KAN SICAK AKACAK ALP BUĞDAYCI üzerine bir kaç söz Alp Buğdaycı’yı spiker olarak hatırlamayanların Güneş K. tecavüz işkence olayı ile Metin Kaçan’ın suç ortağı ve “şanlı medya” tarafından sapık, hasta ruhlu bir eşcinsel olarak hedef gösterildiğini anımsayacaklardır. Şanlı medya burnunu sokmadığı delik bırakmadığı için (burnu boktan kurtulmuyor) Alp Buğdaycı ve ailesi hakkında pek çok gereksiz ayrıntıyı teşhir etmişti. Yargılanmaları sürerken suçlu ilan edilenlerden olan bu insanlar salıverildiklerinde medya ağzındaki zevk salyalarını henüz silememişti. (Dava sürmekte.) Bu arada Alp Buğdaycı’nın yazıp da yayınlatmaya fırsat bulamadığı, yayınlandığında ise okuyucusu ile buluşması engellenen “Kan Sıcak Akacak” adlı kitabını bir rastlantı sonucu okuyabildim. Sizlere kitabı okumadan önceki aşamada olanlardan bahsetmek istiyorum. İyi bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Fakat Buğdaycı’nın kitabını çok da merak ettiğimi söyleyemem. Bunun kökeninde reklamın iyisi kötüsü yoktur düşüncesiyle sıradan bir spiker iken medyatik bir olay ile herkesin konuştuğu bir insan olmanın avantajının kullanıldığı duygusuna kapılmam. Aslında bu konu üzerinde tartışılabilir. Fakat medyanın “Güneş K.” olayının zanlılarından spiker A. Buğdaycı’dan yine olay yaratacak benzeri bir başlık ile, ne kitabın içeriğine ne de üslubuna ilişkin tek laf etmeden, A. B.’nın (uyduruk ya da kırpılmış) cümlesini de ekleyerek haber yapması beni hasta etti. Kitabı bir arkadaşımın evinde, sohbet ederken “bak sana ne göstereceğim” deyip yerinden fırlayan (okumaktan pek hoşlanmayan) arkadaşımın elinde gördüm ilk kez. Kapağı oldukça çarpıcıydı. Şöyle evirip çevirdikten sonra arkadaşımın dayanamayıp “bak şuradan başla, şuraya kadar oku hemen” sözleriyle ben okumaya o da sabırsızca beklemeye koyuldu. Okurken gözlerimin faltaşı gibi açılmış olması ve daha başka (ağzımın sularının akması) tepkilerim, onu zevkten dört köşe etmişti. Bana “neymiş o okuduğunuz kitaplar, kitap dediğin böyle olmalı. Bak nasıl da ağzının suları aktı” vb. şeyler söylemeye başladı. Diyecek bir şey yoktu (!) Kitabı tavsiye üzerine almışlardı, daha sonra da toplatıldığını duymuşlardı. (Sonradan kitabevlerinde yaptığım araştırmaya göre kitabın ancak bir hafta kadar vitrinlerde kaldığını ertesinde toplatıldığını öğrendim.) Kitabı ödünç aldım, bir daha da geri vermedim. (Arkadaşım da rıza gösterdi.)
KİTABA DAİR Girişteki ithaf “Sudan aziz sevgilim Murathan için” bir gönül borcu ödenmeye çalışılıyor, (Mungan’ın “Metal”indeki “Alp’e”) sanırım. Gönül borcu olur mu olursa
da ödenir mi? Bu da ayrı bir tartışma konusu olurdu herhalde. Kitap bir çok kahramanın ağzından anlatılmış içiçe geçmiş öykülerden oluşan “bu da ne?” dedirtecek cinsten bir türde (öykü-roman?) kaleme alınmış. Okuyanın dikkatini dağıtan böyle bir teknikte yazılmış olması her sayfanın bir başka kahramanı anlatışı değil de “başka bir dünya”(!)ya açılıyor olması. Kurgunun böylesiliği “hey okuyucu, sadece benimle ilgilen” demekte. Kitabı okuyacak olanlara (yani hepinize) ilk önerim “bir gününüzü ayırın, okuyun ve bitirin” olacak. Çünkü kitaptan bir an uzaklaşacak olsanız nereden başlayıp da okuyayım diye şaşırıyorsunuz. (En azından ben okurken böyle oldu) (Sonradan ekleme: Böyle yapmasanız da olur).
NELER ANLATIYOR Neresinin içerisi neresinin dışarısı olduğunu düşündüren olaylar ve duygulanımlar zinciri ile hapishaneden kaçan bir kaç tutsağın başlarından geçenler, “Her öykünün (her yaşamın) birbirinin içinde olduğu duygusu (gerçekliği) diri tutularak yaşananlar, ne içimizde ne dışımızda?, duygular sadece hissedilir mi?, yoksa yaşananlar duygular mı?” sorunsalı. Bekir’in, İrfan’ın, Çetin’in, Cemil’in, Hasret’in, Dinç’in, Arzu’nun, Yusuf’un ve diğerlerinin penceresinden veriliyor. Aman aman sakın A. Ağaoğlu’nun iç hesaplaşmalı, Pınar Kür’ün polisiyeliği, Murathan’ın melodram anlatımıyla konuşan, hesaplaşan kahramanları gelmesin aklınıza. Sadeliğe olabildiğince özen gösterilen öykülemede, kimi zaman yazarın da coşup söyleyeceğini söylemesi bir anlamda kitabın genel anlatımına ters düşse de (bir ilk kitap olarak) oldukça sağlam bir teknik göze çarpıyor. Düpedüz yaşananlar, olaylar düşünmenize, onları duyumsamanıza neden oluyor. Sadece kahramanların dilinden anlatılan öyküler, yazının dili, üslubu nedir çok ipucu yok. Yine de bu üslupsuzluk etkileyici. Kimi zaman bazı söyleyişler, düşünceler, temellendirmeler, geliyor, pirim Munga’na dayanıyor. Ee.. Her ağaç bir kaynaktan su alacak. Olacak o kadar. Buğdaycı, gazeteci (Bekir) kimliği ile yaptığı işten pek hoşnut olmayan birisi olarak sesleniyor zaman zaman, bu yaşamın ne kadar katlanılmaz ve acımasız olduğunu (hepimiz için)dile getiriyor. Öykülerin hemen hepsi kendi içlerinden geldiği gibi yaşayamayan ama yine de duygularını yaşadığı düzlemde dile getiren, eyleme geçiren kahramanlar ile “yaşadığımız zaman ve mekan ne olursa olsun, yine de sevginizi, düşlerinizi, cinselliğinizi, nefretinizi yaşayın” demekte.
KAOS GL 31/14