
16 minute read
RECEP GÜLER
Yüreği Antalyaspor sevdasıyla yoğrulmuş Recep Güler, namı diğer Amigo Miloş ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Öncelikle sizi tanıyalım. Recep Güler kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz? 12 Mart 1953 tarihinde Antalya’da doğdum. Harbi Antalyalıyım. Antalyasporluyum. Antalyaspor camiası ve Antalyalıların sevdiği bir ağabeyi, dedesi, bubasıyım.
Advertisement
Antalyaspor taraftarları ve camia arasında Amigo Miloş olarak biliniyorsunuz. Bu lakabı nasıl aldınız? Antalya’ya mal olmuş bir kişi olarak Antalyaspor yüzme takımındaydım, Antalya’da sahne alırdım, aynı zamanda paf takımda oynuyordum. Günümüzde nasıl Brezilyalı, Portekizli futbolcular geliyorsa 69 senesinde de Yugoslav oyuncular ülkemize çok sayıda geliyordu. Antalyaspor’da Dabovic santrfor, Miloş ön libero oynardı. Arkadaşlarım, beni stilimle, fiziğimle Miloş’a benzettiler. Miloş aşağı Miloş yukarı derken Miloş kaldık. Sahnelerde de Antalyalı Miloş ismi hoşumuza gitti. Tribünlerde Amigo Miloş, diğerlerde Recep Güler. Recep Güler desen belki kimse bilmez ama Amigo Miloş desen herkes tanır. 48
Antalyaspor amigoluğunuz nasıl başladı? Her şey bir sebep. Tanınan bir insan olduğum için her yerde ben varım. Şarkı söylüyorum, yüzme takımındayım, basketbol oynuyorum, futbol oynuyorum. Herkes bir şekilde tanıyor yani. Kocaeli maçına geldik, 30 kişilik arkadaş grubuyla Atatürk Stadyumu’na geldik, bir sessizlik var. Eski statta bir yokuş vardır, biz o yokuşu çıkarken tezahürata başladık. İçeri bir girdik, içerisi Allah… Yıkılıyor! Bizle beraber herkes tezahürat yapıyor. Yerimize oturduk. Biz sustuk, herkes sustu. Arkadaş döndü bana “Miloş, abem ne güzel seyirciyi coşturdun. Hadi çık şu duvarın üstüne de seyirciyi coştur” dedi. Olur mu olmaz mı derken beni aldılar, duvarın üstüne koyuverdiler. Bakın o gün, hayatımın en güzel günüdür. Nikah günümden bile daha güzeldir benim için. Elimi kaldırdım, 10 bin kişi ayakta. Alkışlar, tezahüratlar… Amigoluğa orada başladık, bu zamana dek acısıyla tatlısıyla günlerimizi geçirdik. 3 sene altyapıda futbolculuğa, 40 sene de tribünde amigoluğa dayanan bir Antalyaspor maziniz var. Antalyaspor, Recep Güler için ne ifade eder? Ben evliyim, iki çocuk babasıyım. Eşim Gonca Hanım ama kumam da Antalyaspor. Hayatının en güzel yıllarında millet pikniğe giderken biz bir hafta maça bir hafta deplasmana giderdik. Antalyaspor koşturuyorduk. Paf takımda başladık bu sevgiye. Genç takımda futbol oynardık, buradan Karaalioğlu Parkı’nda besteler yapardık, buradan maça giderdik, Deniz Restoran’da yer içer maça girerdik. Biz Antalyaspor’u çok sevdik. deplasmana gidiyormuş gibi çok zor günler geçirdik. İnsanlar gelmemeye başlayınca ben o zamanki başkan Hasan Akıncıoğlu’na “İnsanlar soğur, nasıl yapacağız bu işleri?” diye sordum. “Taraftarı evinden alıp ben mi götüreyim” dedi. Gerekirse yapmasını söyledim. Hatta o zaman takımı Şifo Mehmet çalıştırıyordu, “Olur mu öyle şey” dedi. “Gün gelecek, yapacaksınız.” dedim. Çok uzun zaman geçmedi, Şarampol’den, Cumhuriyet Meydanı’ndan, Işıklar’dan, her yerden taraftarlar alınıp götürülmeye başlandı. Orası çok güzeldi ama uzaktı. Üniversite Stadyumu, ufak bir sahaydı. Ama Antalyaspor’u seviyorsan, her yer güzeldir. Gittiğimiz deplasmanlardaki tribünleri dahi seviyoruz, neden biliyor musunuz çünkü hep beraberiz. Bu stadyuma gelirsek, hep düşüncelerimizdeydi. Hep güzel ve büyük bir stadyuma sahip olmak isterdik. Rahmetli Süleyman Hocanın aynı yerde 20 30 bin kişilik bir projesi vardı. Özlem duyardık. Hasan Subaşı 20 bin kişilik yapmak istedi, Anıtlar Kurulu engel oldu. Şimdi çok harika ve güzel bir stadımız var. Ama keşke her maç stat dolsa.
Antalyaspor’un Atatürk Stadyumu, Mardan Stadyumu, Üniversite Stadyumu ve Antalya Stadyumu’nda amigoluk yapmış bir isim olarak bu statları nasıl değerlendirirsiniz? Bilhassa Atatürk Stadyumu ve Antalya Stadyumu sizin için ne ifade ediyor? Öyle bir soru sordunuz ki… Benim için Atatürk Stadyumu, bir tarihtir. Doğup büyüdüğüm yerdir. Benim için çok önemlidir. Orada bambaşka bir hava vardı. İnsanlar cumartesi pazar günleri maça geldiğinde kuyrukta olması, sıkış tepiş tribüne girmeleri vardı. Hiç unutmuyorum, adamın birisi bilet almış, kapalıya girmiş. Bana döndü “ben kapalı tribün diye almıştım, açık burası” dedi. Oranın adının kapalı tribün olduğunu söyledim. Atatürk Stadyumu’ndaki taraftarların yüzde doksanı Antalyalıydı. Yani taraftarımız çoktu. Atatürk Stadyumu yaşlandı, yıkılma tehlikesi vardı. Değişmesi lazımdı, biz de Mardan Stadyumu’na gittik. O stadyuma giderken sanki

Geçmişten günümüze değerlendirirsek, Antalyaspor taraftarları ve Antalya halkının Antalyaspor’a bakışını nasıl değerlendirirsiniz? Eski Atatürk Stadyumu’nda Antalya nüfusu 100 bin 250 bin kişiydi. Böyle bir nüfus vardı ama Antalyaspor sevdalısı daha çoktu. Şimdi 2.5 milyon insan var ama maçlara 10 bin civarı Antalyaspor sevdalısı geliyor. Antalya halkı, Antalya Stadyumu’nu sadece büyük maçlarda dolduruyor. Tribünler güzel ama Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray maçı dışındaki maçlara gelmeyen bir kitle de var. Bizim kemik taraftarımız olarak isimlendirdiğimiz, takıma destek verecek 7-8 bin kişi var. Bir de televizyon yayınları olmadan önce futbol sevdalısı daha çoktu. 15 günde bir dolup taşardı stat. Televizyondan izleyemediği için insanlar da heyecanlanıyordu. Televizyon yayınları çıktığından beri insanlar da tembelleşti. Antalya halkı tarafından çok seviliyor Antalyaspor. Kopukluk oluyor ama takımını seven Antalyaspor sevdalıları hiçbir zaman maçı evinde, kahve köşelerinde, başka bir yerde izlemez. Tribüne gelir, maçta elinden gelen desteği verir. Fakat dışarıdan gelen insanlar Antalyaspor’u sevemiyorlar. İnsan eşinden vazgeçer, takımından vazgeçmez. Antalya büyüdü ve genişledi. Kozmopolit bir yer oldu. Biz istiyoruz ki tribünler dolsun taşsın, gelenler de sahada oynayanlar da bunun keyfini çıkarsın. Benim bir felsefem vardır. Şimdi baktığınız zaman Antalya’da Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı çok insan var. Şimdi biz o insanlara kötü davranırsak, seyirci toplayamayız. Diyelim ki Fenerbahçe maçı var, o maçta ne kadar Galatasaraylı, Beşiktaşlı ve Trabzonsporlu varsa Antalyaspor’u destekler. Yine Galatasaray ile maçımız olsa ne kadar Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Trabzonlu varsa bizi destekler. Bu işler böyledir, insan psikolojisidir bu. Bunlardan faydalanmalıyız.
Geçmişteki taraftar profiline baktığımız zaman bugünkü taraftarlık arasında fark var mı? Ne gibi farklar görüyorsunuz? Fenerbahçe maçında grupları gördünüz. Eskiden öyle çok bir grup yoktu. 07 Gençlik vardı, daha sonra Red Soldiers vardı. Açık tribün ve kapalı tribün vardı. Atatürk Stadyumu’nda daha samimiydik. Tribünlerdeki tezahürat daha etkili oluyordu, orada bir birlik vardı. Kırmızı-beyaz-en büyükAntalya yaptığımız zaman yıkılırdı stat. Bu statta dağılıyor. Ben, Atatürk Stadyumu’nda gruplara daha hızlı ve kolay ulaşıyordum. Burada uzak kalıyorlar. Eskiden insanlar kendi parasıyla otobüsler tutup deplasmanlara giderlerdi. O zamanlar hem imkan yoktu hem de kulübün geliri yoktu. Şimdi sağ olsunlar, kulüp de çocuklara destek olmaya çalışıyor. Güzel şeyler oluyor. Eskiden Amigo Ali Dayı, Miloş, gruplar bu hafta ne yapacak acaba diye millet maça özlemle gelirdi. Konfetiler, havai fişekler, sis bombaları, meşaleler falan tehlikeliydi ama çok güzel ortamlar oluyordu. Onun heyecanı da bir başkaydı. Bizler şovu seven insanlarız. Coşkun’un tribünlere gelmesi demek, en az 1000 kişinin maça gelmesi demekti mesela. Adam artist, dünyada kaç tane örneği var ki böyle, hem amigo hem oyuncu. Herkes onunla fotoğraf çektirmek için geliyordu. Şimdi maç başlamadan önce geliyorlar, maç bitiyor herkes evine dağılıyor. Düz oldu her şey. Bunda 6222 sayılı kanunun da etkisi var. Bu kanunun çıkması da iyi oldu, kavga dövüşler engellendi. Herkes haddini biliyor, güzelce oturup maçını izliyor. 50
Ayrıca şunu fark ettim, zaman geçtikçe grupların kitlesi daha da büyümeye başladı. Okullar, şehirdeki gençler daha güzel olmaya başladı. Antalya, Antalyasporlu olmaya başladı. Bu yüzden çok mutluyum. Antalya’ya gelenler de taraftarlığı yakalamaya başladı. Biz artık belli bir yaşa geldik, Antalyaspor’u ileriye taşıyacak olan onlar. Ben yıllarını Antalyaspor’a vermiş bir ağabeyleri, dedeleri olarak sevinçliyim çünkü gelecek nesil Antalyasporlu oluyor. Eskiden kadınlar maçlara gelmezdi, şimdi stat aileler ile dolup taşıyor. Ufacık bebeğini dahi kucağına alıp maça gelen oluyor. Beş yaşındaki çocuk geliyor, babası İstanbul takımlarını tutuyor ama çocuğu gördüğüm zaman bir dahaki maça kırmızı beyaz giyip gelmesini söylüyorum, tamam diyor bana. Söz veriyor. Bunları aşılamak lazım.
Amigo olarak tek bir işaretinizle tribündeki herkesi tek vücut ve tek ses olarak tezahürata başlatabiliyorsunuz. Tribündeki binlerce insanı nasıl ateşleyebiliyorsunuz? İyi ki Antalyalıyım, iyi ki Antalyasporluyum, iyi ki bu alemdeyim. Tribündeki insanlar sahaya bakıyor, gol olduğu zaman seyirci o muhabbeti göremiyor. Tribüne dönük olduğum için ben görüyorum, trilyonlar verseniz değişilmez o hissi yaşamak. Ama gol yediğimizde de herkes homur homur… Tribünde iki ayrı dünyayı yaşıyorsun. Amigoluk çok güzel bir şey. Amigoluk sayesinde Türkiye’de beni bu alemde tanımayan yoktur. Çok amigo var ama fizik ve imaj sebebiyle oturmuş vaziyetteyim. Bir örnek vereyim, Finlandiya maçında hangi bloğa gitsem coşuyordu. Şuydu buydu derken 2-1 kazandık. Maçın ardından herkes fotoğraf çektirmek istedi. Ben de onları kıramadım. Zaten stattan benim çıkmam yarım saat 45 dakikayı bulur. Yanıma bir kadın geldi, “Recep Bey size çok teşekkür ediyorum. Takımın galip gelmesinde çok büyük bir emeğiniz var. Taraftarları çok güzel coşturdunuz. Ama bir hatanız var” dedi. “Ne oldu, dolaşırken çocuğunuzun eline ayağına falan mı bastım” dediğimde bana “Yok değil, seni klonlamak lazım. Stattaki her bloğa senden bir tane lazım” dedi. Ama dediği de doğru, gittiğim yer coşuyor. Dünyanın en güzel şeyi ya… Bakın, iki yol vardır önünüzde. Biri yanlış, biri doğru yoldur. Yanlış insanın çok hoşuna gider ama bir yerde takılır. Doğru yolda gidersen doğruyu bulursun. Bu da en başta sevgi ve saygıdan geçer. Ben bu insanlara hep sevgimi verdim. Bu insanların Recep Ağabeyi oldum. Kimi Miloş dedi, kimi Recep Ağabey dedi, kimi Gandalf bile dedi. Ben hiçbir zaman tribünde taraftarın karşısında sigara içmedim. Hiçbir zaman onların önünde küfretmedim. Gençlere maçlara giderken doğruyu, güzellikleri öğrettim. Olaylar olmasın diye doğru yola sevk ettim. Şampiyon olduk, keyif aldık. Küme düştük, ağladığımız günler oldu. Yılmaz Vural zamanında sekiz maçta 2 puan toplayarak küme düştük. Fenerbahçe maçında çok güzel bir duygu yaşadık. Bütün tribünler çok güzel çalışmalar yaptı ve o maça milli maçmış gibi başladık. Tribünlerin o heyecanı, çocukların, kadınların, gençlerin sayı duruşunda gözlerinden yaşların akması, bayrakların sallanması çok güzel duygular. İnsanlar görmüyor belki bunları ama ben birebir yaşadığım için görüyorum. Ben, seyircinin amigosuyum. Zamanı geldiği zaman o tribünleri coşturmayı iyi bilirim. Benim bulunduğum yerdekiler moralleri bozukken takıma destek vermez. Öyle bir ayarlayacaksın ki bu durumu… Ben genelde “Bağırmazsanız Coşkun’u getireceğim buraya” diyorum.

Bir yanda taraftarlar, bir yanda seyirciler. Size göre taraftar ve seyirci arasındaki fark nedir? İkisi arasında çok büyük fark var. Taraftar, adı üstünde taraftar. Taraftar, 90 dakika takımına destek verir. Gece yatarken Antalyaspor ile yatar, sabah güne Antalyaspor ile başlar. Parkta otururken takımına beste yapar. Antalyaspor’u yaşar. Taraftar, maça gelmeden, sahaya çıkmadan başlar. Taraftarlık budur. Seyirci ise maçı izlemeye gelendir. En büyük desteği aslında seyirci verir. Seyirci maça gelir, gerektiği zaman heyecanlı anlarda, bizlerin de desteğiyle coşup takımına destek verir. Seyirci 90 dakikalık sürede taş çatlasın 15 dakika bağırır. Ben zaten onlara “Her 10 dakikada bir Antalya deseniz yeter” diyorum. Kale arkaları bağırır ama bu stadyumda en etkili yer, maratondur. Konyaspor’a karşı 3-1 mağluptuk, bütün maraton ayağa kalktı, son dakika golüyle 3-3 bitti maç. Seyirci çevirdi o maçı. Sizden Antalyaspor taraftar gruplarını değerlendirmenizi istesek, ne söylersiniz? Şimdi herhalde 07 Gençlik, Grup 1966, Maraton Üst, Şarampol, Forza derken beş altı tane grup var. Bunların amacı, takımı desteklemek. Sabahtan kalkıyorlar, hazırlanıp maça geliyorlar. Fakat benim üzüldüğüm bir nokta var. Antalyaspor’da olan bir eksikliği söyleyeyim, yıllardır birlik olamadık. Bütün gruplar bir yere toplanamadı, olmadı yani. Ama deplasmana gittiğimiz zaman bir bütün oluyoruz. Deplasmanları çok seviyorum, orada hepimiz arkadaşız, dostuz. Deplasmanda kimse kimseyi bırakmaz ardında. Bir bütün olunuyor. Antalya’da ise sen iyi yaptın, ben iyi destek verdim oluyor. 07 Gençlik kendini gösteriyor, Grup 1966 kendimi göstereyim diyor, olmuyor. Amacımız, takıma destek olmak. Bazen 07 Gençlik başka tezahürat söylüyor, diğerleri farklı tezahürat söylüyor. Gürültü, uğultu oluyor. Bazı dakikalarda ben telefon açıyorum. Tezahüratın esas güzelliği, tüm stadyumun birleşmesiyle ortaya çıkıyor. Amacımız ne, biz takımı ne kadar desteklersek takım da o derece başarılı olur. Bir de şu var, kimseyi de zorla bağırtamazsın. Desem ki size 10 dakika aralıksız bağırın diye, bağıramazsınız. Tribün grupları maç içinde sahada futbol oynayan oyuncu kadar yoruluyor. Onların hepsini takdir ediyorum ve çok seviyorum. Cıvıl cıvıl oluyorlar, onlar da keyif alıyorlar. Galiba Beşiktaş maçıydı, bir baktım yüze yakın kızın başında bir amigo var. Başladılar tezahürata, çok hoşuma gitti. Tebrik ettim onları. Bu heyecanı yaşamak çok güzel bir şey. Son zamanlarda taraftarın konuştuğu bir diğer konu da Alanyaspor ile olan gerginlik. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Biz, yıllar önce Diyarbakır’da Galatasaray ile kupada final oynadık. Yenildik ama Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne gittiği için biz de Avrupa’ya gittik. Werder Bremen’i burada 2-0 yendik, Almanya’da 6-0 yenildik. Bu sene şehrimize bir kupa gelsin istiyoruz. Yarı finalden ya biz çıkacağız ya da onlar. Finalde bir takım Antalya’yı temsil edecek. Bu takımın Antalyaspor olmasını can-ı gönülden isterim ama olmazsa da kupayı alan Alanyaspor olsun, hiç önemli değil. Taraftar arasındaki husumetler kalkmalı. Bizler, aynı ülkenin çocuklarıyız. Zaman, birlik beraberlik zamanı. Çok üzülüyorum ben bu tür şeylere. En basitinden bir şeyler yaşanıyor ama tribünlere çoluk çocuklu aileler, kadınlar geliyor. Geldikleri zaman kavga dövüş olduğunda korkuyor ve bir daha maçlara gelmiyor.

Antalyaspor tarihinde pek çok başkan, yönetici ve futbolcu gördünüz. Sizde yeri olan isimler kimlerdir? 1966’da çocuktum ben. O zamandan beri Antalyaspor sevdasını kalbimde taşıyorum. Kendim de yöneticilik yaptığım için Antalyaspor’a iyi ya da kötü kim emek verdiyse hepsine saygı duyuyorum. Eskiden Antalyaspor başkanlığı yapmış, bu uğurda servetini kaybetmiş çok Antalyaspor sevdalısı vardır. En başta bir Halim Horasan örneği var. Antalyaspor’da çok yöneticiler geldi geçti. Hepsi farklı farklı senelerde yer aldı. Küme düştüğümüz zaman Sedat Peker başkandı. Biz yakasına yapışmışızdır “Bu takımı sen düşürdün, sen kaldır” diye. Mücadele vermiş ve çıkarmıştı da takımı. Hasan Subaşı keza öyle… Antalyaspor’a öyle kötü bir başkan diyebileceğim bir isim gelmedi. Antalyaspor’un bugüne gelmesine sebep oldular ama benim nazarımda en çok teşekkürü hak eden isim, Cihan Bulut’tur. Neden derseniz, Antalyaspor iki defa kayyıma gidiyordu. Antalyaspor yok olacaktı. İki defa başkan olarak geldi. O olmasa kayyıma gidip düşüyorduk. Şimdiki futbolculara göre eski oyunculardan daha çok keyif alırdık. Bizim mesela meşhur bir marşımız var “Kalemizde Mehmet Ali var, geri dörtlü çelikten duvar, orta saha hepsi canavar, ileride Mehmet Orhan var” diye. O zaman takımlarımızla hop oturur hop kalkardık. Bir Adnan Gülek vardı, sırf onu izlemek için maça gelenler vardı. Beşiktaş için Sergen neyse, bizim için de Adnan oydu. Sancar, Oral, Orhan vardı. Cemaller vardı aklımızda hala. Rüştü vardı, Fenerbahçe’ye transfer olacağı zaman sezon bitsin o zaman gitsin diye kendisini salmadık. Eskiden futbolcular amatör ruhla oynarlardı. Antalyaspor sevgisiyle oynarlardı. Şimdi para için oynuyorlar ama profesyonel oyuncu bunlar. Evini, ülkesini, eşini bırakıyor, ülkemize para kazanmaya geliyor.
Antalyaspor Kulübü Derneği’nin 33 numaralı üyesi, daha önce iki kez yönetim kurulunda görev yapmış ve aynı zamanda kongre üyesi olarak, Başkan Ali Şafak Öztürk ve Dernek ile
Vakıf Başkanı Fikret Öztürk hakkında neler söylersiniz? Dernekle vakıf kısmına baktığınız zaman, eskiden işler dernek tarafında hallolurdu. Bütün şey dernekteydi. Vakıf sadece mal mülk hikayesine bakardı. Fakat bu kulübün esası, anonim şirkettir. Gültekin Gencer’den sonra Ali Şafak Öztürk geldi. Sıkıntılar oldu, bazı vaatler gerçekleştirilmedi, vazgeçti, bıraktı, yeniden göreve geldi. Fazla açılınca babası da oğluyla bir olup Antalyaspor’u iyi bir yerlere getirmek istediler. Gelirlere, harcamalara birlikte karar verdiler. Ali Şafak Öztürk her ne kadar kulübün başında olsa da dernek ve vakıf kanadında babasının olması da ona güç verdi. Çünkü bir aile şirketi oldu Antalyaspor. Ben, bu aileyi seviyorum. Bir Antalyalı olarak baktığımda, Antalyaspor’a sahip çıkmalarına seviniyorum. Ali Şafak, genç bir çocuk. Bazen istemeyerek de olsa ettiği laflar bizi üzüyor ama kendisini seviyoruz. Çünkü Antalyaspor’a ailesiyle birlikte sahip çıkıyor. Suyun gözü, Öztürk Ailesidir. Su oradan geliyor, onlar olmazsa Antalyaspor kötü günler yaşar, belki de küme düşer. Bakın, duyduğuma göre şimdi Hasan Subaşı Tesisleri’ni düzene sokuyorlar. Orayı komple tadilata gidiyorlar. Bunu yapması bile çok güzel bir davranış. Orası çok güzel olacak. Ben her zaman şunu söylerim; sen iyiysen ben de iyiyim. Sen kötüysen ben de kötüyüm. Antalyaspor’a iyilik yapan bizim başımızın tacıdır ama kötülük yapan da bizim düşmanımızdır. Antalyaspor sevdalıları olarak bizim bir grubumuz vardı eskilerden oluşan. Bir de felsefemiz vardı. Antalyaspor, bizim için bir güldür. Biz de o gülün dikenleriyiz. Güle zarar gelirse, biz dikeni batırırız. Hayatımız, her şeyimiz Antalyaspor. Masaya ilk yumruğunu vuracak olan, bizleriz. Bizden ses gelmiyorsa o iş doğru gidiyordur. Bizden ses çıkıyorsa, haddinizi bilin demektir. Bizler, Antalyaspor’un sesiyiz, bu camiaya mal olmuş insanlarız. Bu taraftarların hepsi elimizde büyümüştür. Ben, Ali Şafak Öztürk ve ailesinin Antalyaspor’a faydalı olduğunu düşünüyorum ve Antalyaspor’a verdikleri katkı için teşekkür ediyorum.
Yıllarca Coşkun Göğen ve Ali Dayı ile birlikte tribünlerde seyircileri coşturdunuz. Onlar hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Ben, onları çok seviyorum. Bizim İdrisimiz vardır. Biz onlardan öğrendik, Ali Dayı geldi, Arap Ünalımız vardı. Coşkun, 20 sene Galatasaray amigoluğu yaptı. Buraya geldi, taşındı. Konyaaltı’nda halı sahası vardı. “Coşkun hoş geldin. Seni seviyoruz, filmlerini de seviyoruz. Sen Galatasaray’da amigoluk yaptın, bu işi biliyorsun. Bizim aramıza katıl, hep beraber Antalyaspor’u destekleyelim” dedik. Tam 22 sene… Ama Beşiktaş maçına çıkıyor, Fenerbahçe maçına çıkıyor, Galatasaray maçına çıkmıyor. Tepki gelmeye başladı. Galatasaray maçı vardı, dedi ki “Miloş Ağabey, ben bu hafta çıkacağım ve Antalyaspor’a destek vereceğim.” dedi. “Tam ben diyecektim, sen söyledin. Herkes kızıyor sana” dedim. “Bir şey yapmazlar değil mi bana” dedi. Neyse maç başlayacak, kalabalık her yer, aşağıdaki top toplayıcı çocuk “Miloş Amca, Coşkun Ağabey seni bekliyor aşağıda” dedi. Görseniz nasıl heyecanlı, nasıl çıkacağını düşünüyor. Tuttum elinden, çıktık tribüne. O ara Galatasaraylılar hakaret etmeye başladı, ufak bir şeyler oldu. “Her ne kadar Galatasaraylı olsam da ben buranın ekmeğini yiyorum. Artık Antalyasporluyum” dedi. Güzel insandır, iyi niyetlidir. Onu çok takdir ederim. Ali Dayımız bambaşkadır. O, bizim neşe kaynağımızdır. Her şeyimizdir. Yıllarca açık tribünde o telin üstünde zıpladı. Ali Dayı ile deplasmanlara giderken var ya… Allah… Bizim deplasmanlarımız hep neşeli geçer, giderken şarkılarla türkülerle eğleniriz. Ama dönüşte hiç eğlendiğimizi bilmem ben. Bir tek Samsunspor ile oynayan play-off finalinde o maçın dönüşünde çok eğlenmiştik. Biraz da anılardan söz edelim. Elbette hatırınızda birçok maç anısı vardır ama en unutamadığınız maç ya da maçlar hangisidir? Şampiyon olduğumuz sene İzmir Atatürk Stadyumu’na 30 bin kişi gittik. 80 bin kişilik bir maçtı. Son beş dakikada 2-2 oldu. Hayatımın en zor maçıydı. Balıkesir’e şampiyonluk maçına gittiğimizde de yenilseydik, Karşıyaka şampiyon olacaktı. Berabere kalırsak ya da yenersek de biz şampiyon olacaktık. Büyük primler gitti o zamanlar Balıkesir’e başkalarından. Saat dokuzda bizi şehre almadılar. Alsalar ortalık yıkılacaktı. Ama bizden bir hafta önce Karşıyaka maçı varmış, o maçta Balıkesir’e çok eziyet etmişler. Balıkesirliler bizi statta karşıladılar. Statta su yoktu, hortumlar attılar sular verdiler. Nihayet orada çok güzel bir şampiyonluk yaşadık. İlk şampiyonluğumuzda herkes Kepez’de yollardaydı. İlk şampiyonluğu o zaman tatmıştık. Düştük, çıktık, yeniden şampiyon olduk ama o ilk şampiyonluğun tadı başkadır. Bu dünyadan göçen herkese Allah’tan rahmet dilerim. Hepsi güzel insanlardı. Tüm herkesle güzel anılarımız olmuştur. Birbirimizi bazen seviyoruz, bazen yeriyoruz. Yaş geldi altmış yediye. 40 senedir çok kişi görüyorsun. Lakabını aldığım Miloş, trafik kazasında öldü. Takım kayyıma giderken Cihan Bulut görevi aldığında biz karşı çıkmıştık. Özcan Kırmızıoğlu bizlere “Bu takımın sahibi sizlersiniz” demişti. Hiç unutamam. Çok da iyi bir Antalyasporluydu. Yakın zamanda kaybettiğimiz isimlerden rahmetli Mustafa Akdoğan ile her buluştuğumuzda hangimiz daha yakışıklıyız diye iddiaya girerdik. Mustafa Ağabey derdim kırımasın diye. Erdal Akpınar vardı, dişleri o yaptırmıştı. Hem diş hekimi hem futbolcuydu. Artık öyle fazla iz bırakan olmuyor. Zaten dönüp baktığınız zaman kaç tane Antalyalı var ki! Spor dışına çıkarsak 1970li yıllarda Antalya sahnelerin tozunu attıran bir isim olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söylersiniz? Beni gençliğime mi götüreceksiniz? İlk sahneye çıkışım, 1969 yılındaydı. Ailem ne top oynamamı ne de şarkı söylememi istedi. Benim şarkı söylediğimi herkes biliyordu, babam yıllarca bilmedi. Dayak yerdim anlatsam, abuu… Dandan Gazinosu’nda şarkı yarışması oldu, o zamanlar Cem Karacalar, Barış Mançolar, Berkantlar meşhurdu. Türkiye’de Samanyolu şarkısını en güzel bir Berkant bir de ben söylerim. Yarışmaya katıldım, birinci oldum. Alkış kıyamet derken, teklif geldi 25 lira yevmiyeden. Sonradan 50 lira oldu. Derya Motel’e geldim, orası Zeki Müren’in geldiği tek yerdi. Paşa derdik biz ona, rahmetli ile çok güzel anılarımız oldu. Nükhet Duru bile benden önce çıkardı sahneye. Kimlere şarkılar söyledim, bir bilseniz… Yaşamak güzel şey bunları. Hala her sahneye çıktığımda ilk şarkımda heyecanlanırım. Çünkü orada sen öndesin. İnsanların gözü sende. Antalya’ya Miloş olarak sanat bakımından, spor bakımından, futbol bakımından, tribün bakımından çok izler bıraktık. Ama sahne, çok başka bir şey. Aslına bakarsanız ben 15 günde bir sahneye çıkıyorum Antalya Stadyumu’nda. Giyinirim, süslenirim, kıyafetlerimi giyerim, oraya giderim. Ben size sevgimi vermezsem, saygımı bulamam. Sen örnek kişi olmalısın ki insanlar da sana göre davransın. Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz. SadeceAntalyaspor e-dergi aracılığıyla taraftarlarımıza mesajınız nedir? Amigo Miloş’un taraftarlara mesajına aşağıdaki QR code aracılığıyla ulaşabilirsiniz
Antalyaspor kulübüne hizmet eden birçok değerli insan zaman içinde ebediyete göç etti. Kulübe hizmet etmiş isimlerle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?