Petrol-İş Dergisi

Page 1



BAŞYAZI

Örnek bir örgütlenme deneyimi: Standard Profil

Değerli üyelerimiz, değerli okurlar 2012 yılı dünyada, Türkiye'de çalışanlar açısından yoğun ve mücadele dolu bir yıl oldu. Yeni yıldan umutlu olma arzu ve temennilerimiz saklı kalmak koşuluyla, 2013 yılında işçi sınıfını daha zorlu koşulların beklediğini söylemek, abartı olmasa gerek. Nitekim Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nun Ocak ayında yayımlanan Küresel İşsizlik Eğilimleri 2013 raporunda, işsizlik sorununun artarak süreceği tespitleri yer alıyor. Rapora göre 2012 yılında 197 milyon kişi işsiz kaldı. İş beklentisi kalmayan 39 milyon kişi işgücü piyasasından ayrıldı. 2013 yılında 5,3 milyon kişinin daha işsiz kalması bekleniyor. Avrupa Birliği'ndeki durgunluğun sonuçlarının azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri ciddi oranda etkilediğini kaydeden rapor, dünya ölçüsünde işsizliğin küresel krizin yaşandığı 2009'daki seviyelere çıkacağını vurguluyor. *** Türkiye'de de işsizlik rakamları çok farklı değil İŞKUR'un (Türkiye İş Kurumu) verilerine göre, işsizlik ödeneği için kuruma geçen yıl başvuranların sayısı, bir önceki yıla göre 125 bin 237 kişi arttı. Bu yüzde 26 oranında bir artış anlamına geliyor. Ülkemizde 2013 yılı ilk çeyreğinde ekonomi yavaşlama sinyalleri verirken, emek düşmanı düzenlemeler ve sendikalara yönelik baskılar da artıyor. Özelleştirme politikaları doğrultusunda işkolumuzda petrol, doğal gaz ve bor madenciliği sektörlerinde yasal değişikliklerle serbestleştirme çalışmaları hız kazandı. Petrol sektörünün arama ve üretim faaliyetlerini düzenleyen Türk Petrol Kanunu Tasarısı geçtiğimiz günlerde TBMM'ye sunuldu. Adına “Türk Petrol Kanunu” denilen yeni düzenleme ile petrol sektöründe devlet adına faaliyet gösteren kamu kuruluşu Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) zayıflatılmak isteniyor ve yabancı petrol tekelleri ile yerli, yabancı sermayeye yeni çıkarlar sağlanması öngörülüyor.

Biz Petrol-İş Sendikası olarak petrol sektöründe ulusal çıkarlarımızı gözeten politikalar geliştirilmesi, kamu kuruluşumuz TPAO'nun entegre bir yapıya kavuşturularak güçlendirilmesi, diğer kamu kuruluşumuz BOTAŞ ile birleştirilmesi ve ülkemizde kamu eliyle etkin bir petrol arama, geliştirme ve üretim stratejisinin geliştirilmesini istiyoruz. Yıllardır ülkemiz zenginliklerini ekonomik değere dönüştüren TPAO'yu zayıflatacak girişimlere kesinlikle karşı duracağız. *** İşçi sınıfı açısından pek parlak olmayan maddi koşullara rağmen Petrol-İş Sendikası krizi fırsata çevirerek önemli bir örgütlenmeyi başardı. Sendikamız 13 Aralık 2012 tarihi itibarıyla Düzce'de Standard Profil işyerinde, toplu sözleşme yetkisini alarak dört yılı aşkın süredir devam eden örnek bir örgütlenme deneyimine son noktayı koydu. Standard Profil örgütlenmesi sendikal örgütlenme stratejileri açısından Türkiye'de örnek olabilecek bir örgütlenmedir. Bu süreçte Petrol-İş Sendikası olarak işçilerin uzun vaadeli çıkarlarını hesaba katan sağlam bir örgütlenme politikası ile değerlerimizden taviz vermeden, her türlü kaynağı harekete geçirerek, makul ve gerçekçi hedefler doğrultusunda hareket ettik ve örgütlenmeyi ilmek ilmek dokuduk. “Sendikalı ol” kampanyasıyla farklı söylem ve araçlar kullanarak sendikal örgütlenmeye Düzce'de meşru bir hak olarak yeniden imaj kazandırmamızın yanı sıra yine bu örgütlenme sırasında sendikamız uluslar arası başvuru mekanizmalarından olan IFC Ombudsmann mekanizmasını kullandı. Bu, Türkiye'de bir ilkti. ** Unutmayalım işçi sendikalarını, işçi haklarını görmezden gelen, işverenler ve iktidar çevrelerine karşı örgütlendiğimiz ölçüde sözümüzü geçirip siyasal güç haline gelebiliriz. Basın servisimizin değerli çalışanı, dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz arkadaşımız bir süredir hasta, Petrol-İş camiası olarak arkadaşımızın bir an önce sağlığına kavuşup aramıza tekrar katılmasını yürekten diliyoruz.

Mustafa ÖZTAŞKIN Genel Başkan petrol-iş

1


ÖRGÜTLENME

Düzce'de bayram havası :

Standard profil işçisi örgütlendi ve kazandı.

Petrol-İş 24 Aralık 2012 Pazartesi Günü, Düzce örgütlenme bürosu önünde bir basın açıklaması yaparak, Standard Profil işyerinde yetkinin alındığını tüm üyelerimize ve Düzce halkına ve kamuoyuna duyurdu.

B

asın açıklamasına Standard Profil işçileri kitlesel olarak katılırken, açıklamada Sendikamız Genel Sekreteri Ali Ufuk Yaşar, Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreterimiz Nimettullah Sözen ve sürecin küresel ayağının örgütlenmesine katkıda bulunan İndustriALL Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Özkan hazır bulundu. Petrol-İş Kocaeli Şubesi, Kesk, Türkiye Kamu-Sen, Lastik-İş, Deri-İş, Belediye-İş, Tes-İş, Türk-Metal, Birleşik Kamu- İş başkan ve temsilcileri de bu mutlu günde sendikamızı yalnız bırakmadılar. 2

petrol-iş

Yerel gazete ve televizyonlardan basın emekçilerinin büyük ilgi gösterdiği etkinlik, Düzce Örgütlenme Bürosu Sorumlusu Ünal Akbulut'un konuşması ile başladı. Akbulut dört yıl önce Düzce'de örgütlenme sürecine nasıl girdiklerini anlattıktan sonra sözlerine şöyle devam etti: “Bu sürece başlarken bize 'Orası Düzce orada örgütlenme zor' dediler. Ama biz dinlemedik, yılmadık başladık ve sürdürdük. Ben olmaktan vazgeçtik, biz olmayı öğrendik. Biz olamayı başardıktan sonra fabrikada sesimiz yükseldi. Örgütlenmeyi ilmek, ilmek dokuduk ve kazandık. Şimdi burada bugün bir bayramı kutluyoruz. ...” Konuşması “Vur vur inlesin Düzce din-

Açılış konuşmasını Ünal Akbulut yaptı

lesin, Düzce Petrol-İş'le gurur duyuyor, sendika hakkımız söke söke alırız” slo-


Genel Örgütlenme Ve Eğitim Sekreterimiz Nimettullah Sözen örgütlenme sürecinde emeği geçen tüm üyelerimize teşekkür etti. Daha sonra konuşan Genel Sekreterimiz Ali Ufuk Yaşar, ulusal ve uluslararası desteğe vurgu yaparken, IndustriALL Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Özkan, sendikamızın Standard Profil örgütlenmesindeki başarısını kutladı.

ganlarıyla, sık sık kesilen Akbulut, daha sonra sözü Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreterimiz Nimettullah Sözen'e bıraktı.

siz haklarınızın ve sendikanızın arkasında durdunuz. Haklarınızı söke söke aldınız. Sizin sabrınız Hazreti Eyüp sabrıydı. Sabrettiniz kazandınız”

Sıra örgütsüzlerin örgütlenmesinde Sözen Standard Profil işçilerine hitaben “Petrol-İş ailesine hoş geldiniz” diyerek başladığı konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Uzun süredir verdiğiniz mücadele mutlu sona ulaştı. Sizleri kutluyorum. Düzce gibi emeğin açımasızca sömürüldüğü ve örgütlenme düzeyinin çok düşük olduğu bir yerde insanları örgütlemek elbette kolay değildi. Örgütlenme uzmanımız ve Ünal kardeşimiz gece gündüz demeden her gün, her saniye, bu iş için uğraştılar, emek harcadılar. Onları da yürekten kutluyorum.”

Düzce'de Standard Profil işçilerinin işlerinin henüz bitmediğine vurgu yapan Sözen, “Şimdi sıra örgütsüz işçilerin örgütlenmesinde. Siz örgütlendikçe, başka işçiler de kazanacak, Düzce kazanacak.” diyerek konuşmasını bitirdi.

62 yıllık mücadele tarihinde Petrol-İş Sendikası'nın başladığı işi yarıda bırakmadığına, dikkat çeken Sözen, Standard Profil'de de aynı şekilde davrandıklarını sendikanın maddi, manevi tüm gücünü harekete geçirdiklerini sözlerine ekledi. Standard Profil çalışanlarının örgütlenme sürecindeki kararlı duruşlarına da değinen Sözen : “Siz olmasıydınız başarılı olmazdık. İşveren bu süreçte tüm yasal yolları onların ardından dolanarak denedi. Dava üstüne dava açtılar. Ama

Başarıyı toplu sözleşme ile taçlandıracağız Nimettullah Sözen'den sonra Genel Sekreterimiz Ali Ufuk Yaşar söz aldı, “Buradaki başarı sizlere aittir. Biz sizi alkışlıyoruz. Umarım bu duygumuzu sizlere iletmişizdir” diye başladığı kısa konuşmasını, örgütlenme sürecindeki ulusal ve uluslar arası desteğe vurgu yaparak sürdürdü. Kararı kökünden reddeden hakime sendika adına teşekkür ettikten sonra “Mücadele yeni başladı 26 bin üyesi ile Petrol-İş Sendikası'nın yaptığı herkese örnek olacak, siz de tarihin sayfalarına bu manada geçeceksiniz. Çocuk, çoluğunuza anlamlı bir miras bıraktınız. Sizleri alnınızdan öpüyorum. Bundan sonra haklarınızı yükseltmek için elimizden geleni

yapacağız. Bu süreci toplu sözleşme ile taçlandıracağız.”dedi. IndustriALL adına coşkulu bir konuşma yapan Kemal Özkan ise “ Herkesi selamlıyorum. İşçinin düğünü, sokağın düğünü, Standart işçisinin düğünü bambaşka imiş bir kez daha gördüm. Bugün düğünümüz var. Bunu yaratan siz kahramanlara helal olsun. Büyük bir başarıya imza attınız. En büyük başarı sizlerde, sendikanızın arkasında durmasaydınız bu iş olmazdı. Sizlere helal olsun! Ama Petrol-İş Sendikası da gerek ulusal gerekse uluslar arası alanda tüm imkanlarını seferber etti. Sendikanız olmasaydı, bu başarı olmazdı. Onlara da helal olsun”dedi. İşin sona ermediğine vurgu yaparak şöyle devam etti. Bu başlangıçtır. Bundan sonra bütün Standard Profil işçilerini de siz örgütleyeceksiniz. Bursa ve Manisa'da ki arkadaşlarınızı da Petrol-İş'e katmanız lazım. Birliğimize sahip çıkacağız, sendikamıza sahip çıkacağız. Gazanız mübarek olsun” diye bitirdi. Müzikle coşup bir süre oynayan Standard Profil işçileri, başlarında Petrolİş Sendikası şapkaları ve ellerinde bayraklarla, Düzce sokaklarına dağılarak evlerinin yolunu tuttular. petrol-iş

3


UZUN İNCE BİR YOLUN SONUNDA:

STANDARD PROFİL Örgütlenme Servisi

Petrol-İş, 13 Aralık 2012 itibariyle toplu sözleşme yetkisini alarak Düzce'de dört yılı aşkın süredir devam eden örnek bir örgütlenme öyküsüne son noktayı koydu. Standard Profil işyerinde toplu sözleşme müzakeresi başlatıldı. Böylece binlerce işçinin sendikamız öncülüğünde sabır ve kararlılıkla sürdürdükleri örnek bir sendikalaşma mücadelesi zaferle sonuçlanmış oldu. Yazımızda, özgün nitelikler taşıyan bu başarılı örgütlenme sürecinin öyküsünü okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz. 4

petrol-iş

S

tandard Profil (SP) fabrikası 1977 yılında kurulan ve otomotiv üreticisi firmalara, kauçuk parçalar, sızdırmazlık filtreleri vb. üreten bir işyeridir. 2006 yılına kadar Rıfat Kamhi'nin sahibi olduğu yerel bir şirket iken, Eylül 2006'da şirket hisseleri Orta Avrupa merkezli bir girişim fonu olan Bancroft II, L.P.'ye satıldı. Standard


ÖRGÜTLENME

ÖRGÜTLENMESİNİN ÖYKÜSÜ Profil önce 2006 daha sonra 2007 yılında Dünya Bankası grubuna bağlı bir kredi kuruluşu olan Uluslararası Finans Kuruluşu'ndan (IFC) kredi alarak büyüme yolunda önemli bir adım attı (Bu, gelişme kaydedeceği beklenen firmaların yeni yatırımlarla büyümesini sağlamak amacıyla verilen bir kredidir). IFC kredi kullandırdığı şirketlerin bazı per-

formans kriterlerine uymasını beklemektedir. Bunlardan birisi olan Performans Standart II, IFC kredisinden yararlanan tüm şirketlerin uyması gereken, ILO sözleşmelerinde öngörülen örgütlenme ve toplu pazarlık özgürlüğünü de içeren, bir kredi kullandırma kriteridir. SP, kuruluşun standartlarına uygun olarak, kredi kullanımı için hazırladığı

raporunda, sendikal haklara saygılı olduğunu, Türkiye’deki fabrikasında sendika üyelerinin bulunduğunu ve Bulgaristan'daki fabrikada da sendika kurmak isteyen çalışanlarına bu konuda serbestlik tanıdığını bildirmişti. Petrol-İş'le Standard Profil arasında 1985 ile 1999 yılları arasında sekiz toplu sözleşme yapıldı. Bu tarihten petrol-iş

5


sonra sendikanın işyerindeki yetkisi düştü. 2003 yılında işyerinde yeniden bir örgütlenme çalışması başlatıldı. Bu örgütlenme çalışması için fabrikanın kurulu olduğu Düzce ilinde bir temsilcilik açıldı ve bu işle ilgili çalışacak bir temsilci atandı, örgütlenmek için işçilerle görüşmelere başladı. Bir süre sonra işveren bu görüşmelere katılan ve sendikal örgütlenmede aktif rol alan bir grup işçiyi farklı gerekçeler göstererek işten çıkarttı. İşten çıkartılanların işe iadesi için davalar açıldı. Mahkeme işten çıkarmaların geçerli bir nedene dayanmadığını ve işe iade edilmeleri yönünde hüküm verdiyse de işe geri alınmadılar. Bunlara karşın fabrikada süren örgütlenme çalışmalarımız, 2005 yılında bu kez 23 işçinin işten çıkartılmasıyla kesintiye uğradı. Petrol-İş'in o dönemde fabrikada ikiyüzün üzerinde işçiyi üye yapmayı başardıysa da bahsedilen şartlarda sonuca ulaşmak mümkün olamadı. Bir İlk: IFC-Ombudsman Mekanizmasının Kullanılması Sendikamız şirketin kredi kulanımının ardından, örgütlenme sürecinde yaşanan hak ihlallerinin IFC'nin standartlarına uygun olmadığı yönünde bir şikayetle Ağustos 2008 tarihinde başvuruda bu-

6

petrol-iş

lundu. Başvurumuz IFC'nin bu tür başvuruları değerlendirmekle görevli Ombusmanlığı (CAO) tarafından ele alındı ve çözüme yönelik bir prosedür başlatıldı. Ombudsman ilk incelemeler ve taraflarla görüşmeler sonucunda şu kararları aldı: 1. PS2 Farkındalığını Teşvik Etme: Standard Profil, temel iş standartlarına dair standart ifadeler oluşturacak (PS 2 ile uyumlu olarak) ve işçiler tarafından kolay anlaşılan bir şekilde iş yerinde görünür yerlerde ifşa edecektir. 2. Çalışanları ve Yönetimi Eğitme: Standard Profil yönetimi ve çalışanlarına PS2’ye dair bilgilerini artırıcı eğitim verilecektir. 3. İş Denetimi Gerçekleştirme: Standard Profil yönetimi, IFC ve CAO’ya IFC’nin iş standartlarına uyum sağlandığının güvencesini vermek amacıyla Standard Profil, CAO ve IFC’ye danıştıktan sonra altı ay içinde bağımsız bir iş denetimi gerçekleştirecektir. IFC/Omdusman'ın yukarıdaki hedefler doğrultusunda işyerinde hayata geçirilmesini sağladığı eğitimler, işçilerin ka-

tıldığı sosyal diyalog mekanizmaları ve denetimler buradaki örgütlenme iklimini olumlu yönde etkiledi, çalışanların sendikal faaliyetlere katılımını engelleyen endişeleri belli ölçüde azalttı. Öte yandan Ombudsmanlığın hayli ağır işleyen bürokrasisi ve her konuda tatminkar bilgi ve yanıt üretmeyen işleyişi IFC'nin ortaya koyduğu standartların uygulanmasıyla ilgili zaafları göstermiş oldu. Başvuru tarafı olarak Petrol-İş'in süreçte daha çok muhatap alınması, daha çok bilgi paylaşımına gidilmesi ve en önemlisi ulusal yasaların ötesinde standart kritelerinde referans verilen ILO sözleşmelerinin denetimlerde esas alınmasının yerinde olacağı yönündeki değerlendirmelerimiz Ombudsman yetkililerine iletildi. Tüm tespit ve eleştirilerimize karşın bu mekanizmayı Türkiye'de ilk kez kullanan sendikalardan birisi olarak IFC Ombudsman etkinliğinin sendikal çalışmalardaki önemi ve katkısının önemsenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Petrol-İş Düzce Sokaklarında: Sendikalı Ol! Kampanyası Düzce'deki örgütlenme sürecinin altyapısını oluşturduğumuz sıralarda Petrolİş bir süredir üzerinde çalıştığı Sendikalı


Ol! Kampanyasını da başlatma kararı aldı. Farklı söylem ve araçlarla sendikal örgütlenmeye meşru bir hak olarak yeniden imaj kazandırılmasını hedefleyen kampanyanın Düzce'den başlatılmasına karar verildi. Örgütlenmenin esasen işçilerle doğrudan ve güvene dayalı ilişkilerle olabileceği bilinmekteydi. Kampanyadan beklenense bu türden ilişkilerin arka planını güçlendirmek, sendikaya duyulan güveni artırmak, sadece hedef kitlemiz olan işçileri değil aynı zamanda onların ailelerini, sosyal çevrelerini de kapsayan yerel kamuoyuna sendikal örgütlenmeye ilişkin olumlu mesajlar vermekti. Kampanyanın iki temel amacı şöyle belirlendi: - Yerel düzeyde Petrol-İş Sendikası'nın örgütlemeyi hedeflediği işçiler tarafından tanınırlığını sağlamak, işçileri sendikalı olmaya özendirmek ve onlarla iletişim kurmak.

başlıklı, işçileri hakları konusunda bilgilendirici ifadeleri içeren ilanlar yer aldı. Yoğun bir hazırlık döneminin ardından, Sendikalı Ol! kampanyasının sokak ayağı 8 Haziran 2009'da başlatıldı.

- Yerel kamuoyunun sendikal örgütlenmeye ve Petrol-İş'e olumlu yönde bir yaklaşım geliştirmesini sağlamak. Kampanyamız Düzce'de Mayıs ayı sonu itibariyle, kentteki bilboardların ve otobüs duraklarındaki raketlerin büyük bölümüne asılan kampanya afişlerimizle başladı. Afişlerde gülümseyen, iş giysileri içindeki üyelerimizin “Sendikalı Ol!” çağrıları yer aldı. İşçileri bölge, cinsiyet, yaş, siyasi görüş gibi ayrımları aşarak sendikalılık kimliğinde buluşmaya davet eden kampanya materyallerinde, sendika: gücündür, hakkındır, gelecektir, dayanışmadır gibi vurgular yapıldı. Broşür ve web sitesinde yer alan metinlerde ise sendikalılığın anlamı, işlevi ve önemine dair bilgiler, açık ve anlaşılır bir dille sunuldu. Üç farklı versiyonda hazırlanan tanıtım ve çağrı filmleri Düzce yerel televizyonlarında çok izlenen yayın kuşaklarında gösterime ve radyo spotları da yerel radyolarda yayına girdi. Yine yerel gazetelerin hemen tümünde kampanya afişlerini ya da “bunları biliyor musun?”

Düzce emekçileriyle doğrudan temas olanaklarını geliştirebilmek amacıyla bir hafta kentin en merkezi noktalarından birisinde duracak olan tanıtım standının açılışı, genel merkez yöneticileri, yakın şubelerden temsilciler, uzmanlar ile yerel sendika ve kurum temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Düzce temsilciliğinden standa kadar çiçekler ve kampanya tişörtleriyle birlikte broşür ve bildiri dağıtımı yapılarak bir yürüyüş de yapıldı. Stantta kampanya materyalleri dağıtıldı, sendika görevlileri gelenleri bilgilendirdiler, kampanyayı ve sendikamızı tanıttılar. Aynı akşam Düzce'deki çalışma yaşamıyla ilgili kurumlar, yerel medya, sendika, siyasi parti ve demokratik kurum temsilcileriyle, yöre

belediye başkanlarına yönelik bir yemek daveti ve belediyeye ziyaret gerçekleştirildi. Sonraki günlerde genel başkan ve sendika uzmanları yerel televizyonlarda programlara katılarak kampanyanın tanıtımını yaptılar. Kampanyanın Düzce ayağında üzerinde önemle durulan konulardan birisi de sendikanın yerel düzeydeki sorunlara da duyarlı bir aktör olmasının gerekliliğiydi. Kampanyanın Sonuçları: Düzce İşçi Sınıfına Yeni Bir Soluk Kampanya, Düzce kamuoyunda öncelikle şaşırtıcı bulundu. Her zaman reklamların yer aldığı bilboardlarda bir sendikanın örgütlü olmaya çağıran afişlerinin yer alması; kahve, kuaför, çocuk parkı gibi günlük yaşam mekanlarında çekilmiş tanıtım filmlerinin yerel te-

Sendikalı OL’un MERAL ABLASI 2012 Ocağında yitirdiğimiz Meral OKAY da kampanya filmimizde oynayarak bize destek olmuştu. Sevgiyle anıyoruz.

petrol-iş

7


DİCK BLİN DÜZCE’DE Uluslararası Kimya, Enerji, Maden ve Genel İşçi Sendikaları Federasyonu ICEM'in İletişim ve Kampanyalar Sorumlusu Dick Blin de örgütlenme kampanyamıza destek verenler arasındaydı.

levizyonlarda gösterilmesi başlangıçta arzulanan meşruluk algısının oluşumuna önemli bir katkı sağladı. Kampanyanın bir başka özelliği de açık olmasıydı. Örgütlenmek istediğimiz iş-

yeri Düzce kamuoyuna açıkça bildirildi, geleneksel gizli çalışma yöntemlerinin dışına çıkıldı. Kampanya Düzce'de geniş bir ilgi ve sempatiyle karşılandı. Standımıza ve temsilciliğimize çok sayıda işçi gelerek bizimle iletişime geçti, sadece işkolumuzda değil başka işkollarından emekçiler açısından da Petrolİş bir danışma merkezi, bir umut odağı olma özelliği kazandı. Hedef kitlemizdeki işçilerle temaslarımız yoğunlaştı, birçoğu kampanya sayesinde geçmiş deneyimlerinden veya duyduklarından edindikleri sendikaya yönelik güvensizlik içeren önyargılarını aştılar. Özellikle genç işçiler için kampanya enerji, umut ve kendine güven 8

petrol-iş

yaratan bir ortam oluşturdu. Hedeflediğimiz işyerinde güçlü bağlantılar yaratıldı. Uzun süreli ve özverili bir çabayla sürdürülen Desa örgütlenmesi ve direnişinin ardından Petrol-İş'in yürüttüğü Sendikalı Ol! kampanyasının da etkisiyle Düzce'de sendikal bir canlanma gözlendi. Kentte giderek güçlenen bir “sendikalar birliği” oluşturuldu, 1 Mayıs kutlamaları yıllar sonra ilk kez alanlarda ve geniş bir katılımla yapılmaya başlandı. Farklı sendikaların örgütlenme çalışmaları yoğunlaştı. Petrol-İş'in örgütlenme çalışmaları ise koyduğu hedefler doğrultusunda ilerledi. Örgütlenme ve Yetki Süreci: Artık Sabrımız Kalmadı Şubat 2010'dan itibaren Standard Profil işyerinde Petrol-İş'e üye kayıtları başlatıldı. Başlangıçta üye kayıtları çok ağır biçimde ilerledi. Büyük ölçüde IFC Ombudsmanının işyerindeki faaliyetlerinin yarattığı iklimin de etkisiyle bu kez doğrudan yoğun bir baskısı olmasa da, işçilerin geçmişte yaşananlardan kaynaklı korkuları üye olmalarını zorlaştırıyordu. Öte yandan bazı fabrika yetkilileri açıktan olmasa da gizli biçimde bazı işçilerde sendikalaşma konusunda korku yaratabildiler. 2010 yılı sonunda üyelikler yeniden hız

kazandı ve 2011 başlarında yetki için gerekli sayıya ulaşıldı. 25 Şubat 2011 tarihi itibariyle Çalışma Bakanlığı'na çoğunluk tespiti için başvuru yapıldı. Bu arada 19 Mart 2011 tarihi itibariyle de yaptığımız işkolu tespit başvurusu lehimize sonuçlandı ve işletmenin işkolumuzda olduğu tespit edildi. 21 Mart 2011 tarihinde Düzce Örgütlenme Bürosu'nda yapılan basın toplantısı ile geldiğimiz aşama kamuoyuyla paylaşıldı. Kamuoyuna Petrol-İş'in ve Standard Profil işçisinin başlıca beklentisinin; “Toplu sözleşme yetki prosedürü uzatılmadan, sonuçsuz yargı labirentlerine girmeden neticeye ulaşılması; işçi ve işveren taraflarının müzakere masasına biran önce oturması” olduğu ilan edildi. Ancak işveren işkolu tespitine mahkeme kanalıyla itiraz ederek tam da söz edilen yargı labirentine girilmesine ve sürecin uzamasına neden oldu. İşe iade davası açıldı Bir yandan bıktırıcı yargı süreçleri uzarken bir yandan da bazı öncü üyelerimiz çeşitli bahaneler yaratılarak işten çıkartıldılar. Bunun sonucu olarak toplu iş ilişkileri düzeyinde, sözleşme hakkını elde etmek için verdiğimiz hukuksal mücadele bireysel iş hukuku alanına da taşındı. Haksız biçimde çıkartılan kırkı aşkın üyemiz için işe iade ve sendikal tazminat davaları açılarak hakları sonuna kadar arandı. Davaların bir kısmı işe iade, bir kısmı da aynı zamanda sendikal tazminat haklarının kazanılmasıyla sonlandı, bir kısmı ise hala devam ediyor. Tüm bu gelişmeler olurken yerel temsilciliğimiz ve merkez servislerimiz, zaman zaman genel merkez yöneticilerimizin de katıldığı, sohbet toplantıları, yemekler, eğitim ve bilgilendirme seminerleri ile Düzce'deki üyelerimizin örgütsel sahiplenme içinde olmasını sağladı, sağlıklı bir iletişimi sürdürerek güveni ve dayanışmayı güçlendirdi. Aynı zamanda SP işçileri 1 mayıs törenlerinde yer aldılar, Düzce işçi sınıfı için öncü oldular. Sürecin uzaması üzerine


Nisan 2012 ve Aralık 2012'de fabrika önünde yapılan kitlesel basın açıklamaları ile Standard Profil işçisinin sabrının kalmadığı, TİS hakkına kavuşmak istediği işverene ve kamuoyuna güçlü bir biçimde ifade edildi. Uzun Sürmüş Bir Başarı Öyküsü Nihayet yargı süreci sona erdi. Yeni çıkartılan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 43. maddesinde yer alan; “itiraz dilekçesinde veya ekinde somut delillerin yer almaması hâlinde itiraz incelenmeksizin reddedilir” biçimindeki yeni düzenlemeyi öncü bir kararla uygulamaya sokan mahkeme hak ettiğimiz toplu sözleşme yetkisini sendikamıza verilmesi yönünde hüküm verdi. Biz bu örnek kararın yaygınlaşmasını; yıllardır örgütlenme süreçlerini tıkayan, anayasal bir hakkın kullanımına fiilen engel olan, gereksiz ve mesnetsiz “çoğunluk” itirazlarının artık tarihe karışmasını bekliyoruz. Mahkemenin kararının ardından Bakanlık yetki belgemizi gönderdi ve bu uzun ince yol mutlu bir kavşakta son buldu. Şimdi önümüzde dikkatle ve dayanışma içinde yürütülmesi gereken bir toplu sözleşme süreci var. Moral kaynağı oldu Standard Profil örgütlenmesi öncelikle uzun sürmüş bir ayrılığın son bulması olarak değerliydi. 1990'ların ortalarına kadar örgütlü olduğumuz ve toplu sözleşme imzaladığımız ama sonra dönemin koşulları yüzünden kaybettiğimiz, sektörünün en büyük işyerine yeniden dönmenin simgesel bir değeri var. Aynı zamanda örgüt olarak uzun zamandır özlediğimiz dikkate değer bir başarılı örnek olarak moral kaynağı oldu, sendikal kadrolara umut ve motivasyon sağladı. Standard Profil'de yürütülen çalışmalar bir anlamda deneysel ve öncü bir örgütlenme modeli oluşturdu. Birçok kanal kullanıldı, farklı mekanizma ve yöntemler koordinasyon içinde, yerel ve merkez işbirliğiyle devreye sokuldu ve uygulandı. Düzce'de uzun bir aradan sonra yeniden

faaliyete başlayan Örgütlenme Bürosunun deneyimli bir temsilci tarafından neredeyse bir şube gibi kapsamlı, sürekli ve sistemli bir biçimde işlemesi çalışmanın sağlam bir yerel ayağa dayanmasını sağladı. Öte yandan merkezi düzeyde Örgütlenme Servisi buradaki faaliyeti özel bir program çerçevesinde ve öncelikli konusu olarak ele aldı, yerel çalışmayı tamamlayacak her türlü organizasyonu hayata geçirdi. Yerel kamuoyunun desteği Merkezi faaliyet; Eğitim, Dış İlişkiler, Basın, Hukuk, Toplu Sözleşme, Araştırma servislerinin de farklı düzey ve biçimde katkılarıyla beslendi, kollektif bir nitelik kazandı. Yerel düzeyde yürütülen çalışmalarda bölgenin ve işçilerin sosyal, kültürel yapıları gözetildi, sadece fabrikadakileri değil yerel kamuoyunu da hedefleyen, dönüştürücü bir perspektifle yaklaşıldı. Böylece yerelle merkezin birbirini tamamladığı ve desteklediği örnek bir örgütlenme deneyimi yaşanmış oldu. Bunun tüm Petrolİş kadroları için dikkatle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

sonrasında IndustriAll, uluslararası mekanizmaların kullanılması, bilgi alışverişi ve küresel düzeyde ilişkilerin sağlanmasının yanısıra federasyon yetkililerinin Düzce'ye yaptığı ziyaretlerle bizzat da yanımızda yer aldı. Kısacası federasyon, bu çalışmanın uzaktan destekçisi değil, her aşamada içinde olan bir aktörüydü. Yine federasyonumuz aracılığıyla Standard Profil'in tedarikçisi olduğu çok uluslu otomotiv firmalarında örgütlü sendikaların ve kurulu işletme konseylerinin desteğinin sağlanması da söz etmeye değer bir başka moral etken oluşturdu. Petrol-İş Sendikalı Ol! diyerek çıktığı yolda şimdi daha büyük hedeflere, daha güçlü ve kararlı biçimde yürümeye hazırdır. Birlikte yürüdüklerimize ve yürüyeceklerimize selam olsun...

Bu süreçte Petrol-İş olarak özel bir önem verdiğimiz uluslararası dayanışma sürekli ve güçlü bir biçimde yaşandı. Bağlı olduğumuz küresel federasyonumuz ICEM ve birleşme petrol-iş

9


SÖYLEŞİ

Sandard Profil Çalışanları:

Küçük bir azınlıktık, çoğaldık ve kazandık...

Petrol-İş Sendikası olarak uzun süredir pek çok engele rağmen, örgütlenme faaliyeti yürüttüğümüz Düzce'deki Standard Profil işyerinde, toplu sözleşme yapma yetkisini aldık. Süreç boyunca örgütlenmeyi fabrikada ilmek ilmek işleyenler vardı. Arslan, İrfan, Rıdvan, Onur... Biz sorduk onlar anlattılar. Uzun bir örgütlenme sürecinden sonra yetki aldık, bu süreci siz nasıl yaşadınız? Arslan Durak: Son örgütlenme atağına başlamadan önce fabrikada bir örgütlenme bırakılmıştı zaten. Yönetim işçiyi sosyal bir varlık olarak görmü10

petrol-iş

yordu. Biz de sosyal bir varlık olduğumuzun fabrikanın hayatımızın bir parçası olduğunun bilincindeydik. Gelecek kaygılarımız vardı, bir makine gibi algılanmak istemiyorduk. Bu bilinç ortak bir bilinçti çünkü arkadaşlarımızla sürekli konuşuyorduk. Sendikalaşma kolay olmadı. Zor süreçlerden geçtik, baskılar

yaşadık. Standard Profil’de çalışan arkadaşlarımız işlerini en iyi biçimde yapan insanlardı. Örgütlenme sürecinde de işlerimizi en iyi biçimde sürdürdük, hiç aksatmadık. Bu önemliydi. Şirketin büyümesi de zaten bu durumu ortaya koyuyor. Standard Profil globalleşti. Bursa' da, Manisa da, Afrika'da yeni yatırımlarda bulundu. Madem büyüyorsunuz, işimizi en düzgün şekilde yapıyoruz, bundan biz de payımızı alalım, dedik. Bu çok normal bir talep. Hiçbir biçimde kanun dışı yollara girmedik. Fabrika hedefleri tuturuyor, artık bize de hakkımızı verin, dedik. 30'a yakın arkadaşımızı bu mücadele de kay-


bettik. İş akitleri haksız yere fesh edildi. Ama biz dik durduk. Bu arada bir sosyal diyalog süreci yaşadık.

Arslan DURAK

Nasıl bir şeydi bu? Fabrikada sosyal diyalog kurulu kuruldu ve başkanı ben oldum. Bu süreçte İrfan abi başta olmak üzere tüm arkadaşlarım beni desteklediler. Orada pek bir şey kazanamadık. Çünkü hiyararşik bir sistemdi böyle bir sistem içinde işçinin yapabileceği pek az şey vardı. Ama bu süreç örgütlenmemize katkıda bulundu. Ünal Abi'den de destek aldık, fikirlerimizi ilettik, bazı konularda ona danıştık. Sosyal Diyolog Kurulu dediniz değil mi? Evet, kurulu, ismi böyleydi. “Avrupadaki sosyal hakları biz de veriyoruz” düşüncesi çevçevesinde kuruldu sanıyorum. Ama Avrupa'da sosyal taraflardan biri sendikadır. Bizde bu yoktu. Dolayısıyla “sosyal hakların” çoğundan yarar60 kişiden lanamadık. Kurul oluşuyordu, 10 asil üye vardı. Biz kurul toplanmadan iki hafta önce aşağıya iniyor, çeşitli bölümlerde çalışan arkadaşlarla sorunları konuşuyorduk. 10 kişi bu sorunlar üzerinde konuşuyor, sonra da yukarıya bildiriyorduk. Bildiriyorduk ama cevap alamıyorduk. Bunun üzerine anayasal haklarımızı kullanıp “sendikaya üye olalım” dedik. Biz bunun bir hak olduğunu biliyor, herkese de böyle anlatıyorduk. Zorlu bir ikna süreci yaşadık. Arkadaşlarımızla

defalarca konuştuk. Sendikayı yanlış tanıyor çalışanlar. Siz fabrikada ne tür bir iş yapıyorsunuz? Üretimdeyim, operatörüm. Standard Profil'de her işçi, her işi yapıyor. Mesela bugün ben bu bölümde çalıştım, ertesi gün başka bölüme gidebiliyordum. İrfan Abi bu süreçte çok yer değiştirdi. Bir yerden alıp başka bir yere veriyorlar, orada çalışmaya başlıyor ertesi gün oradan da alıyorlardı. Çok meşakkatli ama iyi bir örgütlenme süreci yaşadık. Fabrikada çalışan arkadaşlarımızın hemen hemen tümüyle görüştük. İnsanlar kendi çıkarlarının nerede olduğunu bilmelerine rağmen yine de bazı şeylerden çekinebiliyorlar. Bizde bir sendikada örgütlenmek anayasal bir hak olmasına rağmen belki de iyi anlatılamadığından, sanki suçmuş gibi algılanıyor. Avrupa’da mesela böyle bir şey yok, bir işyerine girdiklerinde biliyorsunuz, o fabrika sendikalıysa doğrudan sendika üyesi olabiliyorsunuz. Bazen de insanlar bir muhatap arıyor. Belli bir mekana gelmeleri bile onlarda güven duygusu oluşturuyor. Bir basın açıklaması olacak telefonlarımız hiç susmuyordu devamlı herkesi arıyorduk. Biz bu süreçte tüm modern ileteşim araçlarını ve iletişim tekniklerini kullandık. Sosyal medya olanaklarından da yararlandık. Yoksa Düzce örgütlenme geleneğinin çok gelişkin olduğu bir yer değil sendikaya öcü gibi bakıyorlardı çünkü. Sizin daha önce sendika ile tanışıklığınız var mıydı? Babam 25 senedir Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nda çalışıyordu ve sendikanın ne olduğunu biliyordu. Ben de biliyordum. Düzce’nin yapısı biraz değişik, insanlar genellikle tarımdan para kazanıyorlar. Mesela fındık işçisi biri gelecek kaygısıyla Standard Profile girmiş. İşçiliğin ne olduğunu bilmedikleri için olup biteni de çok anlamıyorlardı. Bu ikinci işleriydi çoğu kez. Benim başka işim yok. Sendikalaşma sürecinde biz işçiliğin ne anlama geldiğini anlattık.

İrfan KELEŞ

Yetki geldikten sonraki durum ne peki? Herkes arayıp bizi kutluyor. İçlerinde hala inanamayanlar da var. Akşam bir arkadaşım aradı “ facebookta paylaşmıssın ama anlayamadım heyecandan, sen de anlatsana bir defa dedi.” Standard Profil örgütlenmesinden sonra Düzce’nin sendikal örgütlenmeye karşı bakış açısı değişecek. İrfan Keleş: 1997 Standard Profil1’de yani en eski fabrikada çalışmaya başladım. Fabrikaya geldiğimde sendika yoktu ama daha önce sendika olduğu için sosyal haklar hala devam ediyordu. Onların çoğundan yararlandım. Petrol-İş örgütlüydü değil mi? Evet. Sendika gitsin haklarınız aynen devam edecek, denmiş. Ama haklar devam edecek demelerine rağmen tam tersi oldu; teker, teker tüm haklarımızı elimizden aldılar. 220 kişiydik sayımız azdı. O zamandan gelen bir deneyimimiz var yani. Arkadaşlar bize “abi ne olacak?” diye sorduklarında, “ Onlara bakın o zaman şu şu şu haklarımız vardı” diye anlatıyordum. Meselenin bütününü bir türlü göremiyordu bazı arkadaşlarımız. Mesela taleplerimizi teker teker sıralıyoruz. Ama tüm bunlar içinde tutup 50 TL'lik terlik parasını veriyorlar sadece. Bazı arkadaşlar tereddüt ediyorlar. “Onu almamak lazım” diyorum. Çünkü diğer haklar alındığında ancak terlik parası bir anlam ifade eder. SP1 örgütlenmesini bizler gerçekleştirdik, yüzde 90 petrol-iş

11


rine “nasılmış?” diye gülerek bakıyoruz. Hoş bir duygu, gurur verici aynı zamanda. Şimdi üye olmaya korkan taşeron işçiler bile “Biz ne zaman alınacağız?” diye soruyorlar. Bu insana kendini çok iyi hissettiriyor. Ağzım kulaklarında geziyorum fabrikayı.

başarı sağladık orada. Sendikal örgütlenmeden dolayı çok işimi değiştirdiler. Ama bana verilen her işi yaptım. Çünkü sendikalı işçinin en iyi çalışan işçi olması lazım. Tembeller bize yaramaz. SP1’de yapmadığım iş kalmadı. Bir amacımız vardı, sendikalaşmak istiyorduk; bu amaç için tuvalet bile temizlerdim. Eski elemanım her işi biliyorum. Onlar da biliyorlardı bunu. Bezdirip işten çıkmamı istiyorlardı. Bu süreçte “ekip liderliği” diye bir şey çıkardılar. Sendikalı olanlardan seçtiler tüm ekip liderliğini, istifa etsinler de birlik ve beraberliği bozalım, diye. Fakat bu taktikleri elbette tutmadı. “Ben sendikaya girersem babam beni evden atar” diyen genç çocuklar vardı burada. Tüm bunlara rağmen iyi bir başarı yakaladığımızı düşünüyorum Şu anda fabrikada nasıl bir hava esiyor, sizin gözlemleriniz neler? Herkes çok sevinçli şu an. İnanamayanlar var. “Nasıl olacak abi ne zaman masaya oturulacak?” diye soruyorlar. Toplu sözleşme görüşmeleri için sizlere öneri getirenler var mı? Herkesin bir talebi ve önerisi var, hepsini yerine getirmek mümkün değil elbette. En başta ücretlerin yükseltilmesini istiyorlar. Ücretin her şey olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Patron ücretleri yükseltti o zaman sendikadan istifa edecek misin? Tabii ki olmaz, sendika olmadığında, bugün zam veren işverenin yarın haklarımızı elimizden kolayca ala12

petrol-iş

bildiğini daha önce gördük. Sendikayla birlikte alabileceğimiz sosyal hakları anlatıyoruz arkadaşlarımıza. Çocuğuna harçlık verir gibi 80TL bayram parası veriliyordu örneğin. Bunun her zaman yararlanabileceğimiz bir sosyal hak olarak toplu sözleşmede yer alması çok başka bir şey. Siz şu anda bir ohh çektiniz mi? Arslan: Bu süreç başladığında benim bazı sıkıntılarım vardı, bunların bir kısmı özeldi bir kısmı da işten kaynaklanan sıkıntılardı. İzine çıkamıyorduk, işimiz olduğunda izin almıyorduk, yerine çalıştırmalar vardı, Ayrıca yıllarca çalışmamıza rağmen kıdem alamıyorduk. Süreç biraz uzayınca, herkes bana, ne zaman sendika gelecek, ne zaman gelecek, diye soruyordu. Bu konuda hiç tereddütüm olmadı. Sosyal diyalog sürecinin başındayken kimse bizi çok da dikkate almıyordu. Sendikalaşma süreci hızlanınca sendikalılar taraf olarak görülmeye başlandı. O zaman işçilere ortak toplantılar yapmaya başladılar. Şu anda güçlü hissediyorum kendimi. İnsan yerine konulduğumu hissediyorum. Bu süreçte yalnız olmadığımızı diğer sendikalarla ve demokratik kitle örgütleriyle bir dayanışma içinde olduğumuzu ve birbirimizle nasıl kenetlenebileceğimizi de gördüm. Bu çok güzel bir duygu. İrfan: Bize “buraya sendika girmez” diyorlardı. Şimdi bunu diyenlerin yüzle-

Arslan: Bu süreçte Fatih diye bir arkadaşımızı işten atmışlardı. Onun lehine şahitlik yaptım. Bana bu sene sıfır zam yaptılar. Bu tür yaptırımlarla hiçbir şey engellenemez. “Umurumda değil, biz haklıyız, anayasal hakkımızı istiyoruz” dedim. Hiçbir hak savaşmadan, bazı şeyleri göze almadan kazanılmıyor. Her mütareke savaşla kazanılır. Rıdvan Atan: İrfan abiyle aynı bölümdeyiz, hamur dairesinde çalışıyoruz bedenen çalışıyoruz biz. Sürgün yeridir hamur dairesi, üretimde bizim gibi vukuatlı olanları oraya sürerler. Toz halindeki kauçuğu hamur haline getiriyoruz. Çok tozlu bir yer onun için. Hem sağlık açısından hem de işin ağırlığı açısından en riskli yerlerden biridir.

Rıdvan ATAN

Maske gibi koruyucu araçlar veriliyor muydu? Evet onu veriyorlardı. Ama ne kadar maske kullanırsanız kullanın yetmiyor. Her yanınız toz içinde kalıyor. Öyle bir tozdur ki en ufak bir delik görmesin hemen oradan sızar. Tulumunuz var. Tulumları dört saatte bir çıkarıyoruz, ama ne yaparsanız yapın onları çıkardığınızda içiniz simsiyah oluyor. Her gün biz banyo yaparız. Bakın yüz derilerimiz


soyuluyor. Bunun dışında bütün bel ve boyun fıtığı hastalıkları bizim bölümde olur. Toplu sözleşmede sağlık sorunlarını da dile getirecek misiniz? İrfan: Zaten daha önce sendika varken burada bir hamur dairesi primi verirlermiş. Ama sadece para değil işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin gündeme getirilmesi gerekiyor. Rıdvan: Tabii sağlık çok önemli. Her şeyin başı o. Hasta olduğunuzda çalışamazsınız. Mesela İrfan Abinin çalıştığı yerde talk denilen pudra kullanmak zorundasınız, onsuz çalışamıyorsunuz, saatte bir maske değiştirseniz bile talkı yutuyorsunuz. Ciğerlerde hasar oluşturuyor. Bir de silikon bölümü var. Orada da kimyasallarla çalışıyorsunuz. Orası da tehlikeli. Ama bizim bölümümüzde solduğumuz zararlı maddelerin dışında bir de ağır çalışıyoruz. Arslan: Onların bölümünün karşısında bulunuyorum ben. Geçerken kapı komple açık olduğu için biz de toz soluyoruz. Tozların dağılması için rüzgar kanallarının olması lazım onlar yok. Toz var diye açıyorlar kapıyı haliyle başka taraflara da yayılıyor. Rıdvan: İmalatın devam etmesi gerekiyor onlar için. Gerisi önemli değil. Hiçkimse vazgeçilmez değil, siz gidersiniz başkası gelir diyorlar, bize… Taşeronlaşma ne düzeyde? Arslan: Eskiden daha çok taşeron işçi vardı. Sendikalaşmaya başladığımız noktada taşeron işçilerin büyük bölümünü işe aldılar. 940 taşeron işçisi vardı. 540 kişiyi işe aldı işveren, biz de bunların 400’üne imza attırdık. Yetkiyi almadan çok kısa süre önce 160 taşeron işçisini de kadroya aldılar. Rıdvan Ata: Bizim hamur bölümüne taşeron almıyorlar hepsi kadrolu çünkü orada işi çok iyi bilmek, uzman olmak gerekiyor. Ağır sanayiye girecek bölüm aslında. 120 kiloluk hamurlarımız var.

Çoğu zaman elle taşıyoruz, o kadar ağır yani. Yetki haberini siz nasıl aldınız? Rıdvan: Haberi ilk alan ve fabrikaya dağıtan ben oldum. İnternetten takip ediyordum. “Mahkeme itirazı reddetti, yetki belgesi verildi” diye okudum. Hemen arkadaşlara yaydık haberi, göğsümüz kabararak. İrfan: Ben sonra Ünal Abi’yi aradım, o da doğrulayınca çok çok sevindik. İşveren bazen olmamış şeyi olmuş gibi gösteriyor. Bizim arkadaşlar olmadığını görünce umutsuzluğa kapılıyorlar. O

Onur URHAN

yüzden emin olmak istedik. Onur Urhan: Az kişiyle savaşa çıkıp, bir anda herkesi yanımıza topladık. Cumhuriyeti kurmak gibi bir şeydi. Zamanında Mustafa Kemal Atatürk’te istenmiyordu. O ve onun gibi düşünenler azdı ama buna rağmen bir araya gelip, milli mücadeleyi başlattılar. Biz de öyleydik. Ufak bir azınlıkla başladık, giderek çoğaldık ve kazandık. O ufak azınlık içindeydiniz Şu anda SP3 lokasyonda çalışıyorum. Ben ilk başta azınlığın dışındaydım. Burada kadrolu ve taşeron diye bir ayrım var. Biz taşeron işçisiydik. Daha sonra kadroya aldılar ve azınlığın içinde yer almaya başladık. Birlik olunca bir güç olduk elbette. Kendi açımdan hiç tereddüt etmedim. İnsanın yaptığı işe öncelikle kendisinin inanması gerekiyor. Herkes kendi biriminde birilerini ikna etmeye çalıştı. Ar-

kadaşlarla konuşurken bazı fikir ayrılıkları oluyordu tabii. O kadar fazla insanın aynı biçimde düşünmesini bekleyemezsiniz tabii. Onları ikna etmemiz biraz zor oldu. Ama sonunda inandılar ve bizle birlikte oldular. Şu anda mutluyuz, yeni bir çocuğumuz olmuş gibi hissediyoruz. Siz neler gözlemlediniz, yetkiden sonra çalıştığınız bölümde? Onur: Herkes tebrik ediyorlar. Yalnız işçiler sevinmedi… Düzce olarak komple sevindik. Biz de mücadelemizi sonuna kadar, yılmadan sürdürdük tabii... Toplu sözleşme süreci hakkında ne düşünüyorsunuz? Arslan: Burada çalışıyor ekmek parası kazanıyoruz, ücret tabii önemli ama bundan daha çok da ilk sözleşmenin çok sağlam bir zemin üzerine oturması gerekiyor. Temel sağlam olsun ki binayı üzerine rahatlıkla çıkalım. Daha sonraki sözleşmelerde biz taleplerimizi daha da şekillendirebiliriz. Rıdvan: Masaya oturmadan önce arkadaşlarımızın ne tür dertleri var, bunun üzerine mutlaka konuşmalıyız. Bölüm, bölüm ayrı dertler olabiliyor. SP1’de çalışıyoruz, en büyük derdimiz, servisten SP2’de inmemiz. Orada beş on dakika bekledikten sonra servis geliyor bizi fabrikaya götürüyor. Arkadaşlarımız bu sorunun çözümlenmesini istiyorlar bizden. Onur : Bizim açımızdan en önemli konu işçi sağlığı ve güvenliği. Yeni gelen bir işçinin büyük makinelerde çalışması için çok iyi bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Şimdiye kadar çok iyi eğitim almıyordı. Bir, iki hafta bize bakarak öğreniyor. Ama daha ciddi ve düzenli bir eğitim gerekiyor. Rıdvan: Mesela tuz banyolarında eskiden taşeron işçi çalışmıyordu. Çünkü buralar çok tehlikeli yerler, asitli anında yakıyor, deliyor. Değişimlerde buraya taşeron işçi geliyor. Esasında burada taşeron işçi çalıştırmamak lazım. Bu da önemli bir konu bizim açımızdan. petrol-iş

13


GÜNDEM

Petrol, doğalgaz ve borlarda kamu varlığı zayıflatılmak isteniyor:

İŞKOLUMUZDA SERBESTLEŞTİRME SALDIRISI

Aşkın SÜZÜK / Araştırma Servisi

İşkolumuzda 2001 Krizi'nin ardından hızlandırılan özelleştirme ve serbestleştirme uygulamaları yeniden gündemde. Yeni bir petrol kanunu tasarısı TBMM'ye sunulurken, 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nda değişiklikler öngörülüyor. Ülkemizin stratejik varlığı borlarda ise “hizmet alımı” kılıfı altında özel sektörün önü açılmak isteniyor.

14

petrol-iş

S

on dönemde yerli ve yabancı sermayenin gözdesi haline gelen enerji sektörünün çeşitli alanlarında “yatırımcıların önünü açma” gerekçesiyle bir dizi serbestleştirme uygulaması gündeme gelmiştir. Doğalgaz, petrol ve bor madenciliğinde mevzuat değişiklikleri için düğmeye basan hükümetin, işkolumuzda kamu varlığını ortadan kaldıracak bu düzenlemelerle ülkemiz için son derece önemli sektörleri piyasanın insafına terk etmeye niyetlendiği anlaşılmaktadır. 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını öngören yasa tasarısı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın internet sitesinde ilgili kuruluşların ve kamuoyunun

görüşüne sunulmuştur. BOTAŞ'ın yapısını ve piyasadaki konumunu doğrudan ilgilendiren tasarının yakın zamanda TBMM'ye gönderilmesi planlanmaktadır. 2840 Sayılı “Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” TBMM'de ilgili komisyonda onaylanarak Meclis Genel Kuruluna intikal etmiştir. Son olarak, 6326 Sayılı Petrol Kanunu'nu tümüyle değiştirmek üzere hazırlanan Türk Petrol Kanunu Tasarısı 21 Aralık 2012 tarihinde TBMM'ye sunulmuştur.


4646 Sayılı Yasa'da hedeflenen değişiklikler 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını öngören yasa tasarısı, doğal gaz piyasasının serbestleştirilmesi ve sektörde kamunun rolünün küçültülmesi, buna karşılık özel sermayenin inisiyatifinin arttırılması ve BOTAŞ'ın yeniden yapılandırılarak özelleştirilmesinin önünün açılması gibi amaçlarla gündeme getirilmektedir. Tasarıda ana hatlarıyla; - Doğal gaz piyasa faaliyetlerini yapabilmek için aranan şartlar hafifletilmekte, özel sektörün piyasaya girişini kolaylaştıracak düzenlemelere yer verilmektedir. Doğal gaz piyasasının serbestleştirilmesi hedeflenmektedir. - Özel sektörün piyasada sürdüreceği faaliyetlerde, ithalata getirilen pazar payındaki %20'lik üst sınır dışında, tekelleşmeyi hızlandıracak düzenlemeler mevcuttur.

- Sektörün temel bileşeni olan kamu kuruluşumuz BOTAŞ, yeniden yapılandırılarak parçalanmaktadır. İletim faaliyeti, LNG işletmeciliği ile depolama faaliyetleri ve diğer faaliyetleri yürütmek üzere BOTAŞ, üçe ayrılmaktadır. BOTAŞ'taki yeniden yapılandırma, özelleştirme sürecini de öngörmektedir. Kısacası, tasarının içerdiği düzenlemeler sektörde sermaye çevrelerinin özlem ve taleplerini karşılamak üzere serbestleşmenin arttırılmasına ve tekelleşmeye yol açacak, özelleştirmeye zemin hazırlayacaktır. Tasarıda dikkat çeken bir diğer nokta, şirketlerin doğal gaz piyasa faaliyetinde bulunmak için yapacağı lisans başvurularında “teknik” yeterlilik aranması şartının kaldırılmak istenmesidir. 4646 Sayılı Kanun'da yer alan doğal gaz piyasasında İthalat, Depolama ve İhracat faaliyeti yürütü-

İşkolumuzda özelleştirmeler Petrol ve doğalgaz sektöründe serbestleştirme uygulamalarının en önemli parçası kuşkusuz özelleştirmeler olmuştur. Ağırlığı 2000'li yıllar boyunca olmak üzere, örgütlü olduğumuz işkolunda yaygın bir özelleştirme politikası izlenmiştir. - Petlas, 06.05.1997 tarihinde 35,7 milyon dolar bedelle Kombassan Holding A.Ş.'ye devredilmiştir. - Petrol Ofisi A.Ş.'nin (POAŞ) % 51 kamu payı blok satış yöntemiyle özelleştirilerek, 1 milyar 260 milyon dolar bedel karşılığında 21.07.2000 tarihinde İş-Doğan Petrol Yatırım A.Ş.'ye devredilmiştir. 2002'de POAŞ'ta kalan son % 25,8'lik kamu payı 387,5 trilyon TL bedel karşılığında aynı gruba satılmıştır.

lığında özelleştirilmiştir. Benzer biçimde Tügsaş'a bağlı Gemlik, Kütahya ve Samsun fabrikaları da 2004 yılında devredilmiştir. - Tüpraş'ın, 1.3.2005 tarihinde % 14,76'lık hissesi İMKB Toptan Satışlar Pazarı'nda satılmıştır. Kamuda kalan % 51'lik hisse ise 2005 yılında Koç-Shell Konsorsiyumuna 4.140 milyon dolar bedelle satılmıştır. Şirketin devri 2006 yılında gerçekleştirilmiştir.

- Petkim'in 15 Nisan 2005 tarihinde halka arz yöntemiyle yapılan ihale ile % 34,5'lik kamu payı, 269 milyon dolar karşılığında satılmıştır. Petkim'in % 51 oranındaki kamu payı ise 2007 yılında yapılan ihalede 2.040 milyon dolar ile en yüksek ikinci teklifi veren Socar-Turcas-Injaz Ortak Girişim Grubu'na Mayıs 2008'de devredilmiştir. Şirketin kamuda kalan son % 10,32'lik hissesi ise 168,5 milyon dolar bedelle yine Socar Grubu'na satılmıştır.

- Tügsaş'a bağlı Elazığ Gübre Sanayi A.Ş., 2000 yılında ÖYK kararı ile kapatılmıştır. Türkiye'nin tek üre üreten gübre fabrikası İGSAŞ, 2004 tarihinde 90,4 milyon dolar bedel karşıpetrol-iş

15


lebilmesi için lisans başvurularında aranan “teknik ve ekonomik güce sahip olunması” şeklindeki şart, “teknik” ibaresi çıkartılarak “ekonomik güce sahip olunması” şeklinde değiştirilmektedir. Buna göre, halk sağlığı, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından oldukça riskli bir sektör olan doğal gaz piyasasında faaliyet gösterecek şirketlerin “teknik” olarak yeterli olup olmadığına bakılmayacak ve bu durum doğal gazın yurtiçi arzının sürekliliği açısından büyük bir risk oluşturacaktır. Ayrıca, ithalat lisansı almak için başvuru yapan şirketlere “Bakanlığın görüşü”nü alması şartı getirilerek, hükümetin ithalat lisans dağıtımına siyasi müdahalede bulunmasına kapı aralanmaktadır. Tasarıda yeterliliklerin bu şekilde düzenlenmesi ile doğal gaz piyasasına girişin şirketler açısından kolaylaştırılmasının hedeflendiği, bu yolla daha önce enerji sektöründe faaliyet göstermemiş birçok şirketin piyasaya girmesinin önünün açılacağı ve ancak piyasaya hükümetten “olur” alan şirketlerin girebileceği anlaşılmaktadır. Tasarıda, piyasa faaliyetlerine getirilen tek sınır, “ithalatçı şirketin ithal yoluyla temin ettiği yıllık doğal gaz miktarının,

EPDK tarafından belirlenecek o yıla ilişkin ulusal gaz tüketim tahminin %20'sini aşamayacağı” şeklindeki düzenlemedir. Ülkemizin dünyanın en büyük doğal gaz ithalatçılarından birisi olduğu ve yıllık 40 milyar metreküpün üzerindeki tüketimi düşündüğümüzde, söz konusu sınır sektördeki tekelleşme eğilimini sınırlamaya yetmeyecektir. Tasarıda, 4646 Sayılı Kanun'un sektörde faaliyet gösteren kamu kuruluşu BOTAŞ'ın konumu ve yapısına ilişkin hükümler içeren Geçici 2. Maddesi değiştirilmektedir. Tasarıda yer alan

Doğalgazda serbestleştirme adımları 2001 Krizi'nin ardından hız verilen ve enerji sektörünün serbestleştirilmesine yönelik olarak yapılan bir dizi düzenlemeden petrol sektörü de payını almıştır. Öncelikle sektörde birbirini tamamlayan bir bütünlük içeren faaliyetler; petrol faaliyetleri (arama-üretim) ve piyasa faaliyetleri (taşıma, rafinaj, depolama, dağıtım, pazarlama) olarak ayrılmıştır. Uluslararası petrol tekellerinin telkinleri ve IMF ile Dünya Bankası'nın dayatmalarıyla “Kemal Derviş Yasaları–15 günde 15 yasa” olarak tanımlanan girişimle, ilk olarak piyasa faaliyetleri ayrı ayrı yasalarla düzenlenmiştir. 2.5.2001 tarihinde 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası ve 4.12.2003 tarihinde 5015 Sayılı Petrol Piyasası Yasaları düzenlenerek, sektörün söz konusu faaliyetleri 6326 Sayılı Petrol Kanunu kapsamından çıkarılmıştır.

16

petrol-iş

4646 Sayılı Yasa'da, BOTAŞ’ın en geç 2009 yılına kadar yıllık ithalatını, yıllık ulusal doğal gaz tüketiminin % 20’sine düşürmesi, bunu gerçekleştirmek için alım veya satış sözleşmelerinin özel sektöre devri için ihale açılması ve % 20’lik oran sağlanıncaya kadar BOTAŞ'ın yeni doğal gaz alım sözleşmesi yapmaması öngörülmüştür. 4646 Sayılı Kanun'da ayrıca, BOTAŞ’ın mevcut sözleşmelerinin olduğu ülkeler ile bu sözleşme süreleri sona erinceye kadar “bu ülkelerle hiçbir ithalatçı şirket tarafından yeni gaz alım sözleşmeleri yapılamaz” denilmektedir. Bu doğrultuda, BOTAŞ'a ait Doğal Gaz Alım-Satım Kontratları için 2005 yılında ihale süreci başlatılmış, 2007 ve 2009 yıllarında gerçekleştirilen devirler ile toplam 4 milyar m3'lük ithalat özel sektöre bırakılmıştır. Ancak, 4646 Sayılı Kanun'da hedeflenen serbest-

leşme düzeyine ulaşılamamıştır. Söz konusu yasa, kamu doğal gaz şirketlerine yönelik düzenlemeler de içermiştir. Yasaya göre, BOTAŞ’ın mülkiyetindeki Bursagaz A.Ş. ve Esgaz A.Ş. ve belediyelerin mülkiyetindeki (İGDAŞ, EGO, İZGAZ, AGDAŞ/Adapazarı) dağıtım şirketleri, belediye ve BOTAŞ payları % 20’nin altına düşecek şekilde yeniden yapılandırılacaktır. Nitekim Bursagaz ve Esgaz 2004 yılında özelleştirilmiş, bu işlemden hemen sonra Petrol-İş Sendikası üyesi olan işçiler işten çıkartılarak, sendikasızlaştırma yapılmıştır. Görüldüğü üzere, 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun yukarıdaki hedeflerinden bazıları başarılmış, başta doğal gaz ithalat faaliyetlerinin serbestleştirilmesi olmak üzere bazı hedeflerine ise doğal gaz piyasasının doğası gereği ulaşılamamıştır.


kanun maddesinin BOTAŞ'ın yeniden yapılandırılmasına ilişkin hükümleri şu şekildedir: “GEÇİCİ MADDE 2- Bu kanun hükümlerine göre BOTAŞ'ın dikey bütünleşmiş tüzel kişiliği bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl süreyle devam eder. Bu tarihten sonra BOTAŞ; iletim faaliyeti, LNG tesislerinin işletilmesi ile depolama faaliyetleri ve diğer faaliyetleri gerçekleştirmek üzere 3 ayrı tüzel kişilik olarak yeniden yapılandırılır. Bunlardan iletim ve LNG tesislerinin işletilmesi ile depolama faaliyetleri dışındaki faaliyetleri gerçekleştirecek olan şirket BOTAŞ'ı temsil eder ve BOTAŞ adıyla anılır.” Tasarı bu hüküm doğrultusunda yasalaşırsa BOTAŞ; 1) İletim, 2) LNG tesislerinin işletilmesi ve depolama faaliyetleri 3) İthalat-İhracat ve toptan satış yürüten 3 ayrı şirkete bölünecektir. BOTAŞ'ın tüzel kişiliği 3. şirkette devam edecektir. BOTAŞ'ın yeniden yapılandırma sürecinin ise 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından yapılması ya da yaptırılması gündeme getirilmektedir. Bu durum ise BOTAŞ'ın yeniden yapılandırma süreci ile birlikte ÖİB portföyüne alınacağını göstermektedir. Serbestleşme amacıyla, BOTAŞ'a, ithalatı ulusal tüketimin % 20'sine düşünceye kadar yeni doğal gaz sözleşmesi yapma ya-

sağı getirilmektedir. BOTAŞ bu süreçte, sözleşmesi biten doğal gaz alım sözleşmelerini yenileyemeyecektir. Ancak Bakanlar Kurulu'na “arz güvenliği” riski ortaya çıktığında ya da ihracat yapma amacıyla BOTAŞ'a yeni doğal gaz alım sözleşmesi yapma izni vermesi yetkisi verilmektedir. Bu önlemin, iç tüketimde doğal gaz sektörünün piyasalaştırılmasından kaynaklanacak arz krizlerini çözmek için getirildiği anlaşılmaktadır. BOTAŞ, geçen yıl süresi biten Batı Hattı sözleşmesinden sonra ortaya çıkan krizde olduğu gibi, son çare olarak devreye sokulacaktır. Yani tasarıdaki asıl hedef, BOTAŞ'ı devreden çıkarmaktır.

Yeni “Türk Petrol Kanunu Tasarısı” TBMM'ye sunuldu 2007 yılında Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesinden beş yıl sonra hükümet, yeni bir Türk Petrol Kanunu Tasarısı'nı TBMM'ye sundu. Tasarıda, beş yıl önce veto edilen Türk Petrol Kanunu'nun esas alındığı ve petrol sektöründe serbestleşmenin hedeflendiği görülmektedir. Petrol sektöründe devlet adına faaliyet gösteren TPAO'nun imtiyazları elinden alınmakta, sektördeki kamu varlığı zayıflatılmaktadır. Neo-liberal bir felsefe ile hazırlanmış olan tasarı, yerli ve yabancı sermaye yatırımlarına teşvik ve kolaylıklar sağlarken, yurtiçinde üretilen petrolün ihracatına getirilmiş olan kısıtları kaldırmakta, devlet adına faaliyet gösteren ve örgütlü olduğumuz kamu kuruluşu TPAO'nun bazı ayrıcalık ve haklarını iptal etmektedir Tasarı ile yabancı devletlerin doğrudan doğruya veya dolaylı olarak idaresinde etkili olabilecekleri şirketlerin petrol faaliyetinde bulunabilmeleri için gerekli olan Bakanlar Kurulu Kararı kaldırılmakta, stratejik öneme sahip bir petrol arama

ve üretimi konusunda yabancı devletlerin belirleyici olmasının önü açılmaktadır. Tasarının en önemli boyutu ise örgütlü olduğumuz kamu kuruluşu TPAO ile ilgili olan düzenlemelerdir. Tasarı ile, devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetinde bulunan TPAO'nun mevcut kanunda sahip olduğu haklar geri alınarak bu kuruluşun özelleştirilmesinin zemini hazırlanmaktadır. Bu doğrultuda, TPAO'nun mevcut yasada bulunan Devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunma hüküm ve hakkı kaldırılmak istenmektedir. TPAO'nun petrolle ilgili incelemelerde ve petrol faaliyetlerinin denetiminde Petrol Kanununu yürütmekle görevli Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne yardımcı olma yükümlülüğü kaldırılmakta, konusunda uzman kamu kuruluşumuzun ülke kaynaklarının kamu yararına uygun kullanılması yönündeki katkısı sıfırlanmakta, TPAO yabancı şirketlerle aynı statüde değerlendirilmektedir. petrol-iş

17


konumunun kaldırılması, gerekse ruhsat sayısının ve ruhsat alanının sınırlandırılmaması, yabancı büyük petrol şirketlerinin lehine ruhsat tekelleşmesine yol açabilecektir. Tasarı ile ülkede üretilen petrolün bir kısmının memleket ihtiyacına ayrılması zorunluluğu kaldırılmaktadır. Türk Petrol Kanunu Tasarısı'nın yasalaşması halinde, yerli ve yabancı sermayenin sektörde önü açılmakla kalmayacak, tasarı ile ayrıcalıkları ve devlet adına faaliyet gösterme konumu ortadan kalkacak olan TPAO'nun sektördeki öncü konumu zayıflayacaktır. Tasarı TPAO'yu dikey entegre yapıya sahip dev petrol tekelleri ile denk olmayan koşullarda rekabet etmeye zorlayacaktır.

Süresi dolan bir petrol işletme ruhsatnamesinin müzayedeye çıkmadan önce TPAO'ya teklif edilerek, bu sahalardan petrol üretiminin yapılması için TPAO’ya işletme ruhsatının verilmesine ilişkin mevcut yasa maddesi kaldırılarak, ruhsat süresi biten üretim sahalarının yeniden devlete dönmesi ve TPAO'nun ruhsat öncelikleri ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca, yeni tasarıda arama ruhsatı almadaki sınırlama kaldırılmıştır. Gerek TPAO’nun ruhsat sayısındaki avantajlı

Öte yandan, petrol sektörünün serbestleştirilmesini öngören bu yasa tasarısının gerekçesi olarak yıllardır sektöre yeterli yatırımın yapılamamış olması gösterilemez. Petrol sektöründe yurtiçi arama ve üretim faaliyetlerinde istenen seviyelere gelinememesinin asıl nedeni, kamu kuruluşumuz TPAO'nun yeterince desteklenmemesi; geçmişte TPAO bünyesinde oluşturulan arama, üretim, rafinaj, petrokimya ve dağıtım faaliyetlerinden oluşan entegre yapının parçalanması ve sektörde özelleştirme politikalarının uygulanmasıdır.

Türk Petrol Kanunu 2007'de veto edilmişti 6326 Sayılı Petrol Kanunu’nun kapsamında kalan ve petrol sektörünün ilk halkası olan arama-üretim faaliyetleri de, uluslararası petrol tekellerinin talepleri çerçevesinde hazırlanan Yasa Tasarısı'nda düzenlenerek 17 Ocak 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulu’ndan hiç tartışılmadan Türk Petrol Kanunu adıyla sessizce geçirilmişti. Kanunla; -Mevcut yasada yer alan petrol kaynaklarının, hızlı, sürekli ve etkili biçimde aranması, geliştirilmesi ve üretilmesinin ulusal çıkarlara uygun olması ölçütü, kaldırılmıştı. - Ülkemizde üretilen ham petrolün, en az % 60’ının ulusal güvenlik ve ülke ihtiyacı olarak ayrılması şartı kaldırılmıştı.

18

petrol-iş

- Devletin üretilen ham petrolden aldığı % 12,5 pay, kademelendirilerek % 2’ye kadar düşürülmüştü. İlave indirimlerle bu pay sıfırlanabilecekti. - Mevcut yasada yer alan yabancı devletlerin doğrudan ya da dolaylı olarak yönetiminde etkili oldukları petrol şirketlerinin petrol faaliyetlerinde bulunamayacakları, taşınır veya taşınmaz mal edinemeyecekleri, tesis kuramayacakları hükmü kaldırılmıştı. - “Petrol ile ilgili, izin, arama ve işletme ruhsatnamesi alma hakkı devlet adına Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) aittir,” hükmü iptal edilmişti. TPAO'nun ruhsat öncelikleri elinden alınmıştı. Bu düzenleme kamuoyunun yoğun

tepkisini çekmiş ve başta sendikamız olmak üzere demokratik kitle örgütleri yasa tasarısına karşı mücadele etmişlerdir. Daha sonra, Türk Petrol Kanunu'nun aralarında, üretilen petrolden alınacak devlet hissesini kademeli olarak % 2 düzeyine kadar düşürülmesini öngören maddenin de olduğu 4 maddesi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından “ulusal çıkarlara aykırı bulunarak” veto edilmiştir. Vetonun ardından petrol sektörünün arama ve üretim faaliyetlerinin serbestleştirilmesini öngören bu yasa tekrar Meclis gündemine getirilmemiş, rafa kaldırılmıştır. Hükümet, beş yıl aradan sonra benzer bir yasa tasarısı hazırlamış ve yine Türk Petrol Kanunu Tasarısı adıyla TBMM'ye sunmuştur.


Borlarda özelleştirme girişimi İşkolumuzda bir diğer serbestleştirme adımının, bor madenciliğinde atıldığı görülmektedir. Hükümet, Türkiye'nin en önemli ve stratejik varlığı bor madenlerinin özel sektör tarafından işletilmesinin önünü açacak ve devlet adına bor madenlerini işleten kamu kuruluşumuz Eti Maden'i zayıflatacak bir girişimde bulunmuştur. 2840 Sayılı “Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile “hizmet alımı” adı altında, bor madenlerinin özel sektör tarafından işletilebilmesinin önü açılmakta ve bu stratejik madenimizin özelleştirilmesinin ilk adımı atılmaktadır. TBMM Komisyonlarında görüşülen ve en son olarak 31 Ekim 2012 tarihinde ana komisyonda karara bağlanan Kanun tasarısı önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi beklenmektedir. Mevcut Kanunun 2. maddesine eklenen ve komisyonda kabul edilen fıkrada; "Bu madenlerin ruhsat sahaları ve rezervleri Devletin mülkiyetinde kalmak ve elde edilecek ürün ve atıkların satışı Devlet eliyle yapılmak kaydıyla; dekapaj, ürün çıkarma, kırma eleme, ayıklama ve yıkama, paketleme, tahmil - tahliye, nakliye ile temizlik ve diğer benzeri işler ihale yoluyla üçüncü şahıslara gördürülebilir" denilmektedir. İstenen yasa değişikliğiyle bor, toryum ve uranyum maden-

lerinin üretiminin özel sektörce yapılmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Özel sektörün üreteceği ürünlerin devlet tarafından alımı ise garantilenmektedir. Bu tasarı kabul edildiğinde, madencilikte bir özelleştirme yöntemi olan “işletme hakkının devredilmesi”nin bor madenlerimiz için yolu açılacak ve yıllardır yapılamayan "borların özelleştirilmesi" başarılacaktır. Hükümet yetkililerinden gelen tüm aksi iddialara karşın ve gerekçesi ne olursa olsun bu değişiklik, 2840 sayılı Kanun ile Devlet eliyle işletilmesi gereken bor madeninin özelleştirilmesi demektir. Bor madenlerinin işletmesinin devredilmesi yoluyla gerçekleştirilecek böyle bir özelleştirme modeli, baştan beri bor madenlerini isteyen çevrelerin talebidir. Bu değişiklikle borlarla birlikte toryum ve uranyum gibi nükleer enerji hammaddelerinin üretimi de devlet tekelinden çıkarılmak istenmektedir. Bunun sonucunda; ülkemizin geleceği açısından oldukça önem arzeden bor, toryum ve uranyum madenlerimiz uzun vadede çok uluslu şirketlerin kontrolüne geçme riski doğmaktadır. Öte yandan, düzenlemede rezervlerin ve ruhsat sahasının mülkiyetinin devlette kalması, hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü; kiralama yoluyla özel sektöre devredilen madenin rezervi tükendiğinde mülkiyetin devlette kalmış olmasının bir önemi de kalmayacaktır. Anayasanın 168. maddesi, "Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir..." diyerek madenlerin mülkiyetinin özel sektöre devredilmesini engellemektedir.

petrol-iş

19


Serbestleştirme saldırısına dur demek için... İşkolumuzun petrol, doğalgaz ve bor madenciliği sektörlerinde hükümetin eş zamanlı olarak gündemine aldığı serbestleştirme uygulamaları kamu yararına tamamen aykırı niteliktedir. Bu uygulamalara ve hükümetin niyetlerine karşı çıkan Petrol-İş Sendikası, bu saldırıya karşı tavrını net olarak ortaya koymaktadır:

Türk Petrol Kanunu Tasarısı Kamu ve ülke yararını değil yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarını gözeten bir niteliğe sahip olan Türk Petrol Kanunu Tasarısı'nın yeniden düzenlenmek üzere geri çekilmesini savunan Petrol-İş Sendikası, bu düzenlemede aşağıdaki hususların gözetilmesini talep etmektedir: - Petrol kaynaklarımızın aranması, geliştirilmesi ve üretilmesi ile ilgili tüm faaliyet ve işlemlerde kamu ve ülke yararına uygunluk temel ölçüt olmalıdır. - Ülkemizde üretilen ham petrolün ülke güvenliği ve yurtiçi tüketim için gerekli bölümünün ayrılması koşulu kaldırılmamalı, arz güvenliğine ilişkin düzenlemeler muğlak bırakılmamalıdır. - Sektörde yabancı devlet ve şirketlerin etkisini artıracak düzenlemelerden kaçınılmalıdır. - Devlet şirketimiz TPAO'ya petrol ile ilgili izin, arama ve işletme ruhsatlarında tanınan öncelikler kaldırılamaz. TPAO'nun entegre yapıdaki yabancı petrol tekelleri ile yurtiçinde rekabet şansını ortadan kaldıracak düzenlemeler,

20

petrol-iş

ulusal şirketimizi zayıflatacak ve petrol sektöründe devletin politika geliştirme olanaklarını azaltacaktır. - TPAO'nun teşkilat kanununda değişiklik yapılmasını gündemine almış olan AKP hükümeti, Petrol Kanunu Tasarısı'nda sektörde devlet kontrolünün yitirilmesine neden olacak ve TPAO'nun özelleştirilmesinin önünü açacak her türlü düzenlemeden uzak durmalıdır. Petrol sektöründe ulusal çıkarlarımızı gözeten politikalar geliştirilmesi, kamu kuruluşumuz TPAO'nun entegre bir yapıya kavuşturularak güçlendirilmesi, diğer kamu kuruluşumuz BOTAŞ ile birleştirilmesi ve ülkemizde kamu eliyle etkin bir petrol arama, geliştirme ve üretim stratejisinin geliştirilmesini savunan Petrol-İş Sendikası, yıllardır ülkemiz zenginliklerini ekonomik değere dönüştüren TPAO'yu zayıflatacak girişimlere karşı duracaktır.

4646 Sayılı Yasa'daki değişiklikler “4646 Sayılı Yasa'da değişiklik yapılmasını öngören tasarı”nın yasalaşması halinde doğacak sakıncalar şunlardır: - Tasarıda öngörüldüğü haliyle doğalgaz ithalatında BOTAŞ'ın payı azaltılacak, piyasaya özel şirketlerin girmesi teşvik edilecektir. Yani doğalgaz piyasası serbestleştirilecektir. Oysa, talep esnekliği çok zayıf bir ekonomik mal olan doğal gazda fiyat dengesinin; serbest piyasa mekanizması içinde sağlanması oldukça zordur. Doğalgaz satıcısı ülkelerin/şirketlerin bir tür tekel oluşturduğu bu piyasada,


çevrelerinin istediği bu özelleştirme modeli ile özel sektörün üreteceği bor ürünlerinin devletçe alımı garantilenmektedir. Bu tasarı kabul edildiği takdirde, uzun vadeli “hizmet alım” anlaşmalarında mülkiyetin ruhsat sahibinde yani devlette kalması hiçbir anlam ifade etmeyecek, bor madenleri özelleştirilmiş olacaktır. - Çokuluslu maden tekellerinin ve/veya Eti Maden‘den daha birikimli ve ekonomik olanaklara sahip olmayan şirketlerin dahil olacağı Türkiye bor madenciliğine, ürün fiyatlarının artması ve bu nedenle alım garantisi veren kamunun zarara uğraması söz konusu olacaktır.

çok sayıda küçük şirketin alıcı olması; doğalgazın ithal edileceği ülkeye yarar sağlamayacaktır. - Doğalgaz üretim ve ticaretinin giderek arttığı bölgemizde; doğalgaz alım anlaşmalarını özel sektöre devretmiş ve giderek güçsüz bırakılmış olan kamu kuruluşu BOTAŞ’ın, bu alanda önemli uluslararası rol üstlenmesi mümkün değildir. - Tasarıda BOTAŞ'ın özelleştirme portföyüne alınması öngörülmektedir. Türkiye, Avrupa’nın doğalgaz ve ham petrol ulaşım hattı üzerinde olması nedeniyle, boru hattı taşımacılığına ilişkin uluslararası projelerde iki kamu kuruluşu BOTAŞ ve TPAO aracılığıyla önemli bir aktör konumundadır. BOTAŞ özelleştirilirse Türkiye, enerji politikalarında ve bölgesel politikalarda belirleyici olan stratejik bir gücünü daha elinden çıkarmış olacaktır. BOTAŞ'ın özelleştirilmesiyle, enerji hatlarının yoğunlaştığı ve petrol/doğalgaz borsası oluşturma iddiasında olan ülkemizde, kamunun çekilerek boşalttığı bu alanları, dünya petrol devleri kendi belirledikleri kurallarla ele geçireceklerdir. - Doğalgaz zamlarının bu kadar çok tartışıldığı bir dönemde, doğal gaz piyasasına kamunun müdahale aracı olan ve fiyatları sübvanse etme şansı bulunan BOTAŞ'ın değil özelleştirilmek, güçlendirilmesi gerekmektedir.

- Bor rezervlerini 34 yıldır kamu adına işleten Eti Maden; bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu yatırımlar ile Türkiye‘nin bor teknolojisi konusundaki en deneyimli personelini bünyesinde bulundurmaktadır. Gerekli olanak ve birikime sahip olan kamu kuruluşumuz Eti Maden'in, yerli ve yabancı sermayenin koltuk değnekliğine ihtiyacı yoktur. Bor madenlerimizin de bugüne kadar olduğu gibi devlet eliyle işletilerek, ülkemiz sanayisine azami katkı koyması ve ekonomiye kaynak yaratmasının önünde hiçbir teknolojik, ekonomik ve sektörel engel bulunmamaktadır. - Bu nedenle, Türkiye’de bor madenleri işletmeciliği; 2840 Sayılı Yasa’nın “Bor Madenleri Devletçe İşletilecektir” hükmü ile bugün ismi Eti Maden olan bir kamu kuruluşu Eti Holding A.Ş.’ne görev olarak verilmiştir. Bu yasa hükmü hiçbir biçimde değiştirilmeye konu edilmemeli ve ısrarla aynen korunmalıdır. - Ülkemizin bor madenciliğinde en büyük sorunu, bora dayalı sanayinin gelişmemiş olmasıdır. Ülkemizin bordaki rezerv ve pazar avantajını değerlendirebilmesi için bor ürünlerini girdi olarak kullanan uç ürünlerin üretimi ve bora dayalı sanayinin gelişmesi önceliğimiz olmalıdır. Bu ise ancak devlet eliyle yapılabilir.

- Bu nedenle doğal gaz piyasasında kamu kuruluşumuz BOTAŞ'ın rolünü ve payını azaltacak girişimlere derhal son verilmeli, doğal gaz piyasasında halkımızın enerji ihtiyacını ucuz ve güvenli şekilde sağlamasını engelleyecek serbestleştirme hedefinden vazgeçilmelidir.

2840 Sayılı Yasa'da değişiklik Bor madenciliğinde “hizmet alımı” adı altında gerçekleştirilmek istenen özelleştirme girişimine ve 2840 Sayılı Yasa'da değişiklik yapılmasına karşı Petrol-İş'in itirazları şunlardır: - Yıllardır bor madenlerinin işletmesine talip olan sermaye petrol-iş

21


BAŞKANLAR KURULU

27. Dönem 3. Olağan Başkanlar Kurulumuz Bursa'da yapıldı:

Özelleştirmelere karşı kararlı duruşumuzu sürdüreceğiz

Petrol-İş Sendikası 27. Dönem 3. Olağan Başkanlar Kurulu 15 Ekim 2012 tarihinde BURSA’da toplanarak dünya ve Türkiye'de yaşanan güncel gelişmeleri ve örgütsel çalışmaları değerlendirdi. Yeni Sendika Yasası ile getirilen kısıtlamaların, işkolumuzdaki serbestleşme sonucu ortaya çıkacak, sendikasızlaştırma sürecinin ele alındığı başkanlar kurulunda, birlik ve dayanışma vurgusu öne çıktı. 22

petrol-iş

B

aşkanlar Kurulunun açılış konuşmasını yapan Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın, ülkeyi bölgesel bir savaşın içerisine itebilecek gelişmenin yaşandığı, çatışmaların yoğunlaştığı, demokratik ve özgürlükçü olmayan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı'nın TBMM'de görüşüldüğü bir dönemde, başkanlar kurulunun toplandığına dikkat çekti. 2008 krizi ile birlikte devletin ekonomideki rolünü küçülten, kamu harcamalarını kısmayı ve özelleştirmeleri öngören,

ücretleri baskılayan, sosyal güvenliği tasfiye eden neo-liberal politikaların iflas ettiğinin tescillendiğini belirten, Mustafa Öztaşkın, derinleşen krize sermaye yanlısı önlemlerle çare bulanamayacağını vurgulayarak şöyle dedi: “Krizden çıkış için talep yanlısı politikaları ve sosyal devlet ilkesini savunanlar bir kez daha haklı çıkmıştır. IMF yöneticilerinin bile 2018'e kadar küresel ekonominin toparlanamayacağını söylediği bir dönemde, tüm dünyada emekçilerin yeni faturalar ödemesi asla kabul edilemez.”


Toplumsal sorunların özgürce ve demokratik bir şekilde tartışılması ve bu doğrultuda sağlıklı çözümlere ulaşılmasının koşullarının ortadan kalktığının altını çizen Öztaşkın, sendikalara yapılan baskıları gündeme getirerek, ekonominin yavaşlama sinyalleri verdiği bir ortamda emek düşmanı düzenlemelerin ve sınıfa saldırı politikalarının yoğunlaşacağına dikkat çekti. Ödünsüz tutumumuzu sürdüreceğiz

Genel Başkanımız daha sonra zamların ardı ardına geldiği bir dönemde emekçilerin alım güçlerinin azaldığını belirterek “Asgari ücret yoksulluk sınırının dörtte biri düzeyinde. Nüfusun en zengin ve yoksul % 10'luk kesimleri arasındaki gelir uçurumu 12 kata ulaşmıştır. Yoksulun enflasyonu, ortalama enflasyon rakamlarından daha yüksektir. Gerçek işsizlik oranı ise hâlâ % 15'lerin üzerindedir. “ dedi. Ekonomide açıkları yamamak, borçları finanse etmek için geçtiğimiz yıllarda başvurulan “sat-savuştur” politikala-

rına yeniden hız verildiğine de dikkat çeken Öztaşkın, şöyle devam etti“ Hükümet, örgütlü olduğumuz ve kamu varlığının devam ettiği petrol, doğal gaz ve bor madenciliğinde, özelleştirme ve serbestleşme çalışmalarını gündemine almıştır. Yeni Petrol Kanunu Tasarısı ve 4646 Sayılı Doğal Gaz Yasası'nda yapılmak istenen değişiklikler, petrol ve doğal gaz sektöründe serbestleşmeyi hızlandıracak hükümler içeriyor bu üye işyerlerimiz TPAO ve BOTAŞ'ın zayıflamasına yol açacaktır.” Bütün saldırılar karşısında Petrol-İş'in

TPAO ve BOTAŞ'ın varlığının zayıflatılmasına veya özelleştirmesine izin vermeyeceğini söyleyen genel başkanımız, yeni dönem toplu sözleşme görüşmelerinde de aynı ödünsüz tutumu sürdüreceklerini belirtti. Açılış konuşmasından sonra Petrol-İş Sendikası'na bağlı şubelerin başkanları, şubelerinde örgütlü işyerlerindeki sorunlara değindiler ve yeni örgütlenme çabalarından bahsettiler. 27. Dönem 3. Olağan Başkanlar Kurulu bir günlük yoğun tartışmalardan sonra sonuç bildirisinin okunması ile son buldu.

BAŞKANLAR KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ:

Tasarı çalışma barışını bozacak ve birçok sendikayı işlevsizleştirecek Sendikal hareketin küresel ve yerel ölçekte silkinmesi için birlik ve dayanışma perspektifini güçlendiren sendikal politika ve stratejiler izlemeyi sürdürüyoruz. TPAO, BOTAŞ ve Eti Maden'in özelleştirilmesine yol açacak her türlü girişime karşı mücadele edeceğiz.

Petrol-İş Sendikası BAŞKANLAR KURULU, 15 EKİM 2012 tarihinde BURSA’da toplanarak dünya ve Türkiye'de yaşanan güncel gelişmeleri ve örgütsel çalışmalarını değerlendirmiştir. Başkanlar Kurulu; “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı'nın ilk 30 maddesi TBMM'de kabul edilmiştir. Yasa Tasarısı ILO’nun 98, 87, 135 ve 151 sayılı sözleşmelerine, Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa Sosyal Şartı’na aykırıdır. Sendikal barajları ve grev yasaklarını koruyan, örgütlenmenin önündeki engelleri ortadan kaldırmayan, sözleşme yetki prosedürünü kolaylaştırmayan ve bir bütün olarak uluslararası normların oldukça uzağında olan Tasarı, çalışma barışını bozacak ve birçok sendikayı işlevsizleştirecektir. Tasarıyı protesto ediyoruz” değer-

petrol-iş

23


barışını zedelemektedir. Hükümet, bu koşullarda yangına körükle gitmeyi bırakmalı, sağduyulu, bağımsız ve bölge barışını gözeten politikalar izlemelidir. Bölge halklarının çıkarı, çatışma ve şiddet yanlısı politikalarda değil, dayanışmadan geçmektedir. Halkımız, Türkiye'nin herhangi bir komşusuyla savaşa girmesine karşıdır ve Petrol-İş Sendikası barışın korunması için üzerine düşen tüm sorumluluğu yerine getirecektir. lendirmesinde bulunmuştur. BAŞKANLAR KURULU, toplantıda yapılan değerlendirmeleri ve bu doğrultuda almış olduğumuz kararları aşağıdaki şekilde kamuoyuna iletmeyi uygun bulmuştur: Küresel ekonominin içerisinde bulunduğu kriz ve durgunluk sürecinin yıllara yayılacağı gerçeği, artık en yetkili ağızlardan da itiraf edilmektedir. İşsizlik artmakta, yoksulluk ise giderek yayılmaktadır. Ekonominin istihdam yaratma potansiyeli azalmaktadır. Bu süreç, sendikaları zayıflatırken, örgütlülüğü ortadan kaldırmaktadır. Biliyoruz ki, devletin ekonomideki rolünün küçültülmesini, kamu harcamalarının kısılmasını ve özelleştirmeleri öngören politikalar, krizin çaresi değil sorumlusudur. Ekonomiyi iflasa sürükleyen sermaye yanlısı bu politikaların terk edilmesi gerekmektedir. Yunanistan, İspanya ve Portekiz başta olmak üzere tüm Avrupa'da kemer sıkma programlarına karşı verilen mücadele ile işçi sınıfı, faturayı ödemeyeceğini ilan etmekte, emek düşmanı düzenlemeler ise işçilerin küresel direnişine çarpmaktadır. Tüm dünyada sermaye yanlısı politikalara karşı direnen, hükümetlere geri adım attıran ve sendikal mücadeleyi yükselten bu eylemleri selamlıyor ve işçi kardeşlerimizle 24

petrol-iş

dayanışma içerisinde olduğumuzu belirtiyoruz. Küresel direniş, sendikaların ancak küresel ve yerel ölçekte örgütlü gücünü arttırmasıyla sonuca ulaşacaktır. Bu nedenle, farklı işkollarından küresel federasyonların birleşerek, yaz ayları başında Avrupa Sanayi İşçileri Federasyonu (IndustriAll-Avrupa) ve Küresel Sanayi İşçileri Federasyonu'nu (IndustriAll-Küresel) oluşturmalarının işçi sınıfının küresel işbirliği ve dayanışması açısından çok önemli olduğuna inanıyoruz.

“Arap Baharı”süreci Küresel krizin 2. yılında başlayan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da önemli toplumsal değişimlere yol açan “Arap Baharı” süreci, bugün komşumuz Suriye'de düğümlenmiştir. Emperyalist güçlerin hedefi haline gelen Suriye'deki çatışmalar, tüm bölgeyi tehdit etmeye başlamış ve bölgede etnik, mezhepsel gerilimleri tetiklemiştir. Suriye'ye yönelen tüm dış müdahalelere derhal son verilmeli, Suriye'nin geleceği Suriye halkının iradesine bırakılmalıdır. Bir jetimizin Suriye tarafından düşürülmesi, Akçakale'de 5 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, tezkerenin çıkarılması ve uçak krizi gibi gelişmeler ile doruk noktasına ulaşan gerilim, bölge

Ülkemizde artan çatışmalar, operasyonlar ve terör eylemleri nedeniyle, onlarca askerimiz şehit olmakta ve insanlarımız hayatını kaybetmektedir. Şiddet, terör ve provokasyon ortamının derinleşmesi, halkımızın birlik ve beraberliğini tehdit etmekte ve yıllardır bir arada kardeşçe yaşayan halkımız birbirine düşürülmeye çalışılmaktadır.

Serbestleşme politikalarına karşı mücadelemizi sürdürüyoruz Vakit geçirmeden, sorunun çözümü için gereken koşullar hazırlanmalı, öncelikle silahlar susmalı ve akan kan durmalıdır. Kürt Sorunu, barışçı ve demokratik yöntemlerle ele alınmalı, sorunun çözümü için diyaloğa dayanan bir süreç başlatılmalıdır. Bu noktada, TBMM'de temsil edilen tüm partiler sorumluluk almalı ve Meclis'te halkımızın meşru temsilcileri sürecin dışında bırakılmamalıdır. Hükümet, büyüme döneminde bir fırsatı tepmiş, ekonominin yapısal sorunlarının üzerine gitmek yerine sermaye yanlısı politikalarda ısrar etmiş, bugün ise ülkemiz günübirlik önlemlere mahkum edilmiştir. Özelleştirmelere hız verilerek, tüketim vergilerini arttırarak, başta doğal gaz ve elektrik olmak üzere emekçilerin temel ihtiyaçlarına zam yaparak; bütçe yama tutmayacak-


tır. Yanlış politikaların sonuçları, emekçi halkımıza fatura edilemez. Özelleştirme politikaları doğrultusunda işkolumuzda petrol, doğal gaz ve bor madenciliği sektörlerinde yasal değişikliklerle serbestleştirme çalışmaları hız kazanmıştır. Hükümet, yeni Türk Petrol Kanunu Tasarısı'nı ve 4646 Sayılı Kanun'da değişiklik yapılmasını öngören yasa tasarısını gündemine almıştır. Değişikliklerle, örgütlü olduğumuz kamu kuruluşları TPAO ve BOTAŞ zayıflatılmaya çalışılmakta ve ilgili sektörlerde yerli ve yabancı sermayenin önü açılmak istenmektedir. Bu doğrultuda BOTAŞ'ın üçe bölünerek özelleştirmeye hazırlanması ve doğal gaz faaliyetlerinde adeta devreden çıkarılması asla kabul edilemez. Devlet adına bor madenlerini işleten ve bor kimyasalları üretimi yapan Eti Maden ise “hizmet alımı” aldatmacasıyla yabancı maden tekellerinin insafına bırakılmaktadır. Bor madenciliğini düzenleyen 2840 Sayılı Yasa'da yapılmak istenen değişikliğin yeniden ele alınmasını talep ediyoruz. Petrol-İş Sendikası, özelleştirme ve işkolumuzdaki serbestleşme politikalarına karşı kararlı duruşunu sürdürecektir. Sendikalara yönelik baskıyı kınıyoruz Sendikalara ve sendikal faaliyetlere dönük engellemeler artarak sürmektedir. KESK yöneticileri ve üyeleri siyasi soruşturmalarla tutuklanmakta, grev yasakları genişletilmekte ve sendikal alanı doğrudan ilgilendiren mevzuat değişikliklerinde işçinin ve sendikaların iradesi yok sayılmaktadır. Hükümetin bu tavrı, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı'nı Ankara'da protesto eden sendikacılar ve işçiler gaza boğulurken bir kez daha görül-müştür. Sendikalara dönük tüm saldırıları kınıyor ve sendikal faaliyet-

lere getirilen engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı'nın ilk 30 maddesi TBMM'de kabul edilmiştir. Yasa Tasarısı ILO’nun 98, 87, 135 ve 151 sayılı sözleşmelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa Sosyal Şartı’na aykırıdır. Sendikal barajları ve grev yasaklarını koruyan, örgütlenmenin önündeki engelleri ortadan kaldırmayan, sözleşme yetki prosedürünü kolaylaştırmayan ve bir bütün olarak uluslararası normların oldukça uzağında olan Tasarı, çalışma barışını bozacak ve birçok sendikayı işlevsizleştirecektir. Yasalaşma süreci tamamlanmadan, Tasarı sendikaların eleştirileri ekseninde yeniden ele alınmalıdır. Konfederasyonların ise Tasarı ile ilgili hükümet ve işveren örgütleriyle temaslarında her türlü pazarlıkçı tutumdan kaçınması gerekmektedir. 16 Ekim Salı günü, SGBP bileşeni sendikaların örgütlü olduğu tüm işyerlerinde 1 saat iş bırakılıp bir bildiri okunarak 12 Eylül'ün yasakçı zihniyeti ile hazırlanmış Tasarı protesto edilecektir. İşçiler, kapalı kapılar ardında hazırlanan tasarılarla haklarının gasp edilmesine izin vermeyecektir. Sendikaların yetki alabilmesinin TBMM'de görüşülen bu tasarının ka-

derine bağlanması, aralarında 15 bin Petrol-İş üyesinin de olduğu yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme yapma hakkının engellenmesi ile sonuçlanmıştır. Bu sorunun aşılması ile birlikte, önümüzdeki dönemde sendikamızın örgütlü olduğu 30'u aşkın işyerinde ve kamuda 2013-2014 dönemi sözleşme süreci başlayacaktır. Demokrasi mücadelesi ile işçi sınıfının hak ve çıkar mücadelesini bir gören Petrol-İş Sendikası, etkin ve mücadeleci bir sözleşme stratejisi belirleyecek ve bu süreçten örgütlülüğünü güçlendirerek çıkacaktır.Türkiye işçi sınıfına ve sendikamıza büyük katkıları olan değerli Hocamız Tevfik Çavdar hayata veda etmiştir. Tevfik Hocamıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Petrol-İş ve Türkiye işçi sınıfı, Tevfik Çavdar'ın verdiği emekleri unutmayacak, anısı mücadelemizde yaşayacaktır. Sendikamız, emeğe dönük saldırıların yoğunlaştığı bu dönemde sendikal hareketin küresel ve yerel ölçekte silkinmesi için birlik ve dayanışma perspektifini yükselten sendikal politika ve stratejiler izlemeyi sürdürecektir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. PETROL-İŞ SENDİKASI MERKEZ YÖNETİM KURULU

petrol-iş

25


ŞUBE GENEL KURULU

BURSA ŞUBE'NİN 9. GENEL KURULU YAPILDI:

Erhan Yakışan Şube Başkanı seçildi Sendikamızın Bursa Şubesi'nin 14 Ekim 2012 tarihinde Bursa Büyükyıldız Oteli'nde yapılan 9. Olağan Genel Kurulu'nda Şube Başkanlığı'na Erhan Yakışan seçilirken, Başkan Yardımcılığına M. Sedat Özturan, Şube Başkan Yardımcılığı'na ise Ersin Birgül getirildi.

S

endikamızın Bursa Şubesi'nin 14 Ekim 2012 tarihinde Bursa Büyükyıldız Oteli'nde yapılan 9. Olağan Genel Kurulu'nda Şube Başkanlığı'na Erhan Yakışan seçilirken, Başkan Yardımcılığına M. Sedat Özturan, Şube Başkan Yardımcılığı'na (Mali) Ersin Birgül seçildi. Şube Yönetim Kurulu Üyeleri; Kamil Bayrak, Berkay Ergül, İ.Hakkı Külekçi, Cem Uzun, Denetim Kurulu Üyeleri; Yalçın Yılmaz, Mustafa Ar, Musa Eyigün, Disiplin Kurulu Üyeleri ise Gökhan Babaoğlu, Özcan Mutlu, Faruk Söyler'den oluştu.

kurulda çoğunluğunu mevcut yönetimdeki isimlerin oluşturduğu Faurecia Polifleks Baştemsilcisi Erhan Yakışan başkanlığındaki liste ile Gemlik Gübre temsilcisi Turan Yılmaz başkanlığındaki liste yarıştı. Türk-İş yönetimi eleştirildi Bursa Şube'nin Genel Kurulu'nda bir konuşma yapan Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın Sendikalar Yasası'ndaki tutumu nedeniyle Türk-İş yönetiminin ihanet içinde olduğunu söyledi. Türk-İş yönetimini eleştiren Öztaşkın, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısının kapalı kapılar ardında imzalanan bir protokol ile hazırlandığını bildirdi. “30 ve altında işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal tazminatın kaldırılması tam bir ihanet belgesidir” diyen Öztaşkın, işyerlerinin yüzde 80’nin, 30 ve altında işçi çalıştırdığını söyledi. Öztaşkın, sendikal tazminatın kaldırılmasının sendikal örgütlenmeye büyük bir darbe anlamına geldiğini ifade ederek, Sendikal Güç Birliği Platformu olarak bu işin peşini bırakmayacaklarını” söyledi.

Bursa Büyükyıldız Oteli’nde yapılan genel kurulda iki ayrı liste yarıştı. Şube başkanı Nuri Han'ın aday olmadığı genel 26

petrol-iş

Konuşma ve tartışmaların çok yoğun olmadığı genel kurulun sonunda oylamaya

geçildi. Erhan Yakışan 100 delegenin 62'sini oyların da yüzde 73'ünü alarak başkanlığa seçildi. Turan Yılmaz ekibi ise oyların yüzde 27'sini aldı. Genel Kurul, yeni seçilen Şube Başkanı Erhan Yakışan'ın yaptığı teşekkür konuşması ile son buldu.


SENDİKALAR / GÜNCEL

Sendikalar yasası yürürlükte:

Fotoğraf: Hasan Sayım

Kanun yeni ama anlayış eski

Erhan KAPLAN / Eğitim Servisi

“Yeni” Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu. 18 Ekim 2012 tarihinde Meclis'te kabul edildi. 7 Kasım 2012 tarihinde ise Resmi Gazete'de yayınlandı. Kanun için “yeni” dedik, ancak, “yenilik” sadece en son çıkan kanun olduğu için söylenebilir. Yoksa anlayış olarak aynen “eski” kanunla aynı şeyleri savunan bir kanunumuz olduğunu bilelim.

M

uhtemelen uzun yıllar boyunca duya duya ezberleyeceğimiz, 6356 numarası ile kodlanan yeni bir yasa yürürlüğe girdi. Hukukçular, kanunların “ruhundan” ve “lafzından” bahsederler. Bir kanunun ruhu ve lafzı dediğinizde, kağıda yazılı olan ile kanunun asıl kastetmek istedikleri anlaşılır. Kimi davalar için yapılan bazı yorumlarda, “bu dediğiniz kanunun ruhuna aykırıdır” itirazını o nedenle duyarsınız. Kısacası, bir kanunun sadece söz düzeyinde neler dediği değil, o kanunun ruhu, yani gerçek içeriği bu nedenle önemlidir. 6356 sayılı kanun ise eski kanunun

hem ruhunu hem de lafzını fazlasıyla içermektedir. O nedenle, çıkan bu kanuna yeni demekten ziyade, eski kanunun birazcık makyajlanmış halidir dersek daha doğru olur. Kanunun getirdikleri, değişen ve değişmeyen maddeler dergimizde ayrıntılı olarak ele alınacak. Biz tek tek maddeleri incelemek yerine, bu kısa makalemizde bu kanunun çıkartılma, yürürlüğe girme ve 12 Eylül yasalarıyla arasına koyduğu ayrımlara değinmeye çalışalım. 12 Eylül döneminde çıkartılan tüm yasalar gibi, 2821 ve 2822 sayılı yasalar da özgür bir tartışma olanağının sağlanmadığı, askeri rejimin bütün zulmüyle hüküm sürdüğü petrol-iş

27


1983 yılında çıkartılmıştı. O dönemdeki işçiler, üzerlerindeki ağır baskılardan dolayı yasalara karşı bırakın güçlü bir muhalefet yapmayı, itirazlarını bile doğru dürüst yerine getirememişlerdi. Yasalar, 5 generalin uygun bulduğu şekilde itirazsız, tartışmasız geçmişti. Fakat, o günden ta bugüne varıncaya dek, işçi sınıfının ana gündemi bu yasaların değiştirilmesi, çağa, İLO normlarına uygun, demokratik içeriği güçlü yeni toplu iş ilişkileri yasalarının çıkartılması olmuştu. Yasalar sonunda değişti. Ama, acaba sendikaların bugüne dek ısrarla üzerinde durduğu değişiklikler yapıldı mı, yoksa yine sermaye örgütlerinin talepleri mi yerine getirildi? Cevabı yasanın kendisi veriyor. Birkaç madde haricinde neredeyse bütün maddeler kesip yapıştırma yöntemiyle eski yasadan yeni yasaya aktarılmış durumda.

İşkolu barajlarının sıfıra değilse bile, kademeli olarak yüzde 3’e indirilmesi, işyeri barajının işletmeler için yüzde 40’a inmesi, işkollarının sayısının tek haneli rakam yerine 20’ye indirilmesi, işkolu yetki tespit davalarının durdurucu sebep olmaktan çıkartılması ve üyelik ve istifa durumlarında noter masraflarının ortadan kaldırılması gibi alt tarafı birkaç madde bizlere eskiye nazaran biraz daha fazla kolaylık sağlayacak. Buna karşın, yasa vesayetçi mantığını koruyor. İşçilerin nasıl bir sendika kuracaklarını ve sendikaların tabi ola28

petrol-iş

cakları kuralları tek tek belirliyor. Her alanda iktidarın müdahalesine yine zemin hazırlıyor.

Bazı işlerde grev hakkı elimizden alındı Grev yasakları değişmeden duruyor. Havayolu işçilerinin çok uzun ve ısrarlı direnişleri sonucunda önce iptal edilip sonradan geri verilen hava işkolundaki grev hakkı bir istisna oluşturmuyor. Sendikamızı da yakından ilgilendiren işlerde, “doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde” denerek üyelerimizin önemli bir kısmının grev yapma hakkı yine ellerinden alındı. Yukarıda söylediğimizi tekrar etme pahasına vurgulayalım: bu kez grev hakkını elimizden alan 5 generaldan oluşan bir cunta değildi. Aksine, cunta döneminin suçlarının sorgulandığının iddia edildiği bir dönemde, sivil ve seçimlerle başa geçmiş bir iktidar bu hakları elimizden aldı. Türkiye işçi sınıfının en güçlü olduğu alanlar nerelerdir diye bir sorunun en kestirme cevabını, hangi kesimlere grev yasağı getirilmiş ise, en güçlü kesimler de oradadır şeklinde vermek, genel bir doğruyu yansıtır. Her sektörün kaynağı olan “Enerji” sektörü, tüm finansal hizmetlerin temelini oluşturan “Bankacılık” sektörü

ile insanların ulaşımını kestiği için etkisini en hızlı hissettiği “Toplu taşımacılık” sektörlerinde grev yasağı değişmedi, duruyor. Buraya kadar yaptığımız eleştiriler çuvaldız kısmıydı. İğne kısmında ise emek hareketinin kendisi geliyor. Bir önceki yasanın çıkış koşulları altında, silahsız, tanksız topsuz sendikal hareketin sessiz kalması, tepkisini asgari ölçülerde sunabilmesi anlaşılabilir demiştik. Bu dönemki sessizliği ne ile açıklayacağız? Yıllardır gündemde olan bir değişiklikler paketi için bu denli cılız tepkilerin verilmesini nasıl yorumlayacağız? Ülkemizdeki işçi sendikaları 3 konfederasyon tarafından temsil ediliyorlar. En büyük işçi örgütü, sendikamızın da üyesi olduğu Türk-İş. Diğer ikisi ise Hak-İş ve DİSK. Hakİş, bu dönem içinde bağımsız bir yapıdan daha çok, iktidarın uzantısı görünümü veriyor. Açıklamalarında çok dikkatli bir dil kullanarak Hükümet aleyhine hiçbir sözün veya eylemin altına girmiyor. Yasa henüz taslak aşamasında iken, yasayı benimsediklerini, hiçbir itirazlarının olmadığını, kendilerine uygun bir yasa olduğunu söylediler ve herhangi bir eylemlilik içinde olmadılar.


Türk-İş'ten onay Türk-İş yönetiminin ise, bütün itirazlara rağmen yasaya onay verdiği, son aşamada anlaşıldı. Yasanın bu haline imzayla onay verdiği anlaşılan yönetim içinden, Genel Başkan Mustafa Kumlu'ya karşı yapılan eleştirilerin ise atı alanın Üsküdar'ı geçtikten sonra, sırf bir politik manevra için yapıldığı elbetten gözden kaçmadı. Türk-İş içinde olup da alternatif bir sendikacılık anlayışı yerleştirmek amacıyla oluşturulan Sendikal Güç Birliği Platformu ise, ilan ettiği beyanname ve taahhütlerine uygun bir yapılanmaya henüz sahip olmadığını göstermiş oldu. SGBP sendikalarının etkinliği de bu süreçte yapılan birkaç protesto etkinliğinin ötesine geçemedi. SGBP henüz iddiaları ile doğru orantılı bir örgütlülük sergileyemiyor. Taslağın yasalaşma döneminde kamuoyunda sesi en çok duyulan DİSK'in de harekete geçirebildiği sendikalarının sayısı bir avucu geçemedi. İyi niyetle yapılan, ancak işçi sınıfının gerçek gücünü göstermeyen etkinliklerin vicdan rahatlatma dışında hükümet nezdinde bir etkisinin olmadığı da açığa çıktı. Gücünün farkında olmak Henüz Türkiye işçi sınıfı ve sendikaları kendi gücünün yeterince farkında değil. İddialarına uygun örgütsel yapıları yaratamadığı da ortada. Genel olarak konfederasyon yöneticilerinde tabanın tutumuna ilişkin konularda bir umutsuzluk görünüyor. Halbuki, tarihimiz her zaman tersini göstermiştir. Uzun bir hazırlık yapıldığında, stratejik düşünüldüğünde, örgütün bütün kurulları aynı amaç ve hedef doğrultusunda kilitlendiğinde, başarı mutlak değilse bile yakın hale dönüşür. Her seferinde de böyle olmuştur.

laşma taleplerinin geldiğini görüyoruz. Farklı sektörlerdeki işçi arkadaşlarımızın bile Petrol-İş'te örgütlenmek istediklerine şahit oluyoruz.

İyiden de kötüden de ders almak 6356 sayılı yasanın yasalaşma süreci, Türkiye'de bundan sonra neyin yapılamayacağını kesin sınırlarla göstermiştir. Mücadeleci sendikacıların önüne çıkartılan en büyük argüman, “müzakerelere hiç şans verilmemesi” idi. En azından bundan sonra sadece Bakanlık ile iyi ilişkilere ve protokol anlaşmalara dayalı bir sendikacığın sonuçsuz kalacağının görüldüğünü umut ediyoruz.

İktidarın yasalarını işlevsizleştirme Bu bilinçteki işçilerin aynı bilinçte yöneticilerle buluştuğu bir ortamda, daha önce cunta yasaları nasıl işlemez hale getirildiyse, bugünkü iktidarın bize layık gördüğü bu yasalar da işlemez hale gelecektir. Önemli olan, bu talepler geldiğinde bu talepleri karşılamaya hazır bilginin, birikimin ve örgütsel yapının mevcut olmasıdır.

Üyelerini önce yaygın biçimde bilgilendirme, sonrasında duyarlı hale getirme ve nihayetinde harekete geçirme hedefi olmadan, temsilcilerini, yöneticilerini tek amaçla bir araya getirmeden kalıcı sonuçlar elde edilemeyeceği bu süreçte anlaşıldı. Sonuç olarak, her şey işçiler için bir ders niteliği taşır. Bütün olumsuzluklar, kendi içinde bir olumluluk da içerir. Türkiye'nin dört bir yanında giderek artan bir tempoda sendikapetrol-iş

29


EMEK ve EKONOMİ

Ekonominin canlanması alım gücünün artması ile mümkün:

Emekçiler hakları konusunda direnç göstermeli Hergün basında büyüme, enflasyon, bütçe açıkları, ekonomik kriz, artan ihracata dair haberler okuyoruz. Bu kavramların emekçilerin hayatındaki yeri ne? Ekonomi büyüyünce biz de büyüyor muyuz, bütçe bizim ücretlerimiz fazla diye mi açık veriyor, Sigara alırken niye patronumuzla aynı parayı ödüyoruz? Tüm bunları Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu'yla görüştük. Söyleşi: Necla AKGÖKÇE

Ekonomi bizim aklımızın almayacağı bir şey gibi yansıtılırken hükümetin almış olduğu ekonomik kararlar doğrudan yaşantılarımızı etkiliyor. Ekonomik tedbir ve kararların herkesin hayatındaki etkileri aynı mı? Hükümetin almış olduğu ekonomik kararlardan elbette farklı bir biçimde etkileniyoruz. Genelde iktidarı, gücü kim elinde tutuyorsa haliyle o güç ilişkilerine uygun, o kesimlerin işine gelebilecek kararlar alıyorlar. Ama bu her zaman bire bir olmuyor. Örneğin şu anda AKP hükümeti işbaşında, hem neoliberalizmi benimsemiş hem de muhafazakar bir hü30

petrol-iş

kümet. Büyük ölçüde Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) ve MÜSİAD gibi kendi işveren kuruluşları var. MÜSİAD'ın TUSKON'UN işine gelecek her karar, emekçilerin yüzde yüz hayatını zehir edecek, anlamına gelmiyor bu. Ama genel olarak ekonomide alınan bütün kararların sınıfsal olduğunu, mevcut iktidar blokunun dayandığı kesimlerin çıkarına olduğunu söyleyebiliriz. Geniş emekçi kesimler açısından durum, onları susturmak için ağızlarına bir parmak bal çalmanın ötesine varmıyor. Son dönemlerde büyümenin durduğundan bahsediliyor. Büyüme nedir,

durması veya yüksek oranlarda seyretmesi çalışanların, emekçilerin hayatını ne şekilde etkiliyor? Bir işçiye, bir emekçiye bu yıl ekonomimiz yüzde 8 büyüdü, önümüzdeki yıl yüzde 6 büyüyecek gibi bir rakam verildiği zaman, o minumum ne talep etmelidir, bu büyümeyi sağlayanlardan ya da bununla övünenlerden, diye başlayabiliriz... En genel anlamıyla büyümeyi pastanın büyümesi olarak tanımlarsak, yüzde 8 büyüme demek, pastanın hacmi yüzde 8 genişlemiş demektir. Bir de enflasyon denilen bir kavram var. Enflasyon yüzde 10'sa genelde malları ve hizmetleri ek-


meği, salçayı, zeytinyağını, margarini bu kadar pahalıya alıyoruz, demektir bu. Enflasyon yüzde 10'sa, ekonomi de yüzde 8 büyümüş ise ikisinin bileşik etkisi düşünüldüğünde böyle bir ortamda bir emekçi en azından yüzde 20'lik ücret artışı talebinde bulunmalıdır. Enflasyon yüzde şöyle ücret zamları da onun kadar, emekçiyi enflasyona ezdirmedik, deniyor bizlere yıllardır. Bu doğru değil o zaman... Elbette doğru değil, sadece enflasyon oranında bir ücret artışı sağlayarak, aslında emekçileri büyümenin nimetlerinin tamamıyla dışında tuttuklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim rakamlara baktığımız zaman AKP'nin 2002 yılında iktidar oluşundan bu yana 10 yıldan fazla bir zaman geçti. 2009'daki daralma bir yana bırakılırsa, genel olarak hızlı büyüme sağlanan bir dönem olduğunu kabul edebiliriz. İktidara geldikleri yıl işsizlik yüzde 7.2'ydi, şimdi ise yüzde 9'lara inmesi ile övünülüyor. Çünkü krizde işsizlik yüzde 15'lere çıkmıştı. İstihdam yaratamayan bir ekonomi var yani? Evet, ekonomi aradan geçen 10 yılda istihdam yaratamamış. Hem o dönemin işsizlerine hem de yeni işgücüne katılanlara iş sağlayamamış. Pasta büyürken bile insanlara iş sağlayamamış. Büyümenin yavaşladığı, hükümetin kendi projeksiyonlarına göre büyümenin yüzde 4-5 aralığında olacağı tahmin edilen önümüzdeki üç yıllık dönemde, işsizliğin de düşmesini bekleyemeyiz. Kısacası hızlı büyüme sağlayan bir dönemde bile hem işsizlere iş yaratamayan hem de mevcut bir işte çalışanların hayat koşullarını yükseltemeyen bir ekonomik süreç yaşadık. Buradan haliyle Türkiye'de gelir dağlımının daha da bozulduğunu, dengesizliklerin daha da arttığını tahmin edebiliriz. İstatistikler de bunu gösteriyor zaten. Türkiye üyesi olmakla övüdüğümüz OECD ülkeleri içinde, Meksika ile birlikte gelir dağılımı en bozuk olan ve gelir dağılımı bozulmakta devam eden tek ülke. Çünkü Meksika,

Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri, bir taraftan gelir dağılımın en bozuk olmasıyla öne çıkan ama bir taraftan da son 10 yılda gelir dağılımının göreceli olarak düzelme gösterdiği ülkelerdir. Bizi enflasyona ezdirmiyorlar ama gerçek ücretler gittikçe düşüyor, gelir dağılımı aleyhimize bozulmaya devam mı ediyor? Evet. Çünkü “enflasyon+büyüme” kadar ücret artışı talebinde bulunmak demek, aslında statükonun korunması istemek demek. Bu 10 yılda emekçilerin statükoyu bile koruyamadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Halbuki madem bir ülkede gelir dağılımı eşitsizliği var, servet dağılımında çok daha büyük bir adaletsizlik var, ücret pazarlıklarında kapıyı açarken, bunun düzeltilmesi yönünde de talepkar olmamız gerekir. Yüzde 10 enflasyon ve yüzde 8 büyüme ortamında yüzde 20'lik ücret artışı minumumdur. Sizin ücretleriniz yüzde 30 yüzde 40 oranında ilerleyecek ki gelir ve servet dağılımında bir düzelmeden bahsedilebilinsin. Gelir dağılımı eşitsizliğinden bahsettiniz, Türkiye'de vergi gelirlerinin yüzde 70'inin dolaylı vergiler oluştuğu söyleniyor Nedir dolaylı vergiler, niçin vergi adaletini sağlayamazlar? En genel olarak bir ekonomide gelirden ve servetten alınan vergilerin ağırlığı ne kadar fazlaysa harcamalardan alınan vergiler, diğer bir deyişle dolaylı vergiler ne kadar düşükse, o vergi sisteminin o kadar adil olduğunu söyleyebiliriz. Gelir ve servetten alınan vergiler de ne kadar müterakki nitelikliyse, yani geliriniz artıkça verdiğiniz vergi o derece yükseliyorsa, o da adalete doğru giden bir uygulamadır. Vergi sestemi ne kadar genelse o kadar adaletsizdir.

“Emekçiyi enflasyona ezdirmekdik” sözü doğru değil, sadece enflasyon oranında bir ücret artışı sağlayarak, aslında emekçileri büyümenin nimetlerinin tamamıyla dışında tuttuklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ödediğimiz vergilerin kaynağının bu olması neden adaletsizlik yaratır? Bir işçinin kullandığı salça ile bir işverenin kullandığı salça arasında bir fark yoktur. Hatta belki işveren daha az salça kullanır. Sağlığına dikkat ettiği, mesela somon balığı yediği için daha az tereyağ tüketiyordur. İnsanların tüketimlerinden ne kadar vergi alırsanız, vergi gelirlerini harcamalara ne kadar yıkarsınız, vergi adaleti o kadar bozulur. Yabancı yatırımcıların yerli yatırımcılara göre daha az vergi ve stopaj ödediği Türkiye'den başka bir ülke yoktur. Yakın bir zamana kadar uluslar arası sermayeyi kaçırmamak için yabancı yatırımcılara daha da büyük bir avantaj sağlıyordu. Vergi da-

Türkiye bu yönüyle dünyanın en adaletsiz ülkelerinin başında geliyor -esasında Çin de benzer bir yapı gösterir.-. Türkiye'de dediğiniz gibi toplam vergi gelirlerinin yüzde 70 civarı dolaylı vergilerden oluşuyor. Ekmek, gazete, salça, çay alırken, ödediğimiz vergilerdir bunlar.. petrol-iş

31


ğılımına baktığımız zaman kurumlar vergisi oranının toplam vergiler içindeki ağırlığının yüzde 6'nın altında olduğunu görüyoruz. Bütün bildiğimiz anlı, şanlı holdingler, büyük bankalar, çokuluslu şirketler, daha önce kamu kuruluşu olup da özelleştirilen büyük işletmelerin hepsinin ödediği tüm vergilerin toplamı, vergi havuzu içinde yüzde 10'dan daha az. Dolaylı vergiler yüzde 70 oranında dediğimizde, bunun büyük ölçüde emekçilerin ödediği vergilerden oluştuğunu varsayabiliriz. Geri kalan yüzde 30 içinde de gene bir işçinin, bir kamu çalışanın gelirinden ödediği verginin ağırlığı yine çok daha fazladır. Yüzde 20 pay da üretime katılmasında emeğinin belirleyici olduğu kesimler tarafından ödeniyor. Yani yaklaşık olarak, yüzde 90'una yakın kısmının vergilerin geniş emekçi kitleleri tarafından ödendiğini söylediğimiz zaman yanlış bir değerlendirme yapmış olmayız. Adaletli bir vergi sistemi sizce nasıl olmalıdır? Öncelikle bir toplumda adaletsizlikler yıllar içinde birikmiş ise bunu düzeltmek için bir servet vergisinin uygulanması gerekir. 1994 yılında Türkiye şiddetli bir krizden geçerken, o dönem SHP-DP hükümetinin danışmanı olan bir iktisatçıki ana akım iktisadi görüşün temsilcisiydi, emekçiden yana değildi- “Ancak servet vergisi uygulanırsa düze çıkarız” demişti. Bir daha adı bile duyulmadı kendisinin. Sermaye kesimi açısından en tabu kavram servet vergisidir. Türkiye'de AB ülkelerinde dahi görülmedik ölçüde lüks konutlar yapılıyor, lüks arabalar sokakları dolduruyor. Bu şartlarda radikal bir şekilde servet vergisi uygulamaksızın sadece cari gelirlerle, cari harcamalarla vergi adaletini sağlamanız mümkün olmaz. Bu tabii ki sonunda sınıfsal bir tercihdir. Biz talep edebiliriz ama mevcut hükümetin bunu karşılamasını bekleyemeyiz. Bu Türkiye'deki sınıflar dengesinin değişmesi ile olabilecek bir şeydir. Mutlaka sınıf iktidarı anlamına da gelmez. Emekçilerin 32

petrol-iş

mevcut sınıf dengelerini zorladığı, mevcut hükümetleri ciddi bir şekilde kendilerinden yana karar almak yolunda

Bir toplumda adaletsizlikler yıllar içinde birikmiş ise bunu düzeltmek için bir servet vergisinin uygulanması gerekir. Ama sermaye kesimi açısından servet vergisi en tabu kavramlardan biridir. etkileyebildiği geçiş dönemlerinde de mümkün olabilir. Yani emekçilerin çok daha güçlü, çok daha örgütlü, çok daha kararlı olduğu bir dönemden bahsediyorum. 12 Eylül'den önce sendikaların nisbeten güçlü olduğu, ya da konjonktürün farklı olduğu bir zamanda emekçiler isteklerini daha fazla kabul ettirebiliyorlardı mesela... İlk olarak dediğiniz gibi emek örgütleri daha güçlü ve kararlıydı, bu bütün dünyada böyleydi. İkincisi de büyük ölçüde ulusal ekonomilerin bulunduğu bir dönemdi. Ulusal ekonomilerin geçerli ol-

duğu bir dönemde işverenin ürettiği mal hizmetlere talep de geniş emekçi kesimlerinden gelir. O bakımdan emekçilerin hayatını zindan etmek aslında kendi mal ve hizmetlerini satamamaları kendi bindikleri dalı kesmeleri anlamına da geliyordu. Şimdi süreç değişti. Küresel ekonomide ülkenizdeki insanların alım gücü sıfır dahi olsa, çok düşük dahi olsa, yurdışı talebe hitap edecek ölçüde bir üretim yapabiliyorsunuz. Küresel kapitalizm yerel iktidarla, yerel emekçi kesimler arasındaki o sınırlı dengeyi de tamamen bozdu. Türkiye'de sınıfsal dengenin emekçilerin lehine zaman zaman bozulduğu bir dönem de bence 1989-1990 dönemiydi. Zonguldak İşçi Eylemi, Ankara Yürüyüşü'nün olduğu dönem. Bütün 80'li yılların kaybını bir şekilde telafi edecek bir adım attırdı emekçi kesimler. Mevcut hükümetin şöyle bir manevra kabiliyeti vardı. ANAP'ın dayandığı sınıf iktidarı esasında taviz vermek istemiyordu. Ama o dönem daha özelleştirmeler gerçekleşmemişti, kamu borçları çok sınırlıydı, bir de dünyada küreselleşme sürecinin hız kazandığı bir dönemdi. 32 Sayılı Kararname ile yurtdışından borçlanmak tek tek şirketlerin ve bankaların yurtdışından borçlanmaları mümkün oldu. Bono, tahvil piyasaları kuruldu. Devlet rantiye kesimlerden borçlanarak daha az vergi alsa bile kamu çalışanlarının hayatını düzeltecek, sosyal hizmetleri düzenleye-


cek bir adım atabildi. Şu anda bu manevra alanı da iyice daraltılmış durumda. Emekçileri ilgilendiren kavramlardan biri de bütçe. Kamu emekçileri zam isterken bütçe açıklarından bahsediliyor devamlı. Bütçe oluşturulurken, nelere dikkat ediliyor, bütçenin açık vermesi denk olması ne anlam ifade ediyor? Tek tek ailelerin bütçesi gibi kamunun bütçesi de zaman zaman açık verebilir. Zaman zaman fazla verebilir. Bu bütçenin nereye harcandığına ya da hayırlı işlere harcanıp harcanmadığına dair bir fikir vermez. Genelde bir emekçi belli konjonktürlerde “Bütçe açık verebilir ama benim hayatım düzelsin” diyebilir. Kamu çalışanlarının maaşını artırırsanız, emeklilerin ücretlerini artırırsanız, bütçeye genelde bir yük biner, bütçe açığı artar. Ama bugün “bütçe açığı artmasın muhakkak denge olsun” şeklinde bir so-

rumlulukla toplu sözleşme masasına oturmak durumunda değil çalışanlar. Siz kendi yaşam şartlarınızın daha iyi bir duruma gitmesi ile ilgilisinizdir. Bunun için mücadele veriyorsunuzdur sizden “sorumlu olmanız” beklenemez. Bütçe belli dönemlerde açık veriyorsa, sınıfsal tercihlerden bağımsız olarak ileriki yıllara, bir yük bindirileceği uzun vaadede de bugünkü kuşaklardan gelecekteki kuşaklara bir maliyet aktarılacağını düşünebilirsiniz. Ama zaten emekçilerin günü kurtarmak çocuklarının karnını doyurmak ve eğitim almasını sağlamak dışında bir gaileleri olmadığı için böyle bir sorumluluktan da bahsedemeyiz. Öncelikle Türkiye 90'lı yıllarda hız kazanan bir süreçle, kamusal hizmetlerin gerilediği, kamu çalışanlarının ve emeklilerin yaşam standartlarının gerilemese bile büyümeden pay alamadığı bir dönemden bu güne geldi. 1994, 1999, 2001 krizlerinde giderek kamunun borçlanması zorlaştı ve bütçe içinde faiz ödeme-

lerini müthiş bir pay ayrılmaya başlandı. Kriz dönemlerinde bu zaman zaman yüzde 40'ları buldu. Şimdi dünyada kriz ortamında dış alemden daha ucuza borçlanmanın mümkün olmasıyla birlikte bu faizler tırnak içinde daha makul bir noktaya geldi. Bütçe içerisinde faiz ödemelerinin ağırlığı yüzde 10 ve altına düştü. Geri kalan kalemlerde bir iyileşme sağlamadan yüzde 40'lık bir ağırlığı yüzde 10 düşürdüğünüz zaman haliyle bütçe büyük açıklardan zaman zaman dengeye hatta fazlaya gelebilir. Türkiye'de yaşanan budur. Aslında yüzde 30'luk bir düşüş karşısında belli kalemlerin artığını görüyoruz. Mesela sağlığa yapılan harcamaların artığını görüyoruz... Bu olumlu bir şey mi? Sendikalar, meslek kuruluşları, siyasi partiler adına 90'lı yıllarda bütçeyi değerlendirirken eğitimin, sağlığın payı artığı zaman bunu olumlu bir gelişme olarak görürdük. Bu o zamana göre yan-

Krizi doğal gösteren hikayeler yazıldı töründe çalışanları vurmuştu. Bilgisayar kullanabilen, yabancı dil bilen, iyi eğitimli bir kısım insanlar işsiz kalmışlardı. Bunlar büyük ölçüde piyasa ilişkilerine bağlı oldukları için ücretlerinin kesilmesi daha geniş bir etki uyandırdı.

2008 krizi için teğet geçti denildi, ama özellikle ihracata yönelik üretim yapan fabrikalarda ciddi işten çıkarmalar oldu, işsizlik, geçici işçilik arttı. Hayatımız böyleyken krizin bizi teğet geçtiğine nasıl inandırıldık? 2001 krizi ile karşılaştırılarak böyle bir değerlendirme yapıldı. AKP hükümeti de kendisini iktidara taşıyan 2001 krizinin hatıralarını sürekli bir biçimde gündemde tutarak, insanları mevcut konumlarına razı etmeye çalıştı. 2001 krizi eğitimli, sesi daha fazla çıkan, feryadını duyurabilen, finans, banka, reklam ve medya sek-

2008 krizi dünyadan kaynaklanan bir krizin Türkiye'ye yansıması olduğu için özellikle ihracata yönelik imalat yapan sanayi vurdu. Çalışanlar mavi yakalılardı. 2001 kesimine göre sesi feryadı, duyulamayanlardı. Andoludaki küçük orta boy işletmelerde çalışanlar da etkilendiler krizden ve bunlar dayanışma ağlarını devam ettiren hala kırsalla bağı olan kesimlerdi. Köyden geldikleri için çok rahatlıkla geri dönebildiler.

Üretimde bir daralma da yaşandı değil mi? Türkiye'nin 2008'in ilk çeyreği ile 2009 ilk üç çeyreği arasındaki bir yıllık dönemde ekonomi yüzde 8 civarında daraldı. Yani yüz olan üretim 92'ye düştü.

Bunun ciddi bir etkisi olmaması düşünülemez. Bir de Türkiye'de kriz dönemlerinde bir yandan işsiz sayısı artarken diğer yandan ücretler düşüyor, düzenli ödenmiyor. Başka insanlar işsiz kalırken, emekçiler kendi ücretleri ödenmese de buna rıza gösterebiliyorlar. Geçici işler ya da genç işçilere staj adı altında istihdam sağlayarak kamu da krizin nisbi olara hafif hissedilmesine katkıda bulundu. İnsan psikolojisi önemli insan kıyametin kopmasından daha az ama çatısının başına yıkılmasından daha çok korkar. Bir işletme kapanırsa işçiler daha çok feveran ederler ama bu genel bir krizin parçasıysa daha doğal karşılanır. Amerikalılar, Avrupalılar, Japonlar kriz yaşıyor, Türkiye'de de yaşanabilir şeklinde bir psikoloji hakim oldu. Bu süreçleri bir şekilde doğallaştıran bir hikaye yazıldı bütün dünyada. Yoksa ciddi bir kriz yaşandı, devamının yaşanması da olası... petrol-iş

33


lış değildi çünkü eğitim ve sağlık büyük ölçüde kamusaldı. Pay arttığı zaman yeni kamu okulları açılıyor, öğretmenlerin özlük hakları iyiye gidiyor, okullara yeni araçlar alınıyor, hastanelerdeki tıbbı cihazlar yenileniyor anlamına gelirdi. Ama AKP döneminde eğitim ve özellikle de sağlık büyük ölçüde özelleşti. Ve özel sektörün birikim sağlamasında kamu kaynakları kullanıldı. Hepimizin cebinden çıkan paralarla yani kamu kaynaklarıyla özel sektör semirtilmiş oldu. Yanından bile geçemediğimiz özel hastanelere şimdi ben müşteri olarak girebiliyorum, dedirten bir süreç yaşandı. Bir geçiş dönemiydi. Bu sürecin böyle devam etmesi mümkün değil artık. Bu durum kamu bütçesini zorlamaya başladı. Zaten kendi hayatlarından da biliyordur insanlar, giderek daha az ilacı sınırlı ölçüde reçetelerle alabiliyorlar, katkı payları artıyor. Bütçede sağlık ve eğitim harcamalarının artması her zaman bizim lehimize olmayabiliyor yani? Bütçeyi değerlendirirken artık ezberlerden de kurtulmamız gerekir. Eğitime yapılan her harcama kamusal değilse geniş emekçi kesimler için bir anlamı olmaz. Büyük eğitim gruplarına, özel hastanelere bir kar alanı mı açtı bu, siyasi yandaşlara rant alanı mı sunuluyor, sağlığın eğitimin metalaşmasına mı yaradı, bunu tartışmak durumundayız... Artık bütçeyi değerlendirirken açıklardan, fazlalardan öte detaylara inmek, geniş kitlelerin leyhine mi aleyhine mi ne amaçla kullanı-

lıyor? bunu bilmek gerekiyor. En geniş anlamıyla da geniş emekçi kitlelerinin “Aman bütçe açığı vermeyelim yarın zor duruma düşeriz” gibi bir gayretkeşlik içinde olmaları gerekmez. Kendi bulundukları sınıfsal konumdan hareketle haklarını sonuna kadar talep etmek durumundadırlar. 2013 yılı için bir değerlendirme yapabilir misiniz, bizi neler bekliyor? Öncelikle Türkiye ekonomisi ihracatla övünen, ihracat rekorları kırdık, diye övünen ama insan hayatına nasıl yansıyor, diye bunu sorgulamadan hikayesini yazan bir ekonomi. Buradan hareketle payı gerilemekle birlikte, bir numaralı ihracat pazarımız olan Avrupa'nın, kriz derinleşmese bile mevcut haliyle de artık bir pazar olamayacağı görülüyor. Türkiye'nin burada irtifa yitirebileceğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde Ortadoğu'da yaşanan savaşlar ve genel alt üst oluşlar nedeniyle Ortadoğu pazarı da daralıyor. Türkiye'nin izlediği aşırı atak ve saldırgan dış poliitka da burada itibarını yitirmesi, istenen bir partner olmaması sonucunu doğuruyor. Ortadoğu'da dafazla umut görmüyorum ben. Bu noktada iç talebin canlandırılması çözüm olabilir mi? Emekçilerin bulundukları yerde sağlam durmaları, kendi haklarıya ilgili direnç göstermeleri, hem sınıf olarak hem kendi yaşam standartları açısından çok önemli. Türkiye ekonomisinin yakın ge-

Hayri Kozanoğlu Mustafa Sönmez ile birlikte 2012 yazında çıkardıkları “Neler Oluyor Hayatta” isimli kitaplarında da ekonominin hayatımızla ilişkisini ele almıştı.

lecekte canlılık göstermesi bence büyük ölçüde geniş kesimlerin alım güçlerinin artması, iç talebin canlanmasıyla mümkün. Emekçiler kendi haklarını almak için mücadele ederken ekonominin geneline de hizmet etmiş olacaklar. Kamu emekçilerin gelirini artırırsanız, daha fazla alış- veriş ederler, daha fazla lokantaya giderler, daha fazla taksiye binerler sonunda ekonomiye de hareket gelir. Ama bu reklamlar aracılığıyla insanları harcamaya teşvik etmekle olmaz, insanların gelirlerini artırmakla mümkün olabilir. Emekçilerin önümüzdeki dönemde sağlam durmalarının, hem kendi sınıf çıkarları açısından hem de ekonominin genel performansı açısından anlamlı olacağını düşünüyorum. Madem bir üretim kapasitesi var, buna yurtdışından yeterince talep yok. Ülke içinde insanların mal ve hizmetleri daha fazla alabilir kapasiteye ulaştırılmaları gerekir. Hükümetler bunları kendiğinden gerçekleştirmezler, bir biçimde sınıfsal zor gereklidir. Topkapı Şişe Cam işçilerinin direnişi, geçtiğimiz yıllarda tekel işçilerin direnişi çok önemli. İşçilerin kararlılığı genel olarak işçi sınıfı için çok önemli bir işaret fişeği olabilir.

34

petrol-iş


SEMPOZYUM

petrol-iş

35


İŞÇİ SAĞLIĞI ve İŞ GÜVENLİĞİ

Sağlıklı ve güvenli çalışmak istiyoruz paneli yapıldı:

Kâr varsa fiziksel iyilik hali olamaz İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Genel Merkez binamızda 7 Aralık Pazar günü “Sağlıklı ve Güvenli Çalışmak İstiyoruz” başlıklı bir panel düzenledi. Toplantıya çeşitli sendikaların temsilci ve yöneticileri ile oda ve meslek örgütlerinden temsilciler, iş müfettişleri, işçiler katıldılar. Panelde Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın, Mali Sekreterimiz İbrahim Doğangül ve Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreterimiz Nimettullah Sözen de hazır bulundular. Onur GÖZÜTOK

dahi uygulayamaz konumda olduklarına dikkat çeken Öztaşkın, "Sendikaların toplumda itibar kazanmasının en önemli araçlarından biri, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yapacakları olacaktır. Sendikal Güç Birliği Platformu'nun Meclis'in çalışmalarına katılması için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz" diye konuştu.

İş cinayetlerinde hayatını kaybedenler anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başlayan panelin açılış konuşmasını Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın yaptı. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin bir buçuk yıldır başarılı çalışmalar yürüttüğüne ve önemli bir boşluğu doldurduğuna dikkat çekerek konuşmasına başlayan Öztaşkın, iş kazalarında Türkiye'nin dünya liderliğine koştuğunun altını çizdi. Ekonominin istihdam ayağının ucuz işgücü üzerinden kurgulanması nedeniyle güvencesizliğin temel çalışma biçimi haline geldiğini belirten Öztaşkın, artan iş kazalarına ve meslek hastalıklarına da dikkat çekti. Sendikaların bu konuda yeterli duyar36

petrol-iş

lılığa sahip olmadığını vurgulayan genel başkanımız: "Sendikal alanın bu çalışmalara yeterli ilgiyi gösterdiğini söyleyemeyiz. Türkiye sendikal hareketi işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda bir özeleştiri vermek durumundadır. Sendikalar Konunun üzerine yeterince gidip kamuoyu oluşturulmasına katkı sunamamaktadır. Sendikal Güç Birliği Platformu'nda konuyu üç kez gündeme almamıza rağmen, salonda platformdan da kimseyi göremiyorum. Başkasını eleştirirken, kendimize de bakmalı, çuvaldızı kendimize de batırmalıyız. Sendikalar, meclisin mücadelesini sahiplenmeli." dedi.

Sendikalar bu konuya eğilmeli Şu anda var olan tüzük ve mevzuatı

Öztaşkın'ın ardından İş Müfettişleri Derneği ve (İSİG) üyesi Şeref Özcan, "İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası"nı getirdiği tanımlar, taraflara yüklediği yükümlülük sendikalarla ilgili maddeler açısından değerlendirdiği bir sunum yaptı. “Yeni yasamız var, artık iş kazaları olmayacak” şeklinde yanlış bir algının yaratıldığına vurgu yapan Özcan, yeni yasayla iş kazası tanımının daraltıldığını da sözlerine ekledi. İşyeri dışında meydana gelen kazaların yeni yasaya göre iş kazası sayılmadığını belirten Özcan, ev işçilerinin maruz kaldığı ve işçilerin servislerde geçirdiği kazaların bu kapsamda olduğunu söyledi. Yeni yasada iş güvenliği ile ilgili yer alan “uygun koşullar sağlanır” ifadesinin tanımsız ve belirsiz olduğuna da değinen Özcan, bu belirsizlikten özel şirketlerin faydalanacağını söyleyerek işçi sağlığı alanında yaşanacak piya-


suru olarak görülmesi olarak, değerlendirdi. Daha sonra yasada bulunan sendikalar açısından en önemli maddenin “Görüşlerin alınması ve katılım” bölümü olduğuna değinen Özcan, “Bu maddeye göre işveren işçilerin görüşünün alındığını ya da katılımının sağlandığını ispatlamak zorundadır. Sendikalar da olayla ilgili her türlü veriyi işverenden talep edebilir. “ dedi.

Teknik işlerden anlayan bir çalışan temsilcisi

salaştırmaya dikkat çekti. Özcan İLO'nun işçi sağlığını, işçinin fiziksel, ruhsal, sosyal yönden tam iyilik hali olarak tanımladığını ama bizde bırakın ruhsal ve sosyal sağlığı, fiziksel sağlığa bile yeterince önem verilmediğini ve uygulamadaki temel kavramın “işin sürekliliği” olduğunu söylerek şöyle devam etti: “Üretimin sürekliliği, yani karlılık esas olunca, doğal olarak işçinin iyilik halini bekleme ve onu sürdürebilme şansımız olmuyor” İş kazalarında tanıkların “işyerinde bu konuda çok iyi eğitim verildi” şeklindeki ifadelerinin hiçbir anlam ifade etmediğini söyleyen Özcan, “ Bu eğitimler genel kültür eğitimidir. İşgüvenliği eğitimi o işçi ne iş yapıyorsa o işe özel riskleri anlatan eğitimdir. Enjeksiyon preste çalışıyorsa bir işçi, enjeksiyon preste ne gibi tehlikeler var, bu tehlikelere karşı neler yapılır, yapılmalıdır? Bunların anlatıldığı eğitimdir iş güvenliği eğitimi.” dedi. Eğitiminin başarısının işçinin vasfına bağlı olduğuna değindikten sonra, dikkatin kişiye özel olduğuna da dikkat çekerek: “ Herkes vasfı kadar dikkatli olur. Vasıftan ayrı bir dikkat olmaz.”

dedi. İş kazası sonrasında bildirim fişlerinin işveren tarafından doldurulduğunu söyleyen Özcan, işveren dışında bu olayın sendika temsilcileri tarafından da takip edilip, rapor edilmesinin hayati bir öneme sahip olduğunu belirtti.

İnsan hayatı maliyet unsuru olamaz Yasada bir işkolunda işlerin az tehlikeli , tehlikeli, çok tehlikeli olarak değerlendirilmesinin kötü bir düzenleme olduğuna vurgu yapan Özcan “İşin asıl bölümünün az tehlikeli sınıfına girmesine rağmen, içindeki bölümlerde yapılan bir kısım işler çok tehlikeli işler sınıfa girebilir. Bunu biz parfüm, kolonya gibi işyerlerinde gördük. Daha önceki sınıflandırmalarda hep düşük risk gruplarında yer aldı bu işler. Oysa onlardan tehlikeli işyeri düşünemiyorum. İşçinin kolayca kavramayacağı kazalarla karşılaşıyoruz buralarda. En zayıf halka neresidir? En zayıf halka oradaki en tehlikeli yerdir. İşyerinde buna göre bir sınıflandırma yapılması gerekiyor.” dedi. Özcan Risk değerlendirmesi hususuna da açıklık getirdi. İnşaat gibi işkollarında ihaleler yapılırken beton, demir gibi maliyetlerin yanı sıra “tahmini işçi ölümü ve işçilere ödenecek tazminatların” da dikkate alındığını ifade eden Özcan, bu durumu, insan hayatının maliyet un-

Çalışan temsilcisi düzenlemesinin sendikalar açısından son derece önemli olduğuna dikkat çeken Özcan, buradaki sıkıntılara da konuşmasında yer verdi. İşyerinde sendika bulunuyorsa sendika temsilcisinin aynı zamanda çalışan temsilcisi olarak görev yapması, şeklindeki maddenin temsilcilerinin yükünü artıracağına vurgu yaptıktan sonra şöyle bir formül önerdi: “İş güvenliği ile ilgili olan temsilcilerin teknik bilgilerinin güçlü olması lazımdır. O nedenle çalışan temsilcisinin, nisbeten yükü daha az olan baştemsilcinin kontrolünde teknik işlerden anlayan işçilerden oluşturulmasında fayda görüyorum.” Şeref Özcan’dan sonra söz alan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu da konuşmasına Özcan’ın değindiği maliyet unsuru konusundan bir örnek, vererek başladı. Yasak olmasına rağmen ilaç reklamı yapan bir firmadan bahseden Çerkezoğlu, firmanın gider bölümünde reklamdan dolayı alacağı cezaların ödenmesine dair kalem bulunduğunu söyledi. Çerkezoğlu, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin en temel ilkesi olarak “insan hayatı maliyet unsuru olarak görülemez” ilkesinin benimsenmesi gerektiğinin altını sık sık çizdi. Çerkezoğlu ayrıca İstanbul İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) oluşum süreci ve çalışmaları hakkında bilgi verdi. Daha sonra soru- cevap bölümüne geçildi. Bu bölümün ardından etkinlik sona erdi. petrol-iş

37


SÖYLEŞİ

Kimya Mühendisleri Odası 2. Başkanı işgüvenliği uzmanı Onur Gökulu

“Hayatını sev, onu koru” kampanyaları yapmalıyız

30 Haziran 2012 tarihinden bu yana yürürlükte olan Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işçi sınıfı ve sendikalar açısından ne anlam ifade ediyor? Konuyu Kimya Mühendisleri Odası 2. Başkanı ve İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden kimya yüksek mühendisi, Onur Gökulu ile görüştük. Ona göre; işçi sağlığı sadece işçiyi değil, tüm toplumu ilgilendirmeli.

38

petrol-iş

Bir iş sağlığı güvenliği kanunumuz oldu. 6331 sayılı kanun işçi sınıfı açısından ne anlam ifade ediyor? Alanın durumu malum işçi sağlığı iş güvenliği meselesi can yakıcı boyutta. Bir yılda iş kazalarından yüzlerce insan ölüyor. Bir kanun çıktı, iyi ve güzel şeyler beklemek, öyle umut etmek lazım. Ama bir müddet daha öyle olmayacak gibi görünüyor. Kanunun çıkış süreci bile film olacak nitelikte. 2002-2003 yıllarında AB’ye uyum süreci içinde ve oraya verilen sözler üzerinden başladı çalışmalar. Benim hatırladığım beş -altı yılda beş altı taslak yayınlandı ve değiştirildi. Yönetmelikler çıktı, eski iş kanununa yönelik, sonra onlar iptal edildi. 10 yılda bir kanun çıkarılamaz mı? Çıkarılır.

Yıllardır bu kanun çıkarılamadı.çünkü pek istenmiyordu, hükümet belki AB’ye verdiği sözü yerine getirmek için bir şeyler yapmak isteyebilir ama işveren cephesi bayağı ayak diretti. Genel olarak ne getirdi kanun? 4857 Sayılı İş Kanunu'nda da 15 madde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgiliydi. Şimdi yeni müstakil bir kanun oldu. Çok değişiklik oldu mu, diye sorulacak olursa; aman aman bir değişiklik olmadı. Buna rağmen kanunun bir, iki olumlu yanı bulunuyor. Öncelikle kapsamı genişletildi. Kamu kurumları ve bazı kurumlar iş sağlığı güvenliği hizmetlerinden yararlanamıyorlardı, yararlanır hale geldiler. İkinci olarak; biliyorsunuz iş kazalarının


büyük bir bölümü 50'den az işçi çalıştırılan yerlerde oluyor ama bir işyerinde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurmak için çalışan sayısının 50’den fazla olması gerekiyordu, şimdi bu sayı kısıtlaması kalktı. Herhangi bir sayı telafuz edilmiyor artık. Kapsam genişledi diyorsunuz ama ev hizmetlileri kapsam dışı yine? Tabii onlar yok. Ev işçileri, hapishanelerde tutukluların yapmış olduğu faaliyetler de kapsam dışında kaldı. Baktığımızda ev hizmetlerinde çalışanlar gerçekten çok büyük risklerle karşı karşıya kalıyorlar. Her gün neredeyse bir kadın camdan düşerek ölüyor. Bu konuyla ilgili örgütlerin çabası var. Cezaevlerinde de atölyelerde çalıştırılıyor insanlar. Kapsam genişledi sayı sınırı kalktı diyoruz ama bunlar hemen olmayacak kademe kademe geçilecek… Nasıl olacak bu kademelendirme? Kanun 30 Haziran 2012'de çıktı. Ocaktan itibaren 50'nin üzerinde işçi çalıştıran işyerleri kanunun yürürlüğe girdiği alanlar oldu. 50’nin altında işçi çalıştıran işyerlerini az tehlikeli, tehlikeli, çok tehlikeli olarak bölmüşler. 30 haziran 2013’ten itibaren 50’nin altında çok tehlikeli ve tehlikeli addedilen işyerleri sürece dahil olacak. Temmuz 2014’ten itibaren de kamu kuruluşları ve 50’nin altında işçi çalıştıran az tehlikeliler kapsama dahil edilecek. Kanunu iki yıllık bir sürece yaymaları elbette sorunlu. Böyle bir kanun yapmaları “tamam bu alanda sorun var” demeleri anlamına geliyor ki, bu iyi bir şey. Ama iki sene kadar insanlar yine de buralarda ölebilir mi? ölür. Çok da mantıklı bir tutum değil açıkçası. 50'nin altında işyerlerinde kanunu uygulamak çok zor, diye değiştirme ihtimalinden korkmuyor da değiliz. Kanundan memnun değiliz belki, ama bu şekliyle de olsa uygulanması konusunda diretmeliyiz. Birkaç ay sonra “denedik bak olmadı” deme ihtimalleri de kuvvetli. Bu hükümetten beklenebilir bir davranış.

Üçüncü maddede bir takım tanımlar var işveren, çalışan, işyeri gibi. “Eklenti alanları ve diğer araçlar da” işyerine dahil ediliyor. Ama açılmamış. Bu, yolu, servisi içeriyor mu? Evet, tanımda servis ve yol meselesi biraz muğlak kalmış. Ama işyeri kapsamı kötü değil, yemek, uyku, yıkanma odası, emzirme alanı işyeri kapsamına alınmış. Yol servis eksik bırakılmış ama bu konuda 5510 sayılı kanunda iş kazasının tanımları vardır. İşverence sağlanan bir araçla işe gidiş-geliş sırasında yaşanan kaza, iş kazası sayılır. O kanun bir imkan sağlayabilir. Bu konularda yargıtayın verdiği kararlar da olumludur. İşverence sağlanmıyorsa araç? Evet, sadece işveren tarafından sağlanan araçla gidip geliyorsunuz iş kazası sayılıyor. Toplu taşımayla gidiyorsanız, otobüsle, minibüsle ve kaza geçirmişseniz, o iş kazası sayılmıyor. Bu garip bir şey elbette. Hem yol parası alamıyorsun bir sosyal hak olarak, hem de kaza yapılınca iş kazası sayılmıyor. Ben hukukçu değilim ama kanun yapmanın da bir yolu, yordamı vardır. Kanun bazı konularda çok ayrıntıya giriyor, bazı konular bütünüyle geçiştirmiş, bir de dili kötü, çok zor anlaşılıyor... Risklerin analiz edilip, değerlendirilip, derecelendirilmesinden bahsediliyor kanunda bu derecelendirmeyi, neye göre yapıyorlar, kim yapıyor? 29 Aralık 2012'de kanunla ilgili alel acele üç önemli yönetmelik çıkardılar. Uyandık ki resmi gazetede yayınlanmış. İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği, İş Güvenliği Uzmanlarının Eğitim, Görev, Yetki ve Sorumluluklarına Dair Yönetmelik, bir de Risk Değerlendirilmesi Yönetmeliği. Risk değerlendirmesi bizim alanda çalışan kişilerin bildiği bir kavramdır. Fakat kanunda ilk defa yer almış oldu, risk değerlendirilmesinin adının geçmiş olması bile çok önemli. Yönetmeliğin

çıkması da önemli. Risk değerlendirilmesini nasıl yapacağınızın bir yolunu yöntemini öğrenmek istediğinizde pek bir şey bulamıyorsunuz. Çok ayrıntılı şeyler içermiyor yönetmelik. Bazı şeyleri içeriyor, ama içimize çok fazla sinen bir yönetmelik olmadığını da söyleyebiliriz. Risk Değerlendirilmesi Yönetmeliği'nde sendikalar neye dikkat etmeliler? Bu yönetmelikte, sendikaları da ilgilendiren önemli bir konu var. “Risk değerlendirmesi rehberleri hazırlanır” deniyor. Meslek örgütlerinin ve sendikaların bu rehberleri hazırlayabileceğini, yazmışlar. “Bizim işimiz değil, işveren hazırlasın” diye düşünmememiz lazım. Bizler için bu, önemli bir fırsat. Odaların daha da önemlisi sendikaların bu işe müdahil olmaları lazım. Mesela kimya sektöründe Petrol-İş ile Kimya Mühendisleri Odası bir araya gelip alana özgü riskler nelerdir, risk değerlendirilmesi nasıl yapılmalı? gibi sorular üzerinden rehberler hazırlamalı. Çünkü bunu biz yapmazsak başkaları yapar ve bizim için hiç doyurucu olmaz bu rehberler. Bu alanda bizler çalışıyoruz, işin risklerini en iyi sendikalar, çalışanlar taraf bilir. Bunu bakanlıktan ya da başka bir yerlerden onay alması gerekiyordur şüphesiz ama biz hazırlıklı olup önlerine bir şey koyduğumuz zaman, “bu olmamış” deme şansları daha az olur. Hekime ve mühendise yardımcı olması açısından da alan bilgisine sahip sendipetrol-iş

39


kaların böyle önemli.

rehberler

yapması

Tehlike sınıfı belirlenirken asıl iş dikkate alınır, deniyor kanunda bunu nasıl yorumlamamız gerekir? Tehlike tebliği de çıktı geçenlerde. Bir boya fabrikası diyelim boya yapmak için bazı maddeler de üretiliyor, ama fabrikada nihayi ürün boya. Kanunda boya üretiminin riski ele alınıyor. Oysa boya üretiminde kullanılan diğer maddeleri üretmek daha tehlikeli olabilir. Çünkü çok tehlikeli iki maddeden daha az tehlikeli bir madde yapmak mümkündür. Bu kimya alanında sık sık karşılaşabileceğiniz bir durumdur. Bütün işleri dikkate alarak bir değerlendirilme yapılması daha sağlıklı bir sonuç verirdi fakat öyle bir yöntem izlenmedi. Siz formüle etseydiniz nasıl bir formülasyon önerirdiniz? Bütün iş süreçlerine bakar, yapılan tüm işler içinde en tehlikeli olanı seçip ona göre bir tehlike sınıflaması yapardım. Bu ne kadar kolaydır, bilemiyorum. Ama meslek örgütleri ve sendikalar olarak kendi alanımız üzerinden daha fazla şeyler yapmamız gerekiyor. Az önce söylediğim risk değerlendirme rehberleri bir fırsat olabilir. Kendi alanımızda farkındalık yaratıp süreçlere müdahil olmamız lazım. Ölçümler, tozun az olduğu yerde yaplıyor, deniliyor bu nasıl önlenebilir? Orada uygulama ilgili bir durum var. Kanunda doğru yazılsa bile bunu ölçenler farklı zamanlarda ölçüyorlarsa, sendikalar bunu bilip o saatte ölçüm yaptırmamalılar mesela. Maruziyet konusunda değişik, değişik yöntemler bulunuyor. Anlık, birgünlük, haftalık ölçümler olabiliyor. Ölçümün yöntemine ve türüne göre de değişebilir durumlar. Kanunda yazmasa bile bunu doğru ölçmemizi sağlayacak araçlar var. Bazı işletmelere gidiyor, yoğun bir 40

petrol-iş

koku ile karşılaşıyoruz ama ölçümler yapılıyor, çıkmıyor bir şey. Ölçümler yapılırken doğru zamanda ölçmek kadar doğru şeyi ölçmekte önemli sanıyorum. Doğru maddeyi doğru şekilde ölçmek. Ortam ölçümlerine ilişkin de bir yönetmelik düzenleyecekler. Onunla bu alan biraz daha disipline edilebilir. Kanunda “çalışmaktan kaçınma hakkı” da var. Aynı maddenin şıklarından birinde de işin durudulması halinde bu hükümler geçerli değildir, deniyor. Nasıl olacak, işten kaçınma hakkı o işi yapmama hali değil mi? “Ciddi ve yakın tehlikeyle karşı karşıya kalındığında” deniyor. Madenler aklıma gelir hep bu durumda, metan gazı çıkmaya başlamış, göçük tehlikesi oluşmuşsa, çatırdılar çıkıyorsa... Ciddi ve yakın tehlike vardır, maden çöktü çökecek durumdadır, burada işçi çalışmaktan kaçınabilir, diyor mesela. Ama ardından“ İşçi işverene başvurur, işin durdurulmasını talep eder, kurul acilen toplanır, işçiye yazılı bildirir.” diye bir sürü prosedür tanımlıyor. Bunları yaparken zaten maden çöker ya da patlama olur. “Çalışmaktan kaçınma hakkı” için bile bazı prosedürler işletmek gerekiyor. Kaldı ki, çalışmaktan kaçınabilir mi bir işçi? Şikayet ediyor,

ne diyorlar? dönün çalışmaya devam edin, diyorlar. Gaz kokusu duysa bile... Kullanılamayan bir hak nasıl hak olur ki... Fiilen kullanarak belki de. Bunu sendikalı bir yerde uygulama daha kolay olabilir. Ama geçenlerde madenlerde işçiler, iş güvenliğimiz yok, diye topluca iş bıraktılar. Bu tip eylemler yoluyla hak meşrulaşabilir. İş sağlığı güvenliği uzmanları için de mesela “mesleki bağımsızlık”, tanımlanmış. Ama böyle bir hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Ben o deftere işverenin hoşuna gitmeyen bir şey yazdığımda işten atılma ihtimalim çok yüksektir. Bazıları bunu göze alır, kimileri almaz. İşten atılma korkusuyla bir eksikliği yazmıyorsam, bende de sorun var demektir. Örgütlü olmak, mücadele vermek gerekiyor. Kanunda çalışana fikir sorma hakkı diye bir şey getirilmiş, bunu nasıl kullanabiliriz? Bu sendikalar açısından çok önemli. “Yapacağınız her işte, işyeri hekimini, hemşiresini, uzmanı bile işe alırken çalışan temsilcisinden, fikir alın” deniyor. İstanbul’da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak sendikalarla ortak işler yapıyoruz. Bunlardan biri bütün çalışan temsilcilerini bir araya getirip, bu ko-


nuda eğitim yapmak olabilir. “Arkadaşlar şu şudur, sizin de fikrinizin alınması gerekir, mutlaka bu hakkınızı kullanın” gibi. Kanun kapsamında olan işyerlerinde bu yapılabilir. Hazırlıklı olmak lazım. Çalışan temsilcisi seçimleri yapılacak, büyük firmalarda bunun yönetilmesi gerekiyor... Sendika temsilcisi ile çalışan temsilcisinin aynı kişi olması sorun olabilir deniliyor, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Sendika temsilcisi ile çalışan temsilcisi ayrı olsun zaten. Niye aynı kişi olsun ki? Daha sonra bu arkadaşlar iş sağlığı güvenliği kurullarına da girecekler. Kurulda bir kişiyle temsil edilmektense, iki üç kişiyle temsil edilmek çok daha iyi bir şey. Sendikaların bu süreçte bizim nasılsa temsilcimiz var, o bu işi de yapar kolaylığına kaçmamaları lazım. İş Sağlığı ve Güvenliği kurullarıyla ilgili sanıyorum, ayrı bir yönetmelik çıkar. Eskiden bu kurullarda işgüvenliği uzmanı, işyeri hekimi, işveren temsilcisi, sendika temsilcisi vardı. Şimdi çalışan temsilcisi de girecek... Evet, sayı ile birlikte artan bir biçimde girecek. Bir değil, birkaç çalışan temsilcisi olabilecek kurullarda, bu bizim elimizi güçlendirebilir. burada oy çokluğu olsa bile bazen son kararı işveren verebiliyor ama yine de olayların gündeme gelmesinde yararı olabilir. Bir kişinin baskı gücü farklıdır, üç kişinin farklıdır. Çalışan temsilcisi meselesini hafife almamak gerekir. Kaldı ki kurulda hekim ve uzman da bulunuyor. Onların tavrı değişebilir ama yinede bizim tarafımızda yer alabilirler. Kanunun iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini piyasalaştırıyor mu? Alanın piyasalaşması bu kanunla olmadı. Bu süreç üç, dört yıldır devam ediyor. Ama bu süreçten sonra daha net görmeye başlayacağız piyasalaşmayı.

Mesela İşgüvenliği Uzmanlarının Görev Yetki ve Sorumluluklarıyla İlgili Yönetmelik’te onların çalışma süreleri de veriliyor. Çalışan başına az tehlikeli de 10 dakika, tehlikeli de 15 dakika çok tehlikeli de 20 dakika bir süre verilmiş. Az tehlikeli 100 kişilik bir işyerinde 1000 dakika eder çalışma süresi; yani 8 saatten iki günlük bir çalışma süresi. İşsağlığı güvenliği uzmanı olarak 100 kişilik bir işletmeye, iki gün gideceğim. Bir firmaya, iki gün hizmet vereceğim, ama arada başka bir iş daha yapacağım. Bu biçimde bu alana da esnek çalışma koşulları daha da yerleşmiş oldu. Hizmetlerin alınmaması, özlük haklarının düşmesi, ücretlerin yerlerde sürünmesi, çalışma sürelerini azaltılması; piyasalaşmanın can alıcı boyutunu bundan sonra yaşacağız. Şuraya git, üç saat, beş saat çalış, denilecek, ben oradaki işi iyi yapamayacağım. Yapılacak işlerin üstün körü yapılması işçi ölümlerinin daha da artmasına neden olabilecek. Sendikalar bu süreçte ne yapmalılar sizce? Bu kanundan bazı maddeleri kendi lehine kullanabilirler. Sendikalarda konu konu uğraşan birimler var, işçi sağlığı ve güvenliği birimleri de oluşturmalıdır. Orada tek işi bu olan biri insan istihdam edilmeli bence. Çünkü sağlık herşeyi keser. Hayatımıza çok değer vermiyoruz. Ücret mücadelesi kadar öne çıkmıyor bu mücadele...

Sendikalar bu kanundan bazı maddeleri kendi lehine kullanabilirler. Sendikalarda konu konu uğraşan birimler varsa, işçi sağlığı ve güvenliği birimleri oluşturmalı. Tek işi bu olan biri istihdam edilmelidir. Çünkü sağlık her şeyi keser. ların bir çalışma yapmaları gerekiyor. Bu meseleyi evde oturan anneye, babaya eşe, çocuğa da hissettirmek lazım. Ailelerin çocuğunu işe gönderirken onun geri dönmeyeceği ihtimalini hissetmeleri lazım, belkide. Eşin, karısını veya kocasını işe onu uğurlarken akşam eve dönememe ihtimalini biliyor olması lazım. Yüreğinin bir yerinde hissediyor olması lazım. Toplumun gündemine girmesi lazım. Sendikanın işçiyi işçi olarak değerlendirmemesi, bir bütün olarak değerlendirilmesi lazım. Çünkü bir insan iş kazası ile yaşamını yitirdiğinde kalanların hayatı da kökünden sarsılıyor. Bu algıyla mücadeleye dahil etmek lazım herkesi...

Kadercilik, onun olmadığı yerde de büyük oranda keyifçilik var. “Güzel öldüler, kaderlerinde varmış,” kanunkoyucuları böyle düşünüyor. Çok geniş kesim de bu kültür içinde şekillendikleri ve sorgulama konusunda biraz tembel oldukları için “kaderinde varmış” deyip geçiştiriyorlar. Ancak kendileri böyle bir tehditle karşı karşıya kaldıklarında olayın boyutları üzerinde düşünmeye başlıyorlar. “Hayatını sev, onu koru,” diye sendikpetrol-iş

41


EĞİTİM

GÜZ 2012 DÖNEMİ EĞİTİMLERİ SONA ERDİ:

Yaygın, yoğun, öğreticiydi

Geçtiğimiz yıl güz öneminde çok yoğun bir eğitim programı hayata geçirildi. Yeni eğitim modellerimizden biri olan kapsamiçi yönetici eğitimleri tamamlandı, temsilci yönetici eğitimleri yapıldı, çeşitli şubelerden gelen yeni üye talepleri de yerine getirildi. Erhan KAPLAN / Eğitim Servisi

B

u yıl Güz Döneminde çok yoğun bir eğitim programı hayata geçirildi. Aynı dönem içinde yeni eğitim modellerimizden biri olan Kapsamiçi Yönetici eğitimleri de tamamlandı, Temsilci Yönetici eğitimleri de yapıldı, çeşitli şubelerden gelen yeni üye talepleri de yerine getirildi. Ocak ayı itibariyle yeni dönemin hazırlıkları sürüyor. Programsız ve ani gelişen eğitimlere yapılacak katkıların yanı sıra, her zaman olduğu gibi şubat sonu mart başı gibi Aktif Üye eğitimleri de gündeme alındı.

Kapsamiçi Yönetici Eğitimleri Sendikamızın kapsamiçi yönetici po-

42

petrol-iş


zisyonundaki üyelerimiz için başlattığı bu eğitimler, Eğitim Servisi açısından da ilklerden oluşuyor. İşyerlerinde yönetici pozisyonda olan üyelerimizin çoğu ilk kez sendikamızla buluşuyorlar. İlk kez tüm yöneticilerimizi bir arada görüyorlar. İlk kez genel merkeze geliyorlar. İlk kez işveren eğitimleri dışında, doğrudan sendikamız eğitimcileriyle tanışıyorlar; ve benzerleri gibi. Bu anlamda, kendi işyerlerinde amir konumunda bulunan bu üye grubumuzun tecrübelerinden sendikamız da yararlanıyor ve karşılıklı bir birikim ediniliyor. Kapsamiçi Yönetici eğitimlerinin birincisi 2010 yılında sadece TPAO üyelerine yapılmıştı. İkincisi ise, genel kurul için verilen boşluğun ardından, 22-23 Kasım 2012 tarihlerinde yapıldı. Bu ikinci eğitime, ağırlıklı olarak yine TPAO'dan olmakla birlikte, deneme mahiyetinde olmak üzere, TEMİ ve Tüpraş işyerlerinden de bir grup yönetici arkadaşımız katıldı. Seminerimiz İstanbul'da genel merkez binamızda yapıldı. Toplam iki gün süren seminere 19 üyemiz katıldı. Sendikamızın tanıtıldığı, birliğin ve örgütlülüğün öneminin vurgulandığı derslerin yanı sıra, grup çalışmaları da gerçekleştirildi. Grup çalışmalarında, üyelerimizin yaşadığı sorunlar tartışıldı. Sendika üye ilişkileri, amir konumundaki yönetici üyelerimizle diğer üyelerimizin ilişkileri ve kapsamiçi yöneticilerle kapsamdışı yöneticilerin ilişkileri masaya yatırıldı. Her grubun kendine özgü sorunları olduğu anlaşıldı. Bu sorunlara karşı nasıl müdahale edilebileceği, herkesin farklı pozisyonu olmasına rağmen ortak payda olan işçilik ve işyerine sahip çıkma özelliklerine vurgu yapıldı. Beyin fırtınası yapılarak işyerlerinin sorunları ortaya konuldu. petrol-iş

43


Sendikanın gelecekte daha kapsayıcı politikalar üretibilmesi için ne türden yaklaşımlar sergilemesi gerektiği üzerine tartışıldı. Merkez yöneticileri ile yapılan geniş toplantıda ise, kapsamiçi yönetici konumundaki üyelerimiz sorunlarını ve çözüm önerilerini en yetkili ağızlarla doğrudan paylaşma olanağı buldular. Sertifika töreninin ardından seminer sona erdi. Eğitim Servisimiz benzer içerikte seminerleri diğer büyük işyerlerimize de yaygınlaştırmayı hedefliyor.

Temsilci Yönetici Eğitimleri Güz Dönemi içinde iki adet Temsilci Yönetici eğitimi gerçekleştirildi. İlki 5-9 Kasım 2012 tarihleri arasında, ikincisi ise 10-14 Aralık 2012 tarihleri arasında genel merkez binamızda yapıldı. Eğitim Servisimizin organizasyonu ile yürütülen Temsilci Yönetici Seminerlerine sendikamızın bütün uzmanlık birimleri katılıyor. Seminerlere de, daha önce bu türden eğitimlere hiç katılmamış olan ve temsilci veya yönetici olarak seçilmiş arkadaşlarımız davet ediliyor. Görevlerine ilk kez seçilen denetim, disiplin ve yönetim kademeleri ile temsilcilerimiz genel merkeze gelerek bundan sonraki çalışma hayatlarında karşılaşabilecekleri sorunları çözme yöntemlerini öğrenmektedirler. Bu seminerlerde, henüz yeni seçilen ve çoğunlukla sendikal dünyanın yönetim kademesiyle 44

petrol-iş

ilk kez tanışan temsilci ve yönetici arkadaşlarımıza, görevlerini yaparken ilk elden ihtiyaç duyacakları temel bilgileri vermeyi amaçlıyoruz. Artık uzun zamandır devam ettiği için, bu eğitim modelimizin sendikamızın kalıcı ve geleneksel eğitimleri arasında yer aldığını söyleyebiliriz.

Kıbrıs’lı Dostlarımız Bizimleydi Güz 2012 dönemi içinde yapılan ilk seminere toplam 28 kişi katıldı. Fakat, bu seminerimizin daha önceki yıllarda yaptıklarımıza göre bir farkı vardı: Katılımcıların 18'i Petrol-İş üyesiydi; kalan 10 kişi ise misafirimiz

olarak Kıbrıs'tan aramıza katıldılar. Daha önce Eğitim Servisi'nin Kıbrıs'a giderek yaptığı eğitimlerden sonra, bir grup sendika üyesi de Petrol-İş'e geldiler. Uluslararası dayanışma çerçevesinde, kardeş Türk-Sen ve Devİş federasyonlarından gelen beşer sendika üyesi seminerlerimizin çok daha renkli ve öğretici geçmesini sağladılar. Bütün servislerin kendi branşlarında sunduğu ve genel bir Türkiye sendikal hareketi panoraması niteliği taşıyan bu tarz bir eğitimin kendileri için çok değerli olduğunu belirttiler. Aynı durum üyelerimiz için de geçerliydi. Grup çalışmalarında Kıbrıslı arkadaşlarımızın detaylı olarak sunduğu Kıbrıs sendikal yaşamı, tüm üyelerimiz açısından öğretici oldu. Özellikle yeni bir sendika yasasının yürürlüğe girdiği ülkemizde, bizdeki yasalardan çok daha özgürlükçü, çok daha ileride olan Kıbrıs'ı dinlemek, mukayese imkânı da sağladı. Sendikamız, Kıbrıslı dost sendikalarımızla karşılıklı ilişkileri önümüzdeki dönemde de devam ettirecek. Bu seminerlerde, daha önce verdiğimiz Türkiye sendikal hareketi tarihini biraz kısaltma ve Kıbrıslı arkadaşla-


rımızın da ilgisini çekecek genel bir sendikal eğitime çevirdik. Eğitim müfredatında günümüze uygun kısmi değişiklikler yaptığımız bu seminerlerde, yeni dönemin ihtiyacı olan daha yoğun mücadele günlerine hazırlıkların tamamlandığını umut ediyoruz.

lerin hiçbirini aksatmadılar; biz de Eğitim Servisi olarak bu durumu memnuniyetle gözlemiş olduk. İyi bir temsilci yönetici olmanın ön hazırlığı olarak hazırlanan katılım sertifikaları, son gün yapılan toplantıdan sonra Genel Merkez Yöneticileri tarafından katılımcılara dağıtıldı.

Merkez Yönetim Kurulu, programa uygun olarak son gün sabah arkadaşlarımızla doğrudan değerlendirmeler yaptı. MYK ile temsilci ve yönetici arkadaşlarımız sendikanın sorunlarını, beklentilerini karşılıklı olarak ele alma fırsatı buldular.

İkinci Temsilci Yönetici Eğitimi İkinci eğitim 10-14 Aralık 2012 tarihlerinde yapıldı ve 2012 yılının son temsilci yönetici eğitimi de tamamlanmış oldu.

Hem sendikamız temsilci ve yöneticileri, hem de Kıbrıslı arkadaşlarımız, günlük 7 saati bulan derslere kararlılık ve disiplin içinde katıldılar, ders-

Bu seferki seminere toplam 23 kişi katıldı. 10-14 Aralık tarihleri arasında sabah 9.30 ile akşam 17 arasında yapılan ve yemek dışında kısa molalardan oluşan bu kesintisiz eğitime, ikinci grubun da katılımının çok di-

Kemal Kırlangıç’ı yitirdik

1939 yılında doğan ve uzun yıllar Egeli yüzlerce demokrat insanın avukatlığını yapan Kemal Kırlangıç'ı 6 Ekim 2012 tari-

hinde yitirdik. Sendikamızın bir çok yönetici ve üyesinin ceza ve hukuk davalarında çok önemli başarılar sağlayan Kemal Kırlangıç yazarlığı ile de tanınıyordu. Yayınlanan 7 kitabından Yılankırkanlar, Kırlangıçların Direnişi, Torunlarıma Mektuplar adlı eserleri yukarıda aktardığımız her üç eğitime katılan üyelerimize dağıtıldı.

siplinli olduğunu söylemek gerekiyor. Bu eğitime katılan arkadaşlarımızın ciddiyeti ve katılım düzeyi Eğitim Servisi'nin takdirini aldı. Eğitimler, sendikamız eğitim modeline uygun olarak yine tartışmalar, eleştiriler ve katkılar içeren inter aktif bir şekilde yapıldı. Katılımcı üyelerimiz neredeyse her türden sendikal ve siyasal konularda fikirlerini serbestçe ifade ettiler, düşüncelerini paylaştılar. Grup çalışmaları da dinleyicileri motive edici bir tarzda, ciddiyetle ele alınmıştı. Hemen her katılımcı kendi aldığı konu üzerine detaylı bir şekilde konuştu. Merkez Yönetim Kurulumuz, programa uygun olarak son gün sabah arkadaşlarımızla doğrudan değerlendirmeler yaptı. MYK ile temsilci ve yönetici arkadaşlarımız sendikanın sorunlarını, beklentilerini karşılıklı olarak ele alma fırsatı buldular. İyi bir temsilci yönetici olmanın ön hazırlığı olarak hazırlanan katılım sertifikaları, son gün yapılan toplantıdan sonra Genel Merkez Yöneticileri tarafından üyelerimize dağıtıldı. petrol-iş

45


Yeni üye eğitimlerimiz Yeni üye eğitimleri, şubelerden gelen taleplere bağlı olarak yapılıyor. Kural olarak şubelerimizde işyerlerine yeni işçi istihdamı yapılıp üyeler belirli bir sayıya ulaşınca eğitimleri yapmaya gayret ediyoruz. Ancak, her durumda, üyelerimiz işe başladıktan en geç 6 ay

sonra mutlaka Eğitim Servisi ile tanışmış oluyorlar. Bu dönem çeşitli şubelerimiz yeni üye eğitimi talebinde bulundu. Aliağa, Bandırma, Batman, Bursa, İstanbul 1, İstanbul 2 ve Kırıkkale şubelerimize gidilerek eğitimler yapıldı. Yeni üye olan arkadaşları-

BATMAN ŞUBE BANDIRMA ŞUBE

BURSA ŞUBESİ

İSTANBUL 1 NOLU ŞUBE

İSTANBUL 2 NOLU ŞUBE

KIRIKKALE ŞUBESİ 46

petrol-iş

mızla birlikte sendikal dünyayı, Petrol-İş'i, bir üyenin seçme ve seçilme hakkını, toplu sözleşme düzenini ve sendikamızın bakışını, yaşadığımız sistemi ve bu sisteme karşı çeşitli mücadele yöntemlerini inceledik.


BİR GÖRÜŞ

ASGARİ ÜCRET; ASGARİ İNSANLIK! YAVUZ PAK

Siyaset Bilimci 2012 yılının son günlerinde, milyonlarca emekçinin heyecanla beklediği yeni asgari ücret rakamları açıkladı. Devlet kurumu olan TÜİK’in rakamlarına göre bile 1.025 TL olan açlık sınırının çok altında kalan yeni asgari ücret 2013 yılının ilk altı ayında % 4.1, ikinci altı ayda % 4.4 olmak üzere yıllık ortalama yüzde % 8.61 arttırılarak ilk altı ay 773.98 TL, ikinci altı ay ise 804,69 TL olarak belirlendi. Bu, asgari ücrette tutar olarak bir yıl önceye göre tastamam 34 TL’lik bir artış demekti! Türkiye gibi sınıf farklılıklarının her geçen gün daha da derinleştiği ülkelerde çalışan işçiler açısından asgari ücretin belirlenmesi büyük önem taşıyor. Mevcut asgari ücret uygulaması, her ne kadar “sefaletin, emek sömürüsünün devletin yasal güvencesi altında sürdürülmesi” anlamına gelse de, sınıfın geniş kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen en temel etkenlerden birisi.

milyonlarca işçi için bu tanım hiçbir şey ifade etmiyor. Zira emekçilerin “açlık sınırının altında bir asgari ücrete” mahkum edilmesi, asgari ücretin neden işçiler için yıllardır “sefalet ücreti” olarak adlandırıldığını anlamamıza yetiyor. İşçinin sefalet ücreti dediği, asgari ücret üzerinden yapılan son hesaplar, hükümetin en önemli gelir kaynağının üç kuruşluk geliri olan asgari ücretliden kesilen vergi olması, işverenlerin ve dolayısıyla hükümetin işçi sınıfına ücretin “asgarisini” bile çok gördüğünü kanıtlamaya yetiyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, 18 Aralık 2012 tarihli demecinde, "Asgari ücreti biz % 300' den fazla arttırmışız. Ve asgari ücret birçok rekabet içinde olduğumuz ülkeden kat kat daha yüksektir" sözleri, ekonomi tarihine geçecek bir manipülasyon örneği! Zira, DİSK-AR’ın, TÜİK ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistikleri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre, eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli Ocak 2013 tarihinde elde edeceği geliri ile gıdaya ancak “9,11 TL” ayırabilecek. Rapora göre, asgari ücretlinin üç öğün için kişi başına ayıAsgari ücret, ilk bakışta 5 milyonu rabildiği tutar “2,17 TL” olurken, öğün aşkın işçinin ücreti gibi görünse de, başına bu tutar “sadece 76 kuruş” düözellikle toplusözleşme dönemlerinde zeyinde kalıyor! yapılan artışlar asgari ücrete paralel olarak gündeme geldiğinden, ayrı bir AKP hükümetleri döneminde ekonomi önem taşıyor. Asgari Ücret Yönetme- % 63 düzeyinde büyürken, net asgari liği’nin 4. maddesinde asgari ücret; ücretin, vergi iadesi ve asgari geçim “işçilere normal bir çalışma günü kar- indirimleri dahil, aynı dönemde reel şılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, olarak sadece büyüme oranının onda konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür biri kadar, “% 6,6” oranında artması, gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyat- bakanı yalanlıyor. Çünkü asgari ücret ları üzerinden asgari düzeyde karşıla- ekonomik büyüme oranında artsaydı, maya yetecek ücret” olarak bugünkünün üç katından fazla, 2.251 tanımlanıyor. Ancak asgari ücretle ge- TL olmalıydı. Bu basit matematik heçinmeye çalışan, fakat gerçekte bunu sabı Maliye Bakanı’nın gözünden kaçbaşarması asla mümkün olamayan mış olmalı! Öte yandan, OECD’nin

saatlik reel asgari ücret tablosu verileri üzerinden derlenen bir rapora göre, 2000 yılından bu yana asgari ücretlinin alım gücünün dolar bazında ekonomik krizdeki İspanya ve Yunanistan’da bile % 70 oranında artarken, Türkiye’de aynı dönemde % 52 oranında azalmış bulunuyor. Bugün ekonomisi dibe vuran Yunanistan’da asgari ücretin düşürülmüş halinin bile 1.621, bir başka kriz ülkesi İspanya’da ise 1.772 TL oluşu bakanın açıklamalarını tümden boşa çıkartmaya yetiyor. ASGARİ ÜCRETİN KISA TARİHÇESİ Asgari ücretin ortaya çıkışı, öyle asırlar öncesine dayanmıyor. Kapitalizmin tarih sahnesinde yerini alışından çok sonraya tekabül eden asgari ücret olgusu, 1890 yılında, sosyal politikalarda öncülükleriyle tanınan Avustralya ve Yeni Zellanda'da başlar ve 1900'lü yılların başında Avrupa'ya, daha sonra ise tüm dünyaya yayılır. İşçi sınıfının asırlardır devam eden mücadele tarihi sürecinde, en temel ve somut talebi “insanca yaşayacak ücrettir”. Denilebilir ki, 20. yüzyılda dünyanın farklı kıtalarındaki ülkelerde yürütülen sınıf mücadeleleri sonucunda kapitalistler, işçi sınıfının insanca yaşayacak ücret talebini, “asgari ücret” adı altında kabul etmek zorunda kalmışlardır. Asgari ücretin kabul edilmesi, işçi sınıfının yaşadığı vahşi sömürüyü ortadan kaldırmasa da “sömürünün sınırlandırılması” açısından önemli bir kazanımı ifade eder. Nitekim, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 1928'de kabul ettiği 26 sayılı Asgari Ücret Belirleme Yöntemleri ile İlgili Sözleşme ile asgari ücrete uluslararası bir ölçüt getirilmiş, Türkiye de bu sözleşmeyi 1973 yılında Gelişimi açısından imzalamıştır. bakıldığında asgari ücretin kapitalist

petrol-iş

47


sistem içinde üç temel anlamı bulunmaktadır. İlki, işçinin yaşamını sürdürmesi için gerekli ve zorunlu olan araçları almaya yetecek kadar bir paranın ücret olarak belirlenmesidir, ki bu en düşük ücret düzeyidir, bir doğal ücret ya da ücret eşiği olarak da kabul edilebilir. İkincisi, temel anlamı kapitalistler arasındaki ücret farkından kaynaklanan “kirli” rekabetle ilgilidir. Gerek ülkeler arasında gerekse işletmeler arasındaki bu ücret farkı, taraflar arasında, maliyetleri ve fiyat düzeyini belirlediği için, bir “haksız”, “kirli” rekabete neden olur. “Düşük ücret”, “yüksek ücreti” kovar, tıpkı kötü paranın iyi parayı kovması gibi! Böyle olduğu için, “yüksek ücret” ödeyen kapitalistler, “düşük ücret” ödeyenlerle rekabet edebilmek için standart bir ücret talebinde bulunurlar ve bu “asgari ücret” olarak adlandırılır.

rine ilk kez 1951 yılında başlanabilmiştir. 1951-1967 arasında asgari ücret “mahalli komisyonlar” aracılığı ile tespit edilmiş, 1967 yılında sistemde köklü değişikliğe gidilmiş, mahalli komisyonlar yerine merkezi nitelikteki “asgari ücret tespit komisyonu” oluşturulmuştur. Bu sistem küçük birkaç değişiklikle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Asgari ücret belirlenmesi ile ilgili ilk uygulama, 1969 yılında 6 farklı bölgeye ayrılan 26 ilde yapılmıştır. Daha sonraki dönemde bu illerin sayısı artırılmış; 1973 yılında da bazı illerde tarım işçileri için asgari ücret uygulamasına gidilmiştir. 1989 yılına dek ülke geneline yaygınlaştırılan bu uygulama sürdürülmüş ve asgari ücret, “16 yaşını doldurmuş ve 16 yaşını doldurmamış” işçiler için ayrı ayrı olmak üzere, tarım ve orman kesimi ile, sanayi ve ticaret kesimi işçileri için “sektörel” düzeyde belirlenmiştir. Kuşkusuz, bu anlaşmada kabul edilmek 1989’dan sonra, her iki kesim için de tek istenen en düşük olan ücret olacaktır, bir asgari ücret belirlenmesine gidilmişancak işçi sınıfının potansiyel mücadele tir. düzeyine bağlı olarak bu ücret biraz daha yüksek tutulabilir. Üçüncü temel ASGARİ ÜCRETİN TEMEL BİLEŞENLERİ Türkiye’de asgari ücret politikasını, tespit sistemi açısından değerlendirdiğimizde, sistemin sürekli olarak bir merkezileşme eğiliminden bahsedilebiliriz. Asgari ücret uygulamasının en önemli gerekçesi, kuşkusuz bu politikanın “sosyal niteliği” ile ilgilidir. Bu anlamda, asgari ücretin sosyal işlevini yerine getirip getirmediğini irdelemek için, asgari ücret uygulamasının “sosyal anlam, asgari ücretin “sosyal politikanın tabanına ve genişliğine”, asgari ücretin bir aracı” olması ile ilgilidir. Bu aslında “ekonomik değerine” ve “dağıtımsal” işçi sınıfına teklif edilen bir “rüşvettir”. etkilerine bakmamız gerekmektedir. Kapitalist sisteme karşıt olmak ve onu Genel anlamda, ülkemizde asgari ücrete değiştirmek yerine, sistemle bütünleş- yasal düzenlemeler açısından baktığımeyi ve onunla varlığını sürdürmeyi mızda bu uygulamanın kapsamında sağlamak üzere, “iyi”, “adil” bir asgari 1950-2002 arasında sürekli bir “genişücret önerilir. Bu daha çok refah dönem- leme” görülebilir. Zira, asgari ücretin lerinde başvurulan, özellikle II. Dünya kapsamının sınırları sürekli olarak genişSavaşı’ndan sonra benimsenen bir poli- lemiş, son olarak da 2003 Tarih ve 4857 tikadır ve işçinin “normal” ihtiyaçlarını Sayılı İş Kanunu ile de “iş sözleşmesi ile karşılayan bir ücret gözetilmeye çalışıl- çalışan ve bu kanunun kapsamında olan veya olmayan her türlü işçiyi”, başka bir dığı süreçlere içkin bir işleyiştir. ifadeyle “bütün işçileri kapsayacak” şeTürkiye'ye gelince… Türkiye’de asgari kilde genişletilmiştir. ücret tespitine ilişkin ilk yasal düzenleme 1936 tarihli 3008 sayılı İş Kanunu Ne var ki, sorun yalnızca yasal olarak ile yapılmış ancak, asgari ücret tespitle- asgari ücretin kapsamının genişliği de-

48

petrol-iş

ğildir. Asıl önemli nokta, ekonomik hayatta bu kuralların uygulanmasıdır. Asgari ücretin uygulanmasındaki en önemli olumsuzluğu “kayıtdışı istihdamın” boyutları oluşturmaktadır. Kayıtdışı istihdam asgari ücret uygulamasının etkinliğini sınırlandıran en önemli etmen olarak karşımızda durmaktadır. Bugün emek piyasasının “yarısını kapsayan kayıtdışı istihdamın” temel nedeni olarak asgari ücret politikaları gösterilebilir. Türkiye’de, 1970’li yılların ikinci yarısı sınıf mücadelesinin yükseldiği yıllar olmuş, işçi sınıfı tarihinin en etkin dönemini yaşamış ve sendikaların en güçlü olduğu dönemler olarak tarihe geçmiştir. Bu gelişmeler asgari ücret artışlarına da yansımış, 1978 yılında asgari ücret reelbrüt ücret endeksi en yüksek düzeylerinden birisine, 130’a ulaşmıştır. Emek cephesini ve haklarını tarumar eden 1980 darbesinin hem ekonomik hem de siyasi ve sosyal açıdan bir dönüm olması asgari ücret üzerinde de etkisini göstermiş, 1980 yılı asgari ücretin reel-brüt değeri uygulama tarihinin en düşük oranına, 69’a gerilemiştir. 1980-90 arasında iktisat politikalarında düşük ücretliler aleyhine yürütülen politikalar nedeniyle asgari ücretin reel değerleri sürekli olarak aşınmış ve 1969 seviyesinin altında kalmıştır. 1990’larda ise esasta enflasyona endeksli bir politika izlenmiş, asgari ücret artışlarının enflasyon nedeniyle erozyona uğrayan ücretlerin telafisi şeklinde kendisini göstermiştir. 1999’da, AB sürecinin kazandırdığı ivme ile brüt değerler olarak asgari ücret enflasyon karşısında toparlanmış ve 1978 yılındaki seviyesine tekrar ulaşmıştır. 1978 ve 1999 seviyesine ise ancak 2004 yılında yeniden ulaşabilmiştir. 2005 yılından bu yana ise, Türkiye “dünyanın en büyük 16. ekonomisi” olma şerefine nail olurken, reel asgari ücret yerinde saymaya devam etmiştir. Son olarak, asgari ücretin dağıtımsal etkinliğini belirleyen temel kritik değişken, asgari ücretli işçinin düşük gelirli aile üyesi olup olmadığı ve yaygınlık oranıdır. Maliye Bakanı Şimşek, 2 Kasım 2012 tarihli bir başka demecinde, “Türkiye'de, Ağustos 2012 itibariyle üc-


retli 13 milyon 194 bin 783 kişiden 6 milyon 264 bin 123'ünün asgari ücretli olarak beyan ediliyor. Yani Türkiye'de çalışanların “yüzde 47'si” asgari ücret üzerinden beyan ediliyor” derken asgari ücretin ülkemizde emekçiler için ne denli önemli bir olgu olduğunu en yetkili ağızdan, tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Asgari ücretin Avro bazında Türkiye’ye göre düşük olduğu Doğu Avrupa ülkelerinde, işçilerin sadece % 7’si asgari ücret ile çalışırken, Türkiye’de bu oran % 50’ye yakın durumda. Bir başka deyişle, Türkiye’nin asgari ücret kıyaslamalarında rakamsal olarak geride bırakmakla övündüğü Doğu Avrupa ülkelerinde, “her 14 işçiden biri” asgari ücret ile çalışırken, Türkiye’de “her 2 işçiden biri” asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücretin bu denli yaygın uygulanmakta oluşu, ülkede hakim ücretin “en az ücret” olduğunu gösteriyor. Asgari ücret bu haliyle, bireysel ve toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretleri de etkiliyor ve ülke genelinde ücretleri geriye çeken bir etki yaratıyor.

talamasının üzerine fırladığı ve Türkiye’de giderek istikrarlı düşüşle açlık sınırının bile altına demirlediği göz önünde bulundurulursa, Türkiye'nin yakın bir gelecekte, hedeflediği gibi “ucuz emek cenneti” payesini ele geçirmesi bile mümkün görünüyor. Yüzümüzü Avrupa’ya döndüğümüzde de manzara pek değişmiyor. AB’ne üye 27 ülkenin 20’sinde yasal olarak düzenlenmiş asgari ücret uygulaması bulunuyor. Türkiye’deki asgari ücretin 9 AB üyesi ülkesinden daha yüksek olduğu iddia edilse de, gerçek çok farklı. Eurostat tarafından yayınlanan ve ülkeler arasındaki asgari ücret göstergelerini karşılaştıran raporlara göre, Slovakya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi asgari ücretin Türkiye'den daha düşük olduğu ülkelerde bile işgücünün GSMH'dan aldığı ortalama pay % 44 iken, Türkiye'de bu oran sadece % 26. Başka bir deyişle, Doğu Avrupalı işçiler, yıllık mal ve hizmet üretiminin yaklaşık yarısına sahip olurken, Türkiye'de işçiler için bu oran sadece dörtte bir düzeyinde. Asgari ücretin ortalama ücrete oranına bakıldığında, Türkiye’de asgari ücret ortalama ücretin üçte ikisi iken Doğu Avrupa ülkelerinde bu oran % 37’dir. Dolayısıyla, Türkiye’de genel ücret ortalamasının, iddia edildiği gibi, Doğu Avrupa ülkelerinden yüksek olduğunu söylemek mümkün değil. Batı Avrupa ülkeleri ile yapılan karşılaştırmalarda ise, Türkiye’deki reel asgari ücretin yerlerde süründüğü görülür. Türkiye’deki asgari ücret Lüxemburg’dakinin beşte biri, İngiltere, Fransa ve Hollanda’dakinin dörtte biri, İspanya ve Yunanistan’dakinin yarısından daha azdır.

UCUZ EMEK CENNETİ TÜRKİYE OECD’nin saatlik reel asgari ücret tablosu verileri üzerinden derlenen rapora göre, 2000 yılı sonrası dönemde asgari ücretlinin bazında alım gücünü yitirdiği iki ülkenin “Meksika ve Türkiye” olduğu ifade ediliyor. Aynı raporda, 2011 yılı itibariyle 24 ülke arasında çalışılan saat başına en düşük “asgari ücretin en düşük olduğu 6. ülkenin Türkiye” olduğu vurgulanıyor. Dünyada, ihracat temelli ekonomilerde devletler, emek maliyetlerini baskı altında tutmanın araçlarından biri olarak asgari ücret artışını sınırlandırırken, "ucuz emek cen- SONUÇ YERİNE… neti" Çin bu alandaki "avantajı"nı Kapitalizmin tarihi boyunca, asgari ücret tartışmaları, gerçekte “sınıf mücadelegiderek kaybediyor. sine bir davettir”. Zaman zaman kapitaBir zamanlar Türkiye gibi ülkelerle listler bu mücadeleye çağrıda geri adım Çin'deki asgari ücret arasında çok ciddi atarlar, zaman zaman da işçi sınıfını gebir fark bulunurken, artık böyle çarpıcı riletirler. Dolayısıyla, asgari ücret, topfarklardan söz etmek mümkün değil. Şu lumsal sınıflar arası sayısız çatışma anda Çin'de asgari ücret ortalama 428 alanlarından birinin konusudur. TürTL civarında; yani Türkiye'deki zamlı kiye’de asgari ücretin seyrinin, toplumasgari ücretin % 55'i kadar. Ancak, sal muhalefetin görece yüksek olduğu Çin'de asgari ücret artışlarının dünya or- 1978-79’lu yıllarda önemli ölçüde art-

ması, sonrasında ise 1980 askeri darbesi ile neredeyse yarıya düşmesi, ardından 1989 bahar eylemleri ile bir miktar yükselmesini ancak 1994 krizi ile yeniden asgari geçim şartlarının altına düşmesi kısaca bize bu durumu örnekler. Asgari ücret belirlenirken kanun koyucular tarafından her ne kadar ücretli kesimin lehine bir barem oluşturulması ima ediliyor olsa da, bu belirlenim sürecinde asıl önemli olan kriterlerden biri, dahil olunan ekonomik sistem ve iktidarı o dönem içerisinde elinde bulunduran öznenin “sınıf” karakteridir. Çünkü bu durum gerçekte adil bir belirlenim yapılıp yapılamayacağının bir önvarsayımı olacaktır. Bunun yanı sıra ücretli kesimin bilinçliliği ve devletin sivil toplum ile arasındaki ara yüzü oluşturan sendikaların asgari ücret belirlenimi konusunda stratejik bir öneme sahip olduğunu açıktır. Toplumsal muhalefetin, tarihinin en dip noktalarına vurduğu bir tarihsel kesitte, Türkiye’de asgari ücret, “asgari insanlık” la özdeşleşiyor. Emeğin geldiği noktanın en temel göstergelerinden biri olan asgari ücretin, “açlık sınırının altına demirlediği” ve böylece “insanlığın asgarileştirildiği” bu süreçten çıkış için, emeğin kendisinin dipten yukarıya doğru yükselteceği mücadeleden başka yol olabilir mi? KAYNAKÇA: 1-Korkmaz, Adem. Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Türkiye’de Asgari Ücret: 1951-2003, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (7) 2004 / 1 : 53-69 2-Yılmaz Burçin, Terzi Harun. Türkiye ve AB ülkelerinde asgari ücretin karşılaştırmalı bir analizi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 20 Eylül 2006 Sayı: 2 3- Ercan, Fuat. Toplumlar ve Ekonomiler, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2001. 4- Korkmaz, Adem Çağdaş Gelişmeler Açısından Asgari Ücret, Kamu-İş, Ankara, 5-DİSK-AR ,asgari ücret hakkında araştırmalar

petrol-iş

49


TOPLU SÖZLEŞME

Sekiz aydır askıdaydı:

Yetki işlemlerine yeniden başlandı Şubat ayı itibariyle, çalışma bakanlığınca durdurulmuş bulunan tüm toplu iş sözleşmesi yetki işlemlerine, 6356 sayılı “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu”nun 18 Ekim 2012 tarihinde kabulü ile birlikte yeniden başlandı. Ama SGK kayıtlarının esas alınması ve incelemenin tümüyle elektronik ortamda yapılması, üyeliklerle ilgili bazı sıkıntılara sebep oluyor.

TÜPRAŞ

Ç

alışma Bakanlığı'nın yetki işlemlerini durdurmasıyla ülke çapında yaklaşık 500 bin, sendikamız kapsamında da toplam 40 işletmede 14.199 emekçinin 8 ay boyunca toplu iş sözleşmesi yapma hakları askıya alınmış ve bu uzun süre boyunca toplu sözleşme görüşmeleri yapılamadı.

PETKİM lışma Bakanlığı'nca yaklaşık 2 yıldır yetki tespiti işlemlerinde SGK kayıtlarının esas alınması ve incelemenin tümüyle elektronik ortamda yapılmasıyla birlikte, özellikle uzun süredir örgütlü olduğumuz işletmelerde üyelerimizin tespitinde sorunlarla karşılaşıyoruz. Çalışan işçilerin T.C. Kimlik ve SGK numaralarıyla kayıtlı olduğu Çalışma Bakanlığı'ndaki yazılım sisteminde, işçilerin sendikaya üyelik bilgileri de mevcut, ama bu bilgilerdeki herhangi bir hata ilgili kişinin sistemde üye olarak görünmemesi sonucunu doğuruyor.

6356 sayılı Kanunun Meclis'te kabulü ile birlikte Çalışma Bakanlığı'nda beklemekte olan tespit başvuruları işleme konularak sendikalara gönderilmeye başlandı. Halen 38 işyerinde olumlu tespit yazısı, bunlardan 8'inde yetki Üyelik otomatikmen son buluyor belgesi de geldi. Sendika üyeliğinin yasa gereğince emeklilik ayrılmasıyla sona ermesi nedeniyle de üyelik Üye tespitinde yaşanan sorunlar Olumlu tespit gelen 4 işyerinde; Standart Pro- otomatik olarak sistemden siliniyor. Bu kişi fil, Akın Plastik, Plastiform ve Plaskar'da emeklilik sonrası aynı işyerinde çalışmaya olumlu tespite işverence itiraz edildi. Ancak devam etse dahi üyeliğinin yenilenmesi gereStandart Profil'e ilişkin işverenin itirazı İş kiyor. Keza sendika üyesi olarak çalıştığı işyeMahkemesince reddedildiğinden sendika- rinden ayrıldıktan sonra (işsiz kalma mızca yetki belgesi talebinde bulunuldu ve 20 durumunda üyelik 1 yıl askıda kalıyor) farklı Aralık tarihinde de yetki belgesi geldi. Ça- bir işkolunda işe girme halinde sistem T.C.

ARTENIUS 50

ETİBOR

STANDARD PROFİL Kimlik ve S.G.K. numarası bağlantısıyla üyeliği otomatik olarak siliniyor. Bu kişi yeniden sendika üyesi olduğu eski işine girdiği taktirde üyeliği artık geçersiz olduğundan yenilemesi gerekiyor. Ayrıca üyeliklerin noter kanalıyla yapılması sırasında yapılan yazım hataları da üyeliğin sistemde görünmemesine neden oluyor. Üye kayıt takibi artık çok önemli 6356 sayılı yasanın Geçici 2. maddesi, 19. madde gereğince yayınlanacak Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren 6 ay içinde Çalışma Bakanlığı üye listeleriyle, sendikaların üye listelerinin karşılaştırmasının yapılmasını ve varsa itirazların sonuçlandırılmasını içeriyor. Bu çalışmayla birlikte üyelik verilerindeki eksikliklerin giderilmesi sağlanacak. Ancak bu aşamadan sonra bütün işyerlerinde bahsi geçen durumlar itibariyle üye kayıt takibinin düzenli olarak yapılması öncelikle yetki- tespit işlemeleri bakımından büyük önem taşıyor.

MKE


GRİPİN İLAÇ

PAK PLASTİK

GÜBRETAŞ

CAMBRO ÖZAY

PAKPEN

AUTONEUM ERKURT

DYO BOYA

TOROS TARIM

PİMAŞ

SASA

BASF

SABA

MEHMETÇİK VAKFI

EGESİL & EGEKİMYA

PETLAS

RECKITT BENCKISER

MUTLU AKÜ

GEMLİK GÜBRE 51


6356 Sayılı Kanun'un Getirdiği Değişiklikler Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda eski kanunlarda değişik maddelerde düzenlenen konular birleştirilerek madde sayısı 89'a indirildi. Yapılan değişiklikler bizim açımızdan ne anlama geliyor? Yeni kanunun hukuksal değerlendirmesini sendikamız hukukçularından Serpil ve Yalçın Aksakal yazdı:

52

petrol-iş


SENDİKALAR HUKUKUNA İLİŞKİN DÜZENLEMELER: Sendikaların İşkolu Esasına Göre Kurulacağı: 6356 Sayılı kanunun 2821 sayılı kanunda olduğu gibi sendikaların işkolu esasına göre kurulacağı ilkesini benimsemiştir. İşkolu Sayısı : 6356 sayılı kanunun 4. maddesi ile işkolu sayısı,28'den 20'ye düşürülmüştür. 6356 sayılı kanun da önceki kanun gibi sendikal örgütlenme modeli olarak işkolu modelini benimsemiştir. Sendika kurucusu olabilmek için eski kanunda, kurulacak sendikanın işkolunda fiilen çalışır olmak gerekirken, yeni kanunda sendikanın kurulacağı işkolunda çalışmayan kişilerinde sendika kurucusu olabilmesi, işkolu ilkesinden bir sapma olduğu gerekçesiyle eleştiri konusu olmuştur. Bazı hukukçular ise bu durumun Yargı kararları ile düzeleceğini, kanunun ruhunun işkolu esasını belirlediği bir durumda, o işkolunda fiilen çalışmayan bir işçinin sendika kurucusu olamayacağını ileri sürmektedirler.

Kuruculuk İçin Aranan Koşullar ve Kuruluş Usülü : 6356 Sayılı Kanuna göre, Sendika Kurucusu olabilmek için, eski kanundaki Türk Vatandaşı olmak, Sendikanın kurulacağı işkolunda çalışır olmak, Türkçe okur yazar olmak koşulları kaldırılmıştır. Eski Sendikalar Kanununun 5. maddesinde, Türk Ceza Kanunun 53. maddesindeki erteleme veya infaz süreleri geçmiş olsa bile, kasten işlenen bir suçtan dolayı, bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum bulunanlar sendika kurucusu olamaz iken, 6356 Sayılı Kanunda bu suçlardan, Türk Ceza Kanunun 53. maddesindeki erteleme veya infaz süreleri geçmiş olsa bile, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve kaçakçılık suçlarından birinden mahkumiyeti bulunanların sendika kurucusu olamayacağı düzenlenmiştir. Özellikle Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların, kanun kapsamından çıkarılması, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suç-

tan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve kaçakçılık gibi suçların kanunda düzenlenmesi olumlu bir düzenlemedir. Sendikaların kuruluşu yeni kanunla kolaylaştırılmıştır. 6356 sayılı kanunun Kuruluş Usulü başlıklı 7. maddesine göre “Kuruluşlar, kurucularının kuruluşun merkezinin bulunacağı ilin valiliğine dilekçelerine ekli olarak kuruluş tüzüğünü vermeleriyle tüzel kişilik kazanır. Disiplin Kurulu Üyelerinin Doğal Delege Kabul Edilmesi: 6356 sayılı kanun sendika ve şube genel kurulu dışındaki zorunlu organları aynen korumuş, ilave olarak disiplin kurulu üyelerini de doğal delege kabul etmiştir. Sendikaların yönetim, denetim ve disiplin kurulları üye sayısı üçten az dokuzdan fazla, şubelerin yönetim, denetim ve disiplin kuruları üye sayısı üçten az beşten fazla olamaz. Bu organlara aynı sayıda yedek üye de seçilir. 07.11.2012 tarihinden sonra yapılacak olan şube olağan genel kurullarında ve Genel Merkez Genel kurulunda 6356 sayılı kanunun 10. maddesi gereği disiplin kurulu üyeleri de doğal delege olarak seçimlere katılacaklardır.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nda değişik maddelerde düzenlenen konular, Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda tek maddede düzenlenerek, madde sayısı azaltıldı. Eski kanunların 2. maddelerinde yer alan tanımlara, yeni yasada da 2. maddede yer verildi. İşçi, işveren ve işyeri tanımları açısından 4857 sayılı iş kanununa atıfta bulunularak bu tanımlar açısından iş mevzuatında kısmen de olsa birlik sağlandı.

Genel Kurulun Toplantı Zamanını Düzenleyen Hükümler: Genel kurulların oluşumuna ilişkin maddelerde bir değişiklik bulunmamaktadır. 6356 sayılı kanundaki “Talep tarihi itibariyle olağan genel kurul toplantı tarihine altı aydan az bir süre kalması halinde olağanüstü genel kurula gidilemeyeceği; ancak, isteğe konu olan hususların olağan genel kurul gündemine alınır.”düzenlemesi yenidir.

petrol-iş

53


-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

Genel kurulların toplantı ve karar yeter sayıları değişmemiştir. Ancak 6356 sayılı yasanın 13. Maddesinin 3 .Bendinde; karar yeter sayısı, eski kanunda düzenlendiği gibi olmakla beraber “Tüzükte daha yüksek bir yeter sayı belirlenmemişse, tüzük değişikliği, fesih, birleşme, katılma, üst kuruluşun veya uluslararası kuruluşun kurucusu olma, üst kuruluşlara ve uluslararası kuruluşlara üyelik ile üyelikten çekilme hâllerinde karar yeter sayısı üye veya delege tam sayısının salt çoğunluğudur.” şeklindeki yeni cümle eklenmiştir. Tüzük değişikliği, fesih, birleşme, katılma, üst kuruluşun veya uluslararası kuruluşun kurucusu olma, üst kuruluşlara ve uluslararası kuruluşlara üyelik ile üyelikten çekilme hâllerinde karar yeter sayısının üye veya delege tam sayısının salt çoğunluğu olacağını özel olarak düzenlemiştir. Genel Kurullar da Hükümet komiseri bulunması düzenlemesi kaldırılmış olup, seçimler yargı gözetimi altında serbest, eşit, gizli oy, açık sayım ve döküm esasına ve tüzük hükümlerine göre yapılacaktır. 6356 sayılı kanunun 12/6, 15/2 ve 15/3 maddeleri, eski kanundan farklı olarak , 2821 sayılı kanunun 14 ve 14/15 fıkrasının atıf yaptığı 52. maddesinin aksine, seçimlerin iptal edilmesi halinde, İş Mahkemesince 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 75/2 maddesi hükümlerine göre bir veya üç kayyım tayin edileceğini ve yeni yönetim kurulu seçilinceye kadar da kuruluşu yönetip seçimleri yapacağını düzenlemiştir. 6356 Sayılı kanunun 12/6, 15/2 ve 15/3. maddeleri, Sendika ve Şubele-

54

petrol-iş

rini sürekli bir genel kurul tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır. Zira hem seçimler sırasında ve hemde seçimlerden sonra yönetime seçilemeyenlerin keyfi bir şekilde bu maddeleri işletmeye çalışması her zaman beklenebilir. Kanunun demokratik gibi görünen bu düzenlemesinin, sendika içi bir kavgaya ve kargaşaya yol açma ihtimali vardır.

Üyelik ve Çekilmede Noter Şartının Kaldırılması: 6356 Sayılı Kanun, üyelikte noter şartını kaldırmış ve e- Devlet kapısı üzerinden sendikaya üye olmayı ve üyelikten ayrılmayı düzenlemiştir. Üyelikte noter şartının kaldırılması olumlu bir gelişme olarak görülse de, e- Devlet kapısı üzerinden üyeliğin her işçi tarafından kolayca yapılamayacağı, işverenin, işyerinde ki işçiyi doğrudan baskı altına alma kaygısı nedeniyle eleştirilmektedir. Kanunun 17/3 maddesine yeni eklenen “Ancak aynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçiler birden çok sendikaya üye olabilirler.” düzenlemesinin, iki ayrı işyerindeki toplu iş sözleşmesinden işçinin yararlanmasını sağlamak için düzenlendiği iddia edilse de, bu maddenin düzenlenmesindeki esas amacın a tipik çalışma koşularını özendirmek olduğu açıktır. Burada işçinin aynı zamanda iki ayrı işyerinde kısmi süreli bir sözleşme ile çalıştığını var sayarsak, bu durumda iki ayrı işverene ait ve fakat aynı işkolundaki değişik sendikalara üye olmak mümkün, iki ayrı işverene ait ve fakat ayrı işkolundaki sendikalara üye olmak ise mümkün değildir. Bu maddenin kendi içerisinde bile bir tutarlılığı yoktur. Amaç işçiyi

toplu iş sözleşmelerinden yararlandırmak ise, aynı anda çalıştığı işyerlerinin aynı veya ayrı işkolunda olmasının bir önemi olmazdı. 6356 sayılı Kanunun 17/4 Maddesinde “Bir işyerinde yardımcı işlerde çalışan işçiler de, işyerinin girdiği işkolunda kurulu bir sendikaya üye olabilir”, denmek suretiyle, 2821 sayılı Kanunun 60/II fıkrasındaki “Bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin dahil olduğu işkolundan sayılır.” düzenlemesi çok daha açık hale getirilmiş ve bir işyerinde yardımcı işlerde çalışan işçilerinde, o işyerinde örgütlü sendikaya üye olabileceklerini tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir. Bu maddeden yola çıkılarak , 4857 sayılı yasanın 2. Maddesindeki düzenleme esas alınarak, alt işverene verilen yardımcı işlerde çalışan alt işveren işçilerinin, işyerinin girdiği işkolunda kurulu sendikaya üye olabilecekleri yorumu ortaya çıkmaktadır. Ancak e-devlet üzerinden üyelikte işçiye sadece çalıştığı işyerinin sigorta numarasındaki meslek kodlarına göre girdiği işkolunda kurulu bulunan sendikalardan birine üye olabilme seçeneği verildiği düşünülecek olursa yardımcı işlerde çalışan altişveren işçisinin çalıştığı işyeri işkolu ile asıl işyerinin girdiği işkolu örtüşüyor ise altişveren işçisinin e-devlet üzerinden işyerinin girdiği işkolunda kurulu bir sendikaya üye olabilmesi mümkün olabilecektir. Ancak bu örtüşme sözkonusu değilse ve alt işveren çalıştırma uygulamasının muvazaalı olduğu düşünülüyor ise, yasanın 17/4. Maddedeki düzenlemenin uygulanabilirliğini sağlamaya dönük davalar açmak mümkün olabilecektir.


Sendika üyeliğinden çıkarılma kararı, ancak genel kurulca verilebilir, bu karara karşı, ilgili kişi tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük sürede dava açabilir, (buradaki otuz günlük süre hak düşürücü süre olduğundan, bu süre geçirildikten sonra açılacak davalar süre yönünden reddedilir.) mahkeme iki ay içinde kesin olarak karar verir ve üyelik çıkarılma kararı kesinleşinceye kadar devam eder.

Üyelik Aidatı 6356 sayılı Kanunun 18. maddesinde, aylık üyelik aidatı konusunda ,eski kanundaki işçinin bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez düzenlemesi yer almamaktadır. Sendikalar tüzüklerinde belirleyecekleri usul ve esaslar doğrultusunda, genel kurullarında alacakları kararlar ile sendika aidatının aylık miktarını sınırlama olmaksızın ancak, ahlak ve iyi niyet kurallarına uygun olmak kaydı ile düzenleme yetkisine sahiptirler.

Yönetici, sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemek yada seçilememek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin son bulması halinde, bir ay içinde ayrıldığı işyerinde işe başlatılmak için işveren başvurabilir. İşveren talepten itibaren bir ay içerisinde bu kişiyi o andaki şartlarla eski işine veya eski işine uygun bir işe başlatmak zorundadır. Süresi içinde başlatılmayan yöneticinin iş sözleşmesi işverence feshedilmiş sayılır. Sendika yöneticilerinin görevleri yukarıdaki nedenler dışında bir nedenle sona ererse, yöneticinin başvurusu üzerine kendilerine kıdem tazminatı, işyerinde çalıştığı süre ve emsal ücret üzerinden ödenir. İşçinin iş kanunlarından doğan hakları saklıdır. Burada sendika yöneticisinden kasıt, sadece seçilmesi nedeniyle işyerinden ayrılan Merkez ve Şube Yönetim Kurulu üyeleridir. İşyerinde çalışmaya devam eden yöneticilerin güvencesi, temsilci güvencesine ilişkin düzenleme içindedir.

Görüldüğü gibi eski yasadan farklı olarak, sendikadaki görevi yukarıda yazılı şekilde sona eren yöneticiler, isterlerse kıdem tazminatlarını alarak işyerlerinden ayrılabilirler. İkincisi yöneticilik görevinin son bulması tarihinden itibaren üç ay değil artık bir ay içerisinde işe başlamak için başvurabilirler. Üçüncüsü, eski yasa döneminde yargı kararlarıyla oluştuğu gibi, işveren işe başvuran yöneticiyi başvuru tarihinden itibaren bir ay içinde işe başlatmaz ise yöneticinin iş sözleşmesini feshetmiş sayılır. Bu durumda koşuları varsa Yönetici işe iade davası veya tazminat davası açabilir.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

Sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık veya malullük aylığı yada toptan ödeme alarak işten ayrılan işçinin sendika üyeliği son bulur. Çalışmaya devam edenler ile sendikalardaki yönetim, denetim ve disiplin kurullarındaki görevleri sırasında, yaşlılık veya malullük aylığı yada toptan ödeme alanların üyeliği, görevleri süresince ve yeniden seçildikleri sürece devam eder. Başka bir işkolunda çalışmaya başlayan işçinin üyeliği kendiliğinden sona erecektir. İşçi sendikalarının organlarında görev almak üyeliği etkilemez, işsiz kalan işçinin üyeliği bir yıl sonra düşer, görev nedeniyle silah altına alınanların üyeliği, bu süre kadar askıda kalır. 6356 Sayılı Kanunun 19/11 maddesi gereğince ve üyeliğin kazanılması ve sona ermesiyle ilgili Bakanlıkça bir yönetmelik çıkarılacaktır.

Yönetici ve Temsilcilerin Güvencesi : 6356 Sayılı Kanunda, profesyonel sendika yöneticiliğinin güvencesinde de 2821 sayılı yasadan farklı bir düzenlemeye gidilmiştir. Kural olarak işçi sendikası yöneticiliğine seçildiği için çalıştığı işyerinden ayrılan işçinin iş sözleşmesi askıda kalacaktır. Ancak yönetici isterse bildirim süresini veya sözleşme süresinin sonunu beklemeksizin iş sözleşmesini feshederek, kıdem tazminatını talep edebilecektir. Yönetici, yöneticilik süresi içerisinde de iş sözleşmesini feshedebilecektir ve bu durumda kıdem tazminatı işyerinde emsal ücret üzerinden hesap edilecektir.

6356 Sayılı kanunun 24. maddesinde işyeri sendika temsilcilerinin ve işyerlerinde çalışan, profosyönel olmayan sendika yöneticilerinin iş güvencesi düzenlenmiştir. Maddeye göre işveren, işyeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde, temsilci veya üyesi bulunduğu sendika dava açabilir. Dava basit yargılama usulüne göre sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay kesin olarak karar verir. Temsilcinin işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak temsilcilik süresini aşmamak kaydıyla fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir. Kararın kesinleşmesinden itibaren altı iş günü içinde temsilcinin işe başvurması şartıyla, altı iş günü içinde işe başlatılmaması halinde, iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları temsilcilik süresince ödenmeye devam edilir. Bu hüküm yeniden temsilciliğe atanma halinde de uygulanır.

petrol-iş

55


Sendikal Ayrımcılıkta İşçinin Güvencesi : 6356 Sayılı Kanundaki bu düzenleme, 2821 sayılı eski Sendikalar Kanununun 31. maddesindeki düzenlemeye paralel düzenlemedir. Ancak yeni Kanunun 25/5 maddesindeki; “İşçinin iş sözleşmesinin sendikal nedenlerle feshedildiğinin tespit edilmesi halinde, 4857 sayılı Kanunun 21. maddesine göre işçinin başvurusu üzerine, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilecektir”. şeklindeki düzenlemesi eski kanunda olmayan ileri bir düzenlemedir.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

Buradaki düzenleme 2821 sayılı Kanunun 31. maddesindeki düzenlemeden daha ileride ve sendikal fesih konusunda işvereni caydırıcı niteliktedir. İşçinin iş sözleşmesi sendikal nedenle feshedilmiş ve mahkemecede işçinin işine iade kararı verilmiş ise, işveren işçiyi işe başlatsa da başlatmasa da, işçinin bir yıllık ücreti tutarındaki sendikal tazminatı işçiye ödeyecektir. Kanun taslağında sendikal tazminat için iş güvencesi yasasının aradığı koşulların aranmayacağına ilişkin düzenleme ne yazık ki yasa metnine konulamadığından sendikal tazminat İş Kanunundaki iş güvencesinden yararlanan işçiler için getirilmiş bir düzenleme olup, otuzun altında işçi çalıştıran işyerlerinde ve kıdemi altı aydan az işçiler, bu düzenlemeden yararlanamayacaklardır. Ancak bir kısım hukuk akademisyenleri , 25/5 Maddenin son cümlesindeki “İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.” şeklindeki düzenlemenin , 4857 sa-

56

petrol-iş

yılı İş Kanunun işe iade davası için aradığı otuz işçi ve altı ay altı sınırlamasına bakılmaksızın , tüm işçileri kapsayacağı anlamına geldiği görüşündedirler. Bu konuda açılacak davalarda ,yargı kararlarının ne yönde olacağını, ileride görme imkanımız olacaktır.

Sendikaların Üyeleri Arasında Ayrım Yapma Yasağı ve Sendika Temsilcilerinin Sayısı ve Atanmaları 6536 sayılı Kanunun 26. maddesi Kuruluşların tüzüklerinde yer alan konularda serbestçe faaliyet göstereceklerini, üyeleri arasında ayrımcılık yapmayacaklarını, tüzükleriyle belirlenen amaç dışında faalliyette bulunmayacakları yönünde bir düzenlemeye yer vermiştir. İşyeri sendika temsilcilerinin atanması ve görevleri yeni kanunda da, eski kanuna benzer bir içerikle 27. maddede düzenlenmiştir. Ancak, eski kanundan farklı olarak “sendika tüzüğünde işyeri sendika temsilcisinin seçimle belirlenmesine ilişkisin hüküm bulunması halinde , seçilen üye temsilci olarak atanır” cümlesi ile sendika temsilcilerinin, seçimle belirlenmesi tüzük hükümlerine bırakılmaktadır.

Kuruluşların Denetimi 6356 sayılı Kanunun 29/1 maddesinde, sendikaların mali denetiminin denetleme kurullarınca kanun ve tüzük hükümlerine göre yapılacağı düzenlemesinden sonra 2. fıkrada “Kuruluşların gelir ve giderlerine ilişkin mali denetimleri, en geç iki yılda bir 1.6.1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik kanununa göre denetim yetkisine sahip yeminli mali müşavirlerce yapılır. Bu denetimin yapılmış olması,

denetleme kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. Sendikaların genel kurullarını en geç dört yılda bir yapmak zorunda olduklarını düşünürsek, sendikaların her seçim dönemi iki defa yeminli mali müşavir denetiminden geçmesi gerekecektir. Sendikaların iç ve dış denetimi konusunda Bakanlıkça bir yönetmelik çıkarılacaktır. Tutulacak defter ve kayıtlarda, kapatma halinde malların devri konusunda eski kanunla paralel bir düzenlemeler bulunmaktadır.

6356 SAYILI YASA İLE TOPLU SÖZLEŞME DÜZENİNE GETİRİLEN DEĞİŞİKLİKLER : 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi yasası, 2821 sayılı Sendikalar Yasasına göre sendikaları ilgilendiren bazı maddelerde olumlu adımlar atmaya çalışmış ise de toplu pazarlık alanının düzenlenmesinde son derece sınırlı değişiklikler yapmakla yetinmiş, varolan sistemin ana hatları korunarak özgür toplu pazarlık düzeni için gerekli adımlar atılmamıştır.

Toplu Sözleşmenin Düzeyi: 2822 sayılı yasada olduğu gibi 6356 sayılı yasada da toplu pazarlık düzeyi bakımından işyeri/işletme düzeyi esas alınmıştır. Yasanın 34. maddesi sistemin merkezine işyeri esasını alarak sosyal taraflara toplu sözleşmenin birimini belirleme imkanı vermemiştir. Grup Toplu İş sözleşmeleri: 6356 sayılı yasanın Tanımlar başlıklı 2. Maddesinde; 2822 sayılı yasada yer almayan Grup Toplu İş sözleşmesi, “İşçi sendikası ile işveren sendikası arasında, birden çok üye


işverene ait aynı işkolunda kurulu işyerlerini ve işletmeleri kapsayan toplu iş sözleşmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.

Kanun koyucu, Toplu sözleşme düzeyini işyeri/işletme esas aldığı için eleştirileceği öngörüsü ile “Çerçeve Sözleşme” düzenlemesini kanun kapsamına alarak kısmen de olsa bu eleştirileri karşılamak istemiştir. Çerçeve toplu iş sözleşmeleri, gerek tarafları, gerek ele alınan konuların sınırlılığı bakımından bu eleştirileri karşılayacak bir düzenleme değildir. Bu düzenleniş biçimiyle çerçeve sözleşmelerinin endüstri ilişkilerine nasıl bir katkı sağlayacağı tartışmalıdır.

Toplu İş Sözleşmesinden Yararlanma: 6356 sayılı yasanın 39. Maddesinde, toplu iş sözleşmesinin yürürlüğü ile imzası tarihi arasında işten ayrılan işçilerin toplu iş sözleşmesinden yararlanabilecekleri düzenlemesi bulunmaktadır. Bu düzenleme 2822 sayılı kanunda bulunmadığı için işten ayrılanların toplu iş sözleşmesinden yararlanması, toplu iş sözleşmele-

Yararlanma konusunda yasanın getirdiği diğer bir yenilik, Dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanacak kişilerin dayanışma aidatının miktarının, üyelik aidatını aşmamak kaydıyla ilgili işçi sendikalarına sendikaları tarafından belirlenebileceğine ilişkin düzenlemedir. Ayrıca yasada Dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanmanın, talep tarihinden geçerli olacağı düzenlemesine “İmza tarihinden önceki talepler imza tarihi itibarıyla hüküm doğurur.” cümlesinin ilave edilmesi son derece isabetli olmuştur. Bu düzenleme ile yürürlük tarihi ile imza tarihi arasındaki toplu iş sözleşmesi biriken farklarından sadece üyelerin yararlanması güvence altına alınmıştır.

İşyeri devirleri ve toplu iş sözleşmesi düzenine etkileri: 2822 sayılı yasa döneminde yasanın 3. Maddesindeki “Bir gerçek ve tüzelkişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerine sahip bir işletmede ancak bir toplu iş sözleşmesi yapılabilir.” düzenlemesi, herhangi bir hukuki işlemle işyerlerinin devredilmesi hallerinde yetki bakımından birçok hukuki problemin doğmasına yol açmaktaydı. Bu konuya 6356 sayılı yasanın 38. Maddesindeki düzenlemelerle açıklık getirilmiştir. Bu düzenlemeye göre; Aynı işkolunda olmak kaydıyla; * Devralan işyeri /işletmede toplu iş

sözleşmesi varsa ve devralınan işyeri veya işletmede de toplu iş sözleşmesi varsa, devralınan işletme veya işyeri toplu iş sözleşmesindeki hak ve borçlar, iş sözleşmesine dönüşür. *Devralan işyeri /işletmede toplu iş sözleşmesi yoksa ve devralınan işyeri veya işletmede de toplu iş sözleşmesi varsa devralınan işletme veya işyerindeki toplu iş sözleşmesindeki hak ve borçlar , yeni bir toplu iş sözleşmesi yapılıncaya kadar toplu iş sözleşmesi hükmü olarak devam eder. *Devralan işyeri /işletmede toplu iş sözleşmesi varsa ve devralınan işyeri veya işletmede de toplu iş sözleşmesi yoksa, devralınan işletme veya işyeri devralan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamına girecektir.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

Çerçeve Toplu İş sözleşmeleri 6356 sayılı yasanın yine 2. Maddesinde Çerçeve Toplu İş Sözleşmesi tanımı yer almaktadır. 2822 sayılı yasada olmayan bu tanım “Ekonomik ve Sosyal Konseyde temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikaları arasında işkolu düzeyinde yapılan sözleşmedir” şeklindedir. İşkolu esasına göre kurulan sendikalara işkolu düzeyinde toplu sözleşme yetkisi verilmemesi bir eleştiri konusu iken. Ekonomik ve Sosyal Konseyde temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına çerçeve sözleşme yapma imkanı verilmektedir.

rinde düzenleme yapılarak sağlanıyordu. Yasa bu konuda açık düzenleme yaparak, toplu iş sözleşmesinde hüküm bulunmasa da, bu kişilerin toplu iş sözleşmelerinden yararlanmalarının önünü açmış bulunmaktadır.

Toplu İş sözleşmesi yapabilmek için İşkolu ve işyeri barajları: 2822 sayılı yasada, bir işyeri yada işletmede toplu iş sözleşmesi yapabilmek için, toplu iş sözleşmesi yapacak işçi sendikasının kurulu bulunduğu işkolunda en az %10 üye sahibi olması ve toplu iş sözleşmesi yapılacak işyeri veya işletmede çalışanların yarıdan fazlasını üye yapması koşulu aranıyordu. 6356 sayılı yasanın 41.maddesinin 7. Fıkrasındaki “Bakanlık, yetkili sendikanın belirlemesinde ve işkolu istatistiklerinin düzenlemesinde kendisine gönderilen üyelik ve çekilme bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır” düzenlemesi ile birlikte , işkolunda en az %10 üye sahibi olması koşulunu sağlayabilen pek az işçi sendikası olduğu görülerek, işkolu barajı oranının değiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur.

petrol-iş

57


İşkolu barajı: 6356 sayılı yasada da eski yasada olduğu gibi, oranı düşürülmekle beraber işkolu barajı esas alınmıştır.”Yetki” başlıklı 41. Maddede bu oran %3 olarak düzenlenmiştir. Yeni yasa bu bu düzenleme ile birlikte, Gecici 6. Maddede en az %3 üye şartının , Ekonomik ve Sosyal Konseye üye konfederasyonlara bağlı işçi sendikaları için Ocak 2013 istatistiğinin yayımı tarihinden 1/7/2016 tarihine kadar %1, 1/7/2018 tarihine kadar %2 olarak uygulanacağı düzenlemesini getirmiştir.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

Geçici 6. Maddenin 2. Bendinde ise, En son yayımlanan 2009 istatistiği sonrasında, 15/9/2012 tarihine kadar kurulmuş ve Ekonomik ve Sosyal Konseye üye konfederasyonlara üye olmuş işçi sendikalarının bu Kanunun yürürlük tarihinden Ocak 2013 istatistiklerinin yayımlandığı tarihe kadar yapacakları yetki tespit taleplerinin , 41 inci maddenin birinci fıkrasında yer alan işyeri veya işletme çoğunluğu şartlarına göre Bakanlıkça sonuçlandırılacağı düzenlenmiştir. Yani bu sendikalar için işkolu barajı aranmayacağı açıkça düzenleme altına alınmıştır. Oysa Ekonomik ve Sosyal Konseye üye konfederasyonlara üye olmayan işçi sendikaları için ise %3’lük işkolu barajı, 7.11.2012 tarihinden itibaren geçerli olacaktır. Bu düzenlemeler, İş Hukuku çevrelerinde yasanın anayasaya aykırı olduğu tartışmalarını başlatmıştır.6356 sayılı yasanın bu düzenlemelerle koruma altına alınan sendikalar yarattığı çok açıktır.

İşyeri barajı; 6356 sayılı yasanın 41. Maddesinde, işçi sendikasının , işyerinde başvuru tarihinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının, işletmede ise yüzde kırkı-

58

petrol-iş

nın üyesi bulunması hâlinde bu işyeri veya işletme için toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olacağı düzenlenmiştir.Bu düzenlemedeki, işletmeler için %40 veya fazla üye yapma koşulu, yasanın geçici 6. Maddesi 3. Fıkrasındaki “Ocak 2013 istatistiklerinin yayımlandığı tarihe kadar, Bakanlığa yapılmış olan yetki tespit başvuruları ile taraf oldukları bu Kanunun yürürlüğünden önce imzalanmış toplu iş sözleşmesi Ocak 2013 istatistiklerinin yayımı tarihinden sonra sona erecek olan sendikaların, bir sonraki toplu iş sözleşmesiyle sınırlı olmak üzere yapacakları yetki tespit başvuruları mülga 2822 sayılı Kanunun 12 nci maddesine göre Bakanlıkça yayımlanmış Temmuz 2009 istatistiklerine ve mülga 2822 sayılı Kanunda belirtilen hükümlere göre sonuçlandırılır.” düzenlemesi nedeniyle kanunun yayımı tarihinden itibaren yürürlüğe girememiştir . Yasal düzenlemedeki bu, bir tür teknik hata daha sonra fark edilerek, 10.1.2013 tarihinde 6385 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 20. Maddesinde düzenlenerek TBMM’de kabul edilmiştir. 20. Madde metni ile eklenen cümle ile artık işletme yetki tespitleri için, %40 ve daha fazla üyelik düzenlemesinin yürürlüğe girmesi bakımından, Ocak 2013 işkolu istatistiğinin yayımlanmasını beklemeye ihtiyaç kalmamıştır. Bu değişikliğin yapıldığı 6385 sayılı yasa 19.1.2013 tarihinde 28533 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Yetki Tespitine itiraz ve İşkolunun Belirlenmesi Konuları: Yeni yasanın 43. Maddesinde, eski

yasadaki düzenlemeler genel olarak korunmuştur. Ancak yeni yasanın 3 fıkrasındaki “İtiraz dilekçesinde veya ekinde somut delillerin yer almaması hâlinde itiraz incelenmeksizin reddedilir. İşçi ve üye sayılarının tespitinde maddi hata ve süreye ilişkin itirazları mahkeme altı iş günü içinde duruşma yapmaksızın kesin olarak karara bağlar.” düzenleme yeni olup son derece olumludur.2822 sayılı yasa döneminde işveren kesiminin yetki tespitine itiraz mekanizmasını ne kadar kötüye kullandığı bilinen bir konu.3. fıkra ile düzenlenen; İtiraz dilekçesinde veya ekinde somut delillerin yer almaması halinde itirazın incelenmeksizin reddedilebilmesi, İşçi ve üye sayılarının tespitinde maddi hata ve süreye ilişkin itirazların mahkemece altı iş günü içinde duruşma yapmaksızın kesin olarak karara bağlanması kötü niyetli işveren itirazlarının kısmende olsa önüne geçilebilmesi olanaklarını ortaya çıkarmaktadır. İş hukuku yargıçlarının işçi lehine yorum ilkesinden de yola çıkarak yasal düzenlemenin kendilerine verdiği bu yetkiyi kullanmaları halinde örgütlenme karşıtı kötü niyetli bazı uygulamaların önüne geçilebilecektir. Yeni yasanın 5. Maddesi 2. Fıkrasındaki “Yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış ise işkolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olur. İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davalar, yetki işlemlerinde ve yetki tespit davalarında bekletici neden sayılmaz”. düzenlemesi son derece yerinde bir düzenleme olmuştur. Yetki tespitine sırf zaman kazanıp örgütlenmeyi engellemek için itiraz eden işveren kesimi, bu dava devam etmekteyken, genellikle Çalışma Bakanlığından işkolu tespiti isteyip, çıkan işkolu ör-


Yetki alınan işletme ve işyerlerinde toplu sözleşme prosedürü 2822 sayılı yasada olduğu gibi 6356 sayılı yasada da toplu sözleşme prosedürü son derece hantal ve tuzaklarla dolu düzenlemeler içermektedir. Kanunun bu düzenlemeleri 2822 sayılı yasadan az sayıda bazı ayrıntılar bakımından ayrılmaktadır. Toplu görüşmeye çağrı, Toplu şözleşme görüşmelerinin başlaması ve süresi 6356 sayılı yasanın 46. Maddesi gereği , 2822 sayılı yasada olduğu gibi, Yetki belgesini alan Sendikanın , bu belgeyi aldığı tarihten itibaren 15 gün içinde çağrı yapması gerekmektedir.Çağrının süresi içinde yapılmaması, alınan yetki belgesini hükümsüz hale getirecektir. Toplu Uyuşmazlıkların Çözümü: Yeni yasanın “Uyuşmazlıkların tespiti “başlıklı 49. Maddesinde düzen-

lenmiştir. 2822 sayılı yasadan farklı olarak, toplu görüşmenin başladığı tarihten itibaren otuz gün geçtiğinde, anlaşma sağlanamamışsa, taraflardan her birinin resmi listeden bir arabulucunun katılmasını görevli makamdan isteyebilme imkanı, yeni yasada düzenlenmemiştir. Ayrıca,uyuşmazlık hallerinde , taraflardan birinin uyuşmazlığı altı iş günü içinde görevli makama bildirmesi, aksi takdirde işçi sendikasının yetkisinin düşeceği konusu düzenleme altına alınmıştır.Bu düzenleme 2822 sayılı yasada bulunmamaktaydı.Böylece, işçi sendikalarının yetkilerinin düşmesine neden olan tuzak düzenlemelere, bir yenisi daha eklenmiştir.

Grev Hakkı: Yeni Yasanın 58 Maddesi 1. Fıkrasında Grev Hakkı “İşçilerin, topluca çalışmamak suretiyle işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla, aralarında anlaşarak veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarına grev denir.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlamanın devamındaki düzenlemeler olmasa bu tanımın oldukça iyi ifade edilmiş bir grev hakkı düzenlemesi olduğu düşünülebilirdi. Ne varki metnin devamında yer alan 2. Fıkra ve 3. Fıkra düzenlemeleri; ile 1. Fıkradaki özgür grev hakkı tanımının sınırları olabildiğince daraltılmıştır. Bu haliyle grev hakkı, gücünün bütün etkisi yok edilmiş bir düzenlemedir. 58. Maddenin gerekçesine bakıldığında kanun koyucunun, yasaklanan genel grev, siyasi amaçlı grev ve dayanışma grevini, yasal iş mücadelesi aracı olarak görmediğini,işyeri işgali, işi yavaşlatma,verimi düşürme ve diğer direnişlerin işçilerin bağlılık borcu ile işgörme

borcuna aykırılık oluşturan eylemler olarak nitelediğini görmekteyiz. Oysa ILO ÜÇO (Sendika Özgürlüğü komitesi) kararlarına göre, Dayanışma grevlerinin yasaklanması uygun bulunmamaktadır. Dayanışma grevleri yasal grevlerdir. Ayrıca sendikanın tanınması için yapılan grevlerin de meşru olduğu kabul edilmektedir.Hükümetlerin uyguladığı ekonomik politikaların ortaya çıkardığı çalışma yaşamındaki sonuçları protesto etmek için yapılan ulusal grevin yasaklanmasını, örgütlenme özgürlüğünün ağır bir ihlali saymaktadır. Asgari ücretin artırılması,yürürlükteki toplu sözleşmelere saygı gösterilmesi, ekonomik politikaların değiştirilmesi amacıyla yapılacak genel grevlerin meşru olduğu ve sendikaların normal faaliyetleri arasında olduğu kabul edilmektedir.Genel bir grev yasağının sınırlı bir süre için ve ciddi bir ulusal kriz halinde kabul edilebileceği düşünülmektedir. Yasanın 60. maddesinde, Grev kararının, tarafsız arabulucu uyuşmazlık tutanağının tebliği tarihinden itibaren altmış gün içinde alınabileceği ve bu süre içerisinde altı iş günü önceden karşı tarafa bildirilecek tarihte uygulamaya konulabileceği, bu süre içerisinde, grev kararının alınmaması veya uygulanacağı tarihin, karşı tarafa bildirilmemesi hâlinde toplu iş sözleşmesi yapma yetkisinin düşeceği düzenlenmiştir. Yeni yasal düzenleme gereği 60 günlük süre içinde hem grev kararı hem de uygulama kararı alınabilecektir.

-DOSYA - 6356 Sayılı Kanun

gütlü sendikanın işkolu ise işkolu tespitine de itiraz etmekteydi. Çoğunluk tespiti davası ve bakanlığın yetki işlemleri bakımından bu davalar, bekletici mesele kabul edilmekte, öncelikle işkolu tespiti davasının sonuçlanıp kesinleşmesi beklenmekteydi. Bu şartlar altında, toplu iş sözleşmesi yetkisinin alınması neredeyse 2-3 yılı bulmaktaydı. Özellikle yeni örgütlenilen işyerlerinde, bu mekanizmaların işlemediği yer parmakla gösteriliyordu. Yeni yasal düzenleme hem bakanlık işlemlerinde, hem de yetki tespit davalarında İşkolu tespit talebi ve buna ilişkin açılan davaların bekletici mesele yapılmayacağını açıkça düzenleyerek ,örgütlenmenin hukuk kuralları kullanılarak önüne geçme uygulamalarına son vermiş görünmektedir.

Grev Oylaması ve Greve Hayır kararı halinde uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kuruluna Gönderilmesi: Grev Oylaması Konusu 6356 sayılı yasanın 61. Maddesinde düzenlen-

petrol-iş

59


miştir.2822 sayılı yasadan farklı olarak oylama başvurusunun mahallin en büyük mülki amiri yerine, işyerinin bağlı bulunduğu görevli makama yapılacağı düzenlenmiştir. Maddede ayrıca; Oylamada grev ilanının yapıldığı tarihte işyerinde çalışan işçilerden oylamaya katılanların salt çoğunluğunun, grevin yapılmaması yönünde karar vermesi halinde , bu uyuşmazlıkta alınan grev kararının uygulanamayacağı, bu durumda 60 ıncı maddenin birinci fıkrasında belirtilen sürenin sonuna kadar anlaşma sağlanamazsa veya 51 inci maddenin birinci fıkrasında belirtilen 6 işgünlük süre içerisinde işçi sendikasının Yüksek Hakem Kuruluna başvurmaması halinde yetki belgesinin hükmünün kalmayacağı düzenlenmiştir. Eski yasadaki “grev ilanının yapıldığı tarihte işyerinde çalışan işçilerin salt çoğunluğu” düzenlemesi yerine “grev ilanının yapıldığı tarihte işyerinde çalışan işçilerden oylamaya katılanların salt çoğunluğunun” esas alınması dikkat çekicidir. Oylamaya katılanların salt çoğunluğunun, grev ilanının yapıldığı tarihte işyerinde çalışan işçilerin salt çoğunluğundan daha az bir sayı olacağı açıktır. Bu düzenleme ile kanun koyucu adeta greve hayır çıkma olasılılığını artırmak istemiştir.Ayrıca eski yasadaki oylamanın nasıl yapılacağına ilişkin düzenlemeler yeni kanunda bulunmayıp, bu konuların yönetmelikle düzenleneceği belirlenmiştir.

Grev Yasaklarının bulunduğu işler : 6356 sayılı yasanın 62.maddesindeki düzenleme: “Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve

60

petrol-iş

mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elektrik, doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; Millî Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde grev ve lokavt yapılamaz.” şeklindedir. Maddenin gerekçesinde ILO talepleri dayanak gösterilerek, yasak işlerin kapsamını belirlerken yaşamsal nitelik gösteren temel kamu hizmetleri ile sınırlandırma esasının kabul edildiği belirtilmektedir. Oysa ILO ÜÇO (Sendika Özgürlüğü komitesi) tarafından grev hakkının iki durumda yasaklanabileceği kabul edilmektedir. Devlet adına otorite icra eden kamu görevlilerinin çalıştığı kamu hizmetlerinde ve durması nüfusun tümünün veya bir bölümünün yaşamını , kişisel güvenliğini veya sağlığını tehlikeye atabilecek zorunlu temel hizmetlerde grev hakkının yasaklanabileceği öngörülmektedir. Bu temel hizmetlere örnek olarak hastaneler , elekrik, su,polis ,silahlı güçler,itfaiye ,hava trafik kontrolü gibi işler sıralanmaktadır. Bu anlayışlar üzerinden 6356 sayılı yasadaki grev yasakları incelenecek olursa; Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve mezarlıklarda; hastanelerde, şehir şebeke suyu, elektrik üretim ve dağıtımı, itfaiye işlerinde yasağın uluslararası normlara uygun olduğu kabul edilebilir.Ancak yasadaki doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan pet-

rokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; askeri işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde grev yasakları uluslarası normlara açıkça aykırı bulunmaktadır.

Grev Ertelemesi: Grev Hakkının yürürlüğe girdiği tarihlerden bu yana Grev Erteleme Kararları Türk İş Hukukunda sıkça başvurulan bir yöntem olmuştur. Grev yasaklarını daha da geniş tutmayıp, görünürde grev hakkının olduğu işlerde “Milli Güvenlik” gerekçesi ile grevi ertelemek ,fiilen grev yasaklarını geniş, geniş uygulamanın bir yolu olarak kullanılmıştır.Anayasanın 54. Maddesi Grev ertelemeleri konusunda yasama organına geniş yetkiler tanımaktadır. Bu konu, 6356 sayılı yasanın 63. Maddesinde düzenlenmiştir. 2822 sayılı yasadan farklı olmayan bu düzenlemede dikkat çeken husus, 2822 sayılı yasadaki erteleme kararlarına karşı yargı yoluna başvuru düzenlemesinin yeni yasada yer almamasıdır. Ancak bu düzenlemenin yasada düzenlenmemiş olması erteleme kararının muhatabı olan işçi sendikalarının yargıya başvurma hakkını ortadan kaldıramayacaktır. İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karsı yargı yoluna başvurulabileceği temel ilkesi esas alındığında, bu hakkın 6356 sayılı yasada düzenlenmemiş olmasından yola çıkılarak, ortadan kaldırıldığı sonucuna varılamaz. Ayrıca, 2822 sayılı yasadaki “olağanüstü halin ilan edildiği bölgelerde grev ertelemesine karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez”. düzenlemesinin yeni yasada yer almaması hukuken uygun bir düzenleme olmuştur.


BİLİŞİM

Bilişim Okudum, Bilişim Yazdım İlk kişisel bilgisayarlar ortaya çıktığında, meselenin bu noktaya geleceğini gören çok az insan vardı belki de. Masa üzerindeki bu bilgisayarlar sonra yavaş yavaş diz üstlerine ve şimdilerde kullandığımız akıllı telefonlar ile avuç içlerimize kadar ulaştılar. En başından beridir de tek başlarına değiller; bir fonksiyonu gerçekleştirebilmek için üzerlerinde, yazılımlar dediğimiz, neyi nasıl yapmaları gerektiğini söyleyen programlar çalıştı hep. Özgür KILIÇASLAN / Bilgi İşlem Servisi

B

ilgisayarlar fiziki varlıklar. Elimizden düşünce kırılıyorlar, bozuluyorlar. Yazılımlarsa, sonuçlarını, örneğin ekranda görebildiğimiz, elle tutamadığımız şeyler. Yazılımları göremediğimiz için kıymetlerini bilemiyoruz sanırım. Kıymetleri iş yapışımızı belirliyor olmalarında. Bize ait verileri saklıyorlar. Bu da önemli mesela. Yazılımlar güvenmek zorunda olduğumuz şeyler. Güvenmemiz için belirli özellikleri taşıyor olmaları gerekiyor: İhtiyacımız olan işi nasıl yaptığını bilmeliyiz. Yazılımlar bunun için açıklığa sahip olmalılar. Yazılımları üretirken elde ettiğimiz, neyi nasıl yaptıklarını gösteren kaynak kodu dediğimiz şeylerin gizli saklı şeyler olmaması hem gerçekten gösterdiği işi mi yapıyor diye bakabilmemizi, hem de -insan bu- yapılan yanlış bir şey varsa bunun düzeltilebilmesini sağlıyor. Yazılım ne yapıyor, kaynak koduna baktık ve gördük diyelim. Peki gördüğümüz şeyi değiştirebiliyor muyuz? Bunun önünde herhangi bir engel var mı? Bunun önünde bir engel olmaması gerekiyor ki, yanlış olanı düzeltebilelim. Yanlış olmasa bile istediğimiz şekilde çalışması için değiştirebilelim. Bunun da önünde teknik ya da hukuki bir engel olmaması gerekiyor. “Ya bu yazılımı olduğu gibi

kabul edersin ya da kullanamazsın” dememeli örneğin. Dayatmadan oluşan bağımlılık Bu şartları sağlamayan, bize o güveni vermeyen yazılımlara sahipli yazılımlar diyoruz. Yazılım dünyasında belli bir hakimiyetleri var. Bu hakimiyetlerini bize dayatarak devam ettiriyorlar. Bir kullanım biçimini, tekel vb. pozisyonlarını kullanarak dayatıyorlar ve bu, biz kullanıcıların çıkarına olan bir biçim değil. Virüslerle, sistem açıklarıyla ve geri kalmış programlarla boğuşmak zorunda kalıyoruz. Bu dayatmadan ve oluşan bağımlılıktan kurtulmanın bir yolu var: Özgür Yazılım kullanmak. Özgür olan pek çok yazılım var. Kısaca Linux diye bildiğimiz GNU/Linux dağıtımları (buna daha sonra değineceğiz) en bilinen örnekleri. Internet uygulamalarından grafik uygulamalarına multimedya uygulamalarına pek çok örneği var özgür yazılımların.

Bir kaç özgür yazılım için bağlantı: Firefox (İnternet tarayıcı) https://www.mozilla.org/tr/firefox/fx/ Gimp (Grafik editör) http://www.gimp.org/ LibreOffice (Ofis uygulamaları) http://tr.libreoffice.org/ petrol-iş

61


Hayatı anlatabilmek için futbola bakan yazar Bağış Erten:

Futbol işçi sınıfının sporudur Bağış Erten’i televizyonlardan Radikal'deki futbol yazılarından NTV'deki futbol yorumlarından tanırsınız, ciddi teorik birikime dayalı farklı ve mizahi bir tarzı vardır. Onunla futbolun işçi sınıfı ile iç içe geçen tarihinden, birlikte seyredilen bu oyunun keyfine, sahalardaki şiddetten, oyuncuların sendikalaşmasına kadar bir dizi konuda konuştuk. Söyleşi: Necla AKGÖKÇE tarlık, sonra da futbol fanatizmi (holiganizm) diye bir çizelge yapabiliriz. Türkiye'de futbol, bu çizelge üzerinde salınıyor. Ama bu salınım artık futboseverlere değmez oldu. Futbolseverliği diğer taraftarlık biçimlerinden ayıran temel şey oyuna olan bir sevda ile kendini ifade etmesidir. Futbolsever sadece takımının iyi oynaması ile değil, hertürlü güzel oyunla ilgilidir.

Türkiye'de spor denilince futbol anlaşılıyor, futbolu niye bu kadar çok seviyoruz? Sporlar içinde futbolun ayrıcalıklı bir yere sahip olması sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil, dünyanın pek çok yerinde bu böyle. Ama bizde en popüler sporlar arasında birincinin futbol, ikincinin futbol, üçüncünün de futbol olması sorunlu. Diğer sporlar bizde dörtten sonra başlıyor. Bu yoğun ilginin bana göre iki nedeni var. Öncelikle futbol kolay, basit, herkes tarafından sevilmeye daha uygun bir spor. Bir kültürü, bir tarihi, bir dili var. Bunları popüler kültüre yedirdiğinizde ortaya kocaman bir alan çıkıyor. Futbol edebiyatın da parçası olabiliyor, yazılı medyanın da

bir parçası olabiliyor, televizyonun da unsurların biri olabilyor. Bütün bunlar futbolun geniş hareket alanını gösteriyor. Ama Türkiye'de işin bir de subjektif yanı var. Futbol özellikle 1980 sonrasında özel olarak bir kitle iletişim aracı olarak kullanıldı. Bu anlamda bir oyalama aracı olarak sunuldu, palazlandı,yüceltildi, her alanda karşınıza çıkacak biçimde vurgulandı. Bu kadar çok ilgi gösterirseniz, bu kadar para yatırırsanız, o spor buz hokeyi bile olsa bir yere gelir.

Futbolseverlik ile kutuplaşmış futbol fanatizminin birbirinden farklı olduğunu söylüyorsunuz, Bu kavramları açabilir misiniz? Futbolseverlik, taraftarlık, sıkı taraf-

Aslında bu çizelgenin özünde bir futbolseverlik vardır. Taraftar kitlesinin çok azı, ben sadece kendi takımımın maçını seyrederim, başka maç seyretmem, der. Mutlak surettte başka maçlar da seyrederler. İşte o başka maçlardan aldıkları lezzetlerin bütünü bir futbolseverlik kültürü yaratıyor. Oyunla sağlıklı bir ilişki kurmanın da başlangıcı budur. Bu, taraftarlığı reddeden bir şey değil. İyi bir futbolsever ve iyi bir taraftar olabilirsiniz.

Taraftarlığın ayırdedici özelliği nedir sizce ? Taraftarlık bilinçle seçtiğiniz bir durum değildir. Küçükken ya aile ya bir abi tarafından size iletilen aklınızla değil duygularınızla seçtiğiniz bir şeydir. Duygularınızla seçtiğiniz bir şey için çok rasyonel açıklamalar yapamazsınız. Ama futbolseverlik taraftarlığın iyi bir parçasıdır, iyi bir taraftar olmak için iyi bir futbolsever olmanız gerekiyor.


Peki ya futbol fanatizmi Türkiye'de kendi takımına aşırı sevgi üzerinden değil rakip takıma olan nefretle ifade edilir hale gelen duruma futbol fanatizmi diyorum. Kendi takımınızı çok sevmekle rakip takıma karşı duyduğunuz nefret arasında bir tercih yapıyorsunuz demektir bu ve çok önemli bir farktır. Burada sevginiz değil başkalarına olan nefretiniz ön plandadır. Bu ötekileştirme, biz-onlar ayrımının çok vurgulu hale gelmesi, futbolda ciddi anlamda bir adaletsizlik, hukuksuzluk yaratıyor. Bu adaletsizlik ve hukuksuzluğu her takım taraftarının kendine yontarak, hep başkaları tarafından mağdur edildiğine inanarak tariflemesi, kulüplerin durumu sömürmesi, her takım taraftarının kendi içinde cepheleşmesi ve tespih böceği gibi içine kapanarak yaşamaya başlaması sonucunu doğuruyor. İçe daha sağlam kapanabilmek için dış düşman yaratmanız gerekir. Dış düşman insanları birleştiren içerideki sorunların üzerini örten bir şey aynı zamanda. Bu dış düşman hem toplumda hem de medyada çok körükleniyor. Pratiğe nasıl yansıyor bu? Mesela Fenerbahçeli adamın formasının sırtında, anti-Galatasaray yazıyor ya da Galatasaraylı'nın sırtında anti- Fenerbahçe. Kendini bu kadar net ifade ediyor. Bu durumu besleyen adeletsizlikler, düşmanlıklar ve söylemler de ortadan kalkmayınca ciddi kutuplaşmalar oldu. Beraber maç seyredemez hale geldik. Birlikte maç seyretme bir nostalji olarak değerlendiriliyor artık. Oysa bu nostalji değil. Futbolun en zevkli yanlarından biri de seyrederken rakibi kızdırabilmektir. Yanyana oturduğunuz arkadaşınızı kızdıramamak, ona takılmamak oyunun

tek alanı olarak kullanmaya çalışıyorlar. Milli takımının başarılarından kendilerine güç devşirmeye, bazı takımların içinde siyasi bir alan açmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeli bir şey.

ciddi bir bölümünü yok eder. Oyunun en zevkli yanı budur. Duvara karşı oynamıyorsunuz çünkü.

Bir toplumsallaşma hali de sanıyorum? Evet aynen öyle maç seyrederken temas kurarsınız. Temassız futbol bir işe yaramaz, bilgisayarda futbol oynamıyoruz gerçek futbolu seyrediyoruz. Yanımızda takılabileceğimiz, şakalaşabileceğimiz insanlarla beraber yapabilirsek bunu güzeldir futbol. Futbol yazarı olarak bir maçtan bahsederken Arap Baharı'na, Almanya -Yunanistan maçını yazarken komşudaki krize giriyorsunuz futbola siyaseti karıştırıyorusunuz yani. Futbol- siyaset bu kadar geçişli alanları mı? Bir büyük, bir de küçük siyaset var. Büyük siyaset televizyonlarda izlediğimiz siyasiler tarafından bir meslek gibi icra edilen parlamentosu ile söylemi ile günlük haber bültenlerinin bir parçası olan siyasi partilerin aktör olduğu bir dünya. Bu büyük siyasetin futbola karışması tehlikeli. Çünkü büyük siyaset kendi araçları ile kendine yontarak futbola karşıyor. Sadece Türkiye'de değil başka ülkelerde de oluyor bu. Siyasiler futbolu bir rant, yararlanma, bir des-

Küçük siyaset ne oluyor? Küçük siyaset dediğimiz şey hayatın her alanında olan otobüse, metroya bindiğinizde geç gelen veya kalabalık olan araçlardan yakınmadan tutun da hayat pahalılığından yakınmaya kadar varan bir tutum. Hayatın asıl büyük alanını oluşturan ve bize siyasi değilmiş gibi görünen oysa bir sürü siyasi anlamı olan her şey küçük siyasete giriyor. Futbol işte bu küçük siyasetin mutlak surette temas etteği bir alandır. Bilet fiyatlarını ele alın bugünkü bilet fiyatlarıyla bir işçi zor maça gider artık. Bunu dile getirip “Bilet fiyatları çok yüksek” dediğinizde bu bir siyaset oluyor. Hakikatten dünyanın en pahalı maç biletleri bizde satılıyor. Türkiye'de bazı maçların kale arkası biletleri 60TL, bazen de daha fazla oluyor. Bu kadar pahalı bilet satarsanız futbolun asıl sahipleri devre dışı kalır. Türkiye'de asgari ücretli iki kere maça gitse ayda maaşının yüzde 20'sini maça vermek zorunda kalır. Bu da siyasete dahil bir şey, çok da gerçek bir şey. Aynı zamanda toplumsal bir şey çünkü hayatın bir parçası. Mesela, Arap Baharı'nda Tahrir Meydanındaki o önemli kalkışmanın itici unsurlarından biri bir taraftar grubuydu. Taraftar grubunun polise karşı mukavemet geleneği olduğu için kitleyi toparladı. Futbol hayatın içine indiğinizde buna çok müsait bir temas... Nasıl yani ? İşten eve evden işe gidiyor, sendikal faaliyetlere katılmıyor, herhangi bir toplumsal hareketlilik içinde yer almıyorsanız size kötü muamele yapıl-


dığını görmeyebilirsiniz. Böyle bir hayat içinde başkalarına yapılan haksızlıkları da farketmeyebilirsiniz. Ama bir maça gidin bazen bir anda hava değişir, şiddet, polisin aşırı güç kullanımı ya da insani muamele bütün bunları görmeye başlarsınız. Hemen orada bir direniş kültürü oluşmaya başlar. Çünkü futbol hayata değen, hayatın pek çok alanına değen bir spor. Aslında hayatın taklidi ve bütün taklitler gibi abartılı olduğundan kendini çok kolay gösterebiliyor. Hayatta eşitsizlik varsa futboldaki eşitsizlik, dayanışma varsa futboldaki dayanışma çok net biçimde görülebilir. Ben hayata bakıp hayata benzeyen yanları ile futbolu anlatmaya çalışıyorum. Karıştırdığım siyaset böyle bir siya-

set. Hayatı anlatabilmek için futbolu kullanmak daha doğrusu.

Futbol emekçilerinin sendikalaşmalarını savunuyorsunuz, transferlerde milyarların döndüğü bir sektörden bahsediyoruz bir yandan da. Böyle ortamda sendikalaşmak mümkün mü? Bir sinema filmine baktığınızda baş rol oyuncularını görürsünüz önce ama filmin arkasında pek çok insanın emeği gizlidir. Futbol da bir sahne sanatıdır. Sahnenin önündekiler bizim gözümüzü kör ediyorlar. Çok

büyük paralarla gösterişle yapıyorlar bu işi. Ama bunlar çok çok bin kişiler. Oysa Türkiye'de 10 binin üzerinde profesyonel sporcu var. Futbolcular içinde kendilerine vaad edilen paraları alanların oranı yüzde sıfırdır. Mutlak surette - en çok para kazananı bile- bence emek sömürüsüne uğruyor. Geçtim hakettiğini vaad edilen parayı alamıyor. Dokuz bin kişi ikinci, üçüncü ligde top koşturuyor. Gencecik çocuklar asgari ücretle hatta zaman zaman bunun altında çalıştırılıyor. Futbolcular arasında 18 yaşın altında olanlar bulunuyor. Burada bir çocuk işçi sömürüsü var. Gelecekleri başkan ve yöneticilerin iki dudağı arasındaki sözlere bağlı. Hepsinin hayali büyük futbolcu olup, o şaşalı dünyaya çıkmak. O dünyanın ışıkları yüzünden en aşağıda o ağır sömürü ortamını kabul ediyorlar. Dayanışmanın, bir

David Beckham da futbol sendikası üyesidir Futbolcu sendikaları dünyada ne durumda, ne tür bir çalışma yürütüyorlar? Dünyanın pek çok ülkesinde futbolcu sendikaları var. Fransa’da çok kuvvetli bir sendika bulunuyor. Her ligde ödenmesi gerekli asgari ücret için toplu sözleşme masasına oturuyorlar. Bir üçüncü lig oyuncusuna şundan daha az, bir ikinci lig oyuncusuna bundan daha az, bir birinci lig oyuncusuna da şundan daha az para veremezsiniz, diyorlar. Böylece taban ücretleri belirlenmiş oluyor. Bu çok devrimci bir uygulama. Sendikanın iyi bir şey, güzel bir şey olduğunu ispatlayacak en iyi alan futboldur. Sendikalarla müca-

64

petrol-iş

dele etmeyi çok sevmeyen ileri endüstri toplumlarında çok gelişmiş futbol sendikaları vardır. Amerika'da bütün futbolcuların hakları toplu sözleşme ile belirlenir. Hiçbir futbolcu bireysel sözleşme imzalayamaz. İngiltere'de bütün dünyanın tanıdığı David Beckham sendika üyesidir ve greve de gitmiştir. İngiltere Futbol Federasyonu malulen emekli olanların paralarını azaltmaya kalktı, yıllık milyonlarca Paund alan o oyuncular lig başlamadan greve gittiler.

Futbol emekçileri niye örgütlenemiyor Türkiye'de? Türkiye' de popüler kültür alanlarında kimse örgütlenemiyor. Mesela

sinema emekçileri sendikası daha yeni kuruldu ve çok güçlü değil. Müzik emekçileri de öyle. Popüler kültür alanlarında sendika öcüleştirildi. İnsanlar çok korktukları için sendika kuramıyorlar. Ayrıca futbolcular çok gençler, çok bilgisizler. Oysa fakir çocukları futbolcu olur. Çünkü bu öğütücü sistem içinde direnebilmeniz için kaybedecek hiçbir şeyiniz olmaması gerekir. Bu çocukları birgün şöhret olacakları beklentisi yaratarak kandırmak o kadar kolay ki. Bu şartlar altında sendikadan uzak durmaları da çok normal.


arada durmanın, sendikanın gücünü en iyi anlatan yerlerden biridir futbol. Hayatta sendika dediğinizde size şüphe ile bakıyorlar. Ama futbolda sendika dediğinizde, size doğru söylüyorsun haklısın, diyorlar. Futbolla ilgilenen herkes futbolcuların kulüpler karşısındaki güçsüzlüğünü bilir. Tablo bu kadar netken örgütlenmemek hakikatten büyük bir zaaf.

İşçiler futbol seyircisi olarak büyük bir kitle oluşturuyor, ama bunun dışında futbolla, futbol takımlarıyla işçi sınıfının farklı bağlantıları da var. Bu bağlantı buradan çıkabilecek olumlu işbirlikleri hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz? Kesinlikle söylemek isterim. En sevdiğim konulardan biridir. İngiltere'de 19. yüzyılda boş zaman faaliyeti olarak ortaya çıkmış olan futbol, yapı itibariyle işçi sınıfının sporudur. Oynayanlarla seyredenlerin aynı dünyanın parçası olduğu bir yerden palazlanmış, yerleşmiş daha sonra herkes tarafından kabul edilmiştir. İtalya'da, Almanya'da da işçi sınıfının sporudur. İspanya' da kimlik sporudur ama yine işçi sınıfına dairdir. Son 20 yılda bunu onlardan alıp başkalarına mal etmek için ciddi bir atak var. Ne tür bir atak? Özellikle tribünlerde seyredilen futbolu, biletleri pahalılaştırarak, belli yerlerden insanları sürerek, stat konforları adı altında her şeyi fahiş fiyata satarak işçi sınıfından almaya orta üst sınıfa mal etmeye çalışıyorlar. Televizyonda seyredileni engelleyemezsiniz ama tribün futbolunu ,işçiler gelemesin, yoksullar gelemesin, haline getirmeye çalışıyorlar. Maçlara “Formalı geleceksiniz” deniyor

mesela. Kendi diktiğiniz forma olmuyor, resmi forma almanız gerekiyor. En azından 80-100 TL bu. Tek yetmez, onun üç çeşitini alacaksınız, deniyor, sonra. Tüketim kalıbına indirgeyerek futbolu, işçi sınıfından uzaklaşmaya çalışıyorlar. Buna yoksul kesimlerin, işçilerin direnç göstermesi lazım. Sendikalı, sendikasız tüm işçilerin bu alanı kaptırmaması lazım.

Direnç gösterenler var mı ? Evet var. İngiltere'de dok işçilerinin takımı olan Liverpool'da pahalı bilet satamazsınız, mesela. Kop denilen bir kale arkası tribünü vardır. O tribüne 100- 150 yıldır işçiler gidiyor, onların ayağını oradan kesemezsiniz. En zengin klüplerden biri de olsanız bunu yapamazsınız. Sahibi Amerikalı Liverpool'un promiyer lig, tüketim kalıplarının en fazla köpürtüldüğü lig, ama onu orada yapamazsınız. Almanya'da Schalke maden işçileri takımıdır. Schalke'ye giren her yeni futbolcu yerin yedi kat dibine götürülür. Ve onlara “ Siz bu adamların, işçilerin takımısınız, bakın burada hangi koşullarda çalışıp sizin maçınıza geliyorlar. Onlara layık olacaksınız” denir. Bu, çok çarpıcı bir örnektir. Şu anda Schalke'nin sahibi Rusya'nın ünlü doğal gaz şirketi Gasprom'dur. Sahibi kim olursa olsun, hiçbir zaman maden işçilerine yüzünü çeviremez. Bu, takımın tarihine, kimliğine yüz çevirmek demek olur ki, bu riski kimse göze alamaz.

İspanya'da kimlik sporudur demiştiniz... Evet, mesela İspanya'da Athletic Bilbao takımı BASK bölgesinin takımıdır. BASK bölgesinde doğmuş ve o

bölgede yetişmiş çocuklarla oynarlar. Dışarıdan transfer yapmazlar, bunun için bir yasak yoktur ama oynayan tüm çocuklar o bölgenin çocuklarıdır. Bunu ırkçılık olarak yapmazlar, siyah da olsa, başka ulustan da olsa o bölgede yetişen çocukları tercih ederler. Bu bölgenin çocuğu olacak derler. Bizim Diyarbakır Spor'da bir tane Diyarbakırlı zor bulursunuz. Kendi yağları ile kavrulurlar. Belki şampiyon olamazlar ama gidin görün hayatta en zevk alınacak tribünler oradadır Futbol keyfi orada bambaşka bir şeydir. Türkiye'de böyle temel kültür yok... Türkiye'de her takım sosyal kesim olarak birbirine benziyor. Aynı aileden bir Fenerbahceli, bir Beşiktaşlı, bir Galatasaraylı çıkması çok muhtemeldir. Zaten çok da vardır. Onlar biraradalık yaratan popüler kültür takımları olarak çıkmışlardır.

Schalke örneği gibi bir işçi takımı yok bizde sanıyorum? Buna en yaklaşan takım Karabük Spor'dur. Karabük Spor sahibi sendika olan bir takımdır. Üyelerden takım için de bir pay kesilir ve bunu üyeler kabul eder. Şu anda da birinci ligde o y n u y o r. Karabük bir işçi kentidir, her tarafı emek kokar. İşçi şehrinin takımı da işçi takımı olmak durumundadır. Hakikatten tribünlerinde de bunlar yazar. Karabük'ün tribünlerindeki söylemlere baktığınızda, Avrupa takımlarından farklı olmadığını gö-

petrol-iş

65


rürsünüz. Ama bunu öne çıkartmak, anlatmak göstermek lazım. Futbolu son dönemlerde şiddetten ayrı düşünemez hale geldik, ciddi bir erkek şiddeti bu bir yandan da, futbol böyle olmak zorunda mı, böyle bir şey mi? Futbolla şiddet arasında üç düzeyde bağlantı kurulabilir. Birincisi futbol şiddetli bir oyundur. “Kale, atak, hücum, savunma, penaltı-ceza vuruşu-, faul -bir çarpışma hali- “ bu kavramları düşünün bütün bunların hepsi şiddeti, savaşı çağrıştırıyor. Daha doğrusu futbol, şiddete alan açan bir spor. Bu objektif bir durum. Ama asıl problem futbol içindeki subjektif şiddettir. İki subjektif şiddet biçimi var, futbolda. Bir tanesi erkek yatılı okullarında da göreceğiniz, şiddete meyil gösteren ergen erkek kültürü. 16-17 yaşında bir erkeğe anne babası bir şey söylediğinde kapı, baca çarpar, yok yere bağırır, çağırır sürekli öfkelidir. Öyle ki bu ergen erkek kitlesinden sokakta yürürken bile korkarsınız. Üçüncü bir şiddet var ki bence asıl tehlikeli olan da budur: Manipüle edilmiş şiddet. Futbol sahasını bir şiddet alanı olarak gören gruplar, grupçuklar var. Bunlar taraftar grupları, siyasi gruplar, ekonomik çıkar gözeten gruplar olabilir. Hepsinin sahalara taşıdığı bir şiddet, bir çeteleşme var. Bunların siyasi angajmanları da bulunuyor. Ciddi oranda kitle psikolojisinden beslenen yanları var ve ekonomik yanları var. Kulüpler tarafından yönlendiriliyorlar, kimlere şiddet uygulanacağı onlara gösteriliyor. Sayıları çok az olabilir ama yarattığı bir dalga etkisi var. Ergen erkek kültüründeki şiddeti de tetikliyor bunlar. Hiçbir zaman mücadele edilmiyor. Ergen erkek kültürünü ehlileştirmek yerine o kutsanıyor. Şiddetin örgütlendiği, tolere edildiği, bir yer olarak futbolu tariflemek çok kötü bir şey. Futbol

66

arka kapı gibi algılanıyor. Ciddi anlamda ırkçılık, şövenizm olduğunda bunu futbol sahalarında yaptığınızda gözardı edilebiliyor. Kadına, güçsüze karşı şiddet ve linç kültürü yükseldiğinde bunu futbol üzerinden yaptığınızda yine tolere edilebiliyor. Vergi kaçakçılığı bile futbol üzerinden yapıldığında tolere edilebiliyor. Futbol Türkiye'nin arka kapısı adeta, o kapıyı kapatmak, futbolu hayatın içine çekmek lazım. Kimsenin imtiyaz alanı değildir futbol. Bu kadar güzel bu kadar hayata benzeyen bir oyuna bütün kötülüklerimizi boşaltacak bir alan olarak bakamayız.

Futbol kirli bir alan olmaya başladı, diyorsunuz. Şike, yolsuzluk... bunun gibi şeyler. Hem rant hem de siyasi hesaplaşma alanı gibi sanki, futbol artık, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Evet güzel tanımladınız futbol bir rant ve siyasi hesaplaşma alanı olarak tarif edildiğinden beri futbol bir bataklığa doğru gidiyor. Ciddi bir yolsuzluk, ciddi bir çeteleşme var. Şöyle anlatayım meşhur Susurluk çetesinin en önemli unsurları bile bir takım kurmuşlardı. Futboldan bu adamların uzaklaşması lazım. Ama bunu bir siyasi iradenin yapmaması lazım. Siyasi irade bu insanları futbol dışına atayım derken, kalan alanı kendine göre düzenlemeye çalışıyor. Kendi şeklini vermeye başladığı andan itibaren de hukuk ve adalet ciddi bir biçimde zedeleniyor. Bu, çok önemli bir problem. Futboldaki bütün şaibeli alanların gerçek anlamda adil bir hukuki düzen tarafından çözümlenmesi lazım. Ama bunun arkasında siyasi amaçlar varsa, tehlikeli bir şey. Gerçek adalet mi isteniyor yoksa siyasi bir düzenleme mi, bunu anlayamaz hale geliyorsunuz. Bu durum bir direnç yaratıyor. Direncin bileşenleri o kadar farklı ki. Bunların arasında

ciddi anlamda tehlikeli olanlar da var, demokrasiye, özgürlüğe, özerkliğe inananlar da. Futbol şu anda mevcut iktidarın tek başına diş geçirmekte zorlandığı tek alan olarak kaldı neredeyse. Futbolun kendi dili vardır, yararlanabilirsiniz ama ona sahip olamazsınız. Futboldan siyasi rantlar devşirildiği olmuştur, ama “futbolun patronu benim” demeye kalktığınızda futbol direnç verir. Şu çok kesin, bu oyunu karanlık kirli güçlerin sporu yapmaya çalışan bir kesim var. Bunun karşısında temiz, aydınlık daha iyi bir futbol isteyenlerin cephesini örmek lazım.

Bağış Erten Kimdir?

1973 Ankara doğdu. 1998’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yakın tarih yüksek lisansını tamamladı ve iki yıl araştırma görevlisi olarak çalıştı. Daha sonra İletişim Yayınları’nda editörlük yaptı. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ansiklopedisinin yayın sekreteri oldu. Uzun süredir spor yazarlığı ve yorumculuğu yapıyor. Halen bir yandan Eurosport Türkiye'nin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini sürdürürken, Radikal Gazetesi’nde köşe yazarlığı, Ntv'de de spor yorumculuğu yapıyor.


KÜLTÜR-SANAT

67


DAYANIŞMA

27 Ocak'ta Petrol-İş Emeğe Saygı Mitinginde'ydi:

Maden işçileri “güzel ölmek istemiyoruz” dedi Genel Maden-İş Sendikası 27 Ocak 2013 Pazar günü Zonguldak'ta Madenci Anıtı Alanı'nda "Emeğe Saygı" Mitingi düzenledi. Kozlu’da yaşanan son iş cinayetlerinin ardından düzenlenen mitingte taşeron çalıştırmaya karşı tepki öne çıktı. Eyleme pek çok sendika ve sivil toplum örgütü destek verdi. Destekçiler arasında sendikamız Petrol-İş de vardı.

M

iting günü GMİS Kozlu Şubesi geçtiğimiz günlerde 8 maden işçisine mezar olan Star Madencilik’in de bulunduğu Kozlu Maden Ocağı önünde toplandı. Kozlu'da yaşamını yitiren 8 madenci ve daha önce madenlerde hayatını kaybeden maden işçileri için yapılan bir dakikalık saygı duruşunun ardından yürüyüşe geçildi. Star Madencilik İşçileri, Bursa’dan gelen Türkiye Maden Şehitleri Aileleri ve madenci aileleri de pankartlarıyla yürüyüşte yerlerini

68

petrol-iş

aldılar. İstasyon Caddesi’nde toplanan binlerce emekçi Madenci Anıtı Alanı’na doğru yürüdü. Mitinge maden işçilerinin yanı sıra Türkiye’nin dört bir yanından Zonguldak’a akın

eden konfederasyonlara bağlı işçi ve memur sendikaları, meslek örgütleri, siyasi partiler ile binlerce Zonguldaklı da katıldı. 7 Ocak 2013 tarihinde TTK Kozlu Müessesesi’ndeki kazada hayatlarını kaybeden madencilerin bağlı bulunduğu taşeron şirketin diğer çalışanları da miting alanındaydı. Sendikal Güç Birliği Platformu üyesi sendikalar mitingde Maden-İş Sendikasının ve maden işçilerinin yanında yer aldılar. Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilla Ayçin ve Yönetim Kurulu üyeleri, Tek-


Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel ve Yönetim Kurulu üyeleri, Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ve Yönetim Kurulu üyeleri, Tümtis Genel Başkanı Kenan Öztürk ve Yönetim Kurulu üyeleri, Kristal-İş Sendikası Genel Başkanı Bilal Çetintaş ve Yönetim Kurulu Üyeleri, TezKoop-İş Sendikası Genel Başkanı Osman Gürsu ve yönetim kurulu üyeleri ve sendikalarda örgütlü olan işçiler alanda bulunanlar arasındaydı. Taşerona karşı birlikte mücadele Sendikamız Petrol-İş'i temsilen Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın ve Genel Sekreterimiz Ali Ufuk Yaşar'ın katıldığı mitinge, Ankara, Bandırma Şubelerimize bağlı üye arkadaşlarımızla, Düzce Örgütlenme Bürosuna bağlı üyelerimiz de yoğun katılım gösterdi. Alanda Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) adına konuşan Genel Başkan Eyüp Alabaş, sözlerine şöyle başladı: “ Bugün, Türkiye’nin dört bir yanından akın akın gelen emekçilerle Madenci Anıtı’nda buluştuk. Emeğin Başkentinde emeğe saygı istiyoruz. Emeğin Başkenti’ndeki bu tablo, yarın Türkiye’yi eskisi gibi yönetemeyeceklerini gösteriyor. Artık hiçkimse emekçileri görmezden gelemeyecek.” Alabaş hükümet yetkililerin madenci ölümleri karşısındaki kayıtsızlığını eleştirerek “güzel ölmek istemediklerinin” altını çizdikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü” 7 Ocak 2013 tarihinde Zonguldak’ta, Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu Müessesesi’nde taşeron şirkette çalışan 8 arkadaşımızı kaybettik.Son olaya iş cinayeti diyoruz.” Daha sonra sendika olarak 2004 yılında, “Yeraltında taşeron olmaz” dediklerini bu amaçla 2005'te eylem yaptıklarını vurgulayan Alabaş , TTK’nın işçi açıklarının giderilmesi için bu işlerin de eskiden olduğu gibi TTK tarafından yapılmasını istediklerini ama devletin işçi almak yerine kuruma taşaronun girmesini teşvik ettiğini anlattı. Uyarılarına rağmen taşeron çalışmanın arttığını bunun 17 Mayıs 2010 faciasına davetiye çıkardığını belirten Eyüp Alabaş, “Bu kez de eylem yaparak uyardık. Taşeron işçilerinin kuruma devredilmesini istedik. Ama ilgililer devam ettirdiler. Taşeron şirketin yeterli iş güvenliği önlemlerini alma-

dığı raporlara yansımasına rağmen devam edildi ve 7 Ocak 2013’ü yaşadık.” dedi. Taşeron çalışma ile Türkiye'deki çalışma koşullarının 200 sene öncesindeki vahşi kapitalizm dönemine götürülmeye çalışıldığının altını çizdikten sonra “Taşeron cinayetlerine hep birlikte son verecek, taşeron bataklığını hep birlikte kurutacağız.” dedi. Mitingde konfederasyon ve meslek örgütü temsilcileri de birer konuşma yaptılar. Konuşmalar sık sık “Madencinin Kaderi Ölmek Değildir. Susma Haykır, Taşerona

Hayır. Yaşasın Sınıf Dayanışması. İşçi, Memur Elele Genel Greve. Tazminata Uzanan Eller Kırılsın. İşte Madenci, İşte Zonguldak. Hükümet Şaşırma, Sabrımızı Taşırma. Vur Vur İnlesin, Ankara Dinlesin. Gemileri Yaktık, Geri Dönüş Yok. Direne Direne Kazanacağız. Her Yer Şişecam, Her Yer Yatağan. Her Yer Hava-İş, Her Yer Direniş. Hak Verilmez Alınır, Zafer Sokakta Kazanılır” sloganlarıyla kesildi. Konuşmaların ardından miting sona erdi....

petrol-iş

69


13 günlük direnişten sonra gaspedilen haklarını aldılar:

Şişecam'da mutlu son Şişecam’a ait Topkapı Şişe Fabrikası'nda Kristal İş üyesi işçilerin çalışma hakkı için başlattıkları mücadele 13. gününde başarıyla sonuçlandı. Sendikal Güç Birliği Platformu başta olmak üzere pek çok sendika ve meslek örgütü bu süreçte Şişecam işçilerini yalnız bırakmadılar.

70

petrol-iş

Elif Tuğba ŞİMŞEK - Cem GÜLDÖŞÜREN

Ş

işecam işçilerinin direnişi yılbaşından birkaç gün önce başladı. Dokuz ülkede faaliyet gösteren, sektörde neredeyse tekel konumunda olan Şişecam bir açıklama yaparak 31 Aralık 2012 tarihi itibariyle ACS Topkapı Şişe Fabrikasını kapattığını, aleti, edevatı, makineleri ve uzman kadroları Eşkişehir’e taşıyacağını bildirdi. Ancak şirket üretimde yer alan ve sendika üyesi olan işçileri götürmek istemiyordu. Fabrikaya yıllarını vermiş, kıdem ortalaması 18 yıl olan 422 işçi ise işten atıldıklarını evlerine yollanan postadan öğrendiler.

İşveren haklarının bilincinde, sendikalı ve nisbeten de yüksek ücretli işçileri çıkarıp yerine daha ucuz, sendika üyesi olmayan işçileri istihdam etmek istiyordu. Kristal-İş Sendikası önderliğinde işçiler “Fabrika nereye gidiyorsa bizi de mevcut haklarımızla oraya götürün” diye itiraz ederek, fabrikaya kapandılar. İşçiler 2013 yılına aileleri ve emek dostlarıyla birlikte fabrikalarında girdiler. Direnişlerini işyerini terketmeyerek sürdüren işçiler ve aileleri 5 Ocak sabahı erken saatlerden itibaren büyük bir polis ablukası ile karşı karşıya kaldılar. Fab-


DİRENİŞÇİLERLE KONUŞTUK

rikanın çatısına çıkarak protestolarını sürdürdüler. Diğer fabrikalardan işçiler ve emek dostları da fabrikaya gelerek Şişecam işçilerine destek oldular, polis bu kararlılık karşısında iki-üç saat sonra geri çekilmek zorunda kaldı.

Direne direne kazandılar Onlar direnirken şişecam işçilerine emek örgütlerinden, bazı siyasi partilerden, meslek örgütlerinden ciddi bir destek geldi. Desteklemek için Şişecam'a gidenler arasında Petrol-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu da vardı. Bu arada Kristal-İş Sendikası Şişecam yetkilileriyle pazarlığını sürdürüyordu. 13 günlük direnişten sonra müjdeli haber geldi! Anlaşmaya varılmıştı. Direniş başladığında işçiler arasında iki farklı talep dile getiriliyordu. Bazıları herkesin mevcut hakları ile diğer fabrikalara gönderilmesini istiyor, kimileri ise İstanbul'da kalmak için tazminatlarını alıp işten ayrılmayı tercih ediyordu. Yatay geçiş hakkı talep eden yaklaşık 250 işçinin tüm haklarıyla birlikte noter huzurunda yapılan çekilişle Şişecam’ın diğer 11 fabrikasına dağıtıldı. İşçiler tayin edildikleri fabrikadaki ortalama saat ücretine göre iş başı yaptılar. Ayrıca direnişe katılan 50 sözleşmeli işçi Eskişehir'e kadrolu olarak gönderiliyor ve Eskişehir’e gidecek olanlar arasında yer alan yaklaşık 34 kalifiye işçi de terfi ettiriliyor. İstanbul’da kalarak işten ayrılmak isteyen yaklaşık 134 işçi ise kademeli olarak yüzde 26’ya varan ve 2013’te geçerli olacak yeni tavan üzerinden belirlenecek tazminatlarını almaya hak kazandılar. Cam işçisinin haklı direnişinin ardından elde ettiği bu kazanım, tüm işçi sınıfı için bir umut ışığı oldu.

Mücadelemiz ezilen emekçilerin sesi olsun Bahri Budak: 16 senelik işçiyim ve bugün direnişimizin 13.günündeyiz. Bu yola çıkarken söylediğimiz gibi ölmek var dönmek yok. Haklarımızı alıncaya kadar buradan ayrılmayacağız. Her geçen gün güçlenerek daha da coşarak sesimizi haykırıyoruz. Haklı taleplerimiz var ve haklarımızı alana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Umarım mücadelemiz bütün ezilen emekçilerin sesi olur, haksızlıklara dur deriz.

Bizim derdimiz iş İlhan İnan: 17 yıldır bu fabrikada çalışıyorum. Çalışırken parmağım koptu ama gidip işvereni şikayet etmedim. İşime devam ettim. Biz bu iş yerine hiçbir zaman ihanet etmedik. İşveren ne istediyse yaptık. Fabrika sayemizde uluslar arası alanda birçok kalite ödülü aldı. Kullanılıp kapının önüne konmuş şekilde buluyoruz kendimizi, bu durum insanın zoruna gidiyor. Böyle bir olay insanlığa sığar mı? Gerekirse fabrika ile birlikte gitmek istiyoruz. Bizim derdimiz iş.

Haklarımızı alana kadar buradayız B. Mermer: Fabrika güçlenerek başka bir yere taşınıyor, bu taşınma esnasında bile fabrika kar yapmaya devam ediyor ve gittikçe büyüyor. Biz de mevcut haklarımızla birlikte Eskişehir'e ve Diyarbakır'a dağıtılmak istiyoruz. Fazladan bir talebimiz yok. İşveren hükümetin çıkardığı teşvik yasası ile bu yeni fabrikaya 30 yaşından küçük işçileri alıp vergilerden ve primlerden tasarruf yaparak maliyeti düşürmek istiyor. Burada belki de iyi niyetli çıkarılmış yasa kötüye kullanılıyor. 15-20 senelik işçiyi oraya götürmeyip yeni işçi aldığı taktirde karına kar katmaya devam edecek. Burada bir mağduriyet söz konusu ve bu mağduriyetimiz çıkartılmış olan yasalardan kaynaklanıyor. İşveren iyi niyetli değil! İyi niyetli olsaydı fabrikasını dünya dördüncülüğüne yücelten işçilerinin haklarını korurdu ve onlara sahip çıkardı. Bin 500 kişilik çelik kuvvet ekibi bizi buradan çıkarmaya çalıştı. Biz de bu duruma direndik ve fabrika bacalarını işgal ettik. Haklarımızı alana kadar direneceğiz. petrol-iş

71


DÜNYA EMEK TURU

Küresel sermayeye karşı küresel ağlar toplandı Hazırlayan: Dış İlişkiler Servisi

Küresel sermaye çok büyük bir güç, bu gücün üstesinden birlikte davranan işçilerin gücüyle gelinmelidir.”

140 ülkeden 50 milyon sanayi işçisini temsil eden IndustriALL Küresel Sendika 17-18 Ekim günlerinde IG Metall'in evsahipliğinde Frankfurt'ta küresel çerçeve sözleşmeler ve sendikal ağlar konulu bir konferans yaptı. Konferansa bütün bölgeleri ve sektörleri temsilen 31 ülkenin 67 sendikasından 120 civarında delege katıldı. Türkiye'den ise dört sendikanın temsilcileri katıldı. Sendikamız Petrol-İş Genel Sekreteri Ali Ufuk Yaşar, Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri Nimetullah Sözen, Adana Şube Başkanı Abdül Mecit Dönmez ve Bandırma Şube Başkanı İsmail Kayan'dan oluşan bir delegasyon tarafından

temsil edildi. IndustriALL Küresel Sendika Genel Sekreteri Raina konferansta şöyle dedi: “IndustriALL’un küresel bir sendika olarak rolü, küresel ekonomide uluslarötesi şirketlerden yana olan güç dağılımına, uluslara, toplumlara ve insanlara dönük yeni bir denge getirmek olmalıdır. Küreselleşmiş dünyamızda uluslarötesi şirketlerde işçilerin haklarını güvence altına almanın ve çalışma koşullarını iyileştirmenin en etkin yollarından biri küresel çerçeve sözleşmelerdir.

IndustriALL Küresel Sendika Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Özkan ise sendikal ağlar konusunda şunu vurguladı: “Sendikal ağlar kurmak ve küresel sendikal dayanışmayı gerçekleştirmek için stratejik bakımdan hedef şirketler seçmeliyiz. Daha sonra, küresel sendika, ağın gerçek sahipleri olarak üye örgütlerimizin katılımıyla altyapıyı kurmalıdır.” Konferans küresel sözleşmeleri sahiplenme konusunda bazı sorunlar olduğunu saptadı ve yeni sözleşmelerin yapılmasında daha kapsayıcı, şeffaf ve standart bir sürece ihtiyaç olduğunu belirledi. Ayrıca, IndustriALL Küresel Sendika dünya sektör konferanslarını artık farklı bir biçimde örgütleyecek ve konferans süreci içinde, şirketlerle ilgili özel oturumlar düzenleyecek. Bu yeni uygulamayla, saptanan hedef şirketlere yönelik ağlar kurulup geliştirilecek.

Bangladeş: Tekstil'de işçi sağlığı ve iş güvenliği sağlanmalı yangınlarda hayatını kaybetti. Yine ülkede 2010 yılında çıkan iki büyük yangında 50 işçi öldü.

B

angladeş'te Dhaka yakınlarında bulunan Tazreen Fashion tekstil fabrikasında 24 Kasım'da çıkan yangında onlarca tekstil işçi yaralanırken 110'un üzerinde işçisi öldü. Ülkedeki işyerlerinde iş güvenliği önlemlerinin yetersizliği yüzünden her yıl onlarca işçi ölüyor. Bangladeş hükümetinin yaptığı açıklamaya göre ülkede 2006 ila 2009 yılları arasında 414 tekstil işçi çıkan 72

petrol-iş

İşçilerin yanarak öldüğü 24 Kasım felaketinin ardından işçiler işyerlerindeki yetersiz güvenlik önlemlerine dikkat çekmek için Dhaka, Chittagong, Tangi ve Gazipur gibi sanayi bölgelerinde yığınsal protesto gösterileri düzenledi. IndustriALL üyesi Bangladeş Tekstil ve Deri İşçileri Sendikası (BNC) hükümetin işçilerin işyeri güvenliği taleplerini yerine getirmesi ve iş kazalarına yönelik ek önlemler alması için Dhaka Basın Kulübü önünde ve Chittagong İstasyon'unda bir gösteri yaptı. Uluslararası sendikal hareket yangında haya-

tını kaybeden ve yararlanan işçilerle dayanışmaya yönelik çeşitli adımlar atarak Bangladeş hükümetinden işyerlerinde çıkan yangınlara karşı önlemlerin artırılmasını talep etti. Küresel Sanayi İşçileri Federasyonu IndustriALL'dan yapılan açıklamada Bangladeş'te onlarca işçinin ölümüne ve bir o kadar işçinin de yararlanmasına yol açan yangının sadece fabrikada çalışan işçileri değil onların ailelerinin umut ve hayallerini de katlettiğini açıkladı. Dünya sendikal hareketi ve Bangladeş sendikaları hükümetin işçilerin ve ailelerinin maduriyetini bir an önce gidermesi ve bir daha bu tür felaketlerin yaşanmaması için gerekli önlemleri almasını talep etti.


MAKALE

Güney Afrika'da platin işçileri yürüdü

Örgütlenme gücümüzün temelidir

D

ünyadaki işgücünün sadece yüzde 7'si özgür ve bağımsız sendikalarda örgütlüdür. Bu nedenle IndustriALL stratejik tedarik zincirlerinde gücümüzü ve etkinliğimizi sağlamak için küresel bir örgütlenme projesi başlatacak. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC) son zamanlarda yayımladığı şu rakamlara bakalım:

G

üney Afrika'da Ulusal Maden İşçileri Sendikası'nın (NUM) 2.000'den fazla üyesi 13 Ekim 2012 günü Impala Platinum şirketinin Johannesburg'daki genel merkezine yürüdü. Yürüyüşçüler sendikaya uygulanan sistemli baskıyı ve toplu sözleşme sisteminin tahribini protesto ediyorlardı. Ocak 2012'de, Impala Platinum işçileri, tek taraflı bir kararla bazı işçilerin ücretlerini yüzde 18 artıran şirketi protesto etmek için direniş/grev başlattılar. Bu ücret artışları toplu sözleşme sistemi dışında ve NUM'un katılımı olmadan yapılmıştı. Altı hafta süren direniş/grev, NUM'la yapılan müzakereler sonucunda, herkese yüzde 18 oranında ücret artışı getiren bir anlaşmayla sona ermişti. Ne var ki, Impala Platinum'un başlattığı gelişme, öbür şirketlerdeki maden işçilerinin toplu sözleşme süreci dışında taleplerde bulunmasına ve maden şirketlerine bu yönde baskı yapmasına yol açtı. Lonmin grevinin ve şimdiye kadar en az 70 kişinin canına mal olan sonraki gelişmelerin ardında da bu süreç yatıyor. Burada şu iki güç devredeydi: pay kapmak için pusuya yatmış rakip bir sendika ve fırsatçı bir tutum gözeten maden şirketleri. Maden şirketleri, NUM sözcüsü Lesiba Seşoko'nun deyimiyle, “işçilerin sendikaya güvenini sarsmak için sistemli bir böl-yönet taktiği izliyordu”. Bu iki güç Impala Platinum'da dizginsiz bir şekilde uygulanan şiddet ve gözdağı ortamından cesaret buluyordu. Seşoko durumu şöyle özetliyor: “Impala şiddetin üstesinden gelmek için hiçbir şey yapmadı, hatta işçilerin işe tabanca ve başka silahlarla gelmesine göz yumdu. Impala'daki NUM ofisimiz Ocak'ta şiddet kullanılarak kapatıldı ve hâlâ kapalı. Üstelik Impala faillere karşı herhangi bir disiplin önlemi almadı.” NUM, Impala Platinum'da şiddet ve gözdağı ortamına son verecek güvenlik önlemlerinin derhal alınmasını ve NUM ofislerinin yeniden açılmasını talep ediyor.

Küresel işgücü 2,9 milyar. Sadece yüzde 60 ya da 1,7 milyar kayıtlı sektörde, gerisi kayıtdışı çalışıyor. Sadece yüzde 7 ya da 200 milyon işçi ITUC'un üyelik kriterleri uyarınca sendikalarda örgütlü. Sendikaların gücü işçilerin gücünü birleştirebilme ve onları harekete geçirebilme becerisine dayanır. Sendikalı işçi oranının Avrupa ve Kuzey Amerika'da düşüyor olması, gelişmekte olan ülkelerde ise düşük kalması gücümüzü kemiriyor. Bu olumsuz trendin ardındaki nedenlerden bazıları açıktır. Şirket yapılarındaki değişmeler ve güvencesiz çalışmadaki patlama örgütlenmeyi daha da zorlaştırdı. Sağcı hükümetler ve işkollarımıza egemen çokuluslu şirketler giderek artan ölçüde sendika karşıtı politikalar uyguluyor. Bir başka neden ise sendikaların yeni üye kazanmaya kaynak ayırmaması ve örgütlenme becerisinden yoksun olmasıdır. Ayrıca, sendikalar genellikle çok bölünmüş ve temel görevlerini yerine getiremeyecek kadar zayıf. Bu nedenledir ki IndustriALL Küresel Sendika'nın Yönetim Kurulu, Aralık ayında, örgütlenme, sendikal haklar ve politik etkinlik üzerinden güç kazanmaya yönelik eylem odaklı bir strateji kabul etti. Bu Haziran'daki kuruluş kongremizin kabul ettiği Eylem Planı doğrultusunda bir stratejidir. IndustriALL’un küresel örgütlenme projesi, yeni üye kazanmayı ve sendikaları güçlendirmeyi, IndustriALL'un yaptığı her şeyde ana tema haline getirmek anlamına geliyor. Çokuluslu şirketlerdeki sendika ağları ve dünya işletme konseyleri, mümkünse küresel çerçeve sözleşmelerin yardımıyla, örgütsüz işyerlerini hedefleyecek. Kardeş küresel sendikalarla işbirliği Sendikaları güçlendirme projeleri, yeni üye ka-

Jyrki Raina (IndustriALL Genel Sekreteri) zanmaya ilişkin sayısal hedefler ve sürdürülebilir yapılar kurulmasını öngören, örgütlenmeyle ilgili unsurlar içerecek. IndustriALL dünyanın değişik yerlerinde örgütlenme ve kampanyalar düzenlenmesi konusunda kadrolarını ve üye örgütleri eğitmek için partnerler bulmaya çalışacak.

Adımlarımızı planlamak Tedarik zincirlerinde güç kazanmak ve dayanışma sağlamak için kardeş küresel sendikalarla birlikte çalışacağız. Perakende sektöründeki işçileri temsil eden UNI tekstil ve giyim zincirindeki partnerimizdir. Taşımacılık işçilerinin küresel örgütü ITF (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu) ile petrol ve gaz, madencilik ve havacılık-uzay sektörlerinde stratejik işbirliği geliştiriyoruz. Bu alanda heyecan verici yeni bir girişim başlatıldı. Örgütlenme özgürlüğü olmaksızın yeni üye kazanmak için örgütlenmek zordur. Bu nedenle IndustriALL sendikal haklar konusunda bir dizi çokuluslu şirketi ve hükümeti hedefleyen kampanyalar düzenleyecek. 2013'te, acımasız işçi düşmanı maden devleri Rio Tinto ve Xstrata'daki sendika ağları, yürütülmekte olan şirket araştırmalarının yanı sıra, kampanyada bundan sonra atılacak adımları planlamak için toplanacak. İşçi haklarını, düşük ücretleri ve korkunç yangın güvenliği koşullarını iyileştirme konusunda ana hedef konumundaki ülkelerden biri Bangladeş'tir. IndustriALL 18-24 Şubat 2013'teki küresel Meksika eylem haftası boyunca özgür ve bağımsız sendikacılık için kesintisiz mücadelede üye örgütlerini harekete geçirecek. Kampanyalarımıza hepinizin katılması gerektiğini unutmayın. Web sitemiz üzerinden bunu kolayca yapabilirsiniz. petrol-iş

73


ULUSLARARASI EĞİTİM

İLO ve İndustriALL ortak toplantısı Azerbaycan'da yapıldı:

Standard Profil deneyimini anlattık Konusu, Azerbaycan merkezli çevre ülkelerdeki sendikaları “İLO'nun çok uluslu şirketler ve sosyal politika ile ilgili ilkeler üçlü bildirgesi” konusunda bilgilendirmek ve “uluslararası finansal enstrümanların kullanımına dair somut örnekler” sunmak olarak belirlenen toplantıda, Petrol-İş de bir sunum yaptı. Erhan KAPLAN

ILO, 2-3 Ekim 2012 tarihlerinde Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de gaz ve petrol sendikaları ile ortak bir toplantı yaptı. Toplantıya ILO Cenevre Ofisi Müdür Yardımcısı Anna Bondi, ILO Moskova Ofisi uzmanı Sergeyus Qlovaskas, ILO Azerbaycan Koordinatörü Yaşar Hamzayev, Azerbaycan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (AHİK) üyesi sendika yöneticileri; Rusya Bağımsız İşçi Sendikaları Federasyonu sendika yöneticileri ve Kazakistan Cumhuriyeti Sendikalar Federasyonu sendika yöneticileri katıldılar. Sendikaların uluslararası örgütü IndustriAll adına sendikamız Eğitim Uzmanı Erhan Kaplan da toplantıya katıldı. Bu seminerin yapılış amacı ILO ve IndustriAll tarafından, Azerbaycan mer74

petrol-iş

kezli çevre ülkelerdeki sendikaları “ILO'nun çok uluslu şirketler ve sosyal politika ile ilgili ilkeler üçlü bildirgesi” konusunda bilgilendirmek ve ilaveten “uluslararası finansal enstrümanların kullanımına dair somut örnekler” sunmak olarak belirlenmişti. Sendikamız bu seminere, özel olarak Standard Profil işyerinde uzun yıllara dayanan örgütlenme deneyimini sunmanın bir aracı olarak kullanma hedefiyle katıldı. Nitekim, sunum ve bugün artık yetki alarak toplu sözleşme görüşmelerine başlayacağımız Standard Profil tecrübesi diğer ülke katılımcıları için de aydınlatıcı oldu.

Standard Profil ve IFC Seminer iki gün boyunca yoğun bir katılımla sürdü. Çeviri sadece Rusça-İn-

gilizce dillerinde yapıldı. Tüm katılımcılar ya Rusça ya İngilizce kullandılar. Petrol-İş'in sunumu da İngilizce olarak yapıldı. Toplantının açılışını Azerbaycan Hemkârlar İttifaqları Konfederasiyası (AHİK) genel başkanı, aynı zamanda milletvekili olan Sattar Mehbaliyev yaptı. Kısaca Azerbaycan'daki sendikal durumu açıkladı. Daha sonra ILO adına konuşan Anna Bondi, Üçlü Bildirgenin sendikalar tarafından nasıl kullanılabileceğine dair kapsamlı bir sunum yaptı. Uluslararası standartların işçi mücadelesi ve işçilerin haklarını elde etmekte ne şekilde kullanılabileceğine dair çeşitli örnekler sundu. Şirketlerin sosyal sorumluluk-


numlarda, ülkelerin sorunlarının birbirine benzediği görüldü. Özelleştirmeler, çok uluslu firmaların yasalara uygun davranmakta gönülsüzlükleri, işçi azaltılması, ücretlerin düşüklüğü, vergilerin yüksekliği ortak noktalar olarak öne çıktı.

ları konusunda imzaladıkları deklarasyonların kısmi de olsa örgütlenmelerde yararlı olabileceğini belirtti. Bu konuda şirketlerin imzaladıkları belgelere karşı duyarlı olunmasını ve şirketlerin bu tür belgeleri imzalamalarının teşvik edilmesinin yararlı olacağını söyledi. IndustriAll benzeri uluslararası işçi örgütlerinin böylesi çalışmalar için birinci derecede önem taşıdığını ekledi. Petrol-İş adına yapılan sunumda, uluslararası enstrümanların nasıl kullanılacağına dair somut bir örnek olarak Standard Profil ve IFC ilişkisini ele alan yaklaşık yarım saat süren ve dikkatle izlenen bir sunum yapıldı. IFC ile Standard Profil ilişkisinin sendikal örgütlenmeye neler kattığı örneklerle aktarıldı. Sunum, eksikliklerin aktarılması ve Petrol-İş'in görüşünün belirtilmesiyle sürdü. Petrol-İş'in sunumunda ILO gibi üç sosyal tarafı bünyesinde barındıran uluslararası bir örgütün çok daha fazla insiyatif alması gerektiği söylendi. Standard Profil örneğinde, evrensel ölçülerde bakıldığında 2500 işçinin 1500'den fazlasını örgütlemiş olmak, bir sendikanın o işyerinde yetkili olması için hayli yeterli olmasına rağmen, Türkiye'de yasaların çok esnek yorumlanması nedeniyle halen dava sürecinin sürdüğü belirtildi. Buna rağmen, böylesi örgütlenme du-

rumlarında Türkiye'de çok sık karşılaşılan “topluca işten çıkartma” yöntemine Standard Profil işvereninin rağbet etmediği de belirtildi. Fakat, olumsuzluk olarak Standard Profil yönetiminin öne çıkan işçileri topluca değilse bile tek tek performanslarını öne sürerek işten çıkarttığına da değinildi. Bu değerlendirmenin ardından, seminerin ana konusu olan uluslararası enstrümanların kullanımı konusundaki fikirlerimiz ortaya kondu.

Sonuç olarak, IndustriAll ve ILO gibi dünya örgütlerinin daha fazla insiyatif alarak, küresel şirketlere karşı küresel düzeyde anlaşmalar, sözleşmeler imzalaması gerektiği görüşü ağır bastı. IndustriAll ve ILO'nun benzer toplantıları daha sık yapmasının ve mutlaka şirket temsilcilerini de bağlayıcı kararlar almasının ülkelerdeki yerel sendikaların işini kolaylaştıracağı konusunda mutabakat sağlandı. Toplantı, bu alanda ortak mücadele etmek isteyen sendikaları yakınlaştırdığı için çok yararlı geçti.

Azerbaycan Cumhuriyeti Azerbaycan Respublikası

Çoklu uygulamalar IFC tipinde bir uluslararası enstrümanın gerçekten işe yarayabilmesi için, sendika standartlarının ancak her ülke için aynı, tek ve biricik olmasının sağlanması durumunda bir anlam taşıyacağı Petrol-İş tarafından belirtildi. Bu konuda verilen metrik sistem örneği, aydınlatıcı oldu. 1 metre veya 1 kilometre, dünyanın her yerinde aynı uzunluğu temsil eder, ancak, sendikal hak dendiğinde, her ülke farklı bir şey anlamaktadır. Bu nedenle, mevcut uygulamalara bakıldığında dünyada şu anda tek bir standarttan değil, çoklu uygulamalardan bahsetmenin mümkün olduğu görülmektedir. Bunun çözümünün de ancak ILO gibi bir şemsiye örgütün müdahalesi ile mümkündür. Rusya, Azerbaycan ve Kazakistan işçilerinden oluşan grupların yaptığı su-

Başkent: Baku (aynı zamanda en büyük kent) Resmi dil: Azerice Yüzölçümü: 86.600 km² (Türkiye'nin yaklaşık 10'da biri) Nüfus: 9.165.000 (yaklaşık) GSMH: 93.055 milyar $ Kişi başı milli gelir: 10.201 $ Döviz cinsi: Manat Enerji: Azerbaycan topraklarının üçte ikisi petrol ve doğal gaz zenginidir 75


GAZETECİ GÖZÜYLE

MAYALAR NEREDE YANILDI?

Bir yılı daha geride bıraktık. Mayalar 21 Aralık 2012 de dünyamıza çarpması sonucu kıyametin kopacağını hesaplamışlardı. Kıyamet kopmadı. Ama ülkemizde asıl kıyamet, işsizliktir; dünyanın en pahalı akaryakıtını, doğalgazını ve elektriğini kullanmaktır.

Bu yazıda hem geride kalan yıla, hem de içinden geçtiğimiz döneme farklı bir açıdan, Mayalardan yola çıkarak yaklaşacağım. Yeryüzünün en büyük uygarlıklarından birisini yaratan Mayalar, dünyamızın içine sürükleneceği koşulları tahmin edebilselerdi, günümüze kadar ulaşan, varlığını, etkisini sürdüren takvimlerini acaba yine aynı mantıkla mı kurarlardı?

Ferhan Şaylıman Yazar - Gazeteci Haber Programcısı

Orta Amerika’da M.Ö. 3000 yılllarından başlayıp, M.S. 1600’e kadar uzanan ve 5 ayrı devlet kuran Mayalar, tarihe damgasını vuran takvimlerinde, ismini Babil tanrılarının kralı Marduk’tan alan, 36 milyar yıl uzaklıkta olduğuna inanılan ve 3660 yılda bir dönerek bize yakın geçiş yaptığı varsayılan Marduk gezegeninin, 21 Aralık 2012 de dünyamıza çarpması sonucu kıyametin kopacağını hesaplamışlardı. Verilen tarih geride kaldı. O gün yaşananları hep beraber gördük. Neredeyse karnaval havasında kutlandı Mayaların kıyamet günü. Kimileri, hesap hatası deyip çıktılar işin içinden. Bana göre de ortada bir hesap hatası var ama bakın nasıl. Mayalar binlerce yıl önce kıyamet hesapları peşinde koştururlarken, ortada henüz Amerika Birleşik Devletleri gibi dünyayı kasıp kavuran bir ülke yoktu. Dolayısıyla kapitalizmin savaş

76

petrol-iş

çılgınlığı, doymak bilmeyen petrol tutkusu ve tüketim hırsı, sömüren sömürülen ilişkisindeki o vahşi, akıl almaz dengesizlikte yoktu. Zavallı Mayalar bunları öngörebilselerdi, dünyamıza çarpacağını düşündükleri Marduk gezegenini, takvimlerindeki hesaplardan uzak tutar, asıl dikkatlerini bugün yeryüzünü kana bulayan savaşların efendilerine, sömüren sömürülen ilişkisindeki acımasızlığa çevirirlerdi. Bu açıdan bakıldığında dünyamız zaten kıyameti yaşıyor. Kıyameti, yeryüzünden 36 milyar yıl uzaklıktaki bir gezegende arayanların akıllarından kuşku duyuyorum. Bakın asıl kıyamet nedir, biliyor musunuz? 2012’in Aralık’ında, ABD’nin Connecticut Eyaleti’ne bağlı Newtown Kasabası’ndaki bir ilkokulu basan, 20 yaşındaki Adam Lanza’nın, sıkı silah koleksiyoncusu olan annesi Nancy Lanza’nın silahlarıyla, 20’si çocuk 26 kişiyi öldürmesidir kıyamet. Ben Başkan Obama’nın katliamdan sonra döktüğü gözyaşlarında, o çocuklara sıkılan kurşunların izlerini gördüm. Saldırgan Adam Lanza’nın otistik olması, ilaç tedavisi görmesi ortadaki gerçeği asla değiştirmez: ABD silah üretiminde dünyada ilk sırada yer alan ülkedir. Araştırmalara göre her 100 Amerikalıya düşen silah sayısı 96. Mayalar, kapitalizmin günümüzdeki bu ölüm kusmaya odaklanmış silah çılgınlığını, onları yoksul ülkelere satmak için çıkardıkları masa başında kurgulanmış savaşları, kuşkusuz tahmin edemezlerdi. Şimdi kıyameti Marduk Gezegeni’nde aramanın alemi var mı?


Ama herkesin kıyameti kendine. Gelelim yaşadığımız topraklara. Ülkemizle ilgili kıyamet belirtilerini, yukardaki örnekten yola çıkarak sıralayalım. OECD verilerine göre ateşli silahlara bağlı ölüm oranının en yüksek olduğu ülke, doğal olarak ABD. İkinci ülke Şili. Üçünü sırada Türkiye var. O halde dünyanın gelişmiş büyük devletlerine bakarak kendimize ‘’ Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın.’’ demekten vazgeçelim. Amerika’ya, silahla işlenen cinayetlerde kafa tutacak kadar kararlı ve hızlıyız. Ama asıl 2012 yılının, geniş halk kitleleri açısından kıyameti aratacak kadar zor koşullarda geçtiğini söylemenin şimdi tam sırası. Ülkemizde asıl kıyamet, işsizliktir; dünyanın en pahalı akaryakıtını, doğalgazını ve elektriğini kullanmaktır. TÜİK işsizlik oranını yüzde 8.5 olarak çıkarsa da, bu oran hayatın, sokakların gerçeği karşısında başka türlü dikilmektedir karşımızda: Yüzde 20. Diğer bir deyişle, çalışma yaşına gelmiş her 5 gençten biri ne yazık ki işsiz. Nüfusumuzun yüzde 16’sı yani 12 milyon kişi, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bunun diğer adı en basit anlamıyla, açlıktır. Tabi geçtiğimiz yılın bunlara bağlı olarak çıldırırcasına tırmanan temel gelişmesi, terördü. Ülkemizde asıl kıyamet, teröre kurban verdiğimiz binlerce gencin toprağa gömdüğümüz umutlarıdır ki, sanırım Mayalar bile böylesine bir kan deryasında yaşamayı redderlerdi.

Kıyametin diğer adıdır savaş. Artık dünyanın jandarması, biricik efendimiz Amerika’nın itelemesiyle, gırtlağımıza kadar içine gömüldüğümüz Suriye bataklığında, geriye dönüşü olmayan bir yoldayız. Ülkemizde asıl kıyamet, esen rüzgarlara kollarını açan aydınların kendi topraklarından, kendi insanlarından nefret etmeleridir. Nobel edebiyat ödülünü alan Orhan Pamuk’un Suriye Devlet Başkanı Esad’a savaş çığırtkanlığı yaparcasına yazdığı ‘’Ya istifa edersin, ya da sonun Saddam ve Kaddafi gibi olur.’’ mektubu, içinde bulunduğumuz durumun en vahim örneklerinden birisidir. Mayalar, binlerce yıl önce bilimin, aklın, vicdanın rahlesinde kıyamet hesapları yaparlarken, bizimkilerin bunları ellerinin tersiyle iteceğini nereden bileceklerdi? Onların bile yolunu aydınlatan bilim, ülkemizde ne yazık ki ölmüştür. Toplumsal barışın çatırdadığı, savaş çığlıklarının yükseldiği bir süreçte bugüne kadar suskunluklarını koruyan üniversite rektörlerinin, suratlarında şaklayan kamçının sesini duyar duymaz, Başbakan’ın hedefine oturttuğu ODTÜ yönetimine ve öğrencilerine yönelik çıkışları geçtiğimiz yılın unutulmayacak gelişmelerinden birisiydi.

Mayalar, kapitalizmin günümüzdeki bu ölüm kusmaya odaklanmış silah çılgınlığını, onları yoksul ülkelere satmak için çıkardıkları masa başında kurgulanmış savaşları, kuşkusuz tahmin edemezlerdi.

Her insan ve her ülke, kendi kıyametini kendi hazırlar. Bu açıdan bakıldığında 2012, ülkemiz ve emeğiyle geçinen geniş kitleler açısından, kıyamet belirtilerinin ortalığa adeta döküldüğü bir yıl oldu. 2013’ün bu belirtilerin ışığında biçileneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. petrol-iş

77


TARİHİMİZDEN

78

Aşağıdaki yazının tarihsel anlamı; 16 Haziran 1958 tarihinde yayına başlayan Petrol-İş Dergisinin ilk sayısında yer alan ve genel başkan Ziya Hepbir'in sendikanın kısa tarihiyle, derginin neden çıktığını anlattığı yazı olmasıdır.


1961’de ilk kez toplu sözleşme ve grev hakkı 1936'daki İş Kanunu ve 1947 yılında çıkartılan Sendikalar Kanunu Türkiye işçi sınıfına özlediği sendika, toplu sözleşme ve grev özgürlüklerini tam anlamıyla getirememişti. Tersine Cumhuriyetin ilk dönemleri grev ve sendika haklarıyla ilgili yasaklar ve sınırlandırmalarla geçti. 1950'li yıllar boyunca sendikalar bu temel hakların elde edilmesi için çaba gösterdiler, imkanları ölçüsünde girişimlerde bulundular. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Türkiye'de yeni bir siyasi iklim oluştu. 1961 yılında yapılan yeni anayasa, birçok alanda hak ve özgürlüklerin gelişmesini sağlayan ileri bir metin olarak ortaya çıktı. Toplu sözleşme ve grev hakları ilk kez 1961 Anayasasında yer aldı ve anayasal güvence altına alınmış oldu. Anayasanın ardından, onun ortaya koyduğu temel hakların uygulamaya geçirilmesi için toplu sözleşme ve grev konularını düzenleyen yasaların çıkması gündeme geldi. Uzun yıllardır bu hakların elde edilmesi için mücadele vermiş olan sendikacılar sürecin uzama-

dan tamamlanması ve yeni yasaların çıkması için büyük gayret gösterdiler. 1961 yılının son günü Saraçhane'de yapılan büyük işçi mitingi de bu gayretlerin en görkemli ifadelerinden biriydi. Sonunda yeni yasalarla ilgili taslaklar hazırlandı ve milletvekillerine sunuldu. Grev ve toplu sözleşme haklarının bilinçli ve kararlı savunucusu olan Petrol-İş'in o dönemdeki genel başkanı Ziya Hepbir Petrol-İş Dergisi’nin 1 Ekim 1962 tarihli 104. sayısında yer alan yukarıdaki açık mektubu ile milletvekillerine seslenerek hakların geliştirilmesine katkı sunmayı amaçlıyor. Mektupta özellikle temel insan haklarına ve yeni anayasanın sosyal karakterine yapılan vurgular dikkat çekicidir. Bu vesileyle, Ziya Hepbir şahsında, bugün kullandığımız hakların ülkemiz işçilerine ilk kez tanınması ve hakların geliştirilmesi için çaba harcamış, ömrünü buna vakfetmiş, geçmişin değerli işçi önderlerine şükranlarımızı bir kez daha sunuyoruz... 79


Eğitimlerde artı-değeri ve sömürüyü anlattı

Petrol-İş Tevfik Hoca'yı unutmayacak... Türkiye sendikal hareketine ve işçi sınıfı mücadelesine yazdığı kitaplar, yaptığı araştırmalar ve verdiği eğitimlerle büyük katkılar yapan Tevfik Çavdar, Tevfik Hocamız 15 Ekim 2012'de hayata gözlerini yumdu. Hazırlayan: Aşkın SÜZÜK

T

evfik Hoca'nın, vefat haberini Bursa'da yapılan Başkanlar Kurulu toplantısında aldık. Tevfik Çavdar'ın sendikal harekete ve işçi sınıfına verdiği emek ve yaptığı katkılar düşünüldüğünde, Tevfik Hoca'nın Petrol-İş için, Petrol-İş'in de Tevfik Hoca için ayrı bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bir ömür üretken aydın 1931 yılında İzmir'de dünyaya gelen Tevfik Çavdar, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmesinin ardından Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatı'nda uzun yıllar görev yaptı. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü yüksek lisans programında ve ODTÜ Şehircilik Bölümü’nde akademisyen olarak görev aldı. 1970'li yıllarla birlikte başta Petrol-İş olmak üzere aralarında Yol-İş, Kristal-İş, Tes-İş ve Çelik-İş'in de olduğu çok sayıda sendikada eğitimler verdi, araştırmalar yaptı. Türkiye'nin birçok kentinde katıldığı işçi eğitimlerinde sayısız işçiye, sınıf bilincini, artı-değeri, sömürüyü, örgütlü olmanın önemini ve sendikal mücadeleyi anlattı. Tüm bunları yaparken, halkına duyduğu sorumluluğu yazdığı onlarca kitap ile kalıcılaştırdı. 2000'li yıllarda kö80

tüleşen sağlık durumuna karşın üretkenliğinden birşey yitirmeyen Tevfik Hoca son olarak, 2006 yılından ölümüne kadar haftalık yazılarıyla soL Portal'da ve Sol Gazetesi'nde yazarlık yapmaktaydı. Petrol-İş ile buluşma Sendikanın 60. Kuruluş Yılı için çekilen “Bir Mücadele Öyküsü: Petrol-İş” başlıklı belgesel için yapılan çekimlerde Tevfik Hoca Petrol-İş'i ve Petrol-İş'te yaptığı çalışmaları anlatmıştı. Kısa bir bölümü belgesele yansıtılabilen bu kayıtlarda, sendikamızdan aldığı ilk teklifi, o dönem verdikleri eğitimleri ve çalışmaları sırasında başından geçen bazı olayları aktarıyor. Tevfik Hoca, Petrol-İş ile ilişkisinin 60'lı yıllara kadar dayandığını belirtirken, Petrol-İş'te eğitim vermesi için önce İsmail Topkar'dan sözlü bir teklif aldığını belirtiyor. Ancak kendisini Petrol-İş'e asıl taşıyan yöneticinin Genel Teşkilatlanma Sekreteri Cevdet Selvi olduğunu söylüyor. 1972-1978 yılları arasında Genel Teşkilatlanma Sekreteri görevini yürüten Cevdet Selvi, Petrol-İş'in örgütlenme ve eğitim çalışmalarından sorumluydu. Sel-

vi'nin ısrarlarıyla Petrol-İş'te aynı yıllarda eğitimler vermeye başlayan Tevfik Çavdar, ilk eğitimini Yalova'da bir otelde verdiğini hatırlıyor. Sonraki yıllarda kar, kış demeden birçok eğitime katıldığını söyleyen Tevfik Hoca, 1980'li yılların sonuna kadar sendikanın faaliyetlerine katkılarını sürdürüyor. Çok yönlü eğitimler O dönem eğitim servisinde Yusuf Işık, İlyas Köstekli ve Ertuğrul Tekin ile birlikte çalışmalar yürüten Tevfik Hoca, verilen eğitimlerin çok yönlü olduğunun altını çiziyor ve “biz sadece eğitimci olarak kalmadık” diyor. Eğitimleri sosyal ve ekonomik verilerle destekleme fikrinden doğan Petrol-İş Yıllıkları'nın o yıllarda gündeme geldiğini ve Türkiye'de bir referans kaynak olduğunu söylüyor. Eğitimlerde filmler de gösterdiklerini belirten Tevfik Hoca'nın, o dönemde işçilere izlettikleri filmlerden aklında kalanlar Maden, Karanlıkta Uyananlar ve Grev... Aynı doğrultuda çeşitli broşürler kaleme aldıklarını belirtiyor Tevfik Hoca. Bu broşürleri daha etkili kılmak için İlyas Köstekli ile birlikte bugünkü Leman mizah dergisini kuran ekip ile temasa geçiyorlar ve onlara karikatürler çizdiriyorlar. Ali ve Fitnat serisi bu şekilde doğuyor ve Petrolİş eğitimlerin yanısıra bu broşürlerle de işçilere artı-değeri, kârı, sömürüyü, işçi sınıfını anlatmaya başlıyor. Sayıları 10'u bulan broşürlerin, işçiler tarafından bir hikaye okur gibi kolayca ve yaygın bir şe-


kilde okunduğunu hatta işçilerin çocuklarına okuttuklarını söylüyor.

“Ancak askerlerin dikkat etmesi gereken broşür başkaydı. O sırada biz 24 Ocak Kararları'ndan sonra ciddi bir broşür çıkardık: 'Para Babaları Ne İstiyor?' 24 Ocak Kararları çok tartışılıyordu, biz bu broşürde açıkça söyledik, darbeyi davulla zurnayla duyurduk. Fakat askerler gelip o broşürü almadılar. Ali ile Fitnat broşürlerini aldılar.”

“Biz ne zaman işçilikten kurtulacağız?” Tevfik Hoca, verdikleri eğitimlerin içeriğinden bahsederken bir anekdotu anlatmadan geçemiyor:

“Ali ile Fitnat kim?” Öyle ki, 12 Eylül Darbesi sırasında askerlerin sendikadan Ali ve Fitnat serisini topladıklarını, kendilerine “Ali ile Fitnat kim?” sorusunu yönelttiklerini söylüyor ve şunları ekliyor:

Broşürde darbe öngörüsü Tevfik Hoca'nın askerlerin asıl sorması gerektiğini söylediği broşür Ağustos 1980'de yani darbeden önce Petrol-İş Eğitim Dizisi'nden çıkan “Para Babaları Ülkemizi Nereye Götürüyor?” broşürü idi. Çizer Engin Ergönültaş'ın karikatürlerini çizdiği broşürdeki şu diyaloglar adeta gelmekte olan darbenin habercisi olmuştu:

“O dönemde Petrol-İş eğitimleri genellikle sınıf bilinci üzerine bina ediliyordu. Gelen işçiler evvela bizi yadırgarlardı. Çünkü biz iki tip eğitim yapıyorduk, bunlardan birisi sınıf bilincine yönelik eğitimdi. Diğeri ise tamamen onların güncel sorunları ve çalışma hayatı ile ilgili konulara odaklanan eğitimlerdi. Bu eğitimlerden birisinde, sanıyorum, Kırşehir'de lastik fabrikası [Petlas] vardı, bilmiyorum hâlâ yetkiniz var mı? O eğitimde tüm iş-

nın en yaygın olduğu yöre Güney Amerika olduğu için, bu reçetelere “Latin Amerika Modeli” de denmektedir... Şili'yi hepiniz bilirsiniz. Bu ülkede seçimle işbaşına gelmiş olan Halkın Birliği'nin Başkanı Allende'nin, ABD'nin çokuluslu tekelleri ve CIA'nın işbirliği ile askeri cunta tarafından nasıl devrildiğini de hatırlarsınız. İşte Allende'yi katleden Şili cuntası sözünü ettiğimiz M. Friedman'ı danışman olarak benimsemiş ve bizim 24 Ocak Kararları'nın tıpa tıp aynısı olan bir dizi ekonomik karar almıştır.

öylesine bir direnme ki; faşist cunta, on binlerce işçiyi, yurtseveri katledip, bir o kadarını zindanlarda Kadir: 24 Ocak Kararlaçürütmesine, sendika, derrı'nın açıklanmayan en nek, grev gibi tüm demoönemli ilkesi, işçi sınıfı kratik özgürlükleri yok üzerine kurulacak baskıdır. etmesine rağmen bu diÇünkü bu kararların uygurenci kıramamış... Yani lanabilmesi ancak işçi sı- Ali: Peki hocam, bu halk sermaye sınıfı ve onun posessiz sedasız her şeyi kanıfı ve emekçi kitlelerin litik iktidarları IMF reçetebullenmiş mi? Hele işçi sısusturulmasına bağlıdır. lerini eksiksiz İşte Latin Amerika dedik- nıfı hiç mi ses uygulayabilmek için işçi sıçıkartmamış? leri model de budur. Bu nıfının haklarını kısmak, model işçi sınıfı üzerine Kadir: İşçi sınıfının diren- onu susturmak isteyecekbaskı kurma modelidir. lerdir. Bunun en kestirme IMF'nin Türkiye'deki gibi meyi bıraktığı nerede gö- yolu açık faşizmdir. acı reçeteli uygulamaları- rülmüş Ali... Hem de

Geride bir kütüphane bıraktı Üretken bir aydın olan Tevfik Çavdar, her biri konusunda bir referans olarak gösterilen ve çoğu üniversitelerde kaynak eser olarak okutulan onlarca kitap yazdı: Türkiye (1968), Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla "Vaziyet ve Manzara-i Umumiye", İktisat Kılavuzu, Milli Mücadelenin Ekonomik Kökenleri, Özgürlük Kavgasında Yaşayan Geçmiş, Yüz Yıllık Pahalılık, Talat Paşa, "Müntehib-i sani" den Seçmene, İttihat Terakki, Türkiye'de Liberalizm (1860-1990), Türkiye'nin Demokrasi Tarihi (1839-1950), Türkiye'nin Demokrasi Tarihi 1950'den Günümüze, Bilanço: Yüzyılın Sonunda Dünya ve Türkiye, Örgüt ve Mücadele ile Tanışırken, Türkiye Ekonomisinin Tarihi, İz Bırakan Gazeteciler ve Babıali'den Geriye Ne Kaldı?, Bir İnkılabın Günbatımı: 1908 – 2008, Kapitalizmin Yaşattığı Cehennem, Türkiye'nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı. çiler beni dikkatle dinliyorlar, hem de nasıl, aslan hoca der gibi... Nihayet eğitim bitti, bir tanesi kalktı, 'Hocam her şey güzel de, bir de şu soruyu yanıtlasan: Biz ne zaman işçilikten kurtulacağız?'... Şimdi ne yaparsınız? İki gün eğitim yapmışsınız, kan ter içinde anlatmışsınız... Kurtulamazsınız dedim... Kurtulamazsın. Cem Karaca'nın şarkısında dediği gibi... İşçi kalacaksın ama hakkını savunacaksın, mücadele edeceksin, sınıf bilinciyle mücadele edeceksin. Ücretini artıracaksın, siyasete gireceksin, siyasette ağırlığını koyacaksın! Ahh, ama ona uzun geldi bu yol, uzun geldiği için de bugünkü duruma geldik...”

Petrol-İş'ten “Emek Onur Ödülü” Ekim 2003'te yapılan Petrol-İş 24. Olağan Merkez Genel Kurulu'nda Onur Konuğu olan Tevfik Çavdar'a Petrol-İş tarafından işçi sınıfına ve sendikal harekete katkılarından dolayı “Emek Onur Ödülü” verilmişti. Ekim ayında kaybettiğimiz Tevfik Hoca'yı andığımız ve onu hiç tanımamış olan genç üyelerimize tanıttığımız bu yazıyı, belgesel çekimlerinde yapılan röportajı sonunda söylediği şu sözlerle bitirelim: “Selam olsun Türkiye işçi sınıfına! Selam olsun Petrol-İş'e!”

81


ÇEVRE

İklim Değişikliği Üzerine Birleşmiş Milletler Çerçeve Antlaşması Taraflarının 18. Konferansı (COP 18) tahmin edilen sonuca vardı. Doha'dan iklim değişikliğiyle ilgili zayıf bir karar paketi çıkması şaşırtıcı olmadı. Şimdi bu karar paketini değerlendirmek ve bulunduğumuz yeri belirlemek gerekiyor. nsan COP toplantılarına katılınca, bilimkurgu filmlerinde paralel bir dünyayı ziyaret etmiş gibi oluyor. Doha karar paketi zor kararları inatla erteliyor. -Özellikle Kuzey Amerika'dakimedyada yaratılan izlenimin aksine, bilimin söyledikleri açık ve tehlike burnumuzun dibinde. 1991 ila 2012 arasında, iklim konusunda 13.950 akademik makale yayımlanmış. Bunlardan sadece 24'ü küresel ısınmayı reddediyor.

İ

İklim Değişikliği Üzerine Hükümetlerarası Çalışma Grubu'ndan bilim insanlarının verdiği bilgiye göre, önümüzdeki üç ila altı yıl içinde alınacak hayati önlemler, küresel ısınmayı sanayileşme öncesi düzeylerin ancak iki santigrat derece üzerinde tutabilecek. Bu üstesinden gelinebilecek bir düzey kabul ediliyor. Bununla birlikte, halen taahhüt edilen önlemler ile du82

petrol-iş

rumu denetim altında tutabilmek için yapılması gerekenler arasındaki uçurum derinleşmeye devam ediyor. Eğer yapılması gerekenler 2015-2018 döneminden sonraya ertelenecek olursa, çocuklarımızın geleceği, ne sonuç vereceği henüz belli olmayan ya da henüz var olmayan teknolojilere bağlı olacaktır. Ne kadar ertelersek, görev de o kadar zor, pahalı ve tehlikeli hale gelecektir. Yakın gelecekte gündemde yer alan çalışmalardan biri, Haziran 2013'te yapılması öngörülen Yeşil İstihdam ve Sürdürülebilir Gelişme konulu ILO etkinliğidir. Bu etkinlik, Adil Geçiş konusuyla ilgili bir ILO standardı oluşturmaya yönelik bir diyalogun başlangıcı olabilir. Sonuç olarak, sendikal hareket için iki potansiyel tehlike söz konusu. Bunlar-

dan biri şudur: Hareketsiz kalmakla iklim değişikliği felaketinden kaçınmak mümkün değildir. Zenginler kuşkusuz gemisini yürütecektir, ama kabak dünyadaki emekçilerın ve yoksulların başına patlayacaktır. Diğer tehlike ise (ki bu ilkiyle birlikte olabilir de olmayabilir de) şudur: Dünya halkları tehlikenin birden farkına varacak ve panik içinde, ne kadar katı ve acımasız olduğuna aldırmaksızın, “çözüme” yönelik her önlemi kabullenecektir.

Emekçiler daha çok etkilenecek Bu senaryoda, sendikal hareketin ve toplumsal bilince sahip diğer sivil toplum örgütlerinin -çevre tartışmasına toplumsal standartları, çalışma standartlarını, insan haklarını, sürdürülebilir istihdamı, insana yakışır çalışmayı ve Adil Geçiş'i sokmaya yönelik- onlarca yıllık çalışması, burnumuzun di-


bine gelmiş felaketle baş edebilmek için ille de bir şeyler yapma telaşıyla, bir kenara atılacaktır. COP18'in, sözgelimi COP15 ya da COP17'den daha az çekişmeli bir toplantı olarak hatırlanacak olmasının nedeni, bu toplantının daha başarılı geçmesi değil, COP18'e ilişkin beklentilerin öncelikle daha düşük olmasıydı. COP süreçlerinin hedefine asla varmayacağını söylemek insana cazip geliyor, ama küresel iklim müzakereleri konusunda var olan tek çerçeve budur ve bunun bir kenara bırakılması başka bir çerçeve oluşturmamızı gerektirecektir. Bu ise zaman alacaktır; bunu göze alamayız. SustainLabour'dan Laura Martin Murillo'nun deyişiyle, “bu forum -bu gezegenin yurttaşları olarak- bizlere de aittir; oluşumuna katkıda bulunan çevre ve gelişme hareketlerine ve sendikal harekete.” Her şey, her ülkede bütün yurttaşların gerekenin yapılması için kendi hükümetlerine, sadece COP toplantılarının yapıldığı günlerde yılda bir kez değil, devamlı baskı uygulamasına bağlıdır. Doha karar paketinde öne çıkan konuları şu başlıklar altında toplayabiliriz:

KYOTO Protokolü - Sera gazlarının kontrolüne ilişkin, yürürlükteki tek hukuki çerçeve olan Kyoto Protokolü, Durban Platformu'nun yürürlüğe girmesi öngörülen 2020 sonuna kadar uzatıldı. 2014'te hedeflerin “gözden geçirilmesi” söz konusu olmakla birlikte, yeni hedefler öngörülmedi. Kyoto Protokolü, antlaşmanın onaylanmaması ve tanınmaması nedeniyle, şimdi küresel sera gazı emisyonlarının sadece yüzde on beşini kapsıyor. Birinci yükümlülük döneminden kullanılmamış emisyon kredileri olan ülkeler kendilerine tahsis edilen payın yüzde 2,5'ini ikinci yükümlülük dönemine aktarabilecekler ve satış hasılatının yüzde 2'si gelişmekte olan ülkelere yardım için ayrılacak. Protokol ile bağlı olmayan ülkeler kredi satın alabilecekler, ama satamayacaklar. Uzun Vadeli İşbirliği Eylemi – Aslında Kyoto Anlaşması'nın gelecekteki yükümlülük dönemleriyle ilgilenmek amacıyla kurulan Uzun Vadeli İşbirliği Eylemi Üzerine Özel Çalışma Gru-

bu'nun (AWG-LCA) yerini Durban Platformu tartışmaları aldı ve bu çalışma grubu Doha'da tasfiye edildi. Şunun vurgulanması önem taşıyor: Sendikal hareket sosyal standartlar, yeşil istihdam ve Adil Geçiş konusunda anlaşmaya hükümler girmesini bu Özel Çalışma Grubu'ndaki çalışmalarıyla sağlamıştır. Çalışma Grubu'nun nihai raporunda bu kavramlara gönderme yapılmıştır. Taraflar, düşük emisyonlu ve iklime dirençli bir topluma geçişte insana yakışır çalışma koşulları ve kaliteli istihdam yaratacak Adil Geçiş'in hedef olmaya devam ettiği konusunda anlaşmış bulunuyorlar. Bu kavramların Durban Platformu üzerine yapılacak tartışmalarda yer almasını sağlamak için mücadele etmemiz gerekip gerekmediğini zaman gösterecek.

DURBAN Platformu - Özellikle ABD ve Kanada gibi bazı gelişmiş ülkelerin Kyoto Anlaşması'na karşı çıkması, geçen yılki COP'un önemli sonuçlarından biri olan Durban Platformu'yla noktalandı. Kyoto Anlaşması'nın bu şekilde fiilen bir yana bırakılması birçokları tarafından ciddi bir başarısızlık olarak görüldü. İyimserlere göre ise Durban Platformu, sera gazlarının kontrolüne yönelik, Kyoto Protokolü'ne katılmaya direnen (ya da Kanada gibi anlaşmadan çekilen) ülkeleri de kapsayan, hukuken bağlayıcı yeni bir uluslararası antlaşmaya yol açabilirdi. Böylesi bir iyimserlik şimdilik dayanaksız görünüyor. 2020'de yürürlüğe girecek bir antlaşmanın 2015'e kadar yapılması hedefi doğrultusunda önemli bir ilerleme kaydetmek yerine, COP18'in ortaya koyabildiği tek şey, bir metni müzakere etmek üzere bir dizi toplantı yapılmasını öngören bir plan oldu. KAYIP ve Zarar - İlerleme kaydedilmemesinin göstergelerinden biri şudur: Sera etkisinin kontrolü ya da azaltılması üzerine tartışmalarla 20 yıl önce başlayan ve sonra iklim değişikliğine uyum sağlamaya yönelik tartışmalarla yön değişikliğine uğrayan iklim müzakereleri, şimdilerde kayıp ve zararı bir gerçeklik olarak kabul etmek zorunda kalıyor. Bangladeş, Kamboçya, El Salvador, Honduras, Nikaragua, Pakistan, Tayland gibi ülkeler ve bir dizi küçük

ada ülkesi önümüzdeki yıllarda iklimle ilgili hava olayları nedeniyle en ağır kayıp ve zarara uğraması beklenen ülkeler arasında yer alıyor. ABD ve diğer birkaç gelişmiş ülkenin karşı çıkmasına rağmen, Doha'da, etkiye açık ülkelerdeki kayıp ve zararları ele alacak bir mekanizma kurulması konusunda müzakerelerin 2013'te başlaması kararlaştırıldı.

FİNANSMAN - Finansman,

özellikle gelişmekte olan ülkeler için, harekete geçmenin önündeki ana engellerden biridir. COP18'in belki de en umut kırıcı sonucu, Yeşil İklim Fonu ve gelişmekte olan ülkelerin kısa vadeli (acil) finansman ihtiyaçları konusunda gerekli desteği gelişmiş ülkelerin sağlamamasıdır. Küresel Yeşil İklim Fonu için önerilen yılda 100 milyar doların kolayca yaratılabileceğini sendikalar şimdiye kadar tekrar tekrar vurguladı. En uygun ve en basit seçenek, küçük bir mali işlem vergisi getirilmesi olabilir. Diğer seçenekler ise şunlar olabilir: fosil yakıtlar için sübvansiyonun kaldırılması, karbon vergisi, emekli fonlarının yeşil yatırımları için teşvikler getirilmesi, vb. 100 milyar dolar muazzam bir meblağ gibi görünse de, sadece ABD bu meblağın tamamını askeri bütçesinden kolayca aktarabilir. Hal böyleyken, ilk olarak COP15'te önerilen Yeşil İklim Fonu hâlâ parasız bir “fon” olarak varlığını sürdürüyor. Ayrıca, Fon'un yönetim yapısı, şeffaflığı ve sivil toplumun katkısını sınırlıyor, özel sektöre manipülasyon ve yolsuzluk olanakları yaratıyor. petrol-iş

83


KÄ°TAP

z.. meez ßrreem Üttß gÜ a g ra a l k a z u r r a a d l a k kadar uza p k ap ita kit ir k bir i b iz b i, m e i g iz ir b b içbir gemi, Hiç H

O kuyanlar iki misli daha iyi gĂś

Erhan KAPLAN / EÄ&#x;itim Servisi

! / 0, " " " 0" $ $ ! . # ! !

&% )$).) )% $ % 0

% !

' $ " (. ! # * ! % . + ! ! 0

) ) $ ! "! "0

84

petrol-iĹ&#x;

*( & #

: ; 6 % " +( +# +; +% %

-8 # ) & %( - ' *8 9 8 # " (

, %# * % ( %8 "* ' /.

" # 3-39 3$3. - .

$8 ; . * # ( % $ 1

# ( % ( # $ - ' ( " + 29 ( * ( , 4 *8 ( # ( 8 % #( ).#9% 5 * ( " *$

$; 3% 3% " - 8 %8 *+*

$+; + 9 ( # ) ( * $ +%+*+# $ - , * ( % *& .# + ( 7 ( 8 % - (% # $ -

.8 ( # %8 ( " % " % & 1 " * ( 8 % % - -8 % .8 ( # %

$8 ; , +% % ) & %( - *

; " ( ) % " ) , # 8 ) 8

%8 % 2%3% & ; ( 2( % " & #

( " " & %$+; * ' * ( ( & $ % % "

# 9% . ( ; - , (

,+; % , * ( " # % ; 8 "

# ( 2.- ; 8 . , 1 " & $

$3 # $ ( ' &

#) ! % ( $ ) * " 0( 3

( & " ( *# ( , 8 $ ) 8 . ' *

( & %# ( " ( $+*

# + ) & % % - %# & " +

+$ * 8 & " +( " % " # 8 $ "

# %# ( 8 ' )% - .) $ + ) - # ( - *$ . %

# 8 %*8 # ( % " 313" (

& # # ") ( ! & #

$ * - ' *8 $ " ' 1 & ( 2 # ! +$& * & " # # ( 1 + $&

: # " # 8 %*8 % # $ # ) " (

' +

* (% *+*+$+% ( ( , ) 18 " 8 # 9 8 1% ) % " %8 % " ) ) 8 - ( # %$ - 1 # 8 ; 8

# 8 -& ( " 8 % ) % " %8 % '

( ) 8 %8 % ) 8 # 2( 3-& ( , % ) 8 # 9 ( # % (-& ( $+; & .

$ %" $ # ) " ( * ($ .

: "% # 8 %*8 ; * % *8 # %# ( ( ( 2( 3*# %$ ( ( %; * ( ( , 2% 3

# ( & # +( . % " % #9%

% 2% 3 & # +( # ( . %

- * & %# ( 8 +% .& ( # ( /%

3# ( 2% 18 " %# ( # " " 8 ( 8

# %# ( & # + ( 8 %8 $ 3

" ( & 1 " ( $2 ! ) ' %

# ) % % & 9 ) 8 % + , ( 8 ( ! & 1 # # & , " # # # . * % ( , 2 % ) ; ( %

& , , ! . "/ ! "/ 4

+.+( ) +.# +" , ( %

( / ( & $!

34 0 # " ! + # , 1

# " ) ( 3% ( & 1 . ( # & ( ) ( ) "! ) ! ) 2 ) & # ' * # " , ( & ( 3%

* ' # % & ' 1 # 1 ' # ( "

( % " $8 . ( %

! ' %! + & & " # ; 2 % 3# 3" ' $ 9 +( ' 1 +! ( # 1 # "1 4 ( 1 # ! 4

+ ( + $ 3; %# ( " 8 % %

# * # ! & ( & 3 & 8 # ,( %$8 ; + ( # / ) & ) 4 ! ) " '

) 4 & & & 1 ! ! " # ") ( ! / ( / # $ / " # ! & 1 Bir kurban & 4 ! & # & ' 1 # * ' %! & " ( +0 ) ' 1 & ' 1 , ! 1 ( ( & ( 1

) , ) # ) , ) # # ! ( " , $& ) #

+ $& ) , + # " / , & !

! 1 & ! & 1 & 1 " ( $2

& # ' $& ) " ! ) ' ) # ) ! ( (

! ) ) & % & +1 & +$& ! & 1 # & +

! " & " ! &

! %1 ! # + 1 & 1 %& $% #

4 1 & 4 1 + ! " "1 4 ( 1

& # ! & 1 # 1 ' 11 +$& 1

& 1 " " ! +$# ! &

& ! # 1 & + # 4 ! & ' / ' ( / # ) ) " ! +$# " )


!

z.. z

,C 3C . */3" / .>$" %& -& & %*702 #*2 %) " / ' (9 * ! &(' '0 * . * *2 ) 6 !" (" $00( 9 3" !" (&2+!0 "

" 3C . */3" / 7C -(C /-C , (=34& 2 *702 " * $& & 2 (*9 3 9 '9 () 9 2+ ." * ,C (" !" ) &2+( !9 '& 7 " / +(

; < $" 1 +/ C -" 2 C %" )" =/& <C ,C 702 #" 8 C -" 2 C (& 2 * * . */ ( ." '" / " (&:&*" / *9

8 !" :&( (5# 2 , !9 6/ 6* , ( 9 !&' *9 %& %52 ." 7C 4& 2 $*) & %*702 25*" / & &(" 2" ) &< (" !& . ( 9 !+(0 2+!0 !" :&( / ) / '9 !9 ) " &' * , .9 &(" & D*F.& 7& / #*2 F& 7 6" 2 =2 (>4-& 2 )& ." *!&' 9 (9 ' + ' ! +(0!0 ) " & E,*/$* ,52 #" /C %" 3& /%*," )C 8 -" ," 2 " 2 %& B & 2 */& 6" 2 ." , *<*/ #>4>/ >7& -& 2 * ' * , .9 53" ( / " < " 6." ' < 9 $" 1 6& 2 .*F 6& " $*-& / #*2 *F #5-5/" ." 7" /* )& . ." /& / )& . %& ." %%& 4& / %& 3 2 ,9 (.9 * &./ " )" 3!& 6'6) " / &< 1" " * $" DC *<*/ 3& /%*," /C / .& 2 ,& 8 */& " -.C F 4& ,-& %*,-& 2 */%& 8 " ." / #" F" 2 C (& -*702 (" " " !& 8 2 & 6 #" F-" %C DC /%" >2 ,*7& A %& ," 92 (>43& - #" F" 2 C *<*/ )& 2 #*2 *.*/ %& 3 2 )& />8 <C ,." %" / =/$& (2 & 6 7" 0 .52(" */ &(" & 4 9 ' *( 9 * . 29

/5/-" 4& D* <" #" 3C F" 2 4 ." %" )" =/& .-* 5(> / , > * 2 & F* , 1 " / " %& / EFA &

# .9 &'&2& 64 6 $" 4 ) &2+!0 ; < 4 &(" &* %" 3* #" F," -" 2 C *<*/ '& %" ,; 2 -C ,4" #5-5 4" - EF & /%*," 3C #" D-C " 6& - *F<* && +*( $" " '" * " 1 9 1" " &(& & /" /-" 2 C / " < 6& " <C ,4" ," -." 7" $" DC /" & 2 * %" 7" / C F." * < * / , & / %* < " %C 2 -" 2 C /C .0./ 0 &(&(" !& " 1 '& $5./ "

%" *2 6& 2 *-& / (" 2 " /4* 5 (" 2 " /4* #" 8 & / 42 0- EFA & =%>/< 6& 2 *702 -" 2 52 5-" / "" '(" & " * 0# ' & / " ,'& < ( 9 * & *F #5-" 2 " , #" 8 & / 7" 2 %C . & %& 2 & , " ." < " %C 2 " / " F." 3" D" / %C , 4 " / 30 / 2 " 3= / 6(6 &< (" $" / &" &(&!& *0* &4 &* .0

)& 2 %52 5.%" " 3-" 7" -/C 8 #C 2 " ,C -." 7" & 42 0- EF (2 & 6 <" %C 2 C /C 3=, .02+( '" *!& '+*0< '( 9 3 ) ,>->702 2 " , (=34& 2 *-.& -*%*2 .& , * < * / %" ) " =/ $ & * F4 & / " 4 C " / & ) *9 " '(&2+( !9 & $6* &&.& ! % %& %& 3& /%*," .C 8 >7& -& .& 4 ," -C / *-& " 3" / 04" /A C (=2 & 6 >/>.>8 # 3 ( . 0. ) !9 * ? #*8 & /*<*/ 7C -#" FC /%" )& %*7& 6& -& /%*2 & 2 & , )& . *F<*-& 2 & )& . %& *F6& 2 . * +/ * +/ +2(0 '9 )9 39 263 2 *-.*702 @ %*7& #*2 7" ,C /." (& -*F4*2 & /& <0, =/& .-* #*2 .& 3" + 6& 2 *702 2 (6 ." ) , / &' 4 (9 < ' * 1" / " < (& & &<

EF<* 3C 2 D*4*.-& 2 %& #*-& ? & /%*," .C 8 /C 'C ,& /%*3* *<*/ =8 6& 2 *%& #5-5 %*-& 4 &2!&

29 (9 *! # &' 2 $&) &< /" #*8 * 7C -%" #*2 ,& 8 #*-& 0-3" )" 4C 2 -" 3" /-" 2 C 5/54." 8 %& .& , *34*702 -" 2 64 29 ( 2 '9 * & .6" < 9 2( 4 (9 <

'& /" .C 0-52 @ %*7& =8 & 4-& /& #*-& $& , #*2 )9 < / 9 4 1" !" ) & '. ) ( 9 0./

7" ," FC . %575702 5. .0. )

.9 2!9 ; 4 & !9 < 9 &!& & $6* $

" " -#5,* #*2 3& /%*," >7& -& 2 */* 0/-" !9 1" ." *!&' *9 * &2& 4 (9 < / 9 :9 *9 !+:0 2 " 6& 2 %*D* <" . 3" ,C 8 C <0#" / " 2 ." 4 (9 < / 9 :9 *9 +3$0*0( 9 * 2636*" .52

D" /C *-& )" 4C 2 -" ." 8 " 4C 2 -" ." ." -C #

(" 2&1" !& +/ * " / " .& $6* 2 *&

%C 2 & /%*," (>$>7-& & 7-& .*7-& %* " ) ) 038 ! &< / " * 4 9 ' 9 (!9 " " , &<

"

" " " 2 & /*F*7-& 6" 2 -C DC 7-" *F6& 2 & /-& 2 & ," 2 4 &(" &* .9 *! %030.03(0' 2 /

! #" " "

FC %52 5F57" , & / %* / * ) " 4 C 2 " 4 C 2 & / ) ' / 9 " "

"

" %*," )" 6" (>/->, (>/& F-*, *,& / %& . * +/ * 2 (*9 3 ' () 9 2+ ." *!&

D*- )" 6" -" 2 #08 %5D5/%" (& 2 <& , (>$> ' ," .+*" (& .9 * $&" " ' $" 4 " ' "

/> (=34& 2 *702 3" " /-" .-C #*2 =2 (>4 )" %030 ' 10< 02+!0 . 2# -*/& (& -*2

"

EF4& / <C ," 2 C -" / =/$> *F<*7* 3& /%*," )& .& / *F& #" F-" 4" 2 " , )& . ." D%52 * 7& 4* =/-& .*F )& . %& ," -" /-" 2 " $& 3" 2 & 4 " FC -" .C F !" 4& / ,2 *4*, " F" ." -" 2 %" 6& 2 *-& / ," 2 " 2 -" 2 #*2 */*/ 0452 %5D5 ,0-45 D" )" 3#& -," %& 2 .* 70,3" )" , & %& 2 & , .* 0452 %5D5/5 ," /C 4-" 2

#

"

"

"

:7& -& 2 *.*8 */ " 3C - 302 ." 3C (& 2 & ,& / /* <*/ )& %*7& 6& 2 *-.& %*D* %& D*- 6& 2 *- .& 7& / 0 )& %*7& -& 2 */ #& %& -*/*/ /& 2 & -& 2 & " ,4" 2 C -" $" DC 0-." -C %C 2

*2 & /*F-& 2 & .* & 7-& .-& 2 & .* =2 (>4 -& /.& %& ." D%52 0-" /-" 2 C / ." D%5

$ " 2 *7& 4*/* (*%& 2 .& %& ,5--" /C -C 1 ,5--" /C -." 7" $" DC /C / 302 5-." 3C <0, %" )"

=/& .-*%*2 (9 '8 / " " " )" '4 &(" & &'&*& " 2 *) 0,5." , 3" %& $& 8 & 6,-* %& D*- 5 ,*4" 1 #5 " /-" .-C 302 5-" 2 " %" $& '0 *( 9 *9 ! 1" !&(" &' *9 * =D2 & 4*$* %& >7" (& <.*F4& 7" F" /" / 6" 1-" 2 *<& 2 *702 . */ ( )" ) 00 " %) " / ' (9 * ." * -" 2 C 0,5702 35/58 " ." " 3-C /%" (> C 2 , #* 2 58 5/ (>/ & 2 & $ 2 & 6* !&' 2 < &# " (& &($& 1" !&:& $" " '4 " .&2 />.>8 %& / )*<#*2 '" 2 ,C 0-." %C DC /C %" 0 37" " 2 * ) " 7C / " 2 C E34 " / # 5- " (" &< / " * / 9 (!9 .(9 *! ' (9 *8 9 * / " ' (=2 >702 35/58 *34& . " 7/C 0-%5,<" 3C . .04 0 ." * ! &' (9 +() '/ 9 ; < 1" " * $" 1 >2 & 4*. *-*F,*-& 2 */ */ ." /4C DC " 7/C ," - &# " .&* ! " / " (" # +* . * / (&* & & ." * ! & %C ,<" */3" /-" 2 C / ,0/5.-" /C FC %" '" 2 , ' (9 2 9 ') ' &./ " )" ) &< +() (9 2! 9 -C 0-.5702 petrol-iĹ&#x;

85


ACI KAYBIMIZ

Trakya Şubemiz eski yöneticilerinden Behzat Ekmen'i yitirdik

O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler Trakya Şubemizin eski yöneticilerinden ve sendikamızın her zaman aktif üyelerinden Behzat Ekmen'i 31 Ocak tarihinde kaybettik. Behzat arkadaşımız geçirdiği beyin kanamasının ardından daldığı uykudan bir daha uyanamadı. Işıklar içinde uyusun.

O

nu 1 Şubat günü Lüleburgaz'daki Sokullu Camii'nden sonsuzluğa uğurladık. Sendikamız tarafından yapılan eylemlere ilgisi olanların hemen hemen hepsi

Behzat Ekmen'i tanırlar. Tüm eylem ve direnişlerde Behzat arkadaşımız en öndeydi. Behzat Ekmen, 1 Haziran 1961 tarihinde Batman’ın Gercüş ilçesinde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Batman’da tamamladı. Askerliğini Kırklareli’nde yaptı. İş hayatına da 1984 yılında yine Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesinde T.P.A.O Trakya Bölge Müdürlüğü üretim işçisi olarak çalışmaya başladı. Petrol İş Sendikası Trakya Şubesi kuruluş aşamalarında ve öncesinde sendikal hareketin bir çok aşamasında görev aldı. Sırasıyla yönetim kurulu üyeliği, mali sekreterlik ve son olarak da şube başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Yaşantısının son

günlerine kadar merkez üst kurul delegesi olan Behzat EKMEN, aktif sendikacılık hayatına Haziran 2012’de gerçekleştirilen Trakya Şubesi Genel Kurulunda aday olmayarak son verdi. Behzat Ekmen, evli ve iki çocuk babasıydı.

Sınıfın gücüne inanan insan İşçi sınıfına, kendi gücüne, mücadeleye inanan böyle insanlar çok az kaldı artık. Yaşar Kemal'in “Demirciler Çarşısı Cinayeti” romanında dediği gibi “ O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.” Sendikamız, Behzat Ekmen'in işçi sınıfı hareketine ve örgütümüze verdiği hizmetleri unutmayacak.

Ne dediler... “Son sözleri Fabrikaya gideceğim...” oldu “Son sözleri Fabrikaya gideceğim olmuştu..” unutmayacağız. Nur içinde yatsın... İbrahim DOĞANGÜL Petrol-İş Sendikası Genel Mali Sekreteri

Çok renkli bir insandı Behzat her yerde vardı. Genel kurullarda ayağa kalkıp divana doğru gür sesiyle bir şeyler söylediğini hatırlarım hep. Her eylemde her etkinlikte, mikrofonun başında onu görürdük, bırakmazdı mikrofonu. Petrol-İş için “delikanlı sendika” derdi. Bir delikanlının inanç, öfke ve atılganlığını barındırırdı kendisi de. Her işte sorumluluğu, zor olanı üzerine alan insan tipinin en güzel örneklerinden biri oldu86

petrol-iş

ğunu düşünüyorum, onun. Yüreğini evini herkese açar, dostuğa çok önem verirdi. Behzat Batman'lıydı ama çoğu insan onun Batman'lı olduğunu bilmez, Trakyalı sanırdı. 25 yılını geçirmişti ve artık Trakyalı olmuştu. “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” en sevdiği sloganlardan biriydi. Ve her esprisini “Yaşasın halkların kardeşliği” bitirirdi. Renkli güzel bir insandı.Onu çok arayacağız. Nimettullah SÖZEN Petrol-iş Sendikası Genel Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri

Mücadele hayat tarzı olmuştu 1993 yılında Petrol-İş Trakya'da bir şube açmaya karar verdi. Behzat, ben ve 7 arkadaşımız daha ilk şube kurucu kurulunu oluşturduk. 1993'ten 2013'e kadar aralık-

sız çeşitli görevler aldı. Şube yönetim kurulu üyeliği, mali, idari sekreterlik, her görevi eksiksiz yerine getirdi. 17 yıl boyunca amatör olarak çalıştı yönetim kurullarında. Hem kendi iş kolunda hem de sınıf mücadelesinin olduğu her yerde en önde onu görürdük. Büyük özveri ile çalışırdı. Behzat için sendikal mücadele bir hayat tarzı olmuştu. İnsan sevgisiyle doluydu ve kendisinden başka herkesin yardımına koşardı. Sağlığı ile hiç ilgilenmezdi. Sendikamızın nerede tırnağı incinmişse oraya koşardı. Yürekli, kararlı, inançlı bir arkadaşımızdı. Daha ne diyeyim? Onu kısaca tanıtmak o kadar zor ki... Tekin AKIN Trakya Şubesi Eski Başkanı


ŞUBELERİMİZDEN

Genel Merkez Yöneticilerimiz Aliağa'daydı

G

enel Merkez yöneticileri Petkim, Tüpraş, Storopacak ve Saybolt işyeri yönetici ve temsilcileriyle, sohbet ederek işyeri sorunlarını görüştüler. Temsilci ve yöneticilerle yapılan toplantıdan sonra Genel Merkez yöneticilerimiz şubemizin örgütlü olduğu Petkim, Tüpraş, Storopacak ve Saybolt işyerlerini ziyaret edip üniteleri tek tek dolaşarak çalışanlarla sohbet ettiler.

Tüpraş İzmir Rafineri Müdürü Şahin Çalbıyık, Petkim Genel Müdürü Hayati Öztürk ve Storopack İşyeri Müdürü Gökhan Yalçını da ziyaret ettiler. Merkez Yöneticilerimiz son olarak sendikamıza yıllardır emek veren ve önemli bir hastalık geçiren eski sendika avukatı Süreyya Erdem'e geçmiş olsun ziyaretinde bulundular.

İzmir Şubemizde örgütlü işyerlerini ziyaret ettiler

G

enel Başkanımız Mustafa Öztaşkın, Genel Sekreterimiz Ali Ufuk Yaşar, Genel Mali Sekreterimiz İbrahim Doğangül ve Genel Yönetim Sekreterimiz Ahmet Kabaca, İzmir Şubemiz’de örgütlü Tetra Pak Paketleme San. ve Tic. Ltd. Şti. ile Dyo Boya Fabrikaları San. ve Tic. A.Ş. işyerlerimizi 21 Kasım 2012 tarihinde ziyaret ettiler. İzmir Şubemiz’de örgütlü üyelerimizin yoğun ilgisiyle karşılaşan Merkez Yöneticilerimiz, işyerlerini ziyaret ederek, değerlendirmelerde bulundular.

petrol-iş

87


Süperlas'ta üyelerle sohbet Merkez Yöneticilerimiz Gebze Şubemiz'de örgütlü, Düzce Beyköy 1.Organize Sanayi Bölgesi'nde yer alan Süperlas Süperplastik Kauçuk San. ve Tic. A.Ş. işyerini 6 aralık günü ziyaret etti. Ziyarette yeni çıkan Sendikalar Kanunu ve işyeri ile ilgili çeşitli sorunlar üzerine konuşuldu. Ziyarete üyelerimiz, yoğun ilgi gösterdiler.

Bayer İlaç'ta Yeni Yasa konuşuldu

Mutlu Akü’işyeri ziyareti

G

enel Başkanımız Mustafa Öztaşkın, Genel Yönetim Sekreterimiz Ahmet Kabaca ve İstanbul 1 No'lu Şube Yöneticilerimiz 24 Aralık tarihinde İstanbul 1 No'lu Şubemizin örgütlü olduğu, Topkapı'da faaliyet gösteren Bayer İlaç Fabrikası'nı ziyaret ettiler. İşyeri ziyaretinde üyelerimiz ile sohbet ettiler. Merkez yöneticilerimiz, işyeri baştemsilcisi, temsilcileri ve üyelerimizle yeni çıkan sendikalar kanunu, emek hareketi ve işyeri ile ilgili çeşitli sorunlar hakkında görüş alışverişinde bulundular.

M

erkez yöneticilerimiz ve İstanbul 2'Nolu şube yöneticilerimizle birlikte toplu sözleşme Uzmanlarımız Merih Toprak, Serpil Aksakal ve Nilgün Toz'dan oluşan bir heyet, 7 aralık Cuma günü Tuzla - Tepe Ören mevkiinde faaliyet gösteren, İstanbul 2'Nolu şubemiz kapsamında bulunan Mutlu Akü A.Ş işyerini ziyaret etti.

Sendika İşyeri baştemsilcisi, temsilcileri ve üyelerimiz ile birlikte fabrikayı gezen heyet, Mutlu Akü işyerini kapsayan toplu sözleşme görüşmesi öncesi ve işyeri ile ilgili ceşitli sorunlar üzerine karşılıklı görüş alış verişinde bulundu.

88

petrol-iş




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.