Robert Kolej Tarih Dergisi | Mayis 2014

Page 1

Keşmir Meselesi

Aborjinler

Deniz Hamamları

Robert Kolej Tarih Dergisi Mayıs 2014 | Sayı 11 | Bosphorus Chronicle’ın Mayıs ekidir.

Dosya Konusu:

Ortadoğu


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Künye Yayın Adı: İmtiyaz Sahibi : Sorumlu Müdür ve Uyruğu: Yönetim Yeri:

Sorumlu Öğretmen: Editör: Tasarım Editörü: Tarih Kulübü Üyeleri:

Yayın Türü: Yayın Dili: Yayın Konusu: Basım Yeri ve Tarihi:

“Bosphorus Chronicle Tarih” Bosphorus Chronicle Gazetesinin Ekidir. Özel Amerikan Robert Lisesi Güler Kamer (Türkiye Cumhuriyeti) Özel Amerikan Robert Lisesi Kuruçeşme Caddesi No: 87 Arnavutköy/İstanbul Telefon: 0212 359 22 22 Önder Kaya Merve Mehveş Çelebi M. Miraç Süzgün Merve Mehveş Celebi Yunus Emre Erdölen Elif Ece Acar M. Miraç Süzgün Damla Cinoğlu Cansu Yavascaoglu Okan Küçük Ayşenur Biçen Kenan Sarp Çelikel Mert Uşaklı Deniz Şahintürk Damla Ilıca Elsen Mutlu Ilgın Nas Zeynep Can Aksoy Ömer Özgen Volkan Çınar Gökberk Ünal Cihan Sebzeci Burak Yavuz Ahmet Kaan Armağan Mert Ali Düşünceli İrem İbrişim İdil Korkut Süreli Yayın Türkçe - İngilizce Okul Gazetesi Birmat Matbaacılık Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. - Nisan 2014


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

İçindekiler Cem Töre Gökçam 5 Andaman Adaları’nda Zoraki Medeniyetin Yakın Tarihi Elif Ece Acar 7 Japonya ve Rusya Arasındaki Bitmeyen Savaş: Kuril Adaları Ilgın Nas 8 Keşmir Meselesi İrem İbrişim 12 Olaylı Kışla: Taksim Kışlası

Cansu Yavaşçıoğlu 13 Avustralya Yerlileri: Aborjinler Damla Ilıca 14 Sabiler ve Sabi Uygarlığı Mert Düşünceli 16 Ahameniş İmparatorluğu’nda Sosyal Yapı Elşen Mutlu 18 Doğu’nun Uyanışı: Kavalalı Mehmed Ali Paşa Islahatları Mehveş Çelebi 20 Lübnan İç Savaşı Deniz Şahintürk 22 Baas Rejimi ve Türkiye M. Miraç Süzgün 24 1918 Sonrası Suriye Merkezli Türk-Arap İlişkileri Yunus Emre Erdölen 27 Demokrasinin Siyasal İslam ile Dansı: Tunus Ahmet Kaan Armağan 28 Aman Petrol... Canım Petrol: 1953 İran Darbesindeki Dış Etkiler Ilgın Nas 30 Salman Rüşdi ve “Utanç” Zeynep Can Aksoy 32 Şehr’i İstanbul’da Bir Gezi Mert Uşşaklı 36 Meiji Restorasyonu: Japonya’nın Radikal ve Sancılı Modernleşme Süreci Damla Cinoğlu 38 Kızıl Vahşetin Kurbanı Tibet Gökberk Ünal 40 Üç Krallık Deniz Vural 41 Victoria Dönemi Kıyafet Reformu Zeynep Can Aksoy 44 Paris Komünü Ömer Özgen 45 Mucitliği Unutulmuş Eğitimci: Cyrus Hamlin Burak Yavuz 47 Mossad ve 1972 Münih Olimpiyatları İdil Korkut 49 İstanbullu Yazın Geldiğini Deniz Hamamlarından Anlardı Okan Küçük 51 Şükran Gününün Önemi ve Asılsız Soykırım Söylemleri (?) Yunus Emre Erdölen 52 Profesör İlber Ortaylı Okulumuzdaydı


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Editörden Mehveş Çelebi

Yüzyıllar boyunca farklı etnik ve dini gruplardan oluşan yapısıyla dikkat çeken Ortadoğu, bölgedeki halk hareketleriyle son yıllara damgasını vurmuştur. Ülkemize oldukça yakın bir coğrafyada gerçekleşen bu olayların temeline inebilmek içinse, Ortadoğu’nun tarihine bakmak bize yardımcı olacaktır. Bu sebeple, biz de tarih kulübü olarak Arap dünyasında yaşanan bu büyük değişimden yola çıkarak Ortadoğu’yu kapağımıza taşımayı uygun bulduk. Kulübümüzün tarih sever yazarlarının Ortadoğu’nun çeşitli tarihi olaylarını, mezheplerini, milletlerini incelediği yazılarını okumak, çoğumuz için cevabını bilmediğimiz sorularla dolu olan bu bölgeyi daha iyi anlamamıza vesile olacaktır. Dergi kapak konusu hakkında sekiz arkadaşımız, siz değerli okurlarımız için Ortadoğu’yla ilgili bilgilendirici çalışmalar hazırladı. Dosya konusu, Damla Ilıca’nın Sabiler ve Sabilik dinini incelediği yazısıyla başlıyor. Bu yazıyı, Elşen Mutlu’nun, Osmanlı Devleti’nin Mısır valisi olduğu süreçte isyanıyla Mısır Hidivliğini kuran Kavalalı M. Ali Paşa hakkındaki araştırması takip ediyor. Dergimiz, Lübnan İç Savaşı’nın neden ve sonuçlarının irdelendiği bir yazıyla devam ediyor. Suriye’deki Baas rejiminin tüm hatlarıyla ele alındığı ve Suriye’nin günümüzdeki yönetim şeklini anlamamıza yardımcı olacak olan kapsamlı makale, Deniz Şahintürk’e ait. Yunus Emre Erdölen’in Tunus Baharı hakkındaki yazısıysa benim çok beğendiğim yazılardan bir tanesi. Bu yazı, Arap baharının başlamasında büyük etkisi olan bu halk hareketiyle ilgili derli toplu bir bilgi edinmemizi sağlayacak. Ortadoğu’daki milliyetçiliğinin farklı bir bakış açısıyla ele alındığı, Miraç Süzgün’ün “Arap Milliyetçiliği” adlı makalesi eminim ilginizi çekecektir. Kaan Armağan tarafından yazılan makaleyse, İran hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese hitap ediyor. Bu makalenin, Ortadoğu’daki en büyük ve en eski uygarlıklardan biri olan İran’ın anlaşılmasını sağlayacağı aşikâr. Dosya konusuyla ilgili son yazı, Ilgın Nas’a ait. Yakın tarihin

önemli yazarlarından Salman Rüşdi’yi an- Vural’ın Viktorya dönemi kadın kıyafetleri lattığı yazısı, onun Hindistan tarihi ve poli- hakkındaki yazısı, hem konusunun farklıtikasına eleştirel yaklaşımına ışık tutuyor. lığı hem de akıcı diliyle dergimizin önemli yazılarından biri olarak dikkat çekiyor. Dergi kapak konusu dışındaki 13 adet ya- Zeynep Can Aksoy’un Paris’te, 1971 yılında zıyla ilginç konuları irdelemeye devam yalnızca iki aylığına iktidarda kalmış olan ediyor. Bu yazılardan bir tanesi, Cem Töre Paris Komünü’nü anlattığı çok doyurucu ve Yalçınbaş’ın “Andaman Adaları ve Zoraki bilgilendirici yazısı dergimizde bulunuyor. Medeniyet” adındaki araştırması. Gerek ko- Özellikle okulumuz öğrencilerinin ilgisini nusu gerekse üslubuyla derginin kaçırılma- çekeceğine inandığım yazılardan biri de ması gereken yazılarından. Elif Ece Acar’ın, Ömer Özgen’e ait. Robert Kolej’in kurucuRusya ve Japonya arasında anlaşmazlıklara su olan Cyrus Hamlin hakkındaki bu yazı, yol açan Kuril Adaları hakkındaki ustaca okulumuzun kuruluşunu öğrenmemize de kaleme alınmış makalesi oldukça ilgi çe- vesile olacaktır. Bu yazıyı, Burak Yavuz’un kici. Bu makaleyi, Ilgın Nas’ın Hindistan ve İsrail gizli servisi Mossad’ı cesaretle ele Pakistan arasındaki Kaşmir meselesini akıcı aldığı öğretici çalışma izliyor. Dergimiz, ve düzgün üslubuyla anlattığı araştırması gelecekte kulübümüzü sırtlayacağına takip ediyor. Geçtiğimiz yaz yeniden inşası inandığım İdil Korkut’un deniz banyolarını hakkında çıkan olaylarla gündeme gelen incelediği yazısıyla son buluyor. Oldukça ilTaksim Kışlası’nın tarihini merak ediyorsa- ginç bir konuya sahip olan bu yazıyı, hiçbir nız, İrem İbrişim’in yazısını okumanızı öne- okuyucumuzun kaçırmamasını dilerim. ririm. Cansu Yavaşçaoğlu’nun Avustralya yerlileri üzerine yazdığı kapsamlı yazısı da Tarih kulübü olarak, bu dergiyi çıkarmak bu konudaki bilgilerini arttırmak isteyenler dışında Ayvansaray bölgesine bir tarih gezisi de düzenledik. Bu gezi hakkındaki deiçin önemli bir kaynak. tayları, Zeynep Can Aksoy’un kaleme aldığı Dergi, Mert Uşşaklı’nın konusu ve içeriği gezi yazısında bulabilirsiniz. itibariyle ilgi uyandıran çalışması “Meiji Restorasyonu” yazısıyla devam ediyor. Bu Tüm okurlarımızı her sayfası tarihle dolup çalışma, Japonya’nın siyasi ve toplumsal taşan bu dergimizle baş başa bırakmadan yapısında büyük değişikliklere yol açan bu önce, bu yıl yurtiçi ve yurtdışındaki üniverolaylar dizisini gerçek anlamıyla anlamak sitelere başlayacak olan son sınıflara mutisteyenlere çok yardımcı olacaktır. Etnik luluk ve başarı dolu bir hayat diliyoruz. çeşitliliğiyle dikkat çeken Çin, Damla Cinoğlu’nun “Çin ve Azınlıklar” adlı yazısın- Herkese iyi okumalar. da kapsamlı bir şekilde inceleniyor. Deniz

~4~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Andaman Adaları’nda Zoraki Medeniyetin Yakın Tarihi Cem Töre Gökçam

Neo-emperyalizmin dünyayı ele geçirmek için bir yarışa dönüştüğü 18. yüzyılın en büyük etkisi, Afrika ve Asya’nın batı dünyasından çok uzaktaki toplumlarına olacaktır. Hint yarımadasının güneyindeki izole Andaman Adaları’nın yerlileri ise bu toplumlardan sadece biri. Andaman yerlilerinin Afrika’dan en erken göç eden insan gruplarından biri olduğu tahmin ediliyor. 1 Bu gruplar Avrupalı kaşiflerin kendilerine verdiği “negrito” ismi ile bilinmekte. Negritoların Afrika’yı Paleolitik Çağ’da terk etmiş olduğu düşünülüyor ve bugün Güneydoğu Asya’da Andaman Adaları dışında Malezya ve Filipinler’de de bulunmaktalar 2. Andaman Eski Dünya’da uzun süredir tanınıyor olsa da en yakın yerleşik kültür olan Hindistan’a 1200 kilometreye yakın uzaklıkta olması Andaman kültürlerinin kendi başına gelişmesine olanak tanıdı. 1800’lerde İngiliz kolonicileri adalara ayak bastığında Andaman’daki toplumlar binyıllardır devam ettirdikleri avcı-toplayıcı yaşamlarını sürdürmekteydi.

İki Büyük Andamanlı, 1926.

yok etmedi; zaten ilk teması yaşayan kabilelerin çoğunun yok olma nedeni de bu değildi. Yabancılar, yerlilerle yaşadıkları problemlerde (yerliler topraklarını savunmaya çalıştığında) çözümü öldürmekte buluyordu; ve en önemlisi binyıllardır izole olan bu insanlar Batı’nın bağışıklık kazandığı hastalıklar karşısında tamamen korumasızdı. Tehlike o kadar büyüktü ki kabileler, hastalanan üyelerini hastalık yayılmadan öldürmeye başladılar. Ada kolonize edilmeye başlandığında yerlilerin nüfusu İngiliz sayımına göre 3500 kişiydi. 4 Bugün hayatta kalan Büyük Andamanlı sayısı 56. 5 Bu korkunç sayının dışında hayatta kalanların çoğunun Hintleşmesi ya da kaybolmamak için Hint yönetiminin yardımına muhtaç olması Büyük Andamanlıların geleceği için kötümser bir tabloya işaret ediyor. Yerliler alkolizmin pençesinde ve kültürlerini kaybetmenin eşiğinde; ve Hint hükümeti tarafından sürekli yerleri değiştirildiği sürece tünelin ucundaki ışık belirmeyecekmiş gibi duruyor. Yakın zamanda adalarda konuşulan Büyük Andaman dillerinden son ikisinden biri olan Aka-Bo dilinin yok olması bu tehditi gözler önüne seriyor. 6 Skalanın diğer ucundaki, yabancılarla ve diğer yerli kabileler ile teması binyıllardır reddetmiş bir kabile olan Kuzey Sentinel adasının yerlileri Sentinellerin durumunu anlamak için bu milenyumun en önemli tarihlerinden birine gitmek gerekiyor. 2004 Aralık’ındaki Hint Okyanusu depremi ve onu takip eden tsunami, Hint Okyanusu’na kıyısı olan her kara parçasında faciaya yol açtı. Dünya çapında son sayımlara göre 7 280000 kişinin ölümüne yol açan depremin (ve sonucundaki tsunaminin) merkezinin en yakın olduğu kara parçalarından biri de Andaman Adaları’ydı. Adanın Hintlilerin çoğunlukta olduğu metropol bölümü bile olaydan şiddetli şekilde etkilenmişti, ve bu yüzden adanın dokunulmamış kabilelerinin sonları belli gibiydi. Bu dokunulmamış kabilelerin 4 Mann, 39. 5 Anvita Abbi, A Grammar of the Great Andamanese

İngilizler adaya geldiklerinde takımadaların ana adalarında yaşayan Büyük Andamanlılar ile karşılaştılar; bu isim aslında on ayrı kabileyi kolektif olarak tanımlamaktaydı ve bu kabileler adadan haberdar olan fakat kalıcı olarak yerleşmemiş Hint hanedanları ile etkileşime nadiren geçmişlerdi. 3 Koloniciler gelir gelmez adaları Hint suçlular için bir hapishane olarak kullanmaya başladı ve yerliler de kaçanları yakalamak ile yükümlü kılındı. İngilizler direkt olarak Andamanlıları Language: An Ethnolinguistic Study. 6. 6 http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/ 1 http://andaman.org/book/chapter1/text1.htm asia/india/7161422/Language-lost-as-last-member2 http://www.survivalinternational.org/news/175 of-Andaman-tribe-dies.html 3 Rann Singh Mann, Andaman and Nicobar Tribes 7 http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/4204385. Restudied: Encounters and Concerns. 40.

stm

~5~

Bengal Körfez’inde Tayland ve Hindistan’ın ortasındaki izole Andaman Adaları’nın haritası. Büyük Andamanlılar kolonileşmeden önce ana adaların tamamında yerleşik durumdalardı. Jarawa’lar aynı adaların güneyinde, Sentineller adaların hemen batısındaki küçük adada yaşamaktalar. En alttaki Güney Andaman adasında ise bir başka kabile, Ongé’ler bulunmakta.

arasında bu bölümün konusu olan Sentineller’in durumu özellikle ilginçti. Kolonicilerin geçmişte Kuzey Sentinel adasını işgal etmemesinin temel sebebi yerlilerin işgale şiddetli tepkileriydi; adaya vuran denizciler ve balıkçılar istisnasız öldürülmüşlerdi ve İngilizler küçük bir ada için büyük kayıplar riske etmemeyi seçtiler. Modern dünya ile en küçük bir temas bile kurmamış bu toplumun yakın tarihin en ölümcül olaylarından birini atlatması imkansız sayılırdı. Tsunamiden iki gün sonra adada hayatta kalan yerlileri bulmak için bir helikopter gönderildi, ve afetin en iyi bilinen fotoğraflarından biri o gün çekildi. Hint Sahil Güvenliği’nin çektiği bu fotoğraf, helikopteri düşman bir canlı sanan bir Sentinel yerlisini helikopteri okuyla kovalarken gösteriyordu. Fotoğrafın sembolik anlamı bir yana, adada Sentineller’in zarar gördü-


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 ğüne dair herhangi bir işaret yoktu ve mesajları hala kesindi: “Bizim kimseye ihtiyacımız yok.” Sentinellerin kuşaklar boyunca aktarılan bir bilgi sayesinde hayatta kaldığı düşünülüyor; çünkü dünya ile temas kurmuş yerliler deprem olduğu anda adaların en yüksek bölgelerine hareket etmeleri gerektiğini biliyorlardı. 8

Bugün Hint yetkililerin “barışçıl” temas denemelerinin birkaç defa başarısızlığa uğramasından dolayı (başarısızlığa uğramak burada adaya yaklaşan her yabancının öldürülmesi anlamına geliyor) hükümet Sentineller ile temas kurma çalışmalarının bitirildiğini ve kabilenin rahat bırakılacağını açıkladı. Yine de adanın bakir koylarından avantaj elde etmek isteyen Hindistan ve Burma asıllı balıkçılar halk için büyük tehlike oluşturmakta. Büyük Andamanlılar’ın “zoraki medeniyeti” beraberinde hastalık, alkolizm ve yok oluşu getirmişken Sentinellerin kendine tamamen yetebiliyor olması Andaman adası halklarına yaklaşım için bir uyarı olmalı. İki halkın tam arasında Büyük Andamanlıların eskiden yaşadığı adaların batısına yerleşmiş olan Jarawa’lar ise bu ikilemin tam ortasında bulunuyor. Jarawa’lardan bahsetmeye başlarken bir tarihten değil, bir yoldan bahsetmek daha doğru. Jarawa’ların evleri olan ormanların tam ortasından geçen 223. otoyol (ya da Great Andaman Trunk Road) Jarawa’ların hayatları için büyük bir tehlike oluşturuyor. 1997 yılına kadar çoğunlukla dış dünyaya karşı Sentinellere yakın bir davranış gösteren Jarawa’lar ile ilk olumlu temas, ormanda yaralı bulunan Enmei isimli bir çocuk sayesinde oluyor. Bölgede bir hastanede iyileştirilip ormana geri gönderilen Enmei, grubun ormandan dışarı çıkmasını ve dış dünyayla temas kurmaya başlamasını sağladı. Jarawa’lar toplum olarak özel mülkiyet anlayışına sahip olmadığı için tanıştıkları insanların yiyeceklerini problem yokmuşçasına almaya çalıştılar. Bu durum adadakiler ve ada dışındaki yetkililerin Jarawa’ların açlık çektiğini düşünmesine 8 http://www.cbsnews.com/news/ancient-tribestouched-by-tsunami/

Kuzey Sentinel adasında uzaktan fotoğrafı çekilen bir sahilde yaklaşan tekneyi izleyen Sentineller.

sebep oldu, ve buradan sonrası iki yüz yıl önce öğrenmemiz gereken bir dersin tekrarına dönüştü. 223. otoyolun ve bu temasların etkisi ile Andamanlılar “medeniyet” ile tanışmaya başladı. Binyıllardır avcı-toplayıcı olarak yaşayan halk yoldan geçen arabaları durdurup hazır yemek ve tütün almaya çalıştılar, ve sonucunda Jarawa’lar arasında bugün tütün, alkol ve esrar bağımlılığı yaygın. 1999 ve 2006 yıllarında iki defa kritik nüfus kayıplarına yol açan kızamık salgınları yaşandı. Bunun dışında adaya gelen turistlerin otoyol etrafındaki Jarawa’lara vahşi hayvanlar gibi davrandığı “insan safarileri” yapıldığı ve Jarawa kadınlarının yine bu safarilerde cinsel tacize uğradığı 9 bilinmekte. Jarawa’lara verilen giysilerin bile deri enfeksiyonlarına yol açtığı düşünülürse Jarawa’ların ne kadar sistematik ve dikkatli şekilde korunması gerektiği ortada, ancak ne yazık ki böyle bir zihniyetin hayata geçirildiğinden bahsetmek mümkün değil. 2002 yılında Hint yargısı otoyolun kapatılması gerektiği yönünde bir kararda bulundu, ancak yol hala açık ve insan safarileri hala devam ediyor. 2004 yılından beri uzmanların ve Survival International gibi bu kültürleri korumak için kurulmuş örgütlerin baskısı ile Hint hükümeti Jarawa’lara Sentinel’lere uygulanan politikanın uygulanacağını açıkladı. Bugün takım adalarda sadece 400 Jarawa yaşamakta, ve dünya üzerindeki en izole ve en özel kültürlerinden biri olan Jarawa kültürünün korunması düşündüğümüzden çok daha önemli. 9 http://www.theguardian.com/world/2014/feb/01/ andaman-islands-jarawa-sex-abuse-outsiders

~6~

Kaynakça: “Jarawa.” Survival International, n.d. Web. 01 Mar. 2014. “Summary and Recommendations.” Andaman and Nicobar Administration, n.d. <http://www.and.nic.in/C_charter/Dir_ tw/ecr/Summary%20and%20Recommendations.pdf>. Abbi, Anvita. A Grammar of the Great Andamanese Language: An Ethnolinguistic Study. N.p.: , n.d. Print. Andaman and Nicobar Islands, Development Report. New Delhi: Academic Foundation, 2008. http://www.nbcnews.com/id/6793511/ ns/world_news-tsunami_a_year_later/t/ arrow-wielding-survivors-emerge-forest/#. Uy6-s6iSzTo http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/asia/india/7161422/Language-lostas-last-member-of-Andaman-tribe-dies. html http://w w w.wired.com/wiredscien ce/2011/02/uncontacted-gallery/ Lee, Richard B., and Richard Heywood Daly. The Cambridge Encyclopedia of Hunters and Gatherers. Cambridge, U.K.: Cambridge UP, 1999. Print. Mann, Rann Singh. Andaman and Nicobar Tribes Restudied: Encounters and Concerns. New Delhi: Mittal Publications, 2005. Mukerjee, Madhusree. The Land of Naked People: Encounters with Stone Age Islanders. Boston: Houghton Mifflin, 2003. Sharma, A. N. Tribal Development in Andaman Islands. New Delhi: Sarup & Sons, 2003.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Japonya ve Rusya Arasındaki Bitmeyen Savaş: Kuril Adaları Elif Ece Acar

Rusya’nın en doğusundaki Kamchatka Yarımadası’nın güneyi ile Japonya’nın Hokkaido Adası arası boyunca uzanan Kuril Adaları, bu iki ülkenin ilişkilerinde neredeyse altmış yıllık bir gerginliğe ve soruna sebep olmaktadır (BBC, 2013). Dördü büyük ve yaşanılabilir olmak üzere toplam elli altı adadan oluşan bu bölge, onlarca farklı milletten yaklaşık otuz bin insanı içinde barındırmaktadır. Ancak bir türlü çözülemeyen problemler bölgenin kötü yönetimine neden olmuş, bu da orada yaşayan insanların yoksulluk sınırının altında bir hayat sürmelerine yol açmıştır. Otuz beşi etkin yüz volkana sahip olmasına ve dünyanın önemli deprem kuşaklarından biri üzerinde yer almasına rağmen, iki ülke de Kuril Adaları üzerinde hak iddia etmeye devam etmektedir. Adalar, Ohotsk Denizi’ni denetlediği için stratejik önemi yüksektir. Bunun yanı sıra bu adalar balıkçılık için son derece elverişli olup petrol ve doğalgaz gibi değerli enerji rezervlerine sahip oldukları düşünülmektedir (BBC, 2013). Adaların paylaşılamaması sorununun kökeni II. Dünya Savaşı’na kadar dayanır. Rusya, bu adaları Güney Kuriller olarak adlandırmaktadır ve II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren bu adaları kendi toprakları içerisinde görmektedir. Japonya ise Kuzey Toprakları olarak isimlendirdiği bu adaların kendisine ait olduğunu ve II. Dünya Savaşı sonrası Rusya tarafından işgal edilerek ülkeden koparıldığını savunmaktadır. Bu tartışma sebebiyle Japonya ve Rusya, hala II. Dünya Savaşı’nı sonlandırmak amacıyla resmi bir barış antlaşması imzalamamıştır. 1855 yılında iki ülke arasında imzalanan Shimoda Antlaşması, güneydeki dört ada üzerindeki egemenlik hakkını Japonya’ya, kuzeydekilerinkini ise Rusya’ya vermiştir. 1 Aralık 1943’teki Kahire Konferansı Bildirisi’nde, Japonya’nın I. Dünya Savaşı sonrası Pasifik’te ele geçirdiği veya işgal ettiği bütün adaların -Kuril Adaları da dahil olmak üzere- haklarını Sovyetlere devredeceği yazmaktadır (Ekrem, 2011). Ardından Şubat 1945’te Yalta Konferansı sırasında alınan gizli kararlar sonucu 8 Ağustos gününde Sovyetler ordusu Japonya’ya savaş ilan etmiştir (Ekrem, 2011). II. Dünya Savaşı esnasında müttefik kuvvetler Japonya’nın Kuril

Kuril Adaları Adaları’nın SSCB tarafından kontrol altına alınmasına karar kılmışlardır (Ekrem, 2011). Japonya’dan 1904 yılında Çarlık Rusya döneminde ele geçirdiği bütün toprakları, yani Kuril Adaları ve çevresini kapsayan bütün adaları geri vermesi talep edilmiştir. Bundan cesaret alan Sovyet kuvvetleri, en büyükleri Habomai, Shikoton, Etorofu ve Kunashiri olarak bilinen Japonya’nın hak iddia ettiği dört adayı da 28 Ağustos-5 Eylül 1945’te işgal etmiştir (Ekrem, 2011). Bundan birkaç yıl önce, 13 Nisan 1941 tarihinde, Japonya ile Sovyetler arasında bir saldırmazlık antlaşması yapılmıştır. Karşılıklı toprak bütünlüğüne vurgu yapan bu beş yıllık antlaşma, henüz süresi dolmadan, 5 Nisan 1945’te, Sovyetler tarafından feshedilmiştir. Savaşın sonlarında, 1949 yılına kadar, adalarda yaşayan on yedi bin Japon, bölgeyi terk etmek zorunda kalmış ve ülkelerine geri dönmüşlerdir (BBC, 2013). Sovyetler, 8 Eylül 1951’de Japonya ile barışı sağlamak amacıyla düzenlenen, San Francisco Barış Antlaşması’nın tartışıldığı toplantıya katılmış, ancak ABD ve İngiltere’nin sunduğu taslağa karşı çıktığı için bu antlaşmaya imza atmamıştır. Sovyetler ile Japonya arasındaki bir barış antlaşması müzakeresi de Haziran ile Ağustos 1955 tarihleri arasında gerçekleşmiş, fakat yine bir sonuca varılamamıştır (Ekrem, 2011). 19 Ekim 1956 tarihinde Sovyetler ile Moskova’da imzalanan Japonya-Sovyet Ortak Deklarasyonu’nda iki ülke arasındaki savaşın sona ermesi, diplomatik ilişkilerin kurulması, ve Sovyetlerin savaş tazminatından vazgeçmesi gibi konular yer almaktadır (BBC, 2002). Aynı zamanda Japonya’nın Etorofu ve Kunashiri Adası’ndaki hak taleplerinden vazgeçmesi doğrultusunda, Sovyetlerin Shikotan ve Habomai Adası’nı Japonya’ya devredeceği belirtilmektedir (Ekrem, 2011). Ancak iki ülke arasında tartışmalı olan adalar yüzünden bir barış antlaşması imzalanmamıştır. Bütün

~7~

bunlara rağmen Japonya, 12 Aralık 1956’da Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildikten sonra söz konusu dört ada üzerindeki haklarını saklı tuttuğunu ifade etmiştir (Krivosheev, RIA, 2011). Yakın Zamanda Kuril Adaları Sorunu 1 Kasım 2010’da Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, Rusya’da Güney Kuril Adaları denilen, Japonya’da ise Kuzey Toprakları olarak ifade edilen Kunashiri Adası’nı ziyaret etmiştir. Oradaki halkla bir araya gelen Rus Devlet Başkanı, bölgeye yapılacak yatırımların arttırılacağını belirtmiş ve oradaki Rus Birliklerini denetlemiştir. Başkan Medvedev adaları ziyaret eden ilk Kremlin lideridir (Buerk, BBC, 2010). Bu ziyaret Rus liderlerinin ilk tarihi ziyareti olmasının yanı sıra Japonya ile Rusya arasında yeniden bir gerginlik yaratmaya yetmiştir. Medvedev’in bu ziyareti Japonya’da büyük yankı yaratmış ve Başbakan Naoto Kan, bu gezinin iki ülke ilişkilerine zarar verecek büyük bir hata olduğunu vurgulayarak Medvedev’i suçlamıştır. Rusya ise Japonların Rusya’nın içişlerine karışma yetkisi olmadığını belirterek sert bir tepki göstermiştir. Japonya tarafından hoş karşılanmayan Kunashiri Adası ziyareti, bu problemi tekrar gündeme taşımış ve Japonya’nın meseleyi büyüterek bir kez daha uluslararası kamuoyuna yansıtmasına fırsat tanımıştır (BBC, 2013). Günümüzde Kuril Adaları’nda otuz bin civarı Rus yaşamakta ve de Rus askeri kuvvetleri Iturup adasındaki varlığını sürdürmektedir (Krivosheev, RIA, 2011). Japonya ve Rusya arasında onlarca yıldır bir devam eden Kuril Adaları sorununun çözülememesi, dünyada alan hâkimiyetinin hala önemli bir değişken olduğunu da kanıtlar niteliktedir. Bu sorun, iki ülke arasında barış sağlanmasının önündeki temel engellerden biridir.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Keşmir Meselesi Ilgın Nas

Hindistan federal cumhuriyetini oluşturan yirmi sekiz eyaletin en büyüklerinden biri olan Cemmu ve Keşmir, Himalaya Dağları üzerinde kurulmuş olup batıda Afganistan ve Pakistan, doğuda Çin Halk Cumhuriyeti, güneyde ise Hindistan’ın diğer eyaletleri tarafından çevrelenmiştir. Kısaca Keşmir olarak bilinen eyaletin diğer önemli bölgeleri Gilgit, Baltistan, Hunza, Ladakh ve Nagar’dır1. Keşmir, dünyanın en fazla nüfusa sahip bölgeleri arasında sayılmaktadır. Maurya imparatorlarından Ashoka (MÖ 269232) tarafından kurulduğu tahmin edilen yaz başkenti Srinagar, Hindistan’ın en eski şehirlerinden birisidir. Dünyanın en yüksek ikinci dağı olan K2 (Goodwin Austin) ve dünyanın en uzun buzullarından Baltoro da dâhil olmak üzere doğanın birçok mucizesi bu küçük bölgede toplanmıştır. Kendisini çevreleyen dağlardaki karların erimesiyle oluşan gölden ortaya çıktığı rivayet edilen Keşmir Vadisi, iyileştirici etkisi olan su kaynaklarına, birçok büyüleyici şelaleye ve sayısız göle sahiptir. Bu göllerden bir tanesi olan ve Srinagar’ı iki yakaya bölen Dal Gölü’nün çevresinde Hindistan’ın hükümdarları tarafından yaptırılmış 777 tane bahçenin var olduğu söylenir.2 Bölgenin her tarafında bulunan tarihi eserler, tapınaklar ve camiler, Cemmu ve Keşmir’in binlerce yıllık tarihine ve kültürel çeşitliliğine ayna tutar. Keşmirlilere, gerek kültürel değerleriyle gerek tarihsel önemiyle gerekse doğal güzellikleriyle eşi benzeri bulunmayan topraklarını yalnızca tek bir kelime ile anlatırlar- “Bahisht”, yani “dünyadaki cennet”.3 Ancak işin üzücü olan yanı, yukarıda çizilen tarihi resmin günümüzün Keşmir’ini doğru olarak yansıtmamasıdır. Keşmir, Birleşik Krallık güçlerinin Hindistan alt kıtasından çekildiği ve Hindistan ile Pakistan’ın iki ayrı ülke olarak bağımsızlık kazandığı 1947 yılından beri bu iki ülke arasındaki diplomatik ve askeri çekişmenin temel sebebi olmuştur. Yıllardır süregelen ve sırasıyla 1947-48, 1965 ve 1971 yıllarında üç sıcak savaşa yol 1 Leither, 10 2 Crave, 90 3 Ataöv, 7

açan Keşmir meselesi; terörizm, dış ülkelerin etkisi ve paralı askerlerin kullanımı gibi sebeplerle daha da karmaşık bir hale gelmiştir.4 Keşmir konusunda uluslararası farkındalığın artırılması ve konuya en kısa zamanda kalıcı bir çözümün bulunması, yalnızca bölgedeki nüfusun güvenliği ve Güney Asya’daki istikrar açısından değil, uluslararası güvenliğin sağlanması açısından da büyük önem taşır; zira ikisi de dünyanın önemli nükleer güçlerinden olan Hindistan ve Pakistan arasındaki yeni bir çatışmanın doğuracağı sonuçlar tahmin bile edilemez.

prens, Rinchin geçmiştir. Daha sonra İslam’ı kabul eden ve Rinchin Shah (ya da Sadr-udDin) adını kullanan Rinchin, bölgenin ilk Müslüman hükümdarı olmuştur.6 Rinchin’in ardından başa geçen Şah Mir, bölgeyi 222 yıl boyunca yöneten Sultan Hanedanı’nın ilk hükümdarıdır. Hanedanlığın hükümdarlarının çoğunluğu, yönetimleri süresince hoşgörü ve toleransı ilke edinmişlerdir.

Srinagar şehri, Maurya İmparatoru Büyük Asoka ya da (başka bir) Keşmirli Asoka tarafından MÖ 250 yılları civarında kurulmuştur. Asoka’nın ölümünden sonra bölge, yüzyıllar boyunca mlecchas (yabancılar) tarafından idare edilmiştir.5 Yoksulluk, açlık, yüksek vergiler, sık sık ortaya çıkan ayaklanmalar, sivil savaşlar ve yıkımla dolu bir dönemin ardından bölgenin yönetimine Keşmir’e birkaç yüz askerle gelen Tibetli mülteci bir

Türk-Moğol kökenli toplulukların Hindistan’a girişi Babür Şah’ın Delhi Sultanı İbrahim Lodi’yi Panipat Savaşı’nda yenilgiye uğratmasıyla başlamıştır. Bu zaferin ardından 1526 yılında Babür İmparatorluğu’nu (Hint-Moğol İmparatorluğu) kuran Babür Şah, ordusuyla stratejik Kaşmir topraklarına giren ilk Moğol İmparatoru olmuştur.7 Oğlu Hümayun Şah (1530-56), 1540 yılında Srinagar’ı savaşmadan ele geçirmiş, ancak bir buçuk ay sonra çekilmek zorunda kalmıştır. Sonunda Ekber Şah’ın (15556-1605) yaptığı fetih, Keşmir bölgesini Moğol İmparatorluğu’nun bir parçası haline getirmiştir. Ardından başa geçen Cihangir, Keşmir bölgesine duyduğu sevgi nedeniyle bölgeyi birçok

4 Ataöv, 3 5 Lal, 11

6 Ataöv, 31 7 Dale, 37

Cemmu ve Keşmir’in İlk Hükümdarları

~8~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 kez ziyaret etmiş, bölgede efsanevi Şalimar Bahçelerini oluşturmuş, bölge halkının sıkıntılarını azaltmak için kadınların, eşlerinin ölümünün ardından diri diri gömülmesi gibi gelenekleri kaldırmıştır. Oğlu Şah Cihan ise bölgede başka birçok bahçe oluşturmanın yanı sıra güçlü bir ulaşım ağı da kurmuştur. Şah Cihan’ın ölümünün ardından ise Moğol İmparatorluğu’nun yıldızı sönmeye başlamıştır. Başa geçen Evrengzip (165889) her ne kadar dürüst bir hükümdar olsa da, yaptığı toplumsal ayrımcılık sonucunda kendisinden önce gelen hükümdarların kurduğu düzeni sarsmıştır. Evrengzip’in hanedanlığı boyunca ve sonrasında Cemmu ve Keşmir, sık sık patlak veren ayaklanmalar ve dini fanatizmin yankılarıyla sarsılmıştır. Müslüman olmayan topluluklara yapılan baskı ve katliamlar Hinduların güneye, Budistlerin ise Ladakh bölgesine kaçmalarına sebep olmuştur.8 Keşmir Vadisi, Sünni Müslümanların sayıca üstün olduğu bir bölge haline gelmiştir. Moğol hükümdarlarını değişen tutumu sonucu bazı Keşmirli liderlerin Dürrani İmparatorluğu’nun kurucusu Ahmed Şah Dürrani’yi Keşmir’i işgal etmeye çağırmışlardır.9 Böylelikle 1752 yılında başlayıp 67 yıl süren Afgan yönetimi, Keşmir’i içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak yerine bölge halkını neredeyse kölelik seviyesine düşürmüştür. Keşmir’de Afgan yönetimi devam ederken komşu Pencap bölgesinde Sih lider Ranjit Singh Afganları yenerek bir Sih İmparatorluğu kurmuştur. Britanyalıların Hindistan tarihine giriş yapması da işte bu tarihlerde gerçekleşmiştir. Çarlık Rusyası’nın Orta Asya’da ilerlemeye başlaması ve Çin sınırlarının Sinkiang bölgesine kadar genişlemesinin ardından Britanyalılar bölgedeki çıkarlarını koruyabilmek için Ranjit Singh ile bir dostluk anlaşması imzalamış (1806), böylece onun Sutlej Nehri’nin kuzeyine geçerek Keşmir bölgesini ilhak etmesini önlemeye çalışmışlardır. Ancak Britanyalılar amaçlarına ulaşamamış, Keşmir yerel liderlerinden gelen çağrının ardından Ranjit Singh Keşmir’i topraklarına katmıştır (1819).

da kalan ve Keşmir bölgesini de içine alan dağlık bölge İngilizlere teslim edilmiştir. İngilizler daha sonra Gulab Singh ile 1946 Amritsar Antlaşması’nı imzalayarak Keşmir bölgesini Singh’e 750 bin rupi karşılığında satmıştır. Mihrace Gulab Singh böylece çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen birçok farklı kültüre ev sahipliği yapan, bağımsız olduğu düşünülmesine rağmen ancak aslında Britanya’nın vassallıklarından biri haline gelen Cemmu ve Keşmir bölgesinin hükümdarı olmuştur.10 Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi ve Pakistan Hint milliyetçiliği, 1800’lerin ortasında oluşmaya başlamıştır. İngilizler, yeni ekonomik sistemi destekleyebilmek için Hindistan’ın Hindu nüfusa sahip Bengal, Bombay, Madras gibi sahil kentlerinde yeni yollar, şehirler ve okullar inşa etmişlerdir. Üç yüz yıldan uzun suredir yönetimde ve sosyal hayatta arka planda kalmış olan Hindular bu ekonomik sistem sayesinde güç kazanmış, Hindu tüccar ve tefeciler yeni bir toprak sahibi sınıf oluşturmuştur. Ayrıca Hindu gençler, gittikleri misyoner okullarında demokrasi ve milliyetçilik fikirleri ile tanışmış, bu ilkeleri kendi ülkelerinde uygulamak istemişlerdir. Bu gibi ekonomik ve kültürel değişimler, Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde farklı zamanlarda da olsa bir milliyetçilik ve bağımsızlık bilincinin oluşmasını sağlamıştır.

Ranjit Singh’in 1839’daki ölümünün ardından Cemmu ve Keşmir’in tamamı, daha önce Cemmu bölgesinin idaresinden sorumlu olan Gulab Singh’in yönetimine geçmiştir. Ancak 1845-46’da gerçekleşen Birinci İngiliz-Sih savaşının ardından imzalanan Lahor Anlaşması ile Bias ve İndus nehirleri arasın-

Hatırlamak gerekir ki yüzlerce yıldır Hindulara oranla daha yüksek ekonomik, sosyal ve siyasi standartlara sahip olan Müslümanlar, İngiliz yönetimi altında fakirleşmiş ve güçlerini kaybetmişlerdir. Moğol İmparatorluğu’nun yıkılması, var olan Müslüman aristokrasisinin de çöküşüne yol açmıştır. Özellikle Kuzey Hindistan’da ciddi ekonomik sıkıntılarla yüzleşen Müslüman halk, eski gücünün kaynağı olarak İslam’ı görmüş, ekonominin birçok katmanını domine eden Hindulara duydukları nefret çevresinde birleşmişlerdir. Feodal üst sınıf Müslümanlar, halkta uyanmaya başlayan Müslüman milliyetçiliğini kullanarak kendi çıkarlarını koruyabileceklerini düşünmüş, bu harekete sonuna kadar destek vermişlerdir. Şâh Velîyullah, Seyyid Ahmed Han ve Muhammed İkbal gibi düşünürlerin eserleri de daha sonra ortaya atılacak olan Müslüman bir Hint ülkesi fikrinin oluşmasında etkili

8 Ataöv, 34 9 Siddiqi, 58

10 Ataöv, 36

~9~

olmuştur.11 Yıllarca süren tartışmalar, çatışmalar ve kampanyaların İkinci Dünya Savaşı’nın ardından doruk noktasına ulaşmasının sonucunda 17 Haziran 1947’de Britanya Hükumeti Hindistan Bağımsızlık Yasası’nı ilan etmiştir.12 Bu yasaya göre İngiliz güçleri aynı yılın 15 Ağustos’unda alt kıtadan çekilecek, Müslüman çoğunluğa sahip olan bölgeler bağımsız Pakistan’ı oluşturacak, geri kalan topraklar ise bağımsız Hindistan olacaktır. Hindistan hükumeti tarafından direkt olarak yönetilmeyen prenslikler (Cemmu ve Keşmir gibi) ise yeni kurulan devletlerden birine katılma ya da bağımsızlığını ilan etme haklarına sahip olacaktır. Cemmu ve Keşmir’in o dönemdeki mihracesi Hari Singh, bağımsız bir Keşmir fikrine sıkıca sarıldığı için ülkelerden birine katılma kararını bir süre geciktirmiş, iki bağımsız ülke ile de birer “duraklama” antlaşması imzalamıştır. Ancak Mihrace’nin idealinin yalnızca bir hayal olmaktan öteye geçemeyeceği, kısa bir süre sonra anlaşılacaktır. Birinci Hindistan-Pakistan Savaşı Bağımsızlık, kurulan iki yeni ülkeye umut edilenin aksine huzur değil kaos getirmiştir. Özellikle Pencap ve Bengal bölgelerinde Hindu, Müslüman ve Sih gruplar arasında çatışmalar çıkmış, binlerce insan katledilmiştir. Komşu Pencap’ta baş gösteren ayrımcı çatışmalar Batı Keşmir’i, özellikle Poonch bölgesinin Mihrace’ye itaat etmeyen Müslüman topluluğunu da etkilemiştir. Cemmu’daki Müslüman köylerine yapılan Sih ve Hindu saldırıları Poonch Müslümanlarını ve Pakistan’ı rahatsız etmiştir. Bunun sonucunda (Pakistan generallerinin idaresi altında olduğu iddia edilen) Pakistan kabileleri Keşmir bölgesine girmiştir. Ayrıca Pakistan hükumeti, tüccarlarının bölgedeki tehlikeden dolayı Keşmir’e girmek istemediği şeklinde bir açıklama yaparak bölgeye yiyecek, petrol ve benzeri gerekli malzemelerin gönderimini durdurmuştur. Yapılan ve gittikçe yayılan işgal sebebiyle telaşa düşen Mihrace, çareyi 24 Ekim’de Hindistan’dan askeri yardım istemekte bulmuştur. Aynı tarihte Poonch isyancıları, ele geçirdikleri Keşmir topraklarında siyasi anlamda ayrı bir devlet olan Azad Keşmir’i kurduklarını ilan etmişlerdir.13 Keşmir böl11 Ataöv, 40 12 Ataöv, 46 13 Hafizullah, 67


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 için ideal zaman olduğunda karar kılmış, Keşmir halkının Hindistan’a karşı ayaklanmaya hazır olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Bu yeni düşüncenin ortaya çıkardığı sonuç Cebelitarık Operasyonu olmuştur.15

gesinin güvenliğini sağlama konusunda yeterli olamayacağını anlayan Mİhrace, 26 Ekim 1947’de imzalanan antlaşma ile Keşmir Hindistan’ın egemenliğine girmiştir. Bu tarihten itibaren resmi olarak Hint toprağı sayılan Keşmir’de Pakistan güçlerinin bulunması bir tür saldırı olarak algılanacağından, Hindistan hükumeti 27 Ekim sabahı Keşmir’e askeri güçlerini göndermekte bir sorun görmemiştir.

anlaşmaya göre, Hint anayasasının diğer eyaletlerin yönetimiyle ilgili yasaları Cemmu ve Keşmir’e uygulanmayacak, bölgenin anayasası Cemmu ve Keşmir Kurucu Meclisi tarafından belirlenecektir. Keşmir’in Hindistan’a bağlılığı yalnızca dış işler, savunma ve iletişim konuları ile sınırlı olacaktır; bölge, bu üç konunun dışındaki her meselede bağımsızlığa sahip olacaktır.

Cebelitarık Operasyonu kapsamında Pakistan yetkilileri, Hindistan tarafından kontrol edilen Keşmir topraklarına sızmak üzere mücahitler yetiştirmiştir. Bu mücahitlerin bölgeye girişini engellemek isteyen Hindistan hükumeti, Kargil ve Poonch bölgelerini işgal etmek durumunda kalmıştır. Hint askeri güçleri (Pakistan sınırları içindeki) Lahor’a doğru ilerlediğinde şiddetli bir Hindistan-Pakistan çatışması başlamıştır. Beş hafta süren savaş sonucunda binlerce can kaybı meydana gelmiş, ancak her iki taraf da birbirine karşı üstünlük sağlayamamıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U Thant, Hindistan ve Pakistan arasında ateşkes sağlayabilmek için büyük çaba harcamıştır. 26 Eylül 1965’te Güvenlik Konseyi’nin ağır talebi sonucu savaş kesilmiştir. Eyüp Han ve Şastri, 10 Ocak 1966’da Uzbekistan’ın başkenti Taşkent’te bir araya gelerek Taşkent Deklarasyonu’nu imzalamışlardır.16 Bu anlaşma ile çatışma sona ermiş, ordular çekilPakistan ve Hindistan arasında 27 Temmuz miş, diplomatik ilişkiler yeniden kurulmuş Keşmir meselesi, yeni kurulan Birleşmiş 1949 tarihinde imzalanan Ateşkes Antve iki taraf da barışçıl görüşmelere devam Milletler Konseyi’ne getirilen ilk sorunlar- laşması ile çizilen sınırlar, 1965’te yeni bir etme kararı almıştır. dan bir tanesidir. Güvenlik Konseyi 17 Ocak savaş patlak verene kadar geçerliliğini ko1948’de Hindistan ve Pakistan’dan meseleyi rumuştur. 1971 Savaşı çözmek için her türlü önlemi almalarını ve bölgede ortaya çıkacak herhangi bir önem- İkinci Hindistan-Pakistan Savaşı (1965) Pakistan’ın askeri sisteminde hatalar gören li değişimde Konsey’i bilgilendirmelerini Dış İşleri Bakanı Zülfikar Ali Butto, 1967 yıistemiştir. Birleşmiş Milletler’e bağlı Hin- Nehru’nun 27 Mayıs 1964’teki ölümünün lında yönetim kadrosundan ayrılarak Pakisdistan ve Pakistan Komisyonu iki ülkeye ardından Hindistan’ın başına Lal Bahadır tan Halk Partisi’ni (PPP) kurmuştur. 25 Mart de gönderilmiştir. İki ülke arasında ateşkes Şastri geçmiştir. 1958’den beri Pakistan’ın 1968 yılında General Yahya Han tarafından ilan edilmesi ve Pakistan’dan tüm güçlerini başında bulunan Muhammed Eyüp Han, son yapılan askeri darbe sonucunda Muhambölgeden çekmesi istenmiş, Hindistan’a ise derece saldırgan bir devlet politikası benim- med Eyüp Han yönetimden alınmış, ülkede bölgede güvenliği sağlamaya yetecek ka- semiştir. Bu dönemde Srinagar’daki Haz- sıkıyönetim uygulanmaya başlamıştır. Bu dar askeri güç bulundurma izni verilmiştir. ratbal Camisi’nden Hz. Muhammed’in saç dönemi sonlandıran 1970 genel seçimleKeşmir’in geleceğinin halkın iradesiyle be- telinin çalınması tüm alt kıtada, Hindi’nin rinde Butto’nun Pakistan Halk Partisi Batı Hindistan’ın resmi dili olarak kabul edilmelirlenmesinde karar kılınmıştır.14 Pakistan’ın 183 koltuğundan 81’ini kazanasi de Madras eyaletinde ciddi protestolara rak büyük başarı göstermiştir. Ancak Doğu Cemmu ve Keşmir’in Hindistan’a katılma- ve ayaklanmalara sebep olmuştur. Doğu Pakistan’da Mucibur Rahman’ın Avami Parsının ardından bölgede eski düzenin de- Pakistan (günümüzün Bangladeş’i) ile Hin- tisi 162 koltuğun 160’ını alarak genel topvam edemeyeceği, Mihracenin yönetimde distan’ın en doğusundaki eyaletlerden birisi lamda üstünlüğü elde etmiştir. Seçimlerin kalmasının mümkün olmadığı açıktır. Bu olan Batı Bengal, ve ayrıca Pakistan’ın do- ardından başbakanlık görevinin Mucibur sebeple bölgede bir Acil Durum Hükume- ğusundaki eyaletlerden Sind ile Hindistan Rahman’a verilmemesi, üstüne bir de Doğu ti kurulmuş, başına Hindistan bağımsızlık arasındaki sınırlarla ilgili sorunlar iki devleti Pakistan’a bombalı saldırılar düzenlenmesi, mücadelesinin önde gelen kişilerinden biri tekrar karşı karşıya getirmiştir. Keşmir’in Batı ve Doğu Pakistan arasında çıkacak büolan Şeyh Muhammed Abdullah getirilmiş- en büyük politik partisinin başkanı olan yük silahlı çatışmanın başlangıcı olmuştur.17 tir. Abdullah, dört ay sonra 5 Mart 1948’de “Keşmir Aslanı” lakaplı Şeyh Abdullah’ın Geçici Hükümet’in başbakanı olarak se- Cezayir’den dönüşünün ardından tutuklançilirken Mihrace Hari Singh Keşmir’i terk ması sivil ayaklanmalara sebep olmuştur. 15 Ataöv, 66 etmiştir. Hindistan Hükumeti ile yapılan Pakistan’daki yöneticiler, böyle çalkantılı bir 16 Ataöv, 67 dönemin Keşmir konusuna tekrar yönelmek 14 Ataöv, 58 17 Sharma, 153

~ 10 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Pakistan’ın iki kanadı arasında kalan Hindistan’ın bu çatışmada tarafsız kalması mümkün olmamıştır. Bir Hint uçağının kaçırılması üzerine Hindistan, kendi toprakları üzerinden Pakistan uçaklarının geçmesini yasaklamıştır. Batı Bengal’den on milyon kadar mültecinin Hindistan topraklarına sığınmasını bahane eden Hindistan, Doğu Pakistan’ın yanında savaşa girmiştir. Bu katılımın sonucunda savaş Hindistan ile Pakistan arasında bir dizi sınır çatışmasına dönüşmüş, Pakistan kendini kazanması mümkün olmayan bir On Dört Gün Savaşı içinde bulmuştur (Aralık 1971).18 Pakistan birliklerinin Hindistan kuvvetlerine teslim olduğu 15 Aralık 1971 günü Doğu Pakistan, Bangladeş adı altında bağımsızlığını kazanmıştır. Batı Pakistan’ın (günümüzün Pakistan’ı) yeni başbakanı Butto, 3 Temmuz 1972’de Simla şehrinde Hindistan başbakanı İndira Gandi ile buluşmuş, iki taraf arasında Simla Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma sonucunda Hindistan ve Pakistan, bir kez daha, aralarındaki farklılıkları barışçı görüşmelerle çözümleyeceklerini, tek taraflı olarak bu durumu değiştirmeyeceklerini, karşı tarafın toprak bütünlüğüne saygı duyacaklarını, birbirlerine karşı güç kullanmayacaklarını ve 1971 ateşkesinin ardından Cemmu ve Keşmir’de çizilen sınırları kabul ettiklerini ilan etmişlerdir.19 Sonuç Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan bitmek bilmez anlaşmazlık ve çatışmaların temeli sebebi, kurucuları Nehru ve Cinnah’ın “sevgi, şefkat ve hoşgörü” ilkelerinden sapılmış olmasıdır. İki ülke arasında meydana gelen 1947, 1965, 1971 ve 1999 tarihlerindeki silahlı çatışmaların her birinin Cemmu ve Keşmir meselesiyle bağlantılı olduğu düşünülürse, Pakistan ve Hindistan arasındaki dini, ekonomik, siyasi ve askeri gerginliklerin sona ermesinin ilk şartının Keşmir meselenin çözülmesi olduğu anlaşılabilir. Bölgenin geleceğiyle ilgili akla üç farklı çözüm önerisi gelebilir: tamamen Hindistan’a bağlanmak, Pakistan’a katılmak ya da ilk 1947’de çizilen kontrol sınırının uluslararası bir sınır haline getirilmesi. Hem Hindistan hem de Pakistan tarafından kabul edilebilecek, ayrıca Keşmir bölgesinde de ciddi bir başkaldırıya sebep olmayacak seçeneğin üçüncüsü olduğu düşünülürse, bu seçeneğin en güvenli çözüm olduğu iddia 18 Ataöv, 68 19 Ataöv, 68

edilebilir. İki ülke arasında bu tarz siyasi bir anlaşmaya varılması, ardından da bölgede etkisini güçlü bir şekilde hissettiren dinsel çatışmaların, terörist aktivitelerin ve uyuşturucu yetiştiriciliği/kaçakçılığı gibi sorunların dayanışma içinde çözülmesi son derece önemlidir. Hem Pakistan hem Hindistan’ın ulusal çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edecek dış politika hareketi, komşusuyla barış içinde yan yana var olmak için çabalamaktır. İki ülke arasında yaşanacak küçük çaplı çatışmaların bile nükleer silahların kullanıldığı korkunç savaşlara dönüşebileceği gerçeği göz önüne alınırsa uluslararası topluluğun da bu uğurda çaba harcamasının gerekliliği anlaşılabilir. Keşmir sorununa kesin bir çözüm bulunması yalnızca Güney Asya’nın değil tüm dünyanın güvenliğe, huzura ve barışa kavuşması için çok büyük bir adım olacaktır. Kaynakça: Ataöv, Türkkaya. Kashmir and Neighbours: Tale, Terror, Truce. Aldershot, Eng.: Ashgate, 2001. Print.

M. Hafizullah, Towards Azad Kashmir, Lahore, Baram-i-Frogh-i-Adab, 1948. P. Gwasha Lal, A Short Hİstory of Kashmir: from the Earliest Times to the Present Day, Grover, Vol I. Stephen Dale, “Steppe Humanism: the Autobiographical Writings of Zahir-al-Din Muhammad Babur, 1483-1530”, International Journal of Middle East Studies, 1990. Sunanda K. Datta Ray, “The Offered Hand: Kashmir for Bangladesh”, The Statesman, Yeni Delhi, 2 June 1991. Sylvia Crave, The Gardens of Moghul India, Yeni Delhi, Vikas Publishing House, 1972. Görsel: İkinci Keşmir Savaşı-Hindistan Kara Kuvvetleri. Digital image. N.p., n.d. Web. 11 Mar. 2014. <http://www.bharat-rakshak.com/LAND-FORCES/Army/ History/1965War/Images/Tank.jpg>.

Keşmir Bölgesi. Digital image. N.p., n.d. Web. 11 Mar. 2014. <http://www.uyghurnet.org/wp-content/uploads/2014/02/34B.L. Sharma, Kashmir Awakes, Delhi, 1971 Kesmir-uzerinde-catisma-1949-1941. Gotlieb William Leitner, The Hunza-Nagar png>. Handbook, Londra, 1889. Keşmir Için Çözümler. Digital image. N.p., I.H. Siddiqi, Afghan Despotism in India, Ali- n.d. Web. <http://www.dismalworld.com/ im/disputes/kashmir-2.jpg>. garh, Three Men Publication, 1969.

~ 11 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Olaylı Kışla: Taksim Kışlası İrem İbrişim

Günümüzde çeşitli amaçlar için kullanılan pek çok mekanın Osmanlı döneminde kışla olarak kullanıldığını biliyor muydunuz? Bu kışlalardan biri olan Taksim Kışlası, diğer adlarıyla Topçu Kışlası veya Beyoğlu Kışlası 1806-1940 yılları arasında, Beyoğlu Taksim’de; geçtiğimiz yaz gezi olayları sırasında gündeme gelen Taksim gezi parkının bugünkü yerinde bulunmaktaydı. Oldukça manzaralı mekanlar olan Dolmabahçe ve Fındıklı sahilinden Harbiye’ye kadar uzanan mezar alanları, 19. yüzyıldan itibaren büyüyen İstanbul’un yeni bina ve kentsel alanlara duyduğu ihtiyaçtan dolayı yavaş yavaş kamulaştırılmaya ve yok edilmeye başlanmıştır. Taksim Kışlası bu alanda yapılan en eski yapılardan biridir.1 Surp Agop adlı büyük bir Ermeni mezarlığının yerine inşa edilmiştir ve inşası için büyük bir istimlak yapılmıştır. Kışla, III. Selim zamanında (1789-1807) kapıkulu askerlerinin topçu sınıfı için Halil Paşa tarafından inşa edilmiştir. Yapımına 1803’ te başlanmış ve 1806’da tamamlanmıştır. Anadolu yakasındaki Selimiye Kışlası’nın Avrupa yakasındaki karşılığı olan kışlanın2, bu dönemdeki haliyle ilgili çok fazla bilgimiz yoktur. Tasarımcısının Krikor Balyan olduğu düşünülse de, buna aykırı görüşler de mevcuttur.3

gördüğü için yeniden yaptırılmıştır. Abdüllaziz döneminde (1861-1876) ise kışla tamamen elden geçirilmiş ve yepyeni bir görünüm kazanmış olsa da, klasik plan şemasını korumuştur. Bu dönemde İstanbul’da bulunan Edmondo de Amicis yapıyı “İstanbul” adlı kitabında şu sözlerle betimlemiştir: “Son dönem Türk mimarisinin Mağribi tarzını yansıtan, sağlam görünüşlü, dikdörtgen biçimli büyük bir yapıydı. İki tarafında, narin sütunların göze çarptığı kapının üstünde hilal ve altın renginde bir yıldız, çıkıntılı galeriler, hanedan armasına özgü dallar ve arabesklerle süslü pencereler dikkat çekiyordu.”4 Bu dönemde, İstanbul’da genelde 19. asrın ikinci yarısında görülen oryantalist süsleme biçimi pek çok kez yenilenme geçiren Taksim Kışlası’nın bezeme ve mimari ayrıntılarında oldukça göze çarpar. Fakat mimari açından genel olarak inşa edildiği dönemin kışla mimarisinin klasik şemasına uyar: ortada dikdörtgen bir avlusu, yan cepheleri ve planı tamamlayan bir camisi vardır.

Taksim Kışlası Ana Kapı Kışla 1807 Kabakçı isyanı sırasında tahrip edilmiş, 1812 yılında II. Mahmud zamanında (1808-1839) dönemin başmimarı Hafız Yapının ana kitlesi iki katlıdır ve diğer bölümMehmed Emin Ağa tarafından, Edhem Efen- lere göre daha sadedir. Selimiye Kışlası, Kuleli Kışlası ve Maçka Silahhanesi’nde di gözetiminde yenilenmiştir. de görüldüğü gibi Taksim kışlasında da Kışla, Abdüllaziz dönemine kadar birkaç köşelere kule görüntüsü verilmiştir. Bu onarım daha geçirmiştir. Bu onarımlardan görüntüde köşe bölümlerin ana kitlenin akbirine 1847’de bir yangın sebep olmuştur. sine üç katlı olması, ana kitleden taşkınca Bu onarım 1849-1862 yılları arasında olması ve yoğun bezemelerle vurgulanmış 5 gerçekleşmiştir. Yine 1847’de kışlanın olması etkili olmuştur. Dikdörtgen tuğladan yapılmış camisi bir fırtınada hasar şeklindeki kışlanın ana yönlerinde öne çıkık ve yine yoğun dekoratif bezemelerle belirginleştirilen bölümler ise girişlerdir. Ana 1 Alioğlu, “Rekonstrüksiyon ya da Yeniden Yapma, Hangi Yapı İçin? Taksim Topçu Kışlası girişin iki yanındaki soğan biçimli kubbeli kuleler de yapının köşe bölümleri gibi ana İçin Bir Değerlendirme”, Megaron kitleden taşkındır. Kışlanın kapısı ise anıtsal 2 “Taksim Kışlası”, Hayalet Yapılar Ghost Buildings 4 De Amicis (67) 3 Kubilay (274) 5 Kubilay (274)

~ 12 ~

görünümde ve taç kapı şeklindedir. Kışlanın camisi 1893’te bir onarım daha geçirmiştir.6 13 Nisan 1909’da yaşanan 31 Mart Olayı’nda Taksim Kışlası, Hareket ordusunun* en önemli hedeflerinden biri olmuştur ve ciddi anlamda hasar görmüştür.7 Taksim Kışlası’nın “kışla” olarak hizmetinin sona ermesiyle birlikte satılmasına karar verilmiştir. Satıldıktan sonra ne olarak kullanılacağı konusunda şehir müzesi ve sergi alanı gibi yeni işlevler söz konusu olmuş, 1913’te Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye’ye satılmış ve gösteri alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kışla I. Dünya Savaşı sırasında kısmen boş kalmıştır. İleriki yıllarda, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından yaşanan işgaller döneminde Fransız ordusundan Senegalli askerlerinin konaklaması için, sonrasında ise İstanbul’a gelen Beyaz Rusların tertip ettiği at yarışları için kullanılmıştır.8 Cambaz gösterileri düzenlenmesi ve Rum hacılarının konaklaması dahil pek çok farklı işlevde kullanılan Taksim Kışlası9, 1921’de futbol stadyumuna çevrilmiştir. Türk Milli Futbol

Taksim Kışlası Futbol Sahası Takımı ilk resmi maçını bu stadyumda yapmış ve Romanya ile 2-2 berabere kalmıştır.10 Cumhuriyet döneminde, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü yeni cumhurbaşkanı seçildiğinde adını taşıyan pek çok bina ve açık alan yaptırmıştır. Taksim Gezi Parkı, bir diğer adıyla İnönü Gezgisi de bunlardan biridir ve Taksim Kışlasının yıkılımasından sonra, onun yerine yapılmıştır. Gezi alanı, Fransız 6 Kubilay (274) 7 Kaya (309, 310) 8 Kaya (310) 9 “Taksim Kışlası”, Hayalet Yapılar Ghost Buildings 10 Kaya (310)


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 şehircilik uzmanı Henri Prost’un planlarının bir parçasıdır. Daha önce de değindiğim gibi Dolmabahçe ve Fındıklı sahilinden Harbiye’ye kadar uzanan mezarlar, Osmanlı’dan itibaren ortadan kaldırılmaya başlanmış, Cumhuriyetle birlikte bu çalışmalar hız kazanmıştır. Söz konusu arazilerin bazıları resmi binalara tahsis edilmiş, bazıları ise rant alanı haline getirilmiştir. Henri Prost çok güzel bir boğaz manzarası olan bu konumdaki tarihi mezarlık alanlarının üstüne önceki yıllarda yapılmış olup o dönemde işlevini yitirmiş eski binalardan kurtulup, şehirlilerin dinlenip ferahlayabileceği parkların ve açık hava mekanlarının yapılması gerektiğini düşünmüştür. Prost’un planları arasında İnönü Gezgisi’nden Harbiye’ye kadar uzanacak büyük bir park alanı ve sosyal tesisler de vardır. Taksim Kışlası 1940 yılında bu planları gerçekleştirmek için, o dönemin belediye başkanı Lütfi Kırdar tarafından kamulaştırılmış ve yıktırılmıştır. Kışlanın yerine planlandığı gibi Gezi Parkı, kuzey tarafına ise Taksim Bahçesi ile Taksim Gazinosu yapılsa da, planlananların çok azı gerçekleştirilebilmiştir. Gerçekleştirilemeyenler arasında Gezi Parkı’na dikilmesi planlanan bir İnönü heykeli de vardır ki seneler içinde bu heykelin

başına pek çok olay gelmiş; sonunda 1982’de Maçka’daki Taşlık parkına dikilmiştir.11

Tasarım Architecture, Research, Design. t.y. Web. 5 Şubat 2014.

Pek çok kez hasar görüp bir çok defa da yenileme geçiren ve pek çok farklı işlev için kullanılan Taksim Kışlası, son dönemdeki gelişmelerden dolayı fazlasıyla dikkat çekmiştir. Yakın zamanda tekrar inşası gündeme gelen kışlanın inşaatına başlama girişiminden sonra halk tarafından Gezi Parkı’na sahip çıkma eylemleri başlatılmış, olayların ardından inşaat mahkeme kararıyla durdurulmuştur.12

Önder Kaya. Cihan Payitahtı İstanbul 2500 Yıllık Tarihi. İstanbul: Timaş Yayınları, 2010. Birinci Baskı. 300, 309-312.

*13 Nisan 1909’da gerçekleşen ve tarihe 31 Mart Olayı olarak geçen hadiseyi bastırmak için Selanik’ten yola çıkan meşrutiyet yanlısı orduya verilen isim Kaynakça: Edmondo De Amicis. İstanbul. İstanbul: Pegasus Yayınları, Eylül 2009. Birinci Baskı. 67. “Taksim Kışlası.” Hayalet Yapılar Ghost Buildings. PATTU Mimarlık, Araştırma, 11 Kaya (310,311) 12 Dağlar, “Mahkeme Topçu Kışlası’nı iptal etmiş”, Hürriyet Gündem; “Polis GEZİ’de müdahale etti”, Hürriyet Gündem

Ayşe Yetişkin Kubilay. “Topçu Kışlası.” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. Cilt 7. İstanbul. 1994. Baskı. 274. E. Füsun Alioğlu. “Rekonstrüksiyon ya da Yeniden Yapma, Hangi Yapı İçin? Taksim Topçu Kışlası İçin Bir Değerlendirme.” Megaron. 2013. PDF Dosyası. “Polis GEZİ’de müdahale etti.” Hürriyet Gündem. 28 Mayıs 2013. Web. Ali Dağlar. “Mahkeme Topçu Kışlası’nı iptal etmiş.” Hürriyet Gündem. 4 Temmuz 2013. Web. Görsel: Adnan Dan. “Topçu Kışlası’nın Tarihçesi.” HoRoZz. y.y. 16 Haziran 2013. Web. 24 Şubat 2014.

Avustralya Yerlileri: Aborjinler Ateş, Su ve Şihir Cansu Yavaşcıoğlu

18. yüzyıl denince akla ilk gelen kavramlar aydınlanma, sanayileşme ve savaşlardır. Ne var ki, bu çağrışımlar Avrupa merkezli bir tarih algısının sonucudur; bu yüzyılda kendi Taş Devri’nde yaşayan Tarım Devrimi’ni gerçekleştirmemiş halklar da vardır. Bu halklardan biri ilkel sayılacak yaşamlar süren, Avustralya kıtasında 1788’de Avrupalılar tarafından ilk defa yerleşilmeye başlanmasına kadar, kıtanın sahipleri olan Avustralya yerlileri, yani Aborjinlerdi. 18. yüzyılda Avrupa Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi’ni yaşarken, Aborjinler hala toplayıcılık ve avcılık yapmakta; ritüellerin büyük önem taşıdığı, klanlar halinde, yazısız ve göçebe hayatlar sürmekteydiler. (Bergamini,77)

kabul yetişkin olarak kabul edilmiş erkeklerin yaptığı dansların bir kısmı da yağmur yağması Aborjinlerin yaşantılarını anlamak için, ha- içindi. (Bergamini,79) yatta kalma çabasının sürekli hissedildiği bir dünya düşünülmelidir. Zira, Avustralya kıta- Geceleri soğuyan çölde kalıcı ve koruyusının özellikle iç bölgelerindeki kısıtlı su kay- cu barınakları (barınaklar bitkilerden elde nakları, tarıma verimsiz topraklar, çöl iklimi- edilen malzemelerle yapılan geçici çadırlar nin getirdiği günlük sıcaklık farkları ve yabani şeklindeydi) olmayan halk, iki yanlarına ateş hayvanlar bölgeyi Aborjinlerin yaşamı için yaktıktan sonra ısıyı muhafaza edebilmek elverişsiz kılmıştır. Aborjinler hayatlarını bu için anneler çocuklarıyla, erkekler genelde şartlara adapte etmek için alternatif su kay- evcilleştirilmiş köpekleriyle beraber uyurlardı. nakları bulmuş, çocuk yaştan itibaren avcılık Ancak, bu uyku ateşin sönmemesi için sürekli ve toplayıcılık yapmışlardır. bölünürdü. Ateş geceleri hayatta kalmak için o kadar önemliydi ki, ağır yağmurlardan sonSu bulabilmek için klanın tüm yetişkin erkek- ra yaş dallarla ateş yakılamadığında, yetişkin leri yaşadıkları topraklardaki –bir klan için ge- erkekler klanlarını bırakıp, öldürülme riskini nişliği yaklaşık 390 km2 – tüm su kaynakla- göze alıp diğer klanlardan ateş istemek için rının yerini bilmek durumundaydı. Yaşadıkları kilometrelerce yol yürürdü. (Bergamini,82) yerdeki su kaynakları azalınca bitki köklerinden su elde etmek zorundaydılar. Bitki kökle- Ateşler arasında geçen bir geceden sonra, rinden su elde etme raddesine gelindiğinde erkekler hayvan avına çıkarlardı. Bu avlardan klan su bulabilecekleri bir yere göç etmeye önce tahtaların üzerine dekoratif hayvanlar başlamış da olurdu. Tabii ki, suyun nadirliği çizerlerdi. Bu hayvan çizimlerinin avı kolaylaşonu yerlilerin kültürel yaşantılarına da soku- tıracağına inanırlardı. Ancak, bu tahta parçayordu. Bumeranglar eşliğinde sadece klana ları daha sonra atılırdı; zira Aborjinler için bu

~ 13 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 çizimleri yapmaya zaman ve enerji ayırmış olmak daha sonra kullanışlı olmayacak bir tahta parçasından daha önemliydi. Sihirsel düşünüşün önem taşıdığı klanlarda sihir; yağmur, sağlık, bol av için ritmik müzik eşliğinde doğayı taklit ederek gerçekleştirilirdi. Örneğin; kanguru avından önce kanguru gibi zıplayan bir erkeğin daha yaşlı bir birey tarafından avlanışını anlatan danslar yapılırdı. Erkekliğe ilk adımı atmak ve klana kabul edilme törenlerinde erkek çocuklara acı çektirilerek, çocuğun ölmesi ve sonrada yetişkin olarak doğması amaçlanırdı. Acı çektirmek için, bazen bir diş kırılır, bazen vücutta derin yaralar açılıp bu yaralar külle kapatılır, bazen de çocuklar sünnet edilirdi. Bu törenlerin sonunda çocukların üstüne eğitmenlerinin –ki genelde dayıları oluyordu- kanı akıtılırdı. Annelerin ağabeyleri hem kabul törenlerinde hem de gencin evlendirilmesinde söz sahibiydi. Av ve Bumerang

Aborjin Kız

Bumeranglar en başta ördek avlarında kullanılıyordu. Uçan bir kuş sürüsüne atıldığında eğer bir kuşa çarpıp onu öldürmezse atan kişiye geri dönmesi onu daha pratik kılıyordu. Bumeranglar kangurular gibi daha büyük hayvanların avlanmasında da kullanılabilirdi; çünkü fırlatarak atılan bu alet dönmenin etkisiyle hayvan üzerinde büyük bir güç uyguluyordu.

Bumeranglar başka alanlarda da etkiliydi, On binlerce yıl boyunca Avustralya kıtasın- uçlarıyla ateş yakılacak çukurlar kazılabiliyor, da dış tehditlerden uzak bir şekilde yaşamış avın karnını açmak için bıçak görevi görüyorAborjinler, artı ürün elde edecek kadar bolluğa du ve törenlerde iki bumerang birbirine vurukavuşamadıklarından karmaşık sosyal düzene larak müzik elde ediliyordu. ve odaklı işlere sahip değillerdi. Madenlerin eksikliğini de göz önünde bulundurunca tek- Taş Devri’nin Sonu nik ve bilimsel gelişmelerin olmaması şaşırtıcı değildir. Kullandıkları aletlerin sayısı -en bile- İngilizlerin adaya gelmesiyle beraber tüberküloz, cüzzam, grip, kızamık gibi hastalıklar nen bumerangın yanında- onları geçmezdi. da taşınmış oldu. Ne yazık ki, yerlilerin bu has-

talıklara bağışıklığı yoktu ve ölümler başladı. Geceleri ısınmaları için İngilizlerden aldıkları battaniyeler ve daha önce sahip olmadıkları konserve gıda maddeleri karşılığında toprak veren Aborjinler, yerleşimin başlamasından yaklaşık 170 yıl sonra nüfus olarak azalmıştı. Nüfus düşüşünün tahminen 750,000’den 1960’lı yıllara gelindiğinde 30,000’e düştüğü hesaplanmıştır. Aborjinler Amerika kıtasındaki yerliler gibi kötü muamele görmeseler bile asimilasyon çalışmalarının hedefi olmuştur. Batılılar gibi ticaret yapmayı, İngilizce konuşmayı yavaş yavaş öğrenmişlerdir. 1960’lardan günümüze sayıları yükselişe geçmiş ve 90,000’e yaklaşmıştır. Yine de, ortalama gelirleri Avustralya’nın Avrupa kökenli vatandaşlarının %60’dır. (Bergamini,88) Verilerden de anlaşıldığı üzere, ne yazık ki Aborjinler medeniyetin getirdiği hastalıklar ve yerleşik yaşamın beklentileriyle başa çıkamamıştır. Avrupalıların Avustralya’yı keşfinden sonra on binlerce yıl boyu süregelmiş doğada ve doğa ile uyum içinde yaşam sürme anlayışı adada yok olmaya yüz tutmuştur. Kaynakça: Bergamini, David. The Land and Wildlife of Australia. New York: Time, 1980. Print

Bilinmeyenlerden: Sabiiler Damla Ilıca

Sahip oldukları ilginç geçmiş de bu kelimenin zaman içindeki kullanımına uygundur. Kur’an’ın üç ayetinde (Bakara 62, Maide 67, Hac 17) Sabiiler ismen geçer, fakat bu ayetlerin hiç birinde kafalardaki sorular yanıt bulmaz. (Gündüz,117) Nerede yaşadıkları, nasıl yaşadıkları gibi konulara değinilmez fakat bazı dipnotlarda Sabiilerin yıldız ve gezegenlere tapanlar olarak bahsedildiği söylense de, bu doğru değildir. Ancak Kur’an’da isimlerinin geçiyor oluşu, onların Araplar tarafından bilindiğinin de bir göstergesidir ki bu da onların daha o dönemlerde varolduklarını kanıtlamaya kafidir.

Birçok farklı inanışlardan, öğretilerden, dinlerden haberdar olmayan dünyamızda, gnostik dinlerin tarihlerinin, gizemlerinin çekiciliğinden bir türlü kurtulamıyoruz. Günümüzde Irak başta olmak üzere dünyanın her bir yanına dağılmış halde yaşayan 80 ila 100 bin civarı insanın mensup olduğu Sabiilik veya Mandeizm sahip olduğu güçlü literatürüyle birçok soruyu cevaplandırmaya, meraklıla- Tarihsel Gelişimleri rını bilgilendirmeye kısacası keşfedilmeyi Sabiilik MÖ son iki yüzyıl içinde Filistin-Ürbeklemektedir adeta. dün civarında bulunan Yahudi akımlarının içerisinde ortaya çıkar. Hz. Yahya, Sabiiler’in Sabii ne demek? ışık peygamberi olarak adlandıkları önder ve ‘Sabee’ kökü Arapça’da,’bir dinden çıkıp aynı zamanda Hz İsa’nın da çağdaşı, Yahudi diğerine girmeye’ denir.(Cerrahoğlu,103) toplumuna mensuptur ancak sonrasında Ya-

~ 14 ~

hudiliğe karşı çıkar ve Kudüs dışında kendi cemaatini kurar. Yahya’nın aynı zamanda Sabiiler’in Nasuralar cemaati ile görüşmekte olduğu ve Yahudiliğe karşı çeşitli faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Elbette bu da Yahudileri telaşlandırır. Hz. Yahya, yapılan birçok eziyet ve işkenceden sonra idam edilir ve taraftarları sıkı bir gözetlemeye ve katliama maruz kalır. Öyle ki Sabiiler, Vaftizci Yahya’nın idamından ve bu katliamdan kutsal kitaplarında genişçe bahsederler. Bu kitaplardan bazısında denir ki Yahudiler, Sabiilerin ataları olan binlerce Nasurayı katlederler ve kaçabilenler, yaklaşık 60.000 Sabii, ise Arksaid kralının himayesinde Kuzey Mezopotamya’ya kaçarak hayatlarını kurtarırlar.(Gündüz,118) Bir süre sonra Sabiiler Güney Mezopotamya’ya göç ederek buraya yerleşirler ve MS 3.yy’ın ilk yarısına kadar bu bölgede ferah içinde yaşarlar. Aynı dönemde Meculisik de İran’da resmi din olarak ilan edilir. Fa-


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Bir numaralı kutsal kitapları “Ginza” iki ana kısma ayrılır. İlk bölümde çeşitli dualar, teoloji, mitoloji, ölüm ve ölüm sonrası yaşam gibi konular yer alırken ikinci kısım Yahya’nın öğretileri adını alır. Anlaşılabileceği gibi Yahya’nın hayatını ve öğretilerini anlatır. Günlük ibadetlerinin, ayin tekniklerinin yazılı olduğu Kolasta kitabı da günlük yaşantılarını anlamakta oldukça önemli bir kaynaktır. Ne kadar çok yazılı kaynakları olsa da ulaşılamayan gizli bilgilerin ve öğretilerin yazılı olduğu kitapların varlığı da bilinir.(Gündüz,119) Literatürün en eski örnekleri erken dönem İslam devirlerinde yazılmış olsa da kitapların bir kısmının MS 2. ya da 3. Yüzyılda derlendiği bilinir (Gündüz, 9). Kitaplar Mandence olarak adlandırılan Aramicenin bir lehçesiyle yazılır fakat Sabiiler günlük hayatta Arapça konuşurlar. Bu dili ise sadece ibadet dili olaSabiilerin Kutsal Kitaplarından Bir Sayfa (Kaynakça: dablog.ulcc.ac.uk) rak kullanırlar ve birçoğu ne yazıldığını ankat 7. yy’da Irak, Müslümanlarca fethedilir Kur’an da geçen dinlerden biri olan Sabiiliği lamadan sadece metni okur. Bu dili okuyup ve Sabiiler zimmi statüsüyle (haraç veren kendilerini kurtarmak için kullanırlar ve Sabii yazabilen sadece rahiplerdir. Günümüzde ise Hristiyanlar,Yahudiler gibi) İslam hakimi- olduklarını söylerler. Aksi halde yoldan geçen Sabiiler dillerini öğrenme ve öğretme amayetinin altına girerler. Sabiiler, bu zaman Müslümanlar onları cezalandıracaktır çünkü cıyla Mandence eğitim veren okullar kurboyunca farklı kültürlerin ve inançların da aslında hiçbir dine inanamamaktadırlar. muşlardır. etkisi altında kalırlar ve bu da doğal olarak (Cerrahoglu,107) İşte bu yüzden İslam kaygeleneklerinin bu yönde farklılıklar göster- naklarında Sabiiler sık sık karıştırılmaktadır. Sonuç olarak; Sabii literatürü Gnostik anlayışının ortaya konulmasında ve çeşitli Orta mesine sebep olur. Ölü törenleri, yıldızlarla Doğu dinlerinin tarihlerini de barındırmaTemel İnanç Esasları ilgili çeşitli gözlemleri İran dinlerinden; büyü formülleri ve benzeri sihir uğraşlarını Babil- Sâbiî teolojisine göre ışık ve karanlık ya da sıyla dinsel platformda büyük etkiye sahipAsur dininden; pazar gününü kutsal olarak iyilik ve kötülük her zaman vardır ve var ola- tir. Işık ile karanlık arasında verilen büyük saymalarını ise Hristiyanlıktan harmanlaya- caktır bunların arasındaki karşıtlık ebediyete çatışmanın, yaşam tarzlarını ve ibadetlerini rak kendi kültürlerine ve ibadetlerine adapte kadar devam edecektir. İnsan bedeni ve sa- şekillendiren dualizme dayalı bu din, yıllar ederler (Gündüz,119). Yahudilikten getirdik- hip olduklarıyla yani her türlü maddi varlı- içinde diasporada yaşasa da, hala varlığını leri kültürü korusalar da Filistin’deki katliamı ğıyla kötülüğün, karanlığın bir parçasıdır. dünyanın çok farklı ülkelerinde devam ettirir. unutmadıkları için zamanla Yahudilikten iyi- İnsan ruhu ise bedene verilmiş bir ışık kay- Birçok kültürle harmanlanmış olmasına rağmen başat dinlerin baskısına boyun eğmerek ce uzaklaşırlar. nağıdır. Kurtuluş ruhun özünü kavraması ve hayata tutunur. Bununla beraber hala sır gibi Sabiiiler’in çoğu günümüzde Güney Irak’ta beden hapsinden kurtulmasıyla mümkün- sakladıkları gizli kitaplar, yazılar ve öğretiler Fırat ile Dicle’nin birleştiği bataklık bölgeler- dür. Ancak kişinin iyi davranışları onun kur- biz okurlar için gizem olarak kalmaya devam de, Basra’da, Bağdat’ta yaşarlar. İsveç, Dani- tuluşunu garantilemez çünkü aynı zamanda etmektedir. marka, ABD, Avustralya ve Kanada’da çeşitli kişinin ilahi irade tarafından seçilmiş olması cemaatleri bulunmakla beraber daha birçok da gerekir. Sabiiler kurtuluşa ulaşmak için iki Kaynakça: farklı Batı şehrinde de yaşamlarını sürdür- ana topluluğa ayrılırlar. Mandeyyeler sıradan Cerrahoglu, İsmail. “Kur’anı Kerim Ve Sabiicemaat üyelerinden oluşur, onlara “bilenler” mektedirler. de denir. Nasurayyeler ise cemaat içerisinde ler.” Dergiler Ankara. Web. Harran Sabiileri

ilmi ve otoritesiyle göz önünde olan, doğru inancı koruyup gözeten kişilerdir. Bu iki grup arasında kast sistemi gibi bir sistem yoktur. Daha çok birbirlerini eğitme ve doğru yolu gösterme amacı güderler. Bir kişinin Sabii olabilmesi ancak Sabii bir anne ve babadan doğmasıyla olabilir. Bu sebeple Sabiilikte misyonerlik gibi amaç yoktur (Gündüz, 9).

Çoğu İslam kaynağında gezegenlere ve yıldızlara tapan Sabiilerden bahsedilir. Bunlar aslında Harran Sabiileridir. Zamanında Harran’da putperest Süryaniler yaşar ve burada Yunan öğretisinin ve kültürünün merkezlerinden biri olarak felsefe ve astronomi dersleri verilirdi. Bu civardan geçen İslam yazarları karşılaştıkları insanlara kimlerdensiniz Kutsal Kitapları diye sorduklarında “Harraniyiz.” cevabını alırlar ancak bu onlara yeteri gelmezdi. Belli Sabiiler çok kapsamlı ve önemli bir literatübir dinin üyesi olmak zorunda oldukları için re sahiptirler. Zaten onlar hakkında bilinen neredeyse her şey bu kitaplardan öğrenilir.

~ 15 ~

Gündüz,Şinasi. “Sabii Kaynaklarında İslam Ve Müslümanlar.” Milel ve Nihal, e-dergi. Haziran, 2013,Web. Gündüz,Şinasi . “Sabiiler.” Yaşayan Dünya Dinleri. Anadolu Üniversitesi, e-kitap. Jan. 2013. Web. “Mandaean Associations Union - ‫داحتا‬ ‫ةيئادنملا تايعمجلا‬.” Mandaean Associations Union - ‫تايعمجلا داحتا‬ ‫ةيئادنملا‬. . Web. 19 Mar. 2014.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Ahameniş İmparatorluğu’nda Sosyal Yapı Mert Düşünceli

açıdan önemli bir konuma gelmiştir. Bu nedenlerden dolayı Ahameniş İmparatorluğu sadece askeri yönden değil, sosyal ve ticari yönlerden de zamanının öncülerinden olmuştur. Ahameniş İmparatorluğu’nda insanlar ekonomik ve sosyal durumlarına göre üç sınıfa ayrılmışlardı; aristokratlar, rahipler ve işçiler. Aristokratlar grubu Şah’ın yakınları ve saray için çalışanları, rahipler grubu din adamlarını ve işçiler grubu da toprak sahiplerini ve tüccarları kapsıyordu. Sınıflar arası geçiş neredeyse imkânsızdı. (1) Bu özelliği ile bir parça Hindistan’daki kast sistemine benzemektedir. Ahameniş İmparatorluğu ile Hindistan birbirlerine yakın coğrafyalarda kurulu oldukları için birbirlerini etkilemiş olma ihtimalleri de akıldan uzak tutulmamalıdır. Ayrıca, Osmanlı’da var olan Padişah gibi Şah, herkesten ve her şeyden üstündü. Yine Osmanlı’ya benzer bir şekilde Ahamenişlerde de yüksek mevkide bulunan insanlar, önlerinde diz çökülmek suretiyle selamlanırdı. Toplumun genelinde alt sınıflar üst sınıflarının yanağını öperek selamlaşırken, aynı sınıfa mensup insanlar birbirlerini dudaktan öperek selamlaşırlardı. (2)

Günümüzde yeraltı kaynaklarının zenginliği ile önem kazanan medeniyetlerin beşiği Ortadoğu, geçmişte de ticaret yolları üzerinde olmasından dolayı arzulanan bir yerdi. Ortadoğu’da yazının bulunmasından beri pek çok farklı devlet kurulmuş ve yıkılmıştır; ancak sadece birkaçı Ortadoğu’nun tamamında hâkimiyet sağlayabilmiştir. Ahameniş İmparatorluğu da batıda Yunanistan’a, doğuda Hindistan’a kadar genişleyen bir devlet olarak tarihte yerini alır. Ahameniş İmparatorluğu gibi çok geniş bir bölgede hüküm süren toplumların başarısının temel nedeni sadece askeri güce değil, sosyal yapıya da önem vermiş olmalarıdır. Örneğin, devlet genişleyip imparatorluğa dönüştüğünde halkın üzerindeki kontrolü kaybetmemek adına satraplık sistemini getiren Ahameniş Şahları, satraplara verdikleri toprakların verimliliğini sürekli denetliyorlardı. Ticaret yollarını onaran ve ülke içinde ortak para birimi kullanılmasını sağlayan Ahameniş İmparatorluğu, bunun sonucunda ticari Çoğu yeniliğin öncüsü olan Şah Darius,

Ahameniş Devletinin Haritası

~ 16 ~

II. Kiros’un uygulamaya koyduğu satraplık sistemini de geliştirmişti. Bu sisteme göre imparatorluk coğrafi ve sosyal yapısına göre satrap adı verilen daha küçük yönetim birimlerine ayrılmıştı. Satraplık, Orta Çağ Avrupa’sında görülen derebeylik sistemine benzetilebilir. Satraplığın derebeylikten farkı ise derebeylik sisteminde yöneten insanlar kont veya dük gibi soylu insan gruplarından gelirken, Ahameniş İmparatorluğu’nda böyle bir gereklilik söz konusu değildi. Darius’un tahta geçtiği sırada yirmi adet satraplık bulunmaktaydı ve Darius zamanında yaşanan bereketli yılların ardından satraplıklar daha küçük bölümlere de ayrıldı. (3) Satrapların en üst düzey yöneticileri de Şah tarafından atanıyordu. Her satrap kendi içinde ayrı küçük bir devlet gibi işliyordu. Satraplarda komutanlar, yargıçlar ve Şah’ın Gözü diye bilenen kişiler bulunmaktaydı. Şah’ın gözü ismindeki kişiler kendi bulundukları şatraplıkta meydana gelen önemli olayları doğrudan Şah’a bildirmekle görevliydi. Yani bir nevi müfettişlik vazifesi görüyorlardı. Bu kişilerin varlığı da satrapların her ne kadar bağımsız gözükseler de aslında aynı merkeze bağlı olduklarını hatırlatmanın en etkili yollarından biri olmuştur. (4) Ahameniş İmparatorluğu bulunduğu coğ-


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 rafya sayesinde tarım için çok elverişli bir zemine sahipti. Tarım sayesinde türlü türlü meyve ve sebze yetiştiren bölge halkının refahı oldukça önemliydi. Toprakta yetişen buğdaydan, arpadan ve tahıllardan çeşitli yöresel yemekler yapıyorlardı. Halkın günlük yemekleri arasında ekmek ve maza (5) adı verilen arpa pastası ana besin maddeleriyken, turp ile et daha az yenmekteydi. Tarımın çok önemli bir yer tuttuğu Ahameniş İmparatorluğu’nda, Fırat ve Dicle’nin yakınlarındaki toprakların çok verimli olması ve bu verimli toprakların kullanımının denetlenmesi önemliydi. İmparatorluk sadece halkı, toprağı kullanmaları için teşvik etmekle kalmamış, halkın tarım yapmasını kolaylaştırmak için çeşitli aktivitelerde de bulunmuştur. Örneğin, veriminin artırılması ve sulama için, günün şartlarına uygun barajlar inşa edilmişti. Toprak denetimlerini sıkı tutan Şah, gerekli gördüğü yerlere bizzat kendi gidiyordu; gidemediği yerlere de yardımcılarını gönderiyordu. Denetleyiciler satraplara paylaştırılan topraklardaki nüfusun ve mahsulün yeterliliğini denetliyorlardı. (6) Eğer beklenenden daha fazla ürün elde edilmişse toprak sahibi nişanlarla ödüllendiriliyor; ancak beklenti karşılanmamışsa toprak sahibi cezalandırılıyordu. Bu yöntem sayesinde devlet büyük bir hızla gelişiyordu. Tarımın yanı sıra ticaretin de önem taşıdığı Ahameniş İmparatorluğu’nda, başta Kral Yolu olmak üzere tüm ticaret yolları, hükümdar I. Darius tarafından onarıldıktan sonra önem kazanmışlardır. Kral Yolu, Efes ile Persepolis kentlerini birbirine bağlarken, ulaşım, haberleşme ve ticarette büyük kolaylık sağlıyordu. Bu ticaret yollarını kullanan tüccarlar ve kuryelerin işlerini hızlı bitirebilmeleri için büyük olanaklar sunulmuştu. Barid (7) adı verilen bu sistem sayesinde angareion (8) adı verilen atlı ulaklar mesajlarını düzgün ve güvenli yollarda taşırlardı. Belirli mesafelerdeki katalysies (9) adı verilen dinlenme yerlerinde yeni atlar ve kuryeler mesajı en kısa zamanda yetiştirmek için bekliyorlardı. Yine I. Darius tarafından geliştirilen bu sistem Yunanlı ve Romalılara örnek olmuştur. Bu konu hakkında yorum yapan Herodot şöyle demiştir: “Bu ulaklardan daha hızlı gidebilecek ölümlü bir şey yoktur. Toplam yolu oluşturan ne kadar günlük bölüm varsa, o kadar da at ve adam, istasyonlara dağılmış olarak, her etap için her zaman bir at ve bir adam hazır bulunmak-

tadır. Ne kar ne yağmur, ne kızgın sıcak ne ment of the Empire de gece, onları yolu hızlı bir şekilde geride bırakılmalarından alıkoyabilir.” (10) (4) Rezakhani, 4.7.3 Devletin düzeninin halk düzeyinde sağlanması için Farnaka (11) adı verilen görevliler bulunmaktaydı. Farnakaların başlıca görevleri arasında elçilere ve yargıçlara gerekli belgeleri ulaştırmak, işsiz insanları istihdam etmek ve vergileri denetlemek yer alıyordu. Farnakaların dışında tarlalarda çalışan ve hayvancılıkla uğraşan orta ve alt dereceli insanlar bulunmaktaydı. Bütün bu kişiler, statülerine ve çalıştıkları işin türüne göre maaş alıyorlardı. Aldıkları ücretten baği (12) adı verilen “Kralın Payı” anlamına gelen vergiler alınıyordu. Bu vergiler halka yol yapımı, güvenlik ve temiz su olarak geri dönüyordu. Bu kesimin dışında kalan insanlarsa I. Darius’un döneminde gelişen ticaretle geçiniyorlardı. Ticaretin bu dönemde gelişmesinin nedeniyse I. Darius’un altından yapılan Daric’i (13) ortak para birimi olarak kullandırmaya başlaması ve Kral Yolu’nun onarılmasıydı. Bu yeniliklerle ticarette sağlanan rahatlık ve kolaylık ülkenin ticari anlamda gelişmesine yardımcı olmuştur.

(5) Wiesehöfer, 120

Ahameniş İmparatorluğu, askeri gücüyle batıdan doğuya büyük bir alanı fethetmişken bu fetihlerin kalıcı olmasını sağlayan etken devletin sosyal yapısıydı. Sosyal sınıflara ayrılan halkın tamamı ülkenin iyiliğini düşünüp ona göre çalıştığı için imparatorluk yıllar boyunca geniş alanlarda hüküm sürmüştür. Şah’ın izlediği bu politikanın verimliliğin halkın memnuniyetinden anlaşılıyor. Sözün kısası Ahamenişler’in kurduğu düzen sadece kendi siyası yapılarını değil, kendilerinden sonra gelen uygarlıkları da derinden etkilemiştir. Bu denli parlak bir medeniyeti ortaya çıkaran bu hanedan hakkında Türkçe neredeyse hiçbir çalışmanın olmaması oldukça düşündürücüdür. Gelecekte bu konuda nitelikli çalışmalara imza atılması diliyorum.

“Ancient Gold Coins - Persian Empire Gold Coins.” Ancient Gold Coins - Persian Empire Gold Coins. Web. 16 Mar. 2014.

Dipnot:

(6) Young, The Organization and Achievement of the Empire (7) Rezakhani, 4.7.4 (8) Wiesehöfer, 124 (9) Wiesehöfer, 123 (10) The Histories, Herodotus (Herodot Tarihi) 8.98 (11) Wiesehöfer, 115 (12) Wiesehöfer, 118 (13) Persian Empire Gold Coins Kaynakça:

Herodotus, and Aubrey De Sélincourt. The Histories: Herodotus. Harmondsworth, Middlesex: Penguin, 1981. Print. Rezakhani, Khodadad. “Achaemenid Empire.” Iranologie. Web. Wiesehöfer, Josef. Antik Pers Tarihi. Trans. Mehmet Ali. İnci. İstanbul: Telos, 2002. Print. Young, T. Cuyler. “History of Iran: Achaemenid Society and Culture.” History of Iran: Achaemenid Society and Culture. Web. 07 Mar. 2014. Görsel:

(1) Young, Social Organization

Achaemenid Empire Map. Digital image. (2) The Histories, Herodotus (Herodot Ta- Wikimedia. Wikimedia, Web. rihi) 1.134 (3) Young, The Organization and Achieve-

~ 17 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Doğu’nun Uyanışı: Kavalalı Mehmed Ali Paşa Islahatları Elşen Mutlu

Tarihçiler tarafından “Kavalalı Mehmed Ali Paşa Islahatları” olarak adlandırılan 18051840 yılları arasındaki otuz beş yıllık süreç, Ortadoğu’daki ilk sistematik Batılılaşma girişimlerinden biridir. Aydınlanmacı bir despotun bağımsızlık tutkusundan ve yayılmacı emellerinden dinamizmini alan bu köktenci reformlar silsilesi, Mısır’ın alt yapısını ve üst yapısını dramatik bir şekilde değiştirmiş ve buna bağlı olarak yirminci yüzyılda Mısır’ı, Ortadoğu’nun kalbi ve bölgedeki devinimlerin merkezi konumuna getirmiştir. Bu reformlar 1919 Meşrutiyet Devrimi ve 1952 Hür Subaylar Hareketi’ni gerçekleştirecek olan dinamiklerin gelişiminde ve modern Mısır toplumunun oluşumunda doğrudan rol oynamıştır (Amin). Bugün Mısır’da yaşanan ve neredeyse tüm Ortadoğu’ya yayılan dönüşüm dalgasında bile Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatları’nın mirasının etkileri görülebilir. Mısır’daki sürekli devinimin arkasındaki bu tarihsel mirasın incelenmesi, yirminci yüzyıl boyunca Ortadoğu’nun batılılaşma serüveninin kavranmasında belirleyici olmuş ve içinde bulunduğumuz yüzyılda da bu belirleyiciliğini korumayı bilmiştir. 1801 yılında Fransız işgal kuvvetlerine karşı savaşmak üzere Mısır topraklarına ayak basan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, rakibi olan Osmanlı valilerini ve Memluk beylerini ustaca siyasi manevralarla mağlup etmiş; ulema, eşraf ve Mısır halkının da desteğini alarak 3 Temmuz 1805’te Babıali tarafından valiliğe getirilmiştir. Bu sancılı değişim sürecinde Mısır tam bir kaos ve yoksulluk içerisindeydi. “Birçok kamu kuruluşu, Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığı döneminde kendilerine ayrılan kaynaklardan yoksun bırakılmıştı. Vergi sistemi ise çökmüştü. Hazine, iflasın eşiğindeydi. Devletin çok cüzi miktarda ödenen vergiler dışında geliri yoktu. “Fellah” olarak adlandırılan ve toplumun çoğunluğunu oluşturan Mısırlı işçiler ancak yaşamlarını idame ettirecek kadar ücret alıyorlardı. Ordu, hiçbir seçim yapılmadan askere alınan insanlardan, disiplinsiz birimlerden oluşuyordu: Türkler, Arnavutlar ve ganimet için Mısır’a üşüşen Kuzey Afrikalılar. Ülkeye güvensizlik hakimdi; ayaklanmalar ve haksızlık olağan hale gelmişti. Birkaç Kur’an okulu ve El Ezher Üniversitesi’nin sunduğu dini eğitim dışında hiçbir öğrenim olanağı yoktu. Sağlık sis-

temi çökmüş, hastaneler harabeye dönmüştü. Mısır ulaşımı ve tarımı için hayati öneme sahip su yolları ve su kanalları ise bakımsızlıktan yıkılıyordu. Kavalalı’nın omuzlarındaki yük tahmin edilemeyecek kadar ağırdı” (Sinoue, 159). Kavalalı askerlik yaşantısı boyunca Napolyon Bonapart’ın askeri dehasından ve siyasi fikirlerinden çok etkilenmiş ve onu bir rol model olarak benimsemiştir. Nitekim Mısır’a vali olarak getirildiği zaman Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın zihninde iki temel ideal yatıyordu: Mısır’ın bağımsızlığını kazanması ve ardından yayılmacı politika izleyerek bir imparatorluk halini alması. Kavalalı tüm bu olumsuz koşullar içerisinde bu ideallerini gerçekleştirmenin son derece zor olduğunun bilincindeydi. İlk olarak ülkenin yönetim mekanizmasını düzene sokmayı amaçladı. Mısır için öngördüğü gelecek temel olarak askeri amaçlara dayandığından, yönetim sisteminin tüm aşamalarını denetim altına almak zorundaydı. Siyasi reformlar sonucunda benimsediği ve hükümranlığının sonuna kadar uyguladığı idari yöntem iki kelimeyle özetlenebilir: mutlakiyet ve merkeziyetçilik (Sinoue 161). “Kavalalı Mehmet Ali Paşa, ülkeyi 14 müdüriyete böldü ve bu bölgeleri 64 ayrı aksama ayırdı. Her müdüriyetin başına bir müdür, her aksamın başına bir nazır, her köyün başına bir şeyhülbeled atadı. Son olarak da sarrafları (vergi toplayıcıları) örgütledi. Sistemin tüm birimleri kati suretle merkeze bağlıydı. Napolyon örgütlenmesini uygulayarak devlet konseyi, özel konsey, yüksek görevliler ve bakanlar kurulunu kurdu ama bu kurumlara hiçbir yetki tanımadı. Çok ender şeyhülbeledlerle toplantı yaptı ve halka devlet yönetimine katılma fikrini verecek bir siyasal yapılanmaya asla gitmedi. Tüm iktidarı süresince danışmanlarının önerileri ve düşüncelerini dinledi; ama hep en son kararı o verdi” (Sinoue 162). Mutlakiyetten ve merkeziyetten taviz vermeyen tutumu ve siyasi reformları, vergi sistemini düzene soktu, otoritesini güçlendirdi ve en köktenci reformu olan Nizam-ı Cedid’i yapmasına uygun koşulları hazırladı. 1819 yılına gelindiğinde Kavalalı Mehmed Ali Paşa, bağımsızlık idealini sürdürebilmesi ve bu ideal üzerine karşı saldırıya geçecek olan büyük devletlerden korunabilmesi için yeni, modern ve disiplinli bir orduya sahip olması gerektiğini biliyordu (Sinoue 165). İlk olarak, başta Albay Joseph Seve olmak üzere Yüzbaşı Mari ve Yüzbaşı Cadeu gibi subayları Fransa’dan getirtti ve himayesi altına aldı. 1820’de Albay Joseph

~ 18 ~

Seve liderliğinde ilk piyade okulu kuruldu. Kavalalı, 1823 yılında Sudanlı askerlerin kamp hayatına uyum sağlayamaması nedeniyle yavaş ilerleyen reform hareketini hızlandırmak için , son derece köktenci bir değişim yaptı ve askerleri, Mısır halkından seçmeye başladı. Diğer bir deyimle ulusal ordunun kurulmasına karar verdi. “Eski çağlardan beri ilk kez “fellah” askere alındı. Silah altına alınan fellah zamanla eski halini unuttu. Aşağılanmışlıktan kurtuldu ve köydeki örselenmiş görüntüsünden uzaklaştı. Fellah birdenbire başını kaldırmış ve Mehmet Ali’nin askeri olmuştu. Bu tanım onun için saygınlık belirtisiydi. Türklerin hakaret etmek için ona köklerini hatırlatmasına karşılık hayatında ilk kez onlara hakaret etme cesaretini buldu. Böylelikle bir süre sonra ulusal ordu; ulusal kimliği daha sonra da nahda yada rönesansı doğuracak milliyetçiliğin beşiği haline geldi” (Sinoue 173). 1952 Hür Subaylar Hareketi ’nin temel argümanını oluşturacak olan pan-arabizm ideolojisi, bu ulusal ordu geleneğinden geçerek şekillendi. “1831 yılına gelindiğinde Kavalalı Mehmed Ali Paşa, tarihi ve 19. yüzyıl statükosunu inceleyerek az yada çok disiplinli askerler, az ya da çok eğitilmiş subaylar hatta bol askeri malzemenin çağdaş bir ordu kurmaya yetmediği, bağımsızlığını kazanmak ya da korumak isteyen bir ülkenin silahlarını temin etme sürecinde sürekli olarak yabancılara bağlı kalamayacağı gerçeklerini gördü. İlk adım olarak 1831 yılının sonlarında Marengo adlı bir İtalyanın yönetiminde ayda 900 tüfek üretme kapasiteli ilk tüfek fabrikası kuruldu. Bunu takiben 1933 yılında Versailles atölyelerinin eski yöneticisi Guilleman adlı bir Fransız aracılığıyla sırasıyla silah atölyesi, fişek fabrikası, dikimhane, koşumhane ve baruthaneler kuruldu”(Siroue 176). Ordunun giyim ihtiyacını karşılamak için Avrupalı teknisyenler aracılığıyla tekstil fabrikaları kuruldu. Tüm bu fabrikalar, devlet teşebbüsüyle yani Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın girişimiyle oluşturuldu. Mısır’ın ilk sanayi atılımı olan bu hareket, ülkenin sanayi altyapısını şekillendirdi. Ülkenin işlenmiş hammaddeye olan bağımlılığını sonlandırdı


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 ve zamanla Mısır’ın Ortadoğu piyasalarında etkin bir konuma gelmesini sağladı. Ekonomik bağımsızlığı beraberinde getiren bu reformun tek dezavantajı tüm fabrikaların devletin ,yani Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın mülkiyetinde olması, dolayısıyla üretilen zenginlikten yalnızca ufak bir tüccar azınlığın nemalanmasıydı. Halk bu ekonomik reform sürecinde genel bir sefalete sürüklendi (Sinoue 205). Zaten, mutlakiyet ve merkeziyet tutkunu bir aydınlanmacı despot, devlet teşebbüsüyle yaratılan üretim araçlarını özelleştirip kendi iktidarını tehdit edecek yeni bir ekonomik sınıfın oluşmasına izin veremezdi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ekonomik ve askeri alanda yaptığı reformların yanı sıra 1809 yılından başlayarak kültürel reformlar yapmıştır. 1809’da on iki Mısırlı öğrenci Fransa’ya tıp tahsili almaya gönderilir. İlerleyen senelerde bu sayı artarak devam eder ancak istenilen verim alınamaz. Öğrenciler, Batı kültürüne uyum sağlamakta güçlük çeker ve birçoğu mezun olamaz. Bunun üzerine 1835’te özel halk okulları kurulur. Sırasıyla, teknik okul, sivil yönetim okulu, madencilik okulu, kimya okulu, coğrafya okulu açılır.Bu okullar, dini vakıflarca camilerin gölgesinde kurulmuş olan, İslam dininin temelleri, okuma, yazma ve hesap dışında hiçbir şey öğretmeyen çeşitli kurumlar; İslam hukuku ve Arapça gramer dışında hiçbir ders verilmeyen El Ezher Üniversitesi karşısında oldukça yenilikçiydi fakat istenilen verim alınamadı. Dönemin Fransız Mısırbilimcilerinden olan Emile Prisse d’Avennes’in de belirttiği gibi: “Bu okullar tamamen askeri amaçla kurulmuştur ve çok az sayıda yetenekli insan mezun etmiştir. Zaten tersi nasıl düşünülebilirdi? Hazırlık yoktu ve ülkelerimizde bir kuşaktan diğerine aktarılan hayatla birlikte yaşanan temel akıl ve kültürden yoksun insanları birdenbire bilime yükseltmek gerekiyordu. Kendisi de her türlü temel eğitimden yoksun olan Mehmed Ali kalabalıktan asker çıkarabilmesine aldanarak sadece kendi iradesinin gücüyle bilim adamı da yetiştirebileceğini sandı”( Sinoue 180). Bu başarısızlık üzerine eğitimde yeni bir reform başlatılır ve eğitim üç ana kademeye bölünür. İlkokullar, hazırlık okulları ve özel okullar kurulur. Öğrenciler bu okullarda okuma, yazma Arapça gramer, cebir, aritmetik, tarih, coğrafya, resim ve güzel sanatlar dallarında eğitilir. Bir okuldan diğerine geçmek için özel sınav gereklidir ayrıca hasta veya sakat çocuklar bu okullara alınmazlar. Nitekim bu olgu, okulların askeri amaçlar güdülerek oluşturulduğunun bir kanıtıdır. Okullarda giyecek ve yiyecek bedavadır ve devlet tarafından karşılanır. Bütün hazırlık okullarında ve özel okullarda matbaa kurulur. Bütün okullar öğrencilerini hem as-

keri hem de sivil yönetimde görev alabilecek şekilde yetiştirmeyi amaçlamıştır. Mehmed Ali’nin ancak uzun vadede verim verebilecek bu karmaşık reformu aceleye getirmesi ve meyvelerini çabucak toplamak istemesi reformun başarısızlığına sebep olur (Sinoue, 183). Niteliksiz Arap öğretmen kadrosu ve yabancı hocaların tercümesindeki eksiklikler, niteliksiz mezunların ortaya çıkması sonucunu doğurur. “Mehmet Ali tüm bu süreç içerisinde subaylar, yöneticiler, hekimler yetiştirmek amacıyla eğitim sistemini kendi etrafında şekillendirdi. Sefaletle karışan cehaletin yok edilmesi ve yerli halkın aydınlanması için bu reformları yapmadı” (Sinoue 184). Fakat ne olursa olsun tüm bu süreç içerisinde birçok bilimsel kitap çevrildi, yayınlandı ve devlet eliyle sistematik bir şekilde fen bilimleri ve tarih alanında kitaplar basılıp dağıtıldı. Bu, Mısır’ın pozitivizmle ilk tanışmasıydı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa tüm bu reformların neticesinde elde ettiği disiplinli ve modern orduyla 1831’de Kudüs, Nablus, Sur, Sidon, Neyrut ve Trablus şehirlerini ele geçirdi. 1832’de Zerra’da Osmanlı kuvvetlerini yendi ardından altı ayda Akka’yı fethetti. 21 Aralık 1932’de Sadrazam Reşit Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunu da yenerek payitahtı tehdit etti ve 3 Mayıs 1933’te Adana, Paşa’ya devredildi. Bunları takiben cılız bir direnişle karşılaşarak Konya’yı zapt etti. Bağımsızlığını ilan etmenin eşiğindeyken beş büyük Avrupa devletinin Doğu’da istikrarı hedef güden diplomasisi nedeniyle 27 Kasım 1840 tarihli konvansiyonu imzalayarak fethettiği toprakları geri verdi ve Mısır’a çekildi (Kutluoğlu,64). Bu tarihin ardından Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın yayılmacı siyaseti son bulmuş, buna bağlı olarak orduya verdiği önem ve dolayısıyla reformlara gösterdiği özen azalmıştır.Devamlılığını gittikçe yitiren reformlar, 1870’te Britanya’nın Mısır maliyesinin kontrolünü ele geçirmesiyle son

~ 19 ~

bulmuş. 1882’deki İngiliz işgaliyle de izleri silinmiştir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatları, Paşa’nın bağımsızlık ideali ve yayılmacılık planları çerçevesinde gelişmiş, ordu merkezinde şekillenmiştir. Modern, Mısırlılardan oluşan ulusal ordunun kurulması ve eğitim reformu sonrası batılı metotlarla yetiştirilmiş bireylerin bu orduya yönetici olarak atanması, Mısır’ın geleceği üzerinde uzun vadede büyük bir etki yaratmıştır. İngiliz baskıları ve işgaliyle her ne kadar bayındırlık alanında yapılan ıslahatlar silinse de modern ulusal ordu, ilerleyen yıllarda Mısır’ın pozitivist Batı ile bağını sağlayan yegane köprü olmuş ve işgale rağmen kuruluşundaki aydınlanmacı ve ulusçu temelleri kaybetmemiştir. Nitekim bu ordu, 1919 Meşrutiyet Devrimi’nde etkin rol oynamış, 1953 Hür Subaylar Hareketi ve devamında gelişen devrimde antiemperyalist, aydınlanmacı, milliyetçi kimliğiyle Mısır’ı dinamik ve çağıyla bir bütün halinde tutmasını bilen bir itici güç olmuştur. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatları Doğu’da aydınlanmacı despotizmin örneği olarak yirminci yüzyılda bölgede ortaya çıkacak aydınlanma atılımlarını ideolojik zeminden etkilemiştir. Mısır’ın sürekli devinimi ve Ortadoğu’nun batılılaşma serüveni Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatları’ndan bağımsız düşünülmemelidir. Kaynakça: Amin, Samir. “An Arab Springtime ?” Monthly Review 63 (2011): n. pg.Monthlyreview.org. 25 June 2011. Web. 14 Dec. 2013. Sinoue, Gilbert. Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun. İstanbul: Doğan Kitapçılık, 1999. Print. Kutluoğlu, Muhammet Hanefi. “Kavalalı Mehmed Ali Paşa.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Ed.Kemal Güran. Vol. 23. Istanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1988. 62-65. Print


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Lübnan İç Savaşı Mehveş Çelebi

20. yüzyılın başına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde olan Lübnan, imparatorluğun yıkılmasından sonra Fransa’nın manda idaresi ile yönetilmiştir ve Lübnan toplumu, yaklaşık 20 yıl boyunca başka bir devlet tarafından idare edilmiştir (1). Fransa’nın mandater devletlikten çekilmesiyle 1943 yılında bağımsızlığını kazanan Lübnan, çeşitli etnik ve dinî grupların arasındaki çekişmelerin etkisinde kaldıysa da, ülkenin sosyal yapısının gerektirdiği politik dengenin kurulması yalnızca üç yıl almıştır (2). Oluşan düzenle ülke, Ortadoğu’nun yaşam koşulları ve ekonomik açıdan en uygun ülkelerinden biri haline gelmiştir. Ülkenin başkenti olan Beyrut, yıllarca Ortadoğu’nun Paris’i ve finans merkezi olarak anılmıştır. Fakat tarihler 1970’leri gösterdiğinde, “bu farklı etnik ve dinî gruplar gerçekten de birlik halinde yaşamayı başarabiliyor mu?” sorusu kafaları tekrar kurcalamaya başlayacaktır.

Siyasi alanda başlayan tüm bu güç kavgaları, 1958 yılında bu grupların silahlanmaya başlamasıyla ülkede bir çatışma ortamının doğmasına yol açmıştır (4). 1926 - 1979 yılları arasında 68 ayrı hükümetin kurulduğu göz önüne alındığında, tarafları durdurmada kendileri de oldukça güçsüz ve istikrarsız olan bu hükümetlerin yeterli olması zaten pek beklenemez. Gittikçe şiddetlenen olaylarda manda idaresi altındayken bir polis teşkilatı gücünde kurulan Lübnan ordusunun da etkisiz kalması üzerine, cumhurbaşkanının talebiyle ABD birlikleri 15 Temmuz 1958’te Lübnan’a girmiştir (5). Kısa sürede normale dönen bu olaylar, Lübnan’ın gelecekte karşılaşacağı daha büyük sorunlar hakkında ilk işaretleri vermiştir.

lamıştır. Başlangıçta 140.000 olan ülkedeki Filistinli göçmen sayısı, 1973 yılına kadar 300.000’i geçmiştir ve ülke genelinde bulunan 15 Filistin mülteci kampı, ülkeyi adeta İsrail saldırılarına açık bir hale getirmiştir (6). 1967 Arap – İsrail Savaşı’ndan sonraysa, birçok Filistin gerilla kuvveti ülkenin güneyine yerleşmiştir.

İsrail’in Lübnan’a saldırılarını körükleyen en büyük etkense Filistin davasının hem siyasal hem askeri temsilcisi olan “Filistin Kurtuluş Örgütü”nün (FKÖ) Lübnan üzerinden İsrail’le çatışması olmuştur. 1970’de FKÖ, Ürdün’de Kral Hüseyin’i devirme girişiminde bulunmuş ve bunun sonucunda, Ürdün ordusu tarafından Filistinlilerin çoğunluğu Lübnan’a sürülmüştür. FKÖ tarafından “Kara Eylül” olaİsrail’in 1948 yılında bağımsızlığını ilân rak adlandırılan bu olay sonrasında FKÖ’nün etmesiyle başlayan Arap - İsrail Savaşları ana üssü Ürdün’den Lübnan’a taşınmıştır nedeniyle tüm Arap ülkelerine olduğu gibi (7). Çevredeki gerilla kuvvetlerini ve Filistinli Lübnan’a da Filistinlilerin yoğun göçü baş-

İç Savaş’a Götüren Nedenler Lübnan İç Savaşı’nın oluşumunu analiz edebilmek için, Ortadoğu’nun bu küçük ve karışık ülkesinin çatışmalardan önceki durumunu iyi anlamak gerek: Lübnan’da dinlerin temsiline dayalı yönetim paylaşımında temel dayanak 1932 nüfus sayımıdır. Zamanın nüfus dağılımına göre 1946 yılında hazırlanan sistemde, her mezhep için sabit kotalar belirlenmiştir (3). Meclisteki çoğunluk ve Cumhurbaşkanlığı Katolik Maruni mezhebine mensup Hıristiyanlara verilmiştir. Buna ek olarak, başbakanın bir Sünni Müslüman ve meclis başkanının da bir Şii olarak seçilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak Müslümanların doğum oranlarının Hıristiyanlara göre yüksek olmasıyla ve Hıristiyanların dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmalarıyla zaman içinde değişen nüfus dengesi, bu sistem içinde bir takım sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Müslümanlar bu yönetim paylaşımının değişimi ve parlamentoda eşit temsili savunurken, özellikle Hıristiyan Maruniler bu yöndeki talepleri şiddetle reddetmiş ve politik gücün ellerinde kalmasını savunmuşlardır.

~ 20 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

göçmenleri silahlandırarak yanına çeken FKÖ, İsrail’le daha şiddetli çatışmalara girmiştir ve özellikle Güney Lübnan’da halkın huzurunun bozulmasına neden olmuştur. Bu dönemdeki çatışmalar sonucunda Lübnan halkının kırsal kesimden Beyrut’un dış mahallelerine doğru artan göçü, içeride sosyo-politik kutuplaşmayı oluşturmuştur. Ayrıca Lübnan halkında saldırılar sırasında Filistin yanlıları ve karşıtları olmak üzere gruplaşmalar yaşanmıştır.

meye çalışmıştır. Falanjistler, buna karşılık olarak çoğu sivil olan Filistinlileri taşıyan bir otobüse saldırı düzenleyip 27 Filistinliyi öldürmüşlerdir (11). Bu olayı, FKÖ, Lübnan ordusu, çeşitli militan grupları ve gerilla kuvvetlerinin katılımıyla artan çatışmalar izlemiştir. O zamana kadar tüm güç kavgalarına rağmen birlikte yaşayabilen bu etnik ve dinî gruplar, ülkenin belirli kesimlerine dağılıp gruplaşmaya başlamıştır. Hiçbir grup karşı gruplardaki insanları acımasızca öldürLübnan devleti, FKÖ’nün ülkedeki olum- mekten, onların mallarına zarar vermekten suz etkilerini gördükçe orduyu kullanarak çekinmemiştir. Karşılıklı çatışmalar intikam FKÖ’yle çatışmaya başlamıştır. Fakat FKÖ’nün duygusuyla devam etmiştir. bölgedeki ülkelerden yardım çağrısı üzerine taraflar, özellikle Suriye’nin baskısıyla, Savaşın başında Lübnan Millî Hareketi sayıca FKÖ’yü ülkede siyasi bir oluşum olarak kabul avantajını kullanarak üstünlük sağlasa da, eden ve kendi bölgesinde ona yarı-özerklik içinde bulundurduğu FKÖ’nün bir yandan da veren “Melkart Protokolü”nü imzalamıştır İsrail’le çatışma halinde olması, güç denge(8). Lübnan’da Müslüman gruplara verilme- sini Hıristiyanlar lehinde değiştirmiştir. Fayen bu hakların Filistinlilere verilmiş olması, kat çatışmalar sırasında ülkedeki iç güçlerin halk arasındaki gruplaşmanın daha da kes- çoğu zaman eşit kuvvette olması dengelerin kinleşmesine neden olmuştur. Hükümete sürekli olarak değişmesine ve dış güçlerden karşı bu hakların elde edilmesi için uğraşan destek ihtiyacına sebep olmuştur. Bunun solcu Dürzi gruplar ve Müslüman militan üzerine “Büyük Suriye” hayalini gerçekleşgrupları “Lübnan Millî Hareketi” adlı örgütü tirebilecek bir ortamın oluştuğuna kanaat kurmuştur. 1973 yılında FKÖ’nün bu örgüte getiren Suriye, Haziran 1976’da Arap Birlikatılmasıyla Müslümanların toplam silahlı ği’nin de desteğiyle askeri birliklerini ülkeye militan sayısı 35.000’e yaklaşmıştır (9). Fa- sokmuştur (12). Bu tarihten itibaren Suriye, lanjist Parti (10), Maruniler gibi Hıristiyan- bölgedeki etkinliğini sürdürmeye çalışmıştır ların oluşturduğu militan gruplar da aynı ve yakın bir tarihe kadar da varlığını ülkede yıllarda Lübnan ordusu tarafından eğitilmiş devam ettirmiştir. Ancak Nisan 2005’te, Birve silahlandırılmıştır. Ülkedeki üstünlüklerini leşmiş Milletler’in talebiyle Lübnan’daki son kaybetmemek için birleşen bu gruplar, “Hıris- Suriye birlikleri ülkeden çekilmiştir (13). tiyan Lübnan Cephesi”ni oluşturmuştur. İç savaş boyunca tüm bu çatışmaların yanı İç Savaş sıra, İsrail de Lübnan’a saldırı düzenlemeye devam etmiştir. 1978’de Litani Nehri’ne ka13 Nisan 1975 tarihinde Filistinli bir gerilla, dar olan Güney Lübnan topraklarını “Güvenbir Maruni kilisesindeki ayin çıkısında Falan- lik Bölgesi” ilan edip kontrolü altına alan İsjistlerin lideri olan Pierre Gemayel’i öldür-

~ 21 ~

rail, “Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü”nün (UNIFIL) bölgeye gelmesi üzerine Lübnan’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat İsrail’in 1982’de Beyrut’u tekrar işgal etmesi sırasında çoğunluğu Lübnanlı sivil olan 18.000 kişi can vermiştir (14). Bunun üzerine, İsrail – FKÖ çatışmalarının ülkeye verdiği zararın durdurulması için devreye giren Amerikan, Fransız ve İtalyan çokuluslu barış güçleri, FKÖ’nün ülkeden tahliye edilmesini sağlamıştır. Taif Anlaşması Lübnan’da çatışmalar devam ederken 22 Ekim 1989’da Arap Birliği ve ABD’nin öncülüğünde Lübnanlı siyasetçiler Taif Anlaşması’nı imzalamıştır ve bu anlaşma, bir yıl sonra iç savaşın sona ermesinde etkili olmuştur (15). Anlaşma öncelikli olarak ülkede din kavgalarına yol açan siyasi sistemin düzenlenmiş halini içermektedir. Ayrıca anlaşmada militan grupların silahlarını bırakması ve ülkedeki düzenin sağlanışıyla beraber 1990’ların başında Suriye ordularının ülkeden tahliye edilmesi kararlaştırılmıştır. Birkaç yıl içinde de bu anlaşmayı af yasası, Lübnan ordusunun Suriye önderliğinde yeniden düzenlenmesi, ülkedeki tahribatın izlerinin silinmesi, militan grupların dağıtılması gibi adımlar izlemiştir. Lübnan’da yüzyıllar boyunca birlikte yaşamayı başaran farklı etnik ve dinî gruplar, daha Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde iken dış güçler tarafından kışkırtılmaya başlanmıştır. O dönemde ortaya çıkan bu düşmanlık fikri, 1975 yılına gelindiğinde bir iç savaş olarak yeniden doğmuştur. Zamanla bu iç savaş, mezheplerin güç çatışmalarından ibaret olmayıp, Ortadoğu’daki hakimiyetini arttırmaya çalışan ülkelerin çıkarlarının öne


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 çıktığı bölgesel bir güç oyununa dönüşmüştür. Tüm bunların sonucundaysa geriye 1975 – 1990 tarihleri arasında yaşanan bu iç savaş, birbirine hala düşman gözüyle bakan gruplar ve de eski halinden çok farklı bir Lübnan kalmıştır.

Hıristiyan militan grubuydu. 1975’teki oto- lubnan-ic-savasi/>. büs katliamını gerçekleştiren parti olarak iç Kania, Elsa. Historical League of Arab States, savaşın başlangıcında aktif bir rol aldı. 1976 Chair Report. Rep. Boston: Harvard 11.ahttp://www.bbc.co.uk/news/world- MUN, 2013. Print. middle-east-14649284 Salt, Jeremy. “Disabling Lebanon.” The Un12. Salt, 242 making of the Middle East. N.p.: University of 1.ahttp://www.bbc.co.uk/news/worldCalifornia, n.d. 238-69. Print. middle-east-14649284 13.ahttp://www.bbc.co.uk/news/worldmiddle-east-14649284 Tristam, Pierre. “Timeline of the Lebanese Ci2. Salt, 239 vil War, 1975-1990.” About.com Middle East 14. Kania, 11 3. http://lubnan.ihh.org.tr/tarihisurec/icsaIssues. N.p., n.d. Web. 10 Feb. 2014. <http:// vas/icsavasinsebepleri.html 15.ahttp://lubnan.ihh.org.tr/tarihisurec/ic- middleeast.about.com/od/lebanon/a/ me081026e.htm>. savas/icsavasinsebepleri.html 4. Kania, 7 Görseller: 5.ahttp://www.bbc.co.uk/news/world- Kaynakça middle-east-14649284 “İç Savaşın Sebepleri.” Iç Savaşın Sebepleri. http://1.bp.blogspot.com/-909kSyZGBJg/ N.p., n.d. Web. 10 Feb. 2014. <http://lub- UKmftGR8GQI/AAAAAAAAA4A/rCjJ8mIx6. Kania, 8 nan.ihh.org.tr/tarihisurec/icsavas/icsavasin- VOA/s1600/Lebanese-Civil-War.jpg 7. Salt, 241 sebepleri.html>. Kania, Elsa. Historical League of Arab States, 8. Salt, 241 “Lebanon Profile.” BBC News. BBC, 31 Dec. 1976 Chair Report. Chart. N.p.: n.p., n.d. 7-9. 2013. Web. 09 Feb. 2014. <http://www.bbc. Print. 9. Kania, 10 co.uk/news/world-middle-east-14649284>. http://fanack.com/typo3temp/pics/leba10. Falanjist Parti: Özellikle Maruniler tara- “Lubnan Ic Savasi.” Lubnan Ic Savasi. N.p., 30 non_civilwar_1977_beirut_magnum_ fından desteklenen bu sağcı Lübnan partisi, Mar. 2011. Web. 10 Feb. 2014. <http://asi- hh_0155027_02_1c406981da.jpg Lübnan İç Savaşı sırasında bölgedeki en güçlü metriksavaslar.wordpress.com/2011/03/30/

Baas Rejimi ve Türkiye Deniz Şahintürk

Baas partisi yönetime gelmeden önceki zaman diliminde Suriye, devlet yönetimi ve ulusal bütünlük açısından zayıf bir ülke konumundaydı. I. Dünya Savaşı ardından Suriye, Fransız mandası altına girmişti. Fransız hükümetinin idareyi kolaylaştırma amaçlı bölücü politikaları güçlü bir ulus bilincinin oluşmasına engel olmuştu. Ülkedeki küçük gruplar kendi içlerinde bir birlik beraberlik duygusu geliştirebilse de, ülke genelinde bir aidiyet duygusu oluşmamıştı. 1949 yılında Suriye bağımsızlığını ilan ettikten sonra, birkaç yıl yönetimde kalabilen zayıf askeri hükümetlerin denetiminde kaldı; hatta bir dönem (1958-1961) Mısır ile birleşerek Birleşmiş Arap Cumhuriyeti

adı altında bir devlet olarak da varlığını sürdürdü. Suriye’yi uzun dönem etkisi altına alacak olan Baasçılık akımı, yirminci yüzyıl ortalarından günümüze kalan son görkemli devrimci fikirlerdendi.” (Baathism: An Obituary)Baas ideolojisine göre İslam, Arap kültürünün temel taşı olarak nitelendiriliyordu. Bu temellendirmeye rağmen ideoloji eşitsizliği savunmuyordu- aksine, Müslümanların diğer dinlere mensup insanlardan daha üstün olmadığı, herkesin eşit olduğu belirtiliyordu. Baasçılık ayrıca bünyesinde sosyalizmi de barındırıyordu.

Baas Amblemi

öncelikli amacı, Ortadoğu’daki Fransız ve Baasçılık düşüncesi ister istemez dönem İngiliz mandasına son vermekti. Suriye’sinin şartlarından etkilenmişti. Baasçılık 1920-1930’lu yıllarda Fransa’daki İdeolojinin son şeklini almasındaki en etSorbonne Üniversitesi’nde eğitim gören kin isim, Suriyeli filozof, sosyolog ve öğSuriyeli üniversite öğrencileri tarafından retmen Michel Eflak idi. Eflak, Fransa’daki temeli atılan bir ideolojiydi. Fransız Devri- Sorbonne Üniversitesi’nde eğitim görmüş mi’nin temelindeki ulus bilinci gibi fikirler- ve bu süre boyunca komünizm ideolojisi den etkilenen ideolojinin “kurucularının” ile ilgilenmişti. Ancak Suriye’ye döndüğü zaman, komünist anlayıştan uzaklaşmıştı.

~ 22 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Beşar Esed Eşi ile

Bunun nedeni, Suriye’deki komünist partinin Fransız Komünist Partisi’ne bağlı olması idi. Zira Eflak, Fransa etkisi altındaki bir partinin komünizm ile sağlanmak istenen eşitliği sağlayamayacağına inanıyordu. Eflak zamanla Baathizm ve Pan-Arabizm düşünceleri üzerine yoğunlaştı. “Pan-Arabizm düşüncesi, yani emperyalistlerin büyük oranda yapay sınırlarla böldüğü tüm Arap halklarını birleşik bir devletin çatısı altında buluşturma ülküsü, 1960’lara kadar hem Arap dünyasının genelinde hem de Suriye özelinde güçlüydü.” (“Suriye’yi Anlamak: Baas Nasıl Doğdu?” - OrtadoğuNtvmsnbc.com.) Baasçılık akımının kayda değer bir diğer özelliği de, tüm mezheplere mensup Müslümanları birbirine eşit kabul etmesi idi.”Baas sosyalizmi toplumsal eşitsizliğin azaltılması, özel mülkiyetin sınırlandırılması, yerli ve yabancı büyük özel firmaların kamulaştırılmasını öngörüyordu. Özel teşebbüs ve miras hakkının ise korunacağı belirtiliyordu.” (“Profile: Syria’s Ruling Baath Party.” BBC News) Baasçılık’ın bu nitelikleri, Baas Partisi kurulduğunda ülkedeki azınlıkların parti bünyesi altında toplanmasına önayak oldu. Parti 1953 yılında Ekrem Havrani’nin Arap Sosyalist Partisi ile birleşerek Arap Sosyalist Baas Partisi’ni oluşturdu ve 1954 yılı seçimlerinde mecliste söz hakkı sahibi olacak kadar başarılı bir sonuçla meclise girdi. Ancak 1963 yılında Baas Partisi yönetiminin rengi değişmeye başladı. Parti bünyesinde sivil üyeler ve ordu kökenli üyeler arasında anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıştı. Ayrıca Eflak ve parti üyeleri arasında da büyüyen bir uçurum oluşuyordu. Bu anlaşmazlıklar, 1963 yılındaki bir darbe ile sonuçlandı. Bu ilk darbe, Suriye’nin sonraki beş asır bo-

yunca göğüs germek zorunda kalacağı bir- sini doğurmuştu. Beşar Esed, batıda eğitim çok karışıklıktan sadece biri olacaktı. almış bir doktordu ve başta büyük ağabeyinin yönetime gelmesi planlandığından Hafız Esed denetimindeki askeri darbe “hükümdar” rolü kendisi için düşünülmesonucu 1963 yılında Baas partisi Michel mişti. Ancak abisinin ani ölümü nedeniyle Eflak’ı ülkeden atarak tüm denetimi ele ülke yönetimini babasından devralmak zoaldı. Eflak’ın destekçileri parti yönetimin- runda kalmıştı. Lakin yeni Esed yönetimi, den atıldı ve Irak’a sığındı. 1968 yılında halkın beklentilerini karşılamada yetersiz Irak’ta yapılan bir askeri darbe sonucunda kaldı. Saddam Hüseyin ve Eflak liderliğinde Baas Partisi tekrar egemen olacaktı. Baasçılık Az çok hepimizin bildiği üzere, Suriye 2011 Irak’ta 35 yıl boyunca egemen ideoloji yılından beri süren bir iç savaşın pençeoldu. sinde. Bu durumun sonunda ne olacağını, savaşın ne zaman biteceğini tahmin etmek Ancak Suriye’de Eflak’ın destekçileri, güç. Belki de bu durumda kesin olan tek Irak’ta gördükleri muamelenin aksine, şey, eşitliği savunan Baasçılık anlayışının yokluklarında yargılanarak ölüm cezasına ülkede tam olarak uygulanamadığı ve iklayık görülmüştü. tidarın güç oyunları içinde bozulduğu gerçeği. 1970 yılında Hafız Esed, “düzeltme hareketi” adını verdiği bir başka darbe ile kendi Kaynakça: egemenliğini sağlamlaştırarak uzun yıllar ülkede hüküm sürecek Baas yönetiminin “The Decline of Syria’s Baath Party-Carnetemelini atmış oldu. 1973 yılında Suriye gie Middle East Center.” Carnegie Middle anayasası Baas Partisi’ni “ülkenin ve toplu- East Center. N.p., 5 Dec. 2012. Web. 10 mun lideri” olarak niteledi. Parti, bu mad- Feb. 2014. <http://carnegie-mec.org/ de sayesinde toplumsal yaşamın her alanı- publications/?fa=50258>. na entegre olma hakkına sahip oldu. Baas Partisi; ticareti ve orduyu denetim altında Jouejati, Murhaf. “The Strategic Culture of tutarken, bir yandan da genç Suriyelilere Irredentist Small Powers: The Case of Syokul yıllarında kendi doktrinini aşılıyordu. ria.” Www.fas.org. SAIC, n.d. Web. <http:// www.fas.org/irp/agency/dod/dtra/syHalka açık sektörlerdeki, ordudaki ve dev- ria>. let yönetimindeki birçok mevki parti mensuplarına ayrılmıştı. Bu nedenle partinin “Profile: Syria’s Bashar Al-Assad.” BBC üye sayısı giderek artıyordu. 1981 yılında News. BBC, 09 Oct. 2013. Web. 10 partinin 375,000 üyesi varken bu rakam Feb. 2014. <http://www.bbc.co.uk/ 2010 yılında 1.2 milyona kadar çıkmıştı. news/10338256>. Ülkedeki tek muhalif parti, Baas Partisi’nin egemen rolünü kabul eden NPF Partisi idi. “Profile: Syria’s Ruling Baath Party.” BBC News. BBC, 07 Sept. 2012. Web. 10 Feb. <http://www.bbc.co.uk/news/ Bütün bu düzenlemelere karşın, Baas Par- 2014. tisi mensupları ülkenin baskıcı yönetimden world-middle-east-18582755>. rahatsız olan kesimleri tarafından sık sık hedef de alınıyordu. 1982’deki Baas yö- “WINTER 2005 - VOLUME XII: NUMBER 1.” netimini devirmeye yönelik Hama isyanı Syrian Reform: What Lies Beneath. N.p., buna bir örnekti. İsyan başarılı olamamış, n.d. Web. 10 Feb. 2014. <http://www. 10,000-25,000 kişi arasında can kaybı ol- meforum.org/683/syrian-reform-what-limuş ve isyanın ardından Esed ailesinin oto- es-beneath>. ritesi giderek güçlenmişti (“Profile: Syria’s Ruling Baath Party.” BBC News). Esed ailesi “Baathism: An Obituary.” New Republic. bu tarihten sonra iki asır boyunca nüfuzu- N.p., n.d. Web. 12 Feb. 2014. nu gitgide artırarak yönetime devam etti. “Suriye’yi Anlamak: Baas Nasıl Doğdu?” Hafız Esed’in 2000 yılındaki ölümünün ar- Ortadoğu- Ntvmsnbc.com. N.p., n.d. Web. dından “tahtını” oğlu Beşar Esed devraldı. 12 Beşar Esed’in yönetime gelmesi, bir süreliğine daha demokratik bir devlet oluşturma yolunda reformlar yapılabileceği düşünce-

~ 23 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

1918 Sonrası Suriye Merkezli Türk-Arap İlişkileri M. Miraç Süzgün

Osmanlı İmparatorluğunun Arap vilayetlerindeki hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı ile resmen sona ermiş ve Türk-Arap ilişkileri, bir önceki dönemlere göre farklı bir seyir izlemeye başlamıştır. Arap dünyasını dört yüzyılı aşkın bir süre idaresi altında bulundurmuş Osmanlı İmparatorluğu, Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamasıyla birlikte tarih içindeki ömrünü tamamlamıştır. Arap bölgelerinin geleceği ise muğlak bir konuya dönüşmüştür (Kayalı, 229). Osmanlı İmparatorluğu’nun elde kalan son toprakları üzerinde kurulan yeni Türk Devleti, Misak-ı Millî’nin temel ilkesi çerçevesinde oluştuğundan, İmparatorluğun asırlarca idaresi altında kalmış bulunan Arap ülkeleri üzerindeki iddialarından vazgeçmiştir (Günlübol, 84-85; Duran-Karaca, 203) fakat Arap idaresiyle gerektiğinde işbirliği içine girmek için de açık kapı bırakmıştır. İleriki dönemlerde Türkçülük’ün bir özne olarak öneminin vurgulanmaya çalışılması için Türkiye Cumhuriyeti’nde sırtımızdan vuran “hain Araplar” algısı oluşmuş ve Arap topraklarında Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle, Türk-Arap ilişkilerinin çok zayıfladığı belirtilmiştir. Türk-Arap ilişkilerindeki çalışmaların azlığı ve 1914 sonrası döneme ait devlet arşivindeki Osmanlı resmi belgelerinin 1990’lara kadar kapalı tutulmasından dolayı da (Kayalı, 2), 1918 sonrası dönem ile Hilafet’in kaldırılmasına kadar geçen süre zarfındaki Türk-Arap ilişkileri göz ardı edilmiştir. Bu bağlamda Türklerin ve Arapların I. Dünya Savaşı ile birbirlerine tamamıyla küstükleri düşüncesine belli bir dönem boyunca inanılmıştır. Son dönemde yapılan çalışmalarla birlikte görülmektedir ki, bu algının düzeltilmesi gerekmektedir çünkü 1918 sonrası Türk-Arap ilişkileri, Osmanlıcılık ideolojisinin altında siyasi bir düzeyde de olsa devam etmiştir (Çiçek, 173). 1918 senesi ile Hilafet’in kaldırılması arasındaki dönemde, Türkiye-Suriye arasındaki politik çalışmalar ve antlaşmalara bakıldığında Türk ile Arapların Hilafet şemsiyesi altında emperyalizme, hegemo-

nik güçlerin sömürgelerine karşı işbirliği Arap milliyetçiliği ve Arap uyanışı fikirleri, II. Meşrutiyet ile beraber meyvelerini yaptıkları görülmektedir. vermeye başlamıştır. II. Meşrutiyet’in ilan 1918 senesi sonrası Türk-Arap ilişkilerinin edilmesinden sonra, İttihat ve Terakki Ceçok zayıfladığı yanılgısının oluşmasında I. miyeti (İTC) Osmanlı topraklarındaki savaş Dünya Savaşı sırasında başta Şerif Hüse- kayıplarını engellemek ve son dönemde yin İsyanı olmak üzeri çeşitli Arap isyan- üst üste alınan yenilgilere son vermek larının patlak vermesinin etkili olduğu için merkezileştirme çalışmalarına hız kadüşünülmüştür. Bu yanılgıyı düzeltmek ve zandırmıştır. İTC, çok uluslu Batı’nın ulusTürklerin Araplarla olan ilişkilerini daha devlet ideolojisi ekseni etrafında yeniden iyi anlamak için XIX. yüzyıl sonlarındaki örgütlenmeyi çalışmış ve böylece Osmanlı Osmanlı Devletinin Arap dünyasındaki Devletini bulunduğu durumdan kurtarapolitikalarına bakmakta yarar vardır. Arap cağına inanmıştır. Bu noktada hükümet, topraklarındaki Osmanlı idaresinin siyasi Arap idarecileri İstanbul’dan kendi seçerek amaçları, zaman ve bölgelere göre deği- göndermiş, siyasi kurumlarda yenilenmeşiklik göstermiştir. İmparatorluk, genel- ye gitmiş ve günlük hayatta Pan-İslamistçi likle hâkimiyetindeki Arap bölgelerindeki uygulamalarını daha ön plana çıkartmaya eski sistemi muhafaza etmeye çalışmış çalışmıştır (Mardin, 180-190). Neticede veya yeni bir sistem uygularken, bölgenin bu toplumsal ve idari gelişmeler, Araplar özelliklerini göz önünde bulundurmuştur tarafından hoş karşılanmamıştır. Zira bu (Kurşun, 18). yaptırımlar, onların yerel yönetimlerdeki yetkilerin arttırılması talebine ters düşArap bölgelerinde daha işlenebilir ve dü- müş ve devletin ana merkezinin otoritesizenli bir politika uygulanması için Osmanlı nin artmasına sebep olmuştur. Devleti, Tanzimat ile birlikte çeşitli yerel reformlara ve yeniden düzenlemelere Ayrıca, bu dönemde Fransa, İngiltere gibi gitmiştir. Osmanlı Devleti, bazı Arap vila- hegemonik güçlerin de kendi topraklarıyetlerindeki askeri varlığını güçlendirmiş na göz dikmesi bir kısım Arapların daha ve İstanbul’daki en yetkin yöneticilerden da huzursuzlaşmasına sebep olmuştur. bazılarını bu vilayetlere vali olarak gön- I. Dünya Savaşı öncesinde, Araplar aradermeye başlamıştır. Bunun sonuncunda sındaki mevcut siyasi yapıda birçok farklı da halk arasında küçük çaplı çeşitli yerel düşünde insan bulunmaktaydı: Osmanlı ayaklanmalar olmuştur (Kayalı, 36-38). hilafeti yerine Arap hilafeti tesis edilmesiTanzimat’la birlikte gelişmeye başlamış ni savunanlar, Arap topraklarından özel ıs-

Irak Kralı Faysal ve Atatürk (1931) (Önder Kaya’nın arşivindendir)

~ 24 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 1919 tarihli bir İngiliz raporunda Mersinli Cemal Paşa olarak bilinen “Küçük” Cemal Paşa ile Esad Bey aracılığıyla Kral Faysal ile Sultan arasında bir “Türk-İslam Paktı” oluşturulması gerektiği ve Kral Faysal’ın bu hususta Sultan’a bir mektup gönderdiği anlatılmaktadır. Bu dönemde emperyalist devletlere karşı yapılan işbirlikler ile I. Dünya Savaşı’ndaki Pan-İslamist Cihad propagandalar, birlikte incelediğinde ikisinin de büyük bir benzerlik gösterdiği görülmektedir (Çiçek, 180). İkisinde de ortak amaç, hilafet etrafında İslam ülkelerini birleştirip emperyalist güçlere karşı bir işbirliği içinde olmak arzusu göze çarpar.

Enver Paşa Selahaddin Eyyubi Medresesi Resmi Açılışında - Harp Mecmuası Sayı 7 (Önder Kaya’nın arşivindendir)

lahatlara gidilmesini isteyenler, bölgedeki yönetimde yenilik olmasını arzulayanlar, adem-i merkeziyet talebinde bulunanlar, vs. (Kurşun, 32). Her ne kadar bazı kaynaklarda Arapların, Osmanlı’nın son döneminde ayrılıkçı amaçlarının olduğu ve bunun üzerine çeşitli isyanlar çıkarıldığı söylense de, bu yargıyı tüm Araplar için söylemek yanlıştır. Osmanlı dönemi Arap milliyetçilik hareketlerini ayrılıkçı bir eylem olarak tanımlayan klasik söylemin aksine, Arapçılık’ın 1918’e kadar bağımsız bir Arap devleti tasarlamak anlamına gelmediği artık son dönemlerdeki uzman araştırmacılar tarafından kabul edilen yaygın bir görüştür. Zira Arapların Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar Arap milliyetçilerinin, aslında Osmanlı’nın devamını arzuladıklarını söylemekte yarar vardır (Çiçek, 176). Bu sebepten dolayıdır ki, Osmanlı’nın Arap vilayetlerindeki hâkimiyetinin 1918 senesinde Mondros Ateşkes Antlaşması ile sona ermesiyle Türk-Arap ilişkileri bir anda bitmemiştir. 1918 öncesinde inişler ve çıkışlar yaşayan Türk-Arap ilişkileri, Mondros Ateşkes Antlaşması ile aslında yeni bir boyut kazanmıştır. Osmanlı orduları Arap topraklarından geri çekilince, hem çeşitli Arap bedevi kabileleri arasında hem de genel olarak Araplarla İngiltere ve Fransa arasın-

da anlaşmazlıkların olduğu ortaya çıkmıştır. Arapların kendi topraklarında egemen olmalarının zorluğunu görmesi, onları Avrupa ihtiraslarına rağmen Türklerle ittifaka girme düşüncesinin akıllara getirmiştir (Kayalı, 229). Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta büyük yenilgiler almasından ve hegemonik güçlerin Arap topraklarında manda yönetimleri kuracağının kesinleşmesinin ardından, Suriye Kralı Faysal’ın da içinde bulunduğu birçok Arap lideri bu durumdan kurtulmak için Osmanlı Devleti (daha doğrusu temelleri yeni atılmakta olan Türk Devleti) ile işbirliği yapmanın yollarını aramışlardır. Mesela, Fransa’nın Suriye üzerindeki ekonomik ve siyasal emelleri olduğu savaş öncesinde de Araplar arasında bilindiğinden, bu durum Arapların Osmanlıcı bir tutum sergilemelerine sebep olmuştur (Çiçek, 178). 1919-1920 yılları arasında Mustafa Kemal ile Suriye Kralı Faysal arasındaki gizli anlaşmanın maddelerine bakıldığında görülmektedir ki Osmanlı Devleti, Arap bölgelerinin ona bağlı kalması durumunda Arap yönetimlerini tanıması belirtilmektedir. Bunun yanında, Şerif’in Arapların genel ayaklanmaya katılmaları için gayret sarf etmesi gerektiği ve belirtilen hedefe ulaşılması için gerekli her türlü icraatta bulunması, istenilen şeyleri yapması söylenmektedir. (Rafik, 35-36) Aynı şekilde, 24 Temmuz

~ 25 ~

I. Dünya Savaşı sonrasındaki Türkler’in Araplara olan bağlarının tamamıyla bitmediği Cumhuriyetin kurucu elit tabakasının tutumlarında da görmek mümkündür. Bu noktada belirtilmesi gereken bir husus vardır ki o dönemde yeni Türk Devleti’nde henüz sekülerleşmeye gidilmemiştir. Ulus-devlet tezinin tam anlamıyla ortaya çıkmamasından dolayı da Avrupalı devletlerin, yeni Türk Devleti toprakları üzerindeki planları Atütürk’ü antiemperyalist Osmanlıcı bir mirasa başvurmasına sebep olmuştur. (Çiçek, 180) 9 Ekim 1919’da Suriyelilere hitaben yayımladığı beyannamede bu toprakları mandalaştırıcı planlara karşı savunmaya şöyle çağırmaktadır: “…Aramızda tahrik edilen ve bizleri birbirimizden ayıran husumete ehemmiyet vermemenizi bir dindaşınız olarak temenni ediyorum, bütün anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalıyız ve bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karsı çevirmeliyiz. Eğer dinlemezseniz, sonuna kadar siz üzüleceksiniz. Dinimizi imansız düşmanların ellerinden kurtarmak istiyoruz.” 1

Kurtuluş Savaşı yıllarında ise, Milli Mücadele’de yer alanların bazı Arapların Suriye’de propaganda amaçlı yayın faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. Mesela, Türkçe yayınların çoğunda Atatürk’ün resimlerine büyükçe yer ayrılıyordu. Arapça yayınlarda ise, “Vatan sevgisi imandandır.”, “Osmanlı şefkatinin ve dinamik milli orduların genel kumandanı, Anadolu’nun kahramanı devletli Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa.” ve “Vatan her şeyin üstündedir.” gibi ifadelere yer veriliyordu.2 Suriye’de diğer Arap bölgeleriyle karşılaştırınca bu 1 Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Bütün Eserleri IV (İstanbul: Kaynak Yayınları), s. 251. 2 NAW [National Archieves Washington],


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 tür söylemlere daha sıklıkla rastlanmasının sebebi, bu coğrafyada Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu’daki Millî Mücadeleyi destekleyen İttihatçı altyapının diğer yerlere nazaran daha çok olmasıydı (Çiçek, 187). Sonraki vakitlerde de, Atatürk’ün Yunanlılara karşı kazandığı zaferin akabinde Şam’da sevinç gösterileri yapılmış ve TürkArap uluslarının kaderlerin birbirinden ayrı düşünülmemesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Bazı cami ve mescitlerde mevlütler okutulmuş, merasimler düzenlenmiş ve Atatürk’e Seyfü’l-İslam3 ünvanı verilmiştir (Çiçek, 189). Hatta bu propagandalardan bir kısım halk o kadar etkilenmişti ki, Suriye’deki bir kısım Arap, Türklerle eskisi gibi İslamcı-Osmanlıcı bir yapının altında birleşmeyi gündeme getirmişlerdir. Buradan da anlaşılabilir ki, en başta aralarındaki İslamî bağdan dolayı, Araplar emperyalist güçler karşısında zayıf kaldığından ve sömürge altına girme tehlikesinden dolayı temelleri yeni atılmaya başlanan Türk Devleti’ne sığınmıştır (Kayalı, 228-229; Çiçek 173-175). Bunlara ek olarak, Türklerin de emperyalist güçlerin yönetimlerine yayılmacı politikalarına karşı Arap bölgelerindeki isyanlara yardım ettikleri ve destekledikleri görülür. Suriye örneğine bakılırsa, Suriye’de bazı şehirler Fransızlar tarafından işgal altındayken, Türk ordusunda hizmet etmiş İbrahim Henânu, 1919 yılının Kasım aylarında Fransızlara karşı bir direniş hareketi başlatmıştır. Bu direniş hareketi, hem Araplar hem de Türkler tarafından destek görmüştür. İbrahim Henânu, arkadaşları vasıtasıyla 2. Kolordu Komutanı Selahattin Adil Bey ile görüşmüş ve 7 Eylül 1920’de bir anlaşmaya varmıştır. Bu anlaşmanın sonucunda, Türkiye’den makineli tüfekler ve bir topla donatılmış birlik Şam’a gönderilmiştir (Kilis Valiliği) İki yüz kişiden oluşan bu birlikte de Türkler ile Arap arasındaki kardeşliğe işaret eden bir bayrak bulunmaktaydı. Bayrağın bir yüzünde “İnananlar kardeştir”; diğer yüzüne ise “Kardeşlerin arasının düzeltiniz.” ayeti işlenmişti (Çiçek, 190). Birliğin görev aldığı M 722, r. 8, No. 292, Damascus, 13 Kasım 1922’den akt. A. Rafik, “Türkiye Suriye İlişkileri”, s.58’den akt. M. Talha Çiçekli, “Osmanlıcılık İdeolojisi ve Osmanlı Hakimiyeti Sonrası TürkArap İlişkilerinde Değişim ve Süreklilik”, s.186. 3 Arapça’da “İslamın Kılıcı” anlamına gelmektedir.

[Soldan Sağa] Selahaddin Eyyubi, Atatürk ve Şeyh Şenusi (Önder Kaya’nın arşivindendir)

birçok bölgede dolaşan bu bayrak aslında Kaynakça: hem direnişçilere moral kaynağı oluyor hem de Türkler ile Araplar arasındaki kar- “Milli Mücadelede Kilis, IV. Bölüm: TürkArap İlişkileri.” T.C. Kilis Valiliği. N.p., n.d. deşliği belirtiyordu. Web. 12 Feb. 2014. <http://www.kilis.gov. I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında tr/?page=detay&dataID=278>. Türkler ile Araplar arasında siyasi olarak Abdülkerim Rafık, “Türkiye-Suriye İlişkileri bazı ayrılmalar olsa da, bu ilişkilerin ta- 1918-1926”, Çev. Sabahattin Samur, Türk mamen kesildiği düşüncesinin yanlışlığı Dünyası, Araştırmaları Dergisi, Sayı: 88, son dönemlerde yapılan çalışmalarla gö- İstanbul, (Şubat), 1994. rülmektedir. Osmanlı’nın 1918’de Arap vilayetlerindeki hâkimiyetinin sona erme- Çiçek, M. Talha. “Osmanlıcılık İdeolojisi siyle birlikte, Arapların geleceği karışık ve ve Osmanlı Hâkimiyeti Sonrası Türk-Arap bulanık bir hâl almıştır. Türkler ile Araplar İlişkilerinde Değişim ve Süreklilik».” Dîvân arasındaki asırlardır gelen İslami bağ, Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi 2012: 173emperyalist ülkelere karşı işbirliği içine 192. girme zorunluluğu ve savaşın yarattığı iç sıkıntılar Türk-Arap ilişkilerinin son yıllara Duran, Hasan, Yrd. Doç. Dr. – Karagöre değişiklik göstermiştir. Genel olarak ca, Ahmet. “Tek Parti Dönemi Türk-Arap Suriye üzerinden verilen örneklerden gö- İlişkileri.”Süleyman Demirel Üniversitesi İktirülebileceği gibi, bu iki ulus Lozan Antlaş- sadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi(2011): ması imzalanana – hatta Hilafet makamı 203-16. Web. 12 Şubat 2014. kaldırılıncaya - kadar siyasi çalışmalarla Günlübol, Mehmet ve Cem Sar. Atatürk ve Türile birlik ve beraberliklerini devam ettir- kiye’nin Dış Politikası (1919-1938). Ankara: mişlerdir. Bu bağlamda, Türkler ve Araplar Milli Eğitim Basımevi, 1973. çeşitli direniş hareketlerinde birbirlerine destek oldukları, yayın organlarında pro- Kayalı, Hasan. Jön Türkler ve Araplar: Osmanpaganda amaçlı faaliyetlerde bulundukları lıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık ve Fransa, İngiltere gibi hegemonik güç- (1908-1918). İstanbul: Türk Tarih Vakfı Yurt lerin mandalaştırmalarına karşı gizli ant- Yayınları, 2003. laşmalarla dayanışma içine girdikleri söylenebilir. Bu sebeplerden dolayı Türk-Arap Kurşun, Zekeriya. Yol Ayrımında Türk-Arap ilişkilerinin, Türkiye-Suriye örneğinden İlişkileri. İstanbul: İrfan Yayınevi, 1992. anlaşılabileceği gibi, 1918 sonrasında Mardin, Şerif. Türkiye’deki Toplum ve Siyaset. bittiğini söylemenin doğru olmadığı anla- İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. şılmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Bütün Eserleri IV (İstanbul: Kaynak Yayınları).

~ 26 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Demokrasinin Siyasal İslam ile Dansı: Tunus Yunus Emre Erdölen

Roma için büyük bir tehdit oluşturan Kartaca Uygarlığı’na ev sahipliği yapmış ve 1574-1881 yılları arasında bir Osmanlı vilayeti olan Kuzey Afrika ülkesi Tunus, son günlerde tarihi geçmişinden çok ülkede yaşanan siyasi gelişmelerle gündemde. Seyyar satıcı Tunuslu Muhammed Buazizi’nın Ocak 2011’de tezgahına polis tarafından el konulmasından dolayı kendini yakmasıyla başlayan ve domino taşı misali bütün Arap coğrafyasına yayılan, Libya, Tunus, Mısır ve Yemen’de hükümet, Ürdün’de kabine değişikliğine ve Suriye’de iç savaşa yol açan Arap Baharı, çoğu ülkede Siyasal İslam partilerin iktidara gelmesi veya güçlenmesiyle sonuçlandı. Hızla güçlenen Siyasal İslam ve çeşitli görüşler arasındaki gerilim, özellikle hükümet değişikliği yapılan ülkelerdeki anayasa tartışmalarıyla daha da arttı ve 2013 yılında Mısır ve Tunus’ta kitlelerin tekrar sokağa çıkmasına neden oldu. Mısır’da iktidarı elinde tutan İhvan1’ın uzlaşmacı bir tavır sergilememesi ve anayasa hazırlık sürecinde muhalefetle birlikte hareket etmemesi ülkedeki kutuplaşmayı artırdı. Süreç 3 Temmuz 2013’de General Sisi önderliğinde düzenlenen, İhvan’ın iktidardan uzaklaştırılması ve Cumhurbaşkanı Mursi’nin tutuklanmasına neden olan bir askeri darbe ile antidemokratik bir şekilde sonuçlandı. Tunus da ise Ocak ayında hükümetin giderek artan protestolar sonucu görevinden istifa etti ve 2014 yılının sonunda yapılacak olan seçimlere kadar görevini çoğunlukla bağımsızlardan oluşan teknokrat bir hükümete bıraktı.2 İktidarı bırakan ılımlı İslamcı Ennahda Partisi ve muhalefetin uzlaşmasıyla hazırlanan, Arap coğrafyasının en demokratik anayasalarından biri olarak değerlendirilen yeni bir anayasa hazırlanmasıyla demokratik bir şekilde sonuçlanan bu süreçte yaşanan gerilimler çoğu ılımlı 1 Mübarek rejiminin yasakladığı İslamcı örgüt, 2005 yılında bağımsız adaylarla girdiği parlamento seçimlerinde 88 sandalye kazanmıştır. 2011 Mısır Devrimi’nden sonra kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi, günümüzde en çok desteği olan partilerden biridir. 2 Akyol, “Yeni Yıldız Tunus Mu?”

İslam ülkesinde yaşanan gerilimlerle oldukça paraleldir. Bu gerilimlere son veren anayasa uzlaşması bu tür gerilimler yaşayan bütün ülkelere örnek teşkil etmektedir. 3 Zorlaşan yaşam koşulları ve 23 yıldır cumhurbaşkanlığı yapan Zeynel Abidin Bin Ali’nin muhalefet üzerinde giderek artan bir otorite kurması nedeniyle ülkede artan huzursuzluk, Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla hükümet karşıtı kitle gösterilerine dönüştü. 23 yıldır Zeynel Abidin Bin Ali’nin üzerinde baskı kurduğu ve yaklaşık 25.000 destekçisinin tutukladığı ılımlı İslamcı Ennahda Partisi’nin başı çektiği protestolara halkın büyük bir kısmı destek verdi. Polis şiddetinin giderek artmasına rağmen daha da artan protestolar sonucunda Bin Ali geri adım attı ve televizyonda bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında 300.000 kişiye iş imkânı yaratılacağını, basın ve internet özgürlüğünün sağlanacağını, kendisinin 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir daha aday olmayacağını, gıda fiyatlarının düşürüleceğini açıkladı ve meclisi feshederek, 6 ay içinde erken seçime gidileceğini belirtti. Bu tavizlere rağmen protestoların durmaması üzerine 23 yıldır cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Zeynel Abidin Bin Ali görevinden istifa ederek ülkeden kaçmak zorunda kaldı ve Suudi Arabistan’a sığındı. Bin Ali’nin istifasından sonra sırasıyla eski başbakan Muhammed Ganuşi ve eski meclis başkanı Fuad Mebazaa’nın başında olduğu geçiş hükümeti ülkeyi seçimlere kadar yönetti.

Kendini Yakarak Arap Baharı’nı Başlatan Buazizi

Mart 2011’de yapılan seçimlerde Bin Ali zamanında yasaklı olan Ennahda Partisi % 37 oyla birinci oldu. Cumhurbaşkanlığına seçimlerde yüzde %8 oyla ikinci olan merkez-sol Cumhuriyet Kongresi lideri Moncef Marzuki seçilirken, başbakan da seçimleri kazanan Ennahda Partisi Genel Sekreteri ve partinin reformcu kanadının lideri olarak bilinen Hammadi Cibali oldu. Partinin ilk zamanlarda çeşitli merkezsol partilerle kurduğu siyasi ittifaklar ne kadar ülkenin uluslararası arenadaki itibarını yükseltse de zamanla ülkede meydana gelecek gelişimler bu süreci tersine döndürecektir.

olduğunu düşünen protestocular, hükümetin istifa etmesini istemekteydi. Gösterilerin giderek artması üzerine başbakan Hammadi Cibali, mevcut hükümeti dağıtabileceğini ve yerine geçici bağımsız bir hükümet kurabileceğini söyledi, ama bu öneri Ennahda Partisi yetkilileri tarafından reddedildi ve hükümet dağıtılmadı.4 Hükümet karşıtı gösterilere karşılık Ennahda taraftarları da hükümeti desteklediklerini göstermek için gösteriler yapmaya başladıkları için ülkedeki kutuplaşma giderek arttı. Ülkenin gidişatından memnun olmayan ve hükümetin feshedilmesini sağlamayan başbakan Hammadi Cibali’nin istifasından sonra başbakanlığa Ali el-Ureyd atandı.5 Ülkedeki kutuplaşma solcu muhalefet lideri Muhammed El-Brahmi’nin suikasta uğramasıyla daha da arttı. Özellikle hükümetin suikast hakkında önceden bilgi aldıklarını ama güvenlik konusunda bazı ihmaller yapıldığını açıklaması göstericilerin suikastların ardında hükümetin olduğu inancını pekiştirdi. İki suikastın de köktendinci Selefi6 militanlar tarafından yapılmasından dolayı hükümetin ülkede giderek güçlenen radikal İslamcı grupları desteklediği düşüncesi protestocular tarafından savunuldu ve hükümetin istifa etmesi için göstericiler insan zincirinden, dans eylemlerine kadar birçok yaratıcı, etkili eylemde bulundular. Hükümet yanlıların sol partilerin bürolarını basmasıyla ve bazı grupların palalarla göstericilere sal-

6 Şubat 2013’de Demokrat Yurtsverler Partisi lideri, laik ve solcu kimliğiyle tanınan muhalefet lideri Şükrü Beleyid sabah düzenlenen bir suikasta hayatını kaybetmesi üzerine, halk sokağa döküldü. Çeşitli kentlerde iktidardaki Ennahda Partisi’nin büroları yakıldı, sokaklarda barikatlar kuruldu ve polisle göstericiler birçok yerde çatıştı. Suikastın ardında hükümetin 3 Akyol, “Tunus ve Mısır”

4 Souissi 5 Souissi 6 Ilıman İslamcılığı kafirlik olarak nitelendiren ve Hz. Muhammed zamanındaki koşullarda gerçek İslam’ın yaşanabileceğini savunan geniş bir coğrafyaya yayılmış olan İtikadî konularda Kur’an ve Sünnet’in lafzına bağlı olan ve te’vili kabul etmeyen ekol.

~ 27 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Toplumların giderek kutuplaştığı ve hoşgörü yerine önyargıların etkili olmaya başladığı bu günlerde, özellikle Arap Baharı’ndan sonra ülkemizde arasında bulunduğu çoğu Ortadoğu ülkesinde uzlaşmanın yerini kamplaşmanın almasından dolayı belki de Tunus’ta yaşanan bu uzlaşma ortamı Siyasal İslam ve demokrasi konusunda tartışmalar yaşanan bütün bölge ülkelerine örnek teşkil etmektedir. Ne dini özgürlüklerini sınırlayan katı laikçi bir anlayışın ne de ifade özgürlüklerini sınırlayan siyasal İslamcı bir anlayışın etkili olacağını ve toplumun her kesimini eşit gören, bütün görüşlerin demokratik haklarını koruyan bir yönetimin gerektiğini kanıtlayan Tunus, bu uzlaşma ortamının devam etmesi durumunda belki de demokratikleşme yolunda ilerlemek isteyen Ortadoğu halkları için bir örnek teşkil edecektir.

Yeni Anayasayı Kabul Eden Tunus Meclisi

dırmasıyla alevlenen gösteriler sonucunda hükümet muhalefetle masaya oturmak ve radikal İslamcı grupları terör örgütü olarak kabul etmek zorunda kaldı. Görüşmeler sonucunda iktidar ülkedeki her kesimle birlikte uzlaşmacı bir anayasa yapılması planlandı. Ayrıca 2014 yılının son aylarında yapılacak olan seçimlere kadar çoğunlukla bağımsız milletvekillerinden ve alanında uzman teknokrat bakanlarda oluşan geçici uzlaşma hükümeti kurulmasına karar verildi.

büyük çoğunluğunun desteklediği anayasa parlamentodan 200 evet, 12 ret, 4 çekimser oyla geçti. Anayasanın yürürlüğe girmesinden sorumlu olan geçici hükümette yer alan bağımsız milletvekili Başbakan Mehdi Cuma, eski Birleşmiş Milletler çalışanı Dışişleri Bakanı Mongi Hamdi, eski Afrika Kalkınma Bankası çalışanı Ekonomi Bakanı Hakim Ben Hammouda gibi profosyonel teknokrat isimlerin yanı sıra iki kadın bakanın da bulunması Tunusluların takdirini topladı. İktidar ve muhalefet arasındaki uzlaşma sayesinde ülkedeki gerilim Uzlaşma sürecinde Ennahda Partisi İslam hu- düştü ve Tunus belki de Arap coğrafyasının en kukunu öne çıkaran yasa önerilerini geri çekti, demokratik anayasalarından birine sahip oldu. hem ibadet hem de bir inanca sahip olmama Bu durumu Cumhurbaşkanı Marzuki’nin “Bu hakları güvence altına alındı, “vatandaşların anayasa ile diktatörlüğe karşı büyük bir zafer eşitliği” maddesi “kadın ve erkek vatandaşla- kazandık” sözleri özetlemektedir.7 rın eşitliği” olarak değiştirildi, insanlar hakkında “kâfir” fetvası verilmesi yasaklandı. Halkın 7 Ahram Online

Kaynakça: Akyol, Taha. “Tunus Ve Mısır.” Hürriyet. N.p., 5 Feb. 2014. Web. 10 Feb. 2014. Akyol, Taha. “Yeni Yıldız Tunus Mu?” Hürriyet. N.p., 5 Feb. 2014. Web. 10 Feb. 2014. Souissi, Zoubeir. “Tunisia Interior Minister Says Ready to Resign.” Reuters. Thomson Reuters, 30 July 2013. Web. 10 Feb. 2014. Tunisian Islamists Rally in Show of Strength Region - World - Ahram Online. Reuters, 9 Feb. 2014. Web. 10 Feb. 2014. PM-designate Mehdi Jomaa Announces Cabinet Line-up. N.p., n.d. Web. 10 Feb. 2014. İslam Ansiklopedisi

Aman Petrol... Canım Petrol1: 1953 İran Darbesindeki Dış Etkiler kalmasıyla oluşan bu ürün, günümüz dünyasının “sözde” hakimi olan insanların Ahmet Kaan “efendisi” olmayı rahatlıkla başarmıştır. Bu Armağan süreç 19. Yüzyılın ortalarından başlayarak yaklaşık 50 yılda gerçekleşmiştir. Biz ki özgürlüğümüze çok kadar düşkün bir canlı türüyüz (!), ne kadar da kolay yeden çıkan bu siyah cevherin hakimiyetini Bir1zamanlar basit inşaat işlerinde kullanılan kabullenivermişiz... ve insanların fazlasından kurtulmaya çalıştığı petrolün, günümüz siyaset dünyasına ve Petrolün tarihte ilk kullanımını Herodot’tan tarihine bu derece yön vermiş olması bana duyarız. Bilindiği kadarıyla tarihte ilk defa çok ilginç gelmektedir. Fosilleşmiş canlıların yaklaşık 4000 yıl önce Babil’de basit bir kalıntılarının milyonlarca yıl yer altında inşaat malzemesi, yani bir nevi asfalt olarak kullanıldığından bahs olunur2. Antik Pers tabletlerinde de petrolün ilaç olarak ve 1 Ajda Pekkan’ın 1980 yılında Eurovision’da tanıttığı bir pop şarkısından ilham alınmıştır 2 Encyclopedia Britannica.” Travel Liburan.

~ 28 ~

toplumun üst kesimlerince de bir aydınlanma aracı şeklinde kullanıldığı görülür3. Peki petrol günümüzde tam olarak ne için kullanılır? Üzerine bir doktora tezi yazılabilecek sorunun kısa cevabı: çok işlevli bir enerji üretim sermayesi olduğudur. Daha yaygın kullanımını bir benzetme ile açıklamak isterim. İngiliz Krallığına uzun yıllardır geniş coğrafi hakimiyetlerinden dolayı “Üzerinde Güneş Batmayan Krallık”denmekteydi; malum nedenlerden dolayı da ABD, İngiltere’nin N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014. 3 “Case Study: Petroleum.” History of ChEn: Petroleum, Origins. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 ülke sahasının içindeki petrol alanlarını ulusallaştırma kararını alınmıştır. Yeni yasanın kabul edilmesinden kısa bir süre sonra Avrupa tahsilli avukat Dr. Muhammed Musaddık, yeni yasanın en büyük destekçisi, ülkenin yeni başbakanı olarak seçilmiştir. Bu durumun doğal sonucu, İngiltere hükümetinin yeni İran hükümetine ekonomik ambargo koyup birçok tehditte bulunmasıdır. Bu olaylar 1953’te Musaddık’ı devirecek olan darbe sürecini başlatır. İngiliz hükümeti ilk defa 2. Dünya savaşı sırasında İran’ın ticari yolları üzerinde hakimiyetini ilan etmişti. Bunun nedeni, İngiltere’nin, İran’ın petrol kaynaklarının Nazi Almanya’sının eline düşeceğinden korkmasıydı. 2. Dünya savaşının bitmesine İran Başbakanı Musaddık rağmen İngiliz hükümeti ülkenin başta petrol ardılı sayılabilir. Lafı fazla dolandırmadan olmak üzere ticari kaynakları üzerindeki diyebilirim ki; güneşinin batmasını istemeyen emellerinden vazgeçmedi bu iki ulus da parlak ateşinin yanması için bir 1951’de İran petrolünün ulusallaşması yakıt arayışındadır. Petrol de tam bu noktada üzerine, İngiliz hükümeti yardım için devreye girer. okyanus ötesindeki müttefiki olan 1953 İran Devrimi, artık meşru belgelere Amerikan hükümetine başvurdu. Musaddık göre de, hem İngiliz hükümetinin hem de hükümetinin rejimi sırasında İran’da ortaya Amerikan hükümetinin yer aldığı ülke-dışı çıkmaya başlayan İran komünist akımı, otuz bir darbedir4. İngiliz hükümeti için sıradan dördüncü ABD başkanı Eisenhower’ın, İran’ın hale gelmiş olan bu hükümet devirme fiili5, içişlerine müdahale etmesi için yeterli bir ilginçtir ki Amerika’nın ilk ciddi deneyimidir6. bahaneydi. Müdahale kararının sonrasında Kim düşünebilirdi, günümüzde dünyanın en dönemin CIA direktörü Allen W. Dulles’dan büyük petrol tekelini oluşturan ve o sermaye çıkan emirin ne yönde olduğu, İran’a 4 Nisan uğruna en çok savaşı çıkartan ülkenin, sıcak 1952’de gönderilen7 1 milyon dolar sermaye savaş olmadan ilk devirdiği hükümetin İran ile anlaşılmaktaydı . Bu emirle, İngiltere’yle olacağını? Ama tabi günümüzdeki örneklerde birlikte Amerika’nın “derin devleti” Musaddık’ı de gördüğümüz gibi, sömürgeci bir devletin deviren darbeye müdahil olmuştur. bir ülkenin egemenlik haklarını tamamen göz Yeni ortaya çıkan kaynaklara göre, şah Rıza ardı edebilmesi için iki şey gereklidir. Birincisi, Pehlevi’nin yanı sıra, iki sömürgeci devletin kendisi için uzun vadeli pragmatik faydadır, darbe sürecini hızlandırmak amacıyla General ikinci ise bir bahanedir. Sonuçta, bu ülkeler Fazlullah Zahedi’ye yardımda bulundukları tarih kitaplarında kötü bir isim ile anılmak bilinmektedir8. istemezler, petrol uğruna insan ölümüne yol açan tiran olmayı kabul etmezler, onun Uzun bir devlet içi kulis ve rüşvet sürecinden yerine çok daha sevimli bir rol olan “demokrasi sonra darbe fiilinin ilk girişimi 15 Ağustos savaşçıları” ya da “insan hakları koruyucuları” 1953’te gerçekleşti. Darbe haberinin olmayı tercih ederler. Musaddık’a önceden ulaştırılması ve halkın Musaddık’a olan desteği sayesinde bu Musaddık’ın yönlendirmesiyle 1951’de İran ilk teşebbüs engellendi. Bu başarısızlığın parlamentosunun büyük bir çoğunlukla ardından darbenin başrol oyuncuları General Zahedi, Şah Rıza Pehlevi ile birlikte 4 CIA Confirms Role in 1953 Iran Coup.” bölgeden uzaklaşacaktır. Zahedi, Tahran’ın National Security Archive. N.p., n.d. Web. 03 kuzeyine kaçarken, Şah Bağdat’a yerleşmeyi Mar. 2014. 5 Our History.” MI6 Archives. N.p., n.d. Web. 7 Weiner, Tim. “C.I.A. Destroyed Files on 1953 03 Mar. 2014. Iran Coup.” The New York Times. The New York 6 “Academia.edu.” Dripping in Oil: U.S. Times, 28 May 1997. Web. 03 Mar. 2014. Involvement during the 1953 Iranian Coup. 8 Arfa, Hasan. Under Five Shahs( P65-70). N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014. New York: W. Morrow, 1965. Print.

~ 29 ~

Musaddık Mahkemede

yeğleyecektir. Bu başarısız girişimden sonra İngiltere ve Amerika hükümetlerinin şevki kırılmıştır fakat, üç gün sonra yani 19 Ağustos’ta beklenmeyen bir şah destekçi halk kitlesi sokaklara dökülmüş ve bu sefer başarılı olacak bir darbe girişimi için ortam hazırlanmıştır. Bu yeni hareketlenme sayesinde Zahedi, Tahran’a geri dönmüş ve süreci hızlandırmıştır. Nihayetinde, Moskova yanlısı olan İran hükümeti düşürülmüş ve bu durum sayesinde İngiliz ve Amerikan hükümetleri Ortadoğu’da yeni bir üs kazanmışlardır (tabi milyonlarca varil petrolün yanı sıra). Bundan bir sene sonra da Amerika, ikinci dış işgali için Guatemala’ya demokrasi götürmeye karar vermiştir. Düşürülen başbakan Dr. Musaddık için ise daha en kötüsü yeni başlamaktadır. Vatana ihanet ve Sovyetlerle işbirliği iddialarından dolayı içeri alınmıştır ve yargı süreci başlatılmıştır. Yargı sürecinin sonucu olarak Musaddık’a müebbet hapis cezası verilmiştir. Musaddık’ın bu konuda söylediği tek şey “Beni hapsettiğiniz için size müteşekkirim, siz zalimlerin bu yaptığı sadece beni tarih kitaplarında haklı gösterecektir9” 9 Pahlavi, Ashraf. Faces in a Mirror: Memoirs ...from Exile( S 128). Englewood Cliffs, NJ:


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 olmuştur. 1953 İran Devrimiyle yönetime gelen yeni Pehlevi hükümeti, 1979’da Ruhullah Humeyni’yi başa getirmiş olan ikinci darbeye ortam hazırlamıştır. Yıllar içinde yozlaşmış olan hükümet, Amerika tarafından gittikçe daha çok desteklenmiş ve dolayısıyla ülkenin petrol kaynaklarını, İngiltere’yle birlikte Amerika sömürmeye devam etmiştir. Zamanla bu ülke için var olan petrol tekeli el değiştirmiştir ve 20. Yüzyılda ABD’nin siyasi ve ekonomik gücü arttıkça, daha çok Amerikan yönetimine girmiştir. İran’ın siyasetinin içinde ve şah Pehlevi’nin arkasında ABD’nin varlığı daha çok hissedildikçe, baskı altında tutulan İran halkının tepkisi gittikçe körüklenmiştir10. Fakat bu mesele başlı başına, bir ayrı makalenin konusu olmayı hak etmektedir.

kaynakları zengin olan ülkeler olmaktadır. Seneye belki şanslıysanız, ve yeterli yer altı

Confirms Role in 1953 Iran Coup. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014.

sermayeniz bulunmaktaysa belki demokrasi sizin ülkenize de gelebilir.

“CIA Confirms Role in 1953 Iran Coup.” National Security Archive. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014.

Kaynakça:

“Encyclopedia Britannica.” Travel Liburan. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014.

“3. Military Expenditure.” — Www.sipri.org. “Join Academia.edu & Share Your Research N.p., n.d. Web. 09 Mar. 2014. with the World.” Dripping in Oil: U.S. “Academia.edu.” Dripping in Oil: U.S. Involvement during the 1953 Iranian Coup. Involvement during the 1953 Iranian Coup. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014. N.p., n.d. Web. 03 Mar. 2014. “List of States with Nuclear Weapons.” Arfa, Hasan. Under Five Shahs. New York: W. Wikipedia. Wikimedia Foundation, 03 Aug. 2014. Web. 09 Mar. 2014. Morrow, 1965. Print.

Pahlavi, Ashraf. Faces in a Mirror: Memoirs “Our History.” MI6 Archives. N.p., n.d. Web. 03 from Exile. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall, Mar. 2014. 1980. Print. “Reza Shah Pahlevi.” Nvcc.edu. N.p., n.d. Web. Günümüzde de tekrar görebildiğimiz “Case Study: Petroleum.” History of ChEn: 03 Mar. 2014. gibi, demokrasi piyangosu genelde Petrol Petroleum, Origins. N.p., n.d. Web. 03 Mar. Weiner, Tim. “C.I.A. Destroyed Files on 1953 Prentice-Hall, 1980.print 2014. Iran Coup.” The New York Times. The New York 10 “Reza Shah Pahlevi.” Nvcc.edu. N.p., n.d. “CIA Confirms Role in 1953 Iran Coup.” CIA Times, 28 May 1997. Web. 03 Mar. 2014. Web. 03 Mar. 2014.

Salman Rüşdi ve Utanç Ilgın Nas

Salman Rüşdi Kimdir? Salman Rüşdi, 19 Haziran 1947’de Hindistan’ın Bombay kentinde Keşmir kökenli Müslüman bir ailenin dört çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Ana dili olan Urduca Bombay’da yaygın olarak kullanılmadığı için beş yaşından itibaren öğrenmeye başladığı İngilizce sayesinde çevresiyle iletişim kurdu. Bombay’da bir misyoner okulu olan Cathedral School’da eğitim gördü. 1961 yılında Rugby’de eğitim görmek için ailesi tarafından İngiltere’ye gönderildiğinde Alt Kıta1’nın dışına ilk defa çıkıyordu. Daha önce bir İngiliz okulunda eğitim gördüğü ve İngiltere hakkında kapsamlı bilgisi olduğu için yeni ülkesine yabancılık hissetmeyeceğini düşünen Salman, arkadaşlarının ırkçı davranışlarına ve zorbalıklarına maruz kaldığı okulundan hiç hoşlanmadı. 1964 yılında, her ne kadar İngiltere’de yaşamayı istemese de, babasının da mezun olduğu King’s College Cambridge 1 Hindistan Yarımadası

Üniversitesi’nde tarih eğitimi almaya başladı.2 eleştirdi. Yayınladığı kitaplar, kazandığı ödülÜniversite hayatı sırasında İngiliz edebiyatına ler ve yaptığı işler sayesinde Londra’nın aydın ve tiyatroya merak sardı. kesiminin arasında kendine yer edinen Rüşdi, 1986 yılında Şeytan Ayetleri adlı romanının Cambridge Üniversitesi’nden 1968 yılında yayınlanmasının hemen ardından dünya çamezun olduktan sonra, Pakistan’ın Karaçi pında tanınır oldu. Romanında göçmenlerin şehrine taşınmış olan ailesinin yanına döndü. yaşadıkları değişimleri, (dinsel değişimleri Son derece tutucu bir toplum olarak gördüğü merkezine alarak) anlatan Rüşdi, çeşitli MüsPakistan’da kariyer yönününden başarısız iki lüman kesimler tarafından dine küfretmekle yıl geçirdikten sonra Londra’ya geri dönen Sal- suçlandı. Kitapları yakılan, birçok ülkede sanman, bir daha İngiltere’den başka bir ülkeye süre uğrayan, en sonunda da İran Dini Lideri yerleşmedi. On yıl kadar reklam yazarlığı yap- Ayetullah Humeyni’nin yayımladığı fetva ile tıktan sonra 1976’da ilk romanı olan Grimus’u ölüme mahkûm edilen (ve başına para ödüyayımladı. Ardından 1979 yılında yayımladı- lü konan) yazar, çareyi polis koruması altında ğı, Hindistan’ın bağımsızlığını kazandığı anda saklanmakta buldu. doğan ve doğaüstü yeteneklere sahip olan Salem Sinai üzerinden Hindistan tarihinin an- Ayetullah Humeyni’nin 1989’daki ölümünün latılarak eleştirildiği Geceyarısı Çocukları adlı ardından fetvanın önemi giderek azalsa da yarı-otobiyografik romanı, Grimus’un aksine Salman Rüşdi ihtiyatlı bir hayat sürdürmebüyük bir başarı kazandı. Kitabın 1981’de ye devam etti. Bu tarihten sonra başta kısa Booker Ödülü’nü kazanması ve yarım milyon öykülerini içeren Doğu, Batı, oğlu Zafer için satması yalnızca Salman Rüşdi’yi büyük bir yazdığı Harun ve Öyküler Denizi, Hindistan ve roman yazarı olarak tanıtmakla kalmadı, ayrı- Britanya’da birçok ödüle layık görülen Soytaca ona genç bir yaşta kendini tamamen yazar- rı Şalimar gibi eserler verdi. Ayrıca fetvanın lığa adama özgürlüğünü verdi.3 Yazar, 1981’de ardından saklanmada geçirdiği günleri tüm yayımladığı Utanç adlı romanında alegorik bir açıklığıyla kaleme aldığı anı kitabı Joseph Antarzda Pakistan’ı -gerek halkı, gerek politika- ton da 2012 yılında yayımlandı. cıları, gerekse ordusu açısından- sert bir dille Alışılmamış görünüşü, sivri dili, kendini beğenmişliğe varan özgüveni, tartışmalı fikirleri 2 Pipes, 41 ve orijinal tarzıyla Salman Rüşdi şüphesiz ça3 Pipes, 42

~ 30 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

ğımızın en çok konuşulan yazarlarından biri olma unvanını kazandı. Hindistan’ın hikâyeci geleneğini batının yazılı kültürüyle harmanlayan, karakterleri ne batılı ne doğulu-hem batılı hem doğulu olan, edebiyatı kendi ruhunun derinliklerini araştırmak için bir araç olarak kullanan, Alt Kıta’yı bir dürbün gibi kullanarak tüm dünyayı gözleyen yazar; eserleriyle tüm dünya insanlarına hitap etmeyi başardı. Utanç Salman Rüşdi’nin üçüncü romanı olan Utanç 1983 yılında yayımlandı. Aynı yazarın dünya çapında büyük yankı uyandıran Geceyarısı Çocukları ve Şeytan Ayetleri adlı romanlarının arasında kaldığından olsa gerek, bu çok değerli eser gerek edebiyat dünyasında gerekse okuyucular arasında hak ettiği ilgiyi görmedi. Yeterince eleştirisi yapılmayan, hakkındaki analiz yazılarının sayısı bir elin parmağını geçmeyen, derinliklerindeki hazineler keşfedilmeyen bu çok katmanlı, çok anlamlı, çok yoğun kitap hakkında konuşmak da bizlere düştü. Utanç hakkında vurgulanması gereken ilk nokta, kitabın iki farklı şekilde okunabiliyor olması. Kitap, sık sık olay akışını keserek araya giren yazar/anlatıcının betimlediği üzere “modern bir peri masalı” olarak ele alındığı takdirde bile okuyucuya son derece karmaşık bir olaylar dizisiyle karşı karşıya bırakıyor. Romanın ilk bölümünde “kenarda kalmış” başkahramanı Ömer Hayyam Şakil’in sıra dışı hayatı anlatılıyor. Üç tane anne tarafından ortak olarak doğurulan ve büyütülen Ömer Hayyam, hayatının ilk 12 yılını dış dünyayla bağlantısı yalnızca bir servis asansörü ile

sağlanan kocaman bir köşkte kapalı olarak geçiriyor. Ömer 12 yaşında ilk defa evden çıkıyor, devam eden 9 yıllık süre zarfında okula gidiyor, çevresindeki insanların alayına maruz kalıyor, Ferah adlı bir kızı hipnotize ettikten sonra hamile bırakıyor; ancak ne yaparsa yapsın, annelerinin kendine öğütlediği üzere, hiç mi hiç utanç duymuyor.

tekrar dâhil oluyor. 51 yaşındaki bu adam, bedeni 20 yaşında olsa da aklı 7 yaşlarında kalmış olan Safiye Zeynep ile evleniyor. Evlilikler, iş ilişkileri, politika, yasak aşklar, gizli oyunlar ile iç içe geçen Haydar ve Harappa ailelerinin ilişkileri ve kaderleri, kitabın geri kalan sayfalarında çarpıcı detaylar, esprili bir tavır ve masalsı bir tarzda anlatılmaya devam ediliyor.

Bu noktada Ömer’i kendi hayatına terk eden yazar/anlatıcı, başka bir şehirde yaşam mücadelesi veren iki ezeli rakibin, General Rıza Haydar ve politikacı İskender Harappa’nın kişisel ve politik hayatlarını en ince detayına kadar anlatmaya koyuluyor. Rıza Haydar’ın Bilkıs Hanım ile ile evliliğinden zihinsel özürlü, annesinin “Utanç” takma adını verdiği Safiye Zeynep doğuyor. Rıza Haydar’ın kuzeni Rani ile evlenen İskender Harappa’nın ise Ercüment adlı, güzeller güzeli ancak erkek gibi bir kızı oluyor. Rıza Haydar, gelecekte ülkesinin cumhurbaşkanı olacağından habersiz, başarılı bir asker olarak hayatını sürdürüyor. Kadınların gözdesi zengin İskender Harappa ise Başbakanlık koltuğuna oturuyor, bir darbe sonucu görevinden alınarak asılacağı günün ayak seslerini duymadan ülkesini yönetiyor.

Kitabı yalnızca bir masal gibi okumak son derece keyifli olsa da, anlatıcının araya girerek Pakistan hakkında yaptığı yorumlar, kitabın Pakistan ile ilgili olmadığı konusundaki ısrarcı tavrı ve kitaptaki karakterler ile Pakistan tarihinin belli başlı aktörleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik, okuyucuya kitabın alternatif bir şekilde okunabileceği ipucunu veriyor. Bu şekilde incelendiğinde, kitaptaki karakterlerin her birinin Pakistan tarihindeki bir kişiyi ya da kavramı temsil ettiği anlaşılıyor. Öncelikle Ömer Hayyam Şakil’in garip yetiştirilme tarzı, İngiltere aniden Pakistan’dan çekildiğinde arkasında kalan düzensizliği, Pakistan’ın “hasarlı” başlangıcını temsil ediyor. Hayatında güçlü bir baba figürünün (bkz. İngiltere) eksikliği ile yetişen ve bu nedenle zayıf ve “feminen” bir karakter kazanan, hatalı davranışlarının suçunu ona utanç duymamayı öğreten ailesine yükleyen Ömer Hayyam, Pakistan’ın sömürge dönemi sonrası hükümetinin özelliklerini yansıtıyor. Romanın merkezinde yer alan karakterlerden İskender Harappa ve Rıza Haydar, Pakistan’ın politik durumuyla en kolay şekilde bağdaştırılabilen karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Pakistan halkının iyiliği için çalışan bir demokrat olarak gösterilen İskender Harappa, Zülfikar Ali Butto’yu, tutucu bir Müslüman olarak yansıtılan Rıza Haydar ise General Ziya ül Hak’ı temsil ediyor. Kitapta bir

Daha doğduğu utancından kızaran Safiye Zeynep, hayatı boyunca çevresindeki insanların utançlarını adeta bir vakum gibi emiyor, utancın ete kemiğe bürünmüş hali oluyor. Bastırılmış utanç bir süre sonra Safiye Zeynep’i çıplak elleriyle yüzlerce hindinin kafasını bedeninden ayıran, insanların boyunlarını dişleriyle koparan bir canavar haline getiriyor. İşte Ömer Hayyam, hikâyenin utanmaz, alkolik, obez, hipnozcu başkarakteri, bu noktada Safiye Zeynep’i iyileştiren doktor olarak olaylara

~ 31 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 bayanın sevgisi için birbiriyle çekişen bu iki karakter, gerçek hayatta da “feminen” ülkeleri Pakistan’ın kontrolü için kapışıyor. Cinsiyetinden adeta nefret eden ve dişiliğini gizlemek için göğüslerini bir bandajla saran Ercüment Harappa, kültürünün kendisine yüklediği cinsiyet rollerini reddederek Pakistan’ın ilk kadın başbakanı olan Benazir Butto’nun bir portresini çiziyor. Son olarak dışarıdan zayıf, kırılgan ve fazlasıyla “feminen” gözüken ancak nefret ve tutku için sonsuz bir potansiyeli olan zihinsel engelli Sufiye Zeynep, Pakistan halkını ve toplumun “ikili” doğasını temsil ediyor. Safiye’nin saldırgan patlamaları, genç Pakistanliların ülkelerinin içinde bulunduğu kargaşaya karşı başkaldırısını somutlaştırıyor. Kısacası karakterlerin temsil ettiği politik ve sosyal kavramlar, cinsiyet, kimlik ve sömürgecilik sonrası toplumun sıkıntıları konularının etrafında toplanıyor. Daha önceden çok değerli bir eser olduğunu ifade ettiğim bu kitabın eleştirilecek yönleri yok değil. Öncelikle Utanç’ı ikinci bakış açısıyla okumak, Pakistan tarihi konusunda yeterince bilgisi olmayan ya da Doğu’nun sosyal düzenine aşina olmayan okuyucular için neredeyse imkânsız. Kitaptaki kahraman sayısı o kadar fazla, olay örgüsü o kadar karmaşık ki okuyucu dikkatli ve aralıksız bir şekilde okumadığı

takdirde karakterleri unutup kitabın içinde kaybolabiliyor. Yazarın kurduğu mecazlar ve sembolizm kimi zaman aşırı boyutlara ulaşıp kafaları karıştırabiliyor. Öyle ki kimi zaman, tarihten belli kişileri değil de çeşitli kavramları veya toplulukları temsil eden kitap kahramanlarını gerçek hayattan olaylarla bağdaştırmak son derece zor olabiliyor. Yazarın dilinin gerek orijinal dilinde, gerekse çevirisinde son derece süslü ve karmaşık olması da okuyucunun işini kolaylaştırmıyor. Anlatıcının zaman çizgisinde ileri geri yolculuk yapması, ayrıca kimi zaman olay akışını keserek ortaya güncel bir anekdot, bir yorum, bir söz atması da kitabın bütünlüğüne zarar veriyor. Ancak bu tarz zorlukların üstesinden gelen sabırlı okuyucu, yazarın eşi bulunmaz dehasına ulaşma ayrıcalığını elde ediyor. Rüşdi’nin ironi sanatını kullanmadaki eşsiz yeteneği, her cümlesinde hissedilen keskin mizah anlayışı, insanı başka dünyalara götüren masalsı anlatımı, betimlemelerindeki ince detaylar ve kendine özgü büyüleyici üslubu, yazarın dili kullanmadaki becerisini gözler önüne seriyor, okuyucuyu kendine hayran bırakıyor. Ayrıca karakter yaratmada, bu karakterlerin kaderlerini kusursuz bir şekilde birbirine bağlamada, son derece karmaşık olmasına rağmen hiçbir boşluğa ya da soru işaretine yer vermeyen bir

olay örgüsü kurmada gösterdiği başarı, yazarın zekâsının keskinliğini kanıtlıyor. Kitapta ortaya konulan (ve araya giren anlatıcının anlattığı anekdotlar ve yaptığı yorumlar yardımıyla bir anlamda açıklanan) eleştiriler okuyucuya devlet, cinsiyet, kimlik, çıkar ilişkileri, sömürge toplumları, yenileşme, utanç, utanmazlık, baskı, şiddet ve ters dönmüş değer yargıları gibi birbirinden farklı birçok konuda yepyeni bakış açıları kazandırıyor. Okuyucunun okuma sürecince kitaba verdikleri, okumanın ardından kitaptan kazandıklarının yanında önemsiz kalıyor. Utanç, dünya görüşünü genişletmek isteyen okuyucular kesinlikle okunması gereken bir kitap. Kaynakça: Pipes, Daniel. The Rushdie Affair: The Novel, the Ayatollah, and the West. New York, NY: Carol Pub. Group, 1990. Print. Salman Rushdie. N.p., n.d. Web. Feb.-Mar. 2014.<http://www.salman-rushdie.com/>. Salman Rushdie. Digital image. Emory.edu. N.p., n.d. Web. 11 Mar. 2014. <https://www. emory.edu/EMORY_MAGAZINE/2010/winter/images/rushdie.jpg>.

Şehr-i İstanbul’da Bir Gezi Zeynep Can Aksoy

Günlük hayatın tüketici koşuşturmasına dalıp İstanbul’u, aşkla sevdiğimiz bu şehri ihmal ediyoruz. İstanbul’da yaşıyoruz, ama İstanbul’u yaşayamıyoruz çoğu zaman. Tarih kulübü olarak bu gidişe bir dur dediksoluklanıp, silkindik. Fazıl Hüsnü Dağlarca demiş ki: “Eski İstanbul anılardan eski Göresin usul usul gez ki” Hal böyle olunca durmak ne mümkün, biz de yola koyulduk. Edirnekapı Surları: Gezimize Ayvansaray Mihrimah Sultan Camii’nin önünde buluşarak başladık. İlk dura-

ğımız İstanbul surlarının on büyük kapsından biri olan Edirnekapı’ydı. Etrafındaki semte de adını veren, İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in şehre girdiği ilk sur kapısı olduğu söylenen Edirnekapı, Bizans döneminde ‘Harisius’ Kapısı yani ‘Mezarlık Kapısı’ olarak anılmıştır. İsmini, hemen dışındaki Edirnekapı Mezarlığından almakta ve bu mezarlık şehrin önemli gömü alanlarından bir olarak kayda geçmektedir. Bizans’ın da kullandığı bu mezarlık, daha sonra 1453 Fethi sırasında şehit düşenleri ve önemli şeyhülislamların da gömüldüğü yer olmuştur. Ayrıca, bünyesinde barındırdığı şehitliğin kökleri Balkan ve Çanakkale Savaşları’na kadar uzanmakta ve Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’da vefat eden nice önemli üst düzey subay, politikacı, gazeteci, âlim ve sanatkâr da bu tarihi mezarlığa gömülmüş bulunmaktadır. Bunlar arasında Mehmet Akif Ersoy, Recep Peker, son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, Süleyman Nazif, Peyami Safa, Yusuf Akçura, Recep Peker, Ekrem Reşit Rey ve kardeşi Cemal

~ 32 ~

Reşit Rey vardır. Edirnekapı’nın girişinde durduğumuzda taş kemerin üzerine kazılmış bazı imgeler farkettik. Bu imgelerin barış zamanında İstanbul’u korumakla yükümlü olan Yeniçeriler tarafından kazıldığıni öğrendik. Kapıkulu ocaklarının en itibarlısı olan Yeniçeri Ocağının modern anlamdaki ilk daimi ordu olduğunu, Padişah’ın ‘yeniçerilerin lideri’ olarak anıldığını ve bu karmaşık yapının içerisinde ‘Orta’ adı verilen bölümlerin ve her ortanın kendi ‘sembol’ünün olduğunu gördük. Bugün hala çıplak gözle, Edirnekapı’nın kemerine kazınmış bir selvi ağacı, çapraz iki ok ve bir makas görebilmek mümkün. Bu minik semboller, şehri korumuş ve Edirnekapı’da nöbet beklemiş olan Yeniçeri Orta’larının günümüze gelen izleri. Gezimize devam etmeden önce, dik merdivenlere tırmanarak Edirnekapı surlarının üzerine çıktık. İstanbul’u tepeden izledik, kendimizi bundan 400 sene önce yaşamış bir


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Tarih Kulübü Üyelerimiz Edirnekapı Surlarında (Önder Kaya)

Yeniçeri’nin yerine koymaya, Osmanlı İstanbul’unun siluetini görmeye çabaladık. Manzarının tadını çıkarttık, ve bol bol fotoğraf çekerek anılarımızı ölümsüzleştirdik. Sulukule: Surların tepesinden indiğimizde, hemen karşımızda olan Mihrimah Sultan Camii’nin etrafını gezmeye, yolda durup görmekte olduklarımız konusunda bilgilenmeye devam ettik. Gezmekte olduğumuz yerin Sulukule olduğunu öğrendik ve renkli kültürü ile kitaplara, dizilere ilham olmuş bu semtin kısa tarihçesini dinledik. Her İstanbul’lunun ‘kentsel dönüşüm’ ile adını duyduğu Sulukule’nin ‘çingene’ kültürününün köklerinin İstanbul’un fethine kadar dayandığını öğrendik. Fatih Sultan Mehmet’in, 1453’de İstanbul’u fethinden sonra, Bizans döneminde çökmeye başlayan şehri canlandırmak amacıyla farklı bölgelerde yaşayanları İstanbul’a davet etmesiyle, İstanbul’a gelen Romanların bir kısmı Ayvansaray’da Lonca Mahallesi’ni kurarken, bir kısmı da Sulukule’ye yerleşmiş. Sulukule semti eğlence ve müziğin yanı sıra kente pek çok yönden katkıda bulunmuş. Cumhuriyet döneminden sonra kurulan ‘eğlence evleri’nin en görkemli yılları 1950’ler ve 1960’larmış ve bugünün popüler isimleri olan Hüsnü Şenlendirici, Adnan Şenses, Kibariye gibi isimler de Sulukule’de Eğlence Evleri’nden çıkmışlar. Ancak 1990’ların başında Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu’nun önderliğinde Sulukule’deki Eğlence Evleri’ne baskınlar başlamış ve büyük bir çoğunluğu kapatılmış. Sulukule’de Eğlence Evleri’nin kapanmasıyla 3500 kişinin işsiz kalmış ve bölge fakirliğe teslim olmuş. Gezimiz sırasında gördükerimiz ise, televiz-

yonda görmeye alışık olduğumuz ‘mahalle’ görselinden çok farklıydı. Sulukule’de yıkılan evlerin yerine ‘kentsel dönüşüm’ projeleri ile villalar yapılmış, ve semtin orjinal dokusundan eser kalmamış. Sulukule’li romanlar ise şehirden ve yüz yıllardır evleri olan bu yerden uzağa taşınmak zorunda kalmışlar. Mihrumah Sultan Camii: Gezimize Mihrimah Sultan Camii ile devam ettik. Bu ferah caminin mimarisine hayran kalarak dolaştık ve yapıldığı dönem hakkında konuştuk. Osmanlı’nın en önemli hanım sultanlarından olan Mihrimah için yapılmış olan bu görkemli cami ikiyüzdört adet penceresiyle, kalem işi süslemeleriyle, hünkar mahfiliyle, aydınlık ve ferah bir ibadet alanı. Mimar Sinan’a yaptırılan külliye’nin yapımı 1562 yılından 1565 yılına kadar sürmüş. Depremlerle büyük hasar gören cami restore edilmiş ve kısa bir süre once ibadete açılmış. Mihrimah Sultan, annesi Hürrem Sultan’ın vefatının ardından babası Kanuni Sultan Süleyman üzerinde ciddi bir etki kurmuş ve devlet işlerinde önemli bir rol oynamış. Mihrimah Sultan 1578 yılında vefat ettiğinde Süleymaniye Camii’ne, babasının yanıbaşında gömülmüş. Gezimiz sırasında hakkında bilgilendiğimiz bir önemli konu da sosyal medyada çok paylaşılan ‘Mihrimah Sultan ve Mimar Sinan’ın aşkı’ hikayesi ile ilgiliydi. Bu hikayenin her ne kadar romantik olsa da tarihi gerçekleri yansıtmadığını öğrendik. Mihrimah Sultan ve Mimar Sinan arasında bir ilişki olma ihtimali çok düşük, ve katı Osmanlı Saray kuralları göz önünde bulundurulduğunda karşılaşmış olmaları dahi pek mümkün görünmüyor. Kariye Müzesi: Mihrimah Camii’nden sonra, kısa bir yürüyü-

~ 33 ~

şün ardından Kariye Müzesi’ne vardık. Sabah erken saatler olmasına rağmen turistler ve ilgili İstanbullular tarafından dolmuş olan müze, gezimizin en etkileyici kısımlarından biriydi. Bizans döneminde kilise, fetihten sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapı olan Kariye müzesi,Türkiye’deki eski kiliseler arasında, içinde Bizans dönemine ait en zengin mozaik koleksiyonlarından birini barındırır. Kariye Müzesi olarak anılan yapı, Konstantinos surlarının dışında kalması sebebiyle binaya Grekçe “Kırsal alan” ya da “Kent dışı” anlamına gelen “Khora” ismi uygun görülmüştür. 6. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sahiptir. Günümüze ulaşmış hali Osmanlı döneminde ve 20. yüzyılın ikinci yarısında geçirdiği onarımların sonucudur. İlk önce manastır olarak 534 yılında Justinianus döneminde Aziz Theodius tarafından yapılmıstir. 11. yüzyılda 1. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır, Theodoros Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında yapı, hiçbir zarar görmemiştir ve uzunca bir süre kilise olarak kullanılmaya devam

Edirnekapı Kariye Müzesi (Önder Kaya)


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 etmiş olan Khora Manastırı Kilisesi, Sultan II. Beyazıd devrinde (1481–1512), Sadrazam Hadım Ali Paşa (Atik Ali Paşa) tarafından 1511 yılında camiye çevrilmiştir. 1945’te Müzeye dönüştürülmüş olan kilise, dışarıdan tuğla duvarlarıyla oldukça sade görünmekle birlikte içi yüzlere mozaik ve fresklere bezenmiştir. Yapının en görkemli bölümü ise fresk ve mozaiklerle süslenmiş olan dış nartekstir, kapının bulunduğu revaklı cephesi ile dışa açılır. Dış nartekste İsa’nın hayatı, iç nartekste ise Meryem’in hayatı ile ilgili sahneler yer alır. Mozaiklerde İsa’nın ekmeği çoğaltması, suyu şaraba dönüştürmesi; sağ tarafta ise haberci kralların İsa’nın doğumunu haber vermesi, felçlilerin iyileştirilmesi ve çocukların katli gibi sahneler vardır, Bu sahneler İsa’nın mucizelerini gösterir. Sanat, Toplum ve Edebiyat dersi (ASL) alan öğrencilere tanıdık gelecek olan, belki de Kariye müzesinin en ünlü mozaiği dış narteksten iç nartekse geçilen kapının üzerineki “Pantokrator İsa” dır. Bu betim birçok Ortodoks kilisesinde kullanılan İsa’nin yüceliğini ifade eden, kalıp pozlardan birisidir. Günümüze kadar zarar görmeden korunmuş olan mozaikler beni ve diğer kulüp üyelerini büyüledi, ve hafızalarımıza unutulmaz bir anı olarak kazındı. Bizce, Kariye Müzesi her İstanbullunun görmesi gereken bir yer. Yemek: Edirnekapı’yı keşfedip surlara tırmandıktan, Mihrimah Sultan Camii ve Kariye Müzesi’ni gezdikten sonra haliyle Tarih kulübü üyelerinin karnı acıktı. Önder hocamızın müdavimi olduğu küçük bir esnaf lokantasında soluğu aldık. Samimi bir ortamda, kuru fasülye’den orman kebabına kadar birbirinden leziz yemek çeşitleriyle ziyafet çektikten ve lokantanın gerçek safrandan yapılan dillere destan ‘Zerde’ tatlısından yedikten sonra tekrar yollara koyulduk. Arkadaşlarla ve hoş sohbetle zenginleşen mütevazi yemeğimizin ardından hepimiz Epikür’ün hayat felsefesinin doğruluğuna inandık. Epikür, mutululuğun yalınlığına , evinin bahçesinde buluştuğu dostlarıyla sıradan yiyecekler yiyip, sohbet etmenin en büyük mutluluk olduğuna inandığını yazmıştır. Edirnekapı’da geçirdiğimiz o güzel öğlenden sonra, bu sözün doğruluğunu gerçek anlamıyla algılayabildiğimize inanıyorum. Tekfur Sarayı: Tok karınların ve hoş sohbetlerin ardından ilk durağımız Edirnekapı Güvercin Pazarı’nın (kuş sevenlere ve takla atan sevimli güvercinler görmek isteyenlere tavsiye edilir) yanındaki Tekfur Sarayı oldu. Edirnekapı kara surlarına bitişik olarak inşa edilmiş kalın duvarlı sara-

Tekfur Sarayı (Önder Kaya)

yın 10.yy’da Bizans İmparatoru Konstantin Porfirogenetos’un emri ile yaptırıldığı düşünüşmekedir. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesinden sonra “Tekfur Sarayı”, on yedinci yüzyılın sonlarına kadar metruk şekilde kalmıştır. On yedinci asrın sonlarında ise Tekfur Sarayı’na hayvanat bahçesi kurulmuştur. Uzun dönem ‘Aslanhane’ olarak anılmış, uzak ülkelerden hediye gelen egzotik hayvanlar burda halka sergilenmiştir. Dünyaca ünlü “kaşıkçı elması” ise Tekfur Sarayı’nın çöplüğünde bulunmuştur. Tekfur Sarayı üç katlı ve çatısız bir haldedir. Ancak restorasyon edilmektedir. Bir rivayete gore Robert Kolej’in kurucusu Cyrus Hamlin’in Tekfur Sarayını kolej binası için düşünmüş ve ‘Batının tekrar canlanacağı’ yerin Bizans sarayı olmasını uygun görmüştür. Ancak tahmini zor olmayan nedenlerden dolayı okulu 1868’de Arnavutköy’de, o zamanlarda şehrin dışında kalan bir araziye kurmuştur. Çeşitli amaçlar için kullanılan saray, 1955-1970 yılları arasında onarım görmüştür.

Yapılan restorasyonun orijanal duvarlardan farkını uzaktan bile görebildiğimiz Tekfur Sarayı Bizans döneminden zamanımıza gelen tek örnektir. Kasturya Sinagog Kapısı: Tekfur Sarayının harabelerinden aşağı doğru yürüdüğümüzde dikkatimizi çeken harabe bir kapı oldu. Bu kapının, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldığı sanılan Kasturya Sinagoğu’na ait olduğunu öğrendik. Kapının üzerinde bulunan yazıtta: 1893 yılında ana binanın bir onarım geçirdiği yazılı. Öte yandan sinagogun 1930’lu yıllardan sonra Musevi cemaatinin azalması sebebiyle kapandığı biliniyor. Bugün içler acısı bir halde olan ve sadece kapısının günümüze kadar gelebildiği sinagogun yerinde ‘Tuğra’ adlı bir otopark bulunmaktadır. Bu kalp kırıcı görüntü Tarih Kulübü üyelerini ve beni derinden rahatsız etti. Kasturya Sinagoğu Kapısı İstanbul’un yaşadığı mimari, sanatsal ve kültürel (k)ayıpları gözler önüne sermekte. Molla Aşkı Parkı: Sinagog kapısını arkamızda bırakıp, kaybolmayı göze alarak dar sokaklardan geçerek ilerlediğimizde önümüze çıkan Molla Aşkı Parkı’nda soluklanmaya, gökdelenlerle bozulmuş olmasına rağmen hala büyüleyici olan İstanbul siluetini izlemeye karar verdik. Haliç’e, Karaköy’e tepeden bakan bu güzel kafede çay içerek tam karşımızdaki Fener Rum Lisesi’nden ve ‘Demir Kilise’ olarak geçen Balat’taki Sveti Stefan Kilisesi’nden bahsettik.

Molla Aşkı Parkında (Önder Kaya)

~ 34 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Görkemli kırmızı bir bina olan Fener Rum Lisesi 1454 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbullu Ortodoksları kente geri çağırması ve kendi dillerinde eğitim yapabileceklerini, patrikhanelerini yeniden ihya edebilecekleri bildirmesiyle kurulmuştur. Okulun görkemli binası mimar Kostantin Dimadis tarafından planlanmış ve Fener semtinde, İstanbul’un beşinci tepesi üzerine inşa edilmiştir. Okulun kuşbakışı görünümü, kanatlarını açmış bir kartala benzemektedir ancak bu eski ve önemli yapı bugün sadece 58 öğrenciye öğretim vermektedir. Haliç sahilindeki Sveti Stefan Kilisesi, Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılıp kendi ‘bağımsız’ kiliselerini kurmak isteyen Bulgarlar tarafından inşaa edilmiş. 1871’de Viyana’da yapılıp İstanbul’a parçalar halinde Tuna Nehri üzerinden gemilerle getirilerek monte edilmiş bu gotik izler taşıyan ‘demir’ kilise, Osmanlı’daki Bulgar azınlığın milli bilincinin sembolü olarak günümüze ulaşmıştır. Kilise bugün restorasyon halindedir. Surp Hıraşdagabed Ermeni kilisesi: Çay molasından sonra kendimizi bir kez daha Balat’ın dar, eski ve sempatik sokaklarına attık ve karşımıza çıkan bir bina ilgimizi çekene kadar yokuş aşağı yürümeye devam ettik. Önümüze çıkan Balat Surp Hreşdagabet Kilisesi’nin, hala ibadete açık olan ve her Pazar günleri ayinlerin yapıldığı bir Gregoryen Ermeni kilisesi olduğunu öğrendik ve izin alarak kilisesin içine girdik. İlginç ve karmaşık bir tarihi olan bu yapı, Edirnekapı’daki Surp Nigoğayos Ermeni kilisesinin camiye çevrilmesine karşılık, 1627 yılında Rum’lardan alınarak Ermenilere verilmiş. Yangın ve depremlerle hasar gören kilisenin bugünkü binası 1833 yılında inşa edilmiş. Pembe duvarları ile küçük ve şirin bir kilise olan Surp Hıraşdagabed’den çıkarak yolumuza devam edip ve kendimizi Balat semtinin tam ortasında bulduk. Balat Çarşısı: 1950’li yıllara kadar Musevi ve Rum nüfusun yoğun olduğu Balat, zamanla kabuk değiştirmiş. Ama semtin tek özelliği bu değil. Balat, aynı zamanda İstanbul’da sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan semt özelliği gösteren ilk yerleşim yeri olması açısından da önem taşıyor. Tarihi, Bizans dönemine kadar uzanan semt, kaynaklarda eski İstanbul’un en hareketli ve kalabalık yerleşim yeri olarak geçiyor. Fener’deki ikişer üçer katlı evler, klasik Rum mimarisini yansıtıyor. Hepsi birbirine omuz vermiş, sanki zamana meydan okuyor. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül ve özellikle Kıbrıs olaylarından sonra semti terk eden Rum halkın

evlerine, Anadolu’dan İstanbul’a yeni bir hayat kurma hayaliyle gelen aileler yerleşmiş. 1990’ların başında restore edilen bu binalar, rengarenk tonlarda boyanmış ve Balat’ı yeniden gezilesi, görünesi bir semt yapmış. Balat’ın en önemli mekanlarından birisi de” Çıfıt Çarşısı”. Çıfıt, Osmanlı döneminde Yahudilere verilen isim. 1492’de İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudiler, Osmanlı tarafından Balat’a yerleştirilmiş. Balat’ta, Osmanlı’nın tek tip ihtiyaca cevap veren çarşılara karşın, birçok şeyi bir arada bulundurdukları / sattıkları dükkanlar kurmuşlar. İşte böylece Yahudi Çarşısı (Çıfıt Çarşısı) oluşmuş. Leblebiciler Sokağı olarak da anılan çarşıda günümüzde esnafın neredeyse tamamı Müslüman Türklerden oluşuyor. Eski usulde hizmet veren ayakkabı tamircisi, şekerci, kasap, eczane, terzi, fırın, turşucu ve daha bir çok dükkan var. Balat, dükkanları ve restore edilen rengarenk evleriyle bir ‘mahalle’ izlenimi veriyor. Fener Patrikhanesi: Gezimizin son durağı Ortodoks Hristiyan Kiliselerinin ‘ekümenik’ yani evrensel merkezi olan Fener Rum Patrikhanesi’ydi. Başka bir deyişle ‘Ortodoks Hristiyanlarının Vatikan’ı olan patrikhane, 350 milyon kişinin ruhani kurumu olarak görev yapıyor. Patrikhane, şimdiki yeri olan Ayios Yeoryios Manastırı’na 1602’de yerleşmiş ve günümüze kadar gelmiş. Patriklik ibadethanesi olarak kullanılan Aya Yorgi Kilisesi, 12’nci yüzyılda inşa edilmiş. Patriklik tarihi de şu şekilde gelişmiş: Patriklik M.S 34’te kurulmuş ve 325’e kadar bugünkü Gümüşhane’de gizli bir kilisede çalışmış. Hıristiyanlık yasak din olmaktan çıkınca, Patriklik İstanbul’da Galata’ya taşınmış. Sonrasında İstanbul’un fethine kadar Ayasofya’da faaliyetini sürdürmüş, fethinden sonra ise Fatih Sultan Mehmet, Constantinopolis Patriği seçilen Gennadios’a patriğin görev ve yetkilerini gösteren ve Patrikhane’ye bazı ayrıcalıklar tanıyan bir ferman çıkarmış, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini sağlamış. Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilerek kendisine divanda yer verilmiş. Ana kapı, 1821 yılındaki Mora İsyanı’nı desteklediği gerekçesiyle idam edilen Patrik Grigorios ve üç metropolitin burada idam edilmesi anısına kapalı tutulmaktaymış. Maalesef, Patrikhanenin bulunduğu caddenin adı, yakın zamana kadar Patriği asan sadrazamın adı olan Sadrazam Ali Paşa olarak geçmekte. Cumhuriyet döneminde ise Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da dini konularla sınırlandırılmış. Patrikhane’de dünyanın en önemli arşivlerin-

~ 35 ~

Ekibimiz Edirnekapı’da Turlarken (Damla Ilıca)

den birine sahip olan bir kütüphane Mevcut bina 1700’lerde bazilika tipinde inşa edilmiştir ve Kilise’nin ana ibadet mekanı; 12 havariyi ifade eden 12 sütun üzerine inşa edilmiştir. Ancak hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlanmış ve Patrikhane günümüzdeki şeklini almıştır. Son: Orhan Veli’nin dinlediği gözleri kapalı Yahya Kemal’in aziz şehri, Tevfik Fikret için ‘dünyanın koca kahbesi’ Necip Fazıl’ın ‘Vatanı da vatanı’ Şiirlere, şarkılara, aşıklara esin olan bir şehir İstanbul. İstibdadın, mütarekenin, meşrutiyetin şahidi; şiirin, musikinin, temaşanın meskeni; acı-tatlı her çeşniden aşın kazanı, sayir gemilerin limanı, çığırtkan martıların avazı. Her sokağı yaşanmışlık, her köşesi hikayelerle dolu bu şehir hayatlarımızın büyük bir parçası. Bizim görevimiz, tarihe tanıklık etmiş bu şehri biraz anlamaya çabalamak, söyleyeceklerine, anılarına kulak vermek. Dinlemek. Kaynakça: Eroğlu, Özkan, and Hayri Yılmaz. İstanbul Cadde Ve Sokak Kılavuzu. İstanbul: Türkiye Turing Otomobil Kurumu, 1993. Print. Koçu, Reşat Ekrem. İstanbul Ansiklopedisi. İstanbul: İstanbul Ansiklopedisi Ve Neşriyat Kollektif Şirketi, 1958. Print.a


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Meiji Restorasyonu: Japonya’nın Radikal ve Sancılı Modernleşme Süreci Mert Uşşaklı

Modernleşmenin sancılı olmayan örneğine tarihte rast gelmek güçtür. Osmanlı’nın iki yüz yıl boyunca ıslahatlarla emeklemesinden, 19. yüzyıl ABD’nin demiryollarıyla ve fabrikalarla ayağa kalkınmasına kadar verilebilecek tüm örnekler, bize modernleşmenin kolay olmadığını gösterir. Bir “modern devlet” olma yolunda ilerleyen her medeniyetin sancıları farklıdır. En basitinden, Osmanlı’da III. Selim ve benzeri ıslahatçıların yaşadığı gibi muhafazakar kesimlerin muhalefetleriyle oluşturduğu politik ikilemler, bu süreci zor kılabilir. Aynı zamanda da radikal teknolojik gelişmeler, şehirleşme ve endüstriyelleşmenin işçilere ve köylülere getirdiği ağır yükle sosyal sınıf çatışmalarını tetikleyebilir. 1848 Avrupa’sını kasıp savuran devrimler, bunun bir örneği niteliğindedir. Lakin, dünya tarihindeki en ilgi çekici modernleşme süreçlerinden birini yaşayan Japonya’da, modernleşme her anlamda çok güç; ama aynı zamanda şaşırtıcı bir şekilde hızlı gerçekleşmiştir. Henüz 1850’de feodal yapılı, dışa kapalı, zamanının gerisinde bir medeniyet olan Japonya, 20 yıl içinde Rus Imparatorluğuna ve 100 yıl sonra da ABD’ye kafa tutabilecek ihtişama nasıl kavuşabildi? Japonya, 15. yüzyıldan itibaren feodal bir yapıya sahipti. 17. Yüzyıldan itibaren Japonya, Tokugawa şogunluğu tarafından idare edilir. “Edo” ismi verilen bu dönem, itikrarlı, durgun ve dış dünyaya tamamen kapalı bulunmasıyla bilinir. Şogun, ülkedeki en yüksek askeri rütbeydi ve babadan oğla geçmekteydi. 250 yıl boyunca Tokugawa ailesi’ne ait kalan şogunluğun görünürdeki amacı, Japonya’da istikrarı sağlamaktı. Aynı zamanda şogunluk, Koyoto’da bulunan imparatora karşı saygılı davranırdı. Her ne kadar politik ve askeri güç şogunun elinde bulunsa da, gelenek imparatorun biricikliğini ve kutsallığını kabul ettiği için şogunun Kyoto’daki sarayı ele geçirmesi söz konusu bile değildi. Tam aksine, şogunlar imparatorun zengin bir yaşam sürdüğünden emin olmaya çalışırlardı. Bu mantıklı bir stratejiydi. Çok eskiden bazı imparatorların dilencilikle geçinmek zorunda kalacak kadar fakirleştiği biliniyordu. Şogunun imparatora refah dolu bir hayat yaşatmasının karşılı-

ğında, imparator da şogunun meşruluğunu uluslararası ticarete kapılarını açmaya ikna etmesini anlatır. Amiralin büyük çelik geonaylardı (Thomas, 3-5) misinden ve mürettebatının giyiminden, Şogun, imparatora hediye ettiği bu zen- kuşamından etkilenen Japonlar, diğer ülginliği, kendisine bağlı olan toprak lordları kelere nazaran gelişmişlik açısından geride “daimyo”lardan[1] aldığı vergilerle temin kaldıklarına ikna olur ve bir reform hareketi ediyordu. Daimyo’ların gücü azımsanacak gerçekleşir (Hall, 259). Bu anlatı her ne kadar gibi değildi. Tokugawa şogunluğu, daim- doğru olsa da, resmin tamamını yansıtmaz. yo’ları kendilerine sadık tutmak için Edo’ya 19. Yüzyılın başından beri kuraklık ve doğal (bugünkü Tokyo) yıllık ziyaretler ve evlilik- felaketlerle dolu bir dönem yaşanmaktadır. ler gibi farklı diplomatik metotlar kullan- Bunun sonucunda çocuk ölümleri artmakta, maktaydı (Thomas, 4). Lakin bunun dışında pirinç tarlalarını işleten köylüler üstlerine şogun, daimyo’ların üstüne bir söz sahibi binen vergi yükünden dolayı şikayetçi oldeğildi. Daimyo’ların işlettikleri topraklar, maktaydı. 1813 ile 1868 arasında bu konuda tamamen feodal bir yapıya sahipti ve dı- dört yüz farklı protesto gerçekleştiği tahmin şarı kapalıydı. Genel izlenim, daimyo’ların edilmektedir. şogunlara karşı bir güç oluşturma potansiyeline sahip olduğu, ama birbirlerini den- Bu kriz haliyle şogunluğu da etkilemişti. Şogeledikleri için bunun mümkün olmadığı gunluk ağır borç altında kalmış, borçlarını şeklindedir. Yönetimdeki bu dengesiz yapı, ödemek için de fazladan para basmaya kaTokugawa’nın yaydığı “Japonya’nın dış güçler rar vermişti. Aynı zamanda zengin olan ketarafından işgal edilebileceği” korkusu saye- simden borç isteklerinde bulunulmuştu. Bu sinde dengeleniyordu. Bu korku, 1850’lerde dönemde uygulanan sabit vergi politikası, enflasyonla beraber şogunluğun gelirlerini ete kemiğe bürünecekti. de kısıtlamıştı. (Thomas, 13) Meiji Restorasyonu’ndan önceki Japonya’nın gelenekselliğinin sembolü, az sayıda olan Aynı zamanda Japonya, 19. Yüzyılın başındaimyo’lar veya Tokugawa ailesi değil, Batı dan beri Çin ve Kore’de olup bitenlerden haliteratürünün de son derece ilgisini çeken berdardı. Batılı ülkelerin, özellikle de Ingilve nispeten kalabalık bir sınıf olan samu- tere’nin emperyalist politikaları, son derece ray’lardı [2]. “Savaşçının Yolu” anlamına ge- güçlü olan Çin gibi bir komşuyu bile kendi len bushido prensibiyle yaşayan samuray’lar, kontrolü altında tutabilmekteydi. 1839’da Japonya’nın bu dönemdeki askeri sınıfını Çin ve Ingiltere arasında çıkan Opium Saoluşturmaktaydı (Thomas, 10). Bushido, tam vaşı’na dek, Japon ileri gelenleri arasındaki anlamıyla tanımlanması zor bir şey olsa da, fikir, içine kapalı ekonomisini devam ettirOrtaçağ Avrupa’sındaki şovalyelerin hayat diği sürece Japonya’nın Çin’in yaşadığı tarz prensiplerine benzerlik gösteren, onuru bir sorun yaşamayacağı yönündeydi. Batı ve savaşçılığı ön plana koyan bir gelenekti güçlerinin emellerine ulaşmak için güç kul(McCannon, 72). Modernleşmenin eşiğinde lanmaktan çekinmediklerini görmek, Japon olan Japonya, ilk önce şogunluğun ve fe- aydınlarını bir restorasyona ihtiyaç olduğu odalitenin devamlılığını savunan samuray konusunda ikna etmeye yetmişti. Yurtdısınıfıyla mücadele verecekti. Geleneksel yapı şından sınırlı sayıda getirilen Hollandaca için mücadele eden bu askeri yapı ile Os- metinleri çalışan Japon aydınları arasındaki manlı’nın yeniçerileri arasında bir paralellik egemen fikir, Japonya’nın Batı güçleriyle yakurulabilir; ama samuray’lar saraya mensup rışacak bir askeri güce sahip olup, kendisinin bir kuvvet olmaktan çok, sosyal merdivenleri de bir emperyalist yapı kurması gerektiğiydi tırmanmanın güç olduğu bir ülkenin dağı- (Thomas, 14). Amerikan amiralinin Japonnık, onurlarına sadık savaşçıları niteliğindey- ya’nın ziyareti, sembolik de olsa, işin bahadiler. Japonya’nın onlardan vazgeçmesinin nesiydi. sebebi sadık kaldığı prensiplerden koparak yozlaşmaları değil, 20. Yüzyıla giren dün- Her ne kadar Amerikan amirali Matthew C. ya standardına ayak uyduramayacak kadar Perry Japonya topraklarına ilk yaklaşan yabancı olmasa da, Japonları dünya pazarına prensiplerine sadık olmalarıydı. dahil etme konusunda tek başarılı olan yaMeiji Restorasyonu’yla ilgili çoğu anlatı, bir bancıydı. Perry, Japonlara karşı son derece Amerikan amirali olan Matthew C. Perry’nin saygılı davranmıştı, ve onların onurunu ze1853’te Japon kıyılarına yanaşıp Japonya’yı deleyecek bir adım atma planının olmadığını

~ 36 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 son derece net bir şekilde beyan etmişti. Istekleri arasında, çevrede dolanan Amerikan gemilerinin Japonlar tarafından koruma altına alınması da vardı. Perry, bir sene sonra Japonya’ya döneceğini söyleyerek, Japon ileri gidenlerine karar vermeleri için zaman verir. (Thomas, 16) Japon ileri gelenleri arasında dönen tartışma hararetliydi, ama reformist Hotta Masayoshi, daimyo’ları ikna edebilmişti. Fakat, Kyoto’daki saray, yabancılarla iletişime geçmeye karşıydı. Sonuçta imparator Japonya’nın yüzyıllar süren geleneğinin odak noktasıydı. 1854 yılında Perry, daha büyük bir filoyla Japonya’ya döndüğünde, talep ettiklerinin hafifletilmiş bir şekilde kabul edildiğine tanık oldu. Amerikalılardan hemen sonra da Ingilizlerle bir anlaşma imzalanmış, ülke Japon aydınları önderliğinde Japonya yavaş yavaş reform sürecine yönelmişti. (Thomas, 20) Lakin, dönemin imparatoru bunun önünde güçlü bir engel olur. 1862’de imparator, şoguna bütün yabancıları yazın sonuna kadar ülkeden çıkarması emrini verir. (Thomas, 21) Bu emirden sonraki birkaç sene, Japon güçlerinin zorla yabancıları ülkeden kovma çabalarıyla geçer. Ne yazık ki bunun için çok geçtir. Güç kullanarak da olsa Japonlar Batılı gemileri kıyılarından uzaklaştırmayı başaramaz. Bir süre sonra, Japon ileri gelenleri bu çabanın anlamsızlığını idrak etmişti. Imparator ise, şogunlukla bu konuda anlaşamayacağını anladığı için şogunlukla barışmaya çalışır. Önce şogunun kızıyla evlenen Imparator Komei, şogunun 1866’da ölmesinden bir süre sonra ölecektir (bazı rivayetlere göre, bu ölümler aslında suikastti). Yeni imparator, on beş yaşında Japon aydınları önderliğinde tahta çıkan Mutsuhito olacaktır ve “aydın imparator” anlamına gelen “Meiji” ünvanını alacaktır. Artık Japon güçleri, yabancıları ülkeden kovmaktan vazgeçmişti. Imparatorluk, yeni Japonya’yı temsil ederken, şogunluk muhafazakar geleneksel yapıyı sembolize etmekteydi. Bu iki yapının Osaka ile Kyoto arasındaki savaşını imparatorluğun kazanmasıyla, Japonya tarihinde yepyeni bir sayfa açılır. (Thomas, 22) Meiji Restorasyonu’nun ana düşüncesi, Japonya’yı radikal bir şekilde endüstriyelleştirip modernleştirirken, aynı zamanda Japonya’nın kültürünü ve dilini muhafaza etmesini sağlamaktı. Başkent 794’ten beri ilk defa değişmiş, imparator Kyoto’dan Tokyo’ya (eski adıyla Edo), şogunun sarayına taşınmıştı. Bundan sonraki dönem, dünya tarihindeki

en hızlı endüstriyelleşme devirlerinden biridir. Restorasyonun ileri gelenleri, yabancı ülkelere diplomat yollamaktan ve Batı ülkelerinden politik ve ekonomik danışman çağırmaktan çekinmedi. Bu, Japonya’nın Batı’ya açılmak için en uygun zamanlarından biriydi. Emperyalist politika gereğince Batı ülkelerinin dünya pazarına katkıda bulunabilecek bir yapıya ihtiyacı vardı ve bu sebeple “sırlarını” paylaşmaktan çekinmemekteydiler. Tabii ki, bunun sonuçlarından biri de Fransız liberalizminden Prusya otoriterizmine kadar bir sürü fikrin Japonya içlerine sular seller gibi akıvermesiydi. Restorasyonun ilk yirmi senesinde Japon ileri gelenleri, Batı medeniyetinin hangi özelliklerini benimsemek istedikleri konusunda tartıştı. (Hall, 288) 1871’de Imparator Meiji bütün daimyo’ları saraya çağırıp bütün topraklara el koyduğunu açıkladı. Bu tarihte Japonya’da 1.9 milyon samuray mevcuttu. Askeri düzeni reformlamaya çalışan imparatorluk, önce maaşlarından kısarak, ardından samuray isyanlarını da teker teker bastırarak yavaş yavaş bu sınıfı yok edecekti. Samurayların sonu, ilgi çekici bir hikayedir. 1877’deki Satsuma Isyanı, samurayların imparatorluğa karşı girişeceği son büyük başkaldırı olacaktır. Isyanın lideri Saigo Takamori, malubiyetin ardından intihar eder. (Beasley) En önemlisi ise, Japonya’nın endüstriyelleşmesidir. Araştırmacı Kozo Yamamura’nın sağladığı rakamlar baş döndürücü niteliktedir. 1873’te 24 vapura sahip Japonya’nın 1913’te 1514 buharlı gemisi olacaktır. Elde edilen kömür, 30 yıl içinde 0.6 milyon tondan, 21 milyon tona çıkacaktır. 20. Yüzyıla girerken askeri ıslahatların da tamamlanmasıyla birlikte Japonya, Rusya’ya kafa tutabilecek bir güce ulaşacaktır. (Kozo) Meiji Restorasyonu’nun genelde söz edilmeyen kısmı ise toplum üzerine yarattığı şok etkidir. Ani kültürel değişime halkın ayak uydurabilmesi için imparatorluk, ulusal bir Japonca diyalekti ortaya atmak zorunda kalacaktır. Restorasyonun ekonomik ağırlığının tamamını çiftçiler ve hızlıca büyüyen işçi sınıfı üstlenecektir. Her ne kadar dışarıdan Japonya’nın hızlıca büyümesi hayranlıkla izleniyor olsa da, Japon halkı içeride modernleşmenin yükünü zar zor kaldırabilmekteydi. Meiji döneminde çıkan isyanların hepsi zorla bastırılmıştı. Bir Meiji ileri geleninin “Çiftçiler, ülkenin gübresidir” lafı, bu dönemde çiftçilere uygulanan baskıyı anlatmak için iyi bir

~ 37 ~

örnektir. Öyle ki, eğitimi son derece önemseyen Meiji aydınları, kurdukları bütün okulları çiftçilere yaptırmıştı. Bunların hepsinin karşılığında çiftçiler, minimum hayat standardı üzerine yaşamlarını sürdürüyordu. Mitsubishi ve Yamaha gibi teknoloji devlerinin devlet teşvikiyle 1880’lerde kurulacaktır. Mitsubishi, 54 derecede kömür yataklarında çalıştırdığı işçiler arasında kolera salgını çıkınca ölü veya diri hepsini yakmıştır. (CalPoly) Gene de, bütün restorasyonun sadece aydınların zorlamasıyla gerçekleştiği fikri, idealisttir. Çiftçiler arasında “ilk defa ülkeleri uğruna çok önemli bir şey yaptıkları” fikrinin yaygın olduğu söylenmekte. Belki de Meiji Restorasyonu’nun şaşırtıcı başarısının altında, sanki seferberlik ilan edilmiş gibi bir amaç uğruna çalışan Japon halkı yatmaktadır. Sebebi ne olursa olsun, Japonya’nın modernleşmesinin dünya tarihindeki en radikallerinden biri ve onunla doğru orantılı olarak en sancılılarından biri olduğu tartışmasızdır. Dipnot: 1. Daimyo, Japonca “Büyük Isim” anlamına gelir. 2. Samurai, Japonyca “Hizmet eden” anlamına gelir. Kaynakça: McCannon, John, and John McCannon. Barron’s AP World History. Hauppauge, NY: Barron’s, 2010. Basım. McNeill, William H. “Dünya Tarihi”. Imge Kitapevi, Istanbul. Alaeddin Şenel çeviri. Kasım 2004. Basım. Thomas, J.E. “Modern Japan” Longman. Sf. 1-25. Basım. Beasley, “The Meiji Restoration”, sf. 57. Basım. Hall, John Whitney. “Japan From Prehistory to Modern Times” Michigan Classics in Japanese Studies. Basım. Yamamura, Kozo. “Success Iligotten? The Role of Meiji Militarism in Japan’s Technological Progress.” The Journal of Economic History. 1977. Internet. CalPoly. “The Meiji Restoration” Internet. http://cla.calpoly.edu/~mriedlsp/history315/MeijiText.html


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Kızıl Vahşetin Kurbanı Tibet kalıplara girme anlayışını kabullenmek istememişlerdir. Etnik özgürlüklerin yok Damla Cinoğlu edilmeye çalışılması bazı kaynaklarda “Kızıl Vahşet” olarak da anılmaktadır. Uygur Türkleri kendi yaşadıkları bölge olan Doğu Türkistan’da bile azınlık durumuna düşmüşler, Tibet halkı da kendi toprakKilometrelerce uzanan plato, doğal kay- larındaki kaynaklarından faydalanamaz naklar, dünyanın çatısı Everest, Potala hale gelmiştir. (Wasserstrom, 15-24) Sarayı ve ona benzer nice kültürel yapı, tarih kokan Tibet’i oluşturur. Bu paha Tibet bölgesinin tarihi olarak Çin’e ait olbiçilemez toprakların yerden göğe sa- duğu düşünülmektedir, ki bu teori de nehibi ise elleri arpa, buğday ekimiyle uğ- olitik göçebelerin Çin’den gelmiş olmaraşmaktan yaralı; yüzleriyse doğayla ve sıyla temellendirilmektedir. Aslında Tibet özleriyle yetinebilmekten mutlu Tibetli- yalnızca yirminci yüzyılın ilk yarısında lerdir. bağımsız olabilmiştir. Qing hanedanının ordularının Lhasa’dan uzaklaştırılması ile Tibet platosu, ilk insanlardan itibaren beraber kısa ömürlü bir bağımsız Tibet bölge insanlarının yaşama sahası içinde dönemi yaşanmıştır. 1949 yılında Tibet’in yer almış ve daha sonra Çin’den gelen Birleşmiş Milletlere yardım duyurusu neolitik göçebelerle nüfusu artmıştır. dikkate alınmamıştır ve daha büyük bir Tibet halkı, kendi kurdukları Tibet İmpa- savaşı tetikleyeceği korkusuyla yardım ratorluğundan sonra Moğolların Yuan ha- edilmemiştir. Mao’nun komutasında Çin nedanının himayesi altına girmiştir. Çin’i orduları 1950’de Tibeti işgal etmiştir, idare eden Qing hanedanının, 1700’lerin gerekçe olarak ise Tibet’i “empeyalist başından itibaren Tibet platosuna ilgisi- güçlerden bağımsızlaştırmayı” gösternin artmasıyla beraber Tibet’in insanı da mişlerdir (Laird, 318). 1950’de Çin ordudoğası da bir daha kalıcı huzuru yaka- ları Tibet’in başkenti olan Lhasa’yı işgal layamamıştır. 1950 yılında Mao Zedong ettiklerinde devletin tüm kaynaklarını önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kullanma yoluna gitmişlerdir (Hay, Web), işgali ile Tibetliler’in ‘ev’leri olan, yüz yıl- (Laird, 315). Açlıktan muzdarip halk, izolardır bir parçası oldukları topraklarına el konulmuştur. Asırlar boyu Asya topraklarında Çin İmparatorluğu baskın bir medeniyet olmayı başarabilmiş, gerek yarı-göçebe Türki toplulukları ve gerekse aynı durumdaki diğer toplulukları kültürel açıdan asimile etmek konusunda başarılı olmuştur. Toplum düzeninin biçimlenmesinde yönetim kadar inanış şekilleri de baskın olmuş, doğanın kuvveti halka güç vermiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1949 yılında Mao Zedong öncülüğünde kurulmasıyla beraber toplumu domine eden çeşitli düşünceler kökten değişmiştir. Mao için, tabiat ana değiştirilebilir bir güç, komşu bölgeler ise kontrol altına alınabilecek birer toprak parçasıdır. Çevre halklar üzerinde, kültürel bir egemenlik kurma alışkanlığı ile Mao’nun yurttaşlık bilinci birleşince sınır komşuları işgal edilmiştir. Etnik kimliklerine sahip çıkmak isteyen bu bölgeler komünizmin getirdiği birlik olma, ya da bir başka deyişle aynılaşma, belli

le olarak sürdürdükleri yaşamlarından zorla uzaklaştırılıp, modern dünyaya entegre olmak zorunda bırakılmıştır. 1951 yılında Tibet halkının yaşama bakışı altı ayda alt üst olmuştur. Mao’nun, çevre bölgelerdeki milletlerle kardeşçe yaşanılması gerektiğine inancı, Tibet’in düşük nüfusuna oranla fazla olan doğal kaynaklarından faydalanan bir politika izlenmesine gerekçe olarak sunulmuştur. Komünizm ve Maoizm’in beraberinde getirdiği tek tipleşme fikri de bu bölgedeki kültürel değerlerin ayaklar altına alınmasına yol açmıştır. Çin idaresi altında emperyalizm ve sömürgecilik uygulanması, yok olmanın aksine Tibetlileri kendi doğrularına daha da bağlamayı başarmıştır. Tibetliler, Çin işgalinden önce kendi topraklarında aristokratlara bedavaya çalıştıklarını itiraf etmektedirler, fakat yine de kimse Çin’in himayesini tercih etmemektedir. Hali hazırda, yeni aristokratların Çinliler olduğu ve eskiye nazaran çok daha katı bir sistemin sürdürüldüğü, Tibetli yerel halk tarafından anlatılmaktadır (Laird, 337-340).Thomas Laird’ın söyleşilerinde Tibetli bir köylü kendini, “Biz sadece böceğiz ve Çinliler bizi eziyorlar. Bir Tibetli

Dalai Lama ve Panchen Lama 1954’te Pekin’de (Çin) bir konferansta, iki ülke arasındaki ilişkiler kırılma nokktasına varmadan önce

~ 38 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 protesto etmemeyi, isyan başlatmamayı, konuşmamayı ve sadece hayatta kalmayı öğrendi!” diye ifade eder. (Laird, 340) Bu katı yaklaşımı betimleyebilmek icin Thomas Laird anılarını anlattığı bir kitapta Tibetli bir köylüyle konuşmalarından bahseder. Tibetli köylü Çinli askerlerle karşılaşmasını şu şekilde dile getirir: 1980’lerde Şangay’dan gelen Komünist Parti üyeleri Lhasa çevresini tanıyabilmek için son model arabalarıyla köylerde gezintiye çıkarlar. Vardıklarında Tibetli halkın güler yüzleriyle karşılanırlar ve bir zamanlar Tibetli aristokratların giydikleri kıyafetleri giyerler. Bir adam kültürlerini sembolize etmek için eliyle, görevlinin yükselebilmesi için merdiven oluşturur ve Tibetli köylü parmaklarının ezilmesine rağmen güler yüzünden ödün vermez. (Laird, 340) Tibetlilerin yürüttüğü mücadelenin en önemli karakterlerinden biri de, 1950 yılında Tibet devlet başkanlığına atanmış Tenzin Gyatso, yani 14. Dalay Lama’dır. Dalay Lama’lar Tibet’in ruhani liderleridir ve seçimle değil ‘reenkarnasyon’ aracılığıyla keşfedilirler. Bu ‘keşfediliş’ daha önceki Dalay Lama ile benzer özelliklere sahip olma veya onun kişisel eşyalarını yüzlerce aynı görünümlü eşya arasından ayırt edebilme aracılığıyla olmaktadır. Çin’in işgali sonrasında güvenliğinden şüphe edilmesiyle beraber, 14. Dalay Lama Hindistan’da yaşamak durumunda kalmıştır. Sürgünde olduğu süre zarfında bir anayasa taslağı hazırlamış ve bağımsız olduğu zaman Tibet’in kendi yönetim şekline kendisinin karar vermesi gerektiği düşüncesini de belirtmiştir. Tenzin Gyatso Tibet topraklarından uzakta bulunsa da bir direnişi yönetmekten geri kalmayacaktır.

Tibet Toprakları

hepsinin meyvesine yine Çin el koymuştur. Sadece para ve besin kaynakları değil, sanat eserleri ve mineraller de aynı şekilde yıllar içerisinde Çin’e getirilmiştir ki, bu tutum hala devam etmektedir. Kaynakların umursamazca kullanılmasının yanı sıra Tibet’e özel dini mekan ve eserlere de zarar verilmektedir. Ulaşım ve sağlık gibi Tibetlilerin hayatlarını kolaylaştıracak alanlarda Çin’in bir katkısı olmadığı gibi, özerk bölge olmalarına rağmen hala pek çok köyde hastane bulunamamaktadır. Yeni yapılmış karayolları mevcut olmakla birlikte kırsal bölgede yaşayan Tibet halkının kullanabileceği halka açık ulaşım hizmeti bulunmamaktadır.

Tibetliler, Tibet’in gerçek sahipleri, kültürlerine bağlılıklarını Çin’e duruşları ile göstermeye çalışmış ve duruşun yetersiz kaldığı noktada ülkelerinin geleceğini kendi hayatlarına tercih edebilecek kadar fedakar protestolar sergilemişlerdir. Aktivizmin bu güncel örneği, benlikleri eritilmeye çalışan tüm uluslara ders olacak niteliktedir.

Çin, Tibet’e nüfus transferleri de yapıyor ve sayıların dengesi o kadar bozulmuş ki bazı bölgelerde Tibetliler azınlık olarak 1976 yılında Mao’nun ölümü ardından kalıyor. Doğum kontrol politakısıyla da Çin, hem politik hem de ekonomik libe- beraber Tibetlilerin yapabileceği çocuk ralleşmeye ve açıklığa doğru yol almıştır. sayısı en fazla ikiye indirildi. Kham ve Fakat Tibet’in özgürlüğü konusundaki Amdo bölgelerinde zorunlu kürtaj ve kıtutum değiştirilmemiştir. 80’li yıllarda sırlaştırmalar gerçekleştirildi. (Hay, web) polislerin sebepsiz yere eylemcileri göz altına alması gibi vakalar daha da sıklaş- Kültür soykırımına karşı verilen savaş maya başlamıştır. özellikle başkent Lhasa’da yavaşlamadan devam etmektedir. 2009 yılından beri İşgalden sonra göçebelerin eşyaları ka- Budist monklar (rahipler) kendilerini mulaştırılmıştır. Aynı zamanda Çin’in protesto amacıyla kıyafetlerine benzin işgallerini gerekçelendirmek amacıyla döküp yakmaktadırlar. Bu tür vakaların ‘sağladığı’ sosyo ekonomik ‘yardımlar’ın sayısı yüzü aşmıştır.

Laird, Thomas, and Bstan- dzin-rgyamtsho. The Story of Tibet: Conversations with the Dalai Lama. New York: Grove, 2006. Print.

~ 39 ~

Kaynakça: Hay, Seda Kervanoglu. “Çin Istilasından önce Ve Sonra Tibet.” Weblog post. İzinsiz Gösteri. N.p., 2004. Web. Feb. 2014.

Wasserstrom, Jeffrey N., and Maura Elizabeth. Cunningham. China in the 21st Century: What Everyone Needs to Know. Oxford: Oxford UP, 2013. Print.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Üç Krallık ticilerin başındaydı[1]. Dönemin genç imparatorunu himayesi altında bulunduran[2] Gökberk Ünal ve idari kadrolara kendi adamlarını getiren Dong Zhuo, Çin’in merkezi otoritesinin bozulmasında büyük pay sahibidir. O dönemde de, günümüzde de hiç seveni bulunmayan bu general, yarattığı yıkım ve korkuyla kendisiÜç büyük lord, komutaları altında onlarca ne bağlı bir topluluk oluşturmuştu. (Guangkomutan ve yüzbinlerce asker, milyonlarca zhong, 35) kilometrekarelik uçsuz bucaksız topraklar, Dünya çapında bir Kleopatra, veya ülkemizbinlerce yıllık tarih ve bunun getirdiği alt- de bir Hürrem Sultan kadar tanınmasa dahi, yapı... Üç krallık dönemi gerek Çin’i tekelden Leydi DiaoChan[3] tarihte feminenliğini yönetmek için yapılan amansız mücadele- kullanarak bir devletin yazgısında belirleyici lerle, gerekse bu savaşlar sırasında yaşanan olduğu bilinen ilk kadındır. Bölgesel bir posuikastlar, komplolar ve isyanlarla insanlık litikacı olan babasının dediklerini fazlasıyla tarihinin en ilgi çekici dönemlerinden birine yerine getiren DiaoChan, ChangAn’a ulaşır tanık olmuştur. Döneminin Uzak Asya’sının ulaşmaz hem Zhuo’yu hem de onun üvey mutlak gücü olan Çin Krallıkları altmış sene oğlu savaşçı Lu Bu’yu[4] baştan çıkartmış, boyunca savaşıp, 6 haneli kayıplar vermiş dolayısıyla Lu Bu’nun babasının başını almaolmalarına rağmen enerjilerini bitirememiş- sına neden olmuştur. lerdir. Henüz resmileşmemekle beraber ChangAn Çin tarihi boyunca yönetim pek çok kez el da dahil olmak üzere Çin’in iç kesimleri Cao değiştirmiş olmasına karşın, en vahşisinden Cao’nun*, güneybatıdaki ChengDu şehri ve en uygarına bütün hükümdarlar geride yazılı çevresi Xuande’nin*, Çin’in güney sahili ise metinler bırakmışlardır. Bu zenginlik Çin tari- Sun ailesinin* olmuştur.[5] İmparatorluk hi boyunca yaşanan olayların farklı kaynaklar kurumu tümden zayıflamış, halk nazarında aracılığıyla en doğru şekilde algılanmasını mutlak otorite lordlar olarak görülmeye başhizmet eder. lanmıştır. Başlangıç Üç Krallık adlı devir Dong Zhuo’nun alt edilAdının geçtiği bütün tarihi metinlerde ‘The mesi ile resmen başlamıştır. Tyrant’ olarak anılan Dong Zhuo adındaki Dong Zhuo’nun öldürülmesine aracı olan Gegeneral, Han Hanedanlığı’nın başkenti olan neral Cao Cao, 9 yaşındaki imparator tarafınChangAn şehrinde yaşayan en yetkili yöne- dan takdirle karşılanır. Ödül olarak Çin’in ku-

zeyinde 10 şehir alır ve 213’te Wei Dükü ilan edilir. 216’da sözde imparatora bağlı ‘Vassal Kral’ ünvanını alan Cao Cao, eline geçen daha çok şehir ile artık tam anlamıyla ChangAn’dan bağımsız hareket etmeye başlar ve kendi ordusunu oluşturur. Cao Cao’ya yüksek rütbelerin ve gelişmiş şehirlerin hediye edilmesinden doğal olarak rahatsızlık duyan Xuande ve Sun Quan da kendi bölgelerinde asker toplamaya ve savaş planları yapmaya başlarlar. Savaş 5 seneden kısa bir sürede başlayacaktır. (Guangzhong, 103) Birleşim Her şey Wei Krallığı’nın kurucusunun varisi olan Cao Pi’nin ölümüyle başlar. Bir taraftan giderek güç ve otorite kaybeden Cao sülalesi tahtı korumaya çaışırken, bir taraftan sarayın kalbindeki önemli bir siyasetçi halkın tahta olan inancını kendisi üzerinde topluyordu: Sima Yi. Çok önceleri, daha Wei Krallığı kurulmadan, bizzat Cao Cao tarafından saraya alınan bu kişi, bir zamanlar Wei bayrağı altında diğer iki krallığa karşı çok büyük zaferler kazanırken, şimdi asıl hayallerini gerçekleştirebilecek gücü toplamıştı: Çin’i bir imparator değil, bir Sima birleştirecekti. (De Crespigny, “Barış Yolunda 1”) Babasının ölümü sonucu tahta geçen Cao Shuang, Sima tehlikesinin farkına vardığında artık çok geçti. Hemen Sima Yi’yi idam etmeleri için birkaç askeri görevlendirmiş olmasına rağmen Sima Yi bu hamleyi önceden sezmiş ve saraydan kaçıp isyan başlatmıştı bile. Çok kısa bir zamanda tahtı zayıf Cao sülalesinden alan Sima Yi, yeni bir devre imza attı: Jin. (De Crespigny, “Barış Yolunda 2”) Wei yıkılmadı ancak ordusunun neredeyse hepsi Sima Yi’nin buyruğu altında, ileride Jin diye adlandırılacak krallığa geçti. Üç Krallık Döenmi’nin 4. büyük gücü haline gelen Sima klanı, hamlelerini küçükten büyüğe yapmaya başladı. Shu krallığı Kongming’in6 ölümünden sonra gerileme dönemine girmişti. Bundan faydalanan Wei ordusu, Shu bölgelerinin büyük bir çoğunluğunu ele geçirmiş ve Shu’yu bir krallık olarak tanımadığını ilan etmişti. Fakat Wei kabul etse de etmese de Shu hanedanı varlığını sembolik olarak devam ettiriyordu. Bu debeleniş, Sima klanının bitirici vuruşu ile sona erdi. 43 yıllık Shu Krallığı, 263 yılında yıkılarak başarısız olan ilk krallık oldu.

Üç Krallık

Herhangi bir askeri güce sahip olmayan Wei

~ 40 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Krallığı da, Sima Yi’den sonra tahta geçen Sima Yan’a teslim oldu. Böylece 264 yılında 40 yaşındaki Wei Krallığı da tarihe karıştı. Luoyang şehrini ele geçiren Yan, dedesi Yi’den kalan mirasa Jin Hanedanı adını verdi. Çin’in iç kesimlerinde karışıklıklar sürerken güneyindeki Wu Krallığı daha Dong Zhuo’dan da, Wei Krallığı’ndan da, Jin Hanedanlığı’ndan da çok etkilenmedi. Gerek üstün donanması, gerekse coğrai avantajı ile ele geçirilmesi zor bir güç olan Wu’nun yenilmesi sadece iç nedenler dolayısıyla gerçekleşebilirdi. İktidardaki Sun Quan 252 yılında ölünce yerine geçen kardeşleri ve oğullarının ülke yönetimindeki kabiliyetsizlikleri nedeniyle ordu zayıfladı, yenilgiden korkan askerler giderek bağımsızlaştı ve en son Jin bayrağı altına girdi. Bu içten çürüme Wu’nun Jin için kolay lokma olmasını sağladı ve 280 yılında Wu Krallığı da tarihe karıştı. Kısa bir süre için de olsa 60 yıllık savaşlar sonrası Jin Hanedanı bütün Çin’i tekel altında birleştirmeyi başardı ve Üç Krallık dönemi sona erdi. Dipnot: 1. Bütün İngilizce kaynaklarda Dong Zhuo,

Prime Minister ünvanına sahiptir.

doms “San Kuo Chih Yen” Hong-Kong: Kelly & Walsh, 1970. Print.

2. Dong Zhuo imparatorun ölümünden sonra yerine onun 9 yaşındaki oğlunu geçirir ve “Interview with Rafe De Crespigny.” Interviimparatorluk yetkilerini rahatça kullanmaya ew with Rafe De Crespigny. N.p., n.d. Web. 25 başlar. Sep. 2013. 3. DiaoChan yerel bir yöneticinin güzelliği ile Rafe De Crespigny’nin Tercümeleri ve Makaefsaneleşmiş kızıdır. leleri: 4. Lu Bu, çoğu kaynakta Çin’in gelmiş geçmiş en iyi atlı savaşçısı olarak kabul edilir. 5. Cao Cao merkezde, Xuande Batıda krallıklarını kurarlarken, coğrafi etmenlerden dolayı herhangi iç karışıklıktan etkilenmemiş olan Sun sülalesi güneyde egemenliğini çoktan ilan etmiştir..

De Crespigny, Rafe. “Man from the Margin: Cao Cao and the Three Kingdoms.” (2004): n. pag. Web. 2013. De Crespigny, Rafe. “To establish peace: being the Chronicle of the Later Han dynasty for the years 189 to 200 AD as recorded in Chapters 59 to 63 of the Zizhi tongjian of Sima Guang.” (2004): n. pag. Web. 2013.

6. Kongming(Shu) ve Sima Yi(Wei-Jin) destansı bir rekabete sahip iki stratejisttir. Kong- De Crespigny, Rafe. “To establish peace: Voming, WuZhang savaşında Sima Yi’ye kaybe- lume 2, being the Chronicle of the Later Han der ve canından olur. dynasty for the years 201 to 220 AD as recorded in Chapters 64 to 69 of the Zizhi tongjian * Cao Cao, Liu Bei ve Sun Jian sırasıyla Wei, of Sima Guang.” (2004): n. pag. Web. 2013. Shu ve Wu Krallıklarını kurucu lordları kabul edilirler. De Crespigny, Rafe. “The Three Kingdoms and Western Jin: a history of China in the third Kaynakça: century AD.” (2003): n. pag. Web. 2013. Luo, Guangzhong, and Charles-Henry Brewitt-Taylor. Romance of the Three King-

Victoria Dönemi Kıyafet Reformu Deniz Vural

On dokuzuncu yüzyıl, bütün dünyanın bir çok yeniliğe ve reforma sahne olduğu bir zamandı. Bu reformlardan biri, çok az duyulmuş ve belki de en önemsiz görüneni, 19. Yüzyılın ortalarında başlayıp, 20. Yüzyılın başlarına kadar süren, yani kabaca Victoria Dönemi’nde* gerçekleşen kıyafet reformuydu (Nunn). Avrupa ve Kuzey Amerika’yı etkisi altına alan bu reform, çoğu kişi tarafından bilinmese de, günümüz modasının temelini oluşturmuştu. Bu reform gerçekleşmeseydi, belki de günümüzde kadınlar hala çelik korseler, yerlere kadar uzanan kabarık etekler giyiyor olacaktı.

Dönemin modası, özellikle kadınlar için, abartılı, rahatsız ve hareketleri kısıtlayıcı kıyafetlerden oluşuyordu. Dönemin bakış açısına göre, giyilen kıyafet ne kadar süslü ve abartılıysa, onu giyen kişi de o kadar önemliydi. Hiçbir şekilde çalışmasına gerek duyulmayan ve zamanının çoğunu evde veya davetlerde geçiren üst sınıf kadınlardan en büyük beklenti, düzgün ve güzel görünmeleriydi. Bu sayede ailelerinin statüsünü ve saygınlığını yansıtıyorlardı (Cunningham, 11). Aynı zamanda, kadınlardan korse ve benzeri yöntemlerle bellerini inceltmeleri, yani bedenlerini kalıcı olarak değiştirmeleri bekleniyordu ki bu, birçok sağlık sorununa neden olan bir yöntemdi. Doğal olarak, birçok kesimden insan, bu katı moda anlayışına karşı çıkmaya başladı. 19. yüzyılın ortalarında, başlangıç adımlarının İngiltere ve Amerika Birleşik Devlet’lerinde atıldığı ama kısa sürede bütün batı dünyasına yayılıp büyük destek gören, daha sonra topluca ‘Victoria Dönemi Kıyafet Reformu’ ismini alacak

~ 41 ~

Korse Kullanımının Beden Üzerindeki Etkisi (Husmoderens Blad Dergisi, 1898)

akım başladı. Bu reformu oluşturan iki ana kavram “mantık” ve “estetik” olarak adlandırılabilir. Sanayi devriminin sonucu olarak 19. Yüzyılda kıyafetler seri olarak üretilebilmeye başlanmıştı. Artık kıyafetlere ulaşmak çok daha kolaydı ve toplumun neredeyse her


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 kesiminin, modanın yazısız kurallarına uyması bekleniyordu. Modaya uymamak, toplumdan dışlanmak anlamına geliyordu (Nineteenth Century Dress Reform). Ne var ki, aynı zaman dilimi içerisinde kadınların modaya uymasını zorlaştıracak bir çok durum da ortaya çıkmıştı. Kadınların iş hayatındaki ve sosyal düzendeki yeri değişiyordu. Artık birçok çalışan kadın vardı; spor da kadınlar arasında giderek yaygınlaşmaktaydı. Modaya uygun giyinmek kadınlar için zor ve kısıtlı olmaya başlamıştı ve bu durum uzun süremezdi. On yedinci yüzyıldan itibaren, ata binmek için “maskülen” kıyafetlerin giyilmesi uygun görülebiliyordu. On dokuzuncu yüzyılda ise golf, bisiklete binme ve spor amaçlı yürüme gibi aktiviteler için de aynı durum geçerliydi. Aynı zamanda, kadınların eğitim seviyesi gittikçe artmaktaydı. Toplumun çoğu, o dönemdeki modanın ne sağlığa uygun ne de pratik olmadığının farkına varmaya başlamıştı (Davis,2). Bunların sonucunda, “mantık kıyafet akımı” ortaya çıktı. Bu akımın önderliğini, 1881’de, Londra’da kurulan “Rational Dress Society” yapmaktaydı (Rational Dress Reform Fashion History). Korse kullanımı, reform sürecinde en çok karşı çıkılan şeylerden biriydi. İnce bir bele sahip olabilmek için, çok erken yaştan itibaren (7 yaşına kadar inebiliyordu) her gün, gün boyunca korse takılması gerekliydi. Korse, göğüs kafesine baskı uygulayarak, akciğerler başta olmak üzere iç organları sıkıştırıyordu. Bu nedenle nefes almakta zorluk çeken kadınların gün içinde, belki kitap okurken, belki yemek yerken, belki de arkadaşlarıyla sohbet ederken bayılması, tamamen alışılmış bir olaydı. Birçok evde kadınların bayılınca götürüldüğü ‘bayılma odaları’ ya da ‘bayılma kanepeleri’ bulunurdu. Reform sırasında korse kullanımını tamamen reddedenler olsa da, çoğunluk sadece daha az sıkan korselerin kullanımına geçmeye karar verdi (Cunningham,26 ). Kabarık etekler ise bir başka itiraz konusuydu. Eteklerin kabarık şeklini koruması için alta giyilen “crinoline” adı verilen tel çemberli etekler dar alanlardan geçmeyi neredeyse imkansızlaştırıyor, oturmayı bir eziyet haline getiriyordu (Corsets & Crinolines in Victorian Fashion). Bu nedenle, kadınların da pantolon giyebilmesi önerisi ortaya atıldı. Bu öneriyi

göre dönemki moda çirkin ve sahteydi. Kendilerine “Aesthetics”, yani “Estetikler” adını veren, çoğunu sanatçı ve entelektüel kesimin oluşturduğu bu akımın en büyük destekçilerinden biri de ünlü İrlandalı yazar Oscar Wilde idi. Wilde, özellikle korse kullanımını eleştirmekteydi; fakat sadece estetik nedenlerle. Ona göre kadın vücudunun doğal hali, olması gereken, güzel haliydi. Bir belin bu kadar inceltilmesi tamamen bir saçmalıktı. Uzun süre korse takılması sonrası oluşan bu sahte fakat kalıcı vücut şekli, kesinlikle çok çirkindi (Wilde,10). “Estetikler”, Ortaçağ ve Rönesans dönemindeki kıyafetlere geri dönülmesi gerektiğini savunuyordu. Ortaya çıkışı reformun köklerinin atıldığı dönemlere denk gelen İngiliz ‘PreRaphaelite’ sanat akımı, “Estetik Kıyafet Akımı” üzerinde büyük etkiye sahip olmuştu. Bu akımda kadınlar genelde Ortaçağ, Rönesans dönemleri içinde, doğal ve özgür görünümlü olarak resmedilirdi. Bu resimlerde kadınlar genellikle bol kesimli, “Küçük kızlar için çeşitli yaşlarda rahat görünümlü elbiseler giyerlerdi. münasip etek boyu.” (Harper’s Bazar, 1868) “Estetik” kıyafet anlayışı bu resimlerden büyük ilham alınarak geliştirilmişti. getirenlerin önderlerinden olan Amelia (Fashion History of The Aesthetic Dress Bloomer, ideal kıyafet örneği olarak Türk Movement) kadınlarının giydiği şalvarı gösterdi. Ona göre bu kıyafet hem rahat ve kullanışlı, “Victoria Dönemi kıyafet reformu” daha çok hem de estetikti. Bloomer’ın etkisiyle, kadın modasını değiştirmeyi amaçlamış “Bloomer” adı verilen, şalvar benzeri kısa, olsa da, erkek modasının değişmesini talep büzgülü pantolonlar kadın modasının bir edenler de vardı. Fakat erkek kıyafetleri parçası olmaya başladı (Nilsson). Yine de kadınlarınki kadar kısıtlayıcı değildi. Bu bütün yenilikler gibi bu fikrin de herkes nedenle odak, çoğunlukla kıyafetlerin tarafından çok da iyi karşılanmadığı bir görünümü üzerinde oldu. Erkek kıyafeti reformu, “Estetik Kıyafet Akımı” ile gerçekti. ilişkilendirilebilir ve öncülerinden biri Reformun ana akımlarından bir diğeri olan Oscar Wildmae olmuştur (Nunn). “Estetik Kıyafet Akımı” ise kıyafetlerin sağlığa olan etkisi veya pratikliğiyle değil, Victoria Dönemi Kıyafet Reformunu modayı değiştirme amaçlı görünüşüyle ilgileniyordu. Bu akıma yalnızca bir hareket olarak görmek mümkün değildir. Bu, aslında büyük çaplı bir sosyal reformdu. Özellikle kadınlar için kendi bedenleri üzerinde hak sahibi olmak ve özgürlüklerini kazanmak isteğiydi; feminist bir başkaldırıydı; erkeklerce oluşturulan, zorla dayatılan bir yaşam tarzına karşı çıkıştı. Reform başarılı oldu; kadınların isteklerinin hafife alınmaması gerektiğini gösterdi, batı dünyasında kadınların söz hakkı arttı. Etkisi çok çabuk ortaya çıkmadı; yavaş ilerleyen bir süreçti ama etkili ve sürekli oldu. Estetik anlayışı değişti, şimdiki modanın temelleri atıldı (Cunningham, 6). Crinoline (Çemberli İç Etek) Örneği (Punch Dergisi, 1856)

~ 42 ~

Günümüzde kadınların korse takmayıp,


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Aralık 2013 Davis, Lelia A. “Woman’s Dress, a Question of the Day.” Canadiana. Dept. of Hygiene and Heredity, 1894. Web. 25 Aralık 2013. “Nineteenth Century Dress Reform.” The University of Warwick. The University of Warwick, n.d. Web. 25 Aralık 2013. Nunn, Joan. “Anti-Fashion, or Victorian Attempts at Reform of Male and Female Dress.” The Victorian Web. N.p., n.d. Web. 25 Aralık 2013 Wilde, Oscar. “Slaves of Fashion.” Shorter Prose Pieces. N.p.: n.p., n.d. 9-10. Penn State University. Web. 25 Jan. 2013. Nilsson, Jeff. “Hoops, Bloomers, and Common Sense.” The Saturday Evening Post. The Saturday Evening Post, n.d. Web. 25 Aralık 2013. “Fashion History of The Aesthetic Dress Movement.” Fashion-Era. N.p., n.d. Web. 25 Aralık 2013. “Rational Dress Reform Fashion History.” Fashion-Era. N.p., n.d. Web. 25 Aralık 2013. “The Victorian Period.” The Victorian Period. University of Nevada, n.d. Web. 2 Ocak 2014. “Corsets & Crinolines in Victorian Fashion.” Victoria and Albert Museum. Victoria and Albert Museum, n.d. Web. 25 Dec. 2013. Görseller: “Merhabaa! Türkler Gotham’da!(New York)” “Bloomer” modasıyla dalga geçen bir karikatür. Bir sonraki adımın tamamen Türk giyim tarzını benimsemek olacağını ima ediyor. 1851

1898. Wikipedia. Husmoderens Blad. Web. 25 Aralık 2013.

The Proper Length for Little Girls’ Skirts at Various Ages. 1868. Wikipedia. Harper’s pantolon giyebiliyor olması bu reformun büyümekteydi. İngilizcede “Victorian” Bazaar. Web. 25 Aralık 2013. sonucu olsa da modanın yalnızca kadınların kelimesinin günümüzde muhafazakar, istekleri ve ihtiyaçlarına uygun olarak tutucu anlamında kullanılması aslında Bustle Cage Crinoline. 1868. Victoria and geliştiğini söylemek mümkün müdür? dönemin genel zihniyetini açıklayabilir. Albert Museum, Londra. Wikipedia. Punch Fakat Victoria Dönemi aynı zamanda Magazine. Web. 25 Aralık 2013. Dipnot: birçok yeni fikir ve akımın ortaya çıktığı bir Halloo! Turks in Gotham! 1851. Library dönemdi (The Victorian Period). of Congress. Library of Congress. Web. 25 * Victoria Dönemi, Büyük Britanya ve İrlanda Aralık 2013. Birleşik Krallığı Kraliçesi Victorian’nın 1837 Kaynakça: yılında tahta geçmesi ile 1901 yılında ölümü arasındaki zaman dilimini kapsar. 1876 Cunningham, Patricia A. “Reforming Burne-Jones, Edward. The Golden Stairs. yılında Hindistan İmparatoriçesi unvanını Women’s Fashion, 1850-1920: Politics, 1876-1880. Tuval üzeri yağlı boya. The Tate da alan Kraliçe Victoria’nın döneminde Health and Art.” N.p.: Kent State University Gallery, Londra. Birleşik Krallık, bir emperyalist güç olarak Press, 2003. Google Book Search. Web. 25

~ 43 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Paris Komünü Zeynep Can Aksoy

‘Uyan artık uykudan uyan Uyan esirler dünyası Zulme karşı hıncımız volkan Kavgamız ölüm-dirim kavgası’

yordu ve kısa zamanda ‘Ulusal Muhafiz Birliği’ kurulmuştu. Hükümet bir yandan Ateşkes yoluyla Alman işgalini engellemeyi amaçlarken, bir yandan da silahlanan işçilerin kendilerine karşı harekete geçmesinden endişe ediyordu. 28 Ocak’ta hükümetin Prusya’yla ateşkes istemesi ve Paris’i Prusya’ya teslim etmeyi kabul etmesi durumu değiştirdi. Ulusal Muhafızlar, hükümetin bu isteklerine karşı çıktı ve bağımsız hareket etmeye başladı. Durum, işçilerin ellerinde tutukları gücün büyüklüğünün bilince varmalarına yardımcı olmuştu.

24 Şubatta Ulusal Muhafız Birliğinden beş Eugène Pottier’in Haziran 1871’de Paris Ko- yüz delege bir araya geldi. Amaç, Ulusal Mumünü’nün yıkılışı ardından bu dizeleri kaleme hafızları bir federasyon çatısı altında örgütlemek ve merkezi bir yönetime kavuşturmaktı. aldı. Seçimler yapılarak Paris Komününün mimarı Paris’in 20. bölgesindeki sakin, huzurlu Pere olan Merkez Komite kuruldu. Lachaise mezarlığı, Oscar Wilde, Balzac ve Yılmaz Güney gibi önemli isimlerin yattığı Burjuva hükümet, ani bir baskınla Ulusal yer olarak ün salmıştır. Ancak 143 yıl önce, bu Muhafızları silahsızlandırmak, işçi sınıfının tarihi mekan, tarihinin en kargaşalı günlerini kolunu kanadını kırarak onu kesin yenilgiye yaşamaktaydı. 1871 yılının Mayıs ayının son uğratmak istiyordu. 18 Martta sabaha karşı günleri yaşanırken dünyanın ilk İşçi Devleti 10 bin asker, Paris’in tepelerine konuşlandıdenemesi son mücadelesini veriyordu. Pa- rılmış mitralyözleri ve topları ele geçirmek ris’in dışındaki Pere Lachaise mezarlığı ise 73 üzere harekete geçti. Ancak beklenmedik bir gün sürmüş olan Paris Komün’ünün Versailles direnişle karşılaştılar ve direniş, dalga dalga hükümeti tarafından yok edildiği nokta olarak Paris’e yayılarak yükseldi, kısa bir sure sonra tarihe geçerken, Paris Komünü kısa ömrüne hükümetin askerleri işçilerin safına geçmeye rağmen sonraki kuşaklara somut bir örnek başladı. Akşama doğru tüm kışlalar, devlet olmuş, eşitlikçi bir toplum düzenin hayata binaları ve Belediye Sarayı ele geçirilmişti. geçirebileceğini kanıtlamıştır ve gelecek top- Burjuva hükümet, kesin sonucu beklemeden, lumsal mücadelerin tohumu olarak anılmıştır. öğleden sonra telâşla Paris’ten kaçmıştı bile. Böylece Paris’i fiilen elinde tutan işçi sınıfı Paris Komünü: Bir İşçi Devleti şehri resmen ele geçirmiş oluyordu: İşçi sınıfı artık iktidardaydı. 1870 yılında yanı başındaki Prusya’da yükselen Alman ulusçuluğunun uzun süredir prens- Gücün ele geçirilmesi, komüncülere göre likler halinde darmadağın olan Alman halkını proletaryanın kaderini kendi eline aldığının bir araya getireceğinden korkan 3. Napolyon, göstergesiydi. Merkez Komite, hemen o gün Prusya’ya savaş açarak, hem Alman ulusal bir- sıkıyönetimin ve askeri mahkemelerin kaldıliğini engellemeyi hem de Prusya toprakların- rıldığını, adli ve siyasi mahkûmların affedildan ganimet kazanmayı amaçlamıştır. Ancak diğini açıkladı. Komün yönetimi, tüm bakansavaş kısa sürede Prusya’nın lehine dönmüş, lıklara komisyonlar atayarak ve tüm devlet Fransa ağır kayıplar vermiş ve tarumar olan idaresini üstlenerek yepyeni bir hükümet, bir ordunun 83 bin askeri tutsak düşmüştür. 2. işçi hükümeti olarak yükseliyordu. Fransız Cumhuriyetinin Kralı 3. Napolyon kılıcını Prusya Kralı 3. Wilhelm’e teslim etmiş, Komün: Demokrasi Devrimi böylece 4 Eylül 1870’te Bonapartist diktatörlük, Engels’in deyimiyle ‘iskambilden bir şato’ Fransa’da İç Savaş adlı eserinde Marx, Komünü şöyle değerlendiriyordu: “Komün esasen bir gibi çökmüştür. (1) işçi sınıfı hükümeti, üreten sınıfın, gasp eden Eski düzeni koruma çabasındaki Burjuvazi ön- sınıfa karşı mücadelesinin ürünü, emeğin ikcülüğünde kurulan Ulusal Hükümet, hemen tisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan galip Prusya ile ateşkes imzalamayı düşü- nihayet keşfedilmiş siyasal biçim idi.” (2) Bu nüyordu. Buna karşılık İşçi hareketi ise Paris işçi hükümeti, daha ilk günden başlayarak sokaklarında gönüllü muhafız alayları toplu- burjuva devlet yönetimine saldırdı. Engels’in

~ 44 ~

de altını çizdiği gibi, siyasal iktidarı fetheden işçi sınıfı devleti burjuva anlayışla yönetemezdi ve iktidarını kaybetmemek için derhal kendi iktidar organlarını yaratmalıydı. Komüncülerin yaptığı ilk değişimler de bu yönde oldu. Burjuva devlet mekanizmasını kırmaya çabalayan Komün, onun yerine kitlelerin yönetime katıldığı doğrudan demokrasi organlarını geçiriyordu. Komünün parlamenter bir sistem olmadığına, hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir örgüt olduğuna değiniliyordu. Komün daimi ordu ve polisi kaldırdı ve ordunun yerine silahlı işçi milisleri geçirildi. Tüm devlet görevlileri seçimle göreve gelecek, sorumlu olacak ve istendiği zaman geri çağrılabilecekti. Muazzam bir serveti elinde tutan Kilisenin mülkiyeti devletleştirildi. Din ile devlet işleri ayrılıyor, öğretim laikleştiriliyor, zorunlu ve parasız hale getiriliyordu. Komün, devleti hemen üst kattan alt kata indirmeyi de başarmıştı. Komün yöneticilerinin en yüksek maaşı, ortalama işçi ücretleri düzeyine çekilerek profesyonel yöneticilik cazip merkezi olmaktan çıkartıldı. Fırın işçilerinin gece çalışmasını kaldırdı. Kiraların ödenmesini erteledi, bombalanan evlere evsizler yararına el koydu, Ücretler üzerinde ceza uygulamasına son verildi, kesintiler kaldırıldı. Komün, siyaseti doğrudan demokrasi temelinde yeniden yapılandırması, ekonomiye ise kolektif bir karakter kazandırma yönündeki eğilimiyle, “baldırı çıplakların” yönetiminin somut kanıtı oldu. Komün’ün Düşüşü: Komün kendi varlığını korumak, ve imparatorluk ve Versailles bürokrasisinin terkettiği Paris’te, ‘işleri yürütmek’ için aldığı tedbirler, aslında herhangi bir doktrin uygulanmasına, bir teorik ön tartışmaya dayanmıyordu. Kendilerini çözümsüz bir durumda bulan Komüncüler, burjuvazisiz ve bürokrasisiz bir Paris’te hayatın devamını sağlamak için adımlar atmaya başlamışlardı. Komün’ün yaşama şansı yoktu. Devrimin eline geçen Paris, iki bakımdan kuşatma altındaydı. Birinci kuşatma, Parisli işçilere karşı birleşen Avrupa’nın iki güçlü ordusuydu. Bismark, Fransız hakim sınıfıyla işbirliği içindeydi. Fransız ordusu ise yenik düşmesine rağmen, Prusya’dan geri aldığı savaş esirlerini kısa bir zamanda örgütlemeyi başarmıştı. İkinci kuşatma ise, tarihte devrime karşı düzenin, despotun ve imparatorluğun yanında durmuş


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 olan Fransız köylüsünün Paris’e yaptığı baskıydı. Bu kaçınılmaz yenilgi koşulları altında varlığını sadece 72 gün sürdürebilmek için bile Komün, insanlık tarihindeki en radikal dönüşümleri başlatmak zorunda kaldı.

kaplıydı. Mitralyözlerle taranan direnişçilerin bedenleri –henüz ölmemiş olanlar da dahil– açılan toplu çukurlara atılarak ortadan kaldırıldı. Burjuvazi, modern tarihin ilk toplu katliamı ve mezarlığı üzerinde zafer sarhoşluğu yaşıyordu. 43 bin komünar tutsak alınarak mahzenlere ve zindanlara kapatılmıştı. Binlerce komünar Paris sokaklarında dolaştırılıyor, burjuva ahalinin önünden geçiriliyor ve onların aşağılamalarına maruz bırakılıyordu. 72 gün süren Paris Komünü deneyimi, işçi sınıfı mücadele tarihinin en önemli pratiği olarak iz bıraktı. Komün bir ütopyanın gerçeğe dönüşmesi ve özgürlük demekti. Vahşet ve yenilgiyle son bulan Komün için son sözü, Karl Marx dostu 12 Nisan 1871’de Dr. Kugelmann’a yazdığı bir mektupta kaleme aldı: ‘Komüncüler cenneti zaptetmişlerdir.’

Prusya’nın Paris’e doğru çevrilen uzun menzilli topları ve Versailles’a kaçan burjuva hükümet’in giderek artan baskısının sonunda, 21 Mayıs günü işçi Paris, tam 130 bin asker tarafından kuşatıldı. Buna karşın Komünün sadece 40 bin savaşçısı vardı ve bu bireyler ne gerekli silahlara ne de gerekli bir askeri eğitime sahiptiler. Komünarlar inatla direniyorlardı ve barikat barikat savaşıyorlardı. Ancak sekizinci günün sonunda, son barikat olan Pere Lachaise’in mezarlığı da düştü. Katliam korkunçtu. Barikatlarda binlerce direnişçi can vermişken, ele geçirilen 17 bin direnişçi günlerce kurşuna dizilerek katledildi. Direnişçileri tek tek Dipnot: öldürmekle başa çıkamayan burjuva ordusu, mitralyözler kurarak onları yüzerli gruplar ha- 1. Marx; K., Fransa’da İç Savaş, Sol yayınları, 1977, Giriş linde kurşuna dizmeye başlamıştı. (3) Paris sokakları parçalanmış ceset ve kanla 2. Marx - Engels, Seçme Yapıtlar, c. 2, s. 267

3. Paris Komünü”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi sayfa 34 4. ’Cennetin Zaptı’’, Halkların Dünya Tarihi sayfa 328 Kaynakça: “Paris Komünü”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. “1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. George Sabine, Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, Gündoğan Yayınları, Cem Yayınevi
 ‘’Cennetin Zaptı’’, Halkların Dünya Tarihi : Taş Çağından yeni binyıla / Chris Harman; İstanbul : Yordam Kitap, 2011 Abenroth, Wolfgang. Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi. Çev. Ali Çakıroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992.

Mucitliği Unutulmuş Eğitimci: Cyrus Hamlin Ömer Özgen

Cyrus Hamlin, kültür ve eğitim tarihimize damga vurmuş bir isimdir. 1811-1890 yılları arasında yaşamış olan Hamlin, American Board adına 1839’da Osmanlı İmparatorluğuna gelerek çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarının arasında Robert Kolej’in kuruluşu ve müdürlüğü, açtığı küçük işletmelerle hem öğrencilere hem de yeni Protestanlara iş becerisi ve para kazandırması ilk akla gelenlerdir. Bununların yanı sıra kendisi Florence Nightingale, Dr Blackwood* gibi isimlerle beraber Kırım Savaşı sırasında cephe gerisinde yaptığı işlerle de özdeşleşmiştir, ancak Hamlin’i misyonlardan ya da görevlerden ibaret görmek, onun birçok özelliğini ıskalamak olur. O, bunların yanında şartların el verdiği ölçüde bir mucit ve bilim adamıdır. Üniversitede başından geçen şu olay da onun bu yönünü yansıtır:

Şahsen bana buharlı Chancelollor Livingston’u, Portland’daki iskeleden ayrılmadan hemen önce, birkaç dakikalığına olsa da görmek nasip olmuştu. Adamın biri silindiri ve pistonu gösterdikten sonra, “Boston’a gitmek istemiyorsan hemen karaya atlasan iyi edersin!” demişti. Pek fazla aydınlanamamıştım, fakat buharla çalışan bir motor görmüştüm. Dersten sonra Prof. Smyth’e, “Sınıftakilerin bu makinenin nasıl çalıştığını görebilecekleri bir model yapabilirim; hem okul başarılı olduğu takdirde bunu almaya karar verirse, kış tatilini bir okulda öğretmenlik yapmak yerine, model üstünde çalışarak geçirebilirim.” dedim. Bunun üzerine Prof. Smyth, “Üstlendiğin her vazifeyi yerine getirebileceğine inanıyorum Hamlin. Okulun makineyi alacağından da eminim.” dedi. Nasıl bir işe girdiğimden habersiz bir halde, işi kabul ettim. Prof. Smyth’in bana güveninden ilham alıyordum, ne olursa olsun geri adım atmak yoktu. Ben de ona, “Malzemeler biraz masraflı; bende de tek kuruş yok.” dedim

Cyrus Hamlin Portesi

dedi; böylece beş dakika içinde pazarlık neticelenmişti. Bazı hallerde bilmemek bilmekten daha çok iş görüyor. Beni bekleyen güçlükleri bilseydim öğretmenliği yeğlerdim herhalde!

Lardner’in kitabını alıp konu üzerine okumaya başladım. Makineyi iki ay içinde tamamlaya“Prof. Smyth buhar makinesi hakkında ders cağımı vaat ettiğim için kaygılanmaya başverirken sınıftan bazıları bu makineyi ilk defa “Bilmiyorum, belki on dolar.” lamıştım. Araştırmalar ilerleyince iki hafta görmüştü. Temel parçaları, çalışma şekli ve gücü hakkında pek azımızın malumatı vardı. Profesör, “Bu konuda bana güvenebilirsin” daha mühlet istedim ve Portland’a gittim. “Ne kadar?”

~ 45 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014 Bay Edward Grueby’nin saat fabrikasında çalışmalarımı devam ettirebileceğim bir yer buldum; bir tezgâh, küçük bir demir ocağı ve iyi bir pedallı torna. On dolar pat diye kiraya gitmişti ve Profesör’ün kıt maaşının bana kâfi gelmeyeceğini de biliyordum. Taslağı çıkarmıştım. İki inç çapında piston başlı on inçlik darbeli bir silindir. Silindirin modelini çıkardım. İlk döküm olmadı; her teşebbüste yeni döküm için para lazım oluyordu. Sekiz dolar daha gitti ki bu henüz başlangıçtı; düşük basınç ya da yoğunlaştırıcı motor olacaktı ve daha çok model yapılması gerekiyordu. En zoru da silindirin deliğinin açılmasıydı. Bunu yapmanın bir yolunu düşündüm ve o zamanlar gençlik ateşi ve ihtirasla dolu, bu ateşi çağına da taşımış **General Neal Dow’dan aldım. O New York’tan aldığı ufak ikinci el yüksek basınç motoru üzerinde çalışıyordu. Biz de onun tornasını kullandık. Delik gülünecek türdendi, fakat yarım daire eğe, zımpara ve yağla, büyük bir sabırla düzgün ve güzel bir zemin elde etmeyi başardık. O zamana dek zımparanın bir teker yahut sopa üzerine yapıştırılıp cilalama için kullanıldığına şahit olmamıştım ve bunu icat edecek aklım da olmamıştı. Bir müddet sonra akşamları da çalışmam gerektiğini aksi halde on haftanın da az geleceğini anladım. Kendisi de sık sık akşam dokuza dek çalışan bay Grueby nezaket göstererek dükkanını kullanmama müsaade etti. Her hafta bir saat ekleyerek ona, on bire, on ikiye hatta uyanık kalmayı becerebildiğim zamanlarda saat bire kadar çalıştım. On hafta geçip gitmiş, fakat iş bitmemişti. Derken Profesör Smyth işlerin nasıl gittiğini görmek üzere ta Brunswick’ten kalkıp geldi. “Devam et, başarı muhakkak,” dedi ve benim için iki hafta daha müddet aldı ki bu bana yetti. Tam yetmiş iki dolar borçlanmıştım! O zamanlar konferans salonları ders başına on dolar ödüyordu. Portland’da iki ders verdim, bir tane de Saco’da ayarladım. Tornacı dükkanından Bay Nichols, “ Burada biletli ders verelim, benim adamlarım on dolardan fazla verir. Böylece yirmi beş yahut otuz dolar kazanabilirsin.” dedi. Anlaşma yapılmış altın rüyalar görmeye başlamıştım bile. Akşam acayip bir tipi çıktı. Saco’da o akşamı ve dersi hatırlayan dostlarım vardır. Yirmi beş otuz kadar adam geldi; fakat derslik kirası ve seyahat masrafları derken para kazanmak şöyle dursun bir buçuk dolar da cebimden gitmişti. Matematik dersleri de veren Prof. Smyth “Artık çıkarma işleminin neden yapıldığını anlamışsındır!” dedi. Hallowell ve Augusta’da bahtım açıldı. Brunswick, Lyceum‘da on dolar ve biletli bir derste tam otuz iki dolar kazandım. Hem borçlarımı ödedim

Cyrus Hamlin’in Dairesi

hem de derslerde model olarak kullanılmak üzere sattığım motor için okuldan yüz yetmiş beş dolar aldım. Bu buharlı motor şimdi Cleaveland (Cleveland) Cabinet’te tutuluyor. Mahir bir makine ustası bu motoru tebessümle karşılayabilir, fakat motorun Maine’de yapılan ilk buharlı makine olduğu ve yukarıda anlatılardan başka bir örneğini görmeyen bir öğrenci tarafından yapıldığı hatırlanmalıdır. Eğer bundan öte bir faydası dokunmasaydı bu tarihçeyi aktarmanın da bir faydası olmazdı. Buhar ve buhardan istifade etme yolları üzerine edindiğim bilgim beni hep mutlu etmiştir.”[1]

gölgesinde kalan merakı, araştırmacılığı, teknik bilgisi ve mucitliğidir Hamlin’i Türk eğitim ve kültür alanında önemli bir figür yapan. * Florence Nightingale modern hemşireliğin kurucularından biri olarak kabul edilen, Kırım Savaşında İngiliz askerlerine sunulan sağlık hizmetlerinin yetersizliğini gören savaş bakanı Sidney Herbert tarafından Selimiye kışlasındaki hastanede görevlendirilen hemşiredir. [3] Dr Blackwood da bu hastanede başhekimlik yapmıştır.

** Bahsi geçen Neal Dow, ABD’de alkolü yasaklayan ilk yasalardan olan Maine Yasala Hamlin bu olay sonucu öğrendiği rı’nın yaratıcısı, Sivil Savaş Komutanı, Maine buhar gücünü, Türkiye’deki ilk buhar motorlu Valisi ve Amerikan Başkan Adayıdır. Hamlin’le ekmek fırınını kurmak için kullandı. Bu fırın tanıştıklarında bu sıfatlardan hiçbirine sahip Türkiye’de buhar gücü teknolojisini yaygın- değildi. [4] laştırdı, işsizlere istihdam sağladı, Kırım Savaşı’nda cephedeki askerleri besledi. Hepsinin Dipnot: ötesinde Hamlin kurmayı planladığı Kolej için 1. Hamlin, 162 fon ararken, Christopher Robert ile tanışmasını sağlayan da bu fırında üretilen ekmek- 2. Hamlin, 221 ler olmuştur. Zira Halin tanışmalarını: “New Yorklu saygıdeğer Christopher R. Robert 1856 3. BBC, 1 yılında Kırım Savaşı’nın sona ermesinden hemen önce Konstantiniyye’yi ziyaret etmişti. 4. Encyclopedia Britannica,1 Boğaz kıyısında ekmek yüklü bir tekneyi görmüş, ekmeklerin şahane görüntüsü ve muaz- Kaynakça: zam aroması dikkatini çekmişti. Bunun üzeri- Hamlin, Cyrus. Türklerin Arasında. İstanbul: ne ekmeklerin nerede yapıldığını sormuştu. Meydan Yayıncılık, 2011. Print. Bu hadise tanışmamıza ve Robert Kolej’in kurulmasına vesile olmuştu. O hadise olmasay- Encyclopedia Britannica “Neal Dow” Web. dı, şehirden sekiz kilometre uzakta, Bebek’te, inzivaya çekilmiş halde bu muhterem zatla BBC News. “Florence Nightingale (1820 tanışmam mümkün olmayacaktı.” şeklinde 1910).” BBC,Web. anlatmıştır.[2] Kısacası yaptığı çalışmaların nedenini oluşturan, ancak bu çalışmaların

~ 46 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Mossad ve 1972 Münih Olimpiyatları Burak Yavuz

“Yol göstereni olmayan ulus düşer, Danışmanı bol olan zafere gider.” Eski Ahit, Özdeyişler 11-14 (Mossad’ın parolası) Mossad Mossad ya da İsrail Gizli Servisi, dünya üzerindeki en bilinmeyen ve en çok merak uyandıran organizasyonların başında gelir. Harfi harfine çevirisi “enstitü” ya da “kurum” olan Mossad’ın (tam adıyla HaMossad leModi’in uleTafkidim Meyuhadim yani Haber Alma ve Özel Operasyonlar Enstitüsü1) temelleri 1949 yılında İsrail devletinin kurucusu ve dönemin başbakanı Ben Gurion ve Mossad’dan önce haber alma teşkilatı olan Shia’nın başkanı Reuven Shiloah tarafından atılmıştır.2 Bununla birlikte kurumun resmi kuruluşu ve İsrail Dışişleri Bakanlığı’na bağlanması 1951 yılında gerçekleşmiştir.3 Mossad’ın başlıca görevleri uluslararası haber alma, gizli operasyonlar, terörle mücadele, İsrail dışında bulunan Musevilerin anavatana dönüşlerine yardım etme ve İsrail dışı Musevi topluluklarının korunmasını sağlamadır.4 Mossad, İsrail Askeri Haber Alma Örgütü Amen ve İsrail İç Güvenlik Sağlama Örgütü Shin Bet ile İsrail Haber Alma Topluluğu’nu oluşturur, ancak Mossad’ın başkanı diğer örgütlerin başkanlıklarının aksine direkt olarak başbakanlığa bağlıdır.5 Günümüzde Mossad’ın çalışan sayısının 1200 civarında 1 http://www.mossad.gov.il/Eng/AboutUs. aspx 2 http://www.mossad.gov.il/Eng/About/ History.aspx 3 http://www.mossad.gov.il/Eng/About/ History.aspx 4 http://www.globalsecurity.org/intell/ world/israel/mossad.htm 5 Black, Ian and Benny Morris. Israel’s Secret Wars: A History of Israel’s Intelligence Services. New York: Grove Weidenfeld, 1991. ISBN 978-0-8021-3286-

Mossad Logosu

olduğu tahmin edilmektedir.6 Mossad görevlerinden ötürü oldukça gizli çalışan bir kurumdur, bununla beraber yürüttükleri bazı operasyonlar Dünya çapında büyük ses getirmiştir. Bu operasyonların başında 1972 Münih Olimpiyatları’nda İsrailli sporcuların öldürülmesinin ardından, katliamdan sorumlu örgütün liderlerine karşı düzenlenen bir takım operasyonlar gelir.

David Ben Gurion (İsrail Devletinin Kurucusu)

İsrail hapishanelerinde tutulan yaklaşık 200 Filistinli mahkûmun serbest bırakılmasıdır. Ancak İsrail yönetimi bu talebi kabul etmeye yanaşmaz. Buna karşılık HansDietrich Genscher, Kara Eylül’ün iki helikopterle askeri havalimanına, oradan da Mısır’a gitme talebini kabul eder. Saat 22:00 civarında helikopterler gelir. Ancak Münih Polisi duruma müdahale ederek çatışmanın başlamasına neden olur.* Tüm gece boyunca süren çatışma sonrası 1972 Münih Katliamı Münih Polisi, tüm militanları etkisiz hale getiremediklerini bu nedenle hayatta kalan “1972 Münih Olimpiyatları, Almanya için militanların rehineleri öldürdüğünü açıklar. büyük önem taşıyordu. Dönemin Almanya Milli Olimpiyat komitesi başkanı Willy “Kidon”(Süngü) Operasyonu9 Daume, Münih Olimpiyatları’nı şöyle anlatıyor: ‘Olimpiyatların Almanya’da 1972 Münih Olimpiyatlarında yaşanan yapılıyor olması, tüm dünyaya en son katliamın ardından dönemin İsrail 1936 Almanya’sında yapılan olimpiyatların Başbakanı Golda Meir’in Mossad’dan, aksine barışçıl ve sıcak bir Almanya bu eylemin olası faillerin veya bağlantılı gösterebilmek bakımından iyi bir şanstı.’” kişilerin bulunması ve öldürülmesi 7 Ancak işler hiç de beklenildiği gibi emrini verdiği rivayet edilir. Her ne kadar gelişmez. 5 Eylül 1972 sabahı “Kara Eylül” yili/675518.0/index.html adlı Filistinli terörist bir grup, Münih’te sporcuların kaldığı olimpiyat evine * Bilinmesi gerekir ki Almanya’nın o girip İsrail sporcu komitesine saldırır. dönemdeki federal sisteminden dolayı Münih İki sporcuyu olay yerinde öldürdükten Polisi, militanlarla pazarlık yapan, dönemin sonra kalan dokuz sporcuyu rehin alan Almanya İçişleri Bakanı Hans- Dietrich terörist grup, dönemin Almanya İç işleri Genscher’e değil Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher ile pazarlık Bakanı Bruno Merk’e bağlıdır. Dolayısıyla yapmaya başlar.8 Terörist grubun isteği Münih Polisi pazarlık sürecinin başındaki 4. OCLC 249707944 Hans- Dietrich Genscher’le militanlar 6 http://www.fas.org/irp/world/israel/ arasındaki “uzlaşmadan” habersiz olarak mossad/index.html Bruno Merk’in emirleri doğrultusunda 7 http://www.cnnturk.com/2012/ hareket etmiş ve militanlarla çatışmaya spor/09/05/munih.katliaminin.40. girerek büyük bir operasyon hatasına imza yili/675518.0/index.html atmıştır. 8 http://www.cnnturk.com/2012/ 9 http://news.bbc.co.uk/2/hi/programmes/ spor/09/05/munih.katliaminin.40. this_world/4605414.stm

~ 47 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Baskından Sonra Olimpiyat Köyündeki Oda

listesinin gerçekte teslim edildiği Juval Aviv’den esinlenildiği düşünülmektedir.13 Film çıktığı yılda bazı eleştirmenler ve izleyiciler tarafından fazla şiddet içerdiği yönünde eleştirilere maruz kalsa da, beş dalda Akademi Ödüllerine aday gösterilmiş ve toplamda 16 ödül almıştır.14 Sonuç olarak, 1972’de Münih’te yaşanan olaylar ve bu olaylara bağlı olarak gelişen, “etki-tepki” durumu olarak da nitelendirilebilecek operasyonlar Mossad’ın aktivitesinin somut bir örneğini olarak görülmüş ve popüler kültürde karşılığını film ve kitaplara konu olarak bulmuştur.

İsrail Olimpiyat Kafilesinin Öldürülen Üyeleri

bu konuyla ilgili resmi bir açıklama yapılmamış olsa bile, birçok kaynak 197279 arası yaşanan ve “Kara Ekim” örgütüyle bağlantısı olduğu düşünülen kişilerin şüpheli ölümlerinin Mossad’ın aldığı bu emir doğrultusunda gerçekleştirdiğini savunur.10 Bu bağlamda Mossad yöneticilerinden Michael Harari tarafından beş üstün eğitimli ve özel yetenekli (birkaç

Abu Daoud, Mohmoud Hamshari, Wael Zwaiter (Yaser Arafat’ın ikinci dereceden kuzeni), Dr. Basil Raoud al-Kubaisi, Kamal Nasser, Kemal Adwan, Mahmoud Yussuf Najjer, Mohammed Boudia, Hussein Abad al-Chir, Dr. Wadi Haddad11 İleriki birkaç yıl içinde listedeki kişilerin çoğu şüpheli bir şekilde ölmüştür. Daha sonrasında Münih’te yaşananların arka planı ve sonrasında yapılan operasyonlarla alakalı bilgilerin kamuoyuna yansımasıyla, bu olaylar popüler kültürde ilgi uyandıran materyeller haline gelmiştir. Bu ilginin en büyük meyvesi de 2005 yapımı bir Steven Spielberg filmi olan “Münih”tir.

yabancı dilde akıcı konuşma, sahte belge düzenleme, elektronik, bomba uzmanlığı gibi) personelden oluşan bir operasyon timi oluşturulmuş ve dönemin Mossad başkanı general Zvi Zamir tarafından Süngü Operasyonu’nu yürütecek bu time bir hedef listesi verilmiştir: Ali Hassan Salameh (Olimpiyat köyünde sporcuların yakalanıp öldürüldüğü operasyonun lideri), 10 http://www.fas.org/irp/eprint/calahan. htm

http://www.mossad.gov.il http://www.globalsecurity.org Black, Ian and Benny Morris. Israel’s Secret Wars: A History of Israel’s Intelligence Services. New York: Grove Weidenfeld, 1991. ISBN 978-0-8021-32864. OCLC 249707944 http://www.fas.org http://www.cnnturk.com http://news.bbc.co.uk http://www.imdb.com

“Münih”

Ortada Golda Meier

Kaynakça:

“Münih” yönetmenliğini ve yapımcılığını Steven Spielberg’in üstlendiği, başrollerini Eric Bana ve Daniel Craig’in paylaştığı 2005 yapımı, dram-gerilim tarzlarında bir filmdir.12 Filmde 1972 Münih Olimpiyatları sonrasında Mossad tarafından düzenlenen operasyonların içyüzü ve operasyon timi üzerindeki duygusal etkileri anlatılmaktadır. Filmde Eric Bana operasyon timinin başı Avner Kauffman rolünü üstlenmiştir. Her ne kadar Avner Kauffman hayali olsa da, karakterin, isim 11 http://www.fas.org/irp/eprint/calahan. htm 12 http://www.imdb.com/title/tt0408306/

~ 48 ~

http://www.theguardian.com http://www.gercekportal.com/wp-content/ uploads/2012/05/mossad_logo.jpg http://blog.tomtomella.com/wp-content/ uploads/278.jpg http://www.itusozluk.com/image/1972munih-olimpiyatlari_13210.jpg https://www.movieposter.com/posters/ archive/main/34/MPW-17088 13 http://www.theguardian.com/film/2012/ mar/15/reel-history-spielberg-munich 14 http://www.theguardian.com/ media/2006/jan/26/bbc.israel


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

İstanbullu Yazın Geldiğini Deniz Hamamlarından Anlardı İdil Korkut

19. yüzyılın ortalarına gidiyoruz. Yani İstanbul halkının denize grime deneyiminde radikal değişimlerin yaşandığı bir dönem. Ancak bu dönemden önce İstanbullular hiç denize girmedi mi? Denizlerle çevrili şehirde Müslümanların denizle ilk teması gerçekten fetihten dört yüz yıl sonra mı yaşandı? Osmanlılar denizi sadece bir fetih ve ulaşım aracı olarak mı gördü? Türkler, bozkırlardan gelmişlerdir. Dolayısıyla ilk önce denize mesafeli yaklaştıklarını söyleyebiliriz. Osmanlı’da yüzme bilmek, Hz. Muhammed’in “Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz” hadisine karşın çok rastlanılan bir eylem değildi. Yine de Osmanlı, deniz ile ilk temasını 19. yüzyıldan çok daha erken yaşadı. Evliya Çelebi’nin kayıtlarından Osmanlı deniz hamamlarının 17. yüzyıldan daha önceye dayandığını anlıyoruz[1] . Reşad Ekrem Koçu’nun yazdığına göre ise, 1826-1850 yılları arasında İstanbul’da Çardak, Salı Pazarı ve Kumkapı’da bulunmak üzere üç tane deniz hamamı vardır[2] . Deniz hamamları, Osmanlı Devleti tarafından halkın mahremiyet kavramına ters düşmeyen ve İslami ahlaka uygun yüzme, eğlenme, güneşten yararlanma alanları

Büyükada limanı, solda deniz hamamı, ortada Kalipso Otel (Önder Kaya’nın arşivindendir)

olarak kurulmuştur. Yapımında toplumsal değerler de gözetilmiş, ön planda tutulmuştur[3] . Deniz hamamlarının, dört tarafı kapalı olup, denizin üzerine inşa edilirlerdi. Etrafında soyunma odaları yer alır, suları kirletmeyecek şekilde olan bir de tuvaletleri bulunurdu. Sahilden 15-20 metre kadar açıkta kurulurdu, iskele kullanılarak deniz hamamına geçilirdi. Hamamın ortasına havuz gibi bir boşluk bırakılır, üstü de kapanırdı. Hamamın dışına çıkarak yüzmek yasaktı. Hamamların kurulup işletilmesinden sorumlu olan Tersane-i Amire, bu yasağı koyarken boğulmaları ve deniz kazalarını engellemeyi amaçlamıştır. Yine de boğulma tehlikelerine karşı deniz hamamlarının cankurtaran bulundurmaları zorunluydu[4] . Yiyecek ve alkolsüz içecek satılan bir büfesi de olan deniz hamamları, insanların yıllar boyunca serinleme ve te-

mizlenme gibi ihtiyaçlarını gidermelerini de sağlamıştır. Her ne kadar bu gelenek Osmanlı Devleti’nin batılılaşma hareketlerinden önce başlamış olsa da batılılaşma hareketleri ile sosyal alanda değişim deniz hamamlarının sayısını çoğaltmıştır. Özellikle gayrimüslimler, deniz hamamlarının yapım ve işletmesini üstlenmek istemişlerdir. Sonbahar gelince hamamların keresteleri sökülür, saklanırdı. Keresteleri sökülmeyen hamamlarınsa içi ve dışı boyanırdı[5] . Tüm deniz hamamları halka açık değildi. Özellikle yalı sahipleri yalılarının önünde kendilerine özel hamamlar yaptırırdı. Bunlar mevsimlik değil, sabit olurlardı. Deniz hamamları o kadar çok rağbet görüyordu ki, birçok kaçak deniz hamamı bile yapılmıştı. Bu kaçak hamamlar yerel yönetimleri oldukça ve uzun süre uğraştırmıştır. İlk yıllarda Tersane-i Amire’ye ait olan olan kurma ve işletme hakları daha sonra en yüksek fiyatı teklif eden mültezimlere verilmeye başlandı. Kadın ve erkeklerin hamamları ayrı olduğu gibi, birbirlerinden de oldukça uzak yerlerde inşa edilirdi. Erkeklerin kadınları izlememesi için de güvenlik tedbirleri alınmıştı. Kadın hamamlarında kadınların görünmemesi için hamamı çevreleyen tahtalar denize ya da kuma saplanırdı. Polis, kadınlar hamamı ve erkekler hamamı arasında aralıksız devriye gezerdi. Kadınlar hamamına yaklaşanlara düdük çalar, geçmelerine izin vermezdi. Tüm bu tedbirlere rağmen deniz hamamlarına giden kadınların sayısı azdır. Bazı kadınlar

Salacak Deniz Hamamı (Önder Kaya’nın arşivindendir)

~ 49 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Moda ve deniz hamamı (Önder Kaya’nın arşivindendir)

ise bronzlaşmamak için ellerinde şemsiye Sosyal hayatın bir parçası olan deniz haile dolaşır, denize girmezlerdi[6] . mamları artık yok. Ancak bu hamamlar Osmanlıların denizden sadece savaş ve Kadınlar hamama gider gibi deniz hama- ulaşım anlamında yararlanmadıklarının mına da bohça ile giderlerdi, peştemalleri bir kanıtı olarak tarihin tozlu raflarında ile denize girerlerdi. Islanmış peştemal ve yerini almıştır. havlular, deniz hamamının çatısında kurutulurdu. Geceleri kıyıda denize girenlere Dipnot: pek karışan olmazdı çünkü 60 paralık deniz hamamı ücretini herkes ödeyemezdi[7] 1. Evliya Çelebi, I, 137 . 2. Koçu, 4412 İstanbul’un işgali yıllarında İstanbullular, İngiliz ve Rusların Tarabya’da kadınlı er- 3. Beyoğlu, 54 kekli denize girdiklerini gördüler. Bunun üstüne Osmanlı halkı da açık kumsallardan 4. Mazak denize girmeye başladı. Sonuç olarak da gitgide daha çok insan denize plajlardan 5. Beyoğlu, 56 girme yoluna gitti. Plajlar artarken, deniz 6. Afyoncu hamamları her geçen gün azaldı. En sonunda 1970’li yıllarda tarih oldular. Ancak 7. Beyoğlu, 66 birkaç özel deniz hamamı (Said Halim Paşa yalısı, Kadri Paşa yalısı,…) günümüze ka- Kaynakça: dar ulaşmıştır. Afyoncu, Erhan (2012). “Eskiden Plaj YeriPlajın ne ismi ne de cismi olmasa da, Os- ne Deniz Hamamı Vardı.”, http://w w w. manlılar deniz hamamları ile yazın se- bugun.com.tr/eskiden-plaj-yerine-denizrinlemiş, eğlenmiş, bu sayede etraflarını hamami-vardi-yazisi 203887, eriçevreleyen denizden faydalanmışlardır. şim: 22.02.2014

~ 50 ~

Alus, Sermed Muhtar, “Deniz Hamamları,” Tarihten Sesler. (2004) Beyoğlu, Süleyman, “Osmanlı Deniz Hamamları,” Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi. 5 (2004): 53-73 Çelebi, Evliya. Evliya Çelebi Seyahatnamesi (Haz. Orhan Şaik Gökyay), I, İstanbul 1966, s.137. Koçu, Reşad Ekrem. “Deniz Hamamları.” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi İstanbul: Kültür Bakanlığı/Tarih Vakfı, 1993. Cilt 3. Sayfa 24-25. Koçu, Reşad Ekrem. “Deniz Hamamları.” İstanbul Ansiklopedisi İstanbul: K o ç u Yayınları, 1966. 4412. Mazak, Mehmet (2012). “İstanbul’da Denizin Vücutla İlk Teması: Deniz Hamamları.”, http://www.mehmetmazak. com/yazi/3/269-istanbulda-denizin v u cutla-ilk-temasi-deniz-hamamlari#.UyH6zueSwlN, erişim: 22.02.2014


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Şükran Gününün Önemi ve Asılsız Soykırım Söylemleri (?) Okan Küçük

Topraklarının altında katledilmiş veya ölüme mahkum edilmiş insanların kafataslarının olmadığı ülke yok gibidir. 21. yüzyıl tarihçisinin görevi bu kafataslarının arkasındaki gerçeği tarafsız ve açık bir şekilde gözler önüne sermektir. Reddedilemeyecek gerçeklere karşı da insanlar, hangi ülkenin vatandaşı olurlarsa olsunlar, açık fikirli olmalıdırlar. Kabul edilmesi uzun süren tarihi gerçeklerden biri de Amerikan yerlilerinin maruz bırakıldıkları uygulamalardır. Yıllardır kendi kurallarınızla mutlu ve özgürce yaşadığınız güzel evinizde artık yalnız değilsiniz. Sizden farklı ten renginde, anlamadığınız bir dil konuşan, garip silahları olan yabancılar geldi. Odanıza giriyorlar, yatağınıza yatıyorlar ve evde değerli olan neyiniz varsa alıyorlar. Üstünüzdeki kıyafetleri istiyorlar, onlara hizmet etmeniz için sizi dövüyorlar. Onlara karşı çıkmaya çalışan kardeşinizi öldürdüler. Annenizi görmeyeli uzun zaman oldu ve babanızın kafatası bir odada süs olarak sergileniyor. Bir kardeşiniz bu adamların bir arkadaşına satıldı. Şimdi de sizi, evinizin (unutmayın, sizin eviniz) tavanarasında yaşamaya zorluyorlar. Tavanarasına giderken bir kardeşiniz de bu adamlardan biri tarafından öldürülüyor. Artık tamamen yalnızsınız; evinizin geri kalanını bir daha görmeyeceksiniz ve tavanarasında öleceksiniz. Bugün bunu okuyan biri için hayal etmek bile absürt iken, birçok yerli Amerikalı kabilenin Amerika’nın keşfinden sonra yaşadıkları buna benzerdir. Günlüğünde yerli Amerikalılarla ilgili “Bunlardan iyi köle olur… Elli adamla onları zaptederek onlara ne istersek onu yaptırabiliriz” diyen Chistopher Columbus’un mirası çeşitli yerli Amerikalı kabileleri tehcire ve etnik temizlemeye maruz bırakan yedinci ABD başkanı Andrew Jackson tarafından devam ettirilmiştir. (1) Beyaz adamın Virginia’ya girdiği yıl olan 1607’de, bölgenin yerli Amerikalı kabileler konfederasyonu olan Powhatan’ın şefi, yaşananları şöyle anlatmıştır: “İnsanlarımın iki kuşağının ölümünü gördüm… Barış ve savaş arasındaki farkı ülkemdeki herkesten daha iyi bilirim. Neden sevgiyle, sakince alabileceğiniz şeyleri baskı ile alıyorsunuz? Neden size ye-

mek sağlayan bizleri katlediyorsunuz? Savaş ile ne kazanabilirsiniz? Bizden ne istiyorsunuz? Biz silahsızız ve istediğiniz şeyleri size vermeye istekliyiz…” (2) Yıllarca Amerika’da ders kitaplarında ve Hollywood filmlerinde resmedilenin aksine yerli Amerikalıların başıboş, vahşi veya insan dışı (veya insan altı) olmadıklarının akılcı ve tarafsız tarih araştırmacılığı farkına varmıştır; empoze edilen pragmatik ve ırkçı bakış, daha anlayışlı bir bakışa yerini bırakmıştır. Yerli Amerikalı kabilelerinin çoğunun beyaz adamın işgalinden önce düzenli bir yapı ve karmaşık bir kültürü olduğu bilinir. Özellikle İrokua gibi bazı kabilelerde dönemin Hıristiyan/ataerkil Avrupası’nda oldukça marjinal bulunacak kadar eşitlikçi bir yapı olduğu görülür. Kendi sanatları, yasaları, güçlü ahlak anlayışları olan bu kabilelerde toplum hayatı, aile içi düzen ve doğa ile ilişki belki o dönemin dünyasında her yerden daha iyiydi. (3) Beyaz adamın Amerika’ya daha çok yerleşmesiyle, daha fazla yerli Amerikalı tehcir edilmiş veya ölmüş ve çeşitli kabilelerin soyu kurumuştur. Bu hızlı yok oluşta beyaz adamın silahını kendinden aşağı gördüğü insanlara karşı kullanmaktan çekinmemesinin yanında, kabilelerin dirençsizleşmesi için yaydıkları hastalıklar da önemli bir rol oynamıştır. Yıllarca çeşitli ekonomik çıkarlar için köleleştirilen veya öldürülen yerli Amerikalıların korunmasını ABD’nin kurulmasıyla daha merkezi ve düzenli bir yapının oluşması durdurmamış ve yaklaşık üç yüz yıllık katliam sürmüştür. Bu dönemde hala kendilerini Amerika’nın mutlak sahibi olarak gören Avrupalıların gözünde, topraklarını çaldıkları yerliler insanî değer taşımamaktadır. Bugünkü Georgia eyaletinde altın bulunmasının ardından 1838’de dönemin başkanı Andrew Jackson bölgedeki yerli Amerikalılardan kurtulmak istemiş ve bölgede yerli Amerikalı halkı Mississippi Nehri’nin doğusundaki topraklarını bırakarak bugünkü Oklahoma eyaletine göç etmeye zorlamıştır. Açlık, hastalık ve katliamlarla dolu bir yolculukta 4000 ile 150000 arası insan ölmüştür. Çoğunluğu Çeroki kabilesinden olan insanların gittiği bu acı dolu yola “Trail of Tears” (Gözyaşı Yolu) denmiştir. (4) Bu trajediyle ilgili muhtemelen en sıra dışı nokta, Çerokilerin topraklarını vermemek için savaşmak yerine topraklarına girmeyi çalışanları yasal yollarla topraklarında çıkarmaya çalışmalarıdır. ABD yüksek mahkemesine giden

~ 51 ~

davayı Çerokiler kazanmışlardır. Buna rağmen Andrew Jackson hukukun üstünlüğünü tanımayarak mahkemenin kararını yok saymış ve Çerokilerin topraklarını derhal terk etmelerini emretmiştir. (5) Toprağı zorla elinden alınmış, evinden çıkarılmış veya evinde öldürülmüş, yıllarca kamplarda yaşamaya zorlanmış yerli Amerikalıların kanları ve toprakları (ve tabi ki Afrikalı köle ticareti) ile büyük bir imparatorluk kurulmuştur. Yıllar içinde sayıları azalan ve kendi yurtları olan Amerika’da gittikçe daha az ortalıkta görünmeye başlayan yerli Amerikalılara ABD halkınca Amerikan kültüründe sadece bir nesne veya pürüz olarak bakılmaya başlanmıştır. Yıllar sonra “Amerikalılar” arabalarında gezerken, pahalı içkilerini yudumlar ve golf oynarlarken yerli Amerikalılar karavanlarda veya kendileri için ayrılmış dışlanmış yerlerde yaşamak zorunda bırakılmış, yol kenarında bilekliklerini satmaya başlamış, acı çekmeye devam etmiş ve “Amerikalıların” nefret söylemlerinin kurbanı olmuşlardır. Yerli Amerikalıların yurtlarının elinden alınma tarihi Şükran Günü hindisi değil, Gözyaşı Yolu’nda ABD askeri tarafından öldürülen çocuğu için ağlayan yerli Amerikalı annenin gözyaşlarıdır. Birçok insanın kendi tarihlerine yanlış bakmalarının ve gerçekleri gözardı etmelerinin nedeni Şükran Günü hindisine odaklanmalarıdır. Dipnot: 1) Zinn, 3 2) Zinn, 13 3) Zinn, 16 4) Native American Genocide 5) History.com Kaynakça: “Native American Genocide.” : The Facts. N.p., n.d. Web. 16 Feb. 2014. “Trail of Tears.” History.com. A&E Television Networks, n.d. Web. 16 Feb. 2014. “The Trail of Tears.” PBS. PBS, n.d. Web. 16 Feb. 2014. Zinn, Howard. A People’s History of the United States: 1492-2001. New York: New, n.d. Print.


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Profesör İlber Ortaylı Okulumuzdaydı Yunus Emre Erdölen

Öğrenci Birliği’nin 2014 yılındaki ilk etkinliği, “Sosyal bilimler alanında uzmanlaşmak isteyen gençlerin izleyeceği yol” konulu İlber Ortaylı söyleşisi 8 Nisan Salı günü saat 19.00’da Suna Kıraç Tiyatrosu’nda gerçekleşti. Neredeyse tamamı dolu olan tiyatro salonunda alkışlarla karşılanan Ortaylı, etkinliğe katılan misafirlere çok değerli tavsiyelerde bulundu ve kendisine yöneltilen soruları içtenlikle yanıtladı. Söyleşinin ilk yarısında etkinliğimizin belirlenen teması hakkında konuşan Ortaylı, sosyal bilimler alanına ilgi duyan ve uzmanlaşmak isteyen gençlere çeşitli önerilerde bulundu. Ortaylı, 25 yaşına kadar gençlerin dil öğrenmeleri, mümkün olduğu kadar uzmanlaşmak istedikleri sahalarla ilgili okumalar yapmaları ve her açıdan kendilerini geliştirmeleri gerektiğini belirterek, özellikle dil öğreniminin sosyal bilimlerde uzmanlaşmak için çok önemli olduğunun altını çizdi. Dil öğreniminin bilinçli bir şekilde yapılması gerektiğini ve uzmanlaşmak istenen konuyla alakalı bir dilin öğrenilmesi gerektiğini belirten Ortaylı, sosyal bilimler alanı için sadece İngilizce’nin asla yeterli olmayacağını, gençlerin uzmanlaşmak istedikleri konulara göre Fransızca, Rusça, Farsça, Latince gibi dilleri de öğrenmelerini tavsiye etti. Örneğin, Ermeni Meselesi üzerine araştırma yapan bir

akademisyenin Ermenice bilmesini gerektiğini söyledi ve ardından sosyal bilimler alanında lisans eğitiminin Kıta Avrupası ya da Amerika’da değil, Türkiye veya İngiltere üniversitelerinde yapılması gerektiğini belirtti.

ne denli önemli olduğunun altını çizdi.

İlber Ortaylı sorulan bir soru üzerine Robert Kolej’de eğitim gören gençlerin çok iyi imkânlara sahip olduklarını, bu imkânları iyi değerlendirmeleri ve kendilerini her açıdan Tavsiyelerinin ardından söyleşinin soru- geliştirmeleri gerektiğini, kendisinin en sevcevap kısmında Ortaylı, bütün soruları sa- mediği insan tipinin imkânı olduğu halde mimiyetle cevapladı ve çeşitli konulardaki kullanmayan insan olduğunu belirtti. düşüncelerini misafirlere aktardı. Kültürlü ve kültürsüz toplumların farkını özellikle vurgu- Ortaylı, Robert Kolej’in Fransızca eğitiminde ladı ve kültürünü gelecek nesillere aktaran, eksiklikler olduğunu ve bunun düzetilmesi günlük hayatında anadilini ve geleneklerini gerektiğini belirtti. Ayrıca okulumuz kütüpyaşatan toplumların “kültürlü”, kültürünü hanesinde çalışan Şirin Hanım’ın konusunda gelecek nesillere aktaramayan toplumların çok uzman biri olduğunu ve öğrencilerin Şiise “kültürsüz” olarak değerlendirebileceğini rin Hanım’ın bilgi haznesinden yararlanmabelirtti. Rusların, İngilizlerin bu konuda bil- larını tavsiye ederek kütüphaneciliğin ne kahassa başarılı olduklarını örnekler üzerinden dar önemli bir meslek olduğundan bahsetti. ifade etti. Bu vesile ile de anadil eğitiminin Söyleşinin sonunda kendisine yöneltilen ve internette popüler olan “caps”ler hakkındaki bir soru üzerine kendisi hakkında yazılanları beğendiğini, komik bulduğunu, gençlerin mizah anlayışını takdir ettiğini ve günümüz gençliğinin çok zeki olduğunu söyledi ve söyleşinin ardından kütüphaneyi kısa bir süreliğine gezerek okulumuzdan ayrıldı. Tecrübesini bizimle paylaşan ve sosyal bilimlerin ne kadar ciddiye alınması gereken, üzerinde titizlikle durulması gereken bir alan olduğunu bir kez daha bizlere hatırlatan İlber Ortaylı’ya, etkinliğin düzenlenmesinde bize yardım eden Mr. Welch, Mr. Edmonds, Önder Kaya ve bütün Sosyal Bilimler bölümü öğretmenlerine ve etkinliğimize dinleyici olarak katılan herkese Öğrenci Birliği olarak teşekkür ediyoruz.

~52 ~


Tarih Dergisi | MayÄąs 2014

Notlar ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................................................................

~ 53 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Amerikan Kız Koleji - Gould Hall (Güneş Ege, RC’52) ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... ....................................................................................................................................................................................................................... (Kaynakça: 150.robcol.net)

~ 54 ~


Tarih Dergisi | Mayıs 2014

Amerikan Kız Koleji Öğrencileri (1927)

(Kaynakça: 150.robcol.net)

~ 55 ~



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.