Gürcülükte ilkeler ve anlayış....

Page 1

TÜRKİYELİ GÜRCÜLER FEDERASYONU İLKE ÖNERİLERİ… Amaç;Bizler Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı Türkiyeli Gürcüler olarak dil, kültür, kimlik gibi doğuştan kaynaklı temel hak, ihtiyaç, talep ve sorunlarımız çerçevesinde ve tüm bu değerlerimizin yaşatılması, gelecek kuşaklara aktarılması için var olan Federasyona katılacak Gürcü dernekleri ile ortaklaşa faaliyetler yürütmeyi amaçlamaktayız. A-GÜRCÜLÜKTE TEMEL İLKELERİMİZ 1. Gürcülük faaliyetleri, dini, ideolojik-politik çizgilerden bağımsız, demokratik değerler içinde yürütülmelidir. 2- Ülkelere ve halklara yönelik düşmanca söylem ve tavırlara karşı durulmalı, ön yargısız olarak ötekinin kimliği tanınmalı, halklar arasında kardeşlik, dostluk desteklenmelidir. Halklar arasında var olan önyargı , aşağılama ve öteki görme anlayışının ortadan kaldırılması için, halkların birbirini aracısız tanımasının araçları geliştirilmelidir. 3- İçinde yaşanılan coğrafya ve tabiatın kültürel kimliğin bir parçası olduğu bilinciyle, doğal dengeden yana tutum alır ve Ekolojik dengeyi bozacak her türlü girişimin karşısında olur. 4-Kurulacak olan Federasyon asgari demokratik ilkeler temelinde bir kitle örgütü olup hem kurumsal hem de mali bağımsızlığını korumayı temel almalıdır. Her yönetim bu niteliğini yitirtmemek kaydıyla, içeriden ve dışarıdan değişik kurum ve kuruluşlarla yürüteceği ilişkiyi belirler. 5. Gürcülük faaliyetlerinde, hiçbir din ön plana çıkartılmamalıdır. Her dine eşit mesafede olunmalı, dinler arası barışı savunmalı, farklı inançtan olanların kardeşliğini ön plana çıkartmalı, din ve vicdan özgürlüğünü savunan bir yaklaşımda bulunulmalıdır. 6. Gürcülük faaliyetlerinde, Irkçı-Faşist ve şoven eğilimlere karşı mücadele edilmelidir. 7.Faaliyetlerimiz demokratik bir çizgide olmalı, Türkiye’nin genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak görülmeli ve bu temelde tüm demokrasi güçleri ile ortak hareket edilmelidir. 8. Gürcülük faaliyetleri siyasal-kariyerist , rantcı ve maddi çıkara dayalı ilişkilere kapalı olmalıdır. 9-Gürcülük faaliyetlerimiz savaş karşıtıdır. Halklar arasındaki sorunların savaşla değil barışçı - demokratik yöntemlerle çözümü savunulmalıdır. 10-Türkiyeli Gürcülerinin gerçekliği iyi kavranmalı, onlar ile Gürcistan Gürcülüğü arasındaki farklılıklar ve hassasiyetler dikkate alınmalı, yüzlerce yılda oluşmuş bu farklılıkların giderilmesi zamana ve bilinçlenmeye bırakılmalı, Gürcistan merkezli Türkiye Gürcülüğünü belirleme anlayışlarından vazgeçilmelidir. 11-Anavatanla ilişkilerimiz, Anavatan ve Gürcistan halkının savunulması, desteklenmesi temelinde olmalı, ortak dil-kültürel temelli projeler için bağımsız-demokratik bir çizgide bir iletişim sürdürülmelidir. 12-Gürcüler arasında var olan dinsel ve ideolojik-politik farklılıklar üzerinden bir Gürcülük faaliyeti yürütülmemelidir. Ortaklaşılması gereken kimliksel-dilsel-kültürel ve örgütsel birlik olmalıdır. 13- Asimilasyona karşı dil-kimlik-kültür mücadelesi için gerçekçi ve kapsamlı bir mücadele programı çıkarılıp buna uygun araçlar devreye sokulmalıdır. 14-Her aşamada yaşanacak sorunların çözümünde , uygun araç ve platformlarda yazılı-sözlü olarak yapıcı olmak kaydıyla öneri, eleştiriözeleştiri mekanizmaları devreye sokulmalıdır. 15- Kadın haklarının savunulmasında duyarlı davranır, gerekli çalışmaları yapar. B-Çalışma programına öneriler;


1.Gürcü dili, kültürü ile ilgili panel, söyleşi,sempozyum vb.etkinlikler yapar.Tarih,kimlik ,kültür ve Türkiyeli Gürcülerin göçüne yönelik gerekli bilincin oluşturulması için ortak projeler üretir,bunları hayata geçirir. 2.Türkiye Üniversitelerinde yeni Gürcü dili ve edebiyatı bölümlerinin açılmasına öncülük etmek. 3.Demokratik Anayasa yapım sürecine amaç ve taleplerimiz doğrultusunda katılmak 4.Türkiye temelinde dil ve kültürel sorunlarımızın çözümüne yönelik derneklerle ortak projeleri hayata geçirmek. 5.Dil,kimlik ve kültürden kaynaklı benzer sorunları yaşayan diğer halklarla bu sorunların çözümü için ortak hareket etmenin araçlarını yaratır. 6.Gürcü dil akademisi kurmak. 7.Türkiyeli Gürcülerin aydınlanma öncülerinden başta Ahmet Özkan Melaşvili,Hayri Hayrioğlu vb. aydınlar olmak üzere bunlara sahip çıkmak,yarattıkları değerleri yaşatmak,gelecek kuşaklara taşımak, her yıl imkanlar ölçüsünde hem İstanbul’da hem de mezarları başında anma etkinliklerinin diğer Gürcü kurum ve kişilerin de katılması hedeflenerek ortaklaşa yapmak… 8- 21 Şubat Dünya Anadil günü vb. günlerde dile vurgu yapan,Türkiyeli Gürcülerde dil blincini öne çıkaracak etkinlikler organize etmek,ortak basın açıklamaları vb.şeyler yapmak. C-Taleplerimiz ne olmalıdır; 1- Ana dilimizin yaşaması için Gürcülerin yoğun olduğu bölgelerde ilköğretimden üniversiteye kadar devlet okullarında Anadilde eğitim hakkımızın sağlanması, diğer bölgelerde ise anadilimizin Gürcü çocuklarına öğretilmesi için gerekli tüm yasal idari düzenlemeler yapılmalıdır. 2- TRT’de Gürcü dilinde ve diğer etnik dillerde yayın hakkının sağlanması. 3- Bütün etnik kimliklerin ve Anadil hakkının yasal ve anayasal güvenceye alınması sağlanmalı , bunun için Demokratik bir Anayasa yapılmalı ve diğer yasalar buna göre düzenlenmeli, Anayasada vatandaşlık tanımının etnik kimlikler üzerinden yapılmamalı… 4- Uluslar arası sözleşmelerden kaynaklı anadil ile ilgili hakların uygulanması sağlanmalıdır. 1990 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen Çocuk hakları sözleşmesinin 3 maddesine koyduğu çekincelerle 1995 yılında onaylayan T.C devleti bu çekinceleri kaldırarak anadil eğitimine olanak sağlayacak adımları atmalıdır.” 26 Kasım 2011 Gürcü Kültür Merkezi Yönetim Kurulu __________________________________________________________________________ T.B.M.M. Anayasa Uzlaşma Komisyonu Başkanlığına, 30.12.2011 Bizler, ülkemizin farklılıklarıyla yan yana, eşit, özgür, kardeşçe ve barış içinde yaşamak isteyen, bugüne kadar verili anayasalar ve resmi ideoloji tarafından yok sayılan, asimilasyon, aşağılama (tahkir), inkâr ve imhaya uğrayan halklarından insanlarız. Onurumuzu, dilimizi, kimliğimizi, kültürümüzü, inançlarımızı özgürce geliştirebileceğimiz koşulları yaratmak, halklar arası kardeşlik ve dostluğu bugünden topraklarımıza egemen kılmak, gelecek nesillere tarihi ve kültürüyle barışık bir ülke bırakmak sorumluluğuyla, “topraklarımızdaki tüm kültür, kimlik, dil, din ve inançların varlığını kabul eden, halkların demokratik ve kültürel haklarını anayasal güvence altına alan, insan odaklı, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir anayasa”dan yana olduğumuzu ve taleplerimizin takipçisi olacağımızı beyan ederiz.


Her ne kadar ‘Yeni Anayasa’nın bir toplumsal mutabakat arayışının ürünü olarak gündeme geldiği söylense de, toplumun tüm kesimlerinin anayasa yapım sürecine katılımlarının önünün açık olmadığı kanısındayız.Toplumun pek çok ileri unsuru (aydın, akademisyen, siyasetçi, gazeteci) cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır. ‘Özgürlükçü’ bir anayasanın yapım sürecine gölge düşüren bu tutuklamalar, toplumun geniş kesiminde ‘Yeni Anayasa’nın belli bir kesim tarafından, belli bir yönde yapılmak istendiği izlenimini ve kaygısını oluşturmaktadır. Bu negatif koşulların yanı sıra, %10 seçim barajı, anti demokratik siyasal partiler yasası, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki kimi engellerin varlığı sürerken hazırlanacak bir anayasanın, tüm toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün görünmemektedir. Bu sorun ve koşulların bilinciyle, yeni anayasanın yasakçı ve ayrımcı bir anlayış yerine, tüm toplumsal kesimleri meşru gören ve bu kesimlerin hak arama mücadelesine meşru bir zemin sağlayacak özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı bir ruh ve dile sahip olması ülkemiz için bir kazanım olacaktır. ‘Özgürlükçü bir Anayasa’nın yapılmasının temel koşulu, fikirlerin ve önerilerin özgürce beyan edilebileceği siyasal ve toplumsal ortamın oluşturulmasıdır. Bu anlamda, ‘Yeni Anayasanın’ yapım sürecinde öncelikli talebimiz tutuklu aydın, akademisyen, siyasetçi ve gazetecilerin serbest bırakılmasıdır. Belirtmeliyiz ki, ‘Yeni Anayasa’nın hazırlık sürecinde siyasi partiler, kuruluşlar, sendikalar, aydınlar, kitle örgütleri ve kişilerin taslak önerileri, Anayasa Uzlaşma Komisyonunun görüşme tutanakları, komisyon alt kurullarının gelen önerilere itiraz gerekçeleri de dâhil olmak üzere tüm aşamalar kamuoyuyla paylaşılmalı, Anayasa yapım sürecinde şeffaflık esas alınmalıdır. 1982 Anayasası, toplumun tüm hak ve özgürlüklerini sınırlandırmanın, toplum üzerinde baskı ve şiddeti örgütlemenin aracı olmuştur. 1982 Anayasasının Halkoyuna sunulduğu ve % 91 oyla kabul edildiği söylense de, Darbe anayasası, ‘Hayır’ demenin yasak olduğu bir siyasal ortamda ve anti-demokratik bir şekilde yürürlüğe girmiştir. Bugün, 1982 Anayasası toplumun tüm kesimleri tarafından mahkûm edilmektedir. 1982 Anayasasının ve anayasayı yapanların halk nezdinde ve toplum vicdanında mahkûm edilmeleri için on yılların geçmesi yetmiştir. Her anayasa yapım süreci bir tarihsel rol ve konum alıştır. Sizler de, bugün, böylesi bir tarihsel süreçten geçmektesiniz. Nasıl ki, 1982 Anayasası için yapılan referandumda ‘hayır’ demenin suç olması 1982 Anayasasına gölge düşürmüş ise, bugün toplumsal kesimlerin özgürce görüş ve önerilerini sunamayacağı bir anayasa, yine halk nezdinde ve toplum vicdanında mahkûm edilecektir. Biz aşağıda imzası bulunan kişi ve kurumlar, T.B.M.M. Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in yaptığı çağrı doğrultusunda toplantılar düzenleyerek, her birimizin detayda farklı talepleri olsa da, aşağıdaki talepler ve öneriler üzerinde ortaklaşmış bulunmaktayız. Aşağıda özetlediğimiz taleplerimizi Komisyonunuzun tarafımıza vereceği bir randevu ile karşılıklı görüşebilmeyi de ayrıca talep etmekteyiz. Taleplerimiz ve Önerilerimiz; Vatandaşlık tanımı, soydaşlık temelinden arındırılmalı, hiçbir etnik kimliğe dayandırılmamalı, ülkemizdeki tüm kültür, kimlik, dil, din ve inançların varlığını kabul eden,


halkların demokratik, siyasal ve kültürel haklarını güvence altına alan, insan odaklı, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir anayasa inşa edilmelidir. Bu çerçevede; Ülkemizin taraf olduğu evrensel hukukun da bir gereği olarak, ülkemizdeki tüm dil, kültür ve inançlar, tarihi ve kültürel mirasımızın bir parçası olarak değerlendirilmeli, bu kültür, dil ve inançların kendilerini var etme ve yarınlara taşıma hakları anayasa ve yasalarla güvence altına alınmalı, bu konuda kamusal sorumluluklar tanımlanmalı ve bu doğrultuda yapılacak çalışmalara genel bütçeden pay ayrılmalıdır. Tekçi, tektipleştirici, merkeziyetçi, devlet odaklı politikalar terk edilmeli, mahalleler, köyler, ilçelerden başlayarak oluşturulacak sivil örgütlenmeler ile halkın yönetime etkin katılımının önü açılmalı, sivil örgütlenmeler toplumsal-kamusal yaşam üzerinde söz sahibi kılınmalıdır. Anadil hakkı temel bir hak olarak kabul edilmeli, ana diller anayasal güvence altına alınmalı, ana dilde eğitim-öğretim, ana dilin kamusal alanda kullanımı, ana adilde radyotelevizyon yayını yapma ve ana dilde isim-soy isim ve köy/yer isimleri konusundaki sınırlama ve yasaklar ortadan kaldırılmalı, özellikle yok olma tehdidi altındaki diller koruma altına alınmalı ve bu dillere pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Kültür, dil, inançlar üzerindeki tüm yasaklar, toplumsal yaşam, çalışma hayatı ve kamusal alanda halklara yönelik uygulanan her tür ayrımcılık ve ırkçı söylem ortadan kaldırılmalı, yasalardaki ‘kin ve nefret suçları’ tüm kültürel, etnik ve dinsel aidiyetleri kapsayacak şekilde genişletilmeli, ‘kin ve nefret suçlarının’ önlenmesi için anayasaya hüküm konulmalıdır. Kültüründen, dilinden, inancından dolayı toplumsal yaşam, çalışma hayatı ve kamusal alanda dezavantajlı konuma getirilmiş halklara pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Tarih ile yüzleşmenin, hesaplaşmanın temel koşulu olarak, halklara karşı işlenmiş suçlar failleri ile birlikte açığa çıkartılmalı, topraklarımızda yaşanan katliam ve sürgünlerle halkların elinden alınmış olan hakların iadesi (vakıf malları, hukuki haklar vb.) yasalarla güvence altına alınmalı, göç ettirilen halklara koşulsuz geri dönüş ve yaşam hakkı sağlanmalı, onur ve itibarları geri verilmelidir. Anayasada vatandaşların dini tarif edilmemeli, Aleviler, Hıristiyanlar, Museviler, Yezidiler, Zerdüştler, Şamanlar, Ateistler, Deistler ve İslam’ın farklı yorumları gibi ezilen ve dışlanan tüm inanç ve kültürel gruplar üzerindeki baskılar kaldırılmalı, tüm kimlik ve dinsel inanışların kendilerini özgürce ifade etmesi anayasal güvence altına alınmalıdır. Devletin dini biçimlendirme aracı olarak işlev gören Diyanet İşleri Başkanlığı ve zorunlu din dersi kaldırılmalı, devlet lügat, yayın ve ders kitaplarında faklı inanç ve kültürleri dışlayıcı, ötekileştirici tanımları ve dili terk etmeli, inanç sembolleri üzerindeki her türlü baskıya son verilmeli, inanç ve ibadet inananların vicdanına bırakılmalı, Cemevleri ve ayrımcılığa maruz kalan tüm inançların ibadet yerleri yasal statüye kavuşturulmalı, devlet tarafından el konulmuş ibadet yerleri gerçek sahiplerine iade edilmelidir. Piyasa temelli hidroelektrik-termik-nükleer santral, baraj, maden, inşaat vb. projelerle halkın doğal yaşam alanları tahrip edilemez. Doğal yaşam alanları, halkların kültürel ve tarihi mirası anayasa tarafından koruma ve güvence altına alınmalıdır. AKA-DER (Anadolu Kültür Araştırma Derneği) Demokrat Gürcüler Platformu (Gurup Helesa) Ender Abadoğlu Fikret Bekler


GOLA Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği (HADİG) Jineps Gazetesi (Çerkes) Laz Mektebi (Lazuri Mektebi) Mezo-Der Mezopatamya Kültür ve dayanışma Derneği Özcan Alper (Yönetmen) Pomak Enstitüsü Gürcü Kültür Merkezi Pomak News Agency (www.pomaknews.com) Türkiyeli Gürcüler Platformu Ve diğer imzacılar…. ________________________________________________________________ Anlayışımızı ifade eden yazı.16 Ekim 2011 tarihli Gürcü Çalıştayına sunulan GKM imzalı sunum metni. 1-Türkiyeli Gürcüler ; Yaklaşık yüzyılı aşkın bir süre öncesinde Anavatan-Atavatan Gürcistanın Acara Batum bölgesinden özellikle işgalci Rusların baskı ve zulümleri sonucu Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasında imzalanan bir antlaşma ile Anadolu’ya göç eden soydaşlarımızın, atalarımızın torunları olan bizler, Türkiye’de yerleşik soydaşlarımızla birlikte bu günkü Türkiyeli Gürcüler olarak, var olan 2-3 milyonluk nicel varlığımıza rağmen nitel olarak örgütlü bir topluluk olamamanın sancılarını yaşıyoruz. Genel anlamda kendiliğinden etnik bir topluluk olan Türkiyeli Gürcülerin kendisi için bir halk olabilme bilincinin ilk adımları 1960’lı yıllarla birlikte Ahmet Özkan Melaşvili’nin öncülük ettiği Gürcü aydınlarınca başlatılmıştır. Türkiyeli Gürcüler arasında, Gürcü kimliğini öne çıkaran ilk etkinliklere 1960'lı yıllarda rastlanır. Bu etkinliklerin belirleyici yanı, Gürcü edebiyatı yapıtlarının, özellikle Gürcülere yönelik olarak Türkçe’ye kazandırılmasıydı. Bu dönemde Ahmet Özkan’ın Gürcüstan (1968) adlı kitabından dolayı yargılanması, Türkiye'de Gürcü kimliğinin açığa çıkarılmasının hoş karşılanmadığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Daha sonra ise var olan baskılar-kaygılar nedeniyle 1977-1979 arasında, ilk sayıları İsveç'in başkenti Stockholm'de basılmak zorunda kalınan, son sayısı İstanbul'da, Gürcü kültür dergisi olarak yayımlanan Çveneburi dergisi, bu doğrultudaki ikinci önemli girişimdir. Ancak bu baskı ve saldırıların geldiği uç noktada, Türkiyeli Gürcülerin aydınlanma öncülerinden olan Ahmet Özkan Melaşvili Gürcü dili ve kültürü ile ilgili faaliyetlerine tahammülsüzlüğün bir sonucu olarak 5 Temmuz 1980 günü Bursa’da silahlı kişilerin saldırısı sonucu katledilmiştir. Aslında 1980 yılında Ahmet Özkan Melaşvilinin öldürülmesi ile kendi diline ve kimliğine kısmi de olsa sahip çıkma sürecine giren Türkiyeli Gürcülere bir gözdağı verilmek istenmiştir. Ahmet Özkan Melaşvili’ye yönelik bu fiziki yok etme girişimini genelde Türkiyeli Gürcülere yönelik bir psikolojik savaş taktiği olarak görmekte mümkündür. Ve daha sonra maalesef Melaşvilinin arkadaşları korku ve bu psikolojik baskının bir sonucu olarak istenen yeterli iradeyi koyamamışlar ve böylece Melaşvili ile başlayan bu süreç sekteye uğramıştır. 2-Türkiyede Asimilasyon süreci,dil,kimlik,kültür ve örgütlenmeye dair;


Yasal, Anayasal düzenlemelerde ve pratik uygulamalarda Türklerin dışında diğer halkları yok sayan Türk-İslam sentezine dayanan resmi ideoloji tekliğe dayalı, tek dil,tek kültür,tek kimlik anlayışı ile Türkçülük temelinde ulus devlet yaratma projesi uygulamıştır.Bu uygulamalar farklı halkların,farklı kimliklerin doğal-iradi boyutta asimilasyonuna hizmet etmiştir.Anayasa ve yasaların sadece Türk etnisitesine dayalı tanımlanması ,Türkçe dışındaki diğer etnik dillere devlet okullarında öğrenilme hakkı verilmemesi,vatandaş Türkçe konuş kampanyaları,farklı dillerde yerel isimlerin değiştirilmesi,okullarda Türkçe dışında konuşanlarla mücadele kollarının kurulması ve benzeri uygulamalar iradi asimilasyona hizmet etmiştir. Asimilasyona yönelik bir iki örnek verecek olursak; İskana Tabi Tutulanların Türkleştirilmesi: 1930 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan gizli bir genelgede aydınlatıcı bir nitelik taşımaktadır. Bu genelge ile Asimilasyonun nasıl iradi ve sistematik olduğu görülmektedir. Genelge : ''Yabancı lehçelilerin ana dilerini Türkçe kılınmak suretiyle Türk camiasına kazandırılması, valilerin sorumluluğuna tevdi etmekteydi. Bunu gerçekleştirmek için uygun usul ve araçları bulmak valilerin göreviydi.Bu politikanın ortak noktaları arasında birçok maddenin yanı sıra şu maddeyi size özellikle aktarmak istiyoruz; 7-Yabancı lehçeyle konuşanların kıyafetlerini, şarkılarını,oyunlarını,düğün ve diğer geleneklerini kötü göstermek,bu kişilerin ve ailelerinin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek,onları hiçbir zaman,Boşnak,Tatar,Çerkez,Laz,Kürt,Abaza,Gürcü,Pomak vs. diye adlandırmamak,köylerin o lehçedeki isimlerini değiştirmek ve evlerinde ve aralarında Türkçe konuşmaya zorlayarak onlara yürekten "Türküm" dedirtmek. Özetle"dillerini,adetlerini ve dileklerini Türk yapmak,Türkün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk'e teveccuh eden milli ve muhim bir vazifedir. Kaynak:"İskana Tabi Tutulanların Türkleştirilmesi" Uygulamasına ilişkin Gizli Genelge.No:1/28(Ankara 1930). aktaran Ahmet Yıldız 'Ne Mutlu Türküm Diyebilene' syf:289 1927 yılında Artvin il genel meclisinin kararı… Artvin İl Genel Meclisi 1927 yılında İl dâhilinde Türkçe’den başka dillerle konuşmayı yasaklamış ve bunu karara bağlamıştır. Muvahhit Zeki Bey, 1927 yılında basılan Artvin Vilayeti Hakkında Ma’lumat-i Umumiye kitabında bunu dile getirmektedir. Peki bu karara ne demeli ? Tüm diğer diller, kültürler ve kimlikler gibi Gürcülükte Türkiye’nin zenginliğidir. Peki bu zenginliklerin ülkemizde yasalarda ve uygulamada karşılığı nedir? Bu gün bırakın Anayasayı hiçbir yasada Türkler dışında Türkiyeli Gürcüler de dahil hiçbir halkı kabul eden tek bir maddeye dahi rastlayamazsınız. Bu gerçeklik temelini Anayasanın 66.maddesinde yazılı olan şu ifadeden alır; Madde 66-Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.


Yani 75 milyon bütün halkı Türk kabul eden bir resmi ideoloji ile karşı karşıyayız. Şöyle dense daha anlamlı ve kapsayıcı olmaz mı?Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Vatandaşlık tanımının ne Gürcü ne Türk ne Kürt ne Laz ne Çerkez vb. hiç bir etnik kimliğe vurgu olmadan yapılmasını daha demokratik ve insani bir düzenleme olarak görüyoruz. Peki yaklaşık 80 yıldır sabahları çocuklarımıza okutulan şu Öğrenci Andına ne demeli? "Türküm, doğruyum, çalışkanım, Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!" Biz evde oğlum, kızım sen Gürcüsün diyelim ama her sabah çocuklarımıza Gürcü değil Türk olduğuna dair yemin ettirilsin! Peki bunlar iradi asimilasyonun bir parçası değil de nedir? 1930’da Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt ‘un şu meşhur sözlerine ne demelidir? “…. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” Yukarıda sadece birkaç alıntı ile örneklemeye çalıştığımız devlet adamlarının belgelere geçmiş sözlerinden de anlaşılacağı gibi, 1924'ten sonra Türkiye'de etnik kimliklere, onların dillerine, kültürlerine karşı planlı programlı bir çalışma yapılmıştır. Asimilasyon hem doğal hem de iradi boyutta sürdürülmüştür. Gelinen aşamada şu soruya cevap bulmak zorundayız; Biz Gürcüler ve ülkemizde yaşayan tüm halkların, yani halkların da hakları var mıdır? İşçi hakları, çocuk hakları, kadın hakları ve hatta hayvan haklarının demokratik anlayışta karşılığının olduğu dünyamızda halkların haklarının olmadığı söylenebilir mi? İşçi, çocuk yada kadın olan bir Türkiyeli Gürcünün kadın olmaktan, çocuk olmaktan veya işçi-emekçi olmaktan kaynaklı hakları olduğu gibi bir de 2-3 milyonluk bir halk olarak da etnik bir topluluk olmaktan kaynaklı hakları vardır. Bunlar nelerdir? Kimliği olan Gürcülüğünü, ana dili olan Gürcüceyi, kültürü olan Gürcü kültürünü yaşama ve yaşatma haklarıdır. Sorun bu noktadan sonra başlar. Bu haklar yasalarda ve Anayasal düzenlemede devletçe tanınacak mı, onun desteği ile devlet okullarında Gürcü dili Türkiyeli Gürcülere öğretilecek mi, Gürcü kimliğinin ve kültürünün yaşaması için gerekli araçlar, imkanlar halka sunulacak mı?


3 sene önce Almanya’ya giden Sayın Başbakan Erdoğan, Almanya Başbakanı Angela Merkel’le görüşmelerinde şunları ifade etmişti; “Bizim söylediğimiz çok açıktır: Almanya’daki Türkler anadillerini iyi bilmeli, Almancayı da mutlaka iyi konuşur duruma gelmelidir. Herhalde hiç kimse kimseden anadilini unutmasını, anadilini öğrenmemesini isteme hakkına sahip değildir. … Biz şuna inanıyoruz: Entegrasyona evet … ama asimilasyona hayır. Çünkü insanlar kendi kültürleriyle, değerleriyle güçlüdürler. Bu bir Türk evladı için de bir Alman evladı için de böyledir. Onları asimile etmeye çalışmak zaten bir insanlık suçudur da.” Sayın Başbakan sonuna kadar haklıydı bu sözlerinde. Ancak aynı şeyin ülkemizdeki Gürcüler ve diğer tüm etnik topluluklar içinde geçerli olması gerekmez mi? Bu günlerde bir olumlu gelişme daha yaşandı. Arapçayı ilköğretim ve ortaöğretimde seçmeli ders olarak talep eden öğrencilere öğretilmesi kararı hayata geçirilmeye başlandı. Umarım bu olumlu kararın Gürcülerin ve diğer halkların kimliklerinin tanındığı yeni bir Anayasal ve yasal düzenleme ile daha ileri ve gerçekçi çözümlere gitmesini bekliyor, bunun için demokratik mücadele yol ve yöntemlerinin kullanılmasını istiyoruz. Aynı zamanda mecliste 12 Eylül faşist darbe anayasasının yerine yeni bir Anayasa yapma çalışmalarının Türkiyenin gündeminde olduğu bir süreci yaşıyoruz.Ancak biz Türkiyeli Gürcüler olarak bu gelişmelerin çok uzağındayız.Sanki bu Anayasal süreç bizim dil,kimlik ve kültürel sorunlarımızı ilgilendirmiyormuş gibi bir havadayız. Gürcistanda 300 bin Terekeme Türkün anadilde eğitim, balkan Türklerinin ve başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde Türkçenin seçmeli ders olarak öğretilmesi ülkemiz açısından dikkate alınması gereken demokratik değerlerdir. 'Etnik kimlik onurdur veya asimilasyon insanlık suçudur' gibi söylemleri değişik zamanlarda dile getiren sistemin temsilcileri, görünüşte kimlik ve dile yönelik asimilasyonları reddettikleri şeklinde bir pozisyon sergilemektedirler. Oysa kimlikleri gerçekten tanımış olmanın, onların dilinin ve kültürlerinin yaşaması için gerekli koşulları yaratmaktan geçtiği, geçeceği açıktır. Bunun olmadığı durumlar ve bu gibi söylemler şov yapmaktan başka bir şey değildir. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın, üç yıl önce ABD ziyareti dönüşü yaptığı açıklamada “Türkiye`de sadece Kürtlerin değil, 32 ayrı etnik grubun olduğunu, demokratik açılım`ın yalnızca Kürtleri değil, tüm etnik unsurları kapsayacağını” açıklaması kamuoyunda yer aldı. Ancak buna yönelik olarak Kürt temsilcileri ile haklı olarak görüşülürken ne bizlerle ne de diğer halkların kurum ve temsilcileri ile görüşülmemiş, taleplerimiz,görüşlerimiz dahi alınmamıştır. Özellikle Türkiye Cumhuriyetinin 90 yıllık sürecinde Türkleştirme sürecini yaşayan Türkiyeli Gürcüler’de Gürcü kimliği ile ilgili etnik bilincin geriliğini bu süreçten bağımsız düşünmek imkansızdır. Şunu da unutmamak gerekir ki halklar dinsel tercihlerinden dolayı gönüllü bir asimilasyonu tercih etmezler. Tam tersine egemen resmi ideolojilerin yasal ve idari uygulamaları sonrası kimlikleri tanınmayarak ve hakları verilmeyerek asimile edilirler.


Sonuç olarak Türkiyeli Gürcüler niteliksel, örgütsel zayıflıklarına rağmen bu gün hala çoğunlukla kendilerini Gürcü olarak görmekte, var olan kimlik,dil,kültür ve birlik temelindeki sorunlarını belirli oranda aştıklarında yada bunun için nitelikli merkezi-demokratik yapılanmalarını oluşturduklarında bu gün büyük oranda kendiliğinden bir etnik grup olma geriliğini aşarak kendisi için nitelikli bir etnik topluluk olma sürecine girme şansını elde edeceklerdir. Türkiyel Gürcüler olarak esas sorunumuz nedir diye soracak olursak, bunun kimlikle ilgili olduğu açıktır. Bunun çözümü de örgütlü bir topluluk haline gelerek kendi içinde birliğini sağlamaktan geçer. Bu birliği sağlamak Türkiyeli Gürcülerin hem asimilasyona karşı sağlam bir duruşu gerçekleştirmesi, hem de kendi kimlik, kültür ve dil konularındaki sorunlarını çözmede istenilen adımları atmasının olanaklarını ortaya çıkartacaktır. Bu birliğin somut biçimi bütün Türkiyeli Gürcüleri kapsayacak üst bir örgütlenme çatısı altında Türkiyeli Gürcü örgütlenmelerinin birleşmesidir. Buna ulaşmak için, bu sürecin gerçekleşmesinin önündeki engel eksiklik ve sorunlara ciddi çözüm yolları bulmak ve bunları kararlılıkla hayata geçirmeyi başarmalıyız. Merkezi bir üst örgütlenmenin olmazsa olmazı, onu oluşturacak sağlıklı bir işlerliğe sahip, etkin ve ilkeli alt örgütlenmelerinin varlığıdır. Türkiyeli Gürcüler Gürcülük faaliyetini temel almayan köy ve yöre dernekleri içinde yoğunlaşmışlardır. Ve bunun dışında ciddi Gürcü oluşumları yok demekte yanlış olmaz. Bu haliyle üst bir örgütlenmenin kurulmuş olması, onun işlevsiz ve biçimsel bir yapı olmasına neden olacaktır. Bu yüzden Türkiyeli Gürcülerin birliğinin sağlanması ve bunun bir merkezi yapıya dönüştürülmesi epeyce zamanı gerekli kılmaktadır. Ulaşılması gereken yılları bulan asimilasyona dur demenin bile ötesinde, var olanı dönüştürecek bir işlevi yerine getirecek işlevli, etkin merkezi bir yapıya ulaşmaktır. Bunun şekilsel ve sayısal birleşmelerle gerçekleştirilmesi de mümkün değildir. Örgütlenmek ve bu şekilde geleceği kazanmak Türkiyeli Gürcüler için varlık-yokluk sorunudur. Aksi halde hayat kendi gerçeğini tek tek bireylere ve yöreselliği aşamayan grupçuklara dayatacaktır. Bu da 130 yıldır devam eden asimilasyonda geri dönülemez noktalara varılmasıdır. Bu hareketi Türkiyeli Gürcü gençliği ile buluşturmak zorundayız. Gençliği ile buluşamayan böyle bir hareket başarıya ulaşamaz. Süreci sürdürecek olan Gürcü gençliğidir. Çocuklarımızı kazanmak, onlarla kucaklaşmak Türkiyeli Gürcüler açısından geleceği kazanmaktır. Bunun da yolu ailelerimizi kazanmaktan geçer. Türkiyeli Gürcüler güçlerini birleştirmelidirler. Hem var olan kurumları ve yerel örgütlenmeleri düzeyinde olsun, hem de tek tek duyarlı unsurları düzeyinde olsun bir ortak proje ve program dahilinde üst bir örgütlenmeyi yaratmak amacıyla hareket etmelidirler. “Peygamber kendi halkını yaratır” sözünü ele alırsak ne peygamber olmak zorundayız nede Türkiyeli Gürcüleri sıfırdan yaratmak durumundayız. Türkiyeli Gürcüler kendiliğinden de olsa vardırlar, gelecekte de bu topraklarda sayıları marjinalize olsa da şu veya bu şekilde var olacaklardır. Belirli oranda asimilasyona uğrasalar da büyük çoğunluğu Gürcülüğünü inkar etmeyen Türkiyeli Gürcüler merkezi örgütlenmeyi hayata geçirebilirlerse kendinin bilincinde olan ve asimilasyona dur diyebilecek bir etnik topluluk haline gelebilecektir. Bu davada büyük emek harcayan ve canıyla bedelini ödeyen Gürcü Aydını Ahmet ÖZKAN MELAŞVİLİ’yi saygıyla anarken, Jose Marti’nin” Şimdi ateşten gömleği giyme zamanı; yeter ki ışığı görelim” sözünün gereğini yapan Ahmet ÖZKAN MELAŞVİLİ’ler gibi olma zamanıdır. O bu ışığı görmüştü. Ve Hayri Hayrioğlu (Vakhtang Malakmadze)... Ve bu


duyarlılığı taşıyıp da yitirdiğimiz nice Gürcü aydınlarımız... Zaman onlara layık olma zamanıdır. 20 yıllık Türkiyeli Gürcülerin sürecini özetleyecek olursak; "“Türkiyeli Gürcülerde, yaklaşık 20 yıllık Gürcülük faaliyetlerinin değerlendirilmesinde ortaya çıkan belli başlı durumlar şunlardır. Birincisi rantçı ve güdümlü unsurların süreçte hakim olmaları ile asimilasyona karşı kimlik mücadelesinden daha çok, diasporacılık oynanmış ve var olan kitleler ve duyarlı-olumlu unsurlar sürecin dışına itilmiştir. Tahakkümcü ve kendinden başkalarını kapsama gibi bir niyeti olmayan bu unsurların var olduğu süreçte, olumlu unsurlar süreçten dışlanmış, var olan unsurlarda tek tipleşmiştir. Türkiye gerçekliğinden uzak, daha çok diasporacılık gibi fazla bir gerçekliği olmayan ve Gürcistan eksenli savunulan görüşler ise katılımı önleyici bir işlev görmüştür. Bilinçli veya bilinçsiz, süreçte var olanlar sürecin gelişimini baltalayan, dalgakıran işlevi görmüşlerdir.20 yıllık süreçte ortaya ciddi ve kalıcı hiç bir şey konulamamış, deyim yerindeyse taş üstüne bir tek taş bile konulamadığı gibi var olan araç ve değerlerde tahrip edilip, işlevsizleştirilmiştir. Tam bir tahakkümcü, icazetçi unsurların hakim olduğu bu süreçte, eleştiri ve özeleştiri hiç söz konusu olmamış,aksine kendinden menkul unsurların,kargadan başka kuş tanımaz şeklindeki yaklaşımları ile süreçte komplolar,kumpaslar,entrikalar hakim olmuştur. Sahibinin sesi unsurların hakim olduğu bu gibi bir süreçten bir şey çıkmayacağı da açıktır. 3-Taleplerimiz ne olmalıdır; 1- Ana dilimizin yaşaması için Gürcülerin yoğun olduğu bölgelerde ilköğretimden üniversiteye kadar devlet okullarında Anadilde eğitim hakkımızın sağlanması, diğer bölgelerde ise anadilimizin Gürcü çocuklarına öğretilmesi için gerekli tüm yasal idari düzenlemeler yapılmalıdır. 2- TRT’de Gürcü dilinde ve diğer etnik dillerde yayın hakkının sağlanması. 3- Bütün etnik kimliklerin ve Anadil hakkının yasal ve anayasal güvenceye alınması sağlanmalı , bunun için Demokratik bir Anayasa yapılmalı ve diğer yasalar buna göre düzenlenmelidir. 4- Uluslar arası sözleşmelerden kaynaklı anadil ile ilgili hakların uygulanması sağlanmalıdır. 1990 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen Çocuk hakları sözleşmesinin 3 maddesine koyduğu çekincelerle 1995 yılında onaylayan T.C devleti bu çekinceleri kaldırarak anadil eğitimine olanak sağlayacak adımları atmalıdır.” Özetle yukarıda ana başlıklarını ifade etmeye çalıştığımız içerikte bir anlayışla örgütlenerek ,asimilasyona karşı dil,kimlik ve kültür mücadelesinde sonuca ulaşmamızın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Selam ve saygılarımızla.16 Ekim 2011 Gürcü Kültür Merkezi Yönetimi


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.