Yarin18

Page 1

Analizler yamalı bohça misali

Hakikatleri Araştırma Komisyonu, Neden kurulmak istenmiyor? BDP’ni 17 bin faili meçhul cinayetin aydınlatılması ve faillerinin ortaya çıkartılıp yargılanması için meclise verdiği Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurma önerisi AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

Dünya’da ve Türkiye’de ekonomik ilişkilerin ele alınış şekillerini, kapitalist üretim ilişkilerini, kapitalizmin krizini, AKP’nin ekonomide nasıl ilerlediğini ve aktüel gelişmeleri Prof. Dr. Fuat Ercan’a sorduk.

05

09

Büyükanıt’a e-muhtıra soruşturması

İşsizlik ödeneği için İŞKUR’a başvuranların sayısı 2012 Ocak ayında artarak 67 bin 557’ye yükseldi. Bu sayı bir önceki ay 49 bin 73 idi.

67 bin 557

Büyükanıt döneminde yayınlanan ve e-muhtıra ile ilgili soruşturma başlatıldı. 5

www.yarinhaber.net

7 şubat 2012 salı l sayı:18 l 1 tl

Başbakan, gençlikle ilgili planlarını açıkladı

Tinerci çocukların suçu ne? HAKAN ÖZTÜRK AKLIN YOLU

3

Yaşam hakkının ötesinde GÜLSÜM KAV ANA FİKİR

5

Bir yılda dış açık yüzde 47,7 arttı

Dindar değil işsiz nesil yetişiyor Gençliğin dindar olarak yetiştirilmek istendiği eleştirisine karşı; “Gençliğin tinerci mi olmasını istiyorsunuz? Hem çağdaş hem dindar olunamıyor mu?” diyen Erdoğan’a gençler cevap veriyor : ” Başbakan, gençliğin inançlarıyla alakadar olmayı bırakmak, gençliğe gelecek sağlamak zorundadır.” Ekonomik kriz ve genç işsizlik dünyayı sallarken Başbakan Erdoğan’ın gençlerin geleceğine yönelik yaptığı açıklamalar çok tartışılacağa benziyor. Fatih Projesinin tanıtımında, “ Bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Gençliğin büyüklerine isyankar bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Hem çağdaş hem dindar olunamıyor mu?” diyen Erdoğan, gençlik için ‘tinercilik’ ve ‘dindarlık’ diye iki seçenek sunarak gençliğin gündemini ve asıl sorununu yine görmezden geldi. Genç işsizlerin % 17,7’sinin yükseköğretim mezunlarının oluşturduğu Türkiye’de, ataması yapılmayan ve her geçen sene katlanan 300 bin işsiz öğretmen sorunu genç işsizliğin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan 2011 Aralık ve Aralık-Ocak dönemine ilişkin geçici dış ticaret verileri açıklandı. TÜİK verilerine göre Aralık ayında dış ticaret açığı 8,1 milyar dolarak olarak gerçekleşirken, Ocak-Aralık döneminde 105 milyar 879 milyon dolar oldu. Böylece bir yıldaki dış açık artışı yüzde 47,7 olarak kaydedildi. Ekonomİ 8

İstanbul sokakları da satılıyor

Haydarpaşa Tren Garı da kapatıldı. Üstelik otel ve restoran yapılacağı kesinleşti. Tarihi bir mekân özel işletmelerin eline, sırf daha fazla kar için terk edildi. Şimdi de zaten uzun süredir İstanbul’daki park alanı sıkıntısını fırsat bilen belediyenin rant kaynağı, İstanbul caddeleri satılıyor. Büyükşehir Belediyesi’ne ait, 4 milyar euro değerindeki İSPARK satılığa çıkıyor. TOPLUM 2

Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, !f

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, on bir yıldır kültür sanat camiasının yakından takip ettiği, dünyanın her yanından farklı bakışları sinemaseverlerle buluşturan, atölyeler ve çeşitli etkinliklerle programını zenginleştiren bir oluşum. Festival her yıl İstanbul ‘da, Ankara’da ve 2012 yılından itibaren İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. kültür - sanat 12

0507 ALO 516 YARIN 8535

Abonelik Dağıtım Öneriler

“Dayatmadan değil özgürlükten yanayız” En son, bir gazetede yazdığı yazıda rektörünü eleştiren Karadeniz Teknik

Üniversitesi öğrencisi Gizem Görnaz 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Yine şuan da 500 tutuklu öğrencinin bulunduğu Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın “Öğrenci formatlamak bizim hedefimiz değildir ve olamaz. 9 yıllık iktidarımız nasıl bir şey istediğimizin en önemli ispatıdır. Biz engeller aşılsın istiyoruz. Herkes biliyor ki biz bir dayatmadan değil tam tersine özgürlükten yanayız” şeklinde açıklama yapması gerçeklerle örtüşmüyor. güncel 3

Başbakan’a gençlerden cevap Gençleri gelecekleri için muhafazakar olmaya çağıran Başbakan ‘a cevap gecikmedi. Taksim’de işsizliğe ve geleceksizliğe karşı yaptıkları oturma eylemleriyle gündeme gelen Gençler Meydana İnisiyatifi yaptığı açıklamada özetle şunları söylediler: “İnsanların inançlı ya da inançsız olmasının bizim için bir önemi yoktur. Bizim için önemli ve öncelikli olan maddi konulardır, bizim bir geleceğe sahip olup olmadığımızdır. Mezun olduğumuzda iş kuyruklarında ömür tüketmek zorunda bırakılışımızdır. Başbakanın da görevi gençlerin manevi değerleriyle değil gelecekleriyle ilgilenmektir. Başbakan, gençliğin inançlarıyla alakadar olmayı bırakmak, bu gençliğe gelecek sağlamak zorundadır.”

Dinçer: ”Eğitim fakültelerini kapatalım”

Tasarruf planları ölümcüldür

Philippe Askenazy, CNRS’te araştırmacı, Paris Ekonomi Okulu’nda öğretim görevlisi, Le Monde gazetesinde köşe yazarıdır. Askenazy, 1970 ve 2010 yılları arasında Fransa’daki istihdamdaki düşüşü ve ekonomik büyümeyi analiz ediyor. 2011 Kasım ayından itibaren Fransa’da 3 milyondan fazla işsizin bulunduğu bu dönemde Askenazy ile bir röportaj gerçekleştiren Le Monde’dan, muhabirimiz Fikriye Yılmaz dilimize aktarıyor. > Fransa önümüzdeki dönem kitlesel işsizliğe doğru mu gidiyor? > Gelecek hükümetin öncelikleri neler olmalıdır? > Fransa ekonomisinin Almanya’ya karşı şansı nedir? > Sarkozy nasıl bir ekonomi devrediyor? dünya 11

bilmiyor Kim yargılanıyor, mahkeme degündür tutuklu olan Sıra Kimde İnisiyatifi, Devrimci Karargah davasında 500 i SDP ve TÖPG üyelerinin serbest bırakılması için İstanbul Beşiktaş Adliyes koUzun önünde eylem yaptı. Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Sibel ına nuşmasında sosyalistlere karşı yürüten tasfiyenin haksız ve hukuksuz yere yapıldığ tlerin dikkat çekerek sosyalistleri ne kadar tutuklu tutsalar da rehin alsalar da sosyalis 5 güncel mücadelelerinden vazgeçmeyeceğini belirtti.

Kriz, Romanya Başbakanı’nı istifa ettirdi

Avrupa’da finansal kriz bir başbakanı daha koltuğundan etti. Romanya Başbakanı Emil Boc, kemer sıkma önlemlerine karşı başlayan ve üç hafta süren protestolar karşısında istifa etti. dünya 11

Bir süredir atamaların yetersizliğiyle gündeme gelen Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den çözüm önerisi geldi: “Eğitim fakültelerini kapatacağız.” Eğitim fakültelerinin kapatılması için YÖK’e talepte bulunacak olan Milli Eğitim Bakanlığı, kapatılmasını isteyeceği diğer bölümleri Fizik, Kimya, Biyoloji ve İlköğretim Matematik olarak açıkladı. eğİtİm 10

OSTİM, iş kazası değil cinayet!

Geçtiğimiz yıl OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde yaşanan iki patlamada hayatını kaybeden 20 işçi, ölümlerinin 1.yılında anıldı. emek 6

Komisyon sonunda Uludere’ye gitti

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Uludere’de 34 kişinin hayatını kaybettiği katliamın üzerinden haftalar geçtikten sonra incelemeler yapmak üzere Uludere’ye gitti. güncel 3


04 7EKiM 2011 YARIN ŞUBAT 2012 YARIN

İstanbul sokakları da satılıyor Haydarpaşa Tren Garı da kapatıldı. Üstelik otel ve restoran yapılacağı kesinleşti. Tarihi bir mekân özel işletmelerin eline, sırf daha fazla kar için terk edildi. Şimdi de zaten uzun süredir İstanbul’daki park alanı sıkıntısını fırsat bilen belediyenin rant kaynağı, İstanbul caddeleri satılıyor. Büyükşehir Belediyesi’ne ait, 4 milyar euro değerindeki İSPARK satılığa çıkıyor. YARIN TOPLUM ELİF KARAN

Uzun süredir, Türkiye’nin neredeyse tüm il ve ilçelerindeki cadde kenarları belediyelerin ücretli park alanları olarak kullanıyor. Belediye meclislerinin kararıyla, halk arasında değnekçi diye tabir edilen mafyanın haksız kazanç sağlamasına sözde çözüm olarak cadde kenarları ücretli park yerleri haline getirildi. Ve belediyenin istihdam ettiği görevliler tarafından park ücretleri alınıyordu. Çoğu belediye bu iş için kendi şirketlerini kurdu. Şimdi ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 6,6 milyon net karlı İSPARK adlı şirketi özelleştirilecek.

Bir günde 55 bin araç İSPARK, bir gün içerisinde 80 bin işlem kapasiteli ve neredeyse günde 55 bin araçtan park ücreti alıyor. Bu park ücretleri arasında, açık, katlı ve yol üstü otoparkları da var. Sadece yeni yapılan Çağlayan adliyesinin otoparkının günlük geliri 10–15 bin lira civarında. İstanbul’da 28 ilçede 2 bin persone-

liyle hizmet veren ve yaklaşık 500 noktada bulunan İSPARK, tekne park, heliport, taksi ve minibüs durakları gi-

Açık, katlı ve yol üstü otoparklardan, İspark bir günde 55 bin araçtan park ücreti alıyor.

bi farklı projeleri de hayata geçiriyor. İstanbul trafiğinin yoğunluğundan da kaynaklı, özelikle merkezi yerlerde kısa süreli park etmeyi sağlayacak düzenlemeler yapıyor. Bu düzenlemenin birinci ayağı ise tabiî ki park ücretleri. Örneğin, Şişli gibi merkez konumda ve aşırı yoğun olan bir bölgede 0–1 saat için 5 lira ücret alırken, Maltepe İDO önünde gün boyunca 5 lira ücret uyguluyor.

Park eden araç anında tespit ediliyor Kullandığı “el terminalleri” ve 2 bin çalışanıyla, İSPARK’a ait bölgeye park eden araçlar ve park süreleri anında tespit edilip kaydediliyor. Ödenmeyen ücretler hakkında cezai işlemler uygulanıyor ve sürücülere “kamuoyu zarara uğrattıkları” gerekçesiyle hemen ödeme yapmaları ihtarında bulunuyor. Yasalarda “ortak kullanım alanı” olarak

SGK ve eczaneler anlaştı İlaç fiyatları üzerindeki iskontoyla başlayan ilaç krizi geçtiğimiz hafta SGK ve eczanelerin anlaşmasıyla sonlandı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in, Sosyal Güvelik Kurulu yetkililerinin ve Türkiye Eczacılar Birliği’nin katıldığı toplantının ardından yeni ilaç protokolü imzalandı. Toplantıya gitmeden önce düzenledikleri mitingle de ıskontoya ve katılım payı ücretlerinin eczaneler tarafından tahsil edilmesine itiraz eden eczaneler, taleplerinin tamamı karşılanmasa bile anlaşma yoluna gitti. İmzalanan

protokolün en önemli maddesi eczanelerin anlaşmayı fesih etmelerinin zorlaştırılması oldu, fesih öncesinde uyarı şartı getirildi. Eczacıya ıskonto oranlarında istediğini veren bakanlık, katılım payı ödemelerinde geri adım atmadığı gibi, feshin zorlaştırılmasıyla benzer bir krizde kendini garantiye almış oldu. 1 Temmuz 2015 kadar geçerli olacak İlaç Alım Sözleşmesine göre:”Yıllık hasılatı 0–600 bin TL olan eczanelerin kırdırma oranları sıfır, 600–900 bin TL olan eczanelerin kırdırma oranı

geçen yollar, park alanları, yeşil alanlar, mevcut yasalarla çelişmek pahasına yapılan düzenlemelerle “kullanım ücreti” ödenmesi zorunlu yerler haline getirilmiş durumda. Şu soruyu sormadan edemiyoruz: Sokağın başını tutup, gelen geçenden park ücreti alan değnekçi ile aynı sokağı özde “kamu yararına”, kamuya satan belediye’nin ya da özel işletmenin arasında ne fark var?

Mahkeme “ücret alınamaz” dedi Ankara’nın Polatlı ilçesinde açılan bir dava, belediyelerin park yeri uygulamaları konusunda emsal oluşturuyor. Ankara 12. İdare Mahkemesinin kararına göre, ilçe merkezinde araç trafiğini rahatlatmak amacıyla, cadde ve sokaklara tek sıra halinde park eden araçlar için uygulamaya konulan ücretli otopark uygulamasına ilişkin Belediye Encümen kararı iptal edildi.

Polatlı’da başvuru üzerine açılan davanın karar gerekçesi ise: “otopark bedeli alınan parsellerin otopark ihtiyacının belediye ve valilikçe karşılanması zorunludur”. Yani belediyeler, binalara onay verirken peşinen aldıkları otopark bedelinin hükmünü yerine getirmeli ve bu binalardaki hak sahiplerinin araçlarını rahatça park edebilecekler yerler göstermelidir. Yani kapılarının önüne ücretli otopark yapmamalı, otopark sorununu çözmelidir. Gerekçeli kararda açıkça “Bu durumda bölge veya genel otoparktan yararlananlardan ayrıca kullanım ücreti alınmaz” ifadesi bulunan, 12 ağustos 2011 tarihli mahkeme kararı diğer iller içinde emsal teşkil etmekte.

“Otopark mafyasına el atın” TBMM dilekçe komisyonuna da yüzlerce şikâyet başvurusu oldu. Tüketici dernekleri, 2006 verilerine göre sadece İstanbul’da 1994’ten bu yana belediyeler tarafından 30 milyon otopark bedelini toplandığını belirtirken, hiçbir yerde ücretsiz otopark bulunmadığını, otopark bedelinin ödeyenlerin evlerinin önündeki caddeye park etmek için bile park ücreti verdiğini dile getirdi. Apartmanlardan daire başına 8 bin 300 TL’yi bulan otopark harcı alındığını belitti. Belediyelerin otopark mafyası gibi hareket ettiğini belirten tüketici dernekleri Meclisi çözüm bulmaya çağırdı. Meclis’ten ise: “Görünen o ki bedava park yok. Bu harçların geri istenmesi için arkadaşlarımız dava açsın” cevabı geldi. Ayrıca, “İstanbul’da otopark yapacak yer yok, bulsak zaten yapacağız.” denildi.

yüzde 1, 900 bin–1 milyon 500 bin TL olan eczanelerin yüzde 2.5, 1.5 milyon TL üzerinde olan eczanelerin ıskonto oranı yüzde 3 olarak belirlendi. Eczanelere reçete başına 25 kuruş ödeme yapılacak. İlk kez SGK’da İtiraz İnceleme Üst Komisyonu kurularak mutabakat sağlanamayan reçetelerin komisyonda görüşülmesi sağlanacak.” Peki, bu antlaşma hastalara ne getirecek? Bulunmaz hale gelen, pahalı ilaçlar, yani kanser gibi kronik hastalıkların ilaçlarına ulaşılabilecek. Ancak GSS’nin getirileriyle ilaçlar raflarda olsa bile yine emekçiye pahalıya mal olacak.

Bu hafta Eskişehir ’de, sosyolog olması na karşın ancak bir kırtasiye de çalışabilen Okan Erbil’le birlikteyiz. İşte bize anlattıkları.

“Fil, kuş, balık, aynı ağaçta”

misin? Bize kendinizden ve mesleğinizden bahseder ak geçiyor, grafik Mesleğim şu anda baskı operatörü olar n bunun da ayrı ve tasarım işleri ile de uğraşıyoruz laki ma süremin yeçalış hem i bir okulu olduğu için kendim için ‘tasarımcı’ im ediğ niliği hem de o yeterlilikte hissetm versitesinin Üni olarak nitelendiremiyorum. Anadolu i sosyodim ken Sosyoloji bölümünü bitirdim. Aslında etmeme ve bu loji ve felsefe alanında daha yeterli hiss eme rağmen , alanlarda daha başarılı olabileceğimi bilm yışı biraz farklı ÖSYM’nin gerek sistem gerek seçme anla mun, kuş, inek, Geçen bir karikatüre rastlamıştım. May uş, jüri ise adadurm fil, penguen, balık bir jüri önünde aynı isteğe sine let sistemini yerine getirmek adına hep iniz a hep den şu tabi tutmuştur: ‘Adaletli olması adın istiyoruz’. Biraz arkanızda duran ağaca tırmanmanızı ak olmasa da, da bu hesap… Yeteneğiniz ağaca tırmanm marangoz olmak o ağaçtan mobilyalar üretmek yahut mıyor. ulan sorg yahut keresteci vs olabilir diye a olanakları Türkiye’de üniversite mezunlarının iş bulm hakkında ne düşünüyorsun? lüks değil. NeTürkiye’de üniversite okumak artık bir ndı üniversite redeyse zorunlu eğitim üniversiteye daya z sanırım burada dahi zorunlu hale geldi. Aslında bira bu en doğal haksuç bizde, sistemi hatalı görebiliriz ki lmuştur sokaklakımız. Ya kendi sistemimiz? Hep soru mi? Elbette ikisi i yler rımı kazanmak daha önemli, bire me temelinde çlen de birbirinden ayrı değil lakin bilin disine başladıysa bireyin tutumudur. Yabancılaşma ken esini hangi alan kişinin kendisini tanımıyorsa mücadel hayatla ve alınan da verebilir? Müşterek olmak lazım her nefesle… YARIN TOPLUM

YARIN TOPLUM

Soğuk minibüse ceza

Son 33 yılın en soğuk günleri tüm Türkiye’yi olumsuz etkilerken, Kırıkkale’den toplu taşıma araçlarına ilginç bir müdahale geldi. Şehir içi ulaşımda yolcuların üşümemesi için minibüsçülere hareket merkezine kadar araçlarını ısıtma zorunluluğu getirildi. Özellikle İstanbul trafiğinde, bir yerden bir yere gitmenin çilesini soğuk kış günlerinde daha fazla çekenlerle kıyaslandığında, alınan karar minibüsçüler dışında herkesin yüzünü güldürdü. Minibüsçüler Odası ve Kırıkkale Belediyesi’nin ortaklaşa aldığı kararla şehir içi ulaşımda yolcuların üşümemesi için minibüsçülere hareket merkezine kadar, yani ilk durağa varmadan araçlarını ısıtma zorunluluğu getirildi. Araçları soğuk olan minibüs şoförlerine ise 169 lira ceza uygulanacak. Özellikle akşam ve sabah saatlerinde şehirde havanın soğuduğuna dikkat çeken yetkililer, yolcuların üşümemesi için

bu önlemi aldıklarını ifade etti. Minibüsler, yolcu beklerken bile araç soğumasın diye kontak kapatamayacak. Minibüsçülerin çoğu, daha fazla kazanabilmek için, aracın kaloriferi, havalandırması gibi özelliklerini çalıştırmamaktaydı. 169 liralık cezanın uygulamaya konmasıyla tüm kaloriferler çalışmaya başladı. Yolcular uygulamadan oldukça memnun. Kaloriferlerini yakmayan minübüslerin de denetimlerin ardından kaloriferlerini yakmaya başlamasıyla, Kırıkkale’de, yolcular, en azından evlerine kadar üşümeyecek. Ancak doğalgaz sıkıntısı nedeniyle başlayan elektrik kesintilerine şimdi de doğalgazda da kesinti olabilir söylemi eklenince, soğuklar böyle giderse nasıl ısınacağız kaygısı başladı. Cepleri yakan faturalar nedeniyle de kış emekçiyi bir hayli üşüttü. Herkes dört gözle baharın gelişini, böylece fatura yükünün biraz da olsa düşmesini bekliyor. YARIN TOPLUM

Hazırlayan Hülya Arslangiray

08Şubat 1980 Eğitimde 2. dönem başladı! Türkiye genelindeki yaklaşık 17 milyon öğrenci ve yüz binlerce öğretmen, bugün eğitim öğretim yılının ikinci yarısına başladı. Öğrenciler ve öğretmenler 2. döneme birçok sorunla birlikte giriyor. Eğitim-öğretim yılı, 8 Haziran Cuma günü tamamlanacak. İkinci dönem, ilköğretim ikinci kademe öğrencileri ile lise son sınıf öğrencileri için sınavlarla geçecek.

İkinci dönem sınavlarla dolu! İlköğretim ikinci kademe öğrencileri Seviye Belirleme Sınavlarına(SBS) katılacak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınav takvimine göre, SBS ile Parasız Yatılılık Bursluluk Sınavı, ilköğretim 8. sınıf öğrencileri için 9 Haziran tarihinde yapılacak. İlköğretim 5, 6, 7. ve ortaöğretim 9, 10 ve 11. sınıfların gireceği Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı 10 Haziran tarihinde düzenlenecek. Lise son sınıf öğrencilerinin katılacağı üniversiteye giriş

sınavlarının ilk aşaması Yükseköğretime Geçiş Sınavı(YGS) 1 Nisan Pazar günü yapılacak. Üniversiteye girişte ikinci aşama olan Lisans Yerleştirme Sınavları’nın (LYS) başvuru tarihi 24-30 Nisan tarihleri arasında alacak. LYS, 16-17 Haziran ve 22-24 Haziran tarihlerinde beş oturumda gerçekleştirilecek.

Yeni öğretmenler görev başına Ataması 3 Şubat Cuma günü yapılan16 bin kadrolu öğretmen de, eğitimin ikinci yarısının başlayacağı Pazartesi günü görev başı yapacak. Atanan 16 bin öğretmen görevine başlarken, atanamayan yüz binlerce öğretmen ise Temmuz’da yapılacak olan KPSS’ye hazırlanacak. Şu anda 300 bin öğretmen atanmak için KPSS’ye hazırlanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok az kadro açması her geçen yıl işsiz öğretmenlerin sayısını arttırıyor. YARIN TOPLUM

09Şubat 1988 1995 09Şubat

13Şubat 1977 14

Şubat 1963

DARBE İŞÇİLERİ DURDURAMADI Balıkesir’de 5000 işçi yürüdü. Bu 12 Eylül Darbesi sonrası işçilerin ilk kitlesel eylemiydi. TEK TİPE KARŞI AÇLIK GREVİ 2000 tutuklu ve hükümlü “tek tip elbise uygulamasının kaldırılması” için açlık grevi başlattı. Mehmet Emin Yavuz öldü. Tek tip uygulaması resmen kaldırıldı. BEDENİMİZ BİZİMDİR Milli Eğitim Bakanlığı’nın okul müdürlerine ‘iffet denetimi yetkisi’ veren yönetmeliğine karşı “bekâret kontrolüne hayır” eylemleri başladı. 1998 de bekâret kontrolünün savcının izni ile yapılmasına dair genelge yayınlandı. “HASAN TAN REKTÖR OLAMAZ” Ortadoğu Teknik Üniversitesi rektörlüğüne 1977 yılında Prof. Hasan Tan atandı. 9 ay süren boykot ve 8 Haziran’da Ertuğrul Karakaya’nın jandarma tarafından öldürülmesinin ardından Tan istifa etti. İLK BÖBREK NAKLİ İngiltere’de Leeds General Infirmary Hastanesi’nde, dünyada ilk kez insandan insana başarılı böbrek nakli yapıldı.


7 ŞUBAT 2012 YARIN

Gençliğin sorunu tinerci olmak değil, işsiz kalmak! Erdoğan “Öğrenci formatlamak işimiz değil” dedi ama nasıl bir gençlik formatı istediğini söylemekten de geri kalmadı! Gençliğin dindar olarak yetiştirildiği eleştirisine yönelik konuşan Erdoğan, “Gençliğin tinerci mi olmasını istiyorsunuz?” dedi. Ancak genç işsizlik verilerine bakıldığında, gençliğin en büyük sorununun tinerci olma tehlikesi değil işsizlik olduğu ortada. İSTANBUL SANEM DENİZ KURAL

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz gün eğitimde Fatih Projesi adı verilen projenin tanıtımı nedeniyle düzenlenen törende konuştu. Konuşmasında önce eğitimle ilgili olarak yapılan Fatih projesini tanıtan Erdoğan, ayrıca gençlikle ilgili görüşlerini de açıkladı. FATİH PROJESİ NELERİ GETİRECEK? 17 ilde 52 pilot okulda uygulanacak olan Fatih projesi ile 620 bin akıllı tahta geliyor. Ayrıca sınıflara internet bağlantısı getirilecek. Okullara birer tane kamera verilecek. Ayrıca seçim döneminde sözü verilen tablet bilgisayarlar da dağıtılmaya başlanacak. Böylece pek çok ülkede yıllardır eğitimde bilişime ağırlık verilmesi modeli, Türkiye’ye gecikmiş olarak girmiş olacak. “ÖĞRENCİ FORMATLAMAK HEDEFİMİZ DEĞİL” Projenin tanıtımında yaptığı konuşmada bazı köşe yazarlarının yazılarına değinen Erdoğan; “Bir haftadır sürdürülen kampanya geçmişte de yapıldığı gibi bir niyet okuma kampanyasıdır. Öğrenci formatlamak bizim hedefimiz değildir ve olamaz. Hiç kimse niyet okuması yapmasın, 9 yıllık iktidarımız nasıl bir şey istediğimizin en önemli ispatıdır. Biz engeller aşılsın istiyoruz. Kullandığım ifade açık ve nettir. Herkes biliyor ki biz bir dayatmadan değil tam tersine özgürlükten yanayız. Bu ülke, ikna odalarında öğrencilere zulüm eden zihniyet-

lerden çekmiştir.” dedi. Ancak Erdoğan, öğrencilerin parasız eğitim istedikleri için tutuklanması, üniversitelere eylemlerde kullanmak üzere gaz bombası satın alınması gibi konulara, öğrencilere özgürlükten bahsettiği konuşması boyunca hiç değinmedi. “TİNERCİ BİR NESİL Mİ OLSUN?” Gençliği formatlamayacağını söylediği halde, kafasındaki gençlik modelini tarif eden Erdoğan; “Bir haftadır köşelerinde yazanlara sesleniyorum; bu gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz? Siz bu gençliğin büyüklerine isyankar bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Siz, bu gençliğin milli, manevi değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti, meselesi olmayan bir nesil mi olmasını istiyorsunuz? Biz, sizlerle burada anlaşamayız ama ‘çağdaş bir nesil’ derken, dindar bir nesil çağdaş olamıyor mu? Hem çağdaş hem dindar olunamıyor mu? Beyler, önce başınızı öne eğin de hem çağdaş hem dindar bir nesil nasıl yetiştirilirmiş onu bir düşünün. Dindar bir nesil özgürlüklere saygılıdır; dindar bir nesil, farklı düşüncelere, farklı inanç gruplarına da saygılıdır. O terbiyeyi alarak yetişmiş bir nesiliz biz. Bu saygının nasıl gösterilmesi gerektiğini de bugüne kadar gösterdi.” ifadelerini kullandı. Erdoğan bu konuşmasıyla, tariflediği itaatkar, sorunlara karşı sesini çıkarmayan gençlik modelini yaratmaktan da geri durmayacağının sinyalini vermiş oldu. HÜKÜMET GENÇLİĞİN ESAS SORUNUNU GÖRMEZDEN GELİYOR Oysa işsizlikle ilgili açıklanan verilere baktığımızda bile, şu an Türkiye’de gençliği bekleyen esas sorunun dindar mı tinerci mi olunacağı sorunu değil, işsizlik sorunu olduğunu görebiliyoruz. Örneğin “Ulusal Genç İstihdam Planı”ndaki verilere baktığımızda karşımıza çıkan veriler, gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını gözler önüne seriyor. 2010 verilerine göre Türkiye’de 3 milyon 46 bin genç işsiz var. Ancak burada yanıltıcı olan gerçek şu ki, bu rakam tespit edilirken 15-24 yaş arası gençlerden eğitimine devam eden-

lerin yüzde 82’si işgücünden sayılmıyor. Eğitimine devam etmeyen gençlerin ise yalnızca yüzde 41’inin istihdam edildiğini görüyoruz. Yani eğitime devam etmeyen gençlerin yüzde yalnızca 11’i işsiz sayılabiliyor, yüzde 47,4’ü ise işgücünün dışında tutuluyor. Toplam genç nüfus içerisinde 15-24 yaş grubundaki lise mezunlarının top-

lam nüfus içindeki oranı %17,7. Genç nüfusun %6,1’i yüksek öğretim mezunu. Genç işsizlerin %17,7’sini yükseköğretim mezunları oluşturuyor. Tüm bu rakamlardan anlıyoruz ki Türkiye’de genç nüfusun büyük bir bölümü iş gücünden sayılmıyor. Eğitim görmese de yine de iş gücünden sayılmayan insanlar çok. Bunların birçoğu da İŞKUR’a başvurmadıklarından ya da son 3 aydır iş aramadıkları için işgücünden sayılmıyorlar. Yani Türkiye’de dindar değil işsiz bir gençlik yetişiyor. Buradan da görebileceğimiz gibi Türkiye’de gençlik mezun işsizlik sorunu ile ciddi biçimde karşı karşıya. Daha geçtiğimiz günlerde Adana’da işsizlik nedeniyle bedenini ateşe veren genç yaştaki pazarcı Mehmet Oğuz’un bize bir kez daha göstermiş olduğu gibi; gençlik iş istiyor. Ancak hükümet gençliğe iş bulmak yerine yaratmak istedikleri genç modelini öğütlüyor.

Asgari ücretliye intibak yok Komisyon sonunda Uludere’ye gitti

Pek çok emekli ve asgari ücretlinin umudu olan İntibak Yasası’nda geri adım atıldı. İntibak Yasası ile birlikte 2000 yılından önce emekli olanların maaşı bin 159 liraya çıkarken, asgari ücretten prim ödeyen 8,3 milyon kişi, yeni emekli olduğunda maaşı 690 lirada kalacak. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), 2000 yılından önce emekli olan 1,9 milyon kişinin maaşında artış sağlayacak İntibak Yasa Tasarısı’nın hazırlıkları sırasında, önümüzdeki yıllarda emekli olacak işçilerin de durumu masaya yatırıldı. Yapılan çalışmada, şu anda ödenen primlerinin yüzde 48’nin asgari ücret üzerinden olduğu belirlendi. Bu da önümüzdeki yıllarda emekli olacak olan milyonlarca işçinin, en alt düzeyden maaş almasına neden olacak. ASGARİ ÜCRETLİYE 690 TL EMEKLİ MAAŞI 2012 yılı Ocak ayı rakamlarına göre, primleri asgari ücretten yatırılan bir işçi sadece 690 lira emekli maaşı alabilecek. İntibak düzenlemesi ile, 2000 yılından önce emekli olan ve primleri asgari ücretten ödenen bir işçi emeklisinin maaşı ise bin 159 liraya kadar çıkacak. Bu da, yeni emekliler ile eski emekliler arasında makasın açılmasına yol açacak. Bu durumda geçtiğimiz haftalarda açıklanan ve emeklilerin maaşını arttıran intibak yasasının gerisine düşen bir düzenleme getiriliyor.

SGK NE DİYOR? “2000 öncesi sistemde sosyal devlet ön planda tutulurken, 2000 yılı sonrası sistemde ise sigortacılık ön planda tutularak, emekli maaşları sisteme yapılan katkıyla orantılı hale getirilmiştir. Şu anda ödenen primlerin yüzde 48’i asgari ücrettendir. Bu nedenle 2008 yılından sonra bağlanan aylıklar giderek düşecektir. İntibak düzenlemesi ile 869 TL’yi iyileştirirken, önümüzdeki yıllarda 690 TL aylık ödemek gibi gariplikle karşı karşıya kalacağız. Bu nedenle, asgari ücretten emekli olacakların taban aylıklarında da iyileştirme yapılması gerekiyor.” EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET VERİLECEK Mİ? “Eşit işe eşit ücret” düzenlemesiyle BDDK Başkanı’nın maaşı 15 bin TL’den 5 bin 400 TL’ye indirilince, Nisan 2012’de boşalacak olan BDDK Başkanlık koltuğunun da cazibesi azaldı. “Eşit işe eşit ücret” kararnamesinden etkilenen bir başka kurum da TMSF. Öte yandan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), Merkez Bankası, Takasbank, Vadeli İşlemler Borsası (VOB) gibi kurumlar kararname dışı tutulduğu için bu kurumların başkanlarının maaşları değişmeyecek. Ancak maaşları açıklanmadığı için tam olarak bilinmemekle birlikte en yüksek maaşın aylık 40-45 bin TL ile Takasbank Genel Müdürü’nde olduğu belirtiliyor. YARIN ANKARA

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Uludere’de yaşanan katliamın üzerinden haftalar geçtikten sonra incelemeler yapmak üzere Uludere’ye gitti. Uludere’de sınır kaçakçılığı yapmaktan başka geçim şansı olmayan köylülerin askerin açtığı ateş sonucunda yaşamını yitirdiği olay için “kaza” denilmişti. 34 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın ardından devlet tarafından gerçekler aydınlatılmadığı gibi, ölenlerin ailelerine tazminat verilmek istenmişti. Tazminatı almayacaklarını belirten köylüler komisyonun geldiği ilk gün para istemediklerini, gerçeklerin aydınlatılmasını istediklerini anlatan dilekçelerini komisyona sundu. Uludere Alt Komisyonu Başkanı İhsan Şener Şırnak’ta idari amirler ve yetkililer ile yaptıkları görüşmelerin ardından, yapılan operasyonda Şırnak sınırları içerisindeki idari ve güvenlik birimlerinin kararı olmadığının anlaşıldığını söyledi. Bu bilgiyi tümen komutanı ve Şırnak Valisinin ifade ettiğini söyleyen Şener, Heronlar tarafından çekilen görüntülerin ise teknik ve dijital görüntüler olduğunu, dolayısıyla uzman olmayan birinin çıplak gözle izleyip rapor çıkarmasının mümkün olmadığını vurguladı. Ancak Şener, komisyon üyelerinin bu görüntüleri izlemek istediğine dikkati çekti. Şırnak’ta görüşmelerini tamamlayan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, kentten ayrıldı. Askeri ve idari yetkililerle görüşmelerin ardından Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün geliş amaçlarının vatandaşları ve kamu görevlilerini dinlemek olduğunu anımsattı. Üstün: “Devam eden süreç ile alakalı henüz detaylı bir bilgi vermek, soruşturmanın ve incelemenin selametine uygun düşmez. Komisyonun çalışmaları devam ediyor. Burada çok dar çerçevede bir kamu görevlisi grubunu dinledik. Şu anda bir açıklamada bulunmak, inceleme mantığına uygun bir yaklaşım değildir.” dedi. YARIN ŞIRNAK

Hakan Öztürk AKLIN YOLU

Tinerci çocukların suçu ne? Tayyip Erdoğangiller dindar bir nesil istermişler. “Ne var bunda şaşıracak?” diyorlar. Velev ki dindar! Erdoğan mücadelenin nasıl bir iktidar mücadelesi olduğunu hiç çekinmeden anlatıyor bize. Hani kimse kimsenin dinine-inancına karışmayacaktı? Ne oldu o işe? Sanki babasının atölyesinde yapılacak yeni parti kunduralardan bahsediyor. O dindar yetiştirilecek yeni kuşaklar arasında bizim çocuklar, bizim yeğenler de var mı acaba? Var ise eğer? Çocukların ne yapılacağını bize de bir sormak gerekir mi? Yoksa yüzde elli oyu alan, bütün çocuklara istediğini yapabiliyor mu? Yapabilecek mi? Erdoğan’ın aklı hükmetmiş. Yapabilirim, diyor. Bu adam hakikaten çok ölçüsüz. Hakikaten bir nesli ne yapabileceğinden bahis açabiliyor? Peki, biz ne güne duruyoruz Tayyip Bey? Sen bizim çocuklara-yeğenlere hamur gibi şekil vermeye kalkışırken, biz oturup seni mi seyredeceğiz. Senin ne haddine, demeyecek miyiz? Şunu sakın unutmayınız yüzde elli kadar bir yüzde elli var karşınızda. O yüzde elli sizin çocuklara müdahaleniz karşısında haklı bir yüzde elli olacaktır. Haklı yüzde elliler haksız yüzde ellileri çok rahat yener. Haberiniz olsun. Ne hakkınız hukukunuz var “bir nesil adına” konuşmaya, ne de Allah razı gelir bu komple nesil işine. Haa kendi çocuklarınızı hem dindar, hem çağdaş yetiştirebilirsiniz. Özal zamanında aranan TRT Genel Müdürü gibi, milliyetçi, muhafazakâr, ilerici ve çağdaş vasıflara sahip olabilirler. Ama bunu hepimizin çocuklarına yapamazsınız. Efendim Tayyip Erdoğan tinerci çocuklar ortaya çıksın istemiyormuş. Lafa bak lafa… Hadi bizi solcu olmakla suçladın tamam. El hak bizim tercihimiz. Hadi birilerini eşkıya olmakla suçladın o da kabul. Olmasaydı. Ecnebi yazar Paul Auster’e cahil dedin. E o da onun eksikliği. Yahu sen şimdi durup dururken tinerci çocuklardan ne istedin? Sen yüz yıl dindar olsan o tinerci çocukların günahsızlığına yetişebilir misin? Ey vicdansız. Senin yüreğin nasıl böyle katmer katmer kararmış. Diyelim ki yetişkin insanların hatalı hallerini kendi iradesinin sonucu olarak ele alıyorsun. İyi de küçücük yaşında sokaklara itilmiş zavallı çocuklarımızın halini nasıl buna benzer görebilirsin. Tinerci çocuk kendisi mi gidip eksi beş derecede sokaklarda kalıyor? Evde dövülmese, evde işkence görmese, evden kovulmasa bir çocuk niye evinden çıkıp sokaklarda yatar? Bütün çocukların boyunu aşan bu trajik gerçek de mi onların suçu? Hangi çocuk, çocukların sokaklarda aç-sefil yaşadığı toplumsal yapıyı yaratmaktan suçludur? Bu kadar vicdansız bir toplumu o çocuklar mı yaratmıştır yoksa sen ve senin gibiler mi? O tinerci çocuklar işsiz bıraktığın Remzi ile Fadime’nin çocukları. O çocuklar bombalarla vücutlarını parçaladığın Kürt köylülerinin kardeşleri. O çocuklar kentsel dönüşüm bahanesiyle gecekondusunu yıktığın kahırlı insanların evlatları. O tinerci çocuklar senin ezim ezim ezdiğin, iliğini kemiğini sömürdüğün, katline durmadan fermanlar çıkardığın insanların çocukları işte. Hakir göreceğine, utan. Senin vatanında ve senin toplumunda çocuklar böyle olabiliyor işte. Bunun hangi dindarlıkta yeri var? Önce onu konuş. Önce o soğukta üşüyen çocukların ellerini avunun içine al. Onlara bir tas çorba içir. Güzelce yıka onları. Sonra yatağa yatır, yorganlarını üzerlerine ört. Bir de başlarını okşa. Ağlarlarsa ağlayan gözlerinden öp. Yine de uyumazlarsa. Kocaman gözleriyle sana bakıyorlarsa hala. O zaman onlara peygamber hikayeleri anlat. Upuzun anlat. Hepsini anlat. Dindarlık o yetimlerle ilgilenmekten gayrı ne olabilir? Önce sen dindar bir nesil olup olmadığını göster. Önce sen peygamber hikayelerini yeniden hatırla. Önce sen peygamber hikayelerine bağlı kal. Telaşla konuşurken halkının sahipsiz çocuklarını harcama. hakanozturk1871@gmail.com

Diyarbakır’ı kazdıkça kemik çıkıyor Diyarbakır’daki tarihi İçkale’de insan kemiklerinin bulunduğu bölgede devam eden kazılarda insana ait bir diş ile bir kaç kemik bulundu. Sur ilçesindeki tarihi İçkale’de, bir dönem “ceza ve tevkifevi” olarak kullanılan yapının yanındaki çevre düzenleme çalışmaları sırasında insan kemikleri bulunması üzerine Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğince başlatılan soruşturma devam ediyor. YARIN DİYARBAKIR


04 SIYASET

YARIN 047 EKiM ŞUBAT2011 2012 YARIN

“Değiştirirsin-değiştiremezsin” tartışması AKP Grup başkanvekillerinin imzasıyla verilen TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi, Meclis’te görüşülmeye başlandı.Geçen hafta muhalefet partilerinin toplantı salonunu terk etmesiyle son bulan görüşmelere Meclis Genel Kurulu’nda devam edildi.Meclis Başkanvekili Meral Akşener başkanlığında toplanan Meclis Genel Kurulu, sık sık tartışmalara sahne oldu.

Andımız ve Gençliğe Hitabe tartışmaları sürüyor

Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Andımız ve Gençliğe Hitabe’nin kaldırılmasıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunurken, Bahçeli, AKP’yi “Freni patlamış, pusulası çatlamış ve dümeni kırılmış” diyerek eleştirdi. Katıldığı bir televizyon programında soruları yanıtlayan Hüseyin Çelik, Andımız ve Gençliğe Hitabe ile ilgili “Bunlar ayet mi?” diye sordu ve Atatürk’ü koruma kanunu için de “Kimseyi kanunla sevdiremezsiniz. Atatürk gibi Cumhuriyeti kuran birisinin kanunla korunuyor olması ne büyük hüsran ve garip bir durum” diye konuştu.

ankara CAN ERSOY

Muhalefet partileri teklifin İçtüzüğe aykırı olduğunu savunurken uzlaşma olmadan değişiklik yapılamayacağını vurguladılar. İktidar partisi ise muhalefetin meclisi oyaladığını öne sürdü ve kararlı olduklarını belirttiler. Geçen hafta muhalefet partilerinin toplantı salonunu terk etmesiyle son bulan görüşmelere Meclis Genel Kurulu’nda devam edildi. CHP Milletvekili Kamer Genç’in TBMM İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu da görüşüldü. Genel Kurul’da söz alan Burhan Kuzu, AKP başkanvekillerinin ortak imzasıyla verilen İçtüzük teklifiyle Kamer Genç’in sunduğu bir maddelik İçtüzük teklifinin birleştirilerek alt komisyona gönderildiğini belirterek “Alt komisyon değerlendirdi. Ve o değişikliğin bu metin içerisine uygun bulunmadığına karar verdi.” dedi ve Genç’in amacının zaman kaybettirmek olduğunu savundu.

Genç: “AKP Grup başkanvekilleri yalan söylüyor” Kamer Genç ise komisyon raporunun eksik olduğunu belirterek “Nasıl komisyon başkanlığı yapıyor” şeklinde itiraz etti. İktidarın yalan söylediğini sözlerine ekleyen Genç, AKP’nin dikta rejimi getirdiğini belirtti ve “Uzlaşma olmazsa İçtüzük değişikliği geçmez” dedi. Genç, teklifinin rapora eklenmediğini ve redde-

dilen teklifi üzerine konuşma hakkının elinden alındığını savundu.

İçtüzük değişiklik teklifi verilebilir mi? TBMM Başkanvekili Meral Akşener, “gürültü ve kavga” nedeniyle birleşimi kapatıp teklifin görüşülmesine geçmek isteyince Genel Kurul’da tartışma çıktı ve gerginlik yaşandı. Muhalefet partileri grup başkanvekillerinin İçtüzük değişiklik teklifi sunamayacağını iddia ederken AKP teklifin usule uygun olduğunu savundu. Usul tartışmasında söz alan MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, grup başkanvekillerinin İçtüzük Değişiklik Teklifi veremeyeceğini ve eğer verilirse hukukun ihlal edilmiş olacağını vurguladı. Hamzaçelebi: “Uzlaşma olmalı” CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçelebi ise “Milletvekili olarak verebilirsiniz ama grup başkanvekili olarak İçtüzük Değişikliği Teklifi veremezsiniz” dedi. Değişiklik teklifinde uzlaşılması gerektiğini savunan Hamzaçelebi, “Ama AK Parti, ‘uzlaşma için sizin kapınızı çalmayacağım’ diyor. Geçen dönem Ticaret Kanununun da aralarında bulunduğu 2 bin 988 maddelik 5 kanunu 4 günde çıkardık, uzlaşmayı o zaman gösterdik” dedi. AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli ise daha önce CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol’un İçtüzük Değişiklik Teklifi verdiğine işaret etti ve muhalefeti, görüşmeleri İçtüzüğe aykırı engellemeye çalışmakla suçladı.

Kaplan’dan siyah kurdeleli protesto Daha sonra söz alan BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan ise kürsüye yakasında siyah kurdele ile çıktı ve Teklifin İçtüzüğe aykırı olduğunu savundu. Kaplan sözlerine şöyle devam etti: “Siyah kurdele ile sizi protesto ediyorum. Milletin iradesini tek başınıza sizi belirleyemezsiniz. Bu İçtüzüğü burada görüştürtmeyiz, kürsünün başında dururuz, İçtüzük görüşmesini burada yapamazsınız. Bu uzlaşmayla olur, sizin emir ve buyruklarınız ile olmaz. Teklif geri alınsın” Akşener grupları uyardı Akşener ise “İçtüzük değişikliği hassas bir konudur. Hükümetin hızlı kanun yapma isteğiyle, muhalefetin denetim yapma imkanı arasında bir denge gözetilmelidir. Umuyorum, görüşmeler sırasında muhalefet ve iktidar bu hususları dikkate alır” diyerek, grupları uyardı. Elitaş: “Muhalefet direniyor, iktidar kararlı” Daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş Meclis’te yaşanan gerginlikle ilgili, “Gerginlik demek yanlış olur. Muhalefetin bu konuyla ilgili direnişi var, iktidar partisinin de bu konuda kararlılığı var, demek daha uygun olur. Bunu farklı sözlerle ifade etmek hoş olmuyor” dedi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in uzlaşma adına grup başkanvekilleriyle güzel bir toplantı yaptığını belirten Elitaş şunları söyledi: “Esas konu, grup

başkanvekillerinin verdiği İçtüzük Değişiklik Teklifi’ne karşı, muhalefetin çeşitli savları vardı. Onlar, ‘aynen devam etsin’ dedi. Sayın Meclis Başkanımız da orta yolu bulmak için çeşitli önermeler yaptı, yazılı olarak bir teklif sundu. Biz bu önerileri değerlendireceğiz. Esas itibariyle, düğüm noktası, İçtüzüğün 19. maddesi grup önerileri Danışma Kurulu’nun toplantıya çağrılmasıyla ilgili konu. Bizim önerimiz ‘haftanın üç günü grup önerileri gelebilsin, ama grup önerileri verenler lehinde 5 dakika konuşabilsin’ şeklindeydi. Sayın Başkan da grup önerilerinin sadece Salı günü getirilmesini söylediler. Bize verdikleri yazılı teklifte iki lehte iki aleyhte olmak üzere 5’er dakikadan olsun’ diye ifade ettiler. Biz de değerlendireceğiz.”

MHP: “Teklif geri çekilsin. Uzlaşma sağlansın” MHP adına teklifin tümünü değerlendiren Nevzat Korkmaz ise acele ile yapılan bu değişikliklerin İçtüzüğü yamalı bohçaya dönüştürdüğünü ifade etti. Ayrıca, “Meclisi verimsiz çalıştıran İçtüzüğün değiştirilmesine eskisinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır” diyen Korkmaz, daha önce hazırlanan taslak metnin yok sayılarak getirilen bu teklifte grupların ortak iradesinin olmadığını dile getirdi. Görüşlerini Kurtuluş Parkı’nda mı açıklayacaklarını soran Korkmaz, teklifin geri çekilmesini ve uzlaşma arayışı içine gidilmesini istedi.

“Darbeciler Andımız’a ilavelerde bulundular” Atatürk’ü koruma kanunuyla ilgili fikirlerini “Silah zoruyla, devlet zoruyla kimseyi kimseye kabul ettiremezsiniz. Kenan Evren Paşa şunu demedi mi: “Biz Atatürk’ü herkesin kafasına sokacağız.” Tüm okullara Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi dersi konuldu. Tıp Fakültesine de bu konuldu, ilkokuldan başlıyorsunuz üniversiteyi bitirinceye kadar.” şeklinde açıklayan Çelik, Gençliğe Hitabe’nin kaldırılması teklifine dair de 12 Eylül darbesinde ilaveler olduğunu söyledi ve şunları ekledi: Türkiye’de yaşayan yabancılar vardır. Mesela Bodrum’da yaşayan İngilizler var. Alanya’da oturan Almanlar var. Yabancılar bana mektuplar yazdılar, bakanlığımın ilk aylarında. “Biz Türk değiliz, biz Türkiye’de yaşıyoruz ve çocuklarımız Türk okullarına gidiyor. Her sabah çocuklarınızı sıraya geçiriyorsunuz ve onlara and içiriyorsunuz.” dediler. İnsani mi bu peki, doğru bir şey mi? Bahçeli: “Dünün olaylarıyla yarını kapatmaya çalışıyorlar” Devlet Bahçeli ise yaptığı yazılı açıklamada AKP Hükümeti’ni sert bir dille eleştirdi. Bahçeli yaptığı yazılı açıklamada AKP’nin, kabuk bağlamış yaraları kanatan, hukuku yağma eden ve despotik özlemlerini tatmin için her yolu denediğini söyledi. Ayrıca şunları ifade etti: “AKP’nin, Gençliğe Hitabe’den rahatsızlık duyduğu, Andımız’a el uzatmayı planladığı, İstiklal Marşı’ndan gocunduğu ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hedefine alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu öğelerini dinamitlemek için adice faaliyet yürüttüğü belirgin hale gelmiştir.” ANKARA SEVAL KUTLU

Hükümetten Suriye’ye sert tepki

ESP Genel Başkan Yardımcısı tutuklandı ESP Genel Başkan Yardımcısı Hülya Gerçek’le birlikte on devrimci hakkında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nden tutuklama kararı çıktı. Kararından ardından İzmir’de ESP üyelerinin evine polis baskını yapıldı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hülya Gerçek, İzmir İl Başkanı Meliha Kayacı, PM üyesi Görgü Demirpençe ile iki ESP üyesine, mahkeme savcısının beraat talebine rağmen toplam 80 yıllık hapis cezası verildi. 12 yıl hapis cezasına çarptırılan ESP Genel başkan yardımcısı ve ESP İstanbul İl Başkanı Hülya Gerçek, tutuklanarak cezaevine konuldu. Mahkeme, ESP İstanbul İl Başkanı Gerçek ile İzmir İl Başkanı Meliha Kayacı ve PM üyesi Görgü

İsraftan hisseler Katıldığı törende konuşan Başbakan Yardımcısı Arınç, dünyadaki krizi israfa bağlıyordu. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı tarafından yürütülen “Türkiye Grameen Mikro Kredi Programı” çerçevesinde, Bursa’da 10 mikrokredi kullanıcısına sembolik olarak çeklerinin verilmesi dolayısıyla düzenlenen törene katılan Arınç, mikro kredi uygulamasına başta kendilerinin de olumlu bakmadıklarını ve “çok garip ve kabul edilemez” bulduklarını belirtti. Arınç, dünyada ve Türkiye’de krediye ih-

tiyacı olanların bankalara gittiğini, başka kredi müesseselerinin olmadığını belirtti. Bankaların ise kredi verirken, vereceğinden daha fazla teminat istediğini, bu teminatların ipotek şeklinde olabildiğini kaydeden Arınç, bunun kapitalist dünyada her yerde aynı şekilde uygulandığını ifade etti.

“Verilen söze sadık kalıyorlar” Mikro kredi uygulamasını, “Örnekler çok olumlu, geri dönüşler yüzde 100” şeklinde öven Arınç, şunları ifade etti: “Oysa Aziz Akgül ve Muhammed Yunus bize farklı şey söylüyor; az gelişmiş veya krediye imkanı olan, kendi elinin emeğiyle namusluca çalışıp, işini kurma ve devam ettirmek isteyenlere ‘biz küçük ölçekte para verelim, ama bunun için teminat aramayalım. O insanlara güvene-

Demirpençe’ye 12’şer yıl hapis cezası vermişti.

İzmir’de polis kapıyı kırarak eve girdi Çıkan hapis cezalarının ardından, polis ESP üyelerinin evlerini bastı. Kapıyı kırarak giren polisler, evde kimseyi bulamayınca, yaptığı hukuksuz aramanın ardından kilidi değiştirerek, anahtarları da yanına alarak evden ayrıldı. ESP üyelerinin evinde bir ay önce de şüpheli bir arama yapılmış, kısa bir süre önce de evin camını kırarak içeri girenler, evdeki eşyaları karıştırmıştı. ESP il örgütleri yaptıkları basın açıklamalarıyla, devrimcilere yönelik tutuklamaları kınadı. ANKARA SEÇKİN ERDOĞAN

lim, göreceksiniz geriye dönüşler olacak, kayıp kaçak olmayacak, bu insanlar aldıkları parayla kendi ihtiyaçlarını giderebilecekler. Doğrusu buna inanmak kolay değildi. Ama bugün her yerde görüyoruz ki bu başarıyla uygulanıyor. Kadınlara, hanımefendilere veriliyor, onlar çok dürüstler, çok çalışkanlar. Aldıkları emanete sahip çıkıyorlar. ‘Bana bunu verdiniz, ben size bunu ödeyeceğim’ diyorlar. Bize kalsa başka türlü düşünürdük. Ama hanımefendiler böyle düşünüyorlar. 500 lira da olsa bin lira da olsa küçük paralarla bunu geri ödemeyi namus borcu kabul ediyorlar, verilen söze sadık kalıyorlar...”

KREDİ SİSTEMİNDEKİ sorunları mikro kredi çözecekmiş Tüm dünyanın içinde bulunduğu ekonomik krizde ülkeleri felakete götürenin

israf olduğunu savunan Arınç, “Bugün sadece bizim ülkemizi değil bütün ülkeleri batıran felaketlere sürükleyen bir hastalık var, o da israf hastalığıdır. İnanın Türkiye’de israfla mücadelede başarılı olsak, milletten vergi toplamaya ihtiyaç kalmaz.” diyerek çöken kredi sistemine de çözüm bulmuş oldu. ANKARA FATİH PEKEDİS

Suriye ordusunun sivil yerleşimleri vurması üzerine hükümetten sert tepkiler geldi. Suriye Ordusu’nun Humus’ta sivil yerleşim bölgelerini topçu ateşine tutması sonucu 200’den fazla kişinin hayatını kaybetmesi üzerine AKP Hükümeti, Esad yönetimine sert tepki gösterdi. Bülent Arınç “Üzerimize düşeni yaparız” derken, Ahmet Davutoğlu herkesin Esad yönetimine karşı kesin bir tutum sergilemesi gerektiğini söyledi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye konusunda yaptığı açıklamalarda, son derece kaygı verici gelişmeler yaşandığını vurgularken “Maalesef sivil kayıpların gittikçe arttığı bir dönemden geçiyoruz. Humus ve Şam kırsalında çatışmalar yaşandı. Büyükelçimiz ile konuştum. Bazı kaynaklar ölü sayısının 300’e kadar yaklaştığını söylüyorlar. Kaygı verici bir durum. Çatışmalar daha önce öldürülenlerin cenazelerinin alınması esnasında oluyor. Bunun rutine dönüşmüş olması bile bize kaygı veriyor.” dedi.

Davutoğlu: “Kayıtsız kalamayız” Her şeyden önce BM Güvenlik Konseyi’nin tüm gelişmeleri göz önüne alarak sivil kayıplar konusunda net bir tutum takınmasını beklediklerini ve Türkiye’nin de kayıtsız kalamayacağını belirten Davutoğlu, “Umut ederim Suriye halkı bu acıları daha fazla çekmez. Türkiye bu konuda üzerine düşen herşeyi yapacaktır. Her şeyden önce bizim nihai hedefimiz, dost ve kardeş Suriye halkının kan kaybetmesini engellemek ve onların haklı taleplerinin hayata geçirilmesine katkı sağlamaktır.” dedi. Arınç: “Üzerimize düşeni yaparız” Katıldığı bir toplantı sonrasında gündemle ilgili soruları yanıtlayan Arınç, “Büyük bir üzüntü duyduk. Üzüntü verici bir olay. Suriye’de devam eden katliam haline gelen öldürme olayları bir süredir. Türkiye’nin gündeminde önemli yeri işgal ediyordu. Hükümet olarak Suriye’de olan olaylara seyirci kalmayacağımızı her defasına söylüyorduk.” dedi. ANKARA ÇİLER KAYABAŞI


05

703ŞUBAT OCAK 2012 YARIN

Hakikatleri Araştırma Komisyonu,

Neden kurulmak istenmiyor? BDP’ni 17 bin faili meçhul cinayetin aydınlatılması ve faillerinin ortaya çıkartılıp yargılanması için meclise verdiği Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurma önerisi AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Gerekçesi ise Mehmet Metiner’e göre, BDP ve CHP taleplerinde samimi değiller. Yani daha ‘içten’ isterlerse neden olmasın? ankara can çoksöyler

Şu sıralar faili meçhullerin aydınlanmasını istemeyen neredeyse yok gibi. Cumartesi Anneleri 358. haftadır Galatasaray Lisesi önünde bunun mücadelesini veriyor. Başbakan dahil neredeyse tüm hükümet yetkilileri sözler veriyor özürler diliyor, dilek ve temennilerde bulunuyorlarsa da her defasında ancak bir arpa boyu yol kat edilebiliyor. Her adım bir toplumda bir heyecan yaratsa da çözüm eylemi yarım kalıyor, umut beklemeye alınıyor. Sorulduğunda herkes gözaltında kayıplar, faili meçhullerin, tarihte insanlığa derin yaralar açmış katliamların aydınlatılmasını ve devlet nezdinde hesaplaşılmasını istediğini belirtse de bir samimiyet sorunu olduğu ortada. Ancak kim daha samimiyetsiz asıl tartışmalı soru bu.

AKP’ye serbest, BDP’ye yasak TBMM Genel Kurulu’nda BDP’nin faili meçhullere ilişkin Araştırma Komisyonu kurulması önergesinin tartışmasında tablo çok netti. Önerge lehine söz alan BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, BDP’nin Diyarbakır’da yapılan kazıları yakından takip ettiğini belirterek, “Takip edenlerden birisi de benim. Cesetler ortaya çıkar çıkmaz olay yerine gittim ama maalesef uzun uğraştan sonra tek başıma inceleme fırsatı buldum. Tabii bunu yapmak için savcılarla görüşmem gerekti. Ama iktidar partisinin bütün bakanları, milletvekilleri hatta ilçe yöneticileri bile izin almadan inceleme yapabildi. Bu tip olaylarda boş polemiğe gerek yok. Yapılması gerekenler var. İlk andan itibaren bütün yetkililerin net açıklamalarda bulunmaları lazım” dedi. Tan, Türkiye’nin her yerinden cesetlerin fışkırdığını belirterek, Diyarbakır’daki kazıların restorasyon çalışması sonucunda

çıktığını, ama AKP hükümetinin “Biz kazı yapıyoruz” edasıyla ortaya atladığını söyledi.

‘Kemikleri bırak, çek sorununa bak’ Diğer taraftan daha lehte sözler alınırken dahi AKP tasarıya karşı net tutumunu belirledi. Öyle ki Tan’ın ardından söz alan AKP Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, Meclis’in gündeminin değiştirilmesine karşı çıktıklarını bundan dolayı BDP’nin önerisinin aleyhinde oy kullanacaklarını kaydetti. AKP Isparta Milletvekili Recep Özel ise, bir yandan faili meçhullerin üzerine en çok AKP’nin gittiğini ileri sürerken, bir yandan ise toplumun Çek Kanunu’nu beklediğini bundan dolayı BDP’nin önerisini kabul etmediklerini ve Çek Kanunu’nun görüşülmesi gerektiğini söyledi. AKP’ye göre hakikatlerin araştırılması veya toprağın altından insanlara ait kemiklerin çıkması çek sorunundan geri planda bulunuyordu. ‘Vicdanlarınızda heyelan oldu’ CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise, önergenin lehinde söz alarak AKP’nin faili meçhul cinayetler ve kayıplar konusunda sarsılmaz bir karşı duruşu olduğunu, ancak bu duruş devam ettiği müddetçe bunun karşısında duracaklarını söyledi. Tanrıkulu, hükümetin kemiklerin üzerini örtmeye kalkıştığı her dönemde kemiklerin yerlerinden çıktığını belirterek, “Orayı çok iyi biliyorum. JİTEM’in merkeziydi. Fikri Özgen’i yakından tanıyordum. Orada JİTEM Merkezi’ndeydi ama o dönem savcıyı oraya götüremedim. Onun annesi halen mücadele veriyor ama biz burada bir komisyon dahi kuramıyoruz. Yazıklar olsun hepimize” dedi. Tanrıkulu’nun bu sözü üzerine AKP sıralarından bağrışma yaşanınca Tanrıkulu, “Üzerinize alınacağınıza gelin komisyon kuralım. Sizin millet-

vekiliniz “Orada heyelan oldu.” diyor. Evet heyelan oldu vicdanlarınızda heyelan oldu. Biz komisyon kuramazsak hepimiz o heyelanın altında kalacağız” dedi.

AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner bu konuda tam tersi yönde düşünüyor.

Nerede kalmıştık? Meclisteki bu tartışmalar akıllara diğer failleri açıkta kalan insanlık suçlarını getirdi. Geçenlerde Başbakan Erdoğan, Dersim Katliamı ile ilgili özür dilemiş bu konunun da üzerine gideceğini açıklamıştı. Ancak bu konu ile ilgili olarak da herhangi bir gelişme yaşanmamış oldu. Cumartesi Annelerinden Berfo Ana’nın gözaltında kaybedilen oğlu Cemil Kırbayır ise devletin ‘kaybettiğini’ itiraf ettiği ilk kayıp olmuştu. Gelinen noktada ise yüzlerce sayfalık komisyon raporu, failler, deliller olmasına rağmen ne bir savcı konuyu araştırmak üzere görevlendirildi ne de bir dava açıldı. Devletin arşivlerinde kayıtlı olduğu bilinmesine rağmen Cemil’in de diğerleri gibi hala daha bir mezarı yok. Samimiyet sorgusunda AKP hem sınıfta kalıyor gibi gözükse de

‘İstersek komisyon kurarız’ Metiner’e göre BDP Kemal Burkay’a üzülmediğinden samimiyetsiz, bu nedenle de komisyonu hak etmiyor. Yoksa komisyon mantıklı bir öneri olarak gözüküyor. Metiner komisyonun reddedilmesinden sonra yaptığı açıklamada, konuyla ilgili araştırma önergelerini reddetmelerinin Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmasına karşı oldukları anlamına gelmediğini belirterek, “Günü geldiğinde böyle bir komisyonu kurar ve etkin çalıştırırız. Ama zaten biz faili meçhuller konusunda gerekeni yapıyoruz” dedi. Nihayetinde kabul etmedikleri önerge için ise Hrant için ’Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek sokaklara çıkan BDP’li milletvekilleri, niye ’hepimiz Orhan Miroğluyuz, Kemal Burkayız, Şıvan Perveriz demiyor?” diye konuştu. Ayrıca, faili meçhul cinayetler konusunda CHP ve BDP’nin samimi tavır içinde olmadığını söyledi.

500 gün süren tiyatro Rıdvan Turan’ da ortada 500 gün süren bir tiyatro olduğunu ve bunun artık sona emredildiğini gördüklerini söyledi. 21.yüzyıl Türkiye’sinin temel karakterinin terör olgusu olduğunu belirten Turan, herkesin terör olarak değerlendirilebileceğine dikkat çekti. Anadilini konuşmak isteyen, demokratik haklarını kullanmak isteyen herkesin terör kapsamına sokulduğunu söyledi.

Sabahat Tuncel de Hrant davasında, KCK davasında, Devrimci Karargah için tutuklanan devrimcilerde açıklamalar yaptıklarını, mahkemenin, yargının bağımsız olmadığına işaret ettiklerini söyledi. Duruşmanın sonucunda savcı tutukluların yargılanmasının devamını talep etti ve mahkeme bir sonraki duruşma tarihinin 30 Nisan günü görülmesine karar verdi. YARIN GÜNCEL

Delilsiz, iddiasız tutukluluğa devam

Kim yargılanıyor mahkeme de bilmiyor Sıra Kimde İnisiyatifi, Devrimci Karargah davasında 500 gündür tutuklu olan SDP ve TÖPG üyelerinin serbest bırakılması için İstanbul Beşiktaş Adliyesi önünde eylem yaptı. Eylemde EHP, SDP, TÖPG, ÖDP ve ESP, duruşmanın devrimcileri içeri almak için tezgahlandığını, haksız yere 1 buçuk senedir tutuklu olan arkadaşlarına daha fazla hukuksuz muamelelerde bulunulmamasını istediler. AKP’nin ileri demokrasi örneğini insanları durduk yere içeriye alarak asılsız iddianamelerle tutmaya çalışmakla gösterdiğine işaret eden inisiyatiften EHP Genel Başkanı, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan ve BDP Milletvekili Sabahat Tuncel konuşma yaptılar.

Uzun: “Adaletin gerçek sesi biziz” Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Sibel Uzun konuşmasında sosyalistlere karşı yürüten tasfiyenin haksız ve hukuksuz yere yapıldığına dikkat çekerek sosyalistleri ne kadar tutuklu tutsalar da rehin alsalar da sosyalistlerin mücadelelerinden vazgeçmeyeceğini belirtti. Adaletin toplumun kendi vicdanı olduğunu belirten Uzun, kapitalist sistemde işsizliği yaratanların yargılanması gerektiğini, gerçek adaletin Hrant’ın katillerini serbest bırakanları yargılaması gerektiğini söyledi. Roboski Katliamı’nda 34 Kürt köylüyü katledenlerin neden hala yargılanmadığına dikkat çekti

Büyükanıt’a e-muhtıra soruşturması Yaşar Büyükanıt döneminde yayınlanan ve e-muhtıra olarak adlandırılan bildiriyle ilgili Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı vekilliğince soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 367 oy aranması konusunda baskı yapılıp yapılmadığı da araştırılacak. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı vekilliği, 27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinden yayınlanan “e-muhtırayla” ilgili soruşturma başlattı.

Büyükanıt’ın ifadesi istendi 30 Ağustos 2011 tarihinden bir gün önce Genelkurmay Başkanlığı’nın siteden kaldırdığı muhtırayla ilgili şimdi de savcılık soruşturması başlatıldı. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı vekilliği tarafından başlatılan soruşturma kapsamında dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve dönemin kuvvet komutanlarının da ifadesinin alınması bekleniyor.

12 Eylül iddianamesinin savcısı yürütecek 27 Nisan e-muhtırasıyla ilgili yapılan suç duyurularını birleştiren Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’nin açtığı soruşturmayı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin yürütüyor. Çetin, 12 Eylül iddianamesini de hazırlanmıştı. Savcı Çetin’in başlattığı soruşturma kapsamında, Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesindeki e-bildirinin kimin talimatıyla yayınlandığını ve cumhurbaşkanı seçim sürecinde 367 oy talebi arkasında baskı olup olmadığını da araştıracak. Erkan Mumcu ve Ağar 367 oylamasına neden katılmadı? Bu kapsamda oylamaya katılmayan Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu ve DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın baskıya uğrayıp uğramadığı da araştırılacak. Savcılık, İstanbul Özel Yetkili Savcılığı’ndan, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” başta olmak üzere, 27 Nisan dönemine ait belgeleri de isteyecek.

Gülsüm Kav

ANA FiKiR

Yaşam hakkının ötesinde

Türkiye’de kadınların sokak ortasında kurşunlanarak, ağır dayakla veya bıçaklanarak öldürülmelerinin tarihi çok uzun. Ancak belli bir zaman önce, cinayetler de değişmeye başladı. Sadece ölen kadınların sayısının artması değildi söz konusu olan. Giderek cinayetlerin niteliği de değişti: daha önce görülmemiş türden testereyle bedeni parçalanan, bütün ailesiyle birlikte yakılan, özellikle çocuklarının gözleri önünde öldürülen kadınların nasıl haber yapılacağı bile bir meseleydi. Şimdiye kadar iş gören “aşk cinayeti”, “kıskançlık cinneti” gibi sahtekar başlıkları atmak zorlaştı. Ardından “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” sloganı tarih sahnesine çıktı ve o başlıklar bir kez daha atılamadı. Bu anlamda 2010 yılında başlayan Münevver davası önemli bir köşe taşı oldu. Türkiye’de kadınların kurtuluş mücadelesinin güncel görevinin, öncelikle kadınların yaşam hakkını sağlamak olduğunu düşünen çeşitli kurumlardan kadınlar bir araya geldi ve mücadele başladılar. Yaşam hakkından öte haklar olduğunu biliyorlardı; bir “matem hakkı” için mücadele eden Cumartesi Annelerinden. Bir kez daha öğrendiler; şimdi karşılarında değil yaşam hakkı, kadınların “beni çocuklarımın yanında öldürme” yakarışları vardı. Ama tarih yalnızca acı biriktirmez, mücadeleyi de biriktirir. İşte Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun örgütsel, hukuksal, politik mücadelelerin devamlılığı sonucunda önce cinayetler toplum gündemine taşındı, ardından kadınları korumakla ve adaleti sağlamakla sorumlu olanların yakalarına yapıştı kadınlar. Her gün, her hafta, her ay eylem yaptılar, veri topladılar açıkladılar, her cinayet haberine koştular, her davada müdahilliği zorladılar. Daha yola çıkar çıkmaz kadınları koruyan yasa talep etmeye başladılar. 2010 yılı 25 Kasım günü yağmur altında meclis önündeydiler, ellerinde gerçekler ve o gerçekleri değiştirecek fikirleri vardı, meclise taşıdılar. Toplumun yarısını oluşturan kadınların yaşam hakkını, toplumun oylarıyla orada olan siyasetçiler çözmek zorundaydı. Çözemiyorlarsa eğer, kadınların değil Türkiye’nin, dünyanın bütün kadınlarının gülebilmesi için fikirleri vardı. Yasa mücadelesi anlamında Ayşe Paşalı davası da ikinci köşe taşı oldu. Ceza konusunda kazanımla sonuçlanan bu davadan sonra yasal süreçler daha fazla önem kazandı. Meydanlarda sloganlarla başladı herşey. Sorarak, arayışla devam etti. Yasa taslağı ilk haliyle çocuktu, sonra 2011 8 Mart döneminde kadın milletvekilleri aracılığı ile meclise sunulan halinde büyümüş olgunlaşmıştı. Ve kadınlar mücadeleye başladıkları zamandan da iddialı ve öfkeliydiler. Geçen süre içinde cinayetler azalmak bir yana her gün artış gösterdi. Devlet ölümlerin gerçek bir kaydını tutmadığı gibi, haberdar olabildiğimiz apaçık görünen ölüm sayısını ise “cinayetler artmıyor, bilinirlik artıyor” diye yorumluyordu. Bunu kabul etsek ne olacakki? Sonuç ortadayken; kadınlar hergün öldürülüyorken, dün de zaten öldürülüyorlardı demek ne demek? Yaz boyunca ölümler durmadı. Kadınlar unutmadı. Tatile gitmedi. Ölen kardeşlerinin suretlerini Temmuz sokaklarına taşıdılar. Meclise verdikleri yasa için her gün “peşinizdeyiz” dediler. Nihayet Kasım 2010’dan Eylül 2011’e neredeyse 1 yıla yakın zaman sonra yasa ile ilgili bir adım atıldı. Ama devamı gelmedi. Aynı süre içinde Şike davası için, çok sayıda antidemokratik KHK için, hızla yürütülen yasa yapım süreçleri, her gün üçer beşer ölen kadınlar için neden bu kadar yavaş işliyordu? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu her seferinde sordu bu soruları ve sonunda Ocak ayında Bakanlık çok sayıda kadın örgütüyle toplandı. Çok sayıda öneriyle zenginleşen yasayı, eksiğiyle gediğiyle Bakanlar Kurulunda onayladı. Şimdi bir elimizde kadınları korumak için hiç değilse bir dayanak olan yasa maddeleri, diğer elimizde hala kaybettiğimiz kadın yüzleri var. Bizim mücadelemiz uzun. Biz size sadece yasa maddeleri değil, kadınların yüzlerini gösteriyoruz, görün. O maddeleri uygulamadığınız her anda, size bakacak o kadınların gözleri. Kadın Bakanlığı’nı kurmadığınız her gün, yine bakacak. Nereye giderseniz gidin, isterseniz deniz aşırı ülkelere gidin, öyle yüzleri ve o yüzlere adanmış mücadele eden örgütlü kadınları bulacaksınız. Dünyanın bütün kadınlarının gözleri üzerinizde, bunu bilin. gulsumkav@gmail.com

Sevag’ın ölümünde tutanak rezaleti

24 Nisan 2011’de askerliğini yaptığı Batman Kozluk’taki Gümüşörgü Jandarma Karakolu’nda Kıvanç Ağaoğlu adlı askerin silahından çıkan kurşunla hayatını kaybeden Sevag Şahin Balıkçı’nın öldürülmesine ilişkin davanın son duruşmasında, olayın hemen ardından, bir buçuk saat içinde birbiriyle çelişen iki farklı tutanak hazırlandığı ortaya çıktı. İki metindeki ‘ince’ farklılıklar olayın örtbas edilmeye çalışıldığı şüphesini akıllara getirdi. YARIN GÜNCEL


06 EMEK

047EKiM 2011 YARIN ŞUBAT 2012 YARIN

İş Güveliği Yasa Tasarısı iş cinayetlerine çözüm olacak mı?

Ocak ayında 62 iş cinayeti yaşandı

OSTİM, iş kazası değil cinayet!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Ocak ayı iş cinayetleri raporunu açıkladı. Rapor’a göre 62 işçi hayatını kaybetti. Aralık ayında ise 52 işçi hayatını kaybetmişti. İş cinayetleri her ay artarken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, İş Güvenliği Yasa Tasarısı hakkında Milletvekillerini bilgilendirdi.

OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde yaşanan iki patlamada hayatını kaybeden 20 işçi, ölümlerinin 1.yılında anıldı.

“DOSYADA BİLİRKİŞİ RAPORU YETERLİ DEĞİL” Dilek Gürer’in kardeşi Demet Gürer yaptığı basın açıklamasında, 20 canlarını yitirirken, 1 yıldır her gün yüreklerinin dağlandığını ve seslerinin kulaklarında olduğunu belirtti. Patlamaların yaşandığı iki işyerinin ve denetiminde sorumlu olan kurumların ‘hukuki ve cezai sorumluluğu’nun yeterince ortaya çıktığına inandıklarının altını çizen Gürer, ‘’Dosyada bilirkişi raporunun yeterli olmadığını düşünüyoruz. Mahkemenin bütün sorumluların eksiksiz yargılanmasına yarayacak, bilirkişi raporu oluşturulması için karar vermesini istiyoruz. Sorumlu kamu kurumları ve temsilcileri için tefrik edilerek soruşturması devam eden dosyanın, neticelendirilmesi ve birleştirilmesini istiyoruz. Kaybettiklerimizin anısına saygımızı temsilen, Ostim ve İvedik’te bir park yapılmasını istiyoruz’’ dedi.

ankara SAVAŞ KOCAKAYA

Ocak ayında 62 iş cinayetinde 6 ölüm İstanbul’da; 5’er ölüm Antalya, Balıkesir ve Konya’da; 4’er ölüm ise İzmir, Maraş ve Kırıkkale’de yaşandı. Diyarbakır’dan İstanbul’a çalışmak için gelen 5 genç işçi yangında önce zehirlenerek sonra yanarak yaşamını yitirdi. Bu durum işçilerin barınma sorununun, çalışma hayatının parçası olduğu, çalışırken ölenlerin, barınırken de korunamadığını gösterdi. Diğer yandan Maraş’taki Kandil Barajı inşaatında ise 3 işçi hayatını kaybetti. Baraj işçilerinin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne verdiği bilgilere göre ölümlere yoğun ve uzun iş saatleri ile alınmayan önlemler yol açtı. İşçiler ölümlerin artacağına dikkat çekiyorlar.

SİLİKOZİSTE 50. ÖLÜM Yine son dönemde en çok bilinen meslek hastalığı olan kot kumlama işçilerinin maruz kaldığı silikozis hastalığından dolayı bir işçi daha Ocak ayında hayatını kaybetti. Böylece tespit edilebildiği kadarıyla son on yılda silikozis sonucu hayatını kaybeden kot kumlama işçisi sayısı 50’ye yükseldi. SGK istatistikleri yine eksik ve yanıltıcı! Raporda, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun

2010 yılına ait iş kazaları ve meslek hastalıkları verilerini açıkladığı da hatırlatıldı. SGK istatistiklerinin ait olduğu yıl meydana gelen kaza ve hastalıkları değil, “SGK’nın sözkonusu yılda incelemesini tamamladığı” olayları yansıttığına dikkat çekilerek SGK istatistiklerinden yıllara göre sonuç çıkarmak yanıltıcı olduğu belirtildi. “Yine de SGK verileri değerlendirildiğinde 2009 yılı verilerinde 1171 olan iş kazası sonucu ölümlerin 2010 yılı verilerinde 1434’e yükselerek %22,5 arttığı görülmektedir.” denildi.

İşçi sağlığı ve güvenliği mücadelesi, emek hareketinin asli örgütlenme sorunudur! Raporda, İş cinayetlerinin her geçen gün daha da artması ‘güvencesizlik’ ve ‘örgütsüzlük’ gerçeğini çıplak bir biçimde gözler önüne serdiği, sözleşmeli, taşeron çalıştırma koşullarının egemen olması ve giderek gerek sendikal anlamda gerekse tüm düzeylerde işçi örgütlüklerine uygulanan baskı, yoğunlaşmış ve uzatılmış çalışmanın işçi ölümlerini artıracağı vurgulandı. Zonguldak’ta 2011 yılı Şubat ayında toprak altında kalan işçilerin üzerinden yakın zamanda tam bir yıl geçmiş olacağının belirtildiği raporda, devletin işçi sağlığı bir yana ölüsünü bile çıkarmak için çaba göstermediği belirtilirken,

“Hızlı bir biçimde devletten ve sermayeden bağımsız bir işçi sağlığı ve güvenliği politikası oluşturulması için mücadele verilmeli” denildi.

İŞ GÜVENLİĞİ YASA TASARISI İŞ CİNAYETLERİNİ ÖNLEYECEK Mİ? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, AKP TBMM Grup toplantısında İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısıyla ilgili bilgi verdi. Faruk Çelik, işyerlerinin risk sınıflarına ayrılacağını ve 1-9 işçi çalıştıran yerlerde iş sağlığı güvenlik bedelini SGKnın ödeyeceğini söyledi. Faruk Çelik “Yasayla özel-kamu ayrımı olmaksızın ve çalışan sayısına bakılmaksızın tüm işyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları tarafından risk değerlendirmesi yapılacak. Çelik: “Risk değerlendirmesiyle işyerinde çalışanların sağlık ve güvenliğini etkileyecek tehlikeler belirlenerek gerekli tedbirler alınacak. İşyerleri tehlike durumuna göre (az tehlikeli-tehlikeli-çok tehlikeli) şeklinde sınıflandırılacak. 1-9 işçi çalıştıran işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmet bedeli SGK tarafından karşılanacak. 10-49 işçi çalıştıran işyerleri, aylık 72 TL ila 159 TL arası maliyetlerle Ortak İş Sağlığı ve Güvenliği Birimlerinden uzman ve hekim hizmeti alacaklar. 50 üzerinde işçi çalıştıranlar için mevcut şartlar devam edecek” diye konuştu.

MEVCUT ŞARTLAR VE TAŞERONLAŞMA ÖLÜMLERİ ARTTIRIYOR Bu arada, taşeron isçilerin haklarıyla ilgili İş Kanunu’nda değişiklik üzerinde çalıştıklarını da bildiren Çelik, taşeron işçilerin Kıdem Tazminatı sorununun fonlu sisteme geçişle çözülmüş olacağını söyledi. Faruk Çelik, Türk-İş’in geçtiğimiz 21. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, taşeron işçilerin durumuyla ilgili olarak’’Çalışma saati 12, izin yok, örgütlenme yok, tazminat yok. Kölelik gibi bir yaklaşım var, bunu Çalışma Bakanı olarak söylüyorum. Bu konuyu gündemimize aldık. Taşeron olarak çalışanların hakları, çalışma saatlerinden izinlerine örgütlenmeye kadar neler yapılabileceği konusunda ben değil, biz karar vereceğiz. Düzenlemeye mutlaka kavuşturacağız’’ demiş ve ardından, devletin kamuda 426 bin taşeron işçisi çalıştırdığını itiraf etmişti. İş Sağlığı ve İşçi Güvenliği’nin raporunda bahsedilen 62 ölümün çoğu taşeron çalışma biçiminden kaynaklanmakta. Kıdem tazminatının fona geçilmesiyle taşeronlaşma bitmeyecek daha da artacaktır. Bütünüyle güvencesiz, kuralsız, esnek bir çalışma yaşamı ortadan kalkmadan iş cinayetlerinin biteceğini söylemek güç gözüküyor.

Toplu İş İlişkiler Kanunu Tasarısı’nda reform yok!

“2821 Sendikalar Kanunu” ve “2822 Toplu Sözleşme, Grev Lokavt Kanunu”nu bir kanunda toplayan “Toplu İş İlişkileri Kanunu” 31 Ocak’ta Bakanlar Kurulu tarafından Meclis’e geldi.

HAZIRLANAN DÜZENLEME ILO’YA AYKIRI Disk yaptığı açıklamada, “getirilen öneriler, sunulan gerekçeler, hazırlanan taslaklar, başta ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri olmak üzere Avrupa Sosyal Şartı, BM Ekonomik, Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi gibi birçok sözleşmeyle birlikte Anayasa’nın 90. Maddesine de aykırıdır. Bu sözleşmelerde belirtilen hükümlere aykırı olarak yapılmış hiçbir düzenleme, özgürlükçü bir nitelik taşımayacak ve işçi sınıfının hak ve özgürlükleri konusunda hiçbir yarar sağlamayacaktır.” dedi. Yapılan açıklamada yapılan düzenlemenin neden anayasaya ve bir çok sözleşmeye aykırı olduğu ve reform niteliği taşımadığı şu gerekçelerle açıklandı:

Demokratikleşme adı altında yapılan Anayasa değişikliğine rağmen; -İşkolu, işletme ve işyeri barajlarını koruyan, - Yasaklarla dolu mevcut toplu sözleşme düzeninin korunmasında direnen, -Toplu sözleşme hakkını; tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımlamayan, - Yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen, - Genel grev, hak grevi dahil bütün grev engellerini ve yasaklarını, grev ertelemelerini ve zorunlu tahkimi koruyan, - Sendikalara ve toplu sözleşme düzenine devlet müdahelesini ve baskısını ortadan kaldırmayan, - Sendika üyeliğinin ve temsilciliğin güvencesini sağlamayan bir yasa “reform” olarak nitelendirilemez.

YÜZDE 3’LÜK İŞ KOLU BARAJI KANDIRMACA Açıklamada, tasarıda yüzde 10 olan işkolu barajının

yüzde 3’e düşürülmesinin reform gibi sunulduğunu belirek, “Oysa, aynı kanun tasarısında kimi işkollarının birleştirilerek 28’den 18’e indirilmesi karşısında, yüzde 3’lük işkolu barajının kimi işkollarında bugünkü yüzde 10’dan daha büyük bir sayıya denk geldiği gözlerden kaçmamalı” denildi. Bu durum şu örnekle açıklandı: “En fazla işkolu birleşmesi, 14 numaralı ulaştırma ardiye ve depoculuk işkolundadır. Birleşen beş işkolunda çalışan işçi sayısı Ekim 2011 SGK verilerine göre 791 bindir.2009 verilerine göre ise yüzde 180 artış vardır. “Yüzde 3 üzerinden hesap yaparsak, bu işkolunda barajı aşmak için 23 bin 730 üye gereklidir. Sendikaların birleşmediği ve üye sayılarını artırmadığı varsayılırsa, halen işkolu barajını aşmış 6 sendikadan yalnızca biri yüzde 3 barajını aşabilmektedir. 2009 istatistiğinde baraj aşmış beş sendika ise yetkisiz kalacaktır. İşte sembolik barajın, gerçek etkisi budur.” Tasarıdaki baraj uygulamasına beş yıllık geçiş süreci verilerek, tepkiyi azaltmaya çalışıldığı belirtildi.

ESNEK ÇALIŞMAYA ZEMİN Disk’in üzerinde durduğu bir diğer nokta ise Kıdem Tazminatı Fonu kurulması, Bölgesel Asgari Ücret Uygulanması ve Özel İstihdam Büroları eliyle “ucuz emek” yaratılarak güvencesiz çalışma koşullarına zemin yaratılacağıdır. Bu tasarı tartışmaları çerçevesinde DİSK’in yetkisiz kalarak kapanacağı tehditlerine de tepki gösterilen açıklamada, “Sendikaların yetkisi örgütlü gücüdür. Örgütlü gücü barajlara sığmaz” dendi. DİSK, Üçlü Danışma Kurulu’nda yer alan Türk-İş ve Hak-İş’i de bu tasarıya güçlü şekilde muhalefet etmeye çağırdı. YARIN EMEK

“SORUMLULARIN HEPSİ YARGILANSIN” Patlamada ölenlerden Satılmış Şimşek’in eşi Fazilet Şimşek de, acılarının aynı olduğunu ve dinmediğini söyleyerek, ‘’Eşimin içinde olduğu binada 20 kişi hayatını kaybetti. Konuşulacak bir şey kalmadı. Sorumluların hepsi yargılansın istiyoruz’’ ifadelerinin kullandı. Şimşek, tüp firması sahipleri ile işyeri sahiplerinin birbirini suçladığını söyledi. Patlamadan sekiz ay sonra başlayan davada üçü tutuklu, dokuz kişi yargılanıyor. Şu ana kadar dört duruşma gerçekleştirildi. Son duruşmada, mahkeme heyeti, patlamanın yaşandığı işyerlerinde son beş yılda denetim yapılıp yapılmadığının Sanayi Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Büyükşehir Belediyesi, Yeni Mahalle Belediyesi, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu, İvedik ve Ostim Organize Sanayi Bölgesi yönetiminden ayrı ayrı sorulmasını talep etti. Bir sonraki duruşma 17 Şubat’ta görülecek. YARIN EMEK

TÜİK çalışanları iş güvencesi istedi

BES İstanbul şubeleri, TÜİK İstanbul Bölge Müdürlüğü önünde başta TÜİK’te çalışan 4/C ve günvencesizler için kadro güvenceli istihdam talepli eylem yaptı. TÜİK çalışanlarının yoğun olarak katılığı eyleme diğer BES üyeleri de katıldılar. BES İstanbul 2 Nolu Şube Başkanı Nevin KAPLAN basın metninde şunlara değindi:

“İş güvencesi istiyoruz” 4/C’li çalışanların, çalışma koşullarında iyileştirmeler beklediklerini fakat bu taleplerin görmezden gelindiğini, bununla birlikte üzerlerindeki iş yükünün sürekli olarak arttığını ve hiçbir maddi karşılığı olmayan fazla mesailer eliyle yaşadıkları mağduriyetin büyütüldüğünü aktaran Kaplan, iş güvencesi amirin iki dudağı arasında olan 4/C’lilerin idari baskılarla da karşı karşıya kaldığına dikkat çekti. Kamuda çalışanlar arasında ayırımcığa son verilmeli Açıklamanın devamında, TÜİK’te çalışan lise mezunu bir 4/C’linin 965 TL, üniversite mezunu bir 4/C’linin ise 1050 TL maaş aldığı, fazla mesai ücretlerinin de bu düşük ücret içinde değerlendirildiği, en düşük memur maaşı bile layık görülmeyen 4/C’li emekçilerden, sürekli olarak daha fazla ve daha “özverili” çalışmalarının istendiği aktarıldı. Başbakan’ın seçim öncesi “devlet kurumunda çalışılan tüm sözleşmeli personel, kadroya alınacak” sözlerini hatırlatan Kaplan, söylenen sözlerin seçim vaadinden öteye gitmediğini söyledi. Kaplan “Anayasa’nın ‘kanun önünde eşitlik’ ilkesi gereği, kadro talebimizin dikkate alınarak iş güvencemizin sağlanmasını, kamuda çalışanlar arasındaki ayrımcı uygulamalara son verilmesini istiyoruz” dedi. YARIN EMEK

7 şubat 2012 salı

editörler

tasarım

dağıtım

SANEM DENİZ KURAL İBRAHİM KESKİN SELÇUK KAYGISIZ BERNA GÖRGÜLÜ MELİKE ÇINAR aslıhan pehlivan RIFAT ÇAPAR DENİZ ADIBELLİ ELİF KARAN CAN ÇOKSÖYLER EMİNE AHISLA FATİH PEKEDİS GÜRKAN KÖSE EZGİ CEREN AĞTAŞ KAAN ARSLAN osman erdem

6 aylık abonelik: 25 tl sanem deniz kurAl adına yapı kredi hesap no: 229/8873511 ıban:tr38 0006 7010 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: tr34 0006 4000 0016 2002 4659 88

imtiyaz sahibi genel koordinatör adres

basıldığı yer

sayı: 18

fadik temizyürek emre öztürk rumeli c. matbaacı osmanbey s. no 67/4 şişli / istanbul aspaş asya paz yay. dağ. tur. rek. aş. evren mah. günay sk no: 4 bağcılar / istanbul

ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: tr28 0001 0006 15577226 8550 01 garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: tr90 0006 2000 03100006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: tr57 0004 6001 6488 8000 1775 42 abonelik için tel: 0 507 516 85 35 yaringazetesi@yarinhaber.net


07 EKONOMi Ocak enflasyonu açıklandı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Ocak ayında Tüketici Fiyatları Endeksinin (TÜFE) yüzde 0,56, Üretici Fiyatları Endeksinin (ÜFE) yüzde 0,38 arttığını açıkladı. Ocak ayı itibariyle yıllık enflasyon ise TÜFE’de yüzde 10,61, ÜFE’de yüzde 11,13 artış gösterdi. Enflasyonun beklentileri çok üstünde değerlere ulaşmasına ise hükümet tarafından bir açıklama yapılmadı. istanbul ibrahim keskin

TÜİK’in 2003 baz yıllı verilerine göre, Ocak ayında TÜFE bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,61, ÜFE ise yüzde 11,13 artış gösterdi. Aralık ayı itibarıyla 12 aylık ortalamalara göre yıllık enflasyon ise tüketici fiyatlarında yüzde 6,95, üretici fiyatlarında ise yüzde 11,11 düzeyinde gerçekleşti. Türkiye’de Ocak ayında tüketici fiyatlarında (TÜFE) yüzde 0,56, üretici fiyatlarında ise yüzde 0,38 artış meydana geldi. Ocak itibarıyla yıllık enflasyon ise TÜFE’de yüzde 10,61, ÜFE’de yüzde 11,13 oldu. Piyasada Ocak ayı TÜFE beklentisi yüzde 0,46 ile yüzde 0,60 arasında idi. Merkez Bankası’nın Ocak ayı ikinci beklenti anketinde de Ocak ayı TÜFE beklentisi yüzde 0,62, yılsonu yıllık TÜFE beklentisi ise yüzde 7,22 olarak belirlenmişti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2012 yılı Ocak ayında aylık bazda enflasyon TÜFE’de 0,56, ÜFE’de yüzde 0,38 artış gösterdi. TÜFE’de bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,61, 12 aylık ortalamalara göre yüzde 6,95 artış meydana geldi. Bir önceki yılın aynı ayına göre TÜFE’de en yüksek artış yüzde 18,53 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda gerçekleşti. Çeşitli mal ve hizmetler yüzde 17,63, ulaştırma yüzde 12,90, gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 11,67, ev eşyası yüzde 11,65 ile en yüksek artışın gözlendiği harcama grupları oldu. Ocakta endekste yer alan 444 maddeden 55’inin ortalama fiyatlarında değişim olmadı, 277 maddenin ortalama fiyatlarında artış, 112 maddenin ortalama fiyatlarında ise düşüş gerçekleşti. Üretici fiyatları da arttı 2012 yılı Ocak ayında ÜFE’de aylık bazda yüzde 0,38, yıllık bazda yüzde 11,13

Başbakan olmak isteyenler İŞKUR kurslarına!

İş ve İşçi Bulma Kurumu hizmette sınır tanımıyor. İŞKUR’un internet sitesinde işsizlere meslek edindirmek için açtığı kurslar bölümünde yok yok. Başbakan, Cumhurbaşkanı ya da aile hekimliği haneleri görünüyor.

Emekliye en az 250 TL zam İntibak Yasası’yla 1,9 milyondan fazla emeklinin maaşında artış yaşanacak. En yüksek artışı 9 bin 613 emekli alacak. İntibak Yasası’ndan dolayı, 525 bin 613 kişinin aylığında 100-150 TL, 365 bin 146 kişinin aylığında 50-100 TL, 283 bin 762 kişinin aylığında 150-200 TL, 197 bin 978 kişinin aylığında 200-250 TL artış olacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan tabloya göre, İntibak Yasası’yla 2000 öncesi SSK emeklilerinden prim gün sayısı yeterli olanlardan yaşlılık, malullük ve ölüm aylığı alan 1 milyon 913 bin 442 kişinin aylığında artış olacak. Bağ-Kur’dan 1 Mart 2002 ile 31 Mayıs 2002 tarihleri arasında emeklilik talebinde bulunan 12 bin 186 kişinin aylıklarında da yaklaşık yüzde 9 artış sağlanacak. SSK ve Bağ-Kur intibakının toplam maliyeti yıllık 2 milyar 450 milyon TL olacak. En çok hak ediş 100-150 TL arasında İntibakla maaşlarda meydana gelecek artışların dağılımı şöyle olacak:

ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 11,11 artış meydana geldi. Tarım sektörü endeksinde aylık bazda yüzde 0,97, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8,44 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 4,91 artış kaydedildi. Sanayi sektörü endeksinde ise aylık bazda yüzde 0,26 artış gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,71, on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,47 artış meydana geldi. ÜFE’de Ocak’ta endekste yer alan toplam 791 maddeden 115’inin ortalama fiyatlarında değişim olmadı, 359 maddenin ortalama fiyatlarında artış, 317 maddenin ortalama fiyatlarında ise düşüş gerçekleşti. Özel kapsamlı TÜFE göstergeleri Ocak ayına ilişkin özel kapsamlı tüketici fiyatları endeksi göstergelerine bakıldığında, “çekirdek enflasyon” yerine açıklanan TÜFE göstergeleri geçen ay,

mevsimlik ürünler hariç yüzde 1,07, işlenmemiş gıda ürünleri hariç ise yüzde 0,47 arttı. Fiyatlar, enerji hariç yüzde 0,29, işlenmemiş gıda ürünleri ve enerji hariç yüzde 0,12 artış gösterdi. Enerji hariç ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri hariç fiyatlar yüzde 0,31, enerji hariç ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler, dolaylı vergiler hariç fiyatlar da yüzde 0,21 arttı. Enerji hariç ve alkollü içkiler ve tütün ürünleri, işlenmemiş gıda ürünlerinin fiyatlarında değişim olmazken, işlenmemiş gıda ürünleri, enerji ve alkollü içkiler, tütün ürünleri ile altın hariç fiyatlarda da yine yüzde 0,15 artış meydana geldi. Enerji hariç, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç fiyatlarda ise yüzde 0,08 gerileme gözlendi. Yıllık bazda özel kapsamlı tüketici

fiyatları endeksi göstergelerine bakıldığında ise “çekirdek enflasyon” yerine açıklanan TÜFE göstergeleri geçen ay, mevsimlik ürünler hariç yüzde 10,14, işlenmemiş gıda ürünleri hariç ise yüzde 10,20 arttı. Fiyatlar, enerji hariç yüzde 10,45, işlenmemiş gıda ürünleri ve enerji hariç yüzde 9,91, enerji hariç ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri hariç yüzde 9,85 artış gösterdi. Ayrıca, enerji hariç ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler, dolaylı vergiler hariç yüzde 10,23, enerji hariç ve alkollü içkiler ve tütün ürünleri, işlenmemiş gıda ürünleri hariç yüzde 9,57, işlenmemiş gıda ürünleri, enerji ve alkollü içkiler, tütün ürünleri ile altın hariç yüzde 8,76, enerji hariç, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç fiyatlarda yüzde 8,42 artış meydana geldi.

Suya aşırı zamma THD’den veto Tüketici Hakları Derneği (THD) Genel Başkanı Turhan Çakar, Anayasa Mahkemesinin su tarifeleri tespitinde, yüzde 10’dan aşağı olmayacak nispetinde kar oranının esas alınacağına ilişkin Kanun Hükmü’nün iptaline ilişkin, “Bazı büyükşehir belediyelerince yapılan insafsız su zamları dayanaksız kaldı” dedi. Tüketici Hakları Derneği (THD) Genel Başkanı Turhan Çakar, dernek merkezinde yaptığı açıklamada, THD’nin İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 23. maddesinde yer alan “yüzde 10’dan aşağı olmayacak nispetinde bir kar oranı esas alınır” hükmüne karşı Ankara 1. İdare Mahkemesinde dava açtıklarını anımsattı. Mahkemenin, bu maddenin Anayasanın 2. maddesine aykırı olduğunu öne sürdüğünü ve iptali için Anayasa Mahkemesine götürdüğünü hatırlatan Çakar, Anayasa Mahkemesi’nin

inceleme sonucunda “...yüzde 10’dan aşağı olmayacak nispetinde...” ibaresinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, “...bir kar oranı esas alınır” ibaresinin Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verdiğini ifade etti. Su kâr amaçlı olamaz “Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına göre, başta Ankara Büyükşehir Belediyesi olmak üzere bazı büyükşehir belediyelerince yapılan insafsız su zamları dayanaksız kaldı” değerlendirmesinde bulunan Çakar, şunları kaydetti: “Artık büyükşehir belediyelerinin suyu kar aracı olarak düşünmeyip, evrensel insan hakları ve evrensel tüketici hakları doğrultusunda değerlendirerek su eşittir yaşam olduğu noktasından hareket etmeleri gerekir.” Çakar, büyükşehir belediyelerinin Anayasa

Mahkemesi’nin kararına göre, suyu 1 kuruşluk sembolik bir karla tüketicinin hizmetine sunabileceğini dile getirerek, “Büyükşehir belediyelerinin bu konuda takipçisi olacağız. Hangi büyükşehir belediyesinin tüketici haklarından, insan haklarından, kamu yararından ve sosyal belediyecilik anlayışından yana olduğunu, hangilerinin olmadığını kamuoyuna ve tüketicilere açıklayacağız” dedi. YARIN EKONOMİ

Vergi ödememek için vatandaşlıktan çıkıyorlar leceği en kolay yer vergi cennetleri. İkinci neden ise daha düşük vergi oranlarından yararlanmak. Bu yüzden daha az vergi ödemek isteyen ya da vergiden tamamen kaçmak isteyen zenginler, açtırdıkları farklı offshore hesaplarıyla paralarını söz konusu cennetlere taşıyor. Küresel krizin patlak vermesinin ardından ABD ve Avrupa ülkelerinin vergi cennetleri üzerindeki baskıları her ne kadar artsa ve vergi kaçakçılığının önlenmesine yönelik ülkeler arası ikili anlaşmalar imzalansa da sistem, geçen yıllar içinde kendisine yeni cennetler yaratmaya devam ediyor. ABD üçüncü kez af çıkardı ABD’nin denizaşırı ülkelerde offshore hesapları açarak vergi kaçıran vatandaşlarına yönelik hukuki adımlarına paralel, Amerikan Gelir İdaresi yeni bir adım daha attı. Küresel kriz sonrası 2009 ve 2011’de vergi kaçıran mükelleflerine iki kez vergi affı çıkararak gelirlerini artırmayı hedefleyen IRS, 9 Ocak’ta “2012 Offshore Gönüllü Bilgilendirme Programı” adı altında üçüncü bir yeni af çıkardı. Yeni vergi affı programına göre mü-

kelleflerin son 8 yıllık periyod için gizli offshore hesaplarındaki servetlerinden yüzde 27,5 vergi ödemeleri gerekecek. Ayrıca 8 yıllık döneme ait faiz ödemeleri de gerçekleştirilecek. Yüzlerce farklı offshore hesabı açılıyor Bu konuda zenginlere hizmet veren varlık yönetim şirketleri de vergi kaçakçılığında önemli roller üstleniyor. ABD Başkan aday adaylarından Cumhuriyetçi Mitt Romney’nin vergi cennetinde hesabı olduğuna yönelik haberlerin ardından ismi gündeme gelen Bain Capital bunlardan birisi. 60 milyar dolarlık bir servet yöneten Boston merkezli şirketin sadece Cayman Adaları’nda 138 farklı offshore hesabı açtığı ortaya çıktı. ABD’nin yıllık vergi kaybı 100 milyar dolar Vergi cennetleriyle mücadele eden Tax Justice Network (Vergi Adaleti Ağı) adlı kuruluşun tahminlerine göre uluslararası bankacılık işlemlerinin neredeyse yüzde 80’i offshore bankaları üzerinden gerçekleştiriliyor. Ve sadece Cayman

Adaları’ndaki offshore hesaplarında tutulan paranın miktarı 1.4 trilyon doları buluyor. Bir diğer veri de ABD’nin global finansal kriz sonrasında başta İsviçre olmak üzere vergi cennetlerine neden savaş açtığını açıklar nitelikte. Tahminlere göre ABD’nin her yıl offshore hesaplarından ekonomideki kaybı 100 milyar doları buluyor. Vergi ödememek için vatandaşlıktan çıkıyorlar ABD dışında yaşayan zengin Amerikan vatandaşları, yüksek vergi oranlarından kaçmak için vatandaşlıktan çıkmayı tercih ediyor. IRS verilerine göre 20052010 yılları arasında 4 bin zengin ABD’li vatandaşlıktan çıktı. IRS’e göre özellikle ABD dışında yaşayan Amerikan vatandaşları için bu eğilim son 3 yılda büyük artış gösterdi. Sadece 2011’de vatandaşlıktan çıkan ABD’li sayısı 1,024’ü buldu. 1968 kuşağının da büyük tepkisini çeken zenginlerin o dönemki savunması aslında bugün yaşananlara da çok uyuyor. ‘Küresel sermayenin vatanı olmaz’ anlayışını benimseyen zenginler, o dönemde “Şapkamı çıkardığım yer benim vatanımdır” sözleri ile büyük tepki çekmişti. YARIN EKONOMİ

Merkel’in umudu Çin

Almanya Başbakanı Angela Merkel “Avrupa’daki borç krizinin çözümünde G-20 üyesi ülkeler ve özellikle Çin’e büyük iş düşüyor” dedi. Merkel, resmi temaslarda bulunmak üzere geldiği Çin’in başkenti Pekin’deki Çin Sosyal Bilimler Enstitüsünde yaptığı konuşmada, ziyaretini iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin artırılması ve uluslararası problemlerin değerlendirilmesi olmak üzere iki ana başlık altında topladı. “Avrupa’da bir Avro krizi değil borçlanma krizi olduğunu” vurgulayan Merkel, “Her AB üyesi ülkenin bu krizden dersler çıkarması gerekiyor. Üye ülkelerin kendi aralarındaki işbirliğine özel önem vermesi ve işsizlik sorununun ciddiyetle ele alınması gerekiyor” dedi. Alman Başbakan, aşırı borçlanmanın Avrupa’dan başka birçok ülkenin de yaşadığı bir problem olduğunu ifade ederek, “G-20 üyesi ülkeler olarak Avrupa’daki borçlanma krizinin çözümünde yakınmaktan çok icraat gerekiyor ve Çin’e bu hususta çok büyük görev düşüyor” diye konuştu. Avrupa’nın bu krizden güçlenerek çıkacağına inandığını ifade eden Merkel, “Avrupa, birkaç sene içerisinde bu krizi de atlatacaktır” dedi. İran’ın nükleer programına ilişkin yapılan uluslararası müzakerelerden net bir sonuç çıkmadığının görüldüğünü söyleyen Merkel, “Suriye sorunun çözümüne ilişkin BM zirvesindeki genel tavır belli. Programım kapsamında Çinli yetkililerle bu hususta da fikir alışverişi yapacağım” dedi. YARIN EKONOMİ

Almanya’da işsizlik yükseliyor

Almanya’da işsizlerin sayısı yeniden 3 milyonun üzerine çıktı. Nürnberg kentinde bulunan Federal İş Ajansı (BA) tarafından yapılan açıklamada, işsizlerin sayısının Ocak ayında, 2011 yılının Aralık ayına göre 302 bin artarak 3 milyon 82 bine yükseldiği bildirildi. Geçen yıl Aralık ayında yüzde 6,6 olan işsizlik oranının bu ay 0,7 puan artarak yüzde 7,3 ulaştığı belirtildi. Almanya’da işsizlik oranı 2011 yılı Ocak ayında yüzde 7,9 düzeyindeydi. BA Yönetim Kurulu Başkanı Frank-Jürgen Weise, iş piyasasında geçen yılki olumlu gelişmenin Ocak ayında da sürdüğünü belirterek, işsizlerin sayısındaki artışın mevsim şartlarından kaynaklandığını, iş gücü talebinin hala yüksek olduğunu kaydetti. YARIN EKONOMİ

SÖZLÜKÇE

?

Krizde vergi toplayamadığı için bütçe açığı veren Avrupa ülkelerinin zenginleri, vergi ödememek için paralarını diğer ülkelere yatırıyor. Sabah yazarı İrfan Donat’ın haberine göre, vergi toplayamamaktan şikâyet eden Avrupa ülkeleri mali krizden çıkışta kaynak sıkıntısı çekerken, vergi cennetleri, zengin elitlerin 18 trilyon dolarına ev sahipliği yapıyor. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) verilerine göre 18 trilyon dolar olduğu tahmin edilen offshore servetine İsviçre’deki hesaplar dahil değil. Kısacası, 60 trilyon doları bulan dünyanın toplam gayri safi yurtiçi hasılasının üçte biri vergi cennetlerinde gizleniyor. Dünyada her yıl ortalama 1,8 trilyon dolar kara paranın söz konusu cennetlerde aklandığını hesaba katarsak, küresel finansal sistemdeki işleyişi daha net görme şansımız olur. Peki, zengin elitler neden paralarını vergi cennetlerinde saklıyor? Bunun iki temel nedeni var. İlki gizlilik. Çünkü uyuşturucu ticareti başta olmak üzere yasadışı yollardan elde edilen haksız kazancın küresel finansal sistemde gizleneceği ve aklanabi-

7 ŞUBAT 2012 YARIN

Keynesçİlİk: Keynes, ekonomik bunalımların ve gittikçe genelleşen işsizliğin kapitalizmi temelinden sarsmaya başladığı bir sırada enflasyonist operasyonlarla ve kredilerin faiz fiyatını düşürmek yoluyla sermayenin verimliliğinin arttırılmasını önermiştir. Devlet, vergi yoluyla tüm halktan topladığı tüm paraları sermayenin emrine vererek kapitalizmin güçsüz yanlarını onaracaktır.


08 EKONOMi

047EKiM 2011 YARIN ŞUBAT 2012 YARIN

Bir yılda dış açık yüzde 47,7 arttı

Neler Oluyor?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan 2011 Aralık ve Aralık-Ocak dönemine ilişkin geçici dış ticaret verileri açıklandı. TÜİK verilerine göre Aralık ayında dış ticaret açığı 8,1 milyar dolarak olarak gerçekleşirken, Ocak-Aralık döneminde 105 milyar 879 milyon dolar oldu. Böylece bir yıldaki dış açık artışı yüzde 47,7 olarak kaydedildi.

Arnavutluk Entegrasyon Bakanı Majlinda Bregu ve Avrupa Birliği Misyon Başkanı Ettore Sequi arasında imzalanan İPA Çerçeve Anlaşmayla Arnavutluk’a 82 milyon Euro yardım verildi. Türkiye’nin enerji faturası giderek kabarıyor. Geçtiğimiz yıl ithalat için ödenen her 100 doların 22,36 doları enerji ürünlerine gitti. 106 milyar dolarlık dış açığın 54 milyar doları da enerjiden kaynaklandı.

istanbul alper alemdar

Verilere göre, 2010’da 113 milyar 883 milyon dolar olan ihracat, yüzde18,5 artarak, 134 milyar 954 milyon dolara yükseldi. İthalattaki artış ise yüzde 29,8’i buldu. Tutar, 185 milyar 544 milyon dolardan 240 milyar 833 milyon dolara çıktı. Dış ticaret açığı ise söz konusu dönemde 71 milyar 661 milyon dolardan 105 milyar 879 milyon dolara ulaştı. İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 61,4’ten yüzde 56’ya geriledi. 2011 yılı Aralık ayında, 2010 yılının aynı ayına göre ihracat yüzde 5,6 artarak 12 milyar 484 milyon dolar, ithalat yüzde 0,2 artarak 20 milyar 590 milyon dolar olarak gerçekleşti. Aynı dönemde dış ticaret açığı 8 milyar 736 milyon dolardan 8 milyar 107 milyon dolara geriledi. Takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre; 2011 yılı Aralık ayında önceki yılın aynı ayına göre ihracatın değişim oranı yüzde 5,6, ithalatın değişim oranı ise yüzde 4,3 oldu. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise 2011 Aralık ayında bir önceki aya göre ihracat yüzde 1,4 artarken, ithalat yüzde 5,5 azaldı.

getirdi. Yatırım malı ithalatı bir önceki yıla göre yüzde 29,3 artışla 37,2 milyar dolar, tüketim malı ithalatı da yüzde 20 artışla 29,7 milyar dolara yükseldi. Diğer kaleminde meydana gelen ithalat da 739 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Ekonomik faaliyetlere göre ithalata bakıldığında; imalat sektöründe ithalat, yüzde 26,5 artışla 183,9 milyar dolar oldu. Tarım ve ormancılıkta ithalat yüzde 37,8 artarak 8,9 milyar dolar, madencilik ve taş ocakçılığında ithalat yüzde 44 artarak 37,3 milyar dolar, balıkçılıkta da yüzde 46,2 artışla 48,7 milyon dolara çıktı.

En çok hammadde ithalatı TÜİK’in dış ticaret verilerine göre, 2011 yılında ithalatın değer olarak yüzde 71,9’unu ara (hammadde) malları oluşturdu. Hammadde ithalatı bir önceki yıla göre de yüzde 31,7 artışla 173,1 milyar dolar oldu. Sermaye (yatırım) malları da toplam ithalatın 15,5’ini, tüketim malları yüzde 12,3’ünü meydana

İhracat ithalatı yakalayamadı Ekonomik faaliyetlere göre ihracata bakıldığında da geçen yıl Türkiye imalat sektöründe 126 milyar dolarlık ihracat yaptı. Böylece, 134,9 milyar dolarlık toplam ihracatın, yüzde 93,4’ünü imalat sektörü oluşturdu. İmalat sektöründe ihracat, bir önceki yıla göre yüzde 19,5 artış gösterdi. 2010’da bu sektörde yapılan

Orman özelliğini yitirmiş ve 2B arazisi olarak bilinen Hazine arazilerinin satışını öngören kanun tasarısı, TBMM Başkanlığına sunuldu. Yunanistan, Almanya’nın, ülkenin devlet bütçesi kontrolünün Avrupa Birliği (AB) tarafından yapılması ve Almanya Başbakanı Merkel’in Atina’ya bir “Bütçe Komiseri” atanması önerisini tartışıyor. SPK Başkanı Vedat Akgiray, yıl ortalarında yürürlüğe girmesini planladıkları yeni bir Sermaye Piyasası Kanunu üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Dünya Bankası’ndan cari açık uyarısı Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Başekonomisti Indermit Gill, “Yurt dışından gelen para, yurt içindeki tasarrufun yerini almaya başlamışsa, bu sizin başınızı derde sokabilir. Bu para tasarrufun yerine geçmeyip yatırıma dönüşüyorsa, büyümenin yolunu açacaktır, endişelenmeye gerek yoktur.” dedi. Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser de, “Cari açık artan tüketimden kaynaklanır ve tasarruflarda düşüş başlarsa, endişelenmeniz gerekiyor. Bence Türkiye’deki durum tamamen bundan kaynaklanmıyor” değerlendirmesinde bulundu. Indermit Gill ile Martin Raiser, Hilton Oteli’nde, “Büyümenin Altın Kuralı: Avrupa Ekonomik Modeli’ne Görkeminin Yeniden Kazandırılması” başlıklı raporun sunumunun ardından, davetlilerin sorularını cevapladı. Devlet harcamaları verimsiz Raiser, ülkelerin kültürleri ve kurumlarının ekonomik

ihracat 105,5 milyar dolar düzeyindeydi. Diğer sektörlerden tarım ve ormancılıkta 5,2 milyar dolar, balıkçılıkta 186 milyon dolar, madencilik ve taş ocakçılığında 2,8 milyar dolar ihracat gerçekleştirildi. Bir önceki yılla karşılaştırıldığında madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe yüzde 4,4 artış oldu. Tarım ve ormancılık sektöründe yüzde 4,8 artış, balıkçılıkta ise yüzde 19,3 artış gözlendi. En fazla ithalat yapılan ürünler En fazla ithalat yapılan alan; mineral yakıtlar-mineral yağlar oldu. Bu kalemde, bir önceki yıla göre yüzde 40,6 artışla, 54,1 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi. “Kazanlar, makina ve cihazlar, aletler” faslında ithalat, yüzde 27,5 artarak 27,2 milyar dolara ulaştı. Demir çelikteki ithalat ise yüzde 26,7 artış gösterdi ve 20,4 milyar dolara çıktı. Motorlu kara taşıtları, traktör, bisiklet, motosiklet alanındaki ithalat ise yüzde 28,1 artarak 17,2 milyar dolara yükseldi. Elektrikli

büyüme için taşıdığı öneme değindi. Avrupa’daki büyük devletlerin büyüme için yeterli ortam yaratmadıklarını anlatan Raiser, İsveç gibi bir ülke ile Yunanistan gibi bir ülke arasındaki temel farkın, devlet harcamalarının verimli kullanılmasını sağlayan kurumlar olduğunu söyledi. Raiser, ekonomik büyümede iyi yönetimin, devlet mekanizması ile iş gücü piyasasının nasıl organize edildiğinin de önemli olduğunu dile getirdi. Raporda, cari açıkla ilgili risklere yer verildiğini hatırlatan Raiser, şunları kaydetti: “Dış dengelerdeki değişiklikler iç yatırımı ve içerideki tasarruf miktarını da etkiliyor. Cari açık, bir ülkenin daha fazla yatırım yapmasından kaynaklanıyorsa, verimlilik artışına da yol açar. Bu demektir ki, cari hesap, böyle bir durumda rekabet edebilirliği azaltmıyor. Ama diğer taraftan, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerde cari açık, ulusal tasarruf miktarlarındaki düşüşten kaynaklanıyor. Sermaye akışı bir anlamda tüketimdeki ve sürdürülemeyecek büyümedeki dengesizlikleri gidermek için kullanılıyor. Cari açık, artan tüketimden kaynaklanır ve tasarruflarda da düşüş başlarsa, endişelenmeniz gerekiyor. Bence Türkiye’deki durum tamamen bundan

man

Bozdağ’a göre tutuklu gazeteci yok

makine ve cihazlar ithalatındaki artış, yüzde 15 ile dikkati çekti. Bu alandaki ithalat, 16,8 milyar dolara yaklaştı. En fazla ihracat yapılan ürünler “Motorlu kara taşıtları, traktör, bisiklet, motosiklet” ihracatı, yüzde 14,4 artarak 15,8 milyar dolar olarak gerçekleşti. “Kazanlar, makina ve cihazlar, aletler ve bunların aksam-parçaları”nda ihracat yüzde 22,8 artışla 11,6 milyar dolar, “demir ve çelik”te ihracat da yüzde 28,5 artarak 11,2 milyar dolara ulaştı. “Elektrikli makina ve cihazlar, aksam ve parçaları”nda ihracat yüzde 18 yükselerek, 8,9 milyar dolar, örme giyim eşyası ve aksesuarları da yüzde 8,6 yükselerek, 8,4 milyar dolar oldu. “Mineral yakıtlar-mineral yağlar, müstahsalları ve mumlar”da 6,5 milyar dolar, demir veya çelikten eşyada 5,8 milyar dolar, yenilen meyvalar, kabuklu yemişlerlerde 3,9 milyar dolar ihracat gerçekleştirildi.

kaynaklanmıyor. Aldığım bilgiler ışığında şunu söylüyorum. Türkiye’de tasarruf miktarı çok düşük. Esasında cari açık, temelde düşük tasarruf miktarından kaynaklanıyor, yüksek yatırım miktarından değil. Bu bakış açısıyla yaklaştığımızda Türkiye’nin değerlendirmeye alması gereken bir konu.” Türkiye raporu yayınlanacak Indermit Gill de, Türkiye’deki yurt içi tasarrufların rolüne ve bu tasarrufların büyüme üzerindeki etkisine dair bir raporu yakında yayınlayacaklarını belirtti. Bu raporun, Türkiye’de son 10 yılda tasarrufların neden düştüğüne dair bir çalışma olacağını anlatan Gill, “Aynı zamanda yatırımlarla tasarruflar arasındaki bağlantıyı da kuracak. Yurt dışından gelen para yurt içindeki tasarrufun yerini almaya başlamışsa, bu sizin başınızı derde sokabilir. Ama yurt dışından gelen para tasarrufun yerine geçmeyip yatırıma dönüşüyorsa, büyümenin yolunu açacaktır, endişelenmeye gerek yoktur. Pek çok Doğu ve Orta Avrupa ülkesinde bu sermaye akışı büyümeye çok yardımcı oldu. Bazı Güney Avrupa ülkelerinde ise bu para tüketime gittiği için olumsuz etki yaptı” diye konuştu. YARIN EKONOMİ

GERİDE KALANLAR

Enflasyon sepeti yenileniyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), enflasyon sepeti bu yıl, 444 ürünü ve bin 169 ürün çeşidini kapsayacak. Enflasyon sepetinde, 27 bin 500 iş yeri ve 4 bin 176 konuttan her ay yaklaşık 375 bin fiyat derlenecek. Uzmanlar tarafından sürekli eleştirilen “sepetin”, yeni düzenlemeyle nasıl şekilleneceği merak ediliyor. TÜİK’in internet sitesinde yer alan duyuruya göre, 2012 yılı Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) hesaplamalarında, 2011 yılı Aralık ayı temel alınarak, Avrupa Birliği ve Birleşmiş tarafından geliştirilen Amaca Yönelik Bireysel Tüketim Sınıflaması’na (COICOP) göre grup ve madde ağırlıkları güncellendi. Bu yıl, 444 ürün, bin 169 ürün çeşidi kapsanacak, 27 bin 500 işyeri ve 4 bin 176 konuttan her ay yaklaşık 375 bin fiyat derlenecek. Fiyat derleme periyodu bazı ürünler için değiştirilirken, TÜFE’de fiyatlar, taze meyve-sebze ve akaryakıt-tüp gaz fiyatları için ayda dört kez, kiralar için ayda bir kez ve bunların dışında kalan diğer tüm ürünler için ayın 10. gününü ve 20. gününü kapsamak üzere ayda iki kez olarak derlenirken, bu yıldan itibaren gıda ve alkolsüz içecekler ana grubu içerisinde ağırlıklı olan ve ay içi fiyat değişimi yüksek olan 15 gıda ürünü için fiyatlar ayda dört kez derlenecek. Söz konusu ürünlerin, sepet içindeki ağırlığı yüzde 9,84 olacak. YARIN EKONOMİ

Macar Hava Yolları resmen iflas etti

Macar Hava Yolları (Malev) bu sabah itibarıyla resmen iflas etti. Malev Yönetim Kurulu Başkanı Janos Berenyi, Macar hükümetinin Malev’in iflas etmemesi için elinden geleni yaptığını, krizin atlatılması için çalıştıklarını, ancak tüm çabalarına rağmen gerekli maddi desteği bulamadıklarını belirterek, artık yapacakları bir şey olmadığını, iflaslarını verdiklerini söyledi. Geçtiğimiz yılsonu itibariyle biriken borçları nedeniyle ödeme zorluğu çekmeye başlayan Malev’in bu hafta başı itibarıyla her an iflas edebileceği konuşuluyordu. Malev Yönetim Kurulu Başkanı Berenyi, 3 gün önce yaptığı basın toplantısında, “Panik yapmayın, şimdilik tüm seferlerimizi aksaklık olmadan gerçekleştiriyoruz” açıklamasında bulunmuştu. Malev’in borcunun 60 milyar forint (200 milyon euro) olduğu, Avrupa Birliği’nin kabul etmemesi üzerine Macar hükümetinin Malev’e maddi katkıda bulunamadığı için iflasın kaçınılmaz olduğu belirtildi. YARIN EKONOMİ

13 bin kişi işsiz kalacak

Denizli’de iki kişi soba zehirlemesinden öldü

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, tutuklu gazeteci yok, başka gerekçelerle tutuklanmış, davaları devam eden gazeteciler var dedi. Bozdağ, “Türkiye’de kimse gazetecilik yaptığı için yargılanmıyor.” ifadelerini kullandı. “Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri nedeniyle içeride bulunan herhangi bir gazeteci yok.” diyen Bozdağ, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün “2011-2012 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”nde Türkiye’ye dair yaptığı açıklamalara ise değinmedi. Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi sıralamasında 179 ülke arasında 148. olmuştu. Raporda özellikle yargı yoluyla darbe döneminden bu yana görülmeyen bir tutuklama dalgasının yürütüldüğüne dikkat çekmişti.

Denizli’de Recep Kaya ve Ayşe Kaya adlı yaşlı çift sobadan sızan zehirli gaz nedeniyle hayatını kaybetti. Denizli Güzelköy Mahallesi’nde oturan Recep ve Ayşe Kaya’dan haber alınamaması üzerine eve gelen torunları çiftin hayatını kaybettiğini gördü. Komşuları, Ayşe Kaya ve Devlet Demir Yollarından emekli olan Recep Kaya’yı en son Cumartesi günü gördüklerini söylediler. 82 ve 78 yaşında olan çiftin sobadan çıkan karbon monoksit gazından zehirlenerek öldüğü ortaya çıktı.

Dekanı eleştiren öğrenciye inanılmaz ceza

41 kişinin öldüğü tren kazası davası zaman aşımından düştü

Öğrencilere yönelik baskıların ve soruşturmalara bir yenisi daha eklendi. Mikail Boz, okulun dekanı Yusuf Devran’ı Ekşi Sözlük’te eleştirdikten sonra “Bir yarıyıl okuldan uzaklaştırma” cezası aldı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema Bölümü 4. Sınıf öğrencisi olan, okulun en başarılı öğrencilerinden Mikail Boz, Ekşi Sözlük’te fakültesinin dekanı Yusuf Devran adına açtığı başlığına şunları yazdı : “Biraz tepeden inme biçimde getirilmiş gibi görünüyor. Kendisi daha önce Marmara iletişim’de hiç ders vermedi galiba. Buna karşın bölümde o kadar profesör varken ve kendisi daha 20 gün önce, profesör ünvanı almışken, nasıl hemen bölüm başkanlığını alabildi? Bir seçim yapıldıysa bu nasıl bir seçimdi anlaması güç doğrusu. günahını almayalım ama özgeçmişinde “Samanyolu TV” deneyimi hemen göze batıyor.

AB zirvesinde İngiltere ve Çek Cumhuriyeti dışındaki 25 üye, bütçe disiplinini güçlendirecek yeni hükümetler arası anlaşmayı imzalamayı kabul etti.

Pamukova’da meydana gelen ve 41 kişinin yaşamını yitirdiği kaza sonrasında açılan kamu davası, 7,5 yıllık zamanaşımının dolması nedeniyle düştü. Sadece iki makinistin küçük cezalar aldığı davada, bilirkişinin yarı yarıya kusurlu bulduğu raylarla ilgili sorumluların soruşturulmasına izin verilmedi. Pamukova’da 22 Temmuz 2004’te meydana gelen “hızlandırılmış” tren kazasında 41 kişi yaşamını yitirirken 100’e yakın kişi de yaralanmıştı. Bilirkişi raporlarıyla facianın ardında eski raylarla yapılan hızlı tren denemesinin olduğu ortaya çıktı. Bilirkişi raporunda, birinci makinist 8’de 3, ikinci makinist 8’de 1 ve demiryolu 8’de 4 kusurlu bulundu. Asıl suçluların bulunması için beklenen ancak birkaç kez bozulan davanın zaman aşımından düşmesi sonucunda gerçek sorumlular ceza almadan kurtuldu.

ABD’li havacılık firması American Airlines’ın sahibi AMR, yaklaşık 13 bin çalışanını işten çıkarmayı planlıyor. Geçen yıl Kasım ayında iflas koruma başvurusunda bulunan AMR, toplam çalışanlarının yaklaşık yüzde 15’ini oluşturan 13 bine yakın kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. İşten çıkarmaların 4 bin 600’ünün bakım işçisi, 4 bin 200’ünün bagaj işleyicisi, 2 bin 300’ünün uçuş görevlisi, 1.400’ünün idari personel ve 400’ünün ise pilotlar arasından yapılacağı kaydedildi. Şirket dünya genelinde 88 bin kişiye istihdam sağlıyor. Harcamalarını yıllık ortalama 2 milyar dolar azalatmayı ve yıllıkkazancını da 1 milyar dolar artırmayı hedefleyen şirket, işten çıkarmalarla personel maliyetini yüzde 20 azaltmayı öngörüyor. Geçen yılın ilk 9 ayında 884 milyon dolar zarar eden AMR’nin zararı 2001 yılından bu yana 11 milyar doları geçti. Şirketin yalnızca geçen yıl Aralık ayındaki zararı ise 904 milyon dolar oldu. Şirket kazancını artırabilmek için önümüzdeki 5 yılda New York, Los Angeles, Chicago, Dallas ve Miami uçuşlarını yüzde 20 artırmayı planlıyor. AMR Kasım ayında, borç ve maliyetleri azaltarak şirketin havacılık sektöründe rekabet gücünü geri kazanmasını sağlamak üzere iflas koruma başvurusunda bulunulduğunu açıklamıştı. YARIN EKONOMİ


09

Analizler yamalı bohça misali İşsizlik ve kriz arasındaki bağlantı nasıl kurulmalı, özellikle de yaşanan krizden sonra? Ne denmişti: -“Kriz bizi teğet geçecek”, ya da “Kriz delip geçecek”. Marksistler açısından RÖPORTAJ bu iki ifade de yanlış. melike çınar ayşen ece kavas Çünkü krizin teğet geçmesi ya da insanları delip geçmesi toplumsal sınıflara bağlı olarak değişecektir. 2008-2009 kriz sonrası Türkiye’de yaşananlara baktığımızda evet kriz hem teğet geçmiştir hem de delip geçmiştir. Marksistler için krizin bir bütün olarak Türkiye için iyi ya da kötü olması yönündeki analizler hatalıdır. Hele hele bu açıklama Türkiye’ye ilişkin iktisat disiplinin fetiş dili olan makro verilerle yapılıyorsa çok daha sorunlu oluyor. Toplumsal ilişkilere farklı sınıfların yapısal-nesnel koşulları üzerinden bakılmadığında mitleştirilmiş ulusal ekonomi veri seti ile sorunlara yaklaşılmış oluyor, bu ise bizleri gizil bir ulusalcı-kalkınmacı bakış açısına götürüyor. Ne yapmak gerekiyor o halde? Marksist kavramları öldürmek istemiyorsanız yaşanan gerçeklikle sürekli beslemeniz gerekiyor. Bu iki taraflı bir besleme olacak; ne kemikleşmiş-kabuklaşmış kavramlar ne de tek başına inanılmaz zenginliğe sahip olan olguların denizinde boğulmak. Böyle bir çerçeve için kapitalist-sanayileşmeyi ayakta tutan işleyişi (yapı değil) gündemimize almamız gerekiyor. Güncel olan içinde kaybolmamak için kavramlar ve kavramların kemikleşmemesi için yaşanan somut olgular arasında gerekli dinamik bağlantılar kurulmalı. Kapitalist-sanayileşme işleyişi tanımlayan olmazsa olmaz olan üç temel düzeyden bahsedebiliriz: üretim, realizasyon ve yeniden değerlenme. Bu üç değişken Türkiye gibi geç kapitalistleşen toplumlarda bir önceki yapısal koşullarla kopuşla kapitalizmin dünya ölçeğinde işleyişine eklemlenmeye bağlı olarak inanılmaz bir toplumsal dinamizme sahiptir. Bu sınıfların oluşum sürecidir aynı zamanda yani tarımsal yapının temel dinamiklerinden kopuşu ifade eden yapısal dönüşüm ile kapitalistleşmişsanayileşmeye özgü sermayedar ve emekçi sınıfların oluşumu anlamına gelir. İşleyiş-sınıf ilişkileri, bu anlamda, artan kapitalistler ile artan ücretli-emekçi sınıfların kendi içindeki çelişkili politik varoluşlarına yol açar. Burada gerek Türkiye’nin içinden geçtiği günümüz koşullarını gerekse politik tarafların konumunu özellikle krizle açığa çıkan konumlarını doğru tespit edebilmek aynı zamanda bu üç düzey üzerinden yeniden yeniden tanımlamamız gerekiyor. Kapitalist sanayileşmenin üzerinde yükseldiği ilişkiler sistemi olarak sürekli oluş halindeki sermaye birikim süreci üretim, realizasyon ve yeniden üretim koşulları dolayında yeniden ama sürekli yeniden ele alıp yaşanan toplumsal değişkenler dolayında tanımlama ihtiyacını gerekli kılıyor. Bu sadece bir bilme hali değil sınıfsal oluş-sınıfsal çatışma halidir. Bu anlamda da bir defa bilgisine sahip olduğumuz yasal-zorunluluk alanlarını içermez. Çünkü kapitalizm sadece meta üretimi değil; daha çok artı-değer yani değişim değeri için üretimin gerçekleştiği toplumsal ilişkileri içerir, bu anlamda yaratılan her yeni değişim değeri ve her artı-değer kapitalist işleyişin tüm toplumsal alana yayılması anlamına gelir. Kapitalizmin krizi farklılık yaratarak genişleyen kapitalist toplumsal işleyişin üretim, realizasyon ve yeniden üretim koşullarının krizi anlamına geliyor. Türkiye’de nasıl bir yapı var şimdi? Bu temel açıklamalardan sonra hemencecik şunları ifade edebiliriz, Türkiye de artık kapitalist anlamda genişleyen bir üretim sistemini ve bu üretim sistemine özgü içselsınıfsal çelişkileri içeriyor. Türkiye üzerinden bahsediyorsak Türkiye’de kapitalistler inanılmaz ölçüde ülke içinde güçlendi; fakat bu güçlenmenin kendi içinde ve doğrudan da güçlenmeye bağlı olarak kısıtları var, bu kısıtlar doğrudan üretimde yaratılan artıdeğerin daha da yoğunlaşıp-artmasını sağlayacak nitelikli girdi ya da sermaye malları girdilerine ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda kapitalist dünya birikim sistemi ile bütünleşme sadece emperyalistlerin talepleri değil daha çok ülke içinde belirli bir aşamaya ulaşmış üretken kapitalistlerin sınıfsal güçlerini

arttırma istekleri ile doğrudan ilintilidir. Bu istek aslında bizim gibi geç kapitalistleşen ülkelerin bir zorunluluğunu açığa çıkarır, o da sanayi mallarına duyulan ihtiyaç, üretim sürecinde gerçekleştirilen her artı-değer yaratma aynı zamanda yeniden üretim koşullarının artan ölçüde görece artı-değer yaratma için nitelikli teknoloji girdisine ihtiyaç duyulmasına neden oluyor. Bu ihtiyacın zorunlu sonuçları açısından Türkiye kapitalist-sınıfsal ilişkilerine baktığımızda bir yandan nitelikli ithal girdi sağlamak için ihracata yükleniyor, ama ihracat artık tarımsal üretim ve dayanıksız tüketim malları değil de görece artı-değerin de artmasına olanak sağlayan ve bu anlamda doğrudan üretim sürecinde emek-sermaye ilişkilerini değiştirecek daha dayanıklı sermaye mallarına yönelik nitelikli üretimde artış oluyor. Ama bu artış bir diğer değişken ithalatın artmasına neden oluyor. Bu iki değişken yani üretimdeki artış için uluslararası sermayelerin artan realizasyonu ama diğer yandan üretilen ürünlerin dünya pazarına sunulması yönündeki tercihten dolayı da ülke içi üretimin artan ölçüde dış dünya üzerinden realizasyonu kapitalist ilişkilerin dünya ölçeğindeki sürece artan ölçüde bağlanması anlamına geliyor. Ama bu iki olumlu ve birbirini destekleyen gelişme artık Çin’deki büyüme rakamlarını da aşan bir büyüme ve ama bu büyümenin dünya ölçeğinde gerçekleşmesine bağlı olarak ödemeler dengisinde cari açık ve daha da önemlisi üretim yapısındaki değişime bağlı olarak emeğin verimliliğini arttırma ile doğrudan ilişkili olarak işsizlik ile birlikte gidiyor. Krizin Türkiye’de nasıl bir etkisi oldu? Türkiye’deki büyük ölçekli sermayeler açısından özellikle 2001 krizinin oldukça önemli etkileri olmuştur, kriz koşulları sınıfsal açılımları ile birlikte önem kazanmıştır. AKP iktidarı hem büyük ölçekli erken birikimcileri ve hem de Anadolu’dan 12 Eylül , 24 Ocak kararlarının hızlı sonucu olan geç birikimciler ya da Anadolu sermayesi ile sermayelerin üretim, realizasyon ve yeniden değerlenme koşullarını yasal/kuramsal çerçevesini hazırlamıştır. Aslında Türkiye açısından yaşananlar kapitalist toplumsal ilişkilerin üretimden başlayarak daha fazla realizasyon ve yeni değerlenme koşulları dolayında tüm toplumsal ilişkiler üzerinde hegemonyasını inşa etme sürecidir. Bu süreç sadece üretim ve realizasyon ve yeniden değerlenme olarak; maddi anlamda ele alınamaz, yaşanan süreç aynı zamanda değerler sisteminin dönüşmesi ve insanların gündelik pratiklerini daha çok kapitalist toplumsal işleyişin belirlemelerine bağlı hale gelmiştir. Türkiye’de yaşanan bu değişimler ilk bakışta sermaye birikiminin temel belirleyeni olan üretim, realizasyon ve yeniden üretim koşullarının muazzam belirlemesi, ahtapot vari sarıp-sarmalaması anlamına geliyor, ama diğer yandan muazzam bir negatif enerji açığa çıkarıyor. Daha da açığa çıkaracak, kapitalizme özgü ısrarla işaret ettiğimiz hastalıklı olma hali değil hastalık üretme (pathogenetik) hızla devam ediyor. Ya emperyalistler, ya İMF, ya Dünya Bankası, ya dünya ölçeğinde derine işleyen kriz? Evet Türkiye’de yaşanan kapitalist işleyişi kapitalizmin işleyişi üzerinden değil de oralarda, bir yerdeki kötü çocukların yaptıkları üzerinden bakmıyorum. Türkiye’de kapitalistler emekçiler üzerinde, kadınlar üzerinde, yaşam ortamı üzerindeki yıkımını tek başına gerçekleştirmiyor. Bunun için dünya ölçeğinde kapitalist-sanayileşmenin işleyişine yine yukarıda işaret ettiğim üç temel değişkenden hareketle bakmamız gerekiyor. Kriz bu anlamda kapitalist işleyişin temel belirleyeni olan üretim, realizasyon ve yeniden üretim koşulları arasındaki içsel bağlantıların dünya ölçeğinde yaşandığı bir süreç. Özellikle erken kapitalistleşen ülkelerde aşırı sermaye birikimi üretim sürecinde erken 1970’lerde işçi sınıfının artan mücadelesi, yine geç 1960’larda kar oranın düşüşüne bağlı olarak krize girdi, 1980’ler aslında üretim de açığa çıkan bu krizi çözmek üzere emek üzerinde baskı yüklerin artmasına yönelik ülke içinde yeni koşuların yaratılmasına neden oldu (Sadece Reagan ve Thatcher’i hatırlayalım yeter) Üretim sürecinde kar oranlarının düşüşüne bir dizi çare bulunmaya başlandı. Yine ülke açısından üretken sermayelerin krize karşı ya da daha fazla krediye başvurmaları

Türkiye’de kapitalistler emekçiler üzerinde yaşam ortamı üzerindeki yıkımını tek başına gerçekleştirmiyor. Kriz bu anlamda kapitalist işleyişin temel belirleyeni olan üretim, realizasyon ve yeniden üretim koşulları arasındaki içsel bağlantıların dünya ölçeğinde yaşandığı bir süreç.

ya da bazı bazı üretken sermayelerin yeni teknolojilere yönelik yeniden değerlenme yatırımlarına yönelmesi hızlandı. Bizim gibi geç kapitalistleşen ülkeler açısından ise bir dizi önemli etkisi oldu. Ne gibi etkisi oldu? İlk elden, artan meta birikimine yani realizasyon problemi için ticari liberalizasyon denen süreci başlattı. Diğer yandan aşırı biriken sermayenin bir diğer realizasyon biçimi ise para biçiminde mekansal sınırları aşması. Bunu yine biz 12 Eylül ve 24 Ocak ile yaşadığımız finansal liberalizasyon olarak yaşadık. Ve çok daha önemli olan ise yeniden değerlenme alanı olarak bizim gibi geç kapitalist ülkelere doğrudan üretken sermaye yatırımların yatırılması yani doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artmasıdır. Bunun bizdeki karşılığı 5 Haziran 2003’de kabul edilen 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımları yasasının çıkarılması ve Başbakan’ın ifadesi ile “Ahmet ve Mehmetler değil, Hans’lar da yatırım yapmaya gelecek” oldu. Ama özellikle dolar üzerinden dünya üzerinde emperyalist egemenliğini koruyan ABD için değerlenme krizi oldukça önemli. Yukarıda işaret edilen tüm el yordamı uygulamalar yetersiz kalınca hayali yeni değerlenme alanlarına yönelme başlandı. Yeni ekonomi adı altında iletişim teknolojileri ile başlayan süreç 2001 yılında ard arda çıkan değersizleşme süreci ile tıkanırken, bu sefer aşırı sermaye birikime konu olan sermayeler yeni değerlenme alanı olarak, meta olarak paranın artan egemenliği gündeme geldi. Bu gelişmenin ulaştığı en son aşama NINJA (“No income, No job, no future”) kredileri oldu. Yani ‘işi olmayan, geliri olmayan geleceği olmayanlar’ borçlandırıldı. Paranın meta olarak değerlenme koşullarına alınması bir aşamada borçların metalaşmasına yol açtı. Artık sorun değerlenme çabasında olan sermayelerin değerlenme koşullarını yaratmak için şişirdiği balonun ne zaman patlayacağı sorunuydu. Ve patladı. 1960’ların ortasından itibaren erken –emperyalist ülkelerde başlayan üretim sürecine ait sorunlar zamanla realizasyon ve yeniden değerlenme alanına taşındı ve paraborç metalaşması ile ötelendi. Türkiye solu Türkiye’de yaşanan krizi doğru okuyabildi mi peki? Bu konuda pek konuşmak istemem. Ama

Fuat Ercan kimdir?

Prof. Dr. Fuat Ercan 1964’de Sarıkamış’da doğdu. Halen Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır. Akademik anlamda bir dizi araştırması bulunan Ercan’ın daha önce yayınlanmış çok sayıda kitabı bulunmaktadır. Bazıları ise şunlardır; Kırsal Yapıda Toplumsal Değişme, Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik, Para ve Kapitalizm, Eğitim ve Kapitalizm.

Kamu yani devlet ayakta kalabilmek için artan ölçüde kapitalist şirketler gibi davranıyor. Çünkü kaynakların önemli bir kısmını sağladığı sermaye vergi ve benzeri kamuya kaynak aktarmaya karşı isyan halinde ya da zaman içinde kaçınma yollarını inşa etti.

konuşmadan da olmuyor. Türkiye’de yaşanan krizi Marksistler anlamakta burada sayamayacağım çok sayıda hatalı okuma, yamalı bohça misali analizlerle yürüttüler. Örnek olarak neo-liberal politikaların sanayileşmeye izin vermediğini ve bu politikaların IMF-DB gibi dışsal belirlemelere sahip olduğunu söyleyen bir kesim inanılmaz bir açıklama ile kar oranlarının düşme eğilimi üzerinden krizi analiz ettiler. Diğer yandan krize ilişkin bir diğer açıklama tam anlamıyla Descartesçi bir hatayı içeriyor. Analizlerinde finansal işleyişi dinamik içsel bağlantısı olan bütünsel işleyişten kopararak analiz eden yani kendi içinde ele alan bir açıklama egemen. İlginç olan bazen kar oranları düşüş yasası dendikten sonra bu finansal işleyişi öne çıkaran ve hatta bunun kapitalizmin yeni bir aşaması olarak analiz eden kesimler var. Soruna sadece Keynesyen makro veri seti içinde bakarak analiz eden ve kendisini Marksist gösterenler, sorunu eksik tüketim krizi diyerek sadece realizasyon aşamasından hareketle ele alan bakışlar var. Ama bu ele alışların hiçbirinde işleyiş halindeki sınıfsal oluşumun dili yok. Eğer kapitalizm bu kadar yasa benzeri ve her biri kendi içinde mutlak mekanik süreçler içeriyorsa, sınıf analizi ve sınıf mücadelesi nereye düşer? Marksist analistlerin temel bir diğer problemi de krizin dünyada (genellikle Amerika’da) yaşandığı gibi yaşanacağı yönünde. Oysa yukarıda işaret etmeye çalıştığım gibi üç düzeyin dünya ölçeğinde ve Türkiye gibi ülkelerde iç içe geçen çoğul bir çerçeve içinde analiz edilmesi gerekiyor. Daha da önemlisi Türkiye gibi ülkelerin kendi iç dinamiklerinin önemli olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu anlamda dışarıdan gelen bir kriz ifadesi ile gerçekleştirilen her analiz aslında Başbakan’ın soruna yaklaşımı ile en azından metodolojik olarak birleştiler. Oysa krizi geç kapitalist ülkeler ve dahası her bir ülkenin sınıfsal dinamiklerinin kendine özgü belirleyenleri üzerinden analiz edilmesi gerekiyor. Şu açıdan soruyorum bunu, yıkılmaz denilen kapitalizm yıkılmadı ama sendeledi. Kapitalizmin krizi yukarıda işaret etmeğe çalıştığım gibi işleyiş halinde belirleyici düzeyler arası ilişkiler açısından analiz etmemiz gerekiyor. Her üç düzeyde iktisadi veya fetişleştirilecek alanlar değil; tam anlamıyla canlı-kanlı sınıf-içi ve sınıflar arası mücadele alanları. 1870’li yıllardan itibaren yaşanan kapitalizmin her krizi aynı

fotoğraf: ARINÇ KILIÇ

7 ŞUBAT 2012 YARIN

zamanda biz Marksistler için bir umudun kaynağı oldu, kapitalizmin insanlık dışı varoluşunun ortadan kalkması. Ama tarih bize tam tersi bir süreç yaşattı, ya da hayal kırıklığı yaşattı. Her kriz kapitalist sermaye birikimini daha bir güçlendirdi ve geldik bu güne. Artık kapitalizmin hastalık üreten yapısı tıpkı kanserli hücreler gibi metastaz yaparak tüm topluma yayıldı, zihinlerimiz, duygularımızı daha bir ele geçirdi. Evet tüm bu olgunlaşma süreci sermayenin daha bir güçlenmesine yol açtı. Devlet ve devletin ideolojik aygıtları çok daha etkin çalıştı. Ama aynı zamanda hastalığın değdiği her yerden de feryat-figan tepkiler yükseliyor. Kapitalizm bu anlamda feci sendeledi. Ama yıkılmadı. Yıkılması için kapitalizme karşı yükselen örgütlü yapılar gerekli. Bu örgütlenme ise, kanserli hücrelerin tüm bedene yayıldığını kabul ediyorsak, sadece ve sadece işçiler üzerinden biçimlenen bir ideolojik ilke, sadece ve sadece yoksullar üzerinden yükselen bir ideoloji ve politik yapılanma, sadece ve sadece yaşam ortamlarını –çevrenin tahrip edilmesine karşı yükselen bir yapılanma değil, bunları içeren ve dahası bunlar arasında oluşturulacak çapraz dayanışma ağları ve platform tarzı bir araya gelişler ve bu bir araya gelişlerin sistematik bir biçim alması gerekiyor Üçüncü köprü meselesini nasıl analiz etmeliyiz? İki değişken üzerinden bakmamız gerekiyor; kamu ve sermaye. Sermaye grupları nasıl hareket eder? Bir alana yatırım yaptığında o alanın kısa, orta ve uzun vadeli getirilerine bakar. Üçüncü köprü meselesinde ifade edilen rakamlar çok mu çok büyük idi (ihale bedeli 6 milyar dolar idi) Bu konuda sermayelerin değerlenme alanı olarak niye girmediler ayrıca analiz etmemiz gerekiyor. Öğrendiğimiz kadarıyla (Nereden tabii ki Zaman Gazetesi) ihale için teklif alan firma sahiplerinden biri Zaman’a; “Devlet tarafından verilen garantiler düşük olduğu için teklif vermediklerini” söyledi. Ama bildiğimiz bir şey var kamu yani siyasi iktidar bu işte oldukça kararlı. Bir süredir işaret ettiğim gibi kamu yani devlet ayakta kalmak için artan ölçüde kapitalist şirketler gibi davranıyor. Çünkü kaynakların önemli bir kısmını sağladığı sermaye vergi ve benzeri kamuya kaynak aktarmaya karşı isyan halinde ya da zaman içinde kaçınma yollarını inşa etti. Ama şimdi devlet ve onun daha operasyonel hali olan kamu teşkilatı ayakta kalmak için sahip olduğu tüm siyasi yetkiler ile sahip olduğu her şeyden kaynak sağlamaya yöneliyor. Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne siyasal iktidarın ilgisini Davos toplantılarında da şahit olduk. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan toplantıda Üçüncü Boğaz köprüsünün entegre yapısının büyüklüğü finans ve güvence sorunu yarattığı için kendi içinde parçalandığını (bağlantı yolu ve otoyol sistemi olarak tek bir proje olarak dizayn edilmişti ) ve üçüncü köprü ve sadece bağlantı yolu olarak biraz daraltıp bu daralmış haliyle tekrar bir yap-işlet-devret ihalesine çıkma kararı aldıklarını açıkladı.


04 EKiM 2011 YARIN 7 ŞUBAT 2012 YARIN

Gençler panelde işsizliği tartıştı Gençler Meydana İnisiyatifi, 3 Şubat Salı günü İstanbul Eczacılar Odası Konferans Salonu’nda, “İşsizsek, Borçluysak, Zenginlerden Çoksak Gençler Meydana” adlı bir panel-forumu düzenlediler. Panelde ekonomik kriz, diplomalı işsizler ve gerçek genç işsizlik rakamları konuşuldu.

Eleştiriye tahammül yok Türkiye’de üniversite öğrencileri, sürekli olarak susturulmaya, bir şekilde engellenmeye çalışılıyor. Son günlerde öğrencilere verilen cezaların yoğunlaşması, üniversitelerde demokrasinin YÖK tarafından nasıl işletilmediğini tekrar gösterdi. Eleştiriye 11 ay hapis Basılmamış kitabın toplandığı, gazetecilerin tutuklandığı, emekçilerin ve Kürt halkının sürekli olarak baskı altına alınılmaya çalışıldığı şu dönemde, hükümet tarafından ülkemizde demokrasinin ilerlediği söyleniyor; fakat bunun ne kadar doğru olduğu çok şüpheli bir yerde duruyor. Son olarak Evrensel gazetesinin ‘Genç Hayat’ adlı ekinde, Karadeniz Teknik Üniversitesi rektörü ile yönetimini eleştiren ve yolsuzlukla suçlayan Orman Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 22 yaşındaki Gizem Görnaz, 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Basında üniversite aleyhine bilgilerin yer alması yargı tarafından ağır bir şekilde cezalandırılırken, Görnaz, ’Yakarım KTÜ’yü de yakarım’ başlıklı yazısında, üniversiteye kayıt sırasında ‘bağış’ adıyla alınan 100 liralar nedeniyle üniversite yönetimini yolsuzlukla suçlamıştı. Eleştiriye yarım dönem uzaklaştırma Bunun yanında, internet ortamında yazılıp çizilenler de ceza nedeni olmaya başladı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Mikail Boz’a, Dekan Yusuf Devran hakkında Ekşi Sözlük’e yazdığı bir yazıdaki ifadeleri hakaret kabul eden disiplin kurulu tarafından 1 yarıyıl uzaklaştırma cezası verildi. Bu kararla beraber, 3,96 ortalamasıyla aynı zamanda okul birincisi olan Boz’un öğrenim hayatı bir yıl sekteye uğruyor ve aldığı burslar kesiliyor. Fakülte dekanlarının seçimle iş başına gelmesi gerektiğini düşünen Boz, yazdığı entryde Devran’ın fakültede 4 ayını tamamlamadan ‘tepeden inme bir biçimde’ dekan olarak atanmasını eleştirmişti,

İSTANBUL BERNA DÜLGER - İLDER ÖNAL

Gençler Meydana İnisiyatifi’ni ve dünyadaki ayaklanmaları anlatan belgeselle başlayan panel, Sosyal Politikacı Prof. Dr. Meryem Koray, Daima Yazarı Hakan Öztürk, Ekonomist Prof. Dr.Ahmet Tonak ve Gençler Meydana İnisiyatifi Merkezi Sözcüsü Işı Kurt’un konuşmalarıyla devam etti. “Wall Street eylemleri örgütsüzlüğü desteklediği için zayıfladı” Ahmet Tonak “Kriz halinde olduğumuzu görebilmek için solcu olmak, Marksist olmak gerekmiyor. Gerçekler apaçık ortadayken, akademisyenler de burjuvazinin avukatları da krizin var olduğunu kabul edebiliyor.” diyerek gerçeklerin üstünü örtmenin mümkün olmayacak bir noktaya ulaştığını belirtti. Wall Street eylemlerinin örgütsüz olmasının bir disiplinsizliğe sebep olduğunu ve bunun direniş açısından belirleyici bir kriter olduğunu söyledi. “Biz %99’uz” sloganı tamamiyle akıl ürünü Hakan Öztürk; dünyada olan ayaklanma ve isyanların bilinçsizce sadece belli durumların sonucu olarak gerçekleşmediğine değindi Bunun en büyük göstergesi olarak da Wall Street direnişçilerinin “biz %99’uz, onlar %1” sloganlarının tamamen akıl ürünü olduğunu, insanların artık kadere boyun eğmek yerine düşünerek, mantık yürüterek kapitalist sistemden başka bir alternatif olabileceğini tüm dünyaya bir kez daha anlatmalarını vurgularken, facebook üzerinden

bir örgütlenme olmadığını insanların akıllarıyla bir araya geldiğini anlattı. “Emek sömÜrüsü için gelir adaletsizliğine bakmanız yeterli” Sosyal Politika Profesörü Meryem Koray

ise kapitalizmin var olduğunu görmek için işsizliğe, emek sömürüsüne, gelir adaletsizliği konularına bakmamızın yeterli olduğunu, kavramlar üzerine düşünerek içinin doldurulması gerektiğinin altını çizdi. IŞIL Kurt: “Gerçek işsizlik rakamlarını açıklayın.” Gençler Meydana İnisiyatifi Merkezi Sözcüsü Işıl Kurt ise konuşmasında bilimsel verilere değindi: “Ulusal Genç İstihdam Eylem Planı” nda yer alan rakamlara baktığımızda manipülasyonu görebiliyoruz. 2010 ve-

rilerine göre Türkiye’de 3 milyon 46 bin genç işsiz vardır. Bu sayıya nasıl varılmış? Yine 2010 verilerine göre 15-24 yaş arası gençlerden eğitimine devam edenlerin yüzde 82’si işgücünden sayılmıyor. Eğitimine devam etmeyen gençlerin yüz-

de 41’i istihdam ediliyor. Yüzde 11’i işsiz sayılıyor. Yüzde 47.4’ü işgücü dışında. Toplam genç nüfus içerisinde 15-24 yaş grubundaki lise mezunlarının toplam nüfus içindeki oranı %17,7. Genç nüfusun %6,1 ‘i yüksek öğretim mezunu. Genç işsizlerin %17,7’sini yükseköğretim mezunları oluşturmaktadır. Tüm bu rakamlardan anlıyoruz ki Türkiye’de genç nüfusun büyük bir bölümü iş gücünden sayılmıyor. Eğitim görmese de yine de iş gücünden sayılmayan insanlar çok. Bunların bir çoğu da İŞKUR’a başvurmadıklarından ya da son

3 aydır iş aramadıkları için işgücünden sayılmıyorlar. Yani rakamlar oldukça manipülatif. Bizlerin ise ilk talep etmesi gereken bu durumda gerçek işsizlik rakamlarının açıklanması oluyor. Biz bu zamana kadar üniversite öğrencilerinin işsiz sayılmasını istediğimizi sürekli dile getirdik. Çünkü biz okurken çalışma ihtiyacı duyuyoruz. Bu rakamların açıklanması ise işsizlik rakamlarında net olarak 3 milyon işsizi daha açığa çıkarıyor.” dedi Ayrıca konuşmasında dünyadaki durumun Türkiye’de de yaşanacak olduğunu, bunun kaçınılamayacak bir gerçek olduğunu ifade etti. “İstanbul’un yarısı yıkılacak” Forum bölümünde ise Doç. Dr. Çiğdem Şahin’in kentsel dönüşüm üzerine konuşması ile devam etti. İstanbul’da kentsel dönüşüm projelerinin kentin yüzde 50’sini hedeflendiğini belirten Şahin, ABD’de ortaya çıkan Mortgage krizinin bir benzerinin ileride Türkiye’de ortaya çıkacağını açıkladı. Kentsel dönüşüm projeleri neticesinde pek çok insanın evlerinden atılacağını ve evsiz kalacağını belirtti. “Muhabir etiğini rekabet öldürdü” DİHA Muhabiri Evrim Kepenek kapitalizm baskısı altındaki habercilik üzerine bir konşma yaptı. Rekabet anlayışının muhabirler arasında çok yaygın oluduğunu ve bu rekabetin çalışma etiğini tamamen ortadan kaldırdığını dile getirdi. Muhabir olarak fazla para kazanmanın yolunun hükümet yanlısı haber yapmaktan ya da var olan haberleri çarpıtmaktan geçtiğini belirtti.

Ömer Dinçer’den yeni çözüm: Eğitim fakültelerini kapatmak

Bir süredir atamaların yetersizliğiyle işsiz bırakılan öğretmenlerin gündeme gelmesiyle, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den çözüm önerisi geldi: “Eğitim fakültelerini kapatacağız.” Ömer Dinçer, öğretmen kaynaklarını planlanmasıyla ilgili bir birim oluşturduklarını söylerken “Nerede, hangi alanlarda ve ne kadar öğretmene ihtiyacımızın olacağını belirledik. Onun üzerinden biz eğitim fakültelerine öğretmen yetiştirmeleri konusunda bir yönlendirme yapacağız.” dedi. Atama bekleyen fakat atanmayan 300 bini aşkın öğretmenin olduğu göz önünde bulundurulduğunda ve yine her yıl mezun olan öğretmenler hesaba katıldığında yıllarca sadece üniversite kontenjanlarını arttıran YÖK, sonunda doğal sınırlarına ulaştı. Eğitimin paralı olduğu Türkiye’de herkesin eğitim göremeyeceği Ömer Dinçer tarafından da kabul edilmiş oldu.

Atamalar mezun sayısından az Eğitim fakültelerinin çokluğundan yakınan Dinçer, “Sürekli eğitim fakülteleri açılıyor. Bu yıldan itibaren eğitim fakültelerinin açılışına onay vermeyeceğim. Ama zaten eğitim fakülteleri bir sürü mezun veriyor. Fen edebiyat fakülteleri, ilahiyat fakülteleri gibi fakültelerden pedagojik formasyonla öğretmen olunabiliyor.” dedi. Dinçer’in açıklamasıyla birlikte mezun olan öğretmen sayısı ve atamalar arasındaki fark da gözler önüne serildi. “Atama bekleyen öğretmen sayısı 264 bin. Sadece eğitim fakültelerinden bu yıl mezun olan 43 bin. Diğer fakülteleri ayrı ayrı hesap edecek olursak

73 bin. Bu kadar arkadaşımızın öğretmen olmalarını beklemeleri ne kadar gerçekçi olacak. Bu çocuklarımızın hatası değil. Bu sistem problemi.” diyen Dinçer, işsizlik sorununa girmek yerine yeni mezun olmuş ya da mezun olacak bir çok öğretmenin esas sorununa değmeden geçiyor. Şubat atamalarında sadece 17 bin öğretmen atayan Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin işsizlik sorununu çözmek bir yana, halen atama bekleyen öğretmenleri oyalama yolunu seçiyor.

ankara arınç kılıç

Hasarlı okulda eğitim vermeyene soruşturma Van’da meydana gelen depremden etkilenen Patnos’ta kaldıkları binalar ve okullar hasar gördüğünden, okulların tatil edilmesi için eylem yapan öğretmenlerden 88’i hakkında soruşturma açıldı, 7 öğretmene ise işten el çektirildi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise öğretmenlerin deprem korkusunu suistimal ettiğini savundu. Depremin ardından Patnos Öğretmenevi ve özel pansiyonlar kullanılamaz hale geldiği için çadır talebinde bulunan, talepleri karşılanmadığı için eylem yaptıkları gerekçesiyle haklarında soruşturma açılan öğretmenlerin durumu meclise taşındı. “Sendikalı mısınız?” Eylem yaptıkları gerekçesiyle 150 öğretmen polis tarafından sorguya alındı. Sorguda öğretmenlere, “Hiç ceza evine girdiniz mi, daha önce gözaltına alındınız mı, sendikalı mısınız?” gibi sorular soruldu. Şahin , öğretmenlerin ifadelerinin alınmasının sebebini ise, “Hava karardıktan sonra kaymakamlık ve ilçe emniyet müdürlüğü binası önündeki Atatürk Bulvarı’nı trafiğe kapatarak yasaya muhalefet ettiler” iddiasına sığınarak anlattı. Öğretmenlerin hasar görmüş binalarda tekrar deprem olur korkusuyla eğitim vermemek istemelerinin yasal olmadığından kabul edilmediği dile getiren Şahin, Öğretmenleri “deprem korkusu hassasiyetini suistimal eden şahsiyetler “ olarak adlandırdı. Öğretmenler hasarlı binalar yüzünden yaşamlarını kaybetmek istemediklerini dile getirdikleri bir eylem yaptıkları için “suistimal eden şahsiyetler” oldular. yarın EĞİTİM

Öğrencilere verilen tabletleri veliler satıyor

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Özel Okullar Birliği “Dijital Çağda Eğitimde Fırsatlar ve Sorumluluklarımız” adlı bir sempozyum gerçekleştirdi. Sempozyumda, eğitim için dağıtılan notebooklar ve tabletlerden yola çıkarak teknolojinin eğitime katkısı konuşuldu. Sempozyumda konuşan Prof.Dr. Ziya Selçuk “Bazı dershaneler çocuklar notebook’ları yanlarında getirdikleri ve derslerde Facebook’a girdikleri için dershaneye getirmelerini yasaklamış. Bazı aileler ise ucuz fiyata dağıtılan notebook’ları satmış. Bazı aileler de güvenlik gerekçesiyle, yani çalınacak diye istenmiyor. 6. sınıfların başarısı düşmüş” dedi. Temel eğitim sorunlarını çözmek yerine göz boyamak için dağıtılan tabletler öğrencilerden çok velilere yarıyor. Krizinde etkisiyle iyice çıkmaza düşen veli çareyi çocukların tabletini satmakta buluyor.

İngilizce öğretmeni bulmak zormuş Son olarak diğer ülkelerden İngilizce öğretmeni alacaklarını açıklayan Milli Eğitim Bakanlığı’na yanıt yıllardır ataması yapılmayan İngilizce öğretmenlerinden gelmişti. Ancak Dinçer’in son yaptığı açıklama bunu yalanlar nitelikteydi. Her ihtiyaç duyulan alanda yetişmiş öğretmen olmadığını ifade eden Dinçer, “Mesela rehberlik, İngilizce öğretmeni bulmakta sıkıntı duyuyoruz. Bunu nasıl telafi edeceksiniz.” dedi. Üniversitelerde bilim bitiriliyor Eğitim fakültelerinin kapatılması için YÖK’e talepte bulunacak olan Milli Eğitim Bakanlığı, kapatılmasını isteyeceği diğer bölümleri Fizik, Kimya, Biyoloji ve İlköğretim Matematik olarak açıkladı. Bilimsel üretim anlamında nitelikli eğitimin verilmediği bu bölümlerin kapatılması, üniversitelerde bilimselliği de bitirmek anlamına geliyor. Dinçer desteklenecek alanları ise Okul Öncesi öğretmenliği, Rehberlik, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Bilişim Teknolojileri, Teknoloji ve Tasarım, İn-

HACETTEPE ŞU AN İÇİN BİR ÖRNEK Hacettepe Üniversitesi’nde ise, diğer üniversitelerin tersi olarak öğrenciler hakkındaki tüm siyasi soruşturmalar iptal edildi. Rektör Murat Tuncer üniversitede öğrencilerle beraber toplantılar yaparak üniversite hakkında kararlar alırken, öğrencilerin şiddet içermeyen tüm eylemlerinde özgür olduğunu belirtiyor.

gilizce, Türk Dili ve Edebiyatı, Zihinsel Engelliler Sınıfı Öğretmenliği, Beden Eğitimi, Müzik ve Matematik bölümü olarak açıkladı. İSTANBUL CAN ERSOY

Eğitimin niteliği teknolojiyle artmaz Dünya genelinde yapılan araştırmalarında yer verildiği sempozumda, teknolojinin eğitim üzerindeki etkisinin sadece %1 olduğundan bahsedildi. Teknoloji, bilgiye ulaşmak adına çok önemli ancak, eğitimin temel taşları arasında kesinlikle bulunmuyor. yarın EĞİTİM


7 ŞUBAT 2012 YARIN

“Tasarruf planları ölümcüldür”

Philippe Askenazy, CNRS’te araştırmacı, Paris Ekonomi Okulu’nda öğretim görevlisi, Le Monde gazetesinde köşe yazarıdır. Askenazy, 1970 ve 2010 yılları arasında Fransa’daki istihdamdaki düşüşü ve ekonomik büyümeyi analiz ediyor. 2011 Kasım ayından itibaren Fransa’da 3 milyondan fazla işsizin bulunduğu bu dönemde Askenazy ile bir röportaj gerçekleştirdik: Fransa’da bizi kitlesel işsizliğe mahkum eden bir « kötü şans » var mıdır ? Kriz halinde, özellikle Fransa’ya özgü bir kötü şans durumu yoktur. Fransa’daki işsizlik oranı İspanya’dakinden ya da İrlanda’dakinden düşüktür. 2011 yılında Fransa’nın durumu ABD ya da İngiltere ile benzerdi. Ancak asıl can yakan konu topluma bir soluk verecek olan ekonomik büyüme halinde istihdam yaratılamamasıdır, bu da toplumsal olarak kabul edilebilecek olan bir işsizlik oranını yakalayamamamız anlamına geliyor. Fransa bu noktada diğer Avrupa ülkelerinden ayrılıyor. İşsizlik Fransızları en çok ilgilendiren konuların en başında geliyor. Bu istihdam yaratamama durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz ? « Kör Onyıllar » kitabımda savunduğum bakış açısı öngürüsüz bir şekilde yöneticilerimizi seçmiş olmamız yönünde. Bu öngörülü bir seçim de uzun dönemli bir ekonomik büyüme ya da işsizliğin çözümüne neden olamaz, ama en azından topluma bir soluk aldırabilir. ABD’de, Bill Clinton’ın yeni ekonomisi ancak bu türden bir öngörülülük çerçevesinde düşünülebilir. Margaret Thatcher’ın ultra-liberalizmi her şeyi City’de bir finans merkezi yaratmaya yönlendirmişti. Frsanız yöneticiler de bu öngörüsüzlükten nasibini aldılar. Birçok girişimci, ünlü uzmanlar kendi önyargılarına hapsoldular ya da kendi mesajlarını toplumun kararı olacak şekilde sunmadılar. Fransız ekonomik planlamacılığının parçalanmakta olan küresel ekonomide varisi yoktur. İş güvencesizliğini ve maaşların sıkıştırılmasını ön plana çıkaran Alman modeli hakkında ne düşünüyorsunuz ? Almanya, endüstri ve hizmet sektörü temelinde bir ekonomik modele sahiptir. İhracat ülkesidir ve alıcı kitlesi hep var

olmuştur. Almanya’nın başarılı olmuş üretim sisteminin temelinde 1990’lardan bu yana şu iki stratejik yapılanma vardır: Yenilenme ve Doğu Avrupa’nın emek gücünün kullanılması. Finlandiya da Almanya’nın Doğu Avrupa ülkelerine yaptığını Baltık ülkelerine yapmıştı. Ancak kendimizi küçümsemeyelim! Bu endüstri modeli Schröder’in politikalarının başarısından kaynaklanmıyor. Schröder (1998-2002), ilk mandasında istikrarsızlığı azalttı, ikinci mandasında (2002-2005) salgın halini almış işsizlik karşısında işi esnekleştirdi. Almanya’daki çalışma saatleri artmadı, ancak tam gün istihdam yerine onun üç katı kadar süreyi kapsayan yarı zamanlı istihdam getirildi. Bu toplumsal bir karar. Bu politika Almanya’nın ihracattaki başarısını değil, ancak işsizlik oranındaki düşüklüğü açıklamaktadır.

lişmiş olmasının nedeni işgücü maaliyeti değildir. Katkı Değer Vergisi sorunun özünü anlamak için doğru noktaları aydınlatmıyor. Aynı şekilde çalışma saati üzerinde de yanlış tartışmalar yürütülüyor. İstihdamla ilgili en önemli sorular üzerinde durmuyoruz. Fransa’nın yeniden bir endüstri ülkesine dönüştürülmesi bu sorulardan biri midir ? Üretimin Fransa’da yapılmasının toplumsal, politik ve neredeyse psikolojik bir önemi var. İşçilik idealize edilmektedir. Aynı zamanda krizden en çok etkilenen iş alanları Fransa’da bulunmaktadır. Yani bu da Fransa’yı ilgilendiren konulardan birisidir. 30 yıldan beri her yıl, Fransa endüstri alanında 70 bin iş kaybetmektedir.Şu an bu istihdamın 15 binden fazlasını kurtaramayız. Yani Fransa’da bugün endüstriyi geliştirmeye çalışsak da kitlesel işsizliği çözemeyiz.

Frsansa’da Almanya’dakine göre iş gücü maliyeti daha mı fazla ? Almanya’da üretim endüstrinin daha ge-

Nicolas Sarkozy’nin mandasının istihdam alanında nasıl bir bilançosunu çıkarabiliriz?

Suriye’de kan durmuyor

Villepin hükümetinden beri, istihdam politikalarının utanç verici seçimler sonucunda çürüdüğü bir dönemden geliyoruz. Villepin iki utanç verici seçim yapmıştı: Yeni iş sözleşmesini (CNE) yarattı, ki bu açıkça Uluslararası İş Bürosu’nun şartlarına uymuyordu. İkincisi ise işsizlik istatistikleriyle oynaması ve hoşuna gitmediği Insee rakamlarını sansürlemesi. Sarkozy de uğursuzluk getirdi. Krizle birlikte TEPA (Emek, iş, alım gücü ile ilgili 2007 yılında kabul edilmiş “finans paketi”) yasası anlamsız bir şeye dönüştü. Çalışma süresinin azaldığı bir dönemde, ek saat uygulamasını getirdi. Krize rağmen Sarkozy yeterli tepkiyi gösteremedi. Bunun yanında, büyük reformları (emeklilik, TEPA yasası) erkek egemendir. Bir şirkette, örneğin, bir erkek çalışanı mesaide çalıştırmak yarı zamanlı çalışan kadınları tam zamanlı çalıştırmaktan daha ucuza gelmektedir. TEPA yasasından sonra bir evdeki erkeğin ek saatleri ödenmemeye başladı. Buna karşılık yarı zamanlı çalışan kadın tam zamanlı işe geçtiğinde onun fazladan saatleri ödenecekti. Bu politika erkek ve kadınlar arasındaki eşitsizliği arttırmıştır.

Gelecek hükümetin öncelikleri neler olmalıdır? Durum açıkça kötüye gidiyor. Daha şimdiden işsizlik haklarının sonuna gelmiş bir milyondan fazla işsiz bulunmaktadır. İstihdamla ilgili politikalar yalnızca üst sınırı düşürebilir. Aciliyet makroekonomik boyutta. Avrupa’nın ölümcül tasarruf planları bir kenara bırakılmalı[...] Sosyalist Parti’den cumhurbaşkanı adayı François Hollande 60 bin iş yaratma vaadiyle oldukça çekingen! Fillon hükümeti 150bin kamu işini yok etti. Bunun kamu borcunu azaltmaktaki etkisi ne oldu? Hiç. [...] Kaynak: LE MONDE Çeviri: Fikriye Yılmaz

Suriye’nin Humus kentinde, cuma günü 300’den fazla muhalifin öldürüldüğü saldırı sonrası katliam devam ediyor. Her geçen gün daha da şiddetlenen katliamın sorumlusu Esad yönetimden çekilmeme kararlılığını sürdürüyor.

Suriyeli muhalifler, ordunun Halidiye bölgesinde düzenlediği şiddetli operasyonlarda 300’den fazla kişinin öldüğünü aktarmış, Suriye yönetimi ise bunu reddederek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin oturumu öncesinde uluslararası kamuoyunun yönlendirilmeye çalışıldığını açıklamışlardı. Al Arabiya televizyonu Humus’a düzenlenen saldırıda 337 kişinin öldüğünü ve 1300 kişinin de yaralandığını açıkladı. Bu arada Suriye ordusundan kaçanlar ‘Yüksek Devrim Konseyi’ adında yeni bir konsey oluşturdu. Yeni oluşumun Özgür Suriye Ordusunun yerini alacağı ve liderliğini de Türkiye’ye kaçan en yüksek rütbeli asker sıfatıyla General Mustafa Ahmed El Şeyh’in yapacağı kaydedildi. Suriye’deki isyan dünyaya yayıldı Suriye’de Esad rejiminin Humus kentindeki operasyonda yüzlerce kişiyi katletmesinden sonra dünyanın birçok kentindeki Suriye büyükelçilikleri önünde protesto eylemleri oldu. Başta İngiltere’nin başkenti Londra’daki Suriye büyükelçiliği olmak üzere Trablus, Sydney, Ottowa, Atina, Kahire ve Kuveyt ve Berlin’deki büyükelçilikler önünde protesto eylemleri düzenlendi. Londra’daki eylemde polis birçok eylemciyi gözaltına alırken, Kahire, Kuveyt ve Trablus’taki eylemlerde, muhalifler kendi bayraklarını elçiliğe çekti. Tunus ise, Humus’taki olayların ardından Suriye Büyükelçisi’ni sınır dışı etmek için harekete geçtiğini açıkladı. Obama Suriye’de askeri çözüm istemiyor! ABD Başkanı Barack Obama, Suriye krizi konusunda sürpriz bir çıkış yaptı ve askeri müdahale olmadan çözümü işaret etti. Ancak aynı saatlerde ABD Şam büyükelçiliğini kapatma kararı aldı.

Dünya Turu

Kriz, Romanya Başbakanı’nı istifa ettirdi

Avrupa’da finansal kriz bir başbakanı daha koltuğundan etti. Romanya Başbakanı Emil Boc, kemer sıkma önlemlerine karşı başlayan ve üç hafta süren protestolar karşısında istifa etti. Avrupa’nın en yoksul ikinci ülkesi Romanya’da umutlar, Kasım’da yapılacak seçimlere bağlandı. Haftalarca protesto yaptılar, polis müdahalesi onları durdura- emıl boc madı. Romanya sokakları alev alev yandı ve sonunda “hükümet istifa” çağrıları yerini buldu. Romanya Başbakanı Emil Boc görevi bıraktı. İstifa kararı, halkın kemer sıkma politikalarına tepki için sokaklara dökülmesinden üç hafta sonra geldi. 17 Aralık 2009’dan bu yana görevde olan Emil Boc, istifa konuşmasında bireysel hatalar yaptığını kabul etse de “kendimi değil, ülkemi düşünüyorum” mesajı vermeyi ihmal etmedi. Boc, “Önemli kararlar alma zamanı geldi. Bu kararı toplumsal ve siyasal gerginliği yatıştırmak için aldım” dedi.

SEÇİMLER KASIM AYINDA OLACAK Emil Boc, Avrupa’daki finansal krizin devirdiği 6. başbakan. Romanya Başbakanı’nı sona götüren yol, IMF ile 2009 yılında 20 milyar Euro’luk anlaşma yapılmasıyla başladı. IMF’yi ikna için kamu çalışanlarının maaşları yüzde 25 düşürüldü, emekli maaşları donduruldu. KDV oranları yüzde 24’e yükseltildi. Halkın bu önlemlere tepkisi iki hafta önce, protestoculara hakaret ettiği gerekçesiyle Dışişleri Bakanı Teodor Baconşki’yi koltuğundan etti. Avrupa’nın en yoksul ikinci ekonomisi kabul edilen Romanya da krizin iktidar devirdiği diğer ülkeler gibi, umutlarını yeni döneme bağlamış durumda. Kasım ayında seçimler yapılacak, o zamana kadar gemiye Adalet Bakanı Catalin Predoiu kaptanlık edecek. Seçim tarihine kadar Cumhurbaşkanı’nın geçici bir teknokratlar hükümeti ataması da olası. BERLUSCONİ VE PAPANDREU DA İSTİFA ETMİŞTİ İtalya’da, Senato ve Temsilciler Meclisi’nin Avrupa Birliği’nin istediği ekonomik reformları onaylamasından sonra Başbakan Silvio Berlusconi, hükümetiyle istifa etmişti. Adı birçok skandalla anılan Berlusconi, bu skandalların hiçbirinden görmediği etkiyi krizden gördü. Çözüme kavuşturulamayan kriz, İtalya için bir dönemin simgesi olan ismi istifa kararı almak zorunda bıraktı. Aynı kaderini paylaşan bir diğer Başbakan da Papandreu. Yunanistan Başbakan’ı, kurtarma paketleri ile uğraşmaya devam ederken, yükselen tepkiye daha fazla dayanamayarak istifa etmişti. yarın dünya

Mısır’da maç katliama döndü

Mısır’ın Port Said kentinde 70’ten fazla futbolseverin hayatını kaybettiği olayın Kahire ve İskenderiye’de protesto edildiği eylemlere polis sert bir şekilde müdahale etti. Polisin halka kurşun yağdırması sonucu iki kişi öldü, 400’den fazla kişi yaralandı. Hastane yetkilileri, Süveyş’teki protesto eylemleri sırasında eylemcilerin Emniyet Müdürlüğü’ne girmesini engellemeye çalışan polisin açtığı ateş nedeniyle iki kişinin yaşamını yitirdiğini belirttiler. Haber ajansları, görgü tanıklarına dayanarak, göstericileri dağıtmaya çalışan polisin biber gazı ve gerçek mermiler kullandığını duyurdu.

Taraftar, polisi suçladı Çarşamba gecesi son derece gergin bir havada geçen maçta, El Ehli’yi 3-1 mağlup eden El Masri takımı taraftarları sahayı işgal etmişti. Bazı taraftarların El Ehli takımının oyuncularına saldırmasıyla, gerilim hızla tırmanmış; saha ve tribünler savaş alanına dönüşmüştü. Perşembe günü boyunca El Ehli takımının taraftarları başkent Kahire’de çeşitli eylemler düzenledi. Ultralar denilen fanatik taraftarlar, polisin gelişmeler karşısında kayıtsız kaldığını, müdahalede bulunulmadığını söylüyor. Stattaki polis varlığının da her zamankine göre az olduğu ve kalabalığı kontrol etmekte yetersiz kaldığı belirtiliyor.

İngiltere de istişareler için Şam büyükelçisini geri çağırdı. ABD, BM’deki oylamanın ardından Suriye konusunda tavrını değiştirmedi. Askeri operasyon sinyali olarak değerlendirilebilecek bir adım attı ve Şam Büyükelçiliği’ni kapatma kararı aldı. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland yaptığı yazılı açıklamada, Ford’un halen “Suriye ve halkının” elçisi olduğunu, Ford’un, Suriye muhalefetiyle temasını devam ettirerek ve Suriye halkının barışçı siyasi geçiş arayışını destekleyerek bu ülkeyle ilgili çalışmalarını sürdüreceğini ifade etti. ABD Dışişleri Bakanlığı, geçen ay, Suriye’de Devlet Başkanı Beşşar Esad yönetiminin elçiliğin güvenliğini artırmaması halinde elçiliğini kapatacağı uyarısında bulunmuştu. yarın dünya

Avrupa’da aşırı soğuk evsizleri vurdu

Aşırı soğukların etkisindeki Ukrayna’da yüzden fazla kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamada Cuma gününden beri toplam 101 kişinin yaşamını yitirdiği ve bu kişilerin çoğunluğunun evsizler olduğu bildirildi. Acil Durum Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada sokakta yaşayan 64 kişinin cesetlerinin bulunduğu, yüzlerce evsizin ise donmaya yakın durumdayken tedavi altına alındığı belirtildi. Polonya’daysa aşırı soğuklar sebebiyle geçen haftadan bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı ise 37’ye ulaştı. AP’nin haberine göre ise Sırbistan’da kar altında olan köylere ulaşılamaması sebebiyle 11,000 kişiden endişe ediliyor. Doğu Avrupa’da hafta boyunca soğuyan hava sıfırın altında 35 dereceye kadar indi. Akdeniz kıyısında bulunan İtalya’da geçtiğimiz haftanın son 27 yıl boyunca yaşanan en soğuk hafta olduğu tespit edildi. yarın dünya

Takımlar “siyasi partiler” gibi Öte yandan Mısır’da futbol taraftarları genel olarak bir hayli politize olmuş bir grup, son derece örgütlüler ve kolaylıkla harekete geçebiliyorlar. Taraftarlar geçen yıl Mübarek aleyhindeki gösterilerin ön saflarında yer almış, büyük takımların “ultralar” denilen örgütlü, fanatik taraftar ağları bu hareketlerin öncüsü olmuştu. El Ehli’nin “Ehlevi” denilen tribün grubu bu kesimin en büyük kollarından birisi... Guardian gazetesine konuşan Mısırlı futbol yazarı Hazim el Mestikavi 1952 devriminden itibaren Mısır’da siyaset sıkı şekilde denetlendiği ve baskı altında olduğu için futbolun; özellikle de Kahire futbolunun ciddi şekilde siyasileştiğini belirtiyor: “El Ehli ve Zamalek birer futbol takımı değil, aynı zamanda Mısır’ın en büyük siyasi partileri gibidir” diyor, halkın siyasi tartışmaların yapılamadığı ortamda boşluğu doldurmak için duruşunu, milli duygularını tuttuğu takımla ifade ettiğini belirtiyor. Futbol statlarında gerçekleşen ölümlerden bazıları: Mayıs 1964: Lima’daki Ulusal Stadyum’da oynanan Peru-Arjantin maçında çıkan olaylarda 318 kişi öldü. Ekim 1982: Moskova’da Spartak-Haarlem maçında dar ve buzlu bir çıkış merdivenindeki izdihamda 300’den fazla kişi öldü. Mart 1988: Katmandu’da yağan doludan kaçanların neden olduğu izdihamda 93 kişi öldü. Nisan 1989: İngiltere’nin Sheffield kentinde Liverpool-Nottingham Forest maçında 96 kişi ezilerek öldü. Ekim 1996: Guatemala City’de oynanan Guatemala-Costa Rica Dünya Kupası eleme karşılaşması öncesinde meydana gelen izdihamda 80 kişi öldü. yarın dünya


Yarın’dan Gizem Görnaz’a selam

Evrensel Genç Hayat gazetesinde yayınlanan “Yakarım KTÜ’yü de yakarım” başlıklı yazısından dolayı; KTÜ Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen’in şikayeti üzerine, KTÜ öğrencisi Gizem Görnaz, 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Özgür düşüncenin

merkezi olan üniversitelerden bile bu tarz kararların çıkması Türkiye’nin son dönemde geldiği noktayı 04 EKiM 2011 YARIN iyice ortaya koyuyor. Biz de Yarın Gazetesi olarak Gizem Görnaz’a cesaretinden ve direnişinden dolayı selamlarımızı iletiyoruz. TRABZON YARIN

Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, !f Vizyondaki filmler !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, on bir yıldır kültür sanat camiasının yakından takip ettiği, dünyanın her yanından farklı bakışları sinemaseverlerle buluşturan, atölyeler ve çeşitli etkinliklerle programını zenginleştiren bir oluşum. Festival her yıl İstanbul ‘da, Ankara’da ve 2012 yılından itibaren İzmir’de izleyicisiyle buluşacak.

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ

Hasan Tolga Pulat’ın yönettiği ve Buğra Gülsoy, Nesrin Cavadzade, Uğur Polat ile Feride Çetin’in oynadığı ‘’Güzel Günler Göreceğiz’’ filmi, dram sahneleriyle sinemaseverlerin ilgisine sunulacak. Filmde, 5 farklı karakterin günlük hayatta kesişen yolları ve farkında olmadan birbirlerinin hayatına müdahaleleri anlatılıyor. Bir günlük zaman dilimi içinde geçen film, geriye, şimdiye ve ileriye atlanarak ilerliyor.

KARANLIKLAR ÜLKESİ: UYANIŞ

İZMİR DENİZ ADIBELLİ

Festival yönetmeni Serra Ciliv ve yardımcı yönetmeni Pelin Turgut’un tanıtımını yaptığı festivalde Oscar’ın güçlü adaylarından ‘The Descendants/ Senden Bana Kalan’, kansere getirdiği mizahi yaklaşımla merak konusu ‘50/50/ Şansa Bak’, Todd Solondz imzalı Dark Horse/ Karanlık at gibi bol yıldızlı hit filmlerin yanı sıra, deneysel ve keşfedilmeyi bekleyen birçok yapım var. ‘Fantastik Filmler’, ‘Nöbetçi Sinema’ gibi !f klasiklerinin yanı bu sene ilk defa sinemaserverle buluşacak olan ‘People Power / Arka Bahçe’ bölümü de festival programına eklendi. !f ’in bu

18SORU ONUR ULUGÖL ÖĞRENCİ - İZMİR

seneki konuğu bir Hollywood yıldızı Rupert Everett. Festivalin taze ödülü ‘Yeni Bir Dünya İçin Sinema’yı almak üzere İstanbul’a gelecek oyuncunun ziyaretini daha da özel kılan yanı var: Daha önce bir belgesel çekimi için Türkiye’ye geldiği sırada Ahmet Yıldız cinayetinden haberdar olan ve konuyla ilgilenen Everett, şimdi o cinayeti konu alan ‘Zenne’nin özel gösterimini sunacak. !f ’in bir diğer önemli konuğu Michael Nyman. Şimdiye kadar ‘Piyano’ başta olmak üzere sayısız filmin müziklerini bestelemiş Nyman, bu sefer hem yönetmen hem müzisyen kimliğiyle festivalde. Festivalde yer alan bölümler ise şöyle: Özeller !f ’ özel gösterimleri, ‘Film Kameralı Nyman’ ve ‘Zenne’nin dışında bir de Amerikan yeraltı sinemasının efsanelerinden Jonas Mekas’ı ağırlıyor. 88 yaşındaki yönetmen, ‘kendi kariyerine saygı duruşu’ niteliğindeki kolajı ‘Uykusuz Gece Masalları’yla bağımsız filmler festivalinin ruhuna büyük katkı sağlıyor.

Bu anket K. Marks’ın kızları Jenny ve Laura ile oynadığı bir oyundan alınmıştır.

Keşif Yarışma kapsamında bir araya gelen uluslararası jüri, sinemada cesur hika-

1. En sevdiğiniz erdem? Sabır. 2. Başlıca özelliğiniz? Şüphe etmek. 3. Mutluluk nedir? Sevgiyi paylaşmak. 4. Mutsuzluk nedir? Çaresizlik. 5. En kolay hoşgördüğünüz kötü huy? Önyargı. 6. En nefret ettiğiniz kötü huy? Kibir. 7. En sevmediğiniz şey? Hayal kırıklığına uğramak. 8. En sevmediğiniz kişiler? Kötü niyetli insanlar. 9. En sevdiğiniz iş? Bilgi edinmek. 10. En sevdiğiniz şair? Orhan Veli Kanık. 11. En sevdiğiniz yazar? J.R.R. Tolkien. 12. Kahramanınız? Charles Darwin. 13. Kadın kahramanınız? Annem 14. En sevdiğiniz çiçek? Orkide. 15. En sevdiğiniz renk? Siyah. 16. En sevdiğiniz yemek? Bamya. 17. En sevdiğiniz düstur? Sevginin gücü, gücü olan sevgiyi yendiği zaman dünya barışı tanıyacak. 18. En sevdiğiniz söz? En uzak mesafe ne Afrika’dır ne Çin ne Hindistan ne seyyareler ne de geceleri ışıldayan yıldızlar. En uzak mesafe iki kafa arasındadır birbirini anlamayan.

ye anlatımı, teknik ve tarzda yenilik kriterleriyle “İlham Veren Yönetmeni” seçecek. Farklı ülkelerden sekiz sıradışı film, dünyanın ilham veren genç yönetmenleri arasındaki yerlerini ve bu ödülü almak için !f İstanbul’da yarışacak. ‘Two Years At Sea’, ‘V Subbatu’, ‘Nana’, ‘Gandu’ gibi filmler bu bölümde gösterilecek. Fantastik: Japon animasyonları, stop motion’lar, cut-out’lar, deli filmler, dünyaya tersinden bakan, baktıran filmler... ‘Kill Bill’e animasyon katkısıyla da tanınan Katsuhito Ishii’nin yeni filmi ‘Kaçakçılar’ ve manga ustası Yoshihiro Tatsumi’nin fantastik biyografisi ‘Tatsumi’ bu bölümde gösterilecek. Gökkuşağı LGBTT filmlerinin toparlandığı ‘Gökkuşağı Filmleri’ yine en ilgi çekici bölümler arasında. The New York Times’ta yılın en iyi 10’u arasında gösterilen ‘The Weekend’ birçoklarına göre sinemanın son dönemdeki en iyi örneklerinden. Cher’in kızı Chastity’nin cinsiyet değiştirme operasyonuyla kadından erkeğe dönüşme sürecini yakın plana alan ‘Becoming Chaz’ ve TSK’nın çürük raporu uygulamasını konu alan belgesel ‘Çürük’

bölümün diğer ilgi çekici filmlerinden. Hit Filmler Toronto, Cannes, Sundance, Londra gibi prestijli festivallerdeki gösterimleriyle büyük ses getiren, uluslararası platformda ve gösterildiği diğer ülkelerde çok beğenilen yeni yapımlar: ‘Bellflower’, ‘Take This Waltz’, ‘Keep the Lights On’, ‘50/50’, ‘Take Shelter’, ‘Dark Horse’... Kült Artık gelenekselleşen !f Kült, türleri altüst eden, tuhaf, sınıflandırılması güç, şimdiden bugünün kült adayı bir filmi Rotterdam’daki dünya prömiyerinin hemen ardından sunuyor. Altyazı’nın seçimi ile programa giren Kült filmi de bu bölümde... 1960 yapımı Fransız korku filmi ‘Yüzü Olmayan Gözler’ ve gerçeküstü ve tekinsiz bir film Kaspar Hauser Efsanesi. E-şıkkı Gerçek hayat deneylerini sinema deneylerine dönüştüren filmler. Yerçekimini unutturup, gündelik halimize, muzur alışkanlıklarımıza, röntgenciliğe, geleneksel cinsiyet rollerine dair söyleyecek yeni bir şeyi olan filmler, festivalin B şıkkı bölümünde gösterilecek.

Akhanlı’dan destek Zarakolu’yu ziyaret için Almanya’dan gelen yazar Doğan Ak-

WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN Lynne Ramsay’ın yönettiği ve Tilda Swinton, John Reilly, Ezra Miller ile Jasper Newell’ın oynadığı ‘’Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need To Talk About Kevin)’’ filmi, gerilim sahneleriyle sinemaseverlerle buluşacak. Filmde, Kevin, 16. yaş gününden önce affedilmez bir şey yapınca annesi Eva, oğlunu sevip sevmediği, oğlunun eylemlerinden sorumlu tutulup tutulamayacağını kendine sormaya başlar.

SHAME Steve McQueen’in yönettiği ve Michael Fassbender, Carey Mulligan, Lucy Walters ile Mari-Ange Ramirez’in oynadığı ‘’Utanç (Shame)’’ dram sahneleriyle sinemaseverlerle buluşuyor. Filmin konusu ise şöyle: ‘’Brandon’ın iş, ev ve barlardan ibaret tekdüze hayatı, fahişeler ve porno filmler arasında geçmektedir. Dik başlı kız kardeşi Sissy, birkaç gün kalmak için evine gelince hayatı birden rayından çıkar.’’

WAR HORSE

Nobel ödülü Zarakolu’ya verilsin Tutuklu yayıncı ve insan hakları savunucusu Ragıp Zarakolu, İsveçli parlamenterler tarafından Nobel Barış Ödülü için önerildi. İsveç’te Sol Parti Milletvekilleri Amineh Kakabaveh, Jens Holm, Bengt Berg, Siv Holma, Marianne Berg, Çevre Partisi Yeşiller milletvekilleri Jan Lindholm ve Valter Mutt merkezi Oslo’da bulunan Nobel Barış Komitesi’ne başvurarak, 2012 yılı Nobel Barış Ödülü’nün Ragıp Zarakolu’ya verilmesini önerdi. İsveçli parlamenterler, Nobel Komitesi’ne yaptıkları başvuruda Ragıp Zarakolu’nun uluslararası alanda tanınmış basın ve düşünce özgürlüğünün sembolü bir insan hakları savunucusu olduğunu vurguladı. Başvuruda, Zarakolu’nun bugüne dek bu çabalarından dolayı pek çok ödül aldığı hatırlatıldı. Başvuruda ayrıca, Zarakolu’nun eşi Ayşe Zarakolu ile birlikte Türkiye’de tabu olarak görülen Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Atatürk ve İslamı konu alan kitaplar yayımladıkları için hapis cezalarına çarptırıldıkları anlatılıyor. Zarakolu’nun tüm bu baskı ve saldırılara karşı düşünce özgürlüğünü savunmaya devam ettiği, kültürler arasındaki uzlaşmaya katkıda bulunduğu hatırlatılıyor. Tüm bu çabalarından dolayı Zarakolu’nun devletin hedefi haline geldiğini savunan parlamenterler, “Eğer bir gün Türkiye hukuk ve uzlaşma için komisyon kurarsa bu komisyonun başına Zarakolu getirilmelidir” tavsiyesinde bulundular.

Mans Marlind ve Björn Stein’in yönettiği ‘’Karanlıklar Ülkesi: Uyanış’’ filmi, gerilim sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak. Filmde, Selene ile sevgilisi Michael’ın vampirlerin atası Marcus’u ortadan kaldırmasının üzerinden 15 yıl geçer. Aradan geçen zamanda Vampir ve Lycan klanlarından haberdar olan insanlar her iki türü de ortadan kaldırmak için seferberlik ilan eder. Ele geçirilen Selene, 10 yıl sonra uyanır ve intikam savaşına girişir.

Steven Spielberg’in yönettiği ve Emily Watson, David Thewlis, Peter Mullan ile Niels Arestrup’un oynadığı ‘’Savaş Atı (War Horse)’’ filminin konusu şöyle: ‘’Joey, Albert’in babası tarafından bir İngiliz süvarisine satılır ve cepheye gönderilir. Joey, karşılaştığı herkesin hayatını etkiler ve değiştirir. Joey’i unutamayan Albert, arkadaşını bulup eve getirmek amacıyla Fransa’daki savaş meydanına gitmek üzere evden ayrılır.’’

EŞ RUHUMUN EŞ ZAMANI hanlı da, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Sınır Tanımayan Gazeteciler ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu tarafından düzenlenen basın toplantısına katıldı. Ragıp Zarakolu, KCK adlı altında düzenlenen operasyonlarında tutuklanmıştı. Uluslararası Yayıncılar Birliği tepki gösterirken, Zarakolu için “Cezaevini değil Nobel ödülünü hak eden bir yayıncı” dedi. Zarakolu, 1998 ve 2008’de Dünya Yayıncılar Birliği, 1995 ve 2007’de Türkiye Yayıncılar Birliği, 2003’te Norveç Kültür Bakanlığı ve 2010’da da Ermenistan Ulusal Kütüphane ödüllerini aldı. KCK adı altında sürdürülen soruşturmalarda tutuklanan gazeteci sayısı 105’e yükselmişti. Tutuklu gazeteci sayısı bakımından Türkiye’nin dünya birinciliği iyice sağlamlaştı! Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF)’nin yayınladığı 2011/2012 Dünya Basın Özgürlüğü listesinde de Türkiye 10 sıra daha geriledi ve 148. sırada yer aldı. yarın kültür

İzmir Film Festivali, yeniden…

1989-2000 yılları arasında İzmir Film Festivali olarak düzenlenen etkinliğe bu yıl kalındığı yerden devam edilecek. Uluslararası İzmir Film Festivali, 11 yıl sonra, 21-28 Nisan 2012 tarihleri arasında düzenlenecek. Bu yıl İzmir film Festivali’nin programını; ulusal uzun metraj film yarışması, kısa film ödülleri, dünya sineması örnekleri, yurtdışından üniversitelerle sinema çalışmaları, atölyeler, sergiler ve söyleşiler oluşturuyor. 12. Uluslar arası Film Festivali, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür Bakanlığı, İzmir Kalkınma Ajansı destekleri ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü işbirliğiyle düzenlenecek. yarın kültür

Şanal Günseli’nin yönettiği ve Musa Uzunlar, Aylin Kabasakal, Uğur Çavuşoğlu ile Zeynep Utku’nun oynadığı ‘’Eş Ruhumun Eş Zamanı’’ filmi, dram sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak. Filmin konusu: “Hayatlarında aynı şeyleri yaşayan bir kadın ve bir erkek evleniyor, boşanıyor ve bir oğulları oluyor. Geçmiş korkularının gölgeleri onları hep izliyor ve bir süre sonra kendilerini bir masal dünyasının içinde buluyorlar.’’

Ay’ın ilk defa görüntülenen yüzü: Kuzey Kutbu NASA Ay’ın görünmeyen yüzü olan “kuzey kutbu”nu ilk defa görüntüledi. CNET internet sitesinin bildirdiğine göre projenin sorumlusu Maria Zuber, Ay yüzeyine çarpan astroidlerin açtığı kraterler dolayısıyla bu kesiminin “aşırı engebeli” olduğunu belirtti. NASA, Ay’ın iyi bilinmeyen bu kısmındaki en önemli coğrafi yapının, Mare Orientale adındaki, 560 mil genişliğindeki, çarpma sonucu oluşmuş havza olduğunu açıkladı. NASA’nın yeni Ay misyonu için tasarlanan ikiz uzay aracı GRAIL (Gravity Recovery And Interior Laboratory) ile aktarılan görüntülerde geniş bir krater olan Drygalski de dikkat çekti. Ortasında yıldız şeklinde bir oluşuma rastlanan 93 mil genişliğindeki Drygalski kraterinin milyarlarca yıl önce, bir gezegen veya astroid çarpması sonucu oluştuğu tahmin ediliyor. yarın BİLİM


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.