POSTA212 - SAYI 22

Page 1

MİT MÜSTEŞARI HAKAN FİDAN TARTIŞMASI

HRW’DAN DAVUTOĞLU’NA UYARI ‘EL KAİDE MEKTUBU’

■ Suriye’de El Kaide yanlısı grupların yaptıkları katliamlar, New York’da faaliyet gösteren Human Rights Watch tarafından hazırlanan bir raporla tüm dünyaya duyuruldu. HRW raporunda, El Kaidecilerin Suriye’de yaptığı katliamlarından Türkiye’yi sorumlu tutuyor.

■ Wall Street Journal, MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında yayınladığı yazı akıllara, “Fidan aleyhinde Washington’da bir ‘dezenformasyon’ çalışması yapılıyor mu” sorusunu getirirken, buna en sert tepki Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dan geldi. » 8’DE

■ BM dahil tüm ülkelere gönderilen 190 sayfalık raporda, Türkiye sınırından Suriye’ye girip çıkabilen cihad yanlısı El Kaidecilerin Türkiye’de silah, para temin ettiği ve sağlık hizmetlerinden yararlandığı belirtilerek bu insanlık suçunu Türkiye’nin önlemesi isteniyor. » 8’DE

16 Ekim 2013 Çarşamba YIL 1 • SAYI 22

HAFTALIK ÜCRETSİZ

A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

GAZETESİ

www.posta212.com

İki olay iki farklı uygulama… Biri ABD’de diğeri Türkiye’de…

ABD’Lİ ÖĞRETMENE 7 YIL HAPİS İSTEMİ

DEMOKRASİ FARKI BURASI ABD

■ Savcılık, Gezi eylemlerine katılan ABD’li İngilizce öğretmeni Sarah E. Perrich hakkında 7 yıl hapis cezası istedi. Perrich, Posta212’ye konuştu. » 10’DA

Uzun süredir Temsilciler Meclisi’ne takılan Göçmenlik Reformu’na yönelik tepki protestosuna katılan Kongre’nin 8 Demokrat üyesi, ana caddedeki oturma eylemine katılıp gösteri kurallarını çiğnedikleri için polis tarafından elleri arkadan kelepçelenip tutuklandı. Milletvekili olan 8 Demokrat üyenin kimlikleri bile tutuklanmalarını engelleyemedi

BURASI TÜRKİYE

ABD’li Milletvekili Janet Schankowsky

BDP Milletvekili Sabahat Tuncel

ABD’de Türk altın pazarı oluşuyor

Polis, kuralları çiğneyen diğer protestocularla birlikte ‘dokunulmazlık zırhı’ olmayan milletvekillerinin gözünün bile yaşına bakmazken, akıllara BDP’li miletvekili Sabahat Tuncel’in 2011 Nevruz’unda polisi tokatlamasını getirdi. Polis, gösterici gruba tazyikli su ve gaz bombası ile müdahalede bulununca, BDP’li Tuncel tartıştığı bir başkomisere tokat atmış, BDP’li Bengi Yıldız da taş atıp yol kesmişti. » 9’DA

■ Gram Altın USA Inc’in CEO’su Çiğdem Bostan, ABD’de Türk altın pazarı oluşturma yönünde önemli adımlar atıyor. ABD’de altın piyasasını Kore ve Hindistan vatandaşları ayakta tutuyor » 6’DA

ABD’de Anlaşma bütçe krizi haftası... Ya da... ■ Bütçe krizi ve borçlanma sınırının yükseltilmesi için son tarih 17 Ekim... Umut var ama çözüm yok... Global piyasalarda kaos mu olacak, yoksa dünya rahat bir nefes mi alacak? » 7’DE

Minnetosa Milletvekili Keith Ellison

Georgia Milletvekili John Lewis

EB - 5 VİZESİYLE ABD’YE 2.5 MİLYAR YATIRIM ■ EB-5 yatırımcı vizesi, 500 bin dolar yatırarak 10 kişiyi istihdam edeni Green Card sahibi yapıyor. Devlet, bugüne dek ülkeye 2,5 milyar dolar kazandıran programı daha cazip hale getirmek için çalışıyor » 13’TE

COLUMBUS GÜNÜ KUTLANDI TÜSİAD’DAN 15’İNCİ YILDA

SICAK PARA AFYON GİBİ

WASHINGTON’A ÇIKARTMA

New York’ta 5. Cadde’de ■ Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nin (TÜSİAD) ABD’nin başkenti ve Columbus Washington’daki temsilciliğinin 15. yılı dolayısıyla Washington’da bir dizi Circle’da etkinlik düzenlendi . »15’TE İtalyan – Amerikan Tarihi Kutlamaları yapıldı. Etkinliğe her yıl olduğu gibi yaklaşık 1 milyon kişi katıldı.

■ Sanayi ve Ticaret eski Bakanı ve MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, ‘‘Türkiye ekonomisi obez büyüyor,’’ dedi. Tanrıkulu, Arap ülkelerinden gelen sıcak para akışına endeksli hale gelen Türkiye ekonomisini ‘Afyonlu’ olarak nitelendirirken, büyümenin tamamen dışa bağımlı olduğunu savundu » 5’TE

ABD’de Kurban Bayramı etkinlikleri

■ Kurban Bayramı bu yıl da ABD’de birlik ve beraberlik içinde kutlanıyor. TürkAmerikan Dernekleri ve Türkiye’nin dış temsilcilikleri pek çok bayram etkinliği düzenliyor. STÖ temsilcileri ve diğer yetkililer de bayram nedeniyle mesaj yayınladı » 3’TE

BİYONİK ADAM GERÇEK OLDU

»16’DA

20 YILLIK TÜRK POLİS AGAH’TAN ÇARPICI İDDİA » 10’DA

NOBEL’Lİ BİLİM ADAMLARI GÖÇMEN ÇIKTI

» 16’DA

» 11’DE


2

Toplum Yaşam

16 Ekim 2013 Çarşamba

Mehveş Koçak

Doğan Uluç

mehveskocak@posta212.com

doganuluc@aol.com

Türkiye’den korkulur mu?

Heyecan için cinayet

AMERİKA’DA, Türkiye ile ilgili en çok bahsedilen konulardan biri yemek. Türk yemeklerinin lezzeti, çeşitliliği, tarihi, kültürü ve faydaları derken Amerikalılar Türk mutfağı hakkında konuşmaktan, bilgi almaktan, tarifleri dinlemekten büyük zevk alıyor. İşadamı, politikacısı, siyahı, beyazı herkes bu konuda konuşmaya ve dinlemeye bayılıyor. Bir de onlara ev yapımı bir Türk yemeği ikram ederseniz, o zaman onlar için dünyanın en iyi arkadaşlarından biri siz olursunuz. Amerikalılar o yüzden zor insanlar değiller, kalbi miğdeden geçen kimse bana göre zor değildir. Her şey lezzetle, tatla başlar... Konu, dönüp dolaşıp Türkiye’ye gitmek olunca, ilk soru “Türkiye tehlikeli mi?” Bu soruya eskiden çok sinirleniyordum ama artık gülerek şu cevabı veriyorum, “New York ne kadar tehlikeli ise Türkiye’de bir o kadar tehlikeli” . Bu cevap, bazıları için bir büyük tartışma konusu. Sıralamaya başlıyorlar Türkiye’nin tehlikelerini. Eylemler, bombalar, çatışmalar, ölümler, turistlerin başına gelen dramatik olaylar. Ben de onlara soru ile cevap veriyorum “Hiç New York’ta Güney Bronx’a karanlık çöktükten sonra gittiniz mi? Ya da Kuzey Central Park’ta parmağında pırlanta ile yürüyüş yaptın mı? Kennedy Havalimanı’nın hemen yanında Jamaica’da otobüs bekledin mi? Ya da otobüse binince başına neler geliyor haberin var mı? Baltimore’un arka sokaklarını gezdin mi?” Sorularımın sayısını çoğaltabilirim. Çünkü Amerika, bazılarına dünyanın en güvenli ülkesi gibi görünse de aslında hiç kimsenin bilmediği, gitmediği yerlerde bir çok tehlike kol geziyor. Hatta tehlikeyi görmek için şehrin banliyölerine bile gitmenize gerek yok. Şehrin merkezinde metro beklerken, ruh sağlığı yerinde olmayan biri sizi tren raylarına her an itebilir. Geçtiğimiz aylarda 58 yaşında metro bekleyen Asyalı Ki-Şük Han, ruhsal sorunlu olduğu tahmin edilen biri tarafından herkesin gözü önünde raylara itildi ve yaşamını yitirdi. Geçtiğimiz yıl Miami’de yine uyuşturucu etkisindeki Rudy Eugene, sokakta yaşayan Ronald Poppo adlı adamın yüzünü yedi. İnsanın kanını donduran olaylar Amerika’da sık sık yaşanmaya başladı. Her yıl en az 5-6 okul, üniversite de silahlı baskın ya da rehin alma olayı yaşanıyor. Çocukların kaçırılması, değişik işkencelere maruz kalmaları, öldürülmeleri ya da hiç bulunamamaları, haber bültenlerinden eksik olmuyor. New York’ta yaşamayı, ev-araba-iş-alışveriş zannedenler, tehlikenin hemen yanı başında olduğunu fark etmiyor. Ben bunları hatırlatınca herkes hak veriyor. Öncelikle tehlikenin adını koymalıyız, Türkiye neye göre tehlikeli bir ülke? Tehlike demek, bombaların ve çatışmaların gölgesinde bir Ortadoğu ve her geçen gün artan İslam korkusu mu? Evet söyleyemedikleri ve de utanarak dile getirmek istemedikleri duygu bu aslında. Türkiye’nin durumu fazlasıyla bu korkuyu körüklüyor. Ülkemizde savaş olmasa da eylemlerle, polisin kullandığı şiddetle, ülkeyi yönetenlerin antilaik söylemleri ile Türkiye güvenli olma imajını kaybediyor. Ben ne kadar tehlikenin göreceli bir kavram olduğunu anlatmaya çalışsam da onlara karşı yenik duruma düşüyorum. Kendi ülkeme karşı cevabını aradığım bir çok soru var. Bir Türk vatandaşı olarak benim bile artık kendi ülkem hakkında korkularım var.

OKLAHOMALI detektif bir kez daha alnında birikmiş teri sildi. Beyaz mendili ıslaklığı kaldıramaz olmuştu. Yeni baştan ifade almaya başladı. ‘’Adın ne?’’, ‘’James Edwards’’, ‘’Yaşın kaç?’’, ‘’Herhalde 15.’’ Sonra annesinin acı kesici ilaç reçetesi kullandığı için hapiste olduğunu, babası dahil çevresindekilerin ‘’Senden adam olmaz’’ diye kendisini aşağıladıklarını söyledi. James iş başvurusunda kimlik soruşturmasına oturmuş gibi yanıt veriyordu. Beğenmediği sorulara cevap vermiyordu. ‘’Bug’’(böcek) lakaplı Edwards başarılı bir güreşçiydi. Bunalıma girdiğinde 20 kiloluk ağırlık ceketini sırtlayıp kırlıkta 4-5 km.lik egzersize çıkardı. En iyi arkadaşları Chancy Luna (16) ile Michael Jones (17) idi. Bu 3 çocuk tek ebeveynli aileden geliyorlardı. Poliste hırsızlık, darp, ehliyetsiz silah suçlarıyla tevkif kayıtları vardı. FBİ’ın dahi baş edemediği Crisp çetesine girme çabası sürdürürken parmak işaretleriyle anlaşırlardı. Günlerini video oyunları, marihuana kullanmayla geçiriyorlardı. Detektif ‘’Nasıl oldu? Christopher’i tanır mısın?’’ diyerek ana konuya girdi: ’’Böcek olumsuz yanıt verdi. ’Peki, kim öldürdü Chris’i?’’ 15 yaşındaki zenci çocuk dudak bükerek cevapladı: ‘’Ben vurdum.’’ “Niye?” ‘’Canımız sıkılıyordu. Heyecan ve zevk arıyorduk. Koşucu yanımızdan geçiyordu. Tabancamı çekip tetikledim. Tek kurşunla vurdum. Arkasından.’’ Avustralyalı Chris Lane, Amerikalı kız arkadaşı Sarah Harper’i görmek için Oklahoma’ya gelmişti. Olay günü 22 yaşındaki Chris kız arkadaşının evi çevresinde koşuya çıkmıştı. ‘Böcek’in 22 kalibrelik silahının kurşunu iki ciğer ve nefes borusunu delip geçti. Ambulans geldiğinde amatör beyzbolcu can vermişti. Edwards, Jones ve Luna aynı gün evlerinde ele geçtiler. Polis Şefi Dan Ford ‘’Yeni av peşinde hazırlık yapıyorlardı’’ dedi. İkisi zenci biri beyaz 3 gangster özentisinin işlediği anlamsız cinayet Amerika’dan Uzakdoğu’ya tüm kürede yankılar yapı. Avusturalya eski başbakan yardımcısı Tim Fischer ‘’İş veya turistik nedenlerle Amerika’ya gitmeyin. Silahlarla kaynayan bu ülkede cinayet hedefi olma oranı Avustralya’ya kıyasla 15 misli fazla’’ diyerek vatandaşlarını uyardı. Amerika’nın en yakın müttefiklerinden Avustralya’nın yazılı-görüntülü basını konuyu hala canlı tutuyor. Resmiözel kurumlar silah yasalarını bir kez daha politika gündemine taşırken yeni istatistikler yayımlanıyor. Amerika’da sivillerin elinde askeri olmayan 270 milyon silah var. Silahlı olayların sayısı 478 bin 400, silahla ölümler ise 15 bin. Yılda kaza kurşununa kurban giden çocuklar 500. *Hürriyet gazetesinden alınmıştır

TEKSASLI KADINLARIN YEMEK KİTABI ‘BAĞIŞ MELEĞİ’ OLDU Teksaslı Türk kadınlar ortaklaşa çıkardıkları yemek kitabından elde ettikleri geliri, Mehmetçik Vakfı ve LÖSEV’den sonra Teksas İtfaiyesi’ne bağışladılar (TEKSAS-POSTA212) Teksaslı Türk kadınlar, ortaklaşa çıkardıkları, “Sevgiyle Yapılan Türk Yemekleri’’ kitabının satışından elde ettikleri gelirin bir kısmını Teksaslı İtfaiyeciler Derneği’ne bağışladı. Teksas’ın başkenti Austin’de yapılan etkinlikte, Türk yemeklerinin tanıtıldığı kitabın satışından elde ettikleri gelirin bir kısmını bağış çeki olarak dernek yetkililerine takdim eden Türk kadınlarının davranışı memnuniyetle karşılandı. İTFAİYECİLERİ SEÇTİK Teksaslı Türk kadınlarından Şaduman Gürbüz, Derya Topaktaş, Nuran Sarılar, Songül Ağır ve Emine Göreci Dervişoğlu,

gönüllü yemek dersleri organize ettiklerini ve bu derslerden elde ettikleri tarifleri bir araya getirerek bir yemek kitabı haline dönüştürdüklerini anlattı. Teksaslı Türk kadınları, “Bu faaliyetlerle elde ettiğimiz gelirleri bağılamak için Teksas’daki itfaiyecileri seçtik, çünkü

her felaket anında ilk yardımımıza koşan onlar, gerekirse bunun için hayatlarını çekinmeden tehlikeye atabiliyorlar. En son Batı Teksas’ta meydana gelen patlamada bir çok itfaiyeci hayatını kaybetti. Onların ailelerine bir nebze katkımız olursa Türk toplumu olarak mutluluk duyarız. Türkiye’de de yardım için Mehmetçik Vakfı’nı ve LÖSEV’i seçtik” diye konuştular. Texas İtfaiyeciler Derneği Başkanı Bill Gardner ve İcra Direktörü Chris Barron’un da hazır bulunduğu toplantıda, yardımsever Türk kadınlarının bağlı bulunduğu çatı organizasyon Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’na da (TADF) teşekkür plaketi takdim edildi.

DİPLOMATLARA VEDA ETKİNLİĞİ (WASHINGTON – POSTA 212 ) Washington Türk Amerikan Derneği (ATA-DC) ve Türk Amerikan Dernekleri Kurulu (ATAA), Washington Büyukelçiliği’nde dönemlerini başarıyla tamamlayan iki kıymetli diplomat için Türk Evi’nde ortaklaşa bir resepsiyon düzenledi. 11 Ekim Cuma akşamı gerçekleşen davete Türk Amerikan toplumu üyeleri yoğun ilgi gösterdi. Elçi Müsteşar Timur Söylemez ve Müsteşar Rauf Alp Denktaş’a birer plaket takdim eden dernek yöneticileri her iki diplomata Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde ve ülkemizin en iyi şekilde temsil edilmesinde gösterdikleri üstün performans için teşekkür etti. ATAA Mütevelli heyeti üyesi Günay Evinch, ATA-DC derneği Eski Başkanı Demet Cabbar ve ATA-DC Başkanı Gizem Şalcıgil White’dan plaketlerini alan diplomatlar her zaman Türk Amerikan toplumunun yanında olacaklarını ifade ettiler. Samimi bir ortamda gerçekleşen davette Türk Amerikan toplumu üyeleri de diplomatların yeni görevlerini kutlama ve onlara başarı dileme fırsatını buldular.

BÜYÜKELÇİ TAN: TÜRKİYE’NİN ETKİNLİĞİ ARTIYOR (WASHINGTON – POSTA 212) Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan, kurban bayramı mesajı yayınladı. Büyükelçi Tan mesajında şöyle dedi; ‘’Türk-Amerikan Toplumunun Değerli Üyeleri,Toplumsal dayanışma ruhunun kuvvetlendiği, dargınlıkların sona erdiği ve kardeşlik duygularının derinden hissedildiği Kurban Bayramı’nı, bu yıl da birlik ve beraberlik içerisinde kutlamaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Bayramın, Türk Amerikan toplumuna huzur ve sağlık getirmesini, kardeşlik ve dayanışma hislerini daha da pekiştirmesini diliyor, Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum. ABD’de Yaşayan Kıymetli Vatandaşlarımız, Türkiye’nin yakın coğrafyasında yaşanan tarihi dönüşüm süreci, ülkemizin bölgesinde bir istikrar Namık Tan kaynağı olarak önemini ortaya koymakta ve uluslararası alandaki ağırlığını pekiştirmektedir. Türkiye, demokratik ve çağdaş yapısı, güçlü ekonomisi ve üstün diplomatik yetenekleriyle küresel konularda etkinliğini her geçen gün artırmaktadır. Ülkemiz, zengin tarihi ve kültürü ile halkımızdan aldığı büyük güçle, Ulu Önder Atatürk’ün çizdiği hedef doğrultusunda muasır medeniyetler arasındaki yerini sağlamlaştırmaktadır. Kurban Bayramını bu yıl da, Türk milletinin çalışkanlık, kararlılık ve azim gibi yüce hasletleri neticesinde ülkemizin uluslararası alanda ulaşmış olduğu bu saygın konumun haklı gururunu yaşayarak kutlamaktayız. Türk-Amerikan Toplumunun Saygıdeğer Mensupları, ABD’deki Türk toplumunun, gerek ülkemizin tanıtımı, gerek milli meselelerin ABD kamuoyuna anlatılması doğrultusunda sürdürdüğü çalışmalar memnuniyet verici düzeydedir. Derneklerimizin ABD’de düzenledikleri etkinliklerin ve yaptıkları çalışmaların olumlu yansımaları hepimizi son derece mutlu etmektedir. İki ülke arasındaki ilişkiler, sizlerin de değerli katkılarıyla giderek güçlenmiş, daha önce hiç olmadığı ileri bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye-ABD ilişkilerinin geliştirilmesi, Türk-Amerikan toplumunun beklentilerinin karşılanması, ABD’deki konumunun pekiştirilmesi ve kültürümüzün Amerikan toplumuna tanıtılması yolundaki kararlı çalışmalarımızı hep birlikte kuvvetli dayanışma hisleri içerisinde sürdüreceğimize olan inancım tamdır. Bu duygu ve düşüncelerle, Türk-Amerikan Toplumunun Değerli Üyelerini içtenlikle selamlıyor, bayramın ülkemizde ve dünya genelinde barış, kardeşlik ve dayanışma ruhunun güçlenmesine vesile olmasını temenni ediyor, hepinize iyi bayramlar diliyorum.

HABER OLMAK İÇİN...

haber@posta212.com


Kurban Bayramı Özel

16 Ekim 2013 Çarşamba

3

ABD’de Kurban Bayramı etkinlikleri

Kurban Bayramı bu yıl da ABD’de birlik ve beraberlik içinde kutlanıyor. Türk-Amerikan Dernekleri ve Türkiye’nin dış temsilciliklerinde pek çok bayram etkinliği düzenliyor. STÖ temsilcileri ve diğer yetkililer de bayram nedeniyle mesaj yayınladı

(NEW YORK - POSTA 212) Kurban Bayramı vesilesiyle, ABD’nin çeşitli eyaletlerinde, her yıl olduğu gibi bu yıl da Türk Amerikan Dernekleri ve Türkiye’nin dış temsilcilikleri tarafından etkinlikler düzenleniyor. Posta 212 olarak bu seneki Kurban Bayramı etkinliklerini sizin için derledik. n WashIngton Büyükelçiliği’nde Bayramlaşma T.C. Washington Büyükelçiliği, Kurban Bayramı vesilesiyle 15 Ekim Salı günü Büyükelçilik’te bir bayramlaşma tertipliyor. Tarih: 15 Ekim 2013, Salı Saat: 12.30-14.30 Adres: T.C. Vaşington Büyükelçiliği, 2525 Massachusetts Avenue NW, Washington DC, 20008 n New York Başkonsolosluğu’nda Bayramlaşma T.C. New York Başkonsolosluğu, Kurban Bayramı münasebetiyle başkonsoloslukta bir bayramlaşma programı tertipliyor. Tarih: 17 Ekim 2013 Saat: 18:00 – 20:00 Adres: 825 Third Avenue, 5. Kat, New York, NY 10022 n MIM’de Bayramlaşma Türk-Amerikan Mühendis, Bilim Adamları ve Mimarlar Derneği (MIM), Kurban Bayramı vesilesiyle bayramlaşma programı tertipliyor. Tarih: 12 Ekim 2013 Saat: 14:00 – 18:00 Adres: Rutgers University, Busch Kampus, Hill Center (5ci Kat)110 Frelinghuysen Road, Piscataway, New Jersey n TACA Kurban Bayramı Kutlaması Chicago Türk Amerikan Kültür Birliği (TACA), Kurban Bayramı münasebetiyle bir bayramlaşma programı düzenliyor. Tarih: 15 Ekim 2013 Saat: 08:00 - 13:00 Adres: Hanging Gardens Banquets 8301 W. Belmont Ave, River Grove, Illinois 60171 n TASO – Columbus Kurban Bayramı Kutlaması Ohio Columbus Türk Amerikan Cemiyeti (TASO Columbus), Kurban Bayramı dolayısıyla bir kutlama tertipliyor. Bayram namazının sabah 8:30’da başlayacağını duyuran TASO, ilk ibadet sonrasında kahvaltı servisi

yapılacağını ve sonrasında çocuklara yönelik eğlenceli etkinlikler olacağını da açıkladı. Tarih: 15 Ekim 2013, Salı Saat: 7:30am Mekan: TASO Adres: 2885 Dublin Granville Road Columbus, OH 43235 n TACAM Kurban Bayramı Kutlaması Michigan Türk Amerikan Kültür Derneği (TACAM), Kurban Bayramı münasebetiyle bir kutlama programı düzenliyor. Tarih: 13 Ekim 2013 Saat: 3:00 PM – 7:00 PM Adres: TACAM Cultural Center, 28837 Beck Rd, Wixom, Michigan n TASOM Kurban Bayramı Kahvaltısı Missouri Türk Amerikan Cemiyeti Kurban Bayramı münasebetiyle bir kahvaltı programı tertipliyor. Tarih: 15 Ekim 2013 Saat: 8:30 İrtibat: info@tasom.org Adres: 664 Lemay Ferry Rd St Louis MO 63125 n TAA-KC Kurban Bayramı Kutlaması Greater Kansas City Türk Amerikan Derneği (TAA-KC), Kurban Bayramı münasebetiyle bir kutlama programı düzenleyecek. Tarih: 16 Ekim 2013 Saat: 19:00 Adres: KC Grill n’ Kabob 8611 Hauser Court, Lenexa, Kansas 66215 n ATA-NC Charlotte Kurban Bayramı ve Cumhuriyet Bayramı Yemeği North Carolina Amerikan Türk Derneği (ATANC), Charlotte kolu Kurban Bayramı ve Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle bir yemek organize ediyor. Tarih: 19 Ekim 2013 Saat: 7:00 PM-11:00 PM Kayıt: 15 Ekim tarihine kadar erevellesayse@gmail.com Adres: Rea Woods Club House (6040 Woodleigh Oaks Drive, Charlotte 28226) n TAACO Kurban Bayramı Yemeği Central Ohio Türk Amerikan Derneği (TAACO), Kurban Bayramı münasebetiyle bir yemek programı tertipliyor. Tarih: 18 Ekim, Cuma Saat: 19:00 İrtibat: sibelugudur@yahoo.com Adres: Cafe Istanbul, 6125 Riverside Dr. Dublin, OH 43017 n FTAA Kurban Bayramı Yemeği Florida Türk Amerikan Derneği (Florida Turkish American Association – FTAA), Kurban Bayramı dolayısıyla Bayram Yemeği etkinliği düzenliyor.

BAYRAM MESAJLARI Levent Bilgen

Ali Çınar

(NEW YORK – POSTA 212) New York Başkonsolosu Levent Bilgen, Kurban Bayramı vesilesiyle Türk Amerikan toplumuna yönelik bir kutlama mesajı yayınladı: Kıymetli Vatandaşlarımız, Bir kez daha hep beraber Kurban Bayramını idrak etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Başkonsolosluk mensuplarımız ve şahsım adına tüm vatandaşlarımızın bayramını en içten dileklerimle tebrik ediyorum. Bayramlarımız, kardeşlik ve paylaşma duygularının, birlik, beraberlik ve hoşgörünün pekiştiği müstesna zaman dilimleridir. Kültürel değerlerimizin bu özelliklerini genç nesillere aktarmak hepimizin görevidir. Bu vesileyle, tüm vatandaşlarımızı 17 Ekim 2013, Perşembe günü 18:00-20:00 saatleri arasında Başkonsolosluğumuzda (825 3rd Avenue, 5. Kat, New York, NY 10022) düzenlenecek bayramlaşma törenine davet eder, içten saygılarımı sunarım.

Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu Başkanı Ali Çınar’ın yayınladığı bayram mesajı şöyle: Türk-Amerikan toplumu olarak, Kurban Bayramı’nı karşılamanın sevincini yaşıyoruz. Birlik ve beraberliğe, yardımlaşma ve dayanışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, asırlardır bizleri birbirimize bağlayan manevi unsurlardan biridir Kurban Bayramı. Bayramlar, dargınlıkların unutulduğu, insanların barıştığı, kardeşçe kucaklaştığı günlerdir. Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Amerika’nın birçok eyaletinde bulunan resmi temsilcilikler ve derneklerimiz aracılığıyla, vatandaşlarımız ile Kurban Bayramı programlarında beraber olacağız. Bu duygu ve düşüncelerle, Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, tüm insanlık için barışa, sevgiye, kardeşliğe vesile olmasını temenni eder, sevgi ve saygılarımı sunarım.

LATAA Los Angeles Türk Amerikan Derneği (LATAA) Başkanı Ahmet Önerbay’ın Kurban Bayramı mesajı yayınladı. Önerbay’ın mesajı şöyle: “Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Bu vesileyle, başta Amerika’da yaşayan Türk toplumunun ve dünyada diğer bölgelerinde yaşayan tüm Müslümanların Kurban Bayramını kutluyor; bir arada, sevgi dolu ve huzurlu daha nice bayramlar diliyorum!” Tarih: 16 Ekim 2013, Çarşamba Saat: 7:00pm – 10:00pm (Eastern Time) Adres: 3020 NE 32nd Ave. 123, Fort Lauderdale, FL 33308 n TACC-MadIson, Kurban Bayramı Programı Madison Türk Amerikan Kültür Merkezi (TACC – Madison), Kurban Bayramı münase-

ATA - DC Derneği Washington Türk Amerikan Derneği (ATA-DC) yönetim kurulu olarak ülkemizin ve ABD’de yaşayan Türk vatandaşlarının Kurban Bayramını en içten dileklerimizle kutlarız. Değerli ulusumuzun milli ve dini duygularını birleştiren bu bayramı sevdikleriyle beraber huzur, mutluluk ve sağlıkla geçirmelerini dileriz.

betiyle bir kutlama programı tertipliyor. Tarih: 18 Ekim 2013 Saat: 19:00 Yer: Eagle Heights Community Center, 611 Eagle Heights, Madison, WI 53705 n LATAA Kurban Bayramı Kutlaması Los Angeles Türk Amerikan Derneği (LATAA), Kurban Bayramı münasebetiyle bir kutlama programı düzenliyor.

Tarih: 19 Ekim 2013 Saat: 18:00 - 22:00 Adres: Thelma Terry Building (2200 Virginia Avenue, Sanra Monica, CA) n SNETACA Kurban Bayramı Kutlaması Güney New England Türk Amerikan Kültür Derneği (SNETACA), Kurban Bayramı vesilesiyle bir kutlama programı tertipliyor.

Tarih: 19 Ekim 2013 Saat: 10:30 Adres: Saray Turkish Restaurant 770 Campbell Ave West Haven, CT 06340 n TACAGA Kurban Bayramı Programı Georgia Türk Amerikan Kültür Derneği (TACAGA), Kurban Bayramı nedeiyle bir bayramlaşma programı düzenliyor. Tarih: 19 Ekim 2013 Saat: 18:00 Adres: 5200 Lexington Woods Lane (Club House) Alpharetta, GA 30005 n Yunus Emre İslam Merkezi Kurban Bayramı Programı Yunus Emre Islamic Center, Kurban Bayramı münasebetiyle bir kutlama programı düzenliyor. Tarih: 15 Ekim 2013 Saat: 7:30 AM Adres: Türk Amerikan Cemiyeti 501 Midway Dr. Mt. Prospect IL 60056 n TASOM Kurban Bayramı Şenliği Missouri Türk Amerikan Cemiyeti (TASOM), Kurban Bayramı münasebetiyle cumartesi günü bir şenlik düzenliyor. Tarih: 19 Ekim 2013, Cumartesi Saat: 19:00 Kayıt: info@tasom.org Bilgi İçin: www.tasom.org Adres: 664 Lemay Ferry Rd St Louis MO 63125 n MIchIgan State UnIversIty TSA Kurban Bayramı Etkinliği Michigan State University Türk Öğrenci Derneği (TSA), Kurban Bayramı vesilesiyle bir kutlama programı düzenliyor. Tarih: 24 Ekim 2013 Saat: 17:00 – 20:00 Adres: McDonel Hall, Michigan State University East Lansing, MI, 48824 n ATA-NC Kurban Bayramı Kutlaması North Carolina Amerikan Türk Derneği (ATANC), Kurban Bayramı vesilesiyle Türkevi’nde bir bayramlaşma programı tertipliyor. Tarih: 15 Ekim 2013, Salı Saat: 19:30 Adres: ATA-NC Türkevi 303 E Durham Rd. Suite F Cary, NC 27513 n TAA-AZ Kurban Bayramı Bayramlaşma Programı Arizona Türk Amerikan Derneği (TAA-AZ), Kurban Bayramı vesilesiyle bir bayramlaşma programı tertipliyor. Tarih: 18 Ekim 2013, Cuma Saat: 19:00 Adres: Tempe Lakes Clubhouse 5501 South Lakeshore Drive, Tempe, Arizona 85283


4

Gündem

16 Ekim 2013 Çarşamba

İlhan Tanır @Washingtonpoint

Türkiye-ABD ilişkilerinde lunapark treni dönemi TÜRKİYE ve ABD ilişkilerinde ilginç dönemlerden geçiliyor. Daha önceki yılların aksine, iki ülke arasındaki ilişkileri nitelemek oldukça güç. İlişkilerin farklı kriterleri, öne çıkan dış ve iç politika kararların verdiği doneler, bakıldığı açıya göre, ilişkileri farklı değerlendirmelere açık bırakıyor. Örneğin Türkiye, Avrupa’daki ekonomik krizin sürdüğü ve Orta Doğu’daki çalkantıların devam ettiği bir süreçte, ABD için halen yeri doldurulması güç bir müttefik olmayı sürdürüyor. Amerikalı üst düzey yetkililer, Ankara’yı eleştirmek konusunda oldukça çekingenler. Son zamanların tansiyon yapıcı konularından biri olan Ankara’nın Çin füze sistemini seçtiğini ilan etmesine karşılık Washington’dan gösterilen tepki şimdilik sert değil. Ankara’ya zaman verme, ve bu süreçte, bu seçimin yanlış yönlerini anlatma gayretleri olduğu açık. Ankara, kesin olarak bu ihaleyi Çinli şirkete verene dek, bu konuda konuşmak ve kesin yargı vermek güç. Ankara’daki müttefiğini bu karardan vazgeçirmek için Washington ve NATO’nun ne şekilde tekliflerle geleceği de dikkate alınması gerekiyor. Obama, kendi muhalefeti olan Cumhuriyetçilere bütçe konusunda ‘pazarlık yok!’ restini çekiyor. Aynı resti, füze konusunda NATO’nun ve Washington’ın Türkiye’ye çektiği takdirde, bu kritik konuda Ankara’nın vereceği son karar dikkatle izlenecek. Bu konu aylarca sürecek bir tartışma şeklinde ABD-Türkiye ilişkilerinde izlenmeye devam edecek. Suriye konusunda yaşanılan farklı politikalar ve ABD’nin İran’a ulaşma çabası, Ankara tarafından endişeyle izlenen bir başka konu. Bu konunun ele alınış biçimi, Türkiye’den bazı diplomatik kaynaklarca şikayet konusu. İran’a ambargo konduğunda Türkiye’den büyük bir işbirliği bekleyen ve ambargo rejiminden de ekonomik olarak genelde en büyük zararı gören Türkiye oluyor. Ama, şu anda bütün dünyanın takip ettiği gibi, Washington Tahran’a el uzattığında ise, Ankara’ya bu konuda yeterli bilgi aktarılmadığı iletiliyor. Dolayısıyla, Ankara ABD’nin stratejik amaçlarından tam olarak haberdar olmadan, Washington’ı desteklemeye zorlanıyor. Suriye krizinde Washington tarafından yalnız bırakıldığını düşünen Ankara için, Iran konusunda ABD’nin yine kendi çıkarlarını düşünmediğini hissetmesi için birçok neden var. Türkiye’nin Suriye’deki aşırı elementlere destek olduğu vurgusu da çokca yazılıp, çiziliyor ama bu konuda da olası rahatsızlıkları Amerikalı yetkililerden değil, yönetime yakın çevreler veya gazete haberlerine demeç veren isimsiz Amerikan yetkililerinden okumak mümkün. Bütün bunlar olurken, New York’ta, BM zirvesi sırasında gerçekleştirilen Terörizmle Mücadele Küresel Forumu toplantısında Türkiye ve ABD’nin ortaklığı ile Terörle Mücadele Fonu oluşturulacağı açıklanması, bu ilişkilerin tek bir gözlükle tanımlanmasının zorluğunu ortaya koyan başka bir gelişme. Global terörizm ile mücadelede, Türkiye’nin desteği ve Türkiye’ye duyulmak istenen güven ABD için halen alternatifsiz. Müslüman coğrafyasındaki karışıklıklara bakıldığında, Türkiye’nin Washington için ne kadar değerli olduğu, negatif gelişmelere rağmen ortada. Washington, Ankara’yı kaybedecek, AKP hükümetini küstürecek bir yaklaşıma girme konusunda ne bir arzusu ne de bir nedene sahip olduğunu düşünüyor. Diğer taraftan, ABD’nin zaten bu dönemde Washington’daki politik kavgalardan başını kaldırmaya mecali yok gibi. ABD hükümetinin kapanmasına rağmen, yüzbinlerce federal çalışanının işe geri çağrılmasıyla birlikte bu durum ‘kısmi kapanma’ olarak adlandırılmaya başlandı. Amerikan federal çalışma kadrosunun yüzde 15’i kadarı, mesai dışında kalmış durumda. Bu hafta ise, borç tavanı tartışmaları var. Beklenti, borç tavanında geçici bir çözümle, 6 ila 8 hafta arasında bir ertelemeye gidilmesi. Bu, ABD’nin iflas bayrağını çekmemesi nedeniyle olumlu bir haber. Ne var ki, bütçe kargaşası ve kavgalarının önümüzdeki haftalarda da devam edeceği düşünüldüğünde ise, kısmi felç olan bir ABD hükümetinin de devamı anlamına geliyor. Washington’ın Ankara hükümetiyle en ciddi ayrıştığı noktalardan biri İsrail ise, diğeri de Mısır’daki darbe ve sonrasındaki farklı yaklaşımlar oldu. Bununla birlikte, Beyaz Saray’ın geçen hafta içinde, Mısır’da ‘sivil ve kapsayıcı bir idare kurulana dek’, ABD’nin bu ülkeye yaptığı askeri yardımların büyük kısmının askıya alındığını ilan etmesi, Washington ile Ankara’yı az da olsa birbirine yaklaştırması gerekir. Hızla değişen dengelerde, Soğuk Savaş türü, hatta birkaç yıl öncesine kadar geçerli olan şekilde, ABD ve Türkiye’nin ilişkilerini tek bir sıfatla tanımlamak giderek güçleşiyor. İki ülke, iç politikalarının getirdikleri rüzgarlar, kendi içindeki sıkıntılar ve Türkiye’nin seçim sezonuna yaklaşması nedeniyle iki başkent de kendi çıkarına olan retoriğe ve politikalara tutunmaya devam edecek gibi. Bu bağlamda, Türkiye-ABD ilişkilerinde önümüzdeki aylarda lunapark treni (roller coaster) misali iniş ve çıkışlara şahit olabiliriz.

OBAMA ŞEFFAF DEĞİL Merkezi New York’ta bulunan medya izleme örgütü, geçen hafta yayınladığı raporda, Amerika Başkanı Barack Obama’nın attığı adımların, vadettiği şeffaflık ve açık devlet anlayışıyla bağdaşmadığı ileri sürdü (VOA) Washington Post Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni Leonard Downie’nin kaleme aldığı raporda, sızıntılar sonrası artan denetimler sonucu korku ortamı oluştuğu ve devlet görevlilerinin basına konuşmaktan korktuğu da iddia ediliyor. Raporda gazetecilere bilgi sızdırdığı gerekçesiyle 6 memur ve 2 sözleşmeli kamu görevlisinin 1917’de çıkarılan ve 9 yılda sadece 3 kez kullanılan ‘casusluk’ ve ‘düşmana yardım’ yasası kapsamında yargılanarak hedef haline getirildiği de belirtiliyor.

Rapor için görüşü sorulan Beyaz Saray yetkilileri, basın özgürlüğüne karşı olarak tanımlanmalarını reddetti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Ben Rhodes, devlete ait gizli bilgiler içeren kaynaklardan edinilen bilgiler doğrultusunda Amerika’da hala araştırmacı gazetecilik yapıldığını söyledi. ‘‘DEVLET TELEFONUMU DİNLEDİ’’ Raporu yazan gazeteci Leonard Downie, bu yıl 20 telefon hattının iki ay boyunca devlet tarafından gizlice dinlemeye alındığını ortaya çıkarak Associated Press Haber

Ajansı Genel Müdürü de dahil çok sayıda muhabir ve editörle görüştü. Gazetecileri Koruma Komitesi’nin açıkladığı bu rapor, 32 yıllık tarihinde Amerika’daki basın özgürlüğü hakkında kaleme alınmış ilk kapsamlı çalışma olma özelliği taşıyor. Komite bu yıl Burma, Çin, Mısır, İran, Pakistan ve Tanzanya’yla da ilgili raporlar yayınladı. Gazetecileri Koruma Komitesi Başkanı Joel Simon, gazetecilerin yönetimle olan ilişkisinin giderek kötüleştiğini ve işlerini yapamayacak noktaya geldiklerini söylemesi üzerine Amerika’da basın özgürlü-

MISIR’A YARDIM ASKIYA ALINDI

Amerika, Mısır’a yapılan askeri yardımların büyük bir kısmını gecici olarak askıya aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı, Mısır’da seçilmiş bir sivil hükümet işbaşına gelinceye kadar askeri yardımın durdurulduğunu açıkladı (VOA) Amerika Dışişleri Bakanlığı Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Mısır’ın kapsayıcı, demokratik yollardan seçilmiş sivil hükümet tarafından temsil edilene kadar Mısır ordusuna yapılan yardımların büyük bir kısmı geçici bir süre askıya alındığını belirtiliyor. Mısır Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Bedir Abdellati, kararı “yanlış” olarak niteledi ve ülkesinin gelecek yıl yapılması planlanan seçimleri de içeren siyasi yol haritasını ortaya koymakta kararlı olduğunu söyledi. Amerika Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Mısır’a tam olarak hangi yardımların askıya alınacağı belirtilmedi ancak yetkililerin daha önce yaptığı açıklamalarda, Apaçi helikopterleri, gemi savunma füzeleri ve tank parçalarının teslimatının durduru-

lacağına işaret edilmişti. Açıklamada Amerika’nın Mısır’a sağlık ve eğitim yardımı ile ülke sınır güvenliğini sağlamaya yönelik yardımlarının kesintiye uğramayacağı da vurgulandı. Başkan Barack Obama geçen ay Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Mısır geçici hükümetinin kapsayıcı bir demokrasi yolunda tutarsız kararlar aldığını ve gelecekteki yardımların da Mısır’ın demokratikleşme yönünde atacağı adımlara bağlı olduğunu söylemişti. Amerika hali hazırda Mısır’la ortak askeri tatbikatları iptal ederek, bazı savaş uçaklarının teslimini askıya almış bulunuyor. Avrupa Birliği Ağustos ayında şiddet olaylarında kullanıldığı gerekçesiyle Mısır’a silah satışını durdurmuştu.

Kongreyi işten atacaklar!

JP Morgan üçüncü çeyrekte zarar etti (NEW YORK –POSTA 212) Amerika’nın en büyük bankalarından biri olan JP Morgan, üçüncü çeyrek dönemde zaar ederken bazı işlemler hariç bazda ise kar analistlerin beklentilerinin üzerinde geldi. Şirketin açıklamasına göre dönem içinde net zarar 400 milyon dolar olarak gerçekleşti. Hisse başına 0.17 dolar anlamına gelen rakam geçen yılın aynı döneminde toplam 1.40 dolar kardı. Bazı işlemler hariç bazda ise şirketin hisse başına karı 1.42 dolarla 1.30 dolarlık tahminleri aştı. Üçüncü çeyrekte JP Morgan’ın gelirleri de geçen yılın aynı döneminde 25.15 milyar dolar olan seviyesinden 23.9 milyar dolara geriledi. Şirketin açıklamasında ayrıcı ABD hükümeti ile devam eden davalarda makul bir anlaşma zemini istendiği kaydedildi.

ğünü araştırmaya karar verdiklerini açıkladı. Downie, Obama yönetiminin belge sızıntılarına karşı Nixon döneminde patlak veren Watergate skandalından beri yakın tarihte görülmüş en büyük savaşı açtığını savundu. Raporun yazarı Downie, bu politikaların ayrıca Amerika’nın dünyaya yaymaya çalıştığı internet ve basın özgürlüğü çabalarına da zarar verdiğini söyledi.

NBC/Wall Street Journal’ın anketine göre Amerikan halkı, elinde olsa bütçe krizi çıkaran ve durduk yerde sorun yaratan Kongre üyelerinin tamamını işten atacak

İtalya parasızlıktan tarihini satıyor (ROMA – POSTA 212 ) Borç kriziyle boğuşan İtalya, 2013 bütçesinde meydana gelen açığı kapatabilmek için 50 tarihi gayrimenkulünü satışa çıkarma kararı aldı. Roma’ya 100 kilometre uzaklıkta bir bölgede yer alan Orsini Kalesi ve Milano yakınlarındaki Villa Mirabello Sarayı, şimdiye dek satışa çıkarılan gayrimenkullerin başında geliyor. Söz konusu 50 tarihi zenginliği elden çıkarma planının, krizle mücadele eden hükümete yaklaşık 680 milyon dolar bir katkı sağlaması amaçlanıyor. İtalyan Ekonomi Bakanı Fabrizio Saccomanni konuşmasın-

da, 690 milyon doları bulması tahmin edilen bu katkının 2013 bütçe açığını yüzde 3 oranında azaltmasını umduklarını ifade etti. İtalyan Başbakanı Enrico Letta ise, planlanan satışların gerçekleşmesinin ardından 1,5 milyar dolarlık daha gayrimenkulün satışa çıkarmayı düşündüklerini, bunun yanı sıra da yalaşık 1 ile 1,5 milyar dolar arası bir kemer sıkma politikasına girme planı içerisinde olduklarını belirtti. Benzer bir olay geçtiğimiz yıl borç kriziyle mücadele eden bir diğer Avrupa ülkesiYunanistan’da da meydana gelmiş, Yunanistan’dan adalarını yabancılara satması talep edilmişti.

(NEW YORK – POSTA 212) Amerikalıların yüzde 60’ı mümkün olsa Kongre’nin tüm üyelerini değiştirmek istiyor. Şimdiki Kongre’de bazı üyeleri korumak istediğini söyleyen Amerikalıların oranı ise yüzde 35. NBC/Wall Street Journal’ın düzenli olarak yaptığı ankette “Elimde olsa hepsini kovardım” yanıtına tarihte ilk kez bu kadar yüksek bir oranda oy verilmiş olması, federal devletin bir haftayı aşkın zamandır kapalı kalması ve 17 Ekim’de süre dolacak olmasına rağmen borç tavanı konusunda hala bir çözüm bulunamamış olması karşısında Amerikan halkının Kongre’ye duyduğu öfkeyi gösteriyor. Anketin sonuçlarına göre, Kongre’nin tamamını değiştirmek isteyenlerin yüzde yetmi-

şini kırsal bölgede yaşayanlar ve beyaz bağımsızlar oluşturuyor. Yüzde 67’si ise Cumhuriyetçilerin egemen olduğu bölgelerden geliyor. Demokratların egemen olduğu bölgelerdeyse halkın yüzde 52’si, kongrenin

tüm üyelerinin değişmesini tercih ediyor. Amerika’nın doğru yolda gittiğini düşünenlerin oranı ise tarihte hiç bu kadar düşük olmadı: Eylül ayında yüzde 30 olan bu oran, Ekimin ikinci haftası yüzde 14’e kadar indi.


Ekonomi Ticaret

16 Ekim 2013 Çarşamba

SICAK PARA AFYON GİBİ

5

Sanayi ve Ticaret eski Bakanı ve MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, ‘‘Türkiye ekonomisi obez büyüyor,’’ dedi. Tanrıkulu, Arap ülkelerinden gelen sıcak para akışına endeksli hale gelen Türkiye ekonomisini ‘Afyonlu’ olarak nitelendirirken, büyümenin tamamen dışa bağımlı olduğunu savundu partisi olmanın çok ötesine geçmiyor” dedi. CHP’nin hem Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na hem de Demokratikleşme Paketi’nde AK Parti ve BDP’ye destek verdiğini savunan Tanrıkulu, “Muhalefette yalnız kalıyoruz. MHP, Türkiye’de gerçek vatansever; ülkenin milli birlik ve değerlerini, üniter yapısını savunan tek parti şu an. CHP çok yalpalıyor. Gezi Parkı olayları sırasında da CHP’ye ‘ambulansın arkasından güden taksici’ benzetmesi yapılmıştı. Yani fırsatçı olarak değerlendirildi. CHP Atatürk’ün kurduğu parti olmaktan çıkmıştır, fraksiyonel bir parti haline gelmiştir” diye konuştu.

DİLEK ESKİ BEZİRKAN NEW YORK / ANKARA (POSTA 212) Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı büyüdüğünü savunan Sanayi ve Ticaret eski Bakanı ve MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, “Arap ülkelerinden gelen sıcak para akışı var. Bu sıcak paranın afyonuna alıştık. Afyonlu Türkiye ekonomisi obez büyüyor” dedi. Posta 212 Gazetesi’nin ekonomiden siyasi gelişmelere kadar sorularını yanıtlayan Tanrıkulu, sanayi üretimindeki düşüşü değerlendirdi. Sanayi üretiminin öncü göstergelerden biri olduğunu ifade eden Tanrıkulu, “Bunun düşmesi demek, önümüzdeki dönemde büyümeyle ilgili ciddi sıkıntıların olacağı anlamına gelir. Bu, kapasite kullanım oranını ve dolaylı yoldan yatırımları etkileyecek. Ardından ihracat miktarımızı etkileyecek. Böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya kalacağımızı düşünüyorum” diye konuştu. Açıklanan orta vadeli planı da eleştiren Tanrıkulu, bu planda ortaya konulduğu gibi daha önce MHP olarak bazı eksikliklerin olabileceği öngörüsünde bulunduklarını dile getirdi. İktidarın her yaptığı planın revizyona ihtiyaç duyduğunu savunan Tanrıkulu, şunları söyledi: “Bu, hedefleri ıskaladığınız anlamına gelir. Bu seferde büyüme hızını düşürdüler, cari açığın milli gelire oranını yükselttiler ve enflasyonda sıkıntı var. Aynı şekilde ihracat hedefinde de orta vadeli planda birtakım sıkıntıların olduğu görülüyor.Yine önümüzdeki süreçte hedeflerde yeni bir revizyonla karşı karşıya kalacağımız ortada. Hedefleri tutturamayacaklar. Yani ıskalama konusunda oldukça ihtisas sahibiler.”

“İMRALI’NIN İSTEKLERİ DEMOKRATİKLEŞME PAKETİNDE” Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı ve eleştirilere neden olan Demokratikleşme Paketi’ne ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Tanrıkulu, sözkonusu paketin Andımız’ın kaldırılmasının yanı sıra özellikle terör suçu işleyenlerin siyaset

yapabilme olanağının tanınması gibi çok tehlikeli bazı unsurları içerdiğini ifade etti. AK Parti’nin içerisinde aklı selim olan milletvekillerinin de pakete karşı çıktığını savunan Tanrıkulu, şu açıklamalarda bulundu: “Türkiye önemli bir siyasi süreçten geçiyor. Bu demokratikleşme paketinin içeriği büyük bir hayal kırıklığı yaşattığı gibi çok tehlikeli birkaç unsur da içeriyor. Hemen her kesimin büyük tepkisini aldı, hatta buna Kürtler de dahil. Burada en önemli konulardan birisi Andımız’ın kaldırılması. Hatta İstanbul’daki mitingimizde de hep bir ağızdan Andımız’ı tekrarlayarak tepkimizi dile getirdik. Dil birliğini bozmaya yönelik bir madde var. Pakerin içerisinde gizlenmiş bir madde var. Terörist dağdan gelecek ve siyasete katılabilecek. Bu, bir süre sonra bebek katili İmralı’nın Meclis’e gelmesinin yolunu açmak için bir alt yapı hazırlığı niteliğinde. Demokratikleşme Paketi’yle AK Parti’nin getirmek istedikleri aslında İmralı’nın getirmek istedikleri. Biz bu kritik maddelere muhalefet edeceğiz. Baştan beri tavrımız netti, hatta bunları kırmızı çizgimiz olarak ifade ediyorduk.”

“SOKAĞIN ANARŞİSİNDEN İKTİDAR OLMAZ” Taksim Gezi Parkı olaylarında yer almamaları nedeniyle MHP’nin eleştirilere

hedef olduğunun hatırlatılması üzerine Tanrıkulu, şu açıklamalarda bulundu: “Gezi Parkı olayını hem sosyolojik olarak hem de siyaset bilimi olarak ele aldık. Bu olay, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden gelen çevre hakkının savunulması olarak başladı ve çok haklıydılar. Biz de bu hakların yanında bulunduk başlarda. Fakat bir süre sonra bu çevresel olarak gelen haklı talepler toplumsal muhalefete dönüştü, oradan da farklı istek ve taleplerin yönlendirildiği bir mekanizma haline getirildi. Birinci aşamada İstanbul İl Başkanımız gitti, herkesten önce ilk açıklamayı yaptı. Gezi Parkı olaylarında ilerleyen zamanlarda her türlü fraksiyonlar durumdan vazife çıkarmaya başladılar. Hükümet devirme olayına dönüştü. Bu noktada MHP yer almadı. Gençlerin taleplerini dile getirecekleri yer siyasettir. ‘Sokakların karanlığından çıkın. meydanların aydınlığına gelin’ dedik. Demokratik taleplerin dile getirildiği bir tepki olmaktan çıkmıştı. Sokağın anarşisinden iktidar yaparsanız, siz de bir gün o yolla gidersiniz.’’

“CHP İLE ORTAK ZEMİN YOK” Türkiye’de AK Parti’ye sırf muhalefet olsun diye CHP ile MHP’yi ortak zeminde buluşturmaya çalıştıklarını da kaydeden Tanırkulu, “Halbuki bizim CHP ile ortak zeminimiz TBMM’de iki muhalefet

TEMALI MİTİNGLER MHP’nin “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” adı altında Türk siyasi tarihinde ilk kez temalı mitingler düzenlendiği bilgisini de veren Tanrıkulu, şöyle devam etti: “En son İstanbul’da düzenlenen mitingimiz de bu temalı mitinglerimizden biriydi ve yaklaşık 1 milyon kişi katıldı. Şubat ayında Türkiye’de içinde bulunduğumuz durumu görerek milletimizle bu konuları paylaşmak ve aynı zamanda aydınlatmak amacıyla Türk siyasi tarihinde ilk kez temalı mitingler zinciri oluşturduk. Bunlardan birincisi Bursa’da “Kuruluş”, ikincisi İzmir’de “Bayrak”, üçüncüsü Adana’da “Vatan”, dördüncüsü Erzurum’da “Birlik” , beşincisi Konya’da “Türkçe”, altıncısı Elazığ’da “Kardeşlik” ve yedincisi de İstanbul’da “Demokrasi’ mitingi adı altında yapıldı. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu durum demokrasinin en fazla eksikliğini hissettiğimiz durum. Yaralı ve eksik olan demokrasimizin yeniden ortaya koyulup satandartlarının yeniden belirlenmesi gerektiğine inandığımız için bu mitingin adını ‘demokrasi’ koyduk. 26 Ekim’de Samsun’da ‘Kurtuluş’ mitingini, 9 Kasım’da da Ankara’da ‘Türkiye’ mitingini yapacağız. Böylece ‘Milli Değerleri Koru ve Yaşat’ mitinglerimizi tamamlamış olacağız.”

Babacan: AB’ye hazırız

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Washington’da Türkiye’nin artık AB için hazır olduğunu söyledi. Babacan Gezi gençlerine toleransla yaklaşan mesajlar da verdi (WASHINGTON - POSTA212) IMFDünya Bankası Yıllık Toplantıları için Washington’da bulunan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Okulu’nda, “Son Küresel Gelişmeler Işığında Türk Ekonomisi ve Dış Politikası” konulu bir konferans verdi. Babacan, Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili bir soru üzerine, AB sürecinde zaman zaman gerilemeler yaşansa da süreçten Türkiye olarak hem siyasi hem ekonomik standartlar açısından somut yararlar gördüklerini belirtti.

AB’YE HAZIRIZ Ekonomik standartlar açısından bakıldığında, Türkiye’nin şu anda Avrupa Birliği’nin pek çok üyesinden daha iyi bir performans gösterdiğini ifade eden Babacan, halihazırda ekonominin Türkiye’nin AB sürecinde bir engel oluşturmadığını dile getirdi. Babacan, Türkiye’nin AB’ye katılması halinde, AB’nin temsil gücünün kesinlikle artacağını, daha çeşitlilikleri içinde barındıran bir yapı haline geleceğini söyledi. Türkiye’nin üyeliği halinde, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan bölgenin de, AB’nin kendilerine çok yaklaştığını hissedeceğini kaydeden Babacan,

bu durumun AB’nin rolünü, sadece bir Avrupa yapısı olmaktan öte, küresel bir aktör olarak artıracağını ifade etti. GEZİ’YE ANLAYIŞ Gezi Parkı olaylarında, eğitimli, durumları iyi, çoğunlukla gençlerden oluşan daha kalabalık bir grubun da seslerini yükselterek, bazı arzular, istekler, endişeler, korkular dile getirdiğini ifade eden Babacan, hükümet olarak şu anda, onları daha iyi anlamaya, stratejiler geliştirmeye konsantre olduklarını bildirdi.

GÜLER SABANCI EN GÜÇLÜ İKİNCİ KADIN Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Fortune Dergisi tarafından her yıl hazırlanan ‘Dünyanın En Güçlü 50 İş Kadını listesi’nde ikinci sırada yer aldı İSTANBUL (ANKA)- Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Fortune Dergisi tarafından her yıl hazırlanan “Dünyanın En Güçlü 50 İş Kadını (50 Most Powerful Women In Business)” listesinde, ikinci sırada yer aldı. Güler Sabancı’ya ayrıca yükselenler listesinde de ilk sırada yer verildi.

DÖRT ANA KRİTERE GÖRE BELİRLENİYOR Verilen bilgiye göre, 1998 yılından bu yana Fortune Dergisi editörleri tarafından hazırlanan liste, dört ana kriter gözetilerek oluşturuluyor. Bu kriterler listede yer alan kadınların kariyerleri, sosyal ve kültürel etkileri, yönettikleri şirketlerin büyüklüğü ve global ekonomideki yeri ile şirketlerin başarısı ve ilerlediği yön olarak sıralanıyor. Listenin ilk sırasında Petrobras’tan Maria das Graças Foster yer alırken Güler Sabancı’dan sonra Westpac›’in CEO’su Gail Kelley, ICICI Bank’ın CEO’su Chanda Kochhar ve SEB CEO’su Annika Falkengren yer aldı. Güler Sabancı, Financial Times tarafından da “Dünyanın Zirvesindeki 50 İş Kadını” arasında ikinci seçilmişti . (ANKA)

İNTERNETÇİLERİN DNA’SI ÇIKARILDI İSTANBUL (ANKA)-MasterCard tarafından gerçekleştirilen araştırma, internet ve sosyal medyayı kullanan tüketicilerin online kişiliklerini anlamada önemli veriler ortaya koydu. Beş farklı online kişiliğin ortaya çıktığı araştırma, online alışveriş alışkanlıkları, kişisel verilerin güvenliği ve değeri konusundaki bilinç, online ortamda paylaşım yapma alışkanlıkları analiz ediyor. Buna göre internet kullanıcıları beş ana kişilik altında toplanıyor. MasterCard tarafından gerçekleştirilen “Dijital Paylaşım ve Güven Projesi” başlıklı araştırma internet ve sosyal medya kullanıcılarının “Açık Paylaşımcılar”, “Salt Etkileşimciler”, “Sadece Alışveriş Yapanlar”, “Pasif Kullanıcılar” ve “Proaktif Koruyucular” olmak üzere beş farklı kişiliğe büründüklerine işaret ediyor.

Yorgancılar: ABD – AB Serbest Ticaret Anlaşmasına Türkiye mutlaka dahil edilmeli

TÜRKİYE OLMAZSA OLMAZ

Ender Yorgancılar

(WASHINGTON-POSTA212) Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkan Yardımcısı Ender Yorgancılar, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile birlikte IMF ve Dünya Bankası toplantıları için ABD’deydi. Yorgancılar, Washington’da ABD Ticaret Odası’nda düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, ABD ile AB arasında yapılacak olan serbest tica-

Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, ABD ile AB’nin arasında yapılacak Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na Türkiye’nin mutlaka dahil edilmesi gerektiğini savundu ret anlaşmasına Türkiye’nin de alınması gerektiğine dikkat çekti.

KONU ÇOK ÖNEMLİ Ender Yorgancılar, “TOBB ile ABD Ticaret Odası, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Projesi üzerinde çalışıyorlar. Bu konu ajandamızda çok önemli olacak. ABD’nin uzun vadeli stratejik ortağı olan Türkiye mutlaka bu organizasyonun içinde yer almalıdır. Bu hem Türkiye’nin hem de ABD ve AB’nin avantajına olacaktır. Türkiye’nin en büyük ticari partneri AB ül-

keleridir. ABD ile de aynı seviyeye gelmek istiyoruz” dedi. TOBB ile Amerika Ticaret Odası arasında geçen yıl işbirliği anlaşması imzalandığını hatırlatan Yorgancılar, “Ekonomik ilişkilerimizi artırmak adına güçlerimizi birleştirmeye karar verdik. İkili ve bölgesel konuları içeren çok geniş bir ajandamız var. Türkiye’deki yatırım fırsatları, ABD ve Türkiye arasındaki ticaret, Ortadoğu Ticaret Merkezi ve inşaat sektörü ağırlıklı konuları içeriyor” dedi.

Aktivitelerde devlet ve özel sektör odaklı yaklaşımı benimsediklerini belirten Yorgancılar, Washington, New York ve Atlanta’da gerçekleştirilen Türkiye Yatırım Haftası etkinliklerini örnek gösterdi. Yorgancılar, önümüzdeki haftalarda da San Fransisco, Los Angeles, Seattle ve Chicago’da etkinlikler yapılacağını, havacılık, turizm, enerji, telekomünikasyon, ulaşım, girişim sermayesi gibi alanlarda önemli sektör liderleriyle ve hükümet yetkilileriyle bir araya gelineceğini söyledi. Türkiye’de geçtiğimiz günlerde ABD Ticaret Odası heyetini konuk ettiklerini, Ankara ve İstanbul’da önemli temaslar gerçekleştirildiğini hatırlatan Yorgancılar, bunları “gelecekteki işbirliğinin sadece başlangıcı” olarak nitelendirdi.

YILIN MALİYE BAKANI ŞİMŞEK (NEW YORK – POSTA 212) Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, uluslararası ekonomi ve küresel finans piyasaları hakkında bilgi, haber ve analizler sunan ABD’deki Emerging Markets Dergisi tarafından “Gelişmekte olan Avrupa ülkeleri Yılın Maliye Bakanı” seçildi. Emerging Markets’ın 2013 yılı başarılı maliye bakanları ve merkez bankası başkanları ödülleri, ABD’nin başkenti Washington’da, Willard Otel’de düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Türkiye’den bir bakan bu ödüle ilk kez layık görüldü. Törene, bütçe çalışmaları nedeniyle katılamayan Şimşek’in ödülünü Washington Büyükelçisi Namık Tan aldı.


6

Ekonomi Para

16 Ekim 2013 Çarşamba

ABD’de Türk altın pazarı oluşuyor Gram Altın USA Inc’in CEO’su Çiğdem Bostan, ABD’de Türk altın pazarı oluşturma yönünde önemli adımlar atıyor. ABD’de altın piyasasını Kore ve Hindistan vatandaşları ayakta tutuyor

G 20’DEN ABD’YE ACİL EYLEM ÇAĞRISI Washington’da bir araya gelen G20 maliye bakanları, Amerika’nın dünyanın en büyük ekonomisi olduğuna dikkati çekerek, kısa vadeli mali belirsizlikleri çözmek için acil eylem çağrısında bulundu (VOA) Washington’da toplanan G20 ülkelerinin maliye bakanları, ABD ve dünya ekonomisinin belirsizlikten kurtulması için Obama ile Kongre arasındaki bütçe krizinin bir an önce çözülmesi çağrısında bulundular. Rusya Maliye Bakanı Anton Siluanov, Başkan Barack Obama ve Kongre’deki Cumhuriyetçi Partililer arasındaki anlaşmazlığın, diğer ülkeleri de etkilediğini, Moskova’nın krizin bir an önce çözülmesini umduğunu söyledi. Başkan Obama, Beyaz Saray’da Cumhuriyetçi Kongre liderleriyle bir araya geldi. Taraflar, kapalı tutulan Amerikan hükümetini yeniden açma ve borçlanma tavanını yükseltme konularında pazarlık yaptı. Temsilciler Meclisi’nin hükümete bütçe yetkisi vermemesinden dolayı, devlet çalışanlarının üçte biri, neredeyse iki haftadır ücretsiz izne gönderilmiş durumda. Ayrıca haftaya Amerika’nın 16,7 trilyon dolarlık borçlanma limitinin arttırılması gerekiyor. Kongre’nin bunu yükseltmemesi durumunda, Amerikan hükümeti nakit açığına düşerek ödemelerini yapamayacak.

ZEYNEP ÖZ NEW YORK

(POSTA 212) İstanbul Altın Rafinerisi’nin ABD ayağı olan Halach Gold Inc- Gram Altın USA Inc’in genç CEO’su Çiğdem Bostan, ABD’de altın fiyatlarının, ekonominin sancılı olduğu dönemlerde daha da hareketlendiğini söyledi. Ülkede altın piyasasını en çok Kore ve Hindistan vatandaşlarının ayakta tuttuğunu belirten Bostan, yaygın olarak külçe altının da satıldığını belirtti. “ÖN YARGIYI AŞMA YOLUNDAYIZ” Türkiye’nin, altın yatırımı açısından dünya üzerindeki konumunu değerlendirmesi istenen Bostan, Türkiye’nin tüketici olarak dünyada beşinci sırada yer aldığını ve ülkemizi dünyada en iyi şekilde temsil etmeyi hedeflediklerinin altını çizdi. Geçtiğimiz hafta The London Bullion Market Association’ın (LBMA) Roma’daki konferansına katılarak, Türkiye’nin ilk resmi rafinerisi olarak ülkemizi ve Halach Gold Inc- Gram Altı’ temsil ettiklerini belirtti.

Genç CEO Çiğdem Bostan, Türk altının dünya üzerinde çok iyi tanınmamasının sebebi olarak önyargıları gösterdi. “Dünyada Türk mallarına karşı maalesef belirli bir önyargı var” diyen Bostan, “Biz, bu ön yargıyı aşma yolundayız. Çok uzun ve meşakkatli bir süreçten sonra, İstanbul Altın Rafinerisi olarak Türkiye’yi daha farklı yerlere taşıyarak önemli adımlar attık,” dedi. Tarihte altının ilk kez Lidyalılar tarafından Türk toprakları üzerinde kullanıldığını hatırlatan Bostan, “Ayrıca, üretim kalitesi bakımından ülke olarak çok iyi bir düzeydeyiz. Fakat yine de, daha

çok pazarlama ve tanıtım yapmamız lazım. Bizler ve bizim gibi firmalar bu alanda daha çok çalışmalı,” diye konuştu. BU YILA ÖZEL “TRUVA ALTINI” Halach Gold Inc- Gram Altın USA Inc’in

CEO’su Çiğdem Bostan, geçtiğimiz yıl Pennsylvania’da ve bu yıl Chicago’da olmak üzere her yıl ABD’deki çeşitli fuarlara katıldıklarını söyledi, “Bu şekilde Türk markası olan ‘İstanbul Altın Rafinerisi’ sertifikalı Gramaltın’ı satmaya devam edeceğiz” diye ekledi. Ayrıca, her yıl sınırlı sayıda, Türkiye’nin tanıtımına katkısı olacak bir çeşit altın ürettiklerini, bu yıl üzerinde Çanakkale’ye özel Truva atının olduğu altını piyasaya sürdüklerini belirtti. ÖZEL ÜRÜNLERE BÜYÜK İLGİ İki ay önce faaliyete geçen Miami ofisleri aracılığıyla Güney Amerika’dan çıkan madenleri Türkiye ekonomisine kazandırmayı planladıklarını ifade eden Bostan, müşteriye özel ürünler de ürettiklerini ve bu girişimlerinin şu ana kadar büyük bir ilgi gördüğünü ifade etti.

‘İHRACATTA REKORA KOŞUYORUZ’

TARAFLAR ANLAŞAMADI Taraflar değişik öneriler getirmelerine rağmen iki soruna da çözüm bulabilmiş durumda değil. Cumhuriyetçiler, borçlanma limitini yalnızca 22 Kasım’a kadar arttırarak, pazarlık kozunu uzatmayı planlıyor. Cumhuriyetçi üyeler, Obama yönetimiyle devlet harcamalarını da masaya yatırmak istiyor. Taraflar, yaptıkları görüşmeleri “yapıcı” diye niteliyor. Bu arada federal hükümetin kapatılmasının kamuoyu üzerindeki etkileri de gün geçtikçe daha fazla hissediliyor. Wall Street Journal gazetesi ve NBC televizyonunun düzenlediği son kamuoyu yoklamasına katılanların yüzde 53’ü kapanmadan Cumhuriyetçi Partililer’i, yüzde 31’i de Başkan Obama ve Demokrat Partililer’i suçluyor.

Gizemli para hala geliyor Türkiye’ye ağustos ayında kaynağı belirsiz 2 milyar 865 milyon dolar daha girdiği açıklandı. Temmuz ayında da 4.9 milyar gizemli para girişi olmuş ve tartışma yaratmıştı (ANKARA - ANKA) Merkez Bankası ödemeler dengesi geçici verilerine göre, ağustos ayında “net hata noksan” kaleminde 2 milyar 865 milyon dolar düzeyinde kaynağı belirsiz para Türkiye’ye girdi. Temmuz ayında yaşanan 4 milyar 861 milyon dolarlık gizemli para girişi tartışmalara neden olmuş, konu TBMM’ye kadar gelmişti. Ödemeler dengesinde nereden geldiği ya da nereye gittiği tam olarak ayırt edilemeyen girişin yer aldığı kalem olarak ifade edilen ‘net hata noksan’ kaleminde, 2012 yılında 867 milyon dolar düzeyinde kaynağı belirsiz para girişi gerçekleşmişti.

Zafer Çağlayan

(ANKARA - ANKA) Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, hizmet ihracatının 8 ayda yüzde 15.1 artışla 31.5 milyar dolara yükseldiği belirterek, Türkiye’nin artış hızında Romanya ve Belarus’tan sonra dünyada üçüncü olduğunu vurguladı. Ekonomi Bakanı Çağlayan ağustos ayı ödemeler dengesi ve istihdam verilerini değerlendirdi. Dünyanın en büyük hizmet ihracatçılarından biri olan Türkiye’nin yılın ilk 8 ayında ihracatını yüzde 15.1 artırdığını belirten Çağlayan şu değerlendirmede bulundu: “Bu gayet iyi bir artış oranı. Verileri açıklanan ülkeler arasında Romanya’dan ve Belarus’tan sonra hizmet ihracatını en çok artıran ülkeyiz. Ekonomi Bakanlığı olarak yıl sonuna kadar bu performansı devam ettirip

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, hizmet ihracatının 8 ayda yüzde 15.1 artışla 31.5 milyar dolara ulaştığını belirterek, yıl sonunda 48 milyar doları aşmayı hedeflediklerini söyledi 48 milyar dolar hizmet ihracatını aşacağımızı tahmin ediyoruz. 2012’de hizmet ihracatımız 43.5 milyar dolar ile rekor kırmıştı. 2013’te bu rekoru daha da yukarı taşıyoruz. Sadece turizm değil, taşımacılık, ticari hizmetler, resmi hizmetler gibi kalemlerde de ciddi artışlar var.” ‘CARİ AÇIK 9 MİLYAR DOLAR ARTTI’ Bugün itibarıyla 8 aylık cari açığın 44.3 milyar dolara ulaştığını dile getiren Çağlayan, geçen yıla göre 9 milyar dolar artış olduğunu ifade etti. Yıl sonu Orta Vadeli Program beklentisinin, bu hafta 58.8 milyar dolara revize edildiğini belirten Çağlayan şunları kaydetti: “Geçen seneye göre bir artış olsa da GSYİH’deki pay anlamında yüzde 7.1 civarın-

da bir gerçekleşme Türkiye olarak kaldırabileceğimiz bir oran. Tabii burada 11.7 milyar dolar civarında gerçekleşen altın ithalatının önemli bir etkisi var. Bu, cari açığımızın, 2013’te yükselmesine sebep oluyor. Doğrudan yabancı yatırım girişlerinde, bütün dünyaya paralel şekilde bir gerileme görülüyor. İlk 8 ayda toplam 6.1 milyar dolarlık bir yabancı yatırım girişi oldu, 2012’ye göre yüzde 21 düşüş var. Ancak dünya ekonomisindeki durumu dikkate alınca bunu normal karşılamak gerekir.” 600 BİN İSTİHDAM YARATILDI Bakan Çağlayan, TUİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü İstatistikleri’ni de değerlendirdi. Son 12 ayda ekonominin yaklaşık 600 bin istihdam yarattığını vurgulayan

Çağlayan açıklamalarına şöyle devam etti: “2009 başından, yani krizin en kötü günlerden bu yana toplamda 6.2 milyon istihdam artışı oldu. Avrupa’da işsiz sayısında 4 milyon artış varken, bizde bundan daha fazla istihdam artışı var. Toplam istihdam hacmimiz 26.1 milyon düzeyinde. Geçen aya göre hafif bir düşüş var ama ve işsizlik oranı da 9.3 olarak gerçekleşti. Kamuoyunun fazla dikkatini çekmediğini gördüğüm ama çok önemli bulduğum bir konu işgücüne katılım oranındaki artış. Bugün itibarıyla oran yüzde 51.7. Bu, şimdiye dek yakaladığımız en iyi oranlardan biri. Özellikle kadınlarda işgücüne katılım oranının son 10 yılda 10 puan yükseldiğini göz ardı etmemek gerekir. Bu gerçek anlamda bir değişim, gerçek anlamda bir başarı.”

‘Boehner’dan Türkiye’ye Destek’ Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Washington’a çıkarma yapan Türk işadamları, Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner ile görüşerek serbest ticaret anlaşması için destek sözü aldı (WASHINGTON) Başkent Washington’da hükümetin kısmen de olsa kapalı olmasına karşın, hem Dünya Bankası-IMF yarıyıl toplantıları hem de daha önceden planlanmış dış heyet ziyaretleri nedeniyle diplomasi trafiği hala yoğun. Bu hafta Washington’a gelen üst düzey yetkililer arasında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olduğu gibi, Washington Temsilciliği’nin 15. yılını kutlayan TÜSİAD üst yönetimi de vardı. Muharrem Yılmaz başkanlığındaki TÜSİAD heyeti Kongre ve Obama yönetimi yetkilileriyle bir araya geldi. Heyetin temasları ve bu temaslarda ele alınan konuları TÜSİAD Washington Temsilcisi Barış Ornarlı, Amerika’nın Sesi’ne değerlendirdi. Ornarlı, “Yönetim kurulumuz Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner ile görüşme yaptı Kongre’de bazı temaslarımız oldu, çok sayıda üyeyle birebir görüşme fırsatı bulduk. TÜSİAD’ın Washington’da sürekli olarak gündeme getirdiği konu Türkiye ile Amerika arasında bir serbest ticaret anlaşması olur mu? Türkiye Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşmasına ne şekilde dahil olabilir? Türkiye transatlantik ekonomideki yerini nasıl alabilir? gibi konular” dedi. Ornarlı, Kongre’nin, Amerika ve Avrupa Birliği arasında gerçekleşme olasılığı bulunan ticaret ve yatırım ortaklığında Türkiye’nin yeri konusundaki görüşleri-

nin zamanla değiştiğini söylüyor. Ornarlı, “Geçtiğimiz süre içerisinde Amerikan tarafı açısından bir evrim görülüyor. İlk başta, Transatlantik Yatırım ve Ticaret anlaşması dendiğinde önce Avrupa Birliği ile müzakereleri tamamlayalım ondan sonra Türkiye’nin durumuna bakarız diyorlardı. Şimdi çok daha Kabul eder, çok daha olumlu yaklaştıklarını görüyoruz. İfadeleri yavaş yavaş değişiyor. Bunun nedeni, sürekli olarak bu konuda iş dünyasının, hükümetin gündem oluşturması. Bunun meyvalarını toplamaya başladık gibi görünüyor” diyor. Ornarlı, bu süreçte Kongre üyelerin fikrinin değişmesinde Türk tarafının hangi unsurları öne çıkardığı sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Argüman kuvvetli... Kimsenin itiraz edecebileceği bir argüman değil bu. En kuvvetli buna karşın yapılmış olan argüman önceliğimiz değil şeklindeydi. Doğru öncelikle Pasifik Anlaşmasına odaklanıyorlar çünkü o konuda çok fazla mesafe aldılar onu tamamlamayacaklar. İkinci olarak devasa olduğu için Transatlantik Anlaşmaya odaklanmışlar onu bitirmek iştiyorlar o da anlaşılır… Ancak Türkiye gibi büyüyen bir ekonomi dünyanın 16. En büyük ekonomisi, batı değerler siseminde batıyla büyük ölçüde entegre olmuş bir ülkenin bunun dışında bırakılmaması gerektiği dendiğinde buna kimsenin itiraz edeceği fazla bir durum yok..

Bugün Meclis Başkanı John Boehner evet diyor, yapılması gerekir diyor. Tabi malum diğer konular öncelikli onlara bakmak gerekiyor ama olumlu bir intiba var ve bu da çok önemli.” TÜSİAD Washington Temsilcisi, olası bir serbest ticaret anlaşması sürecinde Beyaz Saray’la yürütülecek müzakereler kadar Kongre’den alınacak onayın da önemli olduğunun altını çiziyor ve “Sonuçta herhangi bir serbest ticaret anlaşması Amerikan kongresinde onaylanmak durumunda. Dolayısıyla Amerikan Kongresi’ne ve oradaki ilişkilere yatırım yapmazsanız Türkiye’nin oradaki zorlukları malum, zorlandığı konular malum, onların üzerine şimdiden gidilmesi gerekiyor. Çünkü ne olursa olsun bu eninde sonunda Kongre’nin önüne gelecek. Dolayısıyla yatırım şimdiden yapılmaya başlanmalı, biz TÜSİAD olarak da zaten uzun süredir ama bilhassa son dönemde yatırımlarımızı ilgimizi arttırmış durumdayız Amerikan Kongresi’ne” diyor. TÜSİAD Washington Temsilcisi Barış Ornarlı, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nda Türkiye’nin yerini alabilmesi için sadece Amerika değil, Avrupa kanadında da aynı girişimlerin sürdürüldüğünün altını John Boehner çiziyor. (Melek Çağlar - VOA )


Finans

16 Ekim 2013 Çarşamba

7

Anlaşma haftası... Ya da... Bütçe krizi ve borçlanma sınırının yükseltilmesi için son tarih 17 Ekim... Umut var ama çözüm yok... Global piyasalarda kaos mu olacak, yoksa dünya rahat bir nefes mi alacak? Pazar gününe kadar üzerinde hala net bir anlaşma sağlanamayan bütçe görüşmeleri ve borçlanma sınırının yükseltilmesi konusu bu hafta mutlaka bir sonuca bağlanmak zorunda. 17 Ekim’de ABD’nin elindeki fonlar borçlarını ödemeye yetmiyebilecek. Cumhuriyetçiler ile Demokratlar tüm hafta sonunu değişik versiyonların üzerinde bir konsensüse ulaşmak için harcamakla geçirdiler. Bu yazının yazıldığı ana kadar net bir anlaşma yoktu, sadece umut vardı. Çünkü piyasalar reaksiyon vermek için 17 Ekim’i beklemeyebilirler. Bircok kongre üyesi piyasaların pazartesi günü açılmadan en azından anlaşma sağlanabilecek bir noktaya gelinmesinden yanalar. Sonuçları yalnız ABD’de değil tüm global piyasalarda hissedilecek olan kaosa izin verileceğini pek zannetmiyoruz. Ancak Cumhuriyetçilerin içindeki Çay Partisi (Tea Party) denilen radikal, ideolojik grup herşeyi göze alacak kadar aşırıya gitmiş görünüyor. Umutlar, görüşmelerin fazla uzamadan ABD’ye ve dünyaya rahat bir nefes aldıracak şekilde ve ileride tekrar bu noktaya gelmeden çözülmesini sağlayacak formüllerin bulunması yönünde.

muhakkak. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken büyük resimdir. Bu da Fed’in faiz oranlarını ne zaman artırmaya başlayacağıdır. Ekonomik büyüme açısından yüzde 7 ile 8 arasında denge bulmaya çalışan Çin ekonomisinin büyüme performansı ile ESEN Fed’in faiz silahı gelişen ÜNAL esenun@gmail.com ekonomiler için başağrısı yaratacak en büyük iki sorun. Tarihsel olarak ABD’de faizlerin yükselmesi gelişen ülke ekonomilerin için hep sorun yaratmıştır. Mayıs ayında parasal genişleme programının geleceği ile ilgili bir demecin nelere yol açtığını hep beraber gördük. Peki bu ülkeler ekonomi ve finans piyasalarını bu türlü şoklara karşı hazırlayacak reformları gerçekleştirdiler mi? Aslında faiz oranlarının normale dönmesi “şok” olmamakla beraber beklenmedik bir anda gerçekleşmesi halinde şok etkisi yaratacak po-

lişen ülke ekonomisinin de kalkınmasına, büyümesine yardımcı olmakta. Ancak bu ekonomik mucize son iki yıldır tekrarlanamıyor. Elbette ki Çin ekonomisinin küçülmesinden bahsetmiyoruz, sadece eskiye oranla daha yavaş, örneğin yüzde 7 ile 8 civarında bir denge bulmaya çalışıyor. Ekonomistler hem gelecek sene, hem de 2020’ye kadar Çin ekonomisinin yüzde 7’nin üzerinde büyüyeceğini tahmin ediyorlar. Karamsarlar ise 2015’ten sonra büyüme hızının aniden düşüceğini ve gelişmekte olan ülkelere de en kötü etkinin Fed’in faiz artırımından değil de Çin ekonomisinin sert bir şekilde yavaşlamasından geleceğini ileri sürüyorlar. Çin, ekonomisini yatırım ve ihracattan iç tüketime yöneltecek şekilde yeniden yapılandırırken büyümenin

ticisi unvanını Rusya’dan alacağını söyledi. Yüksek teknoloji sayesinde ‘‘shale gas” üretiminde patlama yaşayan ABD, dünya enerji haritasını değiştirmiş bulunmakta. Aynı zamanda dünyanın en büyük petrol tüketicisi olan ABD, ithalat şampiyonluğunu da Çin’e vermiş durumda. Günlük üretimi 10 milyon varili aşmış bulunan ABD’nin bundan böyle OPEC petrolüne bağımlı kalmaması, kartelle olan ilişkilerinide tekrar gözden geçirmesine neden olabilir. OPEC dışındaki üretimin artmasıyla kartele bağlı ülkelerdeki siyasi ve jeopolitik risklerin de petrol fiyatlarına yansıması biraz azalmış olacak. Libya ve Irak’ta yaşanan iç karışıklıklar, OPEC içinde en büyük üretici olan Suudi Arabistan’ın tek başına günde 10 milyon varil petrol üretmesine rağmen, kartel tarafından üretilen petrolün iki yıldan bu yana ilk kez gün-

tansiyele sahip. Global piyasaların bu kadar entegre olduğu bir ortamda ABD’deki faiz artışının hemen her ülkenin borçlanma maliyetlerini artıracağını tahmin etmek zor değil. Özellikle Türkiye gibi cari açığı yüksek olan ülkeler bundan en çok etkilenecek piyasaların başında geliyor. Tedirginlik yaratacak diğer bir konu ise Çin ekonomisi. Yıllarca iki haneli rakamlarla büyüyerek rekorlar kıran Çin, birçok ge

bu şekilde kalmaması, hız kesmesi kaçınılmaz bir gerçek. 2013’ün tamamı için yüzde 7. 5’i hedef olarak seçen Çin hükümeti geçen hafta yaptığı açıklamada, son aylarda yaşanan ekonomik canlılığın bu hedefe ulaşmayı mümkün kılacağını belirtti. Bu hafta açıklanacak üçüncü çeyrek gayrisafi milli hasıla oranının yüzde 7. 8 olması bekleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ABD’nin 2014 yılında dünyanın en büyük petrol üre-

lük 30 milyon varilin altına inmesine neden oldu.

WALL STREET RAPORU

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİ 2014 VE ÖTESİNDE BEKLEYEN TEHLİKELER Gelişmekte olan ülkelerin piyasaları 2014 yılında geçmiş performanslarını tekrar edebilecekler mi? Yaz aylarında ciddi kayıplar yaşayan gelişmekte olan ülke piyasaları ABD Merkez Bankası Fed’in eylül ayındaki toplantısında parasal genişleme politikasında herhangi bir değişikliğe gitmeyeceğini açıklamasından sonra rahat bir nefes aldılar. Eylül, birçok piyasa için pozitif bir ay olmuştu. Fed’in bu kararı global bazda bazı fon yöneticilerinin gözünü tekrar gelişmekte olan piyasalara çevirmesine neden olsada herkes aynı fikri paylaşmamakta. Parasal genişleme programı elbette bir şekilde sona erecek. Her ne kadar Fed’in başına şimdiki başkan Ben Bernanke kadar gevşek para politikasını destekleyen Janet Yellen gelecek olsa dahi, hiçkimse bu programın 2014 yılında şimdiki haliyle kalacağını tahmin etmiyor. Yeni başkan da ekonomik veriler ışığında politika izleneceği rutinini devam ettirecek

Gelecek Haftanın Önemli Ekonomik Takvimi Tarih 14 Ekim 2013 15 Ekim 2013 16 Ekim 2013 17 Ekim 2013 18 Ekim 2013

Ülke Euro ABD Euro İngiltere Euro ABD ABD ABD Euro İngiltere ABD ABD ABD ABD Çin Çin Çin İngiltere ABD

Konu Euro bölgesi endüstriyel üretim Empire State İmalat Endeksi Fransa Tüketici Fiyat Endeksi(Aylık) Üretici Fiyat Endeksi Almanya ZEW Anketi Tüketici Fiyat Endeksi(Aylık) Konut Satış Endeksi Tüketici Fiyat Endeksi(Yıllık) Euro Bölgesi Tüketici Fiyat Endeksi(Yıllık) İşsizlik Oranı Konut Başlangıçları İşsizlik Başvuruları Sanayi Üretimi(Aylık) Philadelphia Fed Anketi Gayrisafi Milli Hasıla(üçüncü çeyrek) Sanayi Üretimi(Yıllık) Perakende Satışlar(Yıllık) Perakende Satışlar (Aylık) Öncü Göstergeler Endeksi(Aylık)

Beklenti %

Önceki %

7 1.30% 49.6

6.29 0.40% 1.60% 49.6

0.20% 58 1.20% 1.10% 7.70%

0.20% 58 1.50% 1.10% 7.70%

913000 330000 0.40% 15.00 7.50% 10.20% 13.20% 4.00%

891000 374000 0.40% 22.30 7.80% 10.40% 13.40% -0.90%

0.60%

0.70%

BÜTÇE SAVAŞLARI TÜKETİCİ BEKLENTİLERİNE DARBE VURDU Michigan Üniversitesi tüketici beklentileri endeksi Washington’daki politik çekişme yüzünden ekim ayında son 9 ayın en düşük seviyesine geriledi. Hükümetin fonlanmamasının etkisiyle yüz binlerce kişi geçici de olsa işine dönememekte ve federal bütçe tarafından yürütülen birçok program askıya alınmış durumda. Hükümet iki haftadır Kongre’nin onay vermemesi yüzünden bazı fonksiyonlarını yerine getirememekte. Bazı ekonomistler bu durumun biraz daha devam etmesi halinde ekonomik büyüme üzerinde etkisini göstermeye başlayacağını söylemekte. Geçtiğimiz perşembe günü başlayan umut verici bazı haberler piyasaların yükselmesine sebep olurken Dow Jones endeksi 323 puanlık bir

artış gösterdi ki bu son 9 aydaki en büyük günlük artışı olarak rekor kırdı. IMF GELİŞEN ÜLKELERİN BÜYÜME TAHMİNLERİNİ DÜŞÜRDÜ Uluslararası Para Fonu IMF, dünya ekonomisinin görünümü ile ilgili açıkladığı son raporunda gelişen ülkelerin büyüme tahminlerini düşürdü. Üç ay önceki raporunda yüzde 5 büyüme tahmini yapan IMF bu oranı 4. 5’e cekti. Gelecek yılın büyüme oranını ise yüzde 5. 1 olarak tahmin ettiklerini söyledi. Euro bölgesi, ABD, İngiltere, Japonya ve Kanada’nın oluşturduğu gelişmiş ülkeler grubu için büyüme oranında herhangi bir revizyon yapmadı. Gelişmiş ülkelerin ise 2013’te yüzde 1. 2, gelecek yıl ise ortalama yüzde 2 büyüyeceğini beklediklerini bildirdi. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan ve BRIC ülkeleri diye adlandırılan ülkeler en yüksek revizyona uğrayan grup oldu. IMF bu gruptaki her ülke için büyüme tahminlerini azalttı. (daha sonra Güney Afrika da bu grubun içine dahil oldu ve BRICS olarak adlandırılmaya başlandı) ÇİN’DE İHRACAT BEKLENMEDİK ŞEKİLDE DÜŞTÜ Gümrükler Müdürlüğü’nün verdiği bilgiye göre Çin’in eylül ayı ihracatı beklenmedik bir şekilde düştü. Ekonomistlerin yüzde 5. 5 yükselmesini bekledikleri ihracat, yıllık bazda sadece 0. 3 puanlık bir artış gösterdi. Uluslararası Para Fonu IMF, geçtiğimiz hafta gelişen ülkelerin büyüme oranlarını kesmiş ve sermaye çıkışlarının bu ülkeleri olumsuz etkileyeceğinin altını çizmişti. Şunu da belirtmek gerekir ki bir aylık veri genel trendi göstermesi açısından yeterli değildir. Aynı rapora göre ithalat ise geçen seneye göre yüzde 7. 4’lük bir artış gösterdi. Eylül ayında rekor miktarda petrol ithalatı gerçekleştiren Çin şu anda dünyanın en büyük petrol ithalatçısı durumunda. DÜNYANIN EN GÜÇLÜ KADIN BANKACISI ABD Merkez Bankasi’nın başına ilk kez bir kadın geliyor. Başkan Obama Fed’in başına Janet Yellen’ı aday gösterdi. Senato’nun onayından sonra 100 yıl geçmişi olan kurumu ilk kez bir kadın başkan yönetecek. Şu anda Fed’de başkan yardımcısı olarak görev yapan Yellen gevşek para politikasını savunan birkaç karar alıcıdan biri. Bu bakımdan aday gösterildiği gün piyasaların verdiği olumlu tepki bir tesadüf değildi. Washington’daki siyasi anlaşmazlık, mali politikaların yetersizliği yeni adayın parasal genişleme programında ne yapacağı sorusunu daha da önemli hale getiriyor.

PİYASA ÖZETİ Cuma Günlük Haftalık Haftalık Yılbaşından Kapanış Değişim Değişim Değişim % Bugüne % BIST 100 537 275 0.36 -14 15,237 111 164.53 1.12 16.28 DOW JONES 1703 10.64 12.7 0.82 19.42 S&P 500 3792 31.12 -15.88 -0.35 25.58 NASDAQ 81.13 -1.6 -2.93 -3.5 -20 ALTIN (TL/GR) ALTIN (ONS/$)(Aralık) 1268 -29 -41.7 -3.19 -24.8 1.9835 0.0075 -0.007 -0.35 9.75 DOLAR/TL 2.69 0.0195 -0.0165 -0.61 14.25 EURO/TL -0.51 1.88 1.76 5.35 BRENT PETROL(Aralık) 110.42 -0.99 -1.82 -1.71 9.14 LIGHT CRUDE WTI(Kasım) 102.02


8

Güncel

16 Ekim 2013 Çarşamba

BBC: EL KAİDE TÜRKİYE’YE SORUN OLDU BBC, “Türkiye El Kaide’ye komşu oldu” tartışmalarına dikkat çektiği haber analizinde “Suriye’de El Kaide’nin varlığını” en son fark eden ülkelerden birinin Türkiye’nin olduğunu”, El Kaide’nin Türkiye açısından sorun oluşturmaya başladığını öne sürdü (LONDRA - ANKA) Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşan gruplar arasında giderek artan bir ağırlığa sahip El Kaide’ye bağlı örgütlerin varlığının Türkiye açısından “sorun oluşturmaya başladığı” yorumları yapılıyor. İngiliz yayın kuruluşu BBC, Şam kaynaklı haber analizinde, “El Kaide tehdidinin boyutlarını” irdelerken El Kaide’nin Suriye’nin kuzeyindeki bazı noktaları ele geçirmesinin ardından “Türkiye’ye komşu olduğu” tartışmalarını alevlendirdiğine dikkat çekiyor. Haberde sosyal paylaşım sitelerindeki görüntülere, Suriye sivil ve askeri kanadından gelen “cihatçılardan duyulan rahatsızlıkların” dile getirildiği söylemlere ve ABD ile AB ülkelerinin “Suriye’de El Kaide varlığına” dikkat çeken açıklamalarına karşın “Suriye’de El Kaide’nin varlığını” en son fark eden ülkelerden birinin Türkiye’nin olduğu savunuluyor.

NEW YORK’TAN TÜRKİYE’YE EL KAİDE TEHLİKESİ UYARISI New York bazlı HRW, El Kaidecilerin Suriye’de yaptığı katliamlarıyla ilgili olarak Türkiye’yi uyarıyor. HRW’nin hazırladığı raporda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na açık bir mektup da yer alıyor AHMET BUĞDAYCI (NEW YORK-POSTA 212) Suriye’de El Kaide yanlısı grupların yaptıkları katliamlar New York’da faaliyet gösteren Human Rights Watch tarafından hazırlanan bir raporla tüm dünyaya duyuruldu. El Kaideci grupların Suriye’nin Batı kıyısında yer alan Latkia kentinin kırsal bölgelerinde 190 silahsız sivili öldürmesi ile ilgili detaylar, New York’da faaliyet gösteren kuruluş tarafından tanıklarla ve kurbanların aileleri ile tek tek görüşerek, 190 sayfalık bir raporda toplanarak BM dahil tüm ülkelere gönderildi. Rapor özellikle, Suriye’deki muhalif grupların ağırlıklı olarak yurtdışından gelen cihat yanlısı aşırı fanatiklerden oluştuğunu net olarak belgeliyor.

3 NOKTADA SORUN OLUŞTURUYOR

El Kaideci ve diğer aşırı unsurları desteklemediğini savunsa da uluslararası platformda “Türkiye’nin El Kaide’yi desteklediği” yönündeki görüşün giderek güçlendiği görüldüğünü kaydeden BBC, “Mevcut tabloya bakıldığında El Kaide’nin Türkiye açısından üç noktada sorun teşkil etmeye başladığı” belirtilerek bu üç nokta şöyle sıralanıyor: 1- Türkiye’nin El Kaide’yi desteklediği yönündeki uluslararası görüş 2- Türkiye’nin güney sınırında devam eden El Kaide-ÖSO ve YPG savaşında Türkiye’nin taraf seçmek zorunda kalacağı eşiğe dayanması 3- Suriye’ye savaşmaya gelen en az 500 Türk vatandaşının olduğu belirtiliyor. Bu savaşçılar Türkiye’ye yönelik eylemlerde keşif yapma, bağlantı oluşturma, eylem için gerekli malzemenin temini gibi birçok zahmetli süreci de kolaylaştırıyor.

‘TÜRKİYE EL KAİDE’Yİ NE KADAR TANIYOR?’ Haberde “Güvenlik birimleri El Kaide’yle bir savaş tecrübesine sahip mi?” sorusuna yanıt aranırken de “Türkiye’nin El Kaide’yi ne kadar tanıdığı, mücadele için gerekli tecrübe ve donanıma sahip olup olmadığı, en önemlisi de bu konuda siyasi kanatla güvenlik kanadının ortak bir kanaat ve kararlılığa varıp varmadığı gibi soruların cevapları belirsizliğini koruyor” iddiasına da yer veriliyor.

TÜRKİYE’YE GİRİYORLAR Bire bir görüşme yöntemiyle yapılan, videolarla kanıtların sergilendiği araştırmanın en ilgi çekici yönü, fanatik cihad yanlılarının Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtiklerinin çok net bir şekilde vurgulanması. Türkiye sınırından Suriye’ye girip çıkabilen El Kaideci’lerin Türkiye’de silah, para temin ettiği ve sağlık hizmetlerinden yararlandığını belirten rapor, sistematik insan hakları çiğnenmesinin ancak Türkiye’nin bu gruplar üzerinde denetiminin sağlanmasıyla mümkün olacağının altını çizmesiyle özellikle dikkat çekiyor. SİLAH AKIŞINI DURDURUN Türkiye’nin sınırlarında bu faaliyetleri kontrol altına almasının yanı sıra, uluslararası ve Türk yasaları nezdinde bu insanlık suçlarının araştırılması ve mahkum edilmesi gerektiğinin üzerinde geniş bir şekilde duruluyor. Human Rights Watch, BM Güvenlik Konseyi ve Türkiye’yle ittifak halinde olan ülkelere, özellikle bu gruplara silah akışının durdurulması konusunda Türkiye’yi daha fazla ak-

ÖFKE ÇEKEBİLİR BBC haberinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamalarda sayıları bin ila 3 bin arasında değişen “kaçakçı gruplarla sınırda yaşanan gerginlik ve çatışmalara” ilişkin duyuruların Suriye’nin kuzeyinde bir rant yapısının oluştuğunu ortaya koyduğu savunulurken, “Türkiye’nin hamleleri Türkiye uzantıları da olan bu rant gruplarının öfkesini çekebilir” argümanını da kullanıyor. “Bunlara ek olarak, Suriye krizi, Türkiye içinde mezhepçi bir bakış açısını ortaya çıkardı” diyen BBC, “Türkiye’de yaklaşan seçimlerle birlikte Türk dış politikasının başarısız olduğu noktaların kamufle edilmesi için bu makasın giderek açılmasına neden olabilecek söylemlerin kullanılması sınır komşusu olan El Kaide için daha uygun bir ortamın oluşmasına yol açabilir” iddiasında da bulunuyor. Haberde şu savlara da yer veriliyor: ‘“Şehadet ve cihat’ gibi kavramlar ve dini içerikli söylemler Türk halkının önemli bir kısmı için de kutsal. Türkiye içinde sertleşecek dini referanslı söylemler ve ‘yüzde 50 yüzde 50’ye karşı’ anlayışı halk içindeki bazı kesimleri El Kaide ideolojisine yaklaştırabilir. El Kaide’yi ve cihatçı grupları pek tanımayan Türkiye halkı içinde, ‘kimi ve neyi savunduğunu tam olarak idrak etmeden yardımcı olan’ bir grubun varlığı tehlikenin boyutlarını büyütebilir.” “Türkiye’de El Kaide’nin yerleşmesi için uygun zemin yok” görüşlerinin de dile getirildiğini kaydeden BBC, “Bu görüşü öne sürenler 1990’lı yıllarda yaşanan Türkiye Hizbullahı örneğinden yola çıkıyor ancak günümüzde El Kaide giderek büyüyen bir örgüt olduğu gibi 1990’lı yılların aksine bölge ülkelerinde kaosa yakın yapılar hüküm sürüyor” diyor.

SİVİLLERE SALDIRI El Nusra ve Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)’den oluşan fanatik El Kaideci grupların öncülüğünü yaptığı 4 Ağustos tarihli saldırıda, öldürülenlerin büyük çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturdu. Amerikalı insan hakları örgütünün yaptığı incelemelerde, saldırıların planlı bir şekilde gerçekleştiği ve bölgede hükümet askerlerinin bulunmadığı belgelenirken, Alevi köylülerin infaz edilme şeklinin “savaş suçu” ve “insanlığa karşı işlenmiş suç” seviyelerinde olduğu somut verilerle ortaya konuluyor.

tif olmaya davet etmelerine yönelik bir çağrıda bulunuyor. RAPORA İLGİ BÜYÜK OLDU Bu arada, Human Rights Watch’ın hazırladığı rapor Amerikan medyasında büyük ilgi uyandırdı. New York Times, söz konusu raporu geniş bir şekilde haber yaptı. Gazete, kuruluşun Lübnan sorumlusu Lama Fakih’in sözlerine şu şekilde yer verdi: “İlk defa muhalefet güçlerinin gerçekte sistematik olarak sivillere yönelik saldırılarını belgelemiş olduk. Bu çalışma için beş köy gezdik, 19 tanıkla, pek çok doktorla, askeri personel ile ve muhalefet temsilcileriyle yüz yüze konuştuk. Şu ana kadar muhalefet güçlerinin bu ölçekte bir şiddet uyguladığı hiç belgelenmemişti. İNSANLIK SUÇU Rapora göre öldürülenlerin sayısı ve planlı katliamlar, bu şiddeti çok açık bir şekilde ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ kapsamına yerleştiriyor. New York Times, Human Right Watch’ın Suriye’de daha önce de muhalefetin işlediği suçlara yönelik belgelerini hatırlattığı yazısında, aynı kuruluşun, hükümet güçlerinin geçtiğimiz mayısta Banias ve Bayda gibi Sunni ağırlıklı kentlerde gerçekleştirdikleri saldırıları da belgelediğini not olarak düşüyor. NYT, raporun ortaya koyduğu bulguların, yabancı kökenli Cihadçıların ve diğer radikal İslamcıları Batı’nın Suriye’de gösterdiği çabaların etkinliğini şüphede bıraktığını ekliyor. Gazete yorumunda insanlık suçu işleyen beş temel grubun Kuveyt ve diğer Körfez ülkelerinden finansal yardım aldığını ama raporun asıl olarak, cihadçıların sınırlarını kullanmasına izin veren Türkiye’yi suçladığını belirtiyor ve Human Right Watch’ın bu gruplara silah ambargosu uygulanmasına yönelik uluslararası camiaya yaptığı çağrıya yer veriyor. New York Times’a konuşan Fakih, bu suçların acil olarak Uluslararası Suç Mahkemesi’nde ele alınması gerekliliğini vurguluyor.

NEW YORK’TAN DAVUTOĞLU’NA AÇIK MEKTUP Human Rights Watch’un hazırladığı raporda Dışışleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na yazılmış bir mektup yer alıyor. Davutoğlu’na yazılan mektup, özetle şöyle: “Sayın Dişişleri Bakanı Davutoğlu, Suriye’deki savaşın başlangıcından bu yana gerek Suriye hükümeti gerek muhalefet tarafından insanlığa karşı işlenen suçları Human Rights Watch olarak bir dizi raporla dünya kamuoyuna sunduk. Bu mektubu, birkaç hafta içinde yayınlayacağımız son raporumuzun ilk verilerini sizinle paylaşmak ve ilişkili bulgularımızdan ortaya çıkan ciddiyet konusunda hükümetinize kaygılarımızı gündeme getirmek amacıyla yazıyoruz. Araştırmamız muhalif silahlı güçlerin Suriye’nin Latkia kenti sınırları içinde yer alan 10 Alevi köyünde 190 sivilin yasa dışı bir şekilde öldürüldüğünü belgeliyor. Bu saldırıyı yapan içinde Suriyeli ve yabancı savaşçıların olduğu 20 farklı grubun organize faaliyeti sonucu gerçekleşmiştir. Ancak bu grupların liderliğini El Nusra, IŞİD, Muhajareen, Suqour alIzz, Sham al-İslam, Ahrar al- Sham, Hassan al-Azhari Battalion ve Şeyh Quahtan Battalion gibi fraksiyonlar üstlenmiştir. Ağırlığını silahsız kadınlar ve çocukların olduğu kurbanların yanı sıra 200 sivil de tutsak alınmıştır. Radikal gazetesinin 25 Temmuz tarihli sayısında yayınlanan bir röportajınızda bu grupların taşıdığı tehlikelere işaret ediyorsunuz. Ayrıca Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Sayın Gül de aynı riskleri ve kaygıları dile getirmişti. Herkese açık kaynakların yanı sıra kendi araştırmalarımız, bu tip operasyonlara katılan Suriyeli olmayan yabancı savaşçılarından bir kısmının, Suriye’ye Türkiye üzerinden geçtiğini ve Türkiye’yi tedarik merkezi olarak kullanabildiklerini belgeliyor. Human Right Watch, Suriye’de bu insanlık suçunu işleyen unsurlarla ilgili Türkiye’nin ne tür önlemler aldığını, Türk otoritelerinin topraklarınızı tedarik merkezi olarak kullanan bu insanlığa karşı suç işleyen savaşçıları izlemek ve yargılamak için hangi adımları attığını daha iyi anlamak istiyor. Bundan sonra yayınlacağımız raporda, eğer mümkünse, hükümetinizin bu konudaki görüşünü ve insanlığa ciddi suçlar işleyen bu grupların kendi topraklarınızdaki akvitelerine karşı gerekli bütün önlemleri aldığınıza dair kararlı mücaledenizi bir referans olarak eklemek isteriz. Suriye meselesi üzerinde çalışan Dışişleri Bakanlığı ekibinizle bir araya gelmek ve raporumuzun bulgularını tartışma fırsatını bulmaktan büyük memnuniyet duyacağız. Şimdiden ilgili bölümlerinize bu konuda isteğimizi yazılı olarak gönderiyoruz.” Saygılarımızla Joe Stork Human Right WatchYürütme Komitesi Başkanı

WALL STREET JOURNAL GAZETESİ MİT MÜSTEŞARI HAKAN FİDAN’I YAZDI, HÜKÜMETİ KIZDIRDI!

‘Suriye’de kendi yolunu çizdi’ (NEW YORK – POSTA 212) Amerika’nın önemli gazetelerinden Wall Street Journal, “Türkiye’nin istihbarat şefi Suriye’de kendi yolunu çizdi” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde, Fidan’ın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla birlikte Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’daki politikasının en önemli mimarlarından olduğu vurgulandı. Wall Street Journal’ın Washington muhabiri Adam Entous ile İstanbul muhabiri Joe Parkinson’ın imzasını taşıyan haberden öne çıkan ifadeler şöyle:

ABD DOSTU DEĞİL “Mayısta, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, en yakın iki danışmanıyla birlikte Oval Ofis’te bir toplantıya katıldı. Obama, her zamankinden daha açık sözlü bir mesaj verdi: ABD Türkiye’nin Suriye’ye ayrım gözetmeden silah ve savaşçı akışına izin verdiğine inanıyor ve zaman zaman bunlar aralarında Batı karşıtı cihatçılar da olan yanlış isyancıların ellerine geçiyor. Erdoğan’ın yanında ABD’nin rahatsızlığının odağındaki kişi ve Suriye’de isyancılara kaynak sağlama ve Esad’ı devirme çabalarının ardındaki itici güç Hakan Fidan oturuyordu. Arap Baharı ayaklanmalarının ardından, Ortadoğu’nun dışında pek tanınan bir isim olmayan Fidan, müttefik Türkiye’nin çıkarlarını zaman zaman ABD’nin çıkarlarının aksine yönelmesine neden olan

Wall Street Journal gazetesi, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan hakkında yayınladığı yazıda, Fidan’ın Suriye’de ‘kendi yolu’nu çizdiğini ileri sürdü. WSJ’nin bu yazısı akıllara, “Fidan aleyhinde Washington’da bir ‘dezenformasyon’ çalışması mı yapılıyor mu” sorusunu getirdi

bölgesel güvenlik stratejisinin en önemli mimarlarından biri olarak öne çıktı. Geçmişte ABD’nin Türkiye ve Irak Büyükelçisi olarak görev yapan James Jeffrey, “Hakan Fidan yeni Ortadoğu’nun yüzü. Onunla işbirliği yapmalıyız çünkü işleri halledebiliyor. Ancak ABD’nin gözü kapalı dostu olduğunu da düşünmemeliyiz çünkü değil” dedi. Üst düzey ABD’li yetkililer, Fidan’ın üç yıl önce ABD ve İsrail tarafından toplanan hassas bir istihbaratı İran’a verip Türkiye’nin müttefiklerini rahatsız ettiği dönemde kaygılarwn arttığını ifade

ediyor. Daha yakın zamanda ise Türkiye’nin Fidan tarafından yürütülen Suriye yaklaşımı ABD ile anlaşmazlığa neden olduğunun altı çiziliyor. ATALAY “RAHATSIZLAR” WSJ’nin niye böyle bir yazıyı böyle bir zamanda kaleme aldığı anlaşılmazken, akıllara MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında bir dezenformasyon çalışması yapılıp yapılmadığı sorularını getirdi. Nitekim, daha yazının mürekkebi kurumadan ilk tepki hükümet kanadından geldi. Başbakan Yar-

dımcısı Beşir Atalay, MİT ve Hakan Fidan ile ilgili tartışmalar için “Türkiye’nin bağımsız, kişilikli bir politika izlemesi İsrail’in oyununa fazla girmemesi Amerikalısı, İsraillisi neticede ne diyor: ’Biz Türkiye istihbaratına veya istihbaratın başındaki kişiye güvenmiyoruz’ diyor. İşin özü bu. Rahatsızlar” dedi. Başbakan Yardımcısı Atalay, Kanal 7’deki ’Başkent Kulisi’ programında soruları yanıtlarken, süren ‘Çözüm süreci’nde BDP’lilerle istihbarat biriminin ise siyasi kesim dışındakilerle görüştüğünü söyledi. Atalay, ‘Çözüm süre-

ci’nin devam ettiğini ve terörün dış kaynaklı olduğunu anlatırken, hükümet olarak kararlılık ve samimiyetlerini ortaya koyduklarını anlatırken şöyle konuştu: “Dışarı çıkılacak. Silah bırakılacak. Hükümet o insanların örgüt mensuplarının durumlarına göre eve dönüşlerini yeniden dizayn edecek. Oralarda yapılacak çalışmalar var. Yapıyoruz da. Siyasete dönüşünü, lider kadroların geleceği, her çözüm süreci kendi içinde bunu taşır zaten. Dünyanın neresine bakarsanız bakın, çözüm sürecinin sonundaki en önemli nokta budur. Alanda şu anda tatsızlıklar var. Bu vatandaşa da yansıyor. Bazı yatırımları engellemeler gibi. Ama terör unsurlarının örgüt mensuplarının doğuda, güneydoğuda vatandaşı tedirgin eden tutumları da var. Bütün bunları iyi değerlendiriyoruz. Hiç bir yerde, bir şeyi görmezden gelemeyiz. Türkiye’nin terörle sınavının diğer ülkeler kadar kolay olmadığını bilmek lazım. Türkiye’nin terörü içeriden çok dışarıdadır. Kaynakları ve destekleri. Komşularımız var. Komşularımızdaki gelişmeleri hepimiz biliyoruz. Suriye’de o zalime destek veren bir İran var. Ve Avrupa var. Elimizde bir sürü bilgi var. Gidip terör unsurları ile görüşen bu çözüm sürecini bıraktırmaya teşvik eden istihbarat raporları var yabancı ülkelerin. Terör, dış etkileşime çok açık.”


A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

Güncel

GAZETESİ

16 Ekim 2013 Çarşamba

İŞTE DEMOKRASİ FARKI 8 Kongre üyesi, protesto eyleminde vatandaşın hakkını çiğnedikleri için yaka paça tutuklandı. Türkiye’de ise ‘dokunulmaz’ milletvekilleri polisi tokatlayabiliyor! DENİZ AVŞAR WASHINGTON

(POSTA 212) Kongrenin sekiz Demokrat üyesi, 8 Ekim Salı günü Temsilciler Meclisi’nde takılan göçmenlik reformuna yönelik olarak başkentin ana caddelerinden birinde düzenlenen oturma eylemine katıldı. Ancak göstericiler, caddeyi kapatarak vatandaşın caddeden geçiş hakkını engelledikleri için polisin müdahalesi ile karşı karşıya kaldılar. 200 gösterici ile birlikte 8 Demokrat Kongre üyesi de elleri tersten kelepçelenerek herkesin gözü önünde tutuklandı. Tutuklanan Kongre üyeleri ise John Lewis (Georgia), Charlie Rangel (New York), Jan Schakowsky (Illinois), Raul Grijalva (Arizona), Joe Crowley (New York), Louis Gutierrez (Illinois), Keith Ellison (SMinnesota), Al Green’den (Teksas) oluşuyordu. Temsilciler Meclisi Azınlıklar Lideri Nancy Pelosi ise, tutuklanan Kongre üyelerinin geçen hafta Meclis’e sunduğu göçmenlik yasasına destek verme amacıyla gösterilere katıldıkları yönünde bir açıklama yaptı. Pelosi Washington Post’a verdiği demeçte göçmenlik reformunun 20 yılık bir süre içinde federal açıkları azaltacağını, “çünkü göçmenliğin yenilikçilikle eş anlama” geldiğine inandıklarını söyledi. Pelosi’nin sunduğu tasarı, Senato’nun haziran ayında sunduğu yasa önerisiyle uyumlu bir içerik taşıyordu. Yasa tasarısıyla şu anda ABD’de kaçak olarak yaşıyan 11,7 milyon göçmene vatandaşlık haklarını kazandırmak amaçlanıyordu. Onbinlerce kişinin yer aldığı gösteriye, tutuklanan Kongre üyelerinin yanı sıra dini ve inanç gruplarının liderleri ile çeşitli aktivist gruplar, eğitim ve sendika temsilci ve liderleri de katıldı. Göstericiler ve reformu destekleyen Kongre üyeleri, göçmenlik reformunun geçmesi için baskı yapmaktan vazgeçmeyeceklerini, bu eylemi de Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler’e kararlılıklarını göstermek amacıyla organize ettklerini söylediler. Tutuklular arasında yer alan Illinois’den Demokrat Kongre üyesi Gutierrez gösteridekilerden seslerini daha da yükseltmelerini isterken, “Geçen kasım ayından bu yana ABD 400 bin kişiyi sınırdışı etti” şeklinde bir açıklama yaptı.

BDP’Lİ VEKİLDEN POLİSE TOKAT ABD’nin başkenti Washington’da yaşanan ve 8 milletvekilinin tutuklanmasıyla sonuçlanan bu olay Türkiye’de 21 Mart 2011 Nevruz’unda

Temsilci John Lewis (Georgia)

Temsilci Keith Ellison (S.Minnesota)

Temsilci Charles Rangel (New York)

talimatlarını uyguladığı için refleksinin ona karşı geliştiğini öne sürmüştü.

BDP Milletvekili Sebahat Tuncel, 2011 Nevroz’unda Emniyet Amiri Murat Tekin’e kızıp tokat atmıştı.

yaşananları akıllara getirdi. Silopi ve Batman’daki Nevruz kutlamalarında gerginlik yaşanmış, BDP’li Sabahat Tuncel polise tokat atarken, Bengi Yıldız da elindeki taşla yol kesmişti. BDP Milletvekili Sabahat Tuncel’in de katıldığı Şırnak Silopi’deki Nevruz kutlamaları sonrasında sokaklar karışmış, polisin göstericilere tazyikli su ve gaz bombası ile müdahalede bulunması ile olaylar çığrından çıkmıştı. Bütün bunlar yaşanırken BDP Milletvekili Sabahat Tuncel de tartıştığı Güvenlik Şube Müdür Vekili Emniyet Amiri Murat Tekiner’e tokat atarak Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Aynı gün aynı saatlerde BDP’li Bengi Yıldız da Batman’da eline taş alıp yol kesmişti. Batman’daki kutlamalar sonrasında yürüyen kalabalık polisle çatışırken, Bengi Yıldız da bulundukları yere gaz bombası atıldığı gerekçesiyle caddeye çıkarak yol

kapatmıştı. Durmayan araçları elindeki taşı göstererek durduran Yıldız, daha sonra da yolun ortasına oturarak geçişlere izin vermemişti. Yaşanan gerginlikle ilgili Batman Valisi Ahmet Turhan da, gerginliği başlatan izinsiz yürüyüşün Yıldız’ın davetiyle yapıldığına dikkat çekmiş ve “Müdahale olmasaydı ele geçirilen 114 molotof çeşitli yerlere atılacaktı” diye açıklamada bulunmuştu. Güvenlik Şube Müdür vekili Emniyet Amiri Murat Tekiner’e tokat atan BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de, olayın polis müdahalesine karşı bir an öfkesine yenilerek gösterdiği bir refleks olduğu açıklamasında bulunmuştu. Tuncel, polisin attığı gaz bombasından etkilendiğini; fiziki şiddet olarak gördüğünü, Emniyet Amiri Tekiner’i tanımadığını, merkezi yönetimin

36 BİN TL TAZMİNAT Polis müdürü Çetiner, ‘dokunulmazlığı’ olduğu için hukuki işlem yapamadığı Tuncel hakkında önce savcılığa başvurarak, Tuncel hakkında “Görevi başındaki kamu görevlisine fiili ve sözlü saldırı” suçlamasıyla şikâyetçi oldu. Ancak savcılık, Tuncel’in milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle fezlekeyi TBMM’ye gönderdi. Ardından Silopi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuran Çetiner, aynı gerekçelerle 50 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Davayı, 27 Mart 2013’te sonuçlandıran mahkeme, Tuncel’i 25 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Ancak Tuncel, yasal faiziyle birlikte 36 bin 720’lirayı bulan tazminatı ödemedi. Bunun üzerine icraya başvuran Çetiner, Tuncel’in İstanbul’daki evine haciz koydurdu. Haciz işleminin ardından anlaşan iki tarafın avukatları, icra mahkemesine başvurarak, tazminatın 14 taksit halinde Tuncel’in milletvekili maaşından kesilmesini istedi. Çetiner’de önceki hafta tazminatın ilk iki taksit olan 5 bin 200 lirayı tahsil etti. 50 ÖĞRENCİYE DAĞITTI Ardından da bu parayı Şırnak Emniyet Müdürlüğü Toplum Destekli Polislik Müdürlüğü aracılığıyla, Şırnak merkezde bulunan İstiklal İlkokulu’nda eğitim gören, şehit çocukları ile maddi durumu iyi olmayan 50 öğrenciye, nakit, kırtasiye malzemesi, ayakkabı ve giyim eşyası olarak kendi elleriyle dağıttı. Şehit olan asker ve korucu çocukları ile gazi ailelerinde yardımda bulunduklarını söyleyen Çetiner, tazminatı tahsil ettikçe dağıtacağını söyledi.

BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR DA DURDU

Amerika’da hükümet harcamaları krizi, bilimsel araştırmaları da durdurdu. Bilimsel harcamaların durdurulmasının toplumsal hasara neden olduğu açıklandı (NEW YORK-POSTA 212) Cumhuriyetçilerle Obama arasına süren müzakereler sona doğru yaklaşıyor. Ancak hükümet harcamalarının durdudurulması 500 bin kamu çalışanını çok zor duruma soktu. Ekonomistler bu kesimin harcamalarını durdurulmasının etkilerinin büyüme oranını etkileyeceğini söylüyor. Ancak, en büyük darbeyi sağlık, çevre, uzay alanlarında bilimsel çalışmalar yürüten araştırma kuruluşları aldı. Temsilciler Meclisi ile Beyaz Saray arasında

müzakareler sürüyor. Taraflar muhtemelen kısa bir sonra anlaşacak gibi gözüküyor. Ancak hükümet harcamalarının durdurulması, pek çok kamu görevlisini geçim sıkıntısına sokmanın çok ötesinde, bilimsel araştırma kuruluşlarının faaliyetlerini durdurarak toplumsal hasarlara yol açıyor. Bu kurumların başında The Enviromental Protection Agency geliyor. Kuruluş’un Florida’nın güneyinde bulunan tropik

bataklıklarda yaptığı civa kirliliği araştırması ve Colorado’da yakınlarda gerçekleşen sel basmasından sonra suyu test etme çalışmaları tamamıyla durdu. Maryland’da ise, dünyanın en büyük uzay teleskobu, faaliyeti durdurulan bir hükümet binasında test edilmeyi bekliyor. 8 milyar dolarlık dev teleskobun test aşamasındaki gecikmesinin ciddi maliyet yaratacağı öngörülüyor. Başka bir örnek de sağlık alanından. Dünyanın en büyük sağlık araştırmaları sponsoru The National Institutes of Health faaliyetlerini durdurma noktasına geldi.

PROJELER ASKIYA ALINDI Kuruluşun yeni araştırmalara ayırdığı milyonlarca dolarlık proje bütçelerini askıya aldığı bildiriliyor. Bu arada ABD’nin Antartika’da yürüttüğü bilimsel araştırmalar da bu süreçten nasibini aldı. İklim değişikliği üzerine çok kritik nitelikte veriler toplayan bilim adamları Güney Kutbu’nda kaldıkları pansiyonları boşaltmak zorunda kaldılar. E.P.A (Enviromental Protection Agency) gibi bazı çevre kuruluşları ise tamamıyla

kapanmak zorunda kaldı. Kuruluşta çalışan 16 bin çalışanın yüzde 95’ine evlerinde kalmaları söylendi. Bazı uzmanlar kuruluşun çalışmalarının durmasının çevre üzerinde uzun dönemli olumsuz etkiler oluşturacağını belirtiyor. Bu arada yarım milyonun üzerinde kamu çalışanı, normalde aldıkları ücretin ancak yarısını alabildi. ABD basını faturalarını, kirasını, mortgage borçlarını ödeyemeyen kamu çalışanlarının hikayeleriyle dolup taşıyor. Hükümet harcamalarının kısmi olarak durdurulmasından tüm ülkedeki anıtlar ve parklar da etkilendi. Bu kamu alanlarından ancak çok zorunlu hizmetler yerine getirilebiliyor.

KREDİ SİCİLLERİ BOZULACAK Uzmanlar, kriz çözülse bile kapanmanın bu alanlarda bir süre daha etkisini sürdüreceğini belirtiyor. Ekonomistler, ücretleri daralan yüzbinlerce çalışanın, kriz sonrasında harcama kalıplarını değiştireceğini, bunun da ekonominin büyüme oranını olumsuz yönde etkileyeceğini söylüyor. İzne çıkarılan görevilerin diğer bir kaygısı da borçlarını ödeyemedikleri için Amerika’da çok önemli olan kredi sicillerinin bozulması.

9

BÜTÇE RESTİ AMERİKALILARI İKİYE BÖLDÜ Amerikan halkı federal hükümetin bir an önce açılması gerektiğinde hemfikir ama bunun için kendi tuttuğu partinin taviz vermesini “kesinlikle” istemiyor (NEW YORK – POSTA 212) ABD’de federal devletin 17 yıldır yaşadığı ilk kapanma ikinci haftasına girerken, Amerikan halkı durum karşısındaki öfkeli. Ancak Washington’daki Cumhuriyetçilerle Demokratları bölen konu halkı da bölmeye devam ediyor. İki partinin de destekçileri kendi duruşlarından taviz vermek istemiyor. Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı ankete göre halkın yüzde 44’ü Cumhuriyetçi liderlerin Sağlık Yasası’ndaki kesinti taleplerinden taviz vermesi gerektiğini düşünüyor. Obama’nın duruşundan vazgeçmesi gerektiğini düşünenlerin oranı da yüzde 42 ile neredeyse aynı. Kapanmanın sona ermesinin tek yolunun kendi taraflarının taviz vermesinden geçtiğini varsaymaları istendiğinde bile, halkın büyük bölümü geri adım atmıyor. Böyle bir durumda, demokratların yüzde 58’i Obama’nın Sağlık Yasası’nda kesintiler yapılmasının kabul edilemez olduğunu söylerken, Cumhuriyetçilerin yüzde 54’ü Sağlık Yasasında değişiklik olmadan kapanmanın sona erdirilmesini kesinlikle kabul etmiyor. Cumhuriyetçilerden taviz vermeyi kabul etmeyenlerin onda dokuzu (yüzde 88) kendisini Çay Partisi’ne yakın buluyor. Öte yandan halkın yüzde 69’ü Cumhuriyetçilerin krizi yönetme biçimlerine onay vermezken, Demokratların ve Başkan Obama’nın kriz yönetim biçimini onaylamayanların oranı sırasıyla yüzde 58 ve yüzde 50.

BORÇ TAVANI CUMHURİYETÇİLERİ ENDİŞELENDİRMİYOR 14 Ekim’de dolan borç tavanını artırma süresi hızla yaklaşırken, Amerikan halkının yüzde 47’si limitin mutlaka yükseltilmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak ankete katılanların onda dördü, borç tavanını artırmak için geç kalınmasının büyük bir ekonomik soruna yol açmayacağına inanıyor. Borç tavanının mutlaka artırılması gerektiğini düşünen Demokratların oranı yüzde 62, bağımsızların oranı yüzde 45, Cumhuriyetçilerin oranı ise yüzde 36.

ÖZGÜRLÜK ANITI YENİDEN ÖZGÜR... Federal devlette kapanmanın uzun sürmesinin ardından, bazı eyaletler ulusal parkları açmanın faturasını üstlenmek üzere devreye girdi. Böylece Özgürlük Anıtı da yeniden özgürlüğüne kavuştu (NEW YORK- POSTA 212) New York, Arizona ve Utah gibi bazı eyaletler, federal devletin kapanması nedeniyle ziyaretçilere kapanan, dolayısıyla turist ve gelir kaybına neden olan parkları eyalet bütçesini kullanarak açmaya karar verdi. Bazı eyaletlerse bu yüksek faturanın altından kalkamayacaklarını ya da federal devleti kurtaramayacaklarını söylüyor. New York Valisi Andrew Cuomo, New York’un günde 61 bin 600 dolar harcayarak Park Hizmetleri personelinin maaşlarını ödeyeceklerini ve Özgürlük Anıtı’nı açacaklarını açıkladı. Şimdilik faturayı üstlenmeyi kabul eden eyaletler Utah, Colorado, Arizona, Güney Dakota ve New York. Diğer eyaletlerse faturayı üstlenmenin mi, yoksa parkları kapalı tutmanın mı maliyetinin daha yüksek olduğunu hesaplamaya çalışıyor.


10

Güncel

16 Ekim 2013 Çarşamba

Barbaros Sayılgan barbarossayilgan@posta212.com

Zenginin elektronik çöpü fakirin bahçesine dökülür TEKNOLOJİ çok hızlı gelişiyor ve hızla tüketiliyor. Bu hızda tüketilen elektronik malzemeler ömrünü tamamlamış olsun ya da olmasın, yerine yenisi geldiğinde atığa dönüşüyor. İşte bu noktada sorunlar başlıyor. Çünkü elektronik atıklar (e-atıklar) zehirli maddeler içeriyor ve insanların sağlığını tehdit ediyor. Dolayısıyla bu atıkların kontrollü bir biçimde geri dönüştürülmesi, dönüştürülemeyenlerin ise yine güvenli biçimde imha edilmesi gerekiyor. Bu arada tüketiciler de e-atıklarını ne yapacağını bilmiyor. Örneğin cep telefonumuzu, televizyonumuzu ya da bilgisayarımızı atmak istediğimizde ne yapmamız gerektiğini çoğumuz bilmiyoruz. Dünyanın en çok elektronik eşya tüketen ülkelerinden ABD’de her yıl 400 milyondan fazla elektronik aletin çöpe atıldığı tahmin ediliyor. BBC’nin yaptığı bir araştırma, ABD ve İngiltere gibi zengin ülkelerin elektronik atıklarını yoksul ülkelere attığını ortaya koydu. Örneğin İngiltere, elektronik atıklarını Nijerya ve Gine gibi yoksul ülkelere gönderiyormuş. Kısaca zenginler pisliklerini fakirlerin bahçesine atıyorlar. Ahlaksızca insanları ve çevreyi zehirliyorlar. Üstelikte başkalarının ülkelerine atıklarını göndererek ve o insanların sağlıklarını hiçe sayarak insanlık suçu işliyorlar. Yaşadıkları dünyanın içine etmeye devam ediyorlar. Yoksul ülkelerin çocukları bu atıkların içlerindeki değerli metalleri ayırarak para kazanmaya ve karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Ancak bunu yaparken uyguladıkları işlemler sırasında yoğun zehire maruz kalıyorlar. Özellikle kurşun gibi kimyasallar çocuklar için çok tehlikeli. Zengin ülkelerin çocukları PSP’lerinde hangi yeni oyunu oynayacaklarını düşünüp heyecanlanırken, yoksul ülkelerin çocukları bunlarla oynamak bir yana içlerindeki kimyasallar nedeniyle her gün zehirli hava soluyorlar. Zararlı atıkların dolaşımını engelleyen Basel Anlaşması 1989 yılında imzalandı. 1992 yılından beri yürürlükte. Bu anlaşmaya göre elektronik atıkların yoksul ülkelere gönderilmesi yasaklandı. Ancak BM tarafından 1989 yılında hazırlanan bu anlaşmaya başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler halen daha imza atmıyor. Atıkların insan sağlığı ve çevreye yönelik zararları için mücadele etmesi gereken ve kendilerini “ileri” olarak tanımlayan bu ülkeler yine kendi çıkarlarını düşünmekten öte gidemiyor. Kolaylıkla hammaddeye dönüştürebilecekleri bu atıkların dönüştürülme sürecindeki maliyetine harcanacak para, onlar için insanları zehirlemekten daha kıymetli. Çin’in güneyindeki Giuyu kenti dünyadaki elektronik atıkların yüzde 70’inin toplandığı yer. Kent tam anlamıyla bir elektronik çöplük. Kent halkı bu atıkların içindeki altın ve bakır gibi değerli madenleri ayırıp para kazanmanın peşinde. Çin’deki Shantou Üniversitesi’nin yaptığı araştırma çarpıcı bir sonucu ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, kasabada bir ila altı yaşlarındaki 165 çocuğun 135’i beyin hasarına yol açabilecek zehirlenmeye maruz kalıyor. Guiyu’da yaşayanların yüzde 88’i cilt kanseri, sinir, solunum ve sindirim sistemi gibi rahatsızlıklara yakalanıyor. Bizim memlekette ise her geçen gün elektronik atık miktarı hızla artıyor. Ancak bu atıkların çoğu çöpe gidiyor, oradan da toprağa karışıyor. Çünkü Türkiye’de “atık ayrıştırma” bilinci bir kaç istisna bölge dışında oluşmamış durumda. Kısaca çöplerimizi ayrıştırmayı bilmiyoruz. Çöplerini evlerinin penceresinden, bilmem kaçıncı kattan sokağa fırlatan bir toplumdan söz ediyorum. Bu insanlara çöplerini ayırma bilinci nasıl aşılanır? Ayrıca atıkların ayrı ayrı toplaması yerel yönetimlerin pek de umurunda değil. Günde 30 kere çöp toplayan ve bunu belediyecilik hizmeti sananlar çöplerin içinde neler olduğunu ve bunun çevreye ve insan sağlığına ne tür zararlar verdiğinin henüz farkında değiller. Aklıma yıllar önce Arena’da çalışırken bir muhabirimize HIV pozitif raporu verip hayat kadını rolü yaptırdığımız gün geldi. Gizli kamerayla çektiğimiz bu görüntülerde Harbiye’de muhabirimize yaklaşan bir özel arabanın içindekiler raporu görünce “Abla biz askeriz, bize AIDS bir şey yapmaz, sen kaç lira istiyorsun onu söyle” demişlerdi. O zaman 80’lerin sonuydu. Ben pek bir şey değiştiğini sanmıyorum. Biz hala Türküz. Bize ne radyasyon, ne AIDS, ne ağır metaller, ne de kimyasallar dokunur evelallah.

ABD’Lİ ÖĞRETMENE GEZİ’DEN 7 YIL HAPİS AHMET BUĞDAYCI New York / Panama City

(POSTA 212 ) Antakya’da polis müdahalesi sırasında hayatını kaybeden Ahmet Atakan için yapılan eylem sırasında çıkan olaylarla ilgili gözaltına alınan biri ABD vatandaşı 16 kişi hakkında 7’şer yıla varan hapis cezası talebiyle dava açıldı. Kadıköy’de 12 Eylül’de yapılan Gezi eylemleri ile ilgili biri ABD vatandaşı Sarah Elizabeth Perrich olmak üzere 16 kişi hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”, Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi Yaptırmamak İçin Direnme” suçlarından 1 yıl 2 aydan 7’şer yıla varan hapis cezası istemiyle Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Göstericiler gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Gösterilere katılan Perrich bir yıldır İstanbul’da bir İngilizce eğitim kuruluşunda İngilizce öğretmenliği yapıyordu.

Savcılık, Kadıköy’deki Gezi eylemlerine katılan ABD’li İngilizce öğretmeni Sarah Elizabeth Perrich dahil 16 kişi hakkında 7 yıl hapis cezası istedi

POSTA 212 PANAMA’DA BULDU

Konunun izini süren Posta 212 Sarah Perrich’in olaylar sırasında göz altına alındığını ve daha sonra yasa dışı bir gösteriye katılma gerekçesiyle sınırdışı edildiğini saptadı. Konuyla ilgili olarak görüşlerini almak istediğimiz Perrich’i Panama’da bulduk. Sarah Perrich, Posta212’ye olaylar sırasında gözaltına alındığını, hızlı bir yargılamadan sonra sınır dışı edildiğini ve tekrar 7 yıla varan hapis cezası talebiyle dava açılmasının kendisini son derece üzdüğünü söyledi. Perrich, sınırdışı edilmesine rağmen hala kendisiyle ilgili dava açılması hakkında, avukatıyla konuşmadan daha fazla bir şey söylemek istemediğini ifade etti. Perrich’in blog’unda Türkiye ve Türklerle ilgili son derece sıcak ifadelerle dolu yazılar yazıyordu.

20 YILLIK TÜRK POLİS AGAH’TAN ÇARPICI İDDİA New York’ta polislik yapan Agah Durudoğan, meslektaşlarının işkence yaptığını rapor edince meslekten atıldığını iddia ediyor. (NEW YORK –POSTA 212)- ABD’ye 1990 yılının başında gelen Agah Durudoğan ilk başlarda garsonluk, şoförlük gibi işlerde çalışmış. Durudoğan, daha sonra polis akademisini bitirip polis memuru olarak Bronx’ta bulunan bir karakolda göreve başlamış. Durudoğan’ın iddiasına göre New York Polis Teşkilatı’nın Müslümanlara bakışı 11 Eylül 2001’de yaşanan terör olayının ardından değişmiş. Durudoğan, Müslüman olduğu için başına bu olayların geldiğini ileri sürüyor.

SESSİZLİĞİ BOZDUM Durudoğan, Bronx’ta görev yaptığı sırada gözaltına alınan ve yaralı olan birine ABD’li polislerin işkence yaptığını iddia ediyor ve bu olayı amirine rapor ettiği için de emniyetin “The Silence Of The Blue Wall” ‘Mavi Duvarın Sessizliği’ ni bozduğu gerekçesiyle hedef haline getirildiğini iddia ediyor. Durudoğan, “Ben olayı rapor ettikten sonra karakol amiri ile görüşüp durumu kendisine açıkladığımda aldığım cevap şuydu; “Benim kariyerim daha önemli.” Bunun üzerine o karakoldan transfer olmak için girişimlerde bulunan Durudoğan, bu girişimlerinin de kasıtlı olarak engellendiğini vurguluyor. Ardından Emniyetin doktoruna gidip kendini iyi hissetmediğini söyleyen Durudoğan geçici olarak silahını bırakıp başka bir yere masa başı görevine geçmiş. Agah Durudoğan’ın iddiaları bunlarla da bitmiyor. EMNİYET ÜSTÜMÜ ÇİZMİŞ Yaşadığı bir takım talihsizliklerin çarpıtıldığını söyleyen Durdoğan “Bütün bu olaylar sırasında avukatıma sürekli Türkiye’de askerlik yaptığım söylenmiş. Ben teşkilata girerken askerlik yaptığımı biliyorlardı bu ne anlama geliyor?” diye soruyor. Durudoğan, polis teşkilatının sendikasının avukatının yaşananlar karşısında gereğini yapmadığını ve bizzat sendikaya bağlı

MAVİ DUVARIN SESSİZLİĞİNİ BOZDUM

NYPD KAYNAKLARI NE DİYOR? Posta 212’nin ulaştığı NYPD kaynakları, New York’un farklı dinlerden ve kültürlerden gelen insanların bir arada yaşadığı bir kent olduğunu ve polis teşkilatının da bu çeşitliliği yansıttığını söylediler. 11 Eylül’den bu yana emniyet teşkilatındaki Müslüman polis sayısının arttığını açıklayan kaynaklar, teşkilat içinde ayrımcılığın ağır bir suç olduğunu, belirlendiği takdirde suçluların adalet önünde ve teşkilat içinde cezalandırılacağını belirttiler.

hukuk firmasının sahiplerinden Steven Worth tarafından kendisine ‘emniyet tarafından üstünün çizildiğinin’ söylendiğini vurguluyor. HAK ETTİKLERİMİ İSTİYORUM Durudoğan “Tekrar Emniyete girmek gayreti, düşüncesi ve isteği içerisinde değilim. Amacım hakkım

olan emekliliği alıp bu olayların sorumlularının adalet önüne çıkarılmasını sağlamak” diyor. Gerekirse bu davayı uluslararası platform taşıyacağını vurgulayan Durudoğan “Haklıyım ve sonuna kadar hukuk mücadelemi devam ettireceğim, Allahtan başka kimseden korkum yok” diyor.

Ahmet Buğdaycı ahmetbug@gmail.com

Gezi’den geriye kalan ve temsil edilemeyen muhalefet (1) GEZİ demokrasiye susamış Türkiye için yeni bir ses, yeni bir soluktu. Gezi ruhu hızla yurtdışına taştı, hatta tüm dünyada yankı buldu. Sokak hareketi bitti, Gezi ruhu da bir yaz aşkı olarak kaldı. Evet, Gezi meydanlarda bitince şimdi geriye ne kaldı? Türk siyasi hayatının en büyük sorununun belki de iktidar kadar, hatta beki de ondan daha fazla, demokratik muhalefetin potansiyelinin mevcut muhalefet yapısı içinde temsil edilememesi olduğunu düşünenler için, Gezi bir ruh, bir heyecandı. Halihazırda ise siyasi iktidara karşı öfkeyle karışık bir tepki, itiraz bulutundan başka bir şey gözükmüyor. Gezi, zihinleri sarsmak için yeni bir muhalefet oluşturmak bir fırsat sundu, ama gençlerin herhangi bir sivil/siyasi organizasyona duydukları inançsızlık, önlerinde kendilerine yön gösterecek, yeni bir dille örülmüş bir demokrasi, Türkiye tanımının, tahayyülünün ve siyasetinin olmaması, Post Gezi’nin giderek CHP’nin ve eski solun muhalefet söylemiyle üstünün örtülmesine yol açtı. Gezi sonrası, gençler kendi yaşam alanlarında tepkilerini devam ettirirken, sahneyi kendilerinden daha “bilgili X kuşağından abilerine” bıraktılar. AKP, Erdoğan eleştirileri ne kadar sert olursa o kadar çok puan toplayan bir anlayış, asıl mesele olan temsiliyete sahip demokratik bir muhalefet oluşturmanın yerini zahmetsizce aldı. Gezi sonrasında bu eski söylemlerin temsilcileri, hem yazılı hem sosyal medyada seslerini bu Y kuşağına egemen kılmayı başardılar. CHP’de parti tabanının sadece yarısını oluşturan ulusalcıların, diğer yarıyı oluşturan demokratları sessizleştirerek partinin sesi haline gelmeleri süreci aynen Gezi’de işlemeye başladı. Böylece, sadece Gezi direnişinde cesur bir tavır takındığı için ulusalcı Emine Ülker Tarhan gibi isimler “umut” olarak gösterilmeye başlandı. Oysa Tarhan’ın temsil ettiği akımın Gezi’nin darbelere karşı, Kürtler başta olmak üzere herkese demokrasi diyen mesajın tam diğer ucunda yer alması da başlı başına bir ironiydi. AKP’ye karşı katogorik laik tepki, Gezi tepkiselliğini kendi etrafına toplamaya başlamıştı. Böylece harekete asıl büyük darbeyi, bir anlamda geriye gizlenerek, taleplerin üstüne yatan CHP vuruyordu. Diğer yandan direniş içindeki sol gruplar bunu bir devrim fırsatı olarak algılayarak, öne çıkmaya ve hareketin yönelimini “sol” bir etikete çevirmeye başladılar. Oysa ki otoriteye başkaldıran yeni orta üst kentli sınıfları, postmodern genç jenerasyonun ihtiyaçlarını, düşünce dünyasını ve küresel maddi hayatın karmaşık diyalektik evrimini anlamayan, her türlü “sol” etiket, bu tarz hareketleri kendileri gibi marijinal kılmaya mahrum kılmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Hayattan karşılığını alan hakiki ihtiyaçları temsil etmemeleri nedeniyle de bir temsiliyetleri yoktu. Diğer taraftan, Y kuşağını sadece yaşam biçimlerine otoriter müdaheleye karşı bir araya getiren dinamikler, yine bu kuşağın apolitik, kavramlara hakim olmayan, postmodernizmin kendi içinde çelişkilerle dolu zihin yapısı yüzünden, onları zaman içinde her türlü yönlendirmeye açık hale getirmeye başladı. Sadece iktidar tepkisi, örneğin Ergenekon davasının pek darbeyle, sayısız darbe girişimiyle, faili meçhul cinayetlerle dolu yakın Türkiye tarihini hiç yaşanmamış sayarak, muhalif söylemi “Ergenekon aslında iktidarın bir oyunudur” noktasına savurdu. Kürtlerin ana dili hakkına kavuşması, Hatay’da neler yaşandığı, Alevi sorunu bu muhalif söylemde arka planlara düştü. Yine de bu sivil direnişinin en azından İtalya’da bir blog etrafında örgütlenip, seçimlerden birinci parti olarak çıkan 5 Star gibi bir oluşuma dönüşmesi beklenebilirdi. Gezi adıyla öne çıkan siteler de sadece bu tepkiselliği yansıtmaya dayalı kalınca, hareket ateşini kaybedince doğal olarak onlar da etkinliklerini yitirdiler. Halen eksik olan, direnişin tepkiselliği aşarak, yeni bir zihniyetle, herkese demokrasi diyen, tüm etnik/dinsel/cinsel kimlikleri eşitlikçi olarak tanıyan, çoğulculuğa dayalı yeni Türkiye vizyonunu somutlaştırması. Oysa Gezi bu vizyonun nasıl bir ihtiyaç olduğunu görünür kılmıştı. Gezi’nin gençleri bunu istiyordu, ama ne bunu net olarak ifade edebiliyor, ne de bunu organize yapılar oluşturup pratiğe dökebiliyorlardı. İslamfobi ve Kürdofobi üzerine kurulu ulusalcı-ırkçı anlayışla hesaplaşma ve ayrışma kaçınılmazdı, ama bunu yapacak bir biraradalık oluşturulamadı. Erdoğan’ın demokrat zihin olarak çok önüne geçmeden toplumda bir karşılık bulunamayacağı gerçeği, turnusol kağıdı işlevini gören Kürt meselesinde milliyetçi dalganın seline kapıldı. Zaten iktidar da bunu gördüğü için, Gezi’nin “bu görüntüsünü” kullanarak oylarını kenetledi. Gezi, ulusalcılıkla, klasik sol arasında sıkışmış temsil edilemeyen muhalefet alanında küresel neoliberal sistemin metropolleri arasında varlığını, ruhunu arayan gençlerin bir demokrasi çığlığı olarak yepyeni bir heyecan yarattı. Ama ikinci aşamada, bu ruh şimdi karanlıkta geziniyor, duvarları yoklayarak ilerlemeye çalışıyor, gizlenmiş tuzaklara düşüyor. Sıkılıp, yorulup eski bireysel apolitik hayatlara dönenler de var, tepkisel eskilerin arkasına takılanlar da... Taşlarını kendilerinin oluşturduğu, özgürlükçü, yeni bir algıya, yeni bir hayale dayalı bir platformları yok çünkü. Gezi ruhu oyunu deplasmanda oynuyor hala. Hala pes etmiş değiller. Ama ne yana yöneleceğini bilmiyorlar, ellerinde kendilerini güçlü bir aydınlığa götürecek el fenerleri de yok. Ama onların açacağı yol aynı zamanda Türk demokrasinin de yolu olacak. Gerçek demokratik muhalefetin olmadığı, temsil edilmediği bir siyasette de, özgürlükler iktidarın iki dudağı arasına bırakılmaya ve buna biteviye tepki vermeye mahkum olmaya devam edecek.


Güncel

16 Ekim 2013 Çarşamba

NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ ÜZÜMCÜ VE EKİBİNE

212’NİN İKİ YAKASI

Haldun Armağan info@haldunarmagan.com

Andımız, Amerika ve Reşit Galip “AMERİKA Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve onun temsil ettiği cumhuriyete bağlılık yemini ediyorum. Tanrı’nın gözetiminde tek ve bölünmez bir millet, herkese özgürlük ve adalet.” Yukarıdaki sözler Amerika’da öğrencilerin 1942’den beri okullarda okuduğu andın metnidir. Amerikan andının orijinal metni ayrıca müzikal form olarak da mevcuttur, bestesi Francis Bellamy tarafından yapılmıştır. Türkiye’de birdenbire gündem olan ilkokul andının orijinal metni 1933 yılında yazıldı. Bizim andımız beste formatına sokulmadı; ama her sabah topluca tekrarlandığında bildik bir melodi kalıbından ziyade öğrencilerin o anki heyecan ya da heyecansızlığına bağlı olarak kendiliğinden gelişen bir armoni içerdiği söylenebilir. Andımız artık bir metin olarak hükümet kararıyla kaldırıldı ve anılarda kaldı. Bu kararı beğenmek ya da eleştirmek ayrı bir tartışmanın konusu. Ancak andımızın okullardan kaldırılmasına ilişkin kuvvetli bir gerekçe olarak siyasetçiler tarafından gösterilen “dünyada bunun başka bir örneği yok” söylemiyle karşılaşınca ister istemez bazı gerçeklere işaret etmek gerekiyor. Dünyada, üstelik sosyo-ekonomisi ve siyasetiyle dünyaya yön veren Amerika Birleşik Devletleri’nde okul andının alası var. Sadece ABD değil tabii, dünyada pek çok benzer örnek var. Örneğin Singapur’da okullarda okunan metin bir hayli siyasi ayrıntı içeriyor; “çok uluslu, çok dinli ve dilli demokrasimizi muhafaza etmeye and içerim” gibi. Okul andının Türkiye’den başka bir yerde olmadığı yolunda kesin ifadeler kullanmak, üstelik dünyanın iyice küçüldüğü ve bilgilerin bir tablet ekranına sığdığı çağımızda samimiyet adına pek hoş bir görüntü yaratmayabiliyor. Amerikan andına ilişkin bence en önemli nokta, uzun yıllar önce ABD Yüksek Mahkemesi tarafından ortaya konulmuş olan hukuksal içtihattır. Mahkemenin yorumlama şekli sayesinde andın metni tartışma konusu olmaktan çıktığı gibi; farklı milletlerin birlikteliğinden doğan sinerji ile biçimlenen Birleşik Devletler için bütünleştirici bir rol de oynamaktadır. Sözünü ettiğim mahkeme kararı, bir vatandaşın şikayeti üzerine verilmiş olan ve andın herkes tarafından okunmaya mecbur edilemeyeceğinin hükme bağlanmasıdır. Bir başka deyişle, ABD Yüksek Mahkemesi içtihat haline gelen kararında, andın isteyen herkes tarafından okunabileceğini, ancak okumayı kabul etmeyen öğrencilerin veya diğerlerinin buna zorlanamayacağını söylemiş; gönüllülük esasıyla tartışmaya son noktayı koymuştur. Asıl ilginç olan, Türkiye’de de aynen buna benzer bir durumun bundan 4 yıl önce yaşanmış olmasıdır. 2009 yılında Diyarbakırlı bir yurttaş, andımız okullarda okutulmasın diye Milli Eğitim Bakanlığı’na dava açmıştı. Bu dava görülürken, şikayetçinin talebine ilişkin olarak karşı taraf, yani Milli Eğitim Bakanlığı, mahkemede şöyle bir savunma yapmıştı: “Öğrenci andı ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik köken temelinde hiçbir ayrım gözetmemektedir”. Sonuç olarak Milli Eğitim Bakanlığının bu savunması mahkeme tarafından haklı bulunmuş ve dava düşmüştü! Aradan geçen sürede ne oldu da, fikirler yüzde yüz değişti ve aynı siyasi parti ile aynı kadro, yakın zamana kadar etnik ayrımcılıkla hiç ilgisi olmadığına inandığı bir yazılı metni, birdenbire feci şekilde etnik ayrımcı ve dünyadan ayrıksı bulmaya başladı? Olsa olsa on puanlık uzman sorusu olarak dile getirebiliriz, çünkü cevabı henüz yok. Ama şunu hatırlamakta fayda var: Türkiye daha gencecik bir cumhuriyetken, 1933’te yazılan andımızın arkasında çoğumuzun bilmediği kocaman ruhlu bir adamın hikayesi yatar. Olayların güncelliğine takılıp kalmaktansa, gelin andımıza ilişkin bir tarih yolculuğu yapalım. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından kaleme alından andımızın ilk hali şöyleydi: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” İngilizcesi: “I am Turkish, honest and hardworking. My principle is to protect the younger to respect the elder, to love my homeland and my nation more than myself. My ideal is to rise, to progress. My existence shall be dedicated to the Turkish existence.” Bugün Ankara’nın Çankaya semtinde oturanlar kentin önemli mekanlarına evsahipliği yapan Reşit Galip Caddesi’nden gelip geçerken, acaba bugün bile dünyaya örnek olacak çapta bir siyasi duruş ve sağlam karakteri bütünleştirmiş olan bu değerli insanı hikayesini bilir mi, ya da hatırlar mı? Bir siyasetçi olarak 41 yaşında hayata veda eden Reşit Galip Baydur’un bir romana benzeyen portresini ise gelecek hafta bu köşeden sizlerle paylaşmak üzere.

Bu yılın Nobel Barış Ödülü, şu sıralarda Suriye’nin kimyasal silahlarını imha etmek üzere çalışmalar yürüten Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) verildi (POSTA 212)- Nobel Komitesi Oslo’da yaptığı açıklamada, OPCW’nun “kimyasal silahları imha etmedeki kapsamlı çabalarına” dikkati çekti. OPCW 1997 yılında Uluslararası Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ni uygulamak üzere kurulmuştu. Nobel Komitesi, OPCW’nun kimyasal silahların “uluslararası hukuk kapsamında bir tabu haline getirilmesine” yardım ettiğini bildirdi. Komite, özellikle kimyasal silahların yakın bir zamanda sivillere karşı kullanıldığı Suriye’deki olaylara dikkati çekerek OPCW’nun, “kimyasal silahları imha etme çabalarının artırılması gereksiniminin altını çizdiğini” belirtti.

1901’DEN BERİ VERİLİYOR

Kendi kimyasal silahlarının varlığını kısa bir süre önce resmen kabul eden Suriye, OPCW üyesi olmaya hazırlanıyor. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün yıllık 100 milyon dolarlık bütçesi üye devletler tarafından karşılanıyor. Lahey’deki merkezinde yaklaşık 500 kişi çalıştıran örgüt, şimdiye kadar 86 ülkede

5 binin üzerinde denetim gerçekleştirdi, kendilerine bildirimi yapılan tüm kimyasal silah stoklarının “yüzde 100’ünün” envanterini çıkardı. Düne kadar Nobel Barış Ödülü’nün yeni sahibinin, Pakistan’da genç kızların okuması yönünde kampanya yaparken Taliban tarafından silahlı saldırıya uğrayan 16 yaşındaki Malala Yusufzay olacağı tahmini yapılıyordu. Yusufzay dün de Avrupa Birliği’nin Saharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne layık görülmüştü. (Saharov ödülü 1995’te Türkiye’den, o dönemde cezaevinde bulunan Kürt milletvekili Leyla Zana’ya verildi.) Daha önce Nobel Barış Ödülü kazananlar arasında Avrupa Birliği, Başkan Barack Obama, demokrasi savunucusu Burmalı lider Aung San Suu Kyi ve Polonyalı eski işçi sendikası lideri Lech Walesa da bulunuyor. Bilim, edebiyat ve barış alanındaki başarılara layık görülen Nobel ödülleri ilk kez 1901’de, bilim ve işadamı Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine 1901’den itibaren verilmeye başlamıştı.

TÜRK DİPLOMATIN BAŞARISI

ABD’Lİ GÖÇMENLERE NOBEL ÖDÜLÜ YAĞDI

OBAMA, ÜZÜMCÜ’YÜ KUTLADI (WASHINGTON – POSTA 212) ABD Başkanı Barack Obama, genel direktörlüğünü Türk diplomat Ahmet Üzümcü’nün yaptığı Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütünü (KSYÖ) Nobel Barış Ödülü’nü kazanması dolayısıyla kutladı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, kitle imha silahlarının kullanılmasının veya yayılmasını önlemenin Başkan Obama’nın en önemli önceliklerinden olduğu kaydedilerek, 16 yıl önce kurulan KSYÖ’nün, dünyanın en kötü silahlarının bazılarını tasfiye etmede uluslararası toplum tarafından oluşturulan çabaların en ön safında yer aldığı hatırlatıldı. Nobel Barış Ödülü’nün, kuruma, Genel Direktörü Ahmet Üzümcü’ye ve Suriye’nin kimyasal silahlarından arandırılması için birçok zorlukla mücadele eden uzmanlarına duyulan güveni onayladığı vurgulandı.

Geçen hafta dağıtılan Nobel Ödülleri’nin 6’sını ABD vatandaşları aldı. Bu ödülleri alanlardan 4 ABD’li bilim adamının göçmen çıkması ülkedeki göçmenlik tartışmalarına yeni bir boyut getirdi DENİZ AVŞAR

(NEW YORK – POSTA 212) Göçmenlerin aynı zamanda ülkeye yenilik ve beyinsel katkı getirdiğini öne süren kesimler, Nobel Ödüllerini göçmenlerin zaferi olarak görüyorlar. Geçtiğimiz hafta dağıtılan dokuz Nobel ödülünün altısının ABD vatandaşlarına gitmesi tüm Amerikalı bilim dünyasını haklı bir sevince boğdu. Ama ortada küçük bir sorun vardı, ödül kazananların üçte ikisi ABD dışında doğan göçmenlerdi. Diğer yandan göçmenlik reformunun Kongre’de donup kalmasıyla, Amerikan üniversitelerinden mezun olan yüksek nitelikli öğrencilerin direkt olarak ülkede kalmalarının önünü açacak yasa rafa kalkmış durumda. Yasayı savunanlar

BROOKINGS ENSTİTÜSÜ

Nobel Ödülleri’nin göçmen bilim adamlarına gitmesini kendi savlarına bir kanıt olarak Amerikan kamuoyunun gündemine taşıyorlar.

AMERİKA DOĞUMLU DEĞİLER

Nobel ödülünü alan ABD’lilere baktığımızda, kimya dalında bilgisayar modellemeleriyle fotosentez ve karışık biyolojik fonksiyonlar temelli yazılımlar yazarak Nobel ödülü kazanan ABD’li bilim insanlarından üçü de ABD dışında doğmuş. ABD’ye göçmen olarak gelen bu bilim adamlarından Harvard Üniversitesi’nden Martin Karplus Avusturya kökenli. Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Michael Lewitt Ingiltere’den göçmen olarak gelmiş. İsrail kökenli Arieh Warshel de Güney Kaliforniya Üniver-

sitesi’nde bilimsel araştırmalar yapıyor. Fizyoloji ve tıp dallarında da ödül alan üç ABD’li araştırmacı var. Üç bilim insanı da ABD vatandaşı ama iki tanesi ABD doğumlu. (James Rothman ve Randy Schekman) Üçüncü bilim adamı Thomas Sudhof ise Gottingen, Almanya doğumlu ve Stanford Üniversitesi’nde çalışıyor. Bu dallarda bilim adamları, fizyolojik olarak gerekli olduğunda, hücrelerin molekül taşıma kapasiteleriyle ilgili yaptıkları araştırmalar üzerine Nobel Ödülünü aldılar. Şu anda Federal Hükümetin kapalı olması nedeniyle, yasama üyelerinin bir araya gelip gelecekte Nobel ödülü adayı olabilecek nitelikteki göçmenlerle ilgili bir yasayı çıkarmaları tamamen olmasa da düşük bir olasılık gibi gözüküyor.

11

HABER OLMAK İÇİN...

haber@posta212.com

Türkiye aktif rol oynamalı (WASHİNGTON - ANKA) Demokratlara yakınlığı ile bilinen Brookings Enstitüsü’nce yayımlanan bir makalede, ABD ile İran arasındaki bir yakınlaşmanın Ortadoğu’da daha güvenli ve istikrarlı bir geleceğe doğru kaymaya yol açabileceği belirtilerek Türkiye’nin bu konuda “aktif rol oynaması” isteniyor.

TÜRKİYE ÇABA GÖSTERMELİ

Makalede, ABD ile İran arasındaki bir yumuşamanın bölge ve Türkiye açısından taşıdığı önem vurgulanırken “Ankara, ABD-İran yakınlaşmasında aktif rol oynamalı” deniliyor. Bu bağlamda Türkiye’nin, yakınlaşmanın nükleer alanla

sınırlı kalmaması için çaba göstermesi gerektiğinin de altı çiziliyor.

DÜZENE MEYDAN OKUMA

TÜSİAD’ın katkısıyla Brookings Enstitüsü’nde oluşturulan Türkiye Projesi’nin Direktörü Prof. Dr. Kemal Kirişçi ve John Hopkins Üniversitesi Dış Politika Enstitütüsü’nden Emirhan Yorulmaz’ın kaleme aldıkları makalede, son 10 yılda Türk hükümetinin Ortadoğu’da “köprüleri onarmayı” hedefleyen bir dış politika izlediği ancak Arap Bahahı ve özellikle Suriye krizinin Türkiye’nin “alternatif bir düzen” kurma çabalarına ciddi bir meydan okuma oluşturduğu kaydediliyor.

KÖPRÜ ROLÜNÜ ENGELLEDİ Suriye’deki iç savaşın da, Türkiye’nin kendisi için öngördüğü “köprü rolünü” engellediği görüşünün dile getirildiği makalede Türkiye’nin bölgeyi vizyonuna uygun biçimde dönüştürememesi, El Kaide’nin artan tehditleri ve büyüyen mezhebi ayrışmaları dalgasının karşısında Washington ile Tahran arasındaki doğrudan bir angajmanın oluşmasının Ankara için olumlu bir gelişme olarak karşılanması gerektiği vurgulandıktan sonra “Bu nedenle ki Ankara, bir ABD-İran detantını oluşturma çabalarına sadece sözlü değil siyasi olarak da destek sağlamalı” deniliyor.


12

Güncel

16 Ekim 2013 Çarşamba

Aydoğan Vatandaş ABD’nin Suriye ve İran politikası neden ve nasıl değişti? GEÇEN yıl Chuck Hagel’in Başkan Obama tarafından Savunma Bakanlığı’na aday gösterileceği haberlerinin basına sızmasının ardından, İsrail lobisinin ne denli rahatsız olduğunu ve hatta bu süreci durdurmak için ne denli çaba gösterdiklerini anımsarsınız. İsrail lobisi bunu ABD’nin İsrail’e karşı sertleşme olasılığı olarak algılamakla kalmadı ama aynı zamanda bunu İran’a karşı yumuşama sinyali olarak da algıladı. Hagel’in İsrail lobisi aleyhinde sarfettiği sözler sır değil, 2006-2008 yılları arasında İran’la yakınlaşmayı savunduğu, İran’ı neredeyse dünyanın çekim merkezinde gördüğünü yazdığı yazıları ve konuşmaları da. ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, USA Today için 2006 Ocak ayında kaleme aldığı yazısında, İran’la doğrudan görüşmelerin başlamasını öneriyordu. Hagel 2007 yılında yaptığı konuşmada da İran’ın bölgesinde kilit ülke, dünyanında çekim merkezinde olacağını öngörüyor ve ABD’nin bunu önleyemeceğini dolayısıyla da İran’la diyaloğu öngören bir dış politika vizyonu öneriyordu. Hagel’in 2006 Ocak ayında yazdığı yazısında ise, ABD’nin Esed rejiminin düşürülmesine dönük çabalardan kaçınmasını bunun bölge için çok tehlikeli gelişmeleri tetikleyebileceği uyarısında bulunuyordu. Bugün gelinenen noktada gerek Suriye’de Esed rejiminin devamından yana alınan tavır, gerekse 36 yıl sonra İran’la başlatılan görüşmeler, Hagel’in vizyonunun ABD’nin resmi dış politikası olarak zuhur ettiği gerçeğini pekiştiriyor. İlginç olan görevi devraldığı daha önce CIA direktörlüğü de yapmış olan Pentagon’un eski patronu Leon Panetta’nın bu konuda Hagel’den ve Başkan Obama’dan ayrılması. Panetta, bir kaç hafta önce bunu bir panelde açık bir şekilde ifade etti. Bu da Obama’nın Hagel’in vizyonuyla uyum içinde, ancak Panetta ile bu konuda farklı vizyonlara sahip olduğunu gösteriyor. Leon Panetta’nın Savunma Bakanı olduğu, Patreous’un CIA direktörü olduğu bir dönemde patlak veren Suriye konusu, Hagel ve yeni CIA Başkanı ile John Breannan ile bu noktaya geldi. (Aynı çevreler, Brennan’ın da gizli müslüman olduğunu iddia etmişlerdi.) Görünen tablo şu. Obama, Suriye’de ABD vizyonunun başarı ihtimalinin zayıfladığını gördükten sonra Suriye ve İran konusunda vites değiştirmek zorunda kaldı. Bu Başbakan Erdoğan’ın terminolojisinde, ‘ipe un sermek’ olarak yer buldu. Ancak bu süreçten en fazla zarar gören ülke de kuşkusuz Türkiye oldu. Burada bir soruyu sormamız gerekiyor. Acaba, NATO konsepsti bağlamında örneğin Fransa’nın Libya’da aldığı öncü pozisyonun bir benzerini Suriye de, Türkiye’nin mi alması istenmişti? Bu planın uygulanamayacığını görmeye başlayan Obama yönetimi, Chuck Hagel’in vizyonunu mu masaya yatırdı? YOKSA PLAN ÇOK DAHA MI DERİNLERDE? Bu arada, yeri gelmişken, Türkiye’de son zamanlarda sıklıkla ifade edilen bir görüş var. İran’ın Türk devlet sistemi içine nüfuz ettiği ve Türkiye’de çok güçlü bir İran lobisi olduğu görüşü bu. Ancak diğer taraftan Türk Hükümetinin ve MİT’in Suriye’de İran’ın uzantısı olan Esed rejiminin düşürülmesine dönük çabalarını nereye oturtacağız? Bu konuda kanımca bir ayrım yapmak gerekiyor. Türk Hükümeti’nin Arap Baharı öncesi komşularla sıfır problem politikası bağlamında İran’la iyi ilişkiler geliştirdiği bir sır değil. Arap Baharı süreci ile birlikte Türk Hükümeti ve MİT’in açıkça Suriye rejimini devirmeye dönük bir çaba içerisine girdiği bilinirken, Türk Hükümeti’nin ya da bazı unsurlarının İran yanlısı bir tutum alması mümkün olabilir mi? İran’ın Türkiye’de yılardır faal olduğu sır değildir. Ancak bu faaliyetlerin Türkiye’nin Suriye polikalarına karşılık olarak ayyuka çıktığı da kesindir. Türkiye’nin Suriye’deki radikal İslamcı grupları desteklediği ve Obama yönetiminin de bundan duyduğu kaygı biliniyor. Bu faaliyetin taktik düzeyde ve ‘düşmanımın düşmanı’ dostumdur mantığıyla ele alındığı ve stratejik düzeyde ele alındığında bir hata olduğu anlaşılıyor. Zira, Esed yönetimi bir Amerikan saldırısıyla düşürülebilirdi ve bu saldırıyı engelleyen en önemli nedenlerden biri ise Amerikan kamuoyunun ‘Esed’in gitmesi halinde Suriye’nin, El Kaide’nin eline düşeceği’ algısıydı. Türkiye, bu yolla Suriye’de PYD’yi dengelemiş de olabilir. Ama sonuç olarak Suriye’nin El Kaide’nin eline düştüğü algısı dünya çapında bir algıya dönüşmüştür. Sonuç olarak Esed rejimi hala ayaktadır ve ABD politika değişikliğine gitmiştir. İran engellenememiştir.

A M E R İ K A’ D A K İ

TÜRKLERİN

GAZETESİ

YIL: 1 SAYI: 22

16 Ekim 2013 Çarşamba

SAHİBİ POSTA 212 PUPLISHING LLC ADINA

EKMEL ANDA

MEDYA GRUP BAŞKANI

CAN KAMİLOĞLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ

YILMAZ SOYTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

AHMET RAVALI

YAYIN DANIŞMANI

HABER KOORDİNATÖRÜ

AHMET BUĞDAYCI

HALDUN ARMAĞAN

EDİTÖRLER ESİN EŞKİNAT – MEHVEŞ KOÇAK – ADNAN ONARAN ESEN ÜNAL – DİLEK ESKİ BEZİRKAN – EMRE EMİRGİL (WEB) WASHINGTON TEMSİLCİSİ İLHAN TANIR AVRUPA KOORDİNATÖRÜ DÜNDAR KEŞAPLI Largo Chigi N.5 00187 / Roma / İtalya OFİS TEL + 39 064 5449 780 CEP TEL + 39 338 5608 792 e-posta: dundarkesapli@posta212.com SAYFA TASARIM ERDAL ÖZBEK – TUNCAY TAPAR - SERHAN AYDEMİR - ERTAN BEZEN İDARİ MÜDÜR

REKLAM GRUP DİREKTÖRÜ

REKLAM MÜDÜRÜ

MEHVEŞ SÖNMEZ

DİLEK BİTNEL

DUYGU CANİKLİGİL

ADRES 31 – 00 47th Ave. Long Island City, NY 11101 TELEFON 718 732 08 57 – 347 730 42 36 ABONE SERVİSİ REKLAM SERVİSİ SERİ İLAN HABER MERKEZİ DAĞITIM

abone@posta212.com reklam@posta212.com seriilan@posta212.com haber@posta212.com dagitim@posta212.com

POSTA 212 GAZETESİ ANKA HABER AJANSI ABONESİDİR

AMERİKA ÇOKDİLLİ ÜLKE Türkiye’nin demokratikleşme paketinde X, Q, W harfleri tartışılıyor. Peki, çoklu bir etnik yapıya sahip Amerika Birleşik Devletleri’nde durum nasıl? AHMET BUĞDAYCI NEW YORK

Türkiye’de resmi dil Türkçe ve azınlıkların kendi dillerini kullanmaları yasak. Demokratikleşme paketi ile nihayet Kürtçe harflere “özgürlük” tanındı. Diğer yandan İngilizcenin resmi dil olmadığı ABD, İngilizcenin yanı sıra diğer dillerin canlanmasını teşvik ediyor. New York’ta düzenlenen “Gezi’den sonra Türkiye’nin Geleceği” konulu panelde konuşmacılardan Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Kürtçe’deki Q, X ve W harflerini kullandığı için hakkında dava açılma ve hakim karşısına çıkarılması hikayesini şöyle anlatıyordu: “Hakim sordu, bu harfleri kullanarak yasal olmayan bir eylem yapmışsınız. Ben de hakim bey, siz o harfleri her gün kullanıyorsunuz. Etrafınıza bir bakın, cafe’ler, mall’lar, her taraf İngilizce isimlerle çevrili. Siz kullanınca suç olmuyor da Kürtler kullanınca mı suç oluyor?” Evet, Türkiye’nin resmi dili Türkçe’dir ve İngilizce ve Batı dillerinden başka, azınlıkların resmi dillerini kamusal alanda konuşması yasaktır. Türkiye yıllardır bu tek dili empoze eden bir zihniyetle yaşıyor. Son demokratikleşme paketi ile bu harfler üzerinde yasaklar kalktı; ayrıca Kürtler özel okullarda Kürtçe öğrenebilecek. Ama bu çok yetersiz gelişmelere bile Türk kamoyundan sert tepkiler geliyor. “Amerika’da bile İngilizce resmi dil, neden başka dillere izin veriliyor, azınlık dillerini serbest bırakmak bizi bölünmeye götürür” mantığı bu tepkilerin temelini oluşturuyor. Türkiye’nin demokratikleşme paketinde X, Q, W harfleri tartışılırken çoklu bir etnik yapıya sahip ABD’de durum nasıl diyerek Türkiye’deki bu hassasiyeti ABD cephesinden analiz ettik. Amerika sadece İngilizce’nin hakim olduğu monogomik bir dil yapısına mı sahip yoksa çokdilli (bilingual) bir ülke mi? ÇOK DİLLİLİK GENLERİNDE VAR Amerika’ya Avrupalılar gelmeden önce, Kuzey Amerika’da 15 dil ailesinden 500’ün üzerinde dil konuşuluyordu. Bu dil zenginliği göçmenlerin gelişi ile daha da arttı. ABD’ye ilk göçmenlerin geldiği 1600’lü yıllardan 1800’lerin ortalarına kadar sayısız etnik grubun kendi dilini konuştuğu bir ülkeydi Amerika. Çokdillilik sadece yaygın değil, aynı zamanda saygı gösterilen bir

yaşam biçimiydi. İngilizcenin yaygın olarak kullanılmaya başlamasına rağmen pek çok farklı dilin eğitimde, ticarette, gospellerde kullanımı destekleniyor ve bu bir toplumsal avantaj olarak görülüyordu. Bu arada yaygın dil olan İngilizce’nin anayasada resmi dil olarak kabul edilmesi taleplerini, Kurucu Babalar toplumsal temeli üzerine inşa ettikleri “özgürlük ruhuyla uyumsuz” bularak reddettiler. Kendi dil politikalarını kolonileştirdikleri halklara empoze eden İspanyolların tersine göçmenler ülkesinin bir dil politikası yoktu. 19. yüzyılın sonlarına kadar Amerika tam anlamıyla çokdilli bir ülke olarak yaşadı. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte ülkede ulusal duyguların artması, ticaretteki kolaylıkları nedeniyle, bu dönemi takiben İngilizce gayrı resmi toplum ve devlet dili haline geldi. İNGİLİZCE DÜNYA DİLİ HALİNE GELDİ 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanan küreselleşmenin İngilizceyi bir dünya dili haline getirmesi, arkasından bilgisayar, İnternet, dijital teknoloji ve sosyal medyadaki gelişmeler, İngilizce’yi daha da öne çıkardı. ABD yavaş yavaş çokdilli toplum olma özelliğini yitirmeye başladı. Diğer yandan ABD hala dünyanın en zengin etnik yapısına sahip ülkesi. Nüfus araştırmalarına göre, nüfusun yüzde 80’i İngilizceyi ana dili olarak benimsiyor. Bununla birlikte, devletin resmi dili yok. Eyaletler bazında ise dil politikasında büyük farklılıklar var. Bazı

eyaletler herhangi resmi bir dili zorunlu kılmayarak federal devlet politikasını izliyor. Bazıları ise İngilizceyi resmi dil olarak kabul ediyor. Yine yerel dillerin yanı sıra İngilizceyi resmi dil olarak kabul edenler var. Başka bir grup eyalet ise dil kullanımını serbest bırakarak çokdilli bir uygulamayı yürütüyorlar. İSPANYOLCA İKİNCİ DİL ABD’de pratikte İngilizce’den sonra en çok konuşulan dil İspanyolca. Nüfusun yaklaşık yüzde 30’u İspanyolca konuşu-

yor. ABD, aynı zamanda dünyanın en çok İspanyolca konuşulan beşinci ülkesi. Gündelik yaşamda da İspanyolca artık ikinci dil olarak kabul görüyor. Tüm kamusal hizmetlerde, basılı duyurularda İspanyolca İngilizceyle beraber yer alıyor. En son 2000’de yapılan nüfus sayımına göre, ABD’nin etnik yapısında Alman kökenliler çoğunluğu oluşturuyor. Ancak Almanca en çok konuşulan diller sıralamasında beşinci sırada geliyor. İtalyanca, Polonyaca ve Fransızca da hala en yaygın diller arasında. Rusça, Çince, Vietnemca, Korece ve Tagalog (Avustralya-Pasifik bölgesinde yaygın olan ve Filipinlilerin konuştuğu bir dil) da hatırı sayılır ölçüde konuşulan diller arasında geliyor. Aynı araştırmaya göre, nüfusun yüzde 20’sini oluşturan yaklaşık 60 milyon Amerikalı evlerinde İngilizcenin yanı sıra başka bir dil konuşuyor. DİL POLİTİKASI EYALETLERE GÖRE DEĞİŞİYOR Çokdillilik açısından eyaletler de kendi aralarında farklılıklar gösteriyorlar. Batı Virginia, Kentucky, Montana gibi eyeletlerde dil çeşitliliği çok düşük bir oranda iken, Kaliforniya, Arizona, New Mexico, Teksas’da büyük bir dil zenginliği var. Aynı şekilde şehirler açısından bakıldığında New York, Los Angeles ve Şikago dünyanın en çokdilli (bilingual) kentleri arasında yer alıyor. Gündelik yaşamda daha çok yaygın olan ikili dil kullanımı açısından coğrafik bölgelere bakıldığında, Güneybatı eyaletleri ve Florida’da en çok İngilizce-İspanyolca bilinguali olduğu görülüyor. New York ve Kaliforniya’da ise İngilizce-Çin bilinguallerine, İngilizce-Slav dilleri bilinguallerine Illionis, New York ve New Jersey’de rastlanıyor. İnglizce-Almanca bilingualleri ise Dakotas ve Pennsylvania’da yoğun. Amerika’nın köklerini oluşturan çokdillilik, kuşaklar boyunca aşınarak pratikte tek dile döndüyse de, ülkenin dil zenginliğinin dünyanın korunması gereken doğal kaynakları arasında yer aldığına dair bir farkındalığın da giderek güçlendiğini söylemek gerekiyor. Kendi ana dillerini ve kültürlerini canlı tutumak için çocuklarına bu dilleri ikinci dil olarak öğreten ailelerin sayısında büyük bir artış gözleniyor. Aynı şekilde İngilizcenin dışındaki diğer dilleri öğreten eğitim kurumlarının tüm ülkede canlandığı görülüyor.

ÇİN SEÇİMİ ANKARA’YA GÜVENİ SARSACAK

Türkiye’nin uzun menzilli bölge hava ve füze savunma sistemi ihalesini 3 milyar doların üzerindeki teklifiyle Çinli CPMIEC şirketine verilmesi Washington ve Ankara arasındaki ilişkilerde dikkat edilmesi gereken bir faktör haline geldi

(WASHINGTON-POSTA 212) Türkiye, uzun menzilli bölge hava ve füze savunma sistemi ihalesini 3 milyar doların üzerindeki teklifiyle Çinli CPMIEC şirketine verilmişti. Ancak bu durum başta ABD olmak üzere NATO üyesi ülkelerin hoşuna gitmedi. Özellikle Çinli şirketin İran, Kuzey Kore ve Suriye’ye karşı silah ambargosunu deldiği gerekçesiyle ABD’nin kara listesinde yer alıyor olması, durumu daha da hassas hale getirdi. Konuyla ilgili konuşan bazı Türk diplomatik kaynaklar, ABD’nin, Ankara’nın Çinli şirketi seçmesine özellikle iki nok-

tada karşı çıktıklarını belirttiler. Bunlardan ilki bu şirketin ambargolu olması. İkincisi ise Çinli sistemin, NATO sistemine uyum sağlayamayacağı. KAMUOYU ÖNÜNDE KAVGA YOK Washington’da ABD yönetimine yakın bir kaynağın Posta212’ye verdiği bilgilere göre, Amerikan yönetimi bu konuda Ankara ile kamuoyu önünde

kavga etmemeye kararlı. Ondan dolayı, konuyla ilgili rahatsızlıklarını tek bir ağızdan, Dışişleri Bakanlığı sözcülüğünden dile getirmeye devam edecek. Yine aynı kaynağa göre, Washington çevreleri, halen, müttefiklik bağları çerçevesinde, Ankara’nın kendisine farklı bir mesaj verip, vermediğini de anlamaya çalışıyor.

Cenk Sidar www.cenksidar.com • www.twitter.com/cenksidar

Dış Politika ve Esir Pilotlar BEYRUT’TA Ramazan Bayramında görev yaparken kaçırılan Türk Hava Yolları (THY) pilotları Murat Akpınar ve Murat Ağca Kurban Bayramına girdigimiz bugün itibariyle iki aydan fazla süredir “İmam Rıza’nın Ziyaretçileri” adli Şii grubun elinde esir durumda. Örgüt pilotların serbest bırakılması karşılığında, Suriye’de Sünni grupların elinde esir bulunan dokuz Lübnanlı’nın bırakılmasını talep etti. Asimetrik saldırılar hiçbir bölgesel ve küresel aktörün muaf olamayacağı kaçınılmaz risklerdir. Etkili istihbarat önlemleri ve caydırıcı güvenlik politikalarıyla tehdit risklerini asgari seviyeye indirmek mümkün olsa da, hiçbir siyasal iradeyi bu asimetrik eylemler sonrasında topyekün sorumlu tutmak siyaseten ahlaki ve tutarlı olmaz. Fakat, THY pilotlarının kaçırılma olayı en başta asimetrik bir saldırı olarak görülebilse bile olay özelinde hükümetin dış politika tercihlerinin önemli sorumluluk payı olduğunu basit bir analizle iddia edebiliriz. Kaçırılma olayına neden olan siyasi iklim ve algının temel nedeni AKP Hükümetinin Suriye’deki iç savaşa sürecin başından itibaren yaptığı müdahalenin niteliği oldu. Suriye’de yaşanan trajediye bölgesel bir aktör olarak Türkiye`nin ilgisi gayet doğru ve normaldi. Fakat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yönetiminindeki dış politika, Suriye krizine diplomatik ve kalıcı bir çözüm bulma doğrultusunda hareket etmek yerine, ideolojik duruşu ve iddialı açıklamalarıyla iç siyasetteki popülaritesine endekslediği “Esad yönetimini devirme hedefini” en hızlı şekilde gerçekleştirebilmek için mezhepçi-aşırıcı grupları destekledi. Bu tercihin doğal ve en ciddi sonucu da Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’daki tarihsel-dinimezhepsel çatışmaları yumuşatabilecek tarafsız bir aktör olarak değil, Sünni kampa mensup bir aktör olarak görülmesi oldu. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Ortadoğu’da seküler ve demokratik bir cumhuriyetin vatandaşları olarak değil “pazarlık unsuru olarak kullanılabilir Sünniler” olarak görülmeye başlandı. AKP’nin Suriye`de savaşan El-Kaide unsuru gruplarla yakınlık algısı üzerine de, Şii gruplarının kendi esirlerini El Kaide’nin elinden kurtarabilmek için Türk vatandaşlarını esir alıp, Türkiye’nin bu “gücünü” kullanma arzusu oluştu. Aynı zamanda AKP’nin El-Kaide bağlantılı gruplara verdiği bütün lojistik ve siyasi desteğe rağmen bu gruplar üzerinde hiçbir ağırlık kuramaması da bu örgütlerin nitelik ve karakterlerini iyi bilenler analistler için hiç sürpriz olmadı. Kısacası hükümetin son üç senedir izlediği dış politika yaşanan bu kaçırılma olayının altyapısını hazırladı. Buraya kadar hükümetin bu talihsiz olaydaki özsel sorumluluğunu irdeledik. Olay yaşandıktan sonraki süreçte hükümetin ve medyanın pozisyonuna bakınca tablo maalesef daha da karamsarlaşıyor. Kaçırma olayının kendi hatası olduğunun bilinciyle hükümet meselenin üzerini neredeyse kapatma gayretinde. Davutoğlu ve Arınç’ın pilotları kurtarmamız gün meselesi açıklamasından sonra haftalar geçti ama sonuç alınamadı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Dışişleri Bakanlığı’nın süreçle yakından ilgileniyoruz mesajlarına rağmen pilotların hala esir durumda olması ülkenin istihbarat ve güvenlik kabiliyetinin zayıflığını gösteriyor. Pilotları ülkede tek hatırlayan kurum Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran`ın konu hakkında Eylül ortasında verdiği soru önergesinde önemli meseleleri gündeme getirdi. Ankara’da bu meseleyi sahiplenen bireylerin varlığı en azından siyaset kurumunun vicdanını rahatlatan bir durum. AKP’nin Türkiye’nin Ortadoğu’da etkili, caydırıcı ve herkesle görüşebilen bir aktör olduğu iddiası pilotların esir kaldığı hergün tekrar tekrar sistem tarafından kendiliğinden yalanlanıyor. Güçlü aktör olmak caydırıcılığı, bütün aktörlerle ön-arka kanallar vasıtasıyla diyalog içerisinde olmayı ve gerektiğinde kullanabileceği operasyonel kabiliyetlere sahip olmayı gerektirir. Büyük ve sorumlu devletlerin tek bir vatandaşının esir durumda olması kendileri için bir itibar kaybıdır. Bu süreçteki çabası vatandaşlarına verdiği değerin temel göstergesidir. Erdoğan 5 Ekim’de yaptığı konuşmada “Biz ülkemizin, milletimizin, bayrağımızın, Türk pasaportunun da itibarını iade ettik. O itibarı yükselttik” iddiasında bulundu. Bir pasaportun değeri o pasaportu vatandaşına veren devletin gene vatandaşının canına verdiği değerle birebir orantılıdır. Gezi protestolarında vatandaşına kendi sınırları dahilinde verdiği değeri ona gösterdiği aşırı şiddetle gösteren Hükümet, yurtdışında da kendi politikaları yüzünden esir duruma düşen pilotların canına verdiği değeri gösterdiği atalet ve kabiliyetsizlikle açıkça ortaya koyuyor. Türkiye`nin dış politikasındaki kapasite ve iddia arasındaki makas sürekli açılmaya devam ediyor. Maalesef AKP Hükümeti bu doğrultuda siyaset yaptığı sürece hem ülke içinde hem de dışarıda benzeri olaylara neden olacak tehlikeli siyasal iklimi güçlendirmeye devam edecek.


Göçmenlik

16 Ekim 2013 Çarşamba

EB – 5 VİZESİYLE ABD’YE 2.5 MİLYAR YATIRIM EB-5 yatırımcı vizesi, 5 yıllığına 500 bin dolar yatırarak 10 kişiyi istihdam edeni Green Card sahibi yapıyor. Devlet, bugüne dek ülkeye 2,5 milyar dolar kazandıran programı daha cazip hale getirmek için çalışıyor (ESİN EŞKİNAT – NEW YORK – POSTA 212) ABD, EB-5 yatırımcı vize programıyla ülkeye 500 bin dolar yatırım yapan ve böylelikle 10 kişiye istihdam sağlayan yabancı yatırımcılara ve ailelerine Green Card veriyor. 21 yıldır devam eden program sayesinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ekonomik varlığını sürdürmekte zorlanan pek çok küçük ölçekli işletme yeniden canlandı ve yeni iş imkanlarıyla sektörde büyüme gözlendi. Bugüne dek 2,5 milyar doların üzerinde yatırımı ABD’ye çeken programın daha da büyümesi yatırımcılar için cazip düzenlemeler de yapıldı. Göçmenlik Avukatı Cahit J. Akbulut, “EB-5 programı kapsamında ilk başta 1 milyon dolar yatırıp aktif iş yapan, 10 kişiye de iş sağlayanlara Green Card veriliyordu. Daha sonra bu rakam işsizliğin ülke ortalamasının yüzde 150 üzerinde olduğu yerlerde 500 bin dolara indirildi. Ancak bu durum da ilgi çekmeyince, Göçmenlik Bürosu ‘Regional Center’ adlı yatırımcı gruplara yöneldi ve buralara 500 bin dolarlık yatırımla pasif yatırımcı olarak girenlere Green Card vermeye başladı” diye anlatıyor bu programın değişim sürecini. “REGIONAL CENTER” İLGİ GÖRDÜ “Regional Center” denilen yatırım grupları, Göçmenlik Bürosu’na bir yatırım programı sunuyor ve bu programa Green Card yatırımcılarını ortak olarak alabilmek için onay alıyor. Green Card başvurusunda bulunmak

isteyenler, bu gruplara 500 bin dolar yatırarak pasif yatırımcı olurken, bu gruplardan da kendileri adına 10 kişiyi istihdam etme taahhüdü alıyorlar. Avukat Cahit Akbulut, Green Card almak isteyen yatırımcıların işin başında durup işletme sorunlarıyla uğraşmaktan kurtaran bu programın çok ilgi gördüğünü, öyle ki Regional Center sayısının geçtiğimiz iki yıl içinde 120’den 325’e çıktığını söylüyor. Cahit Akbulut, bu sistemle vize almanın avantajlı olduğunu, böylece ailelerin yatırımın bulunduğu bölgede yaşamak ve çalışmak zorunda kalmadıklarını, istedikleri yerde çalışabildiklerini, sağlık sistemine girebildiklerini, başvuru sırasında 21 yaşın altında olan çocuklarının da Green Card sahibi olduğunu ve devlet okullarından indirimli ücretle yararlanabildiğini anlatıyor. Yatırımcılar beşinci yılın sonunda yatırdıkları parayı şirketten geri alabiliyorlar. 5 YILDA VATANDAŞLIK Cahit Akbulut, EB-5 vizesiyle Green Card’dan vatandaşlığa giden süreci “Başvuranlar öncelikle iki senelik geçici kartlarını alıyor, iki senenin bitmesine 90 gün kala yatırımın devam ettiğini ve 10 kişinin hala çalıştığını bel-

geleyerek kalıcı karta başvuru yapıyorlar. İlk başvurudan 5 yıl sonra da Amerikan vatandaşlığına başvurma hakları oluyor” diye anlatıyor. Ancak Regional Center’ın Göçmenlik Dairesi’nden onay almış olması, yatırım projelerinin devlet tarafından desteklendiğini ya da güvence altına alındığını göstermiyor. Ayrıca, bir EB-5 yatırımının sonunda yatırımcılara kalıcı statü kazandırması için şartları yerine getirmesi, iki yıl aralıksız işi sürdürmesi ve mutlaka 10 kişiye iş kazandırması gerekiyor. Yatırım incelendiğinde bu şartların karşılanmadığına karar verilirse, statü geri alınabiliyor. Yani Regional Center’lara yatırım yapmak risksiz sayılmaz. İYİ ANALİZ EDİN “Riskler nereye yatırım yaptığınıza bağlı olarak değişiyor. Bu 325 firma içinden yatırım yapmak istediklerinizi çok iyi etüt etmeniz lazım. Firmaların bazı yasalara uyması gerekiyor. Bu araştırmaları yapabilmek için bir hukuki ve finansal analiste ihtiyacınız var” diyor Avukat Akbulut. Yani 500 bin dolarlık yatırımın birtakım yan masrafları da olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Cahit Akbulut, bu ek masrafın 60-70 bin doları bulabileceğine dikkat çekerek, “Zaten sağdan soldan 500 bin dolar toplamakla olmuyor” diyerek uyarıda bulunuyor. “Çünkü Göçmenlik Dairesi size buraya taşındığınızda han-

gi parayla yaşayacağınızı soruyor. Bunun için 1 milyon dolarlık mal varlığına sahip olmalısınız ki, 500 biniyle yatırım yapabilin.” Akbulut, yatırımların beş yıllık süreç içinde ufak da olsa bir getirisi olduğunu söylüyor ancak risk bakımından yüksek getirisi olan yatırımlardan uzak durulmasını da tavsiye ediyor. EMLAK SEKTÖRÜ İLGİ GÖRÜYOR EB 5 yatırımcılarının ilgilendiği sektörlerin başında emlak piyasası geliyor. Cahit Akbulut, geçmişte müşterilerine tavsiye ettiği projeler arasında Brooklyn Barclay’s Center’da bugün Nets basket takımının oynadığı spor kompleksinin olduğunu söylüyor. Akbulut, “Belediyenin arsası üzerine eyaletin ve federal yönetimin desteğiyle inşa edildi. Bu firma 100 kişiden 50 milyon dolar toplayarak, bu firmaya beş yıllığına borç verdi, karşılığında da teminat olarak ipotek aldı. Bu 100 kişi Green Card’larını aldı, şimdi 5 yılın dolmasını ve parayı geri almayı bekliyorlar. Para gelmezse de ellerinde ipotek var. Bu sağlam bir yatırımdı” diyor. Programa Türklerin ilgi gösterdiğini söyleyen Akbulut, özellikle de çocukları Amerika’da okuyan maddi durumu uygun ailelerin, ileride çocuklarına bir gelecek sağlamak için kendileri ülkeye göç etmese de Green Card almak için yatırım yaptıklarını anlatıyor.

Göçmenlik reformu Cumhuriyetçileri böldü Amerika’da onay bekleyen göçmenlik reformu yanlıları, Kongre üyelerine baskılarını artırıyor. Yasa tasarısı, Amerika’da kaçak olduğu tahmin edilen 11 milyon kayıtsız yabancıya uzun vadede vatandaşlık yolu açıyor (WASHINGTON) Amerika’da onay bekleyen göçmenlik reformu yasa tasarısını Senato Kabul etti ama Temsilciler Meclisi ayak sürüyor. Tasarısı yasallaşırsa Amerika’da kaçak olduğu tahmin edilen 11 milyon kayıtsız yabancıya uzun vadede vatandaşlık yolu açılacak.Göçmenlik reformu destekçileri, Kongre üyelerini bir an önce harekete geçmeye ikna etmek amacıyla sık sık gösteri düzenliyor. GÖÇMENLERİ KAÇAKÇIYA BENZETTİ Ama Iowa milletvekili Steve King gibi Cumhuriyetçi Kongre üyeleri, bu konuda aceleci davranmak istemiyor. Bir süre önce Newsmax televizyonuna konuşan Steve King’in genç göçmenleri uyuşturucu kaçakçılarına benzetmesi büyük tepki topladı. King, yaptığı ırkçı ve önyargılı açıklama yüzünden kendi partisinden Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner’dan bile tepki gördü: “King’in söyledikleri Amerikalı-

lar’ın ya da Cumhuriyetçi Parti’nin değerlerini yansıtmıyor.” Göçmenlik reformu tartışmaları Kongre’de Cumhuriyetçiler’i bölmüş durumda, özellikle de vatandaşlık konusunda. Birçok muhafazakar Amerikalı, bu reformu ülkeye kaçak girenlere af çıkarılması olarak görüyor. Carrol Doherty Washington’daki Pew Araştırma Merkezi’nde uzman: “Hangi yöne gidecekleri konusunda kafaları karışmış durum-

da. Kendi felsefelerinin temel ilkelerinde bile şaşkın durumdalar. Eşcinsel evlilikleri ve göçmenlik konularında daha ılımlı tavır sergileyecekler mi sergilemeyecekler mi?” Cumhuriyetçi Partili strateji uzmanı Ford O’Connell, ılımlı Cumhuriyetçiler’in göçmenlik reformunu yumuşatmaya çalıştığını söylüyor: “Latin Amerika ve Asya kökenlilere ve diğer azınlıklara mesajımız şu: Durumunuzu anlıyoruz. Eğer bü-

yükannenizi sınırdışı edersek, bizim siyaset konusunda söylediklerimize kulak asmayacaksınız.” Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi üyeleri, senatörler gibi reformu onaylamaya niyetli olmadıklarını söylüyor. Onlar için öncelik, Meksika sınırında güvenliğin arttırılması. Reform konusundaki yavaş ilerlemeye rağmen Demokrat Partili lider Nancy Pelosi umutlu: “Ben iyimserim, çünkü bu yasanın kadük olmasına izin veremeyiz.” Ford O’Connell’a göre azınlıkların oylarını kazanmaktan kaçınmak, Cumhuriyetçi Parti’nin imajını zedeleyebilir: “Cumhuriyetçiler’in yalnızca beyazların oyunu almaya çalıştığını, halkın oylarıyla ilgilenmediğini düşünecekler. Bunu söylemekten nefret ediyorum, ama Cumhuriyetçi Parti göçmenlik reformunu engellerse kendi sonunu da hazırlar.” (VOA)

13

“ABD NİTELİKLİ İNSANLARI KAYBEDİYOR” AOL’un kurucularından olan ve Revolution Venture Capital Fund’ın CEO’su Steve Case’e göre ABD’deki teknoloji endüstrisini bekleyen en büyük sorun, göçmenlik konusunda gerekli adımların atılmaması (DENİZ AVŞAR - NEW YORK - POSTA 212) Massachussets Institue of Technology (MIT)’de 10 Ekim tarihinde düzenlenen ‘EmTech 2013’te konuşan, AOL’ın kurucularından ve Revolution Venture Capital Fund’ın CEO’su Steve Case, ABD’nin göçmenlik politikasından dolayı yabancı ülkelerden ABD’ye gelmek ve çalışmak isteyenleri cezbetmekte zorlandığını ve ABD’nin bu nedenle yenilik konusunda listenin en üst sırasındaki yerini korumakta güçlük çektiğini söyledi. Case, “Bugün küresel dünyada en büyük rekabet, yetenek bulma konusunda yaşanıyor” dedi.

ABD CAZİBESİNİ KAYBETTİ Yaklaşık 10 yıl önce Silikon Vadisi şirketlerinin yüzde 52’sinin başka ülkelerden gelen insanlar tarafından yönetildiğine dikkat çeken Case, bugün bu oranın yüzde 42’ye düştüğünü açıkladı. Case, “Bu durum, ABD dışındaki nitelikli insanların, yaşamanın ve iş bulmanın daha kolay olduğu başka ülkelere gittiğini gösteriyor” yorumunu yaptı.

“DİREKSİYON BAŞINDA UYUYORUZ” Güçlü bir ekonomi ve güçlü bir toplum için en can alıcı faktörün yeniliklere imza atmak olduğunu söyleyen Case, hükümetin bütçe ve borç tavanını artırma konularında anlaşmaya varmasıyla kongrenin tüm dikkatini göçmenlik reformuna vereceğini umuyor. “ABD’nin yenilik konusunda liderliği kaptırması, yetersiz adımlardan dolayı ilk kaybımız olmayacak” diyen Case konuşmasını, “50 yıl önce kimse ABD’nin imalat sektöründe liderliği kaptıracağını tahmin etmiyordu, ama öyle oldu, çünkü direksiyon başında uyuyakaldık” diyerek bitirdi.


14

16 Ekim 2013 Çarşamba

Eğitim

BAU ile John Jay College arasında okul güvenliği konusunda işbirliği yapıldı

GÜVENLİKLİ OKUL İŞBİRLİĞİ Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel ile Amerika’daki Jay John College Rektörü Jeremy Travis bir araya gelerek ‘Güvenlikli Okul Projesi’ni hayata geçirmek için işbirliği yapma kararı aldı (ZEYNEP ÖZ / NEW YORK - POSTA 212) Bahçeşehir ve Uğur Eğitim Kurumları Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, Türkiye’de ilk defa hayata geçirilecek olan “Güvenlikli Okul” projesi kapsamında John Jay College’in Rektörü Jeremy Travis ile bir araya geldi. UZMANLAR DA ORADAYDI Enver Yücel, geçen hafta City Security Group Yönetim Kurulu Başkanı ve üst yöneticisi Osman Öztürk, gazeteci Dündar Keşaplı ve John Jay College’da burslu yüksek lisans yapan Başkomiser Ersen Emeksiz eşliğinde, John Jay College Rektörü Jeremy Travis, Kamu Güvenliği ve Risk Yönetimi Başkanı Kevin Cassidy başta olmak üzere, üniversitenin öğretim üyeleriyle görüşmeler yaptı. KAMPÜS, STAT VE SİBER GÜVENLİK Türkiye’deki okul ve kampüs güvenliği konusunda önemli adımlar atmaya hazırlanan Enver Yücel, kampüs, stat ve siber güvenlik olmak üzere üç alanda çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Bu

nedenle, güvenlik okulu anlamında dünyanın en güçlü ve önemli kurumlarından biri olan John Jay College’i ziyaret ettiklerini ifade eden Yücel, Rektör Jeremy Travis ile görüştüğünü ve Bahçeşehir Üniversitesi Güvenlik Akademisi ile John Jay College arasındaki işbirliği hakkında konuştuklarını söyledi. ÖZEL VE BARIŞ MEMURLARI İki kurumun İstanbul’da ortaklaşa çalışmalar yapacağının haberini veren Yücel, John Jay College’da yaptığı görüşmeler sırasında okul ve kampüs güvenliği ile ilgili önemli ayrıntılar öğrendiklerini belirterek, “Bunlardan biri John Jay College’in kampüsünde özel ve barış memurları adı altında çalışan iki türlü güvenlik elemanı var. Türkiye’de kampüs güvenliği konusunda benzer çalışmalar yapacağız. Bu konuda John Jay College ile ortak çalışmalara başlayacağız” diye konuştu.

DÜNYANIN EN İYİ ÜNİVERSİTELERİ İngiliz Times Higher Education Dergisi’nin 20132014’ün “Dünyanın En İyi Üniversiteleri” sıralaması yayınlandı. Listede Türkiye’den sadece Boğaziçi Üniversitesi bulunuyor (NEW YORK – POSTA 212) İngiliz Times Higher Education Dergisi, araştırma fonlarından saygınlığa kadar okulların birçok kriterlerini göz önüne alarak, 2013-2014’ün “Dünyanın En İyi Üniversiteleri”ni belirledi. Listede Japonya, Güney Kore, Çin ve Singapur gibi Asya ülkelerindeki üniversitelerin, İngiltere ve Amerika’daki rakiplerine yaklaştığı gözleniyor.

İLK 13 ABD VE İNGİLTERE’NİN Bu durum derginin editörü Phil Baty tarafından “Batıdan Doğu’ya güç kayması” biçiminde yorumlanıyor. Ancak Dünyanın En İyi Üniversiteleri listesinin ilk 13 sırasında hala Ameri-

kan ve İngiliz okulları bulunuyor. İlk 200 okul arasında ABD’den 77, İngiltere’den 31, Türkiye’den de sadece Boğaziçi Üniversitesi bulunuyor. İşte dünyanın en iyi 10 üniversitesi: 1. California Institute of Technology 2. Harvard Üniversitesi 3. Oxford Üniversitesi 4. Stanford Üniversitesi 5. Massachusetts Institute of Technology 6. Princeton Üniversitesi 7. Cambridge Üniversitesi 8. California Üniversitesi, Berkeley 9. Chicago Üniversitesi 10. Imperial College, Londra

California Institute of Technology

Harvard Üniversitesi

California Üniversitesi, Berkeley

Oxford Üniversitesi

Stanford Üniversitesi

Imperial College

Massachusetts Institute of Technology

Chicago Üniversitesi

Princeton Üniversitesi

Cambridge Üniversitesi


Güncel

16 Ekim 2013 Çarşamba

15

TÜSİAD’IN 15. YIL WASHINGTON ÇIKARTMASI Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) ABD’nin başkenti Washington’daki temsilciliğinin 15. yılı dolayısıyla Washington’da bir dizi etkinlik düzenlendi (WASHINGTON POSTA 212- İLHAN TANIR – BARBAROS SAYILGAN) TÜSİAD, Washington’daki temsilciliğinin 15.yılı dolayısıyla bir resepsiyon düzenledi. Muharrem Yılmaz’ın liderliğini yaptığı TÜSİAD heyetinde Koç Holding yönetim kurulu başkanı Mustafa Koç’un yanısıra, 50 TÜSİAD üyesi bulundu. Heyet, başkentte ABD Dışişleri Bakanlığının Avrupa ve Avrasya sorumlusu, aynı zamanda Türkiye dosyasına da bakan Victoria Nuland ile görüştü. Temsilciler Meclisi başkanı John Boehner’i de heyet olarak ziyaret eden TÜSİAD özellikle AB ile ABD arasında müzakereleri devam eden Transatlantik İşbirliği ve Yatırım anlaşması ile ilgili olarak Türkiye’nin endişelerini iletti. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da, TÜSİAD Washington Temsilciliği’ne kuruluşunun 15. yılı münasebetiyle bir tebrik mesajı gönderdi. Mesajda, “Stratejik,ekonomik ve demokratik bir ortak ve müttefik olarakTürkiye’nin başarısı bizim çıkarımızadır. Türkiye - ABD ilişkilerinin önümüzdeki yıllarda da güçlü devam etmesi için TÜSİAD’ın başarılı çalışmalarına güvenmeye devam edeceğiz” dedi.

15.YIL RESEPSİYONU Beyaz Saray’ın hemen yakınında bulunan tarihi bir binada, TÜSİAD bir de 15. yıl resepsiyonu düzenledi. TÜSİAD’ın bu davetine Başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın yanı sıra, Washington’dan seçkin bir davetli listesi de göze çarptı. TÜSİAD başkanı Muharrem Yılmaz resepsiyonda bir konuşma yaparak, Türkiye’nin refahının Atlantik ekonomisiyle daha fazla entegresine bağlı olduğunu söyledi ve TÜSİAD’ın, Batılı müttefiklerin demokratik ilkelerine ve kurumlarına değer verdiğinin altını çizdi. ‘’Tamamen demokratik ve daha güçlü laikliğe, hukukun üstünlüğü ve temel hak ve özgürlüklere sahip bir Türkiye, dünya için gözde bir örnek oluşturacaktır” dedi. MUSTAFA KOÇ PLAKET VERDİ Resepsiyonda, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’a TÜSİAD’a kuruluşundan bu yana yaptığı katkıları için sunulan plaketi Başbakan Yardımcısı Babacan takdim etti. TÜSİAD Washington temsilcisi Barış Ornarlı da, heyetin Washington’daki gezisini organize etti ve 15. yıl resepsiyonu daveti açışı konuşmasında, TÜSİAD’ın Was-

.Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan resepsiyonda yaptığı konuşmada iki ülke arasındaki dostluğun ve TÜSİAD’ın önemine vurgu yaptı.

hington’daki misyonun üzerinde durdu. BABACAN TÜSİAD’IN ÖNEMİNE VURGU YAPTI Babacan da, konuşmasında iki ülke arasındaki dostluğun ve ittifağın önemine değindi. Babacan ayrıca TÜSİAD’ın önemine vurgu yaparak Washington Temsilciliği’nin ABD’de Türk işadamlarının çıkarlarını geliştirmek, Türkiye’yi desteklemek, Türkiye’nin gerçeklerini açıklamak için çalıştığını kaydetti. TÜSİAD heyeti resmi görüşmeler dışında, Brookings Ens-

Türkiye kendi işine bakmalı İLHAN TANIR (WASHINGTON - POSTA212) TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, 50 civarındaki TÜSİAD üyesi ile Washington’a gelerek hem TÜSİAD’ın Washington’daki 15. yılını kutladı hem de ABD yönetimi, Amerikan Kongresinin Temsilciler Meclisi başkanı John Boehner ve düşünce kuruluşları ile TürkiyeAmerikan ilişkilerini görüştüler. Yılmaz, Washington’da kaldığı otelde POSTA212’nin sorularını yanıtladı… ■ Türkiye-ABD ilişkilerini ve TÜSİAD ziyaretini anlatır mısınız? Washington, ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri gücünün ve karar mekanizmalarının merkezi. TUSIAD’ın bundan onbeş yıl öncesinde ortaya koyduğu Washington’da bir temsilcilik açma vizyonu çok değerli ve ondan beri de iyi bir işlev görmüş. Bu gezide de gördüğümüz ilgi ve itibarda da bu yatırımın emeği büyük. ■ ABD’de bir hükümet kilitlenmesinin Türkiye’yi ve TÜSİAD’ı nasıl etkiler? Bu durumun devamının dünyaya ve Türkiye’ye etkileri çok büyük olur, ama bu etki olmadan, bu konunun çözüme ulaştırılacağına gerçekten inanıyorum. ■ Bu durumu neye bağlıyorsunuz? Endişeli misiniz? Türkiye demokrasisini her geçen gün geliştiriyor. Tabi, Türkiye’nin sadece demokrasi alanında değil, tüm meselelerinde, özellikle piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarıyla oturtulması, bu konuda eksikliklerinin tamamlanması bakımından ciddi adımlar atıldı. Türkiye ekonomisi bu bakımdan, gelişmiş piyasa ekonomilerinin durgunluk dönemlerinde onlardan ayrışan ve büyüyebilen bir performans sergiledi. Ve ekonomik başarının sürdürülebilirliği ancak demokratik standartlarının temini ile mümkün. Piyasa ekonomileri ancak, demokrasi, insan hakları,

hukukun üstünlüğü hakim olursa devam edebilir. Onun dışındaki ekonomik başarılar saman alevi gibi geçici olur. ■ Yatırım açısından Türkiye’deki ortam elverişli mi? Türkiye süratle bu konudaki eksiklerini tamamlamak zorunda -ki daha fazla istihdam ve refahın yükseltilmesi mümkün olsun. Bu çalışmaların tamamının çerçevesi de, hukuk alanında eksiğinizin olmaması lazım. Hak ve özgürlükler, demokrasi gibi iklimin olması… Yatırımın asıl ihtiyacının olduğu iklim bu. Son aylarda bahsettiğiniz o iklimin negatif olarak etkilendiğini düşünen çok. Türkiye’ye kısa vadeli bakmamak lazım. Türkiye yüzyılı aşan bir süredir Batı’ya yüzünü dönmüş, gerek toplumsal yapısını, gerek ekonomisini Batı standartlarına çıkarmak için önemli gelişmeler yapmış bir ülke. Türkiye, dünyanın, ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin yatırım alanlarında geliştirilmeye ihtiyacı olduğu alanlar olmakla beraber, dünyada yatırımcılar için yeterli bir seviyedir. Türkiye’nin Batı standartlarına yönelik bu çabalarının devamı husunda bir yavaşlama herkesi, tabi bizi de, üzer. O bakımdan, Türkiye’nin yeniden reformcu, demokratikleşme ve reform gündemine sıkı bir şekilde, hızlı bir şekilde dönmesi herkesin beklentisi. ■ Türkiye’nin reformcu kimliğin sorgulanması dediniz? Son demokratikleşme paketi de bunu ifade ediyor zaten. Eksiklikler var, ama bence Türkiye’nin yeniden reform sürecine, AB gündemine dönme iradesini gösteren bir paket. Türkiye’nin yeniden demokratikleşmeyi konuşuyor olması bile önemli diye düşünüyorum. ■ AB ile ilişkilerde Türkiye kamuoyunda giderek azalan bir ilgi ve iştirak var? Türkiye, AB ile 17 yıldır süren bir gümrük birliği anlaşması sürecinde. Tam üyelik müzakereleri

maalesef, 2.5 yılı aşan bir süredir duraklamış vaziyette. Tabi bunlar çelişen konular. Hiç kimse 17 yıl Gümrük Birliği sürecek ama tam üyelik gerçekleşmeyecek diye düşünmemişti. Ondan kaynaklı sorunlar da yaşıyoruz. Bu gezimiz vesilesiyle Batı ekonomilerinin, aslında ekonomilerden de öte, jeostratejik bir şekilde Batı’nın yeniden şekillenmesinin projesi olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım İşbirliği Anlaşmasını (TTYO), gündemimizin en önemli konusu olarak hep dile getirdik. Türkiye, AB ile Gümrük Birliği anlaşması içinde olduğu için bu anlaşmadan etkilenecek, onun dışında da, yeniden şekillenen Batı’nın dışında kalması, Türkiye için kabullenilemez.. ■ Dışında mı kaldı mı Türkiye bu yeni yapılanmanın? Sanmıyorum. (Dışarıda) kalamaz Türkiye.. Buradaki görüşmelerimiz sırasında da, önemli bir konu başlığı olarak Türkiye ve Türkiye gibi gerek AB ve gerekse ABD ile yakın ekonomik ilişkiler ve entegrasyon içinde olan ülkeler tarafından yaratılan sorunları çözme konusunda bir arayışın olduğunu gördük. Türkiye’siz bir şekilde yeniden şekillenen Batı bizim için de kabul edilebilir değil, Batı’nın da böyle bir hata yapması beklenemez. ■ Görüşmelerinizde Türkiye’yi bu anlaşmaya entegre edecek bir arzu gördünüz mü? Tabi. Yaptığımız temaslar sırasında herkesin Türkiye’ye önem verdiğini, bizim yaptığımız gezide verilen önemin de bunun bir göstergesi diyebiliriz. Türkiye’nin AB tarafında yeterli adım atılamazsa, ABD ile yapacağı bir STA (Serbest Ticaret Anlaşması)’nın çok önemli ölçüde Türkiye’ye yardım edeceğini paylaştık. Türkiye’nin ABD ile olan uzun ilişkisini düşündüğümüzde, Türkiye’nin çoktan böyle bir STA’yı haketmiş olduğunu düşünüyoruz. TTYO süreci uzasa bile, STA’nın hızlı bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğini ifade ettik.

titüsü ve Peterson Enstitüsü ile ortak toplantılar gerçekleştirdiler. Ayrıca Kongre’deki Türk Dostluk Grubu eş başkanı ve Kongre Üyesi Virginia Foxx’un evsahipliğinde düzenlenen ve Kongre üyelerinin de bulunduğu öğle yemeğine katıldılar. BÜYÜKELÇİ TAN’DAN ÖVGÜ TÜSİAD heyeti, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan ile bir görüşme gerçekleştirdi ve heyetin onuruna Büyükelçilik Konutunda verilen Jazz konserine katıldı. Konser öncesi konuşan Büyükelçi Tan,

temsilciğin 15 yılını geride bıraktığını hatırlatarak, TÜSİAD Washington Temsilciliğinin çalışmalarının önemine değindi, Türkiye ile ABD arasında ekonomik ilişkilerin geliştiril-

mesinde büyük bir rol üstlendiğini kaydetti. Konuşmaların ardından Sunny Sumter ve Marshall Keys jazz performanslarıyla davetlilere tarihi rezidansta güzel dakikalar yaşattı.


COMIC CON FUARI NEW YORK SOKAKLARINA TAŞTI Çizgi roman, bilimkurgu, televizyon, oyuncak, bilgisayar oyunu kahramanlarına ait 700 pavyonu ve kostümlü ziyaretçileriyle Comic Con, New York’un tartışmasız en renkli fuarı (NEW YORK – POSTA 212) Dünyanın en büyük popüler kültür fuarlarından olan Comic Con, geçtiğimiz hafta New York’ta Jacob K. Javits Convention Center’da yapıldı. Dört gün süren fuar, FRP, bilimkurgu, film ve televizyon meraklılarını bir araya getirdi. Katılımcıları gibi ziyaretçilerinin de özel olarak hazırlandıkları fuar, New York’un yanı sıra ülkenin birçok kentinden ziyaretçiyi çekti. Comic Con’da hayranı oldukları çizgi roman karakterleri gibi giyinen ziyaretçiler bunun için aylarca kostüm ve makyaj hazırlığı yaptı. Dolayısıyla fuarın ziyaretçileri, New York sokaklarında şaşırtıcı kostümleriyle görüntülendi. Yaklaşık 700 farklı çizgi roman, bilim kurgu film, televizyon dizisi, manga, oyuncak, video oyunları ve roman kahramanlarına ait pavyonun yer aldığı fuarı 120 bin kişinin ziyaret ettiği tahmin ediliyor.

SAYILARLA COMIC CON

» » » » » » »

Ziyaretçilerin yüzde 33’ü 25-34 yaş arasında. Comic Con fuarında yapılan evlenme teklifi: 16 Geçtiğimiz yıl fuarda satılan hot dog sayısı: 167 bin Fuarda temsil edilen ülke sayısı: 68 Fuarda harcanan para: 20 milyon dolar Fuarın New York ekonomisine tahmini katkısı: 70 milyon dolar Superman’in ilk kez yayınlandığı Action Comics dergisinin ilk sayısının satış fiyatı: 2,16 milyon dolar

16 Ekim 2013 Çarşamba YIL 1 • SAYI 22

HAFTALIK ÜCRETSİZ

COLUMBUS GÜNÜ KUTLANDI Amerika, kıtasının en köklü geleneklerinden Colombus Günü, New York’ta da çeşitli etkinliklerle kutladı. Etkinlikte Amerikan tarihine dayalı eserler sergilenirken, dans grupları da farklı gösteriler yaptı

(NEW YORK – POSTA 212 )- New York’ta 5. Caddede ve Columbus Circle’da İtalyan – Amerikan Tarihi Kutlamaları yapıldı. Etkinliğe her yıl olduğu gibi yaklaşık 1 milyon kişi katıldı. İtalyan – Amerikan Müzesi de her yıl olduğu gibi büyük ilgi gördü. Müzede İtalyan – Amerikan tarihine dayalı birçok eser sergileniyor. Hispanik Günü Yürüyüşü ise çeşitli dans gruplarının farklı bir Latin Amerika ülkesini temsil ettiği dans gösterileri ile kutlandı.

KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞE SAYGI GÜNÜ Kuzey ve Güney Amerika kıtalarındaki birçok ülke Christopher Columbus’un 12 Ekim 1492’de Amerika kıtasını keşfettiği günü resmi tatil olarak kutluyor.. ABD’de Columbus Günü adında, birçok Latin Amerika ülkesinde Dia de la Raza, Bahamalar’da Keşif Günü, Arjantin’de Dia del Respeto a la Diversidad Cultural (Kültürel Çeşitliliğe Saygı Günü), Belize ve Uruguay’da Amerikalar Günü ve Columbus’un anavatanı olan İspanya’da Dia de la Hispanındad (Hispanik Günü) ve Fiesta Nacional (Milli Bayram) olarak kutlanıyor. 18. yüzyıldan bu yana gayrı resmi olarak kutlanan Columbus Günü, 20. yüzyılın başlarından itibaren çeşitli bölgelerde resmi bir nitelik kazandı. 1792 yılında, New York ve diğer ABD şehirleri Columbus’un Yeni Dünya’ya ayak basışının 300. yıldönümünü kutladılar. 1937 YILINDAN BERİ RESMİ TATİL Columbus Günü ilk olarak Colorado eyaletinde 1906 yılında, arkasından 1937 yılında ABD genelinde federal tatil olarak kabul edildi. Birçok İtalyan asıllı Amerikalı, Columbus Günü’nü bir anlamda geleneklerinin kutlanışı olarak kabul ediyor. 1970’lerden bu yana tatil, ekim ayının ikinci pazartesi gününe getiriliyor..

BİYONİK ADAM GERÇEK OLDU 1970’lerin bilim kurgu dizisi “6 Milyon Dolarlık Adam” gerçek oldu. Bilim insanlarının ürettiği “yapay insan” tıbbın ne kadar ilerlediğini gözler önüne seriyor (NEW YORK -POSTA 212) “6 Milyon Dolarlık Adam” 1970’lerin en popüler bilimkurgu dizisiydi. Televizyon dizisinde ölümcül bir kazanın ardından vücudu yapar parçalarla neredeyse en baştan inşa edilen bir astronot olan Steve Austin için kullanılan bir tabirdi. Ama şimdilerde bir grup mühendis, yapay organlar, kaslar ve diğer vücut parçalarını kullanarak bir insan yaratmasıyla gerçek oldu. Geçtiğimiz hafta New York’taki Comic Con Festivali’nde sergilenen, 20 Ekim’de Smithsonian Channel’da belgeseli yayınlanacak olan bu yapay insanın, böbreklerinden dolaşım sistemine tüm organları çalışıyor. Bir insanın tüm işlevlerinin yüzde 60 ila 70’ini yerine getirebilen robotun en büyük eksiği bir beyni ve sindirim sistemi olmaması. Ama omurga hasarı olan insanların kullandıkları Rex yürüyüş makinesi yardımıyla yürüyen bu robotun işleyen ve damarlarında oksijen taşıyan yapay kanı pompalayan bir kalbi, gelişmiş bir diyaliz ünitesi gibi çalışan böbrekleri var. “Biyonik Adam”, Zürih Üniversitesi’nde sosyal psikoloji uzmanı olarak çalışan ve doğuştan bir kolu olmayan Bertolt Meyer’a benzeyecek biçimde yaratılmış. Dünya çapında 17 yapay organ üreticisinin parçalarıyla çalışan yapay insanın yapılış amacı ise tıp biliminin ne kadar ilerlediğini gözler önüne sermek.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.