Salkimsogut _04

Page 1

şiir

kültür sanat...edebiyat ... ve hayata dair dergi

İKİ ayda bir çıkar ücretsiz e-dergi

• BU SAYIDA: A.KADİR

32 sayfa

Abbas SAYAR Albert CAMUS Âşık Daimi Âşık İlhami DEMİR Âşık Şenlik Âşık VEYSEL Aylin SAMAT Aziz NESİN Bernard SHAW Burhan GÖRKEN Can YÜCEL Cemal SÜREYA Edip CANSEVER Ekber POLATOĞLU Erdal İNÖNÜ

Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU Fazıl Hüsnü DAĞLARCA Ferda BALKAYA ÇETİN Friedrich Nietzsche GEVHERİ Görkem ERCAN H.Hüseyin KORKMAZGİL HAYYAM KARACAOĞLAN KAYGUSUZ ABDAL Lale MÜLDÜR Langston HUGHES Melih Cevdet ANDAY MONTAIGNE

NÂZIM, Oğuz ARAL Oktay RİFAT Orhan Kemal Orhan Veli Orhon Murat ARIBURNU Osman Yavuz İNAL Ozan Mizanî (Taner Karataş) Özdemir Asaf Paul Celan Philip Larkin POLAT AYDIN Resul HAMZATOV

Roberto Juarroz Sabahattin Ali Sait Faik Abasıyanık Salâh BİRSEL Seval ESASLI Sevdakâr ÇELİK Songül DÜNDAR Sunay AKIN Şeref TAŞLIOVA Timmory Ümit Yaşar OĞUZCAN Vahit AKÇA Yusuf HAYALOĞLU

Sayı 4

Mart Nisan 2013


*

Merhaba Sevgili Dostlar.!.

bilinç ve yaşam sevinciyle tazelendiklerini hissettirdiler hep... Öyle ki / derginin her yeni sayısından sonra gönül okşayan sözleriniz ulaştı e-mailleriniz ve telefonlarınızla... umut vermekle kalmayıp, hem kendi umutlarınızı –ve hem de bizim umutlarımızı- tazelediniz ve çoğalttınız. Salkımsöğüt’ün sade ve iddiasız duruşuna karşın; sanatsal yaratıcılığı özendiren, herkese fırsat tanıyan bir özellik taşıdığını da işaret ettiniz sık sık. Sağ olun.!. Zaten bizim gönlümüz de, “Yeri geldiğinde limanına yanaştığınız edebiyat denizinde kendinizi iyi hissetmenizi arzu ediyordu” en çok. Bu kadar sade bir beklentiyi, Salkımsöğüt çatısı altında ve siz değerli dostlarla gerçekleştirmek; hem onurlandırıcı ve hem de sevindiricidir. * Gayretleriniz ve iyi niyetiniz, üstlendiğimiz sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirmemiz gerektiğini de anımsatıcı bir işlev gördü hep. Yazıp çizdikleriniz bizim için çok çok değerliydi ve emek verip ortaya çıkardığınız eserlerinizi, dergi sayfalarına taşırken oldukça titizlendik. Bu özen ve saygıyı çoktan hak ediyordunuz çünkü. Dileriz _siz değerli dostlarımızın yüreğinde de bu tutumumuzun yankıları gerçekleşmiştir. * ...şiirle ve mutlulukla kalın.!.

Şubat 2013

SALKIMSÖĞÜT *e-dergi* iki ayda bir çıkar Mart-Nisan 2013

SALKIMSÖĞÜT, 4. sayısı ardından (Şubat-Mart 2013) –yaz sezonu nedeniyle- tatile girecektir. Değerli yazar çizer ve okuyucularımızın iyi ve verimli bir tatil geçirmelerini diliyoruz.

© Sevdakâr ÇELİK_Denizcinin Göçü_13.o7.2oo6

Gittikçe çoğalan ilgi ve katkınızla SALKIMSÖĞÜT’ün 4. sayısına ulaştık. Bilinen odur ki / yazılarınızla, çizgilerinizle, seçkilerinizle renk ve değer katmış oldunuz dergimize. Birlikte kotarılan bu çalışmada emeği geçen siz değerli dostlarımıza, bir kez daha teşekkür ediyoruz. * İlk şiirlerini, ilk yazılarını SALKIMSÖĞÜT aracılığıyla okuyucusuna ulaştıran ve bunu “yaşamlarının önemli bir dönüm noktasına adım atmak” biçiminde değerlendiren arkadaşlarımız oldu. Böylesi bir gerçek, bizim için anlamlı ve mutluluk vericidir. Geniş kesimlere sesini duyuramayan yetenekli insanların, güven verici yöntemlerle yüreklendirilmesi; çekingenliklerini yenip, sanat alanında varlık göstermesi; -kişisel olduğu kadartoplumsal hayat kalitesinin de yükselmesi demektir. Ve kuşkusuz, sanata gönül ve emek verenlerin olumlu çabaları sonucunda; kendi paylarına da olumlu şeyler düşecektir. Salkımsöğüt çatısı altında buluşan sanatçı dostlardan, bu bağlamda, oldukça sevindirici geri dönüşler aldığımızı da –yeri gelmişken- belirtelim. * Sahiplendiğiniz için SALKIMSÖĞÜT’ü -daha iyiyi yaratmak adına- önerileriniz oldu. Ve çok sıklıkla karşımıza çıkan bir de arzunuz vardı: Dergimizi matbu olarak okuma arzusu... Böylesi bir düşünceyle yola çıkmayışımız, isteminizin ciddiye alınamayacağı anlamına gelmez elbette. Sözlerinizi önemsiyoruz ve her sözünüz gibi bu sözünüzü de aklımızın bir köşesinde tutacağız. * Eşsiz eserleriyle katkı sunan sanatçı dostlar kadar, okuyucularımız da sanatın önerdiği

.

sayı:4

imtiyaz sahibi + yayın ,dizgi ve görsel tasarım:

Sevdakâr ÇELİK

İletişim adresi: mizahvesiir@gmail.com salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

•KAPAK FOTOĞRAFI: © GÖRKEM ERCAN • Gönderilen eserlerin sorumluluğu, eser sahibine aittir. •.SALKIMSÖĞÜT Bağlantı Adresleri: • PDFhttp://www.mediafire.com/?8v8wad6j2qab9 •JPEGhttp://salkimsogutsanatdergisi.blogspot.com • NOT: dergimiz, dileyen okuyucularımıza e-mail ile de gönderilir.

2


BU SAYIDA

:

A.KADİR Abbas SAYAR Albert CAMUS Âşık Daimi Âşık İlhami DEMİR Âşık Şenlik Âşık VEYSEL Aylin SAMAT Aziz NESİN Bernard SHAW Burhan GÖRKEN Can YÜCEL Cemal SÜREYA Edip CANSEVER Ekber POLATOĞLU Erdal İNÖNÜ Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU Fazıl Hüsnü DAĞLARCA Ferda BALKAYA ÇETİN Friedrich Nietzsche GEVHERİ Görkem ERCAN H.Hüseyin KORKMAZGİL HAYYAM KARACAOĞLAN KAYGUSUZ ABDAL Lale MÜLDÜR Langston HUGHES Melih Cevdet ANDAY MONTAIGNE NÂZIM, Oğuz ARAL Oktay RİFAT Orhan Kemal Orhan Veli Orhon Murat ARIBURNU Osman Yavuz İNAL Ozan Mizanî (Taner Karataş) Özdemir Asaf Paul Celan Philip Larkin Polat AYDIN Resul HAMZATOV Roberto Juarroz Sabahattin Ali Sait Faik Abasıyanık Salâh BİRSEL Seval ESASLI Sevdakâr ÇELİK Songül DÜNDAR Sunay AKIN Şeref TAŞLIOVA Timmory Ümit Yaşar OĞUZCAN Vahit AKÇA Yusuf HAYALOĞLU

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

3


ORHAN KEMAL

eser: mehmet aksoy

NÂZIM HİKMET’E

“KARIMA MEKTUP” Bursa / Hapishane Bir tanem! Son mektubunda : "Başım sızlıyor yüreğim sersem!" diyorsun. "Seni asarlarsa seni kaybedersem;" diyorsun; "yaşıyamam!" Yaşarsın karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda; yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgili; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzıma! Ben, alacakaranlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dâva ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanile bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı.

sen “promethe’ nin çığlıklarını kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran” adam sen benim mavi gözlü arkadaşım kabil değil unutmam seni 26 Eylül 1943 seni yapayalnız bırakıp hapishanede bir üçüncü mevki kompartmanda pupa yelken koşacağım memlekete tren bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek gözü yaşlı bir genç kadına beş senenin ardından kocasını getirecek o dem - ki boş verip istasyon halkınayanaklarından öperken sevgilimi sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın içinden bana o dem - ki yürekten her şey atılacakekmek, kin, hasret fakat Nâzım Hikmet sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen aydınlık yüreğinin duvarına dayayıp sarı saçlı başını batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını günler geçecek ekmek derdi çökecek omuzlarıma. fabrika makineler tezgahım... sana şeker kamışı, portakal yollayacağım karım yün çorap örecek her hafta mektup yazacağız -askere almazlarsa eğerunutabilir miyim seni? tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz müthiş insanların küfrünü -radyonun yanındaki duvara kurşun kalemle abus insan yüzleri çizmiştinunutabilir miyim seni hiç? hâlâ beton malta boylarında duyuyorum takunyalarının sesini, unutabilir miyim seni ? dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim hikaye, şiir yazmayı ve erkekçe kavga etmeyi senden...

Bursa Cezaevi'nde Nâzım, henüz yazar olarak ünlenmemiş Orhan Kemal ile görüşmecisi İsmail Hakkı Balamir'in arasında...

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

4


Ekber POLATOĞLU Dinç kalmaya sebep olur diyorlar... İmam Sadık namı diğer Cafer-i Yukardaki sözler onun eseri Sözleriyle rahatlattı Ekber’i Zevk almaya sebep olur diyorlar... 10.01.2013 / Ekber POLATOĞLU *

YENİ YILDA

Neler İsterim

Yeni yıl, umuttur yeni demektir Düşler ağacına çıkmak, emektir Ayrımcılık kalksın, yüce dilektir Hukuksa iktidar olsun isterim.

ÖFKE, İRADE, BEDEN VE RUH EDEBALİ dediğin insanların hasıdır O, diyor ki; kin, garez yüreklerin pasıdır Öfke, benliğin yemi, lezzetli gıdasıdır Horatius’a göre, öfke bir deliliktir. Öfke ile beslenen benliğin ömrü biter Semirdikçe iraden hemen yok olur gider İradesi zayıfın ruhu intihar eder Benliği öfkesizin iradesi çeliktir. Posalaşmış bedeni taşımak ağır zillet Kapalı ruh taşımak, bu ne büyük ihanet Öfke ile deliren kişi geçirir cinnet Bu cinnetin ömrüyse yalnız bir geceliktir Öfke ile beslenen zayıf iradeleri Tanrım ıslah eylesin tekrar getirsin geri Bu zillet, ihanetten ırak etsin Ekber’i Ruhu oldukça açık, yalnız cebi deliktir. 01.12.2012 / Ekber POLATOĞLU *

SEBEP OLUR Diyorlar Bir iş incelerken verirsin emek Gereksizdir onu çok irdelemek Çok aşırı hassasiyet göstermek Ayrılığa sebep olur diyorlar...

Öncelikle huzur gelsin herkese Barış kulak versin çağıran sese Liderler kalmasın nefes nefese Birazcık sükûnet bulsun isterim. Gerçek demokrasi görsün özeni Olmasın, fişlenen, insan üzeni Afişlenmediğin yeni düzeni Şiddete başvuran solsun isterim. Engelli insana engel olmayan Avrupa’nın gerisinde kalmayan Bir ülke düzeni saç-baş yolmayan Ülkemde yerini alsın isterim. İntikama secde eden düşünce Savunmasız yargılanan düşünce Kemiren kurt beynimize düşünce Metal böcek uzak kalsın isterim. Ormanlar doğmamış çocuklarındır Tetikteki hayvanları barındır Şiddetin her türlüsünden arındır Sevgi, saygı hazla dolsun isterim. Eziyorken kurduğumuz hayaller Hayat cesarettir, kalkmanı bekler Düşünceden yargılanırsa Ekber Herkes saçlarını yolsun isterim. 01.01.2013 / Ekber POLATOĞLU

Bir işi yaparken ortamı germe İnceden inceye mesaj gönderme Nasihat et ama çok eleştirme Düşmanlığa sebep olur diyorlar... Bir karar verirken acele etme Durup düşün, dinle, bırakıp gitme Sabırsızlığınla onu terletme Rezilliğe sebep olur diyorlar... Hata yapıp yapıp özür dileme Dosta küsüp yeni dostlar peyleme Dostunun sırrını ifşa eyleme Alçalmaya sebep olur diyorlar... Cömertlik zekânın hidayetidir Cimrilik gafletin alametidir Terk etmek müminin selametidir

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

AĞIR İŞÇİ En ağır işçi benim Gün 24 saat Seni düşünüyorum Ümit YAŞAR * Ç Onlar ABC’yi öğrettiler Che’yi biz öğrendik Sunay AKIN * İKİ DOĞRU Ana Çocuğu somutlar Anadil Çocuğun kişiliğini. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA * DOLUDİZGİN ÖZGÜRLÜK Özgürlük dediğin Bir güzel türkü… Hele onu sen bir söyle Gerisi gelir doludizgin… Osman Yavuz İNAL * DOKUNMATİK Görmüyor musun Su içiyorum Şiir yazıyorum Ne dokunuyorsun Can YÜCEL * DÂVET Bekliyorum Öyle bir havada gel ki, Vazgeçmek mümkün olmasın. Orhan Veli * MERAK İçimde bir merak bir merak Ölümümden bir ay sonra bir güncük yaşamak Ve dostu düşmanı Suçüstü yakalamak Aziz NESİN * YETMEZ Mİ Önce, Ozanlar ölsün Sonra, hiç kimse. Varsın Ozansız kalsın dünya Barışı İnsanlığı Sevgiyi Yarattılar ya! Orhon Murat ARIBURNU * PARSEL Girdim yarin bahçesine Parsellenmiş Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU

5


FERDA BALKAYA ÇETİN “I love you more than I can say…”

zaman üzerinde bir kement / olur bir çığlık ebedi bir gülümsemeye doğru tutuşur yanar elleri zamanın kızgın lavlarla boşalan göğün kollarından sanki Hiroşima ağıtlar yakılır kalabalıklara anlaşılmaz olur yüzü gölgelerin gözleri geceye karışır bir çocuğun turuncu bir neon olur maskesiz yüzü o çığlık ki büyüyüp sancıyla sürüklenen alevler içinde orta çağ bedeniyle güneşe yakın bir gezegen olur insanlık kök salarken sınırsız toprağına aç / çıplak ruhumuzdan çalınmış bir ömrü simgeler sanki sessiz ölüler kendimize çevrili bir mavzer olur evren daralarak can/lar sabaha çıktığında filizlenir umutlar yüreğimizin özsuyunda insan yine insan büyüdükçe kendinden bir anlamı olur devinmelerin ferda balkaya çetin **

yüreğime doğru ayak sesleri yerleşir yüreğime vakitsiz med- cezirler soluksuz koşarken ikindileri bir hüzündür iner ferda balkaya çetin **

İNCE ÇİZGİ son maviler doldururken geceyi zaman telaşlı yüreğim sabırsız dur biraz Ferda BALKAYA ÇETİN

Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Kazancakis, “Fırçanız var, renkleriniz var. Bir cennet yapın ve içine girin.” der. Kendi yaşamımızı güzelleştirmek adına. İnsan; olağanüstü güçlü, benzersiz, m uhteşem varlık. Umut; olmasaydı um utlarımız sımsıkı tutunabilir miydik hayata? Ya sevgi?… Özünü oluşturuyor yaşamın. İnsan, umut, sevgi… Bundan daha güzel bir yaşam üçlemesi olabilir mi? Fırça elimizde. İstediğimiz renkleri kullanarak yapalım cennetimizi. Katarak umudum uzu sevgimizi. Var oluşumuzu kutsayarak… *** Zordur sevgiyi tanımlamak. Onu sınırlam ak gibi bir şey olur. Sözcükler de yetmez. *** Göm ülüdür aslında yüreklerim izde sevgiler, biz farkında olmayız çoğu zaman. Onu tetikleyen bir şey gerekir. Güneşi görünce açan çiçekler gibi…

*** Ve sonra, “Elbet siyah olacak rengi gecenin Gri bulutlarda gözyaşı, hüzün Ve tadı olmayacak gündüzün… Neyse ki sen varsın.” diyecekti şair. Sıcacık bir güvenceydi içimizde, ta içimizde. Can evimizde, yüreğimizde. Yalnız değiliz ki… *** Ve ne kadar zordu söylem ek “SENİ SEVİYORUM.” Ve o kadar kolay. Ve o kadar derin. Ve o kadar da güzeldi duymak. *** Sözcükler kifayetsizdi ya! Ya bir şiire, Ya bir şarkıya sığınmalı, en iyi anlatan. Eskilerden, Leo Sayer’in sesinden kulağımıza fısıldanan somut ezgisiyle, müziğin. “I love you more than I can say.” “Seni söyleyebildiğimden daha çok seviyorum.”

Ferda Balkaya Çetin

Aforizmalar-1 •Şiir olm ayan yerde insan sevgisi de olm az, insanı insana ancak şiir sevdirir. Sait Faik •Sözcükleri boş yere harcayamayacak kadar •çok seviyorum. Rene Char •Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli, çok sevm eli öyleyse, •çok söylemeli. Metin Altıok •Her insan kendi adasında yaşar. Bertolt Brecht •Düşündüklerinizi söylemek iyidir. Söylediklerinizi •düşündükten sonra söylemek daha iyidir. Credo •Şiirin am acı “bir şey” i gündeme getirmekse, aynı zam anda “o şey” i gündemden ayıklamaktır da. Edip Cansever •Şiir, insanın görünm ez yüzü…. St. John Perse •Elinde parlak bir yıldız vardır şairin ve herkes şaşırır buna. Bir de önüne çıkan her taşa takılmasa…. Altay Öktem •Yazıcı, azgın sözcük selini dize getirm iş ve amacına ulaşm ışsa, yarattığı şey şiirdir, düz yazıyla kaleme alınmış olsa bile… Valery Bryasov •Birini yargılamak istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, Onun ayakkabılarıyla yürümelisin. Kızılderili Atasözü •Yalnızlık: tek ağaçlı bahçe… Adonis •Ve yaralarım aşktandır… Füruğ Ferruhzad •Bahar, annemizin yemenisindeki solgun çiçektir. •Bunu unutm a… Arkadaş Z. Özger •İnsan çürüm edikçe şiir çürümez. Yaşar Kemal •...Derleme: Ferda BALKAYA ÇETİN • (Kaynak: Yitik Ülke_Edebiyat ve Kültür Sanat Dergisi)

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

6


FOTOĞRAFLARIN DİLİ

BİR AĞAÇ VE BOŞ BİR BANK Fotoğrafların da dili vardır. Bir fotoğraf ne çok şey anlatır bizlere. Anılarınızı, geçmişinizi anlatır ya da uzun zamandır görmediğiniz sevdiklerinizi anımsarsınız onlara baktıkça. Kimi fotoğraflar da -size ait olmadığı halde- yine de alır götürür sizi bi yerlere. Yeter ki bakmasını, görmesini bilelim. Fotoğrafın içindeki duyguyu anlayalım. Örneğin bu fotoğraf bana ait değil belki ama beni bi çok yere götürebilecek kadar etkiledi.. Bir ağaç ve boş bir bank... Hâlbuki her gün geçeriz buna benzer bir manzaranın önünden. Ama fark etmeyiz sadece geçer gideriz önünden. Ne zaman objektife yansır o zaman fark ederiz işte. Bu fotoğraf kim bilir kimin objektifiyle, hangi duygularla çekildi? Bilemem! Lakin bana yalnızlığımı hatırlattı. Neden yalnızım bunca kalabalığın içinde diye sordum kendime resme her baktığımda. Bilmiyorum belki de kendim örüyorumdur duvarları etrafıma. Çünkü o zaman kimse zarar veremiyor bana. Ben yalnızlığımla mutluyum aslında. Bir de ayrılıklar, terk edişler vardır böylesi ortamlarda yaşanan. Mesela buna benzer bir ortamda ayrılmıştım babamdan.

**Nereden çıkmıştı bu yurtdışı, nereden çıkmıştı bu Almanya’da çalışmaya gitmek? Oysa ben daha hazır değildim ve pek küçüktüm. **Ağlayarak vermiştim eşyalarını eline. Gitme dercesine bakmıştım yüzüne ama gitti. Hâlbuki ne kadar da mutluyuz diyordum. Değilmişiz aslında. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hâlbuki hiç hatırlamak istemezdim bu hikâyemi. Ama böyledir işte fotoğrafların dili. Bazen unutmak istediğin, hatırlamak istemediğin zamanlarda, bazen de hiç unutma diye dile gelir. Kısacası her fotoğrafın dili vardır bakmasını bildikten sonra. Aylin SAMAT 19.o9.2o12

Aylin SAMAT

PAYLAŞMAK İSTEDİĞİM YAZILAR Eflatun’a iki soru sormuşlar. Birincisi; “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?”

ne öneriyorsun ?” Bilge yine sıralamış: - Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır… -Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil “en az şeye ihtiyaç duymaktır”.

Eflatun tek tek sıralamış: - Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler… -Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler… - Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar… - Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…

SENİ YAZIYORUM Seni yazıyorum gecemi aydınlatan ay ışığında Olmuyor / siliyorum Sonra bir daha deniyorum seni yazm ayı Ve ardından bir defa daha anlatır kelimeler seni diye Lakin hesaba katamıyorum kaybolan sözcüklerde saklı olduğunu Ve ay ışığında seni anlatan sözcükleri bulamayacağımı hesaba katamıyorum Seni yazıyorum Olm uyor Siliyorum ...

Aylin SAMAT

Sıra gelmiş ikinci soruya; “Peki sen

06.02.2013

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

7


ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER

14 Şubat sevgililer gününde aşka koşanlar için yazılmıştır.

IÖzgürüm Özgürsün Özgür Şimdi sesimiz çıkıyor Daha gür. IIÖzüne inince Daha çok seviyorum işte. Özgürlüğün özünü Bilmek gerek…

DÜŞE KALKA IDüşe kalka Koşulur aşka Düşe kalka… Düş, kalk, koş Yakalarsan bırakma Çok hoş.

IIIBir diktatörün daha sonu gelmiş. Şimdi gözüme girdin Özgürlük.

IIDüşe kalka Koşulur aşka Düşe kalka… Ayakta kalana Çıkarılır şapka…

IV-Özgür Bir bardak su getir.

IIIDüşe kalka Koşulur aşka

-Dışarda kar yağıyor. Yine paltonu giymemişsin. Bir daha olmasın Özgür.

Düşe kalka… Hele bir de Yanmış, kül olmuşsan el ele İki gönül, iki serçe...

Sakın yanlış anlamayın Çok hoşuma gidiyor ama Çocuklara Özgür adını koymayın. Özgürlük anlamını yitiriyor.

- Dersini bitirmemişsin, Bugün sinemaya gidemezsin Özgür.

IVÖZGÜRLÜK Düşe kalka Koşulur aşka Düşe kalka… Toz, çamur içinde kalsan da… Boş ver… Nasılsa, sonunda Aşkla kalınacak ya baş başa…

KADEH Burası dalyan kahvesi Ortalık süt mavisi Apostol bu ne biçim meyhane Tabağımda bir bulut Kadehimde gökyüzü

Oktay Rifat

Özgürlük, Alıp başını gitmekse Kafesteki kuş için. Dağ başındaki selvi Özgürlüğünü Topraktan ayrılmadan yaşar… Osman Yavuz İNAL

dolar isterdi. Bir gün Amerikalı yayıncılardan biri, muziplik olsun diye yazara bir dolar gönderdi ve “Bana bir kelime yollar mısınız?” notunu BERNARD SHAW ekledi. Bernard Shaw, İngiltere’nin en Bernard Shaw, doları aldı ve çok kazanan yazarlarından biriydi. Yazdığı her sözcük için bir kâğıdın üzerine şu tek kelimeyi yazarak yayıncıya geri gönderdi: şilin alırdı. Ama bunu da az “Mersi”… görür, Amerika’da basılacak yazılarının her sözcüğü için bir

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

8


ESKİ BİR RESME BAKINCA

BİR KENTİN SOKAKLARINDA acemisi olduğum bir kentin, sokaklarına vurdum kendimi. dostlar çiçekler bırakmış meğer geçtiğim yollara. gelincikler belki uykudadır, tutup ben de * manolyalı nergis kokuları getirdim evden. ışıltılı gözlerle karşılaşıyorum, her çeşmenin başında_ izin verin; maşrapalarınıza güneşler doldurmalıyım, yürekten... çıkınımda tebessümler var üstelik / gitmeyin, bekleyin; her tebessüme, bin tebessüm ikram etmeliyim vakit varken... selamlar veriyorsunuz, gelip geçerken; teklifsizce . selamınız başım gözüm üstüne_ görmemek çelebiliğinizi zaten kusur sayılır. ey bu kentin; en tenha, en bilge, en güzel insan(lar)ı_ bir selamınıza, bin selam benden... . susuz ve uykusuz ve yorgun olabilirsiniz bir bilinmedik zamanda_ aldırmayınız efendim.!.

biliyorum / bir gün çekip gideceksin tutunup inat ve öfkenin kanatlarına, ...ve aldırmayıp / toprağın bereketiyle sevildiğine, buraları terk edeceksin. bir resmim olacak yanında belki bir on yıl sonra / belki yirmi... çıkarıp zulalardan -ve zamanın çarkını geriye çevirereko resme bakacaksın. mümkünü yok, ... ağlayacaksın!

biliyorum, iyimsersiniz siz_ oturup anlaşalım öyleyse... tebessümler senden olsun efendim, defne dalları benden... *Sevdakâr ÇELİK

sevdakâr çelik 30.05.2009

© sevdakâr çelik

sevdakâr çelik

* 23/24 .o2.2oo8*

salkımsöğüt salkımsöğüt//mart-nisan mart-nisan2013_(4) 2013_(4)

9 9


*

Takvim yaprakları 25 Aralık 2012'yi gösterdiğinde, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da bulduk kendimizi. "Çek aradan çekilsin" diyen can dostum Nagehan ile başbaşa çıktığımız bu ikinci yolculuk esnasında öylesine derin güzellikler keşfettik ki, yazmamak ayıp olurdu bir yerde...

"kardan kadınlar " olmaya yakınken, taksisinin kapılarını açarak, bizi donmaktan kurtaran mavi gözlü elçimizden öğrenmiş olduk yolculuk sırasınca. Şoförümüz, elinden takoz telefonunu indirmemiş olmasına rağmen, Prag hakkınde sorduğumuz bütün soruları seri bir şekilde yanıtlamayı ihmal etmedi. Bu sorulardan bir tanesi, üzerinde isimler taşıyan, kırmızı ve mavi olmak üzere altlı üstlü çivilenmiş sokak numaralarıydı. Kırmızı üzerinde yazılı olanlar, binalara ait olup, bir sonraki numarayla tamamen alakasız bir numara olabilirmiş. Mavi üzerinde yazılı olanlar ise sadece bulunduğunuz sokağı işaret ediyormuş. Taksici abimizin verdiği bilgiler ve yol bulma konusunda kendisini aşmış kafadengim sayesinde elimizdeki minik haritaya bakmaya fazla ihtiyaç duymadık gezerken. Gitmek istediğimiz her yere zorluk çekmeden ulaştık.Binaların üzerindeki içki resimleri ile masa üzerine gelen içkiler arasındaki farkı bulmak için zorlanmadığımız gibi , kolaylıkla oldu her şey.

Evvela, doğum günü hediyesi olarak bu unutulmaz yolculuğu bana layık gördüğü için Nagehan'a sonsuz sevgiyi borç bilirim. Yolculuklar sırasında daha iyi tanırmış insan dostlarını, buna gerçekten inanmaya başlıyorum…

Prag, başlıkta da görüldüğü gibi, Libuše’nin dünyaya bıraktığı tatlı bir buse... Tarihçiler ve efsane, Prag’in 8.yüzyılda Libuše tarafınca kurulduğunu söylüyor. Peki, kimdir bu Libuše? Çek şefi olan Krok'un kızı, aynı zamanda da büyücü Teta ve amazon Kazi'nin en genç kız kardeşleridir. Kâhinliği ile ünlü olduğu için babasının yerine tahta Libuše oturmuş ve mahkemelerin sonunda alınan kararları ıhlamur ağacı altında açıklamayı tercih etmesiyle meşhurmuş. Bir kadın tarafından yönetilmek kabilenin erkeklerini rahatsız ettiği için Libuše'ye bir prens seçmesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine Libuše Bohemya'yı yönetmesi adına köylü Přemysl ile evlenir. Kısa bir süre sonra Libuše ölünce savaşçılarından Vlasta, kadınların egemen olduğu bir devlet kurmaya çalışır ve Bohemya'nın terörü kabul edilen Amazon Devleti'nin kurucusu olarak adını tarihe yazdırır... Efsanesinde amazonlardan söz ettiren Prag’da, erkekler gibi sigara içip, her an savaşa gidecekmiş pozları veren beyaz bıyıklı yaşlı kadınlara rastlamak tahmin edildiği gibi şaşırtıcı olmasa gerek. "Prah" , modern çek dilinde kiriş manasına geliyor. Farklı dünyalara, farklı boyutlara açılan kapının kirişi anlamında biraz da... Mimarisi bakımından "Bin kale ve bin zil " olarak isimlendirilen Avrupanın kalbi bu şehir, İkinci Dünya Savaşı’nda darbe almayan ender kentlerden.1 992 yılında, tarihi başkent olarak UNESCO'nun dünya mirası listesine girebilmeyi başarmış masalsı bir şehir Prag. Geçtiğiniz her sokakta nefesiniz kesiliyor gözleriniz her kareye ayrı ayrı konarken."Eski Şehir ", "Yeni Şehir" ve" Küçük Köse" olarak üç gecede adım adım gezebilmek mümkün bu altın kenti. Yaklaşık yirmi yıldan beri kapitalizmin hüküm sürdüğü gerçeğini ,

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

10


Kapalı alanlarda sigara içmenin serbest olmasına duyduğumuz şaşkınlık gibi, sokaklarda hiç bir sigara izmaritinin olmamasına da şaşırıyoruz arkadaşımla. Sanki Prag'a şaşırmak için gelmiştik :)) Sanki Prag , içinde bulunduğumuz zamandan çok daha başka bir zamanda gibiydi.. *

Astronomi saatinin gizemi vardı hamurunda... Adeta dans ediyordu bizimle, dans eden ev "Dancing House“ gibi... İnce ince işliyordu Prag, porselenleri, birbirinden şirin döşenmiş kahvehaneleri, kristalleri ve zihinlerimizi, kuklari ile "meşhuriyet" kazanmış bir kent... Gülümseyen insanların büyük bir St.Vitus çoğunluğunu Bulgar ve Cezayir asıllı esnaf abiler ve ablalar oluşturuyor. Katedrali'nin görkemli işlemeleri gibi... Akdeniz insanının kutsallığını konuşuyoruz yürüdükçe... Her dilde " pizza salonumuza hoşgeldiniz" diyebilen Çek garsonla karşılıklı gülüşüyoruz. Büyük fakat fazla değeri olmayan kâğıt paraların hükmü vardı Prag’da, Afrika’da olduğu gibi. Kâğıt demişken hazır, Karlovy Vary'de yediğimiz kağıt helvalardan da söz edelim hatırlamışken. Çikolatalı, limonlu, tiramisulu... Tıpkı açık hava konserinde yahut uluslararası fuarlarda

anne ve babalarımızın servet ödeyerek aldıkları kâğıt helvalar misali... Tam yanıbaşımızda at arabaları geçiyor battaniyelerin koltuklar üzerinde beklediği.. Japon işi bir çocuk babasının dizleri üzerinde oturmuş el sallıyor bize, içimiz ısınıyor eksi yedi derecede. Kuzeyin buz tutmuş suratı güller açıyor aniden. Tuhaf bir huzuru var Prag’ın. Prag köprüsünden, peder ve komünistlerin anadan üryan yahut cayır cayır yakılarak suya atıldıklarını öğrenmiş olmamıza rağmen, kilitli ada ve John Lennon duvarı ilginç bir sıcaklık katıyor kente barış ortamı tadında. Sonrasında, Kafka Kafe'de içilen sıcak kahveler mutlulukla dolduruyor yürekleri. Kafka’nın, Milena’ya yazdığı mektupların birinde dediği gibi; " Hava çok tuhaf burada, Prag'da böyle havalarda sular donar, balkondaki çiçekler tomurcuklanırdı."

Batı Bohemya'da İmparator Karl IV tarafından kurulmuş Karlovy Vary’de, betonarme yapıtlara asla rastlayamazsınız. 65 derece sıcaklıktaki fışkıran sulardan, renkli ve desenli bardaklar aracılığıyla tadımlık alabilirsiniz, şifa niyetine. Lakin biz içilen suyun hazımsızlık yaptığını duyduk, aman siz de duymadık demeyin!

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

11


Prag'a yeniden gitmek için ille de bir sebep söyle diye tutturursanız, Petri kulesine giden uzun ve ince yoldan söz edeceğim şüphesiz... Her ne kadar saat altıdan sonra tepeye tırmanmak yasak olmuş olsa da, kuleden çok, kuleye giden yolun hayranları olduk diyebilirim, yol boyunca bize eşlik eden kirazlı şekerleri sol cebimde unutarak...

*

Yıldızlar, ay , bulutlar ve martılar... Bir tarafta soğuk sular, bir tarafta sayısız dilekler... Sıcak şarap, renkli ışıklar, Prag peksimeti... 91 numaralı nostaljik tramvay, çamlıca gazoz ve köfteli pilav... Çocuklar, oyma taşlı caddeler ve saat dört civarı çöken karanlık... Biriktirilmiş özlemler, sabırsızlıkla beklenen yolculuklar ve kokusunu sevdiğimiz tren garları... Hayat en çok , " Dostum var" diyene güzel olmalı! Öyleyse "Dostum var" diyene kadar savaşmaya devam edin...

Ancak, aralarından bir tanesi –diğerleri gibi inanmasa da-, onunla kalıp, aramayı sürdürmeye karar verir. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

*

Arkadaşı, büyük bir saygı ve hayranlıkla ona dönüp; "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, o paranın kendi ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. New-York ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili'dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken; Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır böceği aramaya başlar. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip, yollarına devam eder.

Kızılderili, arkadaşına dönerek: **"Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin." der.

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

12


* .

Şoför Aga bir gün Ankara’dan, köydeki ablası

1955 yılında Kars’ın merkez Dikme köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi şimdiki adıyla Ka-zım Karabekir Anadolu Öğretmen Lisesi olan, Cılavuz Öğretmen Okulu’nda okudu. Cılavuz Öğretmen Okulu’nun son sınıfındayken, okuldaki başarısından dolayı, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildi. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Lisans Bölümü’nü bitirdiği yıl, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Lise Öğretmenliği diplomasını aldı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Kimya Yüksek Mühendisliği’ni bitirdi. Ancak öğretmenlik mesleğini tercih etti. Öğretmenlik yaptığı ilk görev yeri, AnkaraHasanoğlan Öğ-retmen Okulu’dur. Daha sonra, Ankara-Mustafa Kemal Lisesi’nde kimya öğret-meni olarak çalıştı. Uzun yıllar, Ankara-Ayrancı Lisesi’nde kimya öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra emekli oldu. Süreli yazılarına köşe yazarı olarak devam etmektedir. Yayınlan-mış ‘Şoför Aga’ adında bir öykü kitabı ile sosyal içerikli ‘Savaşların Kadını’ ve “Cezo Gardaş” adlı iki romanı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan yazarın, halk ozanı olan eşi de kendisi gibi öğretmendir.

Niyar’ı ziyaret etmek için gitti. Ütülü lacivert takım elbiselerini giymiş, yakası kolalı bayaz gömlek üstüne kravatını takmıştı. Her zamanki şık giyimiyle ablasının kapısına geldi. Mevsim tam harman zamanıydı. Harmanın da öküzlerin veya atların koşulduğu dövenle, ha babam de babam dövüldüğü zamanlardır. Gökyüzünü bulutlar kaplamıştı. Ha yağdı, ha yağacak… Herkesin elinde yaba tırmık, ıslanmasın diye harman toplama telaşındaydı. Bu telaşa rağmen ablası Niyar, harman yerinden kardeşi şoför Aga’nın geldiğini görünce, elindeki yabayı bırakıp yıllardır görmediği Şoför Aga’nın yanına geldi. Boynuna sarıldı ve içeri buyur etti. Şoför Aga,sivri burun rugan ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti.Cebindeki bir kağıda sarılı limonu ablasına verdikten sonra ,abla- kardeş hal hatır sorup hasret giderdiler.Ama bu arada gök gürültüsü, şimşek sesleri ve kara bulutların kapladığı hava nedeniyle ablasının bir gözü harman taraftaydı.Mal canın yongası…Aklı fikri harmanda,çoluk çocuğunun kışlık rızkındaydı.Hal hatır faslı bittikten sonra,Niyar,Şoför Aga’nın yanından harmana gitmenin bir yolunu düşünmeye çalışırken,Şoför Aga sohbeti iyice koyulaştırdı.Aşık İslam’dan laf açtı. Âşık İslam, Kars’ın Kümbetli(Ladikars) köyünden çok güçlü halk ozanıdır. İyi saz çalar ve iyi söyler. Şoför Aga’ amcasının torunu olduğu için, deyişlerini veya ondan aldığı şiirleri cebinde taşır ve gittiği yerlerde fırsat buldukça çıkarıp okurdu. Ablasının harman telaşına aldırmadan, âşık İslam’dan aldığı ve cebinden çıkardığı Terekemelerle ilgili şiirin, önce hikâyesini anlattı ve sonra da şiiri okumaya başladı. Ablası içinden,”Allah’ım bana sabır ver,” diyerek dinlemek zorunda kaldı. Ablasının gerginliğine rağmen Şoför Aga’nın bıyık altından gülümseyerek hikâyesini anlattığı şiir, iyice yaşlanmış olan seksen beş yaşlarındaki bir Terekeme şairinin, Lelesinin mezarı başında ve lelesine hitaben kendi halini anlattığı bir şiirdir. Şoför Aga, kendine has ve insanı rahatlatan ses tonuyla, başlığı da dahil şiir okumaya başladı.

AY LELE

ŞOFÖR AGA, 2008 yılında TRT tarafından haftanın kitabı olarak seçildi.Kültür Bakanlığı tarafından il kütüphanelerine alındı.

Bir başını galdırasan bahasan Men cavanı(1) bir göresen ay lele Lazımdı ki dil deyip(2) ağlıyasan Mene(3) mezer ördüresen ay lele Yetmiş ildi(4) arvada er idim men Ser keçinen(5) serrere ser idim men Son on ilde gocaldım(6) eridim men Bir beçere(7) hala tüşdüm ay lele Cavannığım iyitdiyim dildeydi Höykürüşüm(8) ildırımda seldeydi Bilmerem ki mene ne azar(9) deydi Öz dediğim eşitmirem ay lele On putu men zırt deyin galdırardım İğitderi gözünnen aldırardım Bir pireye on yorğan yandırardım İndi burnum çekemmirem ay lele Menim derdim çekilesi dert döyül Öz kapımın özgesiyem(10) bile bil Oğul uşakh nevelerim(11) gaynım gil Meni yaman buduyullar(12) ay lele Can deyirem çor deyiller söyüller Danışdırıp(13) çok başıma gülüller Durduğ yerde keyfe keder döyüller Yetişen tükümü(14) didir ay lele Töyuğ(15) cüce(16) yan yöremi eşiyir(17) Anaç horuz kel başımı gaşıyır Çoluk çocuk gavağımda(18) işiyir

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

El içinde ibret oldum ay lele Ne oldu da devran düzen değişti Gençlik çağım bir soluh kimin keşdi Annamıram ne nağıldı(19) ne işdi Durduk yerde zırt gedirem(20) ay lele (1)Cavan:Genç, (2)Dil deyip:Ağıt yakıp, (3)Mene:Bana, (4)İldi:Yıldır, (5)Keçinen:Geçinen, (6)Gocaldım:Kocadım, (7)Beçere:Biçare-çaresiz (8)Höykürüş:Haykırma, (9)Azar:Dert, (10)Özge:Yabancı, (11)Neve:Torun, (12)Buduyullar:Dövmek, (13)Danışdırıp:Konuşturup, (14)Tük:Tüy, (15)Töyuğ:Tavuk, (16)Cüce:Civciv, (17)Eşiyir:Eşiyor, (18)Gavağ:Ön, (19)Nağıl:Masal, (20)Zırt getmek:Yellenmek, (21)Bajı:Bacı Yıllardır hasret olduğu Şoför Aga!nınokuduğu Terekeme şiiri ablası Niyar’ı güldürmüştüZamanı olsa üç gün, üç gece dinlerdi.Ama harman yağışın altında kalacak, diye diken üstündeydi. Bir an önce kalksın diye Şoför Aga’nın gözünün içine bakıyordu. Ama Şoför Aga hiç oralı değildi. Şiiri okuduğunda, ablasının hafif gülümsemesinden de yüz bularak. Yemek yapmasını istedi. Ve şöyle dedi: “A Niyar bajı çok acıkmışam. Bir beçe(piliç) varsa uşaklar kessin gızart. Yanına da bir samavar çay yap. Limonu da kes…Bir limonu çay içeh.” Ablası Niyar kalkıp harmana yardım edeceği yerde kardeşinin bu pişkinliğine çok içerlemiş, ama gurbet özlemiyle yeni gördüğü Şoför Aga’nın kalbini de kırmak istememişti. Kafasında kurtarmanın da bir yolunu düşünüyordu. Artık çeresi yok. Kestirip attı. Yanlarında bulunan oğluna seslenip: “Ay oğul, dayının ayakkabılarını düzelt,” dedi. Anasının talimatı ile oğlu, dayısının ayakkabılarını düzeltti. Ayakkabıları düzeltilen Şoför Aga, gülümseyerek kalkıp ayakkabılarını giyip çıktı. Şoför Aga’yı kibarca uğurlayan ablası hemen harmana koştu. Şoför Aga, başından geçen bu olayı kendini aşmış kişiliği ile ve kendisiyle dalga geçerek bulunduğu her mecliste insanların hoşca vakit geçirmesi amacıyla anlatırdı. Bir de uyarıda bulunurdu.”Pişkin davranışın sonu budur. Kimsenin işini engellememek gerekir. İstenmediğiniz yerde durmayın. İstenmediğiniz makamda oturmayın,” diyerek öğüt verirdi. O gün bu gündür, biri kibarca gönderilmek istendiğinde veya kalkılması gereken bir ortam olduğunda,”Dayının ayakkabılarını düzelt” deyimi şifreli bir şekilde kullanılmaktadır. Terekeme kültürüne yerleşmiş olan Şoför Aga’nın bu olayından sonra, istenmeyen kimselere”dayının ayakkabılarını düzelt” demek, kibarca “Artık git,” demektir.

13


S

ALKIMSÖĞÜT’te “Her karikatürün bir öyküsü vardır”

başlığı altında karikatür öyküleri yayımlanmaya başlayınca, yine Salkımsöğüt gibi sanal ortamda okuyucuları ile buluşan Anafilya Türkçe Edebiyat Kültür ve Sanat Sitesi’nde ilginç bir şekilde YEŞİL DÜŞ başlığı ile yayımlanan bir karikatürümün öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim. Anafilya; Hollanda merkezli, Dr. M. Halit Umar ve iki sanatsever arkadaşı tarafından 2002 yılı Haziran ayında yayına başlayıp 2010 Temmuz ayına kadar aralıksız 109 sayısı yayımlanan aylık bir sanat edebiyat dergisidir. Benim de bu sanat edebiyat dergisinde şiir ve karikatür çalışmalarım yayımlanıyordu. Anafilya’nın Haziran 2007’de yayımlanacak 72. sayısı için ‘Çimdik’ başlıklı karikatür köşem için yayın kuruluna çevre ve doğa ile ilgili ‘DÜŞ’ isimli bir çalışmamı gönderdim. Dergi yayımlanmadan, yayın kurulundan karikatürümün diğer çalışmalarımdan farklı ve grafik tarzında bir çalışma olduğu ile ilgili bir e-posta geldi. Ben de; diğer çalışmalarımdan farklı olan ve kendiliğinden ve biraz da imece usulü gelişen bu çalışmanın öyküsünü anlatan bir eposta ile cevap verdim. Benim için sürpriz, çevre ve doğa ile ilgili karikatürümün yanında, yazışmanın da yayımlanması oldu. Yeşil düş adlı çalışmam ve bu çalışmanın öyküsünü anlattığım yazı aşağıdadır.

*

zayıf hissederek üç ayrı renkte zeminini renklendirdi. Ben, mavi zeminliyi beğendim. Bir başka arkadaşım da çizimi kendisine göndermemi istedi, arkasına kuraklık hissi vermek için ikinci bir zemin ekledi. İş buraya kadar gelince ben de DÜŞ isimli bir şiirimi ekledim. Karikatür mü, değil mi; tartışılır. Ama güzel bir mesaj verdiği kesin. (Belki de bana öyle geliyor.) İş yerimde birkaç arkadaşa gösterdim. "Biraz çocukça mı? " diye sordum. Kalite müdürümüzden aldığı cevap hoştu. "İçimizdeki çocuğu öldürmemek lazım." dedi. Ben de "ÖLMESİN O ZAMAN" diye Anafilya Dergiye göndermeye karar verdim. Çizimin hikâyesi bu kadardı ama hikâye devam etti ve adı YEŞİL DÜŞ oldu. Ama her şiir, karikatür, edebi eser gibi birileri bundan güzel anlamlar çıkaracak, birileri boş gözlerle bakacak, başkaları da "Ne var bunda, çocuğum bile bundan güzel kuş ve yaprak çiziyor" diyecek. Hayat devam edecek. Ama hayatımızdan kuşlar, çiçekler, yeşillik eksik olmasın. Çocuklarımızın dünyasını mirasyedi gibi harcamayalım. "Baba SEN ne yaptın?" dediklerinde cebimizde anlatabileceğimiz sermayemiz olsun. Aynı duyarlılığı iş yerinde de yapmaya gayret ediyorum. Bugün, bir personelimizin önerisi üzerine, yaklaşık 250 kişilik bir çalışma ortamındaki su muslukların tazyikli akmaması için su akış miktarını azalttık. Dün ise lavabolarda gereğinden fazla kâğıt havlu kullanılmasını önlemek amacıyla, "Kâğıt havlu kullanımı konusuna özen gösterelim. DOĞAYI KORUMAK ADINA BİR ADIM DA BİZ ATALIM." diye yazdık. Evet, yazdıklarımızın çizdiklerimizin hepsi belki doğayı koruma adına yeterli etkiyi vermiyor ama doğa gün geçtikçe kendisini yenileme gücünü kaybediyor. Herkesin bir şeyler yapma zamanı diye doğa ile ilgili çizmeye çalışıyorum. Halit Umar'ın mesajlarının altında: "*Küresel ısınmaya karşı ve doğal çevrenin korunması yolunda bugün ne yaptınız?" ibaresini görünce, bu topyekûn savaşta bir mevzi daha kazanmak için çalışanların, bir gün daha güzel bir dünyada yaşayacağı ve çocuklarımıza hakkettikleri dünyayı bırakacağımız umudu, yeni filizler veriyor...

M

erhaba Anafilya,

Doğrudur; DÜŞ isimli çalışmam biraz grafiksel oldu. Bu çizimin küçük bir hikâyesi var: Gecenin bir yarısında canım kuş çizmek istedi. Masada 24 farklı renkte kalem vardı. 24 farklı renkte kuş çizecektim ama kalp şeklinde 8 tane çizdim ve kuşların gagasına yaprak iliştirdim. Çizimi tarayan arkadaşım arkasındaki beyaz zemini

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Her şey gönlünüzce olsun. Saygılarımla, O.Yavuz İNAL

14


BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

Yıl 1945... Bursa Cezaevi’ne Nazım'ın beklediği mektup gelir. mektup, “kalbinin kızıl saçlı bacısı” Piraye'dendir. Nazım öyle beğenir ki Piraye'nin yazdıklarını, mektubu şiirleştirir ve şiirin altına ikisinin de adıyla imza atar, / karıcığının emeğini yok saymaz. Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin... Fedakârlığımı anlıyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orda beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? İçimden bir şey : belki diyor.

her şiirin bir öyküsü vardır

18 Şubat 1945 Piraye Nâzım Hikmet

OKUL ÇANTASI Aziz NESİN

Mahalle Mektebi uzak... Kış, soğuk, kar... Paltom yok! Üşüyorum, ellerim donuyor. Annem, haki renkli kalın bezden bir çanta dikti bana. Kitabımı, defterimi çantama koyuyorum. Soğukta elim üşüdüğünden çantayı tutamazdım, kolumun altına sıkıştırırdım; soğuktan korunmak için elimi de çantanın altına alırdım. Okul dönüşü eve gelince ellerim sızım sızım sızlar. Bir akşam, eve geldim... yine, annem; "Çantan nerde?" dedi. Eğilip kolumun altına baktım, çanta yok. Yolda, soğuktan elim uyuşmuş, parmaklarım duyarlığını yitirmiş, Çantanın düştüğünden haberim bile olmamış. Dönüp baktım, aradım geçtiğim yolları; çanta yok. * Babam bu olayı, sonraları çok başka türlü anlatırdı; Yepyeni bir çanta almıştım, çok pahalı bir çanta,

Çok güzel bir çanta Sağlam çanta, Üç gözü vardı çantanın, Hem de kilidi vardı çantanın. O güzelim çantayı taşıdığı ilk gün yolda düşürmemiş mi elleri üşüyüp de! Vah benim oğlum; 'Çantan nerde?' diye sorup da kolunun altında göremeyince çantayı, Başladı ağlamaya, 'Ağlama oğlum, ben sana daha iyisini alırım' dedim. Daha güzel bir çanta aldım. * Babam böyle anlatırdı; anlata anlata, bu anlattıklarına iyice inanmıştı. Babam, içinden geçenleri, dileğini anlatıyordu. Dileğini olmuş sanıp, inanarak anlatıyordu. Hiç bir zaman: Baba öyle değildi diyemedim. O, gülerek anlatırdı, ben de gülerek dinlerdim. Çoğumuz kendi suçumuzmuş gibi yoksulluğumuzdan utanırız. Ben de yıllarca yoksulluk ayıbımdan utandım, taa yazar olana dek. * ''Çoğunluğun yoksul olduğu ülkede, Yoksulluğun değil, varlıklılığın daha utanılası olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.'' *

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

''Böyle Gelmiş Böyle Gitmez | Aziz Nesin'

15

.


KAYBOLAN KOMEDYEN TİPİ:

MEDDAH

...ve MEDDAHLAR DA GİTTİ araştırma: sevdakâr çelik Geleneksel seyirlik oyunlarımız vardı. O günün az renkli hayatına renk katarlardı. Türlü eğlenceler düzenlenirdi bu nedenle. Ve ortaoyunu, "seyirlik oyunlar"ımızın belkemiği sayılırdı. Orta oyunları, dönemin tiyatro oyunlarıydı. Birkaç kişi ile oynanırdı. Sonra Karagöz gelirdi. Bir de meddahlar vardı. Bu arada "saz"a gidenler de olurdu, ama başta saydığımız üç eğlence yerine gidenler gibi kahkahaları salıp ferahlayamazlardı. ***Neden kayboldular? Halkın ilgisi mi azalmıştı? Hayır.!. Meddahlık her babayiğidin harcı değildi. Bu nedenle yerleri doldurulamadı.***

* gravür- THOMAS ALLOM (19.yy sanatçısı ) ...Meddahlık en zor olanıydı. Çünkü meddahlar -sanatlarını- tek başlarına ve hiçbir dekor olmadan icra ederlerdi. Oturdukları iskemle üzerinde öyle hikâyeler anlatırlar, öyle taklitler yaparlardı ki, milleti ağızlarının içine baktırırlardı. Meddahlar ayrıca hikâyelerin arasına zamanın aksaklıklarını da sıkıştırırlar; böylece, toplumsal sorumluluk görevi de üstlenirlerdi. Halk da; eleştirel düşüncelerini açığa çıkaran Meddahla anında özdeşleşir, bir nebze de olsun rahatlardı. Meddah sözcüğü, "övmek, methetmek" anlamına gelir, ama methetmek değildi onların yaptığı. Meddahlar, güldürerek düşündürmek amacı güderlerdi. Halkı uyutmak değil, "uyandırmak"tı kaygıları... Bir meddah; mevsim yaz ise, bahçelerde; mevsim kış ise, kapalı bir kahvehanede bir iskemleye oturur, bastonunu iki bacağı arasına alır; sol omzuna da, adına "çevre" denilen büyük renkli bir mendil atar, terledikçe bu mendille yüzünü, gözünü kurulardı... *Omuzlarına attıkları mendilin başka işlevleri de olurdu. Ter silmek, çoğunlukla işin bahanesiydi. İlgiyi

NE DELİYİM Ne deliyim ne körüm Ne sağırım ne sayrı Mutluyum kısacası Ve hiçbir şey istediğim yok senden felek ama yine de Ucuz olsun ekmek ve pahalı olsun insan hayatı Resul HAMZATOV * MELODİ Ben sana hep üşüyordum, Çünkü kıştım. Nakıştım, bakıştım. İnkar etmiyorum da bunu, Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım. Ve lütfen inkar etme; Sana en çok ben yakıştım. / Özdemir Asaf * AYRILIK İki rayı gibiyiz bir tren yolunun yakın olması neyi değiştirir son istasyonun / Sunay Akın *

AĞZIM SULANDI Şiir kokoreç kokusudur Nâzım usülü mangaldan Yarı kızarmış çeyrek ekmeğin içine düşersin Dize dize dizip Üstüne de bol kekik / CAN YÜCEL * AFRİKA Afrika dediğin bir garip kıta El bilir alem bilir Ki şekli bozulmasın diye Akdeniz’in Hala eskisi gibi çizilir Haritalarda / Cemal SÜREYA * KEHANET 1985 Lokman Şair senin hayatın Yedi kırlangıcın hayatı kadar Altısını ardı ardına yaşadın Bir kırlangıcın daha var / Cemal SÜREYA * YAPRAK Bütün yapraklarım açarsa Kork Çünkü yalnızlığım ben Çünkü yoksulluğum ben Tepeden tırnağa. / OKTAY RİFAT

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

artırmak için bir soluklanma yaratmaya yarardı ter silme hareketi. Meddahlar; Anadolulu, Rumelili, Arnavut, Laz, Çerkez, Kürt, Tatar, Arap, kocakarı, genç kız; Ermeni, Rum, Yahudi, hatta hayvan seslerinin taklidini büyük ustalıkla yaparlardı. Bu da kuşkusuz büyük bir yetenek isterdi. *araştırma: sevdakâr çelik *mizahveşiir/26. 08. 2007

Eğitimci POLAT AYDIN yorumu: Sevgili Dostum, Blog yazınız tarafımdan dikkatlice okundu. Taaa gençliğime gittim. Malum köy çocuğuyum. Kocaman bir kış ve uzun geceler nasıl geçerdi? Hemen hemen her gece bir başka evde toplanılır. Herkes hünerlerini sergilerdi. Yazınızın özünü en gerçekçi şekilde ortaya koyan kabiliyetler çıkardı. Hele bir Atilla arkadaşım vardı ki: Tasvir etmesi de zor... O, hünerleri bilindiği için ve bu konuda ortaya çıkıp orada bulunanları eğlendireceğini de bildiğinden, araç gereçleri ile gelirdi. Bazen ineğini sağan bir yaşlı, bazen kur yapan bir genç olurdu. Bazen de köylünün her bireyi kılığına girdiği gibi, çiftçinin hayvanlarını bile taklit etme kabiliyetine sahipti. Doğuştan yetenek... Sonra hakkın rahmetine kavuştu. Yeri bomboş... Köyüme daha önceki gidişlerimde “hoş geldin.!.” deyişi bile bir başka kılığa girerek olurdu. Nur içinde yatsın. Meddahlık sanırım böyle bir şeydi. Biz şimdilerde neden zevk alacağımızı bile unuttuk. Unutturuldu. Birçok değerlerimiz yok oldu. Sana hak veriyorum. Seni seviyorum dostum. /06 Mart 2012, 16:43

* BAŞLANGIÇ Doğanın bana verdiği bu ödülden Çıldırıp yitmemek için İki insan gibi kaldım Birbiriyle konuşan iki insan. / Edip CANSEVER * HAYDAR HAYDAR Bir durak börtü böcek Çıplanmış tarlalarda Hişt hişt Sait Faik / Salâh BİRSEL * YAĞMUR Birden serçelerle indi yağmur Hangisi serçe Hangisi yağmur / Melih Cevdet ANDAY * TOHUM Baktım, toprağa düşecek gibi değil su Tohumu buluta ektim. / Abbas SAYAR

16


Vahit AKÇA

©vahit akça

“İşsizler Cennete...”

Sen ne Füsunkar imişsin ey iş hazretleri Şimdi kanaat Kahvesi'nin en sadık müşterisi Eğer kovulmazsan, çünkü cepte para yok Acılı bir şekilde, insanüstü bir gayretle Anneden son bir kez istenen beş para Ertesi gün kendimi asacağım anlasana Feryatlarını kimse duymaz "Sen adam olmazsın, sap olamadın hiç bir baltaya Yedin içtin işte bir amelimanda..." Sen en iyisi kulaklarını kapa Sen, sen, sen... Utanmaz mısın? Sokaklarda sürtersin Gazetelerin işçi arayanlar sütunlarına bakarsın... Gençsin, yakışıklısın Emine'nin kalbini yakarsın Ama işsiz, bir de işin olsa ne iyi olur... Olur ama olmuyor işte, sen dersin enişte... -Evladım senin kafan bozuk Ben sana o bölümü yazarken söyledim, Bu bölümden mezun olan Resmen kaldırım mühendisidir diye Sen anlamadın, dinlemedin Tam dört yıl gittin, geldin. Haa... şimdi ne oldu yiğenim Mühendis değil, mimarsın ha... Yarın yeniden dolaş işyerlerini Gazetelere yeniden ilan ver Kahvede bir torpil ara, kimseden fayda yok Ne yaparsın başa gelen çekilir. Görüyorsun, Emine'de altı aydır yüz vermiyor Artık durumlar eskisi gibi değil Eğil, istediğin gibi eğil Bir gün nasılsa bir iş bulursun Sen de evine ekmek götürenlerden olursun Merak etme kolay değil bu dünya Ama bir gün gerçekleşir o rüya Ne diyor kahveci Rıfkı Üzülme çocuğum, hakkını helal et Biz sana destek oluruz Kahvedeki kurslarına Hiç yılmadan devam et..!

döneminde bunlarla ya da işsizliğin kendisiyle yollarınız kesişir... İşsizliğin ilginç bir tanımını bulmuşlar; "...mühendisler bankalara girmeye başlayınca işletme mezunlarının karşılaştığı sorun..." olarak biliniyor halkımızın söylentilerinde. Yapacak işiniz gücünüz olmadığı için sağda solda zaman harcayan, boş gezenin boş kalfası bir mezun olarak nam salarsınız zamanla... Zamanı en çok arşınlayacağınız mekanlar da kaldırımlar olacağı için unvanınız şimdiden bellidir... Kaldırım Mühendisliği için sağda solda bakın ne demişler; "...sadece işi gücü olmayanların değil, işi gücü olmayıp aynı zamanda da çevresindekilere işi gücü varmış havası uyandırmaya çalışan kimselerin okuduğu bölüm..." Anlıyoruz ki, binlerce üniversite mezununun ödülü olan işsizlik, iş anlamında bir hiçlik sayılsa da, halkımız mizah gücü sayesinde işsizliği, 'üniversite', 'mühendislik', 'okuma' vb. gibi akademik ve mesleki sıfatlarla onurlandırır yine de... Ekşi Sözlük'de de, işsizlik şöyle tanımlanmış: "İşsiz kalmanın en vahim sonucu, kişinin kafasını bozacak düşünceler üretmeye çok fazla zaman bulabilmesidir. Vara yoğa sinirlenmek, olmadık olaylardan olmadık anlamlar çıkarmak, varoluş ve bunun boşunalığı üzerine kesinlemelere varmak için bize imkanlar sunar işsizlik..." genellikle böyledir de bu imkanları salt işsizliğin sunduğu konusunda ne kadar eminiz? Giden yılın son ayında Mizah ve Şiir'de görmüştüm. Erdal Özkan Yiğit; "boşum ama boş kalamıyorum" diye bir başlık yazmış... Yukarıdaki satırlarda işsizliğin ne menem bir şey olduğunu anladık ama bu başlık, işini kaybetmiş de olsa, aslında bu gibi durumlarda insanın 'kaybettiği bir şeyinin olmayacağını'da düşündürüyor insana. Sevgili Erdal, Montaigne'ın Denemeler kitabını okumuş olmalı diye düşündüm sonra... Sebahattin Eyüboğlu kitabın önsözünde; "...çünkü Montaigne eserini zaten kendisini tanıtmak için yazmış..." diye söz eder. Nitekim Montaigne; "...ben kitabı yaptığım kadar da kitabım da beni yaptı, çünkü ben kendimi olduğum gibi anlatıyorum..." der... Buna karşın çoğu okuyucu tarafından bilinir ki, Montaigne kendinden çok, okuyan kişiyi anlatır denemelerinde... Pascal'da yüzyıllar ötesinden "...denemeler'de gördüğüm her şeyi Montaigne'de değil kendimde buluyorum...." diyerek bunu doğrulamıştır bir bakıma. Bilmiyorum, kimilerine iddialı gelebilir bu benzetmeler ama ben de, "boşum ama boş kalamıyorum" sözlerinde kendimi buldum biraz. Durduk yerde, boşu boşuna ve de iş olsun diye bir web sayfasının duvarına asılmamıştır o sözler. Sevgili Erdal, yaşadığı sürecin bir kesitini, sancılı geçen bir süreci belki de, uğradığı haksızlıkları, bir yarayı, kısaca 'insanı' anlatan bir süreci; gereksiz tarama yapmadan, damıtarak kısa bir başlıkla özetlemiş bana kalırsa... Başka bir bakış açısıyla da; o başlığın sadece dört sözcükten oluşturulmuş bir slogan olmadığı kesin. Bakıp da geçemezsiniz.

"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz", diye başlasam da siz bana bakmayın. Yukarıdaki "Ey işsizlik" şiiri de adı üstünde işsizlik şiiri zaten, ayinesi işsizlik yani... Bir blogda rastlamıştım lakin şairini not almamışım... Hani şu işsizlikle ilgili öyle şeyler yazılıp çizilmiştir ki, yaşamınızın herhangi bir

Bu söz, çalışma yıllarımdan üç kesit düşürdü aklıma. İlki, çoğumuzun başına geldiği gibi, üretim adına ama emeğin ve zamanın insanı tüketircesine çalındığı, 'çıraklık yılları'... Diğer sorumluluklarınızı da bu sürece eklediğinizde, uğradığınız haksızlıklara karşı duruşunuz öyle kolay olmuyor tek başına... Sessiz bir çığlık atarak, "Bu ne ya, haftada 15 gün çalışıyorum,

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

yine de yaranamıyorum" diye sızlandığınız ama yine de kısık sesle bile olsa yaşadığınız haksızlıklara 'hayır' diyebildiğiniz için, daha işin başında sıkça baskılandığınız ve kolayca kovulduğunuz yıllardır bunlar! İkinci kesit; kısık ses krizini aşmış olarak 'hayır'larınızın biraz daha güçlü çıkmaya başladığı 'kalfalık mertebesine ulaştığınız yıllar'dır. Bu mertebeye kadar gelmenize izin verilmişse de bundan huzursuz olan da çoğu kez işvereninizdir... Artan haklı ‘hayır’larınız yüzünden sizi sepetlemeye yönelik her türlü bahane ve ayak oyunlarının da giderek artığını hissedersiniz. Çalışmalarınız gözle görülür şekilde yavaşlatılır ve giderek tükenme noktasına getirilirsiniz... Bu kez huzursuzluk sırası sizdedir... Bir de ekonomik krize denk gelmişseniz üstelik, gidişiniz daha da kolaylaşır... Bence yaşadığımız o meşhur krizlerin dışında da çalışanlara yönelik krizler her daim yaratılmıştır. Ama henüz sepetlenmemişsiniz, "işler nasıl?" diye soranlara "çalışıyorum ama işsizim!" dediğiniz günler kabus gibi sürer... Son kesitte ise; deneyiminiz Nirvana'yı bile aşmıştır. Bu nedenle gözü kara çıkışlarınız, on yılda bir kapımızı çalan darbeler misali pek çok kez 'hayırlara' vesile olur! Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış... Olmaz demeyin, sonunda bu da oluverir işte. "Şikayet etme!", "sorgulama!", "ne diyorsak onu yap!", "zam mı? ne zammı?" vb. gibi çalışma hayatının literatürüne girmiş özlü sözlerin dayanılmaz ağırlığıyla, dokuz köyden kovulmuş, (s)onuncu ve nihai köyünüzden de, "teğet geçen" son krizin ortasına 'Dante' misali bırakılmış bulursunuz kendinizi. Bu durumu işvereninizin ağzından dinleyecek olsanız; krizlerden hırpalanmış zavallı işyerinizin o meşhur toplam kalite yönetimi, yerini kriz yönetimine bırakmıştır. Çalışanların yarım yamalak maaşları bile bilseniz "ah ne fedakarlıklarla" ödeniyordur. Kendisi bile bu durumdan etkilenmiş, günde iki paket içtiği sigarayı sıkıntıdan üç pakete çıkarmış, günde bir şişe yuvarladığı viskisini de iki günde bire düşürmüştür. Misyonsuz ve vizyonsuz kalmışlardır(!) anlayacağınız... İşten çıkarılmanızın nedenini ise, dünyadaki tüm işverenlerle ağız birliği yapmışçasına; "yeniden yapılanma" olarak açıklarlar... Yaşasın Perestroyka! Lakin yolculuk, bir anlamda başka bir yolun bittiği yerde başlamıyor mu? "Krizi fırsata dönüştürmek" sadece hokkabazlara mı mahsustur? Önce bir fırsatını bulup, fırsattan istifade de bir kriz yaratıp, sonra tekrar "krizi fırsata dönüştüren" üç kağıtçı hokkabazların, değersiz saydıkları "ayak takımı"nın ve bu mertebeden azledilmiş ya da bu mertebeye ulaşamamış bizim gibi işsiz-güçsüzlerin, üretkenliğe ve üretime yönelik- krizi fırsata çevirme çabası neden olmasın? "Evvel zaman" öncesinden gelen ne değerli bir laftır; "yalnız işsiz olanlar değil, daha iyi işler yapabilecek olanlar da başıboştur" diye boşuboşuna homurdanmamışlar Agora'larda... Bu sürekli belleğinizdedir... Değerli bir yazarımızın deyişiyle; "bir sığınaktır" belleğimiz. Yeri geldiğinde her şey çıkagelir oradan... İşte, tarihten çıkagelip belleğimize sığınan bu

17


Vahit AKÇA

“İşsizler Cennete...”

günler günleri kovaladı, aylar ayları; sabah karanlığında, öğle üstü, geceleyin aşk yılları, öğrenim yılları; pembe yıllar başımın tacı, zifiri yılları anama söylemeyin... homurdanma, her şeyin gelişip, değiştiğini ham hayaller, olmaz işler peşinde, savunmamıza karşın günümüzde hala değişmemiş gözüm kime ilişse ben onun yari... görünüyor..! Üretkenliğinizle beraber fiilen ve de resmen işsiz sayılsanız da, tükenmiş sayılmazsınız kaba etime pıçak sokuluyor aşktan ötürü; yine de. Sanırım, üretkenliğe yönlendirilmiş; caket pantol kumara gidiyor aşktan ötürü; "boşum ama boş kalamıyorum" feryadı da, gençliğimi harcıyorum bir çırpıda; Agoralar'da dillendirilen "daha iyi işler bu da mı aşktan ötürü? yapabilecek olanlar"la aramızdaki mesafenin, dangalak! dese biri... yüzyıllar kadar yakın olduğunu gösteriyor. hayatımın bu parçasını neye benzetsem? mesela, mesela, mesela... osmanlı tarihinde deli ibrahim devri. Beni sorarsanız, Sokrates'ın dediği gibi; "hiç boş vaktim yok, sabah akşam iş arıyorum... Bir Ferhan Şensoy hicvi olan "işsizler cennete gider!" adlı enfes oyunu da anmadan geçmeyelim bu arada... "Senin çocuğun da işsiz kalsın!", dedikten sonra "herkes kendi işine baksın!" ironi ve de trajikomikliğine düşen bir başbakana sahip "güzel ama yalnız" ülkemde, umarım bizler gibi, işsiz ama boş kalamayan ve üretmeye çalışanlarla birlikte vadedilen cenneti hak ediyoruzdur... Buraya ne kadar uyar bilinmez ama bir Metin Eloğlu şiiri ile bitirelim: "

o duvar senin bu duvar benim, bir güz gecesi eve dönüyorum. köşe başında bizim aile efradı: biri kızkardeşim, öteki ninem; nermin fingirdeşiyor, ninem dileniyordu; bu yaştan sonra yalan söylemem. gözlerim yaşardı, kendimi dar attım postaneye: biricik kardeşim ilyas, diye bir mektup yazdım; bana 30 lira gönder acele, senden başka güvenecek kimsem yok... ne dersiniz, şu bildiğiniz ilyas cevap bile vermedi hergele. bundan sonrasını kalem yazmaz, ne kadar azgın olursa olsun. bir bakıyorsunuz iş peşindeyim, ekmek, dostluk, hürriyet peşindeyim; bir de bakıyorsunuz düşmüşüm mahkemelere... sayın yargıç! diyorum son celsede; ben ileriliği iş olsun diye sevdim; siz tuttunuz ciddiye aldınız; ama artık mapuslara düşmeyeceğim, aklımla oturup aklımla kalkacağım...

daha mühendisliğimin ilk yılları ahırkapı'dan bir kız alıyorum. kız beş vakit namazında, söküğümü diker, yatağımı kabartır, patlıcanı kızartıp ağzıma verir; sonumuz mu? sonumuz belli.. o bekar o yalnız günlerinde güzel istanbul'u gezdim dolaştım, altımda tanrı vergisi bir taşıt. öyle işler gördüm ki içim parçalandı; namussuz namusluya, insan hayvana eşit.

©

Vahit Akça/02/2012 -BİTTİ-

*

...ve kendini unutturmayan anekdotlar ÜLKEMİ BENDEN KÖTÜLER YÖNETMESİN DİYE Erdal Bey'e bir gün, hiç sıcak bakmadığı siyasete yıllar sonra neden girdiğini sorarlar. Yanıt müthiştir: - Ülkemi benden daha kötüleri yönetmesin diye! * SEN BANA DEĞİL CİZRELİLERE TEŞEKKÜR ET Bir seçim dönemi... SHP Genel Başkanı İnönü, Diyarbakır ve Cizre"deki mitinglerde konuştuktan sonra Siirt"te halka hitap edecektir. Ancak Cizre"de bir grup protesto gösterisi yapıp parti otobüsünü taşlayınca, buradaki miting iptal edilir, hiç beklenmeden Siirt"e gelinir. Seçim gezilerinde program sarkmasına alışık Siirt İl Başkanı, parti otobüsünün tam zamanında şehre geldiğini görünce biraz şaşkın halde, İnönü"ye teşekkür eder. Aldığı yanıt: - Sen bana değil, asıl Cizrelilere teşekkür et...

* ANTİDEMOKRATİK KARARLARDA OYLAMA OLMAZ Erdal Bey fanatik bir sigara düşmanıdır, Parti Meclisi toplantılarında dumanaltı olmaktan fena halde rahatsızdır. Bir Parti Meclisi toplantısında ilk sözü: "- Bundan böyle bu toplantılarımızda sigara içilmeyecek." şeklinde olunca, arka sıralardan bir üye; - Bu kararınızı oylamaya sunsak efendim, diye itiraz etmeye kalkışınca cevabı aldı: -Antidemokratik kararlarda oylama olmaz! * DURUN YAV, MESELENİN KÖKÜNE İNELİM Seçim otobüsüyle bir yere gidiliyor. Otobüsün kornası aniden bozulmuş, ötüp duruyor. Şoför otobüsü sağa çekip durdurmuş, arızayı gidermeye çalışıyor ama nafile. Yolculardan birinin şoföre: - Kablosunu kopar, diye akıl verdiğini duyan İnönü itiraz ediyor: - Durun yav, koparmayın. Bir derdi var ki inliyor. Meselenin köküne inelim. *

ERDAL İNÖNÜ_ ANEKDOTLARI MASAYA YUMRUĞUNU VURUR SONUNDA Bir miting öncesi SHP milletvekili, İnönü'ye der ki: -Sayın Genel Başkanım, siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal"a esip gürlüyor. İnönü “Peki ne yapacağım” der. Milletvekili cevap verir: - Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, şöyle yaparız, böyle yaparız, diye kükreyeceksiniz. İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: - Biz öyle bir partiyiz ki, adamı... Burada kesilir ve şöyle devam eder: - Devamını bu arkadaş söyleyecek. *

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

18


BURHAN GÖRKEN

Mizah ÖYKÜSÜ katıldı.

ŞİFA NİYETİNE İlk trene binişimden yıllar sonra, hatta on yıllar sonra , tekrar trene binip memleketime gitmek nasip oldu. Yaz aylarında önceden ayırtmamışsanız, 2-3 günlük yakın bir zamana uçak ve otobüs bileti bulmak zor oluyor. Böyle bir zamanda Haydarpaşa’dan tren biletimi aldım. Daha fazla bekleyemezdim. Her geçen gün yıllık iznimden bir günümü alıp götürüyordu. Malum sayılı günler çabuk bitiyor. Tren yolculuğu uzun yolculuk, tek başına çekilmez dedim; bir de yeğenime bilet aldım. 20 yaşında sakallı ve takkeli yeğenim ilk defa memlekete gidecekti. Hiç görmediği, bilmediği; babasının doğduğu yerleri ilk defa görecekti. Birlikte trene bindik. Tren İzmit’ten sonra doldu. Yakın zamana bilet bulamayanlar ayakta da olsa tren yolculuğunu seçmişlerdi. Adapazarı, Eskişehir gibi yakın yerlerde ineceklerden sonra oturacak yer bulup oturuyorlardı. İki çocuğu ile birlikte seyahat eden bir bayan; çocukları ile birlikte ayakta kalmış; birkaç saat sonra inenlerin yerine yan kompartımanda yer bulmuştu. Tren kalabalık, hava sıcak, yolculuk stresli ve sıkıntılıydı. Az sonra iki çocuk ellerinde bir bardak su ile yeğenimin yanına geldi. “Abi, annemin başı çok ağrıyor, bu suyu okuyabilir misin? Annem şifa niyetine bu suyu okusun dedi.” Yeğenim önce bana, sonra çocuklara baktı. Kısa bir süre düşündükten sonra çocuklara dönüp: “ Tamam, siz gidin birazdan ben okuyup veririm “ dedi. Ak saçlı olan bendim. Yaşlı olan bendim. Ama çocuklar beni geçip yeğenime gitmişlerdi. Neden bana getirmediler.! Ben biraz alınmıştım.! Yeğenim bana dönüp: “Amca nasıl abdest alırım trende, abdest alacak bir yer var mı?” “Yok, ancak bir istasyonda inip aşağıda alırsın. 4-5 saat sonra bir istasyonda durabilir.” dedim. “Amca o zaman geç olur” biraz durdu; düşündü yine bana döndü; ben dışarıdaki manzarayı seyretmekle meşguldüm. Üstelik alınmıştım.! (Biraz da rahattım, bu konunun mesuliyeti bende değildi) “Amca teyemmüm etsem?” “Teyemmüm toprak ile alınır. Ama burada toprak yok” dedim. Yeğenim elinde su, epey düşündü. Şimdi bizim başımıza da ağrı girmişti. Hem sıcaktan, hem de sıkıntıdan saçlarımız arasından süzülen ter damlacıkları, yanağımızda birleşip sular seller gibi akıyordu. O sırada kompartımanın önünden geçen Kondüktöre trenin ne zaman duracağını sordum. 20-25 dakika sonra bir istasyonda duracağımızı söyledi. Şimdi rahatlamıştık. Biraz geç, ama temiz olacaktı. Tren durunca yeğenim aşağı inip abdestini aldı. Suyu da şifa niyetine okuyup çocuklara verdi. Biraz sonra tren hareket etmiş yolculuğumuza devam ediyorduk. Şimdi rahattık. Ben, takkeyi yeğenimin başından alıp; “Sakalın sende kalsın, takke bende” dedim. Takkeyi kendi başıma taktım. Böylece yolculuğumuz boyunca mesuliyeti paylaşacaktık.

©BURHAN GÖRKEN -BİTTİ-

*ANDIM DAĞLAR Bugün yine yâda düştün Hatırladım andım dağlar Yüreğimi yaktın deştin Hasretinle yandım dağlar Sanma ki senden vazgeçtim Garip kuş misali uçtum Deme madem neden göçtün Gurbet kolay sandım dağlar 1965 yılında Çıldır’ın Yukarıcanbaz köyünde doğdu. Asıl adı Taner Karataş’tır. İlköğrenimini köyünde, ortaöğrenimini İstanbul'da tamamladı. Köylerine gelip giden âşıkların etkisiyle âşıklık geleneği ve şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. Lise yıllarında ise geleneğe ilişkin birçok kitap da okuyarak kendini geliştirdi. Yöredeki birçok âşık ağzı anlatıyı babası ve amcasından öğrendi. Doğrudan yazmaya yönelmesi yaklaşık 20 yaşından sonradır. Ozan Mizani, Kuzeydoğu Anadolu âşıklık geleneğinin önemli isimlerinden Çıldırlı Şenlik, Sabrı Şimşekoğlu, İlhami Demir, Sosgertli Hicrani, Maksut Feryadı gibi âşıkları da kendine usta kabul etmesine karşın şiirdeki gelişiminde İlkokul öğretmeni Fazıl Karabıyıkoğlu ve Orhan Bahçıvan'ın etkisi oldu. Mahlasını da Orhan Bahçıvandan aldı. Şiirlerinde değişik konuları işleyen Ozan Mizani birçok radyo, televizyon programı ve etkinliğe KAYGUSUZ ABDAL KAZ DESTANI Bir kaz aldım ben karıdan Boynu da uzun borudan Kırk abdal kanın kurutan Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Sekizimiz odun çeker Dokuzumuz ateş yakar Kaz kaldırmış başın bakar Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kaza verdik birkaç akçe Eti kemiğinden pekçe Ne kazan kaldı ne kepçe Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kaz değilmiş be bu azmış Kırk yıl kaf dağını gezmiş Kanadın kuyruğun düzmüş Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kazı koyduk bir ocağa Uçtu gitti bir bucağa Bu ne haldir hacı ağa Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kazımın kanadı selki Dişi koyun emmiş tilki Nuh Nebi’den kalmış belki Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kazımın kanadı sarı Eti kemiğinden diri Sağlık ile satma karı Kır gün oldu kaynatırım kaynamaz

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

Yoksa senden geçer miydim? Başa bela açar mıydım? Kovsan da hiç kaçar mıydım? El sözüne kandım dağlar Öldürseler senden geçmem Seni koyup eli seçmem Zehir oldu yemem içmem Lokma lokma bandım dağlar Mizani’ye etme kahır Döneceğim evvel ahir Senden nemalanmış şair Sana arzum sundum dağlar Taner Karataş (Ozan Mizani)

Kazımın kanadı ala Var yürü git güle güle Başımıza kalma bela Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Suyuna biz saldık bulgur Bulgur Allah deyi kalgır Be yarenler bu ne haldir Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz Kaygusuz Abdal n’idelim Aht ile vefa güdelim Kaldırıp postu gidelim Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz

İSTER İHTİYAR OL İSTER NEVCİVAN İster ihtiyar ol ister nevcivan Bu dünyada bâkî kalan öğünsün Meraksız fikirsiz gamsız her zaman Her zaman şâd olup gülen öğünsün Müddet ki Hazret-i Adem'den beri Okunmaz defteri bilinmez sırrı Bu dünyadan gitti nice bin biri Ahretten dünyaya gelen öğünsün Sefil Şenlik der ki bu dünya fâni İskender Ürüstem Süleyman hani Ecel pazarından kurtaran canı Azrail'den mühlet alan öğünsün Âşık Şenlik

19


“BOŞLUĞA TAKILAN SES”

Sevdakâr ÇELİK

Sen okyanusta bir ada Ben Kızılırmak’ta su...” dörtlüğü de O’nundur. * “Baktım, toprağa düşecek gibi değil su Tohumu buluta ektim.” sözünün altında da O’nun imzası vardır. Yaşamı, alışık olmadığımız bir düşünce boyutuyla irdeleyen Sayar’ı tanıyanlarca; böylesi sözler, daha derin ve yoğun anlamlar içerir. Abbas Sayar’ı Tanımak... O’nu tanımak, kuşkusuz O’nu sevmek demektir. Kendimizi yeniden keşfetmek ve iç dünyamızı yeniden “örgütlemek” demektir. İş bununla bitmez tabii. Tüm zorluğuna ve “zulmüne” karşın hayata tutunmayı öğrenir, severiz insanları. Ayrımcılık nedir bilmeyiz. Özgürlükten, barıştan, emekten ve emekçiden yana kullanırız tercihimizi. 1923 yılının 21 Mart’ında Yozgat’ta doğduğunu, 40 yılı aşkın bir süre, ortağı Şahin Duran’ın desteğiyle bir matbaa işlettiğini ve Yozgat’ta Bozok adlı yerel bir gazete çıkardığını söylemek kolaydır. Ve kolaydır “Yılkı Atı”, “Çelo”, “Can Şenliği”, “Yorganımı Sıkı Sar”, “Dik Bayır”, “Tarlabaşı Salkım Saçak”, “Anılarda Yumak Yumak” (Öykü-roman), “Gönül Sandalı”, “Sereserpe”, “Neco’ya Mektuplar “İnsanlar vardır, insanlığın yüzakıdırlar. İçlerindeki ışığı gözlerinde I-II”, “Boşluğa Takılan Ses” (Şiir) adlı yapıtlarından söz etmek... Ama taşır, yol gösterici birer fener gibi dolaşırlar aramızda. Onların sanıldığı kadar kolay değildir, bir insanın iç dünyasına yolculuk edip, görevi karanlık ruhları aydınlatmaktır. Bir kömür madeninde, incecik onun acılarına, sevinçlerine, kahırlı yalnızlıklarına dokunmak. elmas damarıdır varlıkları. Saf ve değerlidirler. Ama masumiyetleri aptallık değildir. İyi yürekli ve yumuşaktırlar, ama kötülüğe taviz Can Şenliği... vermezler.” Sayar, -birazcık- “Can Şenliği” adlı yapıtındaki, “yokluğun kuru çöpe Yukarıya alıntıladığım sözler bir rastlantı sonucu ilişmeseydi çevirdiği” Hüseyin Ağa’dır. Hüseyin Ağa salt yoksul değil, “belinden gözüme, işim daha kolay olacaktı. Çünkü bu betimlemenin düşenlerin zulmüne uğramış” bir yalnız adamdır. Bekçilik yaptığı etkisinden uzak, ama oradaki yorum, gözlem ve saptamalarla bağın sahibi kendisine bir eşek alınca; yalnızlığını, terk edilmişliğini örtüşen bir biçimde anlatmaya çalışacaktım “Yılkı Atı”nın yazarı unutur. Artık onun da bir yoldaşı, bir “can şenliği” vardır... Hüseyin Abbas Sayar’ı. Yine de varsın olsun; “İnsanlar vardır, insanlığın Ağa, “can şenliği” dediği eşeğine anlatır derdini artık. Bir yerde de yüzakıdırlar” derken çoğul bir anlatım kullanmış sayın şöyle der eşeğine: “Herkesin şu dünyada kendine göre okkası M.G.Kırıkkanat. Öyleyse Georges Moustaki’nin bulunduğu bu dirhemi oluyor. Bilen biliyor, bilmeyen bir tutam mercimek “çoğul”da, “Dünyaya bakışı sevecen, dingin, emekten ve emekçiden sanıyor”. yana ve has yürekli” bir başka güzel insana, sevgili Abbas Sayar’a da Bir şiirinde, “...kapalı bir kapı sanıyordum kendimi / meğer ardına yer olacaktır kuşkusuz. kadar açıkmışım.” diyen Sayar; hüzünlerini, kahırlı yalnızlığını ve acılarını bir Kızılderili kabile reisinin “vakarı” ile kendine saklasa da / Abbas Sayar... dostlarına karşı “ardına kadar açık” olmayı da bilgece bir çizgide Yıllar yılı “dikenlerin üstünde gitme”nin, için için alazlanan bir tutmayı bilmiştir. hüznün, acının ve beter bir yalnızlığın ağulu ilmiklerini taşırken Yaptığı resimlerle, romanları ve şiirleriyle O’nu anlamak niçin güç yüreği; 12 Ağustos 1999 tarihinde sustu bu yürek. O şimdi, “boşluğa olsun ki!.. Ne var ki, 76 yıllık ömrünün uzun yalnızlığında takılan ses”inin kanat çırpışlarıyla “seyretmekte âlemi...” “anlaşılmamış olduğunu” çok kez düşünmüştür kuşkusuz. Bir şiirinde, Bilgeliğini Sessizce... “...ben bir donuk yıldızda oturuyorum Düşünce ve yapıtlarıyla hayatımızı kolaylaştıran ve güzelleştiren geceleri gökyüzüne bak tüm insanlara vefa borcumuzun olduğunu hesaba katarsak; Abbas geceleri gökyüzüne bak Sayar’ı anmak, borcumuzu vefayla yoğurmak sayılacaktır. gözlerine bir nokta ışık oturacak.” demesi bundandır belki. Anmak, tanış-biliş olduklarımız için kullandığımız bir sözcük... Ve ; “Bilgeliğini sessizce, sessizliğini bilgece” yaşayan; yazar, şair, “yeter görün bu kadar intikamı ressam, gazeteci Sayar’ı tanımış ve hele aynı ortamda beni veballerim tüketirler.” dizeleriyle, halden anlamayan duyarsız soluklanmışsanız bir kez, O’nu hasretlerle anmamak imkânsızlaşır. İlle de bir eski dostu, “İşte öylesine anımsamak” gibi değildir Sayar’ı insanlara sitem etmediğini söyleyebilir miyiz? anmak. O; romanları, özlü sözleri ve şiirleriyle zaten anımsatır İşte tam bu noktada Aziz Nesin ustanın şu derinlikli sözünü yad kendini sık sık... Ve tutar ellerimizden, yolumuzu aydınlatır ışık ışık... etmek yerinde olacaktır: “Kimileri, beni anlamadıklarını bile anlamadılar.” “Bir noktadan yola çıktım / Nokta bitti” diyendir O. “Hiçbir yıldız göğe uzak değil Hiçbir aşk düşünceye.

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

20


“BOŞLUĞA TAKILAN SES”

Sevdakâr ÇELİK

Can Şenliği’nden Yoksun... Ölümünden epey bir süre önce (yani Ayvalık’a yerleşinceye dek) Yozgat’taki bir otel odasında; şiirleri, yazıları, kitapları, radyosu, Uyanacakmış Gibi... duvardaki divan sazı; bir “can şenliği”nden yoksun da olsa, bir Evet, Abbas Sayar, kendisini anlamayanlara, “Can Şenliği”nde çok Kızılderili şefinin vakarıyla içine gömdüğü onca uzun yalnızlığıyla bilgece bir yanıt vermiştir. Yapıtın finalinde, kıştan yaza çıkılırken geçen -hayır geçmeyen / ya da delip de geçen- Abbas Sayar’lı bir temizlenen yangın yeri enkazının altından “...sanki iyisinden zaman... uykusunu almış, biraz sonra uyanacak gibi” bir ceset çıkar. Otel odasının açıldığı koridorun sonunda dost sohbetlerine tanıklık Evlatlarınca terk edilen, yalnızlığını “can şenliği” eşeğiyle paylaşan eden saksı saksı çiçekler, şiirler, özlü sözler, duvardaki sürrealist Hüseyin Ağa’nın cesedidir ortadaki. Cesedin etrafına toplananlar resimler O’nun ellerinde hayat bulan ürünlerdir. Bu ürünler ki, arasında oğlu Salim de vardır. Başı önüne eğiktir ve bu kez o, babasının yalnızlığındaki payını düşünerek acı çekmektedir. “Biz bu yalnızlığın, hasretlerin dışavurumlarıdır bir bakıma. zulme çoktan layık idik.” dedikten sonra, sesi dört bir yanı tutan bir Yalnızlık dedik. Öyleyse bu mevzuda sözü Çetin Altan’dan alalım: çıldırmışlıkla bağırır... Ve Can Şenliği, babasına zulmeden Salim’in şu “Kendimiz seçtiysek yalnızlık lükstür, eğer kendimiz seçmediysek sözleriyle biter: zulümdür yalnızlık.” “Ne olacaksa, bu dünyada zulüm edenler, biraz da ettiklerinin *Düşünürüm ki, sevgili A.Sayar’ın böyle bir lüksü hiç olmadı. Yoksa, karşılığını yine burada bulmalı.” “Gemiler Sığındırmayın beni bir limana Emeğe Saygılı ve Barışçı... Alıp götürün Özgeçmişini anlattığı şiirinde, yine o çelebi tavrı ve istihzalı sonu bulunmaz okyanuslara...” der miydi?.. tebessümüyle; “Anam ilaç yapmış düşürmek için Çok Yönlü Bir Sanatçı... Bakın ki işe dostlar Abbas Sayar’ı yitirdiğimiz gün bir kez daha anladık ki; bir resimden O bile çok görmüş bana yaşamı daha kalıcı, bir resimden daha gerçek değil hayat... O’nun, “senin ...rivayete göre, çok ağlamışım insan dediğin rivayetten ibarettir!.” demesi bundandır kuşkusuz... ondan mı, neden bilmem ama Ve o gün, yazar Gülten AKIN’ın söyledikleri de önemlidir: “Sayar, yerel ve genel kültürü birleştirebilmiş değerli bir yazın adamı tükenmez dertlerle ağrır başım.” der. olmuştur. Sadece Yılkı Atı’nı yazmış olsaydı onu yine değerli bulacaktım”. Abbas Sayar, beslendiği kültürden getirip, imbiklerden damıttığı Özellikle ve altını çizerek belirtmek gerekir ki, Sayar’ı tek bir “CAN” dostluğunu, insan sevgisini, has yürekliliğini şiirlerine de yapıtıyla (Yılkı Atı) anmak; O’nun ressam yanını, öykü ve taşımıştır: romanlarını, yerel gazetesinde yıllarca “Noktalar” başlığıyla “İnsanlar için iyilik dolu yüreğim yayımladığı özlü sözlerini, hele hele şairlik yanını görmemek İçimde onların yeri ayrı, yurdu ayrı demektir... İşte bu bağlamda, Şair Refik DURBAŞ’ın sözleri isabetli Bir başısevdalı garibim ve anlamlı gelebilir: Kimsem yok dünyada insandan gayrı “Sayar ile dostluğum yüz yüze olmadı. Adı romancı olarak geçse de özellikle Yılkı Atı ile gizli bir şairdi. Sözden sözcüğe bir can şenliği vermişti.” Bir ucunda dünyanın * bir çocuğun ayağına diken batsa Zaten Abbas SAYAR, şiirleriyle de var... O’nun bir romanında şiirin canım yanar ayak izlerine rastlamak şaşırtıcı değil. Ancak bu saptama, O’nu Elimde avucumda bir şey yok, neyleyim yakından tanımadığını belirten Refik Durbaş’ın şiiri sezme gücü kalbimi size verdim insanlar...” anlamına gelmelidir. Eğer, “en güzelleri dağların zirvesinde yetişen kır çiçeklerini” vadiye indirebilseydik; yani şairlik yanını görebilseydik, şiirlerini okuyabilseydik Abbas Sayar’ın, işte o zaman ki biz; çıkarcı ilişkileri değil; “can” dostluğunu, vefayı, emeğe saygıyı hâkim kılan bir anlayışın terbiyesiyle biçimlenecektik... Ve belki de birçok sevda şiirinin defterini şu “beyit” ile dürecek; bir mücevher sunarcasına sunacaktık şu iki dizeyi, gönül dostlarımıza... “Ecel otursa başucumda Aşkını saklarım avucumda”. Abbas SAYAR’ın yaşadığı otel odasının koridoru -kendi ürünü olan resimlerleiyi donatılmış bir galeriden farksızdı. O’nu bu zengin galeride salt yetişkinler değil, çocuk sevenleri de ziyaret ederdi. Ozan Meriç ve Gül Melisa bunlardan sadece ikisi... (Yozgat, 1988)

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

©Sevdakâr ÇELİK

21


*

Gevheri de der ki sakın açılma Yanılıp da dilden bir söz kaçırma Ellerin yanında göğsün geçirme Düşmanı kendine güldürmeyi gör / GEVHERİ_(18. yy.) *

SEN VARSIN ORDA

BEN GÜZELE GÜZEL DEMEM Ben güzele güzel demem Güzel benim olmayınca Muhannetin kahrın çekmem Gel deyip de gelmeyince Gelirim amma döverler Bizi bu ilden kovarlar Güzel olanı severler Ben ölürüm görmeyince Var ol yürü var ol yürü Kara bağrın yere sürü Döğün döğün ağla bari Benim gönlüm olmayınca Senin çağın geçer olur Bu dünyalar kime kalır Tomurcuk gül gazel olur Vaktında derilmeyince Karac’oğlan sözün haktır Düşmanın dostundan çoktur Bizim’çin aynlık yoktur Ya sen ya ben ölmeyince KARACAOĞLAN

Aşkımın temeli sen bir âlemsin Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın Merhabasın dosttan gelen selamsın Duyarak alırım sen varsın orda

GEL Saklarım gözümde güzelliğini Her neye bakarsam sen varsın orda Kalbimde gizlerim muhabbetini Koymam yabancıyı sen varsın orda Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar Renklerin içinde nakşını saklar Karanlık geceler aydın şafaklar Uyanır cümlâlem sen varsın orda

Bir mektup göndermiş vefalı yârim Boz bulanık seller durulanda gel Günbegün artıyor gamım efkârım Gökteki ay yeni görülende gel Gurbete gidenler döndü köyüne Anlatırlar hep övüne övüne Kırk gün kaldı telli kızın toyuna Davullar zurnalar vurulanda gel

Mevcudiyetteki kudreti kuvvet Senden hasıl oldu sen verdin hayat Yoktur senden başka ilânihayet İnanıp kanmışım sen varsın orda

Yedi yıldır sensiz geçirdim yazı Çoğu gitti kaldı ömrümün azı Meleşir koyunlar peşinde kuzu Arılar çiçeğe sarılanda gel

Hu çeker iniler çalınan sazlar Kükremiş dalgalar coşar denizler Güneş doğar perdelenir yıldızlar Saçar kıvılcımlar sen varsın orda

Böle mi kesmiştik ahtı âmânı Seçmedin mi yahşi ile yamanı Ekinler biçildi harman zamanı Bostanlar devşirip derilende gel

Veysel’i söyleten sen oldun mutlak Gezer daldan dala yorulur ahmak Sen ağaç misali biz dalda yaprak Meyva çekirdeksin sen varsın orda Âşık VEYSEL *

Şeref der ki anlamaya söz gerek Kavuşunca utanmayan yüz gerek Derdimizi anlatmaya saz gerek Âşıklar meclisi kurulanda gel

Şeref Taşlıova

* KARA GÖZLÜ YÂRİM Kara gözlü yârim ben gider oldum Sakınıp zülfünü yoldurmayı gör Ağlama sevdiğim yine gelirim Hasretle aklını aldırmayı gör * Sen benim açılmış gonca gülümsün Sağ kalır gelirsem yine benimsin Gündüz hayâlimde gece düşümsün Gülüne yad bülbül kondurmayı gör Kara gözlü yârim bana yanıp da Geleni geçeni beni sanıp da Ağlayı ağlayı kahırlanıp da Gül benzini sakın soldurmayı gör

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

22


*

topluma ve olaylara nasıl bir bakış açısı getirdi? Hiçbir canlı yaşamın ve toplumun dışında değildir. "Bilinçli bir canlı" olan insan, hiç değildir. Yaşanılan çağ ve toplum tüm tarihsel-kültürel birikimiyle damgalar bireyleri. Yalnız olmak, toplum dışı olmak bir kuruntudur. Toplum dışı olduklarını savlayanların bu savlarını bile toplum koşullar. Bir insanın dünya görüşü ince, ayrıntılı, karmaşık ve uzun bir süreçte; etkileşmeler, birikimler, sıçramalarla oluşur; etkenlerden hiçbiri tek başına ele alınamaz. Bundan öte özneyle nesne arasındaki uzaklık her durum için ayrı ayrı çözümlenebilir; insan kimi zaman saçlarını ıslatan yağmuru fark etmez de, çok uzaklarda atılan bir kurşunla yüreği kanar. Zorunluluklar bir yana, olaylarla araya belli bir uzaklık koymak, bilinçli olarak da seçilebilir bir yöntemdir ve özellikle olağanüstü dönemlerde insanı olaylara tutsak düşmekten korur.

. *

Günümüz şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz?

.

1984 / Rıfat Ilgaz- Cide Edebiyat Ödülünü “Sekizinci Renk" adlı şiir kitabıyla Seval Esaslı kazanmıştı. Yarışmanın seçiciler kurulunda Necati Cumalı, Şükran Kurdakul, İlhan Selçuk, Alpay Kabacalı ve ilhan Özdemirci vardı. Yarışmanın birincisi Seval Esaslı'ya -ödül sonrasında- yöneltilen sorulara verdiği yanıtları ve "Sekizinci Renk" adlı kitabında yer alan şiirlerinden örnekleri paylaşıyoruz: ** Özgeçmişinizden söz eder misiniz? 8.8.1958, Trabzon doğumluyum. Hiç okula gitmedim. Bunun sıkıntısını çektimse de bence en önemlisi kişiliğin oluşma yıllarında okullar aracılığıyla kurulan baskıdan bağımsız olmamdı. Okula gitmemek sistemden kurtulmak anlamına gelmiyor hiç kuşkusuz ama düşünmek, düşlemek, okumak için zaman kalıyor insana. Bana dayatılanı değil, merak ettiklerimi öğrenmeye çalıştım.. Kitap tutkunu olmasa da “kitap sempatizanı” bir ailem, yurdun ve dünyanın güncel sorunlarıyla ilgilenen bir çevrem vardı. Yine de en büyük sorunum kaynak bulmak, en büyük bunalımımsa zamanla yarışmaktı. “Öğrenmem gerekenleri hiç öğrenemeyeceğim, yapmak istediklerimi hiç yapamayacağım, geç kalıyorum- geç kalıyorum” diyordum hep. Sonuna dek de bunu diyeceğimi biliyorum. Şiir , yaşamınıza nasıl girdi, hangi etkilerle gelişti? Şiir, yaşamıma "şiir gibi" girdi: Onayımı almadan, canının istediğince, 8 yaşımdaydım, evde tek şiir kitabı da yoktu. (Aslında her çocuk şiire yatkındır, onlarla uzun uzun konuşan herkes bilir bunu.) Anımsadığım şey, yazmayı öğrenmeden önce de duyduğum her sözcüğe çok takıldığım. Büyüklere en çok sözcüklerin anlamıyla ilgili sorular sormuşumdur. Minik bir sözlüğe gömülüp saatler geçirmişimdir. Ama bunun şiirle ilgisini kurmamıştım, şiirde sözcüklerin değil, konuların önemli olduğunu sanırdım. Hem şiir yazar hem de şiirin niye yazıldığını merak ederdim, bunu öğrenebileceğim kimse de yoktu. 1967'den sonra, İstanbullu yıllarda ise bambaşka olaylar, bambaşka türküler, şiirler vardı. Merak dayanılmaz boyutlara ulaştı, aklım karıştı, deli oldum. Özel acılar, sancılar, korkular, sevdalar... Akşam 'la Cumhuriyet, Çetin Altan'la İlhan Selçuk... Fotoromanlar, çizgi romanlar, fantomalar... Aziz Nesin'le Kemalettin Tuğcu... Barbara Cartland'la Maxim Gorki ... Rakım Çalapala'ların şiirleriyle Nazım Hikmet'inkiler... Ve "Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin"le "Bir Siyasinin Şiirleri" ... Ve mayıslar, haziranlar, hastaneler, ameliyatlar, martlar, eylüller... Ve şiir önde ben arkada, vardığımız bugün ... "Şiir yaşamınıza nasıl girdi? "demeyin; ben asıl şiir bunca içimizdeyken yaşamlara nasıl girmez, onu düşünürüm hep. Dünyanın dönüştürülmesi zorun1uluğunun gerekçelerinden biri sayarım bunu.

Bence şiir nesnel gerçekliği öylesine almalı ki avuçlarına; onu incitmeden, boğmadan, güncele yargılı abartmalardan da küçümsemelerden de; kaçınarak, öylesine sevgiyle, inançla ve umutla bezeyerek sunmalı ki insanlara; varolan ve yaratılacak olan güzelliklerin biçimsel değil, duygusal / gözle değil, yürekle kavranır olduğu açıkça belirlensin. Savaşların, soykırımların, işkencelerin, açlığın, zulmün ortasında boyatan yarın gözden kaçırılmasın. Ozan çağcıl yarasına ağlamasın, yarayı gizlemesin de, "yaralıyım ama geçecek" desin. Hiçbirini yapamıyorsa, yaranın farkında olsun. Şiirimize içimdeki bu arayışla baktığımda doyduğumu söyleyemem ama sofrasından aç da kalkmıyorum. Günümüz şiirini öncelikle "kaygılı" olarak' niteliyorum. Sanatçıda zaten olan / olması gerekenin ötesinde, dış alanlardan, kimi zaman kısır çekişmelerden de kaynaklanan kaygılar seziliyor. Bunların çözümlemesinin yapılması, bugünün ve dünün gerçeklerinin her boyutuyla bilinmesini gerektiriyor. İşte benim yüreğimdeki sayısız dikenlerden biri de bu: Aynı dünya görüşünden yola çıkanların bile üzerinde anlaştıkları bir tarih ve kültür tezimiz yok bizim. Bu belirsizlik yaşamımızın her alanına yansıyor. Sağlıklı değerlendirmelere girişebilmenin nesnel önkoşullarının eksikliği kişisel yetersizliklerle birleşince, çıkarımların da eksik olması ve kimi zaman tüyler ürpertici yanlışlara düşülmesi, hiç eksilmeyen bir tehlike olarak koruyor varlığını. Gerçeklere yüklenen "giyinik dolaşma" zorunluluğu da devreye girince, söylenecek her sözün kanadı kırık oluyor. Edebiyat dünyasına adınızı bir yarışmayla duyurdunuz. Bu alandaki yarışma ve ödüllerin işlevleri ve edebiyatımıza katkıları üzerine düşünceleriniz. İnsan kendiyle, çevresiyle; yaşamla "fena halde” kavgalıysa; yaşamının değil, yaşamı savunmanın gerekliliğine inanıyorsa ve tek eylemi yazmaksa, yazdığının hesabını dergi yöntemlerinden önce kendine vermek zorunda... içkavgamın kendimce gerekli aşamalarını geride bıraktığıma ve öğrenciliği yeni bir düzlemde sürdürmem gerektiğine inandığımda kuyulara taş atmaya başladım. İlk yüreklendirici ses YARIN'dan geldi, sonra yarışma için hazırlandım. Sonuç böyle olmasaydı tek tek dergilerle ilişki kurmaya, eleştiriler almaya çalışacaktım. Mektuplarla olacaktı bu ve ağır ilerleyecekti, süreç hızlanmış oldu. Yüzyüze ilişkiler ve eleştiriler başladı. Bütünsel bir değerlendirmeyi olay bunca yeniyken yapamam. Ama ödüllerin katkılarından öte, ağırlıkları var, sorumlulukları var. Bu öyle girişilecek bir şans denemesi değil, bilinçli bir seçim gerektiriyor, saygı gerektiriyor. Yarışmaların yararı, adına ödül konan kişi ya da kuruluşa ve secici kurulun niteliğine göre belirlenebilir ama sanat dünyasında alınacak yer, sanatçı son nokta koyuncaya dek belirlenemez. Ödül bir olanaktır, bir damga değil.

milliyet sanat dergisi_15 kasım 1984_sayı:108

Bedensel olarak günlük yaşam akışının dışında olmak, yaşama,

*

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

23


*

KIYAMET Bir kıyamet koptu Özle, kabuk arasında Kıpkızıl bir gül gibi Açıldı içimde yara canlar tenden geçer oldu Özüm kanlar içer oldu Yalaz yalayı yalayı Emdi bitirdi yarayı Yardı boylu boyunca Bin bir çığlık toprağı Ben bir yanda kalır oldum Baştanbaşa kahır oldum Öf ke kastı kavurdu Vurdu gökler yerlere Zehir zıkkım karanlık On parmağı on pençe Gerçek gözü sarar oldu Göz gerçeği sorar oldu Yaşlar indi toprağın Yaşanası bağrına Öz aştı kabuğunu Aktı yeni oyluma AI kıyamet diner oldu Canlar cana siner oldu Seval Esaslı

UMUT Taşlar ağulanır topuklarınla Gel sen yüreğimde gezin (en eski iyimserliktir özveri) Bu ilk gelişim değil Renk aşırı göklerden Bakır çalığı ömrünüze (niye savurmuyorsunuz harf lerinizi?) Gücü varsa bulutları sıkmalı insan İğnelenir sessizliğe bu yağmur Mendil ıslatan (bir gün öğrenirsin beni öpmeyi) Seval Esaslı *

UYAK I. Güneşle uyaklı: Sevişmek var. Kavgaya uyak: Toprak. Sabır ve direnç olan Öteki adı. II.

İvecendir kuşlar Bir sapan yeter Kanatlarına. Bir avuç tüy Kalırlar Yol kenarlarında. III. Utkuya uyak: Çiçek var. Er geç yarıp, çıkan Sabrı; Öteki-adı: Toprak. Seval Esaslı

şiir e dair ... ”Bazıları öyle sansa da şiir sayıklama değil, ayıklamadır. Dışımızdan ve içimizden, karmaşık ve bilinçsiz süreçlerden gelenleri ayık bir bilinçle ayıklamak...” * “Ben şiiri yaza yaza düşündüm, yaza yaza öğrendim, yaza yaza aradım, arıyorum. Niçin başladığımı bilmiyorum ama niçin bırakmadığımı biliyorum: Sevdalanmıştım.” * Seval ESASLI :

AK ÇİÇEKLER TÜRKÜSÜ Biz açmadık aktık ,gözlerinize, Akar akmaz yorulduk gecenizden. Komadınız gidelim ne de gördünüz bizi. Öyle aktık, gelin geldik göklerinize. Kanlı gerdeklere girdik koynunuzda. Komadınız ağartalım ne de sevdiniz bizi. Tuzlu yaşlarınız indi köklerimize. Ak ipekler serildi bahçenize. Komadınız boyatalım topraktan sordunuz bizi. Seval Esaslı

YARINA KAÇ VAR Bütün camların kırıldığı yerden geliyorum Geçtiğim yollarda bıraktım gövdemi Damarlarımı sardım, koca bir yumak oldu Hemen yeni bir beden örmeliyim kendime Anlatamıyorum derdimi, yeni kipler bulmalıyım Tırnaklarımla kazımalıyım bu nükleer göğü Hem silah hem barış düşü satıyorlar, ağlamamalıyım Ağlamamalıyım kiralık umutlara, gezgin anlamlara, başıbulanık Derdimi, diyorum; olmuyor -yeni diller bulmalıyım Çağım çoğul ölümler çağı -tekil ne kaldı?Çağım beyaz bayraklı diller çağı -ozan mezarıBir şiire bir ömür yetmiyor ve ozana şiir - ne zaman yetmişti ki?nedeniyle, okuyucumuz UFUK Bulunmamış...Katkısı sözcükler gömülü her dakikasında BULUT’a teşekkür ederiz. -yarına kaç var?Çağım yedi başlı ırmaklarıyla kan çağlayanı -yarına kaç deniz?Seval Esaslı *

KÜF Ne yana baksam diyor ne yana baksam Üstüme yürüyor kirli bir yeşil Uygun adım morarıyor etlerim Uyku kalmadı bende ne yana yatsam Gitsem başında dursam soluğunu dinlesem Bütün diş izlerini silsem boynundan Yıksam yüzündeki yırtık afişli duvarı Elinden tutup eve getirsem Çeyiz yorganını örtsem üstüne Bakıp yine öyle sitemle gülse bana Gözüm de yok artık telinde duvağında Kapımı açışını görsem Uçsa üstümüzden bu küf kokusu Seval Esaslı

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

24


"

YAŞ DEĞİŞTİRME TÖRENİNE YETİŞEN ÖYLE BİR ŞİİR Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle Ve yarışırsa ancak Monet'nin Kadınlarına yaraşan giysilerinle Gördüm de Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında Öyle kısaydı ki adımların Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle Ölçülür ve denk düşerdi ancak Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

KARA PALYAÇO Ben bir kara palyaço: O hiç yüz vermedi bana Tuttum kimse görmeden karıştım geceye Gece de karaydı nasıl olsa Ben bir kara palyaço O hiç yüz vermedi bana Tuttum şafak söksün bekledim ağlaya ağlaya Seherin tepeleri kanadığında Yüreğim de kanlıydı nasıl olsa Ben bir kara palyaço O hiç yüz vermedi bana Baktım benim cıvıl cıvıl yüreğim Havası kaçmış balona dönmüş Çıktım sabah sabah Yeni bir kara sevda aramaya

Bir gün nazlı yardan bir haber aldım Ah çekmiş içerden, zardayım demiş Ciğer yareliyim gamla bir oldum Tez gel, Mansur gibi dardayım demiş Demiş gözlerimden dökerim yaşı Arar da bulamam sen bağrı daşı Sardı her yanımı sevda ataşı Gülistan köyünde nardayım demiş Bugün e(i)şitmişim yaslıyım yaslı Hürümdür melektir o yârin nesli İlhami der dertliyim eylerim faslı Çünkü sevdiceğim zordayım demiş

Âşık İlhami Demir

Langston HUGHES (A. B. D./19021967) Çeviri: Necati Cumalı

Cem ABAY arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki .Seni Hani Etiler'den Hisar'a insek bile

DEMİŞ

Mirza DUMANOĞLU arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın Çok yaşında her zamanki çocuksun gene Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar Mutfağın mutfak olalı böyle Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma Oysa güneş pek batmadı senin evinde Söyle Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

EDİP CANSEVER ferda balkaya çetin arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

NE AĞLARSIN BENİM ZÜLFÜ SİYAHIM Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Göklere erişti figânım ahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Bir gülün çevresi dikendir hardır, Bülbül har elinde ah ile zardır. Ne olsa da kışın sonu bahardır, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Daimi'yem her can ermez bu sırra, Gerçek aşık olan erer o nûra. Yusuf sabır ile vardı Mısır'a, Bu da gelir bu da geçer ağlama. * Âşık Daimi

ORANLAMA Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldin Geç bakalım karşıma benimle içer misin Ağlar mısın içince burnuna çeker misin Gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı Ama neden titriyorsun öyle sarıyıldız Bak ben su taşıyorum ince elekle İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum Bak ben aklıma uyup sarıyıldız Durmadan aklımı şaşırıyorum Sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki Hadi bana çelik mavisi bir gece getir Hadi dostlukları tek tek koparıp getir Alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir Gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir Ne o sarıyıldız sen de mi ağlıyorsun Hasan Hüseyin Korkmazgil * İhsan AKSARI arkadaşımıza, teşekkürler...

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

ÇİÇEK Taş. Havadaki taştır izlediğim. Gözlerin, taş kadar kör. Biz ellerdik, karanlığı döküp bulduk yazdan esen sözcüğü: Çiçek Çiçek -bir sözcük görmeyenler için Senin ve benim gözlerimiz: Suyun pınarı onlarda. Gövermek birbirine eklenen yapraklar gibi, yürek duvarlarıyla. bir sözcük daha buna benzeyen ve havada titreşir kulak kemikçikleri.

Paul Celan Çeviri: Ahmet Cemal

M.Emin SELER arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

25


GÜNLER "Günler neye yarar? Yaşadığımız yerdir günler. Gelirler, bizi uyandırırlar Art arda, durmadan Mutlu olacağımız yerlerdir: Nerede yaşarız günler olmasa? Ah, bu sorunu çözmek, Papazla doktoru getirir Uzun paltolarıyla Tarlaları aşarak."

Philip Larkin

* Görkem ERCAN arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler... 31 Aralık 2012 _11:36

PENCERE Pencereler çiziyordum her yere. Epeyce yüksek duvarlara, epeyce alçak duvarlara, değirmi duvarlara, köşelere, havaya, hatta çatılara.

LEYLİM LEY Döndüm daldan kopan kuru yaprağa Seher yeli dağıt beni, kır beni Götür tozlarımı burdan uzağa Yarin çıplak ayağına sür beni

Kuş çizer gibi pencere çiziyordum. Apartmana, gecelere, dokunabilecek kadar sağır bakışlara, ölümün çevresine, mezarlara, ağaçlara.

Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Kapılara bile pencere çiziyordum. Ama asla bir kapı çizmedim. Girmek ya da çıkmak istemiyordum. Yapılamayacağını biliyordum. Yalnızca görmek istiyordum: Görmek.

Yedi yıldır uğramadım yurduma Dert ortağı aramadım derdime Geleceksen bir gün düşüp ardıma Kula değil, yüreğine sor beni

.

Sabahattin Ali Serdar Akifhan arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

Pencereler çiziyordum. Her yere.

Roberto Juarroz ** Necmettin ALGAZ arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

BÜYÜK ACILAR

kafamı çarptığım ranzanın demiri ciğerlerimi emen soğuk duvar saçımdaki karları çoğaltmışım yanımdakiler öyle diyorlar görüş günüm olmadı henüz daha yeni başlıyor büyük acılar ve daha epey ağrıyacakmışım yanımdakiler öyle diyorlar seni görmeyeceğim artık zaten tamamlanmıştı anılar ihtimal sabah alınırmışım yanımdakiler öyle diyorlar gözlerime iyi bakarsın umarım günde milyonlarca kez seni ararlar diğer tüm hisleri bırakmamışım yanımdakiler öyle diyorlar Yusuf HAYALOĞLU * Zuhal Gezici arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

BEN SENSİZ BURDA Yaslanıp omzuna gecenin sabahı karşılar gibi, ama dünyaya günaydın diyemeden. Yatar gibi çimenler üstünde, ama çimenlerin kokusunu alamadan. Koşar gibi denize doğru, ama denizde kulaç atamadan. Uzanır gibi bir çocuğun başına, ama çocuğun başını okşayamadan. Tırmanır gibi gürbüz bir ağaca, ama ağaçtan bir meyve koparamadan. Kavuşur gibi eski bir dosta, ama eski dostla kucaklaşamadan. İş başında türkü söyler gibi, ama sesimi ben bile duyamadan. A.KADİR * Ada Efelek arkadaşımıza, teşekkürler...

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

BİR MASA Bize bir masa ayır Yankimu Aleksandra`mla benim için Bir masa. Üstü çiçeksiz Örtüsü gazeteden Şarabı aşktan Hem hülyadan. Aleksandra`m mızıka çalsın Siyaha çalar parmaklarıyla Güftesi bayağı şarkılar Adi havalar. Meyhane acı zeytinyağı koksun Sen hoşnut ol Yanakimu.

Sait Faik Abasıyanık

Dilber TEMUR arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

*

yüzümden firar etti gözlerim şimdi bir denize bakıyorlar dört duvar arasında kalmışım yanımdakiler öyle diyorlar

26


Susadım diyorsam Bir yudum su içmelisin Ben yorulduysam sen uyumalısın Ellerim sevilmek istiyor Saçlarım okşanmak istiyor Dudaklarım öpülmek istiyor Anlamalısın.

DESTİNA Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden, sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana Destina Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için Yaşamımın gizini vereceğim sana

Lale MÜLDÜR Ömer Çamdibi arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

Ağaçların yeşili kalmadı Gökyüzünün mavisi yok Bu dağlar o dağlar değil Rüzgârında kekik kokusu yok Kim bu çaresiz adam Bu kan çanağı gözler kimin Kaç gecedir uykusu yok Gündüzü yok Gecesi yok Yok Yok Anladım Sensiz yaşanmaz bu dünyada İmkanı yok.

Ümit Yaşar OĞUZCAN Aylin SAMAT arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

DAĞ RÜZGÂRI *

Kaderde senden ayrı düşmek de varmış Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.. Seni tanımadan Hele seni böyle deli divane sevmeden Yalnızlık güzeldir diyordum Al başını, kaç bu şehirden Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara Rüzgârın iyot kokularını taşıdığı denizlere git Git gidebildiğin yere git diyordum Oysa ki, senden kaçılmazmış Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış. Bilmiyordum. Yine de dayanmağa çalışıyorum işte Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye Rüzgar güzel bir koku getirmişse Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum Yaşamak seninle bir başka zamanı Bir başka zamanda seni yaşamak Her şeyden önce sen Elbette sen Mutlaka sen İster uzaklarda ol İster yanı başımda dur Sen ol yeter ki bu zaman içinde Ben olmasam da olur Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır Bitmiyorsun Çaresizliğim gün gibi aşikar Su olup çeşmelerden akan güzelliğin İnceliğin ışık yüzüme vuran Sen güneş kadar sıcak Tabiat kadar gerçek Sen bahçelerde çiçekler açtıran Sudan, havadan, güneşten yüce varlık Sen, o tek sevgi içimde Sen görebildiğim tek aydınlık

BİR EŞİ OLMALI İNSANIN Bir eşi olmalı insanın Rüzgâr onun kokusunu getirmeli, Yağmur O'nun sesini. Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği, Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken, Cennetten köşe almışçasına Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı... Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı, Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın! Ben seni ölene dek seveceğim boş laf! Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim... Can YÜCEL * Nazlı DİLEK arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

GÜZ MEVSİMİDİR BU Güz mevsimidir bu, kalbinin kırıldığı mevsim! Git bu yerlerden, durma git! Güneş yamaçta sürünüyor, tırmanıyor, tırmanıyor, ve her adımda durup dinleniyor. Ne varsa dünyada öyle solgun, yorgun ve gevşek tellerde çalıyor rüzgar şarkısını: Umutlar uçup gittiO ardından yakınmakta… Güz mevsimidir bu, kalbinin kırıldığı mevsim! Git bu yerlerden, durma git! Ey dalındaki meyve titriyorsun, düşüyorsun yere, nasıl bir sır verdi ki gece sana, yanağın, o gül yanağın buz gibi ürperişler içinde. Susuyorsun, karşılık vermiyorsun, kim konuşacak öyleyse?Güz mevsimidir bu, kalbinin kırıldığı mevsim! Git bu yerlerden, durma git! ‘Ben güzel değilim,’ -der yıldız çiçeği‘ama insanları severim, onları avutmak isterim, -çiçek görsünler hele yerde, eğilsinler, ve ah! tutup koparsınlar beniişte o zaman gözlerinde onların bir anı canlanır, benden daha güzellerinin anısı -görürüm onu ben, görürümve işte öyle ölürüm.’ Güz mevsimidir bu, kalbinin kırıldığı mevsim! Git bu yerlerden, durma git!

*Friedrich Nietzsche Firuze KAYA arkadaşımıza, katkısı nedeniyle teşekkürler...

Bir nefeste benim için al Havasızlıktan öldürme beni Bulutlara, yıldızlara benim için de bak

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

.

27


TIMMORY

POUIG

adını taşıyan bu pire kuzeyin

kutsal bir plajında dünyaya geldi. Kısa bir zamanda yetişkin olunca, taşranın orta halli bir böceği olarak kalmamak ve başkentte parazit geçinmek gibi parlak bir mesleğe atılmak niyetinde olduğunu açığa vurdu. Sıçramayı öğrenir öğrenmez aşırı bir özgürlüğe kavuşmak, pireler arasında gelenek olduğundan Pouig'in annesi babası, onu bu isteğinden alıkoymadılar, bundan başka, Pouig onların yedi yüz kırk dokuzuncu çocuğuydu. O olmasa da kendilerine diğer bir sürü çocukları kalıyordu. Hoş, bu kalanlar için de tasa etmiyor1ardr ya. . Aile duygusu, çocukların artan sayısıyla ters orantılıdır. Okuyucularımın, üzerinde derin düşünmelerini sağlamak üzere bu temel kuralı ara söz olarak burada sunuyorum. işte böylece Pouig, yola Çıktı. Pireler için turizm problemi insanlarınkinden daha kolaydır. Bunu da âcizane belirtiyoruz. Gerçekten pireler, yol parası vermek ya da izin vesikası almak zorunda kalmadan serbestçe yer değiştirebilirler. En yakın bir istasyona ulaşmak üzere bir köpeğin sırtına binmek ve oradan da bir otel arabacısının üzerine sıçramak Pouig için yetti gitti. Bir şef tren de onu Paris'e götürmeyi kendisine görev bildi. Hatta onu yolculuk süresince beslemek hatır sayarlığına kadar işi ileri götürdü. İstasyona varır varmaz, başka bir katarla kendisini yine geldiği yere götürür korkusuyla Pouig, elini çabuk tuttu ve garda gazete satan ak saçlı bir ihtiyarın üzerine yerleşti. Bu ağırbaşlı gazetecinin üstünde daha önce yerleşmiş birçok arkadaşı bulunduğundan Pouig'in mutluluğu çok arttı. Adamcağız, yeni pansiyonerinin geldiğini fark eder gibi oldu: -"Sanıyorum ki..." dedi meslektaşlarından birine, "pirelerim bir tane daha fazlalaştı." Ve gazetelerini satmak üzere kısık sesiyle bağırmasına devam etti. Pouig, ihtiyarın sertleşmiş derisini delmek için az çok zahmet çekti; karnı doyunca öteki pirelerle içten arkadaşlık bağları kurdu, onları, -biraz bayağı olmakla berabersevimli buldu; şu var ki daha zarif, daha şık arkadaşları olmasını istiyordu. Düşüncesine göre, onun yüksek sosyete çevresine girmesini sağlayacak kişi, üzerinde kalmakta olduğu bu zavallı adam değildi. Bu ihtiyarın devam ettiği yerler Croissant sokağı

GALILEO Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü

MİZAH ÖYKÜSÜ

POUIG ADLI PİRE"

ile kaldırımlar ve birkaç koltuk meyhanesinden başka bir şey değildi. Pouig bundan ayrılsa belki de daha az besleyici niteliği olan öteki gazetecilere gidecekti. Müşterilerin üzerine sıçraması ise mümkün olmuyordu, çünkü bunlar gazetelerini alırken ihtiyara fazla sokulmamaya dikkat ediyorlardı.

korsajının oyuntularından biri arasına giriverdi. Diane, büyük bir lokantada kocasını bulmak üzere giderken o da zevkle bulunduğu yere iyice yerleşti. Ve Pouig hayatında ilk defa olarak müzikli bir akşam yemeği yedi. Yemekten sonra Diane, piresi ve Brezilyalı ile birlikte eve döndü. Pouig, Brezilyalının da etinden tatmak istemişti, ama yabancı etinin meşin gibi olacağına hükmetti. Artık titiz olmaya başlamıştı. Pouig o gece yorgunluktan bitkin bir halde uyuduğu zaman hiçbir pireye kısmet olmayan en güzel rüyaları gördü. Diane, piresinin can yakıcı okşamalarına katlanmıştı. Kaşınmaya cesaret edemiyordu, çünkü, bu bayağı hareketin kocasının hoşuna gitmeyeceğinden korkuyordu. Sabahleyin kocası evden çıktıktan sonra Diane, hemen zile basarak oda hizmetçisini çağırdı ve ona banyoyu hazırlamasını söyledi. Pouig hiç aldırış etmiyordu. Fakat birden su baskınına uğradı. iki saniye sonra da cesedi su üzerinde yüzüyordu... Onu gören zalim kadın: - Pis hayvan, işte, boğuldu! diye haykırdı. ir gün öğleden sonra, ihtiyar gazeteci çatı Pirenin ölüsü başında çekilen nutuk da bundan ibaret oldu. arasında dinlendiği sırada odanın havası ... birdenbire mis gibi bir koku ile doldu: İçeriye Pouig, böylece vaktinden önce göçtü, gitti. GENÇ BİR KADIN girmişti. İşte ihtiras ve lüks eğilimi pireleri olduğu gibi İhtiyarın ensesinde uyuklamakta olan Pouig, insanları da yok eder. bu kadını daha iyi görmek üzere onun ak ...Bu öyküden alınacak ahlak dersi bu saçlarının çalılıkları arasına daldı. olacaktır. - Kimdir bu kadın? diye sordu arkadaşlarına. - Diane'dır, bizim ihtiyarın kızı... - Ne iş yapar? ğer bu ders hoşunuza gitmediyse başka - Birçok serüvenden sonra zengin bir bir ders çıkarmak üzere size izin veriyorum. Brezilyalı ile evlendi. Şimdi onunla birlikte Ben öyküme, size filozofça düşüncelere yüksek bir hayat yaşıyor. Gözleri kamaşan Pouig, bu güzel kadını seyre dalma imkânını verecek şekilde yön verdim; herhalde beni, çıkardığım sonucu daldı. - işte ben bununla birlikte yaşayacağım! diye değiştirmek ve fazla bir çaba harcamak zorunda bırakmak istemezsiniz. Bugün yeteri haykırdı. kadar çalışmış bulunuyorum. Yaşlı bir pire kendisini uyarmak istedi: - Sakın ha, dedi, bizim ihtiyar gazeteci emniyetli bir kişidir. Diane ise bilmediğimiz, tanımadığmız bir kadındır. *BİTTİ* Kendini tehlikeye sokarsın. Hem bu yosmanın, bizim için korkunç sayılacak kötü bir huyu vardır. - Nedir o kötü huyu? - Sık sık yıkanır. Fakat Pouig, Paris kasırgasının içine girmeye çeviri: Nuri Can can atıyordu. Bu hevesine karşı duramadı: Diane'nin babasına yaptığı ziyaret bitince, onu kucakladığı andan faydalanarak

B

E

Galileo’ya hasımlarından biri: ”-Efendim” demiş, “Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?” Galileo; “-Doğru.!.” demiş, “Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

ama seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?”

28


.

İSVEÇ SÖYLEVİ

denemeler

Ben kendi hesabıma sanatım olmadan yaşayamam, ama bu sanatı her şeyin üstüne koymuş da değilim. Tersine, onsuz edemeyişim, onun beni herkesle bir etmesi ve olduğumdan başka türlü olmaksızın herkesle bir düzeyde yaşatmasıdır. Sanat, benim için tek başına tadı çıkarılan bir şey değildir. Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır. Demek ki sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu, en gündelik ve en evrensel gerçeğe bağlar. Ve çok kez, kendilerini başkalarından ayrı gördükleri için, sanatı seçenler kısa bir zaman sonra anlarlar ki, sanatlarını ve başkalıklarını ancak herkesle benzerliklerini ortaya koyarak gösterebilirler. Sanatçı, kendini bu başkalarına gidip gelme ile yoğurur: Vazgeçemediği güzellik ve kopamadığı topluluk arasındadır. Onun için gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil, anlamaya çalışırlar. Ve dünyada tutacakları bir yer varsa, o da, Nietzsche'nin çok güzel söylediği gibi, yargıcın değil, işçi olsun aydın olsun, yaratıcının başa geçeceği bir dünya olacaktır. Buna inandık mı, yazarın rolü, ister istemez, güçleşiyor. Sanatçı, tanımı gereği, bugün tarihi yapanların buyruğuna giremez: Tersine, ona katılanların buyruğundadır. Yoksa tek başına ve sanatının uzağında kalır. Zorbalık milyonlarca adamı ile birlikte onu yalnızlığından ayıramaz, onlara ayak uydurmaya kalkışsa bile, hatta, asıl o zaman.

Kendini beğenmek insanın özünde, yaratılışında olan bir hastalıktır.

MONTAIGNE (1533-1592) İNSAN VE ÖTESİ

Ama, dünyanın öbür ucunda hapse girmiş ve hor görülmüş, bilmediğimiz bir insanın çıkmayan sesi, yazarı, yalnızlığından kurtarmaya yeter, hiç değilse, özgürlüğün sağladığı olanaklar içinde, o çıkmayan sesi unutmamayı ve onu sanat yoluyla duyurmayı başardıkça. Hiçbirimiz böylesine büyük bir işin adamı değiliz. İster bütün ömrünce ünsüz ya da bir zaman için ünlü olsun, ister zorbaların zincirlerine vurulsun, ister bir süre dileğini özgürce söylesin, yazar kendini haklı ve canlı bir topluluk içinde duyabilir; bu da, yazarın, elinden geldiğince, sanatının büyüklüğünü yapan şu iki görevi yüklenmesiyle olur: Gerçeği ve özgürlüğü... Sanatçının işi en büyük sayıda insanı toplamak olduğu için, yalanla ve kölelikle uzlaşamaz, çünkü yalan da kölelik de, bulundukları yerde yalnızlıkları çoğaltırlar. Tek tek olarak sakatlıklarımız ne olursa olsun, soylu yazarlık sanatı, korunması güç olan şu iki ödeve bağlı olacaktır: Bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak.

kaynak:DENEMELER / Bir Alman Dosta Mektuplar Çev: Sabahattin Eyüboğlu – Vedat Günyol _Say Yayınları 7. Basım

Aynı hayal gücüyle kendini tanrıyla bir görür; kendisine tanrısal özellikler verir; kendini öteki yaratıklar sürüsünden ayırıp kenara çeker, arkadaşları yoldaşı olan varlıklara yukardan bakar; her birine uygun gördüğü ölçüde güçler ve yetenekler dağıtır.

İnsan; yaratıkların en zavallısı, en cılızıdır; öyleyken en mağruru da odur. Şurada dünyanın çamuru ve pisliği içinde oturduğunu; evrenin en kötü, en ölü, en aşağı katında, göklerin kubbesinden en Biz insanlar, öteki yaratıkların uzakta üç cinsten yaratıkların ne üstünde ne altındayız. Bilge en kötü haldekileri ile birlikte der ki, göklerin altındaki her dünya evinin en alt katına bağlı şey aynı yasanın ve aynı ve çakılı olduğunu bilir görür yazgının buyruğundadır. ve yine hayaliyle aydan Indupedita suis fatalibus omnia yukarılara çıkıp, gökleri vinclis. (Lucretius) ayaklarının altına indirmek Her şey kırılmaz zincirleriyle sevdasıyla fotograflar: yaşar. © ferda balkaya çetinbağlı yazgının.

salkımsöğüt salkımsöğüt//mart-nisan mart-nisan2013_(4) 2013_(4)

Bazı ayrılıklar düzeyler ve dereceler vardır; ama her şeyde aynı doğanın yüzü görülür. Res quoeque suo ritu procedit et ommes Foedere naturae certo discrimina servant (Lucretius) Her şey kendine göre gelişir ve hepsi Sürdürür doğa düzeninin ayrılıklarını.

*denemeler/ montaıgne _(Kitap 11_

bölüm 12)

29 29


YOK MU BANA AŞIK OLAN? OĞUZ ARAL

‘Hoşgeldin Orhan, hayrola yine ne oldu? Yüzünden düşen bin parça.’ ‘Ne olacak, yine terk edildim Suna Abla.’

‘Beni sevmedikleri için oldu. Ha babam demek olduğunu anlamazsın Suna Abla. beni sevecek bir kadın aradım Suna Abla.’ Ancak reklamlar kısmında yanında kocası olduğunu hatırlıyordu. Bazen reklamlar ‘Bana Suna Abla demenden artık sıkıldım çıkınca bile zap yapıyordu.’ Orhan... Aramızda en çok 5-6 yaş fark var.’ ‘Sen de yatak odandaki televizyonu kaldırıp ‘Ne yapayım ablamın arkadaşı olduğun atsaydın.’ için çocukluğumdan beri ağzım alışmış. Bana bir kadeh içki ver de biraz kendime ‘Öyle yaptım ama, Yelda da beni terk etti. geleyim Suna Abla.’ Bir kadeh viski daha alabilir miyim?’ ‘Her zamanki gibi on iki yıllık Kardü viskisinden ister misin?’

‘Aç karnına bu kadar içmen doğru değil. Önce sana Rokfor peynirli bir iki kanepe vereyim. Taze yapmıştım, mideni bastırır.’

‘İsterim.’

‘Neden?’

‘Yanına limonlu havuç mu vereyim, yoksa ‘Layla yüzünden. Ferda’ya artık Layla Mayla Antep fıstığı mı tercih edersin?’ yok deyince, o da beni terk etti.’ ‘Havuç olsun.’ ‘Demek ki kız Layla’da eğlenmeyi çok seviyormuş. Sen de götürüverseydin.’ ‘Kadınların seni sevmediğini nasıl anladın?’ ‘Götürmek ne demek ablacığım, son iki aydır Layla’nın abonesi olduk. Haftada en az üç geceyi Layla’da geçirmekteydik. Ama sabrın da bir sınırı vardır. Bu krizde yemek için ödediğim çuval dolusu para neyse ne de sabahın körüne kadar sandalye tepelerinde ağaç olup Ferda’yı beklemekten gına getirdim.’ ‘Ferda’yı niye bekliyorsun?’ ‘Yemek biter bitmez hoop diskoya gidiliyor ve Ferda sabaha kadar pistte zıplıyor.’ ‘Ne var bunda, sen de onunla dans et.’ ‘Bir iki kere denedim ama az kalsın kalpten gidiyordum. Ben sabahtan akşama kadar kan ter içinde çalışıyorum. Ferda gibi öğlene kadar uyumuyorum. Üstelik zıplayıp hoplama yaşını da geçirdim. Kızı masada beklerken o disko gümbürtüsü içinde uyukladığım bile oluyordu. Ama gerçek neden Layla değil.’ ‘Ya ne?’ ‘Ferda beni sevmiyordu. Yalnız Ferda değil, hayatımdaki hiçbir kadın beni sevmedi.’

‘İltifatı bırak da beni mahcup etme Orhan. Yanına söğüş salatalık da koyayım mı?’

‘Salatalık dedin de aklıma Yasemin geldi. Biliyorsun Yasemin mankendi. ‘Saime’yi hatırlıyor musun?’ Şişmanlamamak için sabahtan akşama kadar salatalık yerdi. Beni sevmiyordu ‘Hatırlamaz mıyım, mahallemizin en güzel ama hiç olmazsa dürüst kızdı. Pazarlığı kızıydı.’ baştan yapmıştı. Birinci ayımızda ona tek taş pırlanta bir yüzük aldım. İkinci ‘Ben ona tutulmuştum. Ne tutulması, kıza ayımızda 4x4 Çeroki istedi. Ama marka vurulmuştum, yangına düşmüştüm, konusunda anlaşamadığımız için ayrıldık.’ yemekten içmekten kesildim, uykularım haram oldu. Anam babam halime acıyıp ‘Ne markası?’ yalvar yakar Saime’yi istediler. Kız da bana kayıtsız değilmiş ki nişanlandıktı.’ ‘Ben daha ucuz olduğu için 4x4 Honda cip almak istedim. O da Rençrovır’dan aşağısı ‘Hatırlıyorum, nişanında dans bile kurtarmaz dedi, çekti gitti.’ etmiştim.’ ‘Niye gidip hep pahalı kadınları ‘Sonra ne oldu?’ buluyorsun?’ ‘Ne oldu?’ ‘Faruk hıyarıyla evlendi.’ ‘Faruk kim?’ ‘Kızın uzaktan hısmı olan bir herif. Saime’nin ailesi bizi yalnız göndermediği için hep birlikte gezerdik.’ ‘Niye Faruk’la evlendi?’

‘Hoppalaa!.. Orhan’cığım sana bir haller olmuş, aklını fikrini bozup kendine acıma hastalığına tutulmuşsun. Kadınlar seni niye sevmesin? Tuttuğunu koparan, arslan gibi bir adamsın. Üstelik yakışıklısın ve tahsilli, terbiyeli. iyi bir ailenin çocuğusun. İşinde başarılısın ve de halin vaktin bir hayli yerinde.’

‘Sen bulunmaz bir ablasın be Suna Abla’cığım.’

‘Yok be ablacığım, nedense bana gelince kadınların masrafı artıyor. Tabii hep sevgisizlikten. Yasemin benden sonra bir bar fedaisine aşık oldu ve yüzük dahil bütün parasını yedirdi. Haftada en az iki kere de dayak yiyor ama hálá herifle beraber yaşıyor. Çünkü adama áşık!’ ‘Yani sana kimse áşık olmadı mı?’ ‘

‘Çünkü benim yanımda tapuksuz pabuçla gezmekten sıkılmış. Biliyorsun Saime’nin boyu bana yakındı. Faruk da benden 5 parmak uzundu. Ama Yelda beni Saime kadar bile sevmedi.’ ‘Yelda ile evlenmemiş miydin?’ .

‘Evlenmiştim ama ilk gecemizden itibaren televizyon seyretmeye başladı.’

‘Ama bütün bunlar kadınların beni sevmesine yetmiyor Suna Abla.’

‘Ne olmuş yani, hepimiz televizyon seyrediyoruz.’

‘Madem yetmiyor, onca kadınla niye beraber oldun? Sayısını ben bile şaşırdım. Adın Kazanova Orhan’a boşuna mı çıktı?’

‘Ama sevişirken seyretmiyoruz. Sen kadın olduğun için elinde uzaktan kumanda aleti olan bir kadınla yatağa girmenin ne

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

30


YOK MU BANA AŞIK OLAN? OĞUZ ARAL yatak odamıza girdiğim için cini tepesine çıkmışmış. Bu onun özel hayatıymış. Onun sevgilisi olmam, onun özel hayatına ve özgürlüğüne karışma hakkını bana vermezmiş. Ben alaturka bir kıroymuşum. Ancak özgür insanlar sanat yapabilirlermiş ve ben sanat düşmanı bir faşistmişim!’ ‘Sanıyorum onca kadının içinde belki Zehra beni sever gibi oldu. Hatta benim için kocasından ayrıldı. Benim tam 6 tane çıplak resmimi yapmıştı. O ünlü bir ressamdı.’

‘Yeni pişirdiğim kremalı mantar çorbası vardı Orhan’cığım. İki kaşık içer miydin, için ısınır.’

‘O kadar resmini yaptığına göre sana gerçekten áşıkmış.’

‘Sağol abla, artık ben gideyim. Seninle konuşunca ruhum serinliyor, içimdeki kasvet dağılıyor, adeta mutlu oluyorum. Ama ah be ahh!..’

* Suna Abla, sokağın köşesinde kaybolan Orhan’ın arkasından uzun uzun baktı. Sonra iç geçirip pencerenin perdesini kapattı. Gidip yatağının başucundaki sarı güllerin suyunu değiştirdi. Teybe Orhan’ın en sevdiği kasedi koyup ışıkları kapattı. Sonra da kendine koca bir bardak viski doldurup, ‘İnsanın yaşamında 5-6 yıl nedir ki a salak Orhan’cığım? Sen 18’inde delikanlıyken ben de 23’ünde fıstık gibi bir kızdım!’ diye mırıldandı.

**kaynak_09.05.2004_ http://hurarsiv. hurriyet.com.tr /goster/ShowNew. aspx?id=224085

‘Belki áşıktı ama bu bir tuhaf aşktı.’ ‘Ne oldu?’ ‘Aşkın tuhafı nasıl oluyormuş?’ ‘Gayet tuhaf oluyormuş. Ben de bu tuhaflığı Zehra’yı bizim yatağımızda sakallı bir şairle yakalayınca öğrendim.’

‘Bir de bana áşık olacak, beni sevecek bir kadın bulabilseydim keşke.’ ‘Dert etme bir gün o da olur Orhan’cığım.’

‘Amanın, elinden bir kaza mı çıktı yoksa?’

‘Hoşçakal Suna Abla.’

‘Kazaya fırsat kalmadan Zehra yataktan fırlayıp kafama gece lambasını vurdu ve beni odadan kovdu. Kapıyı vurmadan

‘Güle güle Orhan’cığım. Gömleğinin düğmelerini ilikle, terlisin üşütebilirsin.’

“ve bir gün buluşacağız, başka yönlerden gelip.” Yannis Ritsos

•Salkımsöğüt’ü birlikte ve daha iyiye taşımak isteminin / siz değerli okuyucularımızca da geçerli olduğunu düşünmekteyiz. Çerçevesi önceden çizilmiş “kalıpçı” bir dergi yerine, yeni düşüncelerle biçimlenen bir dergi anlayışından yanayız. •*Düşüncelerinizi, önerilerinizi, yorum ve eleştirilerinizi bu köşeden paylaşabiliriz. • İLETİLERİNİZ İÇİN ADRESİMİZ:

mizahvesiir@gmail.com PDF formatlı e-derginiz SALKIMSÖĞÜT’ü internet üzerinden ÇEVRİMİÇİ okuyabileceğiniz gibi; arşiv amacıyla masaüstüne indirebilir ya da çıktısını da alabilirsiniz.

•eSALKIMSÖĞÜT’le ilgili ayrıntılı bilgi ve ERİŞİM için->> http://salkimsogutsanatdergisi.blogspot.com •Eserlerinizi Gönderirken;

 (Word dokümanla) 1-) En çok üç adet şiir ya da kısa yazılarınız... 2-) Fotoğrafınız... (Vesikalık şartı yok.!.) ve 3-) SALKIMSÖĞÜT ‘e ilk kez yazıyorsanız, ÇOK KISA özgeçmiş bilgisi- (450-500 karakteri kesinlikle geçmemeli.) * •DİLEYENLER’den  (Word dokümanla) 1-) Şiire ve hayata dair kısa yazılar (öykü, deneme,anı, anekdot v.b. ) 2-) Şiir ve yazılarınızla görsel bütünlük sağlayan RESİM, FOTOĞRAF, DESEN v.b. görsel * malzemeler... 3-) Şiir etkinliklerinize dair haberler ve yapıtlarınıza dair tanıtım bilgileri... İLETİLERİNİZ İÇİN ADRESİMİZ: mizahvesiir@gmail.com

......NOT-İletilerinizin konu başlığına, “SALKIMSÖĞÜT” ve tam adınızı yazmanızı dilemekteyiz. POLATOĞLU” )

(Örnek: “SALKIMSÖĞÜT - EKBER

http://mizahvesiir.blogspot.com -07.08.2012

salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

31


salkımsöğüt / mart-nisan 2013_(4)

©vahit akça

©

32


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.