anadolu sevdası 5. sayı

Page 1

AYLIK ULUSAL EDEBİYAT KÜLTÜR SANAT DERGİSİ

Resim: Nesteren Gazioğlu YIL : 1 FİYATI: 2 YTL

SAYI : 5.6.7

BU SAYIMIZDA:

Nesteren Fincancı Gazioğlu, Mustafa Ceylan, Ömer Sedat Topal, Dursun Elmas, Erol Ayyıldız Rasim Köroğlu, Melih Cevdet Anday, Azmi, Halide Nusret Zorlutuna, Haberler, Edebi Akımlar, M.Nihat Malkoç, Selçuk Bekar, Yusuf Ter, Süleyman Taşçı, Mikdat Bal, Hasan Geneyikli, Orhan Veli Kanık, Aşık Çağlari, Mehmet Aktarlı, Temel Kurt, Bekir Salim, Mehmet Turan, Arif Eren, Emine Ömer, Kütahyalı Şeyhi, Şahin Yılmaz, Orhan Demirtaş, Z.Yapar Kaleli, Nemci Ünsal, Sadri Alışık, Mahmut Zamantıoğlu ,Perihan Dirican, Mehmet Işıkoğlu, Dr. Abdullah Çelik, Muhsin Durucan, Türk Edebiyatı, Gaspıralı İsmail, Neyzen Tevfik, Bize gelen kitaplar, Atilla İlhan.

1


ANADOLU SEVDASI ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ AYLIK ULUSAL EDEBİYATKÜLTÜR SANAT DERGİSİ TEMMUZ-AĞUSTOS : 2005 YIL: 1 SAYI: 5.6.7 (2 YTL)

ISSN: 1303-5496

Sahibi ve Yayın yönetmeni: Sabit İNCE Yazı İşleri Müdürü : Nazende İnce İdare-Abone-Reklam: Muhammed İnce TEMSİLCİLERİMİZ:

Türk dünyası temsilcisi: Şemsettin Kuzeci Ankara: Ali Gündüz İstanbul: Zehra Birsen Yamak Eskişehir: M. Ali Kalkan Antalya: Mustafa Ceylan Isparta: Melahat Ecevit Hollanda:Güner Kaymakmuammer Çalar İzmir: Mehmet Turan Kütahya : Alaattin Uygun Ceyhan: Baki Yıldırım Edirne : Sevgi Yavuz Avustralya: Mehmet Sarı İsviçre: Yusuf Ter Burdur : Durmuş Öcal Almanya: Harun Yiğit, Lütfullah Çetin, Mehmet Işıkoğlu Tunçbilek: Şahin Ertürk Baskı-cilt:Han Ajans Tel: 0312 3845563 ANKARA

Yazışma Adresi: P.K. 10 Gar- Kayseri Fuzuli Cad. 75/A kocasinan 38020 Kayseri Tel: 0352 2355750-2338802 www.anadolusevdasi.8m.com anadolusevdasi@hotmail.com Yayın Danışmanları: Mustafa Ceylan-Muharrem KubatŞemsettin Kuzeci- Zehra B.Yamak, Rasim Köroğlu YILLIK ABONE BEDELİ:

2

BU SAYIMIZ Sabit İNCE Sevgili dostlar Bu sayımızda sizlerin karşısında 32 sayfa olarak 5. sayımızla beraber olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu ay bir mutluluk haberimizde oğlum Muhammed İnce’nin dünya evine girmesinin mutluluğunu sizlerle paylaşmaktır. Bu arada Ünlü ozan Abdülvahap Kocaman’ı da kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Bir başka mutluluk kaynağımızda abone sayımızın çığ gibi büyümesi ve dergimizin yaşaması için bütün Anadolu Sevdalılarının fahri birer temsilci gibi çalışmaya başlamaları ve özellikle yurt dışından yoğun taleplerin gelmesidir. Bu taleplere biz de sessiz kalamadık ve her abone olan okuyucumuza Anasan Yayınlarınca yayınlanmış Anadolu Şiir Antolojisinden bir kitap veya abonemizin kitabı var ise kitabının tanıtımını hiçbir bedel talep etmeden yaparak bu desteğe cevap vermek istedik. Daha önce söz verdiğimiz gibi yayın ilkemiz olan yeni şair ve yazarlara yer vermeye devam ettik ve devam edeceğiz de. Çünkü yazı ve şiirlerini hiçbir yerde, hiçbir dergi de okuyucularıyla paylaşma imkanı bulamayan şair ve yazarlarımıza kapımızı sonuna kadar açtığımızı bu sayımızdaki imzalardan da göreceksiniz. Daha sonraki sayılarımızda da yurt dışında kalan şair ve yazarlarımıza yoğun olarak yer vereceğimizi de belirtmek istiyorum. Tek kıstasımızın da, suç unsuru taşımayan, milli ve manevi değerlerimize aykırı olmayan yazı ve şiirlerini yayınlayarak bir hizmet sunmanın yarışında olmaya devam edeceğiz. . Elbette ekonomik sorunlarımızı çözmüş değiliz ve sizlerin abone desteklerinizle dergimiz daha iyiye ve güzele ulaşmak amacını hep taşıyacaktır. İnternet web sayfamızda açılmış olup yazı ve şiirlerinizi oradan bize ulaştırabileceksiniz. İnşallah önümüzdeki hedefimizde dergimizi internetten on-line olarak abone sistemi ile interaktif olarak yayınlamaktır. Bu da yine ekonomik bir değer isteyecektir. Bu değere ulaşacağımızı umuyoruz. Bizleri tebrik eden, desteklerini belirten ve abone olup, abone yapmak için gayret gösteren dostlarımıza da tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. Sizlerin dergisi sizlerin desteklerinizle yaşayacaktır. Yeniden buluşmak üzere…

Yurt içi: 20 YTL Yurtdışı: 30 Euro Hesap No: İş bankası Sivas Cad. Şubesi Kayseri 5304 0098113 YTL AŞIK ABDÜLVAHAP KOCAMAN’ı DA KAYBETTİK. 5304 0229747 Euro Hesabı MUHAMMED İNCE ZÜHAL DUMAN İLE Posta çeki: Sabit İnce 254991 ANADOLU SEVDASI 3 Dergimize gönderilen yazılar DÜNYA EVİNE GİRDİ. MUTLULUKLAR ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ yayınlansın yayınlanmasın iade edilmez. DİLİYORUZ. Yazı ve şiirlerin sorumluluğu yazarına aittir. Telif ücreti olarak dergi ÖZÜR: Geçen sayıda Değirmen şiiri N.Fazıl

gönderilir.

diye geçmiş Behmet Kemal Çağlar olacaktı. Düzeltiriz 2


ele alıp hoşsohbet bir dille sergiliyordu… O günlerden bu günlere dostluğumuz ilerledi. Çoğu illerimizde yapılan şiir etkinliklerimizde beraber olduk. O’ nun geniş kültüründen ve samimi-sıcak-candan dostluğundan çok *********************************************** istifade ettim. Sonra “Körün Taşı” isimli Türk Edebiyatımızın önemli sahalarından birisi de eserini yayınladı. O eser Köroğlu adının “hiciv”, “taşlama”, “yergi” vb isimler verdiğimiz, edebiyat dünyamızda iz bırakan şairler bana göre “iğneleme” alanıdır. Bu alan, edebiyat arasında yer alacağının ilk habercisiydi. Şimdi, tarihimizde sayısız ve güzel örneklerle karşımızda yıllar süren dostluğumuzu antoloji. Com’ un dururken, maalesef bugün, günümüz şiir bu sanal imkânları arasında GÜLLÜK dünyasında özellikle genç neslin bu alandan grubumuzda sürdürmenin hazzını ve haberdar olmadığını üzülerek görmekteyim. mutluluğunu yaşıyorum. Yorumumuza Oysa bu sahada kalem oynatan şairlerimiz, üstadın kitabına da adını veren Körün Taşı yüreklerini ve akıllarını tellerinin, mızraplarının başlıklı tek bir dörtlükten oluşan eserinden arasından seslendiren ozanlarımız, yaşadıkları örnek sunarak başlayalım, olmaz mı? Dörtlük döneme iz bırakmakla kalmamışlar, döneme şekil şöyle: “Körün Taşı ve düzen vermişler ve o “iğneleyici” eserleriyle Sanmayın ki felek hoş tuttu beni, asırları aşa aşa günümüze kadar gelmişlerdir. Ne doldurdu ne de boş tuttu beni, Şiirin efsanevi gücü, taşlama-hiciv-mizah metodu Düşmanın attığı değmeden geçti, ile doruk noktalara çıkmış ve sadece kendini değil, Hep kendi attığım taş tuttu beni.” kutlu kanatları-mübarek sırtıyla şairini de zamanın İşte bu dörtlük, Köroğlu ustanın bütün şiir korkunç kıskacından kurtararak yüzyıllar ötesine anlayışının temeli… Öz bu… Özün özü bu… taşımıştır. Gerçekten üzülüyorum, genç neslin hiciv-mizah yolunda eser vermemesine… Düşmanın attığı taş değil, kendi attığı taşın Rasim Köroğlu gibi günümüzün “hece” şiiriningene kendisine gelmesiyle yaralanan bir yürek. taşlama-mizah şiirinin ustası olan bir şairin sadece Felekle başı derttedir. “Zaman ve zamane” antoloji. Com sitesindeki şiirlerini incelerken onun mücadele verdiği en mühim gördüm ki, çok az kişi okumuş ve şiir altlarına rakibidir.”Felek beni hoş tuttu sanmayın” yorum yazmış… üzüntüm ondan… Söyler misiniz derken de bunu söylemektedir usta. bana, kaç kişi şu güzelim “araba” şiirini yazabilir? Köroğlu, hem aruz hem de hece de ustadır. Rasim Köroğlu, taşlamalarında asık surat ve Onunla yaptığım röportajdan da görüleceği küfürbaz değildir. Güleryüzlü ve hoşsohbet bir gibi, Türk Halk Şiirine sevdalı, ozanlık tutum izler. Mizah sanatını taşlamayla geleneğinin geleceğinden de kaygılıdır. İster ki bütünleştirip, kendince ve günün motiflerini de bu şiir ve bu gelenek sonsuza dek yaşasın. ekleyerek akan bir su misali şiirini sunar. Çabası onadır ustanın, kederi ondan… Ben, Köroğlu üstadı bundan yıllar önce Ankara’ da Rasim Köroğlu, hece’ nin her türlü kalıbıyla Feyzi Halıcı üstadın “Fasılbar” da düzenlediği şiir yazar, amma en çok 6+5=11’ lik ölçüde çok etkinliklerinde tanıdım. O yıllarda Eskişehir’ den başarılı olduğunu görmekteyiz. kalkıp Ankara’ ya gelirdi. Bekir Salim’ le Kafiyelerini asla “ek”ten değil, “kök” ten atışmalarını hatırlıyorum. Rahmetli Halil Soyuer yapar. Mısraların birbiriyle uyumuna çok sağdı. Cemal Safi, Ayhan İnal, Yahya Akengin, dikkat eder. Mısralar birbirini bir dörtlükte Abdullah Satoğlu, manevi babam Ahmet Tufan adeta son dizeye-ayak-uyak’a el ele taşır Şentürk ve daha bir çok usta ve benim gibi genç gibidir. Bu durumu usta olmayan her hece şairlerin katıldığı “Fasılbar” şiir etkinliklerinin şairi beceremez. Şiirinin başlangıcı, ortası ve tadını unutmuş değilim. sonu konudan ve özden kopmaz. Konunun Rasim Köroğlu, Türk Halk Şiirinin “ayak-uyak” etrafında her dolanışında bir mizah ve bir iğne larıyla eski obje ve imgelere kaçmadan, kendi görürsünüz. Görürsünüz de çoğu şiirinde her yaşantısından, toplumun güleceği-eğleneceğikıta sonunda gülmekten karnınız yarılır… düşüneceği-iğneleyip yereceği konuları teker teker Kendini tutamazsınız. Çünkü çok ”etkili ve

RASİM KÖROĞLU’nun ŞİİRSEL YOLCULUĞU

Mustafa CEYLAN

3


vurucu” sözlerini her kıtanın son iki mısrasına saklamıştır. İlk iki mısrada sizi o vurucu ve etkileyici söyleme hazırlar ve son iki mısrada kovada ne varsa döküverir baştan aşağıya… Rasim Köroğlu, “araba” şiirine dikkat§ edilirse “Biz de bir araba almadan önce / Özenir herkese bakar giderdik.” Sözleriyle başlıyor. Evet, araba almadan önce herkese özenen şair, kıt kanaat aile bütçesinden artırdıklarıyla bir araba almıştır ama, başına da gelmedik kalmamıştır. Burada şiirin girişine dikkatinizi çekmek istiyorum. Araba almaya herkes özenebilir, herkes heves edebilir; ancak alınan arabanın nasıl olduğuna dikkat etmek gerekir. Zira, bütçe imkanlarıyla alınan bir araba, üstadın başına gelenler gibi sizin de başınıza gelebilir. Şiirin giriş kısmını teşkil eden ilk dörtlüğünde şair okuyucuyu konuya hazırlamaktadır. Sonra bu dörtlüğün üçüncü ve dördüncü mısrasında, bundan sonra gelecek dörtlüklerde ele alacağı konunun- söylem biçiminin haberini vermektedir. Diyor ki; ”Kim derdi ki hemen alıverince, Garip başımızı yakar giderdik.” Garip başımızı diyor, başımı demiyor. Neden? Çünkü, bu hevesle alınan, herkesin var bizim niye olmasın diyerek alınan araba, sadece kendi başını değil, cümle aile bireylerinin başını da yakacaktır. O sebeple “başımız” demektedir. Nitekim 2. dörtlükte bunu açıkça da söylüyor.: ”Çocuklar itirir, hanım çekerdi, Konu komşu çıkar, seyre bakardı,” Sonra, usta başlıyor, aile bireylerinin tümüne dert olan arabayı anlatmaya: ”Benzini bitince yağı yakardı, Dumanı havaya diker giderdik.” Bunu, şiirin bütünselliği ve konuya hakimiyet açısından dikkatiniz çekmek için ifade etmeye çalışıyorum. Mizah, çoğu kere “hazır cevap” lık demektir. Anında verilen cevabın etkisini yaşatmaktır ustalık. Anında cevap vermek de konudan kopmamakla mümkün olur. Şair bu şiirinde kullandığı “çeker giderdik/yakar giderdik/yıkar giderdik…vb” ana çizgisinde “giderdik” deyişi ile kişisellikten meseleyi çıkarıp, “giderdim” demeden, tüm ailesini de aynı çile içine katmaktadır ki, işte her kıtadaki son iki dizede “vurucu-etkin-iz bırakan” söylemi toplumla da paylaşmak arzusundandır… Taşlama ve mizah kişisel olabilir, ama önemli olan bu kişiselliği toplumla paylaşabilecek usül ve metodun

yakalanmasıdır. Tiyatro sanatında “komedi” lerin başarısı da bu noktada görülebilir. Bu şiirde taktik şu, ilk iki dizede araba, son iki dizede bu arabanın çilesini çeken aile… Bu şiirde ve Rasim Hoca’ nın bundan sonra inceleyeceğimiz şiirlerinde ve hattâ tüm şiirlerinde gördüğüm bir özelliği daha işaret etmek isterim. Mısra sonlarındaki kafiyelerinin % 85’ i hep sesli harfle bitmektedir. Alfabemiz 29 harftir ve sadece 8 sesli harfimiz vardır. Köroğlu, bu sesli harflerle yüklü şiir dokusunu etkili olabilmek için ve özellikle sahnede-dinleyenlere seslendirerek sunmakzihinlerde hoşça bir iz bırakmak için kullanmıştır, ama bana göre, bu tutkudan ustanın sıyrılması da gerekmektedir. Alfabemizin sessiz harflerinden bir kaçını, n-tk-r-m-n harflerini kullanmıştır kafiyelerinin sonunda… sesli harfler vurgunun yanı sıra durum-yer-hal bildirmede çoklukla kullanıldığından mizah-hiciv sanatında bel ki kurtuluş yoktur bu harflerden ama, benim bu tesbitimi kendisinin de bir gözden geçirmesini arzularım.. Bu fiziksel bakış açımı üstadın kayda değer bulacağını umarım. Rasim Köroğlu’ nun şimdi de “nazlı yârini” arayışını anlattığı bir şiirine göz atalım olur mu? Şiir şöyle: “Tükettim ayları, bitirdim günü, Yıllarda aradım nazlı yar seni, Kaybettim kendimi, şaşırdım yönü, Yollarda aradım nazlı yar seni. Rasim Köroğlu’ nun yârini arayışının şiirini okuduk. Bu şiirin teknik analizinde Köroğlu’ nun yeni bir mısra cambazlığını görmekteyiz. Şair, deyim ve düşüncelerini her bir kıta içinde ilk mısra ile şiirin şah beyiti-uyak arasında gayet mahirane bir şekilde dokumuştur. Şiirinde her hangi bir aksama ve sekme bulunmayışı, örgüsünün sağlam oluşu da bundandır. Zira, 1. Kıtada: Tükettim ayları- yıllarda aradım nazlı yâr seni (Neyi sorumuza: ayları tüketip, günü bitirmekte) : Kaybettim – Yollarda aradım nazlı yâr seni (Neyi sorumuza: Kendimi demektedir. Kendini kaybeden ne yapar? Yönü şaşırır değil mi? Yönü- şaşıran tek bir yola düşmez aramak için, cümle yollara bakar bulmak için sevgilisini) 2. Kıtada: Gözümün – çöllerde (bu iki kelime arasında ne, neden, nasıl, ne kadar, niçin, ne

4


zaman gibi soruları sorarak; cevaplarını sıralamış; yani bu iki sözcük arasına şiirin sağlam duvarını örmüştür. Aynen öyle de; 3. Kıtada: Dışıma-Küllerde 4. Kıtada:Güllerin-Güllerde 5. Kıtada:Kandırdın-Tellerde sözcükleri arasında dans eden, kozasını ören bir ipek böceği gibidir. Özellikle genç şairlerimize demem o ki, bu dokuya iyi bakmalarıdır. Mısraların birbiriyle uyumu ve bir kıtanın girişi ile bitişi arasında ki örgünün

gitmiştir. Ama ya kalan? Çocuklarıyla geride kalan eş de ölmüştür aslında. “Tabut seni değil beni götürdü” demiyor mu şairimiz de? Yuvayı dişi kuş yapar demişler. Gerçekten de eşlerden annenin vefatı ile babanın çocuklarla geride kalması zor bir olaydır. Anne olsa, en azından çocuklara “analık” yapar… Hele sağlamlığına dikkat etmeleri hususudur. hele bir de evlâtlar arasında kız çocuk Üstad Rasim Köroğlu’ nun çok sevdiği eşi varsa babanın işi biraz daha zor rahmetli olunca, üstadın neşesi kaçmış, olmaktadır. Bu bizim aile yapımızdan eskiden gülen-güldüren-şen şakrak Köroğlu kaynaklanmaktadır. Köroğlu’ da acı yüklü yerine hüzün dolu bir Köroğlu gelmiştir. bu şiirinde çocuklar konusuna hususiyetle İsterseniz önce Köroğlu’ nun rahmetli eşine değinmektedir. Üstad, yıllarca eşinin vefatı yazdığı şiirini bir okuyalım: sebebiyle çocuklarına hem analık ve hem “Çekilir mi sensiz hayatın zoru. de babalık yapmak durumunda kalmıştır. Derdimi ortadan bölenim benim. O neşeli-cıvıl cıvıl-cevval Köroğlu gitmiş, Yüreği tertemiz, gözleri duru, yerine düşünen, hüzün dolu bir Köroğlu Baktıkça yüzüme gülenim benim. gelmiştir. Daha önceki yıllarda “velet”, ……… “futbol” gibi eğlendiren-güldüren şiirleri Rasim’de yanmadık yürek mi kaldı, kaleme almıştı. Bunlardan birisinde Dünyayı tutacak direk mi kaldı, diyordu ki: Bilmem başka söze gerek mi kaldı, “Hiç gelecek halim yoktu vallahi, İçimden geçeni bilenim benim.” Sizleri burada gördüm de geldim. Görüyorsunuz değil mi yürek sızını, acıyı, İzinsiz çıkamam, salmaz billahi, elemi… Mizah adamının gülüşü ne kadar Hanıma tekmili verdim de geldim. büyükse, acısı da ondan daha büyük oluyor. Derken, eşinin vefatından sonra, dümeni Aslında, onların iğneleyen dillerinin – elem okyanusuna, deli tayı keder güldüren dudaklarının arkasında hüngür yokuşuna sürer olmuştur. Şimdi hüngür ağlayan, gerçeğin katı aynasında ıstırap okuduğunuz şiirde gördüğünüz gibi yumağına dönmüş yürekleri vardır. Siz “kılıbık” denilen bir “eş” motifini sahnede, ekranda, şiirlerinin içinde rahatlıkla sergilemekte idi. Hani diyordu güldüklerine- güldürdüklerine bakmayın. ya “Körün Taşı” dörtlüğünde “kendi Onları dışardan alaycı yada vurdumduymaz attığım taş yaralıyor beni” diye. Hah işte sanırsınız, ama onlar çok duygusal ve çok o… Eleştirmen mizahçı-hicivci önce kılıcı narin bir yapıya sahiptirler… kendine çalmakta, taş yağmuru altında Köroğlu’ nın eşini kaybetmesi üzerine yazdığı kendi başını tutmaktadır. Taşlama-hicivbu şiirde, bozulan-yıkılan bir aile-öksüz kalan mizah edebiyatımızda bu çok görülen bir çocuklarla yalnız kalan bir babanın arşı tutan olaydır. Kendine söylemenin anlamı da, elemini ve hıçkırıklarını hissetmekteyiz… “kızım sana söylüyorum, gelinim sen “Tabut seni değil beni götürdü, anla” mânasındadır. Bu günü, yarını, dünü götürdü, Gülen önce kendi gülmeli, ağlayan acıyı Bedenim içinden canı götürdü, önce kendi canında hissetmeli ki, sahnede Şimdi neye yarar kalanım benim.” rolünü başarıyla oynasın. Şair de başarıyla Evet, ölen ölmüş, Hakk’ın çağrısına uymuş, şiirini yazsın… Kendinde konusunu imanı ve inancı bütün olduğu için de Cennete yaşayamamış şairin şiirinin içi boş, şiiri de

5


yavan olur elbette… Evet dostlar, demiştik ki, his, bir duygu işi değil midir? Kelimelerle şair şiirinin konusunu yaşamışsa, içi boş, duyguyu nakış nakış işlemek değil midir? mısraları yavan olmaz… Bazılarınız benim bu Öyleyse, yaşayanın işlemesi bir başka olur görüşüme katılmayabilirsiniz. Ona da saygı her haldeDEVAMI GELECEK SAYIDA duyarım. Ama, eli yanan bir insanın acısını en iyi o elin sahibi hisseder, değil mi? Şiir de bir NİNDE BİR ARAYA GELDİLER. ŞÖLENDE ANADOLU SEVDASI DERGİMİZ DE VARDI VE PORSUK ŞİİR AKŞAMLARI ŞÖLENLE İLGİLİ GENİŞ BİLGİYİ SİZLERE SUNACAKTIR. İnce bir hava ile başlar ilkin, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları, Sonra ağırlaşır gitgide; lâkin, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları. Yavaş yavaş hızlanırken heyecan, Buna ne kalpler dayanır ne de can, Şairler devşirir gönülden mercan, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları. Oturum açılır söz ile başlar, Mısralarda gezinirken niyazlar, Buğusu tüterken masadaki çaylar, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları. Derinden gelir sesi aşıkların, Karıştırır çayları kaşıkların, Kimi akıllı kimi kaçıkların, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları Sağır'ı, Topal'ı bir de Köroğlu, Kimi batılıdır kimi doğulu, Kimi kızıyla gelir kimi oğlu, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları. Kimi bir şiir okur, iyi karar, Kimi destan yazar, ömre zarar, Farkına varır mı ki, zaman dar, Başkadır Porsuk Şiir Akşamları. Biçare yeter çok söyledin sende, Olmuşsun hevay-ı nefsine bende, Yetmedi mi künde üstüne künde Böyledir Porsuk Şiir Akşamları.

KOCAELİ’DEN MEKTUP VAR Değerli çalışmalarından dolayı Sabit İnce'yi kutluyorum. Edebiyata ve kültürümüze olan katkılarını takdir ediyorum. Her şey için teşekkürler. EROL AYYILDIZ ******************************** Anadolu Türk Yurdu

'Zafer Haftası'nedeniyle Bu toprakta doğmuşuz,burada var olmuşuz, Bu uğurda can vermiş,kan ile yoğrulmuşuz! Tapuludur Türklüğe,bu cennet Anadolu Nerye kazma vursan,her yanı şehit dolu! Sanmasın dünkü 'haçlı',bunları parçalarız Kalk borusu çalınca,yeniden şahlanırız! Türk'ü,kürdü farketmez; koşar silah başına Yeniden girişiriz 'İstiklâl' savaşına! Göğsümüz siper olur,canımız kurban yurda Baş vermeye and içtik,hepimiz bu uğurda! Dün nasıl ezdi isek,bugün yine boğarız Bir ölür, bin dirilir; her gün yeni doğarız! Kükreriz,saldırırız; asker,köylü, talebe Yetmiş milyon toplanır hemen 'Kocatepe'de!

Ömer Sedat Topal-ESKİŞEHİR

TÜRKİYE VE DÜNYANIN HER YERİNDEN YÜZLERCE ŞAİR 2. ANTALYA AKDENİZ ŞİİR ŞÖLE-

Ay-yıldızlı al bayrak; şüheda kanındandır Esarete haykırış; Türklüğün şanındandır!

6


'Bir damla asil kanda,bin mucize saklıdır' Bu topraklar bizlere,ezelden nikâhlıdır!

Peki muhteva anlamında şiirimiz iç açıcı bir noktada mı? Hayır. Belki de haklı olarak sosyal şartların değişimi şiirimizin konu ve temasını da değiştirmiştir. Peki mazmunlar, mitolojik unsurlar, dini unsurlar, söz sanatları, Buyursunlar gelsinler,biz her şeye mecazlar, anlamla ilgili sanatlar yönünden neden hazırız zayıflattık şiirimizi. Elbette ki gelenekten Buralarda biz doğduk,biz yaşarız,biz varız! hareketle kendi üslubunu ve şiirini yaratan ustaları kastetmiyoruz burada. Genel olarak Hep kızıla boyanır,mavi Ege Denizi duruyoruz bu konu üzerinde. Halk şiirinin Hiç kimseler bölemez,batılı bilir bizi! içerisinde değerlendirilmesi gereken saz şiirinde de durum aynı. Bunun bir çok nedenleri var tabi Anadolu Türk yurdu,bütün ki. Ama ustalık çıraklık ilişkisinin bitmiş olması şehirler,köyler bir çok tür ve şeklin terk edilmesine neden Tarihler bizi yazar,türküler bizi söyler! olmuştur. Günümüz aşıkları koşmanın ve semai’nin dışında neredeyse şiir söylemez Karakterimdir benim; istiklâl ve olmuşlardır. Tekrar belirtelim ki sadece ustalık ve hürriyet! çıraklık ilişkisinin bitmiş olması saz şiirindeki Yaşasın Türk milleti! Yaşasın kısırlığın tek nedeni değildir. Bu ayrı bir yazı cumhuriyet! konusudur. Fakat, gelinen noktada koşmanın bile Dursun ELMAS- İSTANBUL sadece “düz koşma” ve “koşma şarkıya” ait örnekleri verilmektedir. Biz bundan sonraki TECNİS sayılarda bu köşemizden sizlere aşık edebiyatında RASİM KÖROĞLU yer alan tür ve şekillere ait örnekleri kısa açıklamaları ile vereceğiz. Bu sayımızda bu Türk şiirini son yıllarda getirip çok dar ve girişin arkasından tecnis ile başlayalım istedim. verimsiz bir alana sıkıştırdık. Batılılaşmanın Tecnis : Uyaklarının tamamı cinaslı uyaklardan etkisi şiirimizde de kendisini gösterdi. Edebi meydana gelen koşmalara tecnis denir. Aşıkların geleneğimizden ve ruhumuzdan koptuk. Divan ayak dediği ana uyağı meydana getiren, ilk edebiyatının dorukta olduğu yıllarda horlanan dörtlüğün 2. ve 4. mısrası ile diğer dörtlüklerin 4. halk edebiyatı ve halk şiiri bugünde aynı mısraları aynı cinaslı uyakla ve dörtlüklerin ilk üç kaderi yaşamaktadır. Üstelik bu gün divan dizeleri de kendi aralarında cinaslı uyakla edebiyatından da uzak duruyoruz. Dün bağlıdır. horlayan, bugün horlanan durumuna Bu şiire ait vereceğim iki örnekten birisi düşmüştür. (Elbette bu halkın nazarında olan yaşayan en büyük aşıklarımızdan Yaşar Reyhabir olay değildir. Halk dün de, bugün de kendi ni’ye bir diğeri de bana ait. şiirine sahip çıkmıştır.) Oysa, şairlerimiz için edebi TECNİS geleneğimiz ve edebi ruh bir çıkış noktası Cümlesine yardım eyle yaradan, olmalı. Gelenekten uzaklaşmamız şiirimizin Türkü yazdım sevdiceğim yaradan, şekil, tema ve sanatsal unsurlar yönünden Kurtulamam ben bu dertten yaradan, zayıflamasına neden olmuştur. Şiir dilimiz Onun için gece gündüz ağlarım. kısırlaşmıştır. Tutturduğumuz serbest şiir akımı Müzik bilmez nota bilmez es giden, nicelik olarak şairleri artırmış ama nitelik Modacılar hoşlanmazlar eskiden, olarak azaltmıştır. Üstelik dünyanın hiç Sırma saçlı bir genç idim eskiden dilinde, hiçbir milletinde bizimki kadar serbest Eyvah çıktı saçımdaki ağlarım. olan bir şiir olduğunu sanmıyorum. Kafiye neredeyse unutulmuş. Kafiye olmayınca redif Reyhani’ye kader yürü der yaya, olur mu? Ortalıkta nazım birimi diye bir şey Kemancılar dertlerini der yaya, kalmamış. O batıdan aldığımız triyole ve Avcı oldum bir tor attım deryaya, sone’de bentlerin bulunduğunu bile Balık tutmaz parça parça ağlarım. unutmuşuz. Vezin bir kenara itilmiş. Bunlar Aşık Yaşar Reyhani şekil olarak şiirde kaybettiklerimiz.

7


TECNİS

Adem’i çıkardın cennetten niçün Buğday nene lazım harmancı mısın

Bir çift ben eylesin seni Yaradan, Ak gerdanda , al yanakta yüzde gel. Ya sev, kurtar beni sen bu yaradan, Ya da kurban et derimi yüz de gel.

Bir iken bin ettin kendi adını Görmedim senin gibi iş üstadını Yaşardirsin kurudursun odunu Sen bahçevan mısın ormancı mısın

Gözlerimden döke döke yaşımı, Fidan iken kuru ettin yaşımı, Dilerim uzatır Mevlâ’m yaşımı, Ömrüm varsa seksen ,doksan, yüzde gel. Rasim der ki cefa adın, kan adın, Yara oldun hep içimde kanadın, Nazlı yarim kırık ise kanadın, Gönlümün gölüne girip yüzde gel. Rasim KÖROĞLU

DERGİMİZE ABONE OLALIM, ABONE BULALIM. BU DERGİ HEPİMİZİNDİR. O YAŞARSA BİZLER DE YAŞARIZ

Yalan Melih Cevdet Anday

Ben güzel günlerin şairiyim Saadetten alıyorum ilhamımı Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum Mahpuslara affı umumiden... Çocuklara müjdeler veriyorum Babası cephede kalan çocuklara... Fakat güç oluyor bu işler Güç oluyor yalan söylemek...

Cibril’e perde altından söylerdin İnub Beytullah’a kendin dinlerdin Bu ateşi cehennemi neylerdin Hamamın mı vardır külhancı mısın Hafaya çekilüb safaya durdun Aklı ermezlerin aklını urdun Kıldan ince köprü yaptın da kurdun Akar suyun mu var bostancı mısın Bu kışlara bedel bu yazı yaptın Evvel bahara karşı güzü yaptın Mizanı iki göz terazi yaptın Bakkal mısın yoksa dükkancı mısın Kazanlarda katranların kaynarmış Yer altında balıkların oynarmış On bu dünya kadar ejderhan varmış Şerbet mi satarsın yılancı mısın Esirci misin koydun cehenneme Arab Hoca mısın okur yazarsın kitab Aslın katib midir görürsün hisab İhtisabın mı var yoksa hancı mısın Yüzbin tamun olsa korkmam birinden Rahman ismi nâzil değil mi senden Gaffâr-uz-zünûbum demedin mi sen Affet günahımı yalancı mısın

YERİ GÖĞÜ İNS Ü CİNNİ YARATTIN

Şanına düşer mi noksan görürsün Her gönülde oturursun yürürsün Bunca canı alıp gene verirsin Götürüp getiren kervancı mısın

Yeri göğü ins ü cinni yarattın Sen ey mimar başı eyvancı mısın Ayı burcu günü çarhı var ettin Ey mekan sahibi rahşancı mısın

Bilirsin ben kulum sen sultanımsın Kalbde zikrim dilde tercemanımsın Sen benim canımda can mihmanımsın Gönlümün yârisin yabancı mısın

Denizleri yarattın sen kapaksız Suları yürüttün elsiz ayaksız Yerleri temelsiz göğü direksiz Durdurursun acep iskancı mısın

Beni delil eyler kendin söylersin İçinden Azmi’yi pazar eylersin Yücelerden yüce seyran eylersin İşin seyran kendin seyrancı mısın

Kullanırsın kanatsızca rüzgarı Kürekle mi yaptın sen bu dağları Ne yapıp da öldürürsün sağları Can verub can alırsın sen cancı mısın

GİT BAHAR

Sekiz cennet yaptın sen Adem içün Adın büyük bağışla anın suçun

AZMİ

Çekil bu gölgeli yolda gezinme... Bahar, bakışların yine pek sarhoş. Yanılıp gönlüme misafir inme:

8


Kapısı kilitli, mihrabı bomboş Mabettir orası, meyhane değil! Altınlı başında papatya niçin? Sarı saçlarına pembe gül takın! Git bahar, gönlümde ibadet için, Diz çöken kızları ürkütme sakın, Kalbime girme, o kâşâne değil! Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler... Ömrünün her günü bir başka düğün,

Bülbüller koynunda aşkı çiçekler Güller dökülürler göğsüne bütün!.. Gerçekten güzelsin, efsane değil! Git bahar, git bahar, uzaklarda gül! Denize renginden bırak hediye Ufuklarda gezin, semaya süzül Sokulma kalbime peymane diye Gördüklerin kandil, peymane değil!

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA 9

ANADOLU SEVDASI HABERLER HABERLER HABERLER ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ Rıfat Ilgaz Cide'de anıldı Türk Edebiyatı'nın Koca Çınar'ı Rıfat Ilgaz memleketi Cide'de 8-9-10 Temmuz tarihlerinde düzenlenen "10. Cide Rıfat Ilgaz Sarı yazma Kültür ve Sanat festivali"inde anıldı. Cide Belediye Başkanı Nejdet Demir ise, Rıfat Ilgaz'ın doğduğu evin müze ve kültür merkezi yapılması şartıyla Kültür Bakanlığı'ndan alındığını, çalışmalara en kısa zamanda başlanacağının müjdesini verdi. Nejdet Demir son olarak " Rıfat Ilgaz'ın doğduğu ev gelecek yıl düzenlenecek festivale kadar hazır hale getirilecek" dedi. Haber: Melih Bayram Dede

8. Nüzhet Erman Şiir Ödülü Yarışması başvuru bekliyor Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1996 yılında hayata veda eden Hisar şairlerinden Nüzhet Erman'ın anısına 8. Nüzhet Erman Şiir Ödülü Yarışması düzenlendi.Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, 40 yaşın altındaki şairlerin 2004-2005 yılları arasında yayınlanmış şiir kitaplarının değerlendirileceği yarışmaya, son başvuru tarihi 30 Eylül 2005 olarak belirlendi. Ödül için aday gösterilen eserlerden 6'şar adeti, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne gönderilecek ya da elden teslim edilecek. Yarışmanın seçici kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü ve Merkez Başkanı Prof. Dr. Talat Halman, gazeteci-yazar Doğan Hızlan, yazar Yavuz Bülent Bakiler, şair Hilmi Yavuz ve Nüzhet Erman'ın kızı Filiz Erkan Immich'ten oluşuyor. Ödül kazanan şaire, bin 500 YTL ile ödül belgesi ve Nüzhet Erman Şiir Ödülü simgesi verilecek.

. EVLİYA ÇELEBİNİN EVİNE KÜTAHYALILAR SAHİP ÇIKTI RESTORE EDİLİYOR . Kütahyalılar Ünlü seyyah Evliya Çelebi’ye sahıp çıkarak Doğduğu evi restore ettirerek aslına uygun şekilde yeniliyorlar. Bu konuda Dergimize açıklamalar yapan Kütahya’lı ünlü hoca Pir Mehmet Mutlu, Evliya Çelebi hazretlerine sahip çıkmak zorundaydık çünkü o kütahya’nın yetiştirdiği bir değerdi. Biz de görevimizi yaptık ve yaptırmaya mali destek veren kişiye Kütahyalılar adına teşekkür ediyorum dedi.

AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULUYOR

1-YILIN GENÇ ŞAİRLERİ DALINDA(28 yaş ve altında) BİRİNCİ: Barış ALUK İKİNCİ: Necip GÜLEÇER ÜÇÜNCÜLER:Fatih ÖZKONYALI / Özlem Torkul TEKAN MANSİYONLAR.: 1-Umut ÜLBEĞİ 2-Bülent KORKUT 3-Sevcan KOYUNCU 2- YILIN RADYOSU DALINDA a-İNTERNET ÜZERİNDEN YAYIN YAPAN RADYOLAR DALINDA BİRİNCİ:Radyo MEDCEZİR(Türkiye'nin İlk Şiir Radyosu) İKİNCİ:Radyo TÜRK(Almanya) b-FREKANS TAHSİSLİ NORMAL RADYOLAR DALINDA BİRİNCİ:Radyo BARIŞ (Nisan Serap MURATOĞLU' nun Programı) İKİNCİ:Radyo SONİX(Antalya) 3-YILIN YAYINEVİ DALINDA BİRİNCİ:GÜNDÜZ YAYINLARI İKİNCİ:ANASAN YAYINLARI ÜÇÜNCÜ:HAYAL DERGİSİ YAYINLARI -YILIN İNTERNET SİTESİ DALINDA BİRİNCİ: www.antoloji.com İKİNCİ: www.siiristan.com ÜÇÜNCÜ:' www.siir roots.gen.tr 5-YILIN ŞİİR KİTABI DALINDA BİRİNCİ: İbrahim Ethem BİNGÜL-Haziran Küllerimi Savurdu İKİNCİ:Mehmet IŞIKOĞLU-Gönül Şelalesi ÜÇÜNCÜ:Ali ALTINLI-Kor Kızılı Yalnızlığım JÜRİ ÖZEL ÖDÜLLERİ 1-Şemsettin KÜZECİ-Fuzuli Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Ödülü Kitabı 2-Ulviye

9


SAVTUR-Mürekkep 3-Fatma UÇARLAR-Sevdim Yetmez mi 4-Ekber KOŞALI-Türk'ün Sesi(Dünya Genç Türk Yazarları Birliği Başkanı-Azerbaycan) 6-YILIN ŞİİR DERGİSİ DALINDA BİRİNCİ:Aykırı Sanat Dergisi İKİNCi.Şair Çıkmazı Dergisi ÜÇÜNCÜ:Dikili Ekin Dergisi Organizasyon Komitemizce DESTEK ÖDÜLLERİ: Yarışma sonrasında yayın hayatına giren ve kültür, sanat ve özellikle şiir alanında yayın yapan SIĞINAK DERGİSİ-ANADOLU SEVDASI DERGİSİ ve YAŞAYAN YARIN DERGİSİ 7-Antoloji com' da BULUNAN ŞİİR GRUPLARI DALINDA BİRİNCİ:Hayal Şairleri Grubu İKİNCİ:Şiir Perisi Grubu ÜÇÜNCÜ.Gönlümüzden Taşanlar Grubu MANSİYONLAR: 1-İzmirli Şairler ve Sanat Dostları Grubu 2Ankaralı Şairler ve Sanat Dostları Grubu 3-Hasbihal Grubu 4-Samanyolu Grubu 5-Şiirleri Ayarlama Enstitüsü grubu 8-Organizasyon Komitemizce AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLLERİ BÜYÜK ÖDÜLÜ' nün de Şair Arif EREN'e, Dr. İsa KAYACAN' a, Rasim KÖROĞLU' na verilmesine karar verilmiştir. Ayrıca, yarışmamıza ZİNNUR ABLA Başlıklı şiiriyle katılan ve daha sonra vefat ederek aramızdan ayrılan şair Muhsine İPEK adına ve anısına, rahmetlinin şiirlerini toplayan, bir kitap halinde yayınlayacak olan, manevi evlâdı şair Bolat ÜNSAL' ın da bir VEFA ÖDÜLÜ ile ödüllendirilmesine karar verilmiştir.

HACIBEKTAŞ DOSTLUK VE BARIŞ ŞİİR VE ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI... 42. Ulusal 16. Uluslararası Hacıbektaş Veli’yi Anma ve Kültür Sanat Etkinlikleri çerçevesinde ödül ve yarışma sonuçları: 42. Ulusal 16. Uluslararası Hacıbektaş Veli’yi Anma ve Kültür Sanat Etkinlikleri çerçevesinde ödül ve yarışma sonuçları: HACIBEKTAŞ VELİ DOSTLUK VE BARIŞ ÖDÜLÜ: Prof. Dr. Alemdar YALÇIN SERBEST VEZİN ŞİİR YARIŞMASI: 1. Nazım SALIK “Hacıbektaş Destanı” adlı şiir ile. 2. Ali AKDEMİR “Bende Saklı” adlı şiir ile. 3. Ali AKDEMİR “Kuma Düşen Al Yakamoz” adlı şiir ile. HECE VEZNİ ŞİİR YARIŞMASI: 1. Ali Cavit COŞKUN “Laikliği İşledik” adlı şiir ile. 2. Feyzi ŞAHİN “Hacıbektaş Getirdi” adlı şiir ile. 3. Osman TAŞKAYA “En Güzeli” adlı şiir ile. KISA ÖYKÜ YARIŞMASI: 1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Dua” adlı öykü ile. 2. Tülin ÇETİN “Uyusun da Büyüsün” adlı öykü ile. 3. Ali AKDEMİR “Velimsenen Yüzler” adlı öykü ile.

KAYSERİYE KÜLTÜR ÇIKARMASI Kayseri'ye Kültür Çıkarması yapıldı. Kültür Bakanı Kayseri'ye gelerek açılışlar ve Kültür merkezinin açılışını yaptı. Ayrıca Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü sanatçı Bayram Bilge Tokel kayseri'deki kültür kuruluşları ile Kültür Merkezinde bir toplantı yaparak bazı müjdeler verdi ve Kültür sanat kuruluşlarına kültür Bakanlığının mali yardımda bulunacağını ve 2005 yılı için 500 milyar liralak bir kaynak ayrıldığını söyledi. Ciddi projelerle gelen kültür, sanat ve folklör kuruluşlarına yapılacak mali yardımların Eylül ayında dağıtımına başlayacaklarını ve amatör derneklerin destekleneceklerini söyledi. Tokel ayrıca Kayseri Yoğunburç kultür merkezinin de tüm kuruluşlara açık olacağını ve hiçbir kuruluşun emrine verilmeyeceği müjdesini de verdi. Buradan her kuruluş faydalanmalı ve burası bir kültür merkezi haline gelmelidir dedi. Toplantıya kayseri, Nevşehir ve Niğde de bulunan Kültür ve sanat dernekleri ile Musiki ve turizm dernekleri temsilcileri de katıldılar. Tokel'in yaptığı toplantıya Anadolu Sevdası Dergisi ve Anasan yayınları Sahibi Sabit İnce'de katılarak bir konuşma yaptı ve kültür kuruluşlarının desteklenmesini ve desteklerin devamlı olmasını dileyerek Genel Müdür Tokel'e Anasan yayınları kitaplar ve Anadolu Sevdası dergilerinin sayılarından takdim ederek mali yardımların yayınevi ve dergilere de yapılmasını ve Anadoludaki yayıncıların desteklenmesini istedi.

10


Türk Dil Kurumu, ekonomi terimlerine el attı Türk Dil Kurumu'nun (TDK), son yıllarda Türkçe'ye giren yabancı kökenli ekonomi terimlerine karşılık bulma çalışmasını sürdürdüğü bildirildi. TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türkçe'ye giren yabancı kökenli terimlerin ekonomi alanında dikkat çekici boyutlara ulaştığını belirtti. Akalın, "Factoring", "cash", "deflatör", "options", "blue chips", "short sale", "business cycle", "duopoly", "franchising", "arbitrage" gibi yabancı kökenli çok sayıda terimin gündelik dilde de kullanılmaya başlandığını vurguladı. İZMİR KARŞIYAKA BELEDİYESİ 1-4 EYLÜL ETKİNLİKLERİNDE ŞAİRLER DE VAR :Karşıyaka Belediyesince 4 gün boyunca yapılacak etkinliklerde İbrahim Tatlıses, Sertap Erener, Grup laçin gibi sanatçıların yanında Ataol Behramoğlu ve Pen yazarlar derneğince düzenlenecek şiir etkinlikleri de yer alıyor. Tanpınar ödülü hikâye dalında Ahmet Hamdi Tanpınar Ödülü bu yıl 'hikâye' dalında verilecek. yarışmaya katılım tek eserle sınırlı. Ancak sayfa sayısı ve konuda bir sınırlamanın olmadığı yarışmada seçici kurulun yanı sıra bir de Yürütme Kurulu oluşturuldu. Katılım için son tarihin 2 Aralık olduğu yarışmanın sonuçları 24 Aralık'ta açıklanacak. Ödüller sahiplerine Tanpınar'ın ölüm yıldönümü olan 24 Ocak'ta verilecek. Tel: 0224 270 70 41 (Kültür Sanat)

ANADOLU SEVDASI EDEBİ AKIMLAR 11 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ EDEBİ AKIMLARIN TANIMI

 SÜRREALİZM Avrupa’da 1. ve 2. Dünya Savaşları arasında gelişen edebi akım.Bu akım temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadacıların eserlerinden alır. 1924’te "Manifeste du Surrealisme"i (Gerçeküstülük Bildirgesi) hazırlayan şair Andre Breton’a göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek" ya da "gerçeküstü" anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud’un kuramlarından etkilenin Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi.Breton’un yanısıra Louis Aragon ve Benjamen Peret otomatik yazı yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi deyimleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu. Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu.1925’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ama resimden, sinemaya, tiyatroya kadar bir çok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanısıra P. J. Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud, Raymond Queneau, Philippe Soupault, Arthur Cravan ve Rene Char gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir. DADAİZM : Bir edebi akım.Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafe’de toplandı. Fransızca’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı.Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, Kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıyor, burjuva

11


değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe yöneldi. KİŞİSELCİLİK : Bir edebi akım olarak kişiselcilik (personalizm), soyut düşüncülükle özdekçiliğin karşısına tinsel gerçekliği, sözü geçen iki bakış açısının da parçalara böldüğü birliği yeniden yaratacak sürekli çabayı koyar. Kişiselcilik, Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım" (Cogito ergo sum) geleneği içinde yer alır. Kişiselciliğin ana yapısı şöyle özetlenebilir: Kişilik, bilinç, kendi yargısını özgürce belirleme, amaçlara yönelme, zamanın akışına karşı öz kimliğini sürdürme ve değerlere bağlanma gibi temel özellikleri nedeniyle, bütün gerçekliğin dokusunu oluşturur. SİZİN ÇOCUĞUNUZUN DA BİR “PULSUZ DİLEKÇE”Sİ VARDIR

M.NİHAT MALKOÇ

Dünyanın en uzun ve meşakkatli işidir insan yetiştirmek…Onun içindir ki bütün toplumlarda ana ve baba kutsaldır.Resulullah’ın kavliyle söylemek gerekirse “Cennet anaların ayakları altındadır.” Çocuk yetiştirmek domates yetiştirmeye benzemez.Çünkü her çocuk ayrı bir dünyadır.Onları öncelikle çok iyi tanımalıyız. Bir çocuk için çok sağlıklı ve müspet neticeler veren bir yaklaşım tarzı bir başkasında çok menfi sonuçlar verebilir. Rahmetli Atalay Yörükoğlu, vaktiyle çocukların ağzından anne ve babalarına seslenen bir mektup kaleme almıştı. “Pulsuz Dilekçe” adlı bu yazıyı defalarca okumuş ve düşünmüşümdür.Gerçekten de çocukların iç dünyasını ve gelişim çizgisini harikulâde ifade eden bu metin,bende çocuklara dair çok olumlu değişimler meydana getirmiştir.Önemine binaen bu metnin tamamını sizlerle paylaşmak istiyorum.Bakalım çocuklar neler istiyor,bizler neler veriyoruz: “Sevgili anneciğim, babacığım; Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım? Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum. Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder. Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. 'Ben senin yaşında iken...' diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım. Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim. Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç

12


durumlara düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur. Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın. Benden 'Örnek çocuk' olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter. Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim. Sevgiler, Çocuğunuz…” Evet,çocuğumuz ruh hâliyle bize böyle diyor günün yirmi dört saatinde… Duyuyor muyuz küçük sinelerden çıkan bu sessiz çığlığı? ...Unutmayınız ki sizin çocuğunuzun da içine hapsettiği bir “Pulsuz Dilekçe”si vardır. Hangimiz çocuklarımızın bu çığlığına kulak veriyoruz? Hiçbirimiz demek geliyor içimden ama bu kadar da karamsar olmak içimi acıtıyor. Muhakkak ki çocuklarını tanımaya çalışan ve onları anlayan anne babalar da vardır? Fakat yekûn üzerindeki oranları tek haneli rakamları geçmez. Şüphesiz herkes çocuğunun iyi bir terbiye ve eğitim almasını ister.Onun için çabalar durur.Yemez yedirir,giymez giydirir.Saçını süpürge eder onların yolunda…Fakat bu yeterli midir? Çocuklarımızı adam yerine koyup dinlemek ve alacağımız kararlarda onlara danışmak nedense hiçbirimizin aklına gelmez.Onları tarla,kendimizi rençber(çiftçi) yerine koyarız.Fakat onlardan da öğrenebi-leceğimiz şeyler olduğunu düşünmeyiz.Bu yöntemden vazgeçerek çocuklarımızın sesine de kulak vere-lim.Çünkü muhatabımız olan çocuklar robot değil,bizim gibi insan…Çocuk terbiyesi üzerine biraz daha önem verelim.

ANADOLU SEVDASI 13 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

HECE

Ben hayâller âleminde Asılsız bir efsâneydim. Rüyâlarım yandı bir gün Yazılmamış bir destânın Eridim, iki harfinde. .......Bu çâresiz, bu divâne, .......Halle sana geleceğim...

Sattım bütün yarınları Ey cinlerim, ey canlarım Ne beylik var, ne ağalık Tövbemdeki günah: Varlık Dönmem! ... Yasak bağa girdim .......Ne devâya, ne sevdâya, .......İllâ, sana geleceğim...

Selçuk Bekar ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ ŞİİR ŞİİR ŞİİR TÜTMEZ Mİ

Şimdi, sevdâ yollarında Kara kuru bir böceğim. Nal seslerine uyanıp Gölgelere saklanacak, Yel sırtında, kuş sesinde, .......Bir ihtiyar nefesinde .......Bekle sana geleceğim... Sol cebimde hortlaklarım Sırtımda aklımın yükü Alnımı koyup dizine Utanç kırmızısı yüzüm Belki orda öleceğim... .......Kanımdan bir kızıl buket, .......Gülle, sana geleceğim...

Aslı'sını arar kerem Yana yana ağlamaz mı Ferhat dağı deler iken Coşup coşup çağlamaz mı Gök kubbeye söyler diller Dua eder bütün canlar Kerbelada akan kanlar Hüseyin’i bağlamaz mı Kesilir mi hakkın yolu Kabe dedir asıl kolu Veysel Karani'nin eli Yusuf’umun eğlemez mi

Yusuf Ter

19.08.05 Saat 02:17 İsviçre

GİTTİLER BUGÜN Gönül bağımdan bülbüller uçtu gittiler bugün

13


Allah nasip etsin hayırlı sonu O takdir ederse Bir vefasız yar yüzünden göçtü gittiler kalabilirim. bugün. Tutunacak dal kalmamış nere elim uzattımsa, Mikdat BAL YAŞAMAK Kapanmış yaralarım açtı gittiler bugün.

Her insan aynı sanırdım eyler idim muhabbet, Bir zalime sevdalandım terk eyledi muhannet, Duy sesimi dergahında ya Resul Nur Muhammed, Ümmetin sırt çevirdiler kaçtı gittiler bugün. Vah Süleyman nedir bu kader elinden çektiğin, Yetmedi mi yıllar boyu kula boyun büktüğün, Kurudular birer birer göz yaşınla diktiğin, Fidanların yaprağını saçtı gittiler bugün. Süleyman Taşçı- KAYSERİ ****************************** AHMET TUFAN ŞENTÜRK ANISINA Ahmet Tufan Şentürk göçtü buradan Bir gün onun gibi, olabilirim Cennetine koysun onu Yaratan Ancak hayır düa salabilirim Ben de öleceğim günün birinde Keşke şimdi olsam, onun yerinde Sevgiyi işledi son şiirinde Rahmetliden, örnek alabilirim Ölüm mukadderdir, az daha kalsa. Şu son şiirinden, okuyan alsa “Sevgi iksirinden ilacım olsa. Kim bilir, belki de bulabilirim...” 'Olabilirim' ’di şiirin ismi Ruhu bizimledir, göç etti cismi Her mısrası sevgi. sevgi her kısmi Okudukça sevgi, dolabilirim Bu şiiri yazdım, aklımda ölüm Dünyada kimseye, etmeyin zulüm İsterim kalplerde, yeşersin gülüm Bir varmış bir yokmuş, solabilirim Mikdat der rahmetle analım onu Bir yandan ağlarken, yazdım ben bunu

Güzellik, kıymettir, Gönlün açarsa Fırsattan yararlan, gelmez kaçarsa Mutluluk emanet, durmaz uçarsa Tatmayı, tutmayı, bilmek yaşamak Rüyayı, hayali, gerçek yapana Meydan okumayı, kıstır kapana Arkadan vuranı, koyup sapana Sallayıp, sallayıp, atmak yaşamak Görevin tamamla, pes edip yılma Servetindir koru, batsan yıkılma Oyunda cıllıma, oyna sıkılma Aşktır sevgilidir, tattır yaşamak Kıymetli Verilmiş Sık, sık Gönlünce

mahvetme, şansını kullan sözündür, allanıp pullan gül,gülerken, sevgiyle çullan eğlenip, gülmek yaşamak

Zamanın, mekanın, bul mayasını En iyiyi bulan, germez kasını Hüzünleri aşan, çekmez yasını Uğruna savaşa, girme yaşamak İsteği sebebe, katmayı bilmek Sebepsiz bulmayı, akıldan silmek Çocuk tarafından, sayıp, sevilmek Geneyikli başka, nedir yaşamak

Hasan Geneyikli –Gaziantep YAŞAMAK Biliyorum, kolay değil yaşamak, Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne; Yıldız ışığında dolaşıp geceleri, Gündüzleri gün ışığında ısınmak; Şöyle bir fırsat bulup yarım gün, Yan gelebilmek Çamlıca tepesine... -Bin türlü mavi akar Boğaz'danHer şeyi unutabilmek maviler içinde. Biliyorum, kolay değil yaşamak; Ama işte bir ölünün hâlâ yatağı sıcak, Birinin saati işliyor kolunda. Yaşamak kolay değil ya kardeşler, Ölmek de kolay değil; Kolay değil bu dünyadan ayrılmak

ORHAN VELİ KANIK

14


OTANTİK YÜZLÜ SEVGİLİYE.. Ve Ben gidiyorum. Otantik yüzlü Mini etekli sevgilim. Son dansımızı ediyoruz, Düşsel yolculukta. Hüzünlü selamlarımla Şişiriyorum yelkenleri.. Oysa Ne şiirsel sevişmelerimiz vardı. Öykü kokardı bakışlarımız. Sayfa sayfa dizilmişti sevdamız, Usta romancıların mürekkep kokan kalemlerinden. Ey otantik yüzlü, Mini etekli sevgilim. Alnımdan, avuçlarıma düşen Kan ve terden doğurmuştum seni.. Her öğün yediğim bulgur kokardın NEYİN NESİ Bir ihtiyar gördüm, nurdan halkolmuş, "Al, şu bade senin, iç!" dedi bana. Beş güzel gösterdi, serpilmiş, dolmuş, "Kendine sevgili seç!" dedi bana. Baktım birisine, gözüm kamaştı. Gönlümün ırmağı köpürdü, taştı. İhtiyar bir hızlı tepeyi aştı. Uzaktan, "İşin çok güç!" dedi bana. Gördüğüm pir değil, şeytandı herhal, Silkindim; ardına koyuldum derhal, Belki inanmazsın, çok garip bir hâl, Aynı ses meçhulden "Üç!" dedi bana. Aradım yarimi, buldum şubatta, Yüksel apartmanı, "Üçüncü" katta, Sarıldı boynuma, hatta ve hatta, "Sevgilim, odama geç!" dedi bana. Aşık SALİM aman bu neyin nesi,

Çekerdim içime sigarasız günlerimde. Arada bir gelen dostlardı, Bize bayram ettiren Zifiri, kurşun gibi yalnızlığımıza.. Nice şairlere ilham olmuştu, İsyan şiirlerinde. Türkülere motiftik Bağlamanın teline değen, Her bir mızrabın vuruşunda. Ey otantik yüzlü Mini etekli sevgilim. Düzenin çarkı, Cehenneme de sıçramış. Gayya kuyularından firar etmiş ayrılık. Ramak kalmışken giymeye, Gelinlik ve damatlıklarımızı… Parçaladılar şiir ve türküden alyanslarımızı. Ah can ah can yoldaşım…

Mehmet Aktarlı -ANTALYA AGESAN Antalya Genç Sanatçılar Derneği Başkanı Kimin aldatması, kimin hilesi, Kulağımı yırttı teğmenin sesi, "Uyan, heeey, gözünü aç!" dedi bana.

BEKİR SALİM

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ ŞİİR ŞİİR ŞİİR Alışamadım Anam !.. "ölümünün 2.yılında annemin anısına" canım anam nerdesin... sensiz bayramlara alışamadım bugün hesapladım dört bayram, tam iki yıl oldu anam ellerinden öpüp alnıma koyamadım sana sarılamadım senin mübarek kokunu koklayamadım alışamadım anam alışamadım mübarek elini öptüğümde, -çok yaşa evladım... der, hayır dualar ederdin... acelen neydi be anam

15


böyle zamansız ve apansız gittin... senin o meşhur sofralarına -ye çocum.. deyip yedirdiğin leziz yemeklerinden sonra mübarek ellerinle pişirdiğin bol telveli Türk kahvesini yudumlayamadım sensiz .. sessiz... öksüz geçen bu bayramlara alışamadım... bayramlarda koştuğum tek kapımdın nazımı çeken tek kadındın dizinde ağladığımdın dert ortağım son güne kadar saçımı okşayandın sen anamdın, arkadaşımdın, kutsaldın bayramlar artık sensiz... sensiz bayramlarda, hatta bu baharlarda yaşamakta.. çekilmiyor.. çekilmiyor anam. toprağın bol, mekanın cennet olsun canım anam...

Şubat 2004

Mehmet Turan-İzmir

***************************

GÖZ BAHÇESİNDE SEYRAN

Gözlerin kadehlerinde, dudak testisinde Havva' dan kalma sevda şarabı Ölçüsüz bakış ve gülmelerde Bir değişiklik olur İnsan yüreğinde Dolu tüfek gibidir güzellik Ona duyulan ihtiyaç kadar Kullanmasını da bilmeli sahip olanlar Güzel'e şans tanımaz tedbirsizlik Göz bahçesinin söz salıncağında Hep senin sallanmanı isterler Sallanırken eser bir deli rüzgâr Hüzün yankılanır çığlıklarında Aynadaki seni evde bırakıp Huy güzelliğinle çıkmalısın seyrana Mevsimlere tahammülsüz sulara inat Ne azalıp nede taşmaktır murat Bu şiir, küpe olsun kulaklarına Arif EREN-KAHRAMANMARAŞ ********************************

AYNA FALI

Yoksa bu telefatı adiyeyi Hiç mi hiç hatırlamasak... S A D R İ A L I Ş I K DOSTLARA MEKTUP -Mehmet Nacar'a-

Babam kaptan Rafet Anam zavallı Saffet

Ben ölürsem, Rasim Köroğlu duysun, Yaz ki, çömezlerden biri göçtü de. Cenazemde o da imama uysun, Seyahatta o tarafı seçti de. . Belki birgün yadeder de yadımı, Cemal Safi böyle duyar adımı, Bekir Sıtkı gönlümdedir kadimi, Ömrü Abuşoğlu ile geçti de. . Yaşamak uğruna zaman kolladı. Vahittin'i acılarla yolladı. Satoğlu'nu çok allayıp pulladı. Dost olmaya bir Ceylan'ı seçti de. . Dert küpüyüm, dökemedim içimi, Onun için sarfeyledim saçımı, Asla unutamam Karakoç'umu, Sohbetinde sözü ondan açtı de.. .

Ben Telefatı adiyeden Paşabahçeli Sadri Alışık

Duman kirine is Mısır tanrısına Karakter ıra Dili Hint olana Ari Çok iyi bulmaca Benim işim bu

denir Ra da bilesiniz çözerim

Ben telefatı adiyeden Elli yıllık bir sinema çöpü Artık çöpler denize dökülmüyor yasak Acaba sarımsaklasak da mı saklasak Sarımsaklamasak da mı

16


Geç tanıdım, Sabit İnce dostumu, Dosta seremedim, kendi postumu. Mermer taşla kapamayın üstümü, Başucuna bir tek ''Selvi'' seçti de. . Ayaz'ım ben, geleneği aşmadım. Bana göre doğrulardan şaşmadım. Dost bildiğim dosttan ayrı düşmedim. Benim ile gezdi, yedi, içti de...

Ahmet Ayaz-Gaziantep

Sayın dergi sahibine ve ziyaretçilere selam ve hürmetlerimi sunarım.Ben Tomarza İlçesi Şıhbarak köyündenim.İstanbul Ataşehirde oğlumun yanına ziyarete geldim. Emekliyim. Bazen duygulanınca şiir yazıyorum.Site adresinizi bana Murat Atik isminde bir arkadaş şiir yazdığım sitede şiirlerimi görmüş sizi salık verdi. Kendisini de tanımam.selamlar. O TOPRAKLAR Sevdim o toprakları canımdan öte/ Sanki kokusunu alır gibiyim /Değişmem bir gününü bin gurbete/ Eğilip o toprakları öper gibiyim/ Razıyım oranın çamuruna tozuna/ Doyulmuyor baharına yazına/ Geceleri bakarım gök yüzüne/ Sanki yıldızları duyar gibiyim/ Bizler o topraklarda doğup büyüdük/ İşledik toprakları mahsulün yedik /Bazen güler bazen ise ağlardık/ Düşündükçe o günleri yaşar gibiyim./ Balık gölünde büyürmüş derler/ Tütüyor burnuma canım bozkırlar /Yalın ayak koşup oynadığım o yerler/ Sanki oralarda koşar

gibiyim /Biliyorum dokunsalar ağlarım /Bir kibritte çıra gibi yanarım /Mahmut ümitliyim belki dönerim Ufukta ışık görmüş gibiyim. MAHMUT ZAMANTIOĞLU-İSTANBUL

BEN ÖLÜNCE DOĞARIM Ben ölünce doğarım, bu hal ben kadar kesin. Nasıl kesin olmasın? Aksiyim ulvî sesin. Dünya bana bir köprü, oturup kalktığım han. Bir gün göçer giderim, sabah kızarınca tan.

Gülşeni mesken tuttum, sohbetteyim bir gülle Gönlümde sonsuz sevgi, yıkamaz beni gülle. Komşu olmak isterim o dâreyn serverine. Kabul etsin beni kaş olurum kemerine.

Ben ölünce doğarım, berzah çocukluk çağım. Mezarımda çiçekler, bahçeler de kucağım. Salih amel yoldaşım, cennetler de sırdaşım. Yüreğim sevenlerle, sevgi benim kardaşım. Mahşer benim gençliğim, gerçi ilgisiz yaşla. Orda herkes tedirgin, başlar figan telaşla. Ben ölünce doğarım, bir kelebek; tırtılım. Dünya bana bir koza, yüksek uçan kartalım. 16 Haziran 2004 Çarşamba, Danimarka-Køge NECMİ ÜNSAL

KÜTAHYALI ŞAİR ŞEYHİ VE ŞİİR ŞÖLENİ NOTLARI Hepimizin edebiyat kitaplarından tanıdığı ünlü şair Şeyhi'nin yaşadığı topraklar onu unutmadı.Ve onun adına Şeyhi Şiir Şöleninin ikincisi düzenlendi. kimdir Şeyhi kısaca hatırlayalım. Doğumu tam olarak belli değildir.Ölümü 1431 olarak kabul edilebilir.Asıl adı Sinan'dır. Kuvvetli bir öğrenim görmüş.İran'da tasavvuf ve tıp öğrenimi Yapmıştır.Yurda döndükten sonra 'Hekim Sinan' diye anılmaya başlamıştır.1415 tarihinde Ankara'da Çelebi Sultan Mehmet'i tedavi etmiş,buna karşılık Sultan,'Şeyhi' ye Tokuzlu köyünü tımar olarak vermiştir.Şeyhi bir müddet sonra bu köye gitmiş,ancak,tımarın eski sahipleri tarafından soyulmuş,bundan çok müteessir olan Şeyhi Harname'yi yazmıştır.Bu eser 126 beyitlik küçük bir mesnevidir.Eserde hem hiciv,hem de mizah vardır. 2.Murat'ın padişahlığı zamanında saraya intisap etmiş ve Murat'ın isteği ile Hüsrev-ü Şirin'i yazmaya başlamış ancak bitiremeden ölmüştür. Hüsrev-ü Şirin 6400 beyitten ibarettir.Şeyhi 2000 beyte yaklaşan baş tarafını Genceli Nizami'den (1140-1203) bazı değişiklikler yaparak çevirmiş ve kalan kısmını kendi yazmıştır.Şeyhi,Anadolu'da Divan Edebiyatı'nın kurucularından sayılır. Kuvvetli bir tasavvuf kültürü aldığı halde din dışı şiirler de yazmıştır. Dili ustalıkla kullanmasını bilmiş ve Türkçe, bütün incelikleriyle Şeyhi'nin elinde edebi bir dil haline gelmiştir. Geçen hafta şair arkadaşımız Sayın Şahin Ertürk beni ve Nesrin Göçmen'i Kütahya'daki Şeyhi Şiir Şölenine davet etti. iNANILMAZ GÜZELLİKTE bir organizasyondu. Yolculuğumuz salı akşamı İzmir'den otobüsle başladı.Bütün geceyi Nesrin ile sohbet ederek geçirdik.Sabahleyin saat

17


yedide Kütahya'daydık.Şahin Ertürk'ün ağabeyi bizi ve diğer şairleri karşılayıp kalacağımız tesislere otobüs ile bıraktı.Elma bahçelerinin arasındaki şirin tesis doğanın güzelliğini gözlerimizin önüne seriyordu.Doğrusu böylesine güzel bir ortamda misafir edileceğimizi hiç düşünmemiştim.Pencereye oturdum ve yeşilin en koyusunun Kütahya'da bulunduğuna karar verdim.Bize saat on bire kadar dinlenmemiz söylenmişti. Fakat uyumak da ne.. Hafif serin bir ortamı ne zamandır özlemiştim Komitede görevli arkadaşlar misafir şairleri odalarına yerleştiriyor, bazıları Türkiye'nin başka illerinden gelen arkadaşları ile karşılaşmanın güzelliğini yaşıyorlardı. Pencereden aşağıdaki hareketliliği izlemek çok güzeldi doğrusu.Bahçede tanıdık ama imkansız bir yüz pencereye bana bakıyordu.üstelik el sallayarak Emine in aşağıya dünden beridir seni ve Nesrin'i bekliyorum diyordu. Almanya'dan Şükran öğretmenim Ne güzel bir sürprizdi benim için. Hocam bir gün önce Kütahya'ya gelmiş ve Sabit İnce Arkadaşımızla tv'de bir de programa katılmışlar. Sabit İnce Hocamızla da tanışacak olmamıza çok sevindik. Saat on birde otobüslerle şehre gittik. Büyük bir parkta açık havada kurulan uzun iki masanın etrafında kahvaltımızı yapıyorduk.Orada Sabit İnce Hocamız ve Ömer Micingirt Hocamızla tanıştık.Antolojiden sürekli yazılarına aşina olduğumuz iki değerli hocamızla tanışmak ne güzeldi. Komite başkanı Mehmet Bey,Şahin Ertürk,ve diğer komite üyeleri misafirlerle tek tek ilgilenip sohbet ediyorlardı.Çok güzel bir ortamdı. İyi ki şiir yazıyorum dedim kendi kendime.VE buradayım.Dostluk gülümsüyordu tüm yüzlerde.Isparta'dan eşi ile gelen Zeki Çelik,Samsun'dan Fatma Hanım,İzmir'den Ümran hanım,Ankara'dan Ozan Ali Bey ve isimlerini sayamadığım nice güzel dost tanıdım. Otobüsle Dumlu Dede'yi ziyarete giderken yanımıza Murtaza Ekici geldi ve Ali Rıza Navruz Hocam'dan bizlere selamlar getirdiğini söyledi.Hocamızla henüz tanışmasak bile onun değerli arkadaşını tanıdık. Dumlu Dede'nin dost yüzü ile çinilerin büyülü güzelliği arasında karşılaştık. Harika bir mekanda,ozanlar şiirlerini okudular,Dumlu Dede'nin Kütahya'ya kazandıracağı bilimsel çalışmaları dinledik.Dumlu Dedenin yüzünden nur akıyordu.Bol bol fotoğraf çektik orada.Sevgili NESRİN'in kocaman çini sürahinin önünde fotoğrafını çektim de kendim poz vermeyi unutmuşum :Kütahya Kültür Merkezi'ni,sonra da Vali'yi ziyaret ettik.Valilik önünde saygı duruşunda bulunduktan sonra,İstiklal marşımızı hep birlikte okuduk. Valilikteki anfi salona gittik.Vali Bey bölgenin doğal ve tarihi güzelliklerini anlatan kısa bir konuşma yaptı.Dileyen şairler şiirlerini okudular.Kütahya'nın tanıtımı ile ilgili broşürler dağıtıldı.Çaylar içildi. Vali Bey şairlere sıcak bir ilgi göstererek sanata verdiği önemi gözler önüne seriyordu.Bir ara çinilerle dolu eski bir binanın önünde durduk ve burayı ziyaret ettik.İnanılmaz güzellikteki çiniler eski evi süsülüyordu.Hayat çinilerden renklerden oluşuyordu burada.Evin sahibi ile fotoğraflar çektirdik,sohbetler ettik.O da şairlere bir çift seramik pabuç hediye etti.Şimdi salonumda sehpanın üzerinde duruyorlar.Kütahya ve sıcak insanlarını asla unutturmayacak yeşil süslemeli pabuçlar.Daha sonra Belediyeye gittik.Belediye başkanı yurt dışında olduğundan belediye başkan vekili bize hoş geldiniz konuşması yaptı.Soğuk kola ve meyve suları ikram edildi. Ali Dilki isimli şair arkadaşımızın okuduğu şiirler büyük beğeni kazandı. Ali Dilki arkadaşımızın İstanbul'da yerel bir gazete çıkardığı ve antoloji üyesi olduğunu da öğrendik.Hiciv içerikli şiirlerini herkese okumaları için tavsiye ediyorum. Son durağımız emniyet müdürlüğüydü.Geniş büyük bir salonu andırıyordu emniyet müdürünün odası.Herkesle el sıkışarak hoş geldiniz diyordu şair emniyet müdürü Şevki Dinçal, Mütevazi kişiliği ile Kütahyalıların yüreğinde taht kuran emniyet müdürünü yakından tanımak çok güzeldi. Bol bol sohbet edildi.Herkesin kendini evinde hissedecek kadar sıcak bir ortam vardı.Çaylar içildi,fotoğraflar çekildi.Şükran

18


öğretmenim Şevki Dinçal'ın da artık annesiydi. Emniyet müdürü Dinçal oradaki şairleri çok önceden tanıyordu.Dinletilerde şölenlerde şair dostlarının hep yanındaymış.Çok güzel anılarla Emniyet müdürlüğünden ayrılarak akşam yemeği için Belediyenin yemek salonuna gittik.Çok lezzetli yemekler sunmuşlardı bize.Büyük bir iştahla yemeğimi yediğimi hatırlıyorum. Masada Nesrin, Ömer Hocam ve Murtaza Ekici vardı.Yemek sırasında sohbet ettik ve hocamızı antolojideki İzmirli şairler ve sanat dostları grubumuza davet ettik.Otobüslerle yine tesisin yolunu tutmuştuk.Üzerimizi değişecek kadar zamanımız vardı. Bu sefer daha kalın giysiler giydik.Kütahya'nın akşam serin bir havası vardı.Herkes havuzun kenarında toplanmıştı. Ankaralı ozan ALİ Bey'in şiirleri ile fuar alanına gittik. ve şiir şöleni başlamıştı.Konuşmalar yapıldı.Saz ekibinden türküler dinledik.Kütahyalı şairler şiirlerini okudular.Milletvekilleri,belediye başkan vekili, emniyet müdürü ve halk şöleni izlemeye gelmişlerdi. Emniyet müdürü de kısa bir şiir okumuştu.Sonra Türkiye'nin dört bir tarafından gelen şairler şiirlerini okudular.Şölene katılan şairlere onur belgesi ve Kütahya'nın ünlü çini tabaklarından hediye verildi. Kitapları yanlarında olan bazı şairler şiir kitaplarını bize hediye ederek dostluklarını sergilediler.Zaman zaman bu şairlerin şiirlerini kitaplarından gruba aktaracağım. Kimler mi bu şairler; Güneşten Yansımalar kitabının şairi SEDAT GÜNAY Bendeki Sevdalar, Alaaddin Uygun Sessiz Sesim,Şevki Dinçal Anadolu ŞİİR Antolojisi, hazırlayan Sabit İnce Hüzün ve gurbet, Kazım Poyraz Son Damla Senin İçin Murtaza Ekici Sen Bende Bir Ömür, Murtaza Ekici Kütahya Belediyesinin düzenlemiş olduğu Kütahya Dumlupınar El Sanatları ve Ticaret Fuarı içinde 24 Ağustos 2005 tarihinde yapılan 2.ŞAİR ŞEYHİ ŞİİR ŞÖLENİ işte böylesine güzelliklerle geçti. Bu güzel şölenin ardından 02.00 otobüsü ile İzmir'e hareket ettik.Şimdi düşünüyorum da keşke Kütahya'nın tarihi güzelliklerini,müzelerini görmek için keşke ertesi gün de orada kalsaydım. Arkadaşlar,Kütahyalı dostlarımız çok güzel bir şöleni organize ettiler.Bütün masrafları üstlenen sponsorlar buldular. Kalınacak yer,şehir içi ulaşım,yemek,kahvaltı,hediyeler,müthiş bir organizasyondu.Bir gün biz de İZMİR'de böyle sponsorlarla bir organizasyon yapabilirsek ne mutlu bize.Bizi Türkiye'nin dört bir tarafından gelen ozan ve şairlerle buluşturan,böylesine başarılı bir organizasyonda şiir okumamızı sağlayan, layık gören komite üyesi şair arkadaşımız nöbetci şair,ŞAHİN ERTÜRK'E ve komite başkanı Mehmet Uygun'a sonsuz saygı ve selamlarımı iletiyorum.

Emine ömer-İZMİR

KÜTAHYA ŞAİR ŞEYHİ ŞİİR ŞÖLENİ VE ŞÖLEN NOTLARIM Kütahya coğrafyası olduğu kadar Kültür ve sanat alanında da kendini her asırda ortaya koymuş, Evliya Çelebi ve Şair Şeyhi gibi daha adlarını sayamayacağımız nice ünlü edebiyat, sanat ve devlet adamları yetiştirmiş bir ilimizdir. Kütahya'yı ilk önce Simav ilçesi ile ve orada yapılan Simav şiir şölenlerine katılarak tanıdım. Daha sonra Değerli dostlarımız Kütahya Şiir sevenler Derneği adı altında bir araya toplandılar. Dergi çıkardılar, şölenler ve bazı etkinlikler yaptılar. Ancak her yerde ve her zaman olduğu gibi dernek içinde ayrılıklar, ayrı düşünceler ve anlaşmazlıklar başladı birkaç yıl sonra. Bundan bir ay önce Kütahya'nın gurur duyması gereken fedakar insanı Bekir Konçi beni aradı ve Bağımsız Şairler Gurubu olarak bir 2. şair şeyhi şiir şöleni düzenleyeceklerini ve benim de mutlaka şölende bulunmamı istedi ve hatta özellikle olmazsam olmaza tuttu işi. Daha sonra sevgili Mehmet Uygun hem cep telefonumdan arayıp, hem de davetiyemi Kızım Nazende İnce'nin de katılması için gönderdi. Ne yapacaktım hiç maddi ve manevi imkan ve zamanım olmamasına karşın Bekir Konçi için ve Uygun'a gelirim inşallah demiştim. Tabii sonradan tekrar teyit istediler ve geleceğimi söyledim. Bu Arada Kayseri'de Türkiye geneline yönelik Anasam Meslek Birliğini kurduğum ve çoğu da benim zamanımda bu birliğin üyesi oldukları için Kütahyalılar Kayseri de sadece beni bildiklerini ve benim başka kimlerin katılmasını arzuluyorsam onların da davet edileceğini söylediler. Ben de siz bilirsiniz dememe rağmen Murtaza Ekici'yi davet etmek istediklerini benim için bir mahzuru olup olmadığını da nazikçe sordular. Elbette Murtaza'yı yıllardır tanıyordum ve bana karşı herhangi bir sevgi ve saygıdan başka kusuru

19


olmamıştı. Söze fazla uzatmadan Murtaza ile 22 Ağustos 2005 tarihinde Kütahya ve Eskişehir'e asker sevkiyatından dolayı bilet bulamadığımızdan gece 12 sularında Ankara'ya hareket etmek zorunda kaldık. Ankara'dan nasıl olsa ulaşım mümkündür dedik. Aman Allah'ım Türk milleti olarak her şeyi abarttığımız gibi Asker yollamayı da en iyi abartan, davullar, zurnalar bayraklarla uğurlama törenleri yapılıyordu hatta birkaç araba otobüsümüzün peşinde, yanında, önünde akrobatik hareketler yapmaktan da geri kalmıyordu. Neyse efendim sabah 05 sularında Ankara'ya uykusuz gözlerle ve yorgun şekilde indik. Otogardaki hemen hemen birkaçı istisna tüm bilet gişeleri kapalıydı ve sanki bir ölüm sessizliği hüküm sürüyordu. Açık olan yazıhanelerden biri de Kütahyalılar turizme ait idi. Ancak Kütahya seferlerinin ancak sabah 08 de başladığını söylüyorlardı. Başka da imkanımız yoktu zaten. Sabahın sekizini bekleyecek ve Kütahya yollarına düşecektik. Ankara'dan katılacak Kerküklü şair Şemsettin Kuzeci'nin ise ne zaman gideceğini bilmediğimizden sabahın köründe rahatsız da etmek istemiyorduk. 3 saat terminalde oyalandıktan sonra sekizde ver elini Kütahya dedik... Daha önceden tertip komitesinde yer alan ve şiir ve şairlere karşı özel bir sevgisi ve dostluğu olan Bekir Konçi bize telefonla azot tesislerinde kalacağımızı ve otobüsten inince servis ile orada inmemizi söylemişti. 23 Ağustos günü saat 13 sularında Kütahya'nın çinilerle süslü küçük terminalindeydik. İndiğimizde yine asker uğurlamaları ve yine bildik törenler, sahneler, ağlayanlar eğlenenler, askere giden arkadaşlarını havaya kaldırıp, En büyük asker bizim asker diye haykıranlarla doluydu terminal. Bu arada sevgili Konçi'nin oğlu da Isparta'ya askere gidecekti saat 14 sularında. Bekir yeniden telefon etti ve terminale geleceklerini orada beklememiz ve parkta oturmamızı istemişti. Bir süre sonra Bekir Konçi ailesi, kızı ve oğlu ile Fedakar insan Hacı Mehmet Aslan Demirtaş da soluk soluğa yanımıza gelmişlerdi. Tabii şölenlerin değişmez ismi Ceyhan’dan Baki Yıldırım ve bir şair arkadaşımızda onlarla birlikteydi. Parka geçip bir yorgunluk çayı içtikten sonra Kalacağımız Azot tesislerine gidecektik. Ama Mehmet Ali Konçi'yi Isparta'ya götürecek otobüs gelmişti ama yolda bir kaza olduğundan otobüsleri trafikler biraz geç sefere göndereceklermiş bize öyle söylüyorlardı ama biliyorum ki otobüs firmaları bu curcuna da ya iki seferi birleştiriyorlar veya yoldan gelecek otobüslerini beklerken yolculara bu tür küçük yalanlar söylüyorlardı. 15 civarında Mehmet Ali'yi yolcu etmiş ve biz Hacı Mehmet aslan'ın arabasıyla Azot tesislerine doğru harekete geçmiştik. Azot tesisleri önce özelleştirme çerçevesinde Kütahya belediyesine geçmiş, belediye de Sinan Çapar diye bir işletmeciye bu tesisleri 10 yıllığına kiraya vermişti. Vardığımızda bu tesislerin harap halini görünce ülke kaynaklarının nasıl israf edildiğini ve çarçur edildiğine bir kez daha gözlerimle şahit oluyordum. Hepsi çürümüş kapıları pencereleri harap halde ve yeniden yapılıyor tamiratları sürüyordu. Tesislerin çay bahçesinde oturmuş hoş beşten sonra bir damla uyku girmeyen gözlerimizi sohbet anında dinlendirirken kalacağımız yerlerin hazırlandığını söylüyorlardı. Gerçekten işletmeci ve müdürü olağanüstü bir gayretleri temizlik ve yatakların çarşafların hazırlanmasına gayret ediyorlardı. Akşam da haberlerden sonra Kanal 43 televizyonunda bir proğram yapacaktık ama ölü gibiydik. Neyse uzatmayalım geçip şöyle yatakların üzerine biraz uzanıp ayaklarımızı yıkadıktan sonra duş almak istedik ama odaların hepsinde sıcak su yoktu ve Kütahya'nın suları da soğuktu. Soğuk su ile duş almayı sevmeme rağmen soğukluğundan dolayı cesaret edememiştim. Bu arada Almanya'dan katılan Öğretmen Şair Şükran Günay ve tanımadığım bazı şairlerle de orada tanışma imkanı bulmuştum. Bunların arasında sevgili Nesrin Göçmen, Emine Mine Ömer ve Ömer Ekinci de vardı. Kendileriyle sanal alemde daha doğrusu Antoloji.com dan tanışıyorduk ama şahsen tanışmamızda Kütahya da nasip oldu. Akşam yemeğini bir lokanta da yedikten sonra Mehmet Uygun, Alaattin Uygun, bendeniz, Murtaza Ekici ve Şükran Günay kanal 43 televizyonunun yolunu tuttuk. Vardığımızda Akşam ana haberleri sunuluyor ve çok güzel sesli bir spiker haberleri okuyordu ama profesyonel spikerlere taş çıkartırdı. Bakın kadere ki biz de Ana haberlerin konuğuymuşuz ve o spikerin sorularını cevaplandıracakmışız. Stüdyoya girdiğimizde o güzel sesli ve yakışıklı genç spiker çok güzel sorularla bizleri ağırladı ve harika bir tanıtım proğramı oldu şair şeyhi şöleni için. Tv proğramımızdan sonra tekrar Azot tesislerine geldiğimizde sevgili dost, şair ve Kütahya Emniyet Müdürü Şevki Dinçal tesislere teşrif etmiş ve uzun yıllar görmediği şair dostlarıyla sohbete başlamıştı bile. Bugüne kadar 11 kitap yayınlayan Dinçal çok güzel bir şair ve iyi bir hececi idi ve birçok şiiri de bestelenmişti. Uzun ve espriler, şakalarla dolu geçen saatlerden sonra Dinçal görevi gereği ayrılmıştı ama Kütahya Yeşilay Cemiyeti bünyesindeki Türk halk müziği topluluğu şefleri Kudret beyin yönetiminde Kütahya'nın pınarlarını akıştırmaya başlamışlardı bile. Zevkle dinlediğimiz fasıldan sonra yine sohbetler başlamış, şiir okumalar şakalaşmalar ve gecenin geç saatlerine kadar muhabbet devam etmişti. Ertesi sabah toplanıp ziyaret proğramları başlayacak ve akşam da fuar içindeki Anfi tiyatroda şölen başlayacaktı. Sabah kahvaltımızdan sonra Kütahya da toplanan 60 şair, yazar ve bestekar artık hazırlanan proğram gereği öncelikle özel çini müzesi olan Pir Mehmet Dumlu'nun şehrin uzağındaki tesislerine gidiyorduk. Pir Mehmet Dumlu sevilen, hoca diye takdim edilen ve dini konularda kendisini geliştirmiş şiire de meraklı bir kişi idi. Evliya çelebinin evinin restorasyonunu kendine görev edinmiş ve başarmıştı. Yakında restorasyon bitecek ve evliya çelebi adına yakışır bir ev de Kütahya'nın tarihi değerleri arasındaki yerini alacaktı. Fotoğraflar çekilip elveda derken yine bir başka çini müzesi varmış proğramda. Ama Önce sayın vali Osman aydın'ı ziyaret edecek, Atatürk anıtı önünde saygı

20


duruşunda bulunduktan sonra hep bir ağızdan haykırdığımız istiklal marşımızı da şevkle okuyacaktık. Sayın Vali bizi oldukça keyifle karşıladı ve kendisini hemen Elazığ Hazar şiir akşamlarından tanımıştım. O zaman hangi yıldı hatırlayamıyorum ama Elazığ Valisi olarak görev yapıyordu ve bize orada da eşlik etmişti. Şimdi de geniş toplantı salonuna alarak hepimizi dinliyor, kitap hediyelerimizi kabul ediyor ve Anadolu Sevdası dergimizi inceliyordu. Tokat Erbaa'dan olduğunu da oradan öğrenmiştik vali beyin Hemen tokatlı kimse var mı diye soruyordu. Daha sonra Kütahya belediyesini ziyaret ettik. Belediye başkanı şehir dışında olduğundan bizi genç danışmanı karşılamış ve içilen çaylardan sonra belediyeden ayrılmıştık. Sırada Sadık Bey'in bir tarih hazinesi olan çini müzesini ziyarete gitmiştik. Allah’ım tarihi hazineler ve eski ne kadar eşya varsı hepsini bu küçük ve şirin evde toplamıştı. Kendisi avukatlık yapıyormuş ama merak bu işte bir hazineyi Kütahyaya hediye etmişti. Daha sonra Emniyet müdürü ve şair dostumuz Şevki Dinçal'a bir ziyaret vardı proğramda ve çini şehri olan Kütahya'nın her gittiğimiz dairesi ve girişlerinde mutlaka bir çini örneğini görüyorduk. Oradan Kültür ve turizm müdürünu ziyaret ve akşama şölene hazırlıklar başlıyordu. Öğle yemeğini bir park da yedik galiba ibişin parkı idi adı yanılmıyorsam Orada bize haşhaşlı ve tahinli Kütahya’ya özel bir pide ikram edilmişti. Bendeniz daha önce haşhaşlı pide ve çöreklerden yediğim için biliyordum ama ilk defa yiyenlere ilginç ve farklı geliyordu. Bu arada bizi arabası ile Tv ve diğer yerlere götürüp getiren Levent beyi de unutmayalım çünkü bize gerçekten misafirperverlik gösterdi. Kütahya 2. şair Şeyhi şölenine 60 a yakın şair, yazar, bestekar davet edilmişti. Davet edilenlerden bir kısmı şölene katılamamıştı ama katılamayandan çok da sonradan davet edilenler ve gelenler vardı. Bunlardan aklımda kalanları sizlere saymak istiyorum: Nihat Özgüven, Cahide Ulaş, Melahat Ecevit, Sedat Günay, Ümran çetin, Ayla Tuncer, Baki Yıldırım, ozan Nacari, Ali Demir, Musa Elitaş, Ali Dilki, Mustafa Ünal, Kenan Demirel, bendeniz, Ahmet Tolu, Kazım Poyraz, Perihan Beşli, Ömer Yurduseven, Ömer Cesur, Mehmet uygun, Hüseyin Efe, Şahin ve Abdullah Ertürk, Halil Arıkan, Gökhan Er, Kudret Karayiğit, Alaattin Uygun, Levent Garcıoğlu, Gültekin Ertan, Bekir Konci, H.Mehmet aslan demirtaş, Adil Yüksel, Zeki Çelik ve eşi, Birdal Can Tüfekçi, Hüseyin Yıldız, Nesrin Göçmen, Emine Mine Ömer, Ömer Ekinci, Murtaza Ekici, Ali Abdülkerimoğlu, Cemile Düzgün, Engin Çır, Sultan Gürbüz, Cevdet Doğan Işık, Reşat Kızanlı, daha isimlerini hatırlayamadığım Kütahya ve diğer illerden katılan çok sayıda şair dostlarla tanıştık, konuştuk, çoğu ile yıllardır görüşemediğimizden Hasret giderdik. Bunların arasında Şemsettin Kuzeci ve gündüz aydın gibi davet edilip de katılamayan, Sevil Mısırlıoğlu gibi telgrafla gelemedikleri için üzülüp başarı dileyenler de vardı. Ama hemen bir eleştiriyi de unutmadan yazmak istiyorum. Tertip komitesi bu ilk etkinliği üstlenmişler ve ellerinden geldiğince yoğun gayret ve çalışma göstermişlerdi üstelik Kütahya ve Tunçbilek Belediye başkanlıklarının desteğinde bu işi üstlenmişlerdi ama Kütahya'nın tarihi ve turistik yerlerini de proğrama alabilselerdi daha iyi olacak, Kütahya'nın tanıtılmasına daha büyük katkıda bulunabileceklerdi. İnşallah gelecek senelerdeki proğramlarında bunları da alırlar dileğimi de burada belirtmek istiyorum. 24 Ağustos 19 sularında Anfi tiyatroya gelmiş ve proğram sunucuları Mehmet ve Alaattin Uygun'un konuşmaları ile proğram başlamıştı ama en güzel konuşmayı da Perihan Beşli hanım açış konuşmasıyla yüreklerimize su serpmişti. O ne güzel tarih ve edebiyat bilgisi ve tarihi gözlerimizin önüne getirişti Allahım... Daha sonra şairler sırasıyla şiirler sundular, Kütahya belediye başkan vekili ve Tunçbilek Belediye başkanlarının konuşmaları ve tertip komitesine onur belgelerini sunmalardan sonra şairler yine şiirlerini sunuyor, arada Kudret Karayiğit şefliğinde Türk Halk müziği topluluğu Kütahya türkülerini sunarken Hisarlı Ahmet'i de kazandırdığı türkülerden dolayı hayırla yad ediyorduk. O tarz ve yöreye has uslup ile çalınan sazların ve türkülerin tadı bir başka oluyor inanın. Ha bu arada Av. Sadık Atakan'ın çini müzesi ziyaretinde resimler çekilirken, bir yandan da o küçük ayakkabı şeklinde hazırlanmış çini hediyeler şairlere isimleriyle takdim ediliyordu. Hayatımın en güzel anılarından biri olarak saklayacağım onları Sadık bey, edebiyatımıza yaptığınız bu katkıyı şairler de Kütahyalılar da unutmayacaklardır eminim. Gece saat 24'e kadar devam eden şölende şairlere birer çini tabak ve onur belgeleri de takdim edilerek teşekkür ediliyor ve Kütahya'ya yine teşrif etmeleri bekleniyordu. Bu arada bir anı olarak kalmasını istediğimden burada bu konuyu biraz detaylandırmak da istiyorum. Şükran Günay öğretmenimle internetten antoloji.com'dan tanışıyorduk. Hazırladığım Anadolu Şiir Antolojisi 3. cilte de katılmış ama kendisi Almanya'da olduğundan kitaplarını kendisine henüz ulaştıramamıştım. Kendisi Kuşadasın da tatilini yapmak üzere çok sevdiği ülkesine, Türkiye'mize gelmişti. Şölenden 3-5 gün önceydi galiba cep telefonum çaldı ve sesi hemen tanıdım Şükran Öğretmenimin sesiydi. o tatlı sesiyle hatırımı soruyor, kitaplarını Kuşadasın da verdiği adrese ulaştırmamı istiyordu. Bu arada neler yaptığımı da sormayı ihmal etmemişti. Ben de kendisine 23-24 Ağustos da Kütahya 2. şair şeyhi şiir şölenine katılacağımı söyleyince bir ah çekmiş ve kendisinin de katılıp katılamayacağını sormuştu. Ben de hemen oraya yakın olduğunu kendisini tertip komitesi ile konuşup benim misafirim olarak davet ettiğimde sevinçten uçuyordu hem benimle diğer şair arkadaşlarla tanışacaktı, hem de çok sevdiği ülkesinde bir şiir şölenine katılacaktı. Nitekim komite benim misafirimin kendilerinin de misafiri olacağı müjdesini yine kendisine cep telefonuyla haber verdiğimde çocuklar gibi sevindiğini sesinden anlıyordum. Hatta bir gün önce yani 23 ağustos da orada olacağımı bir tv programına katılacağımı kendisinin de erken gelmesi halinde bol bol

21


sohbet edeceğimizi de söylemiştim. Nitekim Kütahya'ya bizden önce ulaşmıştı. Azot tesislerine vardığımızda bizi karşılayanlardan biri de o idi. Cemile Düzgün ile beraber. Gerçekten Kütahya’lı komitesi, belediyesi valiliği ile bu tanıtım fırsatını iyi değerlendirip el birliği ile katılan şair ve bestekarları ağırlama yarışına girmişlerdi. Bu edebiyat adına sevineceğimiz bir durumdu. Nitekim Kütahya Milletvekili Nurettin Güven'in de şölene katılıp bir konuşma yaparak şöleni izlemesi de ayrı bir olaydı. Vali bey katılamamıştı ama Belediye başkan vekili ve Kültür turizm müdürü ile Tunçbilek belediye başkanlarının katılmaları bu şölene verdikleri ehemmiyeti de gösteriyordu. İşte bir şölen daha böylece bitiyor ve biz Antalya Akdeniz şiir şölenine hazırlanıyorduk şairler olarak. Bakalım 9-11 eylül günleri Akdeniz şiir şölenin de neler olacak dilimizin döndüğü kadar bu şölen notlarını da yazmayı istiyorum. Kütahya'ya ve katılan şair dostlarımıza teşekkür ediyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum.

SABİT İNCE

SİZDEN GELENLER SİZDEN GELENLER SİZDEN Hem Anadolu Sevdası Dergisi hem de bu derginin internet sayfasının hazırlanması tek kelimeyle güzel bir girişim. Başarıların devamlı ve kalıcı olası dileklerimle... Sevgilerimi yolluyorum DOÇ.DR. ASIM YAPICI –ADANA Dost Sabit İnce'nin hazırladığı Anadolu sevdası aylık dergisini okurken gözümün önüne çocukluğum geldi. Çünkü biz kendimizi Anadolu çocuğuyum diye tanıtırdık demek ki Anadolu çocuğu Anadolu sevdesını yaşarmış. kutluyorum Sabit İnce dostu... ORHAN BAHÇIVAN –ALMANYA Sevgili Sabit İnce abimize Anadolu Sevdamız adlı dergiye başarılar dilerim Böyle güzel bir çalışma başlaştığı içinde abi seni kutlarım YUSUF TER-İSVİÇRE Sevgi saygılarımla, geçmiş bayramınızı kutlar, yayın hayatınızda başarı dileklerimle yayınlarınızın sürekliliği temennisiyle. Adresinizi internetten aldım amatör bir şair olarak hem yayınlarınızı tanımak hem de yayın paylaşımı açısından derginizin herhangi bir nüshasını gönderme imkanınız varsa sevinirim. Bir abonelik de olsa katkımız olur kanısındayım. Tekrar selamlar, kolay gelsin SAMİ ARSLAN BOSTANLI /İZMİR Akdenizin incisi Antalya'dan Erciyes kadar büyük Sabit bey MERHABA.Anadolu sevdalısı sizler yaşarken güzel yurdumuz daima var olacaktır. Ayrıca şairler buluşmasına renk kattığınız için teşekkürler.Oğlunuzada tebrikler. Yüce Allah oğlunuzu ve gelinizi ömür boyu mutlu etsin inşallah. Bütün neşe ve sevinçler sizin olsun. İyi akşamlar. AŞIK TURHANİ-ANTALYA

DİLEK TAŞI

Seni tanımakla başlayan alınımda kırlangıç lekesi sevmeler. Düşlerimin yedi veren rengi beyazdan kırmızıya antik zamanlarda.

gökyüzünün al yanaklarında adın. Kül grisi, rüzgar kanatlı anka. Mavi gözlerinde yeniden ve yeniden kendini yaratan.

Sahipsiz bir erguvan gülümsemesi

22


Seninle şekil bulan su gibiyim toprak testilerde zaman kokan yada eski bir para gibi eski kralların, eski zamanların damgasını taşıyan Seninle içim bir yıldız kayması dilek taşıdır geceye çocukların fırlattığı...

Temel Kurt KOCAELİ SON ABONELERİMİZ : Mehmet Işıkoğlu, İshak Özlü, Erol Ayyıldız, aşık Turhani, Nurten Altınok, Ekrem Akbunar, Numan Şahin OKUYUNUZ, OKUTUNUZ….

DARAĞACI

Millete yıllarca masal uydurduk, Ninni çaldık, kaydıraktan kaydırdık, Hazineyi holdinglere soydurduk, İMF'den yardım beklemedik mi? Üç kâğıtta kupaları kaldırdık, Düşünceyi eğitimle öldürdük, Çocukları ahırlara doldurduk, Hayvan pisliğini koklamadık mı? Alay edenleri, gülüşenleri, Oturup seyrettik bölüşenleri, Vatanı bölmeye çalışanları, Meclis lojmanında saklamadık mı? Sağ-sol olduk kendimize çullandık, Ya zindana, ya da ipe yollandık, Nice yiğitleri önce kullandık, İşleri bitince haklamadık mı?

Şahin Yılmaz-İSTANBUL ANASAN YAYINLARI ŞAİR VE YAZARLARIN HİZMETİNDEDİR. BİZİMLE GÖRÜŞMEDEN KİTAP BASTIRMAYINIZ.. HAR-NÂME

içimde akan mavi denizi seyre durmuşum ölümler üretir beynim intiharlar kol gezer avuçlarımda Zevk

içinde cihân velî ŞEYHî Yatur uş minnet ü belâda dahı

önce göz yaşlarımı sonra soluğumu asacağım darağacına VAN 2003 Orhan DEMİRTAŞ OLMADI MI? Düzeltiriz diye başa gelip te, Evvela düzgüne tıklamadık mı? Yetkimizi bu milletten alıp ta, Milleti arkadan oklamadık mı? Çıkar için güçlüleri kayırdık, Ne giydirdik, ne fakiri doyurduk, Hırsızları vekil seçip ayırdık, Millet Meclisinde aklamadık mı?

Bahtı zengî yüzü tek agarmaz İşi başmaklayın başa varmaz Râhat umdukça gördü zahmetler Devlet isteyü buldu mihnetler Fikr olurken hâletün sıfatı Geldi bu kıssanun münâsebeti

ŞAİR ŞEYHİ KÜTAHYA

OSMANLIDA KADIN ŞAİRLER PROF. DR. NAZAN BEKİROĞLU I-TASVİR VE TARİHÇE Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler üzerine yapılmış araştırmaları da gözden geçirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen göze almak zorundadır. Sözünü ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar üzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır. Geleneksel dönemde

23


edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan üzerinde bu yazının son bölümünde tezkirelerle sınırlı kalan edebî durulacaktır. Önce Osmanlıda yetişmiş kadın araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı şairleri kısaca gözden geçirelim: iki elin parmaklarından çok az fazladır. A-GELENEKSEL DÖNEM Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına Anadolu sahasındaki ilk şuara tezkiresi sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle sayılan Sehi Bey Tezkiresi’nden başlayarak tanıtılan, bir çoğunun eserleri dahi elimize tüm tezkirelerde Divan edebiyatının bir ulaşmış olmayan bu şairler hakkında mensubu olarak yer tutan kadın şair doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını sayısındaki ürkütücü tenhalık Osmanlı zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında edebiyatından kadınlara düşen pay hakkında sayılarında artış görülen kadın şairler fikir vericidir. Ve topluca gözden üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç geçirildiğinde geleneksel dönemde yetişen çalışmanın varlığına rağmen; kadın kadın şairler arasında bazı ortak hususiyetler şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele dikkat çeker: alarak ortaya gerçek bir panorama  Çoğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihrî, Hubbî) yapılmadığı aşikârdır. gibi bölgelerde yetişmiştir. İstanbul’un kültür Osmanlı kadın şairlerini gözden başkenti, Amasya ve Trabzon’un da birer geçirmemize yarayacak zaman çizgisi, şehzâde sancağı ve buna bağlı olarak Tanzimat zihniyeti ile ikiye bölünmek kendine özgü birer kültür iklimi olduğu zorundadır. Ancak Tanzimatın eksen aldığı düşünülürse, kadın şairlerin yetişmesi için bu zihinsel düzlem üzerinde yenileşen ve Batı coğrafyaların mümbit bir zemin teşkil ettiği etkisine giren edebiyatın başlangıcından, fark edilir. yani Tercüman-ı Ahval’in neşir tarihi olan  Bu kadın şairlerin hemen tümü baba 1860’dan sonra da geleneksel çizgide şiir ya da eş vasıtasıyla, genellikle de her iki yazmaya devam eden, bir başka deyişle taraftan, sosyal statüsü ve refah düzeyi tipik Divan şairi gibi davranan kadın yüksek ailelere mensupturlar. Vali, kadı, şairlerden söz edilebilir. Bu bakımdan kazasker, şeyhülislâm veya paşa kadın şairlerle ilgili söz konusu kızıdırlar. Bir başka deyişle hepsi bölümlenme yatay bir bölümlenme “Babasının kızı”dırlar. Zeynep bir kadı’nın olmaktan ziyade düşey bir bölümlenme kızıdır, Mihrî bir şairin. Sıtkî ve Leylâ olmak zorundadır. kazasker, Fıtnat şeyhülislâm, Münire Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları sadrazam kızı olarak gelirler dünyaya. içindeki uzantısı, yani XV. ve XIX. Trabzonlu Fıtnat’ın babası vali, Leylâ yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk Saz’ın babası hekimbaşıdır. (Esasen bölümünü teşkil Yenileşme döneminde de durum eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın değişmeyecektir. Nigâr Hanım, Fatma şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahip Aliye ve Emine Semiye birer paşa olan bu dönemi Geleneksel dönem olarak kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V. adlandıralım. Tanzimat hamlesinin Murad’ın kahvecibaşıdır). getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete  Çoğu ilmiye sınıfına mensup babaların (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına kızı olarak müreffeh bir aile yapısı içinde (1928) kadar süren bölümü ise Yenileşmedünyaya gelen, konak veya yalılarda dönemi olarak adlandıralım. Kendi içinde Osmanlı teşrifatının kendine özgü büyüsünü teneffüs ederek büyüyen bu kızlar, kız çocuklarının eğitimi hususunda toplumun Tanzimat yılları ve Meşrutiyet sonrası genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil olarak ikiye ayırabileceğimiz bu dönem isetanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve zaman itibarıyle daha dar olmasına programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin rağmen kadın şair sayısı bakımından önemli bir kısmını teşkil eden “konak yoğundur. Bir başka deyişle Geleneksel eğitimi” ile evde ve özel hocalar elinde dönem ile Yenileşme döneminin kadın yetişmişlerdir. Bazılarının bizatihi ilk hocaları şairlere yüklediği yoğunluk, süre ve sayı babalarıdır. Daha az sayıda olmak üzere arasındaki ters bir orantıyı işaret ağabey ve eş ikliminden bilgi devşirdikleri etmektedir. Tasvir ve tarihçe cihetinde de görülür. Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ortaya çıkan bu ters orantının yorumu ile Arapça ve Farsça çevresinde genişletilen

24


edebî bir program takip eder. (Yenileşme etkisine giren ailelerin kızlarına tedris ettirdikleri programda ise Fransızca baş köşeye oturacaktır).  Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker. Bir kısmı Mevlevî (Leylâ), Kadirî (Sırrî) veya Nakşî (Âdile Sultan)’dirler. Aynı anda birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da karşılaşılır (Şeref, Mahşah). Bu intisab onlara şiir söylemek hususunda daha bereketli ve özgür bir ortam sağlamıştır.  Sosyal yapılanma itibarıyle devrinin üzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen bu kadınlar, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren aile çevresinde gerçekleşen şiiredebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat çevrelerine katılma imkânı bulmuşlar, böylece kültürel anlamda hemcinslerinin önüne geçebilmişlerdir.  Evlilik hayatlarında çoğunun mutlu olamadığı dikkat çeker. Kimi hiç evlenmemiş (Mihrî, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (Leylâ, Trabzonlu Fıtnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği sürdürmüşlerdir (Fıtnat). Şiir onlar için bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur.  Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra musıkişinas ya da bestekâr (Leylâ, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fıtnat) olarak da isim yapmıştır.  Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihrî hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennüm edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir. Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir.

SENİNLE BİR TREN YOLCULUĞU

16 Ağustos 2003 / İzmir-Ankara Mavi Tren Tık tık tık... Tıkı tıkı tıkı... Tık! Kulağımda yer etmeye başlayan bu

seslerin arasına itinayla yerleşiyor yüzüne ait her nokta. Dudak kenarlarındaki kıvrımlar geride bıraktığım deniz gibi sakin ve dalgalı. Göz çukurların benim saklı gamzem gibi ve göz kapaklarını süsleyen, zeytin gözlerini ince bir hüzünle gölgelendiren kirpiklerin taş çıkartıyor benimkilere. Kıskanmıyorum. Uyudum, uyandım. Kaç zaman olmuş derken, yerinde saydığını görüyorum zaman dilimlerinin tüm adlarının. Bir ileri, iki geri. İki ileri, bir geri. Her seferinde bir pişman oluştur yaşadığı zamanın. Bense dönüp dururken kendi eksenimde, bilmem kaç türlü şey dönüyor beynimde alakalı alakasız. Bir değiyor kuyrukları her bir tilkinin birbirine, bir dağlar beliriveriyor aralarında, aşılmaz. Hayal mi, gerçek mi bilemiyorum. Bilemiyorum bu kaçıncı girişin uykusuzluğuma. Gerçek olan hangisi? Kapatmalı mıyım dersin yine gözlerimi yeniden? Peki beynimdekileri kim silecek ha, karalayıp karalayıp da üzerini kurşun kalemle, her seferinde tekrar tekrar yazdığım; her seferinde başka sözcükler kullanıp, devirip cümleleri de hep aynı anlamları barındırdığım? Kim ayıracak bu tilkileri birbirinden, söylesene bu kocaman dağları kim yıkacak ha?! Gözlerim kapalı, çok soğuk burası. Tilkileri vur! Dağları del geç de, gel hadi! Tık tıkı tık... Yokmuş aslında bu sesler, hiç yokmuş. Duymamak için sessiz sesimi uydurduğum bir yalan, hayatımda yer etmemiş. Kulaklarımda uğuldayan bu sesler bozar sanmıştım yaşamla aramızdaki kahrolası çığlıkları. Böyle sessiz, böyle kimsesiz kalmam sanmıştım. Yanılmışım, yine sevgisizim! Yine bir kandırmacaya karıştırıp benliğimi yok saymışım her şeyi, var sanmışım olmayanları. Kulaklarımda yankılananlar beynimden sekip vuruyor camlara sonunda. Canım yanıyor anlasana! Kanım donmuş, tuz buz tüm camlar, tüm yürekler paramparça, beynim darmadağın. Ve yankılar... Yankılar yalan, kendimce uydurduğum. Düşler de yalan, saçma sapan. Tık tıkı tık... Yalan! Bir felaketi hazırladığım ellerimle ve oyaladığımdır her birinizi kandırmacalarımla, kendim gibi. Budur işte gerçek olan! Gerisi yalan! Felaketim, felaketinizdir. Affola... SEVCAN KOYUNCU

EDEBİYATIMIZDAKİ İLKLER *İlk noktalama işaretini kullanan, Şinasi 'Şair Evlenmesi'nde

25


*İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859 *İlk yerli roman:Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat *Batılı tekniğe uygun ilk roman:Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu *İlk çeviri roman:Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859 *İlk köy romanı:Nabizade Nazım / Karabibik/*İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül /*İlk realist roman:Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası *İlk resmi Türkçe gazete:Takvim –i Vakayi /*İlk yarı gazete:Ceride-i Havadis /*İlk tarihi roman:Namık Kemal / Cezmi, A. Mithat / Yeniçeri *İlk özel gazete:Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi *İlk pastoral şiir:A.Hamit Tarhan /Sahra /*İlk şiir çevirisini yapan,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci:Şinasi /*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan:A.Hamit /Eşber veya Sardanapal /*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren *İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi /*İlk hatıra kitabı:Babürşah /Babürname /*İlk hamse yazarı:Ali Şir Nevai/*İlk tezkire:Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais /*İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat /*İlk atasözleri kitabı:Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye /*İlk mizah dergisi:Diyojen /Teodor Kasap /*İlk hikaye kitabı:A:Mithat /Letaif-i Rivayet /*İlk fıkra yazarı:Ahmet Rasim /*İlk Türkçe yazılan kitap: Kutadgu Bilig *İlk siyasetname: Kutadgu Bilig /İlk mensur şiir örneklerini veren: Halit Ziya /*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan:Mehmet Emin Yurdakul *Dünya edebiyatındaki ilk modern roman:Cervantes/Don Kişot *İlk makale:Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi /*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati /*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser: KUTADGU BİLİG *İlk seyahatname: MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS /*İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi /*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü /*Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron /*Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre /*Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: TEVFİK FİKRET /*Türkçe’nin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman paşa / SARF-ı TÜRKİ /*İlk naturalist eserimizin yazarı Nabızade Nazım / Zehra /*Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim *Şarkıyı icat eden: NEDİM /*İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus'ul Alam /*İlk sözlüğümüz:Divan-ı Lügat-it Türk /*İlk Türkçe sözlük:Şemsettin Sami:Kamus-ı Türki /*İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık /*İlk didaktik şiir örneğimiz ve aruzla yazılan ilk serimiz:Kutadgu Bilig /*Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin:Orhun Abideleri /Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R. Mahmut Ekrem/*Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul /*Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı: Ömer Seyfettin /*Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan:A. Hamit / Validem *İlk köy şiiri: Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı /*İlk alfabemiz:Göktürk Alfabesi/*Tekke şiirinin babası: Ahmet Yesevi *İlk Türk destanı:Alp Er Tunga Destanı /*Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan:Namık Kemal/*Bizde epik tiyatro türünün kurucusu: Haldun Taner /*İlk kadın romancımız:Fatma Aliye Hanım /*Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa /*Dünyanın bilinen ilk destanı:Sümerlerin Gılgamış Destanı /*Dünyanın halen yaşayan,en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı /*Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi *Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman:Ateşten Gömlek /*Komedi türünün ilk büyük ustası: Aristofanas /*Trajedi türünün ilk büyük ustası:Aiskylos *İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı: A.Vefik paşa /*Deneme türünün kurucusu: Montaigne /*İlk divan şairi:Hoca Dehhani /*Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu'yu işleyen: Refik Halit Karay /*En başarılı psikolojik roman yazarımız: P.Sefa / 9.Hariciye koğuşu /*İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin /*Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı: Genç Kalemler KAYNAK:http://www.adaminsitesi.com/edebiyatimizda_ilkler.htm

26


YUNUS EMRE On üçüncü yüzyıl tasavvuf ehli halk şairi. Hayatı hakkında kesin bilgiler yoktur. Şiirleri, asırlar boyu büyük bir zevk ve beğeni ile okunmuş, sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada ilgi görmüştür. Bazı kayıtlarda 1240 yılında doğduğu, 80 yıl yaşadığı, Eskişehir’in Mihalıççık kazasında 1320 yılında öldüğü yazılıdır. Çocukluk dönemine ait bilgiler yoktur. Gençliğinde bir işaretle Tapduk Emre’nin yanına gittiği bilinmektedir. Burada otuz yıldan fazla hizmette bulunur, feyz alır. Hatta bazı kaynaklarda Tapduk Emre’nin kızı ile evlendiği de kaydedilmektedir. Yunus Emre, Tapduk Emre’nin hizmetinde bulunurken, manevi aleminde bir ilerleme olmadığı düşüncesiyle, üzülerek dağlara çıkar. Yolculuğunda bir gün iki arkadaşla tanışır. Onlarla yol arkadaşı olur. Her öğün bunlardan biri dua eder, duanın bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Dua sırası Yunus Emre’ye gelince ne diyeceğini bilemez, ancak “Allah’ım benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin hürmetine dua ettilerse onun hürmetine duamı kabul et” der. Dua bitince iki sofra birden gelir. Arkadaşları ne adına dua ettiğini sorarlar. O da önce kendilerinin söylemesini ister. Arkadaşları Yunus Emre hürmetine dua ettik deyince, Yunus Emre durumu anlar. Tekrar Tapduk Emre dergahına gider, basını eşiğe koyar. Ama olan Tapduk Emre eve gireceği zaman ayağı Yunus Emre’ye takılır. Hanımına “bu kim” diye sorar. Hanımı Yunus cevabını verince, “bizim Yunus mu” diye sorar. Bu soru Yunus Emre’yi dergaha kabul ettiği anlamındadır. Yunus Emre Hizmet ettiği Şeyhinin dergahına bir kere eğri odun getirmediği yazılıdır. Sorulduğunda “bu kapıya eğri odun yakışmaz” derdi. Anadolu ve diğer Türk illerinde çok sevilen Yunus milletimizi birbirine bağlayan manevi bir toplayıcıdır. Onda toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, değer yargıları bulunmaktadır. Unutulmamasının sebebi bu olsa gerekir. Yunus Emre şiirlerini halk diliyle, hece ölçüsüyle yazmıştır. Şiirleri açık ve çok samimidir. Şiirlerinde aşk, varlık, yokluk, hayat, ölüm, dünyanın faniliği işlenmiştir. Yunus Emre adını kullanan şairler de görülmüştür. Bunların bilinenleri “Derviş Yunus” ve “Aşık Yunus’tur”. Yunus Emre Mevlana’nın sohbetlerinde bulunduğu bu sohbetlerin onun yetişmesinde büyük rol oynadığı kaynaklarda vardır. Yunus Emre’de günübirlik. Ailevi sorunlar, evlat acısı, geçim sıkıntısı gibi konulara rastlanmaz. Her yerde, her renkte, her seste, her zaman Allah’ın varlığını idrak eden Yunus bu dilsiz varlığın, gizli dilin hayranıdır. Hz. Peygamberin, onun soyundan gelenlerin, dört halifenin, bütün İslam alimlerinin aşığıdır Hiçbir batıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında gerçek tasavvufu koruyan kültür ve sanat setti olmuştur. Yunus Emre için dervişlik herkese faydalı olma ülküsüdür. Bu şiirleri incelendiğinde açıkça görülmektedir. Şeriat, tarikat yoldur varana, Hakikat, marifet andan içeri. Diyerek bunu gösterir. Avusturyalı tarihçi Hammer, Yunus Emre’nin şiirlerini işlemiş, Yunus Emre adı batı ülkelerinde çok yaygınlaşmıştır. Yunus Emre’nin bilinen “Risaletün Nushiyye” ve “Divan”ı olmak üzere iki eseri vardır. Yunus Emre divanı Anadolu’da başlayan Türk edebiyatının ilk divanı durumundadır

27


Zülfikar Yapar KALELİ GÜMÜŞHANE

 TÜRK EDEBİYATINDA DESTAN, AĞIT VE MESNEVİ  Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Saka Destanı, İskit Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugati-t-Türk adlı eserinde yer almıştır. Oğuz Kağan Destanı 14’üncü yüzyılda derlenmiş özet nitelikte bir metindir. Oğuz Kağan’ın doğumu ve üstün nitelikleri, askeri başarıları ve ülkeyi oğulları arasında pay edişi anlatılır. Oğuz Türkleri’nden günümüze gelen tek destan metni ise Dede Korkut Kitabı’dır. Bayındır Han soyundan geldikleri sanılan Akkoyunlular’ın egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu’daki olaylar ve Müslüman Oğuzlar’ın yaşamı anlatılır. Göktürk Destanları çeşitli parçalardan oluşmuştur. Bozkurt parçasında Göktürkler’in bir boz kurdun soyundan geldikleri, Ergenekon parçasında ise Ergenkon’a sığınmaları, çoğalıp buraya sığmayınca dağı eriterek dış dünyaya çıkmaları anlatılır. Köroğlu parçasında, göçebe Oğuzlar’ın Horasan ve Hazar’da İranlılarla savaşlarından sözedilir. Manas Destanı’nda Kırgız Türkleri'nin putperest Kalmuk ve Çinliler’le savaşları vardır. Cengiz Han Destanı, Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olayları anlatır. Timur Destanı, Timur’un savaşları ve kişiliğine yer verir. Danişmend Gazi Destanı’nda Türklerin Anadolu’yu ele geçirmeleri anlatılır. Battal Gazi Destanı’nda da Anadolu’daki Türk-Bizans savaşları yer alır. AĞIT  Genellikle bir ölünün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsü. Ağıtlar, başından acı bir olay geçen ya da ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitçe davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir. Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçe’de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. MESNEVİ  Özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan şiir biçimidir. Arapça’da "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10’uncu yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Her beytinin ayrı uyaklı olması yazma kolaylığı sağlar. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Mesnevi bir eser başlıca tevhid, münacat, na’t, miraciye bölümlerinden oluşur. Mesneviler aşk mesnevileri, dinsel-tasavvufi mesneviler, ahlaksal ve öğretici mesneviler, savaş ve kahramanlık konusunu işleyen

28


gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler diye ayrılabilir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin altı ciltlik tasavvufi yapıtı da "Mesnevi" adını taşımaktadır. Kaynak:edebiyatturk.com

ANADOLUSEVDASI 28 ▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬ YOLLARDA VE ARAÇLARDA DAVRANIŞLAR Muhsin DURUCAN “ Eğitim, ekmek ve sudan sonra halkın en zorunlu gereksinimidir. ” Danton. Günümüz Türkiye’sinde her gün karşımıza çıkan birçok sorun ve aksaklıklar var. Bu sorunların çözüme ulaşmaması, artarak daha da büyümesine yol açar. Çoğu zaman belleğimize önemli bir gerçek gelir: “Benim burnumun bittiği yerde başkasının özgürlüğü başlar.” Tüm düzensizlikler kişilerin yaşamını çok zor duruma sokar. Oysa insan her konuda düzenli olursa yaşamı kolaylaşır, her şeye zamanı olur, hiçbir şeyi aksatmaz, yaşamdan zevk alır, yaşamın tadını çıkarır, kendine, arkadaşlarına ve yakınlarına daha çok zaman ayırır. Düzensiz insanlar hiçbir zaman başarılı olamazlar. Çünkü belli bir izlenceleri olmaz, her akıllarına geleni yaparlar. Olumlu ve hümanist düşünemezler.Yaşantılarımızı allak bullak eden içimizde yaratıklar vardır. Kimi durumlarda zora düştüğümüzde ve kendimiz bir karar vermemiz gerektiğinde bu yaratıklar ortaya çıkar ve bizi bir anda öyle zor duruma düşürürler ki ne yapacağımızı kestiremeyiz. Öyle şaşıp kalakalırız. Bunlar içimizdeki farklı düşüncelerdir. Bireyin sağduyulu davranarak bunlara egemen olması gerekir.Toplu taşım, çoğumuzun yaşamındaki yer tutan gereksinimlerdendir. Üstelik büyük kentlerin önemli sorunudur. Çalışan insanların çoğu çalıştıkları yerlere bu yolu kullanarak ulaşır. Öğrencilerin büyük bir bölümü de bu ulaşım yolunu seçerler. İstanbul gibi nüfusun yoğun, araçların çok olduğu bir kentte trafik yoğunluğu bireyi gerileme de sokar!. Toplu taşımla ilgili kimi gözlemlerimizi aktarmaya çalışalım. Tramvay, tren, vapur, otobüs, dolmuş gibi araçlarla yapılan taşınmaya toplu taşım denilmektedir. İnsanların büyük bir bölümü bu yolu seçtiğinden duraklarda uzun kuyruklar da oluşur. Bu durum , ayrıca zaman yitimine de neden olur. Başka bir sorun , çok eski ya da onarıma gereksinimi olan araçlar... Bu tür araçlar, hem ses kirliliğinin hem de hava kirliliğinin nedenidir. Buna koşut davranış kirliliği olmakta. Büyük Eğitimci ve gerçek yol gösterici M. Kemal Atatürk: “ Bir ulusun yaşlı yurttaşlarına ya da emeği geçmişlerine karşı tutumu, o ulusun kudretinin en önemli ölçüsüdür. ” demekte. Minibüsçüler, daha çok kazanç uğruna, aracın içini adım atılamayacak sayıda doldurarak, insan yaşamını tehlikeye atıyorlar. Sürücüler, bu yetmezmiş gibi bir de hız kurallarına uymuyorlar. Ses kirliliği yapıyorlar. Sonucunda; küçük kazalarda bile, çok denebilecek ölü-yaralı sayısının olması kaçınılmazdır. Bunlar, kaza riskini arttıran önemli etkenlerdir. Yanlış sürücülerde mi? Hayır!.. Elbette yayaların da kusurları var. Araçlara ben bineceğim, diye yola atlayarak hem kendinin hem de karşısındakinin yaşamını tehlikeye atanlar, kaldırımdan değil yoldan yürüyenler, araçta yer olmadığı için yolcu almayan sürücülerin arkasından kızgınlık davranışında bulunanlar oldukça çoktur. Bunlar, toplumun öncelikli sorunlarıdır. Bu sorunların tek çözümü, toplumu bu konularda eğitmektir. Aristo’nun dediği gibi: “Eğitimin kökleri acı, meyveleri tatlıdır.” Eğitilen insanlar bu yanlışları yinelemezler. Eğer bunları yoluna koyarsak, uygarlaşma yolunda bir adım daha atmış oluruz, düşüncesindeyim. Tüm bu aktardıklarımız sonrasında somut olarak “ peki ne yapmalı ? ” sorusu akla gelebilir. İşte saptamalarımız sonrasında başlıca akla gelebilenleri şöyle sıralayabiliriz: ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦

İlkin, kuralları bilen değil uygulayan bireyler olmalı. Yayalar, kaldırımdan yürümeyi alışkanlık haline getirmeli. Yolun bir tarafından öteki tarafına geçişlerde trafikçe belirlenen kurallara kesinkes uyulmalı. Yolu kapatmayıp inip bineceklere ve geçip arka tarafa gideceklere yol vermeli. Sırt ve el çantalarının başkalarına dokunmamasına özen göstermeli. Yolcular; iniş, biniş ve araç içinde kendisinden büyüklere yer verme inceliğini göstermeli. Toplum içinde nasıl davranış gösterileceğini bilmeli.Yolcular; araçlarda yüksek sesle konuşmamalı, esnerken ağzını kapatmalı, koltukların uygun yerine oturmalı, başkalarını rahatsız edebilecek davranışlardan sakınmalı.Yolcular, sadece duraklarda inip binileceğini bilmeli.

29


♦ ♦ ♦ ♦

Zaman kaybını önlemek için, ücretini ya da ücret yerine geçecek bilet ya da akbil önceden hazırlamalı. Yürürken, iniş binişlerde ve dönüşlerde dikkati seferber etmeli. Araç sürücüsü, temiz giyimli ve görünümlü olmalı.Davranışlarında kibar ve nazik olmak,ön plana çıkmalı.Aracın ses ve görüntü aygıtından yayılan ses kimseyi rahatsız etmemeli. Sürücü, para hırsını aklın önüne geçirmeyerek, araca belirlenen sayının üstünde yolcu almamalı. Sollama yasağına kesin uymalı.Sürücü, yolcuların önerilerine ya da düşüncelerine saygılı davranmalı.Yayanın mağdur olduğu düşüncesinden hareketle; sürücü yayalara karşı hoşgörülü olmalı...Saymalar çoğaltılabilir. Önemli olan güzel ya da olumlu davranışları çoğaltmaktır. İşte o zaman insanlar, daha mutlu yaşarlar...

BİZE GELEN KİTAPLAR BİZE GELEN KİTAPLAR BİZE GELEN KİTAP

r PERİHAN DİRİCAN

MEHMET IŞIKOĞLU

DR. ABDULLAH ÇELİK

Öğretmen Yazar Perihan DİRİCAN Eğitici ve Öğretici Nefis Masallar Bu kitap içinde yer alan masallarımız 1-GELİNCİK KIZ Bu güzel hikâye ile masallar dünyasında hoş bir yolculuk yapacaksınız. Güzel bir sevgi masalı Şiir okur gibi zevk alacaksınız. 2- BEKÇİ İLE KUNDUZLAR Orman hayatının tadına varacaksınız. Kunduzların macerasına bayılacaksınız. Bir Kunduz, insan yavrusunu emzirip

büyütebilir mi? Merak ediyorsanız, bu masalı okuyun. 3- KARINCA ÖZÜ

Phoer gibi fabrikalarda tercümanlık yaptı. Wuppertal de makina mühendisliği tahsili yaptı. Almanya da birçok sosyal hizmetlerde bulundu. İlk işçi şirketlerinin ve Türk derneklerinin kuruluşunda öncüluk etti. Değişik şehirlerde büro hizmetleri verdi.1985 senesinden bu yana Köln de teknik, sosyal danışmanlık ve turizm hizmetleri vermektedir. Vatan aşkı, sıla özlemi ve yar aşkı yürek potasında eriterek kalıplara döktü ve eseri şekillendirdi. Eserin yayına hazırlanmasında, Sayın Şair Ruhi Türkyılmaz, Şair Cemal Safi ve Prof. Dr. Tahsin Aktaş beylerin yardımlarından istifade etti. Almanya' da yaşayan birinci neslin kültür

Karınca özü nedir biliyor musunuz?Karıncaların dünyasında yaşamak

istiyorsanız, bu masalı okuyun. Güzel bir sevgi hikâyesi sizi bekliyor. 18 Mayıs 1939 tarihinde Hatay/Erzin'de doğdu. İlkokulu Kuzuculu'da okudu, ortaokulu dörtyol'da, Sanat Enstitüsünü Adana'da bitirdi. Askerliği yedek subay olarak yaptı.1962 yılında Almanya'ya geldi. Mülheim Ruhr, Essen gibi kentlerde Siemens, Krupp,

30


halkasını oluşturarak gelecek nesillere aktarmanın gururu ile küçük eseri sizlere takdim etti.

Haksızlık ve zorbalık, günlük yaşamın hangi noktasında olursa olsun, yürğin suskunluğuna neden olmamalıdır. İnsanın yüreğini tersyüz etmek, ancak eğitimli zorbaların işidir. Bu tür

kişiler hiç mi hiç işsiz kalmazlar... Bir kimseden beklentimiz, herhangi bir yiğitlik değil; yeter ki maşa konumunda bulunmasın. Gel gör ki, başkalarının paltosunu tutmaya alışkanlık edinenler, kendi paltolarını giymeyi bile akıl edemiyorlar;

zannediyorlar ki, paltolar başkalarınca tutularak giyilir. Haksızlık ve zorbalık, günlük yaşamın hangi noktasında olursa olsun, yürğin suskunluğuna neden olmamalıdır. İnsanın yüreğini tersyüz etmek, ancak eğitimli zorbaların işidir.

İSMAİL BEY GASPIRALI (GASPRİNSKİY) (1851 - 1914 ) İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 21 (eski takvime göre, 8)

Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu. Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı. Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu. Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü. Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu. Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı. Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı. Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi. 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti. Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı. 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü. 1878'de Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcısı seçilen İsmail Bey, ertesi yıl Belediye Başkanlığı'na getirildi ve 1884 yılına kadar bu görevde kaldı. Gaspıralı'nın gerek Kırım'da, gerekse çeşitli dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan diğer Kırım Tatarlarından çok farklı tecrübeler kazandırmıştı. Mevcut problemleri yakından müşahede ettiğinden, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini duyurmak arzusuyla yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs olarak, Akmescit'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Rus İslâmı" (Russkoe Musulmastvo) başlıklı sonradan risale olarak da yayınlanan bir dizi yazı yazdı. Burada, Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar aynı bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar çağa uygun bir maarif sisteminden ve bilimden mahrum bir halde bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde

31


gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyeti bu insanların içinde bulundukları geri kalmışlık ve ezilmişlik şartları altında değiştirilmesi mümkün olmayan bir vakıa idi. Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı'ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi. Öncelikle Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla da (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi. Tek tek ele alındığında mevcut meselelerle başa çıkabilmelerine ihtimal verilemeyen bu Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi.

♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥

BU SAYIMIZ İNCE EMLAK MÜLK OFİSİ KAYSERİ KATKILARIYLA YAYINLANMIŞTIR. TEŞEKKÜR EDERİZ.

EDEBİYATIMIZA HİZMET EDENLER

Neyzen Tevfik

HAYATI 1879-1953 24 Mart 1879'da Bodrum'da doğdu, 28 Ocak 1953 'de İstanbul'da öldü. Babasının görevleri bulunduğu Urla kasabasında amatör bir neyzenden nota ve usul bilgileri öğrenerek başladığı ney çalışmalarını kendi kendine ilerletti. İzmir İdadisi'ne girdiyse de bitirmeden ayrıldı. Bu arada gene kendi kendine Farsça öğrendi. İzmir Mevlevi hanesi'ne girdi. Daha sonra İstanbul'a yerleşerek Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti. 1902'de Bektaşi tarikatından nasip alarak Bektaşi dervişi oldu. Bir yandan da şiirle ilgileniyordu. Eşref'le ve Mehmet Akif'le tanıştı ve şiir konusunda her ikisinden de etkilendi. 1908'den sonra bir süre Mısır'da bulundu 1913'te İstanbul'a döndü. Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüştür. Sazını bir geçim kapısı haline geçirmemek için direnmiş, yalnızca içinden geldiği zaman ney üflemiştir. Neyzenliğini geliştirmek kaygısı duymamış, sanat değeri kalıcı bir müzikçi olmak için uğraşmamıştır. Neydeki başlıca ustalığı sazı iyi üflemesiydi. Belirli müzik kurallarının dışına çıkar, ama hep duyarak çalar ve dinleyenleri etkilerdi. Kendi açıklamasına göre yüze yakın plak doldurmuştur. Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyurmuştur. Kimi eleştirmenleri göre bu türün Nef'î ve Eşref'ten sonra üçüncü önemli temsilcisi sayılır. Ününün yaygınlaşmasında

32


halk tarafından çok sevilmesinin de çok büyük payı vardır. Ancak oldukça eski bir dil kullanması nedeniyle güç anlaşılan ve biçimsel açıdan yetersiz kalan bu şiirleri pek kalıcı olmamıştır. Yergilerini genellikle siyasal ve dinsel baskıya, çıkarcılığa yöneltmiş, toplumdaki tüm haksızlıkları çekinmeden dile getirmiştir. ESERLERİ : Şiir Kitabı: Hiç, 1919; Azab-ı Mukaddes, 1949. Beste: Nihavent Saz Semaisi; Şehnaz buselik Saz Semaisi; Taksimler, taş plak.

Su-i tedbirimle ya hu öyle .oklaştı ki işim hem ağzıma .ıçtı felek hem de ..ildi geçmişim NEYZEN TEVFİK

BİR ROMANCININ İTİRAFLARI

ATTİLÂ İLHAN

O günlerde İpek Film’e senaryolar yazıyorum. İhsan İpekçi bir gün dedi ki, "Bir de İstiklal Savaşı filmi yapsaydık, şöyle kostümlü filan..." Tasarıyı hemen benimsedim, o sıra yakın tarihimize merak sardırmışım ki, elime ne geçerse harıl harıl okuyorum, bu okumaların taze izlenimlerine dayanarak "esaslı" bir Kuvayı Milliye senaryosu çıkarmaktan iyisi mi olur? Önce adını yakıştırdım: "Barut Ekmeği" Ardından kahramanlarını oluşturdum: Filistin Cephesi’nde savaşıp Mütareke ile İstanbul’a dönmüş olan Yüzbaşı Ferit Bey ile iki gözü kör bir Abdülhamit paşasının evlatlığı Ruhsar Hanım! Yanlış aklımda kalmadıysa, film öyküsünü tamamlamış, asıl senaryoya geçmeyi planlıyordum, o iş "yattı". İşte sonradan Aynanın İçindekiler serüvenine atılmama neden olacak ilk adım budur. Kurtlar Sofrası’nı henüz bitirmiştim, (ya da bitirmek üzereydim) kolay kolay yayımlanabilecek gibi görünmüyordu, "Barut Ekmeği" tasarısından yeni ve boyutları geniş tutulmaş bir romana gitmek için ne zaman müsaitti ne zemin, gel gör ki Yüzbaşı Ferit Bey’den de kurtulamıyordum, sevgilisi Ruhsar Hanım’dan da! Sonunda bu iş "Mahur Sevişmek" diye bir şiire bağlandı. "Mahur Sevişmek"te hem bir bölüm hem bir şiir adıdır bu, şiirde açıkça Yüzbaşı Ferit’ten söz edilmiştir, Üsküdar’daki sevgilisinden de! Henüz Yeşilçam’daki umutlarım kırılmamıştı, bir dengine getirir, aklı başında bir film çıkartabilirim sanıyordum, "Barut Ekmeği" başka firmaların yüz vermeyeceği derecede "pahalı" bir yapım tasarısı olduğundan, onu bir kenara bırakıp başka senaryolara daldım. Yıl ya 1959 olacak, ya 1958! Tasarı olgunlaşıyor... Tasarı 1960 içinde kafamda olgunlaştı. Herkes gibi 27 Mayıs’ı ben de önce "istibdatta kurtuluş" gibi almıştım. Düşündükçe yakın tarihimiz içindeki asıl anlamını kavramaya yöneldim, çetrefil bir şeydi bu, bana öyle geliyordu ki Osmanlı’nın çöküşünden başlayıp 27 Mayıs’a kadar birbirini izleyen olayların bir iç diyalektiği vardır, bir de dış diyalektiği, bunların gelişim ve etkileşim süreçlerini bir roman içinde toparlamak ilginç olabilir. 1961’in ikinci yarısında yeni bir Paris yolculuğuna karar vermiştim. Uzunca bir süre orada kalmak, hem memlekete uzaktan bakmak, hem dünyada olup bitenleri iyice algılamak istiyordum. Şişli’de Şafak Sokağı’nda bir apartmanda otururdum, bir akşam yazı masama oturup beş ciltlik bir romanın şemasını çatır çatır çiziverdiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bir

33


de değişiklik uygulayacaktım bu romanda, olaylar 27 Mayıs’la Mütareke arasındaki süreyi kapsayacak, çıkış noktası daima 27 Mayıs olacaktı, geçmişi flash-back kullanarak verecektim, ayrıca kitabın her cildinde hem bağımsız bir roman, hem de aynı olayların kahramanlardan birisinin açısından yansıtılması gerçekleştirilmiş olacaktı. O ilk şemayı çoktan kaybettim. Ne var ki Paris’te ilk kitabın yazılışına başladığım sırada, onu belleğime geçirmiş olduğumu gördüm. Her romanımda böyle olmaz mı, ilkin ya olaylar ya kahramanlarla ilgili birkaç not alır, bir iki dosya düzenlemeye kalkışırım, arkasından bunlar belleğime geçer, ne notlara el sürerim, ne de dosyalara, romanı "kafadan" yazarım, resmen! Zaten zamanla notlar da yiter, dosyalar da. Yalnız Paris’e hareket edeceğim günlerde, romanın iskeletini kurmuştum. Belki Şükran (Kurdakul) da hatırlayacak, kitaplarımı o tarihte yayımlayan onun yayınevi olduğu için, giderayak sık sık buluşuyorduk, son buluşmalarımızdan birine gitmeden Bıçağın Ucu’nun "mekan" olarak içine oturacağı Kuledibi çevresinde uzun süre dolaşmıştım, Ataç Yayınevi’ne vardığımda bunun izlenimleriyle doluydum, bir süre oturup Şükran’la birlikte çıktık, Köprü’den Karaköy’e geçerken ona Kuledibi’ni gösterip yazacağım yeni romanlardan söz ettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Kahramanların çoğu hanidir benimle yaşıyorlardı. Gerçek, tasarımı aşar... Benim romancılığımda bu "kahraman" işi çok önemli! Nasıl oluyor bilmiyorum, çeşitli kişilerden toparlanmış izlenimler zamanla bir bileşim oluşturuyor, bu bileşim giderek "fizik" bir nitelik kazanıyor, o kadar ki oluşma süreci tamamlandıktan sonra o kahraman benimle birlikte bir gelişme sürecini yaşamaya koyuluyor. Evet, her kahraman tanışılmış, birlikte yaşanmış birkaç tipin bileşkesidir, birisinin sınıfsal konumu, ötekisinin cinsel diyalektiği, berikinin fizik nitelikleri bu bileşkenin içinde erimiş, yeni bir kişiliğin doğmasına neden olmuştur, ama bir kere bu oldu mu, o kişiler yiter artık, yaşamaya başlayan kişi kendi kişiliğini ve "biyografisi"ni sürdürür. "Aynanın İçindekiler"deki kahramanlardan ilk doğan elbette sonradan kitapta miralay rütbesiyle görünecek olan Ferit Bey’dir, bir de Ruhsar Hanım. Yalnız en çok dikkati çeken, çoklarınca gerçekte olmayacak, ya da yazarın imgeleminde uydurulmuş abartma bir tip sanılan Hayrun’un beş ciltlik roman içindeki tek gerçekten alınma kişi olmasına ne buyrulur? Kahramanların hepsi çeşitli tiplerden bileşimler ya, Hayrun bunun dışında kalıyor, zira böyle bir insan İstanbul’da gerçekten yaşadı. KAYNAK: edebiyattürk.com

34


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.