POSTA212 - SAYI 36

Page 1

New York’ta 4 10 açlık sorunu YARSAV BAŞKANI POSTA212’YE KONUŞTU BÜYÜYOR ‘Soruşturmalar engellenirse savaş yeraltına iner’ ARZU KAYA URANLI

GELİŞMEK İÇİN KONUŞ

İLHAN TANIR

AHMET BUĞDAYCI

sayfa

BİR DEVRİN SONU YADA İSLAMCI DİNDARLIĞIN İFLASI

sayfa

ERDOĞAN -GÜLEN KRİZİ ABD’YE NASIL YANSIYACAK

■ Açlık ve yetersiz beslenme sorunu

giderek artarken, kentin zenginleri ve politikacıları bu duruma ilgisiz kalıyor. sayfa

4

■ Başbakan Erdoğan’ın yargıyı karşısına aldığını belirten YARSAV Başkanı Murat Arslan, “Bundan sonra işi çok zor. Müdahale sürerse savaş yeraltına iner ve direkt Başbakan’ı hedef alır” diyor.

AHMET RAVALI

HALDUN ARMAĞAN sayfa

11

Bİ MATEM ŞEKLİNDE HAYATA GÜLENLERİN ÖYKÜSÜ

sayfa

‘‘BATTİZZZ... SOVAANNN’’

sayfa

12

13

Anayasa Komisyonu Başkanı hala umutlu ■ TBMM Adalet Komisyonu

sayfa

14

Başkanı AK Partili Ahmet İyimaya, yargıdaki kaosun düzelebileceği konusunda hala umudunu koruyor.

sayfa

15

HAFTALIK ÜCRETSİZ

A M E R İ K A’ D A K İ T Ü R K L E R İ N G A Z E T E S İ

TARİHİ ÇAĞRI

500 delikanlı aranıyor! TADF’nin pazar günü yapılan seçimlerinde Başkanım Ali Çınar, 2 yıl başarı ile yürüttüğü görevini, Atilla Pak’a teslim edip, “Bu bir veda değil” derken çok ince bir mesaj verdi. Başkan Ali Çınar’ın 2 sene yaptığı hizmetlerle yükselttiği çıtayı taşımanın zor olduğunu anlayan eski TADF tayfası seçimlere gelmedi bile. Gelmemeleri TADF’nin son iki senede çok sağlam, yıkılmayacak bir platforma oturduğunun da göstergesi oldu.

22 Ocak 2014 Çarşamba

www.posta212.com • YIL 1 • SAYI 36

ÖRNEK SEÇİM

Yeni başkanımız Atilla Pak, tecrübeli, toplumun birlik ve beraberliği için çalışacak bir başkan. Ve ben Ekmel Anda olarak, daha önceki yönetim tecrübelerimi Atilla Başkanın yardımcısı olarak seve seve kendisine destek için kullanacağım. Toplumun politik ayrışmalarına ilk defa alet olmayan, duruşunu bozmayan bir federasyonun temelinde yatan ve bunu tek adaya yüzde 100 destek vererek başkanını seçen Türk toplumu, bundan sonra çok daha büyük olaylara imza atmaya hazır olduğunu bu seçimde gösterdi. 30 küsur sene eleştirdiği TADF’ye tam destek veren Türk toplumunun hak ettiği ve beklediği birlik beraberliği sağlamak ise bizim görevimiz. Her şeyin bir vakti var. Toplumumuzun beklediği, bizim birlik beraberliğimizin imzası olacak ‘TARİHİ PROJEYİ’ hayata geçirmeyi bu toplumun bir parçası olarak üstlenmek ve tamamlamak benim çağrım ve boynumun borcu. TADF’nin ve Türk toplumunun, çocuklarımıza spor imkanı tanıyan, bizleri buluşturacak, ailemiz ile vakit geçirebileceğimiz, gerekirse çay-kahve içip sohbet edebileceğimiz ve Türk yemeklerini tadabileceğimiz, sivil toplum kuruluşlarının toplantı ve konferans düzenleyebilecekleri bir binaya gereksinimi var. Bu öyle bir bina olmalı ki, çocuklarımız basketboldan, futbola kadar her türlü sporu güvenlik içinde ve uzmanlar gözetiminde yapabilmeli. Biz çayımızı kahvemizi yudumlarken görüşemediğimiz dostlarımızla buluşalım. Bu hayalimizin gerçekleşmesi için bana destek verecek ‘500 DELİKANLI’ arıyorum. Hedefim önümüzdeki 6 ay içinde 5 milyon dolar toplamak ve bizim toplumumuza yakışır bir ‘HALK EVİ’ satın almak. İmkansız değil, hatta çok kolay. Hadi kolları sıvayalım, ellerimizi cebimize atalım... İlk 100 bin dolar da benden.

Ekmel Anda

sayfa

8-9

TADF Başkanı Atilla Pak

Türk - Amerikan Dernekleri Federasyonu geçtiğimiz hafta sonu yeni başkanını seçti. Kutuplaşmanın en üst seviyede olduğu bir dönemde kavgasız gürültüsüz, eleştirilere katlanılabilen, herkese örnek gösterilecek olgunlukta bir seçim yapıldı. TADF eski Başkanı Ali Çınar ve yeni Başkan Atilla Pak da genel kurulda demokrasi dersi verdi

Kongre notları

POSTA212 yazarı Mehveş Koçak, yıllarca unutulmayacak olgunlukta geçen TADF kongresindeki izlenimlerini yazdı

sayfa

BÜYÜKELÇİLER ŞİMDE NE YAPACAK - TÜRKİYE’DE DÜZENLENEN KONFERANSI İZLEYEN ARKADAŞIMIZ DUYGU GÜVENÇ’İN İZLENİMLERİ 15

ABD’DE VERGİ DOSYASI ■ Federal, eyalet ve yerel olmak üzere üç çeşit vergiden oluşan Amerikan vergi sistemi, kimi zaman zorluyor kimi zaman da oldukça iyi avantajlar sunuyor.

sayfa

5

Washington’da Cemaat - AK Parti tartışması 12

sayfa

■ AK Parti - Cemaat kavgası her iki tara-

fın yanı sıra Türkiye için ne anlama geliyor... ABD’li Türkiye uzmanları yorumladı.

Cumhuriyetçiler’den göçmenlik reformu hamlesi

35 YIL SONRA YİNE GÜNDEMDE

■ Göçmenlik Refor-

Midnight Express yeniden sahnede ■ Gece Yarısı Ekspresi filmi 1978’de

Türklerden büyük tepki almıştı. Şimdi sayfa de New York’ta tiyatroda sahnelenecek.

3

mu’nun Kongre’de takılmasından sorumlu tutulan Cumhuriyetçiler, seçmenlerin giderek artan baskısına daha fazla dayanamayıp harekete geçti.

2014 takviminizi almayı unutmayın sayfa

11

34 sayımızda ek olarak verdiğimiz 2014 takvimi teknik bir hatadan dolayı yanlış basılmıştır. Yeniliyor ve özür diliyoruz.

Amerikalılar devletten ne sayfa istiyor? 16



Güncel &Toplum

22 Ocak 2014 Çarşamba

Gece Yarısı Ekspresi YENİDEN SAHNEDE Billy Hayes’in Türkiye’deki cezaevi anılarını anlatan kitabı ve filmi gösterime girdiği 1978’de yer yerinden oynamıştı. Hayes şimdi Broadway’de sahneye çıkmaya hazırlanıyor munu daha önceden almıştım. Özellikle 2015 sözde Ermeni soykırımın 100’üncü yılı olması gerekçesiyle siyasi ve sanatsal olarak mutlaka bir atak içerine girileceğini biliyordum.

NEW YORK - POSTA212

G

ece Yarısı Ekspresi filmi 1978 yılında gösterime girmiş ve büyük tepki almıştı. “Türkiye karşıtı bir film” olarak akıllarda kalan ve filmin hikayesinin gerçek hayattaki kahramanı Billy Hayes, Broadway’de ‘Riding the Midnight Express with Billy Hayes’ adlı tek kişilik bir gösteriyle sahneye çıkmaya hazırlanıyor. MERAKLA BEKLENİYOR Hayes, film ile ilgili bir açıklama yaparak Türkiye’de başından geçen olayların doğru yansıtmadığını ve bir çok tartışmalı sahne ve kaçış hikayesinin tamamıyla film yapımcıları tarafından senaryoya eklendiğini söylemişti. Bugüne kadar katıldığı programlarda ve basına verdiği de-

Billy Hayes

meçlerde de Türkiye’de başından geçenleri yanlış aktaran Hollywood filmini eleştirmiş, Türkiye ve İstanbul’a hayranlık duyduğunu dile getirmişti. Hayes’in İstanbul macerasının anlatılacağı tek kişilik Broadway gösterisi, 22 Ocak - 23 Mart tarihleri arasında “Riding the Midnight Express” ismiyle St. Luke’s Theatre’da sahneye konulacak. HAYES’İN KİNİ DEVAM EDİYOR Hayes’in yakın çevresi, yıllardır Türklere karşı duyduğu vicdan azabı dolayısıyla, bu oyun aracılığı ile gerçekten başından geçenleri anlatmak ve Türklere zeytin dalı uzatmak istediğini söylese de, Türk toplumunun Hayes’e duyduğu öfke devam ediyor. Türk-Amerikan Sanat Topluluğu Başkanı İbrahim Yazıcı POSTA212’ye yaptığı açıklamada, Hayes’in ilgi toplama amaçlı böyle bir tutum içine girdiğini, oyunun fragmanını izlediğinde Hayes’in Türklere karşı nefret duyduğunu bir kez daha anladığını şu şekilde anlattı: “Böyle bir oyunun gerçekleşeceği duyu-

SANATSAL KARŞILIK VERİLMELİ Ben bunun için federasyondaki arkadaşlarımla da konuşmuştum. Kendilerine 2015 yılı için bizim öngörümüzü anlatan bir şeyler yapmamız gerektiğini söylemiştim. Siyasi bir davranışın karşısında belki yine siyasi bir protesto koyabilirsiniz, fakat sanatsal bir olayın karşısına mutlaka sanatsal bir karşılık koymak zorundayız. Bir tiyatro oyununun bahçesinde veya önünde protesto yapmak sadece onları yüceltir. Bizim yapmamız gereken şey, kendi görüşümüzü anlatan sanatsal bir faaliyetle karşılık vermektir ya da onlar başlatmadan bizim bunu başlatmamız gerekir. Aksi takdirde, sürekli savunmaya geçen insanlar oluyor. Kendini savunan insan sonuç itibariyle haksızdır. Olayların çarpıtıldığını anlatmamız

gerekir. Yazıcı sözlerine şu şekilde devam etti: 178 KİŞİLİK TİYATRO SALONU “Bu oyunun sahneleneceği tiyatro 178 kişilik ve off - Broadway’in en güzel sahnelerinden biri. Oyunun 5 dakikalık fragmanını seyrettiğimde gördüm ki, Bill Hayes ezanla, müslümanlıkla ve Türklükle bile dalga geçmiş. Onun içinde büyük bir nefret var. O beş dakika içinde bile bunu çok açık bir şekilde görüyorsunuz.“

“İZİN VERMEYİZ” Yurtdışı Türkler Başkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Ali Çınar, “Midnight Express’in aniden New York’ta gösterilmesinin arkasında başka oyunlar var. Türkiye hassas bir dönemden geçerken bu oyunun gelmesinin arkasında dış güçlerin büyük bir parmağı var. Türk-Amerikan toplumu olarak savunmada kalmayıp her alanda atağa kalkarak çabalarımızı artırmamız gerekir. 2015 yaklaşırken bu tür karalayıcı oyunların, konferansların, mitinglerin olacağını tahmin ediyordum. O nedenle birlik olup zaman geçirmeden Türk düşmanlarına hadlerini bildirmemiz lazım. Zaten TADF dönemimde belli çalışmalar başlamış ve gerekli yerlere neler yapılması konusunda öneri ve tavsiyelerde bulunmuştuk. Midnight Express oyunu için tepki mektubumuzu oyun yerini izin veren yere yolladık. Türk-Amerikan ilişkilerinin iyi gittiği dönemde Türkiye’yi karalayıcı propogandalara izin verilmemesi gerektiğine inanıyorum Kurtlar Vadisi oynadığı zaman Amerika’nın nasıl tepki gösterdiğini unutmayın. O nedenle bazı vatandaşlarımızın “Oynarsa oynasın!” umursamazlığı kesinlikle yanlış. Milyonların geçtiği yerde Türkiye aleyhine bir poster, ilan oyuna asla izin vermemeliyiz, veremeyiz de” diyerek tepkilerini dile getirdi.

Doğan Uluç doganuluc@aol.com

Dünya küçük geldi, çekimler uzayda (!) AMERİKA’NIN ünlü sarışını Kate Upton ‘’Bu kez marka modeller arasında kıyasıya bir yarış olacak. Davetli modeller arasında Christie Brinkley, Tyra Banks, Carol Alt ve Bar Refaeli olduğunu duydum. Christie ile ben başabaş gidiyoruz. İkimiz de ‘Sports İllustrated’’in (SI) 3’üncü kez kapağına çıktık. Prestij açısından derginin bu yıl 50’inci yıldönümünde kapak olmak çok önemli. Model kızları için bizim sektörün Oscar ödülü’’ diyor. SI için çekim için ilginç yerleri seçiyor. Bikini modelleri geçen yıl Antarktika’ya gitmişler. 2014 kapağı için yerçekiminden arındırılmış bir lokalde kapak ve dergi içi resimlerin çekimine başlanmış. Kapağı süsleyecek modelin kimliği belli değil. Bikiniler mavi renkte olacak. Kate Upton 21 yaşında, göğüsleri top mermisini andırıyor, gür saçları kolayca memelerini kapatıyor. ‘’Dünya bize küçük geldi, uzaya gidiyoruz. Oralarda sansür de yok’’ diyerek yerçekiminin üstesinden geldiklerini söylüyor. Gerçekte uzayda çekim yapacakları söyleniyor. Kate moda, model ikileminde 20 yaşından önce tabuları yıkan bir genç kadın. Moda aleminde ‘’tahta göğüslü’’ diye tanınan modellere nispet kıyafetlerinden taşan göğüslerini her fırsatta sergileyen Upton’ın baş savunucusu Vogue dergisi. Derginin yazı isleri müdürü ‘’Plastik cerrahımız bedenini inceledi, Kate’in vücudunda bir cm’lik dahi bıçak izi yok. Doğal seksi, neşter altına yatıp güzel olanlardan değil’’ diyor. Moda ve güzellik sektöründe şöhreti giderek tırmanan, ‘’2013’de ‘Yılın Modeli Ödülü’ne layık görülen Kate ‘Victoria’s Secrets’ promosyon kampanyalarında ön plana çıktı. Amerikalılar çıplaklığa, büyük göğüslere, iri kalçaya arzulu bir halk. Anketlerde genç kuşağın yüzde 50 oranında kamera karşısına çıkma yüzde 36’sının da müzik sektöründe hayatını kazanmak istediğini ortaya koyuyor. Erkekler çocuk yaşında ‘Batman’, ‘Iron Man’, ‘Superman’ filmleriyle yaşam kültürü alıyorlar, kızlar ise lüks hayat için ender toplumlarda hoş görülen taktiklere başvuruyorlar. Olimpiyat şampiyonu kocası Bruce Jenner’den ayrıldıktan sonra gece hayatına dönen 58 yaşındaki Kris Kardashian havuz başında avuçboyu siyah bikinisiyle güneşlenirken çekilen görüntü bantlarını 58 yaşında, altı çocuk, 3 torun sahibi diye bilgilendirme notuyla kendisine yakın fotoğrafçılara gönderdi. Kardashian ailesinin en ünlüsü olan 33 yaşındaki Kim, rap şarkıcısı Ray J ile sevişme bantlarını annesi Kris e-bay ile satışa çıkardıktan sonra kısmeti açıldı. Ailenin toplu varlığı 200 milyon dolara yakın. (hurriyet.com’dan alınmıştır.)


22 Ocak 2014 Çarşamba

Arzu Kaya

Uranlı twitter@arzukayauranli

Gelişmek için konuş “IŞIK sesten daha hızlı hareket eder. Kimi insanların sadece ağzını açana dek parlak görünmesinin sebebi budur.” ALAN DUNDES Bir arkadaşım Türkiye’deki son durumlar dolayısıyla annesi ile tartışmış. Gözyaşları içinde dün gece beni aradı. Son zamanlarda , ne yazık ki, sık sık bu tip kavgalara tanık oluyorum. Türkiye’de siyasi durum bu denli sarpa sarmışken fikir ayrılıklarına düşmek kaçınılmaz ve maalesef, kutuplaşma hızla artıyor . Her gün kimi politikacıların, medya mensuplarının ya da gözönündeki birilerinin yaptığı sorumsuz yorumlar, kullandıkları kafa karıştırıcı ifadeler bu durumu tetikliyor. Sosyal medyada yangına körükle gidiliyor ve gerginlik günden güne yükseliyor. Bugünlerde zaten toplum olarak fazlasıyla sahip olduğumuz zeytin yağı gibi üste çıkma eğilimi -hani şu batılıların “sadece haklı çıkmak için tartışma” ( fight to be right) sendromu dedikleri fena halde nüksetti adeta toplum olarak her bir hücremize için için işliyor; kronikleşiyor. Çoğumuz sert eleştiriler yapmakla uğraşırken anlamaya çalışarak dinleyen yok denecek kadar az, cılız bir azınlık sadece. Kelimelerin gücü yadsınamaz. Peki bu gücü, düşen birini elinden tutup kaldırmak varken niçin iteleyip incitmek için kullanalım? Çözüm istiyorsak sorumlu davranma bilincini de yitirmemeliyiz. Ne kadar sinirlenirsek sinirlenelim abuk sabuk konuşup kalp kırmaya hakkımız yok. Sırf bizimle aynı fikirde olmadığı için başkasına hakaret etmek bize hiç bir şey kazandırmaz bilakis kaybettirir. Sorunlar ortada ve çözümün parçası olmak bizim seçimimiz. Sadece başkalarının yaralayıcı sözlerinden kendimizi korumak gayesi ile bile olsa yıkıcı bir diyaloğu ortadan kaldırmak için neler yapılabileceğini düşünme zamanı. Gerçi siz ne derseniz deyin söyledikleriniz karşınızdakinin anladığından öteye varmıyor ve farkında olmadan maalesef rahatsız edici bir konuşma içine çekilebiliyorsunuz. Ancak, yine de tartışmanın seyrinin size bakan tarafını kontrol etmek elinizde. Tartışma rayından çıktığında unutmayın ki, karşınızdakinin sözlerinden sorumlu değilsiniz ama kendi sözlerinden sorumlusunuz. Başkalarının üzerinde etkiniz olmayabilir fakat kendinizi kontrol edebileceğiniz güç sizden başkasının elinde değil. Bu güçü doğru kullanıp söylemek istediğinizin dışında konuyu çarpıtacak sözler sarfetmemeye özen göstermeniz lazım. Ne pahasına olursa olsun doğruyu söylemek mümkün ama her doğrunun her yerde söylenmemesi gerektiğini de unutmamalı. Eğer o an doğruyu söylemek tartışmayı alevlendirecekse susmak ve daha sakin bir ortamda söze devam etmek en doğrusu. Fevri konuşmamalı, konuşmadan önce daha çok düşünmeli ve her zaman iyi niyetli konuşmaktan vazgeçmemeli. Duyulmak istiyorsanız Mevlana Celaleddin Rumi’nin dediği gibi sesinizi değil , sözünüzü yüksek tutmaya özen gösterin. Sert olmayın. Sözleriniz ciddi, yoğun ve direkt olsun ancak iğleyici ve ya tahrik edici olmaktan kaçının. Empati kurmaya özen gösterin . Cesaret sadece kendi düşüncenin kayıtsız şartsız savunucusu olmak değil; yeri geldiğinde oturup karşındakini de aynı özenle dinleyebilmekte gizli. “Bir ağzımız ve iki kulağımız var. Demek ki, konuştuğumuzun iki katı kadar dinlemeliyiz” diyor Epictetus. Tabi ki, bu ilkeler konuştuğunuz kişinin size adil davranacağı garantisini vermez . Ama en azından konuşma sonrası yaşanacak kırgınlıkların, pişmanlıkların önünü kesebilir . Türkiye, toplumdaki her sektörlerde bulunması gereken bir şeffaflık ve gerçek demokrasi için çabalıyor . Ülkenin bu durumu dünyanın dört bir yanına dağılmış sevenlerini etkiliyor. Ama İyi günler uzakta değil . Hazırlanmalıyız: İfade özgürlüğünün özgürce fikirlerimizi savunmak olduğunu ama bize başkasını aşağılama hakkı vermediğini artık toplum olarak öğrenmeliyiz. Kırmak ve yaralamak için değil; anlamak ve anlatabilmek için konuşmalıyız. Unutmayın, içinden geçtiğimiz sadece sizin için zor bir süreç değil; herkes için hassas bir dönem…

BILL DE BLASIO’YA İLK ONAY

(NEW YORK-POSTA 212) –New York Belediye Başkanı Bill de Blasio, yapılan ilk kamuoyu araştırmasında New Yorkluların onayını aldı. Quinnipiac Üniversitesi tarafından yapılan ankete katılanların yüzde 53’ü, Blasio’nun performansını onaylarken yüzde 34’ü bu konuda kararsız. Katılımcıların yüzde 67’si ise Blasio’nun belediye başkanı olarak görev yapacağı önümüzdeki dört yıl için iyimser olduklarını söylediler. New Yorklular, belediye başkanının karısı Chirlane McCray’ın Blasio’un yönetiminde çok fazla etkisinin olmadığını düşünüyor. Katılımcıların yüzde 27’si McCray’ın valinin politikalarında büyük rol oynadığını savunurken yüzde 36’sı fazla etkilemediğini, yüzde 30’u ise hiçbir etkisinin olmadığını düşünüyor. Araştırma ayrıca, siyahların de Blasio hakkında daha fazla iyimser olduğunu gösteriyor. Siyah katılımcıların yüzde 80’i de Blasio’nun yönetimi konusunda iyimserken sadece yüzde 6’sı olumsuz düşünüyor.

Gündem

NEW YORK’UN

AÇLIKLA İMTİHANI New York’ta açlık ve beslenme sorunu büyüyor. Bu soruna yardımcı olmak için oluşturulan yiyecek programlarına başvurular her geçen gün artıyor. Kentin zenginleri ve politikacılar ise sorunu görmezden geliyor rama başvurmasıyla kapsamı bu yönde genişledi. Eşlerin çalışmasına karşın, elde edilen gelirin düşüklüğü ve kiraların yüksekliği, bu kapsamdaki ailelerin günlük beslenme ihtiyaçlarına yeterince bütçe ayıramamalarına neden oluyor. Kuruluşun Başkanı Margerette Purvis, hizmetlerinin geçici değil, süreklilik gösterdiğini saptadıklarını belirtiyor. Purvis, bir yıl önce gıda yardımı için başvuranların yardımı almaya devam ettiğini, bunun da gıda ihtiyacının sürekliliğini gösterdiğini söylüyor.

AHMET BUĞDAYCI NEW YORK - POSTA212

N

ew York’ta açlık ya da yetersiz beslenme sorunu giderek yaygınlaşıyor. Düşük gelirli aileler, kiraların artmasıyla artık beslenmeye bütçe ayırmakta zorlanıyor. Bu tür ailelere yiyecek yardımı amacıyla Food Bank’lar aracılığıyla başlatılan “Food Stamp” programına bir yıl içinde ekstradan 100 bin kişi katılması da işin vahametini gösteriyor. Diğer yandan, Kongre programın bütçesini kesiyor. Buna ilave olarak da New York’un yoksul bölgelerine yayılmış erzak yardımı yapan kuruluşların sayısı azalıyor. Bu tür marketlerin önündeki kuyruklar her sabah biraz daha uzuyor, kentin acı bir gerçeği haline geliyor. ZENGİNLER PR DERDİNDE Kentteki açlık ve beslenme sorunu zirveye çıkarken, On milyonlarca hatta yüz milyonlarca dolar kültürel, sanatsal yapılara, projelere bir kalemde harcanabiliyor. Pek çok New Yorklu’ya göre, medyada boy boy resimleri çıkan, sürekli kendi isimlerinden söz edilen bu kişiler, hayır işlemekten çok kendilerinin tanıtımı derdinde. Binden fazla yemek merkezine ve çorba mutfaklarına (Soup Kitchens) yiyecek sevkiyatı yapan ülkenin en büyük Food Bank’larından biri, ilk defa iki yıl önce bir

şahıstan 1 milyon dolarlık çek almıştı. Üstelik bağışı yapan kişi kente yeni taşınan bir yabancıydı. Söz konusu bağışçı yaptığı açıklamada, kentin kültür ve sanat bağışlarıyla meşgul varlıklı sınıfının yoksulluk ve açlıkla ne kadar az ilgili olduğunu görmekten irkildiğini söylemişti. YİYECEK YARDIMINDA KESİNTİ Kentteki yoksulluk giderek yaygınlaşırken Food Bank gibi kuruluşların yiyecek yardımı (SNAP) bu insanların hayatlarına yapıla-

cak en somut katkı. Oysa programdan, Federal bütçede geçtiğimiz kasım ayında Cumhuriyetçilerin oylarıyla dört milyar dolarlık bir kısıntı yapıldı bile. Öte yandan Brooklyn’deki “Bed-Stuy Campaign Against Hunger” adlı yoksullara yiyecek yardımı yapan bir tür süpermarkete son bir ay içinde yardım için başvuranların sayısında yüzde 35’lik bir artış saptanmış. Bu tür marketlerde yoksullara sebze, meyve gibi günlük yiyecek ihtiyaçları dağıtılıyor. East Harlem’de benzer bir markete de yiyecek için

başvuranlarda, kesinti öncesine göre, yüzde 25 artış olduğu belirtiliyor. Yine Food Bank’ın en son verilerine göre, bu tür günlük yiyecek sağlayan hizmetler için başvuran New Yorkluların sayısı bir yıl öncesine göre 100 bin artış gösterdi. Buna karşın bu tür hizmet veren yerlerin sayısı azaldı. SÜREKLİ YARDIM Food Bank, 1983’de temel olarak evsizlere gıda hizmeti vermek üzere kuruldu. Ancak düşük gelir grubundaki çalışan ailelerin prog-

SEBZE, MEYVE VE SANDVİÇ Bu tür yerlerden New York Common Pantry gibi marketlerin önünde her sabah uzun kuyruklara rastlanıyor. Başlangıçta sadece sebze, meyve ve sandviç dağıtan marketler talebin zorlamasıyla zaman içinde bir tür erzak toptancılarına dönüştü. Marketlerin ilk dönemlerinde yiyecekler daha çok konserve olarak dağıtılıyordu. Ancak daha sonra, özellikle yetişme çağındaki çocuklarını yeterince besleyemeyen ailelerin taze sebze ve meyve ihtiyaçları, dağıtımın yönünü bu tarafa çevirdi. Purvis, evlerden bağış yoluyla toplanan konserve yiyecek, ekmek gibi yiyeceklerin bu kuruluşlara ulaştırılmasının da çok maliyetli bir iş olduğunu ekliyor. Federal devlet yiyecek yardımını kısarken, kentin yiyecek yardımına muhtaç kitlelerinin her geçen gün zorlaşıyor.

Donald Trump’un

VALİLİK HAYALİ ABD’li gayrimenkul kralı Donald Trump, eğer Cumhuriyetçiler kendisine tam destek verirse New York Valisi olmaya hazır olduğunu açıkladı. Ancak politikacılar, Trump’un bu isteğine sıcak bakmıyor NEW YORK - POSTA212

N

ew York Daily News gazetesine konuşan Amerikalı emlak kralı Donald Trump, Cumhuriyetçiler destek verdiği taktirde New York’a vali olmak istediğini açıkladı. Trump, hiçbir önceliğinin olmadığını hatta Muhafazakar Parti dahil tam destek istediğini belirterek, “Demokratların New York eyaletinde sahip olduğu avantaj oldukça güçlü” dedi. Bazı Cumhuriyetçiler ve Demokratlar Trump’ın New York eyaletini yönetmek gibi bir niyetinin olmadığına sadece kamuoyunda kendisinden bahsedilmesi için bundan faydalandığına inanıyor. İsmi açıklanmayan bir üye Trump’ın bu açıklamalarına ilişkin, “Biz bu filmi daha önce de görmüştük” yorumunu yaptı. Trump, 2012 yılında Cumhuriyetçi saflardan ABD Başkanlığı’na aday olacağını açıklamıştı. Daha sonra yaptığı açıklamada ise işlerinin kendisi için büyük önem taşıdığını, özel sektörü terk etmeye hazır olmadığını söylemişti. Serveti yaklaşık 2 milyar dolar olan Trump’ın, o zaman da sadece reklam yapmak istediği iddia edilmişti. Fakat Trump, New York valili-

ği ile ilgili düşüncelerinin gerçek olduğu konusunda ısrar ediyor. Trump, mali durumunu açıklamasının da hiçbir sorun yaratmadığını belirterek, “New York valilik seçimlerini kazanılabileceğini düşünüyorum” diyor.

Suriye’de savaş suçu belgeleri MUSTAFA KELEŞ - AA

İ

nsan Hakları İzleme Örgütü İcra Direktörü Kenneth Roth, Suriye hükümetinin muhaliflere uyguladığı işkenceyi gösteren fotoğrafların insanlığa karşı korkunç oranda suç işlendiğini tespit ettiğini belirtti. Kenneth Roth, Anadolu Ajansı’nın (AA), Suriye’deki vahşeti gözler önüne seren haber ve fotoğrafları üzerine AA’ya yaptığı yazılı açıklamada, bölgedeki insanlık ve savaş suçlarının önlenmesi için uluslararası toplumu göreve çağırdı. Fotoğraflardaki trajedinin “tasavvurların ötesinde” olduğunu kaydeden Roth, “Eğer orijinalliği kanıtlanırsa, bu dehşet verici fotoğraflar, tutuklulara sistematik bir şekilde, tasavvuru bile ürküten, işkence, açlık ve infaz uygulandığını tespit ediyor. Bu görüntüler kesinlikle insanlığa karşı korkunç oranda suç işlendiğini gösteriyor” ifadesini kullandı. Cenevre’de düzenlenecek konferans ile soruna siyasi çözüm bulunmasının amaçlandığını hatırlatan Roth, bu fotoğrafların, saldırıların ve bu “korkunç savaşın” bir an önce durdurulmasının önemini vurguladığını bildirdi. Roth, Suriye hükümetinin bugü-

ne kadar sürdürdüğü insan hakları ihlallerine de değinerek, şöyle devam etti: “Bu fotoğraflar, özellikle Suriye hükümetinin sivillere yönelik ayrım gözetmeyen rutin hava saldırıları, açlık içinde yaşayan sivillere insani yardım ulaştırılmasını engellemesi ve şimdi de görülüyor ki, eğer fotoğrafların orijinalliği teyit edilirse, tutuklulara yönelik kitlesel işkence ve infaz uygulamalarının durdurulması için baskı yapılması gerekliliğini vurguluyor.” Çatışmaların belki hemen durdurulamayacağını belirten Roth, ancak en azından çatışmalardan kaçan sivillere uygulanan bu “vahşi saldırıların” durdurulması ve iki taraftan da tutukluların bırakılması için mücadele edilmesi gerektiğini kaydetti. BM GENEL SEKRETER SÖZCÜSÜ NESİRKY BM Genel Sekreteri Sözcüsü Martin Nesirky de AA muhabirine yaptığı açıklamada, spesifik olarak bu konuda yorum yapamayacaklarını ancak genel olarak BM’nin tüm taraflara katliamların durdurulmasına yönelik çağrılarını sürdürdüğünü söyledi.


Toplum

22 Ocak 2014 Çarşamba

ABD VERGİ SİSTEMİ ZORLU VE AVANTAJLI Federal, eyalet ve yerel vergi olmak üzere üç çeşit vergiden oluşan Amerikan vergi sistemi, bireyleri ve şirketleri kimi zaman zorladığı gibi kimi zaman da oldukça iyi avantajlar sunuyor DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK-POSTA212

T

ürkiye’de faaliyet gösteren Yeminli Mali Müşavir Ahmet Arslan, Türkiye ve Amerika’daki vergi sistemini karşılaştırıken, New York Barosu Avukatlarından Cahit Akbulut da, Amerikan vergi hukuku ve şirketler hukukunun şirketlerin Amerika’da kurulmasına yardımcı olduğunu söyledi. Bu arada Amerika’da faaliyet gösteren merkezi San Diego’da bulunan Aıla Accountant and Financial Servives Sahibi Süheyla Çiftçi, her iki ülke vergi sistemini biliyor olmasının burdaki çalışmaları açısından çok büyük avantaj sağladığını dile getirdi. EYALETLER ARASI FARKLILIK Eyaletler arasındaki rekabet vergide de kendini gösteriyor. Bu nedenle her eyaletin vergi uygulamaları da farklılık gösteriyor. Üstelik kurumlar vergisinden bireysel gelir vergilerine ya da arazi vergisinden KDV ve işsizlik sigortası vergisine kadar farklı uygulamalar göze çarpıyor. Her eyaletin kendine göre avantajlı olduğu ya da olmadığı vergi uygulamaları mevcut. Bu nedenle özellikle şirket kuruluşlarında eyalet seçiminin önemi ortaya çıkıyor. BİREYSEL GELİR VERGİSİ Washington DC merkezli vergi araştırma grubu Tax Foundation’ın hazırladığı Temmuz 2013 ve 2014 mali yılı başlangıcını kapsayan federal ve eyaletlerdeki vergi uygulamalarını inceleyen raporundan POSTA 212 okurları için genel bazı bilgiler derledik. Buna göre bazı alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki paylarına baktığımızda bireysel gelir vergisi yüzde 32.4 ile ilk sırada yer alıyor. Bireysel gelir vergisini yüzde 21.5 ile KDV vergisi, yüzde 20.2 ile kurumlar vergisi, yüzde 14.4 ile arazi vergisi ve yüzde 11.5 ile işsizlik sigortası vergisi izliyor. 7 EYALETTE YOK Kişiler anonim şirket kurmadan iş yaparlarsa şirket kazancından kendilerine düşen pay üzerinden bireysel vergi ödüyorlar. Eğer anonim şirket kurarak iş yaparlarsa bir şirket kazancı üzerinden kurumlar vergisi öderken aynı zamanda kendilerine aktarılan kar payları üzerinden bireysel gelir vergisi ödüyorlar. Bu arada raporda yer alan bilgiye göre Alaska, Florida, Nevada, South Dakota, Texas, Washington ve Wyoming olmak üzere 7 eyalette bireysel gelir vergisi alınmıyor. Buna karşılık İllinois, Indiana, Michigan, Massachusetts, Pennsylvania, Utah ve Colorado’da bireysel gelir vergiler oldukça yüksek. Bu arada Delaware’de 2011 yılında kabul edilen bir karara göre bireysel gelir vergisi oranının 2012 ve 2013 yıllarında yüzde 6.95’ten 6.75’e, bu yıl ise yüzde 5.95’e cekilecekti. Ancak Delaware valisinin baskısıyla bu yılki oranın yüzde 6.6’ya yükseltilmesi kararlaştırıldı.

si söz konusu. Eyaletlerde vergi uygulamasının daha çok vergi oranları ile kendini belli ettiği, vergi oranlarının ise organizasyon biçimine göre değişiklik gösterdiği bilgisini veren Yeminli Mali Müşavir Ahmet Arslan, “Kişiler eğer anonim şirket kurmadan iş yaparlarsa şirket kazancından kendilerine düşen pay üzerinden bireysel vergi öderler. Eğer anonim şirket kurarak iş yaparlarsa bir şirket kazancı üzerinden kurumlar vergisi öderler, bir de kendilerine aktarılan kar payları üzerinden bireysel gelir vergisi öderler” diye konuştu. Şirket ortaklarının ve Limited Liability Company’lerin işe (LLC. Türkiye’deki karşılığı ise LTD) şirket olmasına karşın kurumlar vergisi ödemediğini bilgisini veren Arslan, sadece şahısların kendilerine aktarılan kazanç üzerinden vergi ödediklerini, bu nedenle LLC şirketlerinin daha çok tercih edildiğini ifade etti. Türkiye’de

2014 yılı vergi endeksine göre en iyi 10 eyalet 1. Wyoming 2. South Dakota 3. Nevada 4. Alaska 5. Florida 6. Washington 7. Montana 8. New Hampshire 9. Utah 10. Indiana

2014 yılı vergi endeksine göre en kötü 10 eyalet 41. Maryland 42. Connecticut 43. Wisconsin 44. North Carolina 45. Vermont 46. Rhode Island 47. Minnesota 48. California 49. New Jersey 50. New York

rin ortakları ile büyüklük şartlarını taşımayan LLC’lerden partnership gibi vergilendirilmeyi tercih eden LLC’lerin ortakları gelir vergisine tabi. Diğer taraftan, Türkiye’de kurumlar vergisi oranı sabit oranlı yüzde iken ABD’de artan oranlı yani gelir artıkça vergi oranı da artıyor, yüzde 35’e kadar. “ İki farklı eyalette kurulu şirketin ödeyeceği kurumlar vergisi açısından da örnek veren Arslan, şu açıklamalarda bulundu: TERCİH DÜŞÜK VERGİ ORANLI EYALETLER “Örneğin bir şirket NJ de kurulu ise hem federal kurumlar vergisi (örneğin yüzde) hem de o eyaletin kurumlar vergisini (örneğin yüzde 4) öder. Bu durumda ödeyeceği vergi oranı toplam yüzde 19’u (15 + 4) bulur. Daha düşük state tax’i olan state’de bu toplam oran daha düşük olur doğal olarak Fakat ödenen eyalet vergileri, federal vergiden mahsup ediliyor, düşülüyor. Dolayısıyla net olarak ödenen federal vergi oranı ka-

laware ayrı bir öneme sahip. Delaware’de bulunan işletmelerin yasal merkezleri ya da faaliyet merkezleri diğer eyaletlerde olsa da bu vergi yükümlülerine önemli avantajlar sağlanıyor. Örneğin telif, lisans ya da patent gibi gayrımaddi haklardan elde edilen gelirler, Delawere’deki bu bağlı işletmelere aktarılıyor. Çünkü bu gelirler, Delaware’de vergilendirilmiyor. ŞİRKETLERİN YARISI DELAWARE’DE Ayrıca dünyada büyüklük sıralamasında ilk onda yer alan enerji ve maden işletmelerinin yanı sıra Apple, Coca-Cola, Ford ve Wal-Mart gibi Amerika’nın büyük kuruluşları da Delaware bağlantılı faaliyetler gerçekleştiriyorlar. ABD’de halka açık şirketlerin hemen hemen yarısı Delaware’de kuruluyor. Sadece 2011 yılında kurulan işletme sayısı 133.297. Hem diğer birçok eyalette olduğu gibi Delaware’de Amerika dışından da şirket kurmak

En yüksek bireysel gelir vergisi uygulayan eyaletler Eyalet adı oran % California Hawai Oregon New Jersey Vermont New York

13.3 11.0 9.90 8.97 8.95 8.82

En düşük bireysel gelir vergisi uygulayan eyaletler Eyalet adı oran % Pennsylvania 3.07 Indiana 3.40 Michigan 4.35 Arizona 4.54 Colorado 4.63 Alabama 5.00 İllinois 5.00 Utah 5.00 Mississippi 5.00

anonim şirketler ile limited şirketler kurumlar vergisine tabi iken ABD’de anonim şirketler ve bazı LLC’ler (genelde büyük LLC’ler) kurumlar vergisine tabi olduğunu da kaydeden Arslan, şöyle devam etti: ABD’DE LLC. TÜRKİYE’DE LİMİTED “ABD’de LLC, Türkiye’de limited şirkete karşılık geliyor. Türkiye’de kollektif ve komandit şirketler kurumlar vergisine tabi değil, bu şirketlerin ortakları şirketin kazançları üzerinden gelir vergisine tabi. ABD’de ise partnership’le-

LLC ŞİRKETLER TERCİH EDİLİYOR Amerika’da bazı eyaletler daha fazla yatırımcıyı bölgelerine çekmek için daha düşük kurumlar vergisi uyguluyor. Ancak bütçeleri iyi durumda olan bazı eyaletler ise daha fazla vergi gelirine öncelik verdiği için daha yüksek kurumlar vergisi alıyor. Wyoming, Nevada ve South Dakota’da kurumlar vergisi yok. Ancak İowa, Pennsylvania, Minnesota, New Jersey gibi bazı eyaletlerde de oldukça yüksek kurumlar vergi-

lıyor. Ama mahsup dönem sonlarında vergiler ödendikten sonra yapılıyor ve bunun için bazı belgelerin hazırlanması gerekir. Bu durumda hem paranın zaman değerinden faydalanmak isteyen veya belge hazırlamakla uğraşmak istemeyen yatırımcılar düşük vergi oranlı eyaletleri tercih edebilir.” ARİZONA’DA ORAN DÜŞÜRÜLDÜ Bu arada Arizona’da 2015-2018 yılları arasında kurumlar vergisi oranının yüzde 6,968’den yüzde 4.9’a düşülmesi kabul edildi. Mayıs 2011 yılında alınan bir kararla Indiana’da kurumlar vergisinin geçen yıl yüzde 8.5’den yüzde 8’e, bu yıl yüzde 7.5’den yüzde 7’ye, 2015 yılında ise yüzde 6.5 olması kararlaştırılmıştı. Aynı eyalette bireysel vergi oranının ise önümüzdeki yıl yüzde 3.4’den yüzde 3.3’e, 2017 yılında ise 3.23 olması kararlaştırıldı. DELAWARE’DE ŞİRKET KURMAK KOLAY Tüm bu eyaletler içerisinde Amerika’nın Atlas Okyanusu’na kıyısı olan küçük bir eyalet De-

Bazı eyaletlerdeki kurumlar vergisi oranları Eyalet adı oran %

Eyalet adı oran %

Iowa 12.00 Penn 9.99 Washington 9.97 Minnesota 9.80 İllinois 9.50 Alaska 9.40

New Jersey 9.00 Rhode Island 9.00 Colorado 4.63 Mississippi 5.00 South Carolina 5.00 Utah 5.00

mümkün. Dünya genelinde en büyük işletmelerin yaklaşık yarısından fazlasının Delaware’le bağlantısı bulunuyor. Bu işletmelerin Amerika’da banka hesabına sahip olması gerekmiyor. Ayrıca bu işletmelerin gerçek sahiplerine ya da yararlanıcılarına ilişkin bilgiler de tutulmuyor. Bu özellikleriyle Delaware, artık dünyanın en az saydam ve bilgi gizliliğinin en fazla olduğu yer olarak belirtiliyor. Ayrıca Delaware’de bir şirketin kuruluşu bir saatten daha az vakit alıyor. Şirket kuruluşlarını kolaylaştırmak için ayrıca pazartesiden perşembeye kadar ilgili resmi kurum, gece yarısına kadar açık bırakılıyor. AKBULUT: ŞEFFAF HUKUK Öte yandan Delaware’nin şirketlerin merkezi olmasının nedeni vergiden çok vergi hukuku ve şirketler hukukunun gelişmiş ve şeffaf olmasından kaynaklandığı görüşü hakim. Bu nedenle görüşünü aldığımız New York Borasası avukatlarından Cahit Akbulut, sergi hukuku ve şirketler hukukunun daha fazla sayıda işletmenin ülkeye gelmesine katkısı olduğunu söyledi.

Çiftçi: Her iki ülke vergi sistemini bilmek avantajlı Merkezi San Diego’da bulunan Aıla Accountant and Financial Services Sahibi Süheyla Çiftçi, gerek Türkiye’deki gerek Amerika’daki iş hayatı boyunca mali işler alanında çalıştığını ifade ederek, her iki ülke mali sistemini bilmenin çok büyük avantaj sağladığını dile getirdi. Certified public accountant (CPA) yani yeminli mali müşavir Çiftçi, Türkiye’de çalıştığı dönemde de hizmet verdiği firmalar arasında New York Borsası’nda işlem gö-

ren firmaların yer aldığını söyledi. Türkiye’de de uzun yıllar çalıştığını ve Türk firmaların yanı sıra yabancı firmalarla da çalışma sonucu edindiği tecrübeyi Amerika’daki çalışmalara da aktardığını dile getiren Çiftçi, “Yani hem Türkiye’de hem de burada edindiğim tecrübeler ile her iki mali sistemi bilmek çok büyük avantaj sağlıyor bana. Çünkü aynı dili konuşabiliyoruz müşterilerimle. Onların ne istediklerini çok iyi anlıyorum. Onların da buradaki siste-

mi anlayabilecekleri şekilde anlatabiliyorum. Bundan dolayı da Türkiye’deki müşterilerim memnun oluyorlar. Aynı zamanda müşterilerim kolaylıkla ulaşabiliyorlar bana. Amerika’da özellikle yeminli mali müşavirlere (CPA) kolay ulaşılamaz. Ayrıca müşterilerim benimle çok rahat konuşurlar, zorlanmazlar. Keyifli bir çalışma olur. Sabırlıyımdır. Emeğimize ve verdiğim hizmete göre fiyatlandırma yaparım” dedi. Bu yıl Türkiye ve Amerika’daki çalışmalarını

yoğunlaştıracağını kaydeden Çiftçi, müşteri potansiyelinin artması nedeniyle Los Angeles’ta bir ofis açmayı ve diğer eyaletlerde de ortaklıklar düşündüğünü ifade etti. Türkiye’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de bağlantı noktalarının olduğunu, ancak her geçen gün müşteri sayısında artış olduğunu kaydeden Çiftçi, diğer şehirlerde de bağlantı noktaları oluşturma çalışmalarının da bu yıl odaklanacağı konular arasında olduğunu sözlerine ekledi.

Ancak işletmelerin Amerika’ya gelirken öncelikli konularının vergiden çok büyük bir markette yer alma ve prestij amacı taşıdığını da vurgulayan Akbulut şöyle devam etti: NEW YORK PRESTİJLİ “Vergi ikinci planda. Bu büyük markette bulunmak büyük bir ihtiyaç ve prestij olduğu için buraya gelmeyi daha çok tercih ediyorlar. Benim müşterilerim kendileri burda olmasalar bile Amerika’da mutlaka bir bağlantıları olmasını istedikleri için şirket kuruyorlar. Ayrıca mal sattıkları ya da iş yaptıkları firmalar, Amerika’da ofisi olan firmaları tercih ediyorlar. Öncelikle bu ve benzeri nedenlerle Amerika’ya geliyorlar, ondan sonra hangi eyaletin avantajlı olduğuna bakıp orada şirket kurmak istiyorlar. Daha çok Delaware tercih ediliyor. Ancak diğer eyaletlerde de bulunmak prestij açısından tercih ediliyor. Özellikle Newyork’ta bulunmak büyük bir prestij.” 5 EYALET KDV ALMIYOR Amerika’nın vergi sisteminden önemli bir paya sahip satış vergisi, Türkiye’deki karşılığı KDV olan vergiye bakacak olursak Virginia, Kentucky, Maine, Michigan ve Maryland eyaletlerinin kredi skorları iyi görünürken, Alaska, Delaware, Montana, New Hampshire ve Oragon’da hem eyalet hem de bölgesel satış vergisi yok. Alaska, 1.79 vergi oranıyla en düşük bölgesel satış vergisi uygulayan eyaletler arasında yer alıyor. Eyalet satış vergisine göre 45 eyalet arasında Colorado, yüzde 2.9 vergi oranıyla en düşük vergi oranına sahip eyalet. Alabama, Georgia, Hawai, Louisana, South Dskota, New York ve Wyoming ise yüzde 4 satış vergisinde sahip. Bu arada Kaliforniya’da yüzde 7.25 eyalet satış vergisine yüzde 1 bölgesel satış vergisini eklemek zorundasın. Indiana, Mississippi, New Jersey, Rhode Island ve Tennessee’de yüzde 7 satış vergisi ile en yüksek satış vergisi uygulanan eyaletler arasında yer alıyor. Minnessota yüzde 6,875 ve Nevada yüzde 6,85 ile eu yüksek satış vergisi uygulayan eyaletler arasında yer alıyor. 33 eyalet ise bölgesel satış vergisi uygulamalarında opsiyon tanıyor. Louisana ve Colorado ortalama yüzde 4.86 ve yüzde 4.52 satış vergisi uygulama opsiyonuna sahip. Tennesse yüzde 9,43, Arizona yüzde 9.12 ile en yüksek bölgesel satış vergisi uygulanan eyaletleri oluştururken, Alaska 1.79, Hawai 4.35, Maine ve Virgina yüzde 5 ile bölgesel satış vergisinde en düşük eyaletleri oluşturuyor. DİĞER VERGİLER New Mexico, Utah, İdaho, Arizona ve North Dakota en düşük arazi vergisi alınan eyaletler arasında yer alıyor. En yüksek arazi vergisi alınan eyaletlerin başında ise Connecticut, New Jersey, Vermont, Massachusetts ve Rhode Island yer alıyor. Eyaletlerde kişi başına düşen arazi vergisi New Jersey’de 2671 dolar, Connecticut 2498 dolar, New Hampshire 2424 dolar, Wyoming 2321 dolar ve New York 2105 dolar, Alabama 506 dolar, Arkansas 548 dolar ve Kentucky 662 dolar. İşsizlik sigortası vergisi ise fedaral ve eylaet hükümetlerinin ortak yürüttükleri program. En düşük işsizlik sigortası vergisi oranı yüzde 0 olan eyaletler Iowa, Missouri, Nebraska, North Carolina ve South Dakota olurken, en yüksek işsizlik vergisi oranı yüzde 5.4 olan eyaletler ise Alaska. Florida, Georgia, Mississippi, Nevada, New Mexico ve Oregon.


Ekonomi

22 Ocak 2014 Çarşamba

Selim Atalay twitter@SelimAtalayNY

İki başlı canavar eksikti Küresel ekonomide herkes kendi derdine düşmüş durumda. Her kaptan kendi gemisini kurtarmaya çalışıyor. Merkez Bankası FED, ABD’yi kurtarma derdinde. FED’in küresel ekonominin gidişatına dair bakışı muhtemelen var, ancak bu bilgiyi dışarısı ile paylaşmıyor. FED politikalarının küresel etkilerini inceleyen bir birim belki vardır ama öncelikleri ABD. FED karar alırken ‘Bu adım dünyada nasıl etki yapar’ diye bakmıyor, ‘ABD içinde nasıl etki yapar’ diye bakıyor. Her durumda FED aylık alımları aşamalı azaltırken bunun ABD içinde gerilimi ve faizi yükseltmemesini amaçlıyor. ABD içinde FED faizi yükseltmeden piyasa kendiliğinden tahvil faizini yükseltirse, FED’in oyun planı bozulur. O yüzden FED iç piyasayı ürkütmemeyi amaçlıyor. Bu durumda FED önümüzdeki aylarda kimseyi ürkütmezse, ABD faizi zıplamazsa, ABD içinde istikrar kurulmuş olacak. Şimdilik beklentiler, iyimser senaryo yönünde. ABD ‘nin istikrar kazanması, dünyaya olumlu yansıyacaktır. FED’in oyun planında iki unsur var: İstihdam yükselmeli ve az enflasyon olmalı ki, ABD ekonomisi büyüsün. Ancak ABD’de enflasyon düşük ve fazlaca düşük. Bu durumda enflasyonun tam tersi olan deflasyon riski başlıyor. Deflasyon ihtimalinden söz eden FED Başkanları var. Doğrudan ‘Deflasyon’ demek istemeyenler ‘Anlaşılmaz nedenlerle enflasyon fazla düşük’ diyorlar. FED kendi ekonomisindeki arızayı teşhis ve tedavide zorlanıyor. Enflasyon, fiyatların ekonomiyi zorlayacak ve dengeleri bozacak biçimde yükselmesi ise, deflasyon tam tersi: Fiyatlar düşüyor... Sürekli indirim! Raftaki malın fiyatı sürekli ucuzluyor... Mağazalar mal satmıyor, raftaki malların etiketini düşürmekle uğraşıyor... Bu durum ilk bakışta tüketici için ideal bir durum gibi gelse de, ekonomi için ölüm fermanı. Bir malın fiyatı sürekli ucuzlayınca, tüketici o ürünü almıyor, fiyatın daha da ucuzlamasını bekliyor... Bu bekleme sürecinde ekonomiye giriş olmuyor. Mal rafta bekliyor. Ama tüketici o kadar çok bekliyor ve ürün fiyatı o kadar düşüyor ki, üretici firma yeni parti malı o fiyattan üretemiyor. Talep yok, kâr yok, üretim duruyor. Üretim durunca işçi çıkartılıyor, şirket zora giriyor, genel sarmal başlıyor, ardından da ekonomi duruyor. Tüketicinin ucuzluk beklentisini abartıp harcamasını ertelemesi, ekonomiyi durduracak bir dert. Bu ortamda deflasyon, günümüzün canavarı olarak sahne alıyor. IMF Başkanı Bayan Lagarde önceki gün 2014 küresel değerlendirmesinde genel durumun iyiye gittiğini, ancak dünyada deflasyon riski olduğunu şöyle anlattı: -Gelişmiş ekonomilerde olumlu gidişatın önünde önemli riskler var -Enflasyon çoğu merkez bankasının hedefinin altında -Bu durumda, giderek artan bir deflasyon riski görüyoruz -Deflasyon dünya ekonomik toparlanması için felaket olur -Enflasyon şişedeki cin ise, Deflasyon da tek gözlü iki başlı canavardır ve bu canavarla kararlı biçimde savaşılmalıdır. FED’in deflasyondan ürktüğünü biliyoruz. Euro bölgesinde deflasyon riski daha fazla, ancak açıkta pek konuşulmuyor. Bayan Lagarde Japonya örneğini verdi. Japonya 20 yıldır deflasyonla birlikte yaşıyor. Ve demek önemli bütün merkezlerde ikibaşlı canavarın korkusu var. Bayan Lagarde 2014’te gelişen ülkelerin durumuna değinirken, bu ülkelere reçete verdi: İniş-çıkışta dümeni direksiyonu iyi tutmak ve güçlü kalmak... Bu ülkelerde ekonomik büyümenin yavaşladığını söyledi ve yavaş büyümenin getireceği iniş çıkışınsallantının dikkatle idaresinin önemini vurguladu. Reçetenin devamı şöyle: -Gelişen Ülkelerde hükümetler, varlık balonları ve borç artışı gibi finansal aşırılıklara duyarlı olmalı -Kredi akışının daha iyi yönetilmesi için mali sektör güçlü kurallara bağlanmalı ve bu kurallar uygulanmalı -Ülkeler büyüme potansiyellerini artıracak yapısal reformları yapmalı. Örneğin altyapıda kısıtlamalar ve mevzuat engelleri kalkmalı. Bayan Lagarde’ın bu söylediklerini IMF çoktandır söylüyor. Ancak ‘Büyüme Reçetesi’ yine altyapı yatırımları, bankalar ve kredi üçlüsüne dayanıyor. Yani çok yaratıcı değil, yeni değil. Çare aynı. Bayan Lagarde, Merkez Bankalarının kendi piyasalarını likiditeye boğması sonucu Gelişmiş ve Gelişen ülkeler arasında ‘Kur Savaşları’ çıkmayacağını da söyledi. ‘Kurlar ekonomilerin temel göstergeleriyle daha uyumlu hale gelecek’ dedi. ‘Kur savaşı çıkacak’ demesi beklenemezdi. Anlaşılan 2014 için ‘İşler düzeliyor’ denirken, bir yandan da iki riske bakılacak: Deflasyon var mı, Kur Savaşı kopar mı? Ve bu iki durum zaten birbiriyle bağlantılı. Dünya için ya enflasyon-ya deflasyon seçeneği ile 40 katır mı-40 satır mı seçeneği aynı. (Stargazetesi.com’ dan alınmıştır)

Özel Sektörün dış borç çıkmazı (İZMİR-POSTA212)-Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar özel sektörün yurtdışından sağladığı kredi borcunun kasım ayında yüzde 13.7 artışla 193.5 milyar dolara yükseldiğini söyledi. Yorgancılar, son günlerde yaşanan politik riskle birlikte artan döviz kurunun özel sektörün özellikle kısa vadeli borcunu riskli bir duruma getirdiğini kaydetti. 2013 yılı Kasım ayı sonu itibariyle 2012 yılı sonuna göre özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun ise 12.3 milyar dolar artarak 151.5 milyar dolara ulaştığını hatırlatan Yorgancılar, “Uzun vadeli kredi borcu içinde finansal kuruluşların borcu 11,8 milyar dolar (yüzde 21,9) artarak 65,6 milyar dolara, finansal olmayan kuruluşların borcu 52,8 milyon dolar (yüzde 0,6) artarak 85,9 milyar dolara yükselmiştir. Özel sektörün yurtdışından sağladığı ticari krediler hariç kısa vadeli kredi borcu, 11 milyar dolar (yüzde 35,4) artarak 42 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Kısa vadeli kredi borcu içinde finansal kuruluşların borcu 8,9 milyar dolar (yüzde 31,7) artarak 37 milyar dolara, finansal olmayan kuruluşların borcu 2,1 milyar dolar (yüzde 71,9) artarak 5 milyar dolara ulaşmıştır” diye konuştu. Yorgancılar, “Bütün bu rakamlar özel sektöre 1 yıl içinde 73.5 milyar dolar anapara ödemesi gerektiğini gösteriyor” dedi..

abd kongresi’Nden ımf’ye ret

ABD Kongresi IMF’nin yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla kota ve yönetimde söz sahibi olma imkânı getiren 2010 tarihli IMF Kota ve Yönetim Reformu’nu reddetti. Bu reform, Brezilya ve Hindistan gibi ekonomiler yanında Türkiye’nin kotasını da artıracaktı NEW YORK - ANKA

A

BD Kongresi’nin 2010 IMF reformlarının tamamlanabilmesi için, kuruma yapacağı mali katkıyı onaylaması gerekiyor. Reformlar Brezilya ve Hindistan gibi ekonomiler yanında Türkiye’nin kotasını artırıyor. Ancak Kongre, IMF’nin 2010 Reformu adı verilen bu çalışmasını reddetti.

Kongre’de Federal hükümet için ele alınan 1 trilyon dolarlık harcama planı ABD’nin IMF’ye yapacağı parasal katkıyı içermedi. Cumhuriyetçiler ’in Obama yönetiminin IMF’ye mali katkının yapılması istemini, sıkı bütçe ortamında uygun görmedikleri, bazı Kongre üyelerinin IMF’nin Avrupa’da ekonomik zorluklarla baş etmeye çalışan ülkelere desteğinin başarısı konusun-

da tereddütleri olduğu belirtildi.

IMF’DE HAYAL KIRIKLIĞI

IMF Başkanı Christian Lagarde, ABD Kongresi’nin, 2010 tarihli IMF Kota ve Yönetim Reformu’nun onaylanması için gerekli olan adımı atmaması üzerine bir açıklama yaptı. Lagarde, “Bu önemli yönetim reformunun uygulanması için gerekli adımların atılamamasından dola-

yı hayal kırıklığına uğradım. Dünya değişiyor ve üyelerimizin 2010’da kurumun küresel değişime ayak uydurması ve yeni zorlukları karşılamasına yardımcı olması için vardıkları mutabakatı sonuçlandırmalarına yardımcı olmayı taahhüt ettik. ABD yönetiminin gerekli yasama iznini güvence altına almaya yönelik çalışmasını sürdüreceğini anlıyoruz ve bunun olacağına ilişkin ümitliyiz”

dedi. IMF’nin yönetim reformlarının yerine getirilmesini takip etme konusundaki taahhüdünü koruduğunu kaydeden Lagarde, reformların IMF’yi daha etkin ve temsil kabiliyeti olan bir kurum haline getireceğini söyledi. IMF’de Türkiye dâhil yükselen piyasaların kotasını artıracak reformun yürürlüğe girmesi için üye ülkeler tarafından onaylanması gerekiyor.

Abd bankaları toparlanıyor ABD’de 2008 krizi sonrası yüksek miktarda yasal ceza ödemek zorunda kalan Citigroup, Goldman Sachs ve Bank of America Corp. gibi kuruluşların karları geçtiğimiz yılın 4. çeyreğinde toparlanmaya başladı performans gerçekleştirdi.

NEW YORK - POSTA212

C

NET GELİR DÜŞTÜ

itigroup’un 4. çeyrek kârı bir yıl öncesine göre iki katından daha fazla yükselmesine rağmen analistlerin tahminlerinin oldukça altında kaldı. Bankanın kâr yapmasında maliyet kesintileri ve geçtiğimiz yıl ödemek zorunda olduğu cezalardan kurtulmuş olması etkili oldu.

2.3 MİLYAR DOLAR CEZA

Citigroup geçtiğimiz yılın 4. çeyreği için 2.69 milyar dolar kâr açıklarken, bu rakam hisse başına 85 sent kâr anlamına geldi. Bir yıl öncenin kâr oranı 1.2 milyar dolar olarak gerçekleşirken, hisse başına 38 sente denk geldi. Citigroup bu dönemde 2.3 milyar dolarlık ceza ödemişti.

Kâr verilerinin açıklanmasının ardından Citigroup hisseleri yüzde 3.4 düşerek 53.15 dolardan işlem gördü.Bankacı-

lık sektörünün bir başka devi Goldman Sachs ise kâr oranlarında düşüş yaşamasına rağmen beklentilerin üzerinde bir

Dördüncü çeyrek net gelirinin yüzde 19 düştüğünü açıklayan Goldman Sachs Group Inc., en büyük darbeyi sabit gelir, döviz ve emtia işlemlerinden gördüğünü belirtti. Fakat buna rağmen yatırım bankacılığı sektörünün artan gelirleriyle beraber Wall Street beklentilerinin de üzerinde kaldı. Net gelirinin 2.33 milyar dolar olduğunu açıklayan Goldman, geçtiğimiz yıl aynı dönemde 2.89 milyar dolar kâr yapmıştı. Hisse başı kazanç 4.60 dolar olarak gerçekleşirken, net gelir yüzde 4.9 düşerek 8.78 milyar dolara indi. Thomson Reuters tarafından görüşleri alınan analistler hisse başına 4.22 dolar kazanç ve 7.71 mil-

abd’de ekonomi büyüyor Bir çok iktisatçı, Amerika’da ekonomik büyümenin önümüzdeki yıl hız kazanacağını, bu şekilde diğer ülkelerin Amerika’ya ürün ihraç etmesinin kolaylaşacağını söylüyor. Enerji üretiminin artması maliyetleri düşürürken ekonomik büyümeyi teşvik ediyor NEW YORK - POSTA212

A

merika ve diğer zengin ülkeler beş yıl sonra ilk kez ekonomik durgunluğun etkilerinden kurtulmaya başlayıp küresel büyümeye daha çok katkıda bulunmaya başlıyor. Dünya Bankası’nın yayınladığı yeni rapora göre önümüzdeki yıl hükümet harcamalarında daha az kesinti yapılmasının da ekonomik büyümede payı olacak. Dünya Bankası Küresel Makroekonomi Sorumlusu Andrew Burns, “Amerikan ekonomisindeki büyümenin geçen yılki yüzde 1,8‘lik orandan bu yıl yüzde 2,8’e çıkacağını tahmin ediyoruz” diyor. Ekonominin emlak dahil bazı kilit sektörleri faiz oranlarındaki değişikliklerden çok etkileniyor. Düşük faizler, konut kredisi almayı ve iş yerlerinin büyümek için yeni ekipmana yatırım yapmasını kolaylaştırıyor.

Amerika Merkez Bankası, bu nedenle faiz oranlarını düşürerek ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor. Bu planın bir parçası da bankanın her ay milyarlarca dolarlık tahvil alımında bulunması. Ancak Merkez Bankası tahvil alımlarını azaltmaya hazırlanıyor.

Çünkü tahvil alımlarının uzun süreli olması enflasyon patlamasına neden olarak ekonomiye zarar verebilir. Amerikan Petrol Enstitüsü Başkanı Jack Gerard’a göre, doğalgaz arzındaki artış

enerji fiyatlarını düşürecek, bu da Amerikan üreticilerinin işine yarayacak. Gerard, “Daha fazla istihdam sağlama ve gelir elde etmenin tam zamanı. Bunu enerji üretimini artırarak başarabiliriz” diyor. Hidrolik kırmayla elde edilen kaya petrolü, Amerika’da petrol üretimini hızla arttırıyor. Ham petrol ithalatının maliyeti düşüyor, tüketiciler böylece paralarını başka ürün ve hizmetlere harcayabiliyor. Ancak çevrecilere göre, fosil yakıtları iklim değişikliğini hızlandırıyor, hidrolik kırma yöntemi de çevreye büyük zarar veriyor. Petrol sektörü sözcüleri, yöntemin güvenli olduğunu savunsa da buna karşı çıkanlar, hidrolik kırma teknolojisinin su kaynaklarını kirlettiğinin ve bu konuda daha fazla bilimsel araştırma yapılması gerektiğinin altını çiziyor.

yar dolar gelir bekliyordu. Citigroup CEO’su Michael Corbat yaptığı açıklamada “Yılı istediğimiz kadar güçlü bitiremedik” ifadelerini kullandı.

KÖTÜ KREDİLER AZALDI

Öte yandan bir diğer ABD bankası Bank of America Corp. cezalarla geçirdiği bir yılın ardından geçtiğimiz çeyrek kârında hızlı bir yükseliş kaydetti. Bankanın kârındaki bu artışın nedeni olarak düşürülen maliyetler ve kötü kredilerin azalması gösteriliyor. Bank of America Corp. geçtiğimiz çeyrekte 2007 yılından bu yana en güçlü kâr artışını açıklarken, tüketici kredileri ve varlık yönetiminde kaydedilen büyümenin pozitif etkisini yaşadığını belirtti. (The Wall Street Journal)

DIŞ AÇIK AZALMADAN BÜYÜME OLMAZ (NEW YORK-POSTA212) Uluslararası Para Fonu IMF'nin blog sayfasında İsabel Rial, Suchanan Tambünlertchai ve Alexander Tieman imzası ile yayınlanan "Türkiye: Dengesizlikleri Artırmadan Büyümeyi Canlandırma" başlıklı yazıda Türkiye'nin yüzde 4 ila 5'lik bir büyüme yakalayabilmesi için dış açığı azaltmaya yönelik politikalar uygulaması gerektiği belirtildi. Türkiye'nin daha hızlı büyümesi için politika tavsiyelerinde de bulunulan yazıda şu ifadelere yer verildi:

DIŞ FİNANSMAN BAĞIMLILIĞI “Geçtiğimiz on yıllık dönemde, Türkiye büyüme performansı açısından son derece hak edilmiş övgüler aldı. Ancak bu başarı öyküsü beraberinde, istikrarlı olarak büyüyen ve 2013 yıllında GSYH'nin yüzde 7,4'ne ulaşması tahmin edilen cari işlemler açığını getirdi. Bu açığın karşılığı, Türk ekonomisinin şu andaki ana sorununu oluşturan ve çoğu kısa vadeli olan dış finansmana olan bağlılıktır. Türk ekonomisi hakkında son yıllık gözden geçirmemiz kapsamında yapılan bir regresyon analizi ekonomik politikalar veya ekonomik ortamda önemli bir değişiklik olmaması durumunda, istikrarlı bir cari işlemler dengesi ile tutarlı olan büyüme seviyesinin yüzde 2¾ - 3½ aralığında olduğunu öne sürmektedir. Başka bir deyişle, bu hız sınırın üzerindeki bir büyüme, daha yüksek bir cari işlemler açığına sebep olacaktır. Biz de bu sebeple politikaların dış açığı azaltmaya yönelik olması gerektiği, aksi takdirde yıllık yüzde 4 ila 5'lik büyümenin sürdürülebilir olma ihtimalinin bulunmayacağı görüşündeyiz.”


Ekonomi

22 Ocak 2014 Çarşamba

Ekonomide üç büyük risk Ekonomistlere göre Erdoğan-Gülen kavgası, FED’in tahvil alımını azaltmasına bağlı yaşanabilecek fonlama sıkıntıları büyük risk. Bunun için güçlü bir kriz yönetiminin devreye girmesi şart (NEW YORK –POSTA212)

E

konomistler, başlatılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun giderek Başbakan Erdoğan yönetimiyle Fetullah Gülen’in arasında siyasi bir kavgaya dönüşmesini, FED’in tahvil alımlarına azaltmasına bağlı yaşanabilecek fonlama sıkıntılarını, belirsizliklerin fiyatlanamamasını önümüzdeki yıl için ekonomide ve piyaslardan yaşanabilecek en büyük riskler olarak gösterdi. The Wall Street Journal’ın haberine göre, güçlü bir kriz yönetim sürecinin devreye girmesi gerektiğini de belirten ekonomistler, dolar kurunda yüksek oynaklık yaşanabileceğini öngörüyor. Ayrıca Türk Lirası bazlı varlıkların, önümüzdeki yıl gelişen piyasalardan negatif ayrışacağını tahmin ediyorlar.

TL’DE DAHA FAZLA DEĞER KAYBI Finansbank Grup Başekonomisti İnan Demir, bu yıl için Türkiye ekonomisine yönelik en önemli temasının yüksek cari açık ve yüksek finansman ihtiyacı olan Türkiye’nin yükselen ABD faizlerinden olumsuz etkilenmesi olacağını belirtti. Demir, “Likiditenin pahalandığı bir dönemde bir de iç siyasi riskler taşıyan bir cari açık ülkesi görünümü oluşuyorsa o zaman baskı daha da artar. Üstelik bizim şu anda karşı karşıya olduğumuz siyasi riskler Türkiye’nin son zamanlarda en çok tartışılan ve belki de en kırılgan sektörlerinden birini, inşaatı ilgilendiriyor. Dolayısıyla makro ölçekte zincirleme olumsuz etkiler oluşması po-

tansiyeli de söz konusu” diye konuştu. Demir, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

CARİ AÇIK BÜYÜYOR “Bu riskler IMF’nin Türkiye raporunda atıfta bulunduğu ‘Südden stop’ ihtimalini artırabilir. Bu faktörler olumlu yönde değişmez ve südden stop senaryosuyla karşılaşırsak TL’de daha fazla değer kaybı, TL cinsi faizlerde daha fazla yükseliş ve ekonomik aktivitede çok belirgin yavaşlama sonuçlarıyla karşılaşabiliriz. Türkiye’nin cari açığı ekim ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 2 kattan fazla artarak 2,89 milyar dolara çıktı. Yıllıklandırılmış cari açık ise 60,86 milyar dolara çıkarak geçen yıl aynı döneme göre yaklaşık 9 milyar dolar arttı. Cari açığın milli gelire oranı 2012’de yüzde 6,1 iken, şu anda yüzde 7,5 seviyesine yükseldi. Bu faktörler olumlu yönde değişmez ve südden stop senaryosuyla karşılaşırsak TL’de daha fazla değer kaybı, TL cinsi faizlerde daha fazla yükseliş ve ekonomik aktivitede çok belirgin yavaşlama sonuçlarıyla karşılaşabiliriz.”

artırmak konusunda isteksizken talihsiz oldu” dedi. Ayrıca Gülen ve Halk Bankası hikayelerinin de kötü gözüktüğünü ve ödemeler dengesi zaten kötüyken Türkiye’nin artan politik riske ihtiyacı olmadığını da belirtem Ash, AK Parti ve Erdoğan için 2014 seçimlerinin de hiç kolay geçmeyeceğini ifade etti. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Burak Saltoğlu ise, genelin aksine son politik risk olmasa Türkiye’nin 2014’te çok olumsuz olmayabileceğini ileri sürerek, “Türkiye için cari açık ve fonlama ihtiyacı önemli bir risk ama bunu belirli bir dalgalanmayla da olsa bu süreci aşabilecekti. Yüzde 3-4’lerde büyüme, oynak bir kur ve biraz daha yüksek bir faiz seviyesi ile 2014 tamamlanabilirdi. Ama artık ortam değişti” dedi. Saltoğlu şöyle devam etti:

“Ancak yaşadığımız son politik belirsizliklerden sonra, kurun ve faizin önümüzdeki yılda nasıl seyredeceğini öngörmek zor görünüyor. Burada yatırımcılar özellikle Mart ve izleyen seçim sonuçlarını izlemeden yatırım kararlarını vermeyebilirler. Piyasalar Mart yerel seçim sonrası belki de olası bir erken seçim de fiyatlayabilir. Bu da ek belirsizlik yaratabilir.” FED’in yaratacağı belirsizlikler olmasaydı belki son yaşananların ekonomiye yansımasının biraz daha sınırlı olabilme ihtimalinin de olduğunu savunan Saltoğlu, “Son yaşananların ekonomiye ve piyasalara daha az yansıması için yatırımcıları ikna edici bir kriz yönetimi sürecinin benimsenmesi gerekiyor” diye konuştu.

ALARM ZİLLERİ ÇALIYOR Yaşar Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski kıdemli ekonomist Burcu Ünüvar da, 2014 yılının kapıyı içte ve dışta dolu bir ajandayla çaldığını belirterek. Türkiye gibi tasarruf açığı olan ülkelerin cömert küresel sermaye ortamında yelken açıp yol aldığını ancak artık yollarını bulmakta zorlanacaklarını belirtti. Ünüvar, “Hatta bazılarının yelkenlerinin yırtılma riski var. Ülke bazlı zayıflıkların ve güçlü tarafların öne çıkacağı bu dönemde Türkiye için alarm zilleri çalıyor” dedi.

SİYASİ RİSKLER VE FİYATLAMA Standard Bank Gelişen Piyasalar Masası Şefi Tim Ash, ekonomi için ilk riskin yolsuzluk ve rüşvet iddialarının hükümete yaratacağı zorluklar olduğunu söyledi. Ash, “Bunun zamanlaması özellikle Türkiye büyük cari açığıyla mücadele ederken, dıştan bulması gereken büyük finasman gereksinimi ve Merkez Bankası faiz oranını

4

Türkiye için yüksek büyüme hikayesi bitti mi? yorum

4 Türk ekonomi yazarı Ercan Kumcu, Hakan Özyıldız, Abdurrahman Yıldırım ve Ege Cansen, yüzde 3,5 üzerinde bir büyümenin Türkiye’de cari açık sorunu yaratıp yaratmayacağını WSJ için yazdı NEW YORK - POSTA212

I

MF’nin yayınladığı “Türkiye: Dengesizlikleri Artırmadan Büyümeyi Canlandırma” raporunda istikrarlı bir cari açık için Türkiye’de büyüme oranının yüzde 2,75-3,5 olduğunu savunuldu. Özetle, yüzde 3,5’un üzerinde bir büyümenin Türkiye’de cari açık sorunu yaratacağını söyleyen Rapor, ekonomistler arasında da tartışma yarattı. The Wall Street Journal gazetesi için 4 ekonomi yazarı yüzde 3,5 oranını ve Türkiye için yüksek büyüme hikayesinin bitip bitmediğini yorumladı. İşte o yorumlar… w Ercan Kumcu- Habertürk Yazarı: Cari işlemler açığı ve yarattığı risklerin Türkiye ekonomisinin büyümesi üzerine çok ciddi bir kısıtlama getirdiği zaten bilinen bir gerçek. Bazı yıllar çift hanelerde büyüyebilsek bile, ekonominin orta-uzun dönemli büyüme potansiyeli yıllık yüzde 5’in altında. Yüksek büyüme dönemlerini hep çok düşük büyüme ve ya da küçülme dönemleri takip etti. Geriye gidişlerin arkasında hep dış açıklar rol oynadı. Cari işlemler açığının milli gelire oranını yüzde 6’ın altına çekmekte artık zorlanmaya başladık. IMF’nin bulgularına göre cari işlemler açığı riski yaratmadan Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyelinin yüzde 3,5 civarında olması bu anlamda şaşırtıcı değil.

CEKET DAR GELİYOR Aslında durum IMF’nin bulgularından da daha vahim. Türkiye ekonomisi her yıl reel olarak yüzde 3,5

Başka bir risk faktörünün Türkiye’nin “anlaması zor-açıklaması zor” politik ortamının olduğunu ifade eden Ünüvar, şunları söyledi: “Ülkenin vatandaşları olarak şu anda var olduğunu uzun süredir bildiğimiz ama insanları inandıramadığımız iki gücün savaşını izliyoruz. Görmek inanmaktır. İçinde yaşadığımız bu sürreal senaryo yatırımcıların Türkiye’deki politik istikrarı tekrar gözden geçirmesine neden oldu. Takvimde yer alan 3 seçim yaklaşırken bu çekişmenin azalacağını da sanmam.” Piyasalar konusunda ise Türkiye’nin diğer gelişen ülkelerden negatif ayrışabileceğini öngören Ünüvar, lirada dalgalı bir seyir ve düşük bir yatırım iştahına bağlı zayıf sermaye akımı olabileceği konusundada uyarılarda bulundu

büyüse dahi, bugünkü yapıda kısa dönemde cari işlemler açığının milli gelire oranı artacaktır. 2013 yılındaki reel büyüme bu eşik civarında olduğu halde, cari işlemler açığının milli gelire oranı bir önceki yıla göre arttı. Hangi düzeyin risk yarattığına bağlı olarak, Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyeli giderek zayıflama eğiliminde. Bir anlamda, bedenin ulaştığı büyüklükte, ceket dar geliyor. Bu açıdan, ekonomik büyümenin cari işlemler riski yaratmasının da ötesinde, ekonominin geldiği reel büyüklüğün cari işlemler riski yaratması söz konusu. Kısa dönemde bu sorunu aşabilmek çok zor. Sorunu aşabilmenin tek yolu zaman içinde ekonominin üretim ve yatırım yapısının değişmesi. Kalıcı bir biçimde yüksek oranlarda büyüyebilen bir Türkiye hikayesi zaten yoktu. Onu biz uydurmuştuk. w Hakan Özyıldız-İktisatçı/Yazar: Yaklaşık bir ay önce IV. Madde Gözden Geçirme Raporu yayımlayan IMF’nin, aynı başlıkları içeren bir özeti bloğunda tekrar yayımlaması dikkat çekici. Ama haksız da değiller. Bilindiği gibi dünyada sermaye akımlarının yön değiştirdiği konuşuluyor. Yatırımcılar “kırılgan beşli” listesi hazırladılar. Müşterilerinin kararları-

nı yönlendirmeye çalışıyorlar. Konuya bu açıdan bakınca, IMF sanki ilerisi için bir hazırlık yapıyor gibi. Türkiye’deki karar alıcıları bir kez daha uyarma gereği duyuyor. 2014 için yüzde 2,75 -3,5 aralığında büyüme tahmini veriyor. Klasik söylemini tekrarlayarak, daha yüksek büyüme daha çok cari açık yaratır diyor. Ve ekliyor, “Ama, dışarıda para azalmaya başladı. Gelin yabancı kaynağa olan bağımlılığınızı azaltın. Seçim dönemi demeden yapısal reformları hızla hayata geçirin.” Öneriler içerinde işgücünün eğitimi, teşvik politikasında önceliklerin değiştirilmesi, bütçenin esnekliğinin arttırılması gibi nispeten kolay konular var. Yanı sıra, iç tasarrufların çoğaltılması, bu bağlamda sosyal güvenlik sisteminin yeniden gözden geçirilmesi gibi çok zor başlıklar da. Ancak önümüzdeki iki yıl ne iktidar ne muhalefet sosyal harcamaları azaltmaktan söz edebilecek durumda değil. Piyasalardan izlediğiniz gibi şartlar her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Çok geçmeden bir şeyler yapmak lazım. IMF dediği için değil ülkenin ihtiyacı olduğu için.

w Abdurrahman YıldırımGazete Habertürk Yazarı:

TÜRKİYE KIRILGAN BEŞLİ’DE… Küresel düzeyde bol likidite ve ucuz para politikasından çark edilmesi, normale dönülmesi yılları alacak bir süreç. Bu süreçten en çok etkilenecek olan ülkeler de dış kaynaklara en çok gereksinim duyan ülkeler. Türkiye bunlardan biri. Bu nedenle de “Kırılgan beşli” grubunda yer aldı. Dış kaynağın kıtlaşacağı ve maliyetinin artacağı bir süreç, Türkiye’ye yüksek cari açığını sürdürme ve bunu rahatlıkla finanse etme imkanı vermez. Dolayısıyla cari açıkta kayda değer bir düşüş sağlamak bu dönemi kazasız belasız geçmek için elzem. Halen milli gelirin yüzde 7.5’i düzeyinde bir açık var. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan önümüzdeki dönemde risksiz cari açık düzeyini yüzde 4-5 olarak verdi ve bu düzeyde bir açığı Türkiye finansman zorluğu yaşamadan finanse edebileceğini söyledi. IMF’nin koyduğu kriter de buna yakın. IMF ülkelere milli gelirlerinin yüzde 4’ünü aşan cari açık da, cari fazla da vermemelerini tavsiye ediyor. TEK BACAKLI DEĞİL Türkiye’nin uzun vadeli büyüme ortalaması yüzde 4,8. Küresel koşulların aleyhimize döndüğü bir süreç- te uzun vadeli büyü-

menin yaklaşık 1 puan altına düşmemiz gayet normal. İnşallah da böyle olur ve bu zor koşullarda büyüme daha da düşmez. Büyümenin yüzde 4,8 ortalama düzeyinden yüzde 3,5 düzeyine inmesi Türkiye’ye hikayesini kaybettirmez. Çünkü yüzde 4,8 de yüksek değil. Ayrıca Türkiye hikayesi tek bir bacağa veya yüksek büyüme hızını da dayanmıyor. Coğrafi önemi yanında hikayenin bir ayağı siyasi istikrara, diğer ayağı ekonomik istikrara dayanıyor. Orta hızda büyümenin yanında bankacılığın güçlü olması gibi başka tatlandırıcılar da hikayeyi güçlendiriyordu. Hikayenin sonucunu veya varlığının devamını, büyüme oranının zayıflaması değil, Türkiye’nin nasıl yönetileceği ve önümüzdeki üç seçimi nasıl geçeceği belirleyecek. w Ege Cansen-Sözcü Gazetesi Yazarı

YAĞMUR YAĞARSA… Milli gelir büyüme oranı bulunurken, cari açığın milli gelire oranındaki düşüş “artı”, cari açık oranının büyümesi “eksi” olarak hesaba girer. Türkiye’nin halen milli gelirinin yüzde 7’si civarında gezinen “Cari Açık/Milli Gelir” oranı yüzde ne kadar düşerse, milli gelir artışı o oranda yükselir. Bu bir aritmetiktir. Demek ki; IMF, Türkiye’nin iç piyasaya dayalı (tüketim artı yatırım) büyümesinin tavanını yüzde 3,5 olarak görüyor. Bunun üstünde bir büyüme oranı için cari açık oranını düşürmekten başka çare yok diyor. Türkiye’nin sürdürülebilir yüksek oranlı büyüme hikayesi bu noktada “yani cari açığın düştüğü” yerde başlayacaktır. IMF sadece bunu söyleyerek pek de anlamlı bir şey söylemiş olmuyor. Yağmur yağarsa, kuraklık sona erer gibi bir ifade bu. (The Wall Street Journal)

Yabancı ortaklarda siyasi risk endişesi (NEW YORK-POSTA212) Türkiye'de yatırımı bulunan yabancı ortaklar, 17 Aralık operasyonu ile başlayan ve hukuk temelli tartışmalarla tırmanan olaylardan tedirgin oldu. Yabancı ortakların Türk ortakları ile konu hakkında sürekli bilgi aldıkları ve durumu endişeyle takip ettikleri dile getiriliyor. Özellikle Türkiye'de gelişen bu olayların nerede ve sonuçlanacağına ilişkin sorularının yanıtlarının büyük merak konusu olduğu kaydedilirken, yabancı ortakların "Türkiye sandığımız gibi hukuk temelli bir ülke değil mi?", "Bu yıl bütçe revize etmemiz gerekecek mi"şeklinde sorularının ağırlık kazandığı dile getiriliyor. Step Hali'daki ortağı Swicorp'un, "Türkiye hukuk konusunda düşündüğümüz gibi bir yer değil mi?" diye sorduğunu ifade eden şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Cem Şengör, "Ortaklar şaşkınlıkla izliyorlar. Yolsuzluk gibi şeylere takılıyorlar. Ama hukuk konusunda daha fazla sorguluyorlar" dedi. Aralık'ta başlayan operasyonun ardından yabancı ortakları ile yaşanan olaylar konusunda görüştüklerini ifade eden Hyundai Assan ve Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar da, ortaklarının olayların nerelerde ve nasıl bir nihayet bulacağıyla ilgili sorular sorulduğunu ifade etti. Kibar, "Biz de bilmediğimizi söylüyoruz. 'Seçim sürecidir zaman zaman seçim süreçlerinden bu gibi sıkıntıları geçmişte de yaşandı şimdi de yaşandığını hatırlatıp bu yönde bilgiler veriyoruz" diye konuştu.

SİYASİ KRİZ GEÇER, GİDER

2008 yılında İtalyan Miroglio ile yüzde 50 ortaklık kuran İpekyol'un Yönetim Kurulu Başkanı Yalçın Ayaydın ise ortağının ülkeyle ilgili bir tedirginliği olmadığını ifade etti. Olayların ardından İtalya ile 1 saat süren bir telekonferans yaptıklarını dile getiren Ayaydın, "2014 bütçemizi yapmıştık. Bütçemizi yeniden revize ettik. Ortaklara bunun siyasi kriz olduğunu. Bunun geçeceğini anlattık. Hukukla ilgili bir soru gelmedi. 2008 den beri artık birbirimizi tanıdığımız için bu açıdan bir tedirginlikleri yok. Türkiye'de iyi bir lokal ortak aldıklarını biliyorlar" dedi.

TAYYİP BEY’E GÜVENİYORLAR

Bin Ladin ailesiyle İstanbul'da bir proje geliştirmek için ortak şirket kuran Yaşar Aşçıoğlu da, projenin üzerindeki çalışmaların sürdüğüne dikkat çekerek, "Yaptığımız temaslarda olayları sorguladılar. 'Ne oluyor' diye soruyorlar. Yaşananların hoş olmadığını belirtiyorlar. Ama sonunda Tayyip Bey'e güveniyorlar. Bunun üstesinden geleceğini düşünüyorlar" diye konuştu.




Gündem

22 Ocak 2014 Çarşamba

Ahmet Buğdaycı ahmetbug@gmail.com

BİR DEVRİN SONU YA DA İSLAMCI DİNDARLIĞIN İFLASI ÖYLE karmaşık bir dönemden geçiyoruz ki, söylediğiniz her şey bir anda mevcut kavgada bir taraf olmanıza, hatta farkına varmadan bir tarafın piyonu olmanıza yol açabiliyor. Bir an bu ülkede komploların da yabana atılmaması gerektiğini düşünüyor, acaba diyorsunuz. Hükümeti ehven-i şer olarak kabul eden pek çok kişi de şu görüşü paylaşıyor: “Yargıda, poliste yerleşik Cemaat kadrolarının yaptığı bir tür darbedir son operasyon. Çünkü, operasyonun niyeti Erdoğan’ı indirmeye yöneliktir. Özünde yolsuzluk iddiaları doğru bile olsa, bu da bir yolsuzluktur. Hükümet yolsuzluğa bulaşmış olsa bile, bu kadroları temizlemek için yaptığı karşı operasyon bu yüzden doğrudur. Neticede hükümet meşruiyetini seçimlerle alıyor, karşı taraf ise belirsiz bir güç. Görünürde olup biteni tek boyuta indirgemek rahatlatıcı. Oysa karşımızda çok katmanlı, çok boyutlu bir “gerçek” var. Her şey askeri vesayetçi, azınlığın çoğunluğu yönettiği sistemin 2001’de iflasıyla ve İslamcı AKP’nin sivil cemaatlerle ortaklığa giderek iktidara gelişiyle başladı. Amaç İslamla demokrasinin buluştuğu, Batı’nın onay verdiği “yeni bir devlet modeli” inşa etmekti. Süreç içinde ABD ve Batı karşıtı Avrasyacı generaller Cemaat kadroları tarafından birçoğu sahte delillerle tasfiye edildi. Yeni devletin önündeki tüm engeller temizlenmişti artık. Ancak bu arada bütün bu askeri vesayet, demokrasi tartışmalarının perde arkasında, dindarlık jargonuyla müthiş bir rant düzeni kurgulanıyor, elde edilen rant da devlet üzerindeki denetimi kuvvetlendirmeye harcanıyordu. İşte 17 Aralık operasyonu bu düzeni ayrıntılarıyla deşifre ettti. Rüşvet ve yolsuzluk AVM’ler, tarım kredileri, kamu bankaları, inşaat, enerji, kamu ihaleleri, özelleştirmeler, dış ticaret, gümrük gibi devletin her kademesine yayılmıştı bu düzende. Bakanlar, belediye başkanları bile devreden çıkartılıyor, her şey tek lidere bağlanıyor, ihale kanunları amaca göre durmadan değiştiriliyordu. Bakanlıkların harcamalarını denetleyen Sayıştay’ın hesaplarının Meclis’e gelmesi engellenince TBMM artık formalite haline geliyordu Enerji ve inşaat baronlarının medya sahibi olmasıyla da medyada mutlak kontrol sağlanıyordu. Bu arada yolsuzluklardan elde edilen gelirin küçük bir kısmı yoksullara dağıtılıyor, ya da dindar toplum eksenindeki hayır işlerine harcanarak, birtakım din alimlerinin de “caizdir fetvalarıyla”, seçmenlerin gönülleri alınıyordu. Olup bitenler, 1960’da, 1980’de, 1997’de iç ve dış güçler bahane edilerek devleti kendi amacına göre şekillendirmenin bir kez daha tekerrür etmesinden başka bir şey değildi. SİYASAL İSLAMCILIK BİR DAVA HALİNE GETİRİLDİ Ama dersini iyi çalışan Erdoğan, iktidarını kalıcı kılmanın, yüzünü Batı’dan Doğu’ya çeviren baskıcı bir rejimle ve bunu da ancak dindarlık adına bir “dava” haline getirerek başarabileceğinin farkındaydı. Erdoğan koalisyonuna başta verdiği tüm sözlerden çark ederek girişimcileriyle, medyasıyla, bürokrasisiyle “kendi cemaatini” yaratmaya koyuldu. Koalisyon içinde İslamın sivil yorumuyla devletçi dindarlık arasındaki çelişki artık kaçınılmazdı. Üstelik Ergenekon’da yaptığı hatalarla çok düşman toplayan bu grubun ezilmesi, iktidarın önündeki son sivil direnişin de kaldırılması anlamına geliyordu. Peki bu iktidarın dindarlık anlayışı neydi? Dindarlığın çekirdeğindeki iyi, ahlaklı insan olma hali neredeydi? Mütevazılığın yerini şatataf, servet, ihale tutkusu, hoşgörünün yerini nefret, almış, kendi hakkı olanla yetinme dindarlık kılıfı ile yapılan yolsuzluklara dönüşüvermişti. Başlangıçtaki koalisyon amaçlarından çok uzaklaşan şeri dindarlık devletle bütünleşirken ahlak arka plana itildi. “Allah şirk, devlet şerik kabul etmez “sözü, devlete kutsallık atfeden en manidar sözdü. Devlet kutsalsa, önce onu ele geçirmek gerekiyordu, onu ele geçirmek için ise her türlü yolsuzluk yapılabilirdi, bu da şeri olarak rahatsız edici değildi, çünkü çünkü amaç kutsaldı. O zamanda bu amaç için çalışan kişiyi de “Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplayan” lider olarak görmek mümkündü. Oysa sufi ahlakta, kişi nefsini eğitir, yalan söylemez, elindekiyle yetinir, mütevazı olmanın erdemine kavuşur, bencil egosunu yenmeye çalışır, ve nihayet kendi, benliğinden çıkıp, insan-ı kamil olmayı hedefler. Ancak İslamcı iktidar artık dini iyice dünyevileştirerek bir iktidar aracı haline getirdi. Din içsel bir huzur, paylaşım olmaktan çıkıp ekonomik bir sistem, bir dava haline geldi İman sahibi olmak da 21. Yüzyılda Neo Osmanlı görünümlü post modern bir temaşaya dönüşüyordu. Şimdi, iktidar bu dindar devlet tasavvuruyla, aks değiştiriyor, AB yolundan uzaklaşıyor, Şangay Beşlisi’ne göz kırpıyor. Bir yandan da komplo teorileriyle özgürlükleri kısıyor, sosyal medyaya yasaklar getirmeye çalışıyor, bunu eleştirenlere de bolca biber gazı sıkıyor. Ama en önemlisi, derin devlet, Hırant’ın katillerinin bulunmasını engelleyenleri ödüllendiren yeni ortağı AKP ile kendini bir kez daha inşa ediyor. 2002’de başlayan sivil İslam ve İslamcı koalisyonunun yürüyüşü şimdilik tam bir fiyaskoyla sonuçlanıyor, yeni devlet inşası rüyası, eski rejimin dindar görünümlü, daha da otoriter, daha da çürümüş bir versiyonuna kendini bırakıyor.

TADF TÜRKİYE TEMSİLCİSİ BAYRAĞI DEVREDERKEN… FİGEN ONUR İSTANBUL - POSTA212

Medya sektöründe kariyer yapmayı planlarken kendini Amerika’da master yaparken buldu. İki yıl okuyup dönecekti ama Amerika’nın en büyük firmalarında çalışma fırsatı bulunca fikri de planları da değişiverdi. Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) Türkiye Temsilciliği bayrağını bu hafta devreden Uğur Kılıç Amerika’daki 10 yılını POSTA212’ye anlattı. ■ Amerika’ya gidişin nasıl oldu? Aslında ilk başlarda öyle bir düşüncem yoktu. Üniversitede okurken NTV’de çalışıyordum. 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Bilgisayar bölümünden mezun oldum ve CNN Türk’e geçtim. IT Uzmanı olarak çalışıyordum. Bir gün üniversiteden bir arkadaşım Kanada’da yüksek lisans yapmak istediğini söyledi ve bana sen de gelsene dedi. Ben de “Neden olmasın” dedim ve beraber araştırmaya başladık. Amerika olanaklarına da bakalım dedik. Karşılaştırma yaptık ve Amerika’yı seçtik. Bir-iki ay içinde pasaport, vize, başvuru ve kabul yazıları gibi evrak işlerini hallettik. I20 formumuz geldi, biletimizi aldık ve yola çıktık. O kadar hızlı hareket ettik ki ailem bile bileti görene kadar inanamadı. Planlarım arasında yurt dışında yaşamak hiç yoktu. MBA yapıp geri dönerim diye düşünüyordum ilk başlarda ama sonra işin içine kariyer de girince düşündüğümden daha uzun süre Amerika’da yaşadım. ■ Adaptasyon sürecini nasıl geçirdin? Neler yaşadın? Öncelikle bir iletişim sorunu oldu. Kültürler tamamen farklı. Bugün olsaydı o zorlukların çoğunu yaşamazdım. Bugün bir yere gitmeden önce Google Map’dan inceleme, o yer hakkında detaylı bilgi alma, fotoğraflarına bakma şansımız var. Ama 13 yıl önce bu kadar şanslı değildik. Her şeyi yaşayarak öğrendim. 20’li yaşların başındaydım çok kısa süre-

Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) Türkiye Temsilciliği bayrağını bu hafta devreden Uğur Kılıç, Amerika’daki 10 yılını ve ABD’de yaşayan Türkler için Türkiye’de yaptığı çalışmaları Posta 212’ye anlattı

yıl gibi bir süre orada çalıştım. Bu kadar uzun süre Amerika’da yaşamayı düşünmediğim için yavaş yavaş geri dönme düşüncesi başladı. Bir gün “Düşüneceğine harekete geç” dedim kendi kendime. Yine aynı şekilde, yani Amerika’ya gelmeye karar verdiğim gibi aniden Türkiye’ye dönme kararı aldım. ■ Döndükten sonra “Ben ne yaptım!” dediğin oldu mu? Hayır olmadı. Döndükten sonra Türkiye’de de yoğun bir iş hayatı içinde buldum kendimi. Winter Universiade 2011 Erzurum Kış Oyunları Genel Koordinatörlüğü’nde Bilişim Teknolojileri ve Telekomünikasyon Direktörü olarak çalıştım ve oyunların teknik alt yapısını hazırladık. Şu anda danışmanlık yapıyorum, çeşitli projeleri geliştirip hayata geçiriyorum. Aynı zamanda da mezun olduğum okulda yani İstanbul Üniversitesi’nde ders veriyorum. Ayrıca, Amerika ile ilişkilerimi hiç koparmadım. Hala orada birçok arkadaşımla görüşüyorum. Sık sık Amerika’ya gidip geliyorum.

de adapte oldum. Hem öğrencilik hem de kariyer dönemimde çok güzel bir sosyal hayatım oldu. ■ Gidişin 11 Eylül dönemine denk gelmiş, neler hissettin? 11 Eylül’ü yaşamış biri olarak öncesinde her şey normaldi ancak sonrasında insanlar çok tedirgindi. O yıllarda Türkiye’de yaşanan terör olayları nedeniyle bana ilk anda sıradan bir olay gibi gelmişti ancak Amerikalıların çok korkmuş olduklarını hissettim. Herkes için büyük bir acıydı. Sonrasında özgürlük vardı ama ırkçılık hissediliyordu. ÖĞRENCİ DERNEĞİ BAŞKANI ■ Üniversite yılların renkli geçti sanırım 2004 yılında Baltimore Üniversitesi’nde MBA yaptım ve yüksek lisans asistanı olarak burslu tamamladım. Dersler kadar sosyal hayata da önem veren ve girişken biri olarak önce “Türk Öğrencileri Derneği’nin bir yıl süreyle başkanlığını yaptım. Ardından üniversite senatosuna girmeye karar verdim. Kampanya başlattım ve “Graduate student senate” üye-

si seçildim. Okulda zorlanacağımı düşünüyordum ama Türkiye’nin eğitim sistemi gerçekten çok ağırmış. Bana kolay geldi. Adeta bizim lisede öğrendiklerimiz üniversitede okutuluyordu. O nedenle yüksek lisans dersleri konusunda çok zorlanmadım. Sürekli sınav stresi yoktu onun yerine sürekli proje hazırlıyorduk. İş hayatına bir ön hazırlık oluyor adeta. ■ Peki iş hayatı nasıl başladı? Sözde “Bir okuyup dönecektim” ama Amerika’daki hayata alıştım sanırım. Üniversiteden mezun olduktan sonra Optional Practical Training (OPT) adı altında 1 yıl çalışma izni veriliyor. Bu

izni kullanarak Fortune 500 şirketlerinde çalışabilmek için iş başvurularında bulundum. Hedefim Wall Street idi. Amerika Birleşik Devletleri’nin finans merkezi olarak kabul edilen New York Borsası’nda sıkı bir mülakat sonrasında işe başladım. Bir çok proje yönettim. Bunlardan öne çıkanlar trading floordaki 3D monitöring sistemi ve “innovation awards” alan Hybrid Market Trading sistemdi. TÜRKİYE’YE DÖNME KARARI Sonrasında daha iyi koşullarda JP Morgan Chase Bank Genel Müdürlüğü Global Teknoloji gurubunda çalışmaya başladım. 3

■ Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu hakkında bizi bilgilendirir misin? Ali Çınar başkanlığı döneminde bir süredir TADF Türkiye Temsilciliğini yapıyorum ve görev sürem artık doldu. Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun önemli bir misyonu var. Türkiye’nin meselelerinin Amerika’da daha iyi anlaşılması için gayret gösteriyoruz. Federasyonumuz, Türk ve Amerikan toplumları arasında süregelen ilişkileri daha ileri seviyeye taşımayı, Türk toplumunun görünürlüğünü ve etkinliğini arttırmayı ve her iki toplumun birbirlerini iyi tanımasını ve anlamasını sağlayarak geçiş kapısı olmayı amaçlıyor.

BAŞKONSOLOS BİLGEN’DEN TADF heyetine veda yemeği NEW YORK - POSTA212

N

ew York Başkonsolosluğu, bu hafta sonu görevi devreden Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) heyetine veda yemeği verdi. Yemekte konuşan Başkonsolos Levent Bilgen, TADF eski Başkanı Ali Çınar ve heyetinin özverili çalıştığını ve gerçekleştirdik-

leri faaliyetleri takdir ettiğini söyledi. Başkonsolos Bilgen’den sonra konuşan Ali Çınar, çok zorlu ve sıkıntılı bir dönemde ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini belirterek, “İcra Kurulu’nda beni başından beri yalnız bırakmayan ve yanımda olan arkadaşlara teşekkür ediyo-

rum” dedi. BM Türk Daimi ve BM KKTC Daimi Temsilciliği’nde çalışan birçok diplomatın katıldığı programda, New York Başkonsolosluğu TADF eski Başkanı Çınar’a Türk-Amerikan toplumuna vermiş olduğu hizmetlerden dolayı bir plaket verdi.


Göçmenlik

22 Ocak 2014 Çarşamba

İlhan Tanır @Washingtonpoint

Erdoğan-Gülen Krizi ABD’ye Nasıl Yansıyacak

Cumhuriyetçiler harekete geçti 2013’te göçmenlik reformuna engel olan Cumhuriyetçiler, seçmen baskısına dayanamadı ve 11 milyon göçmenin yasal haklarını alacağı bir plan üzerinde çalışmaya başladı DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK-POSTA212

G

öçmenlik Reformu’nun Kongre’de takılmasından sorumlu tutulan Cumhuriyetçiler seçmenlerin giderek artan baskısı üzerine harekete geçti. Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, Amerika’da kaçak olarak yaşayan milyonlarca göçmene ülkede kalıcı olarak yaşama ve çalışma hakkı verecek bir plan üzerinde çalışmaya başladı.

zelerinin uzatılması ve 11 milyon kaçak göçmenin kaçının yasal statüye erişmesi sürecinin başlatılacağı gibi konuları kapsıyor. Meclis Cumhuriyetçi üyelerinin bu planı tartışmaya başlaması, geçen yıl Senato’dan geçen reformun Meclis’te oylanmasına dahi verdikleri tepki göz önüne alındığında, son derece önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde tu-

GÖÇMENLERİN KADERİ DEĞİŞİYOR Çok yakında kamuya açıklanacak plan, ABD sınırlarının nasıl korunacağı, göçmenlik yasasının ülke içinde nasıl uygulamaya geçirileceği, bazı yabancı işçi gruplarının vi-

tan Cumhuriyetçiler, ülkede kaçak olarak yaşayan göçmenlerin yasal haklarını kazanmasına yönelik hazırlanan göçmenlik reformuna son derece hoşgörüsüz bir tavır sergilemiş, reformun onaylanmasının yasaları çiğnemenin ödüllendirilmesi anlamına geleceğini ileri sürmüşlerdi. YOL AÇILIYOR Bu tavır parti içinde son derece sert tartışmaları da beraberinde getirmiş, en muhafazakar Çay Partisi üyeleri bile, 11 milyon göçmenin sınırdışı edilmesinin gerçekçi bir çözüm olmadığını, hatta bunun kendilerine seçimlerde büyük oy kaybettireceğini ileri sürmüştü. Planı destekleyen Cumhuriyetçiler, yasal

dökümanları olmayanlar arasında İngilizce öğrenen, vergilerini ve cezalarını ödeyen ve suç kaydı olmayanların yasallık sürecinin önünün açılmasını savunuyor. ÖNCE DAVRANACAKLAR Meclis Sözcüsü John Boehner’in, Obama’nın 28 Ocak’ta ulusa sesleniş konuşmasınan önce planın kamuya açıklanmasını istediği belirtiliyor. Bu yıl yapılacak ara seçimlerde Latin seçmenlerin oylarını kazanmak isteyen Cumhuriyetçi Meclis üyelerinin, parti liderlerine sürekli olarak 2012 seçimlerinde Romney’in Latinolardan oy alamaması nedeniyle başkanlık seçimini kaybettiği uyarıları, planın hızlanmasında etkili olduğu bildiriliyor.

Göçmenlik Reformu’nda umut verici gelişmeler Geçen yıl Kongre’ye takılan Göçmenlik Reformu Yasası’nda, bu yılın ilk altı ayında olumlu adımlar atılması bekleniyor. Avukat Cahit Akbulut, Cumhuriyetçilerin de destek vermesiyle reformun çıkacağını söyledi Geçen yıl Kongre’den geçemeyen Göçmenlik Reformu’nun yılın ilk yarısında çıkacağına ilişkin umutlar artmaya başladı. Göçmenlik avukatlarından New York Barosu Avukatlarından Cahit Akbulut, bu ay Temsilciler Meclisi’nde yasa ile ilgili olumlu bazı gelişmelerin yaşanabileceğini söyledi. CUMHURİYETÇİ DESTEĞİ ARTTI Reformun çıkmaması için başlarda yoğun direniş gösteren

Cumhuriyetçiler, artık Hispanikler’in oylarının almanın yolunun reformdan geçtiğini görmesiyle destek vermeye başladılar. Aynı zamanda aktivistlerin ölüm orucundan tutun geniş katılımlı gösteriler ve yürüyüşler düzenlemeleriyle de reform tartışmalarının canlı tutulması ve desteğin artması sağlandı. Yine reformun çıkmasında katı bir tutum sergileyen Temsilciler Meclisi Sözcüsü Boehner’in, reform üzerinde çalışacak bir yardımcısı görevlendirmesi de reformun çıkacağına yönelik umutların artmasına neden oldu. Tüm bu gelişmelerin ışığında bu ay reform ile ilgili olumlu bir gelişme beklediğini dile getiren Avukat Akbulut, nasıl bir geliş-

me olacağına ilişkin henüz birşey söylemenin çok erken olduğunu kaydetti. Akbulut, “Senato’da onaylanan haliyle değil ancak Temsilciler Meclisi’ne yapılacak değişikliklerle birşeyler çıkacak. Parçalayarak reformu çıkaracaklarını düşünüyorum. Yapılan bir çalıma var, olumlu yönde bir çalışma olduğunu biliyorum” dedi. Reformun çıkması ve onayının ardından bir hazırlık süreci yaşanacağını da ifade eden Akbulut, bu nedenle 11 milyonu bulan kaçak göçmenlerin başvuruların da bir yığılma yaşanmaması için belirli tarihler verileceğini ifade etti. Akbulut, dolayısıyla tüm bu çalışmaların 6 aydan önce sonuçlanabileceğini öngörmediğini söyledi.

HİZMET Hareketi’nin uluslararası boyutu, Türkiye’de yaşanan GülenErdoğan kavgasının da Türkiye’nin sınırları dışına çıkacağının göstergesi. Geçtiğimiz hafta altıncı kez düzenlenen Büyükelçiler Konferansı’nda başta başbakan Erdoğan olmak üzere diğer bazı AKP yetkilileri ve bakanlarının Türkiye’nin Büyükelçilerinden yurtdışında Cemaate mensup kurumlar ile mücadeleye girişilmesinin istenmesi, bu kavganın yurtdışında da hızlanacağını gösteriyor. Bu mücadelenin ABD’deki faturası da büyük olacak gibi. Gülen Hareketi’nin ABD’de son yıllardaki yükselişini konuyla yakından veya uzaktan ilgili olan herkes biliyor. Dört yıl kadar önce ABD çapında Hizmet’e yakın bütün Türki dernekleri Beyaz Saray’a komşu Willard Otel’deki bir gala ile aynı çatı altına alan Türki-Amerikan Birliği (TAA), bu yükselişin en somut göstergesi. TAA’nın altında Amerika’nın 50 eyaletine dağılmış yüzlerce şube ve binlerce gönüllü ile yılın 365 günü, bulundukları bölgelerdeki eyalet ve federal temsilcileri ziyaret eden, toplantı ve törenlerine davet eden, Türkiye’ye seyahetlere götüren ve para bağışlayan bir Hareket var. Bu çalışma disiplinini bizzat bu davetlere gelen bazı Kongre üyelerinden duyduğum için biliyorum. Zaten 50-60 kadar Senatör ve Milletvekilini aynı akşam bir organizeye getirebilmek de, ancak bu şekilde yüksek tempolu bir çalışma ve tam saha press ile mümkün. Gülen Hareketi tabi ki sadece dernekçilik yapmıyor. Tuskon işadamları birliği, örneğin şu an görevdeki Amerikan Ticaret Bakanının katıldığı ilk organizeye ev sahipliği yapacak kadar etkin ve aktif. Tuskon, ayrıca Washington’ın sözünü dinlediği düşünce kuruluşlarına yakınlığıyla, Türkiye tanıtımı ve Türkiye ile ilgili konularda Washington’da ciddiye alınan bir kurum. Gülen Hareketi 2013’ün son iki ayında Kırgızistan ve Kazakistan ile ilgili olarak enerji başta olmak üzere farklı alanlardaki iş imkanlarını artırmaya yönelik konferans ve davetleri Washington’da organize etti. Bu toplantılar ilgili ülkelerin Büyükelçilikleri ile ortaklaşa yapıldı. Azerbaycan da dahil olmak üzere, birçok ülke, Amerikan yönetimine ve Kongre’sine açılabilmek ve etkili isimlere kendi dertlerini anlatabilmek için bu tür organizeleri Gülen Hareketi’ne yakın kurumların ortaklığı ile yapmaktan memnunlar. Örneğin, yukarıdaki bahsettiğim her iki ülke davetine de ortalama 20 civarında Amerikalı milletvekili ve senatörün, ABD Dışişleri ve ilgili bakanlıklardan yüksek seviyede bürokratların akın etmiş olması, bu çaptaki ülke büyükelçilikleri için eşi bulunmaz bir fırsat. Yine yakın zamanlarda faaliyete başlayan Gülen Hareketi’ne yakın olan Rethink İnstitüte adlı düşünce kuruluşu, son olaylarla birlikte daha aktif bir şekilde Türkiye konularını Washington’da ele alıyor, yayınladığı raporlarla Washington’a Türkiye’nin çevirmenliğini yapmak adına yollar katediyor. Washington’daki Rumi Forum başta olmak üzere, Amerika çapında Gülen yakını ‘diyalog’ kurumlarının liderleri, Beyaz Saray’da başta Obama’nın en yakın danışmanı Valerie Jarret olmak üzere, devletin farklı kesimlerindeki bürokratları, kenarda bekleyen veya aktif politikacıları, üniversite öğretim elemanlarını da içine alan çok geniş bir çevreye, yani ‘elite’ hitap ediyorlar. Özel okullar, Charter okulları ve bütün Amerika sathına yayılmış Hizmet sempatizanları, uzun zamandır ‘temsil’ ilkesiyle, kendilerini ve Gülen kurumlarını pozitif bir ışıkla Amerikalılara tanıtmak gayretindeler. 100 yıla yakın bir zaman sonra, Said Nursi de dahil olmak üzere, Gülen Hareketi hakkında sürekli değişen Türkiye’deki yargıları hatırladığımızda, Cemaat kurumlarını ABD kurumlarına ‘kötü’ olarak anlatacakların işi zor olacak. Anglo-Saxon liberalliği eşliğinde, dini gruplara özgürlük vermeyi esas gören, hangi dinden ve anlayıştan olursa olsun, kendi inanışlarını çalıştığı yerlerin dışarısında bırakmak suretiyle kimseye ayrımcılık yapmamayı sağlam kurallara bağlamak adına uzun yollar gitmiş Amerikalılar bu tür gayretlere soğuk bakarlar. Hele, daha birkaç ay öncesine kadar aynı diplomatların Hizmet’e yakın kurumlarca organize edilen davetlere katılan, Ankara’nın direktifleri doğrultusunda bu faaliyetleri destekleyen fonksiyonu hatırlanınca.. 2013 yılı itibariyle otoriterleştiği hakkında hemen herkeste genel bir kanı oluşmuş Erdoğan’ın güvenirliği zaten uzun zamandır ABD’de sorgulanıyor. Herşeye rağmen, Türkiye’yi Washington’da temsil eden diplomatlar, Gezi protestoları dönemini en az kayıpla atlatmış, Jazz konserleri gibi etkinlikler ile Washington’a ‘Türkiye’nin normalliğini ve modern yüzünü’ üfleyen bir fonksiyon üstlenmişti. Buna karşılık Cemaat kurumlarının AKP iktidarı aleyhine söylecekleri de Amerikalılarca tabi ki dikkate alınacak. Kongre’de zaten artmış olan bir Erdoğan alerjisine yeni eklemeler olabilir. Türkiye kökenli girişimcilerin geniş çalışmalarını ABD idarelerine şikayet eden bir diplomatik ekibe karşı, kendi ülkesinin yönetiminin otoriterleşmesini anlatan bir gönüllüler ordusu, dışarıda ikisi de negatife odaklanmış güçler şekilleniyor. Tabi bunun Afrika’sı, Avrupa’sı ve dahi Orta Asya Cumhuriyetleri de var. Hizmet kurumları kendi hükümetinin karşı gelmesiyle dışarı başkentlerde meşruiyet sıkıntısı yaşayabilir. Orta Asya’daki bazı ülkelerin otoriter rejimleri, Türkiye’de AKP’yi iktidardan etmeye çabalayan bir imaja bürünmeye devam eden Cemaat’e karşı tavırlarını yavaşça değiştirebilir. Görünen o ki, bütün bu olanlardanTürkiye’nin imajı kaybecek, profesyonel ve gönüllü lobilerinin etkinliği negatif enerjiyle azalacak, ülke menfaatlerini öne alamayan, kendi içindeki anlaşmazlıkları çözememiş tipik bir Ortadoğu ülkesine evrileceğiz Washington’da ve dünyanın birçok köşesinde.


Gündem

22 Ocak 2014 Çarşamba

212’NİN İKİ YAKASI

Haldun Armağan info@haldunarmagan.com

BİR MATEM ŞEKLİNDE HAYATA GÜLENLERİN ÖYKÜSÜ BASKICI yönetimlerle ilgili en kuvvetli ve en etkili eleştiriler mizah yoluyla yapılır. Çoğu zaman bir tek karikatürün gücü, yaydığı enerji yüzlerce makaleden, gazete yazısından daha sarsıcı olabilir. Türkiye’de yalnızca bir kedi figürlü karikatürün başına gelenleri hatırlatırsak herhalde daha fazla şey söylemeye gerek kalmaz. Mizahi eleştirinin bir başka formu ise kulaktan kulağa yayılan hikayelerde, anektodlarda saklıdır. Rivayet odur ki, halkının sesine kulak vermeyen bir diktatör her toplumsal ayaklanmada tepeden tırnağa her şeye zam yapılmasını emreder, böylelikle milletin geçim ve yaşam derdine düşmesini sağlayıp, başka şeylere odaklanmasını engellermiş. Gel zaman git zaman, halktan tepkiler gelmeye, aynı şekilde zamlar da yapılmaya devam etmiş. Her seferinde danışmanlar ülkenin liderine “merak edilecek bir şey yok, millet nasıl geçineceğinin derdinde” diye rapor verirmiş. Nihayet bu kısır döngüsel durumun bir aşamasında farklı bir rapor gelivermiş liderin önüne: Halk sevinç içinde, gülüyor, oynuyor, göbekler atılıyor, şeklinde. İşte bu noktada yönetim kademesinde ciddi bir telaş ve endişe başlamış: “Eğer millet göbek atmaya başladıysa durum gerçekten ciddi, tedbir alma zamanıdır.” Bu hikayenin nereye, hangi coğrafyaya ait olduğunu bilmiyoruz. Ama teşbihte hata olmaz diyerek, Türkiye’de neler olduğunu görünce ve anlamsız bir kahkaha düşkünlüğüne tanık olunca, ister istemez bir analoji kuruluyor. Örneğin Avrupa ve Amerika ile eşzamanlı olarak aynı filmleri izleyen Türk sinemaseverler, beğeni noktasında gerek Amerikalıdan gerekse Avrupalıdan tamamen ayrılıyor. Bizim için varsa yoksa komedi, üstelik yabancı da değil yalnızca yerli komediler. Gelin konuyu biraz daha açalım: Biliyorsunuz sene sonu gişe rakamları sinemacıların dönem karnesi gibidir. Hangi tarz filmler daha çok seyirci çekmiş, hangileri düş kırıklığı yaratmış; bütün bunlar stüdyoların yeni projelerine yön verir. Kitlesel düzeydeki film tercihleri ise aynı zamanda toplumun ruh haline tutulmuş birer aynadır. Bu açıdan bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa’da 2013’te gişe rekoru kıran filmler hemen hemen aynı. Her ikisi de sınırsız hayal gücüne dayanan öykülere ve fantastik maceralara rağbet ediyor. ABD gişe rakamlarına göre “Iron Man 3” ilk sırada, arkasından “Hunger Games: Catching Fire” ve bilimkurguda bir çığır açan “Yerçekimi/Gravity” geliyor. Çizgi film “Despicable Me 2” ilk beş arasında, ancak siyaseten doğrucu olmayı reddeden yetişkin içeriğiyle, bu filme “Tom ve Jerry” gibi bildik bir çizgi film muamelesi yapmak haksızlık olur. Türkiye’de son 30 yılın en yüksek bilet satışı gerçekleşirken, film tercihlerinde diğer ülkelere göre istisnai bir durum sözkonusu. İlk 10 film sıralamasında “Türkler sadece yerli komedi izler” dedirtecek ölçüde komedi var. Üstelik listenin en başında Cem Yılmaz’ın stand-up gösterisi “Fundamentals” geliyor, yani klasik anlamda bir sinema filmi bile değil. Ortalama bir Amerikalı veya Avrupalı geleceğe ait hayal gücüne dayanan öykülerin peşinden koşarken, bizler niye sadece durum komedisine dayanan bize ait küçük hikayelere takılmış vaziyetteyiz? Bu tercihlere bakarak toplumun geleceğe ilişkin hayallerinin olmadığı, sadece bugüne odaklanıp her şeye boş verdiği gibi bir sonuç çıkarılmasının doğru olmadığı kanısındayım. Komediye yönelik ısrarlı talep her türlü olumsuzluğa karşın moral bulma çabasına benziyor sanki. Umutlar kesildiğinde, hayatın her alanına müdahale edildiğinde, gelecek hayalleri yerine kahkahaya sarılıp yaşama tutunmak da bir tür “kasvetten çıkış” kapısıdır. Bunun en son örneği TRT’de yaşandı. TRT yılbaşı programında sözleri “Bırakamam seni ben/Yanımdan gidemezsin/Seviyorsan benimle oturup içeceksin” diye devam eden şarkı bir anda “Seviyorsan benimle oturup güleceksin” şeklinde sansürlenirken bir bakıma 2014’ün hasılatına ilişkin ipucunu almış olduk: Madem hayata bu denli müdahale var, bu yıl da hep beraber oturup gülmeye devam edeceğiz!

T ürkiye’yi Washington tartışıyor 17 Aralık operasyonları ile başlayan ve adeta bir savaş haline dönüşen AK Parti Cemaat olayının, her iki tarafın yanı sıra Türkiye için ne anlama geldiğini, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki düşünce kuruluşlarının Türkiye uzmanları değerlendirdi kenin daha da polarize olduğunu sözlerine ekledi.

İLHAN TANIR WASHINGTON - POSTA212

W

ashington’da Türkiye’deki krizin yoğun şekilde tartışıldığı bir hafta yaşandı. 17 Aralık’dan itibaren açık bir mücadeleye dönüşen AK Parti hükümeti ile Cemaat’in yönlendirdiği farklı alanlardaki güçler arasında süren mücadelenin, her iki taraf ve Türkiye için ne anlama geldiği Türkiye uzmanları tarafından değerlendirildi. Bu tartışmalardan biri, özellikle 2013 yılında daha aktif bir profil çizen, Gülen Hareketine yakın Rethink İnstitüsü’nde yapıldı. Toplantıdaki panelistlerden biri olan German Marshall Fund uzmanı Joshua Walker, Türkiye’de ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının büyüklüğü nedeniyle, Türkiye’deki birçok kesimin olanların arkasında ‘büyük komplolar’ aradığını düşünmeyi seçtiğini söyledi. İktidarın skandallara hazırlıksız yakalandığını ve Batı’ya saldırdığını ama bu saldırılardan daha sonra geri adım atmak durumunda kaldığını söyledi. TÜRKİYE’NİN SAYGINLIĞINA DARBE Türkiye’deki politikacıların dışarıya saldırmasıyla Türkiye’nin izole edilmesine yardım ettiğini söyleyen Walker, son on yılda Türk mucizesi olarak bilinen durum ile şimdi yaşananlar göz önüne alındığında büyük bir zıtlık görüldüğünü, Ankara’nın özellikle son zamanlarda hiçbir şekilde eleştiriyi kabul etmediğini, uluslararası alanda birçok aktörün Türkiye’de olanlardan kaygı duyduğunu söyledi. Türkiye’nin küresel bir yıldız veya bölgesel bir model olarak saygınlığına hem Gezi protestoları hem de yolsuzluklara karşı alınan tavırlar sonrası büyük bir darbe indiğini kaydetti. Toplantıya katılan bir başka uzman ise Brookings İnstitü’den Ömer Taşpınar idi. Taşpınar, Türkiye’de bugün bir popülist otoriterlik yaşandığını, demokrasiyi seçimlerden ibaret gören bir anlayışın hakim olduğunu söyledi. Gülen-Erdoğan arasındaki mücadelenin üzerinde uzunca duran Taşpınar, bu mücadelenin bir ‘demokrasi kavgası değil bir politik kavga’ olduğunu kaydetti. Türkiye’deki kurumların zayıf olduğunu, Joshua yargının bağımsızlığından Walker da bahsedilemeyeceğini ve ül-

A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

GAZETESİ

YIL: 1 SAYI: 36

22 Ocak 2014 Çarşamba

SAHİBİ POSTA 212 PUBLISHING LLC ADINA

EKMEL ANDA

MEDYA GRUP BAŞKANI

CAN KAMİLOĞLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ

YILMAZ SOYTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

AHMET RAVALI

YAYIN DANIŞMANI

HABER KOORDİNATÖRÜ

AHMET BUĞDAYCI

HALDUN ARMAĞAN

EDİTÖRLER MEHVEŞ KOÇAK – ADNAN ONARAN - DİLEK ESKİ BEZİRKAN

ASKER GÜCÜNÜ YENİDEN TOPLAYABİLİR Şu an süren mücadele ile birlikte, son on yılın en büyük başarısı olarak görülen Askerin üstünlüğünün bitirilmesinin ve sivil üstünlüğün kanıtlanmasının da tehlikeye girdiğini söyleyen Taşpınar, AKP’nin pragmatik bir şekilde Asker de dahil olmak üzere toplumun farklı kesimleriyle pazarlık yaparak iktidarını sürdürmeye çalışırken, devlet kurumlarındaki Gülen yakını kesimlerin ise, oy alma derdi olmadan, idealistçe ve kanunlara göre, illegal faaliyet gösterdiğini düşündüğü kesimlerin üstüne gittiğini ve bunun Ömer iki kesimin birTaşpınar çok alanda artık farklı gözlerle baktığının kanıtı olduğunu söyledi. SAVCI VE POLİSLER GEREĞİNİ YAPIYOR Aynı toplantıda Rethink İnstitüsü direktörü Fevzi Bilgin de konuştu. Türkiye’de olanların, AKP yönetiminin ciddi yolsuzluk iddialarından dikkati başka yere çekme çabası olarak anlaşılması gerektiğini kaydeden Bilgin, polis ve savcıların yolsuzluk iddialarının üstüne giderek aslında yapması gerekenleri yaptığını ifade etti. CARNEGIE’DE TÜRKİYE Haftanın son günü ise Carnegie Endownment düşünce kuruluşunda yine Türkiye’deki krizi tartışan bir başka toplantı düzenlendi. Amerikan Üniversitesinde hocalık yapan Ulaş Doğan Eralp, Türkiye’de olanların özellikle Türkiye’nin ‘demokrasi eksikliklerini’ gözönüne koyduğunu, ‘güçler ayrılığı’ ilkesinin bu krizden çok ciddi bir şekilde zarar gördüğünü söyledi. National Endowment for Democracy isimli düşünce kuruluşunda kıdemli uzman olarak çalışan Richard Kraemer ise Türkiye’deki çoğu kurumun şahısların liderliği etrafında döndüğünü ve bu liderliğin yukardan aşağıya istişareye önem vermeden yapıldığını kaydederken, bunun, ülkenin yönetilmesinde de görüldüğünü ifade etti. Carnegie’de Türkiye üzerine çalışmalar yapan ve Gülen Hareketi üzerine kitap ve analizleri ile de tanınan Bayram Balcı ise, Türkiye’de yaşanan mücadelinin, hem AKP hem de Gülen hareketi için ‘siyasi suikast’ anlamına geldiğini savundu. Bu mücadeleden kimin galip çıkacağı hakkındaki bir soruya ise uzmanların hepsi, her iki tarafın da bu mücadeleden dolayı büyük kayıplar vermesini beklediklerini kaydettiler.

AYSEL TAPAN - DEMET DEMİRKAYA - EMRE EMİRGİL (WEB) WASHINGTON TEMSİLCİLİĞİ İLHAN TANIR ANKARA TEMSİLCİLİĞİ DUYGU GÜVENÇ İSTANBUL TEMSİLCİLİĞİ FİGEN ONUR SAYFA TASARIM ERDAL ÖZBEK – TUNCAY TAPAR - SERHAN AYDEMİR - ERTAN BEZEN İDARİ MÜDÜR

MEHVEŞ SÖNMEZ ADRES 31 – 00 47th Ave. Long Island City, NY 11101 TELEFON 718 732 08 57 – 347 730 42 36 ABONE SERVİSİ REKLAM SERVİSİ SERİ İLAN HABER MERKEZİ DAĞITIM

abone@posta212.com reklam@posta212.com seriilan@posta212.com haber@posta212.com dagitim@posta212.com

TÜRKİYE TEMSİLCİLİĞİ ADRES: Hacı İzzet Paşa Yokuşu Rota 2 Apt. 15/2 34427 Kabataş/Beyoğlu-İstanbul TELEFON +90 212 244 35 35 Fax: + 90 212 244 35 38 e-mail: nese@sria.com.tr POSTA 212 GAZETESİ ANKA HABER AJANSI ABONESİDİR

‘’ERDOĞAN SONRASI TÜRKİYE’’ Haftanın bir başka konferansı ise, ‘Erdoğan sonrası Türkiye’ başlıklı Johns Hopkins SAIS’de organize edilen toplantı idi. Özellikle toplantının başlığı oldukça dikkat çekerken, uzun yıllar Amerikan Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde Türkiye ile ilgili en yetkin isim olarak göze çarpan Alan Makovsky’nin söyledikleri dikkat çekti. Alan Makovsky, Türkiye’nin Ortadoğu’da mühim bir “demokrasi laboratuvarı” olmayı sürdürdüğünü belirtti ve TürkiAlan ye’nin idari yaMakovsky pısında ve de-

mokrasisinin işlemesinde Amerika’nın çok büyük çıkarları olduğunu vurguladı. Bütün eksiklik ve sıkıntılarına rağmen, Türkiye’nin İslam dünyası için halen demokrasi açısından yol gösterici olduğunu iddia eden Makovsky, “kendi içinde daha sağlam bir Türkiye daha iyi bir müttefik olur, fakat tabii ki müttefik olarak kalmaya devam ederse” dedi. WASHİNGTON ERDOĞAN SONRASINA HAZIR Alan Makovsky, Washington’un “Erdoğan ertesi döneme hazır olduğunu” da söyledi. “AK Parti’nin demokrasi ve İslam’a ılımlı yaklaşıma bağlı olması temelinde, Türkiye’nin Ortadoğu’da bir model olması fikri, geri dönülmez bir şekilde zarar görmüştür” diye açıklama yapan Makovsky, özellikle bölgede Müslüman Kardeşlerin yaşadığı mağlubiyetlerden sonra bu zararın daha açık hale geldiğini ifade etti. Alan Makovsky’ye göre Obama yönetimi, Arap dünyası hususunda ilk görüşünü alacağı ve hatta vekil seçeceği ülkenin Türkiye olmasından da vazgeçmiş halde. Bununla beraber “eğer Erdoğan ertesi bir dönem varsa” diye sözlerine süren Alan Makovsky, Washington’un Türkiye’yle alakalı beklentileri şu şekilde sıraladı: Daha fazla basın özgürlüğü, gerçek manada hukukun üstünlüğü, daha az mezhepçi davranış, Mısır’da olanlardan sonra bu ülke ile tekrardan bir yakınlaşma yaşanması, Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas’a daha çok ağırlık verip Hamas’tan uzaklaşma ve son olarak da, İsrail’e karşı düşmanlığa son verilmesi. 11 senelik AKP iktidarı boyunca Türkiye’de birçok sevindirici gelişimlerin de olduğunu hatırlatan Makovsky, ABD’nin değişmesini istemediği unsurları da şu şekilde sıraladı: Askerler tekrar geri siyasi alana gelmeyecek, Türkiye’nin Kıbrıs ve Ermenistan politikalarının yanında, kendi topraklarındaki ve Kuzey Irak’taki Kürtler’e yönelik politikalarında yumuşamaya sebep olan “daha az milliyetçi” politikaların sürdürülmesi. 17 Aralık’ta başlayan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının Başbakan Erdoğan’ın siyasi açıdan sonunu getirdiğini düşündüğünü söyleyen Makovsky, özellikle Bilal Erdoğan hakkındaki iddiaların, Başbakan için ‘ölümcül bir darbe’ olduğu kanısına vardığını belirtti. Konuşmasında yaz mevsiminde yaşanan Gezi protestolarından bahseden Makovsky, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Gül veya kendi yardımcısı Bülent Arınç gibi protestocuları yatıştırmaya çalışmak yerine, daha sert bir tepki verdiğini, hatta polis müdahalesini de ateşli bir şekilde savunarak krizin büyümesine yardım ettiğini söyledi. Johns Hopkins Üniversitesi’nin Washington kampüsündeki toplantıya dahil olan Orta Asya-Kafkaslar İpek Yolu Araştırmaları Programı araştırmacısı Halil Karaveli de Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen arasındaki kavgadan Türk demokrasisinin zararlı çıktığını söyledi. “Erdoğan Gezi protestolarının dış mihrakların komplosu olduğunu savunarak muhafazakar tabanın desteğini almayı başarmıştı” diyen Karaveli, bu sefer Başbakan’ın aynı seçmen tabanını son yolsuzluk soruşturmasının peşinden benzer şekilde seferber edemediğini açıkladı. “Bir geçiş dönemindeyiz. Erdoğan’ın sonunun başlangıcındayız” diye açıklama yapan Halil Karaveli, Başbakan’ın canı pahasına mücadele verdiğini ve bu sefer bu durumun içerisinden çıkmasının daha zor olacağını ileri sürdü. Sidar Küresel Danışmanlık kurumu yönetim kurulu başkanı Cenk Sidar da paneldeki bir başka konuşmacı idi. Erdoğan ertesi dönemi tartışmadan önce Türkiye’yi 2013 yılına kadar yaşadığı dört ana soruna dikkati çeken Sidar, bu olumsuzlukları şöyle özetledi: Türkiye’de artan siyasi kutuplaşma, zayıflayan demokrasi, muvaffakiyetsiz dış politika ve ekonomik durumun kötüleşmesi.

Aydoğan Vatandaş Suriye'ye giden tırları kimler neden ihbar ediyor? ÖNCE Hatay’da ardından Adana’da, içlerinde Suriye’ye gönderilmek üzere silah ve muhimmat bulundurulduğu söylenen MİT’e ait tırların yakalanmasını nasıl okumalıyız? Bu olaylar hiç şüphesiz öncelikle MİT’in gerçekleştirmekte olduğu yurt dışı operasyonlar konusunda zaafiyet yaşadığını gösteriyor bize. Bu, Türk Hükümeti’nin Suriye politikasının sürdürülebilir olmadığını düşünen yabancı servislerin faaliyeti olabileceği gibi yine aynı şekilde MİT içinde amaçları hakkında ancak tahmin yürütebileceğimiz farklı gruplara da işaret ediyor olabilir. Olağan şüpheli ve ilk akla gelen artık neredeyse her olayda olduğu gibi, kuşkusuz bu işin arkasında da Cemaat’in olabileceği iddiası. Bence bu olaylar Cemaati fazlasıyla aşan konular. Cemaat bu konuda kanımca günah keçisi olarak kullanılıyor ve asıl organizatörü gizlemek için ortaya atılıyor da olabilir. MİT’in Suriye’de yürüttüğü faaliyetler konusunda ABD Başkanı Obama’nın Başbakan Erdoğan’ı geçen Mayıs ayında Wahington ziyareti sırasında nazik bir şekilde uyardığı, 10 Ekim tarihinde Wall Street Journal Gazetesi’nin Washington muhabiri Adam Entous tarafından haberleştirildi. Söz konusu haberde, Başkan Obama’nın, Türkiye’nin Suriye muhalefetine gönderdiği iddia edilen silahların bazen radikal İslamcı ve batı karşıtı güçlere gittiği endişesinde bulunduğu yazıldı. Kastedilen, elbette Kaide bağlantılı El Nusra cephesiydi. 16 Kasım’da bu kez Washington Post Gazetesi’nde Liz Sly, Suriye’de savaşan neredeyse tüm El Kaide savaşçılarının Suriye’ye Türkiye üzerinden giriş yaptığını yazdı. 28 Kasım’da Al Ahram Gazetesi’nde Nicola Nasser, Erdoğan’ın uluslararası Müslüman Kardeşler içindeki müttefikleri ve gizleyemediği El Kaide desteğinin bölgede hayalini kurduğu İslamcı vizyonla ilişkili olduğunu ve bu hayalin neden başarısızlıkla sonuçlandığını yazdı. Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu her fırsatta Türkiye’nin ne El Kaide’ye ne de El Kaide ile bağlantılı gruplara hiç bir şekilde destek olmadığını ifade ettiler. Hatırlanacak olursa, Amerikan kamuoyunun Suriye’ye bir hava saldırısına onay vermemesinin en temel nedeni, Esed rejiminin düşmesi durumunda, Suriye’nin El Kaide’nin eline düşeceği endişesiydi. Bu endişenin güçlenmesini en başından isteyen ve bu konuda faaliyet yürüten ise Ruslar’ın ve İranlılar’ın faaliyetleriydi. İran faktörü burada önem kazanıyor zira İran işte bu endişenin Amerika’da oluşması için Türkiye içindeki uzantıları üzerinden Türk istihbarat birimlerinin bu hataya düşmesine neden olmuş olabilir.

MUTLAKA DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKİR Yanısıra, Rusya ve İran yine PKK güçleri üzerinden de bu algının oluşmasına katkı sağlamış olabilir zira PKK’nın Suriye’de ki uzantısı olan PYD’nin Başkanı Salih Müslim’in yine Kasım ayında yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin El Kaide güçlerini Suriye’de desteklediğini ancak Türkiye’nin bu desteği kestiğini söylediği biliniyor. Türkiye, PYD’ye karşı makyavelist nedenlerle El Kaide güçlerine destek vermiş olabilir. Ya da bu iddialar tümüyle yanlış da olabilir. Şu an Türk Hükümeti, Suriye’de ortaya çıkan Rusya ve ABD’nin birlikte yürüttükleri Cenevre 2 sürecine uyumlu mu yoksa uyumsuz mu hareket ediyor? Bu sorunun yanıtını verirlerse, MİT’in Suriye’ye yaptığı sevkiyatın kimler tarafından engellendiği konusunda da fikir yürütebiliriz. Başbakan yardımcısı Hüseyin Çelik’in Adana’da MİT’e ait olduğu belirlenen tırlarla ilgili savcıyı fırçalaması bizi bir yere götürmez. Burada önemli olan, MİT’in Suriye operasyonlarını hangi gücün ihbar ettiğidir. Hüseyin Çelik, kendisini savcının yerine koysun ve içi patlayıcı dolu bir tır ihbarı aldığını düşünsün. O tırı siz de durdurmaz mıydınız? O halde yanlış yere bakmayın ve incelemeyi MİT’te derinleştirin. Türk Hükümeti’nin Suriye siyasetini bu noktaya getiren Cemaat değil. Dolayısıyla, bu anlamda bir başarısızlığın Cemaate kazandırabileceği bir şey de yok. Bir taraftan Türkiye’nin Suriye politikasını engellerken, bir taraftan da Cemaat Hükümet kavgasının derinleşmesinden kimler kazanır, ona bakması gerekir Hükümetin. Ancak şu ana dek, Hükümetin bu yönde adım attığını görmediğimize göre, bu algının oluşmasında en yakınındaki isimlerin etkili olduklarını değerlendirebiliriz. Yani Erdoğan’ın etrafında ya da MİT’in içinde bir taraftan Erdoğan’ın Suriye politikasını engelleyebilmek için bir motivasyonu olan ama aynı zamanda bunu Cemaatin üzerine yıkarak büyük fayda sağlayacak birileri olmalı.

HABER OLMAK İÇİN...

haber@posta212.com


Güncel

22 Ocak 2014 Çarşamba

Polis internete su sıktı

Hükümetin internetle ilgili yapacağı düzenleme geçen hafta yurt genelinde protesto edildi. İstanbul Taksim’de de ‘internetime dokunma’ eylemi yapan gruba polis gaz bombası ve TOMA’larla müdahale etti İSTANBUL- POSTA212

İ

stanbul Taksim Meydanı’nda, “torba tasarı”daki internetle ilgili düzenlemeleri protesto etmek isteyen ve uyarılara rağmen dağılmayan gruba polis müdahale etti. İstiklal Caddesi’nde toplanarak, Cumhuriyet Anıtı’na yürümek isteyen protestocu grubu, Çevik Kuvvet ekipleri Taksim Meydanı girişinde durdurdu. Polisin dağılmaları yönünde yaptığı anonslara rağmen ilerlemeye devam eden gruba, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edildi. Ardından grubu çembere alarak Sıraselviler Cadde-

İtirazlar şu ana başlıklarda toplanıyor ◗ Erişimin engellenmesinde içeriği sağlayanlar yerine servis sağlayıcılara bir birlik oluşturulmak istenmesi. ◗ Üye olunması zorunlu tutulan Erişim Sağlayıcılar Birliği’nin masraflarını da üyelerin ödemesi isteniyor. Oysa, servis sağlayıcı firmaların hepsi İstanbul merkezli ve Erişim Sağlaycılar Birliği’nin merkezi Ankara olacak. servis sağlayıcıların bu zorunlu masrafları son kullanıcıya yansıtılması kaçınılmaz olacak. ◗ Birlik nedeniyle yükümlülük altına giren servis sağlayıcıları, sorun çıkaracağını düşündüğü içerikleri ilk baştan “sansürlemeye” yönlendirebilir. Bu da servis sağlayıcıları sansüre iter. Devlet de “Biz yapmadık, onlar sansürledi diyebilir. ◗ Erişim Sağlayıcılar Birliği’nin tek elden internetin takibi ve dinleme için kullanılabileceğinden ve özel hayata tam gaz müdahale olabileceği endişesi var. ◗ İnternete filtre getiren düzenlemeyi yapan ve bu nedenle kitlelerin tepkisini çekince kısmen geri adım atan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bağlı TİB’e erişim engelleme yetkisi verilmesi de ciddi tartışma konusu.

si’ne doğru götüren polis, göstericilerden birçoğunu gözaltına alındı.

TOMA İLE ÖNLEM Ara sokaklara kaçan göstericilerden bazıları Alman Hastanesi civarında tekrar toplanırken, polis de bölgede TOMA ile önlem aldı. Akşam ilerleyen saatlerde de başlayan gerginlik bir süre daha devam etti ve polis zaman zaman meydana yürümek isteyen gruplara engel oldu. İnternet düzenlemesi yurt genelinde de çeşitli gösterilerle protesto edildi. Bodrum, Karabük, Eskişehir’de de eylemler düzenlendi.

Sivil toplum örgütlerinin internet sansürü hakkındaki görüşleri Türkiye Bilişim Vakfı (TBV):

2007’de yürürlüğe girdiğinden beri, bu yasanın, ülkemizin bilgi toplumu niteliği kazanmasına engel olacağını ifade ettik. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2012 yılında, yasanın “ifade özgürlüğüne aykırı” olduğunu, uygulanmasının başka “insan haklarını da ihlal ettiği” kararına vardı. Yasanın bu hatalarının giderilmesi için çağrılarımızı sürdürürken ve internetin denetiminde insan haklarına saygı beklerken, bugün tam tersini üzüntüyle görüyoruz.

FACEBOOK: DİKKATLE İZLİYORUZ (NEW YORK – POSTA212) İnternette sayfaların kapatılmasını kolaylaştıran IP numarasından kısıtlama yapılarak erişimin kısıtlanmasının önünü açan yeni yasa tasarısına ilk yorum Facebook’dan geldi. Facebook The Wall Street Journal Türkiye’ye yaptığı açıklamada “Yasa önerisini dikkatle inceliyoruz. Öneriyle ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki süreci de dikkatle takip edeceğiz” dedi.

DÖRT SAATTE KAPATILACAK Yeni yasa haziran ayından bu yana hükümet tarafından sık sık eleştirilen sosyal medyada birçok içeriğin engellenmesini kolaylaştıracak. Yasa ile istenilirse tek bir tweet ya da sayfanın, isterse tüm web sitesine erişimin kısıtlanması kolaylaşacak. Yasa Ulaştırma Bakanlığı ve TİB’in kararıyla 4 saatte erişim kısıtlanmasının yolunu açıyor.

Türkiye Bilişim Derneği (TBD): Kanun Teklifi Metni ile

Kanun’un “erişime engelleme” tedbiri hükmedilmesine imkân veren 8. Maddesinde çeşitli değişikliklere gidildiği görülmektedir. Ancak söz konusu değişikliklerin, Yüksek Mahkemenin yerleşik içtihatları, anayasal normlar, Türk Hukuk Doktrinin uzlaşıda bulunduğu esaslar çerçevesinde “oranlılık ve ölçülülük” ilkelerinin uygulanmasını açıkça sağlamayacağı düşünülmektedir.

Dijital Türkiye Platformu:

Dileğimiz, 5651 Sayılı Yasa’da öngörülen değişikliklerin tekrar gözden geçirilmesi, Sivil Toplum Kuruluşlarının da görüşleri alınarak, İnternetin denetimine ilişkin uygulamaların ölçülü ve dengeli bir şekilde yasalaşmasını sağlamaktır. Durum böyleyken söz konusu yasada öngörülen değişiklikler yasayı daha da kısıtlayıcı bir hale sokmaktadır. Bu durum toplumda bilgi birikiminin sağlanması, bilgi ekonomisinin oluşturulması ve son olarak Türkiye’nin Bilgi Toplumu olarak küresel rekabette yerini alma hedefi ile örtüşmemektedir.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD): Torba tasarı, internete sansür uygulamalarını artıracak nitelikte, kaygı verici bir düzenlemedir. Tasarı, internet erişimini engelleme kararlarının oranlı-ölçülü olmasını sağlayacak çözümler getirmemektedir. Ayrıca özel hayatın gizliliğinin ihlali iddiası halinde İdarenin emriyle erişimin engellenmesine imkan tanınması hukuk devleti normlarıyla örtüşmemektedir.

SANSÜR PROBLEMLERİ ORTADAN KALDIRMAZ NEW YORK - POSTA212

T

ürkiye'de günlerdir tartışılan ve internete sansürü kolaylaştıracak olan torba yasa Sansür Endeksi (Index on Cencorship) adlı dünyada ifade özgürlüğü için çalışan uluslararası organizasyonun da dikkatini çekti. The Wall Street Journal Türkiye'nin sorularını yanıtlayan organizasyonun Başyazarı Padraig Reidy internet konusundaki yeni yasa tasarısının son derece tehlikeli olma potansiyeli taşıdığını dile getirdi. Reidy Erdoğan'ın Twitter' ı bir tehdit olarak gördüğünü ifade ederek, "Twitter sadece insanların seslerini bulabildiği ve duyurabildiği bir ortam. Onu sansürlemek Türkiye'nin problemlerinin yok olmasını sağlamayacak" dedi. TÜRKİYE’NİN İMAJI KÖTÜ Türkiye'nin ifade özgürlüğü konusunda zaten kötü bir imajı olduğunu üzüntüyle dile getirmesi gerektiğini belirten Reidy, "Şu an ülkede hapiste olan gazeteci sayısı çok fazla. Geçtiğimiz günlerde çıkan Youtube kararı da webe karşı zayıf bir tavır olduğunu gösterdi. Ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun 301'nci maddesi de ifade özgürlüğü açısından büyük bir engel olarak görünüyor" diye konuştu. Politik görüşlerin ifadesi, araştırmacı gazetecilik, hatta sosyal medya sitelerinin bile

bu hızlı sansüre kurban gidebileceğini belirten Reidy şöyle devam etti: "Yasa muhaliflerin sesinin internet ortamında kesilmesi için kullanılabilir. Bu konuda özel hayat konusunda bir nokta var. ama neyin özel olduğu neyin olmadığı konusunda net bir tanım yapmak her zaman zordur. İşte yasayla sansür getirmek de tam da bu yüzden çok tehlikelidir. İnsanlar sosyal medyayı istedikleri her şekilde kullanabilmelidir." Türkiye'de gündeme geldiği gün-

den bu yana tartışılan taslak kanuna göre Ulaştırma Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı ile Telekomünikasyon İletişim Bakanlığı TIB'e internet hizmet sağlayıcıları üzerinde tanınacak kontrol gücü hükümete yargı onayı olmadan verilere erişme imkanı tanıyacak. Taslağa göre kullanıcıların online bilgileri iki yıla kadar saklanacak ve talep edilmesi halinde Ankara'daki yetkililere verilecek. Yetkililer, yasadışı olduğu ya da gizliliği ihlal ettiği kanısına varmaları durumunda herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın saatler içinde online içeriğin kaldırılmasını isteyebilecek. Sosyal medya konusu Türkiye'de Gezi Parkı olaylarının yaşandığı haziran ayından bu yana gündemde. Erdoğan Twitter'ı "Twitter denilen bir bela

var, yalanın daniskası burada" diyerek eleştirmişti Balıkesir'de 2011 yılında yaptığı konuşma sırasında Facebook'u "Çirkin teknoloji" olarak adlandıran

Index on

Cencorship’in

faaliyetleri

Erdoğan "Facebook falan filan bu sayfalar çirkin, berbat. Herkes adına bu sayfalarda her türlü ahlaksızlık yapılabilir" demişti. ARINÇ: SOSYAL MEDYA HASTALIK Sosyal medyaya son eleştiri de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan gelmişti. Arınç bu kez sosyal medya konusundaki eleştirileri politikacılara yönelterek, "Flaş bir şeyler yazalım, trend topic olsun' hevesinde değiliz. Ama bu öyle bir hastalık haline geldi ki, bakıyorsunuz bakan arkadaşlarımız bile çıt çıt çıt, elinde cep telefonu sabahtan akşama kadar bunlarla uğraşıyorlar. Bu işten vazgeçsinler. Danışman sıfatı taşıyan insanlar çıt çıt çıt, şu kadar tweet attım, şu kadar retweet aldı, elinin körü oldu. Bunlar iş değil" diye konuşmuştu.

1972 yılında kurulan Index on Cencorship dünyada ifade özgürlüğünün gelişmesi ve korunması için çalışmalar yapıyor. Dünyada sansüre uğrayan gazetecileri, yazarlar, sosyal medya kullanıcıları bloggerları ve bu konunun mağduru herkesi savunuyor. Dünyada sansürü duyurma misyonu üstlenen organizasyon bu alanda birçok rapor da hazırlıyor. Organizasyonun AB üye ülkeleri üzerinde gerçekleştirdiği sansür endeksine göre, birlikte sansür konusunda en kötü uygulamalara sahip 5 ülke Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Hırvatistan ve Letonya’dan oluşuyor. Bulgaristan sansürde AB’nin birincisi. En iyi durumdaki ülkeler ise İsviçre, Finlandiya ve Avusturya olarak görünüyor. Almanya ve Polonya da sansür konusunda ortalamanın altında kalıyor. Üye ülke olmadığı için Türkiye bu endeskte yer almıyor.

Yazı İşleri

Ahmet Ravalı twitter@ahmetravali

“Battizzz... Sovaannn” BAŞBAKAN Erdoğan’ın İstanbul Burhan Felek Spor Kompleksi’nde İmam Hatip Liseleri’nin 100. kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşma sırasında, bir grup öğrenci Atatürk posterini indirerek ayaklarıyla ezdi. Polis olaya sessizce müdahale etti. Poster yeniden açıldı ve öğrenciler olay yerinden uzaklaştırıldı!.. Bunlar hani Başbakan’ın, “Bugüne dek hiç bir olaya karışmamış ilim irfan sahibi gençler” diyerek savunduğu kesimin elemanları. Yaptıkları ise; içlerine yerleştirilen ‘nefret’in iktidarın gücünü de arkalarına alarak dışarıya yansıması. AKP iktidarı döneminde Türkiye’de imam hatip lisesi patlaması yaşandı ve yaşanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre; AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’de 450 imam hatip lisesi faaliyet gösteriyordu. Öğrenci sayısı ise 71 bindi. Bu sayı her yıl arttı. AKP ile hayata geçen 4+4+4 sistemi ile imam hatiplerin orta kısımlarının açılmasıyla okul sayısı rekor kırdı. 2011-12 yılları arasında Türkiye’de 537 imam hatip varken, yeni sistem ile birlikte bu sayı 1807 oldu. Bu yıl ise yaklaşık 250 yeni imam hatip okulu daha eğitime başladı. Normal okullar kaşla göz arasında İHL’ye çevrildi. Anadolu, Fen veya Özel liseleri kazanamayan öğrenciler merkezi kayıt sistemi sayesinde mahallelerindeki imam hatip liselerine yerleştirilmeye zorlandılar. 2002-2003 döneminde toplam imam hatip öğrencisi 71 bin 100 iken, bu sayı 2013-2014 döneminde 450 bin 959 öğrenciye çıkartıldı. Peki diyeceksiniz ki bu kadar imam ve hatip ihtiyacı mı var Türkiye’de. Gelin o zaman Türkiye’nin cami haritasına bir bakalım. Diyanet İşleri Başkanlığı rakamlarına göre, Türkiye’de 84 bin 684 cami var. İstanbul 3 bin 190 cami sayısıyla en çok caminin bulunduğu il. İstanbul’u 3 bin 87 ile Konya, 2 bin 875 ile Ankara takip ediyor. Tunceli’deki sayı ise sadece 120. Yani, dünya milletleri gidiyor Ay’a, bizimkiler hala yaya... Hadi buyurun o zaman başka bir karşılaştırmaya... Uzay çalışmaları için ABD 18 milyar dolar ayırmış. Rusya 5.6 milyar, Avrupa Uzay Ajansı ise 5.3 milyar dolar. Fransa 2.8 milyar, Japonya 2.5 milyar, Almanya 2 milyar, Hindistan 1.3 milyar, Çin 1.3 milyar, İtalya 1 milyar, İran ise 500 milyon bütçesi var. Türkiye’nin uzay bütçesi ise 0 (yazı ile: SIFIR). Ama Türkiye 2014’te Diyanet İşleri Başkanlığı’na tam tamına 2.4 milyar dolar ayırdı. Diyanet bütçesi her yıl ana bütçeden aslan payını alıyordu zaten. Eski para ile 1997’de 66 trilyon, 1998’de 119, 1999’da 180, 2000’de 270, 2001’de 302, 2002’de 553, 2003’te 771 trilyon. 2004 ve 2005’te 1’er katrilyon, 2006’da 1,3 katrilyon, 2007’de de 2.7 katrilyon bütçe... Diyanet’in 2012 yılı bütçesi ise 2011’e göre tam yüzde 22.40 oranında artırılarak 3 milyar 891 milyon 166 bin TL’ye yükseltildi. Şöyle bir baktığımızda Diyanet’in tek başına 8 bakanlığı geçtiğini görebiliyoruz. Bütçe ödeneklerinden en fazla pay alan kurumların başında gelen Diyanet, 5 milyar 442 milyon liralık bütçesiyle 13 bakanlığı sollayarak en yüksek ödenek alan 13. kurum. 2014 rakamlarına göre Orman ve Su İşleri, Kalkınma, Gümrük ve Ticaret, Gençlik ve Spor, Ekonomi, Çevre ve Şehircilik, Bilim, Sanayi ve Teknoloji ile AB Bakanlığı’nın toplam ödenek teklifi ancak Diyanet’e ulaşabiliyor. 10 yılda personel sayısı 74 binden 118 bine çıkaran Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yılda 2 bin memur da diğer kamu kurumlarına yatay geçiş yapıyor. Toplam kadro sayısı ise 141 bine ulaşan Diyanet’in bu üstün meziyetli imam ve hatipleri (!) sokaklarda gezen üniversiteli işsizlerin yerine devlet kadrolarına resmen dolduruluyor. Sağım solum sobe... Her yer cami, her yer imam her yer hatip... Peki Türkiye’de kaç okul var? 67 bin... Kaç hastane var? 1220... Kaç sağlık ocağı var? 6 bin 300... Peki kaç cami var? 85 bin... Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşmesinin ‘mantık’lı tarafı var mı peki? Bu arada Tüm Türkiye’deki kilise sayısının 270, cemevi sayısının da 100 olduğunu hatırlatmakta fayda var. Hadi rakamlarla devam o zaman... Türkiye’deki doktor sayısı 77 bin iken 90 bin din görevlisi var. Ülkede her 900 kişiye bir doktor, her 780 kişiye ise bir din görevlisi düşüyor. Türkiye’nin öğretmen açığı ise tamı tamına 200 bin... Ama üniversite mezunu öğretmenler bu görevlere atanmıyor. Üstüne üstlük aşağılanıyorlar. Mesela Almanya’da 11 bin kütüphane varken bu sayı Türkiye’de 1435... Türkiye’nin sadece 13 kentinde devlet tiyatrosu bulunurken, 81 vilayetin tamamında kuran kursu var ve bu kursların toplam sayısı 3852... Türkiye’de 1 opera, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var. Peki kaç tane “cami yaptırma derneği” var biliyor musunuz? Tam 35 bin tane... Türkiye’de ibadete aç ne kadar insan varmış dedirten tablo değil mi bu! Eğitim, kültür, sağlık gibi alanları önemsemeyen cahil, yobaz kişilerin Türkiye üstündeki etkisini anlatan vahim bir tablo. Bu nedenle İHL’lilerin Atatürk posterini yere serip üzerine basmasını hiç yadırgamayın, siz yapana değil, yaptırana bakın. ★★★ Kısacası eğitimi, kültürü, sağlığı yani temel insani ihtiyaçları eksik bir toplumu da kandırmak, peşinden sürüklemek haliyle çok kolay oluyor. “Düşünme... Sorgulama.. Sadece biat et” kültüründen gelen o yüzde 50’nin bu ‘yalanları’ hemen kabullenmesinin altında da bu gerçek yatıyor. Artık dayanacak gücü kalmayan diğer yüzde 50’nin masum bir isyanı olan Gezi olayları için, “Dış güçlerin ve faiz lobisinin oyunları” söylemiyle seçmenin karşısına çıkan Erdoğan’ın bu sözlerinin taraftarlarınca hemen kabul görmesinin nedeni, ikna gücünün yüksek olmasından mı kaynaklanıyor sadece? Küçüklüğünde hasar ile sonuçlanan bir yaramazlık yaptığında sorardım, “Kim yaptı bunu oğlum” diye. O da en masum haliyle benim her zaman gülümsememe neden olan o cevabı verirdi: “Ben yapmadım... Pis çocuklar yaptı...” Şimdilerde her türlü pisliği, yolsuzluğu, rüşveti ‘pis çocuklar’ın üzerine atan AKP iktidarının yaptıklarını, küçük bir çocuğun masumiyeti ile görmek mümkün mü? Öyle olduğunu bir an için kabul etsek bile; Yasama, Yürütme ve Yargı erklerininin hepsini kendi gücü altında toplamak istemesine, başta yargı ve emniyet olmak üzere devletin tüm kademelerini hallaç pamuğu gibi atmasına ne demeli o zaman? Oradan oraya sürülen emniyet mensuplarının her gün mesaiye sırt çantası ile gidip geldiği, narkotik K9 köpeklerinin bile yerlerinin değiştirildiği geyiğinin yapıldığı bir ortamda masalcı baba ve şürekası hep aynı ‘dış güçler’ ve kaos lobisi’ teranesini okuyor... Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker bile, patates fiyatının 5 liraya çıkıp ‘lüks’ gıda sınıfına girmesinin, fasulye ve et fiyatlarının yükselmesinin suçlusu olarak lobicileri suçlamadı mı? Ben zaten şüpheleniyordum kapının önünden geçerken, “Batttizzz, sovannn” diye bağıran adamdan. ‘Batttizz Lobisi’nin hizmetkarıymış meğerse.


Güncel

22 Ocak 2014 Çarşamba

‘Erdoğan’ın işi artık çok zor’ V YARSA ı n a Başk s r lan Murat A 12’ye 2 POSTA tu konuş

Başbakan Erdoğan, Brüksel’de ‘yargıya müdahalede bulunulmadığını’ savunurken, Türkiye’deki hakim ve savcılar, Avrupa’nın kapısını çalmaya hazırlanıyor. Erdoğan’ın yargıyı karşısına aldığını belirten YARSAV Başkanı Murat Arslan, Başbakan

DUYGU GÜVENÇ ANKARA - POSTA212

B

aşbakan Erdoğan’ın 21 Ocak’ta Brüksel’e yaptığı ziyaretin ardından, şimdi de hakim ve savcılar Brüksel’e çıkartma yapmaya hazırlanıyor. Hakim ve Savcıların amacı, başta Avrupa Parlamentosu’nda yargıya müdahaleyi ve HSYK teklifinin yanlışlığını anlatmak. YARSAV Başkanı Murat Arslan, Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz, Avrupa Konseyi (AK) Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland ve AK İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks ve BM Yargı Bağımsızlığı Özel Raportörü Cristof Heyns ile görüşmek ve gelinen durumu Avrupa

Parlamentosu’nda anlatmak için girişimlerini sürdürdüklerini açıkladı. YARSAV’ın girişimleri sonucu Avrupalı yargıçlar da harekete geçti, kamuoyuna yapılan deklarasyonlar Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı’na da iletildi. YARSAV Başkanı Murat Arslan 17 Aralık’tan bu yana Avrupa nezdinde girişimlerde bulunduklarını belirterek, “Biz, Uluslararası Yargıçlar Birliği, Avrupa Yargıçlar Birliği, Demokrasi ve Özgürlük için Avrupalı Yargıçlar Birliği üyesiyiz. Türkiye’de olanları bu kurumlara aktardık, AK’ye de raporladık. Randevu için tarih bekliyoruz” dedi. Arslan, amaçlarının Erdoğan’dan önce Brüksel’e gitmek olduğunu ancak randevuyu yanlış şekilde istedikleri için sürecin geciktiğine işaret etti.

Avrupa’dan art arda uyarı AÇIKLAMA 1 17 Aralık sürecinin ardından Uluslararası yargıçlar ve Savcılardan peş peşe Türkiye’ye uyarı mesajları geldi. Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupalı Yargıçlar Birliği (MEDEL), 13 Ocak’ta yayınladığı deklarasyonun bir örneğini de Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı’na ve Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nin organlarına gönderdi. MEDEL Başkanı Antonio Cluny imzasıyla yayınlanan deklarasyonda şu ifadeler yer alıyordu: “Bu değişiklik teklifi (HSYK), birçok Avrupa kurumu tarafından (Avrupa Konseyi, Avrupa Bir-

liği) yargı bağımsızlığı hakkında kabul görmüş minimum standartlara aykırılık taşımaktadır. MEDEL, Türk hükümetinin yargı üzerinde hâkimiyet kurma amacını şiddetle protesto eder ve tüm Avrupa kurumlarına bu değişiklik teklifinin tehlikeli sonuçları hakkında rapor vereceğini bildirir.

AÇIKLAMA 2 Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı (EAJ) Christophe Regnard da yaptığı açıklamada, Türk yargısını desteklemek için durumu çok daha detaylı araştırmaya karar verdiklerini açıkladı. Regnard, “Son gelişmeler, Avrupa standartlarında yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile uyumlu gözükmemektedir. EAJ de bu gelişmelerle ilgili endişelerini vurgular. AÇIKLAMA 3 Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Elmar Brok, 2010 referandumuyla HSYK’nın yapısında gerçekleştirilen değişikliği doğru yönde atılmış bir adım olarak niteledi. Bağımsız ve tarafsız bir yargının Türkiye-AB müzakerelerinde kilit rol oynadığını belirten Brok, Türkiye’nin yargı reformunda Venedik Komisyonu kriterlerini esas alması yönünde çağrı yaptı. Komitenin yeni HSYK düzenlemesi tartışmalarını yakından takip ettiğini belirtti.Brok yolsuzluk soruşturmalarının da müdahalesiz sürdürülmesi gerektiğini vurguladı.

HSYK üyeleri ABD’ye geliyor Türkiye’den 25 kişiden oluşan hakim ve savcı grubunun 23 Nisan-04 Mayıs 2014 tarihleri arasında 10 günlük bir program için Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilmesi planlanıyor (NEW YORK – POSTA 212) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nin destek ajansı olan Open World Leadership Center arasındaki anlaşma kapsamında Türk yargıçlar, 23 Nisan ile 04 Mayıs arasında ABD’ye gelecek. Bu gezide iki ülkenin yargı mensuplarının karşılıklı olarak sistemleri analiz etmeleri amaçlanıyor. ABD’ye gönderilecek olan hâkim ve savcılar beşer kişilik dört gruba ayrılacak ve her bir gruba Amerikalı bir hâkim ve resmi ziyaretler sırasında bir tercüman eşlik edecek. Ziyaretin ilk gününde katılımcılar ABD’nin başkenti Washington DC’de bir günlük bilgilendirme eğitimi alacaklar.

Bu toplantıda, ABD hukuk sistemi, mahkemelerin yönetim ve yapısı, hukuk eğitimi ve hâkim seçimi konusunda bilgilendirme yapılacak. Programın ikinci gününde, katılımcılar kendilerini ziyaret boyunca misafir edecek Amerikalı ailelerin yanına yerleştirilecekler. Daha sonraki günlerde ise; Amerikalı hâkimin gözetiminde mahkemeleri, baroları ve hukuk fakültelerini ziyaret edecekler. Böylece, katılımcıların Amerika’daki meslektaşları ile yargı uygulamaları, yönetim ve hukukun üstünlüğü konusunda düşünce alışverişinde bulunma, ABD yargı sistemi ile ilgili – mahkeme yönetimi, karşılıklı kanıt süreci jüri duruşmaları, ceza uzlaşma pazarlıkları ve alternatif uzlaşma yöntemleri gibi – farklı konular hakkında bilgi sahibi olma şansları olacak.

için “Bundan sonra işi çok zor” diyor. Hükümetin paralel yargı oluşturmaya çalıştığını savunan Arslan, yargıya müdahalenin sürmesi halinde savaşın yer altına ineceğini ve doğrudan Başbakanı hedef alan kaset ve ses kayıtlarının ortaya çıkacağını iddia ediyor

‘Savaş yeraltına iner’ A

dalet Bakanlığı koltuğuna yeni atanan Bekir Bozdağ, “tanışma” amacıyla katıldığı HSYK Genel Kurulu’nda sürpriz bir hamleyle daire üyelerinin yerlerini oy çokluğuyla değiştirdi ardından da bir kararname yayınlandı. Yaklaşık 13 bin yargıç ve savcının kaderinin belirlendiği HSYK 1. Dairesi yargı açısından kilit bir öneme sahip. HSYK’nın üç dairesinde yapılan değişiklikle Cemaatin gücünü kırmayı hedefleyen Bozdağ, ardından da ilk kararnameyi Birinci Daire aracılığıyla çıkarttı. HSYK Birinci Dairesi, aralarında Turan Çolakkadı, Muammer Akkaş, Fikret Seçen, Cihan Kansız, Ercan Şafak, Savaş Kırbaş gibi savcıların da bulunduğu ve Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi Türkiye’nin son dönemine damga vuran davaların savcılarını değiştirdi. Hükümetin bu hamlesini önümüzdeki günlerde yüzlerce hâkim savcıyı kapsayacak olan kararname ile sürdürmesi bekleniyor. “YARGI KUŞATILDI” Bir yandan HSYK’nın değiştirilmesi için Meclis’e teklif sunan diğer yandan da önce HSYK’nın üç dairesindeki isimleri değiştiren sonra da savcılarla ilgili başlayan kararname sürecini YARSAV Başkanı Murat Arslan’a sorduk. n Hükümetin HSYK’daki bu hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Artık HSYK varlık nedenini yitirmiştir. Bu HSYK kararnamesi siyasal iktidar kararnamesidir. Adalet Bakanı tarafından planlanmıştır. Yargı üzerinde siyasetin ne denli etkili olduğunu ve siyasetin yargıyı nasıl bir kuşatma altında tuttuğunu göstermiştir. n Cemaat HSYK’da o kadar güçlü olsaydı bu kararnamede oylama farklı olmaz mıydı? Hükümet şimdi farklı bir cenah ile mi ittifak arıyor ? Aslında HSYK açısından baktığınızda sayısal açıdan doğru. Önceden de Cemaatin sayısal çoğunluğu sağlaması diye birşey söz konusu değildi. Cemaatin kapalı çalışmasının getirdiği bir sinerji vardı. Hükümet de bu yapıyla ortaklık yaptığı için cemaat-hükümet ortaklığı vardı. Nitekim ayrıştıkları anda Cemaatin HSYK’da, sayısal olarak çoğunluğu sağlayamadığı da görüldü. Hükümet de şu anda Cemaate karşı yeni bir paralel yapı oluşturuyor. Bir paralel yapıdan kurtulalım derken, Başbakan yeni bir paralel yapı oluşturuluyor. Türkiye’de yargı içerisinde tek bir cemaat yok. Gülen’in yanı sıra Akyol Cemaati, Menzilciler, Milli Görüşcüler ve tarikatlar var. Gülen Cemaati çok güçlü olduğu için ön plana çıktı ama bunu tasfiye etmeyi başarırsa yargı yine farklı bir cemaatler koalisyonunda kalacak. n Savcılar ve hakimler için yeni ka-

yolsuzluk ve rüşvet adına elde çok ciddi şeyler var.

rarname bekliyor musunuz? Hiç kuşku yok. Duyumlarımız, önümüzdeki hafta hem salı, hem perşembe günü HSYK’nın yeniden toplanacağı. Birok başsavcının kararname kapsamına alındığı söyleniyor. Bunun dışında muhtemelen Özel Yetkili Mahkemelerde, TMK, yolsuzluk soruşturması yürütebilecek mahkemelerde değişiklik yapılacak. Kapsamlı bir kararname bu hafta gelecek gibi görünüyor. KUMPAS 17 ARALIK’TAN SONRASINA BAKARAK ÇÖZÜLMEZ n Bu kararnamede alınan isimler kamuoyunda yıpranmıştı. Tarafsızlıkları çokça sorgulanıyordu aslında... Bu isimlere yönelik birşey söylemiyorum ama yapı olarak baktığınızda özellikle Özel Yetkili Mahkemeler için Balyoz, Ergenekon’da biz bunu hep söyledik. Orada Cemaatçilerin ağırlığı vardır ama Cemaatçi olmayan hakim ve savcılar da bu yapıdan etkileniyordu. Son süreçte ismi ön plana çıkan savcılarda da böyle bir zihni altyapı var ama bunların hepsi Cemaatçi ve hükümete karşı operasyon yapıyor demek değil. Eğer hükümet bu isimleri bulmak istiyorsa 17 Aralık öncesini ve sonrasını mutlaka ayırmalı. Kumpas 17 Aralık’tan sonrasına bakarak çözülmez. Çünkü burada

n Hükümetin taktiği ne o zaman? Siyasi iktidar, 17 Aralık’tan sonraki süreçte kendisini kurtarmak için bir nevi ‘cambaza bak’ oyunuyla kumpas tartışmalarına çekti. Evet kumpas vardır biz de bunu iddia ediyoruz ama bu kumpas ancak Balyoz, Ergenekon davasına, askeri casusluk davasına bakarak ortaya çıkar. Geçmişte hukuksuz uygulamaların olduğu süreci inceleyerek kumpası çözebilirler ama geçmişte suç ortağı oldukları için bunu çözmeye çalışırken bu kumpasın tam göbeğinde Başbakan kendisini bulacak. Dolayısıyla kumpası çözmek için samimi bir gayret göstereceğini zannetmiyorum. n O dönemde Cemaat-Hükümet ortaklığının kanıtları var mıydı? O süreçte ismi ön plana çıkan Zekeriya Öz, Ankara’ya birçok defa geldi, Başbakanlık Konutu’nda bizzat görüşüp brifing verdi. Başbakan her İstanbul’a gittiğinde o zamanki emniyet müdürleri, ki görevden alınanlar, kendisine mavi bir dosya sunuyordu. Bu dosyalarda kimin gözaltına alınacağı, kimin tutuklanıp, yakalanacağı, soruşturmaların nasıl yürüdüğü konusunda Başbakan sürekli bilgilendiriliyordu. Geçmişe dönük olarak bunu incelemeye kalkarsa kendisi de suç ortağı olarak ortaya çıkacak. Bu yüzden incelemesi de kumpası çözebilmesi de çok zor. n Bu kararname nasıl durdurulur? HSYK Genel Kurulu toplanabilir mi? Atamalar itiraz yoluyla genel kurula gidebilir. Ama oluşan yapıya baktığınızda çok şeyin değişeceğini düşünmüyorum. n Peki Erdoğan’ın paralel yargısı oluşursa sürecin sonunda ne olur? Eğer bu HSYK teklifi geçerse, Cemaatin yargısından başbakanın yeni paralel yargısına gitmiş olacağız. Bizim için ikisi de aynı mesafede. Cemaatin yargısı da hükümetin yargısı da olmaz diyoruz. n Hükümetin HSYK teklifinde sorun nerede? Bu teklif yasalaştığı anda iktidara, adalet bakanına öyle yetkiler veriyor ki bir daha bunu hiçbir hükümet değiştirmez. Öyle bir ihtiyaç hisset-

mez. Çünkü kendisine bu kadar yetki veren bir şeyi değiştirmek istemez. Eğer geçerse çok uzun süre biz buna mahküm kalacağız. Türkiye’de bundan sonra yönetimin kontrolünde bir yargı oluşmuş olacak. n Sizin öneriniz ne? Önerimiz bu teklifin biran önce geri çekilmesi ve diğer siyasi partileri toplayarak, yargının tüm paydaşlarını, yargıdaki tüm sivil toplum örgütlerini baroları, barolar birliğini toplayarak ortak bir çalışma başlatılması. Bir de HSYK Anayasal düzeyde düzenlenmeli. n Durdurulan tırlar bile aranamıyorken bu kumpas nasıl çıkartılabilir ? Aratmamak geçici bir koruma sağlayabilir ama farklı bir süreç çıkacak oradan. Tır meselesi önümüzdeki günlerde büyüyecektir. ‘YARGIDAN TEMİZLEMİYORSUNUZ’ n İHH’ye baskın da sekteye uğradı, İstanbul itfaiyesine yönelik operasyon durduruldu. Bunlar geçici kurtuluş yöntemleri. Bir süre kendisini kurtarır, sekteye uğratır. Ama her tarafta olduğu için, diyelim ki Muammer Akkaş’ı Tekirdağ’a atadınız, yarın bir gün Tekirdağ’dan soruşturma çıkarsa göreceksiniz. Bu adamlar bana operasyon yapıyor diyorsunuz ama bu adamları yargıdan temizlemiyorsunuz ki; göreceksiniz bir sürü gibi yarın bir gün yolsuzluk soruşturmaları başlayacak. Soruşturmaların tümünü engellediler diyelim; bu defa savaş yer altına inecek. Direk Başbakana ulaşacak şekilde ses kayıtları, görüntüler çıkacak. Çünkü Türkiye’de bir savcı Başbakanın oğlunu eğer tutuklama kararı çıkarttırıyorsa, elinde çok ciddi belgeler var demektir. Yoksa hiç kimse böyle bir şeye cesaret edemez. n Hükümet, çuvallarca açılmamış belge, birkaç saat içinde yazılan iddianame var diyorlar? Mecburen bir şeyler söyleyecekler. Şu anda nasıl bir panik halinde oldukları görülüyor. HSYK teklifi, adli kolluk yönetmeliği değişikliği, emniyete müdahale, yargıya müdahale... Öyle bir sıkışmışlık içerisindeki hükümet kendisini bunları yapmak zorunda görüyor. Çünkü başka türlü kurtuluş yolu yok. n Hakim ve Savcılar arasındaki dengeler nasıl? Başbakan bir hata yaptı ve tüm yargıyı karşısına aldı. Artık olay yargıda cemaat meselesini aştı. Emin olabilirsiniz yargıda diyelim yüzde10-15 cemaat gücü varsa, geride kalanlardan yüzde 5-10 kadarı hükümete çok yakındır. Geriye kalan yüzde 80-75 hakimden herhangi birinin eline düşsün bu dosyalar hiçbir şekilde kurtuluşu yok Başbakanın. Bu konuda hakim ve savılar çok hassas. Nitekim hakim ve savcıların üye olduğu sitede bir anket yaptılar. Bin 800 hakim ve savcı katıldı, bunlar arasından yüzde 92’si Başbakanı yanlış bulan ve yaptığının yargıya müdahale olduğunu söyleyenlerin oranı. Yüzde 92’yi karşısına alması işini çok zorlaştırdı. Bundan sonra Cemaatçi olmasına gerek yok, herhangi bir hakime gitsin dosya, kendisine bizzat bağlı olanlar dışında, kurtaramaz.


Güncel

22 Ocak 2014 Çarşamba

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA

‘Fırsat henüz geçmiş değil’ TBMM Adalet Komisyonu Başkanı AK Partili Ahmet İyimaya, yargı konusunda hala uzlaşmak için fırsat olduğunu belirterek, Anayasa değişikliği ile sorunun giderilebileceğini söyledi DUYGU GÜVENÇ ANKARA - POSTA212

A

K Partili TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, HSYK teklifi için hala uzlaşma olasılığının olduğuna dikkat çekerek, “Yasal düzenleme yerine uzlaşma temelinde bir Anayasa değişikliği daha doğru olur. Halen fırsat da geçmiş değil” dedi. İyimaya, ‘toplum mühendisliği’ yapıldığını savunurken, hükümetin adımını ‘önleyici davranış’ olarak tanımladı. İşte Meclis’teki makamında ziyaret ettiğimiz İyimaya’nın sorularımıza verdiği yanıtlar: ■ AKP, HSYK teklifi ile yolsuzlukların üzerini mi kapatıyor? Türkiye’de yakın gelecekte gidilecek her seçim kökleşmiş seçim düzeninde değil, seçim mühendisliğine yönelik planların yönlendirmesinde yapılıyor. Mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin yakın aralıklarla yapılması nedeniyle, seçim mühendisliği piyasasına farklı aktörlerin girmesi söz konusu.

HSYK bir yargı organı veya yargılama organı değil. Yargı organlarında görev alacak savcı ve hakimlerle ilgili işlemleri kuran düzenleyici bir organdır. ■ Bu değişikliğe neden şimdi ihtiyaç duyuldu? 2010 yılında yapılan HSYK Anayasal tasarımı doğruydu ancak Anayasa Mahkemesi her aday için bir oy kullanma ve farklı bilim dallarından üye seçme mekanizmasını iptal etti. Tasarımın bu mekanik unsurları çökertilince tasarlanmayan Anayasa modeli çıktı ve üye seçiminde çoğunlukçu egemen yapı oluştu. Oysa tasarlanan modele göre her eğilimin HSYK’ya yansıması ve çoğulcu bir yapı gerekleşecekti. Bu bir yapının, tek başlı karar üretmesi yerine, daha rasyonel ve meşruiyet skalası yüksek karar üretmesine yol açacaktı. Yasal düzenleme Anayasa maddesinin izin verdiği ölçüde bir rasyonelleşmeyi sağlama amacına dönüktür. ■ Bu teklif sizce yasalaşır mı? Kriz dönemleri aynı zamanda fırsat dönemleridir. Son pratikler kar-

şısında sorunlu olduğu muhalefetçe de paylaşılmıştır. Mesela CHP’li İlhan Cihaner, Ömer Algan dile getirdi. Yasal düzenleme yerine uzlaşma temelinde bir Anayasa değişikliği daha doğru olur. Halen fırsat da geçmiş değil. ■ Bir hukukçu olarak bu teklif içinize siniyor mu? 17 Aralık’tan sonra gizliliği ihlalden başlayan yoğun pratikler gözetildiğinde adalet arayışından çok, sistem mühendisliği kokan tavırlara önleyici yaklaşımlar getirmek yanlış sayılmaz. Pratiklere konu dosyalar soruşturma sonrası aleniyet kazandığında daha sağlıklı ve net tahlillerde bulunabileceğiz. Ancak suçsuzluk karinesi ve lekelenmeme hakkına büyük saygı içinde hiçbir suçun üstünün örtülmemesi, hem demokrasinin, hem de hukukun üstünlüğünün gereğidir. Karmaşık olayların siyasi mühendisliğine ilişkin bölümlerini kavrayabilmek için dahi olmak gerekmez. Gelecek zaman herkesin ufkunu açacaktır. ■ Bu düzenleme size AB normları-

na ne kadar uygun? Çok fazla eleştiri var... AB normlarında tek tip HSYK modeli yok. Getirilen yasal değişikliğin de, iddianın aksine Avrupa emsalleriyle açıkça çatışan ekseni bulunmamaktadır. Anayasa, HSYK’nın yönetme yetkisini doğrudan adalet bakanına vermiştir. Anayasa’nın bu maddesini tartışabiliriz ama bunun zemini Anayasa değişikliğidir. Teklifte bakana tanınan yetkileri, Anayasa ile kendisine tanınan 159. maddedeki yönetim yetkilerinin yasaya yansıtılması olarak okumak gerekir. ■ İşte tam da bu yargıya müdahale değil mi? 17 Aralık’tan sonraki olayları dar bir bakışla tarif etmek mümkün değil. Toplum mühendisliği aksını yok sayan yaklaşımlar, kör bakışlara yol açabilir. ■ Bu teklif hükümetin iddia ettiği paralel yargıyı durdurur mu? Sorun büyük. Yargı ve iddia yetkisi gibi önemli yetkiyi kullananların referans kaynakları tektir, hukuk. Sorunu düzenleyen hukuk normudur. Hakim hukuka tutsak düşen in-

sandır. Hukukçu norm dışında başka güdülere tutsak düştüğünde adalet mahvolmuştur. ■ Bu süreç Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda yeniden yargılama yolunu açar mı? Sağlıklı temellere oturmayan hiçbir yargı kararı sürgit yaşatılamaz. Yargılanmanın yenilenmesi, bu gibi sorunlar için inşa edilen hukuk modelidir ve evrensel hakkın bir gereğidir. Somut davalarda ‘şöyle olmuş’ tezi ilgili dosyada talep olduğunda mahkemede değerlendirilir. O mahkeme de farklı hesapların yapılanması söz konusu olursa, hukuk refleksini gösterir...

Monşerlikten, Adana dürüme! Büyükelçiler Konferansı’nın 6’ncısı geçen hafta yapıldı. Konferansta hükümet üyeleri, Cemaat ile olan kavganın anlatılması için büyükelçilere talimatlar yağdırdı. Cumhurbaşkanı “Evimizi düzene koyalım” derken, Başbakan, “Bu örgütün gerçek yüzünü anlatın” dedi. Ama anlatmak o DUYGU GÜVENÇ - ANKARA - POSTA212

BÜYÜKELÇİLERE NE DEDİLER

T

ürk Büyükelçiler kısa süre öncesine kadar yurtdışında Cumhurbaşkanını temsil ederdi. Bu uygulama AKP ile değişti. Ve değişim Cemaat-Hükümet kavgası ile birlikte ilk defa Büyükelçileri de ortada bıraktı. Çünkü Onlar, hem Cumhurbaşkanını, hem de Başbakanı temsil ediyor ve Cemaat ve okulları ile yurtdışında en çok onlar muhatap oluyor. Geçtiğimiz hafta 6.ncısı yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda hükümet üyeleri, kavganın anlatılması için Büyükelçilere talimatlar yağdırdı. Konferansta Cumhurbaşkanı “Evimizi düzene koyalım” derken, Başbakan, “Bu örgütün gerçek yüzünü anlatın” dedi. Ama anlatmak o kadar da kolay değil.

CEMAAT GENELGESİ Bu talimata karşın, 2003’te dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından Cemaat’e yardımcı olunmasını öngören genelge hala yürürlükte. Kavga daha da büyürse bu genelgenin de Davutoğlu tarafından değiştirilmesi kaçınılmaz. Belki de Cemaatin en zayıf olduğu bakanlıkların başında Dışişleri geliyor. Bakanlıktaki 200 kadar Büyükelçi arasında Cemaatin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ama genç diplomatlar arasında ve idari kadroda sayı daha fazla. Tıpkı son dönemde hükümetten eklenen isimler gibi. Dışişleri için asıl zorluk Türkiye’deki bu kavgayı dışarıda idare etmek. CEMAATİN DESTEĞİ BÜYÜK Özellikle Afrika, Asya ve Balkanlar’daki Büyükelçiler bu süreçte büyük sıkıntı yaşamaya hazır. Zira, bu

kadar da kolay değil Konferansa katılan büyükelçilerden biri Adana dönüşü uçakta muhabirimize durumu şöyle özetledi: “Bak biz monşerler, bakan AK Parti İl binasındayken yemek bile yemedik. Şimdi dürüm Adana yiyoruz, üstüne de naylon poşette genelev tatlısı yiyeceğiz...”

Başbakan Tayyip Erdoğan

“Bu örgütün gerçek yüzünün yurtdışında mutlaka anlatılması, deşifre edilmesi gerekiyor. TürCumhurbaşkanı Abdullah Gül kiye’de yapılanması, faa“Bizim de, dost ülkelerin liyetleri, hırs ve arzuları de, herkesin de evini dü- net bir şekilde ortaya çızene koyma zamanıkan tehlikenin boyutları nı geldiğini ve kim eviaşikar hale gelen bu örgü- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ni düzene koyarsa onun tün muhataplarınız nez- “Avrupa’daki algıya karşı bizim yapmamız geregüçlü olacağını hep söydinde daha iyi bilinmesi ken nedir?” lerim.” önem arzediyor.” bölgelerde kimi zaman Cemaat Büyükelçiliğe destek veriyor, kimi zaman da Büyükelçilik Cemaat okullarına. Sohbet ettiğim bir büyükelçi, bu bölgede görev yaptığı yıllarda Cemaatin desteğinin yadsınamaz olduğunu “Onların bize desteği çok daha fazlaydı. Hem maddi, hem manevi” diye anlattı ve Büyükelçiliğin sinekliğinin bile Cemaat tarafından yaptırıldığını söyledi.

KAVGAYI ANLATMAK ZOR Yani istihbarat toplamaktan, o toplumu anlamaya kadar Cemaatin okullarının dışarıda hala önemi büyük. Büyükelçiler de Cemaat mensuplarına karşı bu konuda net: “Cemaat mensubu birisinin sorunu olsa, örneğin cezaevine düşse ilgilenmememiz söz konusu olamaz.

Tabii ki ilgileneceğiz. Biz Türk vatandaşları arasında ayrım yapamayız. Bugüne kadar Cemaatin icraatlarını anlatıp destek verirken şimdi nasıl kötüleyebiliriz ki... Bu kavgayı dışarıda anlatmak çok zor.” Tabii sıra Cemaat ve hükümet mensuplarının ortak görüşme anlarına, Büyükelçilik’teki resepsiyon veya bayramlaşmalara geldiğinde şimdiden o davetiyelerin postada kaybolacağını söylemek yanlış olmaz. Artık iki kesimi karşı karşıya bırakmamak Büyükelçilerin görevi olmuş bile.

BATI HERŞEYİ BİLİYOR Batılı ülkelerde görev yapan Büyükelçilerin kafası ise çok daha karışık. Bir yanda verilen talimat, diğer yanda AB’den gelen tepkiler. Onlara, “uluslararası komployu,

İçişleri Bakanı Efkan Ala Başbakan Yardımcısı Ali Babacan

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu

“Gerçek anlamda bir hu“Görünmez koalisyonlar kuk devleti güvenilir ya da şu veya bu şekilyargı ile gerçekleştirilede sürecek vesayet anlabilir. Bu ileri demokrayışı, yürütme etkinliğini sinin olmazsa olmazıdır yok eder. Açık ve şeffaf Ekonominin de olmazsa yönetim demokrasilerin olmazıdır.” olmazsa olmaz şartıdır.”

paralel yargıyı, yargı darbesini nasıl anlatacaksınız” diye sorduğumda, yanıt çok netti: “Bir şey anlatmamıza gerek yok ki. Onlar zaten her şeyi biliyor. Türkiye’yi yakından takip ediyor. Onların bu tabloyu, yargıya müdahale ve yolsuzluk soruşturmasının kapanması olarak okuyor. Yargı darbesine inanan bir tek kişi bulamazsınız Avrupa’da. Gezi’de olduğu gibi dış mihraklar suçlamalarını da totaliterliğin yansıması olarak düşünüyorlar”

HÜKÜMET POLİTİKALARI GEÇERLİ Kapalı toplantılar sırasında bir Büyükelçi söz alıp, AB sürecine işaret ediyor ve elbette diplomatik bir dille “AB değerlerinden biri olan özeleştiri kültürü Türkiye tarafından benimsenmeli” mesajı veriyor.

“Türkiye ne zaman bir adım atsa, ekonomik Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yönden başarılar elde etse, dilim varmıyor “Kişisel verilerin korunmaama, darbe girişimleri sı ile ilgili yasal düzenyaşıyoruz. Sizlere bu süleme önümüzdeki günreçlerde çok önemli gölerde hayata geçecek revler düşüyor.” inşallah.”

Bu sözlere Bakan Davutoğlu’nun yanıtı özeleştirinin sınırını da çiziyor: “Özeleştirileri bu toplantılarda yapabiliriz. Ama dışarıda hükümet politikaları geçerlidir” Davutoğlu’nun bu kısıtlayıcı tutumu, toplantı boyunca sızan bilgiler ve diplomatların attığı twitler için de sürdü. Öyle ki Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Öcalan için söyledikleri basına yansıyınca, Davutoğlu diplomatlara, “Sızdırmayın” diyerek uyarılarını tekrarladı. Bu uyarıların ne kadar dinleneceğini zaman içerisinde göreceğiz. Ama onlar da devam eden kavganın hemen bitmesini beklemiyor. Hükümetin hemen değişmesini bekleyen de yok. Kendi önlerine bakıyor ve durumu değerlendiriyorlar.

MERKEZ RİSK DEMEK Dış görevde olanların önceliği bu süreçte merkeze dönmemek. Merkezdekilerin amacı ise biran evvel çıkmak. Çünkü merkez aynı zamanda risk demek. Bir de merkezde görev bekleyenler var. Onlar genelde, “Emekliliğimi doldurdum. Ben rahatım gereğini yaparım” havasında. Ama henüz defteri kapatma noktasında değiller. Biraz da bu kavganın sonuçlarını izliyorlar. O isimlerden birine, Konferansın Adana ayağından uçakla dönerken sorduğumda yanıtı çok netti: “Bak biz monşerler, bakan AKP İl Binasındayken yemek bile yemedik. Şimdi dürüm Adana yiyoruz, üstüne de naylon poşette kerhane tatlısı yiyeceğiz...”


PLAYBOY GÜZELİ küvette ölü bulundu

Playboy güzeli 34 yaşındaki Cassandra Lynn Hensley, Los Angeles’ta bir arkadaşının evindeki küvette ölü olarak bulundu. Olayı araştıran polis, Playboy güzelinin aşırı dozda uyuşturucudan öldüğünü sanıyor

SİNEMADA YEMEK MODASI

New York’un bazı lüks sinemaları film izlemeye gelenlere yemek ve yanında alkollü içecek de sunuyor. Bu modanın kısa sürede kentin geneline yaygınlaşması bekleniyor (NEW YORK – POSTA 212) –New York’ta modadan sanata, müzikten sinemaya kadar eğlence trendleri hızla değişmeye devam ediyor. Şimdilerde ise New York’ta ‘sinema/yemek/içki’ modası esiyor. Film tutkunlarına yiyecek ve içecek servisi sunan New York’un lüks sinemalarından iPic, Alamo Drafthouse ve Williamsburg’s Nitehawk’ın, bu uygulamalarını önümüzdeki birkaç yıl içinde New York geneline yaymayı planlıyor. New York’ta sinema/yemek/içki trendini başlatan Nitehawk Cinema, müşterilerine özel kokteyllerin yanı sıra kızarmış

L

os Angeles’ta bir arkadaşının evindeki küvette ölü bulunan yıldızın aşırı doz nedeniyle hayatını kaybetmiş olabileceği açıklandı. Hensley, 2006 yılında Metrolopolis Nights dergisi tarafından ‘Şubat güzeli’ seçilmişti. Polis, Cassandra Lynn Hensley’nin aşırı doz uyuşturucu almış olma ihtimali üzerinde duruyor. Hayranlarını yasa boğan Cassandra, bir dönem ünlü Playboy malikanesinin daimi konuklarından biri de olmuştu. Modellik kariyerine 22 Ocak 2014 devam eden Hensley, verdiği bir röÇarşamba portajda arkadaşlarının kendisine ‘KeYIL 1 • SAYI 36 lebek’ dediğini, çünkü ruhunun keleHAFTALIK ÜCRETSİZ bek gibi olduğunu söylemişti. NEW YORK - POSTA212

www.posta212.com

AMERİKALILAR

DEVLETTEN NE İSTİYOR?

ÇOCUKLAR PARAYLA POP STAR OLUYOR NEW YORK - POSTA212 Ekonomi Eğitim Sağlık hizmetleri politikaları Sosyal güvenlik Terörizm Yoksulluk ve evsizlik Ordu ve ulusal savunma Suç Vergiler Gelir ve refah dağılımı

%89 %81 %77 %73 %72 %69 %68 %68 %62 %57

Enerji politikaları Çevre Silahlanma politikası Dünya meseleleri Göçmenlik Hükümetin vatandaş üzerindeki denetimi Kürtaj Irk ilişkileri Gay ve lezbiyen politikaları

%56 %55 %54 %52 %50 %32 %39 %39 %27

Gallup Araştırma Merkezi tarafından yapılan yeni bir anket, Amerikalıların yüzde 89’unun, hükümetten ülkenin içinde bulunduğu ekonomik duruma öncelik vermesini istediğini ortaya çıkardı AYSEL TAPAN POSTA212

G

allup Araştırma Merkezi tarafından yapılan yeni bir anket, Amerikalıların ülkenin karşı karşıya olduğu meselelerle ilgili önceliklerinin farklı olduğunu gösteriyor. Fakat çoğunluk, ekonominin diğer bütün

konulardan daha fazla önemli olduğunu düşünüyor. Ekonomi, eğitim, sağlık politikaları, sosyal güvenlik ve terörizm, Amerikalıların en az yüzde 70’i için “çok önemli” meseleler arasında yer alıyor. 5-8 Ocak 2014 tarihleri arasında 18 yaşından büyük 1.018 kişiyle yapılan telefon görüşmelerinden elde edilen verilere göre Amerikalıların yüzde 89’u ülkenin içinde

bulunduğu ekonomik durumun en fazla öncelik verilmesi gereken sorun olduğunu düşünüyor.

EĞİTİM ÖNEMLİ Amerikalılar, “yoksulluk ve evsizlik” sorununa “gelir ve refah dağılımı” eşitsizliğinden daha fazla önem veriyor. Çoğunluk; yoksulluk, evsizlik, vergiler, eğitim, sağlık hizmetleri ve sosyal güven-

lik konularının diğer konulardan daha öncelikli olduğunu söylüyor.

ENERJİ, ÇEVRE ALT SIRALARDA Eğitimin önemli bir mesele olarak görenlerin oranı yüzde 81 iken sağlık politikaları, sosyal güvenlik ve terörizmin, hükümetin halletmesi gereken önemli sorunlar arasında olduğunu düşünenlerin oranı ortalama yüzde 70. Ame-

rikalıların görece daha az önem verdiği konular arasında ise silahlanma politikası, dünya meseleleri ve göçmenlik yer alıyor. Öte yandan, Amerikalıların önem listesinin alt sıralarında ise ırk ilişkileri, çevre, enerji politikaları ve kürtaj bulunuyor. Listenin en alt sırasında ise yüzde 27’lik bir oranla gay ve lezbiyenlere yönelik politikalar bulunuyor.

O EVİ SONUNDA SATTI Alacakaranlık serisiyle ünlenen aktör Robert Pattinson kendisini aldatan sevgilisi Kristen Stewart ile birlikte yaşadığı evi sonunda sattı. NEW YORK - POSTA212

U

S Weekly’nin haberine göre Pattinson’ın Los Feliz’deki evini, Big Bang Theory adlı dizinin yıldızlarından Jim Parsons satın aldı. Pattinson evini geçtiğimiz Ekim ayında 6 milyon 750 bin dolara satışa çıkarmıştı. Parsons’ın evi 6 milyon 375 bin dolara satın aldığı belirtiliyor. Robert Pattinson bu evi 2011 yılında 6 milyon 275 bin dolar ödeyerek satın almıştı. Evin eski sahip-

kalamar ve köfte sunuyor. Sinemalarda alkol kullanımını yasaklayan yasanın yeniden düzenlenmesini sağlayan Nitehawk kurucusu ve CEO’su Matthew Viragh, Manhattan, Brooklyn, Queens ve daha birçok yerde sinema/yemek/içki trendini yaygınlaştıracaklarını belirtiyor. iPic Başkanı ve CEO’su Hamid Hashemi ise, “Yaptığımız araştırmalar sinemaya gelen kişilerin yüzde 78’inin ya film izlemeden önce ya da film izledikten sonra yemek yediğini gösteriyor. İPic sinemaları, deri koltukların yanı sıra müşterilerine garson hizmeti sözü de veriyor.

lerinden biri de efsane basketbolcu Kerim abdül Cabbar’dı. Pattinson ile Kristen Stewart’ın aşkı Alacakaranlık serisinin setinde başladı. Ancak ilişkileri Stewart’ın rol aldığı Snow White and the Huntsman filminin yönetmeni Rupert Sanders’la yaptığı kaçamak yüzünden bozuldu. Ancak ilişkileri Stewart’ın rol aldığı Snow White and the Huntsman filminin yönetmeni Rupert Sanders’la yaptığı kaçamak yüzünden bozuldu. O dönemde yollarını ayıran çift daha sonra tekrar birlikte olmaya başladı. Ancak 2013 yılının Mayıs ayında Pattinson ve Stewart kesin olarak ayrıldı. Robert Pattinson, tüm bu olayların ardından Los Feliz’deki evini bir an önce satıp elden çıkarmaya çalıştı. US Weekly satış işleminin 14 Ocak 2014’te tamamlandığını yazdı.

P

op idolü Miley Cyrus’den Mary J. Blige’ye kadar bir çok ünlünün albüm kayıtlarını yaptıkları DeeTown kayıt stüdyosu, 1.595 dolara çocukları da pop star yapıyor. Manhattan’da bulunan stüdyo, çocuklara şarkı söylemenin yanı sıra paparazzilerin önünde kırmızı halıda yürümek dahil star eğitimi veriyor. Star olmak isteyen 10 yaşındaki Logan Villavicencio, “Bir rock star gibi davranmayı öğreniyorsunuz” diyor. ‘Pop Star Partileri’nin kurucusu Theresa Scotto, çocukların star olma hayalini kendi kızından ilham alarak 10 ay önce başlattı. Oğulları Oliver (6) ve Jakson’ı (10) bu partilere götüren Stern, “Bunlar akıllı ve bilgili şehir çocukları. Oğullarım saplantılı” diyor. Ünlü olmak isteyen 18 çocuğun ailesi; pizza, içecek ve parti için 1.600 dolar ödüyor. Ayrıca, VIP hizmet almak isteyenler kamera için 450 dolar hatta beş saatlik limuzin hizmeti için 900 doları gözden çıkarıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.