POSTA212 - SAYI 10

Page 1

MANHATTAN SAKİNLERİ UZUN YAŞIYOR

TÜRK MİMAR KARDEŞLERİN TERSİNE GÖKDELENLERİ ■ Geçen ay düzenlenen ‘2040 Vizyonu’ adlı yarışmada ödüle layık görülen Sunay ve Günay Erdem kardeşler, gökdelenlerin gelecekte suların altına doğru ‘yükselmesini ‘ öngörüyor » 3’TE

■ Araştırmacılar 1985’den beri ABD genelinde tutulan ortalama yaşam süresi verilerini bir araya getirdi ve ortaya ilginç bir gerçek çıktı. » 2 ’DE

24 Temmuz 2013 Çarşamba YIL 1 • SAYI 10 HAFTALIK ÜCRETSİZ

A M E R İ K A’ D A K İ

Her biri ayrı bir servet

■ Dünyanın en ünlü otomobil sitelerinden TheSuperCars.org, dünyanın en pahalı ve en çok sahip olunmak istenen otomobillerini açıkladı. İlk sırada 3.9 milyon dolarlık fiyatıyla Lamborghini Venono var. » 16’DA

TÜRKLERİN

Eşlere Green Card müjdesi

akla ■ Ramazan denince ilk gelen mis gibi pide artık ABD’de de iftar sofralarının baştacı. Ramazan pidesini ‘Türk’ Amerika’ya getiren ve ettiren markası olarak kabul yanı Kadir Taşkın’ın pidesinin her ülkenin ürünleri tüm sıra » 9’DA yerinde talep görüyor.

MARYLAND'DE ÇOCUKLARA İFTAR YEMEĞİ şehrindeki din ■ Maryland’deki Lanham önderliğinde görevlisi Belgizar Özbek’in Merkezi’nin ve Türk Amerikan Toplum düzenlenen (TACC), ev sahipliğinde Ramazan ‘Çocuk İftarı’nda çocuklara tanıtıldı, kültürü ve oruç kavramı dini eğitimlerine eğlence ve oyunlarla katkı sağlandı. » 10’DA

» 10’DA

24 Temmuz 2013 Çarşamba

YIL 1 • SAYI 10

ÇOCUKLU AİLELER TELEVİZYONA DİKKAT!

karıştığı ev ■ Televizyonlar, çocukların en biri. kazalarının önemli nedenlerinddüşen çocuğun 20 yıl içinde 200 bin kalarak yaralandı. televizyonun altında artışına Ve araştırmalar bu sayının dikkat çekiyor. » 9’DA

TEKNOLOJİ ÇOCUKLARIN BEYNİNİ ERİTİYOR »

4’TE

TÜRKLERİN

www.posta212.com

GAZETESİ

Basın First Lady’sini kaybetti

HAFTALIK ÜCRETSİZ

AKİ A M E R İ K A’ D

Saray 10 ABD başkanını Beyaz eden muhabiri olarak takip Helen Thomas, 92 yaşında hayata gözlerini kapadı ■ Beyaz Saray basın sembolü toplantılarında, statü Helen olan en ön sırada oturan sorduğu Thomas, başkanlara nden sert soruları ve düşünceleri çekinmemesiyle tanınıyordu.

■ Thomas, “Amerikan tarihinin en kötü başkanı” dediği George hiç W. Bush’a karşı hislerini Saray basın saklamamış ve Beyaz . » 6’DA toplantılarına alınmamıştı

New York’un ortasına yüzer havuz! ■ East River üzerinde an Brooklyn ve Manhatt havuz manzaralı bir yüzen inşa etmek için başlatılan 273 kampayada bir ay içinde 16’DA bin dolar toplandı. »

2013’ün en güzel ve en seksileri

Tecavüze uğradı hapse girdi uğrayan ve ■ Dubai’de tecavüze Norveçli yardım için polise giden bir kadın, Şeriat kanunları ilişkiye gereği ‘ evlilik dışı cinsel ay hapis girdiği ‘ suçundan 16 Genç kadın cezasına çarptırıldı. sonucu diplomatik girişimler sonra serbest bırakıldıktan » 6’DA ülkeden sınır dışı edildi

Savaş ve Ressam...

20 dakikada 6 litre bira içti öldü

SUNAY AKIN ■ 6’DA

ÜÇÜ BİR YERDE HAFTASI

BU NEŞTER KANSERİ BULUYOR

■ İspanya’da ‘En Hızlı Bira İçme Yarışması’nın galibi Joaquín Alçaraz yarıştan kısa bir süre sonra öldü. » 3’TE

Amerikan basınının duayeni öldü... Huffington ■ İnternet gazetesi Post, yapılan listelerin ı birbirleriyle uyuşmadığın yapılan iddia etti şimdiye dek l” “2013’ün En Seksi/Güze Kadını’ sıralamalarını birleştirip kendi listesini yaptı. İlk sırada ise Jennifer Lawrence var. » 2’DE

sinemalarda çocuklar ■ Yaz tatiliyle birlikte filmlerin egemenliği için hazırlanmış çizgi başlıyor. Komedi, yavaş yavaş kırılmaya örnekleriyle dolu macera ve bilim kurgu Woody Allen’ın bir haftaya giriyoruz. bir örneğin son çalışması gibi ‘sanatsal’ izlenebilecek yanı sıra, üç boyutlu olarak Wolverine ve Uzak Doğu var sinemasından örnekler . bu hafta sinemalarda HALDUN ARMAĞAN’LA VİZYON ■ 11’DE

■ Mısır’da yaşananları Batı dünyasının ‘darbe olarak nitelendirmemesini tarihin utanç olarak hatırlayacağını söyleyen Çavuşoğlu, “Aksi takdirde özgürlüklerin savunucusu olduğunu iddia eden ABD bu konudaki öncü ve örnek rolünü kaybedecektir” dedi. » 8’DE

Protestolar devam ediyor

■ Yeşil Kart sahipleri Amerikan vatandaşı olmayı beklemeden ABD’de yasal olarak yaşayan eşlerinin Yeşil Kart alabilmeleri için ağustos ayı itibariyle başvuru yapabilecek. » 13’TE

dokuyu ■ İngiliz uzmanlar, cerrahların neşterlerinden kesmek için ısıyı kullanan i. Mucize keişfett yola çıkarak ‘iKnife’ı ameliyatlarında neşter, kanserli hastaların kalıntısı buluyor ve karşılarına çıkan tümör yok ediyor. » 14’TE

Meksika şişmanlıkta. Amerikalıları geçti.. » 14’TE

İtfaiyeciler 911’e dava açıyor

■ New Yorklu itfaiyeciler, 911 Acil Yardım Servisi hizmetinin kısıtlanmasını istiyor. » 3’TE

■ Tecavüze uğradı, hapse girdi ■ Teknoloji beyni eritiyor ■ 2013’ün en güzel kadınları ■ UEFA çatırdadı mı? ■ Kanseri tespit eden neşter ■ New York’un orta yeri havuz ■ Kızılderili tedavi yöntemleri

HEPSİ VE DAHA FAZLASI POSTA212 LIFE’DA

www.posta212.com

“Amerika’nın tavrı utanç verici oldu” AK Parti Antalya milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, Mısır’daki gelişmeleri, AB ve ABD’nin tutumunu, Gezi olaylarını ve Amerika’nın tavrını POSTA 212’ye değerlendirdi

RAMAZAN PİDESİ’Nİ AMERİKA’YA GETİREN TÜRK

GAZETESİ

ZIMMERMAN DIŞARIDA, MARISSA NEDEN İÇERİDE? » 11’DE

■ Amerika’da büyük öfkeye neden olan ve ırkçılık tartışmalarını yeniden alevlendiren Zimmerman davası kararını protesto etmek için ve insan hakları eylemcisi Vaiz Al Sharpton’un lideri olduğu Ulusal Eylem Ağı adlı hareket tarafından düzenlenen gösterilere yüz binlerce kişi katıldı. » 11’DE

BARACK OBAMA: “ÖLDÜRÜLEN BEN OLABİLİRDİM” » 11’DE

KADIN ADAYLARIN YARIŞI

DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİ TÜRKİYE’DE

■ ABD’de önümüzdeki başkanlık seçimlerinde aday belirlemek için Cumhuriyetçi ve Demokrat Partinin kulislerinde çalışmalar yoğun bir şekilde sürüyor. Başkanlık yarışında Hillary Clinton, Kirsten Gillibrand, Elizabeth Warren ve Amy Klobuchar gibi kadınlar öne çıkıyor.

» 7’DE

TÜRKLER OBAMA’YI ÇOK SEVİYOR

DETROIT İFLAS ETTİ...

■ Uluslararası alanda yaptığı kamuoyu araştırmalarıyla tanınan PEW’e göre, Türklerin ABD’ye olumlu bakışında göreceli bir artış var ve Başkan Obama’nın beğenilme oranı ise Amerika’nın genel imajından daha yüksek. » 9’DA

» 10’DA

» 7’DE

Obama ve Erdoğan’a Oynanan Büyük Oyun

Arap Halkları ne istiyor: Demokrasi mi şeriat mı?

Suriyeli çocuklar için harekete geçme zamanı

“Beni affedin dedim, affettiler”

İyi ki Amerika’da öldün Helen!

‹LHAN TANIR ■ 8’DE

AHMET BU⁄DAYCI ■ 10’DA

ARZU KAYA URANLI ■ 9’DA

DO⁄AN ULUÇ ■ 3’TE

MEHVEŞ KOÇAK ■ 2’DE


2

Güncel Toplum

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Mehveş Koçak mehveskocak@posta212.com

İyi ki Amerika’da öldün Helen !

92 yaşındaydı... Aklı hâlâ başındaydı... Parmakları tuşlara basıyor... Eli kalem tutuyordu... Son nefesinde, altı çizilmiş gazeteler ve içinde notlar olan kitaplar ona eşlik etti. Washington’daki 60 yıldır yaşadığı mütevazı evinde, sessizce, huzur içinde hayata veda etti efsane gazeteci Helen Thomas. Onu efsane yapan gerçek bir gazeteci olmasıydı... O, Beyaz Saray’ın ilk kadın muhabiriydi. Lübnanlı göçmen bir ailenin kızıydı... Jhon F. Kennedy seçim kampanyası döneminde hırsı ve zekâsı sayesinde, kısa sürece Beyaz Saray’ın önde gelen muhabirlerinden biri oldu. 10 Amerikan başkanı eskitti... Yazdığı yazılarla, korkusuzca sorduğu sorularla klasik habercilik anlayışını yok etti. Sorgulayan, köşeye sıkıştıran, kısa ama vurucu sorularıyla Amerikan başkanlarının kâbusu oldu. Başkanların ve basın sözcülerinin gözünün içine bakarak meşhur çatlak sesiyle.... Bazen soru sordu bazen de aldığı cevaplardan tatmin olmayınca, dalgasını geçti. Jhon F. Kennedy’ye CIA’yı sordu... Nixon’un Watergate Skandalı’ndaki detaylarını açıkladı... Reagon’a, Grenada’yı işgal ettiğinde “Amerikan’ın buna hakkı var mı ?” dedi ... Sovyetler Birliği dağıldı, Berlin Duvarı yıkıldı bütün bunlara rağmen Baba Bush savunma bütçesi aynı kalacak diye ısrar edince, Helen Thomas, “Şimdi Amerika’nın düşmanı kim?” diye sordu... Oğul Bush’a “Irak’ı işgalin gerçek nedeni neydi? Kaç kişi öldürdünüz?” diyerek açıklama bekledi. En çok da Bushların canını sıktı. Bush’un basın sözcüsü Tony Snow, Ortadoğu’da Amerikan politikalarını eleştiren Helen’e “ Hizbullah görüşü için teşekkür ederiz” diyerek sert bir tartışmaya neden oldu. Amerikan başkanlarının basın toplantısı sonlarında teşekkür edip ayrılması bir gelenekken, Helen Thomas, Bush yönetimi Beyaz Saray’a veda ederken “Teşekkürler bay başkan” diyerek, Bush’u Beyaz Saray’dan iğneli bir cümle ile gönderdi. Obama’ya Ortadoğu’da nükleer silah olup olmadığını sordu. Obama bu soruya cevap veremedi. Obama, doğum günü aynı güne Helen Thomas’a bir küçük kek getirip mumu beraberce üfledi. Ancak Helen Thomas, eleştirilerini esirgemedi. “Onlar bizi ne sanıyor? Kukla mı? Bizim işimizin dışında kalmalılar. Onlar kamu görevlisi. Biz onlara ödeme yapıyoruz” diyerek Obama’yı eleştirdi. Ve Beyaz Saray’ın önde gelen Yahudileri, Helen Thomas’ı hiç sevmedi. Çünkü o, Filistin’deki İsrail işgalini sivri dille eleştirdi. 88 yaşında verdiği bir röportajda, “İsrailliler, Filistin’den çıkıp cehenneme gitsinler, unutmayın bu insanlar işgal altında. Burası Almanya, Polonya değil”diyerek şimşekleri üzerine çekti. Helen Thomas, hiç korkmadı... Yılmadı... Tehdit edilse bile geri adım atmadı... Hep önde koltuğunda oturdu... Yalakalık yapmadı... Muhabir geldi, muhabir gitti bu dünyadan... 60 yıldır oturduğu evine hep aynı maaş girdi... Yemedi, çalmadı, yalan söylemedi, danışmanlık tekliflerine kanmadı.... Gerçeklerle gerçek oldu... Helen Thomas, eğer Türkiye’de çalışsaydı, 92 yıl yaşayamazdı... Kalpten, beyin kanamasından, mahpus yatmaktan, sorgulanmaktan, kaza kurşunundan, parasızlıktan, işsizlikten bir kenarda öylece efsane olmadan ölüp giderdi gariban.

G TRENİ HIZLANACAK

(NEW YORK- POSTA 212) Metropolitan Ulaşım İdaresi (MTA), 700 bin dolar fon karşılığında G Treni’nin servisini hızlandıracağına dair söz verdi. New York’un en çok şikayet alan treni olan G Treni’nin hafta içi ve sonu aynı güzergahı izlemesi ve 10 dakika yerine 8 dakikada bir sefer yapması için çalışmalara başlayan MTA, bu projenin tamamlanması için 700 bin dolar fona ihtiyacı olduğunu duyurdu. Yolculardan gelen eleştiriler üzerine böyle bir yol izlemeye karara veren MTA, projenin gerçekleşmesi durumunda trende ayakta kalan yolcuların durma noktalarını daha iyi belirlemek amacıyla trenlere yeni işaretler yerleştireceğini söyledi. G Treni’nin geçtiği Brooklyn ve Queens bölgelerinin nüfusunun son yıllarda çok hızlı bir şekilde arttığını belirten Senatör Daniel Squadron, MTA’in calışmaları sonucunda, G Treni’nin bu hızlı nüfus artışına uyum sağlayacağını söyledi. Bahsi geçen uygulamanın gerçekleşmesi için 700 bin dolar fona ihtiyacı olduğunu belirten MTA, bu planını Twitter üzerinden de duyurdu. G Treni ile aynı hattı paylaşan F Treni için de benzer düzenlemelerin yapılması gerektiğini ekledi. MTA’nın son bir haftada attığı adımlar doğrultusunda, özellikle Brooklynliler’in olmazsa olmazı olarak bilenen G Treni’nin yolcularınının yakın zamanda yüzünün güleceği bekleniyor.

MANHATTAN SAKİNLERİ DAHA UZUN YAŞIYOR...

Yapılan bir araştırma New York Eyaleti genelinde en uzun yaşayan kişilerin Manhattan sakinleri olduğunu ortaya çıkardı (NEW YORK - POSTA 212) 1985 yılından itibaren ABD genelinde tutulan ortalama yaşam süresi verilerini bir araya getiren araştırmacılar, ülke genelinde en uzun yaşayan kişilerin Manhattan sakinleri olduğunu açıkladı. New York Times’in haberine göre, bu sonucu elde eden araştırmacılardan Washington Üniversitesi Sağlık Ölcübilim ve Değerlendirme Enstitüsü İletişim

direktörü William Heisel, çalışmaları esnasında ekonomik nedenlerden daha farklı nedenlere odaklandıklarını söyledi. Heisel, “Kişilerin gelirleri ile yaşam süreleri arasında bir bağlantı kurmaya çalıştığımızda bir sonuca varamadık. Manhattan’da yaşam süresinin bu kadar uzun olmasının nedenlerini, sigara içme yasağının geniş kapsamda uygulanması, yağlı yiyecekle-

rin az tüketilmesi, şehrin fiziksel aktivitelere ve sağlıklı yiyeceklere ulaşımda halka büyük bir olanak sağlaması olarak görüyoruz” dedi. New York’taki en uzun yaşam süresi ortalamasına sahip olan bölgeler arasında Manhattan birinci gelirken, Brooklyn üçüncü, Bronx beşinci ve Queens onbirinci sırayı aldı. New York Times’in haberinde,

Manhattan ve Brooklyn bölgelerinde yaşayanlar arasında maddi durumu iyi olan beyazların sayısın giderek arttığı söylenirken, Sağlık İstatistikleri Ulusal Merkezi’nin bu hafta açıkladığı bir rapora göre, siyahlar ve beyazlar arasındaki yaşam süresi farkının giderek azaldığı, beyazların hala siyahlara oranla ortalama 4 yıl daha fazla yaşadığı açıklandı. New York Sağlık Müdürü Dr.

Thomas Farley, “New Yorklular eskiye ve ülkenin geri kalan kısmına oranla çok daha uzun yaşıyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri AIDS’le, kanserle, sigarayla, sağlıksız beslenmeyle ve kalp kriziyle savaşma kapsamında şehirde çok yararlı adımların atılmasıdır” diye belirterek, obeziye ve diyabet rahatsızlıklarına da gerekli önemin verileceğini ekledi.

REKOR SICAKLIK

38˚

New York yanıyor New York’ta 18 Temmuz günü sıcaklık rekoru kırıldı. John F. Kennedy Havalimanı’ndaki ölçümde, termometre gölgede 38 dereceyi gösterdi ve yüzyılın en sıcak günü olarak kayıtlara geçti (NEW YORK - POSTA 212) Geçtiğimiz hafta John F. Kennedy Havaalanı’nda sıcaklık 38 dereceyi göstererek, şu ana kadar kayıtlardaki “En Sıcak 18 Temmuz” rekorunu kırdı. Aynı zamanda geçen Perşembe günü, şehrin yıl içerisinde en yüksek sıcaklığa yükseldiği üçüncü günüydü. Aşırı sıcakların New York’u yakın zamanda terk etmeyeceği tahmin edilirken, elektrik yetkilileri, voltaj düşüklüğü yaşanmasını engellemek için çalışmalar yaptıklarını açıkladı. Y:etkililer, klima kullananları, aynı esnada yüksek akım çeken diğer elektrikli cihazları kullanmaması konu-

sunda uyardı. Sağlık Bakanlığı, sağlık durumu iyi olmayan veya 65 yaşın üzerindeki 500 bin New Yorklu’nun klima veya başka tarz bir soğutucu kullanmadığı gerekçesiyle risk altında olduğunu açıkladı. New York Belediyesi Sağlık Müdürü Dr. Thomas Farley, risk altındakilerle iletişim içerisinde olanlara seslenerek, kişilerden su şekilde ricada bulundu: “Sizden yapmanızı istediğimiz şey şudur. İlk başta, risk altındakilerin kliması var mı ve açık mı diye kontrol edin. Birinin klimasını çalıştırmak veya bozulan bir klima-

yı onarmak bir insanın hayatını kurtarabilir. Eğer bu kişilerin klima alacak durumu yoksa, onları soğuk bir yere götürün. Çok fazla şu içirdiğinize ve onların kalın kıyafetler giymediğinden emin olun. Daha sonra, onların durumunu kontrol edin ve tıbbi yardıma ihtiyaçları olup olmadığına bakın.”. Şehirdeki bütün serinleme merkezlerinin açıldığını da duyuran Farley, bu konu hakkında bilgi almak ve en yakınındaki serinleme merkezinin nerede olduğunu öğrenmek isteyen kişilerin 311’in araması gerektiğini söyledi.


Toplum Yaşam

24 Temmuz 2013 Çarşamba

EMİR EFE İLİK İÇİN BEKLEYEMEDİ

CENNETE UÇTU...

Doğan Uluç doganuluc@aol.com

’’Beni affedin dedim,affettiler’’

9 yaşındaki Emir Efe Cömert için taraftar grupları, sosyal medya ayaklanmış, gerekli ilik için kampanya başlatılmıştı. Ancak 6 yıldır tedavi gören küçük Efe daha fazla hastalığa dayanamadı (POSTA 212) Emir Efe Cömert 6 yıl önce ması için seferber oldu. Ancak Emir Efe » DOĞUM GÜNÜNE İKİ GÜN VARDI lösemiye yakalanmıştı. Uygun ilik bulunması için sosyal medyada başlatılan kampanyaya binlerce kişi katıldı. Amerika’da yaşayan Türkler de Emir’in yaşa-

geçtiğimiz pazar günü saat 18.37’de hayatını kaybetti. Emir Efe Cömert için pazartesi günü öğle vakti Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Camii’nde tören düzenlendi. Tabutunun üzerine çok sevdiği Fenerbahçe’nin bayrağı ve bir taraftarın hediye ettiği, sırtında Efe yazan forma vardı. Efe’nin annesi Nigar Mutlu “Vücudunu bana verin ben ona sarılıp uyumak istiyorum diye ağladı. Babası Aydın Cömert de arkadaşlarının desteğiyle ayakta durdu.

» TT LİSTESİNE GİRDİ

Emir Efe’nin ölümünün ardından twitter’da #MekanınCennetOlsunEmirEfe hashtag’i oluşturuldu. Başlığa yazan binlerce kişi üzüntüsünü dile getirdi. Başlık en çok konuşulanlar listesinde ikinci sıraya kadar yükseldi.

T

24 Temmuz 2004 doğumlu Emir Efe Cömert’in cenazesi doğum gününe iki gün kala toprağa verildi.

» ’DONÖR BULDUK AMA...’

Yurt dışından kendi imkanlarıyla ilik nakli için birkaç donör bulduklarını söyleyen Efe’nin babası Aydın Cömert, cenazede bazı iddialarda bulundu. Baba Cömert, “İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi sorumluluğu üstlenmediği için ilik nakli gerçekleştirilemedi. 2007 Temmuz ayından beri tedavi görüyoruz. 2013 Temmuz’da hastalık nüksetti. Ülkemizde ilik bankaları çok yetersiz. Halk çok bilinçsiz. Yılda 550 başvuru, 40 nakil oluyor. Efe gibi birçok çocuk var.”

Türk mimar kardeşlerin TERSİNE GÖKDELENLERİ Geçen ay düzenlenen ‘2040 Vizyonu’ adlı yarışmada ödüle layık görülen Sunay ve Günay Erdem kardeşler, gökdelenlerin gelecekte suların altına doğru ‘yükselmesini ‘ öngörüyor (ORLANDO-POSTA212) Geçen ay, Orlando’nun 2040 yılı vizyonu için açılan yarışmada iki Türk mimarın ‘Tersine Gökdelen Projesi’, ödüle layık görüldü. Sunay ve Günay Erdem tarafından tasarlanan ‘Göllere Kaçış’ adlı çalışma, gökdelenlerin gelecekte suyun altına doğru ‘yükselmesini’ öngörüyor. Ancak, Orlando’daki ‘Tersine gökdelenler’, Sunay ve Günay Erdem’in Amerika için geliştirdikleri ilk değil ama en yeni proje. Sunay Erdem, yarışmayı “Orlando’nun 2040 vizyonu için açılan bir yarışmaydı. Orlando’da yaşayanlar, şehirlerin geleceğini merak ediyor. Şehirleri gelecekte nasıl daha yaşanır ve daha güzel olur. Beklenti bu kadar basit ve net,” diye anlatıyor. “Orlando, henüz gökdelenler tarafından istila edilmemiş bir kent. Şehrin geneline baktığınızda büyüklü küçüklü göllerden oluşuyor. Eşsiz bir doğası ve manzarası var. Projemizin konsepti bu doğayı muhtemel gökdelen istilalarından korumak üzerine kuruluydu. Dünyamızda Mısır Piramitlerinden gelen göklere doğru yükselişi bu kentte terse çevirmek istedik. Bunu için yüzen ekolojik ‘Göktenkaçanlar’ projesini önerdik” diyor.

OP yuvarlanarak park bankına çarptı. Lüle saçlı kız çocuğu koşar adım yalnızca hırpani kıyafetli bir adamın oturduğu banka geldi. Diz çökerek topunu alırken saçları üstünde bir el hissetti. Başını kaldırdığında hırpaniyle bakışları buluştu. Adam kız çocuğun saçlarını okşamaya başladı. ‘’Bebeğim adın ne?’’dediğinde lüle saçlı kız az ilerisinde halı açtığı yeşilliğe uzanmış dergi okuyan dadısına çığlık çığlığa seslendi. Yılışık çehreli hırpani arkasına bakmadan seri adımlarla taşları kararmış park kapısına yöneldi. Bir taciz teşebbüsü yarıda kaldı. Polis ihbar edilmeyen çocuk tacizlerinin en yüksek oranda olduğunu belirtiyor. Amerika’da seks cürümleri, sapık seks eğilimleri tırmanışta. Özü cinsiyet olan cürümlere bulaşanların ırk,cins, meslek, yaş gibi, biri hariç, ortak yönleri yok. Sapıklığa sapanların önemli özelliği benzeri suçlardan hüküm giyenlerin tekrar adalet karşısına çıkarılması. Siyaset arenası hareketlenmeye başladı. Lüks etiketli fahişelerle yatıp-kalktığı için 2008’de istifaya zorlanan eski vali Eliot Spitzer’in attan inip eşeğe binmeyi andıran girişimle baş murakıplığa adaylığını ilan etmesi politika alemine bomba gibi düştü. Evli, yetişkin çocuk sahibi valinin seks eylemlerini araştıran FBİ kayıtlarında geceliği 4,000 dolar olan fahişelerle yatan Spitzer’in kimlik kodu ‘Müşteri 9.’ Seks dizisi bitecek gibi değil. Valiye fahişe pazarlayan Kristin Davis’in ön seçimlerde rakibi Vali Spitzer. ‘‘Madam’’ Davis ‘’Kampanya tartışmalarında Spitzer’le kapışmak eğlenceli olacak.’’ diyor. Kent polikasının alt yapısına baktığımızda sonu gelmeyen seks skandalı görünüyor. Şehir Meclisi üyesi Vito Lopez’in torunu yaşındaki kızları tacizinin başlangıcı 20 yıl önceye uzanıyor. Bu yıl iki sekreterin taciz şikayetleri 103 bin dolarlık ‘sus’parasıyla kapatıldı. Lopez ile Meclis Sözcüsü Sheldon Silver mahkemeye düşmeden birbirlerinin açıklarını örttüler. Spitzer’in görevini üslenen eski vali David Patterson seçimden sonra eşiyle yaptığı basın toplantısında vilayette görevli iki kadınla ilişkisi olduğunu bildirdi, eşi Michelle’de evlilik dışı kaçamaklarını kocasının yanında itiraf etti. Porno tipi resimlerini kadın seçmenlerine gönderdiği için parti meclisinin istifaya zorladığı milletvekili Anthony Weiner bir süpriz kararla Kasım’da belediye başkanlığı seçimine gireceğini bildirdi. Weiner’in rakibi geçen yıl eşcinselliğini açıklayan, Michael Bloomberg’in yardımcısı Christine Quinn. 10 Eylül ön seçimlerinden önce kayıtlı seçmenlerden 3 bin 750 onay imzası gereken Spitzer’e taraftarları 27 bin imza verdiler. Mültimilyoner bir aileden gelen Spitzer tüm seçim masraflarını kendi cebinden ödeyeceğini söyleyerek ekliyor. ‘’New York’lulardan af diledim, kabul ettiler. Oy miktarı bana ikinci bir şans verdiklerini gösteriyor.’’ Amerikan ekonomik siyasetini derinliğine incelemek istiyorsanız ‘’Kapitalizmi Korumak’’ isimli kitabı alın. Wall Street bankerlerine ‘’Ahlakın 10 Kuralı’’nı da öğreten kitabın yazarı Eliot Spitzer. (Hurriyet.com’daki yazısından alınmıştır)

Zaha Hadid’in New York binası

Mimar Zaha Hadid’in New York’ta yapacağı bina heyecanla bekleniyor

Günay ve Sunay Erdem, Bulgaristan doğumlu iki kardeş. “Kökenlerimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun Akıncılarına dayanıyor,” diyen kardeşler, Türkiye’ye lise yıllarında gelmişler. Bugün ikisi de üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışmanın yanı sıra kendi tasarım stüdyolarını yönetiyorlar. Sık sık bu tür mimari yarışmalarda isimleri duyuluyor. Günay Erdem, bu tür yarışmaların, dünyaya katkı sağlamak isteyen mimarların kendilerini ifade edebilecekleri en uygun ortamlar olduğunu söylüyor. “Bu yarışmalar yalnızca mimarlar değil, dünya kültür mirası bakımından da önemli. Sanayi Devrimi sonrası nerdeyse tüm önemli yapılar böyle yarışmalarla hayata geçti” diyor.

bir ikilem barındırmaktayız. Bir yanımız değişime mevcut durum kötü dahi olsa uyum sağladığı için direnç gösterir. Bir yanımız ise daha fazla neler yapılabilir diye durmadan sorgular ve içimizi kemirir. Dünyada genel anlamda bakıldığında her yenilik bu her birimizde az ya da çok var olan içimizdeki çılgın çocuğun katkılarıyla sağlanmıştır. Mısır-

Peki, gerçekten suyun derinliklerine doğru inen tersine bir gökdelen yapmak mümkün mü? Yani Orlando’da 30 yıl sonra, böyle bir gökdelende yaşayabilir miyiz? Bu soruya Sunay Erdem “İmkansız diye bir şey yoktur” diye yanıt veriyor. Günay Erdem ise açıklıyor: “Dünyayı ileriye götüren her yeni adım mevcut algıyı değiştirdiği için tepki ile karşılanır. Daha ayrıntılı ifade edecek olursam, insanoğlunun içsel yapısı gereği içimizde

daki piramitler, Eiffel Kulesi gibi pek çok yapı sizce kendi bulundukları dönemde uygulanabilir gibi duruyorlar mıydı? Biz de içimizdeki bu mevcut mimarlık sistemini sorgulayan çocuğu ön planda tutmaya çalışıyoruz” diyor. Amerika’daki projeleri geleceğe yönelik en az 2020 vizyonu olduğu için henüz uygulanmamış. Günay Erdem, mimarlık alanında ürünün hayata geçmesinin projelendirme ve inşaat süreçlerinden dolayı zaman aldığını ifade ediyor. Türkiye ve ABD mimari bakımdan kıyaslandığında, Türkiye’de genç nüfusun fazla ve dolayısıyla büyüme sürecinin canlı olmasının ülke için bir avantaj olduğunu söylüyor Günay Erdem. “En önemli fark vizyon olgunluğu. Türkiye’de maalesef mimarlığın imkanları yeterince değerlendirilmiyor. Oysa Türkiye’deki yeni yapı yapma imkanı daha etkili kullanılabilir. Dünya ölçeğinde sembol yapılar yapabilecekken vasat bir geleceğe yönlendiriliyoruz” diyor.

■ ÜNLÜ mimar Zaha Hadid’in kıvrımlı ve fütüristik yapıları bir bakışta tasarımcısının kimliğini ele veriyor. Çin’den Belgrad’a birçok şehirde yapıları bulunan Pritzker ödüllü mimar, ilk kez New York için bir yapı tasarladı. Lower West Side’da, High Line Parkı’nın bitişiğinde inşa edilecek, cam ve çelik gövdeli, 11 katlı binanın planları açıklandı. Chelsea’de 28. Cadde’de yapılacak binada, çoğunun kendine ait girişi olan 37 dairenin yanı sıra bir çatı terası, kapalı havuz, spa, eğlence alanı ve oyun odaları bulunacak. Hadid, iç tasarımlarını da yaptığı bu dairelere, en sevdiği dizi olan Mad Men’e gönderme yaparak “Don Draper Daireleri” diyor.

» ÇILGIN PROJELER

» YENİ ADIMLAR

YEŞİL İKİZ KONUT KULELERİ, ABD, New York, 2012

3

“İNSANLIK İÇİN EV” ULUSLARARASI FİKİR YARIŞMASI, DÖRDÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ, ABD, San Francisco, 2012

Akla hemen İstanbul’un çılgın projeleri geliyor. Sunay Erdem, “Size komik gelebilir ama biz Amerika Birleşik Devletleri’nde çılgın proje konulu yarışmalara kafa yormaktan galiba İstanbul’daki çılgın projeleri takip etmekten uzak kaldık,” dese de, Kanal İstanbul projesine olumlu bakıyorlar. Erdem Kardeşler, “Tarihten günümüze dünyada güçlü ülkeler hep mega projeler üretmiştir. Süveyş Kanalı bunun en bariz örneği. Akdeniz ve Kızıldeniz’i bağlayan ilk yapay suyoludur. İlginçtir temelleri Osmanlı İmparatorluğu tarafından Baharat Yolu’nun canlandırılması için atılmıştır. Kanal İstanbul’un da günümüze ait önemli ve stratejik önemi olacaktır” diyor.

REKLAM VERMEK İÇİN...

reklam@posta212.com


4

BULGARLAR GEZİ’YE ÖZENDİ

BULGARLAR HAYKIRIYOR: OSTAVKA! (İSTİFA!) Türkiye’de gösteriler devam ederken komşu ülke Bulgaristan’da da halk bir aydır hükümeti istifaya çağırıyor. Ülkede yüzde 4’lük seçim barajı de tartışma yaratıyor (NEW YORK – POSTA 212) Bulgaristan’da bir ayı aşkın süredir sokaklar hareketli. Sokaktan yükselen ses, Başbakan Plamen Oresharski hükümetini istifaya çağırıyor. Ancak Oresharski, sokaktan gelen sesi duyduğunu söylese de istifa etmeyeceğini vurguluyor. Nedeni ise istifasının ülkede daha büyük bir krize neden olacağını düşünmesi. Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’da geçtiğimiz şubat ayında ekonomik kriz, tekelleşme, yolsuzluklar ve yoksulluktan dolayı başlayan protestolar sonucunda mayıs ayında Başbakan Boyko Borisov istifa etmişti. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev tarafından geçici hükümet kurmak için Başkanlığa atanan Oresharski’nin iktidardaki ilk icraatı ise ülkede yeni bir krize neden oldu. Başbakan Oresharski’nin, Bulgaristan’da yazılı ve görsel basının kralı olarak nitelendirilen Delyan Peevski’yi Ulusal Güvenlik Kurumu başkanlığına atamasının ardından sokak gösterileri başlamış, ana muhalefet partisi, Parlamento’yu boykot etmişti. Yapılan son anketlerde Bulgar halkının yüzde 58’ inin hükümetin istifasını istediği belirtilse de, protestoyu düzenleyenler bu oranın aslında çok daha yüksek olduğunu iddia ediyorlar.

» İKTİDAR PROTESTOCULARI DİNLİYOR Sosyal medya üzerinden organize olarak sokağa çıkan protestocuların şiddete başvurmamaları ve değişik, yaratıcı eylemler yapmaları sempati yaratsa da gösterilerin uzun sürmesi halinde radikallerin ortaya çıkacağından endişe duyuluyor. Oresharski ise pazarlık yapacak taraf bulamadığı için hem öfkeli hem de çaresiz durumda. Bulgaristan İçişleri Bakanı Tsvetlin Yovchev, “En önemli grubu, bu politik sistemde temsil edilmemelerini ve adaletsizliği protesto etmek için kendiliğinden protestoya başlayanlar oluşturuyor. Bu kişileri çok iyi dinlemeli ve protesto haklarını desteklemeliyiz” diyor. Hükümeti, sosyalistlerin, liberallerin ve köktenci milliyetçilerin koalisyonu olarak nitelendiren protestoculara göre, ülkeyi yöneten zengin işadamlarının siyasetten uzaklaştırılmasını öngören bir ahlak yasası gerekiyor. Bu yasa sayesinde iktidardakilerle halk arasındaki uçurumun daralabileceğini düşünüyorlar.

» BARAJ TÜRKLERE KAYBETTİRDİ

Katılımın oldukça düşük olduğu 12 Mayıs seçimlerinin meşruiyeti ülkede tartışılmıştı. Ardından ise Bulgaristan’daki yüzde 4’lük seçim barajı tartışma konusu oldu. Bulgarlara göre seçim barajının düşürülmesi gerekiyor. Zira ülkede Türk kökenliler başta olmak üzere bütün etnik, dini ve kimliksel azınlıkların haklarını savunan liberal parti de baraj yüzünden seçimin kaybedenleri listesine girmişti.

ABONE OLMAK İÇİN...

ABD Gündem

24 Temmuz 2013 Çarşamba

abone@posta212.com

“Rusya’da muhaliflere yaşam hakkı verilmiyor” Rusya’nın en etkili yolsuzluk karşıtı ve muhalif lideri olan Alexei Navalny zimmetine mal geçirmekten suçlu bulunarak 18 Temmuz’da beş yıl hapse mahkum oldu (POSTA212) Rusya Devlet Başkanı Putin, kendisine veya yandaşlarına muhalefet edenlere göz açtırmadığı ileri sürüldü. Daha öncede muhalif gazetecileri zehirleyip öldürttüğü iddia edilen Putin, şimdi de etkili muhaliflerinden Alexei Navalny’i zimmetine mal geçirmekle suçlayıp 5 yıl hapis cezası verdirtmekle suçlanıyor. Dört farklı davanın daha Navalny’ye karşı devam ettiğini yazan Rusya uzmanı Michael Weiss’e göre ise, bu sadece Navalny’ye karşı açılacak davaların bir başlangıcı olabilir. Bundan sonra daha başka davaların açılması da sürpriz olmaz. Rusya’da, yolsuzlukların ortaya çıkarılması adına yaptıkları ile ünlü hale gelmiş bir muhalif liderin, bir yol-

suzluk davası ile cezaevine konulması hiç de şaşırtıcı değil. Rusya’yı yakından tanıyan uzmanların yansıttıklarına göre, Rusya’da muhalif lider ve figürlerin farklı davalarla hapsedilmesi artık alışageldik bir durum.

SİYASİ MAHKUM YOK! Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra özelleştirmeler ile Rusya’nın ve sonra da dünyanın en zenginleri arasına giren ama 2005 yılında, aynen Navalny gibi zimmetine mal geçirmek ve sahtecilikten hapse atılan Mikhail Khodorkovsky, sonrasında da defalarca ve farklı davalardan cezalar almaya ve hapis cezası uzatılmaya devam ediyor. Mikhail Khodorkovsky’nin, Navalny konusuyla ilgili yaptığı açıklamada, muhalifleri mahkeme yoluyla hapse attırma geleneğinin Khrushchev ve Brezhnev yıllarından geldiğini hatırlatırken, bu şekilde Rus liderlerin siyasi mahkumumuz yok bahanesine sığındığını ileri sürdü. Rusya’da artan otoriterliğin son göstergesi olarak kabul edilen Navalny’nin hapis cezasına ABD, ‘’hayal kırıklığına uğradık’’ açıklamasıyla cevap verebildi. ABD’deki bazı insan hakları savunucuları, gazeteci ve yorumcular ise bunun yeterli olmadığını, ABD’nin Navalny’nın serbest bırakılması için çağrıda bulunması gerektiğini ileri sürüyor. Diğer taraftan, Obama Beyaz Sarayı’nın, konu insan haklarına geldiğinde pek de ıs-

rarcı olmadığı, beş yıllık görev süresince görüldü. ABD ile Rusya arasındaki ilişkiler birçok yönüyle Soğuk Savaş yıllarına dönüş sürecinde gibi. Suriye konusunda zıt kutuplar haline gelen iki güç, füze savunma kalkanı projelerinde de bir türlü anlaşamadılar. Aralık ayında Amerikan Kongresi Magnitsky Anlaşmasını geçirerek, birçok Rus yetkilisine ve ailelerine ambargo koydu. Buna karşılık da Rusya, hızlıca Rus çocukların Amerikan aileleri tarafından üvey evlat edinme imkanlarını yasaklayan bir karşı yasa geçirdi. 2009 yılında Obama’nın başkan olmasıyla iki ülke arasında ‘’reset’’ veya yeniden ilişkiler başlatmak hayalleri pek de ileriye gitmeden yıkıldı. İkili ilişkilerin bozulmasına en son katkıda bulunan ise Edward Snowden isimli Amerikalı’nın, Amerikan istihbarat kurumlarına ait oldukça hassas bilgileri basınla paylaştıktan sonra, Rusya’da kendine güvenli bir yer bulması oldu. Hong Kong’dan Rusya’ya geçen Snowden, yakın zamanda ülkeden iltica talebinden bulundu. Halen Moskova havaalanında veya Rus istihbaratının sağladığı bir ‘’güvenli evde’’ tutulduğu

söylenen Snowden nedeniyle Başkan Obama’nın eylül ayında Rusya’ya yapacağı ziyaretin de tehlikeye girdiği söyleniyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in artan otoriterliğinin yanında iki ülke arasında kalabalıklaşan problemler serisinin ne yöne kıvrılacağı önümüzdeki aylarda daha iyi anlaşabilecek.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Kaddafi’nin büyük oğlunu istiyor Uluslararası Ceza Mahkemesi, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin büyük oğlu, Seyf-ül İslam Kaddafi’yi adil yargılanmadığını ileri sürerek Libya’dan geri istedi (NEW YORK – POSTA 212) Uluslararası toplum, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin büyük oğlu Seyf-ül İslam Kaddafi’nin Libya’da adil yargılanmayacağı görüşünde. Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Libya’dan Kaddafi’yi bir önce iade etmesini istedi. UCM geçen hafta yaptığı oturumda, Libya hükümetinin Seyfül İslam’ın ülkesindeki yargılama sonra erene kadar Lahey’e iadesinin ertelememesi talebini reddetti. UCM “insanlığa karşı suç işlemekle” itham edilen Seyf-ül İslam Kaddafi’nin Lahey’de yargılanmasını istiyor ve Libya hükümetinin Kaddafi’yi iade etmeye mecbur olduğunu vurguluyor.

Libya hükümeti her ne kadar Seyf-ül İslam Kaddafi’nin kafes içindeki yargılanma görüntülerini dünya kamuoyuyla paylaşarak adil yargılandığını söylese de UCM, tarafsız bir yargılamanın olmayacağı görüşünde. Peki diğer Kaddafiler nerede? Kaddafi’nin oğullarından üçü ayaklanma sırasında öldürüldü. Kaddafi’nin karısı Safiye, kızı Ayşe ve oğullarından Muhammed Kaddafi, Cezayir’de sürgünde. Kaddafi’nin bir diğer oğlu Saadi Kaddafi ise Sahra çölünü aşarak sığındığı ve mülteci olarak kabul edildiği komşu Nijer’de yaşıyor. Rejim değişikliği sırasında babasıyla aynı gün yakalanan en büyük oğul Seyf-ül İslam Kaddafi ise Libya’nın Zintan bölgesindeki milislerin gözetiminde tutuluyor ve yargılanıyor.


Ekonomi Ticaret

24 Temmuz 2013 Çarşamba

5

YİYECEK KUPONLARI YURTDIŞINA GİDİYOR New York’ta yiyecek yardımı alanların satın aldıkları maddeleri Jamaika, Dominik ve Haiti’deki akrabalarına gönderdikleri ortaya çıktı

Türkiye ‘bor’dan para kazanıyor 5 yılda kârını 4 kat artıran Eti Maden, bor satışından 2,6 milyar lira kazandı. Kârının 1,8 milyarını Hazine’ye aktaran Eti Maden’in hedefi 2023’te 2,5 milyar dolarlık ihracat (POSTA 212) Vatan Gazetesi’nden Ufuk Şanlı'nın haberine göre son 5 yılda karını 4 kat artıran Eti Maden, bu süreçte vergiler hariç Hazine'ye tam 1,8 milyar lira aktardı. Aynı dönemde Eti Maden şirketin gelirleri 322 milyon dolardan

822 milyon dolara yükseldi. Türkiye cam sanayinden, deterjana, seramikten havacılık ve uzay sanayine kadar çok geniş bir alanda kullanılan bor madenlerinin yüzde 73.5'una sahip. Kaynaklarını uzun yıllar boyunca

verimli bir şekilde kullanamayan Türkiye, son yıllarda yaptığı hamlelerle bu tabloyu tamamen değiştirdi. Bor madenlerinin tek işletmecisi Eti Maden, izlediği akılcı strateji ile önce üretimde dünya lideri oldu.

IKEA, Filistin’e giriyor İsveç merkezli mobilya mağazalar zinciri IKEA, İsrail işgali altındaki Ramallah’ta mağaza açmaya hazırlanıyor. IKEA böylelikle bir ilke imza atmış olacak (POSTA212) Biri Ramallah’a yaklaşık 7 kilometre uzaklıkta olan Kudüs’te olmak üzere, İsrail’de iki mağazası bulunan IKEA’nın temsilcileri bir süreden beri Batı Şeria’da açılacak mağaza için hazırlık yapıyor. IKEA’nın geçtiğimiz yıllarda Filistin’e mobil-

ya göndermeyi reddetmesi haber olmuştu. İsveç Devlet Televizyonu İsrail muhabiri Cecilia Udden, Ramallah’a taşındığında İsrail’deki IKEA’dan alışveriş yapmış ancak şirket, satın alınan eşyaları taşımayı reddetmişti.

Ardında da fiyatlar üzerinde belirleyici konuma geldi. Şimdi bu stratejinin meyvelerini topluyor. Eti Maden'in hedefi, 2023 yılında bor ihracatından 2,5 milyar dolar gelir elde etmek.

n (NEW YORK POSTA212) New York Post’un haberine göre New York’ta yiyecek yardımıyla alınan malzemeler, büyük varillere konarak kargoyla yurtdışına gönderiliyor. Bu uygulama öylesine yaygın hale gelmiş ki, şehrin Karayipliler’in yoğun yaşadığı bölgelerinde marketlerde 45-55 galonluk mukavva ve plastik kutularda satılıyor. Yetkililer, bu gönderimlerin 86 milyar dolarlık yardım programının amacına aykırı olduğunu söylüyorlar. Tarım Bakanlığı Gıda ve Beslenme Dairesi’nden bir sözcü, yardımların birlikte gıda satın alıp pişiren aileleri hedef aldığını, bu gıda malzemelerini yurtdışına gönderenlere müdahale edilmesi gerektiğini açıkladı. ABD, geçtiğimiz yıl Karayip bölgesine 522,7 milyon dolar dış yardımda bulundu. Yine de New Yorklular, ülkelerindekinden çok daha kaliteli ve ucuz olan bu ürünler ailelerine göndermeyi tercih ediyorlar. Market çalışanları ise insanların varillere 40 dolar ödediklerini ve içlerini zaman içinde kuponla satın aldıkları 500 ile 2000 dolar değerinde pirinç, makarna, süt ve sosisle doldurup gönderdiklerini söylüyorlar. Variller dolduğunda Karayiplere 70 dolara, 3 haftada gönderiliyor.


6

Ekonomi Para

24 Temmuz 2013 Çarşamba

CHOBANI YOĞURT OKULLARA GİRMEYE HAZIRLANIYOR

ABD Tarım Bakanlığı, New York’un da aralarında bulunduğu dört pilot eyalette okullarda yoğurt dağıtımını onayladı. Chobani de diğer şirketlerle birlikte federallere çocuklara ne sunabileceğini gösterecek ■ (NEW YORK – POSTA 212) Türkiye asıllı işa-

damı Hamdi Ulukaya’nın sahibi olduğu Chobani yoğurtları, Senatörler Chuck Schumer ve Kirsten Gillibrand’in çalışmaları sayesinde çok yakında 11 milyar dolarlık federal öğle yemeği programına girerek 100 bin okulda dağıtılabilir. ABD Tarım Bakanlığı, New York’un da aralarında bulunduğu dört eyaletteki okullarda uygulanacak pilot programda Yunan yoğurdu bulunacağını onayladı. Okullara girmeye çalışan şirketler arasında Chobani de bulunuyor.

» LOBİ YAPTI

Tarım Bakanlığı’nın yeni bir ürünü onaylaması genellikle yıllar sürerken, yoğurda sekiz ayda onay çıkması birçoklarını şaşırttı. New York Daily News’un haberine göre, bu hızlı kararın arkasında, New York merkezli Chobani’nin Washington’da bir lobi firmasıyla işbirliğine gitmesi ve Hamdi Ulukaya’nın New York’tan senatörler Schumer ve Gillibrand ile iletişime geçmesi bulunuyor. Senatörler için karar bir taşla iki kuş vurmak anlamına geliyor çünkü karar, hem çocukların okulda besleyici bir yiyeceğe ulaşmasını hem de daha fazla miktarda sütten elde edilen Yunan yoğurduyla eyaletteki büyüyen endüstrinin ve çiftçilerin kazanmasını sağlayacak. Kararın alınması için yapılan lobi faaliyetlerinde, Chobani’nin geçtiğimiz yıl dünyanın en büyük yoğurt fabrikasını açtığı Idaho’dan Cumhuriyetçi senatör Mike Crapo’nun da etkili olduğu söyleniyor. Ayrıca, Michelle Obama’nın sağlıklı beslenme girişimleri sayesinde Tarım Bakanlığı’nın okullardan şekerli ve sağlıksız yiyecekleri çıkartmaya başlaması da önemli bir etken olarak görülüyor.

» NEW YORK KAZANÇLI

Şimdi kazanan yoğurt şirketi, özellikle yoğurt fabrikalarına yakın seçilen eyaletlerde yoğurdun bozulmadan dağıtılmasını sağlayacak. Kararın New York eyaletindeki mandıracılar için avantajı ortada. Yoğurt üretimin olmadığı beş yıl önce hiçbir kazancı olmayan mandıracılar bugün ABD’deki yıllık 6,5 milyar dolarlık yoğurt satışlarından yaklaşık yüzde 40 kazanıyor. Businessweek Dergisi’nin “Yoğurdun Silikon Vadisi” olarak adlandırdığı New York eyaletinin kuzeyinde 28 fabrika bulunuyor.

HABER OLMAK İÇİN...

haber@posta212.com

VE DETROİT İFLAS ETTİ

Michigan eyaletinin Detroit şehri, 18,5 milyar dolarlık borçla ülke tarihinin en büyük iflasını yaşadı (DETROIT – POSTA 212) Detroit Acil Durum Müdürü Kevyn Orr’un hazırladığı iflas kararı dosyası Vali Rick Snyder tarafından kabul edildi. Michigan Valisi Rick Snyder yaptığı açıklamada, “18,5 milyar dolarlık borcu bulunan Detroit’in iflastan başka şansı kalmamıştı” dedi. Detroit’in karşı karşıya kaldığı mali krizin çok uzun süre ihmal edildiğini bildiren Snyder, “Bu zor kararı temel hizmetleri hak eden Detroit halkı için alıyorum’ diyerek, bu şekilde şehrin gelecekte mali

yönden tekrar eski günlere döndürülebileceğini kaydetti.

» OTOMOTİV DEVİ BİTTİ

ne ulaşmıştı, ama zaten ekonomik kriz nedeniyle Detroit halkı vergilerini ödeyemiyordu.

Otomotiv sanayindeki ağırlığıyla, Amerikan rüyasının lokomotif şehri Detroit, son aylarda 10 bin çalışanının maaşlarını ödeyebilmek için devlet destekli tahvil çıkarmıştı. Şehrin nüfusu 2000 yılından bu yana yüzde 28 azalmış, otomobil devleri General Motors ve Chrysler’in 2009’da iflaslarını istemesiyle şehir büyük darbe almıştı. Şehirde halktan alınan vergi yasal limitleri-

Yetkililerin, şehri tekrar ayağa kaldırmak için ihtiyaç duyulan paranın Washington tarafından ödenmesi için mahkeme uzmanlarının iflas dosyasını inceleyip karara bağlaması gerekiyor. Mahkemenin dosya incelemek için ihtiyaç duyduğu süre ise 30 ila 90 gün arasında değişiyor. Detroit’te işçi ve emeklilerin maaşlarını alabilmesi

» KARAR BEKLENİYOR

için gerek duyulan paranın, Federal hükümet tarafından karşılanmasının ön koşulu, Federal mahkeme tarafından bu doğrultuda bir kararın alınması. Kevyn Orr, mahkemenin yardım kararını onaması halinde bile 3 aya kadar sürebilecek bu bekleme döneminde Detroit’teki çalışanların maaşlarının güvence altında olduğunu açıklayarak halkı biraz rahatlattı.

» ASLINDA DÜZELİYOR

Aslında Detroit’in iflası, tam toparlanmaya başladığı dönemde

geldi. 1950 yılında nüfusu 1,5 milyon olan Detroit’te bugün 700 bin kişi yaşasa da, Detroit hala ABD’nin en kalabalık 18. şehri. Şehirde 78 bin terk edilmiş bina bulunsa da, iş imkanları geri dönüyor. Bu şehri yaratan otomobil fabrikaları durumu toparlıyorlar ve şehir de yavaş yavaş hareketleniyor. Uzmanlar da iflasın sorunun kendisi olmadığını aksine, uzun zamandır devam eden bir sorunun çözülmeye başladığını gösterdiğini söylüyorlar.

ÇALIŞANLARA AZ PARAYLA İYİ YAŞAMA BÜTÇESİ McDonalds’ın çalışanlarının maaşlarıyla nasıl geçinmeleri gerektiğini gösteren bir bütçe, asgari ücretle geçinmenin imkansız olduğunu kanıtladı (NEW YORK – POSTA 212) McDonald’s, hesaplı yaşanırsa az maaşla bile geçinilebileceğini göstermek için çalışanlarına bütçe yapmayı gösteren bir örnek yayınladı. McDonalds’ın hazırladığı sitede yayınlanan bütçe örneği, işçinin iki işte çalıştığını varsayıyor, sağlık harcamasını ayda 20 dolar olarak gösteriyor, çocuk bakımı, yiyecek, giyecek ve benzini içermiyor. Ayrıca, bütçenin ilk versiyonunda ısınma harcaması da yok. Bütçede sağlık için ayrılan 20 dolar da çok eleştiriliyor. Çünkü ABD’de ortalama sağlık sigortası ayda 215 dolar. 2010 yılın-

da Mcdonalds’ın kendi özel sağlık sigortası bile haftada 14 dolara maloluyordu. 2012 yılında ABD’de ortalama bir ailenin benzin masrafı ayda 250 doları buluyordu. ABD’de ortalama ev kiraları bin ile bin 200 dolar arasında değişiyor. Ancak yapılan bir araştırma, ülkede aylık 600 dolara birçok eyalette kiralık ev bulunduğunu ortaya çıkardı. Telefon faturası da ortalama 100 doları buluyor. McDonald’s yaptığı bu bütçeye rağmen, elemanlarının verdikleri maaşlarla geçinemeyeceklerini de kabul ediyor.

METRO FİYATLARI KATLADI

İstanbul Avrupa Yakası’nın Bağcılar - Başakşehir Olimpiyatköy metro hattının, bölgedeki emlak fiyatlarını hareketlendirdiği açıklandı ■ (POSTA 212) Sahibinden.com açıklamasında yer alan verilere göre, satılık daire fiyatlarında en yüksek artış Küçükçekmece’de gerçekleşti. İlçede 2012’de 185 bin lira olan ortalama satılık daire fiyatı, 2013’te yüzde 38 artarak 255 bin liraya ulaşırken, Küçükçekmece’yi yüzde 19’luk artışla Bağcılar takip etti. Kiralık daire sayısının 2012 yılına oranla yüzde 60 gibi büyük bir artış gösterdiği Bağcılar’da kiralık emlak fiyatı yüzde 23 yükselerek ortalama 800 lira oldu. Kiralık daire fiyatlarında yüzde 22’lik bir artış gözlenen Küçükçekmece ise ortalama 1000 lirayı bulan kira bedeliyle metro güzergahının en pahalı ilçesi oldu. Kiralık daire sayısında yüzde 47’lik artış gözlenen bir diğer semt Esenler’de kiralık daire fiyatları yüzde 14 yükselirken, metro güzergahının bir diğer semti Başakşehir’de ise kiralar yüzde 6 oranında arttı.


Ekonomi Finans

24 Temmuz 2013 Çarşamba

7

Dünya’nın en pahalı benzini Türkiye’de Benzine bu ay üst üste yapılan iki zam sonrasında 98 oktan benzinin litresi 5 lirayı geçti. 95 oktan benzin ise 4,91 TL oldu. Böylece Türkiye dünyanın en pahalı benzinini satan ülke unvanını bir kez daha teyit etti. Bu artışın diğer mal ve hizmetlerin maliyetlerine yansıması kaçınılmazdır. Peki Türkiye neden dünyanın en pahalı benzinini satan ülke konumunda? En basit anlatımı ile: vergiler. Türkiye’de dolaylı vergilerin tüm vergiler içinde oranı oldukça yüksektir. OECD ülkelerinin ortalamasından çok daha yüksektir. Bunun da sebebi kişi ve kurumlardan vergi alamayan sistem, dolaylı vergilere yüklenerek vergi açığını bu şekilde kapatmaya çalışmaktadır. İnsanlar benzinin, ithal otoların neden bu kadar yüksek olduğundan şikayet ederler ki sebebi de budur. Benzinin maliyetine tek tek bakıldığı zaman ithal edilen petrolün fiyat içindeki payı yaklaşık yüzde 25’dir. Rafineri, dağıtım ve istasyon karları da yüzde 10’lük bir paya sahip. Geri kalan yüzde 65 ise özel tüketim vergileri ile katma değer vergilerinden oluşmaktadır. Her ne kadar yapılan zam için şu andaki yüksek petrol fiyatları sebep olarak gösterilse de gerçeği tam yansıtmamakta. NewYork Emtia Borsa’sında (NewYork Mercantile Exchange) işlem gören WTI eylül 2013 vadeli kontrat cuma günü varili 107.87 dolardan kapandı. Ancak daha ileri bir tarihe,mesela Nisan 2014 vadeli kontrata baktığımız zaman ise 97 dolardan işlem görüyordu.Yani varil başına 8 aylık bir süre icin 10 dolarlık fark söz konusu.Yaz ayları petrol kullanımının en yükseğe çıktığı aylar olduğu için talep yüksektir. Rafineriler yüzde 92 kapasite ile çalışmaktadırlar. Vadeli piyasalar talebin dorukta olduğu yaz aylarından sonra fiyatların düşüş sürecine gireceğini göstermekte. Peki böyle bir durumda benzin fiyatlarında indirim yapılır mı? Yani petrol fiyatları düşüş trendine girerse yapılan zamların en azından bir kısmı geri alınır mı?

ESEN ÜNAL

esenun@gmail.com

WALL STREET RAPORU

caktı. Büyüme hızının yavaşladığı düşüncesiyle ekonomiye daha çok kredi açma yolunu seçmesi ise emlak ve kredi piyasalarında zaten gereğinden fazla olan yatırımların daha da çoğalmasına ve kırılgınlıkların çoğalmasına neden olacaktır. Sene başından beri analistler Çin’in büyüme oranlarında birkaç kez revizyon yapmışlardı.Genel beklenti ise büyümenin yüzde 7 ile 7.5 arasında kalacağı yönünde.Zaten Çin Finans Bakanı da büyüme rakamları açıklanmadan birkaç gün önce piyasaları olası bir sürprize karşı hazırlamış ve yüzde 7 ya da 7.5’in ve hatta 6.5’in bile olasılıklar dahili içinde olacağını ima etmişti. Ancak bazı ekonomistler büyümenin yüzde 7 ‘nin altına düşmesi halinde Pekin’in mutlaka kredi musluklarını tekrar açacağına inanmakta.Avrupa hala resesyonda ve ABD ise oldukça mütevazı bir büyüme trendinde iken ihracata dayalı bir model üzerinde ısrar etmek mantıklı görünmüyor.Mutlaka iç talebi artırıcı reformları hayata geçirilmesi gerekmektedir.Çin’in yeni lider kadrosunu endi-

PİYASA ÖZETİ BIST 100 DOW JONES S&P 500 NASDAQ ALTIN (TL/GR) ALTIN (ONS/$) DOLAR/TL EURO/TL BRENT PETROL LIGHT CRUDE WTI

şelendiren en büyük konu kuşkusuz eğer ekonomi daha da yavaşlarsa bunun yüksek işsizliğe yol açması ve sosyal rahatsızlıkların baş göstermesidir.Ancak şu anda hükümet yetkililerine göre işgücü piyasası sağlıklı bir durumda.

TÜKETİCİ ENFLASYONU BEKLENENDEN YÜKSEK ÇIKTI. ABD’de Çalışma Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre tüketici fiyat endeksi (CPİ) haziran ayında yüzde 0.5’lik bir artış gösterdi.En büyük artış benzin fiyatlarında gerçekleşti.Ekonomistlerin yüzde 0.3 kadar artmasını bekledikleri fiyat endeksi ile çekirdek enflasyon (enerji ve gıda dışında kalan enflasyon) Fed’in hedeflediği oranların altında olmasına rağmen birçok kalemde yukarı doğru fiyat hareketlerini görmek mümkün.Yavaş büyüme ve yüksek işsizlik enflasyon üzerinde baskı uygulamakta.Yani üreticiler maliyet

ABD’de Ticaret Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre perakende satışlar haziran ayında yüzde 0.4 oranında artarak beklentilerin altında gerçekleşti.Ekonomistler yüzde 0.8’lik bir artışı tahmin ediyorlardı.Otomobil ve benzin satışları çıkarıldığı zaman perakende satışlar sadece 0.1 oranında arttı.Bu verilerin ışığı altında ekonomistler ikinci çeyrek büyüme tahminlerini değiştirmeye başladılar bile. Çünkü ekonominin yüzde 70’ini oluşturan tüketici harcamalarının ikinci çeyrekte hızlı bir şekilde yavaşladığı anlaşılmakta.

Günlük Haftalık Haftalık Yılbaşından Değişim Değişim Değişim % Bugüne % -1149 -354 -0.46 -3 -4.8 79.44 0.5 18.6 2.72 11.9 0.7 18.6 -23.66 -12.47 -0.3 18.8 0.54 -0.24 -0.29 -14.5 8.7 15.3 1.2 -23 0.0005 -0.0325 -1.66 5.3 0.0085 -0.027 -1.06 14 -0.63 0.14 0.13 1.69 0.06 2.32 2.18 15

artışlarını tüketicilere yansıtmakta zorluk çekmekte.Bazı yönlerden hala kırılgan olan ekonomide tüketicilerin cüzdanlarını kapattırmak mantıklı bir davranış değil. ◗ ABD’de sanayi üretimi haziran ayında yüzde 0.3’lük bir artış gösterdi.Bu oran ayrıca bu yılın şubat ayından beri gerçekleşen en yüksek artış oldu. ◗ Avrupa’da otomobil satışları son 20 yılın en düşük seviyesine geriledi.Avrupa Otomobil Üreticileri Birligi’nin verdiği bilgiye göre yeni araba kayıtları haziran ayında yıllık bazda yüzde 6.3 oranında düştü. ◗ Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya’da yatırımcıların ve analistlerin beklentilerini ölçen ZEW endeksi temmuz ayında beklenmedik bir şekilde düştü.Bir önceki ay 38.5 olan endeks temmuzda 36.3’e düştü.Bu, 40 civarında olacağı tahmin edilen endeksin son üç ayda kaydettiği ilk düşüş.Al-

ABD Senatosu bankacılık komitesinde ekonomiye ve parasal politikaya ilişkin bilgi verip soruları cevaplayan Fed başkanı Ben Bernanke, son haftalarda kafaları karıştıran çelişkili açıklamalardan sonra piyasaları ürkütmemek için sözlerini dikkatli seçmeye çalıştı. ABD Senatosu bankacılık komitesinde ekonomiye ve parasal politikaya ilişkin bilgi verip soruları cevaplayan Fed başkanı Ben Bernanke, son haftalarda kafaları karıştıran çelişkili açıklamalardan sonra piyasaları ürkütmemek için sözlerini dikkatli seçmeye çalıştı.Kesinleşmiş bir planlarının olmadığını söyleyen Bernanke,asıl ekonomik verilerin belirleyici rol oynayacağını belirtti.Eğer şartlar el verirse yani işsizlik ve enflasyon oranlarında hedeflerine yaklaşırlarsa parasal genişleme programının bu senenin sonuna doğru yavaşlatılacağını ve gelecek yılın ortasında da tamamen bitirileceğini sözlerine ekledi.Ayrıca ekonomik şartlar kötüleştiği taktirde ise programın dahada genişletilmesinin mümkün olacağını da belirtti. Washington’daki siyasi tıkanıklığın ekonomik büyümenin önünde ciddi bir tıkanıklığa yol açtığını vurgulayan Fed başkanı,IMF başkanının daha önce yaptığı uyarıyı tekrar etmiş oldu.Hükümetin yaptığı harcama kesintileri ile vergi artışları ekonomide kendini hissettirmeye başladı.Hafta başında açıklanan perakende satışlar beklentilerin çok altında arttı. Belirtmekte fayda varki,Fed’in her ay yaptığı 85 milyar dolarlık bono alım programını küçültmek ve sonra tamamen bitirmek ile faiz oranlarını artırmak arasında fark var ve Fed başkanı da bu ikisinin tamamen farklı olduğunun altını çizdi.Program sona erse dahi faiz artırma yönünden görünürde öyle bir planlarının olmadığını birçok kez dile getirdi.

GELECEK HAFTANIN ÖNEMLİ EKONOMİK TAKVİMİ Tarih

Cuma Kapanış 75,874 15,543 1692 3587 80.3 1293 1.922 2.522 108.07 107.87

PERAKENDE SATIŞLAR ÜZDÜ

BERNANKE: PARASAL GENİŞLEME PROGRAMINDA KÜÇÜLMENİN NE ZAMAN BAŞLIYACAĞINI SÖYLEMEK İÇİN HENÜZ ERKEN

ÇİN’İN EKONOMİK BÜYÜMESİNDEKİ YAVAŞLAMA 2. ÇEYREKTE DEVAM ETTİ. Çin ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde(Nisan-Mayıs-Haziran) yüzde 7.5 büyüyerek yavaşlama trendini devam ettirdi.İlk çeyrekte yüzde 7.7 oranında büyüyen Çin ekonomisi iki haneli büyüme oranlarına uzun bir süre veda edecek gibi görünüyor. Ulusal İstatistik Bürosu’nun tahminlerine göre Çin ekonomisi 2013 yılında ortalama yüzde 7.5 oranında büyüyecek. Çin’in 2013 için hedeflediği yüzde 7.5’lik büyüme oranı dünya standartlarında olağanüstü olmakla beraber,son 23 yıldaki en düşük yıllık büyüme oranı olacak. ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip olan Çin böylece yatırım ve ihracat ağırlıklı bir ekonomiden iç tüketime dayalı bir ekonomiye geçmek için yapısal reformlara ağırlık vermek zorunda kalacak. Çin ekonomisi 20 sene çift haneli rakamla büyüdü ve bundaki en büyük etken geniş çaptaki yatırım harcamaları idi. Ancak Çin’li yöneticiler bunun ekonomide dengesizlikler yarattığını ve kaynak israfına yol açtığını farkettiler.Bunun önüne geçilmemesi ileride onarılması güç sonuçlar doğura-

man ihracat rakamları da mutsuz bir ay geçirdi.Avrupa Birliği istatistik ofisinin verdiği bilgiye göre Almanya’dan yapılan ihracat mayıs ayında yüzde 9 oranında düştü. ◗ ABD’de öncü göstergeler endeksi haziran ayında bir önceki aya göre değişmeyerek aynı seviyede kaldı.Önümüzdeki 3 ila 6 aylık görünümü ölçmeye çalışan endeks beklentilerden daha zayıf bir şekilde gerçekleşti.Analistler 0.2 puanlık bir artış bekliyorlardı.

15/7/2013 16/7/2013

17/7/2013 18/7/2013

19/7/2013

Ülke ABD ABD Euro ABD ABD UK ABD UK ABD ABD ABD Euro Euro

Konu

Perakande Satışlar Empire State İmlalat Endeksi Anketi Almanya ZEW Beklentiler Anketi Tüketici Fiyat Endeksi (CPI) Sanayi Üretimi Tüketici Fiyat Endeksi (Yıllık) Konut Başlangıçları Perakende Satışlar İşsizlikBaşvuruları Philadelpia Fed Anketi Öncü Göstergeler Almanya Üretici Fiyat Endeksi (Yıllık) Almanya Üretici Fiyat Endeksi (Aylık)

Beklenti

Önceki

0.8% 5.00 6.0 0.4% -0.2% 3.0 951000

0.6% 7.84 2.2 0.1% 0.0% 2.7 914000

344K 9.0 0.3% 0.6 -0.1

360K 12.5 0.1% 0.2 -0.3


8

Güncel

24 Temmuz 2013 Çarşamba

İlhan Tanır @Washingtonpoint

Obama ve Erdoğan’a Oynanan Büyük Oyun

S

EVGİLİ Dostlar, Bugünlerde ABD’de olan ve buruna hiç de iyi olmayan kokular salan bazı olayları masaya yatırmanın çok isabetli olacağını düşündüm bu hafta. Geçen hafta sonu, Temmuz’un 13’ünde, George Zimmerman isimli Latin kökenli bir kişinin, bir gece vakti, kapşonlu siyahi bir genç olan Trayvon Martin’i öldürmesine rağmen serbest bırakıldığına şahit olduk. 6 kişiden oluşan Amerikan jürisi, elinde meyve suyu bulunan ve haberlere göre geçmişi oldukça temiz olan Martin’in öldürülmesini, dışarıdan bakıldığında katilin kolayca mahkumiyetini gerektiren bir hadisede, serbestiyet kararı verdiler. Kararın nereden geldiği belli olmayan bir emirle, adeta anlaşılmış gibi! bu altı kişinin bir olup, Zimmerman’ın serbest bırakılmasını sağlamalarının normal bir durum olmadığı, özellikle Amerikan derin devletini yakından tanıyanlar için hemen belirivermişti. Sevgili Okurlar, Amerika’da Obama’nın 2008 yılında seçilmesini, hatta 2012’de bir kez daha seçilmesini ve demokrasinin seçim sandıkları ile gelişini hazdemeyen Amerikan silah lobisi, sağcı muhafazakarlar ve Yahudi lobisi baştan beri Obama’yı yemek için farklı senaryolar ürettiler. Silah lobisi, özellikle ABD’nin Irak ve yetmiyormuş gibi şimdi de Afganistan’dan çekilmesini hiçbir zaman hazmedemedi. Bu iki savaş, hem de Suriye gibi ortalıkta savaşa girilmesi oldukça müsait bir başka Müslüman ülkeye savaş açılmadan bitiriliyordu. Üstüne, Amerika içinde bulunduğumuz Temmuz ayında, tam da yıllarca süren ekonomik krizi atlatmak üzere düz yola çıkıyordu. İşssizlik, Obama’nın göreve geldiğinden beri en düşük orana iniyordu. Geleneksel düşman Rusya ile barış için reset düğmesine basılmış, nükleer ve atom bombası lobilerinin bütün baskılarına rağmen, Obama atom bombaları sayılarını düşürecek kararları almaya devam etmişti. Önce Çay Partisi tezgahı ile onbinlerce insan, hepimizin zaten bildiği iç ve dış mihraklar sayesinde meydanlara sürüldü, hem de tam 2012 seçimleri öncesinde. O olmadı, OccupyWallStreet yürüyüşleri tezgahına sıra geldi. Bu örnekler uzatılabilir. Yenişafak’tan Cem Küçük’ün keskin gözlerinin kaçırmadığı gibi, ‘’Obama’yı zor durumda bırakmak için geçen ay da NSA (Ulusal Güvenlik Teşkilatı) çalışanı Edward Snowden ABD’nin Prism programıyla herkesi hukuksuz dinlediğini ifşa etti ve bu Guardian’da yayınlandı.’’ Sevgili Dostlar, İşte tam burada, dikkatlerinizi Türkiye’ye çevirmenizi istiyorum. Türkiye’de Gezi protestoları adı altında! başlayan, önce çok masum olan, ama sonra Alman derin devleti aracılığıyla bir anda Türkiye’deki polislere sızıldığı sanılan, ve protestoculara polis tarafından kaba şiddet kullandırılarak (Yiğit Bulut’un telekinizi yaklaşımı hatırlanmalı) bu olaylar büyütülerek Erdoğan’a karşı bir kalkışma yaratılmaya çalışıldı. 1960 darbesini hatırlatan bir şekilde geliştirilen olaylara oldukça paralel bir şekilde palazlanan Gezi olayları da eğer dikkatle bazı Türkiye muhafazakarları ve liberalleri enseden yakalanmasa, Suriye, belki Ermenistan veya Yunanistan’dan getirelecek ordularla darbe yapmak işten bile olmayacaktı. Araştırılması ve ispatı belki de Kalu Bela’ya kadar pek mümkün olmayacak olan ama yine Türkiye’de bir yazarın apaçık ortaya koyduğu gibi, ‘’içeride Erdoğan’ı, dışarıda Obama’yı hedefe koyanlar bildiğimiz bir ekip. Avrupa Gladyosu (Almanlar-İngiliz muhafazakârları, Fransa), neo-con’lar (CIA, Pentagon ve NSA’in çekirdek kadroları, silah ve petrol lobisi, Cumhuriyetçi senatörlerin bir kısmı), İsrail sağı.’’ Bu çok sofistike değerlendirmeye tabi ki, Trayvon Martin protestoları için Otpor’un parmağı da eklenmeli. Sevgili Demokrasi Severler, Başkan Obama ve başbakan Erdoğan’ın araları, Gezi ve Trayvon Martin protestolarına ve iki ülke derin devlet bürokrasilerinin tüm kirli oyunlarına karşın, liderlerin basiretleriyle bozulmadı ve bu oyunlar akim kaldı. Bir tarafta, Hüseyin Obama sayesinde, göbek adı müslüman olan liderle, hem ekonomide, hem dünya siyasi arenasında Bush öncesi dönemdeki Amerikan süper gücü haline dönmek üzere olan bir ülkeden bahsediyoruz. Diğer tarafta ise, Osmanlı dönemindeki ihtişamlı zamanına geri dönmenin eşiğinde bulunan bir Türkiye var. Bu iki lider, sizlerin ve bizlerin demokrasiye sahip çıkmamızla düşmeyeceklerdir. Eğer bu karanlık güçler kendilerine güveniyorlarsa, seçimlerle gelmeye çalışmalılardır. Bu konuda onları eğitmeli, demokrasiye sahip çıkmalı, ama azınlığın tahakkümüne izin vermemeliyiz. Yeşile sahip çıkmak çapulculuksa, dört dörtlük çapulcu olmak, bir siyahinin hakkını korumak da siyahilik ise, dört dörtlük siyahi olmak, demokrasi için boynumuzun borcudur. Büyük resmi unutmayalım.

“ABD’NİN TAVRI UTANÇ VERİCİ” AK Parti Antalya milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, Mısır’daki gelişmeleri ABD’nin hâlâ bir ‘darbe’ olarak nitelememiş olmasını eleştiriyor

ABD yönetiminin, askeri müdahale sonrasında Mısır ordusuna söz verilen 4 adet F-16 savaş uçağının gönderilmesine karar verilmesinin, ABD’nin müdahaleye yeşil ışık yakmış olabileceğini akla getirdiğini söyleyen Çavuşoğlu, “AB ve ABD’nin Mısır’daki darbeye karşı kesin ve net bir tavır alamamış olması darbeye sıcak baktıklarını gösterir ki, bu tarihte bir utanç

BARBAROS SAYILGAN ANKARA-POSTA212

■ Londra’da eğitim görürken Türk öğrenciler grubunun başkanlığını yaptınız. Daha sonra AKPM başkanlığını üstlendiniz. Bir Müslüman olarak Batı dünyasında lider pozisyonlarda bulundunuz. Müslüman ve Türk olarak zorlukla karşılaştınız mı? Türkiye’nin, kurulduğu 1949 yılından bu yana üyesi olduğu, Avrupa Konseyi’nin siyasi platformu olan Parlamenter Meclisi’ne seçilen ilk Türk ve Müslüman parlamenter olmam ülkem ve şahsım adına bir başarı olarak gözükse de 47 üyesi bulunan ve 800 milyon Avrupa vatandaşını temsil etmekle görevli olan AKPM için bu çok ciddi bir eksiklikti. Öyle ki, AKPM siyasi ideolojiler açısından geniş bir yelpazeye sahip ve bünyesinde Avrupa kıtasını temsil eden farklı dili, dini, gelenek ve kültürü barındırmaktadır. Benim seçildiğim 2010 dönemine kadar Viyana’nın doğusuna hiçbir şekilde geçilemeyen o başkanlığı kazanmış olmam AKPM bünyesinde birçok şeyin değişeceğinin de aslında işareti oldu. Başkanlığım süresince Müslüman ve Türk olmamdan ötürü herhangi bir zorlukla birebir karşılaşmasam da, son elli yıllık bütünleşme macerasında bu sefer ırkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadele etmek zorunda kalan bir Avrupa ile karşı karşıyaydık. Tüm çabalarımıza rağmen Avrupa’da halen erişilmesi gereken en önemli hedeflerin başında hoşgörü geldiğini görüyoruz. ■ AK Parti’nin kurucu isimlerindensiniz. Partiniz, Türkiye’de bir döneme damgasını vurdu. Sizin bu süreç içinde eleştirdiğiniz ya da sonradan yanlış olduğunu anladığınız adımlar atıldı mı? Hiç partinizde hata buluyor musunuz? AK Parti olarak 2002’den beri ülkemizin menfaati ve insanlarımızın refahı için var gücümüzle çalışıyoruz. Farklı konularda görüş farklılıkları içerisinde olduğumuz noktalar elbette olmuştur. Parti içerisinde söz konusu görüş farklılıklarımızı konuşarak, tartışarak ortak çözüme ve söz birliğine ulaştırmayı demokratik yöntemlerle hep başardık. AK Parti içerisinde çok güçlü bir istişare mekanizması var. Biraz önce de dediğim gibi savunduğumuz tüm değerler diyalogun koşuludur.

» ‘AB, TAVIR ALAMADI’

SERİ İLAN seriilan@posta212.com VERMEK İÇİN...

■ Mısır’da yaşananlar karşısında Batı dünyasının “darbe” nitelendirmesinden kaçınması konusunda ne düşünüyorsunuz? AK Parti olarak, hükümet olarak, darbelere karşı olduğumuzu her zaman dile getirdik. Cumhurbaşkanı Mursi’nin demokratik yollarla seçildiğini ve görevinden

ancak demokratik yollarla ayrılması gerektiğini her zaman vurguladık. Bu yönde açıklama sadece Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jangland’dan geldi. Almanya ve İsveç dışişleri bakanları dışında bugüne kadar darbe konusunda çok hassas olan hiçbir Avrupa ülkesinden ya da kurumundan net bir açıklama duyamadık. Demokrasi ve insan hakları gibi ilkelerin savunucusu olduğunu iddia eden Avrupa Birliği ne yazık ki darbe sonrasında Mısır’ın üyeliğini askıya alan bir Afrika Birliği kadar olamamıştır. AB ve ABD’nin Mısır’daki darbeye karşı kesin ve net bir tavır alamamış olması Mısır’daki darbeye sıcak baktıklarını gösterir ki, bu tarihte bir utanç olarak hatırlanacaktır.

» ‘ABD ROLÜNÜ KAYBEDEBİLİR’ ■ Müslüman Kardeşler, ABD’nin Mısır’da darbeye yeşil ışık yaktığını söylediler. Buna katılıyor musunuz? Mısır’da olup bitenleri ABD’nin hala bir “darbe” olarak nitelenmemiş olması ve darbe sonrasında Mısır ordusuna söz verilen 4 adet F-16 savaş uçağının gönderilmesine karar verilmesi akıllarda bu ihtimalin doğruluğunu sorgulatıyor. Umarım en kısa zamanda ABD Mısır’da olup biteni darbe olarak nitelendirmeye kadar verir. Aksi takdirde özgürlüklerin savunucusu olduğunu iddia eden ABD bu konudaki öncü ve örnek rolünü kaybedecektir.

» ‘BARADEY İLE GÖRÜŞMEYİZ’ ■ Erdoğan’ın Baradey’le görüşmeyi reddetmesinin ardından, Mısır yönetimi de bir açıklama yaparak Erdoğan yönetimine “darıldıklarını” açıkladı. Mısır’la ilişkiler nasıl devam edecek bun-

olarak hatırlanacaktır” diyor. Mevlüt Çavuşoğlu, AK Parti hükümeti olarak Muhammed el Baradey’i tanımadıklarını ve “haftalar önce darbeye karşı olduğunu söyleyip iktidar hevesine kapılarak darbe yanlısı olan biri” olarak nitelendirdiği yeni Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin söz konusu dahi olmadığının altını çiziyor.

dan sonra? Seçimle gelen her iktidarı tanırız. Sayın Başbakanımızın da dediği gibi haftalar önce darbeye karşı olduğunu söyleyip iktidar hevesine kapılarak darbe yanlısı olan biriyle bizim görüşmemiz söz konusu olamaz. Bugün tanıdığımız Mısır Cumhurbaşkanı yüzde 52 oy alan Muhammed Mursi’dir. Halkın oyu ile kim iktidara gelirse biz onu muhatap alırız. Türkiye olarak biz geçmişte darbelere maruz kaldık ve bunların acı tecrübelerini yaşadık. Bundan dolayı kimsenin bu tecrübeleri yaşamasını istemeyiz. AK Parti olarak her zaman, her yerde ve her koşulda askeri darbelere karşı durduk. AK Parti için bu bir prensip konusudur ve duruşumuz ilkeseldir. Her zaman ve her şartta da bu böyle olacaktır. ■ Bir iki hafta önce İhvan’ın Türkiye’de bir toplantı düzenlediği ve Mısır’daki durumla ilgili bir eylem planı yaptığı söylentisi var. Bu konuda bir bilginiz var mı? Türkiye böyle bir girişimi destekler mi? Konuyu ben de sizin gibi basında çıkan haberlerden takip ediyorum ama böyle bir toplantı gerçekleştiğine dair bana gelen resmi bir bilgi yok. Mısır’da ne olursa olsun Mısır’ın içerisinde kalmalı. ■ TBMM’deki Türkiye-ABD Dostluk grubu başkanı olarak, Gezi olaylarının ardından Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz? Amerika ile demokrasi ve özgürlük konusunda aynı görüşleri paylaşıyoruz. Bu konuda herhangi bir fikir ayrılığı söz konusu değil. Gezi Parkı olaylarında barışçıl gösteriler yapanlara saygı duyduğumuzu ve Sayın Başbakanı-

mızın eylemlerle ilgili 11 kişilik bir heyetle görüştüğünü unutmamak gerekiyor. Bizim kabul edemediğimiz ve mücadele ettiğimiz bu barışçıl eylemlere kan bulaştıran, yakıp yıkan, vandallarladır. Ülkemizi bölmeye çalışan, milli bütünlüğümüzü kırmaya çalışanlarla. Bunu herkesin anlaması gerekiyor.

» ‘DİKTATÖR LAFI SAYGISIZLIK’ ■ Örneğin McCain “Erdoğan halkın gözünde diktatör gibi” açıklaması yaptı. Amerikalı yetkililere kendinizi anlatmak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Öncelikle belirtmem gerekir ki, halkın yüzde 50’sinin oyunu meşru ve demokratik seçimde almış olan bir Başbakanı diktatörlükle suçlamak halkımıza karşı yapılmış büyük bir saygısızlıktır. Sorunuza gelince, yaptıklarımıza bakarsanız, kendimizi anlatmak için herhangi bir çalışmaya ihtiyaç duymadığımızı görürsünüz. AK Parti olarak bugüne kadar yaptıklarımız verebileceğimiz en açık cevaptır. ■ Her ne kadar yeni fasıl açılmış olsa da, AB’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz de göz önüne alınırsa Türkiye’nin son yıllarda AB’ye katılım için sarf etiği çabaların, halkın da bu konuya ilgisinin azaldığı görüşüne katılıyor musunuz? Türkiye 50 yıldan beri Avrupa Birliği kapısında haksız bir şekilde bekletiliyor. Halkımız yaşamakta olduğumuz bu çifte standardın, haksızlığın farkında. Türkiye’ye dayatılmaya çalışılanların Kopenhag kriterleriyle bir alakası kalmadığı aşikâr. Demokrasi, insan hakları, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi elzem konularda iyileştirme yönünde atmış oldu-

ğumuz adımlar AB’ye katılım için sarf edilen bir çabadan çok ülkemizin refahı ve kalkınması içindir. Bunun için yürünen yol, kat edilen mesafe önemlidir. AK Parti hükümetleri Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi alan ve başlatan siyasi iktidardır. Ülkemizin çıkarları doğrultusunda ve her zaman halkımızla beraber AB sürecini sürdüreceğiz.

» ’ELEŞTİRİLER İNSAFSIZ’

■ AKPM Başkanlığınız sırasında pek çok ülkedeki insan hakları sorunları konusunda çalışmalar yaptınız. Bugünlerde, Batı’dan Türk yönetimine yönelen eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetimize yöneltilen eleştirileri son derece adaletsiz ve insafsız buluyoruz. 10.5 yıldır AK Parti hükümetleri demokratikleşme, insan hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık hakları gibi pek çok reforma imza atmıştır. Bütün bu demokratik kazanımların görmezden gelinerek yaşanan münferit olayların genelleştirilerek hükümetimize mal edilmiş olması, kolluk kuvvetlerimizin şiddet içerikli sokak olayları karşısında toplumun huzuru ve refahını sağlama çabalarının kötü okunması adaletli bir yaklaşım olarak görmek mümkün değil. Gezi Parkı eylemleri süresince, özellikle Batı medyasındaki objektif olmayan haberleri ile konu Türkiye olduğunda tarafsızlığın yetirildiğini görmekteyiz.


Güncel

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Türkler Obama’yı Amerika’dan

DAHA ÇOK SEVİYOR

PEW araştırmasına göre, dünya ülkeleri Çin’i geleceğin süper gücü olarak görüyor HALDUN ARMAĞAN ARAŞTIRMA

(NEW YORK- POSTA212) Uluslararası alanda yaptığı kamuoyu araştırmalarıyla tanınan PEW, son çalışmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya kamuoyundaki imajını ve bir süper güç olarak Çin ile karşılaştırma bağlamında hangi konumda algılandığını soruşturdu. Araştırma sonuçlarına göre, Türklerin ABD’ye olumlu

bakışında göreceli bir artış olmakla birlikte, Başkan Obama’nın beğenilme oranı Amerika’nın genel imajından daha yüksek. Benzer şekilde Türkler, her ne kadar Çin’i potansiyel bir süper güç olarak görse de, Çin hakkındaki olumlu bakışları Amerikan algısına benzer şekilde düşük seviyelerde. Geçen sene yapılan benzer bir araştırmada Türkiye’nin Amerika’ya yönelik “olumlu” algısı sadece %15’ler seviyesindeydi. Bu yılki araştırmada, Amerika’ya

olumlu bakanların oranı %21’e yükseldi, ancak diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında önemli oranda düşük olduğu da göze çarptı. Başkan Obama hakkında olumlu görüş ifade eden Türklerin oranı ise %29 oldu ve böylece Barack Obama’nın Amerika Birleşik Devletleri’nin olumlu algısında başlıbaşına bir faktör olarak görüldüğü ortaya çıktı. Türkiye’de Amerika’ya karşı %71’lere varan olumsuz bakışın

bölgedeki komşularıyla benzerlik göstermesi de dikkat çekiyor. Örneğin Ürdün’de Amerika’ya olumlu bakanların oranı yalnızca %14, Filistin ve Mısır’da ise %16. Ancak Afrika kıtasında ve Asya’da durum değişebiliyor. Müslüman ülkelerden Senegal’de ABD’nin olumlu algılanma oranı %81, Endonezya’da ise %61 seviyesinde. Araştırma sırasında “Dünyanın önde gelen ekonomik gücü hangi ülkedir?” sorusunu da soran PEW raporu, Çin ve ABD ara-

sında gidip gelen, ancak Çin’in giderek daha güçlü konuma geleceği algısının kuvvetlendiğini gösteren sonuçlara ulaştı. Dünya ülkeleri %41 oranında Amerika’yı önde gelen ekonomik güç olarak görmekle birlikte, Çin %34 ile ikinci sırayı aldı. Oysa PEW tarafından 2008’de yapılan benzer bir araştırma sonuçlarında, Çin’i yükselen süper güç olarak görenlerin oranı %20, Amerika’yı gösterenlerin oranı ise %47 olarak çıkmıştı.

Arap Halkları ne istiyor: Demokrasi mi şeriat mı? AHMET BUĞDAYCI

IRAK ve Suriye’deki mezhepler savaşına dönüşmüş iç savaş, Lübnan’da yine kanlı kıpırdanmalar ve son olarak da Mısır’da tehlikeli gerilim, Huntington’un İslamı hedef alan “Medeniyetler Savaşı” tezini Batı’da yeniden yüzeye çıkarıyor. Bölgede olup bitenler, kültürel olarak toleransa ve uzlaşmaya yer vermeyen demokrasi karşıtı bir görüntüyle İslamın ve Arap ülkelerinin gündeme getirilmesine yol açıyor. İslam dinine inanan Müslümanlarla, İslami hükümlere dayalı bir devlet düzeni kurmak isteyen politik İslamcılar arasındaki fark gözden kaçırılarak dünyadaki 1.6 milyar Müslümana da haksızlık yapılıyor. Ayrıca Batı’da ırkçı formlara bürünebilen İslamofobinin güçlenmesine, yüzeysel Huntingtoncu analizlerin yeniden ısıtılmasına, sadece Müslüman inançları yüzünden milyonlarca Müslümanın bir tür “göz hapsinde” olmasına sebep oluyor. Oysa Arap toplumlarına yakında baktığımızda klişelerin gerçeği açıklamaktan uzak, çatışmacı bir atmosferi beslediğini görüyoruz.

» MODERNLEŞME BÜYÜK GÜÇ

Modernleşme Arap ülkelerinde de toplumsal yapının en önemli belirleyicisi. Hayat tüm geleneksel formlarına karşın hızla modernleşiyor. Modernleşmenin getirdiği cinsiyet eşitliği, tolerans gibi kültürel değerlerin yanı sıra daha iyi eğitim, gelir düzeyinin artması ve kentleşme gibi maddi koşullar da demokrasi fikrini güçlendiriyor, şeriattan uzaklaştırıyor. Özellikle yeni kuşakların dijital teknolojiyi kullanma becerileri, global dünyanın popüler medyalarla evlerin içine girmesi modernleşme eğilimlerini körüklüyor. Arap Baharı ile laik diktatörlüklerin devrilmesi ve yerini İslamcı rejimlere bırakması, demokrasi fikrinin sorgulanmasına yol açsa da, İslamcı düşüncelerle demokrasi sanıldığı gibi çelişmiyor. Kansas Üniversitesi’nden siyaset bilimci Sabri Çifçi’nin yaptığı bir araştırmaya göre tüm önyargılara karşın, Müslüman ülkelerde demokrasiye şaşırtıcı ölçüde popüler destek var.

» DEVLET MODERNLEŞMESİ

Diğer yandan Mısır, Tunus, Cezayir gibi uzun yıllar diktatörlükler altında yaşamış ülkelerdeki temel sorun modernleşmenin devlet eliyle yürümesiydi. Orta ve işçi sınıfı hala devlet mülkiyetindeki işletmelerde çalışıyor ve ekonomik ya da politik sivil organizasyonlar oluşturma deneyimi hiç yok. Aile şirketleri temelinde bir ekonomik organizsyon modeli pek gelişmediği için bu sınıfları bir tür sübvanse eden himayeci sistem, demokrasinin kökleşmesini önlüyor. Çiftçi’nin araştırması orta ve işçi sınıflarının, eğer devlete bağımlıysa,

otoriterliğe de karşı çıkmadıklarını gösteriyor. Ancak diktatörlükler devrilince, devlet ekonomisi, iktidara gelen İslamcı partilerinin taraftarları arasında paylaşılmaya başlanıyor. Bugüne kadar ekonomik rantlardan dışlanan kesimler, kendi paylarını almaya başlayınca, sınırlı pastada çatlaklar oluşmaya başlıyor. Modernleşmenin çözemediği diğer bir sorun da, hızlı nüfus artışı. Örneğin Mısır’daki nüfus artışı yüzde 2.9; daha 90’larda 56 milyon olan nüfus 84 milyona erişti. Tabii ekonomi bu hızla artan nüfusu besleyecek iş alanları yaratamadığından işsizlik roket gibi artıyor.

» OTORİTERLİK İKİLİK YARATTI

Arap otoriter rejimlerin devlet eliyle toplumu modernleştirmeye çalışması, aynen Türkiye’de olduğu gibi, bugünkü “İslamcı”,“laiklik” ikilemini yaratan toplumsal bir yarılmaya neden oldu. Modernliğin laiklik, kadın hakları, cinsel özgürlük anlayışı, Batı’yı aşırı İslami grupların hedefi haline getiriyordu. Özellikle Orta Doğu ülkelerinde, modernleşme sürecinin kendi bünyelerinde meydana getirdiği sorunların kaynağı olarak kolonyalist Batı görülüyor ve eski soyut dinsel söylemlere yönelim başlıyordu.

» HEM DEMOKRASİ HEM İSLAM

Ancak Gallup’un yaptığı kamuoyu araştırmalarında Arap halklarının hem demokratik hem İslamik formda bir hükümeti desteklemesi, İslamla demokrasiyi yanyana koyamayan Batı için hiç anlaşılamıyor. Arapların hem demokrasiyi hem İslamcılığı desteklemesinin altında ne yatıyor?

» İSLAMA EVET, ŞERİATA HAYIR

Çiftçi’nin araştırmasında bireysel bazda bulgular, günlük hayatlarında dindar olan Araplar arasında şeriatçı bir düzene geçilmesi talebinin çok düşük olduğunu gösteriyor. Özellikle orta sınıfları ve gençler arasında demokrasiye ilgi büyük, ama katı laiklik yerine İslamdan uzaklaşmadan demokrasiyi istedikleri anlaşılıyor. Bugün zaten, Filistin, Yemen, Kuveyt, Cezayir anayasaları, mevcut kurumların İslam ahlakı ile çelişmeyeceği üzerine kurulu. Yemen, Fas ve özellikle Tunus’taki Ennahda hareketi başarılı bir şekilde İslam ve demokrasiyi, uzlaşmacı bir tutumla bir arada götürüyorlar.

» SİYASETTE İSLAMIN ROLÜ

Başka bir açıdan ise, eğitim seviyesi yükseldikçe şeriata ilgi azalıyor. Bu da bir kez daha ezilen eğitimsiz yoksulların İslamcı otoriterliğe neden yeşil ışık yaktığını anlatıyor. Yeni kuşaklarla ve eğitimli dindarlarla geleneksel İslamcı düşünce aşılıyor ve post-islamcı bir

dönüş başlıyor. Post İslamcılıkta, insan hakları, demokrasiyi destekleme, İslami değerlere saygıyla bir arada ele alınıyor. Arap hakları İslama saygı duyan bir demokrasi istiyor, ama iş İslamın siyasetteki rolüne gelince hem AB’nin hem Arap siyasi liderlerin kafası karışıyor. Profesör Mark Tessler’in Michigan Üniversitesi adına, Arap Barometer ve Gallup araştırma kuruluşlarının verilerini baz alarak Ürdün, Filistin, Cezayir, Fas, Kuveyt, Irak, Lübnan, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Mısır, Sudan, Tunus, ve Katar’dan oluşan14 Arap ülkesinde yaptığı araştırmaya göre, “Din adamlarının hükümet meselelerine karışmamasını söyleyenlerin oranı yüzde 56.” “İbadetin özel bir konu olduğunu ve bunun sosyo-politik yaşamdan ayrı tutulması gerektiğini söyleyenler ise yüzde 61.” Arapların 4’lü siyasi tablosu Demokrasiyi destekleyen ve desteklemeyen bireyler açından İslamın politik rolüne baktığımızda ise karşımıza Arap ülkelerinde hakim dört ana akım ortaya çıkıyor: Tessler’in yer verdiği 21010-1011 arasında 11 Arap ülkesinde yapılan araştırmaya göre, bu dört siyasi kanat, “sekuler demokratlar”, “”seküler otoriterler, “İslamla demokrasi” diyenler ve “otoriter İslamı (şeriat)” savunanlardan oluşuyor İşte Orta Doğu’yu radikal İslamist akımlarla sekülerler arasındaki ikili eksende değerlendiren Batı’nın ezberini bozan tablo tam da bu dört ana kanatın analizinde yatıyor. Demokrasinin, tüm sorunlarına karşın en iyi sistem olduğuna inananlar, din adamlarının hükümet işlerine karışmamasını düşünen seküler demokrasicilere göre yüzde 60. Bu oran seküler otoriterlerde yüzde 57’e iniyor. İslam demokrasisine inananların yüzde 39’ı bu fikre karşı çıkarken, İslamcı otoriterler yani şeriatçıların 43’ü demokrasi fikrine karşı çıkıyor. Buna göre aslında hem seküler, hem İslamcı, hem de şeriatçı kanat önyargıları yıkacak bir çoğunlukta demokrasi fikrini destekliyor.

hareketlerin oy oranlarının yüzde 25-40 arasında olması araştırma sonuçlarını doğruluyor. Burada tek dikkate alınacak nokta, gündelik hayatlarında dindar olan Arapların, katı, modernist bir laiklik anlayışından da hoşlanmamaları.

» DEMOKRASİ İSTİYORLAR

» BATI’NIN STRATEJİK HATASI

2010-2011 yılları arasında kamoyu araştırmalarında Arap kamuoyuna demokrasi mi, yoksa İslam demokrasini mi tercih edersiniz diye sorulmuş. Beklenenin aksine hemen tüm ülkelerin ağırlıklı çoğunluğu demokrasiyi işaret ediyor. İslamla demokrasiyi uzlaştıran sistemi destekleyenler ise Mısır’da yüzde 34, Tunus’ta yüzde 25, Cezayir’de yüzde 23, Lübnan’da yüzde 18, Suudi Arabistan’da yüzde 30. Her ne kadar çoğunluğu demokrasi fikrini desteklese de, İslamcı demokrasiye en yakın ülkeler, Ürdün, yüzde 45, Katar yüzde 49, Yemen yüzde 63. Mısır’da ve Tunus’ta İslamcı demokrasi isteyenlerin oranı ile iki ülkede iktidara gelen İslami

Batı ve ABD için Arap toplumları, bakıldığında sadece İslamofobi’nin gözleri kör eden aksinin yansıdığı bir ayna, tedirgin edici bir saatli bomba. Oysa, kolonyalizmle bu toplumların ekonomik ve ve sosyal kaynaklarını sömüren, İslamı İslamcılıkla aynı kefeye koyarak temel sorunu İslami kültüre bağlayan Batı, sekuler diktatörlüklerin ezdiği toplumlarda radikal İslamcı hareketlerin yeşermesinin önünü açtı.. Öyle olunca da, pro-diktatör Arap toplumları, herhangi bir siyasi orgaüizasyon deneyimleri olmadığı için yeraltında örgütlenen Müslüman Kardeşler gibi politik İslamcılara iktidarı yüzde 25-40’lık azınlık oyları ile

» MUHALEFET ARTIYOR

Orta Doğu’da iktidara kim gelirse başı belaya giriyor! Sokaklara dükülen tepkileri anlamak için temel anahtar, iktidarda kimin olduğu. Tessler’in araştırmasına göre, tek tek bireyler göz önüne alındığında, eğer seküler bir rejim işbaşındaysa mevcut politik kurumlardan memnuniyetsizlik artıyor ve İslam’a siyasette geniş bir alan açılıyor. Ama eğer bu ülke İslamcı bir yönetimle yönetiliyorsa tersi oluyor, bu kez bireylerin mevcut politik kuruluşlara tepkisi yükseliyor ve de İslam’ın siyasetteki rolüne muhalefet artıyor. Bu da temel meselenin, kim iktidara gelirse gelsin, yapısal sorunların aşılmasında düğümlendiğini gösteriyor. Petrol zengini olan ülkelerdeki İslami rejimlerin zenginliği tabana indirememesinin yanı sıra Mısır, Tunus,

Cezayir gibi Arap ülkelerindeki yaygın yoksulluk, düşük eğitim düzeyi, sağlık hizmetlerindeki yetersizlik, yüksek işsizlik, özel sektörün gelişmemesi, hızlı nüfus artışı iktidarların en temel sorunu.

teslim etmeye mahkum oluyorlar. Ama hem yapısal sorunların ağırlığı, hem İslamcı partilerin yönetim deneyiminin olmaması, muhalefeti sokağa dökmekte geciktirmiyor. Tahrir’de iktidar değiştirmenin tadını alan dağınık kitleler ise, orduya yönelmekten başka çare bulamıyorlar. Oysa herhangi bir sivil siyasi oluşumlar yaratabilseler, hızla yıpranan iktidardaki İslamcıları ilk seçimde rahatlıkla yenebilecekler. İşte o zaman İslamcı partilerin gerçek dünyanın gerçek sorunları karşısında sadece İslamı baz almalarının çözüm olmadığını görecekler. Ama ABD tam tersini yaparak Arap ordularına milyarlarca dolarlık askeri yardım yapıyor. Örneğin Mısır ordusuna yıllık 1.2 milyar dolar, ekonomiye de 250 milyon dolarlık yardım aktarılıyor. Bu paraların önemli bir kısmının karanlık bir yolsuzluk batağına gömüldüğü ise hiç sır değil. Oysa, aynı yardımlar sivil toplum, ekonomik kuruluşların canlandırılmasını teşvik edecek şekilde harcansa, demokrasi gelişecek, radikal hareketlerin

kredibilitesi bitecek, ekonomik canlanmayla işsizlik düşecek, eğitim düzeyi artacaktı. Tüm bu faktörlerin de demokrasiyle ne denli pozitif ilişkisi olduğu yine ABD kaynaklı araştırmalardan bellli oluyor. İsrail’in askeri üstünlüğünü zımmen kabul eden bu ülkeler için bir dış tehdit de kalmadığına göre, yapılması gereken en akıllıca iş orduyu ekonomiden yavaş yavaş çıkararak kışlaya dönmesini sağlamakta. Ordunun elinde tuttuğu muazzam ekonomik kaynaklar, bu kadim kültürün geri kalmışlık kısır döngüsünü aşabilmesinin sihirli anahtarı aslında. Kısacası ABD’nin, arkasında Cheney’lerin Bush’ların gölgesinin gezdiği Huntington’ın İslamofobik “Medeniyetler Çatışması” tezini aşacak yeni bir paradigmaya ihtiyacı var. Arapların da diğer dünyalılar gibi insanca yaşayacakları demokrasiye...

9

Arzu Kaya

Uranlı twitter@arzukayauranli

Suriyeli çocuklar için harekete geçme zamanı

A

LBERT Einstein, “Dünden ders al, bugünü yaşa, yarın için umutlu ol.” diyor. Ancak, bugün Suriye’nin durumuna baktığımızda tarihten hiç ders alınmadığını açık seçik görüyoruz. Suriyeli çocuklar için kalbim paramparça. Aylar önce CNN’de gördüğüm bir video adeta beynime kazındı. Gözlerimi yummaya korkuyorum çünkü o zamandan beri, aklımdan silip atamadığım, o insanın yüreğini dağlayan görüntüler, her kapattığımda gözlerimin önünde uçuşmaya başlıyor. Toz, toprak ve kanla çepeçevre sokaklarda bombalardan kaçan Suriyeli çocukların yüzlerindeki derin hüzün ve korkunun gölgeleri etrafımı sarıyor… Havuza, parka veya eğlenceli her hangi bir yere gittiğimizde, çocukların neşeli kahkahalarını dinlediğim en keyifli anlarım, Suriyeli çocukların kulakları sağır edici çığlıklarının yankısı ile bölünüyor. O çocukların dramını aklımdan atamıyorum. Yaşadıkları travmanın geleceklerini nasıl etkileyeceğini düşünmekten kendimi alamıyor; cevap veremediğim soruların ağırlığıyla çileden çıkıyor; bu rezil manzaraya seyirci kalmaya boyun eğerek insanlıktan çıkmamıza kahroluyorum!... Pasifçe olup biteni izlemek ve Suriye halkına yardımcı olabilmek için somut olarak hiç bir şey yapamamış olmak bir insan olarak çok canımı acıtıyor . Suriye’deki bu zulmün nasıl dineceğini bilmiyoruz ve öyle görünüyor ki, daha kolay kolay da bilemeyeceğiz. Maalesef, hala uluslar arası platformda her hangi bir çözüm üzerinde uzlaşılamıyor. Bunca zaman hiçbir şey değişmedi. En az 10.000’in üzerinde Suriyeli sivil yaşamını yitirdi. Peki bu zulmü kim durduracak? Nisan ayında BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi ile iki tur yapılan Suriye müzakerelerinin bir umut penceresi olduğunu düşünmüştüm çünkü Rusya, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a desteğini keseceğini bildirmişti. Kofi Annan’ın Suriye Hükümeti’nin Suriye’de sivillere yönelik şiddetini durdurmayı; ağır silahları şehir dışına çıkartmayı; Suriyeli sivillere insani yardım ulaştırmayı; yerel ve uluslar arası basının özgürce çalışmasını; siyasi tutukluların salıverilmesini ve geçerli bir politik diyalogun başlatılmasını öngören planı oldukça ümit vericiydi. Ama o zamandan bu yana ne değişti? Hatta BM’e göre 12 Nisandaki ateşkes anlaşması sonrasında bölgedeki şiddet arttı bile! ABC’de yer alan bir haberde BM’ in Suriye konvoyunun başındaki Jean-Marie Guehenno, “Kofi Annan’ ın altı puanlık barış planının kesinlikle uygulanmadığına hep birlikte tanıklık ediyoruz” dedi. İyi de ne oldu yani? Esad’ın estirdiği vahşet rüzgarını dindirmeye kim gönüllü olacak?Uluslararası kamuoyu, Rusya ve Çin’i bu barış sürecine nası dahil edecek? Rusya’nın, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın yönetimden alınmasını vaat eden hangi bir değişim planını kabul edip etmeyeceği hala belirsizliğini koruyor. Hiç kimse Rusya’nın Esad’ı gözden çıkarabileceğine inanmıyor. Peki bu durumda ne olacak? “Dünya kötü insanların zorbalığı yüzünden değil, iyi insanların suskunluğu yüzünden acı çeker” diyor Napoleon Bonaparte. Günümüzün liderleri bu sözü yanlış anlamasın. Sadece, haksız ve ahlaksız olana çözüm bulmak ve karşısında bir hareket başlatmak için konuşmak lazım. Ama sözü çok uzatmamak da lazım! Artık yeter! Suriye’ye barış biran önce gelmeli. Uluslar arası kamuoyu, Suriye hakkında yeterince konuştu. Artık harekete geçme zamanı… (Bu makale daha önce Zaman Amerika’da yayınlanmıştır.)

HABER OLMAK İÇİN...

haber@posta212.com


10

Güncel

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Selim Atalay twitter@SelimAtalayNY

Los Angeles’te protesto başkadır

F

LORIDA’DA 29 yaşında Hispanik-Beyaz melezi George ‘Bu mahallede ne dolaşıyorsun’ diye sıkıştırdığı 17 yaşındaki siyah Treyvon ile atıştı, sonra yumruklaştılar, sonra da George belindeki silahı çekip Treyvon’u Öldürdü, Ardından George mahkemede beraat etti, çünkü yasa bu olayı “meşru savunma’ sayıyordu. 15 Temmuz Pazartesi akşam üzeri Los Angeles’ın etnik mahallelerinde gruplar bu kararı protesto için toplanmaya başladı. En az iki noktada kentin çevre yolu 50-100 kişilk gruplarca trafiğe kapatıldı. Bu gruplara yaklaşık 30 dakika içinde olay yerine gelen kasklı-coplu polis müdahale etti, bazıları gözaltına alındı ve kalabalık dağıtılıp yol trafiğe açıldı. Yolu trafiğe kapatmak protesto kapsamında olmadığından, polis doğrudan müdahale etti. Asıl gösteri, Leimert Parkfndaydı. birkaç yüz kişi toplandı. Protesto iki saatten fazla sürdü ve olaysızdı. Ancak bu gruptan kopan 100-150 kişilik grup yerel saatle 2100 sularında parktan çıkıp, kent merkezine uzanan 40 km’lik Crenshaw bulvarında dağınık biçimde ilerlemeye başladı. Arada yola taşıp trafiği aksattılar. Bekleyen araçların üzerine, tavanına çıktılar. Çöp kutularını deviren, çöp konteyneriyle caddeyi trafiğe kapatmaya çalışanlar vardı. Birkaç noktada çöp yangınları çıkartıldı. Küçük gruplar, yolda kendilerine bakan beyazlara ve hispaniklere saldırdı. Dükkanlara rastgele saldırı ve tahribat burada başladı. Yaklaşık 1 saat sonra polis bulvara çevik kuvvet olarak geldi ve birkaç noktada taşkınlık yapanlar gözaltına alındı. Küçük gruplar ise daha ileride dev Walmart mağazasına dalıp mağazayı yağmaladı. Yaklaşık 10 bisiklet çalındı, grubun mücevher tezgahlarını kırmaya çalıştığı görüldü. Polis buraya da sonradan yetişti. VValmart çevresinde hala duran gruplara plastik mermi kullanıldı. Walmart yağması duyulduğunda Los Angeles polisi kent çapında alarma geçmişti. Kaldırılan helikopterler Crenshaw bulvarı boyunca kalabalıkları izlemeye başladı. Bu noktada FBI da kendi helikopterlerini kaldırıp, koordinasyonu üstlendi. Yerel TV’ler kendi helikopterleriyle bulvar boyunca yağma ve saldırıları havadan görüntülüyordu. Yerde görev yapan İki ayrı kamera ekibi de saldırıya uğradı ve birinin kamerası alındı. Saldırıya uğrayanlardan bir muhabir ve bir kameraman, beyin sarsıntısı ihtimaliyle hastaneye kaldırıldı. Yerel yazılı medya aynı zamanda hem polis açıklamalarını hem de olayları web sitelerinden aktardı. Helikopterden canlı görüntüler yerel TVlerin web sitelerinde canlı yayınlandı ancak TV’ler normal akışı değiştirmediler. Ulusal yayın yapan haber kanallarının İse sadece bazısında bülten içinde Los Angeles’tan kısa bir haber vardı. Kamu güçleri medya yanında Twitter’i da yoğun biçimde kullanıp mesaj verdi. Los Angeles Belediye Başkanı Garcetti, Twitter’dan ‘Leimert parkındaki barışçı gösterileri kutladığını, Cernshaw Buları’ndakilerin de aynı örneği izlemesini’ istedi. Emniyet Müdürü Beck de Tweetinde Şiddet hiçbir zaman çare değildir. Kentteki bütün protestocuları barışçı olmaya çağırıyorum. Bu bizim kentimiz. Kentimizi birlikte korumalıyız’ diye yazdı. Bu arada polis Crenshaw bulvarında göstericilerin rotası üzerindeki uzak bir noktada yola dizilerek -son hatoluşturdu. Buradan ileriye geçiş olmayacaktı. Yola dizilen polisin duruşu ve tavrı, Amerikan polisinde her zaman varolan “Bana dokunursan hayatın kayar’ duruşuydu. Arada, bölge emniyet müdürlerinden Smith medyaya “Herkesin anayasal protesto hakkını tanıyoruz, ancak kamu güvenliğini sağlamak ve suç işlenmesini önlemek durumundayız’ dedi. Los Angeles polisi ana babalardan çocuklarına SMS yollayıp sokaklardan eve dönme çağrısı yapılmasını istedi... Olayların sürmesi üzerine polis. Crenshaw’da toplananlara kısa zaman sonra -yasadışı eylem- uygulamasına geçeceğini duyurdu. Yani o noktada kalabalık dağılmazsa, herkes gözaltına alınacaktı. Gözaltına alınacakların taşınması İçin bölgeye vagonlar getirildi. Bölgede taşkınlık yapanlar 150-200 civarındaydı. Polis aralıklarla Cernshav/da 4 kez “Dağılın, yoksa yasadışı eylem sayacağız, gözaltılar başlayacak’ duyurusu yaptı. 8u arada başka mahallelerde, ara sokaklarda da gösteriler ve suç eylemleri vardı. Polis yeni bir açıklamayla o ana dek Los Angeles’ta güç kullanmama konusunda olağandışı titizlik gösterdiğini ancak artık -sıfır toleransa- geçeceğini duyurdu. Çeşitli noktalarda polisin gaz attığı ve ses-flash bombası kullandığı haberleri medyada yer aldı ancak ayrıntı verilmedi. Geceyarısını geçe ve olayların başlamasından yaklaşık 4 saat sonra polis bütün kentin -Yasadışı eylem- kapsamında olduğunu ve dağılmayanın gözaltına alınacağını duyurdu. Bu noktaya kadar TV helikopterleri Crenshaw üzerinde canlı yayındaydı. Ancak gözaltılar başlamadan canlı yayınlar kesildi. Crenshav/da o noktada 13 kişinin gözaltına alındığı daha sonra açıklanacaktı. Gözaltılar sonucu kalabalıklar dağıldı ve trafik normal akışına döndü. Geceyarısından sonra basın toplantısı düzenleyen Belediya Başkanı bu gece polisin hoşgörü gösterdiğini, ancak ertesi gün de eylemler tekrarlanırsa, sıfır hoşgörü olacağını ve gözaltıların başlayacağını duyurdu. Başkan ‘Anayasal gösteri hakkını şahsen ve gönülden desteklediğini’ de söyledi... Ayrıca Emniyet Müdürü Beck, salı günü polisin hoşgörülü olmayacağını duyurdu, ‘Olayların bu şekilde sürmesine izin verilemez’ dedi. Olaylı gecede Cernshaw ve çevresinde 350 polis görev yapmıştı. Ertesi gün atlı polisler dahil Los Angeles polisi ana caddelerde ve protestoya izin verilen parklarda güç sergiledi. Polis parklarda toplananlara, gösteriler konusunda ‘Haklarınız ve Yükümlülükleriniz’ başlıklı bildiriler dağıttı. Gece gözaltına alınanlardan Brandon Bell (24) hakkında savcılık salı günü ‘Polis memuruna vurmak, görevli memurun emrine itaatsizlik ve gözaltına direnmek’ suçlarından iki yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Bell Crenshaw’daki Son Hat’da polislerle karşı karşıya gelmiş, dağılın uyarısına uymamış ve karşısına çıkan memurun göğsüne yumruk atıp memurun adının yazdığı plaketin ve polis ambleminin kopmasına neden olmuştu. Sonra kalabalığa karışmıştı, ancak bulundu ve yakalandı. Yine salı günü, gösteri liderlerinden siyah aktivist Najee Ali, olaylarla ilgili Los Angeles polisine ‘Yıldızlı Pekiyi notu verdiğini’ duyurdu.., Ali ‘Polis Önce gösteri yapmamıza izin verdi, enerjimizi boşalttık, sonra da dışarıdan provokatörler gelince polis güç kullanıp, olayları bastırdı’ dedi. Meğer gösterici liderleriyle polis kurallar konusunda önceden konuşup, anlaşmış. Ve gerçekten, yağmacıların bölgeden olmadıkları belirlendi. Bu arada Ali. gösteriler konusunda hayli deneyimli ve diyor ki ‘Polis 20 yıl önceki polis olsa, o zaman silahları çekip göstericileri çok sert biçimde dağıtırdı ve çok kişinin de canı yanardı’ Los Angeles, salı sabaha karşı normal seyrine geçti. O arada protestolarla ilgisi olmayan asayiş olayları da sürdü. Mesela o gece 6 cinayet işlendi... Mesela sivil bir ekip otosuna elinde silahla yaklaştığı söylenen bir kişi, polis ekibinin ateşi sonucu öldü.. .Çünkü kuraldır: Amerika’da polise çok zorunlu olmadıkça yaklaşılmaz, hele elde silah, hiç yaklaşılmaz.

2016’DA KADINLAR YARIŞACAK

KADIN ADAY İSTİYORLAR (POSTA 212) ABD’de önümüzdeki başkanlık seçimlerinde aday belirlemek için Cumhuriyetçi ve Demokrat Partinin kulislerinde yoğun çalışmalar devam ederken, Demokrat Parti’nin şartlar ne olursa olsun mutlaka bir kadın adayı öne çıkaracağı konuşuluyor. Washington Post Gazetesi’nin

haberine göre, 2016 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın aday gösterilmesi olasılığı hala yüksek. Bununla birlikte Hillary Clinton adaylıktan vazgeçse ya da şartlar oluşmaz ise, onun yerine yine bir kadın aday seçimlerde yarışacak. Şimdilik öne çıkan isim

New York senatörü Kirsten Gillibrand. 2016 başkanlık seçimlerinde Beyaz Saray’daki ikinci dönemini geçiren Barack Obama yarışamayacak. Bu nedenle Demokratlar arasında yeni başkan adayını belirleme çalışmalarında şu anda en güçlü aday eski Dışişleri Baka-

nı Hillary Clinton. Ancak ilerleyen yaşı kaygı yaratıyor. Demokrat Parti kulislerinde öne çıkan en kuvvetli alternatif isim New York senatörü Kirsten Gillibrand. Gillibrand, eşcinsel hakları ve kadın askerlerin durumu ile ilgili çalışmalarıyla öne çıkıyor.

MUTLU ÖLECEĞİM

Diğer bir aday ise büyük bankalara karşı mücadelesiyle “ulusal liberal kahraman” diye anılan Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren. Washington Post’a göre, Minnesota Senatörü Amy Klobuchar, adı en az duyulan olmakla birlikte, “en yetenekli ve en etkili” aday olabilir.

JOE BIDEN

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, önümüzdeki seçimlerde yeniden başkan adayı olmaya hazırlanıyor. Biden, erkek dergisi GQ’ya yaptığı açıklamada, 2016’da başkan olamasa bile mutlu öleceğini söyledi (WASHINGTON - POSTA 212) ABD Devlet Başkanı Yardımcısı Joe Biden, hiç bir zaman devlet başkanı olmasa bile mutlu bir şekilde hayata veda edeceğini, fakat yine de başkan olmak için elinden geleni yapacağını söyledi. Dünyaca ünlü erkek dergisi GQ’ya konuşan Biden, başkanlığa soyunmadan önce ilk olarak, şu anda sahip olduğu yüksek enerjiye yine sahip olup olmamadığını , ikinci olarak ise, başkanlığı yürütecek en iyi kişinin kendisi olup olmadığını sorgulayacağını söyledi. “ Ve, o zaman hangi cehennemde olduğumu hep birlikte göreceğiz” diye ekledi. Muhafazakarların haber sitesi Bizpac Review, konu ile ilgili “ Maalesef aynı Hillary Clinton gibi, Biden da başkanlık özelliklerine sahip olduğunu düşünüyor. GQ’da verdiği uzun demecin asıl anlatmak istediği buydu” diye yorum yaptı. Bizpac Review şöyle ekledi: “ Biden’in çocukluğu, ilk kampanyası, genç bir erkekken dul kalması gibi hikaye-

lerini duymuşsunuzdur. GQ röportajında da hepsi çok iyi bir şekilde anlatılıyor. Yine de, ana fikrini anlamak için röportajı tamamen okumak zorunda değilsiniz. Bizim röportajdan çıkardıklarımız kekeme bir çocuk olarak mücadele vermiş Biden’in güçlü olduğu ve Başkan Obama ile “ ideolojik anlamda” anlaştığı, yani Bush-Cheney ilişkisi gibi değil. Ayrıca Biden dışarıdan görüldüğü gibi dalgacı bir insan değil. Diğer başkanlar gibi komik şapkalar takmıyor.” GQ’ya verdiği röportajda “ Eğer ofisime gelirseniz, Jafferson ve Adams’ın iki portesinin asılı olduğunu göreceksiniz. O iki başkan yardımcısı da sonunda devlet başkanı oldular. “Kendi kendime bazen, “Sadece başkan yardımcılarıyken acaba portreleri neye benziyordu?” diye şaka yapıyorum.” Biden’i yine ağır bir dille eleştiren Bizpac Review, “Jafferson ve Adams devlet başkanı olmayı başardı diye, Biden kendisinin de başarılı olacağını düşünüyor ama mümkün değil. Bunun 3 nedeni var : İlk olarak, o Thomas Jefferson değil, ikinci olarak o John Adams değil, ve aslında o Joe Biden. 2016 yılına kadar 8 sene boyunca Barack Obama başkanlığına dayanan bir ülke, sonraki 4 senesini Joe Biden ile batırmayacak. Bunu demokratlar bile yapmaz” diye yazdı.

ESKİ ABD BAŞKANI JIMMY CARTER:

“AMERİKA’DA DEMEKROSİ YOK”

Eski Amerikan Başkanı Jimmy Carter, Edward Snowden’in sızdırdığı bilgilerin faydalı olduğunu belirterek Amerika’da artık demokrasiden söz edilemeyeceğini söyledi

■ (NEW YORK – POSTA 212) Almanya’nın en büyük gazetelerinden Spiegel, eski Amerikan Başkanı Jimmy Carter’ın görüşlerine yer verdi. Carter, Atlanta’da katıldığı bir toplantıda NSA skandalının ardından Amerika’nın siyasal sistemini eleştirdi. “Amerika’nın işleyen bir demokrasisi yok,” diyen Carter, ABD’deki insan haklarının kısıtlanması nedeniyle yönetim ahlakının da hızlı bir düşüş yaşadığını söyledi. Carter ayrıca Edward Snowden’in açıkladığı bilgilerin de zararlı değil, aksine faydalı olduğunu söyledi. Daha önce de Amerika’nın özel hayatı fazla ileri götürdüğünü söyleyen Carter, CNN televizyonuna bu kadar gizliliğin zararlı olduğunu açıklamıştı. ABD’nin 39’uncu Başkanı olan Carter, 1977-81 yılları arasında başkanlık yaptığı dönemde daha çok insan haklarına ağırlık vermişti. Carter, aktif politikadan çekildikten sonra yaptığı insani çalışmalar nedeniyle 2002 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.


Güncel

24 Temmuz 2013 Çarşamba

ZIMMERMAN DIŞARIDA, MARISSA NEDEN İÇERİDE?

George Zimmerman’ı aklayan Florida kanunları, uyarı ateşi açan ve kimseye zarar vermeyen Marissa Alexander’ı 20 yıl hapse mahkum etti

(NEW YORK – POSTA 212) Marissa Alexander, 2010 yılında kendisini tehdit eden kocasını korkutmak için duvara ateş etti. Kimse yaralanmadı, ama Florida’da mahkeme kanunlar gereği onu 20 yıl hapse mahkum etti. Zimmerman davasının beraatla sonuçlanmasının ardından, Florida kanunlarıyla birlikte Alexander’ın aldığı ceza yeniden sorgulanmaya başladı. Olay sırasında dokuz günlük bir bebeği ve 11 yaşında ikizleri olan Alexander, kocasından daha önce de şiddet görmüş ve kocasının kendisine yaklaşmasını yasaklamıştı. Olay günü kocasının evde olmadığını düşünerek birkaç parça eşya almak için eve gitti, ancak kocasıyla karşılaştı. Kendisini tehdit eden kocasını uyarmak için du-

vara ruhsatlı silahıyla ateş etti. Avukatları, Florida’nın nefsi müdafa kanunlarını ileri sürdüler. Ancak jüri, evden kaçıp gitmek yerine silahını alan Alexander’ın amacının nefsi müdafa olmadığına hükmetti kadının suçu “10-20-müebbet” kanunu kapsamına girdi.

Eleştirmenler, kanunlar yargıcın takdir yetkisini elinden aldığında böyle haksız cezaların ortaya çıktığını söylüyorlar. ABD’de zorunlu minimum ceza kanunları eyaletlerin üçte ikisinde geçerli. U kanunlar, yargıçların bir davanın özel şartları nedeniyle cezayı düşürmesini engelliyor.

»CEZA OTOMATİK BELİRLENİYOR

»ZAR ATMAK GİBİ

1999 yılında devreye giren ve suç oranlarını oldukça düşürdüğü söylenen bu kanun uyarınca belirli suçlar sırasında silahını gösteren kişi doğrudan 10, eğer silah ateşlenirse 20 yıl ceza alıyor. Silahla adam yaralamanın cezası ise 25 yıldan müebbete kadar değişebiliyor. Dolayısıyla silahı ateşleyen Alexander, 2012 yılının mayıs ayında 20 yıl hapse mahkum edildi.

“10-20-müebbet” kanunu, suçsuz olduğunu düşünen ve kendini aklamak için suçu reddederek mahkemeye giden insanların ağır cezalar almasına, gerçek suçlularınsa anlaşmayla kısa süre hapiste kalmasına neden oluyor. Örneğin, Alexander suçlu olduğunu kabul edip kendisine önerilen 3 yıl cezayı kabul edebilirdi, ancak suçsuz olduğuna inandığı için gitti mahkemece suçlu bulundu.

Tek örnek Alexander değil. Florida’da Orville Lee Wollard adlı bir beyaz da kendi evinde, kızının erkek arkadaşını korkutmak için silahını ateşlediği için 20 yıl hapse mahkum edildi. Jüri, Wollard’ın gence ateş edip ıskaladığına hükmetti. Oysa Wollard suçunu kabul etseydi, hapis yatmadan şartlı tahliye edilecekti. Ama mahkemeye gitti ve kaybetti.

»YASAYI YAZAN PİŞMAN

1999 yılında, Vali Jeb Bush’un ilk döneminde kabul edilen “10-20-müebbet” kanununun yaratıcılarından olan Cumhuriyetçi Victor Crist, amaçlarının Alexander gibilere ceza vermek olmadığını itiraf etti. Crist “Biz silahlı soygun yapan ve soygun sırasında silahını çeken ya da birini vuran insanları hedefliyorduk,” dedi.

Obama: Öldürülen ben olabilirdim

ABD Başkanı Barack Obama, Trayvon Martin’i öldüren George Zimmerman’ın Florida mahkemesince suçsuz bulunmasından sonra bir açıklama yaptı ve duygularını dile getirdi. Başkan Obama, “35 yıl önce Trayvon Martin ben olabilirdim” dedi (WASHINGTON – POSTA 212) Obama, geçtiğimiz hafta Beyaz Saray’ın basın brifinginden önce, gazetecilerin karşısına çıkarak, Trayvon Martin’i öldüren George Zimmerman’ın Florida mahkemesince suçsuz bulunması kararıyla ilgili, duygusal bir konuşma yaptı. 20 dakika konuşan Obama, konuşmasına kendisi ve eşi Michelle Obama adına, Trayvon Martin’in ailesine başsağlığı dileyerek başladıktan sonra, ailenin kararı müthiş bir soğukkanlılık ve olgunlukla karşılamasını övdü.

» “SİSTEM BÖYLE”

Konuyla ilgili hukuki tartışmalardan uzak durmak isteyen Obama, jürinin görevini yaptığını, mahkemenin profesyonel bir şekilde yürütüldüğünü ve sistemin bu şekilde işlediğini söyledi. Ardından Obama konuşmasında daha çok insanların bu karar karşısında neler hissettiğinden bahsedeceğini söyledi. Obama “Biliyorsunuz Trayvon Martin ilk vurulduğunda, ‘o benim oğlum da olabilirdi’ demiştim. Bu, 35 yıl önce olsaydı Trayvon Martin ben olabilirdim demenin başka bir şekli” diye konuştu. Siyahların bu konuya hala geçmişte kalmamış olan bir tarihin ve deneyimlerin süzgecinden baktığını açıklayan Obama kendisinin de siyah olmanın ne demek olduğunu bildi-

ğini ifade etti.

» “BEN DE YAŞADIM” “Bu ülkede, bir mağazada alışveriş yaparken takip edilmemiş çok az siyah vardır; buna ben de dahilim. Yoldan karşıya geçerken, arabaların kapılarının kilitlendiğini duymamış çok az siyah vardır. En azından senatör olmadan önce benim de başıma gelmişti. Bir asansöre bindikten sonra içerideki bir kadının çantasını endişeyle sıkıca kavradığı ve asansörden çıkana kadar da nefesini tuttuğuna şahit olmayan çok az siyah vardır. Bunlar sıkça yaşanıyor” dedi. Obama, “abartmak istemiyorum ama bu deneyimler siyahların Florida’da o gece neler yaşandığını yorumlamalarında etkili oluyor” diye konuştu. Ekibiyle birlikte neler yapabileceklerini araştırdıklarını söyleyen Obama, Florida’daki nefsi müdafa kanunu benzeri bazı yerel ve eyalet yasalarının, Florida’daki davada gördüğümüz türden karşılaşmalara ve trajedilere yol açma potansiyellerinin sorgulanmasının iyi olacağını söyledi.

» “KENDİMİZİ SORGULAYALIM”

Başkan Obama, Amerikalılar’dan da ülkedeki ırk ilişkileri bakımından kendi ruhlarını sorgulamalarını istedi. Obama, “Kendimi önyargılardan uzak tutabiliyor

muyum, insanları, renklerine göre değil, karakterlerine göre yargılamak için elimden geleni yapıyor muyum? Bu trajedinin ardından böyle bir çalışma yapmamız uygun olur” diyerek, bu sorulara vereceğimiz yanıtların Amerika’nın daha ne kadar yol alması gerektiğini göstereceğini söyledi. Konuşmasının sonunda bir umut me-

sajı da veren Obama, “Malia ve Sasha ile konuştuğumda ve arkadaşlarını dinlediğimde, ilişkilerini izlediğimde, bu konularda bizim dönemimizden daha iyi olduklarını görüyorum” dedi. Konuşmanın ardından, Obama’nın Amerika’nın ilk siyah başkanı olmasına rağmen, ırk konusunu ilk kez bu kadar doğrudan ele aldığı yorumları yapıldı.

PROTESTOLARA DEVAM Geçtiğimiz hafta mahkemenin silahsız bir siyah genci öldüren George Zimmerman’ı aklama kararı, ABD'nin 100'den fazla kentinde geçtiğimiz hafta da protesto edildi (NEW YORK – POSTA 212) ABD’de büyük öfke yaratan ve ırkçılık tartışmalarını yeniden alevlendiren Zimmerman davası kararını protesto etmek için hafta sonu düzenlenen eylemlere yüz binlerce kişi katıldı. Protestolar, insan hakları eylemcisi Vaiz Al Sharpton'un lideri olduğu Ulusal Eylem Ağı adlı hareket tarafından düzenlendi. Sharpton, "Buraya şiddet için değil, şiddeti kınamak için geldik. Trayvon Martin adlı genç insana

yapılanlar şiddettir" dedi. Al Sharpton, Florida'da da yürürlükte olan ve hayatının tehlikede olduğunu düşünen kişilere öldürücü güce başvurma hakkı veren yasanın kaldırılmasını istedi. Martin'in annesi, Sybrina Fulton kalabalığa hitap ederken "Bugün benim oğlum. Yarın sizin oğlunuz olabilir" dedi.

» BEYONCE VE JAY Z SOKAKTAYDI New York'taki eyleme, rap yıl-

dızı Jay Z ve eşi ünlü şarkıcı Beyonce de katıldı. Çift, dava konusunda başından beri en aktif isimler arasındaydı. Beyonce ayrıca hayranlarından konuyla ilgili bir imza kampanyasına katılmalarını istedi. Twitter hesabından “Hala eşitsizlik ve siyahların hayatına değer verilmemesiyle savaşıyoruz” diye yazan Beyonce, Trayvon Martin’in en temel hakkı olan yaşam hakkının elinden alındığını söyledi.

11

212’NİN İKİ YAKASI

Haldun Armağan haldunarmagan@posta212.com

Türk arabası “Devrim” ile Amerikan yapımı “Ev1” nasıl aynı kaderi paylaştı? (1) anlamanın en doğru yolu, dünü hatırlamak ve ait olduğu tarihi perspektif üzerinden yorumlamaktan Bgeçer.UGÜNLERİ İçinde bulunduğumuz yüzyılın gerçeği, küreselleşen

sermayenin sınır tanımayan güç gösterisi ve kurumsal menfaatlerin bütün sosyal-kültürel değerlerin yerini almasından ibarettir. Amerika’da başkanlık için yarışan hemen her parti adayı, seçim propagandasının bir parçası olarak Wall Street ile simgelenen sermayenin denetim altına alınmasından, gelir dağılımındaki eşitsizliği, haksız ve adaletsiz kazanç yollarını ortadan kaldırmaktan sözeder. Ancak Beyaz Saray’a yerleştikten sonra bu sözlerin sempatik bir seçim vaadi olarak kaldığı görülür. Siyaseti dizayn ve kontrol edecek güçte olan “şirketler Amerikası” duruma el koymuş ve bir kez daha ticari kurum çıkarları ülke yararının önüne geçivermiştir. Örneğin tek başına Amerikan emeklilik fonlarının bile trilyonlarca lirayı bulduğu bir yatırımı idare edenler doğal olarak kimsenin “tekere çomak sokmasına” izin vermez. Olayı kurumların gözünden bakarak anlatmak gerekirse, emeklilik fonları örneğinden devam edersek, bu fonlar borsada düştüğü zaman bile temettü ödemelerinde aksama olmayan, hatta aldığı paranın daha da artmasıyla ihya olmaya devam eden bir şirket yönetimi neden bu düzeni değiştirmek istesin ki? Sayfalarca yazıyla anlatmaya değer bir konudur bu aslında; ama biri Türkiye’den diğeri Amerika’dan ilginç ve gerçekten yaşanmış araba örnekleri ile gözünüzde somut resmin canlanacağı kanısındayım. İki bölüm halinde yayınlanacak bu yazının ilkinde Türkiye’nin kendi kaynaklarını ve mühendislik becerisini kullanarak yerli araba üretmesinin gerçek hikayesini okuyacaksınız. Önümüzdeki hafta ise benzer şekilde Amerika’da yaşanmış bir otomobil tecrübesinin nasıl ve ne şekilde sona erdirildiğinin öyküsü sergilenecek. Takvimleri biraz geriye alalım: Sene 1961 ve Eskişehir’de olağanüstü bir heyecan yaşanıyor. TÜLOMSAŞ isminde bir teknik çatı oluşturulmuş; bir grup mühendis ve mimar birbirlerini hiç tanımaksızın sadece tek bir ideali gerçekleştirmek uğruna canla başla Eskişehir Demiryolu Fabrikasında çalışmaya başlıyor. Amaçları tasarım ve üretimi tamamen yerli olacak “Devrim” isimli otomobili yapmak. O zamanki şartlarda ekibin amacı, 4 silindirli ve saatte 135 km hız yapabilen, dakikada 3600 azami motor hacmine sahip bir otomobil üretmek. Devrim adı verilen otomobil projesinin tasarımı üç kişilik mimar ve mühendis grubu tarafından gerçekleştirilir: Nurettin Erguvanlı, Ercan Tüzer ve Kemal Elagöz. Ekibin en genç mühendisi ise Devlet Demiryolları’nın Eskişehir Fabrikası motor bölümünde çalışan 27 yaşındaki Kemalettin Vardar’dır. Ekibin tamamı 25 kişiyi bulur ve en enteresan tarafı teknik ekiptekilerin çoğunluğunun demiryolculardan oluşmasıdır. Bir başka deyişle “Devrim” otomobilinin muhtemel yaratıcıları daha önce ne bir otomobil fabrikasında çalışmış, ne de yapımını görmüştür. Dahası pekçoğunun araba kullanmayı bile bilmediği rivayet edilir. Ekip bütün gayret ve enerjisini vererek, gece gündüz demeden çalışır ve üç ay içinde 4 otomobil, 7 motor, üç adet ayrı model şanzıman üretir. İlk iki Devrim modeli biri beyaz, diğeri siyah olarak üretilir; deneme sürüşü de başarıyla tamamlanarak hizmete hazır duruma getirilir. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 29 Ekim törenlerine bu arabalarla gitmek ister. “Devrim” arabaları trenle Ankara’ya sevk edilirken depoya sembolik miktarda benzin konur, tören günü kaliteli benzinin Ankara’da dolduruluması planlanır. Düşünün ki müthiş bir hayal gerçekleşmiş ve 1960’ların şartlarında yerli kaynaklar kullanılarak sıfırdan araba yapma ideali başarılmıştır. Devrim markası haklı olarak herkesin gurur duyacağı, iftiharla bakacağı bir araba olma yolunda ilk sınavını 29 Ekim 1961 törenlerinde vermeye hazırlanır. Ancak anlaşılması zor (belki de çok kolay) bir biçimde “denizi geçip, derede boğulma” durumunun bir benzeri yaşanır ve törene giden araba benzinsizlikten yarı yolda kalıverir! Bu izahı güç “yol kazası” hakkında iki ayrı yorum mevcuttur. Bir açıklamaya göre mühendisler kailteli benzinin Ankara’da depoya konulmasını talep etmiş, ancak son dakika telaşesi içinde bunun yapılması unutulmuştur. Bir başka yoruma göre ise, yükselen bir araba pazarı olarak gözü Türkiye’de olan uluslararası motor şirketlerinin “siz uğraşmayın, biz en iyisini yaparız” diyerek bazı karar verici mekanizmalar üzerinde kulis yapması sonucunda, Devrim otomobilinin 29 Ekim törenleri sırasında herkesin içinde “rezil edilmesi” özellikle kurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in bindiği siyah renkli Devrim’i, yapımında en çok emeği geçen Rıfat Serdaroğlu kullanır. Cumhurbaşkanı arabaya bindikten birkaç yüz metre sonra yolda kalıverir. Kemalettin Vardar’a göre Rıfat Serdaroğlu’nun benzini unutması, benzinsiz yola çıkması ihtimal dışı bir şeydir. Esasında normalde basit bir hata olarak akıllarda kalacak, en azında telafisi mümkün bir durum olarak değerlendirilebilecek böyle bir hata ya da detay birdenbire Devrim’in cenaze törenine dönüşür. Cemal Gürsel “Batı kafasıyla araba yaptık, doğu kafasıyla benzin koymayı unuttuk” sözleriyle olayı yorumlarken, Devrim otomobil projesi anında durdurulur. Arabalar Demir Yollarının fabrikalarına dağıtılır. Eskişehir’deki fabrikada araba için montaj bekleyen parçalar bile beklemeksizin hurdaya çıkarılır. Sonuç olarak “Devrim” otomobili üretilmesinden kısa bir süre içinde hoş bir anı olarak kalmaya mahkum edilir; onca mühendis ve teknik elemanın insanüstü gayreti ve ülke idealleri bir gecede çöpe atılıverir. Bu olaydan yaklaşık bir yıl geçtikten sonra, Eylül 1962’da Chrysler firması Türkiye’de kurulur. 1964 yılında kamyon montajına başlar. 1966 yılındaki satışlarının hemen hemen tamamını Devlet Malzeme Ofisi ve Karayolları’na yapar. 1964’te Otosan kurulur ve bundan iki yıl sonra yılda 5000 adet kapasite ile üretime geçilir. Devrim tecrübesinin gurur ve hüznünü birarada yaşamak zorunda kalan Kemalettin Vardar, bir süre sonra mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesinden konferans teklifi alır. Olayların canlı tanığı ve yerli otomobilin üreticilerinden biri olması sıfatıyla Devrim arabası hakkında üniversitede bir konuşma yapması istenmektedir. Kemalettin Vardar, çalıştığı kurum olan Demiryolları Fabrika Müdürlüğünden konferansta konuşmak için izin ister ve “şu anda böyle bir konferansın verilmesi sakıncalıdır” cevabını alır! Daha karayollarına adım atmadan müzelik olan yerli üretim Devrim otomobilinin orijinalini görmek isterseniz, yolunuz Eskişehir’e düşürün. Eğer Türkiye’de değil Amerika’da bulunuyorsanız yolunuzu Nevada’ya düşürün derim; çünkü Elektrikli Araç EV1 müzede sizi bekliyor olacak. EV1’in inanılmaz öyküsünü ise gelecek haftaya bırakalım.


12

Güncel

24 Temmuz 2013 Çarşamba

WASHINGTONPOINT

Beyaz Güvercin’e Taliban’dan mektup (NEW YORK – POSTA 212) Nobel Barış ödülüne aday gösterilen 16 yaşındaki Pakistanlı Malala Yousafzai 9 Ekim 2012’de okuldan eve dönerken Taliban’ın düzenlediği saldırıda başından ve boynundan vuruldu. Saldırının nedeni, Malala’nın Pakistanlı kızların okula gitmesi nedeniyle verdiği mücadeleden dolayı Taliban’ın ölüm listesine girmiş olmasıydı.

» SAĞLIĞINA KAVUŞTU

15 Ekim’de Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait bir ambulans uçakla İngiltere’nin Birmingham kentindeki Queen Elizabeth Hastanesi’ne götürülen ve tedavisi burada devam eden Malala sağlığına kavuştu ve mücadelesine devam ediyor. Malala’nın bir zamanlar yaşadığı Pakistan’ın kuzeybatısındaki Swat bölgesi Taliban’ın kontrolü altında. Şeriatla yönetilen bu bölgede kızların okula gitmesi yasak. 2001 yılında Swat Vadisi’nde Taliban’a karşı başlatılan operasyonlar nedeniyle 2,5 milyon insan bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Malala’nın ailesi de göç edenler arasındaydı. Daha sonra Pakistan’ın İsviçre’si olarak tanımlanan bölgeye geri dönen Malala’nın yaşadıkları, Taliban’ın bölgedeki hakimiyetinin ve kontrolünün devam ettiğinin göstergesi.

» BM’DE ALKIŞLANDI

BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun’un daveti üzerine New York’a gelen Malala Yousafzai geçtiğimiz hafta 16’ncı yaş gününde yaptığı konuşmasıyla bir kez daha dünyanın gündemine oturdu. Malala konuşmasında “Kalemlerimizi ve kitaplarımızı alalım. Onlar bizim en güçlü silahlarımız. Bir çocuk, bir öğretmen, bir kalem ve bir kitap bütün dünyayı değiştirebilir. Eğitim tek çözümdür. Teröristler benim amacımı değiştirebileceklerini düşündüler ve benim hedeflerimi durdurmaya çalıştılar fakat hayatımda hiç bir şey değişmedi. Zayıflık, korku ve umutsuzluk öldü. Güç ve cesaret doğdu” diyerek büyük alkış topladı.

» TALİBAN’DAN MEKTUP GELDİ

Pakistan'daki Taliban örgütünün bir lideri, Malala’ya bir mektup göndererek saldırı karşısındaki hislerini dile getirdi. Mektubunda özür dilemediği dikkati çeken Adnan Raşid, "Saldırının hiç olmamasını" diledi. Ayrıca saldırının, Malala’nın eğitim için yürüttüğü kampanyalardan değil, Taliban'a karşı bir 'karalama kampanyası' yaptığı için gerçekleştiğini söyledi. Mektubu “kendi adına” kaleme aldığını söyleyen Raşid, saldırının doğru olup olmadığına Allah'ın karar vereceğini söyledi. Raşid, genç kıza "yurduna dön, kendini İslama ve Paştun kültürüne ada, kızlara özel İslami medreseye kaydol, kalemini kullan ve tüm insanlığı köleleştirmek isteyen elit kesimin komplolarını açığa çıkar” tavsiyesinde bulundu.

Okulda yemek faciası: 22 ölü (NEW YORK-POSTA 212) Hindistan’ın doğusundaki Bihar eyaletindeki bir ilkokulda öğrencilere verilen yemek felaketle sonuçlandı. Yemekten zehirlenen 47 öğrenciden 22’si hayatını kaybetti. 10 öğrencinin ise durumu ağır. Hindistan’ın en yoksul ve en kalabalık bölgelerinden biri olan Bihar eyaletindeki yerel halk, daha önce de okullarda gıda zehirlenmesi olayları yaşandığını anlatıyor. Çocukların okulda yedikleri pirinç pilavı, soya fasulyesi ve salatadan oluşan yemekten sonra zehirlendiği açıklandı. Olayla ilgili araştırma sürerken, çocuğu ölen ailelere 3 bin 370 dolar tazminat ödeneceği açıklandı. Bihar Eğitim Müdürü P.K. Shahi ölümlere tarım ilaçlarında kullanılan organofosfat adlı bir kimyasalın yol açtığını açıkladı. CNN’e açıklama yapan Shahi, okuldaki aşçının gelen yemeğin yağının kalitesini sorguladığını ancak başöğretmenin onu azarladığını ve çocukları yemeye devam etmeye zorladığını açıkladı. Hindistan'da çocukların okula devamını teşvik etmek amacıyla bedava öğle yemeği veriliyor. Ülkede okullara yiyecek servisi 1925 yılından beri merkezi bir sistemle yapılıyor. Ancak yemeklerin hijyen kurallarına uygun hazırlanmadığı ifade ediliyor.

ERDOĞAN MISIR'DA YANLIŞ BAHSE OYNUYOR

Mısır politikaları ve Müslüman Kardeşler uzmanı Eric Trager’e göre; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın devrik liderr Mursi’nin geri gelmesini düşünmesi garip İLHAN TANIR WASHINGTON

n Mısır’da olan ne idi? Bazıları darbe, diğer-

leri ise "coup-revolution" darbe-devrim diyorlar. Benim perspektifime göre Mısır’da olan darbe idi. Ama bununla birlikte geniş bir çerçeveye sahip olan bir darbe idi. Öncelikle bu darbe Muhammed Mursi’nin tümüyle kaybettiği kontrole karşı yapılan bir darbe idi. Haziran 30’daki protestolar ve sonraki günlerde Mursi sadece isim olarak Cumhurbaşkanı idi ama ne polisi, ne askeri kontrol edebiliyordu. Belki sadece birkaç bakanlık üstünde etkisi kalmıştı. Dolayısıyla, 90 milyona yaklaşan bir ülke için bu durum tabi ki sürdürülebilir değildi. Burada tehlikede olan Mısır Devleti ve devlet kurumlarının hayatiyeti idi. Dolayısıyla, evet, Mursi’nin yerinden edilmesi açısından bir darbe ve askeri müdahale idi. İkinci olarak da, Mursi’nin ülkede kaybettiği ezici popüleritesi -ki örneğin Beni Sueyf gibi oldukça Müslüman Kardeşler yanlısı, muhafazakar ve 2012’deki seçimlerde üçte ikilik oy oranının Mursi’ye çıktığı bir yerde bile, Müslüman Kardeşlerin yüksek rehberi, kendi evi de orada olduğu halde, gösterilen protestolardan dolayı geri dönemedi. Mursi’ye karşı olan anti-sempati Mısır çapında bu kadar derin ve geniş hal almıştı. n Peki bu durum nasıl sonlanacak? Sanıyorum kısa dönemde şiddet devam edecek. Sanıyorum Mısır ciddi bir iç mücadeleye doğru yol alıyor. Müslüman Kardeşler, gördüğüm kadarıyla iki nedenden ötürü geri adım atmak istemiyor: Birincisi, prensip gereği olarak, seçilen cumhurbaşkanlarının güçle yerinden edilmesini kabul edemezler. En azından şimdilik. İkinci neden ise, kavgalarını ne kadar uzatırlarsa politik olarak daha çok kazanacaklarına inanmaktalar. Çünkü devletten büyük acılar çektikçe, Mısır toplumundan sempati kazanacaklarını düşünmekteler. Aynı zamanda Mısır Askeri Kuvvetleri içinde bölünmenin mümkün olduğunu düşünmekteler. n Asker için böyle bir bölünmenin olmasını mümkün mü? Bilmiyorum. Eğer iddiaya girmek gerekseydi, bunun olmayacağı bahsine girerdim. Bilememenin nedeni ise, Mısır üzerine çalışan uzmanların, Mısır Askeri Kuvvetlerinin tepesini çıkardığımızda, aşağıdaki katmanlarla ilgili bilgisinin oldukça sınırlı olduğudur. Dolayısıyla, subaylar içinde Müslüman Kardeşlere ne çapta bir sempatinin ve sempatizan grubunun bulunduğunu bilememekteyiz. Bildiğimiz şey ise, Mısırlı askerlerin genel bir şekilde bütün Mısırlılardan alındığı ve bunların arasındaki bazılarının kendi vatandaşlarına ateş etmekte zorlanacağını bilmekteyiz. Müslüman Kardeşler de buna güvenmekte. Sonunda hatırlamamız gereken, Mısırlı Müslüman Kardeşlerin en yüksek tahminle 1 milyon civarında bir insan topluluğuna ulaştığı, veya üzerinde etkili olduğu. Seçimleri kazanmalarının nedeni ise, karşılarında çok daha bölünmüş, yüzlerce, belki binlerce adayın ortaya çıkması ve kendilerinin örgütsel avatanjları. Ve yüzde 20 aldığında da seçimi kazanmış olursun. n Mısır Askeri Kuvvetleri Hakkına neden bu denli sınırlı bilgi var? Çünkü, Amerikan ve Mısır Askeri ilişkileri çok derinlikte yürümüyor. Örneğin, bir grup Mısırlı Albayın, üslerinden farklı bir ideolojiye sahip olup olmadığını veya Mısır’da olanları tümüyle farklı görüp görmediklerini, bu anlamda bir iç darbe yapmak isteyip istemediklerini anlayacak bir yakınlığımız yok. Ondan dolayı da bu opsiyon her zaman için mümkündür. Bahse girmem gerekirse, hayır, bu tür bir şey beklemem. Örneğin, Mısır Ordusunun Sina’yı koruyabilecek, kapasiteli bir ordu olmadığını gördük. Paralel olarak, eğer kendi aralarında tümüyle bir kontrole sahip değillerse de beni pek şoka sokmaz. n Yani başka bir Suriye senaryosunun pek mümkün olmadığı kanaatindesiniz? Mısır’ın, bir iç savaşa gitmesi için temel unsurlara sahip olmadığını düşünüyorum. İlk olarak Müslüman Kardeşler yeterince büyük değil. İkinci olarak, mezhepsel bölünme bir Lübnan veya Suriye gibi değil. Ama şiddetin yeteri kadar güçlü, sürekli olabileceğini ve karmaşıklığa yol açabileceğini bir senaryo olarak düşünüyorum. Yani bir iç savaş görünmüyorsa da, bu demek değildir ki Mısır’da bir istikrar garantidir. n Bu dönemde Amerikan Politikasını nasıl

n Eric Trager, Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikaları düşünce kuruluşunda, Mısır Politikaları ve Müslüman Kardeşler üzerine uzman olarak çalışıyor. 2011 anti-Mübarek ve 2013 anti-

değerlendirmek gerekir? Amerikan politikası büyük oranda tepkisel olarak gelişti ve bu sadece son iki hafta için değil, son 2,5 yıl için geçerli bir durum. Çok kısaca belirtmek gerekirse, Amerika, kim Mısır’ı yönetiyorsa onunla çalışırım demekte. Mübarek, Mısır Ordusu, Mursi veya şimdi de geçici hükümet . n Başka ne yapabilirdi Amerika? Hiçbir şey. Kanaatim, Amerika’nın, 6 bin mil uzaklıktaki bir ülke üzerinde, o ülkenin iç politik dengelerine yön vermek adına, oldukça sınırlı düzeyde bir etkiye sahip olduğu. Bana göre, dış politik araçlar, başka ülkelerin ancak dış ilişki davranışlarına etkide bulunabilirler. Diğer türlü, dış politika yoluyla, diğer ülkelerin iç politik dengelerine her zaman müdahale etmek pek mümkün değildir. Yalnız, o tür bir manivela kuvveti ancak kritik olay veya dönemlerde mümkündür. Örneğin, eğer ABD, kasım ayının 23’ünde, Mursi’nin güç çalan, anayasal kararına tepki gösterse ve uluslararası toplumun da tepki vermesi için uğraşsa idi, o takdirde Müslüman Kardeşler geri adım atabilirdi. Çünkü o esnada Müslüman Kardeşler gerçekten de uluslararası meşruiyet ve tanınma konusunda çok hassas ve arzulu idi. Bildiğim bir başka husus var ki o da, Müslüman Kardeşlerin önceliklerinden biri ABD’yi gücendirmemekti. Çünkü ABD’nin kendilerini yıkmasından korkuyorlardı. n Neden o dönemde ABD o kadar sessiz kaldı peki? Bunun nedenlerinden biri, eğer bu tür iç politik istismarlara sessiz kalırsa, ABD Mısır’dan dış politika bağlamında daha iyi bir ortaklık bulacağını düşündü. Bu, aslında ABD’nin Mübarek ile veya Mısır Askeri Yönetimi ile daha önce yaptığı pazarlıkların aynısı idi. Ama ABD’nin anlayamadığı, bu tür iç istismarlara sessiz kalındığında, Mısır’ın iç istikrarını kaybettiği ve böylece ABD’nin ortaklığı noktasında da Mısır’ın daha az kapasiteye sahip olması. n Buna rağmen, Müslüman Kardeşlerin ve Ortadoğu’da birçok yerde ABD’nin ve Batı’nın Mısır’daki darbenin arkasında olmak-

Mursi protestolarında Kahire’de bulunan Trager, başkentte gerek Amerikan yönetimi, gerekse Kongre’de, Mısır üzerine görüşlerine en çok başvurulan isimlerden biri. Makaleleri Ameri-

la suçlanıyor. Müslüman Kardeşlerin, kendi yenilgisini açıklarken, anti-Amerikancı komplo teorilerine başvurması şaşırtmamalı. Müslüman Kardeşlerin ve hatta güçten bu şekilde düşürülmüş herhangi rejimin de kendini çabucak eleştirmesini beklemem. n Kendileri bu teorilere gerçekten inanıyor mu sizce? Evet, büyük ölçüde. Müslüman Kardeşler ABD’den hep korkmuştur. Bunun nedeni de, bu komplo teorilerinin etkenliği. Yine bu komplo teorilerini, yakınlarda yapılan ve Amerikan STK’ların, Mısır’daki bazı isim ve gruplara yardım etmesinin konu edilmesi üzerine konuşulanlardan görmekteyiz. Kendini anti-Batıcılık üzerine konumlandıran bir hareketin bu teoriler ardında koşturması aslında anlaşabilir. n Başbakan Erdoğan halen Mursi’yi destekliyor hatta kendisi ve AKP tabanında Mursi’nin geri geleceğine dair beklentiler var. Mısır’daki darbeden konuştuğunda adeta Türkiye’den konuşuyor gibi. Nasıl buluyorsunuz bu durumu. Mursi’nin geri gelmesini düşünmesi oldukça garip. Erdoğan’ın kendisinin askeri darbelerle tecrübesini düşündüğümüzde, Mursi’nin başına gelenleri oldukça kişisel ele aldığını görüyoruz. Ama bu açık bir şekilde yanlış oynanan bir bahis. Çünkü, bir tarafta derin sosyal ve tarihi bağlara sahip Müslüman Kardeşlerin yok edilmesinin imkansız olduğunu düşünürken, Mısır Askeri Kuvvetlerinin MK’nin kafasını koparacağını, birçok liderini hapse göndereceğini ve sonunda örgütün ciddi bir şekilde darbe olacağını görmekteyiz. Bundan dolayı da Erdoğan için kazanması oldukça zor bir bahis bu. Erdoğan’ın bu yaklaşımının, onun başkalarının bilmediği bir şeyi bildiğinden dolayı değil, bir ideolojik hamle olduğu sanıyorum. n Peki bu beklenti, Mursi’nin tekrar geleceği ve ya Mısır darbesinin geri döndürüleceği hakkındaki beklenti nereden geliyor? Bu beklenti bana bir hayal (delusion) olarak görülüyor. Bununla birlikte Mısır şu an bir siyasi türbülans içinde ve herşeyin olması da mümkün. Şu an süre giden Askeri kuvvetlerin avının uzun bir süre devam edeceğini de kimse beklememeli. Oldukça büyük değişimler yaşanıyor. Ama bir süre daha MK liderlerinin peşinden gidileceği beklenmeli. n Herhangi bir yumuşama beklentisi yanlış mı? Şu an için yumuşama veya uzlaşma belirtisi yok. Müslüman Kardeşler zaten böyle bir uzlaşma peşinde de değil. Mısır Askeri de, içinde Müslüman Kardeşler liderlerinin bulunacağı bir pazarlığın kendisi için intihar olacağının farkında. Bir kişiyi ve zümreyi güçten düşürüp, sonra da aynı kişilerle pazarlık yapamazsınız. n Oran olarak Mursi’nin gelmesini sorsam? Söyleyeceğim şey, böyle bir dönüş komutanlar için intihar olur. Tek yol olarak, çok üst düzey bir istikrarsızlık halinde, şu anki yönetimin daha tehlikeli hale gelmesi halinde olabilir. n Müslüman Kardeşler eğer protestolarını artırırsa, şiddet artarsa? Ben Müslüman Kardeşlerin Mursi’nin dö-

ka’nın ileri gelen mecmualarında sıkça beliriyor. Kendisi aynı zamanda Pennsylvania Üniversitesinde öğretim görevlisi. Arapça ve İbranice’yi yabancı dil olarak konuşuyor.

nebilmesi için herhangi bir anlaşma yapabileceğini öngöremiyorum. Bir general olduğunu düşün ve darbe yaptıktan sonra buna nasıl izin verebilirsin? n Mursi İçin Ne Beklemek Lazım? Mahkeme, Hapis? Evet, yani Asker stratejik olarak Mursi ve yakın arkadaşlarını güçten ayırmanın yolunu bulmak zorunda. Ve eğer bunu yapmakta başarısız olursa, işte o zaman gerçekten de kestirmesi güç bir yola girmiş oluruz. n AKP ve Başbakan Erdoğan’ın bir başka argümanı, eğer Uluslararası Toplum sert biçimde karşı çıkmış olsaydı darbeyi, bunlar yaşanmayabilirdi. Aynı görüşte değilim. Yabancı aktörler ancak kritik zamanlarda etkili olabilirler ve diğer ülkelerin askerleri üstünde etkili olabilirler. Bazı güvenilir raporlarda, Mısır Askerinin ocak ayından beri, darbe yapmak istemediğini gösteriyor. Ve böyle güçlü ve büyük bir karar alındıktan sonra ise bunu dışarıdan durdurmak pek mümkün olmayacaktır. AB, mart ayında Mursi uzlaşmacı bir hükümet kurması noktasında arabulucu olmaya çalıştığını ama Mursi’nin buna karşı çıktığını biliyoruz. n Bundan sonraki Türkiye ve Mısır ilişkisini nasıl beklemek lazım? Zor bir ilişki olacak. Erdoğan’ın sert bir şekilde darbeyi eleştirmesi ve tümüyle Müslüman Kardeşleri desteklemeye karar vermesi, Mısır’ın bir süre daha bir şekilde Asker tarafından yönetileceği düşünülürse, iki ülkenin ilişkilerinin oldukça komplike bir hale geleceğini düşünmek yanlış olmaz. Mısır Askeri şu an herhangi bir eleştiriye karşı oldukça hassas. Hatta, ‘darbe’ kelimesinin kullanılması dahi, onları patlatmak için yeterli olabiliyor. Bundan dolayı da bu yönetimin bu tarz bir eleştiriye aynı şekilde cevap vermesi şaşırtmayacaktır, özellikle bunun Türkiye gibi, Mısır tarafından çok da ihtiyaç duyulmayan, çok da fazla birşey sunmayan bir ülkeden geldiği düşünülürse. Önceki dönemde bazı stratejik yakınlaşmalar olduğu doğru ama büyük bir yardım vs yok. Örneğin Katar da Müslüman Kardeşlere stratejik olarak bağlıydı ama kısa zamanda oldukça büyük bir değişim geçirdi. n Müslüman Kardeşlere olan şeyin, Siyasi İslama karşı bölgesel bir çalışmanın olduğuna inanıyor musunuz? Mısır’da olan, bölgesel manada, geniş bir komplolunun parçası olarak siyasi İslama karşı olan bir proje değildir. Bu, Müslüman ülkelerde yaşayan insanların, vatandaşların, kendilerine verilen ve tutulmayan sözlere karşı verdikleri bir cevap. Bence bu Mısır için de, Türkiye için de geçerli olan bir durum. İslamcılık, temelde iki unsura inanan bir ideolojidir. Birisi, İslam insanın hayatının her parçasına dokunan ve söz söyleyen bir dindir. Ve ikincisi de, ve konumuzla en çok alakadar olan da, bu ideolojiye göre, devletin bu hükümleri hayata geçirmekle mükellef olmasıdır. Her Müslüman ilk şarta inanabilir ama diğerine inanmaktır kritik olan, ve İslamcılığı bağlayan. Batıda yapılan hatalardan biri, Müslüman ülkelerde çoğunluğun Müslüman olmasından yola çıkarak, böyle bir devlet sistemine herkesin veya çoğunluğun talep ettiğini düşünmeleridir.


Göçmenlik

GREEN CARD MÜJDESİ

Yurt dışında oy kullanma kuralları

ÇİFTLERDEN BİRİ YEŞİL KARTLI İSE DİĞERİ DE ALABİLECEK

ABD’de yaşıyorsanız ve hem genel seçimlerde hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanabilmeniz için bazı temel kuralları bilmeniz gerekiyor. POSTA212 olarak New York Başkonsolosluğu ile işbirliği yaparak oy kullanabilmek için yapmanız gerekenleri araştırdık

Amerika’da yaşayan çiftlerden biri yeşil karta sahipse eşi de ABD vatandaşı olmayı beklemeden yeşil kart sahibi olabilecek (NEW YORK – POSTA 212) Yeşil Kart sahipleri Amerikan vatandaşı olmayı beklemeden ABD’de yasal olarak yaşayan eşlerinin Yeşil Kart alabilmeleri için ağustos ayı itibariyle başvuru yapabilecek. Temmuz ayında yayınlanan ve vize numaralarının durumunu gösteren raporda (Visa Bulletin), F2A olarak belirtilen “Yeşil Kartlıların eşleri için yaptıkları başvurular”ı kapsayan kategoride bütün başvuruların güncel olduğu açıklandı. Vize numaralarının güncel olması ile birlikte Yeşil Kart sahipleri ABD’de yasal olarak yaşayan eş ve 21 yaş altı çocukla-

rı için aynı anda 2 aşama için de başvuru yapabilecek. Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Avukat Remzi Güvenç Kulen, F2A kategorisinin önümüzdeki birkaç ay boyunca güncel kalacağını ve bunun ABD’de yaşayan çiftler için çok önemli bir fırsat olduğunu belirtti. “Başvuru göçmenlik bürosuna gönderildikten sonra seyahat ve çalışma izinleri 3-4 ay içinde çıkacağı için eşler sosyal güvenlik numarası ve ehliyet de alabilecekler. Başvuru işlemde iken vize numaraları gelse bile pratikte bunun çok bir öne-

mi olmayacak çünkü seyahat ve çalışma izinleri yenilenebilecek.” Ayrıca Kulen’e göre ilk aşama başvuruları Göçmenlik Bürosu’nda olanlar ağustos ayı içerisinde ikinci aşama başvuruları ile birlikte çalışma ve seyahat izni başvurularını da yapabilecekler. Bilindiği üzere Amerikan vatandaşlarının eşleri için yaptıkları Yeşil Kart başvuruları kısa sürede sonuçlanırken, Yeşil Kartlıların yaptığı başvuruların sonuçlanması vize numaralarının güncel olmadığı gerekçesiyle 2-3 seneyi bulabiliyordu.

AMERİKA’nın zaman içindeki göç politikaları ABD’de Göçmenlik Reform Yasası milyonlarca kişiyi umutlandırırken, POSTA212 olarak ABD’nin 1700’lü yıllardan bu yana göç yasaları ve politikalarını sizler için araştırdık… (NEW YORK POSTA 212) 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın başında Amerika’ya göç etmek için “suçlu, deli ya da aptal” olmamak ve 50 sent sahibi olmak yetiyordu. Ama ülke büyüdükçe, ülkeye kaç kişinin ve kimin göç edebileceği sınırlandırılmaya başladı. 1790’da kabul edilen Vatandaşlık Yasası’na göre beyaz, özgür ve ahlaklı olan ve ABD’de en az iki yıl herkes Amerikan vatandaşı olabiliyordu. 1882 yılında Göç Yasası her göçmenden 50 sent vergi alınmasını ve “suçlu, deli ya da aptal” olan veya kamuya yük olmadan kendine bakamayanların ülkeye alınmamasını şart koştu. 1891 yılında, Hazine Bakanlığı’na bağlı bir Göçmenlik Dairesi kuruldu. Ertesi yıl New York Limanı’ndaki Ellis Adası ilk federal göç istasyonu oldu ve 1954 yılına kadar 12 milyondan fazla kişi buradan ülkeye giriş yaptı. 1903 -1917 arasında göçmenlere yeni kısıtlamalar geldi. Fiziksel ya da zihinsel kusurları olanlar, dilenciler, okuma yazma bilmeyenler, ailesinden ayrı çocuklar ve Asyalılar’ın büyük bölümü ülkeye alınmadı. 1921 Kota Kanunu göçmen

13

24 Temmuz 2013 Çarşamba

(NEW YORK-POSTA-212) Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’de yapılacak cumhurbaşkanı seçimi, milletvekili genel seçimi ve halkoylamalarında, bulundukları ülkelerde açılacak sandıklarda oy kullanabilmelerine ilişkin hazırlıklar devam etmektedir. Mevcut aşamada aşağıdaki hususlaran dikkat edilmesi gerekmektedir. Yurtdışında yaşayan Türkler, seçim döneminde oy kullanabilmeleri için “Yurtdışı Seçmen Kütüğü”ne kayıtlı olmaları gerekmektedir. Yurtdışı Seçmen Kütüğü’nde yer almanın tek yolu, yurtiçinde nüfus müdürlüklerine, yurtdışında ise konsolosluklarımıza başvurarak “adres beyanı”nda bulunmaktır. Yurtdışında yaşayan ve seçmen niteliğine sahip olan vatandaşlar, evvelce adres beyanında bulunmuşlarsa, Yurtdışı Seçmen Kütüğü’ne kayıtlı olup olmadıklarını, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’nın internet sitesinden (https://www.ysk.gov. tr/ysk/index.html) kontrol edebilirler. Yurtdışında yaşayan ve seçmen niteliğini taşımakla birlikte, Yurtdışı Seçmen Kütüğü’nde kayıtlı olmayan vatandaşlar, New York Başkonsolosluğu’na şahsen müracaatla “Adres Beyan Formu” doldurarak, T.C. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinden (http://www.nvi.gov.tr/Hakkimizda/Projeler,Aks.html?pageindex=11) indirebilecekleri “Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımız İçin Adres Beyan FormuB (ön ve arka sayfa)”yi eksiksiz doldurduktan sonra, nüfus cüzdanlarının önlü/ arkalı fotokopisiyle birlikte posta yoluyla Başkonsolosluğumuza göndererek, adres beyanında bulunmaları mümkündür. T.C. New York Başkonsolosluğu Dışişleri Bakanlığı, New York BK 18.07.2013/ Description: https://disnet. mfa.gov.tr/images/information_plus.png

NEW YORK BAŞKONSOLOSLUĞU VE POSTA212 İŞBİRLİĞİ İLE HAZIRLANMIŞTIR

kongreden geçerse 11 milyon belgesiz göçmene yasal statü sağlayacak.

RAKAMLARLA GÖÇ

sayısını yılda 350 binle sınırlandırdı. 1929 yılında, Asyalı göçmenlerin ülkeye girmesi yasaklandı ve yıllık göçmen kotası 150 bine indirildi. Kuzey ve Batı Avrupa’ya yüzde 70, Avrupa’nın geri kalanına yüzde 30 kota tanındı. 1942’de Bracero Programı ile Meksikalılar ABD’ye misafir ta-

rım işçisi olarak gelebilmeye başladı. 1964’te sona erdiğinde programa 4 milyon kişi kayıtlıydı. 1954’te Meksika’dan gelen belgesiz göçmenlerin sınır dışı edilmesine başlandı. 1986’da Başkan Ronald Reagan, belgesiz göçmenlere yasal statü veren tartışmalı Göçmenlik Yasası’nı kabul ederek 3 milyon göçmene statü kazandırdı. 1990 yılında yıllık göç kotası 700 bine çıkartıldı ve “Çeşitlilik” Kura Programı başladı. 1996 yılında Yasadışı Göç Reformu ile Meksika sınırında güvenlik artırıldı. Yasal göçmenler

için sosyal programlar azaltılırken, belgesiz göçmenler için programlar sona erdirildi. 2001 yılında 11 Eylül’den itibaren sınır kapılarında güvenlik programı başlatıldı. 2003 yılında kurulan Ulusal Güvenlik Dairesi, gümrük ve göçmenlik dairelerinin yerini aldı. 2007 yılında Kongre’nin Göç Reformu’na geçit vermemesi protestolarla karşılandı. 2012 yılında başkan Obama, ülkeye çocukken gelmiş yüzbinlerce belgesiz göçmenin sınır dışı edilme tehdidi olmadan ülkede kalmasına izin verdi. 2013 yılında Göç Reformu

Bugün ABD nüfusunun yüzde 13’ü başka ülkelerde doğdu. Değişen göç politikalarına rağmen bu oran, yüz yıl öncesindeki oranın çok az altında. Ancak göçmenlerin profili tamamen farklı. 1960 yılında yüzde 70 olan Avrupa’da doğmuş göçmenlerin oranı bugün yüzde 12. 1960 yılında yüzde 9 ve yüzde 5 olan Latin Amerikalı ve Uzakdoğulu göçmenlerin bugünkü oranıysa sırayla yüzde 53 ve yüzde 28. 1960 yılında ABD’ye en çok göç veren ülkeler sırasıyla İtalya, Almanya, Kanada, İngiltere ve Polonya’ydı. Bu dönemde İtalya’da doğmuş göçmenlerin sayısı 1,3 milyondu. Bugünse en çok göç veren ülkeler sırayla Meksika, Çin, Hindistan, Filipinler ve Vietnam. Bugün ABD’de Meksika’da doğmuş 11,7 milyon göçmen yaşıyor.

A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

GAZETESİ

24 Temmuz 2013 Çarşamba

YIL: 1 SAYI: 10

SAHİBİ POSTA 212 PUBLISHING LLC ADINA

EKMEL ANDA

MEDYA GRUP BAŞKANI

CAN KAMİLOĞLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ

YILMAZ SOYTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

AHMET RAVALI

HABER KOORDİNATÖRÜ HALDUN ARMAĞAN EDİTÖRLER

SAYFA TASARIM WEB WASHINGTON TEMSİLCİSİ İDARİ MÜDÜR REKLAM VE PAZARLAMA MÜDÜRÜ

GÖRSEL YÖNETMEN SÜLEYMAN PEROL MEHVEŞ KOÇAK ADNAN ONARAN ESEN ÜNAL ARDA SAYINER ERDAL ÖZBEK EMRE EMİRGİL İLHAN TANIR MEHVEŞ SÖNMEZ SURHAN ÜNAL

ADRES 31 – 00 47th Ave. Long Island City, NY 11101 TELEFON 718 732 08 57 ABONE SERVİSİ REKLAM SERVİSİ SERİ İLAN HABER MERKEZİ DAĞITIM

abone@posta212.com reklam@posta212.com seriilan@posta212.com haber@posta212.com dagitim@posta212.com

POSTA 212 GAZETESİ ANKA HABER AJANSI ABONESİDİR


14

Eğitim

24 Temmuz 2013 Çarşamba

KALİFORNİYA ÜNİVERSİTESİ YÖNETİMİNDE İLK KEZ BİR MÜSLÜMAN ÖĞRENCİ

Ohio da sonradan ödeme sistemi düşünüyor Öğrencilerin mezun olduktan sonra maaşlarının sabit bir oranıyla eğitim masraflarını geri ödemesi planı ilgi çekti. (OREGON- POSTA 212) Oregon eyaletinin öğrencilerin üniversite masraflarını mezun olduktan sonra ödemesi planı başka eyaletlerin de ilgisini çekti. Ohio’dan temsilci Robert F. Hagan ve Mike Foley, benzer bir programın geliştirilmesi ve denenmesi için devrede. Hagan ve Foley kısıtlı gelir temelli yeniden ödeme planının iki yıl süreyle denenmesini istiyorlar. Deneme başarılı olursa, plan daha geniş çerçeveli olarak uygulamaya girebilir. Plana göre öğrenciler, mezun olduktan sonra 24 yıl boyunca yıllık gelirlerinin yüzde 3’ünü geri ödeyecekler. Öğrencilerin gelecekteki kazancı ne olursa olsun, yüzde 3’lük oran değişmeyecek. Böylece, mezun olduktan sonra iş bulmakta zorlanan kişiler zor durumda kalmayacaklar. Plan, yakın zamanda Portland Üniversitesi’nde bir derste geliştirilen ve Oregon’da onaylanan “Pay It Forward” adlı modele çok benziyor. Planı eleştirenler ise daha çok kazanan, yani daha başarılı olanların toplam daha fazla ödeme yapacaklarını, planın bu nedenle aslında başarılı olanları cezalandırdığını söylüyorlar. Yine de planlar düşük ve orta gelirli öğrencilerin üniversiteye gidebilmesi için bir fırsat olabilir. Seattle merkezli bir düşünce kurulu olan Ekonomik Fırsat Enstitüsü, yöntem sayesinde insanların karşısına masrafların çıkmamasının birçok insanı üniversiteye yönlendirebileceğini söylüyor. Plan, eyaletin bir başlangıç yatırımı yapmasını gerektirse de, son uzun vadede kendi kendine ayakta kalabilecek.

SADİA AMERİKA’DA TARİHE GEÇTİ Dünyanın sayılı üniversiteleri arasında bulunan Kaliforniya Üniversitesi’nin yönetimine öğrencileri temsilen Amerikalı Müslüman bir öğrenci getirildi (KALİFORNİYA - POSTA 212) Dünyanın en prestijli üniversitelerinden Kaliforniya Üniversitesi'nin (UC) yönetim kurulunda tarihe geçecek bir ilk yaşandı. İlk kez, bütün UC öğrencilerini temsil etmek üzere Müslüman-Amerikalı bir öğrenci atandı. 21 yaşındaki Sadia Saifuddin, öğrenci

başkanı olarak atanmasının ardından yaptığı konuşmada UC siteminde hizmet verecek ilk Müslüman öğrenci olacağının altını çizdi. UC Berkeley öğrencisi Saifuddin'in bu göreve atanması bazı kesimler tarafından yanlış bulundu. Bunun sebebi, Saifuddin'in bir zamanlar UC'yi İsrail Ordusu ve Batı Şeria'daki İsrail uygulamalarıyla işbirliği içeresinde olan bütün şirketleri boykot etmeye çağırmasıydı. Yönetim Kurulu üyelerinden Richard Blum, bu sebeple Saifuddin'e oy vermediğini ve çekimser kaldığını açık açık söyledi. "Eğer insan hakları konusunda en çok ihlalin yaşandığı ülkeleri listeleyerek onlarla işbirliği içinde olmamamızı istiyorsanız, bu kapsamda İsrail'den daha kötü en az 100 ülke daha var" diye belirtti. Kaliforniya Senatosu Feinstein ile evli olan Blum, Saifuddin ile işbirliği içerisinde çalışacağına söz verdi. ‘’Bu durum hakkın-

da kendime ait kişisel fikirlerim olsa bile, bu yönetim kurulundaki bir öğrenci ile aramızdaki profesyonel çalışma düzenini kesinlikle etkilemeyecektir" diye ekledi. Saifuddin ayrılıkçılık yarattığı gerekçesiyle de bazı eleştirilerin hedefi oldu. Mart ayında UC'de yapılan İslamafobik bir nefret konuşmasını kınayan önergeyi destekleyen genç öğrenci: "Bu ifade özgürlüğünü aşan bir konuşmaydı." diye yorum yaptı. 2 üyesi Yahudi olan UC Yönetim Kurulu'nun oylaması sonucunda seçilen Saifuddin ile ilgili üyelerden Bonnie Reiss: ‘’Eğer anti-semitik olduğunu düşünseydik, komite olarak Saifuddin'i seçmezdik." diye yorum yaptı. Saifuddin, bundan sonra UC öğrencilerinin bütün sorunlarıyla ilgileneceğini belirterek: "Önümüzdeki iki yıl boyunca öğrencilerle ilgili birçok alanda çalışma yapmayı planlıyorum." diye açıklama yaptı.

Yaz programları gerçekten faydalı mı? Ailelerin, çocuklarının üniversiteye kabul şansını artırmak için kayıt yaptırdığı pahalı yaz programları beklentileri karşılamıyor (NEW YORK – POSTA 212) ABD’nin en eski üniversitesi olan Harvard’dan mezun olmak tüm kapıları açabilir. Ama Harvard’ın yaz okulu programı, Harvard’a kabul edilmek isteyen lise öğrencilerine faydalı olabilir mi? Bloomberg’den Mary Camille Izlar, bunu denemenin en az 10 bin dolara malolduğunu söylüyor. Bu tür pahalı yaz programları sunan tek üniversite Harvard değil. Okullar, bu programlara katılanlara üniversiteye kabul konusunda hiçbir söz vermeseler de, programların böyle bir beklenti

doğurduğu, hatta bu beklentiden faydalandığı da bir gerçek. Ayrıca düşük gelirli öğrencilerin yanına bile yaklaşamadığı bu programlar, eşitsizliğe de neden oluyor. Washington’daki Ulusal Üniversite Giriş Ağı direktörü Elizabeth Morgan, “Bu programların birçoğu ailelerin çocuklarını seçkin üniversitelere sokma endişesinden faydalanıyor,” diyor. “Bu bir gelir stratejisi. Bu programlar yalnızca parası yetenlere sunuluyor.” Aslında, yazın boş kalan yurtları lise öğrencileriyle doldurmak, üniversitelerin para kazanma yöntemlerinden birisi. Öğrencilerin yüksek öğrenime erişimini sağlamak için çalışan Lamina Vakfı’nın başkanı Jamie Merisotis, “Üniversiteler büyük bir bütçe yükünün altındalar ve bu programlar sa-

yesinde birkaç hafta içinde öğrenci başına 5000-7000 hatta 10 bin dolar kazanabiliyorlar” diyor. “Üniversiteler açısından bakarsanız, bu çok iyi bir rakam.” Harvard’ın yanı sıra, artık Stanford, Duke ve 3 haftalık programı 7800 dolar olan Columbia Üniversitesi de böyle yaz programları düzenliyor. Bu programları yürütenler, ailelerinin b eklentilerini fazla yükseltmemeye çalışıyorlar. Columbia’da Sürekli Eğitim Dekanı Kristine Billmyer, ailelerin çocuklarının okula kabul alması için bu programlara göndermemesi gerektiğini söylüyor. Öte yandan programlara katılanların dörtte birinin okula girdiğini de ekliyor. “Eğer programlara katılmak için borca girmeniz gerekecekse, bunu bir daha düşünmelisiniz” diyor.

ABD’Yİ HARVARDLILAR YÖNETİYOR National Journal dergisi, Obama’nın ekibinin eğitim durumunu araştırdı (NEW YORK – POSTA 212) National Journal’ın 2013’ün 'Karar Vericileri' olarak seçtiği, Başkan Barack Obama’nın ekibinde bulunan 250 yöneticinin büyük bölümü Harvard Üniversitesi’nden mezun. Aynı dergi, dört yıl önce yaptığı araştırmada yine aynı sonuca ulaşmıştı. Karar vericiler arasında Harvard hem lisans, hem yüksek lisans konusunda birinci. Harvard’da lisans yapanların oranı yüzde 23, yüksek lisans yapanların oranı ise yüzde 38. Lisansta Harvard’ı Yale, Cornell ve Princeton takip ediyor. Yüksek lisansta ise durum biraz daha şaşırtıcı. Çünkü ikinci sıradaki Georgetown Üniversitesi’ni, İngiltere’deki Oxford Üniversitesi takip ediyor. Ayrıca, karar vericiler arasında yüksek lisans yapanların yalnızca yüzde 25’i devlet üniversitesini tercih etmiş.


Toplum

24 Temmuz 2013 Çarşamba

15

Müstakbel Kral DOĞDU

GEZİNİN PROTESTOCU ÇOCUKLARI Gezi protestoları yavaş yavaş forum ve tartışmalara dönerken, İstiklal Caddesi’ne yakın mahallelerden çıkan 7-17 yaş arasındaki çocuklar, adeta oyun oynar gibi ateş yakıp, polise cam şişe atmaya devam ediyor (Shilov Silverman-İSTANBUL - POSTA 212 ) Gezi olaylarında polis ile halkın arasındaki çatışmalardan dolayı 5 kişi hayatını kaybetmiş olmasına rağmen iki ay sonra protestoların başarıyla sonuçlandığı kulaktan kulağa yayıldı. Park eski haline getirilmiş ve yine halka açılmıştı. Halen her gece insanlar parktaki şelalede buluşup protestoların bir sonraki aşamasını tartışıyor ve fikirlerini paylaşıyor. Buna rağmen ‘Occupy Gezi’ (Diren Gezi) protestoları gittikçe şiddetleniyor. Taksim’in

kalbinde olan İstiklal Caddesi’nde tekrar ortalığı yakmaya ve hükumete slogan atmaya gelenler var. Bu cumartesi gecesi Gezi Parkı’ndakiler bir forum oluşturmak için toplandı. İstiklal’dekiler ise adeta savaşmaya gelmişlerdi. Gelenlerin çoğu 7-17 yaşlarındaydı. Çöp toplayıp yakmaya başlayan çocuklar, polisleri ellerindeki cam şişeler ile ‘Gel, gel, gel’ diyerek kışkırtmaya çalıştılar. Çocukların bu tavırları bir protestodan çok bir oyuna benziyordu.

Ateş şiddetini arttırdıktan ve polisin çocukların alaycı tavırlarına karşı dayanamaz hale gelmesi ile birlikte TOMA’lar İstiklal Caddesi’ne giriş yaptı ve kaçamayan çocuklara plastik mermi kullandılar. Bazı çocuklar binaların ve otomobillerin arkasında ellerindeki cam şişeler ile polise saldırmak için fırsat bekledi. Cadde boşaldıktan ve ateş söndükten sonra polis tekrar İstiklal Caddesi’nin başına çıktı. Birkaç dakika sonra sokaklar yine dolmuş, yeniden ateşler

yakılmıştı. Cam şişeler çocuklar tarafından durmadan toplanıp tekrar atmaları için aralarında paylaşılıyordu. Sabaha kadar protestolar bu şekilde devam etti. Son günlerde Tarlabaşı civarından gelen çocuklar ateş yakıp, etrafa zarar verip bunu oyun haline getiriyorlar ve bundan zevk alıyorlar. Ama gözlemlerim polisin de çocuklara karşı koyarken bundan zevk aldığını göstermekte. Bu insanların yaralandığı bir oyun ve barışçı Gezi Protestolarının asıl amacı kirleniyor.

(LONDRA-POSTA 212) Londra'da yerel saatle 16.24'te doğan bebek, 3 kilo 800 gram ağırlığında. Annenin ve bebeğin sağlığının yerinde olduğu öğrenildi. Buckingham'a gitmek üzere doğum belgesi bir araca yerleştirildi. Halk Buckingham Sarayı önünde Kraliçe'nin imzalamasının ardından sergilenecek belgeyi görmek için toplandı. Kensington Sarayı kraliyet bebeğinin doğumunu Buckingham Sarayı önünde doğum belgesi sergilenmeden önce bir basın açıklaması ile duyurdu. Yeni karar uyarınca Prens William doğum haberini telefonla büyükannesine verdikten sonra bir basın açıklaması yayınlandı. Eğer doğum Kraliçe'nin uyku saatinden, yani İngiltere saatiyle 22.30'dan sonra gerçekleşseydi doğum haberinin açıklanması için saat sabah 08.00 beklenecekti. Doğum öncesi Kensington Sarayı konuyla ilgili basına yaptığı açıklamada, "Cambridge Düşesi doğumun erken aşamasında Londra Paddington’daki St Mary’s Hastanesi'ne yatırıldı. Düşes Kensington Sarayı’ndan Prens William ile birlikte otomobille St Mary’s Hastanesi’nin Lindo kanadına gitti" demişti. Açıklamanın geri kalanında tahtın varisinin gelecekteki hayatından ipuçları verecek şekilde medyaya, hastane önünde yapılmasına izin verilecek yayınlarla ilgili bir rehber yer aldı.

» BEBEĞİN SOYADI OLACAK MI?

Bebeğin babası Prens William askeri kariyerinde babasının unvanına gönderme yaparak “Wales” yani Galler soyadını kullanıyor. Bebek Cambridge Prensi unvanını alacak. Soyadı olarak ise Mountbatten-Windsor, Wales ya da Cambridge’i kullanabilir. Bebeğin adı ise henüz belli değil. Prens Charles ve Prenses Diana oğulları William'ın adını doğumdan tam bir hafta sonra ilan etmişlerdi.

BM'den 'Balyoz' gibi karar Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, 250 Balyoz sanığının geçen sene yaptığı başvuru üzerine yaptığı değerlendirmeyi tamamladı ve kararı taraflara bildirdi (NEW YORK-POSTA 212) Hürriyet gazetesinin edindiği 16 sayfalık kararda, Türkiye’nin Balyoz yargılamasında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin keyfi tutuklama, âdil yargılama ve savunma hakkına dair üç maddesini ihlal ettiğine hükmedildi. BM, Türkiye’den sanıkların durumlarının telafi edilmesini istedi ve tazminat hakkı doğduğunu açıkladı. Sanıkların avukatı, Washington’ın uluslararası insan hakları savunucularından Jared Genser, “Bu karar, sözde yargılama konusunda adalet adına açık bir zaferdir” dedi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurulan ve ülkelerdeki yargılamalarda insan hakları ihlallerini araştıran Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Balyoz yargılamasında sanıkların haklarını ihlal ettiğine hükmetti. Grubun dün taraflara bildirdiği tarihi kararda, Balyoz Davası’nda “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin keyfi tutuklama, âdil yargılama ve savunma hakkına dair üç kritik maddesi ile“Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”nin yine keyfi tutuklama ve âdil yargılamaya ilişkin iki maddesine uyulmadığına karar verildi. Grup, Türkiye Cumhuriyeti’nin sanıkların durumunu telafi etmesini istedi. Ve sanıkların, oluşan mağduriyetin ardından tazminat hakkı olduğuna karar verdi.

» VARDİYA BİZDE

Geçen hafta Yargıtay’da temyiz duruşmaları başlayan ve aralarında emekli Oramiral Özden Örnek, emekli Orgeneral İbrahim Fırtına gibi eski kuvvet komutanlarının da bulundu-

ğu, birçoğu hükümeti devirmeye teşebbüs etmekten müebbet hapis cezasına çarptırılan 361 sanıklı dava için Birleşmiş Milletler’e başvuruyu, sanık yakınlarının kurduğu “Vardiya Bizde” platformu geçen sene yapmıştı. Balyoz’daki 250 sanığın yakınları adına açılan dosyayı ise Burmalı Aung San Suu Kyi ve halen Çin'de hapiste tutulan insan hakları savunucusu ve edebiyatçı Liu Xiaobo'nun da avukatı olan, Washington'ın en bilinen uluslararası insan hakları savunucularından Jared Genser hazırlamıştı.

» 16 SAYFALIK MÜTALAA

Bağımsız hukuk uzmanlarından oluşan çalışma grubunun Türkiye’den de açıklama alarak 29 Nisan-3 Mayıs tarihleri arasındaki 66’ıncı oturumunda yaptığı değerlendirmenin ardından oluşturduğu 16 sayfalık 6/2013 numaralı mütalaa dün taraflara iletildi. Ülkeler açısından bağlayıcılığı olmayan ancak sembolik anlamı çok önemli kararda da Türkiye’nin Balyoz yargılaması sırasında ihlal ettiği maddeler teker

yargılama konusunda adalet adına açık bir zaferdir. Türkiye Hükümeti Çalışma Grubu’nun karşısına geçip yaptığımız başvuruyu 45 sayfalık bir bilgilendirme notu ve binlerce sayfalık kanıtlarla çürütmeye çalıştı. Hukukun her maddesinde davayı kaybetmesinin ardından, Türk Hükümeti sanıkları derhal salıvermeli.”

» BEŞ ÜYELİ KOMİSYON

teker sıralandı. Bu maddelere ilişkin yapılan ihlalin ardından da sanıkların “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”nin 9’uncu maddesi 5’inci paragrafına göre hukuksuz tutuklama kurbanlarının tazminat hakkı olduğuna hükmetti.

» 250 SANIK BAŞVURDU

Komisyona yapılan başvuruda, sanık yakınları, davadaki delillerin sahte olduğunu belirtip, mahkemenin bu delillerin gerçekliğinin incelenmesi için yapılan müracaatı reddettiğini be-

lirtmişti. Çalışma Grubu da hazırladığı mütalaada Türk Hükümeti’nin belirtilen ihlallere ilişkin bir cevap vermediğini belirtti. Grup, bu nedenle Türk Hükümeti’nden başvuruyu yapan 250 Balyoz sanığının durumunu, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ne uygun biçimde düzeltmesini istedi.

» DERHAL SALIVERİLMELİLER

Avukat Jared Genser, kararın ardından şunları söyledi: “Bu karar, sözde

Balyoz başvurusunu değerlendiren Birleişmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı çalışan grubun beş üyesi vardı. Şili, Norveç, Senegal, Pakistan ve Ukrayna’dan seçilen Hukuk uzmanlarının dosyayı ele almaları bir yılı aşkın bir zaman aldı.

» İŞTE İHLAL EDİLEN MADDELER

Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi Madde 9: Herkesin özgürlük ve kişisel güvenlik hakkı vardı. Kimse keyfi gözaltı ve tutuklamaya maruz bırakılamaz. Madde 14: Herkes mahkeme önünde eşittir. Hakkında suçlama olan herkes âdil, tarafsız ve bağımsız bir yargılamaya tabi tutulmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 9: Kimse keyfi gözaltı, tutuklama ve sürgüne maruz bırakılamaz. Madde 10: Herkes bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından eşit ve âdil yargılama hakkına sahiptir. Madde 11: Hakkında suçlama olan herkesin savunması için gerekli tüm garantiler sağlanmış biçimde açık bir mahkemede suçluluğu ispat edilinceye kadar suçsuz sayılma hakkı vardır.

Uluslararası bir zafer Emekli Orgenekal Ergin Saygun'un kızı Ece Saygun: “Bana göre bu ailelerin zaferi ve kadınların zaferi. Bana göre bu dava çok uzun soluklu bir dava. Biz hayatlarımızı adadık bu davaya. Adım adım, emek emek haklılığımızı herkese anlatacağız.” Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu ve avukatı Selim Yavuz: “Artık mızrak çuvala sığmamaktadır. BM bile böyle bir karar alabildiğine göre konu uluslararası kamuoyunda da ciddi anlamda tartışmalı haldedir. Yargıtay'ın artık bu ayıbı temizlemesi gerekir.” Emekli Tümgeneral Ali Deniz Kutluk'un kızı Nil Kutluk: “Uluslararası anlamda bu bir zafer. BM bizim gönderdiğimiz talebe karşı bir değerlendirmede bulundu. Bizim iddialarımızın haklı olduğunu gördü. Hükümetten de bir an önce bir çözüm getirmesini istedi. Normal şartlarda, uluslararası anlaşmalara da tabi olduğumuza göre bunun dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.”


DÜNYANIN EN PAHALI OTOMOBİLLERİ Dünyanın en ünlü araba sitelerinden TheSuperCars.org, 2013-2014 yılının en pahalı arabalarını açıkladı. İlk sırada 3.9 milyon dolarlık fiyatıyla Lamborghini Venono var

9 FERRARİ ENZO

670 bin dolar değerindeki Ferrari Enzo, şu ana kadar üretilen yüksek güçlü otomabil olarak görülüyor. 3.4 saniyede 100 km hiza ulaşan bu araba, saatten en fala 349 km hıza çıkıyor. Şu ana kadar sadece 400 adet üretilen Ferrari Enzo, çeşitli açık artırmalarda 1 milyon dolara satılıyor.

(NEW YORK - POSTA 212) Dünyanın en pahalı ve en çok sahip olunmak istenen otomobilleri açıklandı. Konsept otomobillerin listeye dahil olmadığını belirten TheSuperCars.org’a göre dünyanın en pahalı 10 otomobili şöyle:

1

24 Temmuz 2013 Çarşamba

HAFTALIK ÜCRETSİZ

LAMBORGHİNİ VENENO

2 3

4 YIL 1 • SAYI 10

8 5 1 0 6

3. 9 milyon dolar değerindeki bu araba, 2.8 saniyede 100 km hıza ulaşabiliyor. Her yıl sadece üç adet araba üreten Venono şirketi, talepler üzerine oluşturduğu bekleme listesindeki müşteri sırayla Lamborghini Veneno sahibi yapıyor.

ASTON MARTİN ONE-77

1.8 milyon dolar değerindeki Aston Martin One-77, ‘bir noktada topladığı güzelliği ve gücü, otomobilin tümünün oluştuğu 77 parçaya dağıttığı” gerekçesiyle bu ismi aldı. 3.4 saniyede 100 km hıza ulaşan bu otomobil, saatte maksimum 354 km hız yapabiliyor.

BUGATTİ VEYRON SUPER SPORTS

HENNESSEY VENOM GT SPYDER

Şu anda piyasadaki en pahalı arabalardan biri olan Bugatti Veyron Super Sports’un değeri 2.4 milyon dolar. 2.5 saniyede 100 km hıza çıkan bu araba 2010 yılında yapılan bir deneme sonucunda dünyanın en hızlı arabası seçilmişti.

7

1.1 milyon dolar değerinde ve dünya üzerinde üstü açılan en iyi otomobil olarak görülüyor. 2.5 saniyede 100 km hıza ulaşan otomobil ile, tarz konusuna yarışacak başka bir araç olmadığı düşünülüyor.

LAMBORGHİNİ REVENTON

Gelmiş geçmiş en güçlü ve pahalı Lamborghini, bu listenin 5’inci sırasında yer alıyor. 3.3 saniyede 100 kilometre hıza ulaşan bu otomobil, saatte maksimum 339 kilometre hız yapıyor.

MCLAREN F1

970 bin dolar değerindeki McLader Fİ, 1994 yılında dünyanın en pahalı ve hızlı otomobili seçilmişti. Bu otomobil 15 yıl önce üretilmesine rağmen, şu anda 3.2 saniye içerisinde 100 kilometreye ulaşarak en hızlı arabalardan biri olmaya devam ediyor.

MAYBACH LANDAULET

The Landaulet’in 1.3 milyon dolar değerindeki modeli 5.2 saniyede 100 kilometre hıza çıkıyor. Şu ana kadar dünya üzerinde yapılmış en lüks araba olarak bilinen Maybach Landaulet, özel şoförü olan CEO’lar ve yöneticiler için tasarlandı.

ZENVO ST1

2.9 saniyede 100 km hıza ulaşan bu otomobil saatte maksimum 375 km hız yapıyor. Danimarkalı yeni bir şirket tarafından üretilen Zenvo ST1, hız ve stil alanında en iyisi olduğunu iddia ediyor.

PAGANİ ZONDA C12

F Bağımsız bir İtalyan şirketi tarafından üretilen 667 bin dolar değerindeki bu otomobil, dünyadaki en pahalı 10’uncu otomobili unvanına sahip. 3.5 saniyede 100 km hıza ulaşan bu araç, saatte maksimum 346 km hıza ulaşıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.