nota cevaben teşekkür edip söz veren, ‘sen düşersen ben de seni kaldıracağım’ diyen Van’lı kardeş içimizi ısıtmıştı. Kimi yıkıntılar altındaki Yunus’a bakıp gözlerini silerken “biz” den sıyrılıp insan olmuş; kimi de “felaketi fırsata çevirip” belden aşağı vurmuştu. Yardım kolisi diye gönderilen bayrak, taş ve gece elbiselerine ne diyeceksiniz? Dışarıdan gelen yardım tekliflerini ‘yerli potansiyeli görmek adına’ reddeden bakana peki? Ya onu dinlemeye giden depremzedelere yapılan gazlı-coplu saldırıya? Express dergisinde gördüğüm şu satırları siz de görün istedim: “Elimizde sopa yok, taş yok. Zaten sabaha kadar soğuktan ölmüşüz, istesen de taş atamazsın. Gördüğüm şey, polisin küfrederek gaz sıkması, cop sallamasıydı. İşte o zaman anladım ki bu devletle uğraşılmaz. İnsafı olmayan bir devletten ne istersen boş. Adam depremzedeye bile vuruyor. Niye? Kürt diye. Konya’da olsa yine vurur muydu? Devletten toprak istemiyoruz ki, çadır istiyoruz. Vermeyecekse, vermiyorum desin. Televizyonda Gaffur vardı ya hani ‘anladın sen onu’ diyordu. Devlet de bize aynısını söylüyor: Anladın sen onu…”
sas abi Kürtçe caz yapılmasına kızacak, sağımızdaki elit abla köpürecek. İkisi de kültür fışkıran modern mağarasından çıkacak, aradaki kararsızlar adına da “biz” olacak. Neyse ki bir aydınımız ertesi gün köşesinde sanatçıya sahip çıkacak, yuh çeken vatandaşa muasır medeniyeti hatırlatacak. Gerçi “hiç olmazsa bir tane Türkçe söyleseydi ya abi!” serzenişiyle bir sarı kart da Aynur’a göstermiş sayılacak, ama olsun. Yaslanılan egemen dil de egemenin dilidir. Sedri Dayı diyor ki “Birimiz niye öyle yaptın diye bastırırken diğerimiz niye böyle yapmadın diye estirecek ki herkes titreyip kendine gelsin”. Sünger benzini emmiş, doymuştur. İlk kıvılcımda parlayacaktır. Sorun süngerin nasıl bu hale geldiğidir. Neden alev aldığı belli zaten. “Biz” olmak kolay değil. Hani Van’a deprem gelmiş, Yunus’u internet kafede bulmuştu. Kara gözlü güzel çocuk geçirdiği iç kanamadan habersiz. Kendini kurtaranlara saati sormuş, dayak yeme korkusuyla ‘eyvah geç oldu babama söylemeyin’ demişti ya. Çocuk işte. Hastane yolunda ölmüştü. Hatırlarsınız. Bacak kadar kız çocuklarının başka bir kadınla takas edildiği, kan bedeli olarak verildiği, dedesi yaşındaki erkeklere satıldığı, çoğu zaman intiharın tek kurtuluş olduğu, “Allah’ın bol, yoksulluğun kol gezdiği” yerlerden bir yerdi orası. Tercih edilen değil, içinde doğulan bir hayattı onlarınki. Bütün bunların üstüne gelmişti deprem. Sütünden başka verecek şeyi olmayan yoksul annem yetim çocukları emzirebileceğini söylemiş; sırtına giyip ısındığı montun cebinde bulduğu
18 | TAVIR |OCAK 2012
Deprem her ne kadar Van’da olsa da hepimizi üzdüğünü söyleyen iyi giyimli, bakımlı sunucularımız, köşe yazarlarımız, futbol yorumcularımız vardı “biz”i okşayan. Sanal alemde yayılan şu kokuya bir bakın: Beter olsun inşallah / Şehitlerin kanı yerde mi kalacaktı / İnşallah daha büyük şiddetle olur, taş üstünde taş kalmaz / Hükümetin yapamadığını Allah yapacak inşallah /Allaha şükür, orada yaşayan herkes ölmeyi zaten hak ediyor / Ayy çok sevindim, inşallah vatan hainlerini biraz temizler / Allah Diyarbakır’a da nasip eder inşallah. Oysa 10 yılda 20 kat yoksullaşmıştık. %20 değil, yirmi kat. Yani %2000. Bir yılı atlatabilmek için sonraki iki yılı rehin veren emekçimizi “elin gavuruna” çok ucuzdur, çok çalışır ve az hastalanır diye bildirip “Türkiye’nin Küresel Üstünlüğü” olarak rapor etmiştik; kriz, tökezleme, işsizlik, maaşlara sıfır zam lakırdıları arasında bankalar ve holdingler kar rekoru kırıyordu; ortalama memur maaşından gıda ve kira dışında çerez parası kalıyordu; büyük bir kitle açlık sınırında yaşıyordu; depremde en fazla can alan binaları yapan müteahhit iktidar koltuğunda göbeğini kaşıyordu. Ama “biz” deprem vesilesiyle bile Kürtlere kusup rahatlamıştık. Sıradan faşizm emdirilmiş sıradan insan, apolitik olsa bile siyasal faşizmin tabanıdır. Meğer bu tabanın tavan yapması için çalışan “solcu” akıl hocaları da varmış. Mesela Dersimlilerin dedeleri Türk devletine isyan etmiş vatan hainleriymiş (Devlete isyan ettiyseniz vatan hainisiniz. Fidel, Che, Lenin, Ho Chi Minh gibi). Devlet bu gibi durumlardan ders almalı, ayaklanan vatan hainlerini soyu sopuyla yok etmeli, geriye “dedem dedem” diyecek tek bir hain dölü bırakılmamalıymış. Çünkü bu döllerin hainlikte dedelerinden geri kalmadıklarını görüyormuşuz. Bu vatan hainlerinin katliamdan kurtulan torunları, dedelerinin hainlikleri için devletten özür dilemeliymişler. “Biz”im dileyecek özrümüz yokmuş. Devletin bile terk ettiği bu laflar Türksolu adlı bir dergiye ait. “Döl”e o kadar takmış-