Heroinstar Fanzin I.

Page 1

HEROİNSTAR iletişim; oscarpintaa@gmail.com bize yazın lan

5


sevilen hayvan

duydum ki, baban sana harçlık vermedi diye kalbini kırmış hayvansever olmuşsun,sinirden giden gelene vermişsin; göt! her sikene şiir yazıyor musun? yaz,bana da yaz. ben de küçükken lunaparka gitmiştim.çocuklar ‘kepçe kulaklı’ diye alay geçmişlerdi.taşlamışlardı orta yerde. (oysa ne kervan bozup, ne de şeytan yola getirmiştim ve hiç bir peygamber ocağıyla uzaktan yakından ilgim yoktu. )orta yerde birini tutup serdim orta yere. donunu indirip saplandım pembesinin orta yerine. gidip geldim usul usul, şehvetin dört ayağı terleyene dek. (uzakta bir nar çatladı, duydum dağıldı dört bir yana sustu zaman patladı tek tek inci kabukları ) 6


kalktığımda akşamdı, etrafımda bir çok nal.. o günün gecesi kulaklarım küçüldü.saçlarım uzadı sarı sarı. yanaklarım pembe pembe, dudaklarım allaştı iyice. penisim fırladı pijamamdan, belim inceldi, uzadı boyum.ki sabah abimin elbiselerini giyerek gittim okula.. bir takım oğlanlar geldi, cebimde ne sakladığımı sordular. onlara artık hiç inmeyen bir penise sahip olduğumu ve buna alışmak zorunda olduklarını söyledim. gittiler. biri kaldı. mavi gözleri vardı .tüysüzdü, lojman çocuğuydu, şarap içse şarabın boğazından geçtiği görülürdü. yani o kadar beyaz ve beyaz ve beyazdı. beyaz ve beyaz ve beyaz parmaklarını cebime sokup bir süre gezdirdi. gülümseyerek yaptığı eylemi onayladım beyaz beyaz...beni akşam okul çıkışı evine davet etti. kabul ettim, gitti. ardından kızlar geldi. dudaklarıma ruj, yanaklarıma pembe pudra sürdüğümü sanıp güldüler. güldüler. güldüler.

(zaman sustu yine ölüm gibi birleştiler içimde dört yana dağılmış sönmüş taneler dirilip parladılar gözlerimde bir daha hiç sönmemek üzere yandılar, çak!) 7


gülmeyi bıraktılar kızlar. bir süre gülümsediler.sonra sustular. sustular üzerimde uzun süre ve gittiler. ben de gittim. heroin kaldım.. sınıfta öğretmen bana parktaki çocuğa neden ayıp şeyler yaptığımı sordu; ‘hiç’ dedim. Sordu; ‘’hiç’’ dedim. Sordu; ‘’piçliğine’’ dedim. ‘’çık dışarı’’ dedi. çıktım okuldan, bir daha geri dönmemek üzere. ardımdan o mavi gözlü parlak oğlanın seslendiğini duydum. bekledim. geldi. çocuğu elinden tutup taşlıklara götürdüm. sonra onu alıp evimize götürdüm. akşam çökünce çocuğu alıp evine götürdüm. ben o çocuğu o akşam her dar sokakta götürdüm... duydum ki, bu semtin en meşhur oğlanıymışsın. burnumdakini çıkartır mısın? yatağına işesem olur mu? anarşist miyim? yok canım, sen karıştırıyorsun. salla.ağzını aç, aç ağzını.. heroinstar 8


MİNİK SEVİŞMEMİZ

“Hayırlısıyla bir yuvanızı kurun da...” “Allah hayırlı bir koca nasip etsin.” Kafamı sallayarak amin derken o an kafamda kurduklarımı bilse ne olurdu yüzünün hali acaba? O hayırlı kocayı, aldatmak! O hayırlı kocanın yatağında bir kadının altına girmek... Her fırsatta. Her fırsatta. İnim inim... Sırıl sıklam. Kocaya dair anlık bir fantazi yalnızca. İsterse izleyebilir de o hayırlı koca. Neyse. Komşu ablanın göğüslerden sonra anladım ben ve kafam da hiç karışmamıştı bilmezliğimin çocukluğunda. Göğüslerini avuçladığımda herkesin içinde biraz tepki almıştım tabi. Neyse. Tabi sonraları makyaj yaparken beni odasına çağırdığı küçük sevimli anlarımızı unutmuş değilim. Bacak kadar boyumla onun sapıklığının malzemesi olmak fikri şimdilerde hiç fena fikir gibi gelmiyor. Bir de aslında hayatımın kapılarını bana açan annemle yaşadığımız küçük anımız var. .. 9


Nasılsa çocuk, anlamaz, düşüncesiyle benimle birkaç dakika seviştiği geceyi de unutmamam gerek. Bazen büyükler çocukların kaç yaşından sonra çocuk olmadıklarını anlamayabiliyorlar. ‘’Bacaklarımın arasını avuçladığını hala unutmadım anne, diyerek hınzır bir sesle gülmek istiyorum bazen O’na. Bu benim için sarsıcı bir olay mıydı? Hayır, kesinlikle değildi. Kendimi gayet iyi hissetmiştim. Ne var ilk öpüştüğüm insan annem ise! Her çocuk zaten biraz anne babasına aşık değil miydi? Öyle bir şey vardı. Bu ya annelerin babaların uydurdukları ego saksolarından biri ya da gerçek, bilmiyorum. Ben anneme aşık değildim babama da değildim ama annemle yiyiştim. Bazen O’na söylemek istiyorum şunu: Daha cesur olabilseydi ve bastırdıklarını yaşayabilen bir kadın olsaydı; nasılsa çocuk henüz aklı ermez seviyorum sanar düşüncesiyle beni avuçlamayacaktı. Bu onun açısından üzücü aslında benim değil. O yalnızca beni özgür kıldı. Sınırsızlığı yarattı ruhumda. 10


Bir zaman sonra bir gün beni karşısına alıp bakireliği, regl olmayı anlatma çabasını hatırlıyorum. Şimdi düşününce bir çocuğun karşısında çocuk olmanın tanımı gibi geliyor, o hali: “Kızım bak! Sakın ‘oralarını’ kurcalama sonra kanar ve hiç durmaz, ölürsün.” Dedim ya bazen büyükler çocukların kaç yaşından sonra aslında çocuk olmadıklarını unutuyorlar.Ondan sonra günde üç dört defa kurcaladım belki “oralarımı”; ama hiç kanatmadım. Beni ilk kanatanı da hatırlıyorum. Bunu hatırlamak önemli bence; çünkü sonrasında gelen birçok insanı hatırlamıyorum. Kızma anneee, kızma banaaa :) Minik sevişmemizi hatırlaaa. Her çocuk bazı özelliklerini anne babasından alıyormuş.Ben senden senin sakladığın sürtüğü aldım, herhalde.Ne güzel inliyorum bir bilsen.Gurur duyardın. bayan leziz portakal 11


Sev-iş sendikası sevişmeni ve merkez numaranızı bir kerhane otosundan aldım Tarlabaşı’nda seyyar pilavcıyım üzerinizdeki üniformayı çok seksi buluyorum sabahlara kadar tavuk tiftikliyorum uyumadan evvel Froyd okuyorum, evliyim üç çocuğum var, kızoğlankız sevişelim mi, merkez? dün gecedir bir otobüs alev aldı, ben ısındım Alev geldi aklıma bizim yan komşu, seyyar orospu diyorum ne an görsem gir bi’ kerhaneye sigorta yol yemek- devletimiz sana baksın parmaklıklar arasında öpüşelim mi? sabahlara kadar Alev’i dikizliyorum, merkez sevişmeden sevişmeye eve giriyor, o an içim topuk sesi Alev’in evi sanki nezaret; kelepçe, cop, vazelin biz bütün mahalle size yanığız, amirim yanlış anlamasın ama, sevişelim mi, merkez?

12


Sizin kerhane otosu bazan benim yanıma park hani şu Ayı hüseyin, eski özel harekâtçı, semiyotik psikopat tanırım pezevengi, çocuklağımdandır benim tezgâha dayar postu yok yeminle numaranızı o söylemek; konuşmaz pek yer üniformanızı sahib’inden bilmiyorum, rüyamda gördüm çok ben rüyamda bi’ Froyd bi’ Alev bir de sizi ve seksi. sorgu masasında yiyişelim mi? haftada bir bilemedin ayda iki muhakkak Floyd dinlerim Sev-iş sendikasında kurucu sevişmenim sahi üzerinizde ne var, merkez? merkez, al gel beni, sar koynuna sok beni Anlaşılmadı otuzbiraltmışdokuz- benden sonra tekrar et; sevişelim mi, merkez? peter pan 13


Regl Üşüdüğü için yatağına girdi. Battaniyesini üstüne çekerken çarşafın soğuğu, buza yatmışçasına etki etti. Dişlerinin birbirine vurmasını önlemeye çalışıyor, kendisini çok halsiz hissediyordu. Yavaşça bacaklarını karnına doğru topladı. “Aybaşımı sikeyim” diye titredi “Başlayacaksan başla ka namaya... offf... patlayacağım.” dedi. Dişlerini sıktı. Gözleri doldu. Odanın içinde bakışlarını gezdirdi. Sonsuz kum rengi duvarın önünde çirkin bir anıt gibi duran devasa elbise dolabının bir an üzerine devrileceğinden korktu. Bacaklarını biraz daha karnına doğru çekti, gaz çıkardı. Karnında, gazın çıkmasıyla oluşan boşluğun verdiği geçici rahatlamayla bir an rahat bir nefes aldı. Küçük bir süre için de olsa düşünmeye fırsat buldu. “Termafor...” dedi. Anlık bir cesaretle yatağından çıktı. Dirseklerini kaburgalarının yanlarına bastırarak ısınmaya çalışırken iki büklüm yürüyerek banyoya gitti. Önce termosifonun şalterini kaldırdı. Üzeri pembe peluş kaplı termaforu alarak mutfağa gitti. Su ısıtıcıyı musluğun altına tuttu. Akan suyun rüzgarı ve klor kokusuyla sarsıldı. 14


Dişleri birbirine vurarak ısıtıcıyı yuvasına oturtup butona bastı. Isıtıcının üzerindeki kırmızı ışık ve kaynamaya başlayan suyun sesi içine küçük bir rahatlama yaydı. “Tık” sesiyle ısıtıcıyı yuvasından çıkarıp suyu termafora doldurdu. Karnına bastırarak içindeki fazla havayı aldı ve kapağı kapattı. Isıtıcıda kalan suyu bir kupaya doldurup içine kuşburnu çayı paketi attı. İpinden tutup birkaç kez salladı. Suyun rengi yavaş yavaş kırmızıya dönerken adet kanı içeceği düşüncesi midesini alt üst etti. Yine de kupayı titreyen sol eline aldı. Kendini yetmiş yaşında hissediyordu. Bacaklarına değen mor, ince penye eşofmana tiksintiyle baktı. Ne çok heves ederek aldığını hatırladı. Eşofmanı alırken mağazada “starting wearing purple” diye bağıran Gogol Bordello’nun sesi yankılanıyordu. Bir mağazada punk müzik çalınmasına hayretler içinde kalmış fakat eşofmanın rengiyle şarkının üst üste gelmesi onun gözünde eşofmanı uğurlu kılmıştı. Yatağının içine girerken kupayı komodinin üzerine bıraktı. Termaforu ayaklarının altına koydu. Sıcak iyi gelecekti ama titremesinin önüne geçemiyordu. “Su yarım saate ısınır...” dedi. Biraz sonra alacağı duşun kendisine iyi geleceğine inanıyordu. Ayakları biraz ısınınca ayakucunda duran diz üstü bilgisayarını aldı. Açtı. Maillerine baktı. Üstü hala koyu renkli olan mail gözüne çarptı. Mailin adresini tanımıyordu. 15


Önce silmeyi düşündü. Fakat konu kısmında yazan “seni istiyorum” cümlesi onu meraklandırdı. Koyu renkli satırı ve içeriği göster seçeneğini hızlıca tıkladı. Mektubun tüm satırları karşısındaydı. Okurken nefes borusunun daraldığını hissetti. Mektup yanlışlıkla kendisine gelmiş olmalıydı. Ekrana takılıp kaldı. İmleci yavaş yavaş aşağı doğru kaydırmaya başladı. “Canım İyem’im Devasa bir kubbenin üzerinde yirmişer santim çapında uygun aralıklarla dağılmış dairelerden gökyüzü görünüyor. Dışarısı buz gibi soğuk ve karlı… Gökyüzü her kar yağışındaki gibi bembeyaz bulutlarla kaplı. Gün batmak üzere. Aralık ayının sonları... Kubbenin içi a’dan z’ye mermer kaplı. Taş kurnalardan taşan sıcak su yine mermer kanalların içinde gidere doğru cazibeyle akarken kubbenin içini buharla dolduruyor. Sen göbek taşını elindeki Türk dövme ve kabartmaları bulunan bakır tasla ıslatarak ısıtıyorsun. Çırılçıplak ve terlisin. Elinle göbek taşının üzerine suyu eşit şekilde dağılması için sürterken tahrik olmamam olanaksız. Göbek taşını kıskanıyorum. Su sesine ara sıra göğün gürültüsü karışıyor... İrkiliyorsun. Taş ısındığında göbek taşına yatıp yukardaki deliklerden daha giremeden eriyerek buhara karışan kar taneciklerini izliyorsun. Henüz yıkandığın için teninde kalan beyaz sabun kokusu geliyor burnuma. 16


Ben yıkanmaya, arınırken seni izlemeye devam ediyorum. Konuşmuyoruz. Hamamdaki muhteşem sessizliğe baharat, dışardan bir yerden gelen kanun sesi, hamamın muhteşem akustiğinde sonsuz huzurun hizmetkârı... Gökyüzünü izlerken her zaman olduğu gibi rehavete kapılıp kendinden geçiyorsun. Yanına geliyorum. Hafif aralık dudaklarını öpüyorum. Karşılık veriyorsun. dışarda hava kararıyor. Beyaz kar bulutlarının arkasındaki dolunay, bulutların da sayesinde göğü bembeyaz yumuşacık bir ışıkla aydınlatıyor. Kubbenin her bir dairesi gecenin içinde yıldız gibi parlıyor. Boynunu öpüyorum, ağır ağır gerdanındayım. Göğüslerin... Hiç bitmesini istemediğim şarkı gibi. Bir sol memendeyim, bir sağ. Göğüslerinin altını öpüyorum, elin başımı okşuyor. Parmak uçların ensemde ve omuzlarımda geziyor. Kaburgalarının bittiği karnının üst kısmındaki her santimi öpüyorum. Midenin üstünden göbek deliğine geliyorum. Göbek deliğinde sanki Marianna çukurundaymışım gibi dakikalarca kalıyorum. Öpüyorum, dilimi gezdiriyorum, küçük küçük ısırıyorum. Karnını içine çekiyorsun. Karın derin neredeyse sırtına yapışıyor. Bacaklarının arasına girmeden önce sana bakıyorum. Başını geriye atmışsın. Boynun gerilmiş. Su buharı ter birleşimi nemle birlikte vücudun antik heykeller gibi parıldıyor. 17


Göbek taşı bir lahit, sen de üzerindeki heykelsin. Bacaklarının arasına öyle bir iştahla giriyorum ki, bir aslan yatırdığı avını nasıl yiyorsa, vajinanda dişlerim, dilim, dudaklarım öyle iştahla geziniyor. Senden suyun tarifsiz tadını alıyorum ve kadın sıvısının... Kokun beni sarhoş ediyor. Bacaklarını milim milim öperek dizlerine geliyorum, kaval kemiğinden sonra ayak bileklerin ve ayakların... Ayak parmaklarını emerken ağlak bir çocuk oluyorum şekerini emen. Göbek taşında kendiliğinden yüzüstü dönüyorsun. Topuklarından başlayarak yukarı doğru çıkıyorum öperek, vücudundaki terle karışık suyu emerek. Dizlerinin arkasını öperken nefes alış verişindeki farklılık beni daha da heyecanlandırıyor. Kalçalarını emip, arasını aşkla yalıyorum. Dilimin ucu küçük deliğinin çeperlerinde, pervasız bir arayış içinde… Bir an açılsa, yılan olup kopup gidecek dudaklarımın arasından… Şimdi sırtının çukurundayım. En son ensen ve boynunun birleşim noktasına dişlerimi geçiriyorum, canın acıyor. Acıyacağız aşk için… Ellerim önce belinde sonra, kalçalarının yanlarında. Biraz kaldırıyorum. Vajinan sırılsıklam, içine girmem için yalvarır gibi. Kubbedeki deliklerden süzülen ay ışığı kalçalarında beyazını buluyor. Küçücük deliğinse kabarmış. Taş gibi olan organımı yavaşça içine itiyorum. İnlemeye başlıyorsun. 18


Dizlerin ve dirseklerinin üzerinde doğrulup bacaklarını açıyorsun. Saçlarını tutup çekiyorum Boynun geriliyor. Diğer elimle boynunu okşarken kendimi içinde en sona dayıyorum. Hızlanıyorum. Sesin ıslak mermerde sekerek defalarca yankılanıyor. Seni yavaşça üstüme alıyorum. Kucağımdasın. Göbek taşında sırtüstü yatarken dudaklarını dudaklarıma, memelerini memelerime dayıyorsun. İçindeyken ben, sen üstümde kalçanı dans ettiriyorsun. Aramıza biraz boşluk verdiğinde ellerimle kalçalarını alttan destekleyip yine taarruza geçiyorum. Bombardıman gibi... Çığlıklarımıza kasıklarımızın çarpışma seslerinin yankısı karışıyor. Zevkten ağlayacağız... Dakikalarca sürüyor bu... Üstümde ters dönüyorsun. Sırtının manzarasında çarpışmamız hız kesmeden sürüyor. Seni sırtüstü taşa yatırıyorum aşkım ve üstünde en klasik pozisyonda yavaş yavaş gidip gelerek dinleniyorum, dinleniyoruz. İçinden çıkıp seni yan yatırıyorum. Tek bacağını katlayıp aradan içine giriyorum. Ben dizlerimin üzerindeyim, sen yan yatıyorsun. Hızlanıyorum. Her seferinde içinin en derinine dokunmaya çalışıyorum en yükseğe zıplamaya çalışan çocuk gibi. Kasılmalarını hissediyorum çığlıklarının arasında. 19


Beni getirmek istiyorsun bir an önce senin gibi rahatlamamı... Halbuki gelmek üzereyim. Beni içinde önce iyice kasıyor sonra çıkartıyorsun. Artık kontrol senin. Beni ayağa kaldırıyorsun. Diz çöküp önümde organımı alıp emmeye başlıyor, bir yandan da elinle sıvazlıyorsun. Hepsini almaya çalışıyorsun. Zevkten delireceğimi sanıyorum. Çığlıklar atarak kasılma sırası bende. Ağzının içini menim dolduruyor ve dudaklarının yanından akıyor. Aletimin kasılmalarını hissetmesini istediğim son yere de girip sana arkandan sarılıyorum. Küçücük deliğin beni alırken öyle nazlı açılıyor ki. Aletimin içinde hemen uyumasını önlemek için boynunu sıkıyor. İçinde yumuşuyor... Seni böyle istiyorum... Birbirimize sarılıp kubbemizdeki boşluktan kar yağışını izliyoruz. Daha sonra yeniden sıcacık suyun altındayız... Şimdi senin yerine düzmek zorunda kaldığım bu kadınlardan beni kurtar. Sana dair hayallerimi gerçekleştirebilmem için sen bana lazımsın…

CHAOTİCA”

Genç kadın vajinasının sırılsıklam ıslandığını hissetti. Yüzü ateş içinde kalmış olmasına karşın bedeni dışardan biri tarafından sarsılıyormuşçasına titriyordu. “Su...” dedi “Isınmış olmalı”. 20


Yatağından yeniden kalktı. Dizleri titriyordu. Banyoya gitti. “Chao kim? İyem kim?” diye sordu kendi kendine. Kafasında kazara canlandırılmış fantaziye kendini kaptırmış, hayatında hiç görmediği bir adamla kadının görüntüsü gözünde canlanmıştı.

Üzerindeki kıyafetleri çıkartıp kapının arkasına asarken karnına giren sancılara sıcak suyun iyi geleceğini ümit etti. İyem ve Chao’nun göbek taşı üzerindeki sahneleri bir bir yeniden gözünde canlandı. Suyu açtı. Sırtına ilk başta çarpan soğuk suyla irkildiyse de ardından gelen sıcak suyla biraz rahatlar gibi oldu. Karnınına ara ara giren sancıya rağmen elini vajinasının üstünde önce hafifçe gezdirdi, ardından klitorisine sertçe masaj yapmaya başladı. Bir elini bacaklarının arasına hapsederken diğer eliyle meme uçlarına masaj yapıyordu. Orta parmaklarını içine sokup çıkartıyordu. Giren şiddetli bir sancıyla yıkılacak gibi oldu, panikle elini vajinasından çıkartıp banyo kabinindeki beyaz fayanslı duvara dayadı. Fayansta kanlı parmaklarının izi bir cinayet sahnesine ait gibiydi. Devam etti, zevk iniltilerine sancılanmaları anındaki çığlıkları karıştıkça duvarlar kanla sıvanıyordu. Kasılıyor, geriliyor, iki kat oluyordu ama Chao ve İyem’i gözünün önüne getirip devam ediyordu. Titreyerek boşaldığında bacağının içinden akan kan suyla karışıp giderin yolunu çiziyordu… 21


KOLERA Genzi yakan bir zifir kokusu ellerinde Yırtık postallar,delik cepler dolu kaldırım dipleri Kolerada kıçını yırtıyor bir külhan Şakağında baba yadigarının dumanı tüten namlusu Denizi kıskandıracak mavi gözler bürünmüş siyaha… Köşede renksiz bir dizi alev tenekelerden taşan Sokak kızgın,sokak öfkeli,sokak bir baba yadigarı… Koleranın damarları çıkıyor esmer gerdanlardan Dokunsan patlayacak,dokunmasan volkan gibi… Bir erkek bir erkeğin dudağında gözleri kırmızı şarap Tadından yenmez özgürlükler dolaşıyor dilden dile… Fakir ve gurursuz bu gece kolera,önüne geleni eziyor,arkasında kalan umur değil… Postal içi esrar,kemer dibi sustalı… Kavgası var koleranın koleralı olmayanlarla… Kıçını yırtıyor bir külhan…ağır adap, hafif meşrep… Kevaşeler daha bir yosma,eşcinseller daha bir cesur… Bir erkek bir erkeğin dudağında. Denizi kıskandıran mavi saklanmış bir şehvetin kucağına… Yangınlar var mahallede söndürmesi mümkün değil… Kavgası var koleranın kolerayı anlamayanlarla.. Sokak kızgın,sokak öfkeli,sokak bir ana yadigarı… Sersefil hayatların,esrar kokulu rüyaların, dansı var kolerada Küfelik olmuş bir külhan kıçını yırtıyor minare dibinde Kolera hayran,kolera şaşkın,kolera sarhoş bu gece Bir afet sesini kesiyor nağraların,gür çınarlar titriyor bugece Devri devran diyor külhan ,bıyık altı bir çocuk gülümsemesi 22


Şarap kızılı bir lilith kolerada ,meydan okuyor ademe de havvayada İnançsızların sığınağı,inanların düşmanı olmuş kolera Erkekli kadınlı dönüyor sarma kurular,renkler girmiş birbirine… Postal içi nasır,kazak üstü ceket kolera…üşümek yasak bu gece.. Bir varoş ,dünya olmuş dönüyor soldan sağa, Kolera yayılıyor tıpkı bir hastalık gibi… Her yerde kol geziyor kolera… Uzun etme diyor lilith bir sokak ağzıyla… Kalemler kırılıyor,dünya yeniden şekilleniyor kolerada… Dünya kolera olmuş,saklanmaya gerek görmüyor Sokak kızgın,sokak öfkeli,sokak bir elzem olmuş koleraya…. şişelerin dibi delik insiyatifi 23


TAŞ Saçlarını toplamadan önce şöyle bir savurdu ve gözlerimin içine esti: “sana yenibir vahiy getirdim” tanrımın yine kafası güzel, rüzgarı melek eylemiş ki ben peygamber değilim, yenilir yutulur değilim para etmem. Beni tanırsınız, çocukluğunuzda kale yapardınız benden üniversitede polise atardınız ya da mevsim yazsa sekerdim denizden, ele avuca gelirim işte sırf bu yüzden korkardınız benden, allah ya benim gibi yaparsa sizi sonra kalbiniz olsam bir bomba patlar avucunuzda dünya bir bebeği kürtaj eder Gazze’den. Velhasıl, tanrımın kafası yine güzel ve saçlarını toplarken ben eteğinin altında düşlerimi kaybettim, bilirsiniz vahiy bu; bir taş başka nasıl tahrik olabilir! ey taş dostlarım, mümin yoldaşlarım; sevişin cam çerçeve, tank panzer, hansel ile gargamel ne varsa daha çok ses, daha çok, vaha aşkına insanlığın bize ihtiyacı var

peter pan

24


PORQUE hiçkimsenin-hiçkimseye-yakışmadığı-saatler: 05 gibi. geçiyorum ben de şimdi onlardan sırtım biraz bükük bir ispanyol fonda kibrit çalıyor; bir derinden İ sesi düzeliyorum da yine geçmiyor bilmem nasıl derler; yüzüm baktığı bu avuçta tek bir iskemle bulamıyor sanki anlaşalım önce bir şeyde seninle; devrimin ustasıydım önce sonra çömezi kavgaların, ağzımdan kan sızardı ve hiç ağlamazdım, anmazdım kimseyi ve kimsenin numarası kalmadı artık bak ezberimde ama diyorum ki yine de; modigliani bir gün gülecek bir gün eşkiyalar da mutlak saz çalmayı öğrenecek! yastığın çirkin boynunda kaldır at kendini savrulmayı bırakıp da gökyüzüne fırlattığım kementle bilinir kimleri çektim ben böyle; bir çorba salonunu, polis coplarını, façaları kolumda öyle kadın suratlarını andıran görenler çıplak ayıpladı önce sonra sevdi sonra her filmin sonu aynı sigarayla bitti; fonda tütün saran bir çingene, hiç bilmediğim bir kelimeyi işliyor artık derime 25


ey diyorum sodala beni, çevir bir taşa değil mi ki bu çağda bir kalple oynamak cesede yatmak biraz barut değil de ne bu ağzımda ufalan cümle bir kızın dudağı mı öyle ince - bir kadın sesi mi “merhaba” bilmediğim sorular sormakta yoktur üstüme; merhaba! duvar kızıl kitap kızıl masa kızıl söyle, acıdan başka ne gelir aklıma? tepelere bakıyorum büyümemek’çin, sussam diyorum bir tarla yerinden kıpırdıyor bana doğru manşetlerde biraz osmanlı biraz “o kız sana yar olmaz” ve müslüm babanın ölümüyle senle tanışmak kızma, gülünç oldu biraz ve yakışmadım kendime yakışmamış gibi fotoğraflarda bana gülmek öyle acı çıktı ki yüzüm şimdi sana karşı, korkarım bir bardak suyu içerken bile ya su benim bakmıyorsa içime? dedim de geçtim, dedim de geçtim, dedim de geçtim; ağzın yüzünde bitmemiş bir cümle

KAAN KOÇ

26


Ne kadar yeni

Yeni bir gün! Dünden ne kadar yeni? Ya da bir diğer günden? Yüzümde hep aynı soğukluk. Kafamda ayrımlardan ayrıntılardan yorgun düşmüş zavallı, yorgun bir tilkinin sızıları. Yeni olan tek şey bu tilkinin sızıları üstüne eklenen;sızılar. Geçen yıl bir kitabım yayımlandı ! Yoksa bir önceki yıl mıydı? Farketmez. En azından şimdilik.Ama bunu düşünmeliyim sanırım..İki bin papelden fazla gitti bu işe. Ne oldu? Bilmem ! Bir hayat kadınıyla bir gece evcilik oynamışım gibi rahatladım.. Boşalmak meselesi yani. Çirkin bir şey. Ama sevmediğim değil. Sevdiğim.Çirkin bir şey. Hani hepimizin sevmeye layık gördüğü binbir çeşit çirkin şeyler gibi. Eleştirilemez bir duygu!Ama mantıklı bir şey söyleyenebilinir. Mesela 2-3 bin papelle, Tepecik’te en az 100 defa yaşanılabilinirdi aynı şey. Değil mi?Hi hi hi.. Bir kaç gün önce miydi? Farketmez ! Şair A aradı..İlkay akkaya ile tv.8’de konuk olduğu sunay akının programı tekrar gösterime verilecekmiş. Muhakkak izleyecekmişim..Hay hay....O ara sıra rüyalarıma giren huriye yüzlü kadının ‘’adıyaman’ türküsü hatırına şair A’yı bile döverim , izlemek ne kelime. Ama şimdi hangi gün yayımlanacağını unuttum..Sağlık olsun.. 27


Hatırlıyorum.Bir eşeğin boyuna vardığım yıllardan biriydi. Şiir yazıyordum,şiir dediğim şeyler..Kendimi zorlayarak dört beş normal şiir yazdım.(Bu şiirler ağaç,insan,hayvan sevgilerini içeriyordu.)Bu şiirleri alıp ilçe kaymakamlağına götürdüm.Okuttum.Bana kitap basmam için yardım edin dedim. Etti.Para çekini verip beni bir maatbaya gönderdi.(soğolsun) Kitabı bastım.O kadar. Kitabın içeriği mi?Muhteşemdi! Efendim.Ben yüzü soğuk biriyim.İçimden gelmez,sevemem ağacı hayvanı.(Ama sevdiğimi söylerim utandığım için.Hatta bazen çevreci bile takılırım..hi hi hi) Küçükken çok kediyi tekmeledim.Bir çok köpeğe havladım...Hayvan konusuna girmişken; Arzu adında bir eşek vardı mahallemizde. Çok seksi bir eşekti.Mahallenin bütün çocukların ahlakını bozmuştu...O edalı yürüyüşü,o muhteşem kirpikleriyle yan yan baktı mı,ne kadar zilli olduğunu anlardınız zaten... O’nu bir gün mahallenin çocuklarından biriyle terk edilmiş bir harabede fingirdeşirken yakaladım.Sinirlenip ‘orospu’ diye yüzüne tükürdüm.Sonra da koca taşlarla bir güzel dövdüm. Bütün eşeklerin namusunu kurtarmış oldum böylece..Öyle düşünüyordum küçükken..bu heroinstar

28


PROGLAMLA BENİ Hayır! Hayır! Hayır! Ağlama! Kanatlarındaki ışın lekelerini ben temizlerim Kalp yıkama makinelerine bir bozukluk salla Hayat şimdi daha güzel değil mi? Tüm ağırlıkları at sırtından mekanik serçe Sus! Sus! Sus! Ağlama! Annene söylerim, sana bir uydu satın alır Eyvah çatı akıtıyor, ruhunun suyu damlıyor kafama Gece gece nereden çıktı bu iltifat robotu? Tüm ışıkları söndür, tenlerimiz siyahın emrinde birleşsin Soyun! Soyun! Soyun! Ağlama! Çıplaklığa dokunmadan önce ellerini yıkamalısın Ayarlarımla oynamamalısın tanrım, bozuluyorum Bebeğim, ben gözyaşı krallığında memurdum eskiden Sonra, ansızın bir güldün, bir güldüm, işimden atıldım Yıkım! Yıkım! Yıkım! Ağlama! 29


Kâinatın tüm güneşlerini getireceğim odana Bütün kararsızlıkları koy bir çuvala Dinle! Baharın da bir sesi var değdiği her tende Anlamalısın ama çok geç artık; kuruntular karıştı korkulara Seni seviyorum demelere programla beni Seni Seni Seni

ONUR SAKARYA 30


Biensen Nerdesin? Biensen saklandığı dolabın içinden çıkıp kapının kasasına koştu. İki eliyle birden ahşap kahverengi kasaya vurarak, tiz sesiyle “Sobe” diye bağırdı. Ebe Chao’nun yine ortalıkta olmadığını görünce dizine kadar gelen beyaz çoraplı ayaklarıyla tepinerek “Sania, Sania...” diye seslendi. “Efendim kuzucuğum...” dedi Sania, elindeki bulaşıkları tezgahın üzerine bıraktı. Bileğinin dışıyla yüzüne gelen saçı çekti, serçe parmağının köpüksüz kısmıyla burnunu kaşıdı. “Chao yine yok.” Mızmız ama sevimli bir çocuktu Biensen. En çok saklambaç oynamayı sevdiği için tek arkadaşı saydığı Chao’yu oyuna zorlardı. Önce Biensen ebe olur, yirmi dörde kadar sayar, Chao gidip Sania’nın göreceği bir yere saklanırdı; ki bu yer genelde mutfak kapısının arkası olurdu. Oraya sinip, kapının arkasında asılı mutfak önlüğünü de yüzüne örterdi. Biensen, Chao’nun mutlaka Sania’nın çevresinde bir yere saklandığını zamanla öğrenmiş, dahası Sania’nın çaktırmadan Chao’nun yerini göstermesinin rahatlığına da alışmıştı. Chao’yu mutfak kapısının arkasındaki önlüklerle yüzünü örtmüş halde daha önce onlarca kez bulmasına karşın halâ çılgınca heyecanlanıyor, kalbi sanki duracak gibi hızla çarpıyor,

31


“Chao çık, sobe...” diye bağırarak koridorda koşup kasaya ellerini vuruyordu. Chao kapının arkasından çıkıp, bacağı boyundaki Biensen’i çift örgülü beyaz kurdelalı sarı saçlarından öpüyor, sabun kokusunu içine çekiyor, karşısında diz çöküp “Sobeledin kuzucuk, hadi şimdi ben yumuyorum.” diyor, küçük kız çocuğuna sıkıca sarılıyor ve her seferinde adeta vedalaşıyordu. Biensen her zaman saklandığı kahverengi dolabın içinde hiç bulunamamıştı. Aranmamıştı bile. Chao’nun yirmi dörde kadar gelen sesi yirmi dörtten sonra bıçak gibi kesiliyordu. Sessizce arandığını düşünen çocuk, dolabın içinde heyecandan soğuk terler döküyor ama dolabın kapağı hiç açılmıyordu. Sessizliğin büyüdüğü o dakikalar sonsuza kadar gidecek sanılırken, dış kapının hafifçe çarpılma sesi gelir, Biensen dolabın içinden ya da arkasından fırlar, Chao’yu sobelerdi. “Çöpü dökmeye gitti; dışarıda seni arayacak kuzucuğum.” dedi Sania Biensen’e. “Hofff..” diyerek gidip koltuğa oturdu ve sakız çoraplı ayaklarını boşlukta sallamaya başladı. “Sania!” diyerek aklına gelen bir soruyu ya da düşünceyi paylaşmaya karar vermiş gibiydi. “Sence Chao bizi seviyor mudur?” 32


“Bu sorunun yanıtını ondan duymalısın.” “Neden? Sana söylemedi mi?” “Bana çok söyledi ama bunu çok hissettirdiğini söyleyemem. Daha doğrusu hep oyun halinde. Seninle olduğu gibi oyuna başlıyor...” Sania sustu. Çocuğun iri kahverengi gözleri merakla hikayenin devamını bekliyordu. Sania bir an için cümlesini tamamlayıp tamamlamamak noktasında kararsızlığa düştü. Konuyu değiştirmeye karar vererek, “Ne dersin? Ben işimi bitirdikten sonra çıkıp onu arayalım mı?” Biensen sevinçle ellerini çırptı “Bulursak yine de sobelemiş sayılır mıyım?” “Kuzucuğum sobeledin ya az önce. Şu anda Chao yenildi. Onu bulduğumuzda ebe o olacak.” Çocuk büyük bir rahatlamayla arkasına yaslandı. Sania’in işinin çabuk bitmesini diledi içinden. Tavana baktı, eksik ön dişleriyle gülümsedi ve ellerini birbirine çarpıp göğsüne doğru çekti. Dua ediyormuş, tanrıyla sevişiyormuş gibi bir hali vardı. Tanrının kendisini ne kadar sevdiğini ise bilmiyor, bunu merak 33


da etmiyordu. *** Sania, Biensen’in elini tuttu. Birlikte apartmanın merdivenlerinden inip kapının önüne çıktılar. Gün ışığı göğü deliyordu. Gök, mavi değil kum sarısıydı. Sahra Çölü’nde gizlendikleri bir bölgede yaptıkları üç katlı bir apartmanda tek başlarına yaşıyorlardı. Tüm daireleri aynı şekilde düzenlemişler fakat tek dairede yaşamışlardı yıllarca. Sania ve Chao... Sania evlerinde bir çocuk istiyor fakat olmasını sağlayamıyorlardı. Chao, bir Tuareq kervanı mola verdiğinde yavrusunu emziren bir kadının boğazını kesip çocuğunu kaçırmıştı. Kadının cesediyle karşılaşan Tuareqler, onları hemen çölde aramaya başlamışlar fakat çıkan bir kum fırtınası yüzünden izleri de, katili de, bebeği de kaybetmişlerdi. Sania ve Chao çocuk dört yaşına geldiğinde ona nasıl sahip olduklarını anlattılar. Biensen büyük bir dikkatle her ikisini de dinledi ve boyunlarına sarıldı. Chao’yu dudağından, Sania’yı saçlarından öptü. Biensen her ikisine de zaten anne ya da baba dememişti. Diyemezdi de çünkü anne kavramının ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Çevresinde başka çocuklar yoktu, başka aileler, başka insanlar yoktu. Çevresi göz alabildiğine sapsarı bir kum yığınından ibaretti. İçgüdüleri doğrultusunda oyun istiyor ve oynuyordu. Sevgi istiyor ve alıyordu. Ne istediğini ne de aldığını sorguluyor, sadece yaşıyordu. 34


Gözlerinde, arkası lastikli güneş gözlükleri ve kum sarısı rengi kıyafetleri ve ayakkabılarıyla elele yürüyorlardı. “Nereye bakalım istersin Biensen?” diye sevecenlikle sordu Sania. Çevredeki kum tepelerinde şöyle bir göz gezdiren Biensen “Büyük Yaralar Tepesi’ne...” diye bağırdı. Bahsettiği tepe çevrelerindeki en büyük tepeydi. Bu tepenin ismini Sania vermişti. Evlerini yaparlarken hayatının en büyük acıların haberini bu tepenin üzerinde almıştı. Fakat Büyük Yaralar Tepesi’nin Biensen için çekiciliği, bir bölgesinde zincirleme yankının oluşmasındandı. Oraya gittiğinde seslenecek ve sesi kendisine geri dönecekti. Biensen bunu çok seviyordu. Sania bunu bildiğinden hiç tereddüt etmeden çocuğun yüzüne gülümseyerek tepeye kadar yarışmayı önerdi. Yankı bölgesine geldiler. Biensen ellerini ağzının kenarına siperleyerek var gücüyle bağırdı. “Chao çık sobe...” Sesin kendisine geri dönmesini bekledi, gülümsüyordu. Kendi sesi geri döndü fakat Chao’dan cevap gelmedi. Şansını bir kez daha denedi. “Chao neredesin?”

35


Bu kez ses yankılanmadı. Biensen kulak kabarttı... birbirlerine gülümseyerek bakarlarken, tebessümleri ve mutlulukları, araya karışan tedirginlikle dondu. “Chao neredesin?” Biensen vargücüyle seslenmiş fakat yanıt gelmemişti. Yüzlerinden gülümsemeleri silindi. Yankı bölgesinin tılsımı bozulmuştu. Sania yine de umutlarının olduğunu göstermek için Biensen’e birlikte seslenmeyi önerdi. Biensen başını sallayarak bu öneriyi kabul etti. İkisi de ellerini ağızlarının kenarlarına siper ederek son güçleriyle bağırdılar... “Chao neredesin? Sesleri birlikte bu kez döndü ama küçük bir farkla... “Biensen neredesin!!!” chaotica

36


Seni uzaktan sevmek Seviyorum seni be adam... Vallahi seviyorum. Belki gökten ayet inse de inanmazsın, ama seviyorum. Sadece yetiremedim belki de senin sevgine. Seninki gibi yansıtamadım o şevki gözüme... Ben hep böyle kalacağım. Hiçbir zaman anlaşılamayacağım. Benim için çok acı. “Ne oldu tatlım?” diye sorup durduğun için yazıyorum bunu. Bu hayata uyamadım sevgilim, sanırım hiçbir zaman da uyamayacağım. Senle aynı evde oturmak nasıl huzur veriyordu tarif edemem. Ama bunun büyük sorumlulukları da bir o kadar tarifsiz ve ağır geldi, sen sordun ben sustum. Kaldıracak kadar olgun değildim belki de bu hayatı, bilmiyorum. O çayı ocağa koyarken, senin gözlerin parlıyordu.. Ben hayran hayran izliyordum ilk başta, sonra düşündüm; o gözlerin altından kalkamadım. Sen arkadaşlarınla konuşurken “huzurluyum” dediğin zaman ilk başta mutluluktan başım göğe erecek gibi oluyordu, ben de huzurluydum çünkü. Sonra düşündüm, benim huzurum sadece bana güven veriyordu; çünkü huzur benim değil, senin huzurundu. Senin huzurunla huzur buldum; ama sonra gördüm ki tek yaptığım senin hayalinin mutluluğunu yaşamaktı... 37


Sen mutlu oldukça ilk başta ben de mutluydum; ama sonra fark ettim ki senin hayatının kitabını bana okuman beni mutlu ediyordu. Sen benim için çok değerliydin, sorunsa bu değerinden kaynaklıydı sanırım, şimdi görebiliyorum. Çünkü sen bundan önce hep karamsardın, belki de mutsuzdun. İlk tanıştığımızda mutlu olmanı çok istemiştim ve olduğunu gördüğüm zaman da bunu kendi mutluluğum sandım belki de. Ben sadece sen mutlu olduğun için mutluydum aslında. Sonra fark ettim ki, hayatımız güzel olsun isterken, senin hayalini mahvediyordum... Sustum, köşeye çekildim ve düşündüm, üzüldüm... İçim kan ağlıyordu artık, sana sahte bir mutluluk vermiştim o güne kadar. Ama kızma bana, ben de farkında değildim bunun. Yaptığın güzel yemekteki mutluluğu çok özleyeceğim. Seni de çok özleyeceğim... Seninle konuşabilmeyi çok istiyordum, çok ani gittin. Benim için çok kötü oldu, senin içinse üzülerek seviniyorum. Seni seviyorum be adam, ama öyle değilmiş... Aptallıkta sınır tanımıyormuşum senin de gördüğün gibi... Şimdi çok üzülüyorum, kendim için üzülüyorsam adım batsın; farkında bile olmadan sana yaptıklarım için, bana güvenebildiğin için ve hayatının bir bölümünü de ben çaldığım için üzülüyorum, kahroluyorum. En kötüsü de üzüntüyle bedel ödenmiyor, 38


biliyorum.

Bana kızgın olmamanı dilerim. Dilerim ki bana anlattığın o kötü insanlar gibi bir anı olmam kafanda. Dilerim ki mutlu olursun, çünkü sen mutlu olamadan ben de mutlu olamam, belki inanmayacak olsan da kalben söylüyorum bunu. Ben sana hiçbir şey katamasam da sen bana çok şey kattın, hiçbir şeyle anlatamam bunu. Benden sana yâr olmaz belki ama, benim sana hep ihtiyacım olacak; eğer beni unutmak istemiyorsan, o hep burada. Eğer unutmak istiyorsan, yolun açık olsun... Ama her şartta, kalacak bir yer bulduğunu haber et bana. Senin dediğin gibi, Sevgiyle... GökOğlan

39


Boşluğun Kalbindeki Aşk Dersim’li yazar Hıdır Işık’ın Boşluğun Kalbindeki Aşk adlı deneme kitabı çıktı.Kitaba ilişkin şair yazarlar Cezmi Ersöz ve Sennur Sezer kitap arka kapak yorumları yazarak destek olmuşlardır. Ayrıca şair yazar Cezmi Ersöz Boşluğun Kalbindeki Aşk ve Hıdır Işık için kaleme aldığı “Hiçliğin dilsiz boşluğuna terk edilmiş birçok canlıcansız varlığa “dil” olmuş renkli ve zengin şiirsel yazı denemelerinin yanı sıra Aşk’ın yaşamın elzem yangını olduğunu vurgulayan anlatı biçimiyle de tek kelimeyle sarsıcı bir kitap. İnsanın zihnini sorgulamalarla esir alan sözcükler sonrasında sizi düşsel yolculuklara çıkaran cümlelere bağlıyor. Öyle ki insanı derin kurgusuyla şaşırtan ve imge sağanağıyla da büyüleyen bir dil’in düzlemine sürüklüyor sizi Hıdır Işık. “ yorumu ise kitabı okumak için oldukça ciddi bir merak uyandırıyor insanda. barış’ın gözlerinden öperim,dünyamıza da bekleriz en kısa zamanda… Süresi ölçülemeyecek kadar uzun bir zamandır dişleri kandan bir korkunun içindeyim. Adına savaş diyorlar; bense hiçliğin ölüm mabedi diyorum. Bombaların, kurşunların ördüğü korku ağının derininde, acıyı soluyarak büyüyorum.

40


Büyürken bildiğim tüm oyunları, savaşın o dipsiz karanlığındaki hiçlikte kaybettim. Sanki çocuk ömrüme, büyük bedende bir hiçlik gömleğinin giydirildiği derin bir yolun, kanla biten sonundayım. Kurtulmak istiyorum bir canlının soluk alma isteğiyle ama her çırpınışım şahdamarıma yakın bir yerdeki boşluğa düşüyor. Diyorum ki, kalbim kalkıp bütün yaralarını al ve git dönüşü olmayan yeşil yanaklı kırlara! Yaşam kayıtlı bilinciniz, bomba seslerine alışırken canlı yüklü yüreğiniz korku ve ölümün çığlığında, ziftli bir boşluğa baş aşağı asılmış gibi sayrı bir zamanın ellerinde kanıyor. Ve tonunda isyan köşeleri taşıyan sesimle bağırıyorum, cehennemin öteki adı savaş olan bu vahşetin içinden. Ama çığlıklarım, haykırışlarım uzuvları parçalanan cesetlere çarpıp gözlerimin dibindeki ırmaklara düşüyor. Bağırıyorum gırtlağıma kadar kan dolan bir çığlıkla. Sonra göğe bakıyorum; kuşların ölüm sahasında uçmayacağını söyler gibi bir kasvet var. Sonra yerdeki bir cesedin mor ve kanlı dudaklarından yarım kalmışlığa direnen bir cümle dökülüyor çürüyeceksiniz kursağınızdaki karanlık boşlukta ey yirmi birinci yüzyılın kuantum duvarlarına eprimiş yüzlerini süren savaş cellâtları… şimdi yazının bitme vakti çünkü gitme vakti çünkü gözyaşları silinecek daha çok insan var 41


42


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.