153

Page 9

9

EMEK 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012

Halk›n Sesi

Soyguncular çok enerjik E

lektrik özelleştirmeleri meşrulaştırılmaya çalışılırken halkın cebinden çıkan elektrik parasının azalacağı propagandası yapılıyordu. Oysa Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) kararıyla 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayan yeni elektrik tarifesiyle dağıtım, iletim ve hizmet bedellerinde ciddi artışlar yaşandı. Özelleştirmelerde ihaleyi alan firmaların yükünü hafifletmek, yani karlılığını sağlamak için yapılan her işlem fiyatlandırılıyor. Bu fiyatlamalardan bir tanesi de sayaç okuma parası adı altında alınan hizmet bedeli. 2009 yılı için dağıtım şirketleri mesken abonelerinden 40 milyon lira sayaç okuma parası topladı. Aynı şekilde bu yıl için yapılacak tahsilat tahminin olarak 100 milyon lira olacak. Dağıtım özelleştirmelerinin yapılmaya başlandığı Aralık 2007’den bu yana dağıtım hizmet bedeli altında alınan paraya da yüzde 141 artış yapılırken perakende hizmet bedelinde de yüzde 155’leri bulan artışlar yapıldı. Oysa söz konusu 4 yıllık dönemde Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 37 arttı. Bu artışlar ile birlikte dağıtım şirketlerinin enflasyonun yaklaşık 4 katı düzeyinde zamlı tahsilat yapmasına olanak verildi. Elektik faturasının halkın bütçesindeki payı ise sürekli artış gösterdi.

Son 5 yılda yapılan elektrik özelleştirmlerinde halkın parası, devlet eliyle özel şirketlerin kasasına aktarıldı

Ocak 2012 itibari ile meskende elektrik birim fiyatı 29,85 kuruş kilowat saate (KWh) yükseldi. Böylece 4 kişilik bir ailenin aylık elektrik tüketimi 230 Kwh olarak

kabul edildiğinde fatura bedeli 69 lira oldu. DÖRT KOLDAN HIRSIZLIK Elektriğin yükü halkın bütçesini

yakarken, tüm hızıyla sürdürülen özelleştirme ile birlikte şirketlere doğrudan para aktarıldığı da ortaya çıktı. Radikal gazetesinden Ömer Şahin’in haberine göre,

Elazığ, Malatya, Tunceli ve Bingöl’de elektrik dağıtımıyla görevli Fırat Elektrik Dağıtım A.Ş, AKSA Enerji’ye devredilirken Fırat Elektrik’in kasasında 8 milyon liranın gizlendiği ortaya çıktı. Sayıştay’ın hesapları incelemesiyle çıkan tabloya göre Fırat Elektrik 7 Ocak 2011 yılında 230 milyon dolara AKSA Elektrik’e devredildi. Fırat Elektrik’in TEDAŞ’a bildirdiği raporda kasasında 7 milyon 3 bin lira bulunduğu belirtildi. Hâlbuki yapılan incelemeler sonucunda anlaşıldı ki Fırat Elektrik’in kasasında tahsil edilecek alacaklar ile birlikte 15 milyon 156 bin lira bulunmaktaydı. Bu yanlış hesap bildirimiyle birlikte özelleştirme sonucunda AKSA Elektriğe kayıtta gözükmeyen 8 milyon lira aktarılmış oldu. Benzer vurgun diğer birçok elektrik özelleştirmesinde de üstü kapalı yapılıyordu. Özelleştirme öncesinde elektrik sayaçlarının okunması çeşitli sebepler öne sürülerek erteleniyor ve biriken tahsilatın özelleştirme sonrası ihaleyi alan şirket tarafından yapılması sağlanıyor. Bu şekilde şirketlerin kazançları katlanıyor. Son 4-5 yıllık süreç çok net bir şekilde ortaya koyuyor ki özelleştirme sürecinin maliyeti, bedeli halka yüklenirken devlet eliyle yaratılan rantın kaymağı da özel şirketlere peşkeş çekiliyor.

Çin’e sosyalizm mi geliyor? ENG‹N DURAN

REKABET GÜCÜ: Kesintili eğitime dair yasa tasarısının “gerekçeler” bölümü şu saptamayla başlıyor: ‘Ekonominin rekabet gücü eğitimin kalitesiyle doğrudan ilintilidir’. Yasada bahsedilen “rekabet gücü” Türkiye’de üretilen malların dışarıya satılabilme yeteneğini anlatıyor. Türkiye’de üretilen malların yurt dışında daha kolay alıcı bulması için ne gerekiyor? Dünyada üretilen benzer nitelikteki ürünlerden ucuz olması gerekiyor. Bunun yolu esas olarak emeği ucuzlatmaktan geçiyor. Bu nedenle Çin dünyada rekabet gücü en yüksek ülkedir ve dünyanın atölyesi olarak anılır. Yani eğitim yasasını çıkaranların niyeti, yasanın daha ilk cümlelerinden belli. Amacı “rekabet gücü” olan bir eğitimin kalitesinin kriterleri ne olabilir? Patronların işine yarayacak nitelikte işgücünü arttırmak. Patronların istediği gibi havuzda ne kadar çok işçi birikirse, işgücü o kadar ucuzlayacak. Böylece daha “nitelikli” emek, daha ucuz hale gelecek. Eğitim sistemi sadece işgücünü arttırarak ücretleri düşürmeyecek. Aynı zamanda “uysal nesiller” yetiştirerek kaderine razı işçiler yaratacak. Rekabet gücü yükselecek. Kadınlara, annelik görevlerinin esas görev olduğunu anlatacak. Böylece kadınlar, düşük ücretlerden şikayet etmeden çalışacaklar. Yine “rekabet gücü” yükselecek. Kadınların esas işleri ise evde. Canlarını dişlerine takacaklar; ülke “rekabet gücü” kazansın diye yoksullaşan evlerinin ihtiyaçlarını karşılayacaklar.

D

ünya ekonomisinin kriz içinde olduğu dönemde bile ortalama yüzde 10’un üzerinde büyüyen Çin ekonomisinden yavaşlama ya da hız kesme sinyalleri geldi. Çin Başbakan’ı Wen Jiabao Ulusal Halk Kongresi’nde yaptığı konuşma ile mevcut ekonomik modelin sürdürülemez olduğunu ve hem ekonomik hem de siyasi reformlara acil ihtiyaç olduğunu belirtti. Dünya ekonomileri içinde üretilen toplam değer olarak ABD’den sonra ikinci sıraya yükselen Çin, özellikle 2000’li yıllarda genişleyen dünya pazarının ve ABD’nin dış açıklarının finansörü olmuştu. Üretim alanında ucuz ve bol emek gücü ile rekabet üstünlüğü kazanan Çin, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin üretim için tercih ettiği ülke konumuna geldi. ABD firmaları da benzer şekilde üretimlerinin bir kısmını Çin’e kaydırdı. Ayrıca, Çin devriminin kazanımlarının serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte piyasalaşmasına paralel olarak ulusal tasarruf oranı rekor seviyelere ulaştı. Çünkü halk başta sağlık, eğitim, barınma gibi ihtiyaçlarını güvence altına almak için gelirlerinin yarıdan fazlasını tasarruf eder hale getirildi. Bu durum sonucunda ihracata odaklı, toplam üretimin sadece üçte birinin iç tüketime gittiği bir ekonomik yapı ortaya çıktı. S‹STEM TIKANDI Ancak bu yapının sürdürülebilmesi, kapitalizmin sürekli kriz üreten yapısından

Kimi sosyal hakları artıran Çin hükümeti, bunu ‘sosyalizmden sapmıyoruz’ şeklinde propaganda ediyor oysa Çin emekçilerini çok uluslu tekellere köle ediyor dolayı çok mümkün olmuyor. Çünkü ihracat yapılan ülke ekonomileri krize girince Çin mallarına olan talep azalıyor. Bu koşullar altında sistemin devamlılığının ancak mevcut üretimin iç pazara ağırlık verilerek sağlanabileceği tartışılıyor. Bunu bilen Çin yönetimi bir dizi sosyal kazanımın kaybolmasının yarattığı rahatsızlıkları da göz önüne alarak önümüzdeki dönemde asgari ücretleri, devletin sağlık ve emeklilik harcamalarını

artırmayı tartışıyor. Sosyal konut harcamaları da benzer şekilde artırılarak halkın tasarruf etme eğilimi kırılmak isteniyor. Bu durum Çin hükümetince “Sosyalizmden sapmıyoruz” denilerek propaganda edilse de, emekçilerin çok uluslu sermaye şirketlerince kölece, ölümüne çalıştırıldığı bir ülkenin tabii ki sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi yok. Yapılması planlananları da “sosyalizme dönüş” olarak adlandırmak doğru değil

Çin halkı ayağa kalkıyor Sefalete, uzun ve ölümüne çal›flmaya karfl› 2010 y›l›nda büyük grev dalgas›na tan›k olunan Çin’de s›n›f mücadelesi 2011’de de yükseliflini sürdürdü. Apple, IBM, LG, Citizen, Honda, Pepsi gibi çok uluslu flirketler için üretim yapan fabrikalardaki direnifllerde yer yer önemli kazan›mlar elde edildi. Maddi kazan›mlar›n ve mesai saatlerinin düflürülmesinin yan› s›ra Çin’deki “sar› sendika” egemenli¤i de yer yer y›k›ld› ve sendikalarda iflçilerin özyönetimine dair deneyimler yaflanmaya baflland›. 2011’de de özellikle ifl kazalar›na ve hastal›klar›na karfl› çeflitli grevler gerçeklefltirildi. Maden ve metal sektörlerinde bu soruna dair tepkiler yükseliyor. Bu y›l›n fiubat ay›nda da Hanzong Çelik fabrikas›n›n 5000 iflçisi, daha yüksek ücret talebiyle greve gitti. Grevin ertesi günü eyaletteki baflka iflçilerin de kat›l›m›yla yürüyüfl ve gösteriler düzenlendi. Çin’de k›rlardan geçici olarak gelen göçmen iflçiler direnifllerde öne

ç›kmaya bafllad›lar. Bunun en büyük sebebi kentteki varolufllar›n›n “geçici” olmaktan ç›kmas› olarak gösteriliyor. K›ra geri dönüfl umudunun yok olmas› ve kente tutunma zorunlulu¤u gösteriliyor. K›rlarda yerel yöneticilerin halk›n topraklar›n› gasp ederek, flirketlere pazarlamas› kente göçlerin kal›c›laflmas›na neden oluyor. 2011’in sonlar›nda, Wukan bölgesinde köylülerden gasp edilen topraklar›n, Çin'in en zenginlerinden birine ait olan bir emlak flirketine sat›lmas› üzerine bir ayaklanma patlak vermiflti. Bu ayaklanma geçti¤imiz ay topraklar›n bir k›sm›n›n iadesi ile sonuçlanm›fl, isyan sürecinde tutuklanan köylüler serbest b›rak›lm›flt›. Kentte de yükselen direnifller kazan›m sa¤lad›kça direnifl e¤ilimleri güçleniyor. Özellikle ucuz eme¤in kayna¤› olan k›rdan boflalan ucuz ifl gücü arz›n›n sonuna gelinmesi de ücretlerin yukar›ya do¤ru zorlanmas›na f›rsat veriyor.

çünkü yapılmak istenenlerin hepsi sistem sınırları içinde kimi sosyal hakların artırılmasına dayanıyor. Bu hakların ne kadar “sosyal” olacağını ise iktisadi tercihle değil toplumsal-politik mücadeleler belirleyecek. Zira Çin’de işçi sınıfı başta olmak üzere toplumsal mücadeleler her geçen gün yükselmeye davam ediyor. Çin’de sosyalizm işçi düşmanı devlet katından değil, işçi sınıfının sokaktaki direnişinden yükseliyor.

Kahrolsun merhamet luk oluk işçi kanı dökülüyor bu ülkede. Hadi diyelim ki Kürt meselesinde ölen de öldüren de bir dava için ölüyor, öldürüyor. Peki bu kadar işçi kanı niye dökülüyor. İşçiler kimin için ölüyor? Hani ekonomi kutsaldı… Büyüme rakamları kutsaldı… yüzde 9 büyüme deyince, tüylerimiz diken diken oluyor, ekonomi tanrısı önünde yerlere kapanıyorduk… İşçiler bu ekonominin neresinde? Avrupa’nın en büyük AVM’sini dikecekmişiz İstanbul’a. Ne gurur ama… Kazasız belasız bitseydi patronu kim bilir başbakanı mı getirecekti açılışına cumhurbaşkanını mı? Gazetelerde boy boy fotoğraflar… İşçiler bu fotoğraf karesinde yer alacaklar mıydı? Bütün bu ihtişam karşısında işçiye düşen ne? Sadece “ucuz hayatlar” edebiyatı mı, sadece “vah vah” mı, sadece “ekmek parası” edebiyatı mı? Yok Van’dan gelmiş de çoluğu çocuğundan uzakta onlara nafaka çıkarmaya çalışıyormuş, yok “daha yeni evliymiş…” Hani büyüyen Türkiye’nin fedakar işçileri, hani ihracat rakamlarının arkasındaki gerçek kahramanlar… Kimin sırtında büyüyor bu rakamlar… Avrupa’nın en büyük AVM’sini inşa ederken üç kuruşluk çadırlarda cayır cayır yanmak niye? Hepsi “vah zavallılar” denmek için mi? Vah zavallılar, 850 lira maaş için memleketlerinden gelip buz gibi bir İstanbul gecesinde Tufan cayır cayır yandılar. Daha çok Sertlek geçmemişti oysa bir baraj gölünün sularına kapılıp kayDev Sa¤l›k-‹fl bolup gitmişlerdi… Bir maden Yönetim Kurulu ocağının altına gömüldüklerini Üyesi de unutmadık daha, bir mezar taşları bile yok hala… Topluca “merhamet ayini” yaptık çadırın içinde diri diri yaktığımız işçilerimiz için. En haydut patronundan bir dönerci büfesinde sigortasız çalışıp asgari ücret bile alamayan bir işçiye kadar hepimiz çok üzüldük… Ne talihsizdiler, ne zavallı… Ah o gözü doymaz kötü patron bir yanmaz çadırı çok görmüştü işçisine… Oysa hemen yanı başındaki haberden de çok iyi anlaşılıyordu ki patronların çoğu iyiydi: İşte neredeyse her bir santimetrekareye bir yangın söndürücü koymuştu iyi patronun biri… Konuşa konuşa bitiremedik merhametimizi televizyon programlarından, sabah işe gidişlerde akşam işten dönüşlerde otobüs, minibüs muhabbetlerimizde… Oysa merhamet zulmün can yoldaşıdır. Zalim, merhametsiz zulmedemez… Merhamet, zulmedilene şefkat gösterisinde bulunurken zalimi saklar. Bu yüzden ezilen sınıflar, mazlumlar, merhametin tuzağına düşmemelidir. İş cinayetleri sermayenin emek üzerindeki tahakkümünün doğal bir sonucudur. Sorunun çözümü basittir ve çözüm sömürülen sınıfların elindedir. Sermayenin egemenliği dengelenmediği veya tasfiye edilmediği sürece sermaye cinayet işlemeye meyillidir. Bunun iyi patron-kötü patronla bir ilişkisi yoktur yani… Sermaye hem cinayet işler hem maktulün cenaze namazını kılar hem de evine taziyeye gider… Merhamet gösterisine bayılır… Bunun karşılığında ezilen sınıflar buz gibi bir gerçeklikle karşı karşıya olduklarını unutmamalıdır: Ya her türlü çalışma koşuluna boyun eğip çalışacaksın ya da işsiz kalıp sürüneceksin... Her köşe başında, inşaat çadırında, baraj gölünde, maden ocağında bizi bekleyen cinayetlere karşı mezarlarımızdan kalkıp kendi ellerimizle yazmalıyız mezar taşlarımıza “Merhamet değil, adalet istiyoruz.”

O

Akaryakıta zam

A

karyakıta arka arkaya zam gelmeye davam ediyor. Mart ayı içerisinde yapılan ve yüzde 3’ü aşan zamla motorinin litre fiyatı ilk kez 4 lirayı geçti. Benzininde de 10 gün içerisinde yapılan iki zamla litre fiyatı 17 kuruş arttı. Bu zamla birlikte, İstanbul'da benzinin litre fiyatı 4,61 liraya çıktı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise 2009’dan beri akaryakıta bir kuruş zam yapmadıklarını savundu. Şimşek 'Zam denilen şey aslında tamamen uluslararası petrol fiyatlarından kaynaklanmakta' dedi. Şimşek’in bu açıklaması şaşkınlık yarattı. Zira bir Maliye Bakanı herkesin kolayca ulaşabileceği rakamlar varken göz göre yalan söyledi. Uluslararası petrol fiyatları 2008’den bugüne düşerken Türkiye’de petrol fiyatları sürekli olarak arttı. Türkiye halkı dünyada en pahalı petrol kullanan halk olmaya devam ediyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.