AWT-Yeni Üretimden Yeni Yazıya I From New Production to New Essay 2019

Page 1

ART WRITING

Ye n i Ü r e t i m d e n Ye n i Ya z ı y a

1


Hamit Hamutcu hamit.hamutcu@mixerarts.com KURUCU I FOUNDER

Bengü Gün bengu.gun@mixerarts.com DİREKTÖR I DIRECTOR

Emrah Çoban emrah.coban@mixerarts.com PROJE KOORDİNATÖRÜ | PROJECT COORDINATOR

Özhan Kakış ozhan.kakis@mixerarts.com SANATÇI İLİŞKİLERİ | ARTIST LIASION

Deniz Kocabağlı, Mina Aslan, Gökçe Kalebaşı STAJYERLER | INTERNS

Nazlı Pektaş EDİTOR | EDITOR

Dilara Güven, Merve Midilli, Nazlı Yayla Sena Cengiz, Sinan Eren Erk, Zeynep Yavuzcezzar YAZARLAR | WRITERS © Mixer, 2019 Bu kitapta bulunan yazılar atölye sonucunda katılımcılar tarafından yazılmıştır. Burada geçen görüş ve eleştirilerin Mixer’e değil, yazarlara ait olduğu unutulmamalıdır. Bu raporda makalesi bulunan tüm yazarların onayı alınmıştır. Yayınlanan yazıların hakları yazarlara ait olup başka bir yerde yayınlanması durumunda Mixer ile iletişime geçebilirsiniz.

.

mumhane caddesi no:46-50, -1. kat, beyoğlu istanbul

2


ART WRITING

ÖNSÖZ

Sanatsal üretimin önemli bir parçası olan sanat yazımı ve eleştirisi konusunda Kasım 2013’ten itibaren ArtWriting Turkey Projesi’ni yürüten Mixer, kariyerinin başındaki sanat yazarlarını konunun profesyonelleriyle bir araya getirmekte ve düzenlenen atölye, sergi turu, konuşma gibi etkinlikler sonucu üretilen sanat yazılarını düzenli olarak yayınlamaktadır. Bu çalışmalarıyla hem Türkiye’de sanat yazımının güncel durumuna ışık tutan hem de arşiv niteliğinde yayınlara imza atan Mixer’in yeni yayını “Yeni Üretimden Yeni Yazıma” atölyesi kapsamında ortaya çıkan sanat yazıları ile dijital olarak bu dosyada toparlandı.

Atölye, iki oturum şeklinde düzenlenmiş ve atölyede katılımcılarla standart sergi eleştirileri dışında sanatçıların üretim pratiklerini yorumlama, edebiyat başta olmak üzere farklı sanat dallarıyla ilişki kurma gibi alternatif yaklaşımların olasılıkları tanıtılmıştır. Bunun üzerine 02-16 Mayıs 2019 tarihlerinde Nazlı Pektaş rehberliğinde yürütülen atölyeler sonucunda ortaya çıkan kitap, farklı disiplinlerden gelen 6 katılımcının Mixer’in geçtiğimiz dönemde birlikte çalıştığı sanatçıların eserleri üzerine kaleme aldıkları yazılarından oluşturulmuştur. Projenin gerçekleşmesinde emeği geçen Nazlı Pektaş’a, yazarlara ve sanatçılara teşekkür ederiz.

1


İÇİNDEKİLER

4. İzini Süren DİLARA GÜVEN

6. Göz Ucu, Kat Arası ve Takıntılar Dünyası MERVE MİDİLLİ

8. Antroposeni reddetmek NAZLI YAYLA

10. Pentür Tekniği ve İmgeler SENA CENGİZ

12. Solucan Deliğinden Bakışmak SİNAN EREN ERK

16. Saklı Kalmış ‘An’ın İzi ZEYNEP YAVUZCEZZAR

2


ART WRITING

3


İzini Süren DİLARA GÜVEN

“Her desenin içinde yaratıcı olan “o” değil bir zamanlar hayattaki bir soluğun izi.“ Onun eserlerinin ruhu garip. İlk bakışta kaotik ya da biraz ulvi görünseler de, her zaman bir tür huzursuzluk, umutsuzluk ve umut hakim. Hayal gücünün sözcüklere ihtiyacı yok azimle üstesinden geliyor. Cürüm kayda geçirilen. Toplum, onun eserlerinde leke olarak beliriyor. İki yönü, sukünet ile kargaşa yan yana varlık gösteriyor. Lakin kargaşa git gide daha baskın çıkıyor. Doğu Özgün, uzlaşma, tuval üzerine yağlıboya, 170x 27 cm, 2018

Değerli bir heykelin üç kuruşluk kaidesi gibi duruyor yaşam. Hırpani görünümlü, buna karşın ideal bir tedirginliği alışkanlık haline getirmiş. “O” bu görünümün üzerindeki zarın soyulmasını buyuruyor, belleğinde ise hangi görünümün zarının soyulması gerektiğine dair estetik yasalar bulunduruyor olmalı. Sıkıştırılmışlığı, olanaksızlığı güce dönüştürmek... yeni imgeler yaratmanın yolu... kendiliğinden ellerle diriltmek...

Bir yerde ya da bir yerlerde maddi manevi her şeyin bir kenara itildiğini, yağmalandığını, süpürülüp temizlendiğini ani bir patlamayla yok edildiğini düşündüm; elleyebildiğim topraktan başka her şeyi... Doğu Özgün, duruşma, 120x150cm, tuval üzerine yağlıboya, 2015

4

Şiddet, onun vizyonunda içkinleşiyor. Cürüm, görünen dünyanın tümünü yalayıp yutuyor. Öncesinde bu vizyonun çocukluk deneyimlerinden doğmuş olabileceğini düşünüyorum. Çocukluk, dağlanan bir yara imgesi gibi onun ellerinde. Doğu Özgün, ellerin kusursuz iş görme kabiliyetiyle, çocukluğunun canlandırılışlarına hasrediyor; hassasiyeti de burada kendini gösteriyor. Desenlerdeki “konuşmalar”, simgesellik ve gerçeküstücülükten esinleniyor: bunlar ressamın yaşama dokunma duyusuyla keşfettiği örme, üst üste koyma, yan yana getirmekle oluşan izler ve gizli paralellere açık yürekle yaklaşımının göstergesi. Kendine ait olan dokunuşu, betimlediği hayatın sınırlarına işaret ediyor. Titreşimi bir ömür boyu birbirini kovalayan dalgalar gibi. Her desenin içinde yaratıcı olan “o” değil bir zamanlar hayattaki bir soluğun izi. Kendi hikayelerini nefes kesici, dolaylı ancak yalın bir biçimde anlatıyor, kendi adlarına konuşuyorlar.


ART WRITING

Saldırgan değil insaflı bir haraket bu. Bu çizimlere bakarken hayatta “bu” şekilde kalmanın muazzam bir tasarım olmadığını hatırlamaya başlıyorum. Her desende farklı hayatta kalma örnekleri birbirleriyle karşılaşıp hayata uyum sağlamanın koşullarını karşılaştırıyor.

Doğu Özgün, babil kulesi , tuval üzerine yağlıboya, 43x43 cm, 2016

İnsanlarla, onlara fark ettirmeden yürüme yarışına girip, çoğunlukla kazanan çocuk kurnazlığında. Bir ressam olarak stratejisi insanın foyasını ortaya çıkarmak, ideal kılınanı gözden düşürmek, canlı, saydam ve mahrem hakikatlere kapı aralamak. Öfke, ama insani bir duygudan çok “ben” bir teknik olarak tasarlıyor bunu Doğu, bilmediği bir dilden başka bir bilmediği dile kusursuz tercüme edebilmenin erinciyle görme alışkanlıklarının ediminde bilmediğini unuttuğu bir dilde konuşuyor. Kendisinin uçuruma düşmesinden daha uzun süredir uçurumun kendisine düştüğü, gidiş yolunun dönüş yolundan en az yüz milyon kilometre uzun sürdüğü yolculuk biçimleriyle. Herkesin başka bir gözle baktığı, kendi verdiklerinin dışında anlam üreten, anlamın gelişmesini, yayılmasını, çoğalmasını sağlayan imgelerle. Tek bir şey değil betimlediği.

Bu işlerin üzerinden fırça nasıl geçmiştir? Bu devinim alanında her desen üzerinde sabırla çalışmış, tashih etmiş, silmiş, tereddüt geçirmiş, yeniden çalışmıştır muhakkak. Şüphesiz sükunet arayışında değildir. Duygusallıktan kurtulmanın bir yolunu arayarak, anlamsızlıktan kurtulmak, insanlığın ihtiyacı olan bir yol bulmaya çalışıyor insanı düştüğü yerden kaldırmak için, insanı bütün o düğümlerinden kurtarmadan, duyumlar kaosunun dile getirilemez dünyasında.

5


Göz Ucu, Kat Arası ve Takıntılar Dünyası MERVE MİDİLLİ

Nerede başlıyor ve nerede bitiyordu izlediklerimiz, devamında ne getirecekti tuval, ne getirecekti renkler? Katlar arasında sıkışıp kalan zaman, ve ortalıktan kaybolan tüm bu insanlar... Gözümüzü kaldırmayı başarabilir miydik? Oldu da başardık, dış dünya hatırladığımız gibi miydi? İçerisi bu denli soğuk, renkler bu denli tekinsiz ve biz huzursuz. O anları fotoğraf gibi saklasa gözümüz, hikayelerini unuttuğumuz mekanlarda, zamansız, isimsiz, yersiz, belirsiz, tüm huzursuzluğumuzu toplayıp bize geri yansıtan eserlerin sahibi, sanatçı Elif Özen.

Elif Özen, isimsiz, kağıt üzerine yağlıboya, 31x31 cm, 2017

Eserlerine bakarken, izlemek ile hatırlamak arasında ince bir çizgide Resim ve fotoğraf ile başladığı yürüyoruz. Tanıdık gelen eğitim hayatına, yağlıboya Tüm huzursuzluğumuzu toplayıp bize binalar, birkaç sene portre ile devam ederken, geri yansıtan eserlerin sahibi, sanatçı evvel önünden geçmişiz gündeliğinde şehrin farklı gibi gelen çatılar, Elif Özen. köşelerinde keşfettiği ve devamlılığını kaybettiğimiz kaydettiği görsel takıntıları pencereler. İsmi, boyutu, zaman içerisinde tuvale yansıtarak kendi dilini, hikayeyi bizden alarak, biraz nostaljik hisler ile nedenlerini ve hikayelerini oluşturmaya başlamış bakakalıyorduk tuvallere. Tanımlayamadığımız Elif. duvarlar, köşeler ve ışıklar içerisinde, nerede olduğumuzu kaybedip, tam olarak neye baktığımızı unutmanın eşiğinde, kendi “nedenlerimizi” huzursuzca araştırmaya başlıyorduk. Ve dahası, biraz sonra kendimiz de kaybolacakmışız gibi, arkamızı dönsek içinde bulduğumuz alan yitip gitmiş hissiyatı ile baş başa kalmamızı sağlıyor sanatçı. Biraz unuttuklarımız, biraz vazgeçtiklerimiz üzerine konuşarak ilerliyorduk yavaşça. Elif Özen, isimsiz, pleksiglas üzerine 10 kat yağlı boya transferoil, 50x68x14,5cm, 2016

6


ART WRITING

Sonra birden bire, bir adım ötede, şanslıysak hemen yan duvarda, katman katman çözülen başka bir mekanın içerisinde buluyoruz kendimizi. Tuval büyüdükçe izleyici olmaktan ziyade daha bir içindeyiz mekanın, belki de o yıkıldı yıkılacak binanın az ötesinden izliyoruz biz de zamanı, gitgide unutuyorken...

Her bir renk, her bir mekan,

Peki bu hisler uçar, biz kendimizi yeniden konumlar mıydık, detaylar - boyutlar ve göz ucumuzdaki dünyalar farklı olsa? Karşı duvarda bir anda renklense dünya, tuvaller büyüse, insanlar katılsa manzara içine. Şölen havası desek, biz de kutlamaya başlar mıydık canlılığı? Huzursuzluğumuz bir an dinse, takıntılar kemirmeyi bırakır mıydı parmak uçlarımızı yavaşça? Ve izleyici rolümüzü üstlenir miydik kaybolmadan gördüklerimizde ya da tuvallerin içinde? Gözümüzü kapasak usulca ve yeni mekanlarında bulsak kendimizi başka bir sanatçının. Renkler parlasa karşımızda, fotoğraftan fırlamışcasına yaratılan bir havuz düşse önümüze, yavaşça atlar mıydık biz de suya? Yoksa takılır mıydı gözümüz kırmızı dalgalara? Hockney, tüm o canlılığı sunarken bizlere, renklerle bezerken yeri göğü, verandanın bakış açısında gözümüz takılıp düşer miydik havuzlarına yine de? Huzurla yüzer miydik? Yoksa endişelerimiz usulca birer fotoğraf karesi olup kendi havuzunu mu oluşturmaya başlardı kaçmak için dip köşelerine.

zihnimiz hala takıntılarımızda,

Gözlediklerimizden kaçıp, başka bir tuvale atlasa zaman, renkli sokaklarda, odalarda bulsak kendimizi, insanlara baksak… Her bir oda ve anlatılan hikayeler içerisinde kendimizi hatırlayarak dinler miydik söylenenleri? Kitaj bir anda seslense sokağa, odanın köşesinden anlatsa öykülerini, huzursuzluğumuz farklı türlü şekillenir, sürekli kıldıkları yerine hikayelere odaklanır mıydık? Tekinsizlik kaldırılsa da ortadan, tuval yeni dünyaları sonsuzmuşçasına sunsa da bize, zihin capcanlı ortamında tutunacak maviler ya da hikayeler buluyordu. Ve unutuyordu yeri, göğü, mekanı yeniden.

yer, gök, sokaklardan taşanlar… Nefesimiz göğe de değse, gözlerimiz renkler içerisinde de yüzse, kulaklarımız hikayeleri de dinlese,

gözlerimiz hala ayak uçlarımızda, Ve zaman mekan yine kayıplarda. Kafamızı kaldırmadığımız anlarımızda, Teknoloji her şeyi ve her yeri kaydederken, zihnimiz aynı hızla anı geriye atıp yenilerini biriktirirken, Renkler değişken, hikayeler sonsuzken Elif, katman katman detayları çıkarıyor bizim için. Renkleri saklayıp, hikayeleri bize bırakıyor, gözümüzü kapayıp her seferinde yeni sahneler yaratabilmemiz için, bazen yanımızda taşıyabileceğimiz anlar yaratıyor, bazen de içinde kaybolduğumuz katmanlar. Yukarılara, gökyüzüne, köşelere, pencere kenarlarına bakmayı hatırlatıyor. Kendi takıntılarımızı düşünmeye itiyor her bir serisi, her bir penceresi. “Neden?” diye soruyoruz huzursuzca. Hala kafamızı kaldırmaya endişeli bir şekilde. Eğilirken bir eserine fırça darbelerini dinlemek için, merdivenden çıkarken sunduğu katlar içerisinde bükülüyoruz durduğumuz yerde. Huzursuzluğumuz elimizde pembe bir çiçek, koyacak cam kenarı arıyoruz içimizde. Ve gerçekten dinler, izlersek sunduğu yolları, İzmir’de bir sokak köşesinde ellerini takip edebilir, yeterince dikkatli isek bir merdiven başında pembeleri izlerken bulabiliriz kendisini.

7


Antroposeni reddetmek NAZLI YAYLA

“Bir saat kadranının etrafına altmış tane çizik koymak, gerçekliğe anlam dayatmamızın bir metaforu” John Fiske Her yerde karşımıza çıkan ve gündemi meşgul eden terim, antroposen: Jeolojik zaman cetvelinde, insanoğlunun yerküreye etki etmeye başladığı dönemin şu anki etiketi. Nüfusun hızla çoğaldığı, materyalistik açgözlülükle güdüldüğü, sosyal alışkanlıkların, kültürel ve moral değerlerin, hatta beyin kimyasının bile değiştiği tuhaf zamanlar. İnsanoğlunun bir yandan birbirine hiç olmadığı kadar ‘bağlı’ (ilişki içinde) öte yandan gittikçe daha da bireyselleştiği bir dönem. Büyüklü küçüklü ekranlara odaklı bir halde, atalarının bir günde tükettiği bilgiden çok daha fazla veriye maruz kalan insana, kendi evriminin gidişatını eline alabilecek kadar becerikli ya da her şeyin fazlasından doymuş ve hissizlemiş olmanın getirdiği bir taş kalplilik hakim. Her şeyin daha farkında ama daha fazla yanılan, yıkım ve dikkat dağınıklığı arasında, çocukluğundan itibaren kendi fikirlerini her yerde yayınlamak için yüreklendirilen, narsisistik insan. Yeryüzü insan zamanını yaşıyor. Ozan Atalan’ın üretimi bu zamanının içinde yeryüzünün kendisini arıyor. Sanatçı, çalışmalarında saat mekanizmaları ve dijital imgeleri, ağaç dalı ve kaya gibi doğayla özdeşleştirilen elementlerle birleştirerek Batı geleneğinden gelen doğa ve kültür ayrımı fikrini sorguluyor. Hala Oyunu Anlamaya Çalışıyorum, 2’48’’ or Some Number of Waves ve Nelipot/Yalınayak Gezen üzerinden kültürü doğaya, doğayı kültüre yaklaştıran bir üslupla insan ile insan olmayanın bir arada var olabildiği düzenler kuruyor.

8

Ozan Atalan, hala oyunu anlamaya çalışıyorum, video enstalasyon, taş, kağıt üzerine dijital baskı, saat mekanizması, buluntu nesne, degişken ölçüler, 2018

Hala Oyunu Anlamaya Çalışıyorum isimli yerleştirmesinde Atalan; sürekli dağılan, anlık bir zaman diliminde üst üste binip bir bütün oluşturan fakat gözün yakalamasına fırsat vermeden tekrar bozulan dijital bir çocuk imgesi kullanıyor. Html kodlarıyla kaplı taşlar ve ağaç dallarıyla zamanı takip eden saat mekanizmaları eşliğinde, izleyiciyi kaygılı bir çocuğun oyununun içine çekiyor. İşin isminin de ipuçları verdiği üzere, sanatçı sorularına cevap arıyor: “Çocukların iç dünyası ana akım algıda genelde renkli olarak yerini almıştır. Benzer şekilde, “içimizdeki çocuk” deyimi sıkça karşımıza çıkmaktadır. Peki ya içimizdeki çocuk dünyada olup bitenleri kaygıyla izleyip karanlık bir oyunda anlamaya çalışıyorsa? Bir başka deyişle bu bir olup biteni anlama oyunuysa?” Sanatçı, küresel ısınma, ekonomik ve siyasi krizler, doğal felaketlerin yanı sıra güncel varoluşsal anksiyetenin insan hayatına yoğunlukla müdahale ettiği bu dönemin yarattığı kaygıların, insan-doğa arasında gittikçe sarplaşan ayrım sonucu ortaya çıktığını savunuyor.


ART WRITING

Tanımsız bir çocuk oyununa analojik olarak bağlanabilecek bu yerleştirme, yarattığı karanlık atmosferde önündeki -kaplı yüzeyine rağmen görüntüsünün kodları ve formuyla var olmaya devam eden- taşlar ve birimleri dallarla değiştirilmiş saat mekanizmalarından oluşan doğa-kültür ayrımı temsilini anlamaya çalışan, anlam veremeyen ve dağılıp dağılıp kendisini bulamayan bir çocuk portresi yoluyla sorularını soruyor.

Ozan Atalan, 2’48” ya da bazı dalgalar, video, TRT (total running time) 2’48’’,2017

2’48’’ or Some Number of Waves’de ise sanatçı, önceki çalışmasında da görülen, akrep-yelkovan yerine, zaman gösterici olarak bir ağaç dalının yer aldığı saat mekanizmasını dalgaların çarptığı bir kayanın üzerine yerleştiriyor. John Fiske’nin “Bir saat kadranının etrafına altmış tane çizik koymak, gerçekliğe anlam dayatmamızın bir metaforu” sözüne referans verdiği bu videoda, sibernetik estetik kavramlarına da değerek, zamanı kültürel olarak inşaa edilmiş kısıtlayıcı algısından özgürleştiriyor. Belirsiz bir zamanda döngüsünü tamamlayan mekanizma, oluşturduğu hibrid yapıyla, insan-makine-doğa arasındaki ezberletilen ayrımı belirsizleştiriyor ve yine belirsiz sayıda dalganın kayaya çarpışını temel alarak antroposentrik görüşü reddediyor.

Ozan Atalan, yalınayak gezen, toprak, ekran, video, ed.2, 1m2, 2019

Atalan, önceki çalışmalarında ele aldığı kültürdoğa ayrımını Nelipot/Yalınayak Gezen isimli yerleştirmesinde ise insanoğlunun en büyük devrimlerinden yürüme eylemi üzerinden ele alıyor. Nelipot, iki ayak üzerinde, elleri ve yüzü özgür kılarak görsel ve dokunsal duyularının kabiliyetini artıran insanın uzun bir yürüyüş sonrasında vardığı dijital çağın teknolojisi ile yaşamın en temel elementlerinden olan toprağı bir araya getiriyor. Yürür pozisyondaki ayakların altında, kare formlu toprak zemine gömülü doğa görüntüleri, insan, teknoloj ve doğa arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak ele alırken, bir arada var olabilecekleri bir düzene işaret ediyor. Ozan Atalan, insan ve yeryüzü arasındaki hakimiyet düzeni hakkında, disiplinler arası bir düzlemde sözler üretiyor. İnsanoğlunun bir ürünü olduğu yeryüzünü alt etme çabasına karşı bir adım uzak durup sorular soruyor.

9


Pentür Tekniği ve İmgeler SENA CENGİZ

İmgeler, arşivler, bir araya getirmeler ve yalnızlaştırmalar… Derin okumaları sahiplenen üretim sürecini olabildiğince yalın bir üretim pratiğine dönüştürebilen bir yandan da eleştirel dilini hiç kaybetmeyen bir sanatçı Ali Şentürk. Daha lisans eğitimi sırasında Ankara’da pek çok sergiye katılan sanatçı, devam eden yıllarda da İstanbul’da sergilere katılır. Ali Şentürk’ün lisans sürecinde başladığı Ankara merkezli sergileri İstanbul’a doğru bir yol izlemeye başlayacaktır. Bu yer değişikliğinin en çarpıcı anlatımı, 2013 yılında gerçekleştirdiği “Koş ali koş” isimli üç dakikalık video çalışmasında vurgulanır. İstanbul merkezli Türkiye sanat ortamına getirdiği eleştiride Ali Şentürk; diğer şehirlerde bulunan genç sanatçıları da temsil ederek videonun odağına kendisini yerleştirir. Bir koşu bandı üzerinde, İstanbul tabelasını doğru koştuğu ironi yüklü video, İstanbul’da sergilenir. Tüm sanatçıların İstanbul’da bir sergide yer almayı hedeflediği bir ortama getirdiği eleştiri ile Ali Şentürk kendisi ile beraber tüm sanatçıları ve merkezi İstanbul olma durumunu mizahi bir bakışla ele almıştır. Sanatçının üretim pratiğinde bireysel ve toplumsal konular içerisinde seçtiği temalar yer alır. Tek başınalık ve birbirine eklemlenme, tuval üzerine akrilik ve mürekkeple gerçekleştirdiği “Özetler” serisi; zaman zaman içerisinde bulunduğu boşluğa kıyasla küçük figürler, zaman zaman da neredeyse boşluk kalmayacak kadar tekrar eden figürler ile inşa olur. Alışılmışın dışında kurduğu bu anlatım dilinde tek başına olanın önce kendine sonra etrafına odaklanırken, birbirini tekrar edenlerde ise bu illüzyondan kurtulmanın boşluğunu aratır. Kendi içinde bir dili olan ve birbiriyle konuşan bu seride; imgelerin zihinde nasıl konum alabileceğine dair cevaplar bulunur.

10

İmge oluşturma ve var olan imgeyi nesnelleştirme üzerine gösterilebilecek örnekler arasında sanatçının da kendi söylemiyle çok sevdiği, annesi ile ortak gerçekleştirdiği işler yer alır. 2013 yılında annesinin evden çıkmadan önce kendisine söylediği cümleleri paspas üzerine baskı yaptıkları seri bunlardan biridir. Böylelikle o zamana kadar oluşan dilin kapı önünde kayıt altına alınmasını gerçekleştirirler. Yine annesi ile birlikte 2013 yılında gerçekleştirdiği “Anne beni pentür tekniği ile anla” işinde sanatçının model, annesinin sanatçı olduğu bir kompozisyon yer alır. Bu yer değiştirme sonucunda ortaya çıkan portre olağan olanın dışında bir anlamanın imgesi olarak var olmaya başlar.

Ali Şentürk, özetler serisi, kağıt üzerine mürekkep, 85x95 cm, 2016


ART WRITING

Toplumsal olan ama aynı zamanda sanatçının bireysel bakışının ortaya çıktığı işi ise “Operasyon Kamusal Alan” isimli çalışmasıdır. Kamusal alanda zarar gören heykellerin kaydının tutulması olarak başlayan süreç kendi içinde kurgusunu tamamlar. Çalışma, fotoğrafların, gazete haberlerinin, arşiv dokümanlarının bir araya gelerek, renkli iplerle ilişkilendirilmesi ile son halini alır. Ahmet Aydın Atmaca bu iş için Türkiye’de heykelin başına gelenler hakkında kuvvetli sözler söylediğini anlatan bir cümle kurar. “Bu yapıt, geri dönüp bu topraklarda heykel sanatının geçirdiği aşamalara bakmamızı ve yeniden düşünmemizi öneriyor, bunu yaparken de Amerikan filmlerinde gördüğümüz bir sahneyi canlandırıyor: Seri katili bulmaya çalışan dedektifin işlenen cinayetler arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışırken bir panoya astığı delil parçalarına bakıp durumu anlamaya çalıştığı o an. Bu an, Türk modernleşmesinin temelini aldığı ve bu topraklara yerleştiremediği “batılı” bir an aslında. Bu yüzden Türkiye’de yapılan sanatı hep “takma uzuv” gibi görmüşümdür. Ali Şentürk de bize vücudun nakledilen organı kabul etmeyişi gibi, bu toprakların bir türlü kabul etmediği ve kendinden koparmaya çalıştığı heykellerin hikayesini anlatıyor.” Etrafında olup bitenlerle kurduğu bu ilişkinin tam tersini etrafını görmediği hatta kendi gerçekliğinden bile emin olmadığı 2014 yılında gerçekleştirdiği “Ali Şentürk’ü aramak” adlı çalışmasında gösterir. Ankara’da yaşayıp ölmüş Ali Şentürk’lerin mezarlarına başını gömdüğü fotoğraflarda, bir yandan hangisinin gerçek olduğunu öğrenmeye çalışır bir yandan da bu bir yüzleşmedir ve sanatçı ölü Ali Şentürk’ler aracılığıyla kendi kimliği/ismi hakkında bir araştırma yapmaktadır.

Ali Şentürk, Ali Şentürk’ü aramak, fine art bask, 35x50 cm, 2014

Kitaplar, gişe yapamayan filmler, sokaktaki sahneler, doğduğu ve çocukluğunun geçtiği köy, türlü hikâye… Ali Şentürk’ün üretim alanına olabildiğince yalın bir dille dahil olur. İnşa ettiği anlatım dilinde en başından itibaren ısrarlı olması, kendini zorlamayı seçtiği özellikle belge toplamaya yönelik işleri sanatının kilit noktaları olarak okunabilir. Kendisinin ve toplumun sınırlarını zorlarken kurmaca ile gerçek arasında bir yerlerde küçük harflerle büyük cümleler kuruyor. Kaynak: Mixer Sanatçı Dökümanları https://www.artnivo.com/ali-senturk https://www.youtube.com/watch?v=NJGtbSNNlys

11


Solucan Deliğinden Bakışmak SİNAN EREN ERK

Göz imgesi, Şahin’in evreninde baskıcı değil özgürlükçü, otoriter değil ama eleştireldir. Referansların varlığını, hangi koşullarda nasıl kabul gördüğünü, birbirleri ile hangi ilişkileri kurduğunu inceler. Kalabalıkların içinde kimi zaman görünmez olup yalnızca gözlem yapabilmeyi, mecburiyetlerimizi bir kenara bırakıp anda kalmayı ve bir izleyiciye dönüşmeyi hayatımızın bir noktasında hangimiz istememişizdir ki? Eğer özgürlüğün tanımlarından biri aidiyetin içinde olmasına rağmen varlığını koruyan kişisel sınırlar ise, yargılanmanın erişemediği bu alanın içinden dışarı bakabilme olasılığı, onun hem kaçınılmaz hem de en belirgin özelliklerinden biri olarak düşünülebilir. İşte bu nedenle, bir sergi mekanına gittiğimde yapıtlar karşısındaki insanları gözlemlemekten büyük keyif duyarım. Benim dışımdaki bir izleyicinin yapıt ile, yapıta dair önyargılarımın, çıkarımlarımın dışındaki bir alanda buluşması, onunla etkileşime geçmesi ve bu sırada verdiği fiziksel tepkilerin bende yarattığı izlenimler, beni her defasında şaşırtmayı başarır. Çünkü yapıtın karşısındaki izleyiciyi izleme hali algısal yapıya dışsal bir eleştiri katmanı ekler. Algılama ve anlamlandırma süreci, bu şekliyle bir bakıma referans alınanın dilini çözümlerken, kaçınılmaz şekilde oluşturulan yeni referansın varlığının kabulüne dönüşür. Yapıtı inceleyen kişi de tıpkı onu izleyen diğer gözlemci gibi bir izleme nesnesine evrilir ve bu denkleme eklenen gözlemcilerin sayısı ile eleştirel katmanlar arttıkça, oluşan çıkarımlar da çeşitlenir. O halde anlamın ve algının temel fonksiyonunun referans noktası olduğunu söylemek pek de hatalı olmayacaktır1. Ancak beğeni veya hoşnutsuzluk algısını tetikleyen referanslar da öznelliklerinden dolayı kesin çizgilerden yoksundur2. Sonunda mutlaka bir başka denize açılan bu temkinli ama tekinsiz sular, bağların -ama kimliklerin değilyoksunluğu ile eleştirel bakışa demokratik

12

bir zemin hazırlarken, bir süre sonra alışkanlığın yol acacağı hissizleşmeyi de beraberinde getirebilecek kadar hassas bir biçimde dengelenme ihtiyacını ortaya koyar. Bakışın (gaze) en büyük ikilemi işte buradadır3. Bakış kavramı illüstrasyon, animasyon, kinetik heykel ve arttırılmış gerçeklik gibi farklı alanlarda çalışmalar yapan Meltem Şahin’in sıkça işlediği konuların çekirdeğinde. Şahin, hem geleneksel çizimleri, hem de teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni teknikleri kullanarak, kendini farklı yönlerden besliyor. Sonuçta kağıt veya tuval üzerine elle çizilmiş çalışmalardan, ahşap kuklaların kullanıldığı bir stop-motion animasyona, aslına uygun yapılmış eski tip oyuncaklar aracılığıyla hikaye anlatımına, bir zoetrope’un arduino ile oluşturulan yeni bir sürümünden, akıllı cihaz uygulamaları ile hayat bulan arttırılmış gerçeklik simülasyonlarına kadar farklı biçimlerde işler üretiyor.

Meltem Şahin, kukla, elle boyanmış cnc kesim ahşap figürler ve kağıt, elektrik motor, led ışıklar, arduino programlama,120x170x25 cm, 2016


ART WRITING

Lisansını grafik tasarım alanında bitirdikten sonra yüksek lisansını illüstrasyon üzerine yapmış. İllüstrasyon, gerek teknolojik gelişmelere ayak uydurabilme hızından gerekse kitlesel etkileşime yatkınlığından dolayı dinamik ve potansiyel olarak oldukça muhalif bir disiplin. Şahin bu özellikleri, hangi mecrada olursa olsun illüstrasyon temelli bir bakış açısıyla, fenomenoloji ve göstergebilimden yararlanarak şekillendirdiği sanatsal üretim yapısında kullanırken buna çoğu zaman, 20. yüzyıl felsefesinin sanatı incelerken sıkça konu edindiği bakış kavramını ekliyor. Kendi felsefi temelini kurarken Freud, Nietzsche, MerleauPonty, Deleuze, Guattari gibi isimlerin yapıtları üzerinde çalışmış. Yapıtlarında salt bir takdir çabası yok; bunun kendi varlığının tehdidi olabileceğinin farkında4 ve bu nedenle algının sivri ucunu, gündelik kavramlar üzerinden izleyiciye yönelterek, yapıtlarının izleyicinin bakışına direnmesini sağlıyor.

Meltem Şahin, göz ve tin, video, ed. 3+1, 2016

Sıkça kullandığı gözler, hemen sonra, izleyiciyi, mekanı, olasılıkları ve zamanı delerek bakışın her iki ucundakini biribiri yerine koyuyor5. İzleyici yapıta bakarken, artık aynı anda yapıt tarafından izleniyor. Böylece bakışın ikilemi, izleyiciyi duyusal ve zihinsel düzlemlerde alıştığı perspektifin dışındaki bir nokta üzerinden belki de daha önce hiç bilmediği ‘öbür yanı’ ile yanyana, iç içe, karşı karşıya konumlandırıyor6.

Bu karşılaşma anı, gözlerini üzerinde hissettiği yapıt ile bir arada bulunan izleyici için -eğer bir de sergi mekanının fiziksel yapısının oluşturduğu etki soyutlayıcı ise- çift yönlü bir tür hasete dönüşebilir. Çünkü aynı anda hem yapıt, hem izleyici hem de izleyicinin izleyicisi için kendi kontrolü dışındaki bir varlık, ilk anda sağlıklı bir çıkarım yapmaya yetecek kadar anlaşılamayacağından, varsayımsal olarak diğeri tarafından hem ötekileştirilebilir, hem de imrenilebilir. Dışlama ve yok sayma eğiliminde olan ötekileştirme, kabullenme ve içselleştirme eğilimindeki imrenme ile birleşerek bir individia haline gelir, izleyiciyi kışkırtarak, mantığın da içinde olduğu ikincil bağı oluşturmaya zemin hazırlar7. Halihazırda var olan çıkarımların dönüştürülerek yeniden üretildiği ve olasılıkla sonradan değiştirilmek üzere, o zamana bir fotoğraf karesi gibi sabitlenecek bağ da bu olacaktır. Şahin’in üretimlerinde yapıttan taşan, bize bakan göz ise bu bağın farkındalığı içinde kendi sınırlarını çizer, kendi evrenini oluşturur, kendi gerçekliğinin imgesini izleyici üzerine düşürür ve izleyiciyle denk olduğunu ona yeniden hatırlatır. İnşa ettiği algı katmanının altındaki yapıyı kimi zaman fiziksel kimi zaman fikirsel müdahaleler ile farklılaştırır. Örneğin, gözler sayıca çoğalıp azalabileceği gibi farklı anlamlara sahip ifadelere de bürünebilir. Dolayısıyla varlığını sürdürmek için artık bir üst kimliğe, örneğin bir insan yüzüne bağımlı değildir. Yine de bu tip bir bakış, bir anlamda sistematik kabul edilse bile kurumsallıktan uzaktır; politik bir kimliği olsa bile, çevresiyle ilişkisi faydacı temellere dayanmaz. İzleyici ile karşı karşıya gelmekten çekinmez ama bunu üstünlük kurmak, erki elinde toplayıp var olan bağ üzerinden onu kontrol etmek amacıyla kullanmaz. Dolayısıyla, kurumsal bir yapı tarafından çevrelense dahi bağımsızdır. Yerleşikliğin belirgin sınırları yerine göçebeliğin her şeye evrilebilecek potansiyelini kullanır,

13


gözetim altında tutmayı hedeflemez8 ve böylelikle günümüz kurumsal-politik bakışının temel unsurlarından sayılabilecek panopticon’dan ayrılır9. Göz imgesi, Şahin’in evreninde baskıcı değil özgürlükçü, otoriter değil ama eleştireldir. Referansların varlığını, hangi koşullarda nasıl kabul gördüğünü, birbirleri ile hangi ilişkileri kurduğunu inceler. Zamanın orta yerine sabitlenmiş bir kapı gibi iki yönlü işleyerek izleyen-izlenen arasındaki bağı ortaya koyar ve her şeyden önemlisi, her şeyden bağımsızdır, belki sanatçının kendisinden bile. 1 “Herhangi bir metnin (dilsel olmayan bir metin de olabilir) işleyişi, üretilme anının yanı sıra (ya da üretilme anı yerine) bu metnin anlaşılması, gerçekleşmesi, yorumlanması açısından hem alıcısının (gönderilen) oynadığı rol, hem de metnin bu tür katılım biçimlerini nasıl öngördüğü göz önüne alındığında açıklanabilir.” – Eco, Umberto (1991). Alımlama Göstergebilimi. çev. Sema Rifat. Düzlem Yayınları. 2 “Beğeni ya da hoşnutsuzluğun çeşitli hissetme biçimleri, bu hisleri uyandıran dışsal şeylerin oluşmuş özelliklerinden çok, her insanın bu şeyler tarafından uyarılınca haz ya da hazsızlık duyma yatkınlığına dayanır.” – Kant, Immanuel (2013). Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler. çev. Ahmet Fethi Yıldırım. Hil Yayınları. 3 “Canavarlarla dövüşen kişi, kendisi de bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelidir. Ve ne zaman bir uçurumun derinliklerine doğru bakarsanız, uçurum da sizin derinliklerinize doğru bakar.” – Nietzsche, Friedrich (2012). İyinin ve Kötünün Ötesinde. çev. Elif Yıldırım. Oda Yayınları. 4 “Ne kadar çok sevilirsem, varlığımı da o ölçüde yitirir, kendi sorumluluklarımla, kendi olma kudretimle [mon pouvoir être] o ölçüde başbaşa kalırım.” – Sartre, Jean-Paul (2009). Varlık ve Hiçlik. çev. Gaye Çankaya, Turhan Ilgaz. İthaki Yayınları. 5 “Ucunda Ölüm olan geçmiş bir geleceği dehşet içinde gözlüyorum. Pozun mutlak geçmişini (geniş zaman) veren fotoğraf, bana gelecekteki ölümü anlatıyor. Beni delen şey bu eşdeğerliliğin keşfidir.” – Barthes, Roland (2011). Camera Lucida (Fotoğraf Üzerine Düşünceler). çev. Reha Akçakaya. Altıkırkbeş Yayınları. 6 “Bilmece şudur: Vücudum hem görendir, hem de görünürdür. O ki her şeye bakmaktadır, kendine de bakabilir, ve o zaman, gördüğünde kendi görme gücünün “öbür yanını” tanıyabilir. Kendini, gören olarak görmektedir; kendine, dokunan olarak dokunmaktadır; kendisi için görünür ve hissedilirdir. Bir kendidir, herhangi bir şeyi ancak özümleyerek, kurarak, düşünceye dönüştürerek düşünen düşünce gibi saydamlıkla değil -ama karıştırmayla, narsisizmle, görenin gördüğüne, dokunanın dokunduğuna, hissedenin hissettiğine dahil olmasıyla bir kendidir- öyleyse şeylerin arasında tutulmuş bir kendi, bir yüzü ve bir sırtı olan, bir geçmişi ve bir geleceği olan bir kendi” – Merleau-Ponty, Maurice (1996). Göz ve Tin. çev. Ahmet Soysal. Metis Yayıncılık.

14

7 “İnvidia (haset) latince videre, yani görmekten gelir. Biz analistler için en iyi invidia temsili, epey önce Augustinus’ta gösterdiğim, onun bütün kaderini oluşturan, annesinin memesine asılmış erkek kardeşine bakan küçük çocuğun invidia’sıdır, çocuk kardeşine acı bir bakışla, amare conspectu ile bakar ve bu bakış kardeşini paramparça eder, kendisi üzerinde de zehir etkisi yapar. (…) Hakiki haset böyledir. Öznenin sararıp solmasına yol açar. Neyin karşısında? Kendi üstüne kapanan bir eksiksizlik imgesi karşısına (…) ve ondan doyum -befriedegung- sağladığı için.” – Lacan, Jacques (2013). Psikanalizin Dört Temel Kavramı. çev. Nilüfer Erdem. Metis Yayıncılık. 8 “Bir insan vücudu, gören ile görünür arasında, dokunan ile dokunulan arasında, bir gözle diğeri arasında, el ile el arasında bir çeşit kesişme olduğunda, hisseden-hissedilir’in kıvılcımı parladığında, sönmeyecek bu ateş yandığında -ta ki vücudun bir kazası hiçbir kazanın yapmaya yetmeyeceğini bozana kadarburadadır.” – Merleau-Ponty, Maurice (1996). Göz ve Tin. çev. Ahmet Soysal. Metis Yayıncılık. 9 “Panopticon’un büyük etkisi buradan kaynaklanmaktadır: (…) Gözetim altında tutmanın, eylemi itibariyle kesintili olsa bile, sonuçları itibariyle sürekli olmasını sağlamak.” – Foucault, Michel (1992). Hapishanenin Doğuşu. çev. Mehmet Ali Kılıçbay. İmge Kitabevi.


ART WRITING

15


Saklı Kalmış ‘An’ın İzi ZEYNEP YAVUZCEZZAR

Belleğinde saklı olanı ararken, doğada rastladığı bir hatırlatıcı sonucu ortaya çıkan çalışmalar, izleyicide oluşacak çağrışımların nedeni olur ve üretiminin temelini oluşturur. Anı yaşamaktan çok; ona ayak uydurmaya çalıştığımız modern zamanımız; yapılması gereken işler, görüşülmesi gereken insanlar ve günün sonunda kendimize kalan vakitte de geleceğe dair yaptığımız planlar arasında sürer. Biz, telefonumuzun anımsatıcısına ya da yanımızdan ayırmadığımız not defterine gün geçtikçe daha çok güvenirken; hafızamız zaman içinde unutulan anıları toz tutmuş arşiv odasına kilitler. Ruh, anılarla dolu o odaya girince de yığınların arasında aradığını bir türlü bulamaz. Akıl giderek daha çok unutur. Ta ki o ‘an’ı yeniden canlandıracak bir hatırlatıcı karşısına çıkıncaya kadar… Çoğumuz gibi gün geçtikçe hafızasına güvenini yitiren Umut Toros, anımsamak ve belleğinde saklı olanı yeniden keşfedebilmek için zamanın şehirdeki kadar hızlı akmadığı doğada bir yolculuğa çıkar. Hareket halindeyken geçmişinden gelen, kendi modern zamanının unutulmuş ‘an’larını çağrıştıran hatırlatıcılara rastladığında, duraklayıp zihninde canlandırdığı duyguları kayıt altına alır. Kâğıt üzerinde sulu boya ve tuz ile ortaya çıkardığı bu soyut imgeler, müzisyen Cenk Erdoğan’ın aynı adlı Umut Toros, fermata II, kağıt üzerine suluboya, albümünden 13x20,5 cm, 2019 esinlenerek, İtalyanca’da “durak” anlamına gelen Fermata1 adını verdiği bir suluboya serisine dönüşür.

Doğa ile birlikte hafızasının derinliklerine çıktığı bu yolculukta sanatçı bir yaratıcıdan çok, hafızası ve karşısına çıkan bu hatırlatıcılar arasında; dolayısıyla aklı ve ruhu arasında bir aktarıcı rolü üstlenir. Belleğinde saklı olanı ararken, doğada rastladığı bir hatırlatıcı sonucu ortaya çıkan çalışmalar, izleyicide oluşacak çağrışımların nedeni olur ve üretiminin temelini oluşturur. Kullandığı organik malzemelerin akıcılığı ve süreç içinde türlü olasılıklar doğurması, sanatçının üretiminde öngörülemez sonuçlar doğurur; yalnızca sınırlarını çizilebildiği bir kontrolsüzlük sağlar. Sanatçı, gerekli zamanlarda yaptığı müdahalelerle, tuzun sulu boya üzerinde kendi yarattığı yolda yürümesine izin vererek üretimini, sonu belli olmayan bir akışa bırakır. Bu akışın sonucunda ortaya çıkan rastlantı, bu defa, izleyici için bir hatırlatıcıya dönüşür; hafızasından gizli kalmış bir anıyı ya da bir duyguyu gün yüzüne çıkarır. Toros’un bellekte gizli kalmış olanı ortaya çıkaran bu serisi, aklı ve ruhu arasında aktarıcı rolünü üstlenen bir başka sanatçı, Jackson Pollock’u anımsatır. 20. yüzyılın en önemli ressamlarından ve soyut dışavurumculuk akımının öncülerinden olan Pollock’un resimleri için Tuğba Yener, varoluşçu izlekleri plastik açıdan incelediği makalesinde şu ifadeyi kullanır: “Resim[leri] doğrudan doğruya ya da simgesel bir biçimde ‘temsil edilen şey’ olmaktan çıkmış; ressamın hareketlerinin izlerini taşıyan, anlatmak istediklerini boyanın ‘izleri’yle ortaya koyan ve bir zaman süreci içinde onun tüm hareketlerinin aynı anda hareketsizliğini veren bir alan olmuştur.” 2 (1) Erdoğan, Cenk. “Fermata”. Kabak & Lin Records. 25.05.2018 (2) Yener, Tuğba. “Varoluşçu İzleklerin Bacon, Malevich, Pollock ve Giacometti’nin Yapıtlarında Plastik Açıdan İncelenmesi.” Süleyman Demirel Üniversitesi Resim Anabilim Dalı. Isparta, 2006. Sf. 27 – 28.

16


ART WRITING

Benzer bir biçimde Toros, sulu boya renklerin yüzey üzerinde yarattığı atmosferik bir alanda, izleyicinin bilinçaltındaki saklı ‘an’lara çağrışımlar yaparak bir diyalog ortamı yaratır. Yüzey üzerinde renklere ve nokta formun oluşmasına müdahale ederken iz ve doku seçimini kullandığı malzemelere bırakır. Tıpkı bir duvarda gördüğümüz döküntülerin, zihnimizde duvarın yıpranmadan önceki halini canlandırdığı gibi, kâğıt üzerinde kullanılan her malzemenin bir diğerini yok ederek bıraktığı iz, geçmişten gelen ‘an’ın bir kanıtı niteliğini taşır.

Toros’un, Pollock ile benzer özellikler gösteren üretim pratiğinin yanı sıra; serisine verdiği isimde bir müzik albümünden esinlenmesi; Pollock hakkında söylenen şu ifadeyle de ilginç bir rastlantı oluşturur: “Pollock […] çok sıkı bir caz dinleyicisiydi. Yaptığı resimler bir anlamda Dizzy Gillespie ve Charlie Parker gibi caz ustalarının improvizasyonlarıyla paralellikler taşır. Çünkü Pollock’un resimleri tıpkı [onların] müziği gibi önceden planlanmayan, yapım aşaması esnasında ortaya çıkan resimlerdir.” 3 Toros da doğadaki hatırlama duraklarında, dinlediği müziğin ritmindeki “durlar kalklar ve yeniden başlamalar”dan esinlenerek, üretimini önceden planlamadan, rastlantının yönlendirmesine bırakır. Umut Toros, fermata III, kağıt üzerine suluboya soft pastel, 70x100 cm, 2019

Rastlantının peşinden gittiği bu doğa yolculuğu sırasında, kâğıt üzerinde oluşturduğu formların bir benzerini – bu defa birçok çeşitte ve bir arada – doğada keşfeder. Belleğini canlandıran manzaralar karşısında durup o anda yanına aldığı malzemeleriyle soyut çalışmalar yaparken kendisinin malzemelerine yaptığı müdahale gibi, bu sefer de doğanın, çalışmasına müdahale etmesine izin verir; çıkan rüzgârın ya da bir yağmur damlasının kâğıt üzerinde bıraktığı lekeyi üretim sürecine dahil eder. Böylece doğanın kullandığı malzemelerle yakaladığı uyumun ve hafızasında canlandırdığı anların kendine has anlatısını, üretimi aracılığıyla dinleyenine ulaştırır. Resimlerin de semboller yerine yapım sürecinin “tek mitik öge” olmasına özen gösteren Pollock2 gibi, Toros’un da üretim sürecini belirleyen her form, kendince bir dokuya – ayrı alanlara sahip olmasına karşın; her biri tek başına bir imgeyi temsil etmek yerine, bütün halinde bir anlatı oluşturur.

Ruken Bars, sanatçının esin kaynağı ve serisinin isim babası Cenk Erdoğan’ın “caz terminolojisi ile Anadolu ruhunu birleştirip flamenko ezgileriyle yorumla[dığı]”4 albümü için “dinlerken [s]izi müziğin içine öyle bir çeker ki birbirinden apayrı anlamlara savrulur durursunuz.”4 der. Kendini bulduğu duraklarda Toros da, tıpkı kulağına değen ritimler gibi üretiminde farklı malzeme ve teknikleri bir araya getirir; hafızasında canlananı kâğıt üzerinde yeniden yorumlar. Böylece hatırlatıcıların sanatçıda yarattığı duygu, anlam ve his çemberi, karşısına çıkan izleyici için - gündelik yaşamında içinde var olmak yerine yanından geçip gittiği - hafızasında saklı kalmış bir ‘an’ın izine dönüşür. (3) Solaker, Rana. “Modern Zaman Şamanı – Jackson Pollock”. www.arttv. com.tr . 28.12.2011 (4) Bars, Ruken. “Cenk Erdoğan - Fermata (2018)” www.kiyimuzik.com. 11.08.2018

17


18


Mumhane Caddesi No:46-50 -1. kat, Beyoğlu İstanbul +90 212 243 54 43

|

www.mixerarts.com

|

info@mixerarts.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.