25
sosYalizm
ŞİddET ve SoSyalİzM “İktidar namlunun ucunda büyür” diyen görüşle Marksist gelenek arasında hiçbir bağlantı yoktur. Volkan Akyıldırım Taraf gazetesinde geçen sonbahar başlayan “Savaşı kim başlattı?” tartışması Kürt sorununa bakıştan şiddet sorununa, oradan da sosyalizm tartışmasına doğru ilerledi. Halil Berktay’a göre devlete karşı Kürt hareketinden yana olan tutum alan Roni Margulies ve Nabi Yağcı’nın yaklaşımı “Sadece devlet ile silâhlı isyan örgütünden oluşan ikili bir çerçevede, her şey gelip, ezen devlet karşısında ezilen milletin haklı şiddetini mazur göstermeye dayanıyor.” 1 Sorun Berktay’ın ileri sürdüğü gibi Marksist gelenekte mi?
Marx ve şiddet Hannah Arendt, 1968’de Avrupa’da öne çıkan Maocu hareketlerle tartışırken, “iktidar namlunun ucunda büyür” diyen görüşle Marksist gelenek arasında hiçbir bağlantı olmadığını anlatmıştı: “Kuşkusuz Marx tarihte şiddetin oynadığı rolün ayırdındaydı. Ama bu rol ona göre ikincil bir roldü. Eski toplumun sonunu getiren şey şiddet değil iç çelişkileriydi. Yeni bir toplumun doğumunu önceleyen şiddetli patlamalardı; ama bunlar doğumun nedeni olarak görülemez. Aynı damarda ilerleyerek, devleti egemen sınıfın denetiminde bir şiddet aygıtı olarak değerlendirir. Ama egemen sınıfın fiili iktidarı şiddetten olmaz ya da şiddete dayalı değildir. Egemen sınıfın fiili iktidarını tanımlayan, toplumda oynadığı rolüdür; ya da daha açık bir deyişle üretim sürecindeki rolüdür.” 2 Marx, Engels ve dönemin devrimci sosyalistleri, anarşistler gibi devlet görevlilerine suikast ya da bombalama gibi bireysel terör eylemlerini benimsemedi. İşçi sınıfına siyasal gerçekleri teşhir etmek, egemen sınıfın fikirleriyle ideolojik mücadele yürütmek, işçi sınıfının örgütlenmesine yardımcı olmak ve işçi sınıfının ortak talepleri için “barışçıl” (şiddet içermeyen, ancak sınıflar arası barışı da reddeden anlamında) kitle gösterileri örgütlenmesiyle ilgilendiler. Her şiddet eylemi, bireysel terörizm, bir azınlığın işidir. Sosyalizm ise emekçi sınıfların kitlesel kolektif eylemleriyle kurulabilir.
Şiddetin en üst biçimi olan savaşa karşı 1871’de Paris halkının kurduğu Komün’de herkes silahlanmış ve “özel silahlı müfrezeler” ortadan kalkmıştı. Marx, bürokrasinin ayrıcalıklarına son verilmesiyle birlikte düzenli ordu ve kolluk kuvvetlerinin ortadan kalkmasını devletin sönümlenmesinin temel koşulu olarak görmüştür. Marx’a göre kansız bir şekilde kurulan Paris Komünü proletarya diktatörlüğüdür. Komün, Paris’e sıkıştığı için 72 günlük özgürleşme deneyiminin ardından eski rejimin askerî saldırısıyla yıkılmıştır. İşçi sınıfı ve ezilenlerin karşısına şiddet araçlarıyla çıkan, “ilk kurşunu sıkan” burjuvazidir. Komün’ü hayatları pahasına savunan 30 bin insan katledilmiştir. Tarihteki tüm işçi devrimleri ve ayaklanmalarında da aynı şey olmuştur. Merkezî devlet aygıtını şiddet kullanarak yeniden toparlamak isteyen kapitalist sınıflara karşı emekçi kitleler kendilerini savunmuştur. İşçi sınıfının siyasal mücadelesiyle toplumun üzerinde gibi görülen devlet aygıtını yıkması ve yerine kurulduğu andan itibaren kendi sönümlenme sürecini de başlatan ‘devlet olmayan devlet’in ortadan kalkması şiddet üreten yapının da son bulması demektir. Sınıflı toplumlarda şiddetin kaynağı devlettir. Halil Berktay’ın düşüncesinde eksik parça budur. Defalarca
katliam yapan 700 bin kişilik bir orduyla 10 bin gerillayı eşit güçlermiş gibi sunan Berkay kapitalist devlet, ulusal baskı ve şiddet arasındaki ilişkiyi silikleştirmektedir.
Sorun Bolşeviklerde mi? Rusya’da Marksist akım Narodnik gelenekle siyasî, teorik ve ideolojik bir hesaplaşma ile kendini var etmiştir. Bolşevikler bireysel terörü ve şiddeti bir siyasal yöntem olarak kullanmayı reddetmiştir. Rus devriminin deneyi hem Marx’ın hem Lenin’in görüşünü doğrular. 1905’te daha fazla ücret için Çarlık Sarayı’na yapılan barışçıl işçi yürüyüşüne askerler ateş açmıştır. İşçiler kitle grevleri yaparak, sovyet kurarak buna yanıt verdi. 1917 Şubat’ın da Çarlık grev hareketiyle kendiliğinden yıkılmıştır. Konsey hareketine şiddet uygulayan ise Halil Berktay’ın haklı bulduğu Menşeviklerin 3 de içinde bulunduğu Geçici Hükümet’tir. 1917 Temmuz’unda gittikçe güçlenen Bolşevik Partisi üyeleri hakkında yargısız infaz emrini veren de Geçici Hükümet’ti. Tutuklama ve terör dalgasına öfke duyan Bolşeviklerin “silahlı ayaklanmaya başlayalım” görüşüne karşı mücadele eden Lenin, çoğunluk devrim fikrini kabul etmeden ayaklanmaya karşı çıktı. Lenin, işçi sınıfının çoğunluğu ikna olmadan erken
ayaklanmaya, askerî maceracılığa ve darbeye karşı çıkmıştır. 1917 Eylül’ünde General Kornilov’un darbesine karşı geçici hükümeti savunan Bolşevikler bu mücadelede yığınları devrim fikrine kazandı. Bu yüzden 1917 Ekim Devrimi sırasında kayda değer bir şiddet olayına rastlanmamıştır. Çoğunluk devrim fikrine ikna olduğu için ordu bölünmüş, polis aygıtı çözülmüş, karakollara ve kışlalara işçiler tarafından el konulmuştur. Tıpkı Komün’de olduğu gibi, herkes devrimi savunmak için silahlanmış ve eli silahlı adamların örgütlenmesi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nı Sovyet’in hükümet etme görevi verdiği Bolşevikler bitirmiştir. Ekim Devrimi’ni izleyen bir yıllık dönemde devlet aygıtı çözüldüğü için kanlı pratikler yaşanmamıştır. Rus devrim tarihinde şiddet eski rejimin güçlerinin başlattığı savaşla devreye girer. Devrimi gerçekleştiren işçi sınıfının yüzde 95’inin imhasıyla sonuçlanan iki yıllık iç savaş döneminde işçi iktidarı toplumsal temellerini yitirdi. Kızıl Ordu’yu ne Lenin ne de Troçki yeni topluma atılmış bir adım, daimî olarak var olacak bir güç olarak niteledi. Aksine, bunları atılan geri adımlar olarak gördüler. Marksist gelenek, tek bir ülke sınırlarında kaldığı sürece devrimin yenilmesinin ve eski toplumun kendini