSEN

Orta Asya’nın tarihi gelişimini üç ayrı dönemde ele almak gerekir; Rus sömürgeciliği, Sovyet dönemi ve Sovyet sonrası bağımsızlık süreci. Timur İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Orta Asya alanı rakip hanlıklara bölündü. Özbek hanlıkları olarak bilinen bu hanlıklar (Buhara Hanlığı ve Harezm Hanlığı. Bunlara Fergana Vadisi’nin kalbini oluşturduğu Hokand Hanlığı da katılabilir) arasındaki rekabet ve toprak kavgaları Rusya’nın Orta Asya’ya doğru uzun soluklu bir strateji ile girişini kolaylaştırdı. İlk adım XVIII. yy’ın ortasında Ural Nehri’nin kıyılarında Orenburg şehrinin kurulmasıyla atıldı. Bu yüzyıl boyunca Ruslar kendi himaye rejimlerini kabul ettirmek için Kazaklar arasındaki rekabetten yararlandılar. Yaklaşık bir asır boyunca Orta Asya kuzeydoğusunun sınır boylarında İrtiş hattı denen kalelerden zincir oluşturdular. XIX. yy’ın ortasından itibaren iki farklı yönde ilerleyerek 1887’de tüm Orta Asya’yı sömürgeleştirdiler. Orta Asya’nın sömürgeleştirilmesi Kafkasya’nın sömürgeleşme süreciyle karşılaştırıldığında oldukça kolay gerçekleşti. Rus tarafından iki binden az ölü verildi. Orta Asya’daki Rus politikasının ikili amacı vardı. Birincisi ticareti artırmak, yeni pazarlar ele geçirmek ve ihtiyaç duyduğu ham maddeyi bulmak (Amerikan iç savaşı nedeniyle pamuk ithalatı kısıtlandığından tekstil sanayi için gerekli pamuk üretimi). Bu uğurda Kazakistan bozkırlarına bir yandan çok sayıda Rus köylüsü yerleştirilirken diğer yandan Ruslaştırma siyaseti uygulandı. Diğer tarım ürünlerinin yerine pamuk üretimi dayatıldı. İkinci faktör ise jeopolitikti. Güneyden İngiliz sızmasını önlemek, Londra’nın 1853’te Kırım’da sürdürdüğü harekatı tekrarlaması durumunda Hint alt-kıtasında İngiliz konumunu tehdit edecek güvenceler elde etmek. 1905 devrimi Ruslaştırma siyasetine geçici olarak son verdi. II. Nikolay tarafından ilan edilen manifesto sayesinde elde edilen bazı özgürlükler doğrultusunda imparatorluğun Rus olmayan halkları kendi ulusal dillerinde basın organları yayınlamaya başladılar. Ancak çok kısa sürede otoriter siyaset geri döndü. 1905 devrimi esas olarak bir Rus olayı olduğu için imparatorluğun Müslüman halkları devrimin dışında kaldılar.1914 temmuz ayında Rusya İtilaf devletlerinin yanında savaşa girdiğinde Orta Asya halkları Rus devletine karşı sadakat gösterdi ancak Avrupa cephesine gönderilmek üzere Müslümanlar silah altına alınmak istendiğinde bütün bölgede isyanlar çıktı. İsyanın bastırılması vahşice oldu.1917 devriminin de Orta Asya halklarını pek fazla ilgilendirdiği söylenemez. Zira başta açlık olmak üzere iç savaşın sonuçlarına katlanmak zorunda kalınmıştı. 1919-1923 arasında açlık Orta Asya’da yaklaşık 2 milyon kişinin ölümüne yol açtı. 1918-1924 arasında Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin bağımsız müttefik devletleri olan Buhara Cumhuriyeti ve Harezm Cumhuriyeti Kızıl Ordu tarafından işgal edildi. 1920’den sonra özellikle de çok beklenen Avrupa’daki devrimler gerçekleşmeyince Bolşevikler Orta Asya’da bakış açısını değiştirdiler. Ulusal bağımsızlık temasıyla kendi isteği ile birleşme temasının uzlaşması o dönemde ele alınan

devrimin en hassas yeni hedefi oldu. Ancak buna rağmen Müslüman halkların kabulü gene de kolay olmadı. On yıl süren Basmacı hareketi ve 1928’de Stalin tarafından başlatılan kolektifleştirmeye karşı Kazak direnişi çok kanlı şekilde bastırıldı. Öyle ki Kazak nüfusunun yarısı yok oldu. Günümüzdeki Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırları 1936’da Stalin tarafından çizilen nihai sınırlardır. Sınırların çizilmesinde bazı tarihçiler Sovyet yönetiminin sadece “böl yönet” ilkesiyle hareket ettiğini ileri sürerken çoğunluk, biçimde “ulusal” ama içerikte “sosyalist” bir bölünme olduğu fikrini ileri sürer. Bir başka deyişle ileri aşamada, ulusallıktan kurtulmuş halkların sosyalist birliğinde erimelerini sağlamak. Toprakların ve sınırların belirlenmesinde dikkat çeken husus karmaşıklıktır. Her ne nedenle olursa olsun doğal kaynakların dağıtılması, içte kuşatılmış topraklar bırakılması, kendi toprakları içinde önemli etnik azınlıkların varlığı başından itibaren bu siyasi oluşumları kırılgan hale getirmiş ve maalesef Orta Asya devletlerinin bugün içine düştükleri sınır ihtilaflarının baş nedeni olmuştur. Örneğin Özbek çoğunluğun yaşadığı Oş şehri Kırgız Cumhuriyeti’ne bağlanırken, Taciklerin çoğunlukta olduğu Buhara ve Semerkant Özbekistan’a verilmiştir. Kırgız Cumhuriyeti ile çevrili Sukh iç bölgesinin nüfusunun %95’i Tacik ve % 5’i Kırgız iken Özbekistan’ın egemenliği altına bırakılmıştır. Örnekleri onlarca çoğaltmak mümkündür. Adlarını vermiş oldukları cumhuriyetin dışında kalmış olan azınlıklar gizli bir önemli çatışma kaynağı oluşturmaktadır. Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırlarında ekonomik, coğrafi ya da etnik bir akılcılık teşhis etmek zor olduğu gibi, dönemin koşullarıyla izah etmek de mümkün değildir. Fergana vadisinin durumu bu meselenin en çarpıcı örneğini verir. Coğrafi ve tarihi anlamda birleşmiş olan bu arazi parçası üç cumhuriyet arasında parçalanmış ve paylaştırılmıştır. JEOPOLİTİK GEÇİŞ SSCB sonrası Orta Asya çerçevesi içerisinde soğuk savaşın jeopolitik düzeninin kaybolması çok önemli sonuçlar doğurdu. Çarlar imparatorluğuna, sonra da SSCB’ye dahil olunmasından sonra varlığı ortadan kalkan bölge bu sayede uluslararası satranç tahtasında yeniden ortaya çıktı. Bu dönüş 5 devletin ortaya çıkmasından daha büyük önem taşır. Zira beş yeni cumhuriyetin sınırlarını aşan coğrafi bir alanın bütünüyle jeopolitik yeniden oluşum gündeme getirmiştir. Nitekim 11 Eylül sonrası ABD’nin doğrudan bu alana girmesi temel bir jeopolitik oluşumun tezahürüdür. Orta Asya devletleri özel bir konumda bulunmakta olup İngiliz jeopolitikacı Halford Mackinder’in “tarihin coğrafi ekseni”, “küresel adanın kalbi” olarak belirttiği alanın bir kısmını işgal etmektedir. Mackinder’e göre bu alana hakim olacak güç uzun vadede dünyaya hakim olacaktır. Nitekim bu alan coğrafi olarak Avrasya kara kütlesinin kalbinde yer almakla kalmamakta, binlerce yıllık uygarlıkların ve Avrupa, Yakın Doğu ve Asya arasında ekonomik, dini ve kültürel alışverişlerin (doğu-batı ekseni, İpek yolları) tarihi yollarının kavşağında, Doğu ile Slav dünyası arasında (kuzey-güney ekseni) yer alır. Ortadoğu’ya ve Çin’e yaslanan, Hint alt kıtasının üzerinden bakan ve Rusya’nın yumuşak karnı boyunca uzanan Orta Asya bölgesi Asya, Ortadoğu ve Avrupa arasında coğrafi ve stratejik bir köprüdür.


18-19_Layout 2 12/20/11 10:53 AM Page 1

18 dünya

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

Rusya’da parlamento Umut ve

seçimleri yapıldı Yeni parlamentoda yüzde 47 oy alarak 238 sandalye kazanan Birleşik Rusya Partisi birinci parti oldu. Komünist Parti yüzde 19 oyla 92 sandalye, Adil Rusya Partisi yüzde 13,5 oyla 64 sandalye ve Liberal Demokrat Parti de yüzde 12 oyla 56 sandalye kazandı

20. yüzyılın devrimci kuşağı henüz gençlik yıllarında iki dünya savaşını yaşadı. Bilimsel sosyalizm öğretisi kadar genç olan bu kuşak, hiç görülmemiş bir toplumsal yapının oluşmasını da başardı. Bu ilk deneyimdi ve sancılı dönemler pratikte aşılamayacak kadar büyüktü. SSCB tarihi dünyadaki ilk büyük altüst oluşun ilk örneğiydi. Ve yarım asır bu deneyimin inşasıyla uğraştı. Ancak bu deneyim yüzyılın ikinci yarısında modern revizyonizmin saldırısına uğrayarak ilk yenilgisini de burada aldı. Lenin’in işaret ettiği gibi Marksizm’in tarihsel gerçekliği ve siyasal etkisi bu ihanetin önderlerini de Marksist kılıfı takmaya zorlamıştı. Sosyalizm maskesi altında yarım yüzyıla yakın emperyalist emellerini hayata geçirmek ve kapitalizmi yeniden restore etmekle uğraştılar. Buradaki Sovyet ülkelerini ve emekçi halkın üzerinde uyguladıkları sömürü çarkını dünya halkları üzerine de çevirdiler. Bu sahte Marksist, modern revizyonistler yüzyılın son çeyreği bitmek üzereyken artık bu maskeye de ihtiyaç duymadılar. Yeni bir dönem başlıyordu. Elbette ki bu yeni diye atfedilen dönem kapitalizmi maskeye ihtiyaç duyulmadan uygulayan ve emperyalist sistem içe-

risinde yerini aldıkları dönemin adıydı. Gelişmelerin seyri dünyadaki değişen dengelerin yeniden şekillenmesi, pazarların restorasyonu ve neo-liberal politikaların yaşama geçirilmesini gerektiriyordu. Rusya Federasyonu da artık yeni yönetimiyle bundan payını daha yüksek sesle istemeye başladı. Gelinen noktada 20 yıllık zaman dilimi geride kaldı. Bölge devletleri kendi “bağımsızlıklarını” ilan etti. Yapılan pazarlıklarda uydu devletler olma yolunda daha “bağımsız” bir noktaya geldiler. Sonrası ise değişen koşulları kendi lehine çevirmeyi hedefleyen hamlelerle bir o tarafa bir diğerine çarparak ilerledi. Rengarek devrimlerle çiçek bahçesine çevrilen bu ülkelerin her biri ayrı ayrı olmak üzere; zaman zaman Rusya ve Çin ittifaki ile zaman zaman da ABD ve AB yanlısı bir yönetimle ayakta kaldı. Peki, Rusya ne yapıyor? Gelişen sermaye gücü ve etki altında tuttuğu pazarlar boyutuyla tek kutuplu dünyanın ikinci emperyal gücü durumunda. Büyük pazar savaşlarına vesile olacak beş (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) ülkeden bir tanesi. Amerika’dan sonra dünyanın ikinci askerî gücü. G-8 ve son olarak da Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün üyesi. 18 yıl önce yapılan başvuru geçtiğimiz günlerde Cenevre’de toplanan DTÖ toplantısında resmen üye olarak kabul edildi. Rusya, 1,9 trilyon doları bulan gayri safi milli hasılası ile Çin’in ardından örgüte katılan en büyük ekonomilerden biri olarak görülüyor. Böylelikle dünya ticaretinin denetiminin yüzde 92’lik dilimin içerisinde yerini aldı. G-8, NATO ve son olarak da DTÖ üyeliği kabul edilen Rusya yeni bir seçim döneminden geçti. 4 Aralık’ta yapılan seçimlerde 4 Parti yüzde 7’lik seçim barajını aşarak parlamentonun alt kanadı olan Duma’ya girdi. Yeni parlamentoda yüzde 47 oy alarak parlamentoda 238 sandalye kazanan Birleşik Rusya Par-

tisi birinci parti oldu. Komünist Parti yüzde 19 oyla 92 sandalye, Adil Rusya Partisi yüzde 13,5 oyla 64 sandalye ve Liberal Demokrat Parti de yüzde 12 oyla 56 sandalye kazandı. Yapılan seçimlerle ilgili olarak, hileli mi yoksa demokratik mi olduğu yönlünde tartışmalar yapılsa da kanatimizce bu, işin yapay gündemini oluşturuyor. Sonuç itibariyle bu ülkede seyir halindeki gelişmeler seçimlerde yapılan hile ve entrikadan daha önemli. Her türden burjuva akımın mevcut olduğu bir yerde yapılan seçimlerin demokratik normlar izleyebilme ihtimali zaten bulunmuyor. Göreli bir istikrar hakim olsa da burjuva demokrasisinin kendisi bir istikrarsızlık ve entrikalarla doludur. Böyle olmasaydı, elindeki iktidarı tutma şansı bir an dahi mümkün olmazdı. Baskı, şiddet, manipülasyon bu sistemin tipik entrikalarının ve hilelerinin farklı formlardaki yansımalarını oluşturuyor. Rusya da bundan bağımsız durmuyor. Dolayısıyla yapılan protestolarda yüzlerce kişinin gözaltına alınması da bir o kadar normal olabiliyor.

Grizlov istifa etti! Rusya’da 4 Aralık’ta gerçekleşen parlamento seçimlerinde Birleşik Rusya Partisi’nin bir önceki (2007) döneme göre 15 puan kaybederek yüzde 47 oranında oy alması üzerine ilk istifa Duma Başkanı Boris Grizlov’dan geldi. Birleşik Rusya Partisi’nin başkanlığını da yürüten Grizlov, parlamentoda milletvekili olarak kalmaya devam edecek.

Brüksel’de Rusya-AB zirvesi Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev, Rusya-AB zirvesi için Belçika’nın başkenti Brüksel’e gitti. Zirvede gündem karşılıklı olarak vizelerin kolaylaştırılması ve AB borç krizi. Ayrıca toplantıda Rusya-AB ilişkilerinin yanı sıra uluslararası ve bölgesel sorunlar da ele alındı.

Umut ve mücadele deneyimlerinin paylaşıldığı “Umut ve mücadele mekanlarından deneyimler” şiarıyla örgütlenen “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu”ndan deneyim ve tecrübeler, farklı ülkelerdeki örnek modeller, ülkemizde açığa çıkmış tarihsel deneyimleri paylaşmaya devam ediyoruz Özerk bölgeler gerilla hareketi sayesinde oluştu Yrd. Doç. Dr. Aylin Topal: Yerel yönetim alanlarının bir taraftan kendi öz kaynaklarını oluşturma, kamu-özel girişimini teşvik etme çabaları yürütülürken, bu vesileyle bir kaynak sağlanmaması da günümüze kadar süren neo liberal mantığın bir sonucudur. Chiapas, Oaxaca ve Guerro'da kurulan yerel yönetimler gerilla hareketiyle doğrudan ilişki içerisinde olmuştur. Bu gücü de arkasına alan o deneyimler yerel yönetim alanlarında halkın sosyal, kültürel haklarını da kapsayan geniş haklar elde edildi. EZLN bu sürecin en büyük faktörüdür diyebiliriz. Markos'un sistemi hedef alan sosyalist hareketin etkisiyle 3 Şubat 1994'te Kızıl Haç yönetiminde 2 özgür bölge ve 38 özerk belediye kuruldu. Kısacası özerk bölge ve yönetimler Zapatista ve güçlü gerilla hareketi sayesinde oluştu. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin tamamen parasız sunulduğu, tüm doğal kaynakların kolektif kullanıldığı, yerel hukuk yasaları, devletten hiç bir maddi yardım almamak bu yerel yönetimlerin temel karakteristiğiydi. 2006'larda merkezi yönetimin ve kapitalist neo liberalizmin artan saldırıları ve özerk belediyelerin de zamanla resmi devlet kurumlarına dönüşmesi sonucunda küresel sermayeye karşı duruş zayıfladı. Bugün ise 2008’den bu yana bu bölgelere yönelik askeri saldırıların arttığını söyleyebiliriz. Araştırma Görevlisi İbrahim Gündoğdu: Kızıl


18-19_Layout 2 12/20/11 10:53 AM Page 2

dosya sempozyum 19

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

mücadele mekanlarından...

Bolonya 1970'lerde güçlü sınıfsal dokusu ve sosyalist örgüt gerçeğiyle birlikte kooperatifleşme geleneğinin güçlü bir temsilidir. Bu yerel yönetimlerin Avrupa'da katılımcı ekonomi anlayışı ve topluluk sendikacılığı gibi girişimleri kapitalizmin yarattığı sorunları içerden görme açısından önemli adımlardır. Fakat güncel deneyimlerin aşırı uzlaşmacı, ana akım ekonomiyle bütünleşme tehlikeleri çok fazla. Bu tür bir girişim ve dayanışma mantığı ayakta kalmak için bir gerekçe olarak sunulabilir fakat, neo liberal sermayenin kendini yerel ölçekte de yerleştirmesi risklerini doğuruyor. Bu yüzden bu yerel yönetimlerin talep eden niteliği çözüm olma niteliğinin önünde olmalıdır. Toplumsal ideolojik ve kültürel bağlar güçlü olmalıdır. Sınıfsal açıdan daha geniş ittifaklar yakalama çabası olmalıdır. Bürokratikleşme tehlikesi karşısında uyanık olunmalıdır.

nomik Bölgeler' olarak ilan edip buralarda yaşayan yoksul köylüleri sürgün ediyor. 350 bin köylünün sürgün edilmekle birlikte bunlardan yaklaşık 30 bininin nerede olduğu bilinmiyor, yani bu insanlar kayıp. Dandakaranya'da Maoistlerin fiili olarak yönettikleri yerel yönetimler var. Buralarda verilen her türlü hizmet ücretsiz ve kolektif bir üretim var. Güçlü bir kooperatifleşmenin varlığı, elde edilen ürünlerin bir miktar para etmesini sağlıyor. Bu arada Kerela örneği de önemli. Burada okuma yazma oranı yüzde 90'larda 3 bin gönüllü ile okuryazarlık kampanyaları yapılmış. Ekolojik ocaklar sayesinde enerji verimliliği hem yüzde 300'lere çıkmış. Neo liberal saldırılar ve Hindistan merkezi yönetiminin yoğun saldırıları sonucunda bu yerel yönetim seçimleri kaybetti. Fakat şimdi Hindistan'da siyasi iktidara göz dikmiş ciddi bir siyasi hareket var.

ri Sönmez aday oluyor, devrimci politikaları yürütmek için aday olduğunu açıklıyor. Fatsa halkından büyük bir destek görüyor. Fatsa CHP’nin kalesi ama CHP 1150 oy alıyor. Fikri Sönmez 3096 oy alıyor. Halk komiteleri, semt komiteleri kurulacak semt komiteleri, temsili demokrasinin temsil edilmemesi sorununa karşı direk halkla muhatap olup, doğrudan durumu iletmesi şeklinde işleyecekti. Fatsa’da ilk yapılan komitelerin kurulması oldu. Fatsa düzen karşıtı değil fakat ayrıksı düzenin istemediği bir örnektir. Fatsa Belediyesi kanun dışı işler yaptı demek mümkün değildir. Fatsa Belediyesi güzel şeyler yaptı da niye herkes beğenmedi; sistem temel olarak özgüveni yitiren insan ister, Fatsa Belediyesi bunu tam tersini çevirdi. İnsanlara kendine güvenmeyi, isterse kendi geleceğini kurabileceğini, biçimlendirebileceğini öğretti.

Hindistan’da ciddi bir siyasi hareket var

Prof. Dr. Can Hamamcı: Fatsa’da ne oldu, ne kadar sürdü, bu deneyim nasıl gerçekleşti? Kuşkusuz çoğunuz Fatsa deneyimi yaşandığında doğmamıştınız. Kimimiz için uzaktaki bir anı kimimiz için de duyduğu tarihsel bir olgu. Fatsa 1977 belediye seçimlerinde; CHP belediye başkanı Nazmiye hanım kazanıyor. Ölümü üzerine ara seçim kararı veriliyor. Seçim 14 Ekim’e erteleniyor, partilerden bağımsız olarak çıkan Fik-

Mustafa Bayram Mısır: Esasen sermaye hala iktidarda, emperyalist-kapitalist sistem hala iktidarda. Bir belediye başkanlığınız var, bu belediyenin bir miktar yetkileri var, azıcık da parası var. Kamu hizmeti üreten emekçiler var rutin faaliyetlerde o azıcık miktar harcanıyor. Elektrik, su ve başka programlar için de devlet istiyor. Diyelim ki 100 lira para kalıyor. Şimdi siz kapitalizme karşı ve devletine de karşısınız. Egemen de değilsiniz. Yaptığımız işler acaba bizi karşı olduğumuz sistemle bütünleştirir mi? Daha doğrusu onlarla aynı noktaya gelir miyiz, hükümetleşir miyiz? Karşı olduğumuz kapitalizmin ve devletin sermaye politikalarının ajanı haline gelir miyiz? Porto Alegre önemli bir örnek. Çalışmalar halkın istemleri doğrultusunda kurgulandığında önemli bir katılımın olduğu görülüyor. Halk, birim ve komite faaliyetlerinin bir parçası olduğunda yerel yöneticileri daha sıkı denetlemeye sahip oluyor. Ancak buna rağmen kapitalizm koşullarında kurulacak belediyeler çabuk hü-

Onur Gülbudak: Hindistan Komünist Partisi (Maoist)'nin etkin olduğu ve yoksul kesimin yoğun yaşadığı bölgelerde yerel hükümetler kurulu. Bu bölgeler halkın en yoksul kesiminin yaşamasına rağmen büyük bir doğal zenginlik kaynağına sahip. Hindistan hükümeti bu alanları 'Özel Eko-

Fatsa Belediyesi güzel şeyler yaptı da niye herkes beğenmedi; sistem temel olarak özgüveni yitiren insan ister, Fatsa Belediyesi bunu tam tersine çevirdi. İnsanlara kendine güvenmeyi, isterse kendi geleceğini kurabileceğini, biçimlendirebileceğini öğretti.

kümetleşerek, halka karşı bir yönelime giriyor.

Tecrübelerimizden ders çıkarmalıyız Dr. Şükrü Aslan: Tercüman vb. gazeteler 1 Mayıs mahallesine, ‘terör’ örgütlerinin, anarşik ya da anarşist örgütlerin devlete meydan okuması, toprak işgali olarak nitelemişlerdi. Ben buna başka bir yerden bakma ihtiyacı hissetim ve akademik araştırmaya konu yaptım. Fazla etkisini düşünmeden dosyama koyup iletişim yayınlarına teslim ettim. Tez konumda da 1 Mayıs Mahallesi ve buna benzer deneyimlerin 1980 öncesinde bulunan sosyalist hareketin kent mekanına müdahale ve etkisidir diye işledim. 1 Mayıs’ta şu benimsenmiştir; bu arsayı kamu adına almak, el koymak kamusal amaçlarla adil bir şekilde ihtiyaç sahiplerini öncelikli olarak dağıtmak sadece dağıtmamak, birlikte inşa etmek, birlikte korumak, bütünlüklü korumak olarak düşünülmüş bir müdahaledir. Yasal değildir fakat, fiili ve kendi içinde hukuku olan bir müdahaledir. Türkiye sosyalist hareketinin yerel yönetim deneyimleri açısından son derece önemli bir deneyimdir. Bugün kentlerde nasıl bir yönetim kurmalıyız konusunda olumlu bir iz, etki bırakan bir deneyimdir. Bugünün ihtiyaçları çok daha fazla, ama bu tecrübeden yararlanmak, ders çıkarmak gerekiyor.

Mücadelemiz devam ediyor Ozan Doğan-Dersim Demokratik Halk Dayanışması (DDHD): Yerel bir sorun tartışırken, kazanımlarımızı deneyimlerimizi tartışırken, koruma, ilerletme tartışmalarını yürütürken uluslararası ve ulusal düzeyde tecrübe ve siyasi dengeleri gözeterek değerlendirmek ve günümüz koşullarına uyarlayarak ele almak gerekiyor. Dersim DHD böylesine uzun bir süreci tüketti.

DEVAMI SAYFA 20-21’DE


20-21_Layout 2 12/20/11 11:00 AM Page 1

20 dosya sempozyum

2009 yerel seçimlerini örgütleme çalışmalarına başladı. DDHD kendi sözüyle deneyim ve olanaklarıyla Dersim’de bu mevcut sorunlara karşı fiili mücadelesini bugün de sürdürüyor. Dersim’de Fethullah Gülen’in ve devletin genel asimilasyon çalışmalarına karşılık Dersim halkı kendi çalışmalarını sürdürmektedir.

İki gündür konuşulan konular üzerindende bir şeyler söylemek gerekirse, dün ve bugün yapılan sunumlarda başta Kürt ulusu olmak üzere, somut bir takım kazanımlar elde etmek için birlikte hareket etmek önemlidir. Bizler bu taleplerin bir bileşeni, savunucusuyuz. Demokratik özerklik konusundaki teorik belirlemeyi de büyük bir alternatif olduğuna katılmamak kaydıyla… Yerel yönetimler ekseninde ifade edilenlere gelince, asgari ortak taleplerin ve uzun zamandır çalışması yapılan devrimcihalkçı belediyeler projesinin bundan sonra da ortaklaştırılması ve daha fazla gecikmeden yapılması gereklidir. Varolan bu yakınlaşma ve birleşmenin, ayrım ve ayrışım yönlerimizin de ilerleyeceğinin eksikliklerin giderilmesine kuvvetli etki yapacaktır. Belediyeler Birliği’nin bu koşullarla kurumsallaştırılması çok önemlidir. BDP Muş Milletvekili Demir Çelik: Demokratik özerklik alternatif bir model olarak çokça tartışıldı ve uğruna bedel ödenerek kazanıldı. Devleti bu kadar saldırganlaştıran ve “KCK operasyonu” olarak yansıyan saldırıların nedeni de bu ikili iktidar durumudur. Kurulan bu ikili iktidar devletin izdüşümüne ters düştüğü için KCK operasyonu şeklinde boğulmaya çalışıldık ve görünen o ki ceberut devlet ile daha demokratik bir toplumu yaratma mücadelesi devam edecektir. Dünün başbakanının ‘Fatsa’yı sırtımızda taşıyamayız, müdahale etmeliyiz’ anlayışının değişmediği, sadece isimlerin değiştiği ve uygulamaların aynen devam ettiği görülüyor. Devletin, sınıfın sahibi olan devletin, hegemonik ilişkilerinin açığa çıkardığı yoksullaştırmanın, ötekileştirmenin sürdüğünü gördük. Biz Kürdistan’da demokratik özerkliğin, ekonomik, sosyal, toplumsal, demokratik ve ekolojik olarak kendini var edeceğini düşünüyoruz.

Gücümüzü halktan alıyoruz Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak: Kurumum Demokratik Haklar Federasyonu, şahsım ve Hozat halkı adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Değerli dostlar, yerel yönetimler mücadelesinde 7. yılın sonuna gelmiş bulunmaktayız. 2003 tarihinde Hozat'ta yerel demokrasi güçleri ittifakla güç birliği yaparak, Hozat’ta Mart 2003 seçimlerinde iktidara geldiler. Programı halka açıyoruz, halkçı belediye devrimci belediye diyoruz ve halk sorular sormaya başladı. Halk, bizim ilçede yaşadığımız sosyal, siyasal, kültürel sorunlarımıza cevap olmaya başladı. Ancak bir gerçeklik var sizler merkezi bütçeden pay alamayacak bir siyasal duruşa

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

sahipsiniz dedi. Ortak bir söylem biz güçlüyüz çünkü halkımız var, halkın gücünü hiçbir kuvvet yenemez. Ve alanlarda, meydanlarda halkımızla el ele vererek Hozat Belediyesi’ni sorun olmaktan çıkarmanın yollarının bulmaya başladık. Dört mahalleden oluşan mahalle komiteleri oluştu. Komisyonlar oluştu; gençlik, kadın, mahalle. Halkın pratikte de her karara katıldığı ve çalışmaların yapıldığı ve başarılı sonuçların alındığı bir dönem yaşıyoruz. Bu çalışma tarzını kendine risk gören sistem elbetteki saldırmaya başladı. İlçemizin nüfusu 4500. Hozat'ta 5000'de askeri birliklerin sayısı sayısal ve halkı tehdit etmeye başladılar. Bir tarafta yoğun savaş diğer tarafta askerin kendini sayısal güç olarak ifade etmesi. İlçe halkının direngen ruhu tüm bu saldırılara pratikle cevap oldu, kendi ilçesinin sorunlarını birer birer çözmeye çalıştı. Halkın mücadele ruhu tüm bu koşullara rağmen bu saldırılara karşı güç oldu.

2009 seçimlerinde halkımızın mevcut durumu da göz önüne alınarak, o direngen ruhunu ortaya koyup yeniden halkçı ve devrimci anlayışı yerelde iktidarlaştırdı. Bu sempozyum 2003-2004 yıllarında yapılmış olsaydı; halkçı devrimci belediyelerimiz belki bu gün daha ileri gitmiş olacaktı. Hatay Samandağ'da, Çamlıhemşin'de ve Kuzey Kürdistan demokratik yerel yönetimler mücadelesini veren belediyeleriyle bir araya gelmemek bir eksikliğimiz bunun özeleştirisini huzurunuzda vermek istiyorum. Bizim iddiamız ya da hedeflerimiz, bölgemizde coğrafyamızda yaşanan saldırılara ve devam eden savaş sürecinde, Dersim halkının sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel ihtiyaçlarına cevap olmaktır. Sistemin gerici, ırkçı, faşist, şovenist saldırılarına karşı asla fırsat vermeyeceğiz, bu gücü de halkımızdan alıyoruz.

Ulusal ve uluslararası sermayeye güvenmedik Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel: Umut ediyoruz ki, bu sempozyumdan deneyimlerimizden sonuç çıkarıp, bizden başka dostumuzun olmadığını anlamalı bu sorumluluktan hareketle devrimci, halkçı yurtseverlerin omuz omuza sürdürdüğü mücadeleyi daha ileri taşıma gayreti taşımalıyız. Demokratik Haklar Federasyonu’nun bir üyesi olarak on yıllardır asimilasyon, tecrit politikalarına maruz kalan, yakılan yıkılan göçettirilen ve insansızlaştırılmış bir ilçe belediyesinin başkanıyım. AKP ve CHP’nin yıllarca talan ettiği bir belediyeyi teslim aldık. Donatım malzemesi olmayan, alt yapısı olmayan, halka hiç bir katkısı olmayan bir belediyeyi harçla borçla devraldık. Buna rağmen ilk işimiz halk meclisini kurarak, söz, yetki, karar şiarıyla halkı harekete geçirerem olru. Bunları yaparken ulusal ve uluslararası sermayeye güvenmedik. Dersimliler, Dersim halkı ve Dersim’in dostları ve devrimci güçleriyle işleri yaptık yapmaya da devam edeceğiz.

Bu sempozyumda çok önemli öneriler, deneyimler katkılar aldık. Belki de bu organizasyon olmasaydı bunların birçoğundan haberdar olamayacaktım. Elimizdeki mevzileri güçlendirmek, ayakta tutmak için bir birimize ihtiyacımız var, ancak bu koşullarda kendimizi iktidara taşıyabiliriz.

Avrupa Demokratik Haklar Federasyonu’nun çalışmalarıyla yurt dışında dayanışma etkinlikleri düzenleyerek dostlarımızdan katkı aldık. Mazgirt’te kadınlarımızla, halkımız, köylümüz, gençliğimizle kolektif çalışmalar yürüttük. Biz yerel yönetimleri siyasal sistemden bağımsız düşünmüyoruz ve kendi siyasal, sınıfsal dünya görüşümüzle bunun karşısında konumlanıyoruz. Şunu anlamalıyız ki, halkımızı önce yoksullaştırıp kendilerine bağlayan, entegre eden sistemden, 50 TL için ya da bir paket makarna yardımı için devletin kapılarında kuyruklarında bekleyen yaşlılarımızı, halkımızı oradan koparmak gerektiğine inandık ve bunu belli oranlarda başardık. Devrimci sosyalist belediyecilik aynı zamanda kendi bünyesindeki emekçileri, işçileri kendi sınıf karakterine uygun düşünmeye sevk etmektir. Bu bilinçle kendi işçilerimize yaklaşmak bunu kavratmak, hayatın her alanında her yerde işçi sınıfının ideolojisini taşımasını sağlamak temel görevimizdir. Tecrit ve asimilasyon politikalarının yarattığı ezik, edilgen halkı ayağının üstüne dikerek halk meclisleriyle birlikte sorunları çözdük, çözmeye devam ediyoruz. Şimdi işçilerimiz maaşlarını alamamaları durumunda bile canla başla çalışacak bir bilinç haline büründü bile. 1 Ma-

yıs’ta, 8 Martlarda, Newrozlarda halkıyla bir bütün olarak buluşarak meydanlara çıkıyoruz. Biz bunların yanında Dersim geneli ve kendi sorumluluk alanımızda, rutin işler dışında siyasi saldırılar, operasyonlar ve halkımızın sorunlarına çözüm üretmek için kapılarımızı herkese açıyoruz. Biz yerellerimizdeki siyasi hareketler ve demokratik kitle örgütlerinin fikir ve önerilerini de önemsiyor, değerlendiriyor ve birlikte hareket ediyoruz. Zaman zaman bazı politikalarda farklı yaklaşımlarımız olabilir ama biz bir bütün olarak her zaman her alanda birlikte hareket ediyoruz. Munzur ve derelerimiz üzerinde kurulmak istenen barajlara, halka yönelik baskı ve asimilasyon politikasında omuz omuza mücadele etmekteyiz. Bu buluşmayla birlikte birlikteliklerimizi güçlendirip ülke sınırlarını da aşmak gibi bir amacımız var. Bu sempozyumda çok önemli öneriler, deneyimler katkılar aldık. Belki de bu organizasyon olmasaydı bunların birçoğundan haberdar olamayacaktım. Mazgirt Belediyesi Mazgirt halkınındır ve kapısı sonuna kadar açıktır. Elimizdeki mevzileri güçlendirmek, ayakta tutmak için bir birimize ihtiyacımız var, ancak bu koşullarda kendimizi iktidara taşıyabiliriz.


20-21_Layout 2 12/20/11 11:00 AM Page 2

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

tezahür eden bir adaylık sürecim oldu ve ittifaklar kurularak başkan oldum. Elbette ki çekirdek kadro sosyalistlerden oluşuyordu, fakat sonradan gördük ki bu yetmiyor, ÖDP’den seçilmiştik ve 5 meclis üyesi ile iş yapamaz duruma geldik, çünkü diğer partilerin meclis üyeleri çalışmaların hayata geçirilmesi ve karar alma aşamasında çok sıkıntılı zamanlar yaşadık. Yine bir gerçek olarak seçimlerde yüzde 33 oy oranıyla başa geldiğimiz Samandağ’da yüzde 67 gibi bir çoğunluğun doğal olarak bizi istemediği koşullarda seçilmiştik. Provokasyonlara da sahne olabilecek koşulların mevcut olduğu bir ortamdaydık. Bu koşullarda çok kolay olmuyor, orada halka doğruları anlatmak, çektikleri çileleri tekrar tekrar yüzlerine vurmak gerekiyordu, yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Halkın yerel iradelerin sahiplenmesi için bu şekilde yola devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Daha çok çalışmalıyız Aknehir Belediye Başkanı Mehmet Mübarek: Bu önemli sempozyumun gecikmiş bir çalışma olduğunu belirtmek istiyorum. Daha evvel yapılmış olsaydı kendi şahsıma iki buçuk yıllık belediye başkanlığım süresinde daha önemli mesafeler kaydetmiş olurdum. Yine de bu başlangıç öneminden bir şey eksiltmiyor, dilerim ki bundan sonra daha güçlü bir iletişim içerisinde yolumuza devam ederiz. ÖDP’liyim fakat solcu, sosyalist olduğum için seçilmedim. Yakışır bir şekilde halkçı belediyeciliği uygulamak, bir örnek teşkil etmek için ülke genelinde geniş dost güç-

‘ Çocuklar gülebilsin diye... Samandağ Belediye Başkanı Mithat Nehir: Ne benim geldiğim coğrafya ne de birçok yerde hayat Tunceli’deki, Diyarbakır’daki gibi akmadığını söylemek istiyorum. Biliyoruz ki oralarda halk üzerindeki baskı ve asimilasyon politikaları devam ediyor. Biz sadece sosyalist ve devrimci olduğumuz için oy almadık. 5393 sayılı yasanın sonuçları vb. düzenlemelerin getirdiği anlayışla yönetilen belediyelerin aksine alternatif bir anlayış sunma hedefiyle yola çıktık. Mevcut anlayışların aslında sağsol demeden herkesi etkileyen bir belediyecilik anlayışıyla halkın bütün kesimle-

Bizim iddiamız ya da hedeflerimiz, bölgemizde coğrafyamızda yaşanan saldırılara ve devam eden savaş sürecinde, Dersim halkının sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel ihtiyaçlarına cevap olmaktır. Sistemin gerici, ırkçı, faşist, şovenist saldırılarına karşı asla fırsat vermeyeceğiz, bu gücü de halkımızdan alıyoruz.

rini kapsayan saldırıları göğüsleme hedefiyle iki buçuk yıl önceden tek tek kapıları çaldık. Kendi imkânlarımızla bunu yapabiliriz dedik. Ve halk da inanarak oy verdi. Özgürlük ve Dayanışma Partisi özgülünde

Yaşama geçirmiş olduğumuz prıjelerde Edip Solmaz’ın, Mehdi Zana’nın ve Fikri Sönmez’in yol haritasını takip ediyoruz. yarının umutlu günlerini hep birlikte başaralım ve Türkiye’nin her yanına yayalım. Çocuklar gülebilsin diye “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…

21

Kenan Çetin Pertek Belediye Başkanı; Pertek Belediyesi olarak 7. Yılımızın sonundayız. Dağınık kum taneleri gibi olmayıp, eğer iyi bir araya gelirsek, nasıl bir güç olacağımızı da görürüz. Sistemi iyi bilmek, tanımak lazım. Onun silahlarını iyi bilmek ve kavramak lazım. Başta Dersim Belediye Başkanı olmak üzere, oradaki derneklerimizin çalışma ve çabaları neticesinde festivalde 30 bin kişi yürüdü. Dersimliler birlik ve beraberlik noktasında iyi bir yerdedirler. Perteklilerin telefon, adres, mail adreslerini alarak bir iletişim sağladık. Burada ve genel olarak konu ettiklerimizi, en yakınımızdaki Kürt halkına olan desteği verdiğimizde başaracağız. Amed ve Dersim bizimle umut hikâyelerini paylaştılar. Bu coğrafyanın devrimci-halkçı damarı başka.

Daha büyük paylaşımlara vesile olsun Amed Büyük Şehir Belediye Başkanı Osman Baydemir; bin yıldır yaşamın hiç kesintiye uğramaDIĞI bir yerden geliyorum. Mezopotamya’nın başkenti Diyarbakır’dan geliyorum. Bu birlikteliklere ihtiyacımız var. İlk defa Ankara’da bir arada oluyoruz. Bu özeleştiridir, bu deneyimleri birbirimize aktarmamız lazım. Başkanlar ifade ettiler ‘Bir eylem bin söylemden evladır’ diye. İşlerimizi yasallık ve meşruluk dengesi içerisinde götürmeye çalışırız. Meşruluğu çok önemli oranda esas alıyoruz. Aksi halde ne halkçı oluruz, ne de devrimin kıyısından geçeriz. Çok dilli, çok kültürlü, o leğenle yoğrulan bir hamurdan bahsediyorum. Çok kimlikli çoğulcu adına negatif müdahalelerle yüz yüze kalmıştır. Köylerin çoğunun yakılmasıyla birlikte nüfus bir anda bir milyona çıkıyor. Uzun bir süre Diyarbakır’ın kaderi olmuştur. Tifodan tutun sıtmaya kadar yerel halkın bir kaderi olmuştur. Yaşama geçirmiş olduğumuz projelerde Edip Solmaz’ın, Mehdi Zana’nın ve Fikri Sönmez’in yol haritasını takip ediyoruz. Bizim yüreğimizin kapısı halklara 24 saat açıktır, birlikte başaralım ve Türkiye’nin her yanına yayalım. Çocuklar gülebilsin diye “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…”

lerle birlikte tanıtım, halkla birlikte halkçı belediyeleri anlatmak gerekiyor. Halkçı belediyecilik anlayışıyla halk arasındaki bu sorunlara karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu. ‘Solcular çok güzel konuşur ama bir şey yapmaz’ bakış açısını kırmak için somut çalışmalarla solcuların hem güzel konuşup hem de güzel şeyler yaptığını göstermek lazım. Sol sosyalist belediyeler adına çok güzel şeyler yaptık. Esas mesele alternatif olmaktadır. Bunu nasıl yapacağız, bire biri, bire on, bire yirmi, bire yüz yaparak. Umudu büyütmeye gelirken kendimizi de büyütmemiz lazım. Biz her şeyi katılımcı bütçeyle, halkla ortak çaba harcayarak, tüm mahalleden gelen temsilcilerle yaptık. Ve daha önümüzde koca iki buçuk yıl var. Daha birçok eksikliğimiz var ve çok çalışacağız.

Sibel Özbudun: Sermayenin neo-liberal saldırı koşullarında var olma savaşı veren devrimci-halkçı yerel yönetimlerin, bu sempozyumda bir araya gelmelerinin önemli olduğunu belirterek mafya tipi bir belediyeciliğin ülkemiz ve dünya koşullarında işbaşında olduğunu hatırlattı. Özbudun, bu belediyelerin, sadakacı bir anlayışla yoksullaştırılmaları ve yoksul halkları temsil etmelerinin yanında, azınlık ve ‘marjinalleştirilmiş’ ve devrimci gelenek ile bu değerlerin yaşatıldığı yerlerden olmaları vesilesiyle birçok ortak paydaya sahip olduğunu belirtti. Sibel Özbudun, konuşmasını sempozyumun bu yerel yönetim deneyimlerinin direniş cephelerine çevrilerek, neo-liberalizme karşı katılımcı bir anlayışı hakim kılmaya dönük daha büyük paylaşımlara vesile olmasını dileyerek bitirdi.


22-23_Layout 2 12/20/11 11:04 AM Page 1

22 tarih okur

Halkın Günlüğü 20-30 ARALIK 2011

TARİHLE YÜZLEŞMEK Mİ

Neden gücenen biz, gönül alan onlar… Suçlanan biz, katlanan onlar… Aciz görülen biz, yanılan biz, hoş gören onlar… Çatışan, uyumsuz olan, anlaşmayan biz, adil olan onlar, adalet onların… Neden haksız biz, bağışlayan onlar… Neden bölen biz, birleştiren onlar(!) Neden şekillendiren onlar... Bey olan onlar da ondan değil mi?

Bir kez daha girdiler hayatlarımıza. Hiç ummadığımız bir zamanda, kendi dalaşlarının bir malzemesi yaptılar. Daha önce de yapmışlardı, 38’de… Bir anda girmişlerdi diye anlatır atalarımız. Umulmadık, hiç beklenmedik bir zamanda… Her gazetenin sayfalarından birinde özür, yüzleşme, vicdan kelimelerinden geçilmez oldu. Günlerdir, haftalardır yine girdiler hayatlarımıza... Bir özrün arkasına saklanarak faşizmin alasını uygulayanların dudağının arasından çıkan o iki kelimeye bel bağlandı. Samimiydi, samimi değildi, devlet adına özür dilenmesi lazım gibi cümleleri çok duyar olduk. Bahsi geçen cümlelerin bugüne değin bu denli rahat tartışılmamasının sebebi neydi? Şimdiye kadar susan, bu konuda tek kelime dahi etmeyen siyasetçilerimiz, yazarlarımız, aydınlarımız birdenbire neden bunları konuşur oldu? İktidar izin verdi de ondan mı? Bu toplu ayinin sebebi nedir anlamakta güçlük çekiyoruz? Biz, bugüne kadar radikal gördüğünüz solcular, sosyalistler, komünistler tarihi hatırlattığımızda neden bu kadar duyarlı değildiniz? Neden kalemleriniz kırılmıştı, mürekkepleriniz bitmişti? Şimdiye değin insanın yüreğini daraltan suskunluğunuzun sebebi neydi? Yeni mi görüp yazmayı öğrendiniz yoksa Ya da rahatınızla, sıcak yuvanızla, kaygısız başınızla tarihinizi unutmuş muydunuz? Hatta sosyalistlerin, komünistlerin dahi bir özür beklemesi neye işarettir. Diyelim iktidar sahipleri özür diledi. Ya sonra? Diyelim ki devletin tamamı özür diledi? Bu bugün ve yakın zamanda yaşananları yok sayar mı? Uzağa gitmeye ge-

ÖZLEM YAKAR rek yok, 90’lı yıllarda yine adını zikrettiğiniz o memleket de dahil olmak üzere ülkenin doğusunda yaşanan katliamlar, işkenceler, yargısız infazlar, ambargolar için bir sözünüz yok mu? Bugünden bağımsız bir özrün kadri-kıymeti nedir ki? Şimdi timsah gözyaşları yine bizimle ama önce sizinle… Bir kez daha aynı oyunu izlemek için ön sıralardan biletler alındı, ön sıralarda kulaklarını iktidarın ne dediğine dikmiş ve medet uman sizler... Sonra toplu ayine çevirdiğiniz bu duruma ikna ettiğiniz ezilen halklar… Kim bilir aynı oyunu kaçıncı seyrimiz hep birlikte… Gençliğinden kalma o ünlü omuz silkme, karizmatik(!) haliyle gerekiyorsa özür dileyen nadide başbakanı izliyoruz! İktidarın politik manevralarına ekleyeceği yeni bir yüzleşme! Peki ya onlar yine bir toplu ayine çevrilen bu oyunu oynarken; mesela İzmit’te sırf en meşru talepleri için basın açıklaması yapan, ulaşım zammını protesto eden, kendilerinin dahi yasal saydıkları 1 Mayıs’a katılan gençlerin terör örgütü üyeliğinden tutuklu yargıladıklarından haberiniz var mı? Ya evinde bulundurduğu Özgür Düşün dergisi nedeniyle, 56 sayısının nerdeyse tüm başyazılardan sorumlu tutulup örgüt üyeliğinden suçlandıklarından? Tv lerde, gazetelerde iyi gençlerdi denilip yazılara konu olan, elimizden almaya çalıştıkları değerlerimiz Denizleri, Mahirleri hatırlamak, tarihi hatırlamak için illaki timsah gözyaşlarına sahip olmak mı gerekir? Ha bir de bir

ayrıntı olarak İbrahim’den bahsetmek diğer devrimci önderleri anmak kadar kolay değil. Çünkü daha onun insani(!) yanını bulamadılar. Dilinize pelesenk ettiğiniz (kim bilir belki de ondan öğrendiniz) resmi ideolojiyi-kemalizmi ta 70’lerde bilimsel bir şekilde tahlil ve teşhir ettiği için henüz onun masum yanını

bulamadılar. Ya da ta 70’lerde Kürt sorunu konusunda açıktan ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunduğu için henüz masum değil, ne dersiniz? Dizilere konu olamıyor, yazılarınıza konu olamıyor? Çünkü iktidar daha buna dair bir şey söylemedi değil mi? Meclis kürsülerinde asılan gençler için ko-

‘Bütün yoldaşlar partiyi bilinçlerinde Yoldaşlar Bugün önemli bir süreçten geçmekteyiz. 96 yılıyla başlayıp A.Öcalan’ın teslimiyetiyle, doruğa çıkan ve devamında kapsamlı ve çok yönlü olarak sürdürülen tasfiyeci sürecin önemli ayaklarından biri oluşturulmaktadır. Bu süreçte genel saldırıyla paralel yürüyen F tipi hücre saldırısının esas amacı devrimci komünist tutsakları teslim almak ve yalnızlaştırmaktır. Saldırının genel hedefi ve amacı ise başta kır merkezli gerilla savaşı yürüten hareketlerin yok edilmesi, silahlı radikal devrimci örgütlerin tasfiye edilmesiyle birlikte toplumun sindirilmesini hedeflemektedir. Dolayısıyla bugün özelde F tipi hücre saldırısını genel planda ise tasfiyeci süreci boşa çıkarıp tersine çevirmek için belirlenen politik taktik görevlerimizi iyi kavrayıp, direniş ve zafer kişiliğini içeri cephesinde konuşturmakla mümkün olacaktır. Peki, neden direniş ve zafer kişiliği? Çünkü bunun karşıtı teslimiyet ve ihanettir. Direniş bizi

nasıl ki zafere götürüyorsa teslimiyette ihanete götürür. F tipi hücre saldırısıyla amaçlanan da teslimiyetle ihanete giden yolu açmaktaktır. Yani dayatılan ölümdür. Direniş ve zafer kişiliği dayanağının iki temel ayağı üzerinde durmak gerekir. Bu gün F tipi hücre saldırısının ideolojik yöneliminin temel politikasının amacı, halkın öncüsü ve önderliğini sindirme ve denetim altına almaktır. Buradan da örgüte ve halka karşı güvensizlik yaratmaktır. İşte bundandır ki ağa patron devleti hücre saldırısıyla devrimci değerleri, umutları, idealleri ve direniş odaklarını yok etmek istiyor. Kitlelerin safında korku, güvensizlik ve karamsarlık yaratılarak teslimiyetçi, yılgın bir ruh hali hakim kılınmak isteniyor. Bütün bunları hem devrimci güçlerin üstünde hem de halkımızın üzerinde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu nedenledirki hücre uygulaması bir sistemdir. Ve bu sistemin hedefi, yaratacağı sonuçları içerisi için de dışarısı için

de aynıdır. Özünde halkın geleceğinin hücreleştirilmesidir. Devrimci komünist tutsaklara yönelik hücre saldırısını daha iyi kavrayabilmek için bu günle dün arasındaki tarihsel ilişkiyi, diyalektik bir tarzda ele almak gerekir. Zira bugün uygulanmak istenilenler dün uygulananlardan bağımsız ve kopuk değildir. Meseleyi doğru tarihi bir bilinçle ele aldığımızda halka ve partiye karşı neden güvensizliğe düşülmemesi gerektiği ve güvensizliğe düşüldüğünde yaşanan olumsuzluklar anlaşılır olacaktır. Bugün kendi tarihindeki olumsuzluk ve sakat anlayışlarla ciddi bir hesaplaşmaya girmiş ve tecrübelerini özetleyerek bizi daha bir aydınlatan partimiz 1996 yılında Kardelen Hareketı’yla adeta ikinci kez doğmuştur. Bu anlamıyla ‘96 bizler açısından bir miladı ifade eder niteliktedir.’ Denebilinir ki ‘96 bir dönüm noktası’ ve ‘72’nin kökleriyle yeniden buluşması, öze dönüştür.’ Parti önderliğimiz bu anlamıyla hem öğrenen hem de öğretici olmuştur. Bilinçlerimizde ya-

rattığı sıçramayla bugün ben de hata ve zaaflarımdan en radikal tarzda hesaplaşacağım ve hesaplaşmaya da devam edeceğim. Buradan hareketle partinin bizleri kazanma çabasına yanıt olarak bizler de partiyi kafamızda örgütlemeye ve kazanmaya çaba sarf etmeliyiz. Parti son dört yıl içinde çok önemli kazanım ve başarılar ortaya çıkarmıştır. Bugün gerillanın eylem ve vuruş tarzıyla bu somutlanmıştır. Hapishaneler cephesindeki gelişmeler, bu kazanım ve başarılardan bağımsız değildir. ‘96 Ölüm Orucu’yla ortaya çıkan Ulucanlar Direnişi’yle sıçratan, Burdur ve Bergama’daki direnişlerde pekişen ve feda olma ruhunun bilinçlere oturması, partimizin tarihsel yönelimine uygun olarak şekillenmesindendir. Bu konuda da hapishaneler parti komitemizin, partinin tarihsel yönelimine, perspektif ve politikalarına uygun hapishanelerdeki parti kitlesini şekillendirmede, örgütlemede gösterdiği başarılar takdire şayandır. Bu onur ve güven verici gelişmelerden


22-23_Layout 2 12/20/11 11:04 AM Page 2

okur

20-30 ARALIK 2011 Halkın Günlüğü

23

DEDİNİZ? YA SONRA? değil miydi bunlar? Kim bilir hangi yeni zulmün hazırlığı olan bu sahte yüzleşme sizin için neden bu kadar önemli?

nuşma yapanlara kulak kabartıyorsunuz da yargılanan, hala sokak ortasında vurulup duran gençler onlar gibi kendi çıkarları için anmadıklarından mı ilginizi çekmiyor? Halkı uyutmak için meclis kürsülerinde, çocuk yaşta asılan gençlerimiz için timsah gözyaşları dökerken bu gençlerden ne istedikleri

dikkatinizi çekmiyor mu? Ya peki bu gençlerden de özür dileyip hükümranlıklarına devam ettiklerinde sorun kalmamış mı olacak? Bu gençlerden ömürleri çürüdüğünde özür dilediklerinde o dilinizden düşürmediğiniz vicdanlarınız rahatlamış mı olacak? Zaten ömür çürüten bir tarihin, bir düzenin sahibi

Kalkınıyoruz diyerek halkı kandırıp aslında kendi cemaatini, sermayesini kalkındırırken; timsah gözyaşlarıyla Somali’de şov yaparken, meclis kürsülerinde gerektiği için özür dilerken; Van için neden oynamadılar bu oyunu? Beklemiştik oysa. İki damla gözyaşı da Van için aksaydı. Nasıl da etkilenirdik değil mi? Oysa Van’da copları konuştu. Hani aydın olmak, sanatçı olmak şovenizme, ırkçılığı karşı olmak değil miydi? Depremin yaşattığı yoksunluk ve her daim yaşadıkları yoksulluklarının üzerine birde copları indi Van halkının sırtına... Ya onlar değil mi bu topraklara ekilen ırkçılığı besleyen? Onlar değil mi ölüyü dahi dirilten, bu yangını körükleyen? Toplu günah çıkarma ayini gibi bir anda duyarlı vatandaşıyla, sanatçısıyla, popçusuyla, topçusuyla, evlen benimle programlarının vazgeçilmez sunucularıyla ayağa kalkan, hesap soran? Siz nerdeydiniz? Bu toplumsal buhranı, kişiliksizliği yaratan onlar değil mi? Tüm bunlar için imzalarınız, isminiz neden yoktu? Ömrünü Dersim davasına adayan aydınlar, araştırmacılar, Dersim’i hatırlayan entelektüeller her gün gazete gazete tv tv dolaşıp Dersim’in “çok geçmişte kalmış” acısından bahsedenler, bugün, her gün, sürekli, yine, yeniden yaşanan katliamı neden görmüyorsunuz? Katıldığınız programlarda bugünün acısına iki kelimeyle dokunmak çok mu zor? Yoksa önünüze serilen imkanlarınız, entelektüel egonuz mu vicdanınızı bastırıyor? 1930’larda hangi köyde ne olduğunu, hangi aşiretin ne yaptığını, kimin kime küfrettiğini biliyorsunuz da, Kazan vadisinde kimyasal silahlarla katledilen insanların kaydını tutmaya gücü yetmiyor mu araştırmacı kişiliğinizin? Travmadan, yüzleşmeden, rehabilite olmaktan, yeni sayfa açmaktan bahsedenler bugünün acılarını neden görmüyorsunuz? Peki, siz bunlarla ne zaman yüzleşeceksiniz?

Bırakın hakim sınıflara akıl vermeyi… Siz önce kendi tarihinizle yüzleşmeyi deneyin. Yarın bu kadar sefaletin altından nasıl kalkacaksınız? Tarih egemenlerin zulmüyle, baskısıyla, hapsiyle, copuyla tekrar ediyor. Görün bunları! Düşmanınıza benzemeyin! Yüzünüzdeki perdeyi yırtın atın! Neden gücenen biz, gönül alan onlar… Suçlanan biz, katlanan onlar… Aciz görülen biz, yanılan biz, hoş gören onlar… Çatışan, uyumsuz olan, anlaşmayan biz, adil olan onlar, adalet onların… Neden haksız biz, bağışlayan onlar… Neden bölen biz, birleştiren onlar(!) Neden şekillendiren onlar... Bey olan onlar da ondan değil mi? Beylere kulak verdiğinizden değil mi bu başımıza gelenler biraz da? Beylere yenilginizden değil mi biraz da bu başımıza gelenler. Bizler beylerin lafını dinlemeyeli çok oldu! Pir Sultandan, Şeyh Bedrettinden, Victor Jaradan, Brechtten, Nazım’dan, Yılmaz Güney’den, Mahirden, Denizden, Mazlumdan, İbrahimden öğrendik de dinlemedik, dinlemiyoruz da. Onların iktidar dalaşlarının malzemesi de olmayacağız! Evet, öle öle, asıla asıla, kesile kesile, zindanlarda direne direne dinlemedik! Yazdıklarımız kimilerinin yüzünde tebessüme yol açmıştır. Kusura bakmayın beyler, bayanlar… Bilimsel konuşmadık, rakamlar vermedik, veri de sunmadık, reel politikadan bahsetmedik, gerçekçi de bulmazsınız bizi muhakkak… Oldukça kaba bir yazı da yazmış olduk haliyle… Tebessüm edenlere, kulaktan kulağa dolaşıp bugüne gelen Nemrut’la karıncanın hikayesini anlatıp bitirelim. Nemrut, İbrahim peygamberin yakılması için büyük bir ateş yaktırır. Ateşler göğe yükselmektedir. Herkes ateşten kaçmaya, uzaklaşmaya çalışırken bir karınca ağzı suyla dolu cesaretle ateşe doğru gitmektedir. Bunu gören başka bir karınca kahkahayla: “Görmüyor musun alevler göğe yükseliyor. Senin ağzındaki su ne işe yarar ki!” demiş. Ağzında su taşıyan karınca da: “Olsun, bu uğurda ölsem de en azından safım belli olur” demiş…

geliştirmek için emek vermelidir’ ve yakalanılan düzeyden ötürü HPK’mız şahsında partimizi büyük bir sevinç ve coşkuyla yoldaşça selamlıyorum. Partinin bizleri birer partili olarak kazanmaya çalıştığı gibi bizler de partiyi bilinçlerimizde ve yüreklerimizde kazanmaya çalışalım, bunu bilinçlerimize kazımaya çalışalım. Bu bilinçle partinin “diren-savaş – kazan” talimatıyla kuşanıp partimizin tarihsel perspektifine uygun direnişçi ve zaferci kişiliğiyle bu tasfiyeci süreci, hücre saldırısını boşa çıkartıp bozguna uğratacağımızdan oldukça kararlıyız. Yoldaşlar… Yukarda resmetmeye çalıştığım nedenler ve tarihsel gerçekliklerin bugünle ilişkisi içerisinde yaşamın ve geleceğimizin hücreleştirilmesine izin vermemek için sürecin politik ve taktik yönelimine uygun bir tarzda direniş ve zafer bilinciyle halka ve partiye karşı sarsılmaz bir güvenle “canımız halk savaşına feda olsun” şiarıyla bedenimi saldırıya barikat etmek için gö-

nüllü olarak kendimi önerdim ve ölüm orucu direnişinin birinci ekibinde bana yer verildiği için kendimi onurlandırılmış görmekteyim. Bu beni mutlu etmiştir. Halkıma ve partime laik olacağım. Partimden isteklerime gelince; öncellikle girdiği tarihsel yönelimin kesintiye uğratmadan içten ve dıştan ortaya çıkan her türlü engel boşa çıkartarak öncülük misyonuna uygun yürütmesine devam etmesidir. İlk fırsatta bilimsel temellere oturmuş bir kongreyi başarıyla gerçekleştirmesidir. Artık kısa ve özlü bir parti programı çıkartılmalıdır. Köylü gerilla savaşında ısrar etmeli ve buna hizmet edecek biçimde işçi sınıfı içindeki çalışmayı acilen oturtmalıdır. Bugün düşman kademelerine yönelik stratejik yönelim göz önüne alınarak, stratejik olarak önderlik kurumunu mutlaka oturtmalı ve bu konuda gereken azmi, gayreti sarf etmelidir. Partinin temel işleyiş ilkesinden iki çizgi mücadelesi ve kitle politikasından en ufak bir sap-

maya, bozulmaya müsaade edilmemelidir. Parti birliğine zarar veren hiçbir davranış ve düşünceye müsaade etmemeli, partimizin diğer gücüyle birlik kararında liberalizme ve sekterizme düşülmeden ısrar edilmelidir. Düzeltme çalışması kişilik çözümlemesine kadar indirilmelidir. Genel olarak bütün yoldaşlardan isteğim ise parti birliğini göz bebekleri gibi korumaları, iki temel prensip olan halka ve partiye güvenmede hiçbir koşulda ikircikliğe düşmemeleridir. Partimizin bizleri kazanmak için verdiği emek kadar yoldaşlar da partiyi bilinçlerinde geliştirmek için emek vermelidir. Partimizin tarihsel yönelimi ve sürecini doğru kavrayıp içselleştirmelidir. Direniş ve zafer kişiliğimize geleneğimize uygun sürdürülmelidir, bütün yoldaşların hedefleri şehit düşenleri aşmak olmalıdır. Son olarak İşçi Köylü Kurtuluş (İKK)’ nun 104. sayısında, Devrimci Demokrasi gazetesi’nin ise 16. sayısında çıkan “Maoist temelde birlik” adlı belge okunmalı ve okutulmalıdır. Bütün bunların

yapılacağına, partiye ve halka laik olunacağına inanıyor ve güveniyorum. Yoldaşlar… Bu direnişte şehit düşüp fiziken kaybetsekte ideolojik, politik ve örgütsel olarak bizler kazanacağız. Bu mektubum, aynı zamanda gerici ve egemen sınıfın, şehitlerimizin kanlarını kalemlerinin mürekkebi yapan komprador medyanın satılmış kalemşorlarının her türlü süpekülatif, ahmaksızca yazan, çarpıtmalarına ve direnişimize yönelik her türden karalama ve saldırılarına verilmiş bir cevaptır. Bu da “zaferi yoldaşlarımızla, siper yoldaşlarımızla ve halkımızla kazanacağız” şiarının bir belgesi olarak tarihe not düşülmelidir, Ali İhsan Özkan 19 Aralık 2000’de Bursa hapishanesin de bedenini ateşe vererek ölümsüzleşti.


24_Layout 2 12/20/11 11:06 AM Page 1

Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL

Kîjan mafên kê tê parastin? Ruyê “mirovperwer” yê vê pergalê li ser mafê milkê xwe paşve diçe, bi pêkanîna wehşeta li ser gelan ve û bi polîtîkaya kedxwarî ve xwe nîşanê me dide. “Danezana Mafên Mirovan” ji vêji van polîtîkayên kedxwarî re zemîn sazdike.

T

êkoşîna navbera serdet û bindestan bi her awayî dijwartiyan di hundirên xwe de vedişêre û bi vî awayî rewşa xwe berdewam dike. Ev têkoşîna ku bi dîrokî berdewam dike her demê bi polîtîkayên cuda ve bi awayekî din pêş ve diçe. Ev pergala êriş û zordestiyên ku pêk tîne û zemîna wêya meşrû jî dîsa li ser daxwaz û hesretên girseyên gelên ku dixe bindest sazdike. Evana jî bi argumanên peymana civakî, ji zordestiyê re na, mafên mirova pêşvedibe û zordestî kedxwariyê dixwaze veşêre. Pejirandina van polîtîkayana jî bi belgeyên gerdûniyên ve bi pratîkên perwerdehiyê, psîkiyatriyê, civatiyê ve bi zorê dide pejirandin. Cîhê ku evan polîtîkayana terenekin jî hêzên xwe yên leşkerî û bi girêdayê van di binê navê “dadî” yê de dadrêsiyê dixe dewrê. Têkiliya milkiyêt û girêdayî vê peşveçûyîna agahiyên civakî de xala bingehîn parastina milkiyet e. Rêzikên pargala bingehîn ne polîtîkayên mafên mirova û têkiliya mirovan e, parastin û pîrozandina milkiyet e. Giredayê van

rêzik û zagonan peyamên ku di bin navê peyamên civakîde tênê amadekirin ango makezagonan, peyaman ji bo mirovan pewîstiyên ramanî û jiyanî bi tu carî pêşve nabe. Di bingehîna van civaka ve di nava têkiliyên milkên taybet de parastina milkiyêt û mezinbûna sermayeyê heye. Em dikarin bi kurtasî bêjin,ev danezanên civakî, peyamên navnetewî tu carî mirov bi serê xwe naparêz e, civatê naparêz e. Armanca van peyaman ewe ku mikên taybet biparêz e. Komkujî û qirkirin ji b ovan mînakên herî baş in. Em nikarin van bûyeran tenê li dewlet an jî mirovekî hildin dest. Em dikarin bêjin sedemên van bûyerana pergal e. Îro ev civakê ku bi navê “civakên modern” derketine holê, em dizanin dewletên van welata û çînên serwêr îqtîdarên xwe li ser komkujî û qirkirinê saz kirine û hêjî berdewam dikin. Bi girêdayî vê gotinên mafê mirova van komkujiyan meşrû dike. Mînak Qirûla Gelemper Neteweyên Yekbûyî de di sala 1948 de “Danezana Gerdûnî a Mafên Mirova” a ku hate deklerekirin ji b

ovan kara bîne cîh di vê posîzyonê de bû. Dîsa xwediyê van komkujiyan yên ku van danezana derxistine holê, ew in. Dîsa di wê danezanê heya raja îro yên ku bê sînor komkujî kirin, dîsa ev dewlet û îqtîdarên van dewleta çînên serwêr in. Hêjî di cîhanê de gelek cîhan di binê qilifên cuda de ev komkujiyana berdewam dikin. Komkujiyên Dewleta TC’ê ku li ser Ermeniyan, Kurdan pêk hatiye, lê belê binê xilaskirina serhildana gelek neteweyan jî ji van komkujiya nesîbên xwe hildan. Di rojevê de Rojhilata Navîn, Afqanîstan, Lê belê Avusturalya di Amerikayên de komkujiyan binecîhan, li Afrîkayê berdewamiya komkujiyê nîşanê me dide ku pergal di hêla mafên mirovan de çi difikire. Erê “Hefteya Mafên Mirova” paşve ma, din ava vê heftê de ji ber êrişên pergalê çend mirov mirin û mirina çend mirova berdewam dike. Bê guman Ev selteneta zumla van begên ku ji bo îqtîdara xwe biparêzin derketine rê, heya ku ev “hefteya mafên mirova” (Parastina milkên xwe û îqtîdara xwe û ya qirkirinê) hebe wê ev bûyerana berdewam bike.

Girtiyên PKK’ê ketin greva birçîbûnê 8 hezar girtiyên PKK’ê û PJAK’ê yên girtîgehên Tikiye-Bakûrê Kurdistanê ji bo tecrîta ser Abdullah Ocalan şermezar bikin serê meha berfanbarê greva birçîbûnê destpê kirin û bi dorvegerî greva birçîbûnê berdewam dike. Ji hêla girtiyên PKK’ê û PJAK’ê 1-Tecrîta li ser Serok Apo biqedînin, 2-Şertên Serok Apo yên tevgera azad, tendurustî, ewlekarî bînin cîh, 3-Bikaranîna çekên kîmyevî yên ku hemû cîhanê de bûyesûcên şer biqedînin, dadiya şer bînin cîh, 4-Terora girtin û binçavkirinê ya li ser gelên me yên bêparastinê sivîl biqedînin, 5-Dev ji necîra li ser sazî, parêzkarên mafên mirovan-rewşenbîr û nivîskaran berdin” hat diyarkirin ji bo ev daxwazana bênê pêşwazîkirin wê greva birçûbûnê berdewam bike. Girtiyen şoreşker jî dan bîhîstin ku em jî ji bo piştgiriya van daxwazan 15 Berfanbarê de 3 rojan dikevine greva birçîbûnê. Hemû girtiyên girtîgehan yên doza MKP’ê, TKP/ML’ê, MLKP’ê û TKEP/L’ê dixwazin operasyonên leşkerî û siyasî û tecrîta li ser serokê PKK’ê Abdullah Ocalan biqedin.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.